1- Avlanacak Hayvan Üzerine "Bismillah" Demek
Babı
2- Mi'râdla Yapılan Av (In Hükmü) Babı
3- Mi'râdın Enli Tarafıyle Vurulan Hayvan(In Hükmü) Babı
5- El Parmaklarıyle Ve Sapan Gibi Âletlerle Küçük Taş Ve
Yuvarlak Taş Mermi Atma Babı
6- Av Köpeği Yâhud Davar Köpeği Olmayan Bir Köpek Edinen
Kimse Babı
7- Bâb: Öğretilmiş Bile Olsa Köpek Avdan Yediği Zaman (0
Avı Yemek Haram Olur)
8- Avlanan Hayvan Avcıdan İki Yâhud Üç Gün Kaybolduğu
Zaman, Bu Avın Hükmü Babı
9- Bâb: Avcı, Avının Yanında Başka Bir Köpek Bulduğu
Zaman (Av Yenmez Olur)
10- Avcılık Yapmak Ve Avcılıkla Meşgul Olmak Hakkında
Gelen Hadîsler Babı
11- Dağlar Üzerinde Avlanmaya Çalışmak Babı
14- Mecûsîler'in Kapları Ve Meyte(Nin Hükmü) Babı
15- Kesilecek Hayvan Üzerine ''Bismillah" Demek Ve
Kasden Besmeleti Terkeden Kimse Babı
16- İbâdet İçin Dikilmiş Taşlara Ve Putlara Kesilen
Hayvanlar Babı
17- Peygamber(S)'İn: 'Allah'ın ismi üzere kessin"
(Kavli) Babı
18- Kamış, Beyaz Çakmak Taşı Ve Demirden Bol Kan Akıtan
Şeyler(Le Kesmek) Babı
19- Kadının Ve Cariyenin Kestiği Hayvan Babı
20- Bâb: Diş, Kemik Ve Tırnakla Kesim Yapılmaz
21- Çölde Oturanların Ve Benzerlerinin Kestikleri
Hayvanlar Babı
22- Harb Ehli Olan Yâhud Harb Ehli Olmayan Kitâblıların
Kestikleri Hayvanlar Ve Yağları Babı
23- Ehlî Hayvanlardan Âsî Olup Kaçan, Vahşî Hayvan
Menzilesinde Olur Bârı
24- Deveyi Gerdandan, Diğerlerini Boğazdan Kesme Babı
28- Ehlî Eşeklerin Etleri(Ni Yemenin Haram Kılınması)
Babı
29- Azıdişli Yırtıcı Hayvanların Hepsinin Yenmesinin
Nehyi Babı
30- Ölmüş Hayvanların Derileri Babı
32- Tavşan (Etinin Halâl Olduğu) Babı
33- Keler (Yemenin Halâl Olduğu) Babı
34- Bâb: Donmuş Yâhud Erimiş Yağ İçine Fare Düştüğü Zaman
(Hüküm Nasıldır)?
35- İnsan Ve Hayvanın Yüzüne Damca Ve Alâmet Vurulmasının
Nehyi) Babı
(Boğazlanan
ve Avlanan Hayvanlar Kitabı) [1]
Ve Yüce Allah'ın şu
kavilleri:
"Ey îmân edenler,
Allah, görmeksizin kendisinden korkanları ayırdetmek için av nev 'inden
ellerinizin, mızraklarınızın erişebileceği birşeyle, and olsun ki, sizi imtihan
edecektir. Kim bundan sonra aşırı giderse, ona pek acıtıcı bir azâb
vardır" (el-Mâide: 94) [2];
"Ey îmân edenler,
bağlandığınız ahidleri yerine getirin. Siz ihrâmlı olduğunuz hâlde avlanmayı
halâl saymamak ve size aşağıda okunacak olanlar hâriç kalmak şartıyle davarlar
(in etleri) size halâl edildi. Şübhesiz ki, Allah ne dilerse onu hükmeder"
(el-Mâide: 1) [3];
"Ölü, kan, domuz
eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan -(henüz canı üstünde iken yetişip) kestikleriniz
müstesna olmak üzere- boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan yuvarlanmış, susulmuş,
canavar yırtmış olup da ölenler, dikili taşlar üzerinde (onlar adına)
boğazlanan hayvanlar, fal oklarıyle kısmet (ve hüküm) aramanız üzerinize haram
edilmiştir. Bütün bunlar yoldan çıkıştır. Bu gün kâfirler dîninizden umutlarını
kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun..." (el-Mâide: 3) [4].
İbn Abbâs şöyle
demiştir:
(İlk âyetteki)
"Ukûd", "Ahidler" demektir. Allah tarafından halâl ve haram
kılınanlar ve Kur'ân'da
gelen ahidlerin
hepsidir. "Size okunanlar müstesnadır", yânı "Ölü, kan, domuz
eti... haramdır"..
"Yecrimennekum",
"Sizi sevketmesin" demektir.
"Şeneânu",
"Adâvetu" ma'nâsınadır. "el- Munhanıkatu", "Boğulup da
ölen hayvan"; "el- Mevkûzetu", "Odunla vurulan hayvan, yânî
birisi ona vurur, o da bundan ölen hayvan"; "el-Mutereddiyetu",
"Dağdan
yuvarlanan hayvan"; "en-Natîhatu", "Davar tarafından
süsülüp de ölen hayvan". Bunlardan kuyruğunu yâhud gözünü hareket
ettirirken yetiştiğini hemen kds ve ye (canlı iken yetişemediğini artık yeme)![5]
1-.......Adiyy
ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'e mi'râd avını sordum.
Peygamber:
— "Okun sivri tarafı isabet eden avı ye!
Okun enli tarafı isabet eden avı yeme! Çünkü okun enli taraflyle vurulan av
vekîze'dir (sopa ile vurulmuştur; haramdır)" buyurdu.
Ben Peygamber'e
köpekle yapılan avın hükmünü de sordum. Peygamber şöyle buyurdu:
— "Köpeğin senin için tuttuğu (ve muhafaza
ettiği) avı ye! Çünkü köpeğin avı yakalayıp tutması şer'î kesimdir. Eğer
köpeğin avı yakalayıp öldürmüş ise ve kendi köpeğinin veya köpeklerinin
yanında başka bir köpek de bulursan ve bu sebeble yabancı köpeğin kendi köpeğin
ile birlikte avı yakalayıp öldürmüş olmasından endişelenirsen, bu hâlde o avı
yeme! Çünkü senin ava salıverirken çektiğin Besmele kendi köpeğine âiddir,
başka köpek için değildir" [6].
İbn Umer;
"Bunduka" denilen yuvarlak taşlarla vurulup öldürülmüş hayvan
hakkında: Bu mevkûze'dir,
demiştir.
İbn Umer'in oğlu
Salim, Kaasım ibn Muhammed ve Mucâhid ibn Cebr, İbrâhîm en-Nahaî, Atâ ibn Ebî Rebâh
ve Hasen Basrî de bu taşlarla öldürülen hayvanı kerîh görmüşlerdir. Yine Hasen
Basrî, köylerde ve şehirlerde sapan vesaire ile böyle yuvarlak taş atmayı kerîh
görmüş, bunların dışındaki sahralarda ve insanlardan hâlî olan mekânlarda bunduka
atmakta be's görmez [7].
2-.......eş-Şa'bî
şöyle demiştir: Ben Adiyy ibn Hâtim'den sordum. O da: Ben Rasûlullah(S)'tan
mi'râdla avlanmanın hükmünü sordum:
— "Mi'râdın keskin tarafını isabet
ettirdiğin zaman onu ye! Mi*-râdın enli tarafını isabet ettirdiğinde bununla
avı öldürdüysen, işte bu vekîzdir, artık onu yeme!" buyurdu.
(Adiyy dedi ki:)
— Ben köpeğimi av üzerine salarım, dedim.
Rasûlullah:
— "Av köpeğini Besmele çekerek salıverdiğin
zaman o avın etini ye!" buyurdu.
Ben:
— Bu av köpeği avı
tuttuktan sonra yerse? diye sordum. Rasûlullah:
— "Bu hâlde yeme! Çünkü köpek avı senin
için tutmamıştır, ancak kendi nefsi için tutmuştur" buyurdu.
Ben:
— Ben köpeğimi av
yüzerine gönderiyorum da onun yanında başka bir köpek buluyorum? dedim.
Rasûlullah:
— "O zaman o avdan yeme. Çünkü sen ancak
kendi köpeğin üzerine Besmele çektin, diğer köpek üzerine Besmele
çekmedin!" buyurdu [8].
3-.......
Adiyy ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Ben:
— Yâ Rasûlallah! Biz av yapma öğretilmiş olan
köpeklerimizi av üzerine göndeririz? dedim.
Rasûlullah (S):
— "Onların senin için tuttukları avı
ye!" buyurdu. Ben:
— Bu köpekler tuttukları avı öldürürlerse?
dedim. Rasûlullah:
— "Öldürseler de yine ye (çünkü öldürme
avın tezkiyesidir)/4* buyurdu.
— Biz ava mi'râd atıyoruz? dedim. Rasûlullah:
— "Delip yaraladığı avı ye! Enli tarafıyle
dokunup öldürdüğü avı yeme!" buyurdu [9].
Hasen Basrî ile
İbrahim en-Nahaî: İnsan bir avı vurup da ondan bir ön ayak yâhud arka ayak
kopup aynlırsa, o ayrılan parçayı yemez, geri kalanı yer, dediler. İbrâhîm
yine: Eğer avın boynunu yâhud ortasını vurursan onu ye! demiştir. el-A'meş de
Zeyd ibn Vehb'den söyledi ki; o şöyle demiştir: Abdullah ibn Mes'ûd'un
ailesinden bir adamın yabanî eşeği o adama karşı itaatsiz âsî oldu. Abdullah
onlara bu eşeği kolay olacak yerinden vurmalarını emretti de: Ondan düşen
parçayı terkedin, kalanını yiyin, dedi [10].
4-.......Ebû
Sa'lebe el-Huşenî (R) şöyle demiştir: Ben:
— Yâ Nebiyye'llâh! Biz
kitâb ehli bir kavmin diyarında (Şam'da) bulunuyoruz. Biz müslümânlar bunların
kaplarını kullanıp içlerinde yemek yiyebilir miyiz? Yine ben bir av sahasında
bulunuyorum, yayımla, okumla öğretilmemiş köpeğimle, öğretilmiş köpeğimle av
yapabilir miyim? Benim için iyi ve doğru olan nedir? diye sordum.
Allah'ın Peygamberi
(S) şöyle cevâb verdi:
— "Kitâb ehli kaplarına âid zikrettiğin
sorunun cevâbı şöyledir: Eğer siz kitâb ehli kaplarından başka yemek kapları
bulursanız, onların kaplarından yemeyiniz! Eğer onların kaplarından başka bulamazsanız,
kitâb ehlinin kaplarını yıkayıp, onların içinde yiyiniz. (Av mes'elesine
gelince:) Yayınla, okunla Allah adını anarak avlarsan, onu ye! Allah adını
zikrederek öğretilmiş köpeğinle avladığın avın etini de ye! Öğretilmemiş
köpeğinle avladığında avı (diri iken) yetişip boğazlarsan, onu da ye!" [11].
5-.......Bize
Vekî' ve Yezîd İbn Hârûn tahdîs ettiler. Lafız Yezîd'indir: Onlar da Kelımes
ibnu'l-Hasen'den; o da Abdullah ibn Bu-reyde'den; o da Abdullah ibnu
Mugaffel(R)'den. Abdullah ibn Mu-gaffel bir kimseyi sapan ile taş atarken gördü
de ona:
— Böyle taş atma! Çünkü
Rasûlullah (S) böyle sapan ile taş atmaktan (ümmetini) nehyetti -yâhud sapanla
taş atmayı çirkin görürdü-, demiştir.
Râvî İbn Mugaffel
devamla:
— Şübhesiz bu sapan
taşıyle ne av avlanır, ne de düşman paralanır ve öldürülür. Ancak bu taş bazen
diş kırar, bazen de göz çıkarır, demiştir.
Abdullah ibn Mugaffel
bunun ardından bir müddet sonra o kimseyi yine sapanla taş atarken görmüş de
ona:
— Ben sana
Rasûlullah'ın sapan taşı atmayı nehyettiği -yâhud: Bu atışı çirkin gördüğünü-
tahdîs edip söylüyorum da sen hâlâ atmaya devam ediyorsun! Artık seninle
bundan sonra şu kadar şu kadar zaman konuşmam! demiştir [12].
6-.......Abdullah
ibn Dînâr tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Umer(R)'den işittim,
Peygamber (S): "Her kim davar ve av köpeği olmayan bir köpek edinirse, o
kimsenin her gün işlediği hayır amelinden iki kırat eksilir" buyurmuştur.
7-.......Hanzala ibn
Ebî Sufyân haber verip şöyle demiştir: Ben Sâlim'den işittim, şöyle diyordu:
Ben babam Abdullah ibn Umer'-den işittim, şöyle diyordu: Ben Peygamber(S)'den
işittim, şöyle bu-yürüyordu: "Ava saldırıcı köpek yâhud davar köpeği olmak
müstesna, bir köpek edinen kimsenin hiç şübhesiz her günkü ecrinden iki kırat
eksilir".
8-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Davar köpeği yâhud av
yaralayıcı köpekten başka bir köpek edinen kimsenin hayırlı amelinden her gün
iki kırat eksilir" buyurdu [13].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Kendilerine
hangi şeyin halâl edildiğini sana sorarlar. De ki: Bütün iyi ve temiz nVmetler
size halâl edilmiştir.
Allah'ın size
öğrettiğinden öğretip terbiye ederek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların size
tutuv er diklerinden de yiyin ve üzerlerine Besmele çekin. Allah'tan korkun. Çünkü
Allah hesabı pek çabuk görendir... " (el-Mâide: 4).
"Sâide^nin cem'i
olan "Savâid", "Kazanıcı" demek olan "Kâsibe"nin
cem'i olan "Kevâsib" ma'nâsınadır. "Icterahu",
"İktesebü", yânî "Kazandılar" demektir [14].
ibn Abbâs şöyle
demiştir:
Eğer köpek avdan
yerse, artık o avın etini bozmuş, yenilmeye elverişlilikten çıkarmış olur. Bu
takdirde köpek onu ancak kendisi için tutmuştur. Yüce Allah:
"Allah'ın size
öğrettiklerinden öğretip terbiye ederek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların size
tutuv er diklerinden yiyin" buyuruyor. Öyleyse avladığından yemesine karşılık
hayvan dövülür ve yemesini terkedinceye kadar öğretilmeye devam edilir.
İbn Umer, köpeğin
yemiş olduğu avı mekruh görmüştür. Atâ ibn Ebî Rebâh da: Eğer köpek, avladığının
kanını içer de etinden yemezse, o avı ye! demiştir [15].
9-.......Adiyy
ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Ben RasûluIIah'a sorup:
— Biz şu av
köpekleriyle av yapmakta olan bir kavimiz (bunlarla avladıklarımızdan yemek
bize halâl olur mu)? dedim.
Rasûlullah (S):
— "Allah'ın ismini anıp da öğretilmiş
köpeklerini av üzerine gönderdiğin zaman öldürseler bile onların size
tuttukları avlardan ye. Ancak köpeğin avdan yemesi müstesnadır. Çünkü o
takdirde ben, köpeğin avı kendisi için tutmuş olmasından endîşe ederim. Şayet
senin köpeklerine başka birtakım köpekler karışmış ise, o zaman beraber tuttukları
avı yeme!" buyurdu [16].
