ABD ve Islam Dünyasi

19 Aralik 2000 Sali

Israil isgal devletinin basbakani Barak sonunda istifa etmek zorunda kaldi. Bazilari bunu bir oyun olarak niteliyorlar. Bazilari ise intifada karsisinda çikmaza girmesinin bir sonucu olarak degerlendiriyorlar. Hangi açidan bakarsaniz bakin bu, tanklarin, roketlerin, füzelerin ve toplarin, her türlü modern silahtan yoksun insanlarin imanla ve kararlilikla attiklari taslar karsisindaki yenilgisinin bir ilanidir. Arafat ve adamlari "baris" kavraminin gölgesi altinda siyonist isgalcilerin önünde yillarca soludular ama bir kez bile isgalcileri bu derece köseye sikistirmayi basaramadilar. Ama tas atan ellerin kararliligi vahsette sinir tanimayan ve bu vahseti icra edebilmek için her türlü teknik imkana da sahip olan isgalcileri bu kadar köseye sikistirmayi basarabildi.

Amerika'da uzun süren bir kavganin neticesinde Bush'un baskanligi kesinlik kazandi. Bush'un baskanligi sandikta kazandigi zaten kesinlik kazanmisti. Ancak Al Gore ve onun arkasinda duran lobiler aradaki farkin az olmasini gerekçe göstererek mahkemeler yoluyla ondan makamini almak için epey direttiler. Eger ki bunu basarabilselerdi yani sandikta kaybettiklerini mahkemeler yoluyla geri alsalardi kuvvetli bir ihtimalle kavga bir süre daha devam edecekti. Çünkü Bush ve taraftarlari böyle bir sonuca razi olmayacakti. Razi olmayacaklarini da zaten belli etmeye baslamislardi. Isin içinde bir de yahudi lobilerinin olmasi ülkede son yillarda bu lobilere yönelen tepkinin biraz daha artmasina sebep olmustu. Dolayisiyla mahkemelerin onlarin lehine karar vermesi bu tepkilerin fiili eylemlere dönüsmesine, sonuçta Avrupa'daki gibi ABD'de de bir antisemitizm patlamasinin ortaya çikmasina sebep olabilirdi. Muhtemelen mahkemeler bu tehlikeyi gördüklerinden Bush'un sandiktaki zaferini kabullenerek onun baskanligini onaylama yolunu tercih etmislerdir. Al Gore'un ve taraftarlarinin artik yapabilecekleri bir sey kalmamistir. Çünkü onlar hem seçimi hem de mahkemeleri kaybettiler. Her iki yoldan da kaybettiklerini siddete basvurarak almaya kalkismalari bütün toplumun tepkisine sebep olacaktir. Ama onlar özellikle de Al Gore'un arkasinda duran yahudi lobileri simdi siyasete hükmederek Bush'u kendi kontrollerine alma yolunu seçeceklerdir. Özellikle yarisin kavgali geçmesi ve mahkemelerin kararlariyla sonuca baglanmasi bu konuda onlara biraz avantaj saglamaktadir. Çünkü Bush bu sartlarda rakipleriyle uzlasma zemini arama geregi duymaktadir. Nitekim daha hükümeti kurma çalismalarinin baslangicinda onlarla bir araya gelerek bazi girisimlerde bulunmasi, hükümetine Demokratlar'dan bakan alabilmek için yogun çaba sarf etmesi bunu gösteriyor. Demokratlar'in bakanlik tekliflerini reddetmeleri ise kendilerini ucuza satma ve minnet altina girme niyetinde olmadiklarini, iktidarin disinda kalarak isteklerini hep pazarliklar yoluyla kabul ettirme, sorumluluga ortak olmadan siyasetlerini yürütme yolunu tercih ettiklerini gösteriyor. Bu sartlarda Bush'un ABD'nin yerlesik siyasetinde söze gelir bir degisiklik yapmasi zor görünüyor. Bunu Bush'un Al Gore'a göre daha olumlu bir sahsiyet oldugu düsüncesine dayandirilan beklentiler açisindan söylüyoruz.

