1- Bab: Cenazeler Hakkında ve Son Sözü "La ilahe illellah"
Olan Kimse Hakkındadır
2- Cenazelerin Ardından Gitmekle Emr Edilmesi Babı
3- Ölümden Sonra, Kefeni İçine Sarıldığı Zaman Ölünün
Yanına Girmek Babı
4- Bab: İnsan, Ölü Sahiblerine (ve Din Kardeşlerine) Ölüm
Haberini Açıklar
7- Erkeğin, Kabir Yanındaki Bir Kadına
"Sabret!" Damesi Babı
8- Ölüyü Su ve Sidr İle Yıkamak ve Abdest Aldırmak (Yahud
Abdest Almak) Babı
9- Ölünün Tek Sayıda Yıkanmasının Müstehab Olacağı Babı
10- Bab: Ölünün Yıkanmasına Sağ Azalarıyle Başlanır
11- Ölünün Abdest Yerleri Babı
12- Bab: Kadın, Erkek İzarı İçinde Kefenlenir Mi?
13- Bab: Cenazeyi Son Yıkayışında Kafürlu Su Kullanır
14- Yıkama Sırasında Kadının Saç Örgüsünü Çözmek Babı
15- Bab: Ölüye İç Gömleği Giydirmek Nasıldır?
16- Bab: Ölü Kadının Saçı Üç Bukle Yapılır Mı?
17- Bab: Ölü Kadının Saçları Arkasına Atılır
18- Kefen İçin Beyaz Bez (Kullanılması) Babı
19- Cenazeyi İki Bez İçinde Kefenleme Babı
20- Ölü İçin Güzel Koku Kullanmak Babı
21- Bab: İhramlı İken Ölen Kimse Nasıl Kefenlenir?
24- Başlık Olmayarak Kefen Babı
25- Kefen. Ölünün Malının Mecmuundan Tesviye Edilir (Üçte
Birinden Değil) Babı
26- Bab: Bir Tek Bezden Başkası Bulunmadığı Zaman (Ne
Yapılır)?
28- Peygamber (S) Zamanında Kefen Hazırlayan ve Bu İşi
Redd ve İnkar Olunmayan Kimse Babı
29- Kadınların Cenazeler Ardından Gitmeleri (Mes'elesi) Babı
30- Kadının, Kocasından Başkalarının Ölümü Üzerine Yas
İçin Süslenmeyi Terketme Süresi Babı
31- Kabirleri Ziyaret Etmek Babı
32- Peygamber(S)’in: "Ölü, kendi ailesinin bir nevi'
ağlamasından dolayı azâb olunur" Sözü Babı
33- Ölü Üzerine Feryadla Ağlamanın Mekruh Kılınması Babı
35- Bab: 'Yakalar yırtan bizden değildir"
36- Bab: Peygamber (S), Sa'd İbn Havle'ye Mersiye Edip
Hüznünü Açıklamıştır
37- Musibet Sırasında Saç Yolmanın Nehyedilmesi Babı
38- Bab: 'Yanaklara vuran bizden değildir'
39- Muşibet Sırasında Cahiliyyet Çağırışının ve Vaveyla
Etmenin Nehyolunması Babı
40- Bir Musibet Sırasında Oturan ve Kendisinde Hüzün
Farkedilen Kimse Babı
41- Musibet Sırasında Kederini Açığa Vurmayan Kimse Babı
42- "Sabr, musibetin birinci darbesi
sırasındadır" Babı
43- Peygamber(S)'in: "(Yâ İbrahim!) Bizler senin
ayrılığın sebebiyle çok kederliyiz" Kavli Babı
44- Hasta Yanında Ağlamak Babı
46- Cenaze İçin Ayağa Kalkmak Babı
47- Bab: Cenaze İçin Ayağa Kalktığında İnsan Ne Zaman
Oturur?
49- Bir Yahudi Cenazesi İçin Ayağa Kalkan Kimse Babı
50- Cenazeyi Kadınların Değil de Erkeklerin Taşıması Babı
51- Cenazeyi Yolcu Edip Taşımakta Sür'at Edilmesi Babı
52- Ölünün Tabut
Üzerinde İken "Beni Yerime Ulaştırınız!" Kavli Babı
53-Cenaze Namazında İmamın Arkasında İki Yahud Üç Sıra
Saff Olan Kimse Babı
54- Cenaze Namazında Cenazeye Karşı Sıra İle Dizilmiş
Safflar Babı
55- Cenazeler Üzerinde Kılınan Namazlarda Erkeklerin
Beraberinde Çocukların Da Saff Tutmaları
Babı
56- Cenazenin Üzerine Namaz Kılmanın Kaanunlaştırılması
Babı
57- Cenazelerin Beraberinde Gitmenin Fazileti Babı
58- Cenaze Gömülünceye Kadar Bekleyen Kimse Babı
61- Kabirler Üzerinde Mescidler Edinmenin Mekruh Kılınması
Babı
62- Lohusalığı İçinde Öldüğünde Lohusa Kadının Üzerine
Cenaze Namazı Kılınışı Babı
63- Bab: Cenaze Namazını Kıldıracak Kimse, Kadın ve Erkek
Cenazesinin Neresine Doğru Dikelir?
64- Cenaze Üzerine Kılınan Namazda Dört Tekbir Alınması
Babı
65- Cenaze Üzerine Kılınan Namazda Fâtihatu’1-Kitâb
Sûresini Okuma (nın meşruluğu) Babı
66- Ölü Gömüldükten Sonra Kabir Üzerine Cenaze Namazı
Kılınması Babı
67- Bab: Ölü, (Dirilerin) Ayakkabılarının Sesini İşitir
69- Cenazeyi Geceleyin Gömme Babı
70- Kabir Üzerine Mescid Kurulmasının Meni) Babı
71- (Lahdine Yerleştirmek İçin) Kadının Kabrine Girecek
Kimse Babı
73- Bir Kabir İçinde İki ve Üç Kişinin Gömülmesi Babı
74- Şehidleri Yıkamayı Düşünmeyen Kimse Babı
75- Lahdin İçinde Öne Geçirilen Kimse Babı
76- Kabir İçine Izhır Çayırı ve Kuru Ot Konuluşu Babı
77- Bab: Ölü Herhangi Bir Sebebden Ötürü Kabirden ve
Lahidden Çıkarılır Mı?
78- Kabir İçinde Bulunacak Lahid ve Yarık Babı
79- Bab: Sabi
(Yani Çocuk) İslam'a Girip de Öldüğü Zaman Üzerine Cenaze Namazı Kılınır Mı?
80- Bab: Müşrik Olan Kimse Ölüm Sırasında "Lâ ilahe
ille'llah" Dediği Zaman?
81- Kabir Üzerine Hurma Dalı Koyma Babı
82- Muhaddisin Kabir Yanında Va'z Etmesi ve Bu Sırada
Arkadaşlarının Onun Etrafında Oturmaları Babı
83- Kendi Kendini Öldüren Kimse Hakkında Gelen Hadisler
Babı
85- İnsanların Ölüyü Hayırla Anıp Övmeleri Babı
86- Kabir Azabı Hakkında Gelen Hadisler Babı
87- Kabir Azabından Allah'a Sığınmak Babı
88- Gıybet ve Sidikten Dolayı Kabir Azabı Babı
89- Ölüye, Sabah Akşam Kendi Oturacağı Yerinin
Gösterilmesi Babı
90- Ölünün, Tabut Üzerinde Taşınırken Söylediği Kelam
Babı
91- (Henüz Buluğa Ermeden Ölen) Müslüman Çocukları
Hakkında Söylenmiş Hadisler Babı
92- Müşriklerin Ölen Çocukları Hakkında Söylenmiş
Hadisler Babı
94- Pazartesi Günündeki Ölüm Babı
95- Birdenbire (Ansızın) Ölmek Babı
96- Peygamber (S) ile Ebü Bekr ve Umer'in Gömülüşleri
Hakkında Gelen Hadisler Babı
97- Ölülere Sövmek ve Kötülemekten Nehyedilmesi Babı
98- Ölülerin Şerriilerini Anmak Babı
Rahman ve Rahim olan Allah 'in ismiyle
(Cenazeler
Kitabı) [1]
Ve Vehb ibn
Münebbih'e: Lâ ilahe HleHlâh cennetin anahtarı değil midir? denildi. Vehb:
Evet, anahtarıdır; lâkin bu anahtarın muhakkak kendine mahsûs bir takım dişleri
vardır. Eğer sen cennetin kapısı önüne dişleri bulunan bîr anahtar ile gelirsen
o kapı sana açılır, yoksa kapı sana açılmaz, demiştir [4].
1-.......
Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
"Bana Rabb 'im tarafından gelen (Cibril) geldi de: Ümmetimden her
kim Allah 'a hiçbir şeyi ortak tanımayarak ölürse, o kimse cennete girer, diye
haber verdi -veya bununla beni müjdeledi-" buyurdu. Ben:
— (Yâ Rasûlallah!) O
adam zina ettiği ve hırsızlık yaptığı tak-dîrde de (yine cennete girer) mi?
dedim.
Rasûlullah:
—"(Evet) zina
ettiği ve hırsızlık yaptığı takdîrde de" [5].
2-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Allah'a bir şeyi ortak
sayarak ölen kimse cehenneme girer" buyurdu. Ben de: Allah'a hiçbir şeyi
ortak kılmayarak ölen kimse cennete girer, dedim [6].
3-.......el-Berâu'bnu
Âzib (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bize yedi şeyi işlememizi emretti, yedi
şeyden de bizi nehy eyledi: Peygamber bize cenazeler ardından gitmeyi; hastayı
ziyaret etmeyi; da'vetçi-yi icabet eylemeyi; zulme uğramışa yardım etmeyi;
yemini kabul etmeyi; selâmı karşılamayı; aksırana duâ etmeyi emreyledi. Yine
Peygamber (S) bizi gümüş kap (kullanmak)tan; altım yüzükten; harîr, dîbâc, kas-sıyy,
istebrak (denilen ipekli kumaşları kullanmaktan da nehyetti [7].
4- Bize
Muhammed ez-Zuhlî tahdîs edip şöyle dedi: Bize Amr ibn Ebî Seleme, el-Evzâî'den
tahdîs etti. O şöyle demiştir: Bana İbnu Şİhâb haber verip şöyle dedi: Bana
Saîd ibnuM-Müseyyeb haber.verdi ki Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben
Rasûlullah(S)'tan işittim; şöyle buyuruyordu: "Müslümânın müslümân
üzerindeki hakkı beştir: Selâmı karşılamak; hastayı ziyaret etmek; cenazeler
ardından gitmek, da'vete icabet eylemek ye aksırana duâ eylemek" [8].
Bu hadîsi rivayet
etmekte Amr ibn Ebî Seleme'ye, Abdurrazzâk ibn Hemmâm mutâbaat etmiş ve bize
Ma'mer ibn Râşid haber verdi demiştir. Bu hadîsi, Selâme ibn Ravh, Ukayl ibn
Hâlid'den rivayet etmiştir.
nuşmadı. Doğru
Âişe'nin odasına girdi. Hemen Peygamber'e yaklaştı. Peygamber'in yüzü Yemânî
bir bürde ile örtülü idi. Yüzünden örtüyü açtı. Sonra üzerine kapandı ve O'nu
öptü; sonra ağladı [9]. Bunun ardından: Yâ
Nebiyallah! Babam sana feda olsun. Allah sana bu ölüm şiddetinden başka ikinci
bir ölüm vermeyecektir. Sana yazılmış olan bu mukadder ölüm geçidini ise şimdi
geçmiş bulunuyorsun, dedi.
Râvî Ebû Seleme şöyle
dedi: İbn Abbâs da bana şunu haber verdi. Ebû Bekr, Âişe'nin odasından çıktı.
O sırada Umer insanlara bir-şeyler söylüyordu. Ebû Bekr ona:
— Otur, dedi.
Fakat Umer
(dehşetinden) oturmadı. Ebû Bekr tekrar:
— Otur, dedi.
Umer yine oturmadı.
Bunun üzerine Ebû Bekr yüksek sesle şehâ-det getirdi. Bu sırada halk Umer'i bırakıp,
Ebû Bekr'in yanma geldiler. Ebû Bekr Allah'a hamd ve sena ettikten sonra,
şunları söyledi:
— Amma ba'du: Sizden
her kim Muhammed'e ibâdet ediyor idiyse, bilsin ki, Muhammed ölmüştür. Her kim
de Allah'a ibâdet ediyorsa, bilsin ki, Allah diridir, ölümsüzdür. Yüce Allah
şöyle buyurdu: ' 'Muhammed ancak bir rasûldür. O 'ndan evvel daha nice rasûller
gelip geçmiştir. Şimdi O, ölür yâhud öldürülürse ökçelerinizin üstünde (gerisin
geri) mi döneceksiniz? Kim böyle iki ökçesi üzerinde (ardına) dönerse elbette
Allah 'a hiçbir şeyle zarar yapmış olmaz. Allah şükr (ve sebat) edenlere
mükâfat verecektir" (Âiu imrân: 144).
İbn Abbâs rivayetine
devamla: Allah'a yemin ederim ki, Ebû Bekr bu âyeti okuyuncaya kadar sahâbîler
hayretlerinden bu âyeti hiç bilmiyorlarmış gibi idiler. Sanki Allah bu âyeti
yeni indirmişti de, onlar Ebû Bekr'den yeni duyup öğreniyorlardı. Her işiten
sahâbî muhakkak âyeti (hayret içinde) kendi diliyle okuyordu [10].
6-.......îbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Zeyd ibn Sâbit'in oğlu Hârice haber verdi. Ona da
Ensâr'dan, Peygamber'e bey'at etmiş olan Ümmü'1-Alâ' ismindeki kadın (R) şöyle
haber vermiştir: Muhacirler kur'a ile (Ensâr arasında) taksim edilmişti. Bizim
ailenin payına da Usmân ibn Maz'ûn düşmüştü. Biz Usmân'ı evlerimizde konuk
ettik. Fakat Usmân (bir süre sonra) ölüm sebebi olan bir hastalıkla hastalandı.
Vefat edince gasl edildi ve kendi elbisesi ile kefenlendi. Sonra Rasûluilah
cenazeye geldi [11]. Ben (cenazeyi tezkiye
ederek):
— Yâ Ebâ Sâib! Allah'ın rahmeti senin üzerine
olsun. Benim senin hakkındaki şehâdetim şudur: Yemîn ederim ki, Allah seni kerem
ve inayetine mazhar kılmıştır, dedim.
Bunun üzerine
Peygamber:
— "Allah 'm bu ölüye kerem ve inayet
ettiğini sana bildiren nedir?" buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasûlallah! Babam sana feda olsun. Allah
(buna ikram
etmez de) kime ikram
eder? dedim.
Bu defa da Peygamber:
— "Usmân ibn
Maz'ûn'a gelince, muhakkak ki, ölüm ona gelmiştir. Ve A ilah 'a yemîn ederim
ki, ben de bu ölü için hayr ve saadet ummaktayım. Yine Allah 'a yemin ederim
ki, ben Allah 'in Rasûlü iken bana (ve size, yarm) Allah tarafından ne muamele yapılacağını
bilemem" buyurdu [12].
Ümmü'1-Alâ': Vallahi
bundan sonra ben ebeden hiçbir kimseyi tezkiye etmem, demiştir [13].
7-.......Bize
el-Leys, bu hadîsin benzerini tahdîs etti. Ve Nâfi' ibnu Yezîd, Ukayl'den
"Ona ne muamele yapılacağını bilemem" şeklinde söyledi [14].
Bu hadîsi rivayet
etmekte ona Şuayb, Amr ibnu Dînâr ve Ma'-mer mutâbaat etmişlerdir [15].
8-.......Bize
Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Ben Muharnmed ibnu'l-Münkedir'den işittim; o
şöyle dedi: Ben Câbir ibn Abdillah(R)'ten işittim; o şöyle dedi: Babam
(Uhud'da) şehîd edildiği zaman, ben ağlayarak yüzünden elbisesini açmaya
başladım. Oradakiler beni ağlamaktan nehyediyorlardı. Hâlbuki Peygamber (S)
beni nehyetmiyordu. Halam Fâtıma da ağlamaya başladı. Peygamber (S): "(Yâ
Fâtıma!) Siz ona ağlasamz da, ağlamasanız da, siz şehidi yerinden kaldırınca-ya
kadar melekler kanatlarıyle onu gölgelendirmekte devam ettiler'' buyurdu [16].
Bu hadîsi rivayet
etmekte Şu'be'ye, İbn Cureyc mutâbaat etmiş ve şöyle demiştir: Bana
ibnu'l-Münkedir, bunu Câbir(R)'den işittiğini haber verdi [17].
9-.......Ebû
Hureyre(R)'den (o, şöyle demiştir): Rasûlullah (S) Necâşî'nin vefatını, Necâşî
öldüğü gün bizzat haber verdi. Akabinde namaz yerine çıktı, sahâbîlerini saff
yaptı ve dört tekbîr aldı [19].
10-.......
Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) -minber üzerinde-:
"Sancağı Zeyd ibn Harise aldı; akabinde şehîd edildi. Sonra sancağı
Ca'fer ibn Ebî Tâîib aldı; o da şehîd edildi. Sonra sancağı Abdullah ibn Revâha
aldı; o da şehîd edildi" buyurdu. -(Bunu söylerken) Rasûlullah'ın iki
gözünden yaş akıyordu.- (Rasûlullah devamla): "Bundan sonra sancağı
emirsiz olarak Hâlid ibn Velîd aldı ve ona feth ihsan olundu" buyurdu [20].
Ve Ebû Râfi\ Ebû
Hureyre(R)'den söyledi ki, o: Peygamber (S) "Onu bana neden
bildirmediniz?" buyurdu, demiştir [22].
11-.......
İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Hastalığında kendisini Rasûlullah'ın ziyaret
etmekte olduğu bir insan vefat etti. Vefatı da geceleyin oldu da, onu geceleyin
gömdüler. Sabah olunca onu Rasû-lullah'a haber verdiler. Rasûlullah (S):
"Onu bana bildirmekten sizleri men'eden nedir?" buyurdu. Sahâbîler:
Gece idi; gece karanlıktı. Bunun için sana meşakkat vermek istemedik, dediler.
Akabinde Rasûlullah o zâtın kabrine geldi ve kabre karşı namaz kıldı [23].
Azîz ve Celîl olan
Allah da: "Sabredenlere müjdele... " (ei-Bakara: 155) buyurdu [25].
12-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Henüz
ergenlik çağına ulaşmadan üç çocuğu ölen insanlardan hiçbir müslümân yoktur ki,
illâ Allah g müslümânı, bu çocuklara ihsan ettiği geniş rahmeti ile cennete
girdirmiş olmasın" [26].
13-.......
Bize Abdurrahmân ibnu'I-Isbahânî, Zekvân'dan; o da Ebû Saîd(R)'den tahdîs etti
(o, şöyle demiştir): Kadınlar Peygamber'e: Bizim için bir gün ayır, dediler.
Nihayet ayırdığı günde Peygamber kadınlara va'z etti. Ve bu arada:
"Herhangi bir kadının üç çocuğu ölmüşse, o çocuklar cehenneme karşı birer
siper olurlar" buyurdu. Bir kadın: iki tane (ölmüşse)? dedi. Peygamber
(S): "İki tanesi de (öyledir)" buyurdu.
Ve Şerîk ibn Abdillah,
İbnu'l-Isbahânî'den söyledi. Abdurrahmân ibnu'I-Isbahânî şöyle demiştir: Bana
Ebû Salih Zekvân es-Sem'în, Ebû Saîd ile Ebû Hureyre'den; onlar da
Peygamber'den olmak üzere tahdîs etti. Ebû Hureyre: "Bulûğ çağına
varmamış üç çocuk" demiştir [27].
14- Bize Alî
ibnu'l-Medînî tahdîs edip şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle
dedi: Ben ez-Zuhrf den işittim; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Üç çocuğu ölen herhangi
bir müslim kişi cehenneme girmez; ancak Allah'ın yemini yerini bulacak kadar
girer".
Ebû Abdillah el-Buhârî
burada: "Sizden hiçbiriniz müstesna olmamak üzere illâ oraya (cehenneme)
uğrayacaktır. Bu, Rabb'ımn uhdesinde vâcib kıldığı, kaza ettiği bir şeydir''
(Meryem: 7i) âyetini söyledi [28].
15-.......Bize Sabit
el-Bunânî tahdîs etti. Enesibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir
kabir yanında ağlamakta olan bir kadına uğradı da, o kadına "Allah'a ittikaa
et ve sabreyie!" buyurdu [29].
İbn Umer (R) Saîd ibn
Zeyd'in vefat eden bir oğlunu yıkayıp kokulandırdı ve cenazeyi nakledip,
namazını kıldı ve kendi abdest organlarını (tekrar) yıkamadı [31].
İbn Abbâs (R) da
"Müslim diri iken de, ölü iken de necs olmaz" demiştir [32].
Sa'd ibn Ebî Vakkaas
da: "Eğer ölü (dînen) necs '.;
olsaydı ben ona elimle dokunmazdım" demiştir [33].
Ve Peygamber (S):
"Mü'min necs olmaz" buyurmuştur [34].
16-.......
Ümmü Atıyye el-Ensâriyye (R) şöyle demiştir: RasûlulIah(S)'m kızı vefat
ettiğinde Rasûlullah yanımıza geldi de [35]:
"Kızum su ve sidr ile üç, yâhud beş yâhud lüzum görürseniz bundan daha çok
yıkayınız. Son def ak inde kâfur yâhud kâfur nev'inden kokulu birşey
kullanınız. Yıkamayı bitirdiğiniz zaman bana bildiriniz1' buyurdu. Biz yıkamayı
bitirdiğimizde Peygamber'e haber verip bildirdik. Ra-sûlullah bize hıkv denilen
kendi izârını verdi de: "Bunu kızıma iç gömleği yapın " buyurdu.
Râvî Muhammed ibn Şîrîn: Ümmü Atıyye hıkv ile izârını kasdediyor, demiştir [36].
17-.......Bize
Abdulvahhâb es-Sakafî, Eyyûb es-Sahtıyânî'den; o da Muhammed ibn Sîrîn'den
tahdîs etti. Ümmü Aüyye (R) şöyle demiştir: Bizler, kızım yıkamakta olduğumuz
sırada Rasûlullah (S) yanımıza girdi de: "Onu su ve sidr ile üç, yâhud
beş, yâhud da bundan daha fazla yıkayınız. Son yıkayışta kâfur kullanınız.
Yıkamayı bitirdiğinizde bana bildiriniz" buyurdu. Biz yıkamayı bitirdiğimiz
zaman kendisine haber verip bildirdik. Rasûlullah bize hıkv denilen izârını
attı da: "Bunu kızıma iç gömleği yapın" buyurdu [37].
Ve Eyyûb es-Sahtıyânî,
yine geçen isnâd ile şöyle demiştir: Bu Ümmü Atıyye hadîsini bana Muhammed ibn
Şîrîn'in haber verdiği gibi, ktzkardeşi Hafsa bintu Şîrîn de tahdîs etti. Fakat
Hafsa'nm hadîsinde, Muhammed'in hadîsinden fazla olarak: "Kızımı tek
sayıda yıkayınız"[38],
yine Hafsa'nm hadîsinde: "Üç su, yâhud beş su, yâhud yedi su
yıkayınız"; yine Hafsa'nm hadîsinde Rasûlullah'in: "Onu yıkamağa
sağlarından başlayınız ve abdest uzuvlarından başlayınız" buyurduğu; yine
Hafsa'nm hadîsinde: Ümmü Atıyye'nin, biz onun saçını üç bukle yaptık, dediği
fıkraları vardır [39].
18-.......Ümmü
Atıyye (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S), kızının yıkanması hususunda:
"Bedeni/î sağ yanları ile ve abdest uzuvları ile yıkamaya
başlayınız" buyurdu [40].
19-.......Ümmü
Atıyye (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber'in kızını yıkamaya koyulduğumuzda;
bizler onu yıkarken, bize hitaben: "Onu sağ taraflarlyle ve abdest
uzuvlarıyla yakamağa başlayınız" buyurdu [41].
20-.......
Ümmü Atıyye (R) şöyle demiştir: Peygamber'in kızı vefat etti. Bunun üzerine
Peygamber (S) bize: "Onu üç yâhud beş yâhud eğer gerekli görürseniz bundan
fazla sayıda yıkayınız. Yıkamayı bitirdiğinizde bana bildiriniz" buyurdu.
Öiz yıkamayı bitirince Peygamber'e haber verip bildirdik. Peygamber belinden izârını
çıkardı ve: "Bu izan kızıma iç gömleği yapın" buyurdu [42].
21-.......Bize
Hammâd ibri Zeyd, Eyyûb'dan; o da Muhammed ibn Sîrîn'den tahdîs etti. Ümmü
Atıyye şöyle demiştir: Peygamber'in kızlarından biri vefat etti. Bunun akabinde
Peygamber dışarı çıktı da: "Kızımı su ve sidr ile üç yâhud beş, yâhud eğer
gerekli görürseniz bundan daha fazla sayıda yıkayınız. Sonuncu yıkayışta kâfur
yâhud kâfur nev 'inden kokulu birşey kullanınız. Yıkamayı bitirdiğinizde bana
bildiriniz" buyurdu. Ümmü Atiyye dedi ki: Biz yıkamayı bitirince
kendisine bildirdik. Peygamber bize kendi izârını attı da: "Bunu kızıma
iç gömleği yapın" buyurdu. Ve yine Eyyûb es-Sahtıyânî'den; o da Hafsa
bîntu Sîrîn'den; o da Ümmü Atıyye'den yukarıda geçen hadîsin benzerini rivayet
etti. Burada Ümmü Atıyye şöyle demiştir: Rasûlullah: "Onu üç, yâhud beş,
yâhud yedi, yâhud da eğer gerekli görürseniz bundan daha fazla sayıda
yıkayınız" buyurdu.
Hafsa dedi ki: Ümmü
Atıyye: Biz onun başım üç bukle yaptık, dedi [43].
İbn Şîrîn: Ölünün saçının
çözülüp bozulmasında beis yoktur, demiştir [44]
22-.......Bize
İbnCureyc haber verdi. Eyyüb es-Sahtıyânî şöyle dedi: Yine ben Hafsa bintu
Sîrîn'den işittim; o şöyle dedi: Bize Ümmü Atıyye (R) tahdîs etti ki, onlar
Rasûlullah'm kızının başını üç bukle yapmışlardır. İbn Atıyye:Biz yıkayacağımız
sırada saç örgülerini çözdük. Sonra başını yıkadık, sonra da saçları üç bukle
yaptık, dedi [45].
Ve Hasen el-Basrî:
Beşinci bez ki, ölü yıkayıcı gömleğin altından olrnak üzere, uylukların
aşağısını ve yukarısını bununla sarıp bağlar, demiştir [46].
23-.......
Bize îbnu Cureyc haber verdi. Ona da Eyyûb haber verip şöyle demiştir: Ben
Muhammed ibn Sîrîn'den işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah ile bey'at etmiş
Ensâr kadınlarından biri olan Ümmü Atıyye Basra'ya geldi. Basra'daki bir oğluna
yetişip görmek üzere ansızın geliyordu; fakat ona yetişememişti. İşte o zaman
bize tahdîs edip şöyle dedi: Biz Peygamber'in kızını yıkama hâlinde iken
yanımıza Peygamber (S) girdi de: "Onu su ve sidr ile üç yâhud beş, yâhud
gerekli görürseniz bundan daha fazla sayıda yıkayınız. Son yıkayışta kâfur
kullanınız. Yıkamayı bitirdiğiniz zaman bana bildiriniz" buyurdu. Ümmü
Atıyye dedi ki: Biz yıkamayı bitirince Peygamber bize hıkvesini (yânî izârmı)
attı da: "Bu izan o kıza iç gömleği yapın" buyurdu. Eyyûb dedi ki:
Muhammed ibn Şîrîn bunun üzerine bir şey ziyâde etmedi Yine Eyyûb: Bu yıkanan
kız, Peygamber'in hangi kızıdır bilmiyorum, dedi. Ve yine Eyyûb: İş'âr,
yıkayıcı kadınlar o kızı bu izâr içine sardılar demektir. (Tâbiîler'in ölüler
bilgisinde en âlim olanı) Muhammed ibn Şîrîn de işte böyle kadın cenazesine
boydan boya iç gömleği giydirilmesini ve izâr bağlanmamasını emreder idi, demiştir
[47].
24-.......
Bize Sufyân (es-Sevrî), Hişâm ibn Hassân'dan; o da Ümmü'l-Huzeyl (Hafsa bintu
Sîrîn)'den; o da Ümmü Atıyye(R)'den tahdîs etti. Ümmü Atıyye: Biz Peygamber'in
kızının saçlarını ördük, yânî üç örgü yaptık, demiştir.
Vekî' de dedi ki:
Sufyân es-Sevrî: Alın perçemini bir bukle, başın iki yan tarafının saçlarını
da ayrı ayrı iki bukle yapmıştır, dedi.
25-.......Ümmü
Atıyye (R) şöyle demiştir: Peygamber'in kızlarından biri vefat etti. Akabinde
Peygamber (S) bize geldi de: "Onu sidrli su ile tek sayıda yıkayın. Ya üç,
ya beş, yâhud eğer gerekli görürseniz bundan daha fazla tek sayıda yıkayınız.
Son yıkama suyunun içine kâfur yâhud kâfur nev'inden güzel kokulu birşey katınız.
Yıkamayı bitirdiğinizde bana bildirin" buyurdu. Nihayet biz yıkamayı
bitirdiğimizde kendisine bildirdik. Peygamber bize hıkve-sini (yânî izârmı)
attı. Biz o kızın saçlarım üç örgü yaptık ve bu üç örgüyü de arka tarafına atıp
salıverdik [49].
26-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) pamuktan, suhûliyye denilen üç parça beyaz
Yemen bezi içinde kefenlendi. Bu kefen parçalarının içinde gömlek ve başlık
yoktu [51].
27-.......Bize
Hammâd (ibn Zeyd), Eyyûb es-Sahtıyânî'den; o da Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs
etti. İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Bir adam Arafat'ta vakfe ederken ansızın
devesinden düştü. Düşer düşmez deve onun boynunu kırdı. Peygamber (S):
"Bu adamı su ve sidr ile yıkayınız ve iki ihram bezi içinde kefenleyiniz.
Ona koku sürmeyiniz; başına bez de sarmayınız. Çünkü bu ihrâmlı hacı kıyamet
gününde Lebbeyk, Aîlâhumme lebbeyk... diyerek diriltilecektir" buyurdu.
28-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'ın beraberinde bir kimse Arafat'ta vakfe
yaparken birden devesinden düştü. Râvî: Deve de onu kana bürüdü, yâhud deve onu
derhâl öldürdü, demiştir. Bnnun üzerine Rasûlullah (S): "Onu su ve sidr
ile yıkayınız ve iki ihram bezi içinde kefenleyiniz. Ona koku sürmeyiniz;
başına da bez sarmayınız. Çünkü bu zât kıyamet gününde telbiye okuyarak
diriltilecektir" buyurdu [54].
29-.......İbn
Abbâs(R)'tan (o, şöyle demiştir): Biz Peygamber'le bulunduğumuz sırada devesi
bir adamın boynunu kırdı, o adam da ihrâmlı hâlde idi. Peygamber (S): "Onu
su ve sidr ile yıkayınız, iki parça ihramı içinde kefenleyiniz. Ona hiçbir koku
sürmeyiniz ve başına da bez sarmayınız. Çünkü Allah onu kıyamet gününde
başının saçına zamk makûlesi nesne sürüp yapıştırmış bir kimse olarak
diriltecektir" buyurdu [55].
30-.......Bize
Hammâd ibn Zeyd, Amr ibn Dînâr ile Eyyûb es-Sahtıyânî'den; bunların ikisi de
Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs ettiler, ibn Abbâs(R) şöyle demiştir; Bir adam
Arafat'ta Peygamber ile birlikte vakfe yapmakta idi. Birdenbire devesinden
düştü. Râvî Eyyûb "fevakasathu = deve onun boynunu kırdı" ta'bîrini
söyledi. Amr ise "feeksaathu = deve onu derhâl öldürdü" ta'bîrini
söyledi. Ve o zât derhal öldü. Bunun üzerine Peygamber (S): "Onu su ve
sidr ile yıkayın,iki ihram bezi içinde kefenleyin. Onu kokulandırmayın, başına
da bez sarmayın. Çünkü o kıyamet gününde -Eyyûb: Telbiye okuyarak, dedi; Amr
ise; Telbiye edici olarak, dedi- diriltilecektir" buyurdu [56].
31-.......Ubeydullah
şöyle demiştir: BanaNâfi', îbnUmer'den tahdîs £tti (o, şöyle demiştir):
Abdullah ibn Ubeyy öldüğü zaman oğlu Abdullah, Peygamber'e geldi ve: Yâ
Rasûlallah! Gömleğini bana ver de babamı onun içinde kefenleyeyim; namazını da
Sen kıldır ve onun için mağfiret isteyiver, dedi. Peygamber(S), Abdullah'a kendi
gömleğini verdi ve: "Cenaze hazırlanınca bana haber ver de namazını
kılayım" buyurdu. Müteakiben Abdullah cenazenin hazırlandığını Peygamber'e
bildirdi. Peygamber onun cenaze namazını kıldırmaya davrandığında Umer (R)
Peygamber'i çekti ve: (Yâ Rasûlallah!) Allah seni münafıklar üzerine namaz kılmaktan
nehyetmedi mi? dedi [58].
Peygamber (S): "Ben iki tercih etme arasında serbestim (yânî istiğfar
etmekte ve etmemekte muhayyerim). Allah Taâlâ: Onlar için istiğfar et yâhud
istiğfar etme. Eğer onlar için yetmiş defa istiğfar dahi etsen, yine Allah
kendilerini kafiyyen mağfiret etmiyecektir («-Tevbe: 80) buyurdu" diye
cevâb verdi. Ve Rasûlullah, Abdullah ibn Ubeyy'in cenazesine namaz kıldı. Bunun
üzerine: "Onlardan ölen hiçbir kimse üzerine dua etme; (defn veya ziyaret
için) kabrinin başında da dikilme. Çünkü onlar Allah *ı ve Rasûlü ynü inkâr ile
kâfir oldular ve onlar fâşıklar olarak öldüler*' (et-Tevbe: 84) [59].
32-.......
Bize îbnuUyeyne, Amr ibn Dinar'dan tahdîs etti. O, Câbir'den şöyle dediğini
işitmiştir: Abdullah ibn Ubeyy gömüldükten sonra, Peygamber (S), Abdullah ibn
Ubeyy'in yanına geldi ve onu çukurundan dışarı çıkarttı. Akabinde onun cildine
kendi tükürüğünden üfledi ve ona gömleğini giydirdi [60].
33-.......Âişe
(R): Peygamber (S) üç tane beyaz pamuk bezi içinde kefenlendi. Bu kefen
parçalarının içinde gömlek de, başlık da yoktu, demiştir.
34-.......Âişe
(R): Rasûlullah (S) içlerinde gömlek ve başlık bulunmayan üç tane bez içinde
kefenlendirildi, demiştir [61].
35-.......Âişe
(R): Rasûlullah (S) pamuktan dokunmuş sahûliyye denilen üç parça beyaz bez
içinde kefenlendi. Bu kefen parçala^ rı içinde ne gömlek ve ne de başlık vardı,
demiştir [62].
Atâ ibn Ebî Rebâh,
ez-Zuhrî, Amr ibn Dînâr ve Katâde de bu görüşe kaail olmuşlardır [64].
Amr ibn Dînâr: Ölü
yıkarken kullanılacak koku, ölünün malının mecmuundan sarf olunur, demiştir.
İbrahim en-Nahaî de:
Ölünün malından evvelâ kefen ile harcamaya başlanır. Sonra borcu ödenir. Sonra vasıyyeti
yerine getirilir, demiştir. Sufyân es-Sevrî de: Kabir ücreti, yıkama harcaması,
kefen masrafları cümlesinden sayılır, demiştir [65].
36-.......Bize
İbrâhîm ibn Sa'd, babası Sa'd ibn İbrâhîm'den; o da babası İbrâhîm ibn
Abdirrahmân'dan tahdîs etti. O şöyle demiştir: Babam Abdurrahmân ibn Avf'un
önüne bir gün yemeği getirilmişti. Bunun üzerine dedi ki: Mus'ab ibn Umeyr
(Uhud'da) şehîd edildi. Hâlbuki o benden çok hayırlı idi. Ona bir tek kaftandan
başka içinde kefenlenleneceği birşey bulunmamıştı. Hamza da şehîd edildi
-.Yâhud diğer bir adam şehîd edildi, demiştir-. O da benden hayırlı idi. Ona da
bir kaftandan -yâhud kaftanından- başka içinde kefenle-nebileceği şey
bulunamamıştı. Yemîn olsun ki ben, âhiret için kazandığımız hasenelerin bize
bu dünyâ hayâtımızda peşin verilmiş olmasından endîşe etmişimdir, dedi; sonra
da ağlamaya başladı [66].
37-.......
Bize Şu'be, Sa'd ibn İbrâhîm'den; o da babası İbrâhîm'den haber verdi. O şöyle
demiştir: Oruçlu bulunduğu bir gün babam Abdurrahmân ibn Avf un önüne bir
iftar sofrası getirilmişti. Babam (sofraya bakıp) şöyle dedi: Mus'ab ibn Umeyr
(Uhud'da) şehîd edildi. Hâlbuki o benden daha hayırlı idi. Öyleyken Mus'ab bir
tek bürde içinde kefenlendi.-Bununla başı örtülse ayakları açılıyor; ayakları
örtülse başı açılıyordu. Râvî dedi ki: Ben babam Abdurrahmân ibn Avf şunu da
söyledi zannediyorum: Hamza da şehîd edildi. Hâlbuki o da benden daha hayırlı
idi. Sonra bize dünyâ ni'metlerin-den önümüze serilen bunca ni'metler yazılıp
serildi -Yâhud da: Dünyâdan bize verilen bunca ni'metlere nail olduk, dedi-.
Hâlbuki bizler, âhiret için kazandığımız hasenelerin ta'cîl edilip de, bize
dünyâda verilmiş olmasından endîşe etmekteyiz, dedi; sonra üzülerek ağlamaya
başladı, hattâ yemeği de terkeyledi [67].
38-.......Bize
Habbâb (R) tahdîs edip şöyle dedi: Biz Allah rızâsını kasdederek Peygamber (S)
ile hicret ettik. Artık ecrimiz (va'di gereğince) Allah'a vâcib oldu.
Yoldaşlarımızdan bunun ecr ve ni'me-tinden hiçbirşey tatmadan âhirete gidenler
vardır. Mus'ab ibn Umeyr bunlardan birisidir. Dostlarımızdan, kendilerine
hicret semeresi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler de vardır. Mus'ab, Uhud günü
şehîd edilmişti de biz onu saracak bir kefen bulamamıştık. Yalnız (şehide âid)
bir kaftan bulmuştuk da bu şehîdi ona sarmağa çalışmıştık [68].
Bürdeyle başını örttüğümüzde ayaklan açığa çıkıyor; ayaklarını örttüğümüz
zaman ise başı açığa çıkıyordu. (Bu yokluk karşısında) Peygamber (S) bize
şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de ızhır (denilen kokulu ottan)
koymamızı emreyledi [69].
39-.......Sehl
ibn Sa'd'den (o, şöyle demiştir): Bir kadın kenarlı dokunmuş bir bürdeyi
Peygamber'in yanına getirdi. Sehl:
— Bilir misiniz, bürde nedir? diye sordu.
Oradakiler:
— Semledir, ihramdır,
diye cevâb verdiler.
Sehl:
— Evet öyledir, dedi.
Kadim:
— Bu bürdeyi kendi
elimle dokudum ve sana giydirmek için geldim, dedi.
Peygamber de o bürdeyi
aldı ve zâten kendisinin böyle bir bür-deye ihtiyâcı vardı. Akabinde Peygamber
o bürdeyi örtünerek bizim yanımıza çıktı. Fulân sahâbî de bu bürdenin
güzelliğini belirtti ve:
— (Yâ Rasülallah!) Bu
ne kadar güzel; bunu bana giydir, dedi. Orada bulunanlar, o zâta:
— Bunu söylemekle iyi
etmedin. Peygamber bu bürdeyi ihtiyâcı olarak giymişti. Sonra sen Peygamber'in
hiçbir isteyeni reddetmez olduğunu bildiğin hâlde bunu kendisinden istedin,
dediler.
O da:
— Vallahi ben bu
bürdeyi giymek için istemedim. Ben onu ancak benim kefenim olsun diye istedim,
dedi.
Sehl'ibn Sa'd:
Hakîkaten bu bürde o zâtın kefeni oldu, demiştir [71].
40-.......Ümmü
Atıyye: Biz kadınlar cenazeler ardında gitmekten nehy olunduk. Cenazeler
ardından gitmek bizim üzerimize vâcib kılınmadı, demiştir [73].
41-.......Muhammed
ibn Şîrîn şöyle demiştir: Ümmü Atıyye'nin bir oğlu ölmüştü. Vefatının üçüncü
günü olunca, Ümmü Atıyye safranlı bir koku istedi. Akabinde bu kokuyu kendisine
sürdü de: Biz kadınlar, kocadan başka ölüler için üç günden fazla yas tutmaktan
nehyolunduk, dedi.
