BİLİNMEYEN KUL HAKKI VE HARAM PARA İLE HAC

Hacca gitmek niyetindeyiz, paramıza haram karışmadığından emin değiliz. Ayrıca üzerimizde bilmediğimiz ya da helâllık isteyemeyeceğimiz bir sürü kul hakkıvar. Bu durumda ne yapmalıyız?

Bilindiği gibi, kabul olunmuş bir hac, insanın kul hakkıdışındaki bütün günahlarının silinmesine yetiyor. Insan günah yönünden dünyaya adeta yeniden geliyor. Ama bunun için asgari şu ,beş şarta riayet etmesi gerekiyor: 1. Hacca son derece halis bir niyetle, yani sadece Allah için gidiyor olmak. Adeta Allah'ı ziyarete gidiyor gibi O'nun dışındaki her şeyi gözünden çıkarmak. 2. Tertemiz (tayyib) bir para ile hacca gitmek. 3. Üzerindeki kul haklârını ödemek ya da helallık almak, Allah'a olan namaz ve oruç gibi borçlarını da kaza etmek ya da kaza etmeye kesin karar verip başlamak, 4. Hac boyunca boş ve çirkin söz, niyet ve davranışlardan (rafes ve fusîk) uzak durmak, 5. Haccı diğer zahir ve batın şartlarına uygun olarak tamamlamak.

İşte böyle bir haccın, bütün günahları sildikten sonra insana kazandıracağı sevabın miktarını da ancak Allah bilir. Bu şartlarda ne derece eksiklik olursa haccın sevabında da o derece azalma olur. Hatta bazılarının hacları, farziyeti üzerlerinden düşürmekten başka bir işe yaramaz. Bazılarının ki ise bunu bile yapamayıp sahibine günah dahi kazandırır. Bundan dolayıdır ki, malına haram karışan ya da şüphelilik bulunan zenginlerin hacca borç para alarak gitmeleri ve borçlarını döndükten sonra kendi mallarından ödemeleri tavsiye olunmuştur. Bununla beraber Imam Gazalî şu tavsiyede de bulunmuştur: "Haram ya da şüpheli malla hacca giden, hiç olmazsa yiyeceğinin tertemiz helaldan olmasına çaba göstersin. Bunu bütün hac süresi boyunca yapamazsa ihrama girdiği andan çıkacağı anâ kadarki sürede yapmaya çalışsın. Onu da başaramazsa Arafe günü için yapmaya ugraşsın. Bunu da yapamazsa böyle bir malla hac yapmak zorunda kaldığı için her an korku üzüntü ve pişmanlık duysun, umulur ki, rahmet nazarları Arafat'da ona da çevrilir" (Hüseyin el-Mekkî, Irsâdü s-sârî, 3).

Kul hakkına gelince: Insanın ödenebilme imkânı olan bütün hakları ödemesi ya da sahiplerinden helâllık alması gerekir. Bu meyanda, üzerinde tanımadığı ya da bulma imkânı olmayan kimselerin borç, emanet, gasp, unutup terkedilme... vb. hakları olsa, bulup vermek imkânı olduğu takdirde tekrar vermeyi kabullenerek onları, sevabı sahiplerine olmak üzere fakirlere verir. Ayrıca tevbe eder ve hem kendisi hem de o hakların sahipleri için Allah'tan mağfiret diler. Kâdıhan fetvalarında denir ki: "Üzerinde hakkı olan birisi vefat etmiş ve mirasçısı da bulunmamış olsa üzerinde hak olan, onun hakkıkadar bir meblağı tasadduk eder ki, Allah katında emanet olarak saklansın ve Kıyâmet gününde de üzerinde hakkı olanlara verilsin." Hulâsâ adlı fetva kitabında da şöyle söylenir: "Birisi diğerine, bütün haklarını bana helâl et dediğinde o da, helâl olsun, hiç birini istemiyorum, dese, eğer o hakların ne olduğunu biliyorsa, hem hukuken hem de dinen o kimse o haklardan kurtulmuş olur. Ama bilmediği hakları için böyle söylemiş olsa hukuken artık bir hak iddia edemez ama Imam Muhammed'e göre dinen (yani Allah huzurundaki hesapları bakımından) o haklardan kurtulmuş olamaz. Imam Ebu Yusuf'a göre ise dinen de kurtulmuş (beri olmuş) olur. Fetva da Ebu Yusuf'un görüşüne göredir. Çünkü el-Asl adlı kaynak kitabımızda, bize göre bilinmeyen hakların ibrası caizdir. Ibra (vazgeçme) ister birşey karşılığında, isterse karşılıksız olsun, denir (Ayrıca bk. Mavsilî, E1-Ihtiyâr, NI/6). Iftira, gıybet ve namusa dakunan sözler gibi haklarda, iyi bir tevbe ile beraber; bundan sahipleri haberdar edilerek helâllık istenmesi gerekir (Hüseyin el-Mekkî, agk.; Ayrıca bk. Tahavî, Mükilü'1-asâr, I/69-73). Ama söylenilmesi daha kötü durumlara yol açacaksa söylemeden helâllık alır ve onun sevabına o miktarda sadaka vererek, kendisi için de onun için de mağfiret dilerse Allah'ın, hak sahibi olanı kendi lütfundan razı ederek hakkından vazgeçirecegi ümid edilir.