Bizi tabii ki daha çok ABD ile Islam dünyasi arasindaki iliskiler, bu ülkedeki yönetim degisikliginin Islam alemine karsi izledigi politikayi ne kadar etkileyecegi konusu ilgilendiriyor. Bati'da yönetimler Islam alemindekilere oranla biraz daha sivil olsalar da yine de devletin ali menfaatleri her zaman yöneticilerin tercihlerinden üstün tutulur. Bu menfaatler de çogu zaman pek ortalikta görünmeyen, biraz derinlerde kalanlar tarafindan belirlenir. Bu açidan ABD'nin genel olarak Islam alemine yönelik politikalarinin bir tahlilinin yapilmasini yararli görüyoruz.

ABD'nin Islam Dünyasi Karsisindaki Politikalari

Amerika, ekonomik, askeri ve bilimsel gücünden yararlanarak dünyaya hükmederken kendisi uluslararasi siyonizmin çuvalina girmis olmanin sikintisi içindedir. Bundan dolayi özellikle son dönemde dünyadaki pek çok gelismede ne yazik ki, Amerika'nin ve uluslararasi siyonizmin çikar hesaplarinin öne çiktigini görüyoruz. Birkaç örnek üzerinde duralim:

* Kosova'daki katliamlar karsisinda uzun süre susmayi tercih eden ABD ve büyük ölçüde onun yön verdigi NATO daha sonra meselenin çözümünde rol oynadigindan bu bölgedeki Sirp sultasinin sona ermesinden sonra olusan siyasi yapilanmada da sözünü yürüttü. Kosova'nin siyasi yapisinda söz sahibi olmak bütün bir Balkanlar'in siyasi yapisinda söz sahibi olmak demektir. Çünkü Kosova bir üs olarak seçilmistir. Bu açidan ABD ve Avrupa Birligi, Kosova vasitasiyla Balkanlar'in siyasi gelecegini rehin almis durumdadir. Bu arada ABD ve Bati'nin; her ne kadar birbirleriyle rekabet halinde olsalar da simdilik birbirlerinin kuyruklarina basmamaya özen gösterdiklerine, çikar hesaplarinin çakismasi durumunda bir uzlasma noktasi yakalama yoluna gitmeyi tercih ettiklerine isaret edelim.

* Kesmir meselesi normalde Kosova meselesinin tipatip aynisi oldugu halde Amerika'nin dayatmalari sebebiyle hakli taraf geri adim atmak zorunda birakildi. Çünkü Amerika'nin Asya'ya yönelik hesaplari Hindistan'in yaninda yer almasini gerektiriyor. Özellikle Çin'in önemli bir tehdit unsuru haline gelen askeri gücü karsisinda Hindistan'in bir emniyet supabi olarak kullanilmasina, dolayisiyla desteklenmesine ihtiyaç duyuluyor. Hindistan da zaten Amerika'nin bu destegine güvenerek Pakistan'a bu kadar yüklenme, Kesmir'e karsi böylesine genis çapli bir hava operasyonu gerçeklestirme cesareti göstermisti.

* Kesmir'deki bagimsizlik mücadelesini bir terör olarak niteleyen Amerika ve onun dümen suyunda giden BM, Endonezya'dan ayrilarak bagimsiz bir devlet kurmak isteyen Dogu Timorlu hiristiyanlari hakli gördü. Bu sayede Dogu Timor, Endonezya'dan ayrilmayi basardi.

* ABD, Kuzey Afrika'da önce cuntaya karsi duran güçlerin yaninda yer aldi. Fakat zamanla Kuzey Afrika üzerindeki hakimiyet rekabetinde Fransa'nin öne geçtigini görünce cuntayla yakin iliski içine girmeyi tercih etti.

* ABD, Islami degerlere öncelik veren Sudan'i köseye sikistirabilmek için degisik yollara basvurdu. Son zamanlarda özellikle Fransa ve Çin'in bu ülkeyle yakin iliski içine girmesini göz önünde bulundurarak tutumunu biraz yumusattiysa da ülkedeki yönetimi yipratma amacina yönelik oyunlarindan vazgeçmis degil. Güney Sudan meselesinin kesin çözüme kavusturulamamasinin temel sebebi de ABD'nin Güney'deki ayrilikçi teröristlere verdigi destektir.