42-.......Bize
Eyyûb ibnu Mûsâ tahdîs edip şöyle dedi: BanaHumeyd ibnu Nâfi', Ebû Seleme'nin
kızı Zeyneb'den haber verdi. (Ümmü Habîbe'nin kendi kızı ve râvîsi olan Ebû
Seleme kızı) Zeyneb şöyle demiştir [74]:
Şam'dan Ebû Sufyân'ın ölüm haberi Medine'ye geldiğinin üçüncü günü (Ebû
Sufyân'm kızı, annem) Ümmü Habîbe zağfe-rânlı bir koku istedi. Akabinde bunu
iki yanağının safhasına ve iki kollarına sürdü ve: Şübhesiz ben böyle
süslenmekten müstağni bir kadınım. Fakat ben Peygamber(S)'i şöyle buyururken
işittim: "Allah'a ve âhiret gününe îmân eden bir kadının, eşinden başka
bir ölü üzerine üç günden fazla yas tutması halâl olmaz. Lâkin kadın, eşinin
ölümü üzerine dört ay on gün yas tutar" [75].
43-.......Zeyneb
bintu Ebî Seleme (R) haber verip şöyle demiştir: Ben Peygamber'in zevcesi olan
Ümmü Habîbe'nin yanına girdim. Ümmü Habîbe şöyle dedi: Ben Rasûlullah(S)'tan
işittim, şöyle buyu-ruyordu: "Allah 'a ve âhiret gününe îmân eden bir
kadına zevcinden başka bir ölü için üç günden fazla yas tutması halâl olmaz.
Lâkin kadın, zevcinin ölümü üzerine dört ay on gün yas tutar".
Zeyneb bintu Ebî
Seleme şöyle dedi: Sonra bir kerre de ben, erkek kardeşi vefat ettiğinde
Zeyneb bintu Cahş'ın yanına girdim. Zeyneb bintu Cahş da bir koku isteyip
kendisine sürdü [76]. Sonra da şöyle dedi:
Benim gibi yaşını başım almış bir kadının kokuya ne ihtiyâcı olabilir? Şu kadar
ki, ben Rasûlullah(S)'tan minber üzerinde işittim, şöyle buyuruyordu:
"Allah'a ve âhiret gününe îmân eden bir kadına, zevcinden başka bir ölü
için üç günden fazla yas tutması halâl olmaz. Lâkin kadın, zevcinin ölümü üzerine
dört ay on gün yas tutar" [77].
44-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S), bir kabir yanmda ağlamakta olan
bir kadının yanından geçti de, o kadına: ;
— "Allah'a ıttıkaa et ve sabreyle"
buyurdu.
Kadın:
— Benden uzaklaş, sen
benim musibetimle musîbetlenmedin, dedi.
Kadın Peygamber'i
tanımıyordu. Kadına:
— Bu zât
Peygamber'dir, denildi.
Bunun üzerine kadın
Peygamber'in kapısına geldi. Kadın, Peygamber'in kapısı yanmda kapıcılar
(bekçiler) bulmadı [78].
(Peygamber'in yanına girdi de:)
— Ben seni bilemedim, dedi. Peygamber (S):
— "Sabr ancak musibetin birinci darbesi
sırasındadır" buyurdu [79].
Bu azâblanmaya sebeb
olan ağlama, sağlığında Ölülere feryâdla ağlama, ölünün kendi âdeti ve hayât
yolundan olduğu
zamandır [81].
Çünkü Yüce Allah:
"Ey îmân edenler, kendilerinizi ve aile ferdlerinizi ateşten koruyun..,
"buyurmuştur (Tahrirn: 6).
Peygamber de:
"Her biriniz birer çobandır ve güttüklerinden sorumludur" buyurmuştur
[82].
Ölü üzerine yapılan ağlama,
ölünün hayâtta iken yapageldiği sünnetinden meydana gelmiş değilse, işte bu
nevi' ağlama Aişe'nin dediği gibidir: "Günahkâr hiçbir nefs diğerinin
(günâh) yükünü taşımaz*' (ei-En'âm: 164; el-İsrâ: 15; Fâtır: 18; ez-Zumer: 7;
en-Necm: 38).
Bu da Yüce Allah'ın şu
kavli gibidir:
"Günâh işleyen
hiçbir nefs, başkasının günâhını çekmez. Eğer yükü ağır bir kişi (diğer birini)
onu taşımaya çağırırsa, bu, hışmı da olsa, kendisine ondanhiçbirşey
yükletilmez... " (Fât.r: ısı. Ruhsat verilen ağlama ise, feryâdsız olan
ağlama o nev'idir [83].
Ve Peygamber (S) şöyle
buyurdu:
"Herhangi bir
nefs zulm ile öldürülecek olursa, muhakkak onun kan günâhından bir pay, birinci
âdemoğlu üzerinde sabit olur. Bu da şundandır: çünkü o birinci âdemoğlu
öldürmeyi âdet edenlerin birincisidir" [84].
45-.......Usâme
ibn Zeyd (R) tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber(S)'in kızı (Zeyneb) Peygamber'e:
— Oğlum öldü, bana
geliniz, diye haber gönderdi. Peygamber de kızına selâm söyleyerek:
— "Allah'ın
aldığı ve verdiği her şey Allah'a âiddir ve her şey Allah katında belirlenmiş
bir müddet, bir ömür iledir. Binâenaleyh ey kızım, sen sabr et ve bu sabrın
Allah yanında sevabı olduğunu hatırla" diye cevâb yolladı.
Bu defa Zeyneb,
Peygamber'e yemîn vererek:
— Muhakkak geliniz, diye haber gönderdi.
Bu haber üzerine
Peygamber kalktı. Maiyyetinde Sa'd ibn Ubâ-de, Muâz ibn Cebel, Ubeyy ibn Ka'b,
Zeyd ibn Sabit ve bir takım insanlar olduğu hâlde Zeyneb'in evine geldi. Çocuk
Rasûlullah'm kucağına verildi. Çocuğun canı gidip gelmekte ve hareket hâlinde
idi. Râvînrn: Vücûdu sanki (zaîfhktan) eski su kırbası gibi idi, dediğini
sanıyorum demiştir. Rasûlullah'ın iki gözü yaş döktü. Sa'd ibn Ubâde:
— Yâ Rasûlallah, bu yaş, bu ağlayış nedir?
dedi. Rasûlullah:
— "Bu gözyaşı, bir rahmettir ki, Allah onu
kullarının gönülleri içine koymuştur. Allah ancak kullarından merhametli
olanlara merhamet ihsan eder" buyurdu [85].
46-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah'ın bir kızının (Ümmü
Kulsüm'ün) cenazesinde hazır bulunduk. Enes dedi ki: Rasûlullah kabrin bir
tarafına oturmuştu. Yine Enes dedi ki: Ben Rasûlullah'ın iki gözünün yaş
akıtmakta olduğunu gördüm. Yine Enes dedi ki: Rasûlullah (S):
— "İçinizde bu gece günâh işlememiş kimse
var mıdır?" diye sordu.
Ebû Talha:
— Ben varım, dedi. Rasûlullah:
— "Haydi kabre in!" buyurdu.
Bunun üzerine Ebû
Talha o kadının kabrine indi(de yerleştirdi) [86].
47-.....
Bize İbnu Cureyc haber verip şöyle dedi: Bana Abdullah ibnu Ubeydillah ibn Ebî
Muleyke haber verip şöyle dedi:
Usmân'ın kızı (Ümmü
Ebân) Mekke'de vefat etmişti. (Namazında ve gömülüşünde) hazır bulunmak için
bizler de bu cenazeye gelmiştik. İbn Umer ile İbn Abbâs da bu cenazede hazır
bulundular. Ben İbn Umer ile İbn Abbâs'ın arasına oturmuştum. Yâhud da şöyle
dedi: Yâhud ben bu ikisinden birinin yanına oturmuştum da diğeri de gelip benim
yanıma oturmuştu. (Bu sırada evden kadınların feryadı yükseldi.) Bunun üzerine
Abdullah ibn Umer, yanında bulunan Usmân'ın oğlu Amr'e:
— Şu kadınları
ağlamaktan nehy etmez misin? Çünkü Rasûlul-lah (S): "Şübhesiz ölü,
ailesinin kendisine ağlamasından dolayı azâb edilir" buyurdu, dedi.
Buna karşı Abdullah
ibn Abbâs da:
— Umer, ölü kendisine ailesinin her ağlaması
yüzünden değil, bâzı gûnâ ağlaması sebebiyle azâb olunur der idi, dedi [87].
Bundan sonra da İbn Abbâs şu hâdiseyi anlatıp, şöyle dedi:
— Ben Mekke'den Umer
ile birlikte hacc'dan dönmüştüm. Biz (Mekke ile Medîne arasındaki) Beydâ
mevkiinde duraklamakta iken, büyük bir semure ağacının altında develi bir yolcu
kaafilesi göründü. Umer bana:
— Git bak, bu kaafile kimlerdir? dedi.
Ben de baktım ve
derhâl Suheyb'i tanıdım. Ve bunu Umer'e haber verdim. Umer:
— Suheyb'i bana çağır, dedi. Ben Suheyb'in yanına döndüm ve:
— Mü'minlerin
Emîri'nin yanına gel ve onunla buluş, dedim. (Beraber Medine'ye geldik.) Umer
vurulduğu zaman Suheyb ağlayarak Umer'in yanına girdi ve:
— Vah kardeşim, vah yoldaşım! diyerek feryada
başladı. ^ Umer:
— Yâ Suheyb! Bana mı
ağlıyorsun? Hâlbuki Rasûlullah: "Ölü, ailesinin bâzı gûnâ ağlamalarından
dolayı azâb olunur" buyurdu, dedi.
Sonra İbn Abbâs şöyle
dedi:
— Umer vefat ettiğinde
bu vak'ayı Âişe'ye anlattım. Âişe: Allah Umer'e rahmet etsin. Allah'a yemîn
ederim ki, Rasûlullah (S): "Allah, ehl ve ailesinin ölüye ağlamasından
dolayı bir mü'mini azâb eder" hadîsini söylememiştir. Lâkin Rasûlullah
(S): "Allah ehl ve ailesinin kendisine ağlamasından dolayı kâfirin azabım
artırır" buyurdu. Ve Âişe devamla: Size Kur'ân kâfidir. "Günahkâr
hiçbir nefs, diğerinin (günâh) yükünü taşımaz" (ei-En'âm: 164) dedi.
İbn Abbâs, Âişe'nin bu
sözlerini naklettikten sonra: Hakikat su: Güldüren de, ağlatan da
Allah'tır" (en-Necm: 43) dedi.
İbnu Ebî Muleyke:
Allah'a yemîn ederim ki, İbnu Umer bundan sonra birşey söylemedi, demiştir [88].
48-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S), ailesi başında ağlaşmakta olan bir Yahûdî
karısının (mezarı) yanından geçmişti de: "Bunlar ölüleri üzerine
ağlıyorlar. Hâlbuki ölü kabrinde azâb olunuyor" buyurdu [89].
49-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir:Umer vurulduğu zaman Suheyb: Vah kardeşim! diyerek
ağlamaya başlamıştı. Bunun üzerine Umer: Yâ Suheyb! Peygamber(S)'in
"Şübhesiz ölü, dirinin ağlaması ile muhakkak azâb olunur" buyurduğunu
bilmez misin? dedi [90].
Ve Umer (R):
"Kadınlara ilişmeyin; Ebû Süleyman'a ağlasınlar; başlarına toprak
saçmadıkça yâhud feryâd (ve) figân etmedikçe" demiştir [91].
'en-Nak' ", başa
toprak saçmak; "el-Laklaka" da, ağlarken çıkarılan sestir [92].
50........
el-Mugîre (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
"Benim ağzımdan yalan söylemek, başka bir kimse ağzından yalan söylemek
gibi değildir. Her kim bile bile benim ağzımdan yalan uydurursa ateşteki yerine
hazırlansın".
el-Mugîre dedi ki: Ben
yine Peygamber'den işittim: "Herhangi ölüye feryâd ve figânla ağlanırsa,
kendisine yapılan buferyâd ve figân sebebiyle azâblandırıhr" buyuruyordu [93].
51- Bize
Abdan tahdîs edip şöyle dedi: Bana babam Usmân ibn Cebele, Şu'be'den; o da
Katâde'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da İbn Umer'den; o da babası Umer
ibnu'l-Hattâb(R)'dan tahdîs etti. Peygamber (S): "Ölü, kendisine feryâd ve
figânla ağlanması sebebiyle kabrinde azâb olunur" buyurmuştur [94].
Bu hadîsi rivayet
etmekte Abdân'a Abdu'1-A'lâ mutâbaat etmiş ve şöyle demiştir: Bize Yezîd ibnu
Zuray' tahdîs edip şöyle dedi: Bize Saîd ibnu Ebî Arûbe tahdîs edip şöyle dedi:
Bize Katâde, Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den tahdîs etti [95].
Ve Âdem ibn Ebî Iyâs
da Şu'be'den (bâb hadîsinin isnâdıyle) "Ölü, dirinin -yâhud kabîlenin-
kendisine ağlaması sebebiyle azâb olunur" hadîsini söyledi [96].
52-.......
Ben Câbir ibn Abdillah(R)'tan işittim, şöyle dedi:
Uhud günü babam şehîd
edilip, burnu, kulakları, etrafı kesilmiş olarak getirildi ve nihayet
Rasûlullah'ın önüne konuldu. Üzeri bir bezle örtülmüş hâldeydi. Ben babamın
üstünden örtüsünü açmak isteyerek yanma vardım. Akrabalarım beni bundan
nehyettiler. Sonra bir daha açmak üzere vardım. Yine kabîlem beni nehyettiler.
Bu defa Rasülullah emir buyurdu da, örtü kaldırılıp açıldı. Bu sırada bir kadın
çığlığı işitti ve:
— "Bu kadın kimdir?" diye sordu.
Oradakiler:
— Amr'ın kızıdır,
yâhud Amr'ın kızkardeşidir, diye cevâb verdiler.
Rasülullah:
— "Bu kadın niçin ağlıyor?" Yâhud da:
"Ağlamasın! Çünkü o azız şehidi melekler, cenazesi kaldırılıncaya kadar
kanatlarıyla gölgelemekte devam ettiler" buyurdu [98].
53-.......Abdullah ibn
Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):
"(Ölüler için)
avuç içi ile yanaklarım döven, yakalarını yırtan ve Câ-hiliyyet çağırışı
ileferyâd (ve) figân eden kimse bizden değildir" buyurdu [99].
54-.......Sa'd
ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir: Veda Haccı yılında Mekke'de tutulduğum
şiddetli bir hastalığımda Rasülullah bana hasta ziyareti yapıyordu. Ben:
— Yâ Rasûlallah!
Bendeki hastalık şu şiddetli dereceye ulaşmıştır. Ben mal sahibi bir kimseyim.
Bana yalnız bir tek kızdan başkası mîrâsçı olmayacak. Buna göre malımın üçte
ikisini sadaka yapayım mı? diye sordum.
Rasülullah:
— "Hayır, sadaka yapma" buyurdu.
— Yansını sadaka yapayım mı? dedim. ,M
Rasûlullah yine:
— "Hayır, sadaka yapma" dedi. Sonra
Rasûlullah şöyle buyurdu:
— "Üçte bir (sadaka yap). Üçte bir de
büyüktür yâhud çoktur. Senin mirasçılarını zengin bırakman, muhtaç ve halka el
açar halde fakır bırakmandan daha hayırlıdır. Ey Sa'd! Sen Allah rızâsını isteyerek
harcayacağın herbir nafakadan muhakkak ücret alacaksın. Hattâ yemek yerken
eşinin ağzına koyacağın bir lokmadan dolayı da ecre nail olacaksın".
Yine ben:
— Yâ Rasûlallah! (Siz
Medine'ye döneceksiniz de) ben arkadaşlarımın arkasında geriye mi
bırakılacağım? diye sordum.
Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu:
— "Sen geri bırakılmıyacaksın. (Şayet
burada kalır da) sâlih amel işlersen, elbette onunla derecen artacak, merteben
de yükselecektir. Sonra zannediyorum ki, sen uzun zaman yaşatılacaksın. Hattâ
senden bir takım kavimler faydalanacak; diğer bir takımları da senden dolayı
zarara uğrayacaklardır. Yâ Allah! Sahâbîlerimin hicretlerini tamamla, onları
topukları üzerinde ters çevirme!"
Lâkin hâli üzüntülü
olan Sa'd ibn Havle'dir. Rasûlullah (S) ona, Mekke'de ölmüş olmasından dolayı
şefaat edip, üzülmektedir[101].
55-.......Bana
Ebû Musa'nın oğlu Ebû Burde tahdîs edip şöyle dedi: (Bir kerre babam) Ebû Mûsâ
şiddetli bir hastalıkla hastalanmıştı. Bu sırada başı ailesinden bir kadının
kucağında olduğu hâlde bayılmıştı. Bunun üzerine kadın ağlamağa başladı. Fakat
Ebû Mûsâ, kadının bu ağlamasını men' etmeye muktedir olamamıştı. Ebû Mûsâ bu
baygınlıktan açıhnca şöyle dedi: Rasûlullah'm hoşlanmayıp uzak bulunduğu
kimselerden ben de uzağımdır. Şübhesiz Rasûlullah (S) musîbet zamanında sayha
eden, saçını yolan ve elbisesini yırtan kadınlardan uzak bulunmuştur [102].
56-.......Abdullah
ibn Mes'ûd'dan: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Yanakları döven,
yakalan yırtan ve Câhiliyyet çağırış bağır işiyle fery ad eden kimseler bizden
değildir" [103].
57-.......
Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Yanakları döven,
yakaları yırtan ve Câhiliyyet çağırışı ile bağırıp çağıran bizden
değildir" buyurdu [104].
58-.......Bana
Amre bintu Abdirrahmân haber verip şöyle dedi: Ben Âişe(R)'den işittim, şöyle
dedi: Peygamber'e (Mûte şehîdle-ri) Zeyd ibn Hârise'nin, Ca'fer'in, Abdullah
ibn Revâha'nın şehîdlik haberi geldiği zaman, Peygamber (mescidde) oturmuştu.
Yüzünde hüzün ve keder eseri fark ediliyordu. Ben de kapının Rasûlullah'ın görülebileceği
bir aralığından, yânı kapının yarığından kendisine bakıyordum. Bu sırada
Rasûlullah'a bir adam geldi ve:
— Ca'fer'in kadınları, dedi ve onların ağlaştıklarım
söyledi. Rasûlullah (S) o kimseye kadınları bu çığlıktan men' etmesini
emretti. O adam gitti.
Sonra ikinci defa Rasûlullah'a geldi ve kadınların kendisine itaat
etmediklerini haber verdi. Rasûlullah yine:
— "Kadınları nehyet!" buyurdu. O adam
üçüncü defa geldi ve:
— Yâ Rasûlallah! Vallahi kadınlar bize galebe
ettiler, dedi. (Râvî Amre dedi ki:) Âişe: Rasûlullah o adama: "Bu
kadınların
ağızlarına toprak
saç" buyurdu, dedi.
Âişe dedi ki: Ben de o
adama: Allah senin burnunu topraklasın, yânı Allah seni zelîl etsin. Sen ne
Rasûlullah'ın sana verdiği emri yerine getirdin, ne de hüzün ve keder içinde
bulunan Rasûlullah'i kendi hâlinde bıraktın! dedim.
59-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Maûne kuyusunda yetmiş kadar kurrâ
şehîd edildiği zaman bir ay kunût yaptı (ve müşrikler aleyhine duâ etti). Ben
Rasûhıllah'ın o zamandan daha şiddetli bir hüzünle üzüldüğünü asla görmedim [106].
Muhammed ibn Ka'b
el-Kurazî de: "el-Cezau", kötü söz söylemek ve kötü zannda
bulunmaktır, dedi [108].
Ya'kûb Peygamber de:
"Ben kederimi,
mahzunluğumu yalnız Allah'a şikâyet ediyorum..." dedi (Yusuf: 84) [109]
60-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Bize İshâk ibn Abdillah ibn Ebî Talha
haber verdi. O, Enes ibn Mâ-lik(R)'ten şöyle derken işitmiştir: Ebû Talha'nm
hasta olan bir oğlu vardı. Enes dedi ki: Bu çocuk Ebû Talha evden dışarıda
bulunduğu bir sırada öldü. Karısı Ümmü Süleym, çocuğun öldüğünü görünce bir şey
hazırladı (yâni çocuğu yıkadı, kefenledi) ve çocuğu kokuladı da evin bir
tarafına koydu. Ebû Talha geldiğinde: Oğlan nasıldır? diye sordu. Ümmü Süleym:
Çocuğun nefsi sâkinleşti. İstirahat etmiş olmasını ümîd ederim, dedi. Ebû
Talha, kadın doğru söylüyor sandı ve yattı (yânî eşi ile birleşti). Sabah
olunca yıkandı. Dışarı çıkmak istediğinde Ümmü Süleym, Ebû Talha'ya çocuğun
öldüğünü bildirdi. Ebû Talha mescide gidip, Peygamber ile namaz kıldı. Sonra da
bu karı koca arasında o gece olup bitenleri Peygamber'e haber verdi. Bunun üzerine
Rasûlullah (S): "Allah'ın sizlere, bu geceniz hakkında bereketler ihsan
etmesini dilerim" diye duâ etti [110].
Sufyân ibn Uyeyne
şöyle dedi: Ensâr'dan (Ibâye ibnu Rıfâa isminde) bir kimse: Ben Ebû Talha ile
Ümmü Süleym'in dokuz çocuklarını gördüm, bunların hepsi de Kur'ân okurdu, dedi
[111]..
Ve Umer (R) şöyle
demiştir:
Şunlar ne güzel iki
denk ve ne güzel ilâvedir.
"Onlar
kendilerine bir musibet geldiği zaman 'Biz Allahhn mülküyüz ve biz ancak O'na
dönücüleriz' derler. İşte onlar; Rabb lerinden mağfiretler ve rahmet hep
onların üzerinedir ve onlar doğru yola erdirilenlerdir''
(el-Bakara: 156-157) [112].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Hem sabr (ve
sebat) ile hem de namaz ile (A Hah 'tan) yardım isteyin. Şübhesiz bu elbette
büyük bir şeydir.
Ancak Allah'a karşı
yüksek saygı gösterenler üzerinde öyle değildir" (el-Bakara: 45) [113].
61-.......Bize
Şu'be, Sabit el-Bunânî'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: Ben Enes ibn
MâIik(R)'ten işittim; Peygamber (S): "(Gerçek) sabr, musibetin ilk darbesi
sırasında (katlanıp dayanmak) buyurmuştur [114].
Ve İbn Umer (R)
Peygamber(S)'den olmak üzere: "Göz ağlar ve kalb mahzun olur'* demiştir [115].
62-.......Bize
Kurayş -ki o İbnuHayyân'dır-,Sâbit el-Bunânî'den tahdîs etti. Enes ibn Mâlik
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah ile demirci bir san'atkâr olan Ebû Seyf in yanına
girdik. Ebû Seyf, (Peygam-ber'in çocuğu) İbrahim'in süt babası idi. Rasûlullah,
İbrahim'i aldı, onu öptü ve kokladi. Bundan sonra bir kerre daha Ebû Seyf in
evine gittik. Bu defa İbrâhîm can veriyordu. Rasûlullah'ın iki gözü yaş dökmeye
başladı. Bunun üzerine Abdurrahmân ibn Avf:
— Yâ Rasûlallah! Halk
musibet zamanında sabr etmeyebilir; fakat sen de mi? diye taaccüb ifâde etti.
Rasûlullah:
— "Ey Avf oğlu! Bu halet, bir rahmet ve
şefekattir" buyurdu. Sonra bu göz yaşını diğer bir gözyaşı ta'kîb etti. Bu
defa da Rasûlullah (S):
— "Şübhesiz göz ağlar, kalb de mahzun
olur. Biz ise, Rabb'i-mizin razı olacağı sözden başka söz söylemeyiz. Yâ
İbrahim! Bizler senin ayrılığınla pek mahzun ve kederliyiz" buyurdu [116].
Bu hadîsi Mûsâ ibn
Ismâîl, Süleyman ibnu'l-Mugîre'den; o da
Sabit el-Bunânî'den; o
da Enes ibn Mâlik'ten; o da Peygamber(S)'den olmak üzere rivayet etmiştir [117].
63-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Sa'd ibn Ubâde bir kerre kendisine arız olan bir
hastalıktan dolayı rahatsız oldu. Peygamber (S), Abdurrahmân ibn Avf, Sa'd ibn
Ebî Vakkaas ve Abdullah ibn Mes'ûd ile birlikte Sa'd'e hasta ziyaretine
geldiler. Peygamber, Sa'd'in yanına girdiği zaman, onu ailesi halkı tarafından
çepçevre kuşatılmış bir hâlde buldu. Rasûlullah:
— "Sa'd öldü mü?" diye sordu
Oradakiler:
— Hayır yâ Rasûlallah, ölmedi, dediler.
Peygamber duygulanıp
ağladı. Topluluk Peygamber'in ağladığını görünce, onlar da ağladılar [118].
Bunun üzerine Peygamber (S):
— "İşitmez
misiniz? Şübhesiz ki, Allah gözyaşı ile ve iç üzüntüsü ile azâb etmez. Lâkin
-diline işaret ederek- işte bunun yüzünden ya azâb eder, yâhûd da merhamet
eyler. Ve şübhesiz ölü, ailesinin kendisine (nehyedilmiş bir ağlayışla)
ağlamasından dolayı azâb olunur" buyurdu [119].
Umer (R) de
(Câhiliyyet âdeti üzere) ağlandığında sopa ile döver, çakıl taşları atar ve
toprak saçardı [120].
64-.......Bize
Yahya ibn Saîd tahdîs edip şöyle dedi: Bana Abdurrahmân kızı Amre haber verip
şöyle dedi: Ben Âişe(R)'den işittim, şöyle diyordu: Zeyd ibn Harise, Ca'fer ve
Abdullah ibn Revâha'nın ölüm haberleri geldiği zaman Peygamber (S) mescidde
oturdu. Kendisinde hüzün fark ediliyordu. Ben de kapının (görülebilecek)
aralığından Peygamberce bakıyordum. Bu sırada kendisine bir kimse geldi ve:
— Yâ Rasûlallah!
Ca'fer'in kadınları, dedi ve onların (çığlıkla) ağlayışlarım zikretti.
Rasûlullah da o kimseye kadınları bu çığlıktan nehyetmesini emretti. O adam da
gitti. Sonra geldi de: Onları neh-yettim, dedi, ve kadınların kendisine itaat
etmediklerini söyledi. Peygamber ikinci defa ona kadınları nehyetmesini
emretti. O zât tekrar gitti. Sonra geldi ve:
— Vallahi kadınlar bana -yâhud bize- galebe
ettiler, dedi. Şekk, râvî Muhammed ibn Havşeb'dendir. (Amre dedi ki:) Âişe:
Peygamber (S) o adama: "Bu kadınların ağızlarına toprak saç" buyurdu,
dedi. (Âişe dedi ki:) Ben de o adama: Allah senin burnunu toprağa sürsün (yânî
seni zelîl kılsın)! Vallahi sen ne Rasûlullah'ın verdiği emri. yaptın, ne de
(hüzün ve keder içinde bulunan) Rasûlul-lah'ı kendi hâlinde bıraktın, dedim [121].
65-.......Ümmü
Atıyye (R) şöyle demiştir: Peygamber (S), biz kadınlardan İslâm üzerine bey'at
aldığı sırada ölüye feryâd ve çığlıkla ağlamıyacağımıza dâir de söz almıştı [122].
Beş kadından başka bizden hiçbir kadın (o zaman) ahdine vefa etmedi. Ahdini
yerine getiren beş kadın: Ümmü Süleym, Ümmü'1-Aiâ, Mufiz'ın karısı olan Ebû Sebre
kızı, ve daha iki kadındır. Yâhud Ebû Sebre kızı üe Muâz'ın karısı ve diğer bir
kadın [123].
66-.......
Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Bize ez-Zuhrî, Sâlim'den; o da
babası Abdullah ibn Umer'den; o da Âmir ibn Rabîa'dan tahdîs etti. Peygamber
(S): "Sizler cenaze gördüğünüzde, cenaze sizi geride bırakıncaya kadar ayağa
kalkınız" buyurmuştur [124].
Sufyân ibn Uyeyne
şöyle dedi: ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Salim, babasından haber verdi. Babası
Abdullah ibn Umer: Bize Âmir ibn Rabîa, Peygamber'den haber verdi, demiştir [125].
el-Humeydî Ebû Bekr
Abdullah el-Mekkî, Sufyân ibn Uyeyne'den yaptığı rivayetinde: ' 'Cenaze sizi
geride bırakıncaya yâhud cenaze yere konuluncaya kadar ayakta durunuz"
fıkrasını ziyâde etmiştir [126].
67-.......Bize
el-Leys ibn Sa'd, Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den; o da Âmir ibn Rabîa'dan
tahdîs etti. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Sizin herhangi biriniz bir
cenaze gördüğünde, cenazenin beraberinde yürüyücü değilse, cenazeyi arkada
bırakıncaya kadar, yâhud cenaze onu geride bırakıncaya kadar; yâhud cenaze o
kimseyi arkada bırakmazdan evvel cenaze yere indirilinceye kadar ayağa
kalksın" [128].
68-.......Keysân
şöyle demiştir: Biz bir cenazede bulunduk. Ebû Hureyre, Mervân'ın elini tuttu.
Cenaze yere konulmazdan evvel ikisi oturdular. Bunun üzerine Ebû Saîd el-Hudrî
gelip Mervân'ın elinden tuttu ve:
— Ayağa kalk! Yemin
olsun şu adam (yânı Ebû Hureyre), Pey-gamber'in bizleri cenaze omuzlardan yere
indirilmedikçe oturmadan nehyettiğini kat'î olarak bilmektedir, dedi.
Bu söz üzerine Ebû
Hureyre de:
— Ebû Saîd doğru söyledi, dedi [129].
69-.......Bize
Yahya ibn Ebî Kesîr, Ebû Seleme ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû Saîd
el-Hudrî(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S): "Bir cenaze gördüğünüz zaman
hemen ayağa kalkınız. Cenazenin ardından giden kimse ise, cenaze konuluncaya kadar
oturmasın" buyurmuştur [130].
70-.......Câbir
ibn Abdillah şöyle demiştir: Bir kerre yanımızdan bir cenaze geçmişti.
Peygamber (S) hemen o cenaze için ayağa kalktı. Biz de ona uyarak ayağa kalktık
ve:
— Yâ Rasûlallah! Bu bir Yahûdî cenâzesidir,
dedik.
— "Bir cenaze gördüğünüzde hemen ayağa
kalkınız" buyurdu [131].
71-.......Bize
Amr ibnu Murre tahdîs edip şöyle dedi: Ben Abdurrahmân ibn Ebî Leylâ'dan
işittim, şöyle dedi: Sehl ibn Huneyf ile Kays ibn Sa'd, Kaadisiyye mevkiinde
oturuyorlardı. Ora halkı bunların yanından bir cenaze geçirdiler. Sehl ile
Kays hemen ayağa kaİk-tılar. Kendilerine: Bu cenaze, bu arazîlerin halkından,
yânî zimmet ehlindendir, denildi. Bunun üzerine Sehl ile Kays:
— Peygamber(S)'in
yanından bir Yahûdî cenazesi geçmişti de Peygamber hemen ayağa kalkmıştı. Bunun
üzerine Peygamber'e de: Bu bir Yahûdî cenâzesidir, denilmişti de Peygamber (S):
"Bu da (yaşayıp ölen) bir insan değil mi?" diye cevâb vermişti,
demişlerdir [132].
Ve Ebû Hamze Muhammed
ibn Meymün, el-A'meş'ten; o da Amr'dan; o da İbn Ebî Leylâ'dan söyledi. îbn Ebî
Leylâ şöyle demiştir: Ben Kays ile Sehl'in beraberinde idim. Bunlar: Biz
Peygam-ber'in beraberinde idik... dediler [133].
Zekeriyyâ ibn Ebî
Zaide de Şa'bî'den; o da İbn Ebî Leylâ'dan söyledi ki, o Ebû Mes'ûd Ukbe ibn
Amr el-Ensârî ile Kays ibn Sa'd; her ikisi de cenaze için ayağakalkarlardı,
demiştir [134].
72-......
Keysân, EbûSaîd el-Hudrî'den işitti ki, Rasûiullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Cenaze (tâbuta) konulup erkekler omuzları üzerine yüklendikleri zaman,
eğer o cenaze iyi bir kişi ise: 'Beni (sevabıma) ulaşdınmz' der. Eğer o cenaze
iyi olmayan bir kişi ise: 'Eyvah! Bu cenaze ile nereye gidiyor sunuz?'
diyeferyâd eder. Cenazenin bu feryadını (gafil) insandan başka her varlık
işitir. İnsan bu sayhayı işit-seydi, muhakkak düşer bayılırdı" [135].
Ve Enes ibn Mâlik (R):
"Sizler, ölüyü, yerine ulaştırmak için beraberinde gidenlersiniz. Onun
için cenazenin önünde, arkasında, sağında solunda yürüyünüz" demiştir [136].
Enes'ten başkası da: "Cenazeye yakın
gidiniz" demiştir [137].
73-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Biz şu gelecek hadîsi ez-Zuhrî'den
ezberledik; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den. Peygamber
(S) şöyle buyurmuştur: "Cenazeyi sür'atlice naklediniz. Eğer bu ölü iyi
bir kişi ise, bu bir hayr-dır. Onu (bir an evvel kabirdeki) hayr ve sevabına
ulaştırmış olursunuz. Eğer bu cenaze iyi bir kişi değilse, bu da bir şerrdir.
Onu omuzlarınızdan (çabuk) indirip korsunuz'' [138].
74-.......Keysân,
Ebû Saîd Hudrî'den işitmiştir. O şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle der
iûi:"Cenâze tâbuta konulduğu ve erkekler onu omuzlan üzerine yüklendikleri
zaman, eğer o cenaze iyi bir kişi idiyse; 'Beni (sevabıma) ulaştırınız' der; ve
eğer o cenaze iyi olmayan bir kişi idiyse, cenaze ahâlîsine hitaben: 'Bu
cenazeye yazıklar olsun! Onu nereye götürüyorlar?' diye feryâd eder. Cenazenin
bu feryadını insandan başka herşey işitir. İnsan bunu işitseydi, muhakkak düşer
bayılırdı" [139].
75-.......Câbir
ibn Abdillah (R): Rasûlullah (S-Habeş hükümdarı olan) Necâşî üzerine cenaze
namazı kıldırdı. Ben ikinci yâhud üçüncü saffta bulundum, demiştir [140].
76-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Necâşî'nin ölüm haberini sahâbîierine
ulaştırdı. Sonra (namaz kıldırmak üzere) kendisi öne geçti, sahâbîler O'nun
arkasında dizi dizi sıralanıp saff oldular. Akabinde Peygamber dört tekbîr
aldı [141].
77-.......Bize
Süleyman eş-Şeybânî, eş-Şa'bî'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: BanaPeygamber'in
yanında hazır bulunmuş olan bir kimse haber verdi. Peygamber (S) bir defa
kenarda kalmış bir kabre gelip, kabr üzerine sahâbîleri saff saff dizmiş ve
dört tekbîr alarak cenaze namazı kıldırmıştır. (Süleyman eş-Şeybânî dedi ki:)
Ben eş-Şa'bî'ye hitaben: Bu hadîsi sana kim (yânî hangi sahâbî) tahdîs etti?
diye sordum. eş-Şa'bî: İbnu Abbâs (R) diye cevâb verdi [142].
78-.......Bana
Atâ ibn EbîRebâh haber verdi. O, Câbir ibn Abdil!ah(R)'tan şöyle derken
işitmiştir: Peygamber (S): "Bu gün Habeş milletinden iyi bir adam
ölmüştür, gelin de ona cenaze namazı kılın!" buyurdu. Câbir dedi ki: Biz
dizilip saff olduk. Bizler dizi dizi safflar hâlinde iken Peygamber Necâşî
üzerine cenaze namazı kıldırdı.
Ebû'z-Zubeyr Muhammed
ibn Müslim, Câbir'den söyledi. Câbir: (Peygamber Necâşî'ye cenaze namazı
kıldığı zaman) ben ikinci saffta idim, demiştir [143].
79-.......Bize
Süleyman eş-Şeybânî, Âmir eş-Şa'bî'den; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti (o,
şöyle demiştir): Rasûlullah (S) geceleyin içine cenaze gömülmüş olan bir kabre
uğradı. Orada bulunan cenaze sâhiblerine:
— "Bu cenaze ne zaman gömüldü?" diye
sordu. Onlar da:
— Geçen gece (yânı
dünkü günün gecesinde), diye cevâb verdiler.
(Peygamber bu ölüyü
hastalığı sırasında ziyaret etmiş bulunduğundan) cenaze sâhiblerine:
— "Bana niçin haber vermediniz?" diye
serzeniş etti. Onlar:
— Biz onu gecenin
karanlığında gömdük; sizi o vakitte uyandırmak istemedik, dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah namaza dikeldi. Biz de arkasında saff bağladık. İbn Abbâs dedi ki:
Ben de bu saffların içinde bulundum. Rasûluliah bu gömülü olan ölüye namaz
kıldı [144].
Peygamber (S):
"Cenaze üzerine namaz kılan kimse..." buyurdu.
Ve yine:
"Arkadaşınız üzerine namaz kılınız" buyurdu. Ve yine:
"Necâşî üzerine
namaz kılınız" buyurdu. Peygamber bu sözleriyle, içinde rükû* ve sucûd
bulunmayan, kelâm da edilmeyen; fakat içinde ölüye duâ edilen, tekbîr alma ve
selâm verme bulunan bu husûsî duruşa namaz ismi vermiştir [146].
Ve İbn Umer, cenaze
namazını ancak temiz olarak kılardı ve o, cenaze namazını güneşin doğuşu ve
batışı sırasında kılmaz ve tekbîr alışta iki elini yukarı kaldırır idi [147].
Ve Hasen Basrî:
Zamanlarına yetiştiğim (sahâbî ve tabiîden olan) insanlar, cenazeleri üzerine
kılınacak namazda imamete en ziyâde lâyık gördükleri kimseler, farz
namazlarında imamlığına razı oldukları kimselerdi, demiştir [148].
Keza: Bayram günü
namazında abdesti bozulan yâhud cenaze namazı kılınacağı sırada abdesti olmayan
kimse, su arar da teyemmüm etmez [149].
Ve yine Hasen Basrî;
Bir kimse cenaze namazına cemâat namaz kılarken ulaşırsa, cemâatle beraber bir
tekbîr alarak namaza girer, demiştir [150].
Saîd ibn Müseyyeb de:
Erkek kişi, cenaze
namazında gecede gündüzde, seferde hazarda musâvî olarak dört tekbîr alır,
demiştir [151].
Enes ibr. Mâlik de:
Birinci tekbîr namaza başlama tekbîridir, demiştir [152].
Ve Yüce Allah '
'Onlardan hiçbir kimse üzerine ebedî salât etme. Kabrinin başında da
durma..." (et-Tevbe: 85) buyurdu, yânî buna "Salât" ismini verdi
[153].
Ve bu cenazeye yapılan
salâtta diğer namazlar gibi safflar da, imâm da mevcûddur [154].
80-.......Şa'bî
şöyle demiştir: Bana, Peygamberiniz ile beraber yolu yalnız bir kabre uğrayan
bir zât haber verdi. O zât: Peygamber (S) bize imâm oldu; biz de O'nun
arkasında saff bağladık, dedi. Süleyman Şeybânî dedi ki: Biz eş-Şa'bî'ye: Yâ
Ebâ Amr! Bunu sana tahdîs eden sahâbî kimdir? dedik. eş-Şa'bî: îbnu
Abbâs(R)'tır, diye cevâb verdi1[155].
Ve Zeyd ibn Sabit
(R-45): Cenaze namazını kılınca,
üzerindeki cenazeye ittibâ borcunu ödemiş olursun, demiştir [157].
Humeyd ibn Hilâl de: Biz cenaze namazı üzerine geri
dönmek için cenaze
sahihlerinden izin almak bilmiyoruz, lâkin cenaze namazını kıldıktan sonra geri
dönen için bir kîrât
sevâb vardır, demiştir [158].
81-.......Bize
Cerîr ibnu Hazım tahdîs edip şöyle dedi: Ben Nâfi'den işittim, şöyle diyordu:
İbnujUmer'e:
— Ebû Hureyre,
cenazenin beraberinde giden kimse için bir kîrât ecir vardır diyor, denildi.
İbn Umer:
— Ebû Hureyre bize
(hadîs rivayet etmeyi) çoğalttı, dedi. Fakat Âişe, Ebû Hureyre'yi tasdîk etti
ve:
— Ebû Hureyre'nin
söylemekte olduğu hadîsi ben de Rasûltfl-lah'tan işittim, dedi.
Bunun üzerine Abdullah
ibn Umer:
— Yemîn olsun ki, biz
pek çok kîrâtlardaki sevabı almakta kusur ettik, dedi.
(Buhârî dedi ki:)
"Farrattu" "Allah'ın emrinden zayi' ettim" demektir [159].
82- Bize Abdullah
ibnu Mesleme tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbnu Ebî Zi'b'in huzurunda okudum. O
da Saîd ibn Ebî Saîd el-Makburî'den; o da babası Ebû Saîd Keysân'dan. O, Ebû
Hureyre'-den sormuş; Ebû Hureyre de: Ben Peygamber(S)'den işittim, demiştir.
H ve bana Abdullah
ibnu Muhammed tahdîs etti: Bize Hişâm tahdîs etti: Bize Ma'mer, ez-Zuhrî'den; o
da İbnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den. Peygamber (S) buyurdu ki...