10-.......Bize
Âsim, eş-Şa'bî'den; o da Adiyy ibn Hâtim(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S)
ona şöyle buyurmuştur: "Besmele çekip köpeğini gönderdiğin zaman avı
tutar ve öldürürse, onu ye! Eğer tuttuğu avdan yerse artık sen onu yeme! Çünkü
köpek onu ancak kendi nefsine tutmuştur. Senin köpeğin, üzerlerine Allah 'in
ismi anılmayan birtakım yabancı köpeklerle karışmış olduğu zaman, onların
tuttukları ve öldürdükleri avı yeme! Çünkü sen o avı köpeklerin hangisinin
Öldürdüğünü bilmezsin. Sen ava atış yapıp da avı bir yâhud iki gün sonra
(bulduğunda), avın üzerindeki kendi okunun vurma izinden başka bir yaralama
izi bulunmazsa, o avın etini ye! Eğer av vurulduktan sonra suya düşmüşse onu
da yeme!"
Ve Abdu'1-A'lâ, Dâvûd
ibn Ebî Hind'den; o da Âmir eş-Şa'bî'den söyledi ki, Adiyy, Peygamber'e: Ava
okunu atar da avın izini iki ve üç gün ta'kîb eder, sonra avı ölmüş olarak ve
oku da hayvanda saplamış vaziyette bulur olduğunu söylemiş. Peygamber de ona:
"Eğer isterse avı yer" buyurmuştur [17].
11-.......
Adiyy ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Ben:
— Yâ Rasûlallah, ben
köpeğimi Bismillah diyor, gönderiyorum (onun her avladığı bana halâl olur mu)?
dedim.
Peygamber (S):
— "Besmele çekerek köpeğini gönderdiğin, o
da avı yakalayıp öldürdüğü ve ondan yediği takdirde, artık sen o avdan yeme!
Çünkü köpek onu ancak kendisi için tutmuştur" buyurdu.
Ben:
— Ben köpeğimi
gönderiyorum, sonra onun beraberinde başka bir köpek daha buluyorum, avı bu iki
köpekten hangisinin yakaladığını bilemiyorum? dedim.
Peygamber:
— "Bu takdirde sen o avın etini yeme!
Çünkü sen Besmele'yi ancak kendi köpeğin üzerine çekmiştin, başka köpek üzerine
çekmemiştin" buyurdu.
Ben yine Peygamberce
mi'râd denilen iki tarafı ince, ortası enli odunla avlanan avı sordum.
Peygamber:
— "Sen onun sivri
tarafıyle aviadıysan o avı ye, enli tarafıyle avladın ve öldürdün ise, o (haram
kılınan) vekîze'dir; artık sen onu yeme!" buyurdu [18].
12-.......Adiyy
ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah'a:
— Biz şu köpeklerle av
yapmakta olan bir kavimiz (bu halâl mı yoksa haram mı)? diye sordum.
Rasûlullah (S):
— "Öğretilmiş köpeklerini Allah'ın ismini
anarak gönderdiğin zaman, onların sana tuttukları avdan ye! Köpeğin avdan
yemesi hâlinde ise, artık sen yeme! Çünkü ben köpeğin o avı ancak kendi canı
için tutmuş olmasından endîşe ederim. Eğer senin köpeklerine başka bir köpek
karışmış ise, o takdirde de onların avladığı avı yeme!" buyurdu [19].
13-.......Hayveibnu
Şurayh şöyle demiştir; Ben Rabîa ibnu Yezîd ed-Dımaşkî'den işittim, şöyle dedi:
Bana Ebû İdrîs Âizullah haber verip şöyle dedi: Ben Ebû Sa'lebe
el-Huşenî(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ben Rasûlullah'a geldim de:
— Yâ Rasûlallah!
Bizler, kitâb ehli olan bir kavmin arazîsinde bulunuyoruz, onların kapları
içinde yemek yiyoruz. Yine biz av hayvanları bulunan bir arazîdeyiz, ben orada
yayımın oku ile, öğretilmiş köpeklerimle ve öğretilmemiş köpeklerimle av
yapıyorum. Bana bunlardan halâl olanlarını haber ver! dedim.
Rasûlullah (S) şöyle
cevâb verdi:
— "Kitâb ehli bir kavmin arazîsinde
bulunup onların kapların^-dan yemekte olduğunu zikrettin, bunun cevâbına
gelince, şöyledir: Eğer siz onların kaplarından başka yemek kapları bulursanız,
kitâb ehlinin kaplarında yemek yemeyin. Eğer onlarınkinden başka kap bulamazsanız,
onların kaplarını yıkayınız, sonra onların içinde yemek yiyiniz. Avı bulunan
bir arazîde olduğunu zikrettin; bunun cevâbına gelince şöyledir: Yayının okuyla
avladığın ve Allah'ın ismini zikrettiğin avı sonra ye! Allah 'in ismini anarak
öğretilmiş köpeğinle avladığın avı da bundan sonra ye! Öğretilmemiş köpeğinle
avladığında, avı diri iken yetişip boğazlarsan, onu da ye!" buyurdu [20].
14-.......
Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Biz (bir seferde) Merru'z-Zahrân'da iken bir
tavşanı ürkütüp kaçırdık. Bâzıları arkasından koştular, nihayet yorulup âciz
kaldılar. Ben de hayvanın arkasından koştum, nihayet onu yakaladım. Ve onu Ebû
Talha'ya getirdim. Ebû Talha onun uyluğunun üst tarafını ve iki budunu (benimle)
Peygamber'e yolladı. Peygamber (S) bu tavşan hediyesini kabul etti [21].
15-.......Ebû
Katâde (Hudeybiye yılında, seferde) Rasûlullah'ın beraberinde idi. Nihayet
Mekke yolunun bir kısmında olduğu zaman Ebû Katâde bâzı arkadaşlanyle beraber
geri kaldı. (Çünkü Peygamber onları, düşmanı keşf için göndermişti.)
Arkadaşları irâmlı idi, Ebû Katâde ise ihrâmsızdı. Ebû Katâde bu sırada bir
yaban eşeği gördü, hemen atının üzerine binip doğruldu. Sonra arkadaşlarından
kamçısını uzatıp vermelerini istedi. Onlar bunu kabul etmeyip çekindiler.
Onlardan mızrağını istedi, (ihrâmlı oldukları için) yine çekinip vermediler.
Ebû Katâde bunları bizzat aldı, sonra yaban eşeği üzerine şiddetle koşturdu ve
onu öldürdü. Rasûlullah'ın sahâbîlerinin bâzısı onun etinden yedi, bâzısı da
çekinip yemedi. Rasûlullah'a eriştikleri zaman bunun yenilip yenilmeyeceğini
kendisine sordular. Rasûlullah (S): "Bu ancak yenilecek birşeydir, Allah
onu sizlere yenilecek taam kıldı" buyurmuştur [22].
16- Bize
İsmâîl tahdîs edip şöyle dedi: Bana Mâlik, Zeyd ibn Eslem'den; o da Atâ ibn
Yesâr'dan; o da Ebû Katâde'den bunun benzeri olan hadîsi tahdîs etti. Ancak
burada Rasûlullah (S): "Onun etinden beraberinizde birşey var mı?"
buyurmuştur [23].
17-.......Ebû
Katâde'nin himayesindeki Nâfi' ile Tev'eme'nin himayesinde bulunan Ebû Salih
şöyle demişlerdir: Biz Ebû Katâde'-den işittik, şöyle dedi: Ben Mekke ile
Medine arasında(ki el-Kâha mevkiinde) Peygamber'in maiyyetinde idim. Peygamber
ve sahâbî-leri (Hudeybiye zamanında umre niyetiyle) ihrama girmişlerdi. Ben ise
at üzerinde ihrâmsız bîr adam idim. Ve ben o sırada dağlar üzerinde yükseklere
çok çıkıcı bir kimse idim. Ben bu vaziyet üzere bulunduğum sırada insanların
birşeye doğru şevkle bakmakta olduklarını gördüm. Ben de o şeye doğru bakmaya
davrandım. Ve o şeyin bir yaban eşeği olduğunu gördüm. Arkadaşlarıma:
— Bu nedir? dedim. Onlar:
— Biz bilmeyiz! dediler. Ben:
— O bir yaban eşeğidir, dedim.
Onlar da:
— O, senin gördüğün şeydir, dediler. Ben
kamçımı yerde unutmuştum. Onlara:
— Kamçımı bana uzatıp verin! dedim. Onlar:
— Biz o hayvan aleyhine sana yardım etmeyiz,
dediler.
Ben de inip kamçımı
kendim aldım. Sonra o hayvanın izi üzerinde atımı koşturdum. Çok olmadan
hayvana yetiştim ve nihayet ayaklarından yaraladım (hareket edemedi). Akabinde
arkadaşlarımın yanına geldim ve onlara:
— Haydi kalkın da
yaban eşeğini yüklenip kaldırıverin! dedim. Onlar:
— Biz ona dokunmayız! dediler.
Bunun üzerine ben onu
kendim, atıma yükledim ve sonunda onların yanına getirdim. Bâzıları onun etini
yemekten çekindi, bâzıları da ondan yediler. Ben:
— Sizler için bunun
yenilip yenilmeyeceğini Peygamber'den soracağım, dedim.
Ve Peygamber'e
yetiştim de vâki' olan işi kendisine söyledim. Peygamber.(S) bana:
— "Yanınızda ondan birşey var mı?"
diye sordu. Ben:
— Evet, var, dedim. Peygamber:
— "Yiyiniz; o, Allah'ın sizlere rızk yaptığı
bir yiyecektir" buyurdu [24].
Ve Umer ibnu'l-Hattâb:
Denizin avı, oradan avlanandır; taamı da denizin dışarıya attığıdır, demiştir.
Ebû Bekr es-Sıddîk da:
Denizin içinde ölüp de
suyun üstüne yükselen halâldır, demiştir. ibn Abbâs: Denizin taamı ölüşüdür,
ancak bundan pis sayıp tiksindiğin taam değildir, yılan balığı ise onu
Yahudiler yemez; onu biz yeriz, demiştir.
Peygamber'in sahibi
olan Şurayh (R):
Denizde yaşayan her
hayvan zebh edilmiştir (yânî halâldir), demiştir.
Ata ibn Ebî Rebâh:
Deniz kuşuna gelince,
ben onu avlayanın kesmesini düşünürüm, demiştir.
İbn Cureyc dedi ki:
Ben Atâ ibn Ebî Rebâh'a:
Nehirlerde ve seyl
birikintilerinde avlanan da deniz avı mıdır? diye sordum. O: Evet, dedi, sonra
şu âyeti
okudu:
“iki deniz bir olmaz,
Şu çok tatlıdır, susuzluğu keser, içimi boğazdan kolay geçer; şu çok tuzludur,
acıdır (boğazı yakar). Bununla beraber siz herbirinden taptaze bir et
yersiniz..." (Fâtır: 12).
el-Hasen
aleyhi's-selâm su köpeklerinin derilerinden yapılmış bir semer üzerine
binmiştir. eş-Şa'bî: Eğer aile halkım kurbağalan yemek isteselerdi, hiç tereddüd
etmeden yedirirdim, demiştir, el-Hasen el-Basrî kamlumbağa yemekte bir be's
görmemiştir.
İbn Abbâs:
Deniz avını ister
Hnstiyan, ister Yahûdî, ister Mecûsî de avlasa, ondan ye! demiştir.
Ebu'd-Derdâ
"el-Murrî" denilen katık hakkında: Güneş şarâbı keser (yânî caiz ve
halâl kılar, çünkü şarâb sirke olur), balıklar da güneşte kuruyup değişir,
halâl olur, demiştir (Yânî "Murrî", şarâbın içine tuz ve balık katılıp
güneşe konulmaktır ki, bu suretle şarâbın tadı değişir, balık da şarâbdaki
acılık ve şiddete gâlib olur) [26].
18-.......îbn
Cureyc şöyle demiştir: Bana Amr ibn Dînâr haber verdi ki, kendisi Câbir(R)'den
şöyle derken işitmiştir: Biz Ceyşu'l-Habet gazvesine çıktık, Ebû Ubeyde
kumandan yapıldı. Biz şiddetli bir açlığa düştük. Bu sırada deniz bize benzeri
görülmeyen büyük bir ölü balık attı. Buna '' Anber'' deniliyordu, tşte biz bu
balıktan yarım ay yedik. Ebû Ubeyde bunun kaburga kemiklerinden birini alıp
dikti de bir süvârî bunun altından geçip gitti [27].
19-.......Amr
ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Câbir(R)'den işittim, şöyle diyordu: Peygamber
(S) bizleri üçyüz süvârî olarak bir sefere gönderdi. Emîrimiz Ebû Ubeyde idi.
Kureyş'in bir kervanım gözetliyorduk. Bize şiddetli bir açlık isabet etti.
Hattâ biz Habat denilen muğaylan fasilesinden dikenli bir ağacın yapraklarını,
yemişlerini yedik. İşte bundan dolayı bu sefere Ceyşu'l- Habat ismi verildi.
Bu sırada deniz sahile "Anber" denilen büyük bir balık attı. Biz yarım
ay bunun etinden yedik ve yağıyle yağlandık, nihayet vücûdlan-mız iyileşti.
■
Câbir dedi ki: Ebû
Ubeyde bu balığın kaburga kemiklerinden birini alıp dikti de onun altından bir
süvârî geçti. Bizde bir adam vardı, açlık şiddetli olduğu zaman üç tane dişi
deve kesmişti. Bunları yedikten sonra tekrar acıktıklarında üç dişi deve daha
kesmişti. Sonra Ebû Ubeyde (Umer'in isteği ile) onu develeri kesmekten nehyetti
[28].
20-.......Ebû
Ya'fûr şöyle demiştir: Ben İbnu Ebî Evfâ(R)'dan işittim: Biz, Peygamber(S)'in
beraberinde yedi yâhud altı gazvede bulunduk, biz O'nun beraberinde çekirge
yiyorduk, dedi.
Sufyân es-Sevrî, Ebû
Avâne, İsrâîl, Ebû Ya'fûr'dan; o da İbn Ebî Evfâ'dan: "Yedi gazve"
şeklinde söylemiştir[29].
21-.......Bana
Ebû Sa'lebe el-Huşenî (R) tahdîs edip şöyle dedi: Ben Peygamber'e geldim de:
— Yâ Rasûlallah! Biz kitâb ehli arazîsinde
bulunuyoruz ve onların kapları içinde yiyoruz. Yine biz av arazîsinde
bulunuyoruz, ben yayımla av yapıyorum, öğretilmiş ve öğretilmemiş köpeğimle de
av yapıyorum, dedim.
Peygamber (S):
— "Kitâb ehli arazîsinde bulunduğunu
zikrettin, bunun cevâbı şudur: Sizler bundan ayrılma bulamamanız hâli müstesna,
onların kapları içinde yemeyiniz. Ayrılma bulamazsanız, o takdirde kapları
yıkayınız, sonra içlerinde yiyiniz. Av arazîsinde bulunduğunu zikrettin; bunun
cevâbı şudur: Sen Allah 'in ismini anarak öğretilmiş köpeğinle avladığın avı
da ye! Öğretilmemiş köpeğinle avladığını, ölmeden yetişip boğazlarsan, onu da
ye!" buyurdu [30].
