Prof. Dr. Ahmet Coşkun

 

Hased Ateşi

 

Hased (kıskançlık), başkalarının elindeki nimeti çekememek, bu nimetin, o şahsın elinden alınmasını istemektir. Gıpta ise başkasının sahip olduğu imkanları beğenmek, sevmek ve meşru yollardan o imkânlara kavuşmayı istemektir. Gıpta güzel bir haslettir. Hased, fertlerin gelişmesini önleyen, insanı içten içe yıkan, pek müzmin, pek çirkin bir huydur. Bunun için dinimizde hased, haram kılınmış ve ahlâk-ı rezîlelerden sayılmıştır. Gıpta, insanın başkalarından, ibret alarak başkalarının güzel hallerini kendisine örnek yaparak çalışması, gayret göstermesine imkân verdiği için pek güzel bir haslettir. Gençlerin, gıpta damarlarını harekete geçirmek, hased damarlarını körletmek bir terbiye işidir ve son derece lüzumludur.

 

İlim adamlarını mahveden şey haseddir. Nice hârika zekâlar, hased yüzünden, kendilerini yükseltme yerine, başkalarını alçaltmak için çalışmıştır. Nice imkanlar insanların ve cemiyetin hayrına kullanılma yerine, hased yüzünden ziyan edilmiş veya yıkıcılıkta harcanmıştır.

 

Hasetçi, eğeyi yalayan kedi gibi kendi kanını içtiğinin farkında bile olamaz. Evet, bir hadis-i şerifte de açıklandığı gibi, hasetçi başkalarına zarar verirken, kendisini de yer bitirir.

 

İnsan, doğuştan başkalarının saadetinden zevk alan, başkalarının iyiliği, hayrını kendi iyiliği ve hayrı bilen bir yaratılıştadır. Fakat hasedle bozulan, çözülen kimse hep başkalarının felâketinden hayvanî bir zevk duyacak hale gelir.

 

Hased öyle bir kurttur ki, genç-ihtiyar, alim-cahil, hoca- talebe demeden herkesin içinde kendisine rahat bir barınak bulabilir. Musallat olduğu her bir ruhu kemirir  durur.

 

Bu tilki yapılı mahluk, peygamber evladına bile söz geçirebilmiştir. Gizli şirk gibi bir şeydir bu. Başka başka çehreler göstermeğe ve masum tavırlar takınmaya da muvaffak olabilir. Tarihte nice âlimler, nice âbidler, nice kahramanlar, nice devlet adamları hased yüzünden âleme maskara olmuşlardır. Bunlardan hâlâ ibret almayanlara, ne demeli? Fakat unutmamalı; tarihte hasede metelik vermeyenler de eksik değildir. Yoksa, dünyamız bugüne kadar ayakta durabilir miydi?

 

Kardeşi kardeşe, arkadaşı arkadaşa, komşuyu komşuya, âlimi âlime, kaynanayı geline, gelini kaynanaya düşman yapan yine hep bu fitnedir. Birlik, beraberlik içinde görünen nice dostlar, bunun tekme tokatlarıyla nasıl da darmadağınık olmuşlardır.

 

Araştırınız; tarihte birçok cinayetin asıl suçlusunun hased olduğunu anlayacaksınız. Ama, nice masumlar, onun yerine suçlu sandalyesine oturmuş, hesap vermiştir. Bu, öyle kurnaz bir canidir ki, her cinayeti işler; fakat hiçbir zaman yakayı ele vermez. Onu suçlu olarak yakalayanlar bile onu asla cezalandıramaz. O her işin içinden sıyrılıp çıkmasını bilir. Ama hangi taşı kaldırırsanız altında onu bulursunuz. Ah o ne dessastır !

 

Sakın, dünyanın mevcut imkanlarını, atom, hidrojen bombalarını hasedin eline vermeyin. Sonra dünyanın mahvolması bir an meselesi haline gelir. Çünkü o, öyle bir oburdur ki, dünyaları yiyip bitirmeden doymak, tatmin olmak bilmez.

 

Mikroplar, bedenen zayıf düşmüş insanlara musallat oldukları ve kendilerine yem olarak öylelerini buldukları gibi, hased mikrobu da ruhen fakir düşmüş, ruhen çökmüş insanlara musallat olur; bu suretle onların zaten yıkılmaya yüz tutmuş ruhlarında bir müddet saltanat kurar.

 

Hased, hırs ve kinle pek kolay dost olur, o ne yapıp yapıp hırslı ve kindar kimselerin ruhlarını hemen buluverir. Ve, bu zavallı ruhların sağlam kalan taraflarını da bir güve gibi kemirmeye devam eder durur.

 

Vücuda yerleşip vücutta şahlanan bazı mikropların, mikrobiyoloji uzmanlarını aciz bıraktığı gibi, hased de en yetişkin, en maharetli irşadçıları aciz bırakmış ve mağlup etmiştir.

 

Mikropla hased arasında ne de büyük benzerlik var. Leş kargaları gibi her ikisi de yıkılmış vücutların mirasına konuyorlar. Bu ahbap çavuşlar, birbirlerine o kadar sadakatle bağlıdırlar ki, birbirlerinin menfaatlerini gözetmede hiçbir ihmâlleri olmaz. Çünkü, mikrobun yerleştiği vücut zayıflayınca, hasede zemin haline gelen bir ruh tablosu ortaya çıkar. Hasedin, sahip çıkıp delik deşik ettiği ruh ise bedeni zayıf düşürür, onu mikropların yemliği haline sokar.