Bize Ahmed ibnu Şebîb
ibn Saîd tahdîs edip şöyle dedi: Bana babam Şebîb ibn Saîd tahdîs edip şöyle
dedi: Bize Yûnus ibn Yezîd tahdîs etti. İbnu Şihâb dedi ki: Ve bana Abdurrahmân
el-A'rac tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir [160]:
Rasûlullah (S): "Cenazede, cenaze namazı kılınıncaya kadar hazır bulunan
kimseye bir kîrât vardır. Cenaze gömülünceye kadar hazır bulunan kimse için ise
iki kîrât sevâb olur" buyurdu. İki kîrât nedir? denildi. Rasûlullah:
"İki büyük dağ gibidir" buyurdu [161].
83-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir kabre geldi. Orada bulunanlar: Bu
cenaze dünkü günün gecesinde gömüldü dediler. İbn Abbâs bu kelimeyi dufine
yâhud dufinet şeklinde ter-dîdli söylemiştir. İbn Abbâs: Biz Rasûlullah'ın
arkasında saff olduk, sonra Rasûlullah o gömülü cenaze üzerine namaz kıldırdı,
dedi [163].
84-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bize Habeşler'in meliki olan
Necâşî'nin ölüm haberini, Öldüğü gün bildirdi ve: "Kardeşiniz için
Allah'tan mağfiret isteyin" buyurdu.
Ve İbn Şihâb'dan: O
şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R):
Peygamber'in onları namazgahta saff yapıp Necâşî üzerine dört tekbîr aldığını
söylemiştir [164].
85- Bize
îbrâhîm ibmı'İ-Munzir tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ebû Damre tahdîs edip şöyle
dedi: Bize Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den tahdîs etti. Abdullah ibn Umer (R) şöyle
demiştir: Yahudiler kendilerinden zina etmiş olan bir erkek ile bir kadını
Peygamber'e getirdiler. Peygamber bu.zinâcılann taşlanmasını emretti. Bunun
üzerine ikisi de
mescidin yanında
cenazelerin konulduğu yere yakın bir mekânda taşla Öldürüldüler [165].
Alî ibn Ebî Tâlib'in
torunu olan el-Hasen ibnu'l-Hasen (97) vefat ettiğinde, eşi ve yine Alî'nin
torunu olan Fâtıma bintu'l-Hüseyin (110), kocasının kabri üzerine bir sene
kadar bir kubbe kurmuştu [166].
Sonra bu kubbe kaldırıldı. O sırada Fâtıma ve yanında bulunanlar bir sayha
işittiler. Sayha sahibi:
— Düşün bak! Bu musîbet-zedeîer kaybettiklerim
buldular mı? diye soruyordu.
Diğer bir sayha sahibi
de bu suâle:
— Hayır, onlar ümîdlerini kestiler de döndüler,
dîye cevâb vermişti [167].
86-.......Urve'den;odaÂişe(R)'dentahdîsetti.
Peygamber (S) âhirete göç ettiği hastalığında: "Allah Yahûdîler'i ve
Hrısüyanlar'ı rahmetinden uzak kılsın. Bunlar peygamberlerinin kabirlerini mescid
edindiler" buyurmuştur [168].
Âişe: Böyle bir endîşe olmasaydı sahâ-bîler, Rasûlullah'ın kabrini açık
bırakırlardı. Lâkin ben onun mescid edinilmesinden korkarım, demiştir [169].
87-.......Semure
ibn Cundeb (R) şöyle demiştir: Ben.lohûsahğından dolayı vefat eden bir kadın
üzerine Peygamber'in arkasında cenaze namazı kıldım. Peygamber (S), o kadının
cenazesinin karşısında tam ortasına doğru ayakta durdu [170].
88-.......Bize
Semure ibnu Cundeb (R) tahdîs edip şöyle dedi: Ben nifâs müddeti içinde ölmüş
bir kadına Peygamber(S)'in arkasında cenaze namazı kıldım. Peygamber cenazenin
karşısında ve ortasına doğru ayakta durdu [172].
Ve Humeyd et-Tavîl
şöyle demiştir:
Enes (R) bizlere
cenaze namazı kıldırdı da bunda üç defa tekbîr aldı, sonra selâm verdi.
Akabinde bu husus kendisine söylendi. Bunun üzerine hemen kıbleye yöneldi,
sonra dördüncü tekbîri aldı, sonra da selâm verdi [173].
89-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S), vefat etmiş olduğu gün içinde
Necâşî'nin ölümünü bildirdi. Ve sahâbîleri musallaya çıkardı, onları sıralayıp
saff yaptı ve Necâşî üzerine dört defa tekbîr aldı.
90-.......Bize
Saîd ibnu Mînâ, Câbir ibn Abdillah'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) Ashame
en-Necâşî üzerine dört defa tekbîr almıştır. Ve Yezîd ibn Hârûn ile
Abdussamed, Selîm'den yaptıkları rivayette "Ashame" demişlerdir [174].
Ve bu hadîsi rivayet
etmekte Abdussamed ibnu Abdilvâris, Yezîd ibn Harun'a mutâbaat etmiştir [175].
ef-Hasenu'1-Basrî de:
Çocuk üzerine cenaze namazı kıldıracak olan kimse Fâtihatu'I-Kitâb'ı okur,
sonra da
"Allahumme'c'alhu
lenâ faratan ve selefen ve ecran (Yâ Allah, bu çocuğu -cennette- bizim için
karşılayıcı, teşrîfâtçı ve âhiret armağanı kıl) diye duâ eder, demiştir [176].
91- Bize
Muhammed ibn Beşşâr tahdîs edip şöyle dedi: Bize Gun-der tahdîs edip şöyle
dedi. Bize Şu'be, Sa'd ibn İbrahim'den; o da Talha ibn Abdiîlah'tan tahdîs
etti. Talha: Ben İbn Abbâs'ın arkasında cenaze namazı kıldım, demiştir.
Ve bize Muhammed ibnu
Kesîr tahdîs edip şöyle dedi: Bize Suf-yân es-Sevrî, Sa'd ibn İbrâhîm'den; o da
Talha ibn Abdillah ibn Avf -tan haber verdi. Talha: Ben İbn Abbâs'ın arkasında
cenaze üzerine namaz kıldım; bu namazda îbn Abbâs Fâtihatu'I-Kitâb'ı okudu da:
Cenaze namazında Fâtihatu'I-Kitâb okumak bir sünnet olduğunu bilsinler dedis
demiştir [177].
92-.......
Ben eş-Şa'bî'den işittim, şöyle dedi: Bana, Peygamber(S)'in beraberinde,
kenarda kalmış bir kabre uğrayan kimse haber verdi. Peygamber onlara imâm
olmuş, onlar da Peygamber'in arkasında o mezar üzerine cenaze namazı
kılmışlardır. (Süleyman eş-Şeybânî dedi ki:) Ben eş-Şa'bî'ye hitaben: Yâ Ebâ
Amr, bu hadîsi sana tahdîs eden (sahâbî) kimdir? dedim. eş-Şa'bî: Abdullah ibn
Ab-bâs(R)'tır, dedi [178].
93-.......(Ebû
Hureyre -R- şöyle demiştir): Bir zencî adam yâhud zencî kadın mescidi süpürür
idi [179].
Günün birinde vefat etti. Fakat Peygamber onun ölümünü bilmemişti. Bir gün
Peygamber o zâtı andı da: "Bu insan ne yaptı?" diye sordu. Sahâbîler:
O öldü yâ Ra-sûlallah, dediler. Rasûlullah: "Bana (vefatını) haber vermeli
değil miydiniz?" buyurdu. Sahâbîler: O şöyle şöyle oldu diye, onun
kıssasını zikrettiler. Râvî dedi ki: Sahâbîler bu sözleriyle o zâtın sânını
horla-dılar (onu küçük ve ehemmiyetsiz gördüler). Rasûlullah: "Haydin onun
kabrini bana gösteriniz" buyurdu. Akabinde onun kabrine vardı ve üzerine
namaz kıldı [180].
94-.......Bize
Saîd ibn Ebî Arûbe, Katâde'den; o da Enes(R)'ten tahdîs etti. Peygamber (S)
şöyle buyurmuştur:
"Kul kabrine
konulduğu ve sahihleri geri dönüp gittikleri zaman -ki ölü bunlar yürürken
ayakkabılarının sesini muhakkak işitir- ona iki melek gelir. Bunlar ölüyü
oturturlar ve ona:
— Şu Muhammed denilen
kimse hakkında ne dersin? diye sorarlar.
O mü'min kul:
— O'nun Allah'ın kulu
veRasûlüolduğunaşehâdetederim, der. Bunun üzerine melekler tarafından:
— Ey mü'min,
cehennemdeki yerine bak. Allah bu azâb yerini senin için cennetten bir makaama
tebdil eyledi, denilir''.
Peygamber (S): "O
mü'min, cehennem ve cennettekUki makaa-mini birden görür" buyurmuştur.
"Fakat kâfir
veyâhud münafık olan ölü (meleklerin suâline):
— Muhammed hakkında
bir şey bilmiyorum. İnsanların O'na diyegeldikleri bir sözü (işitir), ben de
onlara uyup söylerdim, diye ce-vâb verir.
Bu iki melek
tarafından o kâfir veya munâfıka:
— Hay sen anlamaz ve
uymaz olaydın! denilir.
Sonra bu kâfir veya
munâfıkın iki kulağı arasına demirden bir topuzla vurulur. O topuzu yiyince
kâfir veya münafık şiddetli birferyâd ile bağırır ki, bu feryadı ins ve
cinnden başka, bu ölüye yakın olan her şey işitir" [181].
95-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ölüm meleği Mûsâ Peygamber'e gönderildi. Melek
Musa'ya gelince, Mûsâ, meleğe bir tokat vurdu. Melek Rabb'ına döndü ve:
— Sen beni ölmek istemeyen bir kula gönderdin,
dedi.
Allah, meleğe gözünü
(yâhud eski kudret ve metanetini) iade etti ve tekrar Musa'ya dön de ona:
Elini bir öküzün sırtına koymasını ve elinin örttüğü her bir kıla mukaabil bir
yıl Ömür verileceğini söyle, dedi.
Mûsâ, bu ilâhî bahşişi
duyunca:
— Yâ Rabbî! Bundan
sonra ne olacak (ölecek miyim, yoksa daha yaşayacak mıyım)? diye sordu.
Allah:
— Sonra öleceksin, buyurdu. Mûsâ:
— Öyleyse ölüm şimdi
gelsin, dedi de Allah'tan bir taş atımı mesafeye kadar kendisini Mukaddes
Arz'a yaklaştırmasını (orada ölüp orada gömülmesini) diledi [183].
Ebû Hureyre şöyle
dedi: Rasûlullah (S): "Eğer ben Musa'nın gömüldüğü yerde sizinle beraber
bulunsaydım, onun yol kenarında olan ve kızıl bir kum tepesinin yanında bulunan
kabrini muhakkak sizlere gösterirdim" buyurdu [184].
Ebû Bekr (R) de
geceleyin gömülmüştür [186].
96-.......
İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) geceleyin gömülmesinin ardından
bir kimsenin mezarı üzerine cenaze na-mâzı kıldı. Bu namazda kendisi ve
sahâbîleri ayakta durdular. Peygamber o kimse hakkında suâl sorup "Bu
kimdir?" demişti de, oradakiier: Dünkü günün gecesinde gömülmüş olan Fulân
kimsedir diye cevâb vermişlerdi. Bu cevâb akabinde hepsi birden o kabir üzerine
cenaze namazı kıldılar [187].
97-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) hasta olduğu zaman kadınlarından bâzısı
Habeşistan'da gördükleri bir kiliseyi konuştular. Ona Mâriye (yânî Meryem Ana)
Kilisesi deniyormuş. (Sonradan Peygamber'in kadınlarından olan) Ümmü Seleme
ile Ümmü Habîbe (R) Habeşistan arazîsine gitmişlerdi [188]. Bu
iki kadın o kilisenin güzelliğini ve içindeki suret ve timsâlleri zikrettiler.
Bunun üzerine Peygamber başını yukarı kaldırdı da: "Onlar kendilerinden
iyi bir kimse çıkıp da vefat ettiği zaman, onun kabri üzerine bir mescid bina
ederler, sonra o binaya bu suretleri (yânî resimleri) yaparlar. İşte onlar
Allah katında mahlûkaatın en şerlileridirler" buyurdu [189].
98-.......Bize
Fulayh ibnu Süleyman tahdîs edip şöyle dedi: Bize Hilâl ibnu Alî tahdîs etti.
Enes (R) şöyle demiştir: Biz Rasûlullah'in kızının cenazesinde hâzır bulunup,
şuna şâhid olduk: Rasûlullah kabrin bir tarafına oturmuş hâldeydi. İki gözünün
yaş dökmekte olduğunu gördüm. Rasûlullah: "İçinizde bu gece günâh
işlememiş bir kimse var mı?" diye sordu. EbûTalha: Ben vanm, dedi.
Rasûlullah: "Bu kızın kabri içine in" buyurdu. Râvî Enes dedi ki: Bu
emir üzerine Ebû Talha, Rasûlullah'm tazmin kabrine indi ve o kız, lahdine yerleştirip
gömdü [190].
Ebû Abdillah el-Buhârî-'Lİ-yakterifû" ''( Kazanmaları için)" (el-En’am 113)
ma'nasmadır.dedi [191].
99-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Uhud şehîdlerinden ikişer kişiyi
bir örtü (yânî bir kabir) içinde birleştiriyordu. Sonra: "Bunların
hangisi Kur'ân'ı daha çok öğrenmiştir?" diye soruyordu. Bu çift
şehîdlerden biri kendisine işaret edilince, onu kabirdeki lahdin içine önce
koyuyordu. Ve sonra: "Ben bu mu~ câhidler üzerine (yânî hayâtlarım Allah
yolunda feda ettiklerine) kıyamet günü bir şahidim" buyurdu ve bu
şehîdlerin kendi kanları içinde, yıkanmadıkları ve üzerlerine namaz da
kilınmadığı hâlde gömülmelerini emretti [193].
100-.......Ukbe
ibn Âmir(R)'den (o, şöyle demiştir): Peygamber (S) bir gün çıkıp Uhud
şehîdlerine cenaze üzerine kıldığı namazı gibi namaz kıldı [194].
Sonra Medîne'ye dönüp minbere çıktı da: "Ben sizin için havuza ilk
erişeniniz olacağım. Sizin hakk yolundaki hizmetlerinize şehâdet ediciyim.
Allah'a yemin ederim ki, ben şu anda (cennetteki) havuzumu muhakkak
görmekteyim. Ve emîn olunuz ki, bana arz'ın hazînelerinin anahtarları -yâhud
arz'ın anahtarları- verilmiştir. Vallahi ben, benden sonra sizin müşrikliğe
döneceğinizden hiç korkmam. Lâkin ben sizin ihtiras ile Dünyâ hazîneleri
hususunda birbirinizle nefsâniyet yarışına düşüp didişmenizden korkarım"
buyurdu [195].
101-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle haber vermiştir: Peygamber (S) Uhud harbi şehîdlerinden
iki kişiyi bir kabirde birleştiriyordu [196].
102-.......Câbir
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Onları, yânî Uhudşehîdlerini kendi
kanları içinde gömünüz" buyurdu. Hâlbuki Peygamber onları yıkatmamıştı da
[197].
Kabir içindeki oyuğa
îahd denilmesi, onun kabrin bir tarafındaki mey! olmasından dolayıdır. Her zulm edici, mülhiddir (yânî hakktan
meyledîcîdir). "Mültehad" (ci-cinn: 22), meyi edip sığınılacak
yerdir. Eğer kabir bir yana meyilsiz olarak dümdüz olsaydı, o bir darîh, yânî
yerde düz bir çukur ve yarıktan ibaret olurdu [199].
103-.......Câbir
ibn AbdiIIah(R)'tan (o, şöyle demiştir): Rasülullah (S) Uhud şehîdlerinden iki
kişiyi bir örtecek yer içinde, yânî" bir kabir içinde birleştiriyordu.
Sonra: "Bunların hangisi Kur'ân'ı daha çok öğrenmiştir?" diye
sorardı. Bu iki şehîdden birine işaret edilince onu kabirdeki lahdin içinde
önce geçirir ve: "Ben bu şehîd-ler üzerine bir şahidim" buyurup, onları
yıkamadığı ve üzerlerine cenaze namazı kılmadığı hâlde, şehîdlerin kendi
kanlan içinde gömülmelerini emreyledi.
(Abdullah ibn Mübarek
şöyle dedi:) Ve bize el-Evzâî, ez-Zuhrî'den haber verdi ki, Câbir ibn Abdillah
şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Uhud şehîdleri için: "Bunların hangisi
Kur'ân'ı daha çok öğrenmiştir?" diye sorardı. Kendisine bir adamın daha
çok Kur'ân bildiği işaret edilince, Rasûlullah o adamı kabirdeki lahdin içinde
yanındaki arkadaşından öne geçirirdi [200].
Ve Câbir: (Uhud
şehîdlerinden olan) babam Abdullah ibn Amr ile amucam Amr ibn Cumûh bir tek
çizgili abâ içinde kefenlendirildi, demiştir.
Ve Süleyman ibnu Kesîr
dedi ki: Bana ez-Zuhrî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Câbir(R)'den işiten kimse
tahdîs etti [201].
104-.......Bize
Hâlid el-Hazzâ-, İkrime'den; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti. Peygamber (S)
şöyle buyurdu: "Azız ve Cetîl olan Allah Mekke'yi haram kılmıştır. Artık
Mekke, benden evvel hiçbir kimse için ha-lâl olmadı; benden sonra da hiçbir
kimse için hatâl değildir. Mekke bana da bir gündüzün bir saatinde halâl
kılınmıştı. Mekke'nin otu kopanl-maz, ağacı kesilmez, av hayvanı ürkütülmez,
yitiği kimse tarafından el uzatılıp alınamaz. (Mekke'de yitirilen şeyi) ancak
onun sahibini araştıracak kimse atabilir". Rasûluilah'ın bu sözleri
üzerine Abbâs: Yâ Rasûlallah, kuyumcular ve kabirlerimiz için ızhır otu
müstesna olsun, dedi. Rasûlullah: "Izhır müstesnadır" buyurdu [203].
Ebû Hureyre
Peygamber'den rivayet ettiği hadîste o zâtın: "Kabirlerimiz için ve
evlerimiz için (ızhır müstesna olsun)" dediğini söyledi [204].
Ve Ebân ibnu Salih,
el-Hasen ibn Müslim'den; o da Şeybe'nin kızı Safıyye'den söyledi ki, bu
Safıyye: Ben Peygamber(S)'den işittim, deyip bu hadîsin benzerini (yânı
kabirler ve evleri zikrettiğini) rivayet etmiştir [205].
Mucâhid de Tâvûs'tan;
o da İbn Abbâs'tan söyledi ki, Abbâs: Izhır, Mekkeİiler'in demircileri,
dökümcüleri ve evleri için (zarurî bir ihtiyaç maddesi)dir, demiştir [206].
105-.......Bize
Sufyân (ibn Uyeyne) tahdîs etti. Amr ibn Dînâr şöyle dedi: Ben Câbir ibn
Abdillah(R)'tan işittim, şöyle dedi: Rasûlullah (S), Abdullah ibn Ubeyy ibn
Selûl kendi çukuru içine konulduktan sonra onun çukuruna geldi; onun dışarıya
çıkarılmasını emretti. O da dışarıya çıkarıldı. Rasûlullah onun cesedini kendi
iki dizi üzerine koydu da, onun cildi üzerine tükürüğünden üfledi, ve ona kendi
gömleğini giydirdi. Rasûluilah'ın kendi gömleğini ona giydirmesinin sebebini
Allah en bilendir. Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl, Peygamber'in amucası Abbâs'a
bir gömlek giydirmiş idi.
Sufyân ibn Uyeyne
şöyle dedi: Ebû Hureyre şöyle demiştir [208]: Rasûluilah'ın
üzerinde iki gömlek vardı. Abdullah ibn Ubeyy'in oğlu Abdullah, Rasûlullah'a:
Yâ Rasûlallah, senin cildine dokunan gömleğini babama giydir, dedi.
Sufyân ibn Uyeyne
şöyle dedi: Peygamber'in kendi gömleğini Abdullah ibn Ubeyy'e giydirmesini,
vaktiyle onun Abbâs'a gömlek giydirmiş olmasına bir karşılamadır zannederlerdi
[209].
106-.......Câbir
ibn AbdiIIah (R) şöyle demiştir: Uhud harbi vakti geldiğinde babam Abdullah
beni geceleyin çağırdı ve: "Ben Peygam-ber'in sahâbîlerinden ilk şehîd
edilecekler içinde şehîd olacağımı kuvvetle zannediyorum. Ve ben kendimden
sonraya Rasûlullah'ın zâtı müstesna senden daha kıymetli bir kimseyi geride
bırakmıyorum. Benim üzerimde bir borç vardır. Binâenaleyh onu öde.
Kızkardeşlerine hayr vasiyet etmeyi iste dur" dedi. Sabaha girdik. Babam
ilk şehîdlerden oldu. Ve bir tek kabir içinde diğer bir şehîdle beraber
gömüldü. Sonra gönlüm, onu başka bir kimsenin beraberinde terk etmekten
hoşlanmadı. Altı ay geçtikten sonra onu mezarından çıkardım. Bir de gördüm ki
o, kulağı müstesna, yenice gömülmüşcesine, mezarına koyduğum gündeki gibi
duruyor [210].
107-.......Câbir
(R) şöyle demiştir: Babam Ahdullah ibn Arnr'ın beraberinde bir adam gömülmüştü.
Benim gönlüm buna razı olmadı, nihayet babamı mezardan çıkardım ve onu tek başına
bir kabir içine koydum [211].
108-.......Câbir
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Uhud şehîdlerinden ikişer kişiyi bir kabirde
birleştiriyordu. Sonra: "Bunların hangisi Kur'ân'ı daha çok
bellemiştir?" diye soruyordu. Bu çift şehîdlerden biri kendisine işaret
edilince, onu kabirdeki lahdin içine önce koyardı. Akabinde: "Ben kıyamet
gününde bu şehîdler üzerine bir şahidim " der, onları yıkamadığı hâlde,
bunların kendi kanları ile gömülmelerini emrederdi [212].
Ve çocuğa İslâm'a girmesi
teklîf edilir mi? [213]
Hasen Basrî, Kaadı Şurayh, İbrâhîm Nahaî ve Katâde ibn Diâme:
Ana-babadan biri
İslâm'a girdiği zaman çocuk ıi
bunlardan İslâm'a girenin beraberinde olur, demişlerdir [214].
Ve İbn Abbâs da
Mekke'de, annesinin beraberinde zayıflatılmak istenen(mustad'aflar)den idi de,
kavminin dîni üzere bulunan babası Abbâs'ın beraberinde değil idi [215].
Ve (Rasûlullah):
"İslâm (dâima) yüksek olur; onun üstüne yükselinmez" dedi [216].
109-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle haber verdi: Umer ibnu'l-Hattâb, Peygamber(S)'in beraberinde
bir topluluk içinde İbnu Sayyâd (denilen küçük kâhin)in bulunduğu tarafa
gittiler. Ve onu (Ensâr'dan) Megâle oğulları'nın taştan yapılmış sağlam kale
binası yanında çocuklarla oynarken buldular. İbnu Sayyâd o sırada henüz bulûğ
çağma ermeye yaklaşmıştı. İbn Sayyâd, Peygamber'i bilemedi. Nihayet Peygamber
eliyle ona (hafifçe) vurduktan sonra İbnu Sayyâd'a:
— Benim Allah'ın Rasûlü olduğuma şehâdet eder
misin? dedi. Bunun üzerine ibnu Sayyâd, Rasûlullah'a baktı ve:.
— Senin Ümmîlerin
Rasûlü olduğuna şehâdet ederim, dedi ve Peygamber'e hitaben: Sen de benim
Allah'ın Rasûlü olduğuma şehâdet eder misin? dedi.
Rasûlullah onun
suâline cevâb vermeyi bıraktı da:
— Ben Allah'a ve
(hakk) rasûllerine îmân ettim, dedi. Akabinde İbnu Sayyâd'a: Ne görüyorsun?
diye sordu.
İbnu Sayyâd:
— Bana doğru haber de, yalan haber de gelir,
dedi.Bu cevâb üzerine Peygamber:
— öyleyse iş sana çok
karıştırılmış, buyurdu. Bundan sonra Peygamber İbnu Sayyâd'a: Senin
içingönlümdebirşeysakladım (şunubil), buyurdu.
îbnu Sayyâd:
— Gönlündeki o şey "Duh"tur, diye cevâb
verdi. Bunun üzerine Rasûlullah:
— Sus, yıkıl git; haddini tecâvüz eîme, buyurdu
[217]. Peygamber'in onu böyle azarlaması üzerine
Umer:
— Yâ Rasûlallah, beni bırak da şunun boynunu
vurayım, dedi. Peygamber:
— Ona dokunma, eğer bu çocuk o Deccâl ise, sen
onu vurmaya me'mûr ve muktedir kılınmadın [218].
Eğer Deccâl değil ise, onu Öldürmekte senin için hiçbir hayır yoktur, buyurdu.
Ve Salim şöyle dedi:
Ben babam Abdullah ibn Umer'den işittim, o şöyle diyordu: Rasûlullah (S) bundan
sonra bir kerre de Ubeyy ibn Ka'b ile beraber İbnu Sayyâd'ın bulunduğu
hurmalığa gitmişti. Rasûlullah onu gafil yakalamak ve îbn Sayyâd kendisini
görmeksizin onun husûsî hayâtını görmek ve onun kâhinliğinden, tabiî olmayan
hâlinden ve sözlerinden birşeyler işitmek ve sahâbîlere göstermek istiyordu.
Peygamber onu kadife örtüsü içinde yan yatmış bir hâlde gördü. Kadife hırkası
içinde genizden gelen anlaşılmaz bir hırıltı vardı. Tam bu sırada bir hurma
ağacının arkasına gizlenmiş bulunan İbnu Sayyâd'ın annesi, Rasûlullah'ı gördü
ve hemen:
— Yâ Safı! İşte Muhammed geldi, diye seslendi.
Safî, İbnu Sayyâd'ın
adıdır. İbnu Sayyâd sür'atle ayağa kalktı. Bunun üzerine Peygamber (S),
maiyyetinde bulunan kimselere:
— Şu kadın oğlunu o
hâlde bıraksaydı, o tutarsız saçma sapan sözleriyle, tabiî olmayan hâli ile
size ne mal olduğunu açıklardı, buyurdu [219].
Ve Şuayb
ibn Ebî Hamza
kendi hadîsinde: "Ferafasahu, ramrametun" yâhud
"zemzemetun" şeklinde söyledi. Ukayl ibn Hâlid ise
"Ramrametun" dedi. Ma'mer ibn Râşid ise "Ramzetun" diye
söyledi [220].
110-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Bir Yahûdî çocuğu vardı, Peygamber'e hizmet ederdi. Bir ara
çocuk hastalandı. Peygamber (S) ona hasta ziyaretine geldi ve başının yanında
oturdu. Ve çocuğa hitaben: "İslâm'agir" buyurdu. Çocuk yanında
bulunan babasının yüzüne baktı. Babası: Ebû'I-Kaasım'a itaat et (yânî O'nun
emrini kabul et), dedi. Bunun üzerine o çocuk hemen (şehâdet kelimelerini
söyleyip) müslümân oldu. Müteakiben Peygamber hastanın yanından çıkarken:
"Bu çocuğu cehennem ateşinden kurtaran Allah'a hamdolsun" diyordu [221].
111-.......Ubeydullah
el-Leysî şöyle dedi: Ben tbn Abbâs'tan işittim; o: Ben ve annem Lubâbe,
mustad'atînden (yânî Medine'ye hicret edemeyip Mekke'de kalan ve orada zaîf
bırakılmak istenen müslümân-lardan) idik. Ben çocuklar sınıfındaki
mustad'aflardan idim, annem ise kadınlar sınıfından olan mustad'aflardan idi [222].
112-.......İbn
Şihâb ez-Zuhrî şöyle demiştir: Her ölen çocuğa, zina eden bir kadına âid olsa
bile, cenaze namazı kılınır. Çünkü o çocuk İslâm fıtratı üzere yaratılmış olup,
o fıtrat üzere doğurulmuştur. Onun anasıyle babası yâhud anası gayrı müslim
olsa bile, bilhassa babası müslümân olduklarını iddia ederlerse o çocuk doğum
sırasında ağlayarak doğmuş ise, ona namaz kılınır. Böyle hayât emaresi izhâr
etmeyerek, yânî ağlamayarak doğan çocuğa, eksik ve hami müddeti tamam olmadan
düşük bir cenîn olarak doğduğu için namaz kılınmaz. Çünkü Ebû Hureyre (R) şu
hadîsi tahdîs edip durmuştur:
Peygamber (S) şöyle
buyurdu: "Her doğan çocuk muhakkak fıtrat üzere doğar. Sonra anasıyle
babası onu Yahûdî yâhud Nasrânî yâhud Mecûsî yaparlar. Nasıl ki, kusursuz
doğundan her hayvan yavrusu, organları tam olarak doğar. Siz hiç o yavrunun
burnunda, kulağında eksik, kesik birşey hisseder misiniz?"
Bundan sonra Ebû
Hureyre: "O hâlde sen yüzünü birmuvahhid olarak dîne, Allah'ın o fıtratına
çevir ki, O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah *m yaratışına hiçbir
şey bedel olamaz. Bu, dimdik ayakta duran bir dîndir. Fakat insanların çoğu
bilmezler*' (er-Rûm: 30) âyetini söyler idi [223].
113-.......İbn
Şihâb ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân haber verdi ki,
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûluilah (S) şöyle buyurdu: "Her çocuk
ancak fıtrat üzere dünyâya getirilir. Bundan sonra anası babası (Yâhûdî ise)
onu Yahûdîyaparlar, (Nasrânî ise) onu Nasrânîyaparlar, (Mecûsî ise) onu Mecûsî
yaparlar. Nitekim kusursuz doğan bir hayvan yavrusu içinde siz kulağı, dudağı,
burnu, ayağı kesik olanını hiç görüyor musunuz?"
Bundan sonra Ebû
Hureyre (R) şu âyeti söylerdi: "O hâlde sen yüzünü bir muvahhid olarak
dîne, Allah'ın o fıtratına çevir ki, O, insanları bunun üzerine yaratmıştır.
Allah 'in yaratışına (hiçbir şey) bedel olamaz- Bu, dimdik ayakta duran bir
dîndir. Fakat insanların çoğu bilmezler" (er-Rûm: 30) [224].
114-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb, kendi babası Müseyyeb ibn
Hazn'dan haber verdi. Müseyyeb ibn Hazn (R) ona şöyle haber vermiştir: Ebû
Tâlib'e ölüm alâmetleri geldiği sırada ona Rasûluilah (S) geldi ve amucasmın
yanında Ebû Cehl ibn Hişâm ile Abdullah ibn Ebî Umeyye'yi buldu. Rasûluilah,
Ebû Tâlib'e hitaben:
— "Yâ amuca! Lâ ilahe illefilah kelimesini
söyle de, bununla Allah katında sana şehâdet edeyim" dedi.
Ebû Cehl ve Abdullah
ibn Ebî Umeyye:
— Yâ Ebâ Tâlib!
Abdulmuttalib milletinden yüz mü çevireceksin? diye men' ettiler.
Fakat Rasûlullah bu
tevhîd kelimesini amucasma arz etmeye devam ediyordu. O iki kişi de
mütemâdiyyen o sözlerini tekrar ediyorlardı. Nihayet Ebû Tâlib bunlara
söylediği son söz olarak:
— O (yânî ben),
Abdulmuttalib milleti üzeredir, dedi ve Lâ ilahe ülellah demekten çekindi.
Rasûlullah (S):
— "İyi bil ki (ey amucam)! Allah'a yemin
olsun, bensanamağ-firet dilemekten nehyolunmadığım müddetçe, senin için
muhakkak Allah'tan mağfiret isteyeceğim" dedi.
Akabinde Allah bu
hususta şu âyeti indirdi:
"Müşriklerin o
çılgın ateşin yaranı oldukları muhakkak meydana çıktıktan sonra, artık onların
lehine, velev hısım olsunlar, ne Peygamber ne de müzmin olanların istiğfar
etmeleri doğru değildir" (et-Tevbc: 113) [226].
Ve Büreyde el-Eslemî
kendi kabrinin içine iki hurma dalı konulmasını vasıyyet etmiştir [227].
İbn Umer (R), Ebû
Bekr'in oğlu Abdurrahmân'ın kabri üzerinde bir çadır gördü de: Ey oğul, bu
çadırı sök, çünkü ölüyü kabrinde ancak kendi ameli gölgeler, dedi [228].
Ve Hârice ibn Zeyd
şöyle dedi: Usman'ın halifeliği zamanında biz gençler topluluğu iken kendimi
gördüm ki, bizim en şiddetli sıçrayıp atlayanımız Usmân ibnMaz'ûn'un kabrini,
üzerinden öteye geçecek kadar sıçrayıp atlayan kimse idi [229].
Ve Usmân ibn Hakîm
şöyle dedi: Hârice ibn Zeyd, benim elimi tuttu, beni bir kabir üzerine oturttu
ve bana amucası Zeyd ibn Sâbiften şunu haber verdi: Zeyd ibn Sabit: Kabir
üzerine oturmak ancak orada yakışmayacak söz ve fiil yapan kimseler için mekruh
görüldü, demiştir [230].
Nâfi de: İbn Umer (R),
kabirler üzerine oturur idi, demiştir [231].
115-.......Bize
Ebû Muâviye, el-A'meş'ten; o da Mucâhidibn Cebr'den; o da Tâvûs'tan; o da İbn
Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) azâb edilmekte olan iki kabre
uğradı da: "Bunlar muhakkak azâb ediliyorlar. Hem de bunlar büyük bir
işten dolayı azâb edilmiyorlar. Bunlardan biri sidikten sakınmaz idi. Diğeri de
koğu-culuk ederdi" buyurdu. Sonra Peygamber yapraklan koparılmış taze bir
hurma dalı aldı ve bunu ikiye böldü. Sonra her bir kabre bunlardan birini
dikti. Sahâbîler: Yâ Rasûlallah! Bunu niçin yaptınız? diye sordular. Rasûlullah
(S): "Bu dallar kurumayıp taze kaldığı müddetçe, bu iki kabir sahibinden
azabın hafiflemesini ümîd ederim" buyurdu [232].
"Yevme yahrucûne
minel-ecdâs" (ei-Kamen 7) kavlindeki
el-Ecdâs, kabirler ma'nâsınadır. "Bu'siret" (ei-infitar: 4)
usîret (= eşelendi) ma'nâsinadır. "Havzımi
eşeledim" demek, havzımın dibindeki şeyleri yukarısına çıkardım, demektir.
"el-îfâd" (d Maâric: 43); sür'atie gitmek manasınadır. el-A'meş, bu
âyetteki "NSB" lâfzını "İlâ nasbin" okudu ki, dikilmiş bir
şeye doğru öne geçme yarışı yapıyorlar, demektir. "Nusb" lâfzı
dikilen tek şeye isimdir; "Nasb" ise dikmek ma'nâsına masdardır. "Yevme'l-hurûc"
(ei-Kaaf: 42) kabirlerden çıkış günüdür. "Yensilûn" (Yâsîn: 51),
çıkıp gidiyorlar, demektir [233].
116-.......Alî
ibn Ebî Tâlib şöyle demiştir:
Biz bir kerre
Bakîu'l-Garkad kabristanında bir cenazede buIuı duk. Peygamber (S) bizim
yanımıza gelip oturdu, biz de O'nun etrafında oturduk. Peygamber'in elinde bir
deynek vardı. Başını aşağıya doğru eğdi de, elindeki deynekle yere vurmaya
başladı [234].
Sonra:
— "Sizden hiçbir kimse ve ne/eşlendirilmiş
hiçbir can hâriç ol-mamak üzere, muhakkak herbirinin cennetten ve cehennemden
olan yeri (takdîr edilip) yazılmıştır. Ve herbir kimse muhakkak şakı yâ-hud
saîd olarak yazılmıştır" buyurdu.
Bunun üzerine
sahâbîlerden biri:
— Öyle ise Yâ
Rasûlallah, ameli ve ibâdeti bırakıp yazılmış olan kitabımıza dayanamaz mıyız?
Bizden saadet ehli olan her kişiyi İlâhî yazı, saadet ehlinin hayr ameline
sevkeder (cennetlik olur). Yine bizden şakaavet ehli (olması mukadder) olan
her kişiyi de îlâhî yazı, şa-kaavet ehlinin (şerr) ameline sevkeder (bu da
cehenneme girer), dedi.
Rasûlullah
— "(Diğer
rivayette: Siz amele devam edin, çünkü herkes niçin yaratıldı ise o kendisine
kolaylaştırılır) Saadet ehline gelince, onlara saadet amelini işlemek
kolaylaştırılır. Şakaavet ehline gelince, on/ara da eşkıya zümresinin şerr
işlerini işlemek ciheti kolaylaştırılır" buyurdu. Sonra da şu âyeti
okudu: "Bundan sonra kim verir ve sakınırsa, o en güzeli de tasdik ederse,
biz de onu en kolaya hazırlarız. Amma kim cimrilik eder, kendini müstağni görür
ve o en güzeli yalan sayarsa, biz de ona o en güç olanı kolaylaştırırız"
(ei-Leyi: 5-10) [235]
117-.......
Bize Hâlid el-Hazzâ, Ebû Kılâbe'den; o da Sabit ibnu'd-Dahhâk(R)'tan tahdîs
etti ki, Peygamber (S): "Herkim İslâm'dan başka bir dîne yalancı ve
kasdedici olarak yemîn ederse, o kimse dediği gibi(y&l&ncı)dir [236].
Kim de kendini demirden yapılmış keskin bir âletle öldürürse, bu kimse de
cehennem ateşinde o âletle azâb olunur" buyurmuştur [237].
Haccâc ibnu Minhâl da
şöyle dedi: Bize Cerîr ibnu Hazım tah-dîs etti ki, el-Hasen ei-Basrî şöyle
demiştir: Bize Cundeb (R) şu Basra Mescidi'nde Peygamber'den aşağıdaki hadîsi
tahdîs etti. Biz o hadîsi unutmadık. Cundeb'in yalan söylemesinden de
korkmuyoruz (Çünkü Cundeb çok doğrudur). Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"(Sizden evvel geçen ümmetlerden birinde) yaralı bir adam vardı. (Acısına
dayanamayıp) kendisini öldürdü. Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Allah: Kulum
kendi kendisini öldürmeye davranmakla benim hükmüme sabırsızlık etti. Ben de
ona cenneti haram kıldım, buyurdu" [238].
118-.......
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir. Peygamber (S): "(Dünyâda iken) kendini
boğan kimse, ateşin içinde de kendini boğar durur. Kendini dürtüp vuran (ve
böylece kendini öldüren) kimse de ateşte kendini dürter durur" buyurdu [239].
Bu iki hususun mekruh
kılındığı hadîsini Abdullah ibn Umer (R) rivayet etti [240].
119-.......
Umer ibnu'l-Hattâb (R) şöyle demiştir: Abdullah ibnu Ubeyy ibn Selûİ öldüğü
zaman, Rasûlullah (S) onun cenazesine namazını kıldırması için çağırıldı.
Rasûlullah kalkıp dikilince ben O'na doğru sıçrayıp fırladım da: Yâ
Rasûlallah! Abdullah ibn Ubeyy üzerine cenaze namazı kılacak mısın? Hâlbuki o,
şu, şu, şu ve şu günlerde şöyle şöyle demişti diyerek, Rasûlullah hakkındaki
çirkin sözlerini teker teker sayıyordum. Rasûlullah gülümsedi de: "Benden
geriye çekil yâ Umer!" buyurdu. Ben kendisine karşı sözü çoğaltınca:
"Ben muhayyer kılındım da istiğfar etmeyi tercih ettim. Eğer ben yetmişten
fazla istiğfar ettiğim takdirde ona mağfiret edileceğini bilir olaydım,
muhakkak yetmiş defadan ziyâde mağfiret isterdim" buyurdu. Umer dedi ki:
Akabinde Rasûlullah, Abdullah ibn Ubeyy üzerine namaz kıldı, sonra döndü. Ancak
az bir zaman ikaamet etmişti ki, nihayet Berâe sûresinden iki âyet indi:
"Onlardan ölen hiçbir kimseye ebedî duâ etme, (defn veya ziyaret için)
kabrinin başında da durma. Çünkü onlar Allah 'i ve Rasûlü Vım inkâr ile kâfir
oldular; onlar fasıklar olarak öldüler" (et-Tevbe: 84). Umer: Ben sonra
Rasûlullah'a karşı olan o günkü cür'etimden dolayı hayret ettim, Allah ve Rasûlü
en bilendir, demiştir [241].
120-.......Ben
Enes ibn MâIik(R)'ten işittim; şöyle diyordu: (Bir kerre) Peygamber ve
sahâbîlerinin yanında bir cenaze geçirdiler. 5a-hâbîler bu cenazeyi hayırla
anıp övdüler. Peygamber (S) "Vâcib oldu" dedi. Sonra başka bir cenaze
daha geçirdiler. Sahâbîler bu cenazeyi de şerr ile anıp kötülediler. Peygamber
yine: "Vâcib oldu" buyurdu. Bunun üzerine Umer ibnu'l-Hattâb:
— Ne vâcib oldu? diye
sordu.