22-.......Seleme
ibnu'1-Ekva' (R) şöyle demiştir: Hayber'i fethettikleri günün akşamına
girdikleri zaman mücâhidler birçok ateşler yaktılar. Peygamber (S):
— "Bu ateşleri ne üzerine yaktınız?"
diye sordu. Mücâhidler:
— Evcil eşeklerin etlerini pişirmek üzere
yaktık, dediler. Peygamber:
— "Bu etleri dökünüz ve tencerelerini de
kırınız!" buyurdu. Bu emir üzerine topluluktan bir adam ayağa kalktı da:
— İçlerindekileri
döksek de tencereleri yıkasak (olur mu)? dedi. Peygamber:
— "Yâhud öyle yapın!" buyurdu [31].
İbn Abbâs:
Kesme sırasında
Besmele'yi unutanın kestiğini yemekte be's yoktur, demiştir.
Yüce Allah da:
"Üzerlerine
Allah'ın ismi anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu, muhakkak ki bir
fısktır..." (el-En'âm: 121) buyurdu. Unutan ise '"Fâsık" diye
isimlendirilmez.
Devamı da şudur:
iiFVl-hakîka
şeytânlar, sizinle mücâdele etmeleri için kendi dostlarına mutlakaa telkinlerde
bulunurlar. Eğer onlara itaat ederseniz, şübhesiz ki, siz de Allah'a eş tanıyanlardansınızdır''
[32]
23-.......
Râfi' ibn Hadîc (R) şöyle demiştir: Biz (Huneyn dönüşünde Tıhâme'deki)
Zu'1-Huleyfe mevkiinde Peygamber (S) ile beraber bulunduk. İnsanlara bir açlık
isabet etti. Biz (Huneyn'de) birçok deve ve koyun ele geçirmiştik. Peygamber
ordunun arkalarında kalmıştı. Sahâbîler acele edip ganimet hayvanlarından
kesip tencerelere yerleştirmişlerdi. Peygamber onlara ulaştı ve emretti de
tencereler devrildi. Bundan sonra Peygamber ganîmet mallarını taksim etti. (Develerin
ve koyunların taksiminde) on koyunu bir deveye denk saydı. Bu sırada develerden
birisi kaçmıştı. Ordu içinde pek az at bulunuyordu. Mücâhidler onu ta'kîb
ettilerse de deve onları yorup âciz bıraktı. Mücâhidler'den bir adam ona ok
atıp vurdu da bu sebeble Allah onu habsedip durdurdu. Bunun üzerine Peygamber
(S):
— "Vahşî hayvanların kaçakları gibi, bu
hayvanların da muhakkak kaçakları vardır. Bunlardan biri sizin zararınıza
kaçarsa, ona böyle muamele ediniz (yânî avlar gibi vurunuz)" buyurdu.
Ubâde şöyle demiştir:
Dedem, Peygamber'e dedi ki:
— Bizler yarın düşmana
kavuşacağımızı umuyoruz, yâhud düşmana kavuşmaktan endîşe ediyoruz.
Beraberimizde bıçaklar da bulunmaz. Bu hâlde kamışlarla hayvan kesebilir
miyiz? diye sormuş.
Peygamber:
— "Bol kan akıtan herşey ile kesilir,
üzerine Allah'ın ismi anı-lırsa ondan ye! Yalnız dişler ve tırnaklarla
kesilmez. Bunun sebebini size haber vereceğim: Dişe gelince; bu bir kemiktir
(kesmez), tırnaklara gelince; onlar da Habeşliler'in bıçaklarıdır"
buyurdu [33].
24-.......Mûsâ
ibn Ukbe haber verip şöyle dedi: Bana Salim haber verdi ki, kendisi babası
Abdullah ibn Umer(R)'den işitmiştir. Abdullah şöyle tahdîs ediyordu:
Rasûlullah (S) mekke yakınındaki Bel-dan vadisinin alt tarafında Zeyd ibn Amr
ibn Nufeyl ile buluştu. Bu buluşma kendisine vahy indirilmesinden önce idi.
Orada Rasûlullah, Zeyd ibn Amr'a içinde et yemeği bulunan bir sofra takdîm^tti.
Zeyd bundan yemeyi kabul etmedi, sonra da (bu sofrayı Peygamber'e tak-dîm etmiş
olan Kureyş topluluğuna hitaben):
— Ben sizin putlarınız
üzerine kesmekte olduğunuz hayvanların etlerinden yemem, ben üzerine Allah'ın
ismi anılmış olanlardan başkasını yemem, demiştir [34].
25-.......Bize
Ebû Avâne, el-Esved ibn Kays'tan tahdîs etti ki, Cundeb ibnu Sufyân el-Becelî
(R) şöyle demiştir. Bizler bir kurban bayramı günü Rasûlullah'ın beraberinde
kurban kestik. Bir de gördük ki, birtakım insanlar kurbanlarını namazdan evvel
kesmişler. Peygamber (S) namazdan ayrılınca onların namazdan önce kurbanlarını
kesmiş olduklarını gördü. Bunun üzerine: "Her kim namazdan evvel kurbanını
kestiyse, onun yerine bir başka kurban daha kessin. Biz namazı kıhncaya kadar
kesmemiş olan da Allah 'in ismini söylemekle beraber kessin" buyurdu [35].
26-.......Bize
Mu'temir, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den tahdîs etti. Nâfî', Ka'b ibn Mâlik'in
oğlundan işitmiştir. O, Abdullah ibn Umer'e haber veriyordu. Ona da babası Ka'b
ibn Mâlik (R) şöyle haber vermiştir: Kendilerinin bir cariyesi vardı. Bu kadın
Sel' Dağı'nda onların koyun sürüsünü güderdi. Bu kadın bir gün güttüğü sürüden
., bir koyunun ölmek üzere olduğunu gördü de hemen sert bir taşı kırdı "
ve keskin taş parçasıyle koyunu kesti. Ka'b aile halkına:
— Ben Peygamber'e
gidip bunu O'ndan soruncaya kadar yâhud Peygamber'e soracak bir kimse gönderip
Öğreninceye kadar koyunun etinden yemeyin, dedi.
Akabinde ya kendisi
Peygamber'e geldi yâhud birisini gönderdi de koyunun kesilme suretini sordu.
Peygamber (S) koyunun etini yemeyi emretti [36].
27-.......Bize
Cuveyriye, Nâfi'den; o da Selime oğulları'ndan bir adamdan tahdîs etti ki, o
adam, Abdullah ibn Umer'e şöyle haber vermiştir: Ka'b ibn Mâlik'in bir
cariyesi vardı. Bu kadın Medî-ne çarşısına yakın olan -ki o Sel' Dağı'dır-
Cumeyl'de Ka'b'ın koyun sürüsünü güderdi. Bir koyun yaralandı. Kadın hemen bir
taş kırıp, onunla koyunu kesti. Kadının bu kesme suretini Peygamber'e zikrettiler.
Peygamber (S) onlara bu koyunu yemelerini emretti [37].
28-.......
Râfi' ibn Hadîc (R):
— Yâ Rasûlallah! Bizim
(hayvan kesecek) bıçaklarımız yoktur? dedi.
Rasûlullah (S):
— "Üzerine Allah'ın ismi anılarak bol kan
akıtan herşeyle kestiğini ye! Yalnız tırnaklarla dişler müstesnadır.
Tırnaklara gelince, onlar Habeşliler'in bıçaklarıdır. Dişlere gelince, o bir
kemiktir (kesmez)" buyurdu.
Ve bir deve kaçmıştı.
Onu (Allah, ordudan bir adamın attığı ok sebebiyle) habsetmişti. Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Vahşî hayvanların kaçıcıları gibi,
evcil hayvanların da kaçakları vardır. Bunlardan biri size galebe ederse, ona böyle
muamele ediniz" buyurdu [38].
29-.......Bize
Abde, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den; o da Ka'b ibn Mâlik'in bir oğlundan; o da
babasından haber verdi ki, bir kadın bir taş parçasıyle bir koyunu kesmiş. Bu
Peygamber'den sorulduğunda Peygamber (S), bu koyunun yenmesini emretmiştir.
el-Leys de şöyle dedi:
Bize Nâfi' tahdîs etti. Kendisi Ensâr'dan olan bir adamdan işitmiştir. O adam,
Abdullah ibn Umer'e, Peygamber'den olmak üzere: Ka'b'ın bir cariyesi vardı...
diyerek bu hadîsi haber veriyordu [39].
30-.......Bana
Mâlik, Nâfi'den; o da Ensâr'dan olan bir adamdan; o da Muâz ibn Sa'd'dan yâhud
Sa'd ibn Muâz'dan tahdîs etti ki, o şöyle haber vermiştir: Ka'b ibn Mâlik'in
Sel' Dağı'nda koyun sürüsünü güden bir cariyesi vardı. O sürüden bir koyun
yaralandı. Câriye koyun ölmeden yetişti de onu keskin bir taşla kesti. Bu vak'a
Peygamber'e soruldu. Peygamber (S):
— "O koyunu
yiyiniz" buyurdu [40].
31-.......Bize
Sufyân es-Sevrî, babası Saîd ibn Mesrûk'tan; o da Ubâde ibn Rifâa'dan tahdîs
etti ki, Râfi' ibn Hadîc (R): Peygamber (S): "Diş ile tırnak müstesna, bol
kan akıtan herşeyle kestiğini ye!" buyurdu, demiştir [41].
32-.......
Bize Usâme ibnu Hafs el-Medenî, Hişâm ibn Urve'den; o da babası Urve'den; o da
Âişe(R)'den şöyle tahdîs etti: Bir topluluk Peygamber (S)'e:
— Bir kavim bize et
getiriyorlar. Biz ise bunun üzerine Allah'ın ismi anıldı mı yâhud anılmadı mı
bilmiyoruz, dediler.
Peygamber:
— "Bu et üzerine siz Allah'ın ismini
söyleyiniz ve onu yiyiniz" buyurdu.
Âişe: Bu soranlar küir
devrine yakın kimselerdi, demiştir.
Bu hadîsi
ed-Derâverdfden rivayet etmekte Usâme ibn Hafs'a Alî ibnu'l-Medînî mutâbaat
etmiştir. Yine Usâme'ye, Ebû Hâlid ile et-Tufâvî de mutâbaat etmişlerdir [42].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Bugün size bütün
iyi ve temiz şeyler halat kılındı. Kendilerine kitâb verilenlerin yiyeceği
sizin için halâl olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlar için halâldır..."
(el-Mâide: 5).
ez-Zuhrî de: Arab
Hrıstiyanlar'ın kestiklerinde be's yoktur. Eğer Allah'tan başkasının adını
söyleyerek kestiğini işitirsen, ondan yeme; işitmezsen, onların şirkini bildiği
hâlde, Allah bunu halâl kılmıştır, dedi.
Alî'den de ez-Zuhrfnin
sözünün benzeri zikrolunuyor. el-Hasen el-Basrî ile Ibrâhîm en-Nahaî: Sünnet
edilmemiş kimsenin kestiğinde de be's yoktur, demişlerdir.
İbn Abbâs:
"Taâmuhum",
"Zebâihuhum" (yânı "Kestikleri") ma'nâsınadır, demiştir [43]
33-.......Abdullah
ibnMugaffel (R): Biz Hayber kasrını muhasara ediyorduk. Bu sırada bir insan,
içinde yağ bulunan bir dağarcık attı. Ben hemen onu almak için fırladım. Arkama
dönünce Peygam-ber(S)'i gördüm de O'ndan utandım, demiştir [44].
Abdullah ibn Mes'ûd,
böyle hayvanın vurulmasını caiz görmüştür.
İbn Abbâs da: Elinde
bulunan ehlî hayvanlardan, kesmesi seni âciz bırakan olursa o, av hayvanı gibidir (vurulur),
demiştir.
Yine İbn Abbâs, kuyu
içine düşmüş olan deve hakkında da: Onu neresinden gücün yeterse oradan
tezkiye et, demiştir.
Kaçar ehlî hayvan
hakkındaki bu hükmü Alî de, İbn Umer de, Aişe de böyle görmüşlerdir [45].
34-.......
Râfi' ibn Hadîc (R) şöyle demiştir: Ben:
— Yâ Rasûlallah, bizler yarın düşmanla
karşılaşacağız. Yanımızda hayvan kesecek bıçaklar bulunmuyor? dedim.
O da:
— "Acele davran (da hayvan boğularak
ölmesin) yâhud keseceğin hayvanı bol kan akıtacak şeyle öldür, üzerine
Allah'ın ismi zik-rolunandan ye! Yalnız dişle tırnak müstesnadır. Bunun
sebebini sana söyleyeceğim: Dişe gelince, o bir kemiktir (kesmez). Tırnağa
gelince, o da Habeşliler'in bıçaklarıdır" buyurdu.
Biz deve ve koyun
ganimetleri elde etmiştik. Onlardan bir deve. kaçtı. Bir adam ok atıp onu
habsetti. Bunun üzerine Rasûlullah (S):
— "Vahşî hayvanların kaçanları gibi, ehlî
hayvanların da kaçanları vardır. Bunlardan birisi size galebe ederse, ona
böyle vurma muamelesi yapınız" buyurdu [46].
İbn Cureyc, Atâ ibn
Ebî Rebâh'tan "Zebh ve nahr ancak kesme ve nahr etme yerinde olur"
demiştir.
Ben Atâ'ya: Zebh
edilecek şeyi nahr etmem yeter mi?
dedim. Atâ şöyle cevâb
verdi: Evet, Allah Taâlâ bakara kesmeyi zikretti. Eğer nahr edilecek şeyi boğazdan
kestiysen, -gerdandan kesmek daha sevimli olmakla beraber- bu, caizdir. Zebh,
boğaz çukurunun iki tarafındaki kalın damarların kesilmesidir.
ibn Cureyc dedi ki:
Ben Atâ'ya: Kesici kişi omurganın içindeki siniri kesinceye kadar boyun
çukurundaki damarları kesmeyi geri bırakır? dedim. Atâ: Zannetmem, dedi. İbn
Cureyc şöyle dedi: Bana Nân" haber verdi ki, İbn Umer, boyun kemiği
içindeki beyaz siniri kesmeyi nehyetmiştir. İbn Umer: Kesen kişi, boyun
kemiğinin önündeki şeyleri keser, sonra kestiği hayvanı ölünceye kadar bırakır,
derdi.
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Bir zaman da
Mûsâ, kavmine: 'Allah size herhalde bir sığır boğazlamanızı emrediyor*
demişti... Bunun üzerine o sığırı bulup boğazladılar ki, az kaldı bunu yapmayacaklardı''
(el-Bakara: 67-71) [47].
Ve Saîd ibn Cubeyr,
İbn Abbâs'tan: Boğazlama, boğazda ve gerdanda olur, demiştir.
İbn Umer, İbn Abbâs ve
Enes: (Kesilecek hayvanlardan kesme hâlinde) başını kopardığı zaman, onu
yemekte hiçbir be's yoktur, demişlerdir [48].
35-.......Hişâm
ibn Urve şöyle demiştir: Bana kadınım Fâtıma bintu'l-Munzir haber verdi ki,
Esma bintu Ebî Bekr (R): Biz Peygamber (S) zamanında atı gerdanından kestik de
onun etini yedik, demiştir.
36- Bize
İshâk ibn Râhûye tahdîs etti. O, Abdete'den işitmiştir. O da Hişâm'dan; o da
zevcesi Fâtıma bintu'l-Munzir'den; o da Esma'dan ki, Esma: Biz Rasûlullah (S)
zamanında Medine'de iken beygiri boğazından kestik de onun etini yedik,
demiştir.
37-.......Bize
Cerîr, Hişâm'dan; o da Fâtıma bintu'l-Mımzir'den tahdîs etti ki, Esma bintu Ebî
Bekr (R): Biz Rasûlullah (S) zamanında beygiri gerdanından kestik de onu
yedik, demiştir.
