TEVAZUDAKİ İNCELİK VE YÜCELİK

MÜBAREK EROL  

 

Tevazu, müminlerin en güzel sıfatıdır.

 

Tevazu ahlâkını zıddı ile tanımak daha kolaydır. Kısaca tevazu, kibirli olmamaktır. Kibir, kendini beğenmek, başkalarını küçük görmektir. Kendini beğenmek aslını bilmemekten kaynaklanır; aslını bilmemek cehalet ve gafletten ileri gelir. Aslını bilen haddini bilir; haddini bilen edepli olur. Bunun için velilerden Muhammed bin Vâsî k.s ., oğlunun çalımlı ve kibirli bir şekilde yürüdüğünü görünce, onu şöyle uyarmıştır:

 

“Oğlum sakın aslımızı unutma! İlk günlerinde annen bir cariye, baban günahlara dalmış bir âsi , sen de anne karnında bir cenin idin. Sonumuz ise soğuk ve sevimsiz bir cenaze olacaktır. Aradaki bu kibir ve kendini beğenme niye ki ?! ”

 

Demek ki tevazunun aslı marifettir. Marifet de Alemlerin Rabbi'ni tanımaktır. O'nu tanımak, bütün hayır ve güzelliklerin anahtarıdır. Yüce Allah kendini insan ve kainat üzerindeki tecellileri ile tanıtmış; alemi azamet, rahmet ve kudretini yansıtan bir ayna yapmıştır. Bu aynada her şey O'na ait bir tecelli, bir ilim, bir hikmet, bir sevgi ve bir değer taşımaktadır. Bu tecelliyi seyretmek, ilmi okumak, hikmeti anlamak, sevgiyi tatmak ve değerleri korumak için insan yaratılmıştır. Bunların hepsine birden marifet diyoruz.

 

Marifetin sonu muhabbettir. Muhabbetin bir sonu yoktur, fakat onun her sevende kendini gösteren bir sonucu vardır. O da sevgiliye ait her şeyi sevmek ve ancak sevgilinin hoşnut olduğu şeyle sevinmektir.

 

İşte tevazu, bu marifet ve muhabbettin sonucu oluşan bir haldir. Herkes marifeti kadar mütevazi , muhabbeti kadar merhametli olur.

 

Tevazu, kul olduğunu bilip Rabbi'nin mülkünde edeple yaşamaktır.

 

Tevazu, Hakk'ın sevdiğini sevmek, sevmediğini terk etmektir.

 

Tevazu, Hakk'ın kullarına Hak için muhabbet ve hizmet etmektir.

 

Tevazu, Haktan gelen her şeye gönül hoşluğu ile boyun eğip teslim olmaktır.

 

Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Kim Allah için tevazu gösterirse, Allah onu yüceltir. Kim de kendini beğenip kibir gösterirse, Allah onu alçaltır.” (Müslim, Tirmizî , Dârimî )

 

Tevazu insanı yüceltir, fakat Allah için olursa... Allah için olan tevazu yüksek bir ahlâk olur ve insana yücelik kazandırır. Bu da iki şekilde olur:

 

Birincisi, tevazu Hak için olmalıdır. Tevazu alçak gönüllülük, merhamet, hürmet, saygı, sadelik, nezaket, incelik, kibarlık şeklinde ortaya çıkar. Bütün bunlarda niyet önemlidir. İnsanlara gösteriş, yağcılık, korku, maddi menfaat ve başka hesaplar için gösterilen tevazu izzet değil, zillet sebebidir. Her çeşidiyle tevazu yüce Allah'ın rızası için olursa fayda verir, kulu yüceltir, sevdirir, sevap kazandırır. Yoksa kula zarar verir ve onu alçaltır.

 

İkincisi, tevazu kulları değil, Allah'ı yüceltmek için olmalıdır. Kimde ne kıymet varsa Allah'tan geldiği bilinmelidir. Birisini severken şirke düşülmemeli, insana hürmet ederken ona tapmamalı, köleyi efendi yerine koymamalı, Rab ile kulu karıştırmamalıdır.

 

Marifet ve muhabbet sahibi kullar tevazu ahlâkıyla süslenerek yüce Rahman'ın dostu olmuşlardır. Bu ahlâkın pek çok yansıması vardır. Birkaçına işaret edelim:

 

Yüce Rahman'ın dostları mütevazi kullar, bütün mülkün, şerefin, itibar ve kıymetin Allah'a ait olduğunu görürler. Mülk O'nundur; öyle ise bütün hamd , övgü, rağbet, hürmet, sevgi, saygı da O'na aittir, O'na layıktır. Bunu anlayan ve müşahede eden aşık , artık kendi nefsinin övülmesini, sevilmesini, halk içinde zikredilmesini ayıp ve abes görür. Birisi onu övse utanır, yüceltse sıkılır, alkışlasa iki büklüm olur, günah işlemiş gibi istiğfara sarılır.