Rasûlullah:
— "Şu önce geçen
cenazeyi hayır ile anıp övdünüz. İşte ona cennet vâcib oldu. Şu sonraki
cenazeyi de şerr ile anıp kötü/ediniz. Buna da cehennem vâcib oldu. Çünkü
sizler yeryüzünde Allah'ın şâhidlerisiniz" buyurdu [243].
121-.......Ebu'l-Esved
ed-Duelî(69) şöyle demiştir: Bir kerre Basra'dan Medine'ye gelmiştim. O sırada
Medine'de bir hastalık vâki' olmuştu. Ben Umer ibnu'l-Hattâb'in yanına oturdum.
Bizim topluluğun yanından bir cenaze geçti. Bu cenazenin sahibi oradakiler tarafından
hayırla anılıp övüldü. Bunun üzerine Umer: Vâcib oldu, dedi. Sonra diğer bir
cenaze daha geçirildi. Yine orada bulunanlar tarafından bu cenazenin sahibi de
hayırla anılıp övüldü. Umer yine: Vâcib oldu, dedi. Daha sonra üçüncü bir
cenaze geçirildi. Bu sefer orada bulunanlar tarafından bu cenaze şerr ile
anılıp kötülüğü söylendi.
Umer bu sefer de:
Vâcib oldu, dedi. Ebu'l-Esved dedi ki: Ben:
— Ey Mü'minler'in Emîri! Ne vâcib oldu? dedim.
Umer:
— Ben, Peygamber'in söylediği gibi söyledim;
Peygamber (S): "Herhangi bir müsiümân hakkında dört (mü'min) kişi hayr
ileşehâ-deî ederse, Allah o müsiümân kişiyi cennete girdirir" buyurdu.
Biz: Üç kişi şehâdet ederse de böyle mi? diye sorduk. Peygamber: "Üç kişi
şehâdet ederse de böyledir" buyurdu. Sonra: İki kişi şehâdet ederse de böyle
midir? dedik. Peygamber: "İki kişi şehâdet ederse de böyledir"
buyurdu. Bundan sonra biz Peygamber'e bir şâhidden sormadık [244].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"... Ölümün
şiddetleri içinde, meleklerin de pençelerini uzatarak kendilerine: 'Canlarınızı
kurtarın... Bu gün hakaaret azâbıyle cezalandırılacaksınız' dedikleri zaman, sen
o zâlimleri bir görmelisin" (ei-Enâm: 93). ie "el-HûnJ\ horluk,
zelîllikten ibarettir. "el-Hevn" ise, rıfk ve kolaylık ma'nâsınadır [246]. Ve
zikri ulu olan Allah'ın şu kavli: "... Biz onları iki kerre azaba
uğratacağız. Sonra da daha büyük bir azaba döndürüleceklerdir" [247]
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli: tiFir1avn*ın kavmini ise kötü azâb kuşatıverdû: (Azâbdan biri de) o
ateştir ki, onlar sabah akşam ona arzolunacaklar, kıyametin kopacağı gün de
Fir'avn hanedanını azabın en çetinine sokun (denilecek)" Mü'min: 45-46) [248].
122-.......
el-Berâu'bnu Âzib(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Mü 'mine gelinip de mü'min kabri içinde oturtulduğu zaman, (suâllerden)
sonra mü'min: Eşhedu en lâ ilahe ille'-llah ve eşhedu enne Muhammeden
Rasûlullah (= Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur. Yine
şehâdet ederim ki, Muham-med muhakkak Allah'ın Rasûlü'dür) diye şehâdet eder.
İşte bu şehâdet, Allah 'in şu kavlidir: Allah îmân edenlere dünyâ hayâtında
da, âhirette de o sabit sözde dâima sebat ihsan eder (Allah zâlimleri şaşırtır;
Allah ne dilerse yapar)" (ibrâhîm: ıi) [249].
123-.......Bize
Şu'be bu geçen hadîsi tahdîs etti ve bunda şu ziyâde oldu: "Allah îmân
edenleri o sabit sözde dâima sabit kılar.., "
(ibrâhîm: 27) âyeti,
kabir azabı hakkında indi [250].
124-.......
Salih ibn Keysân şöyle demiştir: Bana Nâfi' tahdîs etti. Ona da İbn Umer haber
verip şöyle demiştir: Peygamber (S) Kalîb Çukuru'nda cesedler üzerine vardı da
onlara:
— "Rabb'inizin sizlere va'd ettiği şeyi
hakk buldunuz mu?" diye seslendi.
Peygamber'e:
— Bir takım ölü cesedlere mi hitâb ediyorsun?
denildi. Bunun üzerine Peygamber:
— "Sizler bunlardan daha fazla işitir
değilsiniz. Fakat bunlar .cevâb veremezler" buyurdu [251].
125-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ancak: "Bu ölüler, kendilerine
söylemekte bulunduğum sözümün hakk ve doğru olduğunu şimdi muhakkak
biliyorlar" buyurmuştur. Nitekim Yüce Allah da: "Zîrâ şübhesiz sen
ölülere duyuramazsın. (Arkalarını dönmüş kaçarlarken sağırlara da da'veti
işittiremezsin)" (en-Nemi: 80) buyurdu [252].
126-.......Âişe(R)'den:
Âişe'nin yanına bir Yahûdî kadını girip, kabir azabını zikretmiş; akabinde de
Âişe'ye hitaben: Allah seni kabir azabından korusun, diye duâ etmiş. Bunun
üzerine Âişe, Rasû-lullah'a kabir azabım sormuş. Rasûlullah (S) da: "Evet,
kabir azabı (hakktır, vardır)" buyurmuştur.Âişe: Ben bundan sonra
Rasûlullah'ın hiçbir namaz kılıp da kabir azabından Allah'a sığınmayı
terkettiğini görmedim, demiştir [253].
127-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, o Ebû Bekr'in
kızı Esmâ'dan işitmiştir. Esma (R) şöyle diyordu: Rasûlullah (S) bir kerre
hutbe yapmaya kalktı ve kişinin kabirde tâbi' tutulacağı imtihan fitnesini
zikretti. Rasûlullah kabir hâllerini böyle tafsîlâtıyle anlatınca müslümânlar
dehşetlf bir surette feryâdla ağlaştılar. Râvî Gunder: Kabir azabı (hakktır),
cümlesini ziyâde etmiştir [254].
128-.......Bize
Saîd ibn Ebî Arûbe, Katâde'den; o da Enes'ten tahdîs etti. Enes ibn Mâlik (R)
onlara şöyle tahdîs etmiştir: Rasûlul-lah (S) şöyle buyurdu: "Kul, kabri
içine konulduğu ve arkadaşları ile cemâati geriye dönüp gittikleri zaman -ki
ölü bunların yürürken çıkardıkları ayakkabılarının seslerini bile muhakkak
işitir- ona iki melek gelir. Bunlar ölüyü oturturlar ve ona:
— Şu Muhammed adlı
kimse hakkında ne der idin? diye sorarlar.
Bu soruya muhâtab olan
mü'min kul:
— O'nun Allah'ın kulu
ve Rasûlü olduğunaşehâdetederim, der. Bunun üzerine melekler tarafından:
— Cehennemdeki
oturacak yerine bak. Allah bu azâb yerini senin için cennetten bir oturacak
makaama tebdil etti, denilir de o mü '-min kul, cehennem ve cennetteki o iki
makaamını beraberce görür".
Katâde: "O
mü'mine, kabri içinde bir genişlik verileceği bize zikrolundu" dedi ve
sonra yine Enes hadîsine döndü. Rasûlullah şöyle buyurdu:
"Münafık ve kâfir
olan kula gelince, ona da:
— Şu kimse hakkında ne der idin? diye sorulur.
O da:
— Ben O 'nun hakkında
birşey bilmiyorum. Ben sâdece insanların O'nun hakkında söyleyegeldikleri sözü
söylerdim, diye cevâb verir.
Bunun üzerine ona:
— Anlamadın ve uymadın
(yâhud: Sen hem anlamadın, hem de Kur'ân'ı tilâvet etmedin; yâhud da: Anlamaz
ve uymaz olaydın) denir, ve ona demirden tokmaklarla öyle bir vuruş vurulur
ki, derhâl şiddetli bir sayha ile bağırır. Bu bağırışı insan ve cinnlerden
ibaret olan iki ağırlıktan başka bu ölüye yakın olan her şey işitir" [255].
129-.......Bize
Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Bana Avn ibnu Ebî Cuhayfe, babası Ebû
Cuhayfe'den; o da el-Berâ ibnu Âzib'den tahdîs etti ki, Ebû Eyyûb (R) şöyle
demiştir:
Peygamber (S), güneş
batmış olduğu hâlde Medine'den dışarıya çıkmıştı. Bir ses işitti de:
"Yahudi kabilesi, kendi kabirleri içinde azâb olunuyor" buyurdu [256].
en-Nadr ibnu Şumeyl
şöyle dedi: Bize Şu'be haber verip şöyle dedi: Bize Avn tahdîs edip şöyle dedi.
Ben el-Berâ'dan işittim; o da Ebû Eyyûb(R)'dan; o da Peygamber(S)'den [257].
130-.......Mûsâ
ibn Ukbe şöyle demiştir: Bana Hâlid ibn Saîd ibni'l-Âsî'nin kızı Eme tahdîs
etti. O da Peygamber(S)'den, kabir azabından Allah'a sığınırken işitmiştir [258].
131-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle duâ ederdi: "Allâhumme
innî eûzu bike min azâbVl-kabri ve min azâbVn-nâri ve min fitnetVl-mahyâ
ve'l-memâti ve min fitnetVl- < MesîhVd-Deccâli (= Yâ Allah! Ben, kabir
azabından, ateş azabınızdan, hayât ve ölüm imtihan ve şiddetlerinden ve Deccâl
Mesîh fitne- ?-sinden sana sığınırım)" [259].
132-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) iki kabrin üzerine uğradı da: "Bu
iki kabir muhakkak azâb olunuyorlar. Hâlbuki büyük bir şeyden dolayı azâb
olunmuyorlar" buyurdu. Sonra da: "Evet, biri koğuculuk ederdi, diğeri
de sidiğinden sakınmazdı" buyurdu. Râvî dedi ki: Bundan sonra Rasûlullah
yaş bir deynek aldi, deyneği iki parçaya böldü. Sonra o parçalardan her birini
bir kabir üzerine dikti. Sonra da: "Bunlar kurumayıp taze kaldıkları
müddetçe belki bu kabir sahihlerinden azâb hafifletilir" buyurdu [260].
133-....... Bana
Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah
ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz öldüğü zaman, ona varıp oturacağı yeri sabah akşam gösterilir.
O kimse cennet ehlinden ise cennetten; cehennem ehlinden ise cehennemden olan
yeri gösterilir. Ve ona: işte senin oturacağın yer burasıdır, nihayet kıyamet
günü Allah seni buraya gönderecek, denilir" [261].
134-.......Ebû
Saîd el-Hudrî'den şöyle derken işitmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Cenaze tâbuta konulup da erkekler onu omuzlan üzerine yüklendikleri
zaman, o cenaze iyi bir kişi ise: Beni (sevabıma) ulaştırınız, ulaştırınız der.
Şayet iyi bir kimse değilse: Yazıklar olsun! Bu cenazeyi nereye götürüyorlar?
diye seslenir. Cenazenin bu sesini (gafil) insandan başka herşey (her varlık)
işitir. Eğer insan bunu işitseydi, muhakkak düşer bayılırdı" [262].
Ebû Hureyre (R):
Peygamber(S)'in: "Her kimin bulûğa ermeden üç çocuğu ölmüşse, bu çocuklar
o kimse için ateşten yana bir nevi* perde olur yâhud o kimse cennete girer"
buyurduğunu söylemiştir [263].
135-.......Enesibn
Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Günâh işleme
çağına ermemiş üç çocuğu ölen hiçbir müs-lümân (ana baba) müstesna olmamak
üzere, Allah muhakkak onu, bu çocuklara ihsan eylediği geniş rahmeti ile
cennete girdirir" [264].
136-.......Sabit,
el-Berâ(R)'dan şöyle dediğini işitmiştir: Rasûlullah (S), çocuğu İbrâhîm vefat
ettiği zaman: ' îbrâhîm için cennette muhakkak bir süt annesi vardır"
buyurdu [265].
137-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: RasûIuIIah(S)'a müşriklerin ölen çocuklarından
soruldu da: "Allah onları yarattığı za-I, mân, onların ne yapacaklarını en
iyi bilendir" buyurdu [267].
138-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle diyordu: Peygamber(S)'e, müşriklerin (ölen) çocuklarından
soruldu da: "Allah onların neyi işleyi-ciler olduklarını en iyi
bilendir" buyurdu [268].
139-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Her doğurulan
çocuk, fıtrat üzere doğurulur. Sonra anası ile babası onu Yahudi yaparlar,
yâhud Nasrânîyaparlar, yâhud Meclisi yaparlar. Hayvan yavrusunun eksiksiz tam
bir hayvan yavrusu sıfatında doğurulması gibi. Sen o hayvan yavrusu içinde
kulağı, dudağı, burnu, ayağı kesik olanını hiç görür müsün?" [269].
140-.......Semure
ibnu Cundeb (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) sabah namazım kılınca yüzünü bize
yöneltir ve: "Bu gece sizden kim ru'yâ gördü?" diye sorar idi. Eğer
birisi ru'yâ görmüş ise, ru'-yâsını Peygamber'e hikâye ederdi. Peygamber de o
şahsın ru'yâsı hakkında Allah'ın dilediği şeyleri (yânî yorumunu) söylerdi.
Yine bir gün bize
sordu ve: "Sizden ru 'yâ gören var mıdır?" buyurdu. Biz: Hayır,
yoktur, dedik. Peygamber dedi ki: "Lâkin bu gece ben şöyle bir ru'yâ
gördüm: Bana iki adam geldi, bunlar elimi tuttular ve beni^Mukaddes Arz'a (yânî
pampâk ve düz bir arazîye) çıkardılar. Orada bir adam oturuyordu. Diğer bir
adam da ayakta duruyor, elinde de demirden çatal bir kanca vardı. - Mûsâ ibn
İsmail'den rivayet eden bâzı arkadaşlarımız şöyle dedi:- Ayaktaki adam bu
çatal kancayı oturanın ağzının sağ tarafına, tâ kafasına kadar sokuyor ve
ağzın bu kısmını parçalıyordu. Sonra bu adam onun ağzının diğer tarafını da
böyle yapıyor ve bu tarafı da parçalanıyordu. Bu sırada ağzın sağ tarafı iyi
olmaya dönüyordu. Bu defa da buraya dönüyor, yine kancayı sokup parçalıyordu.
Ben, benim yanımdaki
iki zâta: Bu adam kimdir ve bu hâl nedir? dedim. Onlar bana: (Sorma) yürü,
dediler. Birlikte ileri gittik. Nihayet arka üstü yatmış bir adamın yanına
geldik. Bunun baş ucunda da bir adam dikilmiş, elinde yumruk büyüklüğünde bir
taş var. Bu taşla yatan adamın başım kırıyordu. Taşı başına her vurduğunda, taş
yuvarlanıp gidiyordu. O adam da arkasından taşı almak için koşuyordu. O dönüp
gelmeden bunun kırılmış olan başı düzeliyor ve tekrar eski hâline dönüyordu.
Öteki adam dönüp gelince, yine başına vurup eziyordu.
Ben yanımdaki
adamlara: Bu adam kimdir? diye sordum. Onlar: (Hiç sorma) ileri yürü, dediler.
Birlikte ileriye gittik. Fırın gibi altı geniş, üstü dar bir deliğe eriştik. Bu
deliğin altında ateş yanıyordu. Ateş alevlenip yükseldikçe içindeki insanlar
da yükseliyor, hattâ delikten çıkmağa yaklaşıyorlardı. Ateşin alevi
sâkinleşince de aşağı dönüyorlardı. Bunun içinde çıplak erkekler ve çıplak
kadınlar vardı.
Ben yanımdaki iki
zâta: Bunlar kimdir? diye sordum. Onlar da: (Hiç sorma) ileri yürü, dediler.
Beraber yürüdük. Nihayet kandan bir nehrin yanına geldik. O nehrin içinde
ortasında ayakta bir adam dikiliyordu. -Râvî Yezîd ile Vehb ibnu Cerîr ibn
Hazım şöyle dediler:-Bu nehrin kıyısında da bir adam duruyordu. Önünde de bir
takım taşlar vardı. Nehrin içindeki adam yüzerek kenara doğru gelip dışarı
çıkmak isteyince, kıyıdaki adam onun ağzının içine bir taş atıyor ve onu geriye
eski yerine döndürüyordu. Çıkmak için sahile doğru gelmeye her teşebbüs
ettikçe, kıyıdaki hemen ağzına bir taş fırlatıyor ve onu eski yerine
döndürüyor.
Ben yine yanımdaki iki
zâta: Bu nedir? diye sordum. Onlar da: Sorma; ileri yürü, dediler. Beraberce
yürüdük. Nihayet yeşil bir bahçeye vardık. Bu bahçede büyük bir ağaç vardı. Bu
ağacın dibinde de yaşlı bir adamla bir takım çocuklar bulunuyordu. Bu ağaca
yakın bir yerde de bir adam vardı ve önündeki ateşi yakmaktaydı.
Benim yanımdaki iki
zât, benimle beraber ağaca çıktılar. Ve beni bir eve soktular ki, ben asla
bundan güzel bir ev görmedim. Burada bir takım yaşlı erkekler, bir takım
gençler, bir takım kadınlar ve bir takım çocuklar vardı. Sonra yanımdaki iki
adam beni buradan dışarıya çıkardılar. Benimle birlikte ağaca yukarı çıktılar.
Ve beni evvelkinden daha güzel ve daha kıymetli bir eve girdirdiler. Burada da
bir takım yaşlılar ve gençler vardı.
Ben, yanımdaki iki
zâta: Sizler beni bu gece (iyi) gezdirdiniz. Şimdi bana gördüğüm şeyleri haber
verip, bildiriniz, dedim. Onlar: Evet (anlatalım) dediler: Şu ağzının
parçalandığını gördüğyn kimseye gelince, o bir yalancı idi; o dünyâda devamlı
yalan söylerdi. Bunun yaydığı yalan her tarafa ulaşırdı. İşte bu yalancı,
kıyamet gününe kadar yapılmakta olduğunu gördüğün şekilde azâb olunacaktır.
Başı ezilmekte
olduğunu gördüğün kimseye gelince, öyle bir adamdır ki, Allah ona Kur'ân
öğretmiş, o da (bu ni'metin kıymetini bilmeyerek) bütün gece uyumuş, gündüz de
Kur'ân ile amel etmemişti. İşte hayâtında Kur'ân 'dan yüz çeviren bu gafil
kimse de, kıyamet gününe kadar bu suretle azâb olunacaktır.
O delik içinde
gördüğün çıplak kimselere gelince, onlar da bir alay zina edicilerdir. Nehir
içinde gördüğün kimse ise, ribâ (yânî faiz) yiyicilerdir. Ağacın dibindeki
yaşlı kimse İbrahim Peygamber 'dir. İbrahim'in etrafındaki çocuklar ise, insan
çocuklarıdırlar [271]. O
ateş yakan kimse, cehennemin bekçisi olan Mâlik'tir. Girdiğin birinci ev, bütün
mü'minlerin ortak evidir. İkinci gördüğün o muhteşem saray da, şehîdlerin
sarayıdır. Ben Cibril'im, bu da (kardeşim) Mîkâîl'-dir. (Yâ Muhammed!) Sen
başını yukarı kaldır, dedi. Başımı kaldırdım, bir de gördüm ki, üst tarafımda
beyaz bulut misâli bir şey! Melekler: işte burası senin makaamındır, dediler.
Ben: Beni bırakınız da şu makaamıma gireyim, dedim. Melekler: Hayır. Senin daha
tamamlamadığın kalan bir ömrün vardır. Onu ne vakit tamamlarsan, o zaman
menziline girersin, dediler" [272].
141-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ben Ebû Bekr'in yanına girdim. O:
— Peygamber'i kaç parça bez ile kefenlediniz?
diye sordu.
Âişe de:
— Gömlek ile başlık
olmaksızın, üç parça beyaz Yemen'in Su-hûl beldesinde dokunmuş pamuk bezi
içinde, diye cevâb^verdi.
Müteakiben Ebû Bekr,
Âişe'ye:
— Rasûlullah hangi gün içinde vefat etmişti?
diye sordu.
Âişe de:
— Pazartesi gününde, diye cevâb verdi. Ebû
Bekr:
— Bu. gün, hangi gündür? diye sordu. Âişe:
— Bu gün pazartesi günüdür, dedi. Ebû Bekr:
— Benim vefatımın da
şu saatimle bu gece arasında vâki' olmasını ümîd ediyorum, dedi.
Sonra Ebû Bekr, içinde
hasta bulunduğu elbisesine baktı da, onda da bir zağferan lekesi olduğunu gördü
ve:
— Benim üstümdeki bu
elbisemi yıkayınız ve buna iki parça bez daha ilâve ediniz de beni bunların
içine sarınız, dedi.
Ben:
— (Babacığım) muhakkak ki bu elbise eskimiştir,
dedim. Ebû Bekr:
— Şübhesiz diri, bunun yenisine ölüden daha
lâyıktır. Çünkü yeni bez ancak hayâtında bir müddet bakaa gören kimse içindir,
dedi.
Ebû Bekr, salı gecesi
akşamına kadar vefat etmedi. Ve sabaha girmeden önce, geceleyin gömüldü [273].
142-.......Âişe
(R)'den (o, şöyle demiştir): Bir kimse Peygamber'e geldi de: Annemin canı
ansızın çıktı gitti. Öyle zannediyorum ki, annem söylenebilseydi tasadduk
(edilmesini vasıyyet) ederdi. Şimdi ben onun adına sadaka versem, annem için
bir sevâb olur mu? diye sordu. Peygamber (S): "Evet (olur)" buyurdu [274].
"Akbarahu"
(Abese: 2i); "Onu kabre gömdürdü" demektir. Ölü için bir kabir yapıp
hazırladığın zaman "Akbartu'r-racule" denir. "Kabartuhu";
"Ölüyü gömdüm" demektir [275].
" (ei-Mürseiât:
25) "Bir toplantı yeri" demektir. İnsanlar diriler olarak yeryüzünde
toplanmış olurlar,
ölüler olarak da yerin
içinde gömülürler [276]
143-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) ölüm hastalığında iken, Âişe gününün
geç.kaldığından şikâyet ederek: Ben bugün kimin nevbetindeyim? Yarın kimin
nevbetinde olacağım? der (ve benim günümü özlediğinden dolayı) diğer
kadınlarına özür beyân eylerdi. Benim nevbetimde olduğu zaman Allah
Peygamber'in ruhunu benim göğsüm ile gerdanım arasında kabzedip aldı. Ve bedeni
de benim odamın içine gömüldü [277].
144-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir daha kalkmadığı hastalığı içinde iken:
"Allah, Yehûda ve Nasrânîler'i rahmetinden uzak kılsın! Bunlar
Peygamberlerinin kabirlerini mescidler edindiler" buyurdu. (Âişe:) Böyle
bir endîşe olmayaydı, Rasûlullah'ın kabri meydana çıkarılırdı. Şu kadar var ki,
Peygamber endîşe etti.
Yâhud, O'nun kabrinin
bir mescid edinilmesinden endîşe edildi, dedi [278].
Ve (yukarıki isnâdla)
Hilâl ibn Humeyd el-Vezzân'dan; o: Urvetu'bnu'z-Zubeyr beni künye sahibi kılıp,
bir künye ile künye-lendirdi; hâlbuki benim çocuğum olmadı, demiştir [279].
145-.......Bize
Abdullah ibnu'l-Mubârek haber verip şöyle dedi: Bize Ebû Rekr ibnu Ayyaş
(193), Sufyân et-Temmâr'dan haber verdi. Sufyân kendisinin, Peygamber(S)'in
kabrini yer seviyesinden biraz yükseltilmiş deve hörgücü gibi hörgüçletilmiş
olarak gördüğünü tahdîs etmiştir [280].
146-.......Bize
Alî (ibn Mushir), Hişâmibn Urve'den; o da babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den tahdîs
etti (o, şöyle demiştir): el-Velîdu'bnu Abdilmelik zamanında
(Halifeliği 86-95 yılları arasıdır) Peygamber'İn gömülü bulunduğu hücrenin bir
duvarı yıkılınca, bunu yapmağa giriştiler. Bu sırada dizine kadar baldın ile
beraber bir ayak ortaya çıktı. Bu ayak, Peygamber'İn ayağıdır zannederek, oradakiler
(yânî Umer ibnu Abdilazîz ve beraberindekiler) korkup ağ-Iaştılar. Ve hücrenin
aslî vazıyyetini bilen bir kimse de bulamamışlardı. Nihayet Zubeyr'in oğlu
Urve, oradaki cemâate hitaben: Allah'a ye-mîn ederim ki, bu ayak Peygamber'İn
ayağı değildir Bu ayak ancak Umer ibn Hattâb'ın ayağıdır, dedi (ve böyle
yeminle te'yîd ederek müşkili çözdü) [281].
Ve yine Hişâm'dan; o
da babası Urve'den; o da halası Âişe'den olmak üzere geldi ki, Âişe, erkek kardeşi
Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e şöyle vasıyyet etmiştir: "Siz beni Rasûlullah ve
iki halîfesinin yanına gömmeyiniz. Onların beraberinde gömülmek sebebiyle ebedî
olarak tezkiye ve medh edilmeyeyim. Siz beni el-Bakî' mezarlığında gömülü
bulunan kadın arkadaşlarımın (yânî.Peygamber'İn diğer kadınlarının) yanına
gömün" [282].
147-.......
Amr ibnu Meymûn el-Evdî şöyle demiştir: Umer ibnu'I-Hattâb'ı gördüm. O, Ebû
Lu'lü' tarafından hançerle vurulduğu zaman oğlu Abdullah ibn Umer'e:
— Mü'minlerin Anası Âişe'ye git de ona: Umer
ibnu'l-Hattâb sana selâm ediyor, de. Sonra iki arkadaşımın beraberinde
gömülmek-liğime ondan müsâade iste, dedi.
Âişe:
— Burayı ben kendim için ayırmıştım. Fakat bu
gün elbette Umer'i nefsime tercîh ederim, dedi.
Abdullah dönüp geldiği
zaman Umer ona:
— Yanında ne haber var? diye sordu. Abdullah
da:
— Ey Mü'minlerin Emîri! Âişe, arkadaşlarının
yanına gömülmen için sana izin verdi, dedi.
Bunun üzerine Umer:
— Bugün benim için o yere gömülmemden başka,
bana ehemmiyetli olan hiçbir iş ve arzu yoktur. Benim ruhum alındığı zaman,
cenazemi taşıyınız. Sonra Âişe'ye teslîm ediniz. Sonra: Umer ibnu'l-Hattâb
sizden müsâade diler, deyin. Eğer benim orada gömülmeme müsâade ederse, beni
orada gömünüz. Eğer müsâade etmezse, beni müslümânlarm kabirlerine götürüp orada gömünüz, diye vasıyyet etti.
(Bu sırada Umer'in
yanına bâzı kimseler gelmiş ve: Ey Mü'minlerin Emîri! Yerine bir halîfe
tavsiye etsen! demişlerdi. Umer bunlara hitaben:)
— Ben bu halîfelik
makaamına, Rasûlullah'ın kendilerinden razı olarak vefat ettiği şu kimselerden
daha lâyık hiçbir kimse bilmiyorum. Bunlar aralarında kimi halîfe seçip kabul
ederlerse, benden sonra halîfe odur. Artık onun emirlerini dinleyiniz, dedi.
Ve Rasûlullah'ın
kendilerinden razı olduğu kimseler olarak şu isimleri sıraladı: Usmân, Alî,
Talha, Zubeyr, Abdurrahmân ibnu Avf, Sa'd ibnu Avf, Sa'd ibnu Ebî Vakkaas.
Bu sırada Ensâr'dan
genç bir kimse Umer'in yanına girdi ve:
— Ey Mü'minlerin
Emîri! Allah'ın senin hakkındaki lutûf ve inayeti ile sevin. İslâm Dîni'ne girmekteki
kıdeminden dolayı bilmekte olduğum bu kadar yüksek hizmetlerin vardır. Sonra
halîfe seçildin ve adalet ettin. Sonra bütün beşerî faziletlerin ardından
şehîdlik (rütbesini kazandın), diye teselli etti.
Bunun üzerine Umer:
— Ey kardeşim oğlu!
Bugün ben ondan, o da benden uzaklaşan bu halîfelik yok mu? Keski bunun bana ne
ikaabı, ne de sevabı do-kunsaydı. Benden sonraki halîfeyi seçmek için ilk
muhacirleri tavsiye ederim. Bu ilk muhacirlerin hakklarının tanınması,
kendilerine yapılan hürmetin muhafaza edilmesi çok hayır ve büyük isabet olur.
Sizlere Ensâr'a da hayırlı olmanızı tavsiye ederim. O Ensâr ki, hicretten
evvel Medîne'de ikaamet etmişler, îmâna yardım ve yurd hazırlamışlardır. İşte
bütün bunların iyilerinin iyilikleri kabul edilmeli, kötülerinin kötülükleri ve
kusurları afvedilmeli. Size Allah'ın ve Ra-sûlü'nün ahd ve emânmda olan bütün
müslümânlarm (ve Kitâb ehli olanların) hakklarına hürmetkar olmanızı da tavsiye
ederim. Bütün bunların haklan verilmeli, işleri görülmelidir. Mukaatele zarurî
olursa, bunların arkalarından mukaatele edilmelidir. Ve insanlara, takatlerinin
üstünde teklifler yüklememelidir [283].
148- Bize
Âdem ibn Ebî Iyâs tahdîs edip şöyle dedi: BizeŞu'be, el-A'meş Süleyman ibn
Mıhrân'dan; o da müfessir Mucâhid ibn Cebr'-den; o da Âişe'den tahdîs etti ki,
Âişe (R) şöyle demiştir. Peygamber (S): "Ölülere sövmeyiniz. Çünkü onlar,
önden göndermiş oldukları amellerinin karşılıklarına ulaşmışlardır"
buyurdu [285].
Ve bu hadîsi Abdullah
ibnu Abdilkuddûs es-Sa'dî er- Râzî, el-A'meş'ten ve Muhammed ibn Enes de yine
el-A'meş'ten olmak üzere rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi Şu'be'den
rivayet etmekte Âdem ibn Ebî Iyâs'a, Alî ibnu'1-Ça'd, Muhammed ibnu Ar'ara ve
İbnu Ebî Adiyy ayrı ayrı mu-tâbaat etmişlerdir [286].
149-.......Bize
Amr ibnu Murre, Saîd ibnu Cubeyr'den; o da İbnu Abbâs'tan tahdîs etti ki, İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Allah'ın la'neti üzerine olası Ebû Leheb Abdu'1-Uzza
ibn Abdilmuttalib, Kureyş'i Safa üzerinde topladığı günün bakıyyesinde
Peygamber(S)'e hitaben: "Tebben leke( = Yûh sana, helak ve ziyan
sana)" demişti. İşte bunun üzerine: "Ebû Leheb *m iki eli kurusun,
kendisi de kurudu helak oldu" sûresi indi [288].
[1] Asîlî ve Ebû'1-Vakt nüshalarında, burada olduğu gibi,
"Besmele" ile "Kitâbu'l-Cenâiz" büyük başlığı vardır.
[2] el-Cenz, kenz vezninde, örtmek ma'nâsınadır; ikinci
bâbdandır. Ve biriktirmek ma'nâsınadır. Ve cenz, kerpiçten ve balçıktan
yapılmış muhtasar eve denir.
el~Cinâze, cîm'in kesriyle
meyyite denir. Cîm'in fethiyle de caizdir. Bir kavle göre cîm'in kesriyle
meyyite ve fethiyle serîre, yânî tâbuta denir. Bir kavle göre aksi üzeredir.
Yâhud kesr ile üstünde meyyit olarak tâbuta denir ve bu setr ma'-nâsmdan
alınmıştır... (Kaamûs Ter.)
[3] Babın İkinci fıkrası "Her kimin son sözü Lâ ilahe
illellah olursa, o kimse cennete girer" mealindeki hadîse işaret
etmektedir; o hadîs, muttasıl isnâdlarla Muâz ibn Cebel'den, Ebû Dâvûd da; Enes
ibn Mâlik'ten İbn Ebî Şeybe'nin Mu-sannafmda; yine Muâz ibn Cebel'den
Müsedded'in Müsned*İnde; Ebû Harb'-' den, Ebû Ya'lâ'nın Müsned'inds rivayet
edilmiştir. Buhârîbirçok tarîkle rivayet edilen bu hadîste Tevhîd Kelimesi ile
âhirete göçen kimsenin âhiret mükâfatının cennete girmekten ibaret olduğunu
bildirmiş oluyor. Buhârî'nin buradaki şartın cevâbını zikretmemesi, alt
tarafta gelecek olan Vehb ibn Münebbih'in haberini te'vîl etmek gayesine
ma'tûftur da denilmiştir.
[4] Vehb ibn Münebbih'in bu haberini Buhârî et-Târîh'te;
Ebû Nuaym da el-Hilye'de mevsûlen rivayet etmişlerdir. Bu haberi Beyhakî
Sünen'İnde Muâz ibn Cebel'-, den merfûan da rivayet etmiştir. Şöyle ki:
Rasûlullah, Muâz'ı Yemen'e vâlî gönderirken: "Ey Muâz, Yemen 'e
vardığında yanına Kilâb ehli kimseler gelip sana muhakkak: Cennetin anahtarı
nedir? diye soracaklardır. Sen onlara cevaben: «. Lâ ilahe ille 'ilah
cümlesidir. Lâkin bu Tevhîd Kelimesi, cennetin dişsiz bir anahtandır. Eğer sen
cennetin kapısı önüne dişli bir anahtarla gelirsen cennet sana açılır; yoksa
açılmaz, diye cevâb ver" buyurmuştur. (Umdetu'l-Kaarî, IV, 3; îrşâdu
's-Sârî).
Vehb ibn Münebbih'in bu
cevâbı, cennete girebilmek için dînî vecîbelerin M lüzumuna yânî îmân ve İslâm
asıllarına luzûmu işaret etmiştir. Şârih Kirmânî: Lâ ilahe ille 'ilah tevhîdi,
Muhammedun Rasûlullah kelimesini de tazammun eder, demiştir.
[5] Ebû Zerr'in bu hadîsi Buhârî'nin İlim, îmân, Libâs,
Tevhîd Kitâbtan'nda da uzun ve kısa metinlerle rivayet edilmiştir.
Buradaki rivayette şirk
etmeden ölen kimsenin cennete gireceği müjdelen-miştir. Şirki terketmek ise
Tevhîd'dir. Lâ ilahe ille'ilah demek de tevhîdi'izhârdan ibarettir.
[6] Buhârî bu hadîsi îmân, Nuzur, Tefsir Kitâbları'nda da
getirmiştir. Müslim ile Nesâî de rivayet etmişlerdir. Bu rivayetler meâlen bir
olmakla beraber, lâfzan farklıdır. Meselâ Müslim'in Vekî' ve İbn Numeyr
tarikiyle rivayetinde bu iki cümle aksedilmiş olarak gelmiştir:
"Rasûlullah: Kim
Allah'a bir şeyi ortak kılmayarak ölürse, cennete girer, buyurdu. Ben de: Kim
Allah'a bir şeyi ortak kılarak ölürse cehenneme girer, dedim".
İbn Mes'ûd'un Müslim'deki
bu Vekî' ve Numeyr yoluyla gelen rivayeti istisnâ edilirse, diğer tarîklerin
hepsi müttehiddir. Konumuz olan rivayet tarîkine;tamâmıyle uygundur. Hadîsin
vaîde ilgili olan kısmı merfûan, va'de ilgili olan r-j parçası mevkuf olarak
rivayet edilmiştir. Vekî' ve tbn Numeyr tarîkıyle gelen rivayet ise, bunun
tamâmıyle aksidir.
Hadîs sarihleri bu iki
tarîki te'lîf için bir takım görüşler ileri sürmüşlerdir. Nevevî şöyle diyor:
"Bu konuda söylenen sözlerin en doğrusu şudur: İbn Mes'ûd bu hadîsin hem
vaîde, hem de va'de ilgili olan iki kısmını da ezberlemiştir. Fakat bilâhare
va'de dâir olan kısmı unutmuştur. Binâenaleyh birinci kısmı merfûan, ikinci
kısmı da mevkûfen rivayet etmiştir. Bir zaman sonra da bunları aksedilmiş
olarak hatırlamış ve bu yolda rivayet etmiştir. İki rivayeti cem' etmenin yolu
budur. Ve bu suretle hadîsin her iki kısmı da merfûan rivayet edilmiş
olur".
Şârih Aynî de Nevevî'nin
bu tevcihine iştirak ediyor.
[7] Hadisin bâb başlığına delîl olan yeri, "....
cenazeleri ta'kîb etmekle... emreyledi" fıkrasıdır.
Cenazeye ittibâ',
cenazeyi arkası sıra ta'kîb etmek, cenaze namazını kıldıktan sonra da bu
suretle devam etmektir. İttibâ' ta'bîrinin zahirî ma'nâsı budur. Bu sebeble
Hanefîler'e göre cenazeyi ta'kîb etmekte efdal olan,Cenazenin arkasından
gitmektir. Şâfiîler'e göre efdal olan cenazenin ön tarafında gitmektir.
Mâlikîler arasında; a. Önde gitmek; b. Arkada gitmek; c. Yayalar önde,
binekliler arkada gitmek suretiyle üç görüş vardır.
Cenazeye iştirak eden
kadınların cenazeyi arkadan ta'kîb etmelerinde imamların İttifakı vardır
(Kastallânî).
Da'vete icabet, iki
suretle olur: Yardım dileyen bir kimsenin bu dileğini yerine getirmeye icabet
suretiyle, düğün gibi hayırlı bir toplantıya edilen da'vete icabet etmekle.
[8] Bu hadîsin de bâb başlığına delâlet noktası yine
cenazeleri ta'kîb etmek fıkrası-dır. Diğer hususlar da topluluk ferdleri
arasında yapılmaları, topluluğun sağlamlığı ve medenî münâsebetlerin kemâli
bakımından gerekli olan hareket ve davranışlardır... En yüksek medeniyet ve insaniyet
alâmetleridir.
[9] Ebû Bekr, bu hareketi ile Rasûlullah'ın bu fiiline
uymuş bulunuyor. Tirmizî'-nin sahîh rivayetine göre, vaktiyle Peygamber de
Usmân ibn MazTm'un vefatında böyle yapmıştı. Kıdemli bir İslâm mücâhidi olan
Usmân ibn Maz'ûn 'un ölümünde, Rasûluilah, Usmân'in cenazesi üzerine kapanmış,
onu Öpmüş ve ağlamıştır. Hattâ gözyaşları yanakları üzerinden akmıştı.
İbn Abdilberr de bu
firaklı vak'ayı et-Temhîd'inde şöyle rivayet etmiştir: RasûlülIah,İbn Maz'ûn'un
cenazesi tâbuta konulduğu sırada Yâ Usmân, şimdi mutluluk senin içindir. Ne
dünyâ sana bir elbise giydirdi, ne de sen dünyâya bir kıymet verdin"
buyurmuştur.
İbn Maz'ûn, muhacirlerin
fakirlerinden idi. Fakirliğinden dolayı kefen bulunamamış da eski ihramı ile
kefenlenmişti. Peygamber bu matemli sözleriyle o acıklı vak'ayı işaret etmişti
[10] Bu âyetler daha çok evvel, hicretin üçüncü yılında
meydana gelen Uhud Harbi hakkında inmişti.
Hadîste haber verilen
Ebû Bekr'in fiilleri, bâb başlığına delü olan kısımlardır. Bunlardan ölünün
yüzünü örtmenin müstehâb olduğu; ölünün yüzünü öpmenin cevazı; feryâd
etmeksizin sessiz ağlamanın cevazı hükümleri alınmıştır.
[11] Ebû Sâib, Usmân ibn Maz'ûn'un künyesîdir. Biraz
evvelki haşiyede de geçtiği gibi, bu Usmân kıdemli sah ahilerdendir. İslâm
olanların ondördüncüsüdür. Evvelâ Habeşistan'a, sonra Medine'ye hicret
etmiştir. Bedr Harbi'nde yararlıklar göstermiş ve hicretin ikinci yılında vefat
etmiştir. îbn Maz'ûn'un ölümü Pey-gamber'i çok kederlendirmişti. Medîne
muhacirlerinden ilk vefat eden, bu zâttır (Vmdetu'l-Kaarî).
[12] Peygamber'in bu sözü "De ki: Ben peygamberlerden
ilk defa (gelmiş biri) değilim. Bana ve size ne yapılacağım bilmem. Ben, bana
vahyolunmakta bulunandan başkasına uymuyorum.,. "(el-Ahkaaf:9) âyetinin
bir kısmına lâfzan da uygun düşmüştür
[13] Bu vefat ve tezkiye hâdisesi hicretin ikinci yılında
vâki' olduğu için henüz Feth Sûresi nazil olmamış ve Peygamber'in geçmiş ve
gelecek günâhlarının mağfiret buyurulduğu müjdelenmemişti. Bu müjdeleme,
hicretin altıncı yılında Hudey-biye Anlaşmasi'nın imzalanmasından sonra
Medine'ye gelirken yolda vâki' olmuştu.