Bu hadîsi Hişâm'dan
"Nahr" kelimesiyle rivayet etmekte Vekî' ibnu'l-Cerrâh ile Sufyân ibn
Uyeyne, Cerîr ibn Abdilhamîd'e mutâ-baat etmişlerdir [49].
38-.......Hişâm
ibn Zeyd şöyle dedi: Ben, dedem Enes ibn Mâlik'in beraberinde (Haccâc ibn
Yûsuf'un amca oğlu ve Basra vâlî naibi olan) el-Hakem ibnu Eyyûb'un yanına
girdim. Enes, birtakım oğlan çocukları yâhud gençler gördü ki, onlar bir tavuğu
atış hedefi dikmişler de ona atış yapmaktalar. Bunun üzerine Enes:
— Peygamber (S)
hayvanların (atış yapmak için) bağlanıp hab-sedilmelerini nehyettî, dedi.
39-.......Bize
İshâk ibnu Saîd ibn Amr, babasından haber verdi ki, o İbn Umer'den tahdîs
ederken işitmiştir: İbn Umer, Yahya ibn Saîd'in yanına girmiş. Bu sırada
Yahya'nın oğullarından bir oğlan bir tavuğu bağlamış da ona atış yapıyordu.
İbn Umer tavuğa doğru yürüyüp nihayet onu bağından çözmüş, sonra o tavuğu ve
ona atış yapan oğlanı beraberine alıp getirmiş de:
— Oğlanlarınızı bu
kuşu öldürmek için habsetmelerinden men' ediniz. Çünkü ben Peygamber(S)'den
işittim; O, herhangibir hayvanın yâhud başkasının öldürmek için bağlanıp
habsedilmesini nehyet-ti, demiştir.
40-.......Saîd
ibn Cubeyr şöyle demiştir: Ben İbn Umer'in yanında idim. Beraberindeki
topluluk, bir tavuğu hedef dikip de atış yapmakta bulunan birtakım gençlerin
yâhud bir grup insanın yanına uğradılar. Bu atış yapanlar İbn Umer'i görünce,
atıştan dağıldılar. İbn Umer:
— Bu tavuğu kim dikti?
İyi biliniz ki, Peygamber (S) canlı bir hayvanı böyle atış hedefi edinen
kimseye la'net etti, dedi.
Bu hadîsi Şu'be'den
rivayet etmekte Süleyman ibn Harb, Ebû Bişr'e mutâbaat etmiştir.
41- Bize
Minhâl, Saîd ibn Cubeyr'den; o da İbn Umer'den: Peygamber (S) canlı hayvana
böyle müsle (yânî işkence ve azâb) yapana la'net etti, diye tahdîs etti.
Adiyy ibn Sabit, Saîd
ibn Cubeyr'den; o da İbn Abbâs'tan; o da Peygamber'den, buna yakın lafızla olan
hadîsi söyledi.
42-.......Bana
Adiyy ibnu Sabit haber verip şöyle dedi: Ben Abdullah ibnu Yezîd'den işittim
ki, Peygamber (S) açıktan ve zorla başkasının malını almaktan ve bir canlının
organlarını kesmekten neh-yetmiştir [50].
43-.......Ebû
Mûsâ, yânî el-Eş'arî (R): Ben Peygamber(S)'i tavuk eti yerken gördüm, demiştir
[51].
44-.......Zehdem
ibn Mudarrib el-Cermî şöyle demiştir: Biz, Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin yanında
bulunuyorduk. Bizimle Cerm'den olan şu kabile arasında kardeşlik akdi olduğu
için, onlar tarafından Ebû Musa'ya, içinde tavuk eti bulunan bir yemek
getirildi. Topluluk içinde kızıl suratlı bir adam da oturmaktaydı ve bu adam
sofrasına yaklaşmamıştı. Ebû Mûsâ ona:
— Yemeğe yaklaş! Ben
Rasûlullah(S)'ı tavuk etinden yerken gördüm, dedi.
O adam:
— Ben bu hayvanın,
iğrendiğim bir şeyi yediğini gördüm de bir daha tavuk eti yememeğe yemîn ettim,
dedi.
Ebû Mûsâ, ona:
— Sofraya yanaş! Ben
sana haber veriyorum -yâhud söylüyorum-: Ben, Eş'arîler'den bir topluluk içinde
Peygamber'in yanına geldim. O'nu öfkeli bir hâlde buldum. Kendisi (Tebûk seferi
hazırlığı için) sadaka develerinden birtakım develeri taksim ediyordu. Biz de
binmek ve yüklemek için kendisinden deve istedik. Rasûlullah bizleri develere
yüklemeyeceğine" yemîn etti. "Yanımda sizleri üzerine
yükleye-biîeceğim deve yoktur" buyurdu. Sonra Rasûlullah'a deve
ganimetleri getirildi. Bunun üzerine: "Eş'arîler nerede, Eş'arîîer
nerede?" dedi.
Ebû Mûsâ dedi ki:
Akabinde Rasûlullah bizlere yüksek hörgüç-lü ve beyazlı beş tane deve verdi.
Biz develeri alınca biraz eğlendik. Ben arkadaşlarıma:
— Rasûlullah yaptığı
yemini unuttu. Vallahi bizler Rasûlullah'ı yemininden gaflette bırakıp,
unutturduk; biz bundan sonra felah bulmayız! dedim.
Ve hemen Peygamberdin
yanına döndük ve:
— Yâ Rasûlallah! Biz
Sen'den bizleri develere yüklemeni (yânî bize deve vermeni) istemiştik. Sen de
bizi deveye yüklemeyeceğine ye-mîn etmiştin. Biz Sen'in bu yeminini unuttun
zannettik! dedik.
Rasûlullah:
— "Şübhesiz sizleri develere yükleyen
ancak Allah'tır. Vallahi ben eğer Allah isterse, birşeye yemîn eder de yemin
ettiğim şeyden başkasını daha hayırlı görürsem, muhakkak o daha hayırlı olan
işi yaparım ve yeminimi keffâretle çözerim" buyurdu [52].
45-.......Bize
Hişâm ibn Urve, Fâtıma bintu'l-Munzir'den tahdîs etti ki Esma bintu Ebî Bekr
(R): Biz Rasûlullah (S) zamanında bir beygiri gerdanından kestik de onu yedik,
demiştir.
46-.......Bize
Hammâd ibn Zeyd, Amr ibn Dînâr'dan; o da Muhammed ibn Alî ibni'l-Hüseyin'den
tahdîs etti ki, Câbir ibn Abdil-lah (R): Peygamber (S) Hayber muhasarası
gününde eşek etlerinden yemeyi nehyetti, atların etleri hususunda ruhsat verdi,
demiştir [53].
Bu konuda Seleme ibnu'l-Ekvâ'ın
Peygamber'den rivayet ettiği hadîs vardır [54].
47-.......Bize
Abde, Ubeydullah'tan; o da Sâlim'den; o da Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den:
Peygamber(S)'in Hayber günü ehlî eşeklerin etlerinden nehyettiğini haber
verdi.
48-.......Bana
Nâfi' tahdîs etti ki, Abdullah ibn Umer (R): Peygamber (S) evcil eşeklerin
etlerinden nehyetti, demiştir.
Abdullah
ibnu'l-Mubârek, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den olmak üzere Yahya'ya mutâbaat
etmiştir. Ebû Usâme de Ubeydullah'tan; o da Sâlim'den diye söylemiştir.
49-.......Bize
Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Muhammed ibn Ali nin iki oğlu Abdullah ile
el-Hasen'den; onlar da babaları Muham-med'den haber verdi ki, Alî ibn Ebî Tâlib
(R): Rasûlullah (S) Hayber yılında mut'a denilen muvakkat nikâhtan ve evcil
eşeklerin etlerinden nehyetti, demiştir.
50-.......Bize
Hammâd ibn Zeyd, Amr ibn Dinar'dan; o da Muhammed ibn Alî el-Bâkır'dan tahdîs
etti ki, Câbir ibn Abdillah (R): Peygamber (S) Hayber günü eşeklerin etleri(ni
yemek)ten nehyetti, atların etleri hususunda ruhsat verdi, demiştir.
51-.......Şu'be
şöyle demiştir: Bana Adiyy ibn Sabit tahdîs etti ki, el-Berâ ibn Âzib ile
Abdullah ibn Ebî Evfâ (R) ikisi de: Peygam-be- (S) eşeklerin etlerini
(yemekten) nehyetti, demişlerdir.
52-.......Ebû
İdrîs şöyle haber vermiştir: Ebû Sa'lebe el-Huşenî (R): Rasûlullah (S) ehlî
eşeklerin etlerini haram kaldı, demiştir.
Bu hadîsi İbn
Şihâb'dan rivayet etmekte ez-Zubeydî ile Ukayl, Salih ibn Keysân'a mutâbaat
etmişlerdir.
İmâm Mâlik, Ma'mer ibn
Râşid, el-Mâcişûn, Yûnus ibn Yezîd ve Muhammed ibn İshâk, ez-Zuhrî'den olmak
üzere: Peygamber (S)
dört ayaklı
hayvanlardan azıdişli olanların hepsinden nehyetti, diye söylediler [55].
53-.......Muhammed
ibn Sîrîn'den; o da Enes ibn MâIik(R)'ten şöyle haber vermiştir:
RasûIullah(S)'a bir gelen geldi de:
— Eşek yenildi, dedi.
Bundan sonra bir gelen
daha geldi ve o da:
— Eşekler yenildi, dedi. Sonra bir gelici daha
geldi de:
— Eşekler tüketildi,
dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah bir nidâcıya emretti, o da insanlar içinde:
— Şübhesiz Allah ve
Rasûlü sizleri ehlî eşeklerin etlerinden neh-yediyorlar, çünkü eşek eti pistir!
diye nida etti.
Bu nida akabinde
tencereler ters çevrilip döküldü, hâlbuki tencereler etlerle kaynayıp
duruyordu [56].
54-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti ki, Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Câbir ibn
Zeyd'e:
— Bâzı insanlar
"Rasûlullah (S) ehlî eşeklerin etlerini yemekten nehyetti" diye
söylüyorlar, dedim.
Câbir ibn Zeyd şöyle
dedi:
— Bunu'Basra'da bizim
yanımızda el-Hakem ibnu Amr el-Gıfârî (R) söylüyordu. Lâkin bunu ilimde bir
deniz olan Abdullah ibn Ab-bâs men' edip, şu âyeti okudu: "De ki: Bana
vahyolunanlar arasında, yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde (sizin haram
dediklerinizden böyle) haram edilmiş birşey bulmuyorum. Yalnız ölü, dökülen
kan... *' (eI-En'âm:145) [57].
55-.......
Bize Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Ebû İdrîs el-Havlânî'den; o da Ebû Sa'lebe
Cursûm el-Huşenî(R)'den: Rasûlullah(S) dört ayaklı hayvanların azı dişi
olanların hepsinin etini yemekten nehyetti, diye haber vermiştir.
Bu hadîsi ez-Zuhrî'den
rivayet etmekte Yûnus ibn Yezîd, Ma'-mer ibn Râşid, Sufyân ibn Uyeyne ve
el-Mâcışûn; bunların dördü de İmâm Mâlik'e mutâbaat etmişlerdir [58].
56-.......Salih
ibn Keysân şöyle demiştir: Bana İbn Şihâb tahdîs etti; ona da Ubeydullah ibnu
Abdillah haber vermiştir: Ona da Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle haber vermiştir:
Rasûlullah (S) ölmüş bir koyunun yanından geçti de:
— "Bunun derisinden faydalansaydımz
ya!" buyurdu. Sahâbîler:
— Bu, ölmüş bir hayvandır! dediler. Rasûlullah:
— "Ölü hayvanın ancak etini yemek haram
kılındı" buyurdu.
57-.......Sabit
ibn Aclân şöyle demiştir: Ben Saîci ibnu Cubeyr'den işittim, şöyle dedi: Ben
İbn A.bbâs(R)'tan işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S) ölmüş bir dişi keçinin
yanına uğradı da: "Bunun sâ-hibleri üzerine hiçbir günâh olmaz, keski
bunun derisiyle faydalansa-lardı" buyurdu [59].
58-.......Ebû
Hureyre (R): Rasûlullah (S): "Allah yolunda yaralanan herbir yaralı
muhakkak kıyamet gününde yarası kan akıtarak gelir: Kanı kan renginden, kokusu
ise misk kokusudur" buyurdu, demiştir [60].
59-.......Bize
Ebû Usâme Hammâd, Bureyd'den; o da Ebû Burde'den; o da Ebû Mûsâ(R)'dan tahdîs
etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "İyi arkadaş ile kötü arkadaşın
meseli, misk taşıyıcısı ile ateş üfleyip saçan demirci körüğü gibidir: Misk
taşıyıcısı ya sana bir mikdâr verir, yâhud sen ondan biraz satın alırsın, yâhud
da ondan güzel bir koku bulur koklarsın. Demirci körüğüne gelince, onu
üfürmesi ya senin elbiseni yakmak, yâhud da sen ondan çirkin bir koku koklamak
durumundasın" [61].
60-.......
Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Biz Merru'z- Zahrân'da iken bir tavşan
ürkütüp kaçırmıştık. Topluluk arkasından koştular, fakat yoruldular. Ben
hayvanı tuttum ve onu (üvey babam) Ebû Talha'ya getirdim. Ebû Talha onu kesti.
Sonra uyluğunun üst tarafını -yâhud şöyle demiştir: İki budunu- Peygamber(S)'e
gönderdi, Peygamber de bunu kabul etti [62].
61-.......Abdullah
ibn Dînâr tahdîs edip şöyle demiştir: Benİbn Umer(R)'den işittim: Peygamber
(S): "Ben keleri yemem, onu haram da kılmam" buyurdu, diyordu [63].
62- Bize
Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da İbn Şihâb'dan; o da Ebû Umâme ibn
Sehl'den; o da Abdullah ibn Abbâs(R)'tan;' o Ja Hâlid ibnu'l-Velîd (R)'den
olmak üzere şöyle tahdîs etti: Hâlid, Rasûlullah'ın beraberinde olarak
Meymûne'nin evine girdi. Akabinde kızartılmış keler getirildi. Rasûlullah elini
ona doğru uzattı. Tam bu sırada kadınlarından biri:
— Rasûîullah'a yemek istediği şeyin ne olduğunu
haber verin, dedi.
Oradakiler:
— Bu kelerdir yâ Rasûlallah! dediler.
Rasûlullah elini kelerden kaldırdı. (Hâlid dedi ki:) Ben:
— Bu haram mıdır yâ
Rasûlallah? diye sordum. Rasûlullah: "Hayır, lâkin bu benim kavmimin
arazîsinde yoktur. Onun için ben bundan kendimi tiksiniyor hissederim"
buyurdu. Bunun üzerine ben o keleri kendime doğru çektim de Rasûlullah bakarken
onu yedim, demiştir [64].
63-.......ez-Zuhrî
tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe haber verdi
ki, kendisi İbn Abbâs'tan işit-miştir: O da Meymûne'den şöyle tahdîs ediyordu:
Yağ içine bir fare düştü de orada öldü. Bu, Peygamber'e soruldu. Peygamber (S):
— "Fare ile etrafındakileri (alıp hepsini)
atınız ve yağı yiyiniz" buyurdu.
(Buhârî'nin üstadı Alî
ibnu'l-Medînî tarafından râvî) Sufyân ibn Uyeyne'ye:
— Ma'mer bu hadîsi
ez-Zuhrî'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb’den; o da Ebû Hureyre'den tahdîs
ediyor, denildi. Sufyân:
— Ben ez-Zuhrî'den
bunu söylerken işitmedim. Aneak Ubeydul-lah'tan; o da İbn Abbâs'tan; o da
Meymûne'den; o da Peygamber'-den senediyle olmak üzere işittim. Ve ben bu
hadîsi Zuhrî'den birçok kerre işitmişimdir, dedi [65].