 

Kim bilir belki de kimsenin haberi olmadan birbiri ile anlaşıp geri kalmış milletleri aralarında paylaştıkları ve sömürdükleri iddia edilen süper devletler gibi, bunlar da bizim hiç haberimiz olmadan varlığımızı aralarında paylaşmışlardır.

 

 

 

Sakın insanların hased damarlarını tahrik etmeye kalkışmayınız. Hased damarı tahrik olmuş bir insan şehvetine, şöhretine ve servetine mağrur ve mahkûm olmuşlar gibi pek gülünç durumlara düşmekte, neticede her yıkılıştan ayrı bir öfke ile doğrulup çevresini yakıp yıkmaktan geri durmayan bir dehşet, bir felaket kaynağı olmaktadır.

 

Bu davetsiz misafir, bizim kapımızı da çalabilir. Bizim içimizde de kendisine bir çevre bulabilir. Bunun için kendimizi bir “suje” yerine koyup deneyelim. Acaba arkadaşlarımızın başarı ve mutluluğunu kendi başarı ve mutluluğumuz bilip sevinebiliyor muyuz? Dostumuzun meşrû ticaretinden büyük kârlar elde etmesine dayanabiliyor muyuz? Hatta bundan büyük bir zevk alabiliyor muyuz? İşte bu sorunun cevabı hased karşısındaki yerinizi tayin edecektir.

 

Komşumuzun, tanıdığımızın, çoluk çocuğuyla çok mesut bir aile hayatı sürdüğünü görünce “Ne güzel, Allah bunu herkese nasib eylesin” diyebiliyor muyuz? Çünkü, bu da çok önemlidir; içimizden bir kimseye nasib olmuş bir saadetin herkes tarafından erişilmesini, paylaşılmasını arzu etmek bir ruh zenginliğinin işaretidir. Hased böyle ruhlara saldırmayı göze alamaz.

 

Hased ateşi içimizde alevlendiği zaman, hemen Cenâb-ı  Mevlâmıza sığınalım. Bir taraftan da abdest ve boy abdesti ile onu söndürmeye çalışalım. Hasedi en çok yıldıran şey kadere imandır. Hased, içimizde ne kadar şahlanırsa şahlansın, kadere imanımızı takviye ettiğimiz zaman, onun derhal dizlerinin feri kesilir. Hulâsa iman ve ibadet nurundan o çok yılar. Çünkü, onun çok iyi bildiği gibi bu nur mutlaka onun belini kırar.

 

Hasetçinin de bize şerri dokunabilir; ama ondan korkumuz yoktur. Çünkü, Felak suresinin son ayetinde Allah, “Hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden Allah’a sığının” buyuruyor. Dikkat ettiniz mi hased, hasetçi işte böyle ayetlere konu olmuştur, bunu hiç unutmayalım. Her şeyin dizgini Cenab-ı Hakk’ın elindedir. O, dilemedikçe bize hiçbir fenalığın tesiri dokunmaz. O halde Onunla dost olalım, her korkudan, her sıkıntıdan her felaketten, her musibetten böylece kurtulalım. Hased gibi kötü huylar ve davranışlar üzerimize saldırırsa ne yapalım diye sormayın. 

 

Üzerimize korkunç bir köpek saldırdığı zaman, onunla boğuşma yerine onun sahibine onun ipini çekmesini rica etmeye alışık değil miyiz?

 

Tanınmış ruh hekimlerinden Prof. Dr. Ayhan Songar, fakültelerinin bir mezuniyet gününde öğrencilerine yaptığı bir sohbette şunları söylüyor: “Birbirine gerçek dost iki kadın gördünüz mü? Ben görmedim. Her kadın bütün diğer kadınları kendine rakip görür ve  (bilerek veya bilmeyerek) hepsinden nefret eder. Bu, kadınlığın tabiatında vardır. Erkeklerde ise bu rekabet hissi daha çok meslektaşlar çevresine inhisar etmektedir. Daima, kendi yapamadığımızı yapana hasedle bakar, ondan nefret eder, onu küçültmek isteriz.”

 

Niçin onları sevmeyi, anlamayı bir kerecik olsun denemez, neden meselenin kökünü bir defada kendi içimizde aramayız?

 

“Aramayız, çünkü, bütün bu aşağılık hislerini, düşmanlık duygularını, şuur altı çatışmalarımızı kendi kendimize bile itiraftan çekiniriz, korkarız. Bildiğimiz sadece mesud  olmadığımızdır. Bize göre  memnuniyetsizliğimizin sebebi, kendi dışımızdadır, biz hep haklıyız.” ( Çeşitleme, İst. 1981, s.238)

 

İnsanın hayatı namuslu, şerefli, faziletli, yüksek ilim ve irfan sahibi kimselere gıbta ile geçmeli, şuna buna hased ile heba olmamalıdır. Büyük adamların ufak tefek kusurları kat’iyyen nazar-ı dikkate alınmamalı. Her fırsatta onların kemalleri, gıbta edilecek örnek yönleri ortaya konmalıdır. Her cemiyetin en çok muhtaç olduğu şey, mihver insandır. Yeni nesillerin örnek alabileceği, kalıbına dökülebileceği insanlar her cemiyette sayılı ve sınırlıdır ve bunların şahsiyetlerini korumak için üzerlerine titremeli ve kendilerine gıbta etmeliyiz.

 

Kaynak: Ilkadim dergisi, 09-2004

.