Bedr Harbi'nde hazır
bulunanların mağfiret olundukları Peygamber tarafından haber verilip
müjdelendiği sahîh olarak sabit bir hakikat iken, Usmân ibn Maz'ûn hakkında
tereddüdü ifâde eden bir uslûb ile Ümmü'l-Alâ'ya cevâb vermesi, Usmân ibn
Maz'ûn'un vefatı Bedr Harbi'nde bulunanların cennet ehli oldukları haberi
verilmezden evvel olmasındandır.
Bu hadîsten, cennetle
müjdelenen on kişi ve Bedr sahâbîleri gibi cennetlik oldukları nasslandırılmış
olanlardan başka hiçbir kimse hakkında cennetliktir diye hükmedilmemesi; ihlâs
bir kalb işi olduğundan, kimsenin vicdanına nufûz etmenin yolu bulunmadığı; ölü
evine techîz ve tekfîn edildikten sonra girilmesi gibi hükümler çıkarılmıştır.
[14] Buhârî, hadîsin geri kalan kısmının muttafakun aleyh
olduğuna işaret olarak bü kadarıyle yetinmiştir
[15] Buhârî, Şuayb'ın mutâbaatmı Kitâbu'ş-Şehâdet'te;
Ma'mer ibn Râşid*in mutâ-baatını da Ta'bîr Kitâbı'nın "Cereyan edici göz
bâbı"nda mevsûlen rivayet etmiştir. Amr ibn Dînâr'ın mutâbaasını ise îbnu
Ebî Umer, kendi Müsned'İnde îbn Uyeyne'den; o da kendisinden olmak üzere
mevsûlen rivayet etmiştir.
[16] Bu hadîsin de bâb başlığına uygunluğu açıktır.
Bakı' ibn Mahled,
Câbir'den şunu rivayet etmiştir:
Rasûlullah bana kavuştu
da: "Sana bir müjde vereyim mi? Allah babanı diriltti ve kendisine perdesiz doğrudan
doğruya söz söyledi. Hâlbuki şimdiye kadar hiçbir kimseye böyle perdesiz
söylememiştir'' buyurdu {Umdetu 'l-Kaarî, IV, 20)
[17] Bu mutâbaati Müslim, Abdurrazzâk tarîkinden mevsûlen
rivayet etmiştir. Buhârî bu "mutâbaatı, Müslim'de îbn Mâhân hakkında
vâki' olan şeyi, yânî o isnâd-daki Muhammed ibn Alî ismini nefyetmek için
zikretmiş ve doğrusunun Şu'be'nin rivayet ettiği gibi Muhammed ibnu'l-Münkedir
olduğunu beyân eylemiştir. (Kas-tallânî).
[18] en-Na'y, es-Sa'y vezninde, en-Niâ, el-Gınâ vezninde
ve'n-Nu'yân, el-Gufrân vezninde bir adamın vefat ettiğini haber vermek
ma'nâsınadır; ikinci bâbdandır. (Kaamûs Ter.). Bugünkü ta'bîr ile Ölüm ilânı
demek oluyor.
[19] Necâşî, Habeş meliklerine verilen unvandır. İbn
Hişâm'ın es-Sîre'sinde bu Necâşî'nin ismi Ashame'dir; atıyye ma'nâsınadır
denilmiş. Ebû'l-Ferec de Asha-me ibn Ebcerî'dir, demiştir. İbn Sa'd'm
et-Tabakaat'mda müslümân oluşu şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlulah, hicretin
altıncı yılında Hudeybiye'den dönüp, yedinci yılın Muharrem'inde Amr ibn
Umeyye ed-Damrî ile bir mektûb gönderdi ve onu İslâm'a da'vet etti. Necâşî,
Rasûlullah'ın mektubunu hürmetle alıp, karşısına koymuş ve tahtından inip yer
üzerinde oturmuş, sonra müslümân olmuş ve İslâm'ı kabul ettiğini bir mektûbla
Peygamber'e bildirmiştir. Ca'fer ibn Ebû Tâlib'in Necâşî'ye İslâm Dînİ'ni öğrettiği de Tabakaat'ta rivayet
edilmiştir.
Necâşî'nin vefatı,
Tebük Seferi'nden dönüldüğü yedinci yılın Receb ayma tesadüf etmişti. Müslim'in
Sahîh'inde, Peygamber tarafından kendisine mektûb gönderilen Necâşî'nin,
cenazesine namaz kıldığı Necâşî olmadığı rivayet ediliyor. Mektubun yazılıp
gönderilmesi ile vefat târihi arasında altı aylık bir zaman vardır. Buna göre
her iki şıkk da muhtemil olur.
Bu hadîs, cenaze
ilânının cevazına, cenaze namazının mescid içinde değil, mescid haricindeki
namazgahta gâib namazı olarak kılındığına ve cenaze na-mâzmın da diğer namazlarda
olduğu gibi saff bağlandıktan sonra dört tekbîr ile kılındığına delâlet
etmektedir.
[20] Mûte Harbi'nde kumandanların arka arkaya şehîd
düştüklerini Peygamber, Medine'deki mescidde halka haber vermiş, en sonra da
Hâlid ibn Velîd'in kumandayı kendiliğinden üzerine
alarak İslâm ordusunu
büyük bir felâketten kurtardığını bildirmiştir/Mûte
Harbi'nin haberleri henüz Medine'ye ulaşmadan, gününde Peygamber tarafından
böylece haber verilmiş ve haber verildiği gibi cereyan etmiştir.
Hadîsin bâb başlığına
delâleti meydandadır. Buhârî bu hadisi Cınad,
Alâmâtu'n-Nübüvve,
Hâlid'in Fazîleti, Mağâzî bölümlerinde de getirmiştir.
[21] Bu başlıkla bundan önceki başlık arasında şu fark
vardır: Birincisi, ölüyü bilmeyen kimselere bildirmek; bu ise ölüyü bilip,
ölünün işine hazırlanacak kimselere bildirmektir. (Fethu'l-Bârî;
İbnu'l-Munîr'den)
[22] Bu Ebû Râfi'in Ebû Hureyre'den nakli, daha evvel
"Mescidin süpürülmesi ve çöplerinin toplanıp kaldırılması bâbı"nda
geçmiş olan hadîsin bir tarafıdır. Bu kısmın da bâb başlığına delâleti
meydandadır.
[23] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu Rasûlullah'ın
"Onu bana bildirmenizden sizleri men' eden nedir?" buyurmasidır.
[24] Babın hadîsinde üç çocuğu Ölen müslümâmn hâli
söylendiği hâlde, Buhârî'nin bâb başlığında bir çocuğu ölenin hâlini
zikretmesi, hadîsin diğer rivayetleri arasında bir ve iki ile kayıdlanmış
olanları bulunduğundan dolayıdır. Buhârî bu başlık ile o rivayetlerin subûtuna
işaret etmiş oluyor.
[25] Buhârî bu âyeti bâb başlığındaki "İhtisâb"
lâfzına te'kîd olarak getirmiştir. Çünkü ihtisâb, ancak sabır ile olacaktır.
Âyetin tamâmı, o âyetler grubu içinde daha iyi anlaşılacaktır: * 'Ey îmân
edenler, sabır ile, bir de namaz ile yardım isteyin. Şübhesiz ki Allah
sabredenlerle beraberdir. Allah yolunda öldürülmüş olanlar için ölüler demeyin.
BiVakis onlar diridirler. Fakat siz iyice anlayamazsınız. And olsun, biz sizi
biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve mahsûllerden yana eksiltme ile
imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele ki, onlar kendilerine bir belâ geldiği
zaman; Biz Allah'ınız ve biz ancak O'na dönücüleriz, diyenlerdir. Rabb Herinden
mağfiretler ve rahmet hep onların üzerinedir ve onlar doğru yola erdirilenlerin
tâ kendileridir"(el-Bakara: 153-157).
[26] Bu hadîs de rivayet yollarının çokluğu ile seçkin
hadîslerden biridir. İsnâd yolları kırk kadar sahâbîye varmaktadır. İşte islâm
Dîni'nin aslî saffetinde korunmuş olduğunun canlı şâhidlerinden biri. Bu
sahâbîlerden rivayet edilen metinler birbirlerinden küçük farklılıklar gösterir
ki, bu tabiî birşeydir. Yalnız ifâde ettikleri ma'nânın özü birdir. Hadîste
aranan da budur. Şark ve Garb mütefekkirlerinin insaflıları, İslâm Dîni kadar
hiçbir içtimaî hâdisenin metodolojik bir usûl ile zamanımıza kadar
nakledilmediğini i'tirâf ederler. Bu yalnız ve yalnız İslâmî nakillerin mazhar
olduğu ilâhî bir lûtuftur (Kâmil Mîrâs,
Tecrid Ter., IV, 395-396).
Bu bâbdaki hadîslerin
hepsi mahzun ve kederli ana-babaları en belîğ şekilde tesliye eden Peygamber
sözleri ve Muhammedî metanet reçeteleridir.
Burada şu İlâhî sözler
de hatırlanıp, sabr ve teslimiyetin değeri iyice kav-ranmalıdır: '.... Ancak
sabredenlere ücretleri hesâbsız ö'denecektir"(ez-ZumeT-10).
[27] Bu ta'lîki ibn Ebî Şeybe de mevsûlen rivayet etmiştir.
Buhârî, ilim Kitâbı'nda da küçük bir farkla bu isnadı ve ziyâdeyi getirmişti.
[28] Hadîsteki "Tahıllete'l-kasem" ta'bîri,
Allah'ın yeminini halâl kılacak mıkdâr demektir. Buhârî'nin işaret ettiği
üzere, hadîsteki bu tahıllete'l-kasem. "Ve in minkum illâ vâridûhâ{ =
Vallahi sizden her bir kimse İllâ o ateşe uğrayacak)" (el-Meryem:71)
kavlinde mukadder olan yemîndir. Bu uğrayiş, geçerken yol uğrağı görüşten veya
günâhı kadar ikaametten ibaret olabileceğine göre, hadîsin ma'nâsı "Üç
çocuğunun ölüm acısıyle yanıp buna sabreden ana baba, cehennem ateşini ya
geçerken görecek yâhud günâhı kadar kalacak" demek olur.
[29] Hadîsin bâb balığına uygun yeri son fıkrasıdır.
Peygamber'in bu emri kadının feryâd ile ağlamakta olduğunu gösterir. "Sabretmezsen Allah'ın gadabına
uğrarsın" demek oluyor.
Bu hadîsten, kabir
ziyaretinin mutlak surette cevazı, ziyaretçinin erkek ve-yâhud kadın olmasının
farkı olmayacağı gibi hükümler alınmıştır. Çünkü hadîste böyle bir ayırım
yoktur.
Bu hadîs, ileride daha
geniş olarak tekrar gelecek ve ilgili açıklamalar daha fazla orada verilecektir
[30] Başlıktaki "Ve vudûihî" zamîri meyyite de,
yıkayıcıya da gidebilmek ihtimâli olduğundan, tercemede ikinci ihtimâl parantez
içinde gösterildi.
es-Sidr: Sîn'in kesresi
ve dâPın sükûnu ile nebk ağacının ismidir ki, Arabistan kirazı ta'bîr olunur.
Trabzon hurması o nev'idendir. Müfredisvrfre'dir... Bu ağaç da iki gûna olur:
Bİrİ bûstânîdir ki, yemişi hoş olup ve yaprağıyle yıka-. ma yapılır. Ve birisî
berrîdir ki, yemişi kekre olur. Ve ikisinin de gölgesi be gâyet koyu ve lâtîf
ve hafîf olur...
en-Nebk: Sidr ağacının
yemişine denir ki Arabistan kirazı ta'bîr olunur (Kaa-mûs Ter.).
en-Nebk: Sidr ağacının
yemişi ki köknar yemişi dahi derler (Ahterî).
Sidr bulunmazsa, cöven,
hatmî kullanılır. Bunların hepsi kiri gidermek İçin sabun yerine kullanılmış
şeylerdir. Kirleri gidermek için bunlardan hiçbirisini bulmak mümkin olmazsa,
yalnız hâlis su ile yıkanır.
[31] ibn Umer'in bu fiilini İmâm Mâlik el-Muvatta' da
Nâfi'den mevsûlen rivayet etmiştir
[32] İbn Abbâs'm bu sözünü Saîd ibn Mansûr sahîh bir
isnâdla mevsûl olarak rivayet etmiştir. Dârakutnî ile Hâkim ise bunu merfû*
olarak rivayet etmişlerdir.
ibn Ebî Şeybe bu haberi
şöyle rivayet etmiştir: İbn Abbâs: Ölülerinize ne-cistir demeyiniz. Çünkü
mü'min hayâtında da, Ölümünde de necs değildir, demiştir.
Necs olduğu kabul
edilirse, tahareti, yânî paklanması kaabil değildir demek olur
[33] Sa'd ibn Ebî Vakkaas'ın bu sözünü de İbn Ebî Şeybe
tahrîc etmiştir.
[34] Peygamber'in bu sözü, Buhârî'nin Kitâbu'l-Gusl'de
"Cünüb çarşıda yürür babı' 'nda Ebû Hureyre'den rivayet ettiği hadîsin
bir parçasıdır.
[35] Peygamber'in kızı Rukayye'nin Hayber seferi sırasında
vefatı üzerine diğer kızı Ümmü Kulsüm, Usmân'la evlendirilmiş, sonra hicretin
dokuzuncu yılında o da vefat etmişti. Peygamber'in diğer kızı Zeyneb de
hicretin sekizinci yılında vefat etmişti. Ümmü Atıyye ölü yıkayıcı bir kadın
oduğundan, Zeyneb'i de, Ümmü Kulsüm'ü de yıkamış olabilir. Muhtemil ki, Buhârî,
Peygamber'in bu iki kızından hangisi olduğunu kestiremediğinden, burada "Peygamber'in
kızı öldüğü zaman" demiş; isim zikretmemiştir. Fakat Müslim'in şartına
göre Zeyneb olduğu sabit olduğundan, Müslim bu ismi zikretmiştir.
[36] Buhârî bu Ümmü Atıyye hadîsini uzun, kısa metinlerle
yalnız bu Cenazeler Ki-tâbı'n'da, arka arkaya gelecek çeşitli bâblarında onbir
defa getirmiştir. Bir çok hükümlerin delili olan bu hadîsten, özetle şu
hükümler çıkarılmıştır:
Ölüyü yıkamak; yıkama
esnasında Ölüye abdest aldırılması; su ve sıdr ile yıkamak; yıkamanın sayısı;
yıkamada kâfur ve benzeri güzel kokulu şeyler kullanılması; kadının cenazesini
kadınların yıkaması; cenaze yıkayan kimsenin gu-sül veya abdest alıp
almayacağı; ölünün necs olmadığı; bundan dolayı yıkamanın abes olmayıp cesedin
temizlenebileceği; erkek elbisesinin kadına kefen yapılabileceği... gibi.
[37] Hadîsin bu kısmı küçük bir fark ile bundan
evvelkibâbda da geçmişti. Devamı olan kısımlar ise burada gelmiştir.
[38] Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri burasıdır.
Cenaze yıkamakta tek sayı üzerine emrediimesi, "Allah tektir; Sekleri
sever" hadîsinden ileri gelebilir. Bu teklemenin gerçekleşmesi, bu Hafsa
hadîsinde ölünün üç su, beş su, yedi su ile; diğerinde üç, beş ve gerekirse
daha fazla sayıda yıkanmasıyle olabileceği bildirilmiştir. Yıkamaktan istenen
gaye, ölünün temizlenmesidir.
[39] Hadîsin sonundaki "Onun saçını taradık, üç bukle
yaptık" fıkrası Ümmü Atıy-ye'nin haber vermesidir. Yoksa
hadîste bunun Rasûlullah tarafından bir emir ve işaretle yapıldığına dâir bir
kayıd ve rivayet yoktur. Bu sebeble Hanefîler'e göre saç iki bukle yapılıp
kadının göğsüne, gömlek üstüne konulur. Şâfiîler'ce üç bukle yapılarak arkaya
uzatılır. Ahmed ibn Hanbel ile tshâk'ın görüşü de budur.
[40] Peygamber hayâtta dâima sağ ile başlamak geleneğinde
idi. Bunda "Ashâbu'l-yemîn = Sağ taraf sahihlerinden " (el-Vakıa; 8,
27, 38: el-Müddessir: 39; el-Beled: 19) olma alışkanlığını kazandırmak
temennisi veya yümn, hayr ve bereket sahibi olmaya bir alıştırma olması
mümkindir.
[41] Ölü yıkamaya abdest azâlarıyle başlanması müstehâbdır.
Bu abdest, ağız çalkalama ve buruna su verme bulunmaksızın, hayâttaki gusl
abdestinin aynıdır
[42] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu meydandadır. Lügat
açıklamaları şöyledir:
el-Hakvu, bedende
böğüre denir. Ve futaya denir; izâr ma'nâsınadır. Bir kavle göre fûta
bağlayacak yere denir ki, bel olacaktır. Bunda hâ'mn kesriyle el-Hıkve de
lügattir.
el-Kâfûr ve el-Kufurrâ:
Ve bunda kâfin ve fâ'nın üç harekesiyle lügattir. Hurma çekirdeğinin kapçığına
denir. Ve kâfur bir nevi' güzel kokulu nebat ismidir ki, çiçeği papatya
çiçeğine benzer olur. Tib müfredatında reyhânu'I-kâfûr ile resmedilmiştir ki,
kâfur otu ta'bîr olunur. Kâfur bu isimle ma'rûf koku ismidir. Hind ve Çin
dağlarında biten bîr ağaçtan meydana gelir, yânı onun zamkıdır. Bu ağaç gayet
büyük olduğu için gölgesinde pek çok insan mekân tutar. O mekânın harareti
sebebiyle kaplanlar bu ağacın etrafında barınırlar ve kâfurun azlığına sebeb
budur... (Kaamûs Ter.)
ei-İzâr: Bedene
bürünecek câr ve milhafeye denir... Şârih der ki: Gerçi müellif mutlaka
milhafe ile tefsir eyledi; lâkin izâr belden aşağı tutulan fûta ve peş-temâl
makûlesine denir. Nitekim ridâ, belden yukarı tutulan elbiseye denir. Meselâ
hacıların belden yukarı tutundukları ihram, ridâ ve belden aşağı tutundukları
izârdır... (Kaamûs Ter.)
eş-Şiâr: At kısmının
çuluna denir ki asıl şiar, insanın gömleğine denir. Ve mutlaka bedenine dokunan
elbisesine denir, kıllara dokunduğu için...
et-İş'âr; Bir adama bir
nesneyi bildirmek... ve bir kimseye şiar yânı gömleği giydirmek ma'nâsınadır.
(Kaamûs Ter.).
[43] Bu hadîsin de bâb başlığına delâlet yeri açıktır
[44] Muhammed ibn Sîrîn'in bu sözünü, Saîd ibn Mansûr,
Eyyûb es-Sahtıyânî tarîkinden mevsûlen rivayet etmiştir.
[45] Kadın cenazesinin saçının üç bukle yapılıp arkasına
bırakılması Şafiî, Ahmed ibn Hanbel, İshâk ibn Râhûye'nin mezhebidir. Hadîste görülen
Ümmü Atiy-ye'nin kendi yaptıklarını haber vermesinden ibarettir. Yalnız bunu
Peygamber'in işaretiyle yapmış olması da muhtemildir. ihtimâl üzerine hüküm
bina edilemi yeceği ise şer'î bir esastır. Bunun için Hanefîler saçların iki
bölük yapılıp cenazenin göğsüne ve gömleğinin üstüne konulması içtihadında
bulunmuşlardır. Hanefîler'ce saçı tarakla tarayıp arkaya atmaya luzûm yoktur.
Bâb başlığındaki
ta'lîkte ve hadîs metninde ifâde edilen saç örgülerinin çözülmesi, vefatından
evvel insanın başında örülü bulunan saçlara suyun iyice işlemesi için yıkama
sırasında bu örgülerin çözülmesini anlatmaktadır.
[46] Ibmı Ebî Şeybe Hasan el-Basrî'nin buna yakın bir
lâfzını mevsûlen rivayet etmiştir
[47] Bu hadîsten kadın cenazesinin beş parça bezle
kefenleneceği açıkça anlaşılıyor ki, bu parçalar: Din', izâr, lifâfe, hımâr ve
hırka'dır. Bunların îzâhı ve kullanış suretleri şöyledir: Bu hadîsteki
ifâdelerde anlatılan kadın cenazesinin kefenleni-şini Aynî şöyle îzâh ediyor:
"Cenaze evvelâ dır'a, yânî gömlek giydirilir. Sonra hımâr denilen bez, baş
örtüsü gibi kadının başına Örtülür ve gömlek üzerine açılır. Bunun üzerine
izâr, onun üzerine de lifâfe denilen en geniş bez sarılır. En sonra da bu
bezler açılmamak için, hırka denilen enli bez, kadının memesi ile göbeği arasına
bağlanır" (Umdetu'l-Kaarî, IV, 49).
[48] Buhârî bâb başlığını böyle suâl tarzında vermekle bu
husustaki görüş ayrılığına işaret etmiş oluyor. Hadîs metni ile de üç bukle
yapılacağını bildirmiş ve suâli delîli ile cevâblamış bulunuyor
[49] Ölü kadının saç buklelerinin ön tarafa veya arka
tarafına doğru salıverilmesi hakkındaki tatbîkatia ilgili îzâh daha önceki
hadîslerde geçmişti
[50] Buhârî ölülerin yıkanma hükümlerini bitirince, kefeni
beyâna başladı.
[51] Hadîsin bâb başlığına delâleti zahirdir. Bâzı lügat
açıklamaları şöyledir:
Yemâniyye: Yemen'e
mensûb demektir. Bu kelime yâ'nın tahfifi ile de söylenir. Kaaide nisbet
yâ'smın şeddeli olmasını gerektirir ise de, kelimeye elif ziyâde kılınarak
nisbet yâ'sı hafîfletilmiştir. Aslında Yemâniyye iken, Yemâniye de denilmiştir.
Sehûliyye: Ezherî:
"Sîn'in fethi İle Yemen'de bez dokunan bir nahiyenin adıdır; sîn'in dammı
ile de beyaz bezin adıdır'' diye ta'rîf etmiştir. Diğer lügat -çiler Yemen'de
bir nahiyenin adı olduğunu başka ma'nâlarından önce söylemişlerdir.
Kursuf: Kâfin ve sîn'in
dammı ve râ'nin sükûnu ile pamuk demektir.
Esvâb: Sevb'in
cem'idir. Aslında dokunmuş olan bez, keten, ipek, yün ma-kûlesidir. Dönüp
varacağı şey i'tibâriyle mecazen libâsa ıtlak olunur.
Kamlı: Gömlek; imame de
başlık ve sarık demektir.
[52] Buhârî bu başlık İle kefenin üç olmasının vâcib değil,
sünnet olduğuna işaret etmiştir. Zaruret olmayarak kefenin iki parçaya
indirilmesi ile sünnet terkedilmiş olur. Bir parça ise, vâcibdir.
Hadîs metnindeki
"vakasat" ve "evkasat" kelimeleri aynı ma'nâda olup her
ikisi de boynunu kırdı demektir
[53] el-Hanût, sabûr vezninde ve el-Hınât, kitâb vezninde,
güzel kokulu nesnelerden terkîb edilmiş kokuya denir ki, ölünün kefeni üzere
saçılır ve buharlandın-lir; kâfur, sandal ve sâireden nıürekkeb olur.
el-Ihnâî ve't-Tahnît,
ölüye hanût saçmak, ölünün kefenine hanût saçmak ve buharlandırmak ma'nâsınadır
(Kaamûs Ter.).
[54] Hadîsin bâb başlığına mutabakatı, ihrâmlı için hanûtun
men'inden anlaşılan mefhûm yoluyladır. Bu hadîs metninde râvî, devenin
işlediği cinayeti, yukarıdaki hadîstekinden farklı ve iki kelime ile terdîdli
olarak ifâde etmiştir.
Birincisi, kâf, sâd,
ayn harflerinden if'âldir ki, "Feaksaathu" kelimesidir. Bunun birçok
ma'nâlarından biri, birşeyi kana bürümek ve kıpkızıl etmek, ezmek. ..dir. Buna
göre deve onu ezip kana bürüdü, kıpkızıl etti demek olur.
İkincisi, kaf, ayn, sâd
harflerinden yapılmış if'âddir. Bunun sülâsîsi: Derhâl ölmek ve çabuk öldürmek
ma'nâsınadır. İf'âlİ de, yânî el-İkaas da derhâl öldürmek ma'nâsınadır. Bu
suretle aralarında yine çok ma'nâ farkı yoktur.
[55] et-Telbîd; ihramda olan hacı başının saçı perişan
olmayıp toplanmak için saçına zamk makûlesi nesne sürüp yapıştırmak
ma'nâsmadır.
[56] Hadîste râvîlerin "fevakasat" veya
"feaksaat" şeklinde terdîd ile bildirmeleri, kendilerinin tesbît
edişlerinin neticesidir. "Vakasa" boynu kırdı ma'nâsmadır. İkincisi
ayn, kaf, sâd ve ayn harfi kökün if'âl babından olan mâzîsidir.
"Fea-kaasat, birşeyi kana bürüdü ve kıpkızıl etti" demektir.
Binâenaleyh ma'nâca aralarında çok ayrılık yoktur.
[57] Şârih Kirmanı, Buhârî'nin bu başlığını, terceme
ettiğimiz şekilde tefsîr etmiştir. Buhârî'nin ifâdesine göre kefen cümlesinden olan gömleğin etrafı dikilmiş olup
olmaması; İlik konulmuş veya konulmamış olması müsâvîdir.
[58] Hz. Umer'in bu nehy hükmünü "Onlar için istiğfar
etsen de istiğfar etmesen de haklarında birdir. Allah onları kat'iyyen
mağfiret etmez. Şübhesiz Allah fâ-sıklar güruhuna hidâyet vermez
"(el-Munâfıkûn:6) âyetinden almış olması muh-temildir. Umer'in içtihadına
göre istiğfar, salât ile te'vîl edilmiş ve bu sözden namazdan nehy Duyurulduğu
hükmü çıkarılmış olur.
Abdullah İbn Ubeyy,
Medîne'de münafıkların reîsi idi. Müslümanlara birçok kötülükleri dokunmuştu.
[59] Bu hâdise üzerine et-Tevbe:84. âyetinin inmesi, Hz.
Umer'in görüşünü doğrulamış oluyor.
Peygamber'in
münafıkların reisine hayâtında müsamahalı davranması, öldüğünde mübarek
gömleğini vermesi, cenaze namazını kılması ve istiğfar etmesinin sebebleri
şöyle özetlenmiştir: Müslümânlar'ın ilk zamanlarında büyük bir kabileye
başkanlık etmekte bulunması, şeklen de olsa müslümân görülen bir zâtı her türlü
kötülüklerine rağmen vaziyeti ıslâh ve idare etmek basiretinin kâbı olması,
öldüğünde oğlu Abdullah'a bir taltîf olması, yâhud daha mühim olarak, bu zâtın
son deminde Peygamber'in gömleği ile şefaat olunmak dileği gö rülüp duyularak,
kabîlesi halkından münafık olanları ıslâh etmek gayesi veya Bedir günü Abbâs'a
giydirmiş olduğu gömleğine karşılık vermiş bulunması...
[60] Bu Câbir hadîsinde Peygamber'İn, Abdullah ibn Ubeyy'in
kabrine defn edildikten sonra geldiği haber veriliyor. Bundan evvelki îbn Umer
hadîsinde, gömülmezden evvel geldiği ve namazını kıldığı haber verilmişti. îki
hadîs arasında görülen bu zıdlığı sarihler şöyle gidermeye çalışmışlardır: ibn
Umer hadîsindeki "gömleğini verdi" sözü, "ihsan etti"
demektir. Peygamber'İn vereceğini va'd etmesinden mecazen "verdi"
diye ta'bîr edilmiştir, demişlerdir, ibn Cevzî de Peygamber'İn iki gömlek
vermiş olması muhtemildir, der.
Câbir'in:
"Peygamber İbn Ubeyy'i çukurundan çıkarttı ve ona gömleğini giydirdi"
demesinden, bu ölünün gömleksiz defn olunduğu hatıra gelir. Yâhud Peygamber'İn
kendi gömleği ile teberrük etmesi istenildiğinden, ölünün üstündeki gömlek
çıkarılıp Peygamber'İn gömleği giydirilmiştir. Bâb başlığının ikinci kısmına
delîl olan yer, işte burasıdır.
[61] Hadîslerin bâb başlığına uygunluğu açıktır. Bunlara
yakın bir metin, daha evvel de geçmişti.
[62] Bu hadîsin de bir rivayeti biraz önce geçmişti. Bu üç
parça bez, lifâfe, izâr, ve kısa ridâ diye ta'rîf edilmiştir.Lifâfe,leff yânı
sarmaktan alınmış olup"sargı" demektir. Cenaze ıstılahında, Ölünün
başından ayağına kadar vücûdunu bürüyen örtüye denir.
İzâr da aynı ma'nâya
hamledilmiştir; baştan aşağıya kadar vücûdu bürü-yen örtü demektir. Bâzı
fakîhler, İzâr, omuzdan aşağıya bürüyen örtüdür, demişlerdir. Bir de yakasız,
yensiz ve etrafı dikiş İle bastırılmamış, göğüs tarafı açılmamış bir parça
vardır ki, buna yukarıda anlatıldığı şekliyle, gömlek deni-lemiyeceği
aşikârdır. İşte bu üç parça bez, erkekler için sünnet kılınan bir kefendir.
Hadîste başlık açıkça istisna edildiğinden, hesaba dâhil değildir.
Bu üç parça bezin temiz
olmak şartıyle yeni veya kullanılmış olması musâvîdir.
[63] Buhârî bu başlık ile Ölünün techîz ve tekfin
masraflarının, malının umûmundan yapılacağını bildirip, ölünün malının üçte
birinden yapılır diyen küçük bir grubun görüşünü reddetmek istemiştir. Bu üçte
bir görüşü, Hallâs ibn Umer'in kavli olduğu nakledilmiştir
[64] Buhârî bâb başlığındaki hükümde, burada isimleri
verilen tabiî müctehidlerinin ittifak etmiş olduklarını da bildirmiş oluyor. Bu
müctehidlerin görüşleri Dâri-mî'de, Abdurrazzâk'ın Musannafmda mevsûlen rivayet
edilmiştir.
[65] Amr ibn Dinar'ın bu sözünü Abdurrazzâk; İbrâhîm
Nahaî'nin sözünü Dârimî; Sufyân es-Sevri'nin sözünü de yine Dârimî mevsûl
olarak rivayet etmişlerdir
[66] İbn Hacer'in rivayet hususunda ekseriyyetinİ
bildirdiği burdehu (Onun bürdesi) nüshasında mef'ûl zamîri Mus'ab'a râcî
olduğundan, şehidin kefen-lendirildiği bürdenin kendisine âid olduğu tasrîh
edilmiş bulunuyor. Bu ise hadîsin mensûb olduğu babın unvanına uygunluğu
bakımından son derece lâzım olan bir mes'eledir. Ölünün cümle malından en evvel
tekfîn masraflarının ayrılması mes'elesidir. Bu da hadîsteki bürdenin Mus'ab'a
âid olduğu tasrîh edilmekle te'mîn olunabilir.
Hadîsten, zaruret
hâlinde bir kefenle yetinilebileceği ve bunun caiz olduğu hükmü alınmıştır.
Yine bu hadîsten, ilk müslümanların ne kadar maddî imkânsızlık ve çetinlikler
altında mücâdele ettikleri apaçık sezilmektedir.
[67] Bâb başlığındaki suâlin cevâbı hadîs metninde
mevcûddur. O da "Mus'ab ibn Umeyr bir tek bürde içinde kefenlendi"
sözüdür. Şübhesiz ki bürde, bir tek bezden ibarettir.
[68] el-Burdu ( JJ?ı); bâ'nın zammı ile bir nevi' çizgili
yânî çubuklu kumaş adıdır... ve bir nevi' abaya denir ki ihram gibi bedene
bürünürler. Ve bu cemi'dir; müf-redi bürde'dir. Ve hâlen bu diyarlarda hırka
ta'bîr ettiğimiz libâsa da bürde ıtlak edilir (Kaamûs Ter.).
Şârih Aynî, bürde'yi
nemîre ile tefsîr ediyor ki, alaca yün kaftan demektir. Sa'leb de yaşlı
kadınların giydikleri çizgili bir sevbdir, demiştir.
[69] Şehide kefen yapmak için üzerinde taşıdığı bu bir tek
bürdeden başka birşey bulunmaması, Mus'ab ibn Umeyr'in ne derece fakirlik ve
ihtiyaç içinde olduğunu pek belîğ şekilde göstermektedir. Hadîsin bâb
başlığına delâleti gayet açıktır
[70] Buhâri bu başlık ile Peygamber devrinde kefenini
hayâtta iken hazırlayan kimseyi, Peygamber'in reddetmediğini isbât için
getirmiştir
[71] Bu bürdeyi Peygamber'e getiren kadının ismini, sonra
bürdenin güzelliğini belirtip onu Peygamber'den
isteyen sahâbînin ismini Buhârî vermemiştir. Buna sebeb, verilen isimlerde
çeşitlilik bulunması olabilir. Fakat SehPin son ifâdesinden, onun bu sahâbîyi
iyi bildiği anlaşılır.
Hadîs bâb başlığına
tamâmiyle uygun bir delildir. Hadîste hakîkaten Pey-gamber*den kefen yapmak
üzere istenmiş, Peygamber bu isteği kabul etmiş, sa-hâbîler evvelâ bunu kendisi
giymek için istedi sanarak hoş görmemişler; sonra kefen yapmak için istediğini
anlayınca ses çıkarmamışlardır. Bu vak'adan bir mü'min hayâtta iken ölümden
sonrası için kefen gibi techîz ve tekfin ihtiyâçlarını hazırlamasının cevazı
hükmü çıkarılmıştır. Hattâ bu hazırlık meâd için olduğundan, fazîlet kabûf
edilmiştir. Peygamber (S): "Mü'minlerin îmânca en faziletlisi, ölümü çok
hatırlayan ve ona iyi hazırlanandır" buyurmuştur (Umdetu 'l-Kaarî).
[72] Kadınların cenazeler ardında gitmelerinin nehyedilmesi
mes'elesinde bu nehyin tahrîmî veya tenzîhî olduğu veya bâzı kayıdlarla cevazı
şeklinde görüşler vardır. Buhârî bu görüş ayrılıklarından dolayı, bu husustaki
hükmü kesinleştirmemiştir.
[73] Hadîsin bu son fıkrası "Cenazeler ardında gitmek
bize vâcib kılınmadi" ma'-nâsına olabileceği gibi, "Bize cenazeleri
teşyî' ve arkalarından gitmemizin nehyedilmesi, diğer nehiyler derecesinde
şiddetli ve te'kîdli kılınmadı" ma'nâsına da gelir. Her iki takdîre göre
de Ümmü Atıyye: "Bize cenazeleri teşyî' haram edilmeyerek mekruh
kılındı" demiş olur. Buna göre hadîsin zahiri, bu hehyin tenzîhî bir nehiy
olmasını gerektirir. Âlimler cumhurunun mezhebi de budur. Ibn Ebî Şeybe'nin Ebû
Hureyre'den rivayet ettiği bir hadîs şöyledir: Peygamber (S) bir cenazede İdi.
Umer'in bir kadına bağırdığını gördü de ona hitaben: "Yâ Vmer, o kadını
serbest bırak. Çünkü su an, göz ağlamakta, gönül musibete uğramış, ölüm
hâdisesinin de yakın bulunduğu bir zamandır" buyurdu. Bu Ebû Hureyre
hadîsini Hâkim de el-Müstedrek'de tahrîc etmiştir (Umdetu 'l-Kaarî).
Hulâsa kadınların
cenazeler ardından gitmeleri hakkındaki en kuvvetli görüş, bu nehyin tenzîhî
olmasıdır
[74] Ümmü Habîbe, Peygamber'in zevcelerindendir. Ebû
Sufyân'ın kızı ve Muâvi-. ye'nin kızkardeşidir. İsmi de Ramle'dir. İslâm'ın
evvelinde kocası Abdullah ibn Cahş ile birlikte Habeşistan'a hicret etmiş idi.
Kocası orada hristiyan olarak vefat ettiğinden, Habeşistan'da iken Peygamber'e
nikâhı vekâletle yapılmış ve mehri de Peygamber hesabına Necâşî tarafından
ödenip, Medine'ye gönderilmiştir. Ümmü Habîbe ilk müslümân olan
kadınlardandır. Dînî salâbeti ile meşhurdur. Sa-hîh rivayete göre 44 hicrî
yılında vefat etmiştir.
Zeyneb bintu Ebî
Seleme'ye gelince, bu da Ümmü Habîbe'nin ilk kocası olan Abdullah'tan olan
kızıdır. Abdullah Ebû Seleme künyesi ile anıldığı için, Zeyneb de Ebû Seleme
kızı diye anılırdı. Bu sebebden Zeyneb, Peygamber'in üvey kızıdır. Ümmü
Habîbe'nin ilk kocasından Umer ibn Ebî Seleme-isminde bir de oğiu vardı. Bu da,
buradaki Zeyneb'in kardeşi oluyordu. Bu Zeyneb, 73 târihinde vefat etmiştir.
[75] el-İhdûd, kadmın zevcine yâhud akrabasından birinin
ölümü üzerine yas ve matem tutmasidır. Cevheri, bu matemi "Kadının
ellerini ve saçlarını kınalamaması, hüzün ifâde eder bir tarzda boyasız elbise
giyinip süslenmekten çekinmesidir" diye ta'rîf etmiştir.
Kadının, kocasından
başkasının ölümü üzerine tutacağı yas müddeti üç gündür. Bu üç gün hüzün ve
kederin şiddetli olduğu zamandır. Bu yas, vâcib de değildir. Çünkü hadîste
vücûb ifâde eden bir sîga yoktur.
[76] Zeyneb bintu Cahş, Peygamber'in halası Umeyye bintu
Abdümuttalib'in kızıdır. Hicretin üçüncü yılı dul kalmış ve Peygamber'in
kadınları araşma katılmıştır. Zeyneb 20. hicret yılında vefat etmiştir. Zeyneb
bintu Cahş'in Abdullah, Ubeydullah ve Ebû Ahmed adlarında üç erkek kardeşi
vardı. Bunlardan Abdullah üe Ebû Ahmed, kendisinden evvel vefat ettiğinden
hadîste zikredilen yasın, Ubeydullah'ın Habeşistan'da vefatını işittiğinde
tutmuş olması mümkindir.
[77] Bu yas, zevcin zevce üzerinde meşru bir hakkıdır. Ölüm
gibi acı bir akıbetle eşinden, hayât yoldaşından ayrılan bir kadının, iddetî
zamanında süslenmesi şuursuzca bir hareket olur. Kadının bu müddet içinde
zîneti ve süslenmeyi terketmesi, hem kaybettiği hayât ortağının toprağına
hürmet, hem de Ölünün ana baba gibi hayâtta olan aile ferdlerine karşı bir
saygı ifâde eder. Bunun ehemmiyetini ve vucûbunu her duygulu insan kendi
gönlünde hisseder (Tecrıd Ter., IV, 468). Bu bâbdaki hadîslerde kadının
kocasından başka Ölen yakınları için üç gün; kocası için ise dört ay on gün yas
olarak süslenmeyi bırakacağı hususu delîllen-miş oluyor. Hadîslerin bâb
başlığına delâletleri bu yönden açıktır.
[78] Kadının bu müşahedesi, Peygamber'in bütün hayâtının ve
zamanının halk arasında geçtiğine, kapısı önünde sultân saraylarında olduğu
gibi kapıcılar, muhafızlar ve içeri girmeye mâni1 olucu bekçiler
bulunmadığına, halk içinde gezerken de sağında solunda gözcüler, muhafızlar
bulunmadığına açıkça delâlet eder.
[79] Bu hadîsin bâb başlığına delâleti açık olup, kabir
ziyaretinin mutiak surette cevazını; ziyaretçinin erkek veya kadın olması;
ziyaret edilen kabrin müslim veya gayri müsiime âid bulunmasının mıısâvî
olduğunu ifâde etmektedir. Çünkü hadîste böyle bir ayırma yoktur.
Kabir ziyareti
hakkındaki ibâha, umûmî bir mubah kılınmadır. Nitekim kabir ziyaretinden nehy
de vaktiyle umûmî idi; sonra bu nehy nesh edildi ve umûma mubah kılındı.
Erkekler için de, kadınlar için de caiz oldu. Bunun mubah kılınması hakkında
birçok hadîsler gelmiştir:
Bureyde (R) şöyle dedi:
Rasûlullah (S): "Ben sizleri kabirleri ziyaret etmekten nehyetmiştim;
artık şimdi kabirleri ziyaret ediniz" buyurdu (Müslim) hadîsi gibi...
Kadınlar için kabir
ziyaretinin mubah olduğuna tarafdâr olan âlimlerin dayandıkları en kuvvetli
delîl, İbni Abdilberr'in Temhîd'de Abdullah ibn Ebî Mu-leyke'den rivayet ettiği
şu haberdir:
İbn Ebî Muleyke şöyle
demiştir: Âişe bir kerre kabirlerden doğru geliyordu. Kendisine:
— Ey Mü'minlerin Anası, nereden geliyorsun?
diye sordum. Âişe:
— Kardeşim Abdurrahmân ibn Ebî Bekr'in kabrini
ziyaret ettim; oradan geliyorum, dedi.
Ben ona:
— Rasûlullah kabirleri ziyaretten nehyetmez mi
İdi? dedim. Âişe:
— Evet, vaktiyle
nehyetmiş idi; fakat sonra ziyaret edilmesini emretti, dedi.