 

Yüce Rahman'ın dostları mütevazi kullar her varlıkta O'na ait bir tecelli ve kıymet görürler. Hiçbir yaratığı basit, değersiz ve sebepsiz görmezler. Özellikle varlıklar içinde hususi bir yeri ve görevi olan insana çok özel, itinalı ve nazik davranırlar. Herkese rahmet gözüyle bakarlar. Yüce Allah'a iman edenleri kardeşi görüp severler. Nefsi için kimseyi üzmezler. Hiçbir mümini kendinden aşağı görmezler. Çünkü hepsi yüce Rahman'a iman etmişlerdir; O'nu sevmişlerdir. O'nu sevenleri sevmek imanın gereğidir, aşığın görevidir.

 

Yüce Rahman'ın dostları mütevazi kullar kâfirlere de rahmet gözüyle bakarlar, onların hidayete gelmesi için dua ederler, gönüllerine girip Hak sevgisini aşılayacak günü beklerler. Onlarla savaşları, mücadeleleri, mücahedeleri kendi nefsleri için değil, Cenab -ı Mevlâ içindir. İnanmayanlara karşı gösterdikleri vakar ve izzet de böyledir.

 

Yüce Rahman'ın dostları mütevazi kullar hangi hayrı, ibadeti ve hizmeti yapsalar, onu nefslerine mal edip kendilerinden bilmezler. Bütün iyilikleri Allah'ın bir ikramı olarak görürler; övünmekle değil şükürle meşgul olurlar. İbadet olarak ne yapsalar az bulurlar. Amellerine bir karşılık beklemekten haya ederler. Bütün kötülük ve kusurları ise nefslerinden bilirler. Yaptıkları tövbe ve istiğfarın hemen kabul edildiğini ve günahlarının affedildiğini düşünmezler. Daima Alemlerin Rabbi Allah'tan korkarlar, kulluktaki kusurlarından utanırlar; bunun için gönlü yanık, boynu bükük ve sürekli mahzun gezerler.

 

Yüce Rahman'ın dostları mütevazi kullar O'nun kulu olmaktan, kulu olarak anılmaktan ve kula uygun işler yapmaktan zevk alırlar. Yüce Hak için olan ve dinin edebine uyan her işi kıymetli görürler. Hizmette şahıs, iş ve yer seçmezler. Kendilerinden isteneni ve gerekeni yaparlar. Her başarıdan sonra, sevinçlerini gönülden secdeye kapanarak dile getirirler. Mahviyet sıfatları, onlar için Burak olur, onunla yükselirler.

 

Kulluğun ve dostluğun zirvesinde olan Hz. Rasul -i Kibriya s.a.v. Efendimiz, namazdan sonra hane-i saadetine döndüğü zaman bazen ev işlerine yardımcı olur, ayakkabısını yamar, koyunlarını sağar, yorulan hizmetçisinin işine el atardı. Bir peygamber bunları yapar mı diye düşünmezdi.

 

Ondan bu terbiyeyi alan Hz. Ebu Bekir Sıddık r.a. halife iken, mahallesinde dul ve yaşlı kadınların koyunlarını sağmaktan çekinmez ve bunu basit bir iş görmezdi.

 

Aynı terbiye ocağında yetişen Hz. Ömer r.a ., bir taraftan alemin dört bir yanına ordular gönderirken, diğer yandan sırtına aldığı un çuvalını Medine'nin dışındaki bir fakirin evine götürmekten hiç rahatsız olmuyordu. Çünkü o Rabbi'ne aşıktı . Aşkta benlik olmaz. Sevgilinin işlerinde seçme yapılmaz. Aşık hizmet görür, hesap yapmaz.

 

Yüce Rahman'ın dostları mütevazi kullar tevazuyu dille değil, halle gösterirler. Onlar doğruya aşıktır . Kalpleri hakka açıktır. Hak söz, güzel iş, doğru hüküm kimden gelirse gelsin, kabul ederler. En iyi ben bilirim deyip kibir yapmazlar. Kendilerine kusurlarını gösterene kin gütmeyip, Allah razı olsun derler. Şu hadisi-i şerif tevazu ahlâkını özetlemektedir:

 

Hz. Peygamber s.a.v., “Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez.” buyurduğunda, orada bulunan birisi: “Ya Rasulalllah , bir adam elbisesinin güzel olmasını seviyor, temiz giyiniyor; bu kibir midir?” diye sordu. Efendimiz s.a.v. şöyle buyurdu:

 

“Allah Tealâ güzeldir, güzel olan şeyleri sever. Kibir, kendisine hak gelince burun büküp onu kabul etmemek ve insanları küçük görmektir.” (Müslim, Ebu Davud , Tirmizî , İbn Mace , Ahmed )

 

Kibrin sonu ateştir. Tarihte kibirli olup da yücelen, sevilen ve hayırla anılan hiç kimse yoktur. Ölüm bütün zalimlerin ve zorbaların belini kırmış, boynunu bükmüştür.

 

Yüce Allah, her kulundan tevazu ahlâkını istemektedir. Hak dostları asla kibirli olmazlar; üzerlerindeki heybet hayâdandır. Allah yolunda kim bir şeref kazanmışsa, tevazu ile kazanmıştır.

 

Bu güzel ahlâkı elde etmek için bir ömür verilse azdır. Bunun en güzel yolu, gerçek tevazu sahibi Hak dostları ile hemdem olmaktır. Güzel ahlâk güzel örnekten alınır.

 

Rabbimiz'in tevfik ve inayeti ile…

 

Kaynak: Semerkand dergisi, 04/2005

 

.