64-.......Zuhrî'ye;
zeytin yağı içine, donmuş yâhud donmamış tereyağı içine düşüp de ölen bir
hayvan, bir fare yâhud başka bir canlının hükmü sorulduğunda, Zuhrî: Bize,
Rasûlullah'm yağ içinde ölmüş farenin ve fareye yakın olan kısımların alınıp
atılmasını, sonrasının yenilmesini emrettiği, Ubeydullah ibn Abdillah
hadîsinden olarak ulaştı, demiştir.
65-.......Bize
Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah'tan o da ibn Abbâs'tan; o da
Meymûne(R)'den tahdîs etti ki, Meymûne: Peygamber(S)'e yağ içine düşmüş farenin
hükmü soruldu da: "Fareyi ve etrafındaki kısmı atınız ve o yağı
yiyiniz" buyurdu, demiştir.
66-.......İbnUmer
(R) yüzün alâmetlenmesini kerîh görmüştür.
İbn Umer:
— Peygamber (S),
yüzün, suratın alâmetlenip döğün yapılmasını nehyetti, demiştir.
Kuteybe ibn Saîd: Bize
el-Menkazî, Hanzala'dan tahdîs etti de, bunda: "Yüzün vurulmasını
nehyetti, dedi" şeklindeki hadîsi rivayet etmekte Ubeydullah ibn Musa'ya
mutâbaat etmiştir [66].
67-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) deve ahırında zekât develeriyle
meşgul bulunduğu bir sırada yeni doğan kardeşim Abdullah'ı teberrüken hurma
çiğnemiyle damağını oğalaması için yanına girdim. Bu sırada Peygamber'i zekât
koyunlarına -öyle sanırım ki kulaklarına- damga vururken gördüm [67].
Tâvûs ibn Keysân île
İkrime, hırsızın kestiği hayvan hakkında: Onu atınız (yemeyiniz, çünkü
haramdır), demişlerdir [68].
68-.......Râfi'
ibn Hadîc (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'e:
— Bizler yarın
düşmanla karşılaşırız. (Hayvan kesmek için) yanımızda bıçaklar da yoktur?
dedim.
Peygamber (S):
— "Üzerlerine Allah'ın ismi anılıp da bol
kan akıtan herşeyle kesilen hayvanları yiyiniz; kesici âlet diş ve tırnak
olmadığı müddetçe. Bunun sebebini sizlere söyleyeceğim: Dişe gelince; o bir
kemiktir (kesmez), tırnağa gelince; o da Habeşliler'in bıçaklarıdır"
buyurdu.
(Râfi' dedi ki:)
İnsanların sür'atli olanları, yânî öncüleri ileri gittiler de bâzı
ganimetlerden elde ettiler. Peygamber (S) de ordunun arkasında idi. Önde
gidenler (ganimet hayvanlarından kesip) tencereleri dikmişlerdi. Peygamber
gelince emretti de tencereler devrildi. Peygamber ganîmet mallarını taksim etti
ve taksimde bir deveyi on koyuna denk saydı. Sonra ordunun önünde bulunanlardan
bir deve kaçtı, onların yanlarında atlar da yoktu. Mücâhidlerden biri ona ok
atıp vurdu. Bu suretle Allah o deveyi hareketten alıkoyup habsetti. Bunun üzerine
Peygamber:
— "Şübhesiz vahşî
hayvanların kaçakları olduğu gibi, ehlî hayvanların da kaçakları vardır.
Hayvanlardan biri bu işi yapar, kaçarsa, ona böyle muamele ediniz"
buyurdu [69].
Çünkü Râfi'in
Peygamber'den getirdiği şu haberi buna delâlet eder:
69-.......Râfi'
ibn Hadîc şöyle demiştir: Bizler bir seferde Peygamber(S)'in maiyyetinde idik.
Ganîmet develerinden biri kaçtı.
Râfi' dedi ki: Bir
adam onu ok atıp vurdu, böylece onu hareketsiz bıraktı.
Râfi' dedi ki: Sonra
Peygamber (S):
— "Vahşîhayvanların kaçakları olduğu gibi,
bu develerin de kaçakları vardır. Onlardan size galebe edeni olursa, ona böyle
muamele edip vurunuz" buyurdu.
Râfi' dedi ki: Ben:
— Yâ Rasûlallah!
Bizler gazvelerde ve seferlerde bulunuyoruz, bu sırada hayvan boğazlamak
istiyoruz, fakat beraberimizde bıçaklar bulunmuyor (kılıçlarımızı da bu işte
köreltmek istemiyoruz)? dedim.
Peygamber:
— "Üzerine Allah 'in ismi anılmış olarak
kan akıtan bir şeye bak -yâhud: Bol kan akıtan herhangi birşeyle öldür- de onu
ye! Bu şey diş ve tırnak olmasın. Çünkü diş bir kemiktir (kesmez). Tırnak da
Habeşliler'in bıçaklarıdır" buyurdu [70].
Buhârî burada da yine
Râfi' hadîsine işaretle istidlal etmiş, sonra hadîsin başka yoldan bir
rivayetini tam olarak sevkeylemiştir.
'Ey îmân edenler, size
rızk olarak verdiğimiz şeylerin en temiz olanlarından yiyin, Allah'a şükredin,
eğer hakîkaten O'na kulluk ediyorsanız. O size ölüyü, kanı, domuz etini, bir de
Allah'tan başkası için kesileni kat Hyyen haram kıldı. Fakat kim bunlardan
yemeğe mecbur kalırsa -kimseye saldırmamak ve sınırı geçmemek şartıyle- onun
üzerine günâh yoktur.
Şübhesiz, ki, Allah
çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (el-Bakara: 172-173) [71].
".... Kim son
derece açlık hâlinde çaresiz kalırsa, günâha meyi maksadı olmaksızın (haram
olan etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok mağfiret edici, çok merhamet
eyleyicidir"
(el-Mâide: 3) [72].
"Artık üzerine
Allah'ın ismi anılanlardan yiyin, eğer O'nun âyetlerine îmân edenlerseniz. O,
size -kendisine
kat'î surette muztarr
ve muhtâc bulunduklarınız müstesna olmak üzere- neleri haram kıldığını ayrı
ayrı bildirmişken, üzerlerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yememeniz de ne
oluyor? Muhakkak ki, birçokları (ifâde edecek deliller) ile olmayarak,
hevâlarıyle halkı herhalde saptıracaklar dır. Şübhesiz ki, Rabb 'in haddi aşanları
en çok bilendir" (en-En'âm: 118-119) [73].
"De ki; Bana
vahyolunanlar arasında yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde (sizin haram
dediklerinizden böyle) haram edilmiş birşey bulmuyorum. Yalnız gerek ölü, gerek
dökülen kan, gerek domuz eti -ki bu şübhesiz bir murdardır- yâhud Allah'tan
başkasının adına boğazlanmış bir fısk olmak müstesnadır. (Bunlar haramdır,
bununla beraber) kim muztarr kalırsa tecâvüz etmemek ve (zaruret mikdârını)
aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir). Çünkü Rabb 'in çok mağfiret edici, çok
merhamet eyleyicidir" (ei-En'âm: İ45) [74]
İbn Abbâs "Damen
mesfûkan", "Muherâkan" ma'nâsınadır, demiştir.
"Artık Allah'ın
size rızk olarak verdiği şeylerden halâl ve temiz olarak yiyin. Allah'ın
m'metlerine şükredin,
eğer O'na kulluk
edeceksiniz* O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini, bir de Allah'tan başkası
için kesilmiş olan hayvanları haram kıldı. Bununla beraber kim bunlardan yemeğe
muztarr kalırsa, kimseye saldırmamak ve haddi geçmemek sortiyle (yiyebilir).
Çünkü Allah hakkıyle mağfiret edici, kemâliyle merhamet eyleyicidir'" (en-Nahl:
114-115) [75].
[1] Başlıktaki Zebâih, Zebîha'mn cem'idir. Zebîha, Mezbûha
ma'nâsma olup, boğazlanan hayvan demektir. Sayd da ikinci bâbdan masdardır.
Sayd, bazen Ma-sîd yânî avlanmış hayvan ma'nâsma da kullanılır. Nitekim
"Lâ taktulu1s-sayde ve entüm hurum" (el-Mâide: 95) âyetinde böyledir.
işte bu kitâb, Zebîha denilen kesim hayvanları ile av hayvanlarına dâir
bâb-ları ihtiva edecektir.
[2] Bu âyet, Hudeybiye senesi inmiş ve bu imtihan o sene
vâki' olmuştu. Rasülul-lah ve sahâbîleri Ten'îm mevkiine vardıklarında birçok
av hayvanları bunların etrafını sarmış, yüklerinin aralarına kadar
sokulmuşlardı. Elleriyle tutabilecek ve mızraklarıyle vurabilecek bir hâlde
yaklaşmışlardı. Sefer hey'eti ihrâmlı bulunduklarından "Siz ihrâmlı
bulunurken av öldürmeyin... " (el-Mâide: 95)âyetiyle bu av hayvanlarına
ihrâmlılann el uzatmaları yasak edilmişti ve bu yasak, bir imtihan idi.
Önlerine gelen bu bol av ni'meti karşısında Allah yasağına boyun eğenlerle
eğmeyenler ayırdedilecekti.
[3] Bu âyetle "Behîmetu:l-en'âm" denilen yumuşak
hayvanlar, yânı deve, sığır, davar nevi'leri halâl kılınmıştır; bunları kesip
yemek ve başka şekillerde faydalanmak mubahtır. Ancak bunlardan üçüncü âyette
sayılacak onbir nevi' müstesnadır. Onları yemek haramdır.
[4] Bu âyette sayılan haramlar onbir nevi'dir.
[5] Ukûd: Akd'in cem'idir. Akd, tevsik olunmuş ahid
demektir ki, birşeyi diğerine sağlam surette bağlayan bağ ve düğüme, meselâ ip
düğümüne benzetilmiştir. Yânî Akd, lügatte sıkı bağlamak ve düğümlemek, muhkem
bağ ve düğüm demek olup bundan naklen bir kimsenin birşeyi iltizâma veya
başkasını İlzam ederek kendini veya diğerini bağlamasına veya karşılıklı
bağlanmalarına Akd ismi verilmiştir ki, İ'tikaad da bundandır. Binâenaleyh her
akd îcâb ve kabule mütevakkıf olmayıp bâzıları sırf îcâb ile dahîmün'akid olur
ki, adaklar ve müstakbelle alâkalı yeminler bu kabildendir.
Ahd dahi lügatte
birşeyi hâlden hâle hıfzedip gözetmektir. Böyle gözetilmesi ilzam veya iltizâm
olunan tevsîkaata da Ahd ismi verilir. Bu İ'tibâr ile Ahd ve Akd eşdeğer iseler
de Akd kelimesi mîsâk gibi, daha ziyâde bir ihkâm ifâde eder.
Vefa ve îfâ ise Ahd ve Akd'm. gereğini edâ etmek, icâbını tamamen icra
eylemektir. Burada lam ile süslenmiş cemi' olan el~Ukûd, istiğrak ifâde eder
ki, gerek Allah Taâlâ'nın kullarına lâzım kılıp akd eylediği teklifleri ve dînî
hükümleri ve gerek kulların kendiliklerinden Allah'a karşı akdettikleri
nezîrelerİ ve yeminleri ve gerekse insanların kendi aralarında sahîh olarak
akdeyledikleri emânetler, muameleler ve sâireyle ilgili her nevi' akidleri
şâmildir (Hakk Dini, II, 1546-1547).
[6] Hadîsin "Av üzerine Besmele çekilmesi"
başlığına uygunluğu çok açıktır. Hadîste üç şey vardır: Avın meşrû'luğu,
hakîkaten veya hükmen tezkiyesinin vu-cûbu ve Besmele çekilmesinin vucûbu.
Hadîsin sahâbî râvîsi olan Adiyy ibn Hatim cömertlikle meşhur olan Hatim
Tâî'nin oğludur. Bu da babası Hatim gibi cömertlikle meşhurdur. Adiyy,
Mekke'nin fethi yılında kendi kabîlesi halkıyle beraber müslümân olmuş, hem
kendisi, hem kabîlesi halkı İslâm'da sebat etmişlerdir. Peygamber'in vefatından
sonra Kûfe'de oturup Irak fetihlerinde bulunmuştur. Alî zamanındaki ihtilâfta
Alî ibn Ebî Tâhb'in maiyyetinde bulunmuştur. Hicretin altmışsekizinci yılında
Kûfe'de vefat etmiştir. Vefatında yüzyirmi yaşında olduğu bildiriliyor. Mi'râd,
iki tarafı ince, sivri, orta yeri kalın ve enli olan ok kalemidir. Bu kalemin
sivri ucu ava dokunursa, o avı yemek halâl oluyor. Fakat ortası kaini ve enli
kısmı dokunursa, âyette harâmlığı bildirilen "Mevkûze", yânî ağaç sopa
ile murdar öldürülmüş bulunuyor. Hadîs metnindeki "Vekîz",
"Mevkûz" manasınadır.
[7] İbn Umer'in "Bunduka" hakkındaki bu
haberiyle başlık arasında güzel bir vecih vardır: Mi'râd'm enli tarafıyle
Öldürülen hayvanın mevkûze olması gibi, "Bunduka" ile öldürülen
hayvan da mevkûze'dir. Bu kadar çok ilgi, uygunluğun beyânı hakkında
yeterlidir. İbn Umer'in bu sözünü Beyhakî, senedli olarak rivayet etmiştir
(Aynî).
"Bunduka",
kurutulmuş yuvarlak balçık çamurudur, içi oyuk borudan veya sapandan atılır,
işte bu ağırlığı ile av hayvanını öldürür. İşte bundan dolayı bu nehyedildi.
Şimdi ise bu kurşundan ve demirden yapılıp barut yâhud tepici ile atılıyor.
Eğer bunlarla atılan keskinletilmiş ise ok gibi olur ve onunla avlananın
yenmesine bir mâni' yoktur.
Bunduk, tüfenk ve yay
makûlesiyle atılacak hurda yuvarlak tanelere denir.. (Âsim Efendi).
[8] Bu, geçen hadîsin ayrı yoldan bir rivayetidir. Orada
açıklama geçmişti.
[9] Bu da geçen hadîsin başka yoldan bir rivayetidir.
[10] Bu hadîsin de başlıkla ilgisi şu yöndedir: Avın, yay
oku ile vurulması ve okun da hayvandan daha diri iken avdan ön ayağını yâhud
ard ayağını koparıp ayırması mümkin olur. Bu takdirde hüküm, hadîste
bildirildiği gibi olacaktır.
İbn Mes'ûd'un bu sözünü Ebû Bekr ibn Ebî Şeybe senedli olarak rivayet
etmiştir.
[11] Başlığa uygunluğu açıktır. Ebû Sa'lebe, ağaç altında
bey'at eden sahabelerdendir. Hicretin yetmişbeşinci yılında vefat etmiştir.
Ebû Sa'lebe'nin "Kitâb ehli diyarı" dediği mıntıka, Şam'dır. Orada
Arab kabilelerinden bir kısım halk sakin idiler. Bunlar müslümân olmuşsa da
sonradan bâzıları Hristiyân olmuşlardır ki, Gassân Hanedanı, Tennûh, Ebû
Sa'lebe oğulları'ndan Benû Huşeym, Kuzaa kabilesinin bâzı şu'beleri Hristiyân
olanlardandır.