* ABD Disisleri bakani bayan Madleine Albright geçtigimiz Nisan ayinin sonuna dogru Orta Asya ülkelerine bir seyahat düzenledi. Bayan Albright Kazakistan, Kirgizistan ve Özbekistan'i kapsayan bu seyahatinde ziyaret ettigi ülkelerin yöneticilerini bir yandan demokrasiyi uygulamaya çagirirken bir yandan da "asiri Islamciliga" karsi mücadeleye çagirdi. Bilindigi üzere ABD'nin ve onun güdümündeki yönetimlerin nazarinda Islam'i bir bütün olarak anlamak ve hayata geçirmeye çalismak "asiri Islamcilik" olarak nitelendirilmektedir. Ayrica adi geçen ülkelerin zulümde zirveye tirmanan yöneticilerinin "asiri Islamciliga karsi mücadele" semsiyesi altinda insanlara kan kusturduklari biliniyor. Insan haklari örgütlerinin hazirladiklari raporlarda hiçbir siddet eylemiyle uzaktan yakindan ilgilerinin olmadigi bilinen on binlerce insanin esir kamplarina toplanarak vahsi uygulamalara maruz birakildiklari belgeleriyle ortaya konmaktadir. Hal böyleyken çagdas emperyalizmin basini çeken ABD'nin Disisleri bakani bu ülkelerin yöneticilerinden acaba daha fazla ne istiyordu? Demek ki vahsetin ve zulmün bu kadarini bile yeterli görmüyordu.

ABD ve Islâmi Uyanis Hareketleri

Biz daha önce Islâm mecmuasinda yayinlanan "Suudi Arabistan'da Insan Haklari" baslikli bir yazimizda su ifadelere yer vermistik: "Seriat kanunlarini uyguladigini ileri süren Suudi Arabistan ayni zamanda laik anlayis sahipleri tarafindan sürekli sekilde öcü olarak gösterilen ülkelerden biridir. Ama gerçekler gün yüzüne çikarildiginda Suud yönetimiyle onu öcü olarak gösterenler arasinda ciddi bir anlayis farkinin olmadigi ortaya çikacaktir. Dünyadaki "Islâmi hareketlere" para temin ettigi yolundaki bir habere dayanarak yargi yoluna basvurmadan bir insani (Usâme ibnu Ladin'i) vatandasliktan çikaran ve mal varligina el koyan yönetimin "seriati uyguladigi" iddiasi acaba ne kadar inandirici olabilir?" Ancak tabii ki adamlarin gayeleri Islâm'a satasmak oldugundan Suudi Arabistan'in gerçek kimligi onlari ilgilendirmiyor. Özellikle Islâmi uyanis hareketlerinin gittikçe güçlendigi ve adeta bir mafya agi gibi menfaat agi olusturmus olanlarin tahtlarini sarsmaya basladigi böyle bir dönemde hiç bu firsati kaçirirlar mi? Ama onlar bu tür firsatlardan yola çikarak Islâm'a satastikça gerçek yüzleri daha bir gün yüzüne çikiyor ve insanlarimiz onlari daha iyi tanimaya basliyorlar.

Gelelim konumuza: Bilindigi üzere Islâmi uyanis hareketleri Müslüman toplumlarin gerçek anlamda ekonomik ve siyâsi bagimsizliga kavusmalarini istemektedirler. Bu ise ayakta kalabilmek için Müslümanlarin kanini emmeye ihtiyaç duyan ABD emperyalizminin gelecegini tehdit ediyor. Burada bir seye dikkat çekmek istiyorum: Islâmi hareketler ABD'nin degil ABD emperyalizminin gelecegini tehdit etmektedir. Gerek ABD'ye hükmeden sömürgeci güçlerin, gerek onun gölgesinde dünyaya hükmeden uluslararasi siyonizmin ve gerekse bütün bu güçlerle baglanti içinde olan çesitli organlarin Islâmi uyanis hareketlerinin güçlenmesinden rahatsiz olmalari bu yüzdendir. Yoksa Islâmi uyanis siyâsi cephesi olmayan kuru bir dindarliktan ibaret olsaydi, Müslümanlar camilere hapsedilip siyâsi platformda hak isteme gibi bir tesebbüste bulunmasalardi söz konusu güçler rahatsiz olmayacakti.