Âİşe'nin bu hükmü ve
beyânına ve diğer hadîslere istinaden âlimler cumhuru kadınlar için kabir
ziyaretinin mubah olduğunu kabul etmişlerdir. Yalnız bu ziyaretin erkek-kadm
karışık olarak yapılması suretinde mesfedete vesîle olabileceği için gençlerin
iştiraki doğru bulunmamıştır. Yalnız kadınlara âid ziyarette böyle bir mahzur
olmadığından, genç ihtiyar diye bir ayırıma luzûm görülmemiştir
(Umdetu'l-Kaarî, IV, 75-78).
[80] Buhârî bu hadîsi bâb içinde İbn Abbâs'tan böyle
"Ağlamasının bâzısı, yânî bir nevi' İle..." şeklinde kayıdlı olarak;
îbn Umer'den de: "Ağlaması ile..." diye kayidsız olarak mevsûlen
rivayet etmiştir. Buhârî, kayıdlı olan İbn Abbâs hadîsini bu başlıkta tercîhan
zekretmekle, kayidsız olanın kayıdlıya hamledilmesi gerektiğini işaret etmiş
oluyor.
[81] Buhârî bununla ölünün hayâtta İken ağlayıcı olup
olmaması suretiyle bir farka işaret ederek: "Sağlığında ölülere feryâdla
ağlamayı âdet edinen kimse ailesinin kendisine ağlamasıyle azâb olunur"
fikrasıyle birinci nev'in hükmünü bildiriyor. Buna da et-Tahrîm: 6. âyetiyle
istidlal ediyor. Âyetle istidlal suretine gelince, şöyledir: Hayâtında ölülere
feryâdla ağlayıcılık eden bir adam, çocuklarını da bu çirkin âdete alıştırmış
ve kendisi ölünce, bu alışık aile halkı bu defa da kendisine feryâdla
ağlayacaklarından, iyi terbiyeleri ve çirkin işlerden korun-malarıyle vazifeli
bulunduğu ailesi ferdlerini iyi terbiyeleri
şöyle dursun, ağlayıcıhk gibi bir mekruha alıştırmış bulunduğundan kendi
kötü eseri olarak azâb olunur demek olur.
Buhârî bu âyetten sonra
da'vâsım te'yîd için Curmıa Kitabı'nda geçen çobanlık ve sorumluluk hadîsini
de getirmiştir. Bu hadîsle devlet reisinden hammala kadar cem'iyetin her
ferdinin karşılıklı hakk ve vazifeleri ve sorumlulukları bulunduğunu,
çocukların iaşeleri ve iyi tahsîl ve terbiye edilmeleri sorumlulğunu
hatırlatıyor.
Buhârî böylece feryâdla
ağlayıcıhğı âdet edinen kimseye, ailesi feryâdla ağlayıp rriâtem tutarlarsa,
kendi taksîri eseri olarak azâb edileceğini Kitâb ve sünnetle demlendirmiş
bulunuyor
[82] Buhârî bu fıkra ile ikinci nev'e işaret ederek: ölen
kişi hayâtta iken ölülere fer-yâd etmek alışkanlığında değilse, şimdi ailesinin
kendi arkasından feryâdla ağlamalarından sorumlu değildir. Bu kimse Âişe'nin
dediği gibi (eî-En'âm:163,...) âyetlerinin hükmüne tâbi'dir deyip, bunu da diğer
bir âyet grubu ile takviye ediyor
[83] Burası da aslında İbn Ebî Şeybe, Taberânî ve Hâkim'in
tahrîc ettiği bir hadîstir. Buhârî'nin şartı üzere olmadığı için, sâdece ona
işaret etmekle yetinmiştir. Bu fıkra bâb başlığına ma'tûf bir parça olduğundan
' 'Ve ruhsat verilen ağlama nev'i feryâdsız olandır babı" takdirindedir.
[84] Buhârî bu hadîsi Diyetler Kitâbı'nda mevsûlen rivayet
etmiştir. Bunu burada getirmesi, kaatil olmayı ilk çıkaran ve âdet eden
kimseye, kıyamete kadar meydana gelecek kati suçlarından bir pay ayrıldığı
gibi, ailesi içinde ölü üzerine'fer-yâdla ağlama âdetini koyup devam ettirenin
de aynı şekilde suçlu olacağını delîllendirmek içindir.
[85] Hadîsin son kısımları, yânî Peygamber'in çocuğa
ağlaması ve Sa'd ibn Ubâde'-ye verdiği cevâb, bâb başlığının ruhsatlı olan
ağlama nev'ine güzel bir delîl olmaktadır
[86] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu, Peygamber'in kabirin
bir tarafına oturup, iki gözü yaş akıtarak ağlamasıdır. Buhârî Peygamber'in
defn esnasında ağladığı bu kızının ismini vermemiştir. İbn Sa'd, Taberî,
Devlâbî, Tahâvî bu kızın Us-mân'm zevcesi olan Ümmü Kulsüm olduğunu tasrîh
etmişlerdir. Ümmü Kul-süm dokuzuncu hicret yılında vefat etmiştir.
Bu hadîsten, kabrin bir
tarafına oturmak caiz olduğu, kadın cenazesinin kabre erkek tarafından konulmasının
cevazı; koca ve baba gibi ölünün yakınları varken, bunların izni ile yabancı
erkek tarafından kadın cenazesinin mezarına konulmasının cevazı hükümleri
anlaşılmıştır.
[87] Her ikisi de merfû' olan bu İbn Umer ve İbn Abbâs
hadîslerinden İbn Umer'in-ki "Şübhesiz ölü, ailesinin kendisine
ağlamasından dolayı azâb edilir" şeklinde mutlaktır. İbn Abbâs'ın hadîsi
ise: "Ölü kendisine ailesinin bâzı nevi'ağlaması sebebiyle azâb
edilir" şeklinde mukayyeddir. Buhârî'nin bâb başlığında da işaret ettiği
gibi, bu iki hadîsten mutlak olanı, mukayyed olanına hamledilecektir. Bu iki
hadîsten mutlak olan ağlama, feryâd ile kayıdh olan ağlamaya hamledilir.
Âlimlerin mutlakı, mukayyede hamletmekteki ittifakları da bunu te'yîd eder.
Buradaki Umer hadîsindeki "Ölüye, ailesinin bâzı gûnâ ağlaması
sebebiyle..." kaydı, mutlak'ın mukayyede hamledilmesini gerektirir. Bu
hamlin üçüncü bir müeyyidesi de, bu hadîslerin râvîsİ olan Umer ile İbn Umer'in
ölüye fiilen ağlamış olmalarıdır, tbn Ebî Şeybe'nin Musannaf ında Hz. Âişe:
"Sa'd ibn Muâz'ın cenazesinde Rasûlullah ile ELî Bekr ve Umer hazır bulundular.
Ben de odamdan bunlara bakıyordum. Muhammed'in hayâtı elinde bulunan Allah'a
yemin ederim ki, ben Umer'in Sa'd'e ağladığını, Ebû Bekr'in ağladığından daha
iyi biliyorum" demiştir.
[88] Âişe'nin, Umer ve Abdullah ibn Umer'i vehme nisbet
etmesi hakkında Hattâbî şöyle diyor: Ölüye ağlamak mes'elesinin hakîkî
mâhiyeti, Âişe'nin içtihadı veçhile olması muhtemildir. Çünkü Âişe'nin
rivayetine göre ölüye ağlamanın azaba vesîle olması, Yahûdî cenazesi hakkında
gelmiştir. Sonra mü fesser olan haber, mücmel olan haberden daha kuvvetlidir.
Bir üçüncü cihet de Âişe'nin âyet ile hüccet getirmiş bulunmasıdır...
(Umdetu'l-Kaarî).
Hz. Âişe'nin burada
yemîn ile kat'î ifâde etmesi, ya Rasûlullah'tan bu azabın kâfire has olduğunu
sarîhen işitmiş olduğundan, yâhud da bu ihtisası karî-nelerle anlamış
bulunmasındandır.
İbn Abbâs: "Allah
güldürür, Allah ağlatır" demekle, insanların gülmenin ve ağlamanın menşei
olan ibrete bizatihi mâlik olmadıklarını ifâde etmiş oluyor.
[89] Bu hadîste de Âişe'nin, bundan evvelkinde olduğu gibi,
Abdullah ibn Umer'-in: "Şübhesiz Allah, ailesinin kendisine ağlaması
sebebiyle mü'mine azâb eder" şeklindeki rivayetini redd ve inkârı vardır.
İbn Abbâs, Âişe'den İbn Umer'in, ölü sâhiblerinin ölülerine ağlamasına terettüb
eden azabı, mü'min cenazesine teşmil ve belki de tahsis ettiğini sorduğunda,
Âişe bu rivayetinde: "Hayır, Rasûlullah: Mü 'min ailesinin ağlaması ile
azâb olunur demedi; Rasûlullah bir Yahûdî kadının kabri başında ailesi
ferdleri ağlaşırken oradan geçmişti de, bunları görünce: Bunlar ölülerine
ağlıyorlar; hâlbuki ölü, kabrinde azâb olunuyor buyurdu", demiş oluyor.
[90] Bu hadîsteki Hayy kelimesi, diri ma'nâsma geldiği
gibi, kabile ma'nâsına da gelir. Bu ikinci ma'nâya göre, diğer rivayetteki
"ehl" kelimesine uygun olur.
Burada Umer'in Suheyb'i
ağlamaktan men' etmesi, Suheyb'in ağlarken sesini yükselterek feryâd
mâhiyetini alması; bunun da Peygamber tarafından neh-yedilmiş bulunmasındandır.
[91] Umer'in bu sözünü Buhârî et-Târîhu'1-Evsat'mda
mevsûlen rivayet etmiştir. Bunu Beyhakî de mevsûlen şöyle rivayet etmiştir:
A'meş'e varan muttasıl
senedle o da Şakîk'ten. Şakîk şöyle demiştir: Hâlid ibn Velîd vefat ettiğinde,
Benû'l-Mugîre kadınları toplanıp ağlaşmaya başlamışlardı. Orada bulunan cemâat
tarafından Umer 'e: Bir haber göndersen de şu kadınları ağlamaktan nehyetsen,
denildi. Umer de cevaben: Şu kadınları bırakınız; varsın Ebû Süleyman Hâlid
ibn Velîd'e ağlasınlar. Başlarına toprak dökmedikçe, avaz avaz bağınşıp
çağinşmadıkça yalnız gözyaşı dökmek, bu kadınlar aleyhine bir hüküm ifâde
etmez, dedi. Ebû Süleyman, Hâlid ibnu'l-Velîd'in kün-yesidir (Umdetu'l-Kaarî,
IV, 92).
Hâlid ibnu'l-Velîd
hicretin yirminci yılında vefat etmişti. Umer, Peygam-ber'in Câhiliyyet
şeklinde olmayarak ağlanmasını tabiî bir ihtiyâç saydığını bildiği ve bizzat
Peygamber'in de ağladığını gördüğü İçin, Mugîre oğullan kadınlarını ağlamaktan
men' etmiyordu.
[92] Buhârî, Umer'in sözündeki bu iki kelimeyi böyle
ma'nâlandırmıştır. Buhârî râ-vîlerinden îsmâîlî "laklaka"yı yüksek
ses diye vasıflandırıyor ki, feryâd, figân ve çığlıktır.
Saîd ibn Mansûr,
"en-Nak"', yakaları yırtmak diye ta'rîf edildiğini bildirmiştir.
Lügatte şu bilgiler
verilmiştir:
en-Nevh, en-Niyâh,
en~Niyâha: Ölü üzerine feryâd ve figân ederek ağlamak ma'nâsınadır ki,
Türkçe'de sağı sağmak ta'bîr olunur...
en-Nak'u:İM Nün'un
fethi ve kaaf'ın sükûnu ile feryâd eylemek ve mu-sîbet deminde yaka yırtmak,
kati eylemek ... ve devekuşu ötmek... boğazlamak... peyderpey feryâd ve figân
eylemek, ses ve avazı yükseltmek .. ma'nâsınadır. Üçüncü bâbdandır.
el-Laklaka: Zelzele
vezninde, leylek ötmek ve mutlaka ızdırapla olan savta yâhud şiddetli savta
denir (Kaamûs Ter.).
[93] Bu hadîs, iki hüküm İhtiva ediyor: Biri Peygamber'in
dilinden yalan uydurmağa ve O'nun söylemediği bir şeyi söyledi diye haber vermeğe terettüb eden azâb; ikincisi
ölüye feryâd figân edilmesinin sebeb olduğu azâb. İhtiva ettiği bu hükümler
bakımından bâb başlığına uygunluğu meydandadır
[94] Bu hadîs, 49. râkamıyle de geçmiş ve ilgili açıklama
orada verilmişti. Şübhesiz buradaki nevha, başına toprak saçarak, saçlarını
yolarak feryâd ve figânla ağlamaktır ki, bu nevi' ağlama, Câhiliyyet devri
ağlaması olup, Peygamber tarafından nehyedilmiştir.
[95] Bu mutâbaati Ebû Ya'lâ kendi MüsneeFinde mevsûlen
rivayet etmiştir
[96] Âdem ibn Ebî Iyâs'ın hadîsi de daha evvel bu lâfızla
geçmişti
[97] Buhâri, burada tercemesiz, unvansız böyle bir
"bâb" açmıştır. Bu bâb sözü, Ebû Zerr ve Kerime nüshalarında yok;
yalnız Asîlî nüshasında vardır. "Bâb" sözü, bundan evvelki babın son
bulduğuna işaret ve hem de öncekinin sonrakinden ayrılmakla beraber, yine de
birbirleriyle ilgili yanı bulunduğunu ifâde eder.
[98] Hadîsin bundan evvelki bâb başlığına uyan ciheti,
Peygamber'İn açıkça olmasa da, hakikatte şehidin kızkardeşi Fâtıma bintu Amr'ı
yüksek sesle ağlamaktan nehyetmesidir.
[99] Hadîsin bir fıkrası bâb başlığı yapılmıştır. Hadîs,
ölü için yüz, baş dövmeyi yaka yırtmayı, münasebetsiz sözler söyleyerek fcryâd
ve figânla bağırıp çağırmayı açık olarak nehyetmiştir. Bu nevi' cahilane
hareketler İlâhî hükme razı olma mayı İham eder. Hadîsteki hareketlerin bir
arada toplanması şart değildir; bunlar teker teker nehyedilmiştir.
"Bizden
değildir" demek nehiyde mübalağa ifâde eder. Hakîkatte ise: "Bizim
sünnetimize uymamış ve koyduğumuz İslâm âdet ve medeniyetine uymamıştır"
demektir. Yoksa müslümânlıktan tamâmiyle çıkar demek değildir. Sünnet ehline
göre ma'siyet işlemek, ma'siyet sahibi olan mü'mini, o ma'-siyetin halâl
olduğuna i'tikaad etmedikçe îmândan çıkarmaz.
[100] er-Resvu, râ'nın fethi ve üç noktalı sâ'nın sükûnu ile
... ve masdar olur; mersi-ye*eylemek, yânî güzellik ve İyiliklerini zikrederek
acıyıp ağlamak ma'nâsınadır (Kaamûs Ter,),
[101] Buhârî bu hadîsi el-Câmi'u's-Sahîh'imn on yerinde
getirmiştir. Senedinin sıhhatinde bütün ilim ehlinin İttifak ettikleri bir
hadîstir. İslâm fıkhında vasıyyet mıkdân hakkında bir asıl olarak kabul
edilmiştir. Daha başka hükümlere de kaynak olan câmiâh bir hadîstir.
Sa'd ibn Ebî Vakkaas,
cennetle müjdelenmiş olan seçkin sahâbîlerdendir. Yedinci olarak İslâm'a
girmiştir. Müslüman olduğunda onyedi yaşında bir gençti. "Müslüman
olduğumda yüzümde tüy yoktu" dediği oğlu Âmir'den rivayet edilmiştir.
Peygamber'in "Sen uzun zaman yaşatılacaksın" buyurduğu üzere, hakîkaten
cennetle müjdelenen on sahâbîden en son vefat edendir. Hicretin 55. yılında
vefat etmiştir. Demek ki, Mekke'deki hastalığından kurtulup, ondan sonra 45
sene daha yaşamış ve bu arada islâm'a pekçok hizmetler îfâ etmiştir. Hâlbuki
Mekke'deki hastalık günlerinde, babasının vefatı üzerine kendi hayâtından da
ümîd keserek vasıyyet etmeğe başlamıştı.
Babası Sa'd ibn Havle
de müslümân olmuştur. Buhârî, Sa'd ibn Havle'nin hicret ettiğini, Bedr'de ve
müteâkıb gazvelerde bulunduğunu, Veda Haccı'nda vefat ettiğini zikretmiştir
(Umdetu'l-Kaari, IV, 101).
Hadîsin bâb başlığına
delîl olan yeri, Sa'd ibn Havle'nin zikredildiği son fıkrasıdır. Rasûlullah,
Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a tesellî verip, hadîsteki bir takım müjdeleri haber
verdiği zaman, o günlerde hicret edip çıktığı yer olan Mekke'de ölmüş olan
Sa'd ibn Havle'ye acımış ve ona üzüldüğünü açıklamıştır.
Bu son sözün Sa'd ibn
Ebî Vakkaas tarafından söylendiği de ileri sürülmüştür. Bunun Zuhrî tarafından
buraya sokulduğu da söylenmiştir (Umdetu'l~i
Kaan ve Îrşâdu's-Sârî).
[102] el-Hâlıka : Matem ve musîbet hengâmmda saçını tıraş
eden kadına denir.
es-Sâlika : Matem ve
musîbet hengâmmda yüksek avaz ile sayha ve feryâd. eden kadına yâhud yüzüne
şamar vuran kadına denir.
es-Sâlıka : Musîbet
zamanında yüksek savt ile nevha ve feryâd eden ve keza musîbet zamanında saçını
tıraş eden kadına denir.
eş-Şâkka : Musîbet
zamanında elbisesini parçalayan kadındır (Kaa-mûs Tercemesi).
Müslim'in bir
rivayetinde Peygamber: "Ben saçını yolan, sesini yükselten, elbisesini
parçalayan kimselerden uzağım" buyurmuştur. Bunda erkek, kadın aynı
hükümdedir
[103] Hadîsin bir fıkrası bâb başlığı yapıldığı için,
delâleti açıktır. Burada arka arkaya müstakili bâblara delîl olmak üzere
getirilmiş olan bu hadîs, 57 rakamı ile geçmiştir
[104] Bu hadîsin buradaki başlığında zikredilen vaveyla,
ansızın gelen musibet zamanında Arablar'ın söyleyip kullandıkları bir nidadır.
Bu kelime lügatte şöyle açıklanmıştır:
el-Veyl: Şerrin gelmesi
ma'nâsınadır. Bâzıları dedi ki, veyl, fecaate düşme kelimesidir, bir musibet
hudûsunda îrâd olunur. Lisânımızda vây, yazık, ve hayf ve dırîğ ile ta'bîr
olunur. Veylehu, Vey/eke, Veylî dahi denilir. Feryâd haletinde Veylâhû derler;
kendisine isabet eden korkunç işten nâşî gûyâ ki veyl ve helâkî da'vet eder...
(Kaamûs Ter.).
İslâm'ın bu hususta
yasak ettiği Câhiliyyet âdetleri şunlardır:
Nudbe: Ölünün
İyiliklerini sayıp dökerek ağlamak;
Niyâha: Avaz avaz
ağlamak;
Latmu'l-hadd:
Yanaklarını, yüzünü, başını, dizlerini döğmek;
Sakku't-Ceyb: Yaka ve
elbise yırtmak;
Hamşu't-Vech: Yüzünü
tırmalamak;
Neşru şiir;
Manzumelerle ölünün iyiliklerini yaymaya çalışmak;
Duâu veyl ve's-subûr:
Azâb ve helak ile duâ etmek (Nevevî).
[105] Bu bâb başlığı, bir musibet sırasında kişinin mahzun
ve mükedder oturup hüznünü izhâr etmesinin cevazını göstermek için
sevkedilmiştir. Hadîsin buna delâleti açıktır.
[106] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu, Enes'in: "Ben
Rasûlullah'ı o zamandan daha şiddetli bir hüzünle üzüldüğünü asla
görmedim" sözüdür. Bundan hüzün ve kederi ma'kûl ölçüde belli edip, boşalmanın
ruhî bir ihtiyâç olduğu ve bu ölçüde bunun caiz olduğu anlatılmış oluyor
[107] Bu bâb da bundan öncekinin aksine, musîbet sırasında
hüzün ve kederi açığa vurmamanın, azimete tutunup gönülden sabretmenin cevazını
ifâde etmek için getirilmiştir
[108] Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî, Medîne'de Peygamber'in
sağlığında doğmuş, seksen sekiz yaşında iken 117 yılında Medîne'de vefat
etmiştir. îbnu Ebî Hatim Seele Sâilun Sûresi'tan tefsiri sırasında Eyyûb ibn
Mûsâ tarîkinden olmak üzere Muhammed ibn Ka'b'ın bu sözüne benzer bir metin
rivayet etmiştir (Fethu'l-Bârî). Buradaki kötü söz söylemekten maksad, musîbet
sırasındaki şiddetli hüzün sebebiyle mukadderatı kötüleme ve İlâhî hükme karşı
gelmeyi ifâde edecek münasebetsiz şeyler söylemektir.
Kötü zanndan maksad da,
musibetin acısına sabretmenin bir sevaba sebeb olmayacağı şeklinde bâtıl,
hatalı ve yanlış düşüncelere düşmek demektir.
[109] Yûsuf Sûresi: 84. âyetinin bu fıkrasının bu başlığa
konulması da çok münâsib düşmüştür. Hakîkaten Ya'kûb Peygamber, hüzün ve
kederlerin en şiddetlisi olan evlâd acısıyle yanıp tutuştuğu hâlde, bu şiddetli
hüznünü açığa çıkarmamış, hüznünü yalnız Allah'a şikâyet ederek sabır ve
metanetle, şifâsını ve sevabını yalnız Allah'tan beklemiştir. Bu da, örnek
edilmeye son derece lâyık ve eskimez bir tutumdur
[110] Hadîs, diğer tarîklerde ve Müslim'de daha tafsîllidir.
Ümmü Süleym, Enes ibn Mâlik'in anasıdır. Ebû Talha da Ümmü Süleym'in ikinci
kocasıdır ve Enes'in üvey babasıdır. Bunların hâl tercemeierİ ileride
Faziletler Kitâbı'nda daha geniş anlatılacaktır.
Ümmü Süleym'in o gece
kocası Ebû Talha ile çiftleşmesinden, belki de Ra-sûlullah'ın duası bereketiyle
Abdullah adında bir oğullan olmuştur.
Hadîsin bâb başlığına
delîl olan ciheti gayet açıktır: Ümmü Süleym'in kederini habsederek sabra
tutunması, ve târihte benzerine nâdir tesadüf edilir bir surette İlâhî kazaya
kemâliyle teslimiyet göstermesi, Ümmü Süleym için başlı başına hârika bir
menkabedir. Ümmü Süleym'in bu hareketinden, muktedir olabilenler için ruhsatı
terkedip şiddet tarafına tutunmanın caiz olduğu hükmü alınmıştır.
[111] Bâzıları bu dokuz çocuğun, Ümmü Süleym ile Ebû
Talha'nm o geceki birleşmelerinden doğan Abdullah'ın çocukları olduğunu
söylemişlerdir. Böyle de olsa bu hâdisede, yine Peygamber'İn duasının bereketi
güneş kadar açıktır.
[112] Umer'in bu sözünü Hâkim, Beyhakî ve Abd ibn Humeyd
mevsûlen rivayet etmişlerdir.
el-Adl; bir nesneyi bir
nesne ile berâberleştirmek ma'nâsınadır.... mahfede bir adama denk olmak
ma'nâsınadır... ve bir nesne mukaabilinde olan ceza ve ivaz ma'nâsınadır...
Ve Idl, ayn'm kesriyle
bu dahi misi ve nazır ma'nâsmadır ve yükün bir dengine denir.
el-İtâve: Kitabe
vezninde .... ve dâbbeye yüklenmiş olan iki dengin aralığına zâid olarak
konulan nesneye denir ve mutlaka bir nesne üzerine ziyâde kılınan şeye denir
(Kaamûs Ter.).
Bu lügat ma'nâlarına
göre "Rabb'terinden mağfiretler" bir denk, "Rabb'-lerinden bir
rahmet" diğer bir denk, "Onlar doğru yola erdirilenlerdir"
fıkrası da bu iki dengin üzerine konulan bir ilâve olmuş bulunuyor.
Diğer bir tefsîre göre
"İtinâ lillâhi ve innâ ileyhi râcîûn" iki ıdl yânî iki denktir.
Bunlara karşılık olarak zikredilen müteâkıb sevâblar da ilâvedir. İyi bil ki,
sabr Kur'ân-ı Azîm'de 95 yerde zikredilmiştir... (Irşâdu's-Sârî).
[113] Bunun ardından gelen âyet şöyledir: "Onlar
hakîkaten Rabb'Ierine fcavuşucu ve hakîkaten O'na dönücü olduklarım
bilirler"(d-Bakara:46).
Diğer bir âyette bu
sabretme ile ve namaz kılma ile Allah'tan yardım iste-1 me şöyle ifâde edilmiştir: "Ey imân
edenler! Sabr ile bir de namaz ile (Allah'tan) yardım isteyin. Şübhesiz Allah
sabredenlerle beraberdir "(el-Bakara: 153). Namaz içinde zikr, duâ, huşu'
bulunduğu İçin, namazın sabretmeye yardımcı olacağı ifâde edilmiştir
(Kastallânî).
Bu âyetlerin bâb
başlığına konulması, musibetler zamanında tutunulması gereken sabr ve metinliğe
en mükemmel şekilde bir teşvîk ve râğbetlendirmedir.
[114] Bu hadîs, 44 rakamıyle daha önce de geçmişti. Hadîsin
buradaki metni bâb başlığına aynen konulmuş olduğu için, mutabakat tamâmiyle
görülmektedir
[115] Bâb başlığı, gelecek olan hadîsin bir cümlesidir. Bu
cümle ve onu ta'kîb eden diğer cümle, hadîste Enes ibn Mâlik'ten rivayet
edildiği gibi, tbn Umer'den de rivayet edilmiştir. Müslim, Enes'ten; İbn Mâce,
Esma bintu Yezîd'den; İbn Hıb-bân, Ebû Hureyre'den; Taberânî, Ebû Umâme ile
Sâib ibn Yezîd'den rivayet etmişlerdir.
[116] Peygamber'in oğlu İbrâhîm, hicretin sekizinci yılı
Zu'1-hicce ayında doğmuştur.. Peygamber'in azadlılanndan Selmâ ebelik etmiş,
kocası Ebû Râfi' de Pey-gamb.er'e bir oğlu doğduğunu müjdelemiş, Peygamber de
çok sevinmiştir. İbrahim'in doğumu akabinde ona süt analığı yapmak için Medine
kadınları arasında bir rekaabet uyanmış. Nihayet Peygamber, onu emzirmek için
Munzir'in kızı Ümmü Bürde'ye teslim etmiştir. Kaadî Iyâd, Ümmü Bürde'nin adı
Havle'-dir, kocası da Ebû Seyf el-Berâ ibn Evs el-Ensârî'dir diyor.
İbrâhîm işte bu
karı-kocanm yanında süt emerken hastalanıp vefat etmiştir. Vefat târihi
hicretin onuncu yılıdır, fakat ayı ve günü hakkında birkaç görüş vardır
(Umdetu'l-Kaarf).
Peygamber bu oğlunun
vefatına üzülmüş ve hadîsteki sözleri söylemiştir. Sahîh-ı Müslim'de Umer'den:
İbrâhîm vefat ettiğinde Peygamber (S): "îbrâ-hîm benîm oğlumdur. O, meme
emerken ölen bir yavrudur. Onun süt emmesini tamamlamak için cennette iki tane
süt anne ta'yın buyuru/muştur" dediği rivayet edilmiştir: Müslim,
[117] Mûsâ ibn Ismâîl et-Tebûzekî'nin bu hadîsini Beyhakî
ed-Delâil'inde'mevsûlen rivayet etmiştir.
[118] Bâb başlığına delîl olan fıkra burasıdır. Şübhesiz bu,
gözyaşı akıtmak ve hü-zünlenmekten ibaret bir ağlamadır; feryâd edip çağırışmak
nev'inden İslâm'ca nehyedilmiş ağlama değildir. Birinci nevi' ağlama,
Peygamber'in de hadîsin devamında bildirdiği gibi, azaba sebeb olmaz; bu
ağlamanın meşru' olan nevi'dir.
[119] Hadîsin bu fıkralarına âid açıklamalar daha önceki
bâblarda geçmiştir
[120] Umer ibn Hattâb'ın bu fiilleri bu hadîste geçen isnâd
ile mevsûlen İbn Umer tarafından rivayet edilmiştir
[121] Bu hadîs, 40. bâb başlığına delîl olmak üzere de
sevkedilmişti. Burada "el-Bukâ (ağlamak)" İle "en-Nevh(feryâd ve
çığlık atmak)" arasındaki farkı beyân edip, birincisinin caiz, ikincisinin
men' edildiğini delîllendirmek için getirmiştir. Ağlama, uzatarak olduğu zaman
nehyedilen nevha ma'nâsma olur; kısa olduğu zaman hüzün ma'nâsına olur.
[122] Hadîsin bâb başlığına delîl onan fıkrası, hicret
akabinde kadınlardan islâm Dîni nâmına bey'at alındığında, bey'at maddeleri
arasında Ölüye feryâd ve figân edilmemesinin de konulmuş olmasıdır. İslâm'da
feryâd ve figânla ağlamak nehyedilmiş olmasaydı böyle bir ahd almağa luzûm
görülmezdi.
Hadîste "Bizden
ahdine vefa eden yalnız beş kadındır" demekle, öbür müs-lümân kadınlar
nevha yapma âdetini bırakmadılar demek değildir. Ümmü Atıyye, benimle bey'at
eden kadınlardan beşi hâriç olarak, Öbürleri bu ahidleşme akabinde bu çirkin
âdeti birden bırakamadılar. Fakat bu beş kadın derhâl bu ahid-leşmeye
bağlılıklarını gösterdiler demek olur (Nevevî).
[123] Ümmü Atıyye'nin ahde vefalı olarak vasıflandırdığı beş
kadından üçüncünün hüviyetini ta'yîn hususunda tereddüt etmiştir. Ebû Sebre
kızı denilen bu kadın, Muâz ibn Cebel'in karışıdır da her ikisi bir şahsiyet
midir? Ve binâenaleyh geriye beşi doldurmak için iki kadın mı kalıyor? Yoksa
Ebû Sebre kızı ayrı, Muâz ibn Cebel karısı da ayrı olarak dört oluyor da,
geriye bir kadın mı kalıyor? İşte Ümmü Atıyye'nin rivayetinde görülen
tereddüdün çıkış yeri budur. Bu iki bakış noktasından birincisine atıf vâv'sız
"îmreetu Muâz" rivâyetiyle; ikincisine de atıf vâv'ıyla "Ve
ımreetu Muâz" rivâyetiyle işaret edilmiştir. Birinciye göre beşi doldurmak
için iki kadın, ikinci rivayete göre de bir kadın kalıyor.
[124] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır. Cenazenin,
müslümân cenazesi yâhud am-mî cenazesi olması müsavidir. Bu kalkış, ruhları
kabzeden Allah'a ta'zîm içindir (Kastallânî).
[125] Buhârî'nin bu tarîki zikretmesi, birinci rivayetin
an'aneli; bunun ise ihbar lâf-zıyle oluşunu beyân edip birinciyi
kuvvetlendirmek içindir.
[126] Bu rivayette, cenaze görenlerin ayağa kalkmaları ve bu
kalkışlarının ya cenaze kendilerini geride bırakıp ilerleyinceye kadar, yâhud
cenaze ileri götürülmeyip, orada musalla gibi bir yere konuluncaya kadar devam
etmesi emredilmiştir.
[127] Bu suâlin cevâbı gelecek hadîsler içinde
verilmektedir.
[128] Bu hadîste terdîd edatları arka arkaya geldiği için,
anlaşılmakta karışıklığa dü-şülmemelidir. Görülen bir cenazeye ayakta durma
müddeti gösterilirken, üç nevi' hareket teblîğ edilmiş zannedilebilir. Hâlbuki
böyle değildir. Birinci "yâhud" terdîde; ikincisi tenvîa (yânî
nev'ilendirmeye) hamledilmiştir. Râvî Âmir ibn Ra-bîa, Peygamber'in: "Siz
cenazeden geri kalıncaya kadar" mı; yoksa "Cenaze sizi geride
bırakıncaya kadar" mı ayakta durunuz buyurduğunu kestiremedi-ğinden, bunu
terdîd ile ifâde etmiştir. Bu iki fıkranın medlulleri birdir. Cenaze
uzaklaşmcaya kadar ayakta durulmasıdır. Ve bu, bir nev'idir. İkinci nevi'de cenazenin
yere konulmasıdır. İkinci "Ev ( = Yâhud)" edatı bunu ifâde ediyor.
[129] Ebû Hureyre'nin elinden tuttuğu Mervân ibnu'l-Hakem,
Emevî hükümdarlarının dördüncüsüdür. Bu hâdise onun Medîne Vâlîsi bulunduğu
sırada olmuştur. Onun Medîne valiliği kırksekiz hicrî yılma kadar devam
etmiştir. Mervân'ın sünnete aykırı bir takım hareketleri böyle zaman zaman
sahâbîler tarafından redd ve inkâr edildiğinden, ismi hadîslere geçmiştir.
Hadîsin râvîsi Ebû Saîd
el-Makburî, Medîneli'dir. Benû Dînâr kabirlerini muhafazaya me'mûr olf1 jğundan
böyle "Makburî" nisbetiyle anılmıştır. Kendisinin kabre dâir
rivayetleri daha mu'teberdir. Umer, Alî, Usâme'den de rivayetleri vardır.
Kendisinden de oğlu Saîd ve daha başkaları rivayet etmişlerdir. Vâkıdî, yüz
târihinde vefat ettiğini bildirmiştir (Hulâsa lil-Hazrecî ve Umdetu 'l-Kaari).
[130] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır. Hadîsteki
konulma ile maksad yere konulmak mı, yâhud lâhde konulmak mıdır? Bu hususta
iki görüş vardır. Buhârî bu hadîs için yazdığı başlıkla, yere konulmayı işaret
etmiş gibidir.
Bâb başlığındaki
"Bundan önce oturursa kalkmakla emredilir" hükmü, bundan evvelki Ebû
Saîd hadîsinin sonunda "kalk" diye daha açık ifâde edilmiş ve Ebû
Saîd'in Mervân'a yaptığı bu emr, Ebû Hureyre tarafından da tasdik olunmuştu.
Tahâvî'nin Şa'bî
tarikiyle Ebû Saîd Makburî'den gelen rivayetinde Ebû Saîd Hudrî'nin Mervân'a
hitaben vâki' olan "kalk emri" üzerine Vâlî Mervân'ın hemen ayağa
kalktığı tasrîh edilmiştir.
[131] Bu hadîsi Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet
etmiştir. Müslim'in rivâyetnde. Çünkü ölüm korkunç şeydir" ziyâdesi
vardır.
Ebû Davud'un rivayeti
daha tafsîllidir:
"Biz, Peygamber'in
beraberinde bulunuyorduk. Bu sırada yanımızdan bir * cenaze geçti. Peygamber
cenaze için ayağa kalktı. Biz de kalkıp cenazeyi omuzlamak için gittik.
Varınca onun bir Yahûdî cenazesi olduğunu gördük. Ve: Yâ Rasûlallah! Bu bir
Yahûdî cenâzesidir, dedik. Rasûlullah: ölüm korkunç (ve ibret alınacak) bir
hâdisedir. Herhangi bir cenaze gördüğünüz zaman hemen ayağa kalkınız
buyurdu."
Binâenaleyh ölüm korkuç
bir hâdise olması cihetiyle ölünün müslim, kâfir cenazesi olması musâvîdir. Her
Âdem evlâdının ölüsü herkes için uyanma sebebi olabilir.
[132] Kaadisiyye ile Küfe arasında onbeş fersahlık bir
mesafe vardır, Umer ibn Hat-tâb'ın halîfeliği zamanında onaltıncı hicret
yılında iranlılar'la yapılan muharebe burada cerâyen etmiştir. Sa'd ibn Ebî
Vakkaas kumandasındaki islâm ordusu burada îranlılar'a karşı kat'î zafer
kazanmıştır... (Kirmanı ve Kaamûsu'l-
A'lâm'dan özetle).
Peygamber bu cevâbında
da cenazeye kalkmanın, cenazeyi ta'zîm değil, fakat bütün hayât sahihlerine
hayât ve maişetlerini veren Allah'ın, bunların ruhlarını ve hayâtlarını alarak
câmid ve sönük bir cüsse hâline koyduğunu hatırlattığını ve bu suretle Allah'a
ta'zîm edilmiş bulunduğunu bildirmiştir. Müslim cenazesi Allah'ın azametini
hatırlamağa vesîfe olduğu gibi, bir Yahûdî, bir Hristiyan cenazesi de sebeb
olabilir demek olur. Ahmed ibn Hanbel'in Miisned'inden:
Abdullah ibn Amr ibn Âs
(R) şöyle demiştir: Bir kimse Rasûlullah'tan bâzı şeyler sordu da dedi ki: Yâ
Rasûlallah! Yanımızdan kâfir cenazesi geçiyor; buna da ayağa kalkacak mıyız?
Rasûiullah: "Evet, kâfir cenazesine de kalkınız. Çünkü siz hakikatte o
kâfir cenazesine kalkmıyorsunuz. Fakat beşer nefislerini kabzeden Allah'a
kalkıyorsunuz" buyurdu.
Leys ibn Sa'd'ın Ebû
Burde'den muttasıl rivayeti yoluyla Ebû Mûsâ el-Eş'ârî'den rivayet ettiği
hadîs, bu konuda en fazla tafsili ihtiva etmektedir. Bu hadîste Peygamber (S):
"Sizin yanınızdan bir cenaze geçtiğinde o ister müslü-mân, ister Yahûdî
yâhud da Nasrânî ölüsü olsun; ayağa kalkınız. Çünkü biz, hakîkaten o Ölüye
kalkmıyoruz- Fakat onunla beraber olan ölüm meleğine ta'zîm edip
kalkıyoruz" buyurmuştur.
Zeynuddîn Irakî de: Ebû
Mûsâ hadîsinde zikr ve tasrîh edilen sebeb ve illet Fj, müslim ve gayrimüslim cenazesinde mütehakkık
bulunduğuna göre, hükmün Adem evlâdlan'mn hepsine şümulünü, hattâ kitâb ehli
olmayan kâfirlerin cenazesi geçerken bile kalkmanın lüzumunu gerektirir,
demiştir (Tecrîd Ter., IV, 568).
[133] Ebû Hamze'nin bu rivayetini Ebû Nuaym el-Mustahrac'mdz
mevsûlen getirmiştir. Buhâri'nin bunu getirmekten maksadı, Abdurrahmân ibn Ebî
Leylâ'nın bu hadîsi Kays ile Sehl'den bizzat İşitmiş olduğunu göstermektir.
[134] Bunu da Saîd ibn Mansûr mevsûlen rivayet etmiştir
[135] Hadîsin bâb başlığına delîl olabilecek yeri, "Erkekler
omuzları üzerine yüklendikleri zaman... "ihbârî cümlesidir. Bu cümleden,
cenazeyi yükleyip taşımanın erkeklere mahsûs olduğu hükmü alınmıştır. Ancak
cenazeyi nakledecek erkek bulunmazsa, böyle zaruret hâlinde kadınlar taşırlar
ve gömerler...
Şârih İbnu Battal:
"Cenaze iyi bir kişi ise beni ulaştırınız demesi, nefsî ve ruhî bir
tekellümdür. Yoksa şuur medrekleri olan ruh, bedenden ayrıldıktan sonra bedenin
tekellümü mümteni'dir. Meğer ki Allah'ın kudreti, Ölünün ruhunu bedenine redd
ve iade etmiş olsun" demiştir (Umdetu't-Kaari).
Kâmil Mîrâs da şöyle
demiştir: "Fakat bize göre bu kelâm ne nefsi, ne de Iâfzîdir. Her
cenazenin şu fânî âlemdeki hayâtına göre, ibret almayı gerektirir olmasıdır.
Hayâtını hayır yolunda geçiren iyi bir kişi ile zâlimlerden birisinin; üçü beşi
bir çatı altına sığınan feragatli bir âİIe ölüsü ile dünyâya sığamayan bir
cihangirin; bir fakîr ile dünyâya tasarrufa çalışan bir milyonerin şimdi içine
sığındıkları tâbutları acaba beşer hayâline neler haykırmıyor! Bu sanduklar
İçinden hayâlimize ne ma'nâh sesler aksetmiyor. Beşerin gafleti bu çok ma'nâlı
sesleri işitmeye ve ibret gösteren bu levhaları görmeye mâni1 oluyor. İbret
nazarları önünden her gün gelip geçen bu nevi' kevnî olayları hakkıyle görmek,
bu sesleri lâyıkıyla işitmek mümkin olsaydı, hadîste haber verildiği üzere
insan derhâl düşer bayılırdı1'. (Biraz sadeleştirilerek Tecrîd Ter., IV,
575-576).