Ebû Sa'lebe'nin birinci
sorusuna Peygamber'in verdiği cevâb açıktır. Bu mufassal cevâb, başka kap
bulunurken kitâb ehlinin kaplarını kullanmanın kerahetini gerektirir. Hâlbuki
fakîhler başka kap bulunsa da, bulunmasa da yıkandıktan sonra kullanmakta
kerahet olmadığına hükmetmişlerdir.
Hadîsten anlaşılan
kerahet hükmü ile fakîhlerin kerâhetsizlik içtihadını te'lîf ederek, şöyle
cevâb verilmiştir: Hadîsteki nehy, kitâb ehlinin içinde domuz eti pişirdikleri
ve şarâb içtikleri kaplar hakkındadır. Fakîhlerin yıkadıktan sonra mutlak
surette kerahet olmadığına hükmetmeleri, domuz eti ve şarâb gibi necasetlerde
kullanılmayan kaplar hakkındadır. Bir de eşyada aslolan temizlik olduğundan bu
nevi' necasetlerde kullanıldıkları tahakkuk edinceye kadar bu asla dayanarak
kîtâb ehli ile Mecûsîler'in kaplarının temiz olduğu fıkhen kabul edilmiştir.
Hadîste yıkanmakla emredilmesi ihtiyâtendir, müstehâbdır.
Ebû Sa'lebe'nin ikinci sorusuna Peygamber'in verdiği cevâbdan şu
hükümler alınmıştır: a. Ava atarken Besmele çekilmek şartıyle okla avlamanın
caiz olduğu; b. Besmele çekmenin avlanmanın cevazında şart olduğu; c. Köpeğin
öğretilip terbiye edilmiş av köpeği olması. Avcı böyle usta av köpeğini Besmele
çekerek ava salarsa, o avın yenileceği, öğretilmeyen köpekle avlandığı zaman
arkasından yetişilip diri iken kesilirse, bu avın da yenileceği; kesilmeden
ölen avın ise yenilmeyeceği... (Aynî).
[12] Hadîs başlığı tavzîh etmektedir. Bu hadîsi Abdullah
ibn Mugaffel'den büyük bir Türk âlimi ve hâkimi Ebû Sehl Abdullah ibn Bureyde
rivayet etmiştir. İbn Bureyde Eslemî'dir. Gerek kendisi, gerek büyük kardeşi
Süleyman ibn Bureyde büyük bir medeniyet merkezi olan Merv'de ve Türk
camiasında uzun zaman hâkimlik yapmışlardır. Bu sebeble Mervezî nisbetiyle
meşhurdurlar, ilk önce Süleyman ibn Bureyde kaadi olmuş ve yüzbeş târîhinde
vefat etmiş, sonra Abdullah kaadı olup bu vazîfede iken yüzonbeş târihinde
vefat etmiştir.
Sapanla taş atılarak
vurulan hayvan etinin haram olması, âyette haram olduğu beyân edilen
"Mevkûze", yânî tokaçla ve sopa ile vurularak öldürülen hayvan
nev'inden olması i'tibâriyledir. Bir de baş tarafta geçen el-Mâide: 94. âyette
halâl av, "Ellerinizle tuttuğunuz ve mızraklarınızla vurduğunuz" diye
vasıflanmıştı. Sapanla vurulan hayvan bu av sıfatını hâiz değildir,
mevküzedir. Mevkûze de halâl değildir. Meğer ki, hayvan ölmeden yetişilip diri
iken kesilmiş olsun. Böyle olursa etini yemek caizdir.
Bu hadîsin içine aldığı
mühim bir hüküm de Abdullah ibn MugaffeFin sapan atan kimseye "Artık
bundan sonra seninle asla konuşmam" deyip küsme sidir ki, bununla
Peygamber'in sünnetine muhalefet eden kimseyi bırakıp söz söylememenin caiz
olduğu hükmü anlaşılır. Bu şiddetli hüküm, üç günden fazla mü'minin küs
durmasından nehy cümlesinde dâhil değildir.. (Aynî).
[13] Bunların hepsi îbn Umer'den, fakat ayrı ayrı yollardan
gelen hadîslerdir. Başlığa uygunlukları bellidir. Bu rivayet yollarının
çokluğu ile meşhur olan hadîslerdendir. Bunun Ebû Hureyre, Sİnân ibn Ebî
Zuheyr gibi başka sahâbîlerden de gelen rivayetleri vardır. Bunlardan bâzısında
zirâat köpeği de istisna edilmiştir.
Buna göre av köpeği,
çoban köpeği, bağ ve bahçeleri koruyan zirâat köpeği -ki buna bekçi köpeği de
girer- dışında süs için köpek edinen kimselerin günlük işlerinden ikişer kırat
eksileceği haber verilmiş oluyor. Demek ki Peygamber, iktisadî bir fayda
sağlamayan, sırf süs için köpek beslemenin, her gün hayırlı amelleri eksilten,
yânî iktisâden ve dînen zarar doğuran bir meşgale olduğunu bildirmiştir.
Bu hadîslerdeki Kırat, lügatte ağırlık ölçülerinden bir ölçünün ismidir,
beldelere, memleketlere göre mikdârı değişik olmaktadır.
[14] Cevârih, Cârİha'nun cem'idir ki, esasen Cerhken
alınmış olup te'sîr ma'nâsı mülâhazasıyle Kâsibe ma'nâsma isim olmuştur.
Binâenaleyh Cevârih, Kevösib demektir. Bunun için el, ayak ve ağız gibi
yaralama ve kazanma âleti olan organlara Cevârih denildiği gibi, av tutan
yırtıcı hayvanlara ve kuşlara dahî Kevâ-sib ve Cevârih denilir ki, burada murâd
budur. Mükeliibîn, MükeUib'İn cem'idir. Mükeliib, teklîb eden, yânî yaralayıcı
hayvanları ava dadandırıp alıştıran, avcılık ta'lîm edip öğreten demektir ki,
bir kepek, sahibi tarafından kışkırtıldığı yere gider, çağırılınca icabet eder,
avı tutunca habseder, yemez; sahibi almak isteyince kaçmaz, azarlayınca dinler
ve bunu en az üç kerre yapıp âdet edinirse, muallem yânî öğretilmiş sayılır...
(Hakk Dîni, II, 1575)
[15] Burada verilmiş olan görüşler Saîd ibn Mansûr ve ibn
Ebî Şeybe gibi diğer hadîs âlimlerince senedli olarak rivayet edilmişlerdir.
[16] Başlığa uygunluğu bellidir.
[17] Bunda iki hüküm vardır: a. Vurulan hayvan kaybolup da
bir iki gün sonra bulunduğunda avın üzerinde sahibinin yaralama izi bulunursa,
bu avın eti yenilir, b. Av vurulduktan sonra suya düşerse -suda boğulup ölmüş
olması ihtimâlinden dolayı- halâl olmaz. Eğer okun, avın suya düşmesinden
evvel onu öldürdüğü tahakkuk ederse, âlimler cumhuru bunun eti yenir,
demişlerdir.
[18] Bu hadîsin bir benzeri Mi'râd ile av bâbı'nda
geçmişti.
el-Mi'râd: Mihrâb
vezninde şu oka denir ki, yeleksiz ve iki tarafı ince ve ortası kalın olur;
atılan şeye ucuyla dokunmayıp enli tarafıyle aykırı dokunur (Âsim Efendi).
Bu hadîs, av yapacak
hayvanı av üzerine gönderirken "Bismillah" demenin şart olduğunu
bildiriyor. Çünkü Peygamber, Adiyy'e: "Sen Besmele'yi kendi köpeğine
çekmiştin, başka köpek üzerine çekmemiştin" buyurmuştur. Besmele hususunda
İbn Şîrîn, Nâfi' ve Şa'bî gibi âlimlerin bâzısı "Avcı, usta köpeğini
salıverirken Besmele'yi bile bile terkederse, o avın eti yenilmez, eğer
unutarak ve dalgınlıkla terkederse yenilir" demişlerdir.
Şafiî: "Besmele ister amden, ister sehven terkedilirse, her iki
hâlde avın da boğazlanan hayvanın da eti yenilir" demiştir.
[19] Hadîsin başlığa uygunluğu "Biz şu köpeklerle
avcılık yapmakta bulunan bir kavimiz" sözündedir. Bu hadî.ste satmak,
yemek için av yapmanın, avcılıkla meşgul olmanın mübâhlığı hükmü vardır.
Tezkiye ve faydalanma şartıyle eğlenmek için av yapmak da böyledir, yânı
caizdir. İmâm Mâlik eğlenmek için av yapmayı mekruh görmüştür. Fakîhlerin bu
konudaki görüşlerine âid tafsilât şerhlerden ve fıkıh kitâblanndan alınabilir.
[20] Bunun bir rivayeti yakında geçmişti. Buradaki başlığa
uygunluğu gizli değildir.
[21] Başlığa uygunluğu "Arkasından koştular, nihayet
yorulup âciz Y Mdılar" sözünden alınır. Çünkü bunda tasayyud ma'nâsı
vardır. Tasayyud ise avlanma külfetini yüklenme demektir. Bu hadîste:
a. Avlanmak için çalışmanın cevazı,
b. Av peşinde koşanlardan birisi bir hayvan
avlarsa, ona mâlik olup ar-■ kadaşlannın ortaklıkları bulunmayacağı,
c. Birinin bir dostuna az bir şey hediye
etmesinin cevazı,
d. Tavşan etinin yenmesi caiz olduğu
hükümleri vardır.
[22] Başlığa uygunluğu "Sonra yaban eşeği üzerine
sür'atle koşturdu" sözlerinde-dir. Çünkü bunda, avlanmakta külfet yüklenme
ma'nâsi vardır.
Ebû Katâde'nin bu hadîsi Hacc Kitâbı'nda, ayrı ayrı yollardan, uzun ve
kısa metinlerle arka arkaya dört bâbda geçmişti. Hadîsten alınan hükümler orada
bildirilmişti. Şu kadarın] hatırlatalım: Bu hadîs, İhrâmsız kimsenin avladığı
avdan, bunu avlarken işaret ve yardım etmemek şartıyfe, ihrâmlıların
yiyebileceğini, yaban eşeği avlamanın ve etinin yenilmesinin cevazını açıkça
bildirmektedir.
[23] Bu da aynı hadîsin bir rivayeti olduğundan yine
Hacc'da ve Cihâd'da geçmiştir.
[24] Başlığa uygunluğu "Ben dağlar üzerinde yükseklere
çok çıkıcı bir kimse idim" sözünden alınır. Çünkü bunun ma'nâsı "Ben
dağlar üzerinde yükseklere çıkması çok olan bir kimseyim"dir. Bu da
meşakkat ve tekellüften hâlî olmaz. Başlıkta ise tekellüf ma'nâsı vardır.
Buhârî'nin muradı, Ebû Katâde'nin bu sırada bir dağ üzerinde bulunduğudur.
Bunun içindir Ebû Katâde, dağdan yâhud attan aşağı indim... diyordu... (Aynî).
[25] Deniz avına gelince, başka zaman olduğu gibi, ihramda
dahî hem avlaması, hem yemesi mutlak olarak halâldir. İmâm Şafiî "Denizin
suyu tâhir ve mutah-hir ve meytesi halâldır" hadîsiyle de istidlal ederek,
gerek balık nev'inden olsun, gerek olmasın denizden avlanan her hayvanın halâl
olduğuna kaail olmuş ise de müteâref ve mütebâdır olan balıktır. Balık
zebholunmadan yendiği için meyte ta'bîr olunmuştur. Yoksa kendi kendine denizde
ölen hayvan, balık da olsa yenmez... "Bahr"dan murâd umûmî olarak
geniş ve çok sulardır ki, nehirleri, gölleri, dereleri, büyük havuzlan ve
kaynakları da şâmildir. Hepsinin hükmü birdir... İşte deniz avı ve taamı böyle
her zaman halâl ve mübâh, fakat ihramda veya haremde bulunulduğu müddetçe kara
avı haramdır (Hafck Dîni, II, 1816).
Bu âyette balık ve şâir deniz hayvanlarının su içindeki dirilerinin
avlanması, su içinde ölüp de suyun yüzüne çıkanlarının da tutulup yenilmesinin
halâl olduğu bildirilmiştir...
[26] Burada nakledüen görüşlerin bâzısını Buhârî kendi
Târîh'mde, bâzısını da diğer hadîsçüer kendi kitâblarında senedli olarak
rivayet etmişlerdir. Bunlar şerhlerden incelenebilir.
Bu rivâyetlerdeki bâzı
ta'bîrlerin ma'nâlan:
et-Tâfî: Denizde ölüp
de suyun yüzüne çıkarak dolaşan balık, diye tercüme olunmuştur. Fakat bunun
yenilip yenilmeyeceği hakkında fakîhler arasında görüş farklılıkları vardır..
Buhârî'nin buradaki
rivayetinde İbn Abbâs, âyetteki taamı, Ebû Bekr ile Umer gibi, suda ölüp de
suyun üstünde yüzmeye başlayan balıkla tefsîr ettikten sonra, mühim bir istisna
ile kokmuş olanları çıkarmış ve suyun üstünde bayat-1 layıp kokanların haram
olduğuna hükmetmiştir. İbn Abbâs'ın sözü içinde zikredilen
"el-Cirrî", Zımmî vezninde bir cins ma'rûf balık adıdır ki, Türkçe'de
yılan balığı dedikleridir... ortası geniş, iki tarafı ince bir balık nev'idir
de denildi... (Kaamûs Ter.).
Ebu'd-Dei'dâ'nın
sözünde geçen "el-Murrî" hakkında şu bilgi verilmiştir: Murrî, Dürrî
vezninde kâmih dedikleri katığa benzer bir türlü katık adıdır. Kâmili,
"Turşî" ta'bîr olunan katık olacaktır. Selefte pek tatsız yaparlar
idi, giderek günâgûn ve latîf yapılır olduğundan mutlakaa turşî ve salata ve
cacık makûlesine denildi. Ve Murrî, kezâlik bir türlü katıktır, gûyâ ki,
merârete, yânî acıya mensûbdur. Sirke, sibzâb ve tuz ve biber ile tertîb
ederler. Tıbbî müfre dâtta Murrî, tabîbler arasında ma'rûf deva olmak üzere
mersûmdur, yânî bir ma'rûf devâmn mâyesidir. Ve bâzı turşîlere de mâye olur.
San'atı arpa ya buğday unu sıcak su İle tuzsuz hamir olunur, incir yaprağına
sarıldıktan sonra bir zarfta kokuşup kuruyunca sayede (gölgede) hıfzederler
(Kaamûs Ter.).
Ebu'd-Derdâ'nın bu sözünün ma'nâsı hakkında en-Nihâye şöyle demiştir:
Kesmeyi halâl kılma için istiare etti. Sanki şöyle der: Kesme, kesileni halâl
kıldığı gibi, bu şeyler de şarâbın içine konulduğunda kesme yerine geçer ve
şarâbı halâl kılar. Kaadi Beydâvî de: Atılmış balık güneşte pişmekle halâl
olur, bu hayvan için kesme gibi olur demek istiyor... demiştir (Kastallânî)
[27] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir
rivayeti bu isnâdla Mağâ-zî'de "Sîfu'1-Bahr gazvesi bâbı"nda
geçmişti.