Bilindigi üzere Islâmi hareketlerin zayiflatilmasi için simdiye kadar genellikle "radikal dinci, fundamentalist, terörist" suçlamalarina dayali baski metotlarindan yararlanildi. Fakat bu nitelikteki baskilarin sonuç vermedigi görüldü. Bu tür suçlamalar, bes vakit namazlarini kilmalarina ragmen Islâm'in hayati bütün yönleriyle kusatan bir ilâhi nizam oldugunu kavrayamamis Müslümanlari bile harekete geçirdi ve onlar da yavas yavas "fundamentalist" olmaya basladilar.

Bunun üzerine ABD ve onun güdümündeki yönetimler baska çözümler arama yoluna gittiler. ABD yönetiminin gözetiminde bu konuyla ilgili genis bir rapor hazirlandi. Raporda "fundamentalist, radikal dinci" suçlamalarinin, bu tür suçlamalardan yola çikilarak gerçeklestirilen tutuklamalarin ve baski uygulamalarinin Islâmi hareketleri daha da güçlendirdigi dile getiriliyordu. Bunun yerine bir baska metot tavsiye ediliyordu ki o da su: Islâmi hareketin ileri gelenleri Islâmci görüslerinden ve faaliyetlerinden dolayi degil de adi suçlarla suçlanarak tutuklansin. Örnegin toplumda etkinligi olan ve kalabalik kitlelere yön veren birisi kaçakçilik yapmakla suçlanarak mahkeme önüne çikarilacak. Bir baskasi kadinlarla özel iliskiler kurmakla suçlanacak. Yine bir digeri vergi kaçirmakla itham edilecek vs.

Aslinda bu uygulama yeni degil. Söz konusu rapor hazirlanmadan önce bazi Islâm ülkelerindeki yönetimler bu metodu uygulamaya baslamislardi. Örnegin Tunus'taki yönetim Islâmi hareketin ileri gelenlerinden birini tutuklayip hapse attiktan sonra kendisine narkoz vermis, sonra bir fahiseyi yanina sokmus ve fahisenin onunla oynasmasini kameraya aldirmis, sonra da televizyondan halka göstermisti. Yine ayni yönetim Islâmi kitabevlerini sirf Islâmi eserleri sattiklarindan dolayi kapattigi halde kapilarina "vergisini ödemediginden dolayi kapatilmistir" levhalari astirmisti. Misir yönetimi de Islâmi hareket mensuplarina yönelik benzer suçlamalarda bulunmaya basladi. Buna benzer suçlamalar gititkçe artiyor. Fakat bu metodun yeni kesfedilmis bir metod olmadigini, daha önce komünist rejimlerin de muhaliflerine karsi bu metottan yararlandiklarini biliyoruz. Hatta Mekke müsrikleri de Resulullah (s.a.s.)'a ve sahabilere karsi ayni yola basvurmuslardi.

Sonuç

Verdigimiz bütün bu bilgiler ABD'nin Islam dünyasiyla iliskilerinde devlet çikarlarinin ve dünya hakimiyetini güçlendirme emelinin belirleyici unsur oldugunu ortaya koyuyor. Cezayir'deki baskici cuntayla iliskilerin iyilestirilmesi, Orta Asya'daki zulüm rejimlerinin desteklenmesi, sürekli insan haklarindan ve demokrasiden dem vurulmasina ragmen Islami olusumlar karsisindaki insanlik disi baski uygulamalarinin onaylanmasi hep bu yüzdendir. Bush'un baskanlik koltuguna oturmasi ABD'nin bu yöndeki politikalarini degistirmeyecektir. Ama onun gelisi hiçbir seyi degistirmeyecek dememiz de dogru olmaz. Elbette bazi degisiklikler de olacak. Ama bize ayrilan sayfalar bu konunun ayrintisina girmemiz için yeterli degil. Allah izin verirse bu konuyla ilgili görüslerimizi de daha sonraki haftalarda aktarmaya çalisiriz.

@ Ekrem Yolcu

Kaynak: Ahmet Varol'un Sitesi

arrow3h.gif (1916 Byte)