[136] Enes'in bu sözünü Abdulvahhâb ibn Atâ el-Haffâf kendi
Cenazeler Kitâbı'nda ve İbn Ebî Şeybe mevsûlen rivayet etmişlerdir.
et-Teşyî't^şşiâî
):Sürüden ayrılan deveye haykırmak, ve bir semte giden adamı, ona veda etmek
ve menziline ulaştırmak İçin beraberinde gitmek, ... ve bir adama, kalb kuvveti
vermekle yüreklendirmek... ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.).
[137] Buhârî'nin "Enes'ten başkası" sözüyle kimi
kasdettiği araştırılmış, bâzıları bunun Abdurrahmân ibn Kurt (R) olduğunu
ileri sürmüştür. Bu zât suffa sahâbî-lerinden olup, Umer zamanında Hımıs'ta
vâlîfik yapmıştır (el-Hazrecî, Hulâsa, ve Aynî, Umdetu'l-Kaarî).
Cenazeye yakın gitmek de
cenazenin dört bir tarafından cenazeye yaklaşarak gitmek demek olacaktır. Bu
suretle gerektiğinde cenazeyi yüklenenlere yardım imkânı te'mîn edilmiş olur.
[138] Sarihler hadîsteki "Cenazeyisür'atle
götürün" emrinden, şiddetli bir sür'at is-tenmeyip, yürümekle koşmak
arasında ortalama bir seyr ve hareket istendiğini bildirmişlerdir. Bâzıları bu
ivmek ve sür'at ile matlûb olan, ölüm tahakkuk edip tamamen kesinleştikten
sonra techîz ve tekfini acele yapmaktır demişlerdir. Bütün âlimler, öldü
zanmyle büyük bir felâkete meydan verilmemek için bu sür'atin başlangıcının,
ölümün gereği gibi tahakkuku zamanı olduğunu kabul etmişlerdir. Hattâ İbn
Bezîze gibi bir kısım âlimler, Ölümün lâyıkıyle anlaşılması için aradan bir
gün ve bir gece geçmedikçe, ölünün teçhizine sür'at edilmemelidir demişlerdir.
Zamanımızda belediye tabîbi tarafından muayene edilip, ölümün tahakkuku hakkmda
bir rapor verilmedikçe techîz edilmemesi, en iyi bir tedbîrdir. Ölüm
kesinleştikten sonra bir müslimin gövdesini ailesinin gözü önünde hapsedip
kokutmak muvafık değildir. Artık bundan sonra sür'atle cesed, yerine emânet
edilmelidir. Bu ma'nâda bir hadîsi de Ebû Dâvûd Husayn ibn Vahvah'dan rivayet
etmiştir (Umdetu'l-Kaarî, IV, 126).
[139] Bu hadîs 72 rakamıyle de geçmiş ve gerekli haşiyeler
orada verilmişti.
Bâb başlığı, hadîsteki
iyi kişinin sözünü ihtiva etmektedir.
Yâ veylâhâ ( uSÇjij)'nın
ma'nâsı, "Ey hüznüm, ey helakim; gel artık, tam senin zamanındır"
demektir. Helak ve musibete uğrayan kimse tarafından söylenir
[140] Bu hadîs, cenaze namazında cemâatin iki yâhud üç sıra
hâlinde saff tutmalarının delili olmak üzere getirilmiştir.
[141] Bu hadîs daha tafsîlli olup, şu hususlara sarîh olarak
delâlet etmektedir: Pey-gamber'in namaz için cemâatin önüne geçtiği,
sahâbîlerin O'nun arkasında dizi dizi saff bağladıkları; cenaze namazında dört
tekbîr aldığı
[142] münferid ve uzak kalmış; köşeye, kenara düşmüş; diğer
emsalinden ayrılmış ma'nâsınadır. Burada tenvîn ile "Menbûzin"
şeklinde okunduğundan, diğer kabirlerden ayrı, kenarda kalmış bir kabir demek
olur.
unbir ma'nâsı da
"lakît", yânî bulunmuş çocuk'tur. Burada birinci ma'nâ daha
uygundur.
Müslim'in rivayetinde:
"Rasûlullah taze bir kabre vardı. Üzerine namaz kıldı. Cemâat arkasında
saff bağladılar. O da dört tekbîr aldı" şeklindedir.
Buhârî'nin sevkettiği
senedde sahâbî olan râvînin ismi tasrîh edilmemiş, fakat eş-Şa'bî'nin bu sorusu
ile sahâbînin tbn Abbâs olduğu meydana çıkmıştır.
[143] Bu hadîsin ve bundan evvelki hadîsin bâb başlığına
delîl olan yerleri açıkça bellidir
[144] Hadîsin râvîsi olan ibn Abbâs, kendisinin de
erkeklerin saffları içinde cenaze namazı kıldığını bildirdiği ve o sırada
kendisinin bulûğ çağına ulaşmamış bir çocuk olmasından, çocukların da cenaze
namazını safflar arasına karışarak kılabilecekleri anlaşılmıştır. Hadîsin bâb
başlığına delîl olan kısmı da burasıdır.
[145] Cenaze namazı bir takım şartlan ve rükünleri hâiz
olarak Peygamber tarafından teşrî' buyurulup kaanûnlaştırılmış olan bir
namazdır. Cenaze namazı da diğer namazlar gibi abdestli, kıbleye yönelik ve
tekbîr ile kılınır. Diğer namazlardan farkı rukû'suz, sucûdsuz, sırf duâ ile
meşru kılınmış olmasıdır. Buhârî bütün bu cihetlere "Cenaze üzerine
namazın kaanûnlaştırılması babı" ile işaret etmiştir.
[146] Buhârî muttasıl hadîslerden muttasıl hadîslerden
alarak arka arkaya sıraladığı Peygamber'in bu sözleri ile, kendisinde ölüyü duâ
edilen bu husûsî ibâdete "Salât = Namaz" adını verdiğini
delîllendirmek istemiştir. Diğer namazlarda tekellüm caiz olmadığı gibi, bunda
da dünyâ kelâmı caiz olmadığını; diğer namazlara tekbîr ile başlanıp selâm
vererek çıkıldığı gibi bu namazda da öyle olduğunu bildirmiştir
[147] İbn Umer'in bu sözünü İmâm Mâlik el-Muvatta'ında
muttasıl sened ile rivayet etmiştir. Buhârî bununla, cenaze namazının diğer
namazlara benzediğini istidlal etmek istiyor. Bu hadîs, üç mes'eleyi ihtiva
etmektedir:
a. Cenaze namazının
temizken kılınacağı: Bu temizliğin hem abdeste, hem de teyemmüme şumûlü
olduğundan, yerine göre her ikisinin de taraftarları vardır: Ebû Hanîfe:
Abdest ile meşgul olarak cenaze namazını kaçıracağına kanaat eden kimse için,
suyun bulunması ile beraber teyemmümü tecvîz etmiştir, tbn Adiyy de İbn
Abbâs'tan merfûan: "Abdestsiz bulunduğun bir sırada ansızın cenaze namazı
ile karşılaşırsan teyemmüm eyle" hadîsini rivayet etmiştir.
Mâlik, Şafiî, Ebû Sevr
cenaze namazında teyemmüm etmeyi tecvîz etmemişlerdir.
b. İbn Umer'in güneşin doğuşu ve batışı
zamanlarında cenaze namazı kılmaması...
c. ibn Umer'in cenaze namazında tekbîr alırken
ellerini kaldırması keyfiy-yeti, Buhârî'nin buradaki "Ellerini
kaldırırdı" rivayeti mutlaktır. îlk tekbîr kas-dedildiği gibi, dört
tekbîre de hamle müsâiddir. Bâzıları ikinci görüşe gitmişlerse de çoğunluğun
tatbîkatı yalnız ilk tekbîrde el kaldırıp, diğerlerinde kaldırmamaktır.
[148] Buhârî Hasen Basrî'nin bu sözlerini cenaze namazında
imamlığa en ziyâde ve müstahakk olan kimdir mes'elesini çözmek için
getirmiştir. Âlimlerden birçoğuna göre memleketin vâlîsi, Ölünün velîsi,
câmi'in imâmı diye bir sıralama yapılmıştır.
[149] Bu kısmın bâb başlığına atıf olması yâhud Hasen'in
sözünün devamından bulunması da muhtemildir.
Buhârî bunu, abdestsiz
olarak cenaze namazına rast gelen kimsenin şer*î vaziyetini cevâblamak için
getirmiştir
[150] Buhârî burada, namaz esnasında gelen bir kimsenin
cenaze namazına giriş şekline temas ediyor. İbn Ebî Şeybe Musannafmda Hasen'in
bu sözlerini mevsû-len rivayet etmiştir. Oradaki bir tarikte Hasen: "Namaz
esnasında yetişen kimse yetişebildiği tekbîrleri alır, geçen tekbîrleri kaza
etmez" demiştir. Muhammed ibn Sîrîn'in de: "Yetiştiği tekbîrleri
alır, geçen tekbîrleri kaza eder" dediği rivayet edilmiştir
[151] Saîd ibn Müseyyeb'in bu sözüne yakın bir ma'nâ ibn Ebî
Şeybe'nin Musannaf-ında sağlam bir isnâd ile sahâbî Ukbe ibn Âmir'den rivayet
edilmiştir (Kastallânî).
Bu ve benzeri rivayetler
sebebile âlimlerin pek çoğu gece cenaze defnine ruhsat vermişlerdir. Husûsiyle
Peygamber'in ve Râşid Halîfeler'in gece gömülmüş olmaları bu ruhsatın en sağlam
ilmî dayanağıdır
[152] Enes'in bu sözünü Saîd ibn Mansûr vasletmiştir
[153] Bu et-Tevbe: 85. âyeti de bâb başlığı üzerine
atfedilmiştir.
[154] Yânî bu zikredilen şeyler ölü üzerine yapılan bu işe
"Salât", yânî "Namaz" denmesinin sahîhliğine şehâdet
etmektedirler.
[155] Bu hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Peygamber
bize imâm oldu, biz de arkasında saff
olduk" fıkrasındadır. Hadîs biraz önceki bâbda da geçmişti.
[156] et-Tebeu ve't-Tebâatu: Bir kimseye uymak, ona uyup
ensesinde gitmek yâhud uğrayıp koşulup beraberce gitmek...
el-lttibâ': Hemzenin ve
şeddeli tâ'nın kesresiyle tebeiyet eylemek ma'nâsı-nadır... "İttebeahu(=
Ona uyup gitti)" denilir ki,tebiahu ma'nâsınadır... (Kaa-mûs Ter.).
Cenazeye ittibâ' etmek,
cenaze ile birlikte gitmek ve cenaze namazını kılmakla tefsîr edilmiştir
[157] ZeydibnSâbit(45)'inbusÖzünüSaîdibnMansûrile İbnEbî
Şeybe muttasıl bir senedle rivayet etmişlerdir. Bunların rivayetinde:
"Borç olan namaz edâ edildikten sonra, cenaze ile cenaze sahihlerini
kendi hâllerine bırakınız" ziyâdesi vardır.
Namazdan sonra kabre
kadar gidilirse, bunun için de ziyâde bir ecir vardır.
[158] Buhârî bununla, cenaze namazından sonra ayrılmak
isteyen için cenaze sahihlerinden izin almak veya almamak görüşlerinin
varlığına işaret etmiştir
[159] Şârih Kirmanı: el-Kîrât; lügatte denk'in yarısıdır,
burada nasîb demektir, demiştir. Bâzıları Allah indinde ma'lûm olan cüz'lerden
bir hayr cüz'üdür demiştir.
Kaamûs'da: el-Kîröt ve
el-Kırrât, ağırlık ölçülerinden bir ölçü ismidir ki, mıkdârı memleketlere göre
değişir, denmiştir.
Buhârî'nin âdeti,
hadîsteki garîb kelimeyi tefsir etmektir. Keüme, Kur'ân'-daki bir kelimeye
uygun düşmüşse, ona işaret ederek tefsirini verir. Burada da et-Tefrît
kelimesini, şu âyette geçtiği ma'nâsıyle tefsîr etmiştir:
"Her nefsin: Allah
yanında işlediğim taksirlerden dolayı vay hasretime!... "(ez-Zumer:56).
[160] Buhârî bu hadîsi burada ayrı ayrı Uç tarîkten
getirmiştir. Bu tarîklerin sırasında bâzı nüshalarda farklılık vardır. Buradaki
sıra, Aynî'nin Umdetu'l-Kaari''dekine uygun olan el-Matbaatu'1-Müniriyye
baskısının sırasıdır. İbn Hacer'in Fethu'l-Bârt'û ile Kastallânî'nin
İrşâdu's-Sâri'sindeki sırada küçük bir takdim, te'hîr farkı vardır.
[161] Hadîsin Müslim'deki rivayeti daha tafsîllidir:
Sa'd ibn Ebî Vakkaas
(R) şöyle anlatmıştır: Bir kerre Sa'd ibn Ebî Vak kaas, kendisi İbn Umer'in
yanında otururken oraya Maksure sahibi olan Hab-bâb (R) da geldi ve:
— Ey Umer'in oğlu
Abdullah! Ebû Hureyre'nin Rasûlullah'tan şöyle buyururken işittim dediğini
duymaz mısın: "Kim cenaze ile beraber cenaze evinden çıkar ve cenaze
namazını kılar da sonra gömülünceye kadar cenazeyi ta 'kîb ederse, ona herbiri
Vhud Dağı kadar olan iki kfrât ecir verilir. Kim, cenaze namazını kılıp da
sonra dönerse ona da Uhud Dağı kadar bir ecir verilir, "
(Sa'd ibn Ebî Vakkaas
dedi ki:) Bunun üzerine İbnu Umer, Ebû Hureyre'nin bu rivayetini sorup anlamak
ve Âişe'nin de dediğini öğrendikten sonra gelip kendisine haber vermek üzere Habbâb'ı,
Hz. Âişe'ye gönderdi. Sonra îbnu Umer mescidin çakıllarından bir avuç alıp,
onları elinde döndürüyordu. Nihayet elçi Habbâb geldi ve îbnu Umer'e Âişe'nin:
— Ebû Hureyre doğru söylemiştir, dediğini
bildirdi. Bunun üzerine îbn Umer, elindeki çakılları yere çarptı da:
— And olsun, biz bir
çok kîrâtlar almak hususunda kusur ettik, demiştir. (Müslim, Kitâbu'l-Cenâiz;
"Cenaze üzerine namaz kılmanın ve cenazeyi ta'kîb etmenin fazîleti
babı"; Müslim Tercemesi, III, bâb:17, hadîs:56).
[162] Buhârî bu babında çocukların cenaze namazlarında
erkeklerin arkasında ayrı saff tutmak suretiyle değil, erkeklerin saffları
arasında beraber saff tutacaklarını delîllemek istemiştir. İbn Abbâs'm bu hadîste
bulûğa ulaşmamış bir çocukken ""Peygamber'in arkasında saff
olduk" demesi bâb başlığının delilidir.
Buhârî bu hadîsi burada
rivayet etmekle, çocukların cemâatte hâzır ve saff-lara dâhil olabileceklerini
anlatmak istemiştir.
[163] Gömülmüş olan cenaze üzerine namaz kılmanın cevazı
hakkında fakîhler değişik bâzı şartlar ileri sürmüşlerdir:
Hanefîler, namazı
kılınmaksızın gömülen Ölünün bedeninin dağıldığı tah-mîn edilmedikçe, gömülü
olduğu hâlde namaz kılmak caizdir demişlerdir (Meb-sût\ax\ naklen
Umdetu'l-Kaarî).
Bâzıları üç güne kadar
kılınır, bâzıları daha uzun sürede kılınır, bâzıları yıkanmış olarak gömülmesi
hâlinde kılınır... demişlerdir.
[164] Hadîsin bâb başlığına deKl olan kısmı "Onlan
musaliâda saff yapıp Necâşî üzerine dört tekbîr alması" fıkrasıdır.
[165] Bu hadîsin delîl alınan yeri "Mescidin yanında
cenazelerin konulduğu yer..." fıkrasidır. Buradaki "ınde(=
yanında)" kelimesinin "fî( = de, da)" ma'nâsına olduğu
bildirilmiştir
[166] eî-Kubbe: Tepesi müdevver binaya denir ki, künbed
ta'bîr olunur... FFI-asl Arab evlerinden küçük, yuvarlak çadıra denip, sonra
mutlak olarak kullanıldı (Kaa-mûs Ter.),
Çadırdan yapılmış
kubbe, küçük ve yuvarlak bir odacıktan ibarettir ve bu Arab evlerindendir
(lbnu'1-Esîr, en-Nihâye).
Kubbe darb etmek, yere
çakılan bir takım direkler üzerine çadırı dikmek ve kurmaktır
[167] Şârih ibn Battal: "Bu hasen üzerine kurulan
kubbede hem oturuluyor, hem de namaz kılınıyordu. Bunun için Buhârî bu hâdiseyi
kerahete delîl olarak getirdi" demiştir.
Îbnu't-Tîn: Bu iki
sayha sahihlerinin cinn taifesinin mü'minlerinden olmaları yâhud meleklerden
bulunmaları muhtemüdir, demiştir.
Kabir üzerine bina
yapmanın yasaklığına delâlet eden hadîslerin başında Müslim'deki Câbir hadîsi
gelir: Câbir (R): "Rasûlullah (S) kabrin kireçle yapılmasını, kabir
üzerine oturulmasını ve kabir üzerine bina yapılmasını nehyetti" demiştir
(Kitâbu'l-Cenâiz, en-Nehy an tecsîsi'İ- kabri ve'1-binâ aleyhi, 32. bâb.
93-"970").
[168] Rasûlullah'ın âhiret âlemine göçeceği sıralarda,
Mûsevîler'İn ve Hrıstıyanlar'ın Peygamber kabirlerine ibâdetlerinden ve ibâdeti
andırır ihtiram ve saygılanndan şiddetli bir ilençle bahsetmesi, ümmetini
Yahûdî ve Hristiyanrar'ın bu müşrikçe ve cahilane hareketlerinden men' etmek ve
sakındırmak içindir. Muhammed'in Peygamber olarak gönderilmesinde en büyük
hedef, insanlığın türlü
irin türlü ihtiraslarla
bozulan bu tevhîd akidesini aslî safveti ile insanlara Öğretmekti. İşte bu
sebeble ölüm hastalığında bile ümmetini bu nevi' câhiliyet ve müşriklik
âdetlerinden şiddetle sakındırmayı ihmâl etmemişti. Ki, bu hâldeki bu tenbîhi
çok daha beliğ olmuştur. Kaldı ki, Peygamber bu ve benzeri tavsiyelerini bir
çok defalar çeşitli vesilelerle hutbelerinde, va'zlannda tekrarlamış
bulunuyordu.
[169] Âişe'nin dediği gibi, böyle kabre taabbüd endîşesi
olmasaydı, müslümânlar Peygamber'in kabri üzerine girmeye mâni' bir bina
kurmaziardı. Kabri perdesiz olarak halkın ziyaretine açık bulundururlardı.
Âişe'nin izhâr ettiği bu endîşeye bakarak, şârih Aynî, kabrin açık tutulmasını
men' eden bizzat Âişe olmak îcâb eder diyor ki,
çok doğrudur.
[170] en-Nifâs: Nûn'un kesresi ile kadının çocuk doğurma
haletine-denir; lohûsalik ta'bîr olunur; kan ma'nâsma olan nefs'ten alınmıştır.
Bu İsimdir.
en-Nifâs: Kitâb
vezninde, kadın lohûsa olmak ma'nâsmadır.
en-Nufesâ da doğum
zamanı yaklaşan lohûsa kadına denir. Bu kelime gayrı kıyâsî bir müfreddir.
Hadîsin bâb başlığına
delâleti açıktır. Cenazesine namaz kılınan bu kadının Ümmü Ka'b adında bir
Ensâriyye olduğu Müslim'in rivayetinde bildirilmiştir.
[171] Buhârî bu husustaki görüş ayrılığına işaret olarak
başlığı soru şeklinde sevket-miş ve cevâbın hadîs içinde verileceğini düşündürmüştür
[172] Ölü erkek olursa namazını kılan imâm yahu d münferid,
göğsünün hizasına doğru durur. Kadın olursa göğsü hizasına doğru mu, yoksa
ortası hizasına doğru mu durmak daha fazîletli olduğu ihtilaflıdır. İkinci
görüşte bulunanların delili bu hadîstir.
[173] Humeyd et-Tavîl'in bu hadîsini Abdurrazzâk muttasıl
bir senedle rivayet etmiştir. Enes'in bu fiilinin bâb başlığına delîlliği
açıkça görülür
[174] Ayrı ayrı tarîklerden ve bâzı küçük lâfız farklarıyle
getirilen bu iki hadîsin de bâb başlığına delâletleri açıktır. Buhârî bu
hadîsin Yezîd ibn Hârûn tarîkinden gelenini Habeşistan hicreti konusunda Ebû
Bekr ibn Ebî Şeybe'den rivayet etmiştir
[175] Bu mutâbaatı da İsmâîlî, Ahmed ibn Saîd tarîkinden
mevsûlen rivayet etmiştir. Bu rivayet ve mutâbaaları arka arkaya getirmesi
Ashame kelimesinin doğru yazılış ve okunuşunu tesbît etmiştir. Bu kelime
burada getirilen rivayetlerin hepsinde şeklinde, yânî elif, sâd, noktasız hâ,
mîm ve yuvarlak tâ ile zabt edilmiştir. Doğrusu budur. Bu kelime o iyi Habeş
Meliki'nin ismidir ki, kelime olarak Arabca ma'nâsı atıyye demektir. Buhârî
dışındaki diğer bâzı rivayetlerde bu kelime: " Sahmete(Noktalı hâ ile)
Ashame"; "(Bir noktalı bâ ile) Ashabe" şekillerinde de
nakledilmiştir. Buhârî bunların yanlışlığını işaret etmiş oluyor (Kirmânî, ibn
Hacer, Aynî).
[176] el-Hasenu'I-Basrî'nin bu haberini Ebû Nasr Abdulvahhâb
ibn Atâ kendi te'lîfi olan Cenazeler Kitâbı'nda, Saîd ibn Arûbe'den muttasıl
senedle rivayet etmiştir. Bu mevsûl rivayette îbn Arûbe'ye: Çocuğa cenaze
namazı kılınır mı? diye sormuşlar. O da Katâde'nin "Evet" diyerek,
Hasen'in yukarıdaki haberini rivayet ettiğini söylemiştir.
[177] Bu hadîsi Ebü Dâvûd, Tirmizî, Nesâî de S«m?/TIerinde
Cenaze Kitâbları'nda rivayet etmişlerdir Buhârî burada görüldüğü üzere hadîsi,
tabiî fakîhlerden Talha ibn Abdillah'a varan iki sened ile getirmiştir. İkinci
tarîkte Talha'nın, îbn Abbâs'ın arkasında cenaze namazı kılıp, İbn Abbâs'ın
hadîsteki o sözlerini söylediğini bizzat işittiğini bildirmesi, hadîsin
sahîhliği ve kuvveti bakımından çok ehemmiyetlidir.
Kitâbul-Cenüz/1257
Cenaze namazında Fatiha
okuma İhtilaflı bir mes'eledir. tbnu'l-Munzir Ha-sen ibn Alî'den, Abdullah ibn
Zubeyr'den, Mısver ibn Mahreme (R)'den meşruluğunu nakletmiştir. Mekhül, İmâm
Şafiî, İmâm Ahmed, Ishâk ibn Râhûye birinci tekbîrden sonra Fatiha okunur
demişler; Hasen el-Basrî ise her tekbîrden sonra Fatiha okunabileceğine
hükmetmiştir.
Öbür tarafta Ebû
Hureyre'nin, Abdullah ibn Umer'in cenaze namazında kıraati reddettikleri, imâm
Mâlik'in, Ebû Hanîfe'nin de görüşü böyle olduğu
rivayet edilmiştir.
Bu hadîste Fâtiha'nın
okunma yeri bildirilmemiştir. Beyhakî'nin İmâm eş-Şâfiî tarikiyle rivayet
ettiği Câbir (R) hadîsinde kıraat yeri şöyle bildirilmiştir:
Câbir (R):
"Rasûlullah (S) cenaze namazında dört tekbîr aldı. Birinci tekbîrden
sonra ÜmrmVl-Kur'ân'ı okudu" demiştir. Fakat Zeynuddîn Irâkî bunun
isnadını zayıf
bulmuştur.
İbn Abbâs hadîsi
şübhesiz mevkuf bir hadîstir. Fakat sahîh kavle göre sa-hâbî sözü, sünnetten
sayıldığından bu hadîs merfû' hükmündedir.
Tahâvî, teşehhüdün terkedilmesiyle
kıraatin terkedilmesine istidlal etmiş ve "Cenaze namazı ölüye bir duadan
İbarettir. Sahâbîler'den Fatiha okuyan zâtların Fâtiha'yı tilâvet kasdıyle
değil, duâ niyyetiyle okumuş olmaları çok muhtemildir" demiştir.
Cenaze namazında Fatiha
okumayı kabul eden Şafiî imamları, bunun vu-cûb tarikiyle okunacağını iddia
etmemişler, sâdece müstehâbdir demişlerdir.
Fâtiha'nın gizli mi,
açıktan mı okunacağı hususu da bu îbn Abbâs hadîsinde bildirilmemiştir. Bunu
Beyhakî'nin Şafiî tarîkinden; onun da îbn Uyeyne'-den; onun da İbn Aclân'dan;
onun da Saîd ibn Ebî Saîd'den rivayet ettiği bu hadîsten Öğreniyoruz: Saîd ibn
Ebî Saîd: Ben cenaze üzerine kılınan namazda îbn Abbâs'tan Fâtihatu'I-Kitâb'ı
açıktan okuduğunu işittim. Akabinde: Ben bunu, ancak bunun bir sünnet olduğunu
bilmeleri için yaptım dedi, demiştir.
Cenaze namazında Fatiha
okunması hakkında daha birçok rivayetler vardır. Bunları çok güzel bir
tertîble Aynî Umdetu'l-KaarVûe rivayet edip toplamıştır {Umdetu'l-Kaarî, IV,
154-157).
BİR TENBÎH
Buhârî cenaze namazında
okunacak dualardan yalnız bu hadîsteki ve bâb başlığındakini rivayet etmiştir.
Müslim'de ve diğer sahîh ve sünen sahihlerinde bir haylî duâ metinleri rivayet
edilmiştir. Bunlardan Peygamber'in kıldırdığı cenaze namazlarında muayyen bir
duâ okumadığı, herbirinde başka başka dualar okuduğu, her sahâbî de işittiği
duayı nakl ve rivayet ettiği anlaşılıyor. Bundan dolayı fakîhler, musallînin
bildiği kısa uzun herhangi bir duayı okumasını caiz görmüşlerdir. Şu kadar ki,
Peygamber'den sabit olan duaların tercîh edilmesi tavsiye edilmiştir. Biz bu
konuda en sahîh bir duâ olduğu için Müslim'deki dualardan birini aynen
verelim:
Avf ibn Mâlik el-Eşcaî
(R) şöyle dedi: Bir cenaze namazı kıldırırken Pey-gamber(S)'den işittim; şu duayı söylüyordu:
Allahumma'ğfir lehu
ve'rhamhu va'fu anhu ve âfihî. Ve ekrim nuzulehu ve vessV mudhalehu va'ğsilhu
bi-mâin ve setçin ve beradin. Ve nakkıhîmine'l-hatâyâ
kemâyuhakka's-sevbu'I-ebyadu mine'd-denesi. Ve ebdilhu daran hayran min dârihî
ve enlen hayran min ehlihî ve zevcen hayran min zevcihî. Ye kthî
fîtnete'l-kabri ve azâbe'n-nârî(= Yâ Allah, ona mağfiret et, ona merhamet eyle!
Onu afvet ve onu her türlü belâ ve kötülüklerden salim kıl. Vardığı yerde ona
ikram eyle! Girdiği yeri geniş kıl. Onu su, kar ve dolu ile yıka. Onu beyaz
elbisenin kirden temizlendiği gibi günâhlardan temizle. Ona dünyâdaki mekânı
yerine daha hayırlı bir mekân; ehli yerine daha hayırlı bir ehil; eşi yerine
daha hayırlı bir eş ihsan eyle. Onu kabir fitnesinden ve ateş azabından da
koru). Râvî Avf: RasûluIIah'ın bu ölü üzerine yaptığı şu duadan ötürü, keski
ölünün yerinde ben olaydım diye temenni ettim, dedi (Müslim, Kİtâbu'l-Cenâİz:
Müslim Ter-cemesî, III, 141-144, "Cenaze namazında ölü için okunan duâ
babı"). Burada diğer dualardan bâzıları da toplanmıştır.
Cenaze namazında İlk
tekbîrden sonra Subhâneke'llâhumme..., ikinci tekbîrden sonra salâvât duaları,
üçüncü tekbîrden sonra *da yukarıda verilen dualardan biri okunur. Üçüncü
tekbîrden sonra o duaları bilmeyenler el-Bakara:201. âyetindeki duayı, yâhud
es-Saffât:l80-182. âyetini okurlar.
[178] Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri "Peygamber
onlara imâm olmuş, oniar da Peygamber'in arkasında o mezar üzerine cenaze
namazı kılmışlardır" fıkra-sıdır. Hadîs, daha önceki 59. bâbda 83
rakamıyle de geçmişti
[179] Bu şekk, gâlib ihtimâl ile Sabit el-Bunânî'dendir.
Buhârî'nin diğer rivayetinde bir zencî kadın olması ihtimâline kuvvet verildiği
gibi, İbn Huzeyme'de "Siyah bir kadın" denilmiş, Beyhakî de isminin
Ümmü Mıhcen olduğunu açıkça söylemiştir
[180] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır.
Kabir üzerine cenaze
namazı kılmanın cevazı ihtilaflı meselelerdendir. Alî ibn Ebî Tâlib, Ebû MÛsâ
el-Eş'arî, Abdullah ibn Umer, Abdullah ibn Mes'ûd, Âişe (R) ile Evzâî, Şâfıî,
Ahmed ibn Hanbel, îshâk ibn RâhÛye hep cevazına kaail olanlardır. Bir takımları
tecviz etmezler ki, İbrâhîm Nahaî, Hasen Basrî, Sufyân Sevrî, Ebû Hanîfe, Leys
ibn Sa'd, Mâlik bunlardandır. Bâzıları şartlı olarak cevaz verirler: ölünün
velîsi, beldenin vâffsi namazını kılmamış bulunursa, kabri üzerinde namazı
kılınabüir demişlerdir. Cevaza kaail olanların da ne zamana kadar
kılınabileceğinde ihtilâfları vardır. Bir aya kadar diyenler olduğu gibi, cesed
çürümedikçe caiz görenler, hattâ ebeden tecviz edenler vardır (Tec-rîd Ter.,
11,330).
Bu hadîs daha evvel de
geçmişti.
[181] Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri "ölü, ölü
sahihleri yürüyüp giderlerken ayakkabılarının sesini muhakkak işitir"
fıkrasıdır.
Hadîsin sonundaki
"Sakaleyn( = İki ağırlık)", ins ile cinn'dİr. Bunlara iki ağırlık
denilmesi, arzın başlıca ağırlığı oldukları veya manevî bir ehemmiyette
oldukları, veya sorumluluk ağırlığını taşıdıkları... gibi sebeblerden
dolayıdır.
Kâfir veya munâfıkın
kopardığı çığlığı insan ve cinnlerin işitmekten men' edilmiş olmalarının
sebebi, imtihan yurdu olan bu fânî' âlemdeki imtihanın devam etmekte
olmasıdır. Bu iki sınıfın bu çığlığı duymaları mümkin olsa, ibtilâ ve imtihan
ortadan kalkar ve îmân bir zaruret hâlini alırdı. Bu iki sınıfın nev'i-nin
bekaasına hizmet eden muameleler ve münâsebetler derhâl dururdu.
Hadîste kabir azabına da
açık delâlet vardır ki, buna âid diğer hadîsler ilgili bâblarda gelecektir
[182] "Yâhud onun gibi mukaddes olan diğer
yerler"den maksad, kendisine ibâdet ve namaz için yolculuk edilmeye izin
verilmiş bulunan Mekke ve Medîne arazîleri yâhud mescidleridir.
[183] Mûsâ, Mukaddes Arz'a girmesi müyesser olmayınca, bir
taş atımı menziline kadar kendisinin oraya yaklaştınimasını ve orada ölüp,
orada gömülmesini dilemiştir. Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri de bu
fıkrasıdır.
[184] Hadîste Mûsâ ıiın nerede vefat ettiği ve nerede
gömüldüğü ta'yîn edilmemiştir. Yalnız Peygamber, Mi'râc seferinde Musa'yı
kabrinde namaz kılarken gördüğü için, yerini biliyordu. Bu bilgisiyle, hadîsin
son fıkrasında ifâde buyurduğu gibi, Mûsâ'nm kabrinin yerini mücmel surette
tavsîf etmiş ve: "Eğer sizinle orada bulunsaydım, kabrini size muhakkak
gösterirdim" buyurmuştur.
Peygamber'in bu
haberinden Mûsâ'nm kabrinin Beytu'I-Makdis dâhilinde olmadığı, hâricinde ve
belki de bir derece yakınında olduğu anlaşılabilir. Fakat orası neresidir? Bu
husus meçhuldür. Sonra, Musa'nın taleb ettiği bir taş atımı ile o zamanın
örfüne göre ne kadar bir uzaklık kasdedilmişti? Bunlar da bilinmiyor. Bundan
dolayı âlimler Mûsâ'nm kabrini ta'yîn hususunda birçok görüşler ileri sürmüşlerdir.
Bunlar içinde en meşhuru Musa'nın kabrinin Kudüs'ün yirmi kilometre
kuzeydoğusunda ve Lût Denizi'nin kuzeybatı cihetinde bulunan Erîha kasabasında
olduğudur. Hadîste bildirildiği veçhile, burada kırmızı kum tepeceği ile bir
yol bulunduğu ve burada duanın kabul edildiği naklolunuyor. Eski bir kasaba
olan Eriha'yı îsâ Peygamber'in de ziyaret ve bir â'mânın gözlerini İyi ettiği
de rivayet edilmiştir.
[185] Buhârî bu başlıkla, geceleyin cenaze gömmenin
meşrû'luğunu beyân etmek istemiştir. Ancak bunda görüş ayrılıkları bulunduğu
için, cevaz lâfzını açıklamı-yarak böyle muallak bırakmıştır
[186] Buhârî bu ta'lîki Cenaze Kitâbı'nm sonlarındaki
"Pazartesi günü ölmek bâbı"n-da Âişe hadîsinden olmak üzere
senedleyerek rivayet etmiştir. Bunun bâb başlığına delâleti açıktır.
[187] Oradakilerin Peygamber'in suâline: Dün gece gömülen
Fulân kimsedir, diye cevâb vermelerini işittiği hâlde, bu fiillerini
reddetmemiş olması, hadîsin bâb başlığına delâlet noktasıdır. Bu hadîs bâzı
lâfız farklanyle daha önce de geçmişti. Orada da belirtildiği gibi bu hadîs
cenazeyi geceleyin gömmenin cevazına delîl olan hadîslerdendir. Bu ve benzeri
rivayetlere dayanarak ilim ehlinden çokları gece cenaze defnine ruhsat
vermişlerdir. Bilhassa Peygamber'in ve Dört Halîfe'nin geceleyin gömülmüş olmaları,
bu ruhsatın en sağlam ilmî dayanağıdır.
Müslim'de Câbir'den
rivayet edilen bir hadîste Peygamber'in geceleyin cenaze gömmeyi nehyettiği
bildirilmiştir. Buhârî'nin buradaki hadîsi ile bu Müslim hadîsinin ayrı
hükümleri hakkında şârih Aynî: Bu hadîsler arasındaki ihtilâf, gece cenaze
defninin evvelce nehyedilmiş olduğunu, fakat sonra ruhsat verildiğini ifâde
eder diyor. Nevevî de: "Müslim hadîsinde nehyolunan, namazı kılınmadan
cenaze defnidir" diyor. Namazı kılınmadan cenaze defni mutlak surette nehyedilmiştir.
Namazı kılınmadan gece de, gündüz de cenaze defn edilmez. Binâenaleyh bu
hadîsin zahirinden, cenazenin gece de defni hükmü alınmıştır (Umdetu'l-Kaarî,
IV, 135).
[188] Bu iki kadın, kocaları ile birlikte Habeşistan'a
muhacir olarak gitmişlerdi. Ümmü Habîbe'nin kocası Ubeydullah ibn Cahş,
Habeşistan'da ölmüştü. Hicretin altıncı yılında Peygamber Umeyye ed-Damrî'yi
gönderip, kendisini tezvîc ve nikâh akdi için Necâşî'yi tevkil etmiş, mehrini
Necâşî kendi kesesinden verip sonra Medine'ye yollamıştı. Ümmü Seleme,
kocasıyle birlikte Medine'ye döndükten sonra kocası ölmüş olduğundan, o da
Peygamber'in zevceleri arasına katılmıştı. Her İki kadın da kocaları gibi
Kureyş'in en büyük ailelerinden olmakla beraber ilk müslümânlardan
bulunduklarına hürmeten ve mahzun kalblerini hoş etmek maksadıyle Peygamber
tarafından zevceliğe alınmışlardı.
[189] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır. İyi kimselerin
kabirleri üzerine mescid bi-nâsıyle kabir sahihlerine ibâdeti andırır veçhile
ta'zîm etmek dînen nehyedilmiştir. Peygamber, bu ta'zîm gitgide, oranın bir put
edinilmesine ve putlara ibâdet etmeye götürür diye bunu nehyetmiştir. Bundan,
kabirleri mescid edinmek, suretleri ve timsâlleri asıp dikmek, bir ölünün
şâmna ta'zîmen kabrinin başında namaz kılmaktan nehy buyurulduğu gibi, mutlak
olarak makbere namaz kılmaktan da nehy buyurulmuştur.
Hadîsin son fıkrasındaki
"İşte onlar" ismi işaretinin, hem ibâdet edenlere, hem musavvirlere
aidiyeti vardır
[190] Hadîsin bâb başlığına delîlliği, RasüluHah'm Ebû
Talha'ya "Kızın kabrine in" Duyurmasıdır. Bundan, kadın cenazesinin
kabre bir erkek tarafından konulmasının cevazı alınmıştır. Zevç ve baba gibi
ölünün en yakınları varken bunların izni ile yabancı bir erkek tarafından kadın
cenazesinin mezarına konulmasının cevazı bu hadîsten açıkça anlaşılmaktadır. Bu
hadîs, cenazenin kabre indirilmesi sırasında kabrin bir tarafına oturmanın
cevazına da delâlet etmektedir.
[191] Buhârî bu lügat açıklamasıyle, Abdullah
ibnu'l-Mubârek'in Fulayh'ten naklettiği ma'nâyı te'yîd etmek istemiştir
denildi. Bu kelimeyi bâzıları günâh işlemek, bâzıları da eşi ile cinsî
münâsebet etmek ma'nâsıyle tefsîr etmişlerdir. Buhârî'-nin işaret ettiği
el-En'âm:113. âyetinde günâh işlemek, günâh kazanmak ma'-nâsına tefsîr
edilmiştir. Bu tefsîri Taberî, Alî ibn Ebî Talha'dan; o da tbn Abbâs'tan
rivayet etmiştir (Vmdetu'l-Kaarî).
[192] Buhârî burada hükmü açıklamaksızın böyle mutlak bir
başlık koydu. Çünkü bâb altında iki hadîs getirdi. Bunlardan Câbir hadîsi
şehîde cenaze namazının kılmmadığına, Ukbe hadîsi İse şehîdlere bir müddet
sonra da olsa cenaze namazı kılındığına delâlet ediyor. Bundan dolayı âlimler
bu konuda ayrı ayrı görüş-
lere gitmişlerdir.
[193] Hadîs umûmiyetiyle şehîdler üzerine namaz
kıhnmayacağına delâlet ediyor. Harb-de ölen şehîdler üzerine cenaze namazı
kılınıp kılınmayacağı hususunda ihtilâf edilmiştir. Şafiî, Mâlik ve Ahmed bunun
haram olduğuna kaail olmuşlardır. Şâ-fiîlerin bâzısı vâcib değil, lâkin caiz
olur demişlerdir. Hanefîler'e göre şehîd
yı-kınmaksızm namazı kılınır.
[194] Bu Ukbe hadîsi, bir müddet geçtikten sonra da olsa
umumiyetle şehîdler üzerine cenaze namazı kılınacağına delâlet etmektedir.
Rasûlullah'm vefatına
yakın bir zamanda Uhud'a gidip oradaki şehîdlerin mezarına namaz kılması, harb
şehidine de cenaze namazı kılınacağına delâlet eder. Peygamber Uhud harbi
akabinde bu şehîdlere namaz kilamaması, o sırada mağlûb bir ordunun yerine
getirilmesi zarurî ve acele işleriyle meşgul bulunmasından dolayı olabilir.
Rasûlullah ordusunun tanzimi ve harbin getirdiği çetinliklerin hafifletilmesi ile
meşgul olduğu için şehîdlerin namazlarım daha mu-sâid ve münâsib bir zamana
bırakmış olabilir. Yâhud da başta şehîde namaz kılınmaz iken, sonradan kılınır
olmuştur.
[195] Hadîsin sonundaki hutbede Peygamber, nübüvvet nuruyla
görüp haber verdiği yakın ve uzak istikbâle âîd bâzı mu'cizelerinİ dile
getirmiştir.
[196] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır. Hadîste üç
kişinin zikri yoksa da, ikinin üç'e de delâletine işaret edilmiş oluyor.