[28] Bu da aynı hadîsin başka yoldan bir rivayetidir. Bu
sahil seferi, hicretin sekizinci yılında yapılmıştı. Şam'dan gelmekte olan
Kureyş kervanını gözetlemek için hazırlanıp sevkedilmişti. Umer ibnu'l-Hattâb
da bu orduda bulunmuştu. Bu seferde şiddetli bir açlığa düştükleri zaman ordu
Habat ağacının yaprak ve yemiş-1 lerinden yedikleri için, bu orduya
"Ceyşu'l-Habat" ismi de verilmiştir.
Bu hadîs, denizin sahile attığı balığın ve onun kurutulmuş pastırmasının
yenilmesinin halâl olduğunu ifâde etmiş olup "Size deniz avı ve taamı
halâl kılındı..." (el-Mâide: 96) âyetinin tefsiri mahiyetindedir.
[29] Bu hadîs, çekirge yemenin caiz olduğuna delâlet eder.
Bu konuda sünenlerde başka hadîsler de gelmiştir. Bunlardan biri, İbn Mâce'nin
rivayet ettiği Abdullah ibn Umer hadîsidir. Bunda Rasûlullah (S): "Biz
müslümânlara iki ölü hayvanın yenilmesi halâl kılındı ki, balıkla çekirgedir.
İki nevi' kanın da yenilmesi halâl kılındı: Karaciğer ile dalak. "
buyurmuştur. Bu konuda aykırı rivayet ve görüşler de vardır. Bu olumlu ve
olumsuz rivayetler arasında en sahîh ve kuvvetli olanı, Buhârî'nin bu
rivayetidir. Bu sebeble çekirgenin yenilmesi ve yine tezkiyesiz yenilmesi halâl
olduğunda icmâ' vardır. Yalnız Mâlikîler, tezkiyenin lüzumunu iddia
etmişlerdir. Ancak çekirgenin tezkiyesinin keyfiyetinde görüş ayrılığı
olmuştur. Meşhur olan kafasının koparılması, çekirgenin tezkiyesidir...
[30] Başlığa uygunluğu açıktır. Bunun bir rivayeti yakında
"Avlanmak hakkında gelen hadîsler bâbı"nda geçmiş ve bâzı açıklamalar
orada verilmişti.
[31] Bu hadîsi bu bâbda getirme sebebi şu yöndendir: Evcil
eşeklerin etlerinin haram kılınması sabit olunca, bunlar meyte gibi
olmuşlardır. Peygamber (S) tencerelerin yıkanmalarından sonra kullanılmalarını
mübâh kılınca da, Mecûsîier'in kapları da böyle olmuştu; onların da
yıkanmalarından sonra kullanılmaları caiz olur. Çünkü Mecûsîier'in kestikleri
de meytedir (Aynî).
[32] Buhârî âyetin birinci kısmını "Tesmiye şarttır,
eğer bilerek terkederse yenilmesi halâ! olmaz, eğer unutarak terkederse üzerine
bİrşey lâzım gelmez" diyen Ha-nefîler'in hüccetini kuvvetlendirmek için
getirmiştir. Bunun vechini de "Unutan fâsık diye isimlendirilmez"
sözüyle beyân eylemiştir. Âyetin devamını da "Üzerine Allah ismi
anılmayan, meyteden kinayedir, yâhud üzerine Allah'tan başkası anılandan
kinayedir" diye Şâfiîler'in ihticâcmı takviye İçin getirdi.
İşte "Yemeyiniz" nehyi, böyle fısk ile ta'Iîl olunarak te'kîd
buyurulmuş-tur ki, bu, hem tesmiyeyi terkten nehyi, hem de yemekten nehyi içine
alıp kasdı gerektirir. Binâenaleyh tezkiyede tesmiye hem bir şart olarak
farzdır, hem de oruçta imsak farz olduğu hâlde unutup yemekle bozulmadığı gibi,
unutma ile tesmiyeyi terk de tezkiyeyi bozmaz. Burada Besmele denilmeyip de
tesmiye ta'-bîr edilmesinin de sebebi vardır. Zîrâ Tesmiye, Allah'ın ismini
herhangibir suretle zikretmektir ve Besmele'den daha umûmîdir. Meselâ
"AUâhu ekber"veyâ "Subhânallâh" veya >ıLâ ilahe
ille'llâh" demek de bir tesmiye, bir zikrdir. Arab-ça'dan başka dil İle de
olabilir. Besmele ise "Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm" veya sâdece
"Bismillah" demektir. Ve husûsî bir tesmiyedir. Âyetlerde emroîu-nan
da mutlak olarak Allah isminin zikri olduğundan farz, Besmele değil, tesmiye'dir.
Velâkin bu tesmiyenin Besmele ile olması da sünnettir... Ve kesmekle tesmiyenin
sünneti sâdece "Bismillah " demektir. "Bismillâhi Allâhu
ekber" demek daha faziletlidir. Yemekte tesmiyenin sünneti de
"BismVllâhVr-rahmânVr-rahfm"ûir... (Hakk Dîni, III, 2042-2043).
[33] Başlığa uygunluğu "Üzerine Allah'ın
ismizikrolunursaye"sözündedir. Bunun bir rivayeti Şerîket'te de geçti.
Bu hadîste zikrolunan
Zu'1-Huleyfe, Medîneliler'in mîkaatı olan Zu'l-Huleyfe değildir. Zâtu Irk
yanındaki Tihâme'den sayılan Zu'I-Huleyfe'dir. Yâ-kût Hamavî ve başkaları hep
böyle söylemişlerdir. Müslim'in bir rivayetinde de "Tihâme'den olan
Zu'1-Huleyfe" suretinde kayıdlıdır.
Bu hadîs, İslâm hududuna girdikten sonra taksimden önce ganîmet malından
yemek caiz olmadığını, ehlî hayvan kaçar da tutmak mümkin olmazsa, avlar gibi
tezkiyenin caiz olduğunu isbât eder.
[34] Bunun bir rivayeti Menkabeler'in sonunda Zeyd ibn Amr
ibn Nufeyl hadîsi bâ-bı'nda uzunca bir metinle geçmişti. Orada Abdullah ibn
Umer rivayetine devamla şöyle demişti: Muhakkak ki Zeyd ibn Amr, Kureyş'e
karşı bu yolda boğazladıkları hayvanlarını ayıplardı, bu âdetlerini reddederek:
Ey Kureyş! Koyun bir mahlûktur, onu Allah yaratmıştır ve istifâdesi için
gökten yağmur yağdırmıştır. Yerden de gıdasını bitirmiştir. Sonra siz bu
hayvanı, Allah adından başka bir ad anarak kesiyorsunuz! derdi.
Bu Zeyd, cennetle
müjdelenen on zâttan birisi olan Saîd ibn Zeyd'in babasıdır, Umer ibn Hattâb'm
da amcası oğludur. Zeyd, Tevhîd Dîni'ni arayan mu-vahhidlerdendi. Putlara
tapmaktan, şirkten sakınırdı. Peygamber'e vahy gelmezden beş sene evvel vefat
etmiştir. Peygamber onun için "Zeyd (benimle îsâ arasında) yalnız başına
bir ümmet olarak diriltilir" buyurmuştur.
Hadîsteki Beldah,
Mekke'nin batı tarafında ve Ten'îm yolu üzerinde bir vadidir.
Sonra müşriklerin tapındıkları puta denir, vesen ma'nâsınadır. Ve
"Sanem" lafzı "Şamen'Men arapçalaştınlmıştır ki, Fârisî'dir.
Mütercim der ki, bâzıları "Sanem" ile "Vesen" arasını
ayırdılar. Sanem'i eritilmiş ma'den cevherlerinden düzülmüş puta, Vesen'i
taşlar ve ağaçlardan yontulmuş puta tahsîs ederler (Âsim Efendi).
[35] Başlığa uygunluğu son fıkrasındadır. Burada
"Alâ" harfinin "Maa" gibi mu-sahabet ma'nâsmda olduğu
bildirili iştir. Buna göre "Tesmiyeye bitişik olarak kessin" denmiş
oluyor. Bunun bir rivayeti Iydeyn'de geçti.
[36] Başlığa uygunluğu "Kadın bir taşı kırdı"
sözünden alınır. Çünkü beyaz çakmak taşı da bir taştır. Sel', Medine'nin
kuzeybatısında bir dağın adıdır. Ka'b ibn Mâlik'in ya kendisinin Peygamber'den
sorması yâhud biricini gönderip sordurması suretinde terdîdli rivayet edilmesi
râvînin şekkindendir. Bunun bir rivayeti Vekâlet'te de geçmişti.
[37] Bu, geçen hadîsin başka yoldan bir rivayetidir.
[38] Başlığa uygunluğu "Bol kan akıtan herşeyle
kestiğini ye" sözündedir. Bunun bir rivayeti yakında "Kesilecek
hayvan üzerine Allah'ın ismini söyleme bâbı"n-da geçmişti. Orada
belirtildiği üzere bu vak'a Huneyn seferinden dönüşte, Ti-hâme'den olan
Zu'1-Huleyfe mevkiinde ganimet taksimi sırasında olmuştu.
[39] Buhârî bu başlıkla kadının, cariyenin kestiğinin
cevazına İşaret etmiştir. Hadîs de buna delâlet etmektedir.
[40] Bu hadîste de başlığa delîl vardır, o da kadının
kestiğinin yenmesinin cevazıdır. Kadının hürre, câriye, büyük, küçük, temiz,
kirli olması müsavidir. Çünkü Peygamber kadının kestiğinden tafsilât
istemeksizin yemiştir... (Kastallânî).
[41] Bu, daha önce geçen Râfİ' ibn Hadîc hadîsinden bir
parçadır; başlığa delâleti meydandadır.
[42] Başlığa uygunluğu "Bir kavim bize kesilmiş et
getiriyorlar" sözünden alınır. Çünkü bu kavimden murâd, onlara çölden
gelmekte olan A'râbîler'dir. Medine etrafındaki sürü sahibi çöl halkı oralarda
koyun, sığır kesip Medine'ye et satmağa gİderlermiş. Bâzı kimselerin
Peygamber'den sordukları ve Besmele ile kesilip kesilmediğini bilmiyoruz
dedikleri et, İşte bu çöl halkının sattığı ettir. Bedevi olsun, medenî olsun,
bir müslümânın kestiğinde şübhe etmek doğru olmadığından, Peygamber onlara:
"Siz bu et üzerine Besmele çekiniz ve yiyiniz" buyurmuştur.
Kastallânî şöyle
demiştir: Bu, tesmiyenin vâcib olmadığında zahirdir. Pey-gamber'in "Siz
onun üzerine tesmiye edin" kavlinden murâd, onların tesmiye Ierinin
keserken kaçırılmış olan tesmiyenin yerine geçecek tesmiye olması değildir, bu
tesmiye, henüz kaçınlmamış olan yemek üzerine çekilmesi istenen Besmele'dir.
Buhârî hadîsin sonunda gösterdiği mutâbaalardan bâzısını Buyu' Kitâbı'-nda
getirmiştir.
[43] Buhârî bu bâbda harbî olsun, harâc verir olsun, mutlak
surette Hristiyan ve Ya-hûdîler'in kestikleri hayvanların yenilmesi halâl olup
olmadığını tahkîk etmek istemiştir. Bunun için burada Yahûdî, Hristiyan ve mutlak
olarak kitâblı olan milletlerin kestikleri hayvanların yenilmesi caiz olduğuna
delâlet eden bu âyeti getirmiştir. Çünkü âyetteki "Taam "lafzıyle
murâd, kitâb ehlinin kestikleri hayvanlardır, îbn Abbâs, Ebû Umâme, Mucâhid,
Saîd ibn Cubeyr, İkrime, Atâ ve daha başkaları hep bu âyetteki
"Taam"! "Zebîha" ile tefsir etmişlerdir. Bu hususta
âlimlerin ittifakı vardır ki, kitâb ehlinin zebîhaları müslümânlara halaldır.
Çünkü Yahûdî, Hristiyan ve bütün kitâblı milletler, Allah adından başka bir
adla kesilmesini haram i'tikaad ederler. Her ne kadar Allah hakkında, Allah'ın
münezzeh bulunduğu bâzı bâtıllara i'tikaad ederlerse de zebîhalarına muhakkak
Allah adını zikrederler.
[44] Hadîs kitâb ehlinin yağlarının yenmesinin halâl
olduğuna delâlet etmektedir. Bunun bir rivayeti Beşte bir'de "Harb
arazîsinde elde edilen taam bâbı"nda geçmişti
[45] Alî'nin görüşünü İbn Ebî Şeybe; İbn Umer'inkini
Abdurrazzâk rivayet etmiştir.
[46] Hadîsin başlığa delîlliği meydandadır. Bunun bir
rivayeti "Kesilecek hayvan üzerine tesmiye bâbı"nda da geçmişti.
Sözen'lerde rivayet edilen Ebu'1-Aşrâ hadîsi bu konuya daha açıklık getirir
mâhiyettedir. Ebu'l-Aşrâ'nm babası dedi ki:
Ben Rasûlullah'a:
— Yâ Rasûlallah! Devenin şer'î kesimi, göğsün
üstündeki mennâr ile boğazdan kesmek olmuyor mu? Böyle iken kaçak deve av
avlanır gibi vurulmakla tezkiye hâsıl olur mu? dedim.
Rasûlullah:
— "Hayvanın uyluğundan vursan bile yeterlidir, senin için tezkiye
hâsıl olmuştur" buyurdu (Bunu Dört Sünen rivayet etti).
[47] Fir'avnlar'ın idaresi altında bulunan Mısırhlar'ca
sığır mukaddes bir hayvandı. Ona taparlardı. Bu âdet "Buzağı"
mes'elesinde (el-Bakara: 92-93) geleceği üze re, İsrâîl oğullan'na
Mısırhlar'dan geçmişti. Mûsâ Peygamber, Allah'tan başka hiçbirşeye
tapümayacağı akidesini kökleştirmek ve o bâtıl inancı gönüllerden söküp atmak
ve bir de ölüyü dirilttikten sonra kaatilin adım ona söyletmek mu'-cizesini
göstermek için öyle emretmişti.
Bu âyette Allah'ın
Isrâîl oğullan'na sığır kesip kurban etmelerini emretmesi, onların da bu emri,
bir haylî suâl ve i'tirâzlardan sonra nihayet yerine getirmeleri, sığır
kesmenin ve etinin yenilmesinin halâl olduğunu açıkça ifâde eder.
Bu, îbn Cureyc'in yukarıda "Allah sığır kesmeyi zikretti"
sözünün tefsiri olmaktadır. Bunda sığırın boğazdan kesmeye has olduğuna bir
işaret de vardır.
[48] Bu başlık altında isimleri ve görüşleri zikredilen
âlimlerin sözleri, ilgili yerlerinde senedli olarak rivayet edilmiştir. Bunlar
şerhlerden incelenebilir.
[49] Bu hadîslerin birincisi ile ikincisinde "Nahr
ettik", yânı "Gerdanından kestik'*1 lafzıyle; üçüncüsünde ise
"Zebh ettik", yânî "Boğazından kestik" lafzıyle gelmiştir.
Bu Iâfizlardaki İhtilâf, Hişâm üzerindedir. Belki o bazen böyle, bazen şöyle
rivayet ediyordu. Bu, iki lafzın ma'nâda müsâvîlİğini iş'âr eder. Her neka-dar
bu lafızlardan herbiri mecazen diğeri yerine kullanılırsa da, bâzıları bunu
"Nahr"la "Zebh"ın ayrılığından dolayı birkaç defa olmasına
hamletmişlerdir. Evlâ olan ise devede nahr, diğerlerinde zebh olmaktır
(Kastallânî).