Murgînânî, lüzum görüldüğünde beşe kadar gömülebileceğini zikretmiştir
[197] Hadîsteki Peygamber'in sarih emri, bâb başlığına
açıkça delâlet ettiği gibi, Pey-gamber'in onları yıkatmamış olduğunun
bildirilmesi de bu hususu kuvvetlendirmiş oluyor. Şehidin yıkanmadan
gömülmesinde fakîhler arasında hemen hemen ihtilâf yok gibidir. Yalnız Saîd ibn
Müseyyeb: Şehîd yıkanır. Çünkü her ölü cünüb olur ve yıkanması yâcib olur
demiştir. Hasen Basrî de bu görüşe kaail olmuştur (Umdetu'l-Kaarî, IV,
171-175).
[198] el-Lahd: Kabrin bir yanında oyulan yarığa denir... ve
lahdi olmayan kabre "ed-Darîh" denir...
ed-Darîh; baîd
ma'nâsınadır. Ve kabre, bir kavle göre kabrin ortasında olan yarığa, ve bir
re'ye göre lahdi olmayıp yarık olan kabre denir...
el-İlhâd: Kabre lahid
yapmak ve bir nesneden meyi ve udûl eylemek, niza' ve cidal eylemek...
el-îltihâd: Bu dahi bir
nesneye meyi eylemek.
el-Mültehad:
İltihâd'dan mekân ismidir; meyi olunacak mekâna denir; bu alâka ile sığınacak
yere ve adama ıtlak olunur. Yüce Allah'ın: "iten ondan başka bir sığınak
bulamam "(el-Cinn:22) kavli bu ma'nâdadır... (Kaamûs Tercemesi).
Hadîs bu başlığı beyân
etmektedir
[199] Buhârî bu Mültehad kelimesini âyetteki ma'nâyı şâhid
getirerek açıklamak istemiştir:
"De ki: Hakikat ben
(isyan edersem) beni Allah'tan hiçbir kimse kaVİyyen kurtaramaz ve ben O'ndan
başka bir sığınak da kaabü değil bulamam" (el-Cinn: 22).
[200] Abdullah ibnu'I-Mubârek bu kısmı da geçen sened ile
rivayet etmiştir
[201] Bu ismi söylenmeyen kişi, Leys'in rivayetinde
isimlendirilmiştir ki, o, Abdur-rahmân ibn Ka'b ibn Mâlik'tir. Ve bu tefsîre
göre hadîsteki mürsellik iddiası giderilmiş olur
[202] et-Izhır... mutlaka ter ü taze ve sebz olan otluğa
denir ve bir nevi' hoş kokulu otluğun ismidir; Türkçe'de Mekke ayrığı ve Mekke
samanı dedikleridir.
el-Haşts: Kuru otluğa,
yânî kurumuş ota denilir (Kaamûs Ter.).
[203] Hadîsin bâb başlığınadelîl olan yeri' "Izhır otu
müstesnadır" fıkrasıdır. Hadîste kuru ot zikredilmediği hâlde, başlıkta
konulmasına gelince, kabir yarıkları doldurulurken, diğer kuru otların da
katılıp kullanılacağına işaret edilmiş oluyor.
İstekten sonraki
istisna, yâ o anda buna dâir bir vahiy geldiğine, yâ daha evvelki bir vahiyde
istisnanın beyân ve teblîği isteğe ta'lîk edildiğine, yâhud da böyle bir vahiy
yoksa, Peygamber'in Allah tarafından me'mûr kılındığı hususların tafsilinde
içtihada izinli bulunduğuna delildir.
Buhârî bu hadîsi değişik
râvîlerden bâzı lâfız farkları ile îlim, Hacc ve Mekke Fethi bölümlerinde de
getirmiştir
[204] Buhârî bu Ebû Hureyre hadîsini İlim Kitâbı'nda,
senediyle rivayet etmiştir.
[205] Ebân'ın bu hadîsini, senediyle birlikte îbn Mâce
rivayet etmiştir.
[206] Mucâhid'den gelen bu hadîsin tamâmını da Buhârî, Hacc
Kitâbı'nda senediyle getirmiştir.
[207] Buhârî, başlığı soru şeklinde zikretmiş, getireceği üç
hadîsteki cevâbla yetinerek, cevâbı zikretmemiştir
[208] Rivayetlerin çoğunda "Ebû Hureyre dedi"
şeklindedir. Bâzılarında "Ebû Hârûn" dedi şeklindedir.
[209] Buhârî bunu Cihâd Kitâbı'nın sonlarında "Esirlere
elbise giydirmek" babında senediyle getirmiştir.
Bedr günü Abbâs, Kureyş
esirleri arasında bulunuyordu. Mağlûbiyet perişanlığı ile üzerinde gömleği
yoktu. Kendisine giydirilmek üzere gömlek alındı. Fakat Abbâs uzun boylu
olduğundan, yalnız Abdullah ibn Ubeyy'in gömleği denk gelmişti. O da hemen
gömleğini Abbâs'a hediye etmişti. Buna mukaabele edilmesi içtimaî âdâb gereği
idi. Fakat münâsib bir zemîn bulunmadığından karşılanamamıştı, işte Peygamber
Abdullah'ın ölümü üzerine oğlunun da isteği İle kendi gömleğini ona
giydirmekle, bunu karşılamış oluyordu.
Bu hadîsin bâb
başlığına delîl olan yeri işte Peygamber'in kendi gömleğini Abdullah ibn
Ubeyy'e giydirmek İçin mezarından dışarıya çıkartmış olmasıdır. Buna da Ölünün
bundan faydalanması düşüncesi sebeb olmuştur. Böyle bir hacet ve zaruret için
ölünün kabrinden çıkarılmasının cevazı alınmıştır.
[210] Hadîsin bâb başlığına delâleti "Altı ay sonra onu
mezarından çıkardım" fıkrasidır
[211] Arka arkaya getirilen bu Câbir hadîslerinde Ölünün
mezardan çıkarılması, dirinin gönlünün hoş olması için yapılmıştır. Bundan da
ölünün herhangi bir ihtiyâç sebebiyle mezarından çıkarılacağı hükmü sabit
oluyor
[212] Hadîsin bâb başlığına delâleti, kabir içindeki
bulunacak lahdi sarîh olarak ihtiva etmesidir. Başlıktaki şıkk = yarık sözü de
lahdin bir tefsiri gibidir. Hadîs daha önce de geçmiş ve gerekli haşiyeler
orada da verilmişti.
[213] Buhârî burada arka arkaya soru hâlinde iki başlık
getirip, cevâblannı vermemiştir. Buhârî bu suâllerin cevâblannı bâb altında
veya başka yerde rivayet edeceği hadîsler içinde buldurmak istemiştir
[214] Bu tabiî âlimlerinden Hasen Basrî ile Kaadı Şurayh'm
görüşlerini Beyhakî se-nedleriyle rivayet etmiştir.
tbrâhîm en-Nahaî ile
Katâde'nin görüşlerini de Abdurrazzâk, yine senedli olarak rivayet etmiştir
[215] Buhârî, îbn Abbâs'ın Mekke'de iken annesi Lubâbe
bintu'l-Hâris el-Hilâliyye'nin beraberinde bulunup, müşrik dîni üzere olan
babası Abbâs'ın beraberinde bulunmadığını delîlleyen bu hadîsi, bâb içinde
senediyle getirecektir.
[216] Buhârî bu sözün söyleyicisini açıkça belli etmemiştir.
Bundan dolayı belki sözcünün îbn Abbâs olduğu zannedilebilirse de, böyle
değildir. Bu güzel sözün kaa-ili, Rasûlullah'tir. Dârakutnî bunu kendi
Sünen'mde sahih senedle şöyle rivayet etti:
Âiz ibn Amr el-Muzenî
(R): Peygamber (S): "İslâm yüksek olur; onun üstüne yükselinmez"
buyurdu, demiştir.
Rivayet olundu ki Fetih
yılı Âiz ibn Amr, Ebû Sufyân ibn Harb'in beraberinde gelmiş. Sahâbîler: Bunlar:
Âiz ibn Amr ve Ebû Sufyân'dır demişler. Bunun üzerine Rasûlullah (S):
"İşte Âiz ibn Amr ile Ebû Sufyân! İslâm bundan daha azizdir. İslâm yüksek
olur ve onun üzerine yükselinmez" buyurmuştur (Fethu'l-Bârîve
Umdetu'l-Kaarî).
İbn Hazm, el-Muhallâ
isimli kitabında bu sözü Hammâd ibn Zeyd'den; o da Eyyûb'dan; o da İkrİme'den;
o da ibn Abbâs'tan rivayet etmiştir.
İbn Abbâs: Yahûdî yâhud
Nasrânî bir kadın, Yahûdî yâhud Nasrânî erkeğin nikâhı altında iken İslâm'a
girdiğinde, araları ayrılır. (Çünkü) İslâm yüksektir ve onun üzerine
yükselinmez, demiştir (Kastallânî).
Bunu İbn Abbâs'ın bu
şekilde söylemiş olması bile, Rasûiullah'tan işitmiş olduğunu düşündürebilir
[217] Rasûlullah'ın gönlünde Duhân Sûresi'ni tuttuğu veya
elinde Duhân ismini tuttuğu, İbn Sayyâd'a bunun ne olduğu sorulunca yalnız
"Duh" diye cevâb verdiği söylenmiştir. Bu kelimenin hem lâfzının zabtında, hem de
ma'nâsınm ta'yîninde görüş ayrılıkları vardır. Bu kelime duhân, yânî duman
ma'nâsına-dır. İbn Sayyâd'ın, Peygamber'in sakladığı şeyden yalnız iki harfi
kapıp söyleyebildiği ve Peygamber'in bu gâib büklük iddiasından ötürü onu
azarladığı bildirilmiştir.
İbn Cevzî şöyle
demiştir: Gaybı bilmek, Peygamberlere mahsûs vahy ile, ümmetten iyi ve uyanık
kimselerin idrâki olan ilham ile mümkindir. tbn Sayyâd'ın bu sözü şeytân
atmasından başka birşey değildi..
Peygamber, beraberindeki
sahâbîlere yolda gelirken Duhân Sûresi'ni hıfzında tutacağını söylemişti.
Nitekim Umer'den Rasûlullah'ın kendisine söylediği rivayet edilmiştir. İşte
kâhinin söylediği Iâfz, o sırada çalman iki harftir. Peygamber'in bu yalancı
peygamberi böyle imtihana tâbi' tutması da, kâhinliğin yalancılık olduğunu
sahâbîlerine göstermek içindi.
[218] es-Sait ve's-Salît : Şedîd nesneye, şedîd ve sert
kelâmla insanların kalblerini azûrde eden lisana denir. Ve dili uzun, yânî kötü
ve yakışıksız sözler ile insanları rencide eden kimseye denir... es-Sultân:
Burhan, hüccet ve delîl ma'-nâsınadır.
et-Teslît : Bir kimseyi
başkası üzerine kahr ve kudretle gâlib ve müstevli kılmak ma'nâsmadır (Kaamûs
Ter.).
[219] Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri Peygamber'in:
"Sen benim Rasûlullah olduğuma şehâdet eder "buyurmasıdır. İşte bu
kelâm,çocuğa İslâm'ı arz ve teklif etmektir.
İbn Sayyâd, henüz bulûğa
ermemiş halde bulunduğu için, bundan çocuğa İslâm'ı arz etmenin meşru' olacağı
anlaşılmıştır.
[220] Buhârî, Şuayb'in hadîsini Edeb Kitâbı'nda, Ukayl'in
hadîsi ile Ma'mer'in hadîsini de Cihâd Kitâbı'nda senedleriyle getirmiştir.
Bu rivayetlerde gelen
bu lâfızların ma'nâlan birbirine yakındır:
er-Remzu : Gamz vezninde
ve râ'nın dammı ve iki fetha ile lügattir, mutlak işaret eylemek, dudakları île
yâhud göz ile yâhud kaş ile yâhud ağız ile yâhud el ile işaret etmek
ma'nâsmadır.
et-Teremrum : Tezelzül
vezninde söylemeye ağız açıp debrenip yapınmak ma'nâsınadır, kelâm için ağzı
hareket ettirip söyleyemediği zaman " Teremreme" denilir.
ez-Zemzeme: Zelzele
vezninde uzun uzadıya gürüldiyerek ve yankılanarak seslenmek ma'nâsmadır,
ıraktan dağ içinden gelen top ve gök gürültüsü gibi... Bu kelime isim olarak
kullanılır. "Semi'tu zemzemeten = Uzak bir ses işittim" demektir. Ve
peyderpey gök gürüldemek ma'nâsmadır.
Ve Zemzeme, ateş-perest
taifesi taam ederken söyledikleri nağmeye denir ki, genizlerinde ve
boğazlarmda-bir gûnâ ezgi ile, terane ile terdîd ve tercî', avaz eylemekten
ibarettir; ne dudak açarlar, ne dili hareket ettirirler, aralarında o kelâm
masnû'dur. Yabancılar anlamayıp hemen kendileri anlarlar. Bu ma'nâ-da masdar ve
isim olarak kullanılır.. {Kaamûs Ter., IV, 328).
[221] Bu hadîs de bundan evvelki uzun hadîs gibi, çocuğa
müslümânlık teklifinin cevazına delâlet eder. Bu hadîsten zımmîyi, bilhassa
komşuluk hakkı da bulunursa, hasta ziyaretine gitmenin caiz olduğu
anlaşılmıştır. Çünkü bu ziyarette İslâm medeniyetinin güzelliğini açıklama ve
zimmet ehli ile ziyâde ülfet ederek İslâm'a rağbetlendirme vardır. Yine bundan
kâfirin ve çocuğun hizmete alınmasının cevazı, hukuka hürmetkârlık faziletinin
öğretilmesi hükümleri alınmıştır
[222] Peygamberin amucası Abbâs, Bedr harbinden sonra
müslümân olmuştu. Fakat oğlu Abdullah ile karısı Lubâbe, ikisi de hicretten
evvel müslümân olmuşlar, Peygamber'in
müsaadesiyle hicret etmeyip Mekke'de kalmışlardı. Harbe, seferin şiddet
ve zorluklarına muktedir olamayıp hicret edemiyen çocuk, kadın, ma'-lûl
müslümânlar Kur'ân dilinde "Mustad'afûn" diye anılmışlar ve bu ta'bîr
ümmetin zaîf görülmek istenenleri ma'nâsıyle, bu sınıfa bir şeref unvanı
olmuştur.
îbn Abbâs yukanki
beyânıyle gerek kendisinin, gerek annesi Lubâbe bintu'l-Hâris el-Hilâliyye'nin
hicretten evvel müslümân olduklarını ifâde etmiş oluyor.
İşte Buhârî, Îbn
Abbâs'ın bu beyânını burada rivayet etmekle çocuğa dîn öğretmenin cevazım
te'yîd etmek istemiştir.
Kur'ân'da bu
mustad'aflar erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan olrnak üzere en-Nisâ:75,
96-97 ve 126. âyetlerinde zikredilmiştir:
"Size ne oluyor
ki, Allah yolunda ve acz ve ıstırâb içinde bırakılıp: "Ey Rabb 'tmız, bizi
ahâlîsi zâlim olan şu memleketten kurtarıp çıkar, bize tarafından bir sâhib
gönder, bize katından bir yardımcı yolla' diyen erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda
düşmanla çarpışmıyorsunuz? imân edenler Allah yolunda harb ederler.
Küfredenler de şeytân yolunda savaşırlar. Öyle ise o şeytânın dostlanyle
döğüşün. Şübhesiz ki, şeytânın hilekârlığı zaîftir"(çn-Nisâ:75-76).
1 'Erkeklerden,
kadınlardan, çocuklardan za'/ ve acz içinde bıraküıp da hiçbir çâreye gücü
yetmeyen ve (hicrete) bir yol bulamayanlar müstesna. İşte onlar, Allah 'in
onları afvedebUeceğini umabilirler... "(en-Nisâ:98-99).
Eski peygamberlerin
ümmetlerinden olan mustad'aflar da Kur'ân'ın pek-çok yerinde zikredilmiştir:
El-A'râf: 74, 136, 149; el-Kasas: 4-5; es-Sebe': 31-33...
[223] Bu uzunca hadîs iki bölümü ihtiva etmektedir: Birinci
kısım imâm ez-Zuhrî'nin haberidir. İkinci kısım da birinci kısmın delili olmak
üzere sevkedilmiş olan Ebû Hureyre hadîsidir. İbn Şihâb, Ebû Hureyre'ye
yetişemediği için bu hadîs zahirde İbn Şihâb'a dayanıp mevkuf bir hadîs gibi
görülür. İbn Şihâb bunu Ebû Hu-reyre'den bir râvî vâsıtasıyle almıştır. Buhârî
bundan sonra gelen hadîsi, bunun da merfûluğuna delîl olmak üzere başka bir
tarikten merfûan getirmiştir.
[224] Arka arkaya ve birbirini kuvvetlendirici bir tarzda
getirilen bu hadîsler çocuğa İslâm dînini arz ve teklif etmenin, sabîlik
hâlinde vefat eden çocuklara cenaze namazı kılınmasının cevazına delâlet
etmektedirler.
Bu hadîslerin öğrettiği
en büyük bir hakîkat da insanlarda dîn duygusunun ve hakîkat aşkının fıtrî
oluşudur. Akıllara hayret veren şu hayâtın, haricî, dahilî bir takım
duygularla techîz edilmiş bulunan şu muazzam beşer binasının o necîb dîn
duygusu üzerine kuruluşudur. Bu hakîkati hem Peygamber'in bu sözlerinden, hem
de delîl olarak sevkedilen Fıîratullah âyef/nden öğreniyoruz.
Âyetteki "Fıtrat
"ı, hakk dîni kabule istidâd ve kaabiliyet ma'nâsına tefsîr etmişlerdir
ki, nazmın gereği budur, aslî hilkat demektir.
Bu âyeti,-bu sözlerinin
sonunda bizzat Rasûlullah'ın okuduğunu belgeleyen rivayet de vardır
[225] Buhârî bu başlığı soru şeklinde getirip, cevâbım
zikretmemiştir. Bunun da sebebi, bu mes'elenin şöyle bir tafsile tâbi'
bulunmasıdır:
ölürken Lâ ilahe ille'llah
diyen bir gayrı müslim ya kitâb ehlidir, yâhud kitâb ehli değildir. Her iki
surette bu şehâdet kelimesini o kimse ya ölüm görünmeden söylemiştir, yâhud
ölüm gelip çattığı sırada söylemiştir. Bu son şekle göre hayâtının son demine
eren bu kimse kitâb ehli olsa da, müşrik olsa da bu şehâdetin faydası yoktur.
"Rabb'ının bâzı âyetleri gelip ölüm çattığı gün... daha evvelden îmân
etmiş veya îmânında bir hayır kazanmış olmayan hiçbir kimseye (o günkü) îmânı
asla fayda vermez... "(el-En'âm: 158) bu hakikatin delilidir. Şehâdet
kelimesinin fayda ve menfâati yalnız kitâb ehli olmayan ve hayâtta iken îrâd
etmiş olan müşriklere mahsûs ve münhasırdır. Böyle olan müşrikin İslâm
olmasıyle hükmolunur. "Ben insanlarla Lâ ilahe illellah deyinceye kadar
harb etmekle emrolundum" (Buhârî, Müslim) hadîsinde,kitâb ehli olmayan
müşriklerle mukaatelenin nihayeti, şehâdet kelimesini söylemekle hudûdlandınhp
ta'-yîn buyurulmuştur. Kitâb ehli, her iki şehâdet kelimesini söylemekle
faydalanabilir.
Bundan başka "İslâm
dîninden başka bütün dînlerden teberrî ettim" demesi de şarttır...
(Umdetu'l-Kaarî
[226] Bu âyetin Ebû Tâlib hakkında nazil olduğu açıkça
bildirilmiştir. Bu sebeble Zec-câc Maâni'/-Kur'ân'da bu konuda müfessirlerin
ittifakı bulunduğunu Vâhidî'-den nakletmiştir. Bununla beraber Peygamber'in
ebeveyni hakkında indirildiğini,
binâenaleyh, ana babası için de mağfiret dilemekten nehy olunduğunu iddia edenler
de vardır. Fakat bu Müseyyeb ibn Hazn hadîsinin sonundaki sarahat karşısında
başka delâlete i'tibâr yoktur; onların ilmî dayanakları kalmamış olur
[227] Büreyde'nin bu haberini İbn Sa'd, senediyle rivayet
etmiştir: Büreyde ibn Ab-dillah
el-Eslemî, hicretin 62.
yılında Merv'de vefat etmiştir. (= Kabrinin içinde)"
rivayetine göre "Ke-şeceratin tayyıbetin" (İbrahim: 24) kavli
sebebiyle hurmadaki bereketten dolayı Büreyde kabrinin içine iki hurma dalı
koymayı vasıyyet etmiş olabilir. "Alâ kabrihi( = Kabri üzerine)"
rivayetine göre ise, Peygamber'in fiiline uymuş olması muhtemildir.
[228] îbn Umer'in bu haberini de İbn Sa'd senediyle rivayet
etmiştir: Eyyûb ibn Ab-dillah ibn Yesâr şöyle dedi: Abdullah ibn Umer, Ebû
Bekr'in oğlu ve Âişe'nin erkek kardeşi olan Abdurrahmân'ın kabri yanından
geçti, üzerinde bir çadır kurulmuş gördü de: Ey oğul! Bu çadırı sök!Çünkü onun
kabrini ancak kendi ameli gölgeler, başkası değil, dedi (Kastallânî
[229] Hârice ibn Zeyd'in bu haberini Buhârî
et-Târihu's-Sagîr'inde senediyle rivayet etmiştir. Hârice Medine'nin yedi büyük
tabiî fakîhından biridir. Bu haberin başlığa münâsebeti, kabir üzerine hurma
dalı koymanın, kabrin sırtını yerden yükseltecek şeyler koymanın cevazına
irşâd edici olmasıdır.
[230] Usmân ibn Hakîm'in bu haberini Müsedded,
et-Müsnedu'l-Kebîr'inde senediyle rivayet etmiştir. Oradaki rivayete göre,
kendisine kabir üzerine oturmanın kötülüğünü ifâde eden bir hadîs söylenmiş, o
da buna karşı başlıktaki vak'ayı anlatmış ve sonunda da bu kerâhatin kimler
için olduğunu göstermiştir. Buhârî bu gerekçenin delili olmak.üzere tbn Umer'in
fiilini getirmiştir.
[231] Nâfi'in bu haberini Tahâvî, senediyle rivayet
etmiştir.
[232] Bu hadîs buna yakın bir metinle Abdest Alma Kitâbı'nda
geçmişti. Orada da ifâde ettiğimiz gibi 20. Asır ilmi yaş bitkinin kendi
etrafında biyo-manyetik bir alan oluştuğu ve bunun orayı bir takım şerli
cereyanlardan koruduğu sırrına ulaşmıştır. Kabirlere ağaç dikilmesinin manevî
fâidesi Peygamber'in bu fiilinden ve sözlerinden anlaşılıyor. Kur'ân'da da
*'.... Hiçbir şey hâriç değil, hepsi O'na hamd ile tesbîh eder. Fakat siz,
onların teşbihini iyi anlamazsınız..- "(el-îsrâ:44) buyurulmustur. Demek
ki, kabre dikilen ağaç yaş kaldıkça onun zikrinden kabir sahibi
faydalanacaktır. Ağacın maddî, sıhhî, medenî faydalan ise ne kadar meydanda bir
hakikattir
[233] Buhârî bu bâb başlığında da âdeti üzere Kur'ân'daki
kabir ile ilgili bâzı lügatlerin ma*nâlarını da veriyor. Böylece mes'eleyi
açıklığa kavuşturmak suretiyle gönüllere iyice yerleştirmeyi ve bilgileri
delîllendirmeyi hedef ediniyor. Buhârî'nin ma'nâlarım verdiği kelimeleri ihtiva
eden âyetlerin ma'nâlannı sirasıyle yazmakla, bu gayenin daha iyi gerçekleşmesi
ümîd edilir:
"...Oda \et
edicinin tanınmamış bir şeye da 'vet edeceği gün, gözleri zelîl ve hakir
olarak, hepsi de çıvgın çekirgeler gibi kabirlerinden çıharlar" (el-Kamen
6-7).
"Kabirler alt üst
edildiği zaman... "(el-fnfitâr:4).
' 'O gün onlar sanki
dikili bir şey 'e koşuyorlar gibi kabirlerinden fırlaya fır-laya çıkarlar"
(el-Maâric: 42).
"Nida edenin yakın
bir yerden ünliyeceği güne kulak ver. O gün (bütün halk) o hakk sayhayı
işitecekler. İşte bu (kabirlerden) çıkış günüdür"(Kaaf:4\-42).
"Sûra üfürülmüştür.
Artık bakarsın ki onlar kabirlerinden (kalkıp) Rabb '-terine doğru koşup
gidiyorlar^'(Yâsîn:51).
[234] Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri burasıdır.
Peygamber oturmuş, sahâbîler de O'nun etrafına oturmuşlar. Peygamber oturmasında
ve orada yaptığı konuşmada, oradakilere en mükemmel bir va'zda bulunmuştur.
Hadîsten kabirde
oturmanın, orada ilimli, öğlidlü, te'sîrli güzel konuşma yapmanın cevazı
anlaşılmıştır.
[235] insanın meleklik kuvvetiyle hayvanlık kuvveti arasında
daimî bir itişme ve çekişme vardır. Meleklik kuvveti insanı yüksekliğe,
altındaki hayvanlık kuvveti ise alçaklığa doğru çeker. Hayvanlık üstün gelip
de, eserleri galebe ederse meleklik siner, gizlenir. Aksi de böyledir.
Allah'ın, aslî ve kesbî istî'dâdm îcâb ve temayülüne göre nizâm ve intizâm
vücûda getirmekte hâss bir inayeti vardır. Eğer o isti'dâd hayvanca haletler
kazanmaya çalışırsa, onun husulüne yardım eder. Binâenaleyh ona uyan şeyleri,
sebebleri kendisine kolaylaştırır. Yok, meleklik hasletlerini kazanmak isterse,
onda o hususlara uygun şekillerde yardım eder, kolaylık verir. Nitekim Allah,
el-Leyl sûresinin 5-10. âyetlerinde bunu açıklamıştır. Diğer bir âyette
meâlen: "Herbirîne, onlara da bunlara da Rabbanin vergisinden birbiri
ardınca veririz. Rabb hnın vergisi kimseden men' edilmiş (esirgemiş)
değiidir"(el-tsTİıAB-20) buyurulmuştur (Nuccetu'ilahi'l-Bâliğa, Hasan
Basrî Çantay, Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, III, el-Leyl Sûresi).
[236] "Kâziben( = Yalancı olarak)" kaydı
"Halefe( = Yemîn etti)" fiilindeki muste-tir fâîl zamirinden hâldir.
Ve: "Yemîn eden kimse, adına yemîn ettiği dîn ve millete ta'zîm etmekte
yalancı olarak" demektir. Çünkü îslâm dîninden başka bir dîne yemîn eden
kimse her hâlde ve her zamanda bu yemininde yalancıdır, ve doğruluğu ihtimâli yoktur.
"Müteammiden( =
Kasd ve niyet edici olarak)" kaydı, "Bu yeminin gerçekten yalan
olduğuna ve bir nevi ta'zîm ifâde etmediğine i'timâd ve i'tikaad ederek"
demektir.
"O dediği
gibidir" demek, o kimse yemininde hakîkaten yalancıdır; kâfir değildir
demektir. Çünkü bu yemîn hâdisesi ile dîninden çıkıp, adına yemîn ettiği dîne
girmiş değildir. Şu kadar ki, onun bu yemîni, i'tikaadımn zıddı olduğu için
yalancı olur. Bu îzâhlara göre hadîsin maâli "Kim İslâm dîninden başka bir
dîn adına, o dîne ta'zîm etmekte yalancı olarak ve bu yalanma i'timâd ve
i'tikaad ederek yemîn ederse, o kimse hakîkaten yemininin ifâde ettiği ta'zîmde
yalanı tercîh etmiş olur" demektir.
[237] Hadîsin bâb başlığına delîl olan kısmı burasadır.
Fakîhler ve sünnet ehli âlimleri : Hayâtına kasdeden bir kimse bu çirkin
hareketiyle islâm'dan dışarı çıkmış olmaz. Binâenaleyh namazı kılınır. Günâhı
kendisine âiddir demişlerdir... Umer ibnu Abdilazîz ile Evzâî müstesna, bütün
fakîhler intihar eden kimseye cenaze namazı kılmakta kerahet olmadığında
ittifak etmişlerdir. Çünkü RasûluJlah bütün müslümânlara namaz kılmak âdetini
koymuş ve bundan hiçbir müslümânı istisna etmemiştir {İbn Battal).
[238] "Bederenî", mubâdere etti ma'nâsınadır; yânî
benim hükmümün önüne geçmeye davrandı demektir. Bu da kulun, ruhunun Allah
tarafından alınıncaya kadar sabredememesidir.
Bu kendi kendini öldüren kimseye cennetin haram kılınışından, bunun
devamlı bir ukubet olduğu anlaşılıyor. Cezanın devamlı ol-% masının sebebi de
bu kaatilin, intiharı halâl saymış olmasıdır. Yoksa bundan önce geçen Sabit İbn
Dahhâk hadîsinin haşiyesinde beyân edildiği gibi, intihar kâfirliği ve
binâenaleyh ebedî azabı gerektirmez. Bir de bu ebedî cezanın o adamın şahsına
âid olması muhtemildir. Yânî o adamın intihar suçundan başka müşrik veya
dinsiz olması suçu da bulunmuş olabilir..
[239] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu meydandadır. Buhârî bu
hadîsi, daha uzun bir metinle, Tıbb Kitâbf nda da getirmiştir. O hadîs bunu
açıklayıcı olacaktır:
"Kim kendini bir
dağın tepesinden atar da öldürürse, o kimse cehennem ateşinde ebedî ve daimî
olarak muhalled bir hâlde kendini yukarıdan aşağıya atar durur. Kim zehir
içerek kendini öldürürse, bu da cehennem ateşinde, elindeki zehiri ebedî ve
daimî içerek muhalled bir hâlde o acıyı hisseder durur. Kim kendini demirden
yapılmış bir âletle Öldürürse, bu da cehennem ateşine o âleti elinde olarak
getirilir de devamlı ve ebedî hâlde karnına saplar durur ".
Hadîste çeşitli intihar
şekillerinden bâzıları zikredilmiş ve böylece bütün nevi 'leriyle bunun uzun
bir süre azâb olunmayı gerektirecek büyük günâhlardan olduğu anlatılmıştır.
[240] Abdullah İbn Umer'in bu hadîsini Buhârî, bu Cenazeler
Kitâbı'nın 22. babında senediyle getirmiştir. Orada bu hadîse âid bâzı
açıklamalar da verilmişti.
[241] Hadîs burada diğer bir sahâbî olan tbn Abbâs
vâsitasıyle, doğrudan doğruya bizzat Umer tarafından verilmektedir.
Hadîsin bâb başlığına
delâleti "Onlardan ölen hiçbir kimse üzerine ebedî cenaze namazı kılma...
" nehy kavimdedir. Çünkü bu nehiy, kerâhatİ gerektirir.
Bâb başlığındaki
müşriklere mağfiret istemenin kerâhatine delâlet eden şey nerededir? dersen, bu
da hadîsin sonunda indiği haber verilen âyetlerin öncesinden alınmıştır ki, o
da şudur: "Onlar için ister istiğfar et, ister istiğfar etme. Eğer onlar
için yetmiş defa istiğfar dahi etsen, yine Allah kendilerim kat 'iyyen mağfiret
edecek değildir. Bu böyledir. Çünkü A ilah 'ı ve Rasûlü 'nü inkâr ile kâfir
olmuşlardır. Allah ise fâşıklar güruhuna hidâyet etmez"(et-Tevbe:%0).
et-Tevbe Sûresi'nin 113.
âyeti ile el-Munâfıkûn Sûresi'-nin 6. âyeti de bu kerâhiyet hükmüne daha açık
olarak delâlet etmektedir,
[242] Buhâri bu bâbda dirilerin Ölüleri hayırla anıp
Övmelerinin meşruluğunu isbât etmek istemiştir.
Dirilerin dirilere medh
ve sena etmeleri, övmede mübalâğa edilirse, nehye-dilmiştir. Çünkü mübalâğalı
övgü, ahlâkı bozucudur. Hem medhedenin, hem de medh olunan kimsenin ahlâkları
üzerinde kötü te'sîr eder. Övüleni uebe, kendini beğenmeye; övücüsünü de
riyakârlığa sevk edebilir.
[243] Ölüler hakkında ise bu kötü te'sîrler yoktur. Sena,
güzel huylar ve güzel vasıflarla anmaktır. Hayırda kullanılır. Senanın şerrde
kullanılması nâdirdir. Buradaki hadîslerde şerrde de kullanılması, hayra
müşâkele yânî mukaabele içindir. "Cennet vâcib oldu" cümlesindeki
vücûb ile subût ve tahakkuk ma'nâları kasdedilmiştir. Hükmün vukûunun sıhhati o
kadar kuvvetlidir ki, vâcib derecesini bulmuştur demek oluyor. Yoksa Allah'a
hiçbir şey vâcib olmadığı sünnet ehli indinde kararlaşmış İslâmî bir esastır.
Bu asla göre hadîsin ma'nâsı: "Dirilerin ölüler hakkındaki hayırla anıp
övmeleri, o ölünün dünyâda hayır sever, iyilik sever bir kimse olduğuna delâlet
eder. Bunun için İlâhî va'd gereği, cennet vâcib olur. Dirilerin ölüleri şerr
ile anıp vasfetmeleri de, o ölünün dünyâda işi gücü şerr olduğuna delâlet eder.
Bunun için de İlâhî adalet gereği cehennem vâcib olur demektir. Hadîste açıkça
buyurulduğu üzere, mü'minlerin bâzılarının bâzılarına şehâdetlerinin te'sîri bu
suretledir
[244] Cenazenin iyi veya kötü hâline şehâdet hususunda
şâhidlerîn dört, üç, iki olarak ihtilâfının hikmeti şöyle îzâh edilmiştir:
Bu sayı ihtilâfı,
şehâdetin ma'nâları ve mertebelerindeki ihtilâfa tâbi' bir ihtilâftır. Çünkü
ölü bâzı defa İyilikleri ve faziletleri halk dilinde yaygın bir kimse olur da,
güzel huyu herkes tarafından duyulur, bilinir. Böyle cenazede şâhidle-rin
tevatür ve çokluğu müstehâb kılınmıştır ki, dörttür. Ve bu sayı, şehâdetin en
yüksek mertebesidir. Allah bunu yalnız zina şâhidliğinde teklif buyurmuştur.
Sonra şehâdet, lehine şehâdet edilenin hâllerini idrâke vesîle olduğundan, dört
şâhid bulunmazsa üçe; üç şâhid de bulunmazsa ikiye kasredilmiştir. Bu da
şehâdetin en aşağı mertebesidir. Bu sebebden sahâbîler bir şâhidden suâl etmemişlerdir.
Şehâdetin âhıret işleri hakkında da, dünyâ işlerinde olduğu gibi cereyanına
müsâade buyurulması, hiç şübhesiz Allah'ın kullarına bahşeylediği bir
rahmetidir.
Bu arada şehâdet ve
tezkiyenin vakıa mutabık olup olmaması hususları da fakîhlerce ayrı ayrı tafsîl
edilmiştir. Kimisi tezkiyenin ve şehâdetin vakıa uygun olmasını şart koşmuş,
kimisi de tezkiye vakıa mutabık olmasa da faydası olur demişlerdir...
[245] Buhârî bu başlık altında kabir azabının hakk olduğuna
dâir hadîsleri getirmiştir. Bu unvanda yalnız kabir azabının mevcudiyetini
kasdedip, bu azabın ruha mı, yoksa rûh İle bedenin mecmûuna mı ilgili bulunduğu
hususuna girişmiyece-ğini bildirmek istemiştir.
Buhârî bâb başlığında
kabir azâbıyle ilgili üç âyet de getirmiştir. Bunlardan Buhârî'nİn, kabir
azabı mes'elesine çok ehemmiyet verdiği, kabir azabı Kur'-ân'da yoktur
diyenleri, yoluyla redd eylemek ve Kur'ân'da işâreten de olsa zikrolunduğunu
isbât etmek istediği anlaşılıyor. Şimdi sırasıyle bu âyetlerin tamâmını yazıp,
ma'nâsmm daha iyi anlaşılmasına çalışalım:
[246] "Allah'a karşı yalan düzüp atandan, yâhud
kendisine hiçbirşey vahy edilmemişken 'Bana da (kitâb) vahy olundu'diyenden,
birde 'Allah'ın indirdiği gibi ben de. indireceğim' diye söyleyenden daha zâtim
kimdir? Ölümün şiddetleri içinde, meleklerin de pençelerini uzatarak
kendilerine: 'Canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı haksız olanı söyleyegeldiniz,
Allah'ın âyetlerinden kibirlenerek uzaklaşmış olduğunuz içindir ki, bu gün
hakaaret azâbiyle cezalandırılacaksınız' (dedikleri zaman), sen o zâlimleri bir
görmelisin'\e\-En'âm:93).
el-Hûn; ei-Hevân;
el-Mehâne: Hor ve zelîl olmak ma'nâsmadır. el-Hevn, avn vezninde bir nesne
kolay olmak; vakaar, teennî ve sekînet ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.).
[247] Çevrenizdeki bedevilerden ve Medine ahâlîsinden bir
takım münafıklar vardır ki, onlar nifak üzerinde idman yapmışlardır. Sen
bunları bilmezsin. Onları biz biliriz. Biz onları iki kerre azaba uğratacağız.
Sonra da daha büyük bir azaba döndürüleceklerdir onlar''(et-Tevbe: 101).
İbn Abbâs bu âyetteki
iki kerre azabı, rusvâyhk ve kati yâhud bunlardan biri ile kabir azabı diye
tefsir etmiştir (Beydâvî),
Mucâhid de: Bu iki
azâbdan birisi açlıktır, öbürüsü kabirde azâblanmak-tır, demiştir
[248] Nihayet Allah onların kurdukları tuzakların
fenalıklarından bu zâtı korudu. Fir 'avn 'in kavmini ise kötü azâb kuşatıverdi.
(Azâbdan biri de) âteştir ki, onlar sabah akşam arz olunacaklar, kıyametin
kopacağı gün de Fir'avn hanedanını azabın en çetinine sokun (denilecek)"
(el-Mü'mİn: 45-46).
Dünyâda sudan
boğuldular; âhirette de ateşe girdiler (Celâleyn, Hâzin). Ka bir azabının
subûtu bu âyetle de istidlal edilmiştir. Mukaatil.Katâde, Suddî,KeIbî; Her
kâfirin ruhu dünyâ durdukça sabah akşam cehenneme arz olunur, demişlerdir.
Ebu'1-Leys
es-Semerkandî: "Bu âyet kabir azabına pek açık delâlet eder. Çünkü âyetin
son fıkrasında kıyamet gününe âid olan şiddetli azâb ayrıca zikredilmiştir.
Sabah ve akşam arz olunan azâb, bu şiddetli azâbdan başka ve ondan önce olan
bir azâbdır; bu da kabir azabıdır" demiştir.
Bu tefsîr İbn Mes'üd
ile İbn Umer'den de rivayet edilmiştir.
[249] îmân edenleri Allah dünyâ hayâtında da, âhirette de Lâ
ilahe ille 'ilah, Muhammeden Rasûlullah( = Allah'tan başka hiçbir tanrı
yoktur, Muhammed Allah'ın rasûlü'dür) sözünde sabit kılar. Dünyâda herhangi bir
belâya uğradıkları zaman, onlar dînlerinde sebat ve metanet göterirler...
Sabit söz, Tevhîd
kelimesidir. O hüccetle sabit olan, kalblerde yerleşen en güzel kelimedir. Bu
k°lime yerleşince sâhibleri dünyâ hayatındaki imtihanlarda sebat ve sadâkat
gösterirler (ölümü dahi hiçe sayarlar). Zekeriyyâ, Yahya, Cercîs gibi. Onlar
âhirette de yânî mevkıfta da i'tikaadları hakkında soruldukları zaman
şaşırmazlar, kıyametin korkularından yâhud kabir suâlinden dehşet hissetmezler
(Ebu's-suûd).
[250] Bu hadîste, İbrâhîm: 27 âyetinin kabir azabı hakkında
indiği açıkça belirtilmiş oluyor
[251] Kalîb, taşla Örülmemiş ve kırlarda sâhibsiz bırakılmış
eski kuyulara denir. Toprağı kalb ve nakledildiği için bu kuyu çukurlara
"kalîb" denilmiştir. Hadîste zikredilen bu kuyunun Bedr'de olduğu ve
Kalîb ehlinin isimleri Müslim'in Enes ibn Mâlik'ten gelen rivayetinde
belirtilmiştir:
Müslim Kitabu'l-Cenâiz,
9. bâb, 26-"932";
" Kitâbu'l-Cihâd ve's-Siyer, 39. bâb,
1O7-"I794";
" Kitâbu'l-Cenneh ve Sıfatı Naîmihâ... 17. bâb,
76-78-"2873-2875".
Bu hadîsin bâb başlığına
delîl olan yeri: "Siz bunlardan daha fazla işitici değilsiniz"
fıkrasıdır. Bu fıkra, öldükten sonra berzah âlemi diye anılan kabirde bir
hayât olduğuna ve azabı hakk edenlerin orada azâb olunacaklarına delâlet
etmektedir.
[252] Hadîsin bâb başlığına delâlet noktası "Bu