Bu hadîsi Buhâri gibi Müslim, Nesâî, İbn Mâce Zebîha bahsinde rivayet etmişlerdir.
Şafiî, Ebû Yûsuf ve Muhammed bu hadîsle istidlal ederek beygir etinin
yenilmesine cevaz vermişlerdir. Ebû Hanîfe ile Mâlik tahrim Keraheti ile
mekruhtur, demişlerdir.
[50] Hadîslerin başlığa uygunlukları gizli değildir. Buhârî
bu başlık altında, hadîsleri ayrı ayn yollardan ve metin farklılıklanyle
getirip arka arkaya sıralamıştır. Böylece Peygamber'in hayvanlar hakkındaki bu
en yüksek medeniyet düstûrları, en kesin şekilde gönüllere yerleştirilmiş
olmaktadır. Zamânımızdaki hayvanları koruma dernekleri üyelerinin bu düstûrları
bilmeleri ne kadar iyi olurdu!...
[51] Başlığa delâleti açıktır. Buhârî bunu Sahth 'inin
birkaç yerinde, Mağâzî'de, Me-nâkıb'da getirmiştir. Gelecek hadîs daha
tafsîllidir.
[52] Hadîste mutlak olarak tavuk eti yemenin halâ! olduğu
hükmü vardır. Bunun bir rivayeti "Eş'arîler'in gelişi bâbi"nda
geçmişti. Hadîsin sonundaki "Tahal-leltuhâ = Ben o yemini çözdüm"
kay'di, Peygamber'in bu yemini "İnşâallah" diye ilâhî meşîete
bağladığını veya keffâretle yemînini çözdüğünü ifâde eder. Bunun tafsilâtı
Yemînler Kitâbi'nda gelecektir.
[53] İmâm Şafiî, Ebû Yûsuf ve Muhammed bu hadîsleri delîl
getirerek at etinin yenilmesine cevaz vermişlerdir, imâm Ebû Hanîfe ile İmâm
Mâlik ise at eti yemeyi kerîh görmüşlerdir.
[54] Seleme ibnu'l-Ekva'm bu hadîsi Mağâzî'de, "Hayber
gazvesi bâbi"nda uzunca bir metinle ve senedli olarak geçmişti.
[55] Buraya kadar geçen hadîslerin başlığa delâletleri
açıktır. Son fıkradaki imamların sözlerinde ise eşek etleri zikredilmemiş tir.
Yırtıcı hayvanlarla ilgili bâb, bundan sonra gelecek ve açıklama orada
verilecektir. İmâm Buhârî bu beş imâmın, eşek etlerinin zikriyle meşhur olan
Ebû Sa'lebe hadîsini tearuz etmediklerini, ancak Peygamber'in yırtıcı
azıdişlilerin etini yemekten nehyettiğini söylediklerine işaret etmiştir.
[56] Bunun bir rivayeti Hayber gazvesi bâbı'mn evvellerinde
geçmişti.
[57] İbn Abbâs bu âyetle şöyle istidlal etmiştir: Çünkü bu
âyette haram kılınanlar, Allah'ın bunun içinde haram kıldıklarıdır. Binâenaleyh
harâmlık bunlarla sınırlanır. Bunların dışında olanlar ise mubah olma aslı
üzerindedir.
Memleketlerin fakîhleri, ehlî eşek etlerinin harâmlığı üzerinde ittifak
etmişlerdir. Ancak İbn Abbâs'tan, onun eşek etlerini yemeyi mübâh kıldığı
rivayet olunmuştur. Âİşe ve Şa'bî'den de bunun benzeri rivayet olunmuştur...
(Aynî)
[58] Tırnaklı ve pençeli yırtıcı kuşlar da nehiyde azıdişli
yırtıcı dört ayaklı hayvanlara katılırlar.
Bu hadîsin te'vîl ve
tevcihinde görüş ayrılıkları vardır: Küfe âlimleriyle İmâm Şafiî, hadîsteki
nehyin fahrîm için olduğu görüşüne gitmişlerdir. Bunlar yırtıcı dört ayaklı
hayvanlarla pençeli yırtıcı kuşların etleri yenilmez demişlerdir. Şu kadar ki,
İmâm Şafiî, sırtlan ile tilkiyi yırtıcı hayvan sınıfından çıkarmıştır. Se-beb
olarak da bu iki hayvanın dişlerinin zayıf olduğunu bildirmiştir.
İmâm Mâlik, hadîsteki
nehyi kerahete hamletmiş ve: "Yırtıcı hayvanların domuz derecesinde
harâmlığı sabit değildir. Çünkü sahâbîlerin yırtıcılar hakkında ihtilâfı
vardır" demiştir. Hâkim'in, Câbir'den rivayet ettiği bir hadîste de
Rasûlullah, sırtlan etine cevaz vermiştir.
Özetlersek: Atâ ibn Ebî
Rebâh, Mâlik, Şafiî, Ahmed ibn Hanbel, jshâk ibn Râhûyesırtlan etinin mübâh
olduğu görüşüne gitmişlerdir. Hasen Basrî, Saîd ibn Müseyyeb, Evzâî, Sevrî,
Abdullah ibn Mübarek, İmâm Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, İmâm Muhammed, sırtlan eti
yenilmez demişler ve bu Ebû Sa'lebe hadîsinin umûmîliğiyle istidlal
etmişlerdir. Hâkim'in Câbir'den rivayet ettiği hadîse gelince, şübhesiz ki o,
Ebû Sa'lebe hadîsi derecesinden aşağıdadır.
[59] Bu hadîslerin birer rivayeti Zekât ve Buyû'da da
geçmişti. Bunlar ve benzeri haberler, ölü hayvan derilerinin kullanılıp
faydalanılmasinm cevazına delâlet ederler. Bunlara hükümce aykırı bâzı
haberler de rivayet edilmiştir. Bu iki nevi' haber arasındaki zıdlığı gidermek
için, müsbet haberler, tabaklandıktan sonra kullanılmasının halâllığına, menfî
haberler de tabaklanmadan önce faydalanma ve kullanılmasının'men'ine delâlet
ettikleri şeklinde bir te'lîf yapılmıştır.
[60] Bunun bir rivayeti Cihâd'da geçmişti.
[61] Misk, bilinen güzel bir koku çeşididir. Burada
zikredilmesinin sebebi, miskin geyikten alman bir madde olması; geyiğin de av
hayvanlarından bulunmasıdır. Bir rivayeti Buyû'da geçti. Ebü Davud'un, Ebû Saîd
Hudri'den bîr rivayetinde Peygamber (S): "Sizin en güzel kokunuz misktir"
buyurmuştur.
[62] Bunun bir rivayeti Hibe'de geçmişti. Bir rivayette
Peygamber'in bu tavşanın etinden yediği ziyâdesi de gelmiştir.
Hadîs, tavşan etinin yenmesinin cevazına delâlet etmektedir. Dört İmâm
da bu görüştedirler. Yalnız Abdullah ibn Amr ibn Âs, İbn Ebî Leylâ ve İkrime
*-....,„„ afifin «onmotini Vprîh (jftrmüslerdir.
[63] Hadîs, başlıktaki hükmü açıklamaktadır.
[64] Bunun bir rivayeti Taamlar Kitâbı'nda da geçmişti. Bu
kelerleri, mü'minlerin anası Meymûne'nin kizkardeşi olan Ümmü Hufeyd çölden
getirmişti. Ümmü Hufeyd çölde yaşardı. Çölde yaşayanların örfüne göre getirdiği
yoğurt kurusu ve yağ gibi diğer yiyecek maddeleriyle birlikte bu kelerleri de
hediye olarak getirmişti.
[65] Hadîs başlıktaki mübhemliği beyân etmektedir. Bunun
bir rivayeti Temizlik Kitâbı'nda, "Yağ ve su içine pislikler düşmesi
bâbı"nda geçmişti.
Hadîsteki cevâb, yağ donmuş olduğuna göredir. Yağ erimiş, akıcı hâlde
ise bütünü pis olur. Bu pis olan akıcı yağdan yemekten başka surette
faydalanmak caiz midir? Hanbelîler hiçbir suretle faydalanmayı caiz görmezler.
Hanefîler satmaya varıncaya kadar faydalanmayı caiz görürler. Onlarca yalnız
yenmesi haramdır. Mâlikî'ler'le Şâfiî'ler'e göre yalnız yemesi ve satması
haramdır. Başka türlü faydalanma, meselâ kandilde yakmak caizdir. Bunlardan
herbirinin dayandıkları fıkhı delilleri vardır.
[66] Hadîs, başlığa açıkça delâlet etmiştir. Müslim'in
Câbir'den rivayet ettiği hadîs-, te Peygamber (S) yüzü dağlanmış bir merkebin
yanından geçerken "Şu hayvanı
dağlayana Allah la'net etsin" diye beddua etmiştir. Yüze damga
vurulmasının bu derece çirkin görülmesi, yüzün her organdan ziyâde şerefli bir
yer olması, aslî fıtratı ve ilâhî hilkati değiştirmesi ve yüzde çirkinleştirici
bir görünüş ba-kımlarmdandır. Fakat ayırma alâmeti olmak üzere yüzden başka
yerlere nişan konulması, damga yapılmasında sakınca görülmemiştir. Peygamber'İn
zekât ve kurbân develerine alâmetler vurduğu, Zekât ve Hacc Kitâblan'nda
geçmişti.
[67] Bu hadîs, alâmetin yüzden başka yere, bilhassa
koyunlarda kulağa vurulması hususunda nâsstır. Bu sebeble memleketimizde ve
bütün İslâm Âlemi'nde sürü sâhibleri koyunlarını kulaklarından alâmetlerler.
Bu, Peygamber'İn fiiline ta-mâmiyle uygundur.
Gerek insan, gerek
hayvan yüzünü dağlayarak alâmet vurmak, Şâfiîler'ce mekruhtur. Hanefîler'e göre
birinci hadîsteki nehyin açıklığından dolayı haramdır.
Nevevî şöyle dedi: "Yüze dağ vurmak her hayvan hakkında
nehyedilmiş-tir. İnsan hakkında ise, güzelliklerin toplanma yeri olmak
i'tibâriyle bu nehy daha şiddetlidir, husûsiyle bâzı a'zânın hissinin muattal
olmasını mûcib olursa, böyle mahzurlar da eklenince, bize göre bu ibtidâî ve
adetâ vahşîce hareket, cinayet derecesine varır".
[68] Tâvûs ile İkrİme'nin bu sözlerini Abdurrazzâk, senedli
olarak rivayet etmiştir.
[69] Başlığa delâleti açıktır. Buhârî evvelâ başlıkta bu
hadîse işaret edip onunla istidlal etti, sonra da hadîsin tamâmını sevkeyledi.
Kaçak hayvanı bu şekilde avlar gibi vurmak, onun boğazlanması gibi olmuştur. Bu
sebeble yeni bir boğazlamaya hacet kalmaz.
[70] Bu hadîste mâlik için bir iyilik yoluyla olduğu,
mâlikten bir menfâatin kaçmasından korkulduğu ve bir fâsidlik olmadığı
takdirde, mâlikten başkasının kesmesinin cevazı hükmü vardır. Bunu İbnu Munîr
söyledi (Kastallânî).
[71] Müfessirler diyorlar ki, birinci "Kulû=
Yiyiniz"emri, mutlaklığına nazaran ibâ-ha, ikinci "Uşkurû =
Şükrediniz"emri, vucûb içindir. ZîrâUsûl ilminde beyân olunduğu üzere
yemek, içmek gibi sırf kulların lehine meşru' faydalanma bahşeden emirler
vazîfe değil, birer hakk teşkil ederler. Bunlar vazîfe gibi v&cib te-lâkkî
edilecek olursa, terkinde ceza lâzım gelir; bu ise lehe olduğu açık olan bir
emrin aleyhe dönmesini gerektirir ki, buna mevzuun tersine dönmesi denilir, tenakuz
olur. Binâenaleyh halâlinden yemek bir hakk, fakat haramdan çekinmek ve Allah'a
şükretmek bir vazifedir... Böyle bir muztarr için bunlardan hangisini bulur
ise zaruret mikdân, yânî ölmeyecek kadar yemeğe ruhsat vardır. Bu da bu ruhsatı
terkederse günahkâr olur. Fıkıh ilminde "Zaruretler haram olan şeyleri
mübâh kılar" ve "Zaruretler kendi mikdânnca takdîr olunur" küllî
kaa-İdesi de bu ve benzerleri âyetlerin içlerine aldıkları ma'nâlardır... (Hakk
Dîni, I, 589-591).
[72] Ancak her kim bir mahmasada, yânî karın kasığa geçmiş,
ölümden veya ölüm mukaddimelerinden korkulur bir açlık hâlinde muztarr olur da
bir günâha meyletmeyerek, yânî zaruret mikdârını tecâvüz eylemeyerek veya
diğer bir muztar-nn elinden almayarak bunlardan yerse, Allah Gafur, Rahîm'dir;
muâhaze etmez. Zaruretler haram olan şeyleri mübâh kılar, fakat zaruret,
başkasının hakkını ibtâl etmez; nitekim bu ma'nâ el-Bakara: 173'de "Gayre
bağın velâ âdın"diye ifâde olunmuş idi (Hakk Dîni, II, 1570).
[73] Allah size muztarr olduğunuz şey müstesna olmak üzere
haram kıldığı şeyleri tafsîl etmiş, haramı halâldan ayırdedip beyân eylemiş
iken, Besmele çekilmiş şeylerden yememeniz, yânî yemeyi tecviz etmemenize bir
sebebiniz, deliliniz bulunmak ihtimâli var mıdır ki, bunlardan yemeyeceksiniz?
Bu tafsîl yukarıda, el-Bakara: 173'te ve daha mufassal olarak el-Mâide: 3.
âyetlerinde geçmiştir. Bu sûrede gelecek olan "Üzerlerine Allah'ın ismi
anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu muhakkak ki, birfısktır..." (Âyet: 121)
ile başlayıp bu 145. âyet ile özetlenmiştir {Hakk Dîni, III, 2038).
[74] Demek ki, muztarr İçin yemek hususunda haram olan
hiçbirşey yoktur, ancak bağy ve taaddî vardır. Şu hâlde muztarr olmayanlar için
bağy ve taaddî evlevi-yetle haramdır. Binâenaleyh evvelki dört şeyde özetlenen
haramlar, muztarrın mâadasına mahsûs olduğu hâlde, gayrın hukukuna tecâvüzle
başkasının malını yemek ve bir de zarurette zarurete göre, genişlikte genişliğe
göre haddini tecâvüz edip israf eylemek mutlak olarak umûm için haramdır.
İnsanın yiyeceğine, malına, hukukuna tecâvüz böyle umûmen ve mutlak olarak
haram olunca, kendine tecâvüzün daha ziyâde evleviyet ve kuvvet ile haram
olduğu da bi'z-zarûre anlaşılır... (Hakk Dîni, III, 2074-2075).
[75] Buhârî bu Kur'ânî nasslarla yetinerek, başlık altında
hadîs zikretmemiştir.
İşte bu âyetler, muhtâc ve çaresiz olanların tecâvüz etmemek ve sınırı
aşmamak şartıyle haramlardan yiyebileceklerinin delilleridir. İnsanlığa her
çaresizlik ve zarurette muhakkak bir çıkar yol ve kolaylık nizâmı koyup
kaanûnlaş-tiran ve bizleri böyle yüce bir Dîn'in mü'mirilerinden kılan Allah'a
sayısız hamd ve senalar, bu en yüksek medeniyet dînini bizlere tam teblîğ edip
öğreten Mu-hammed'e de salât ve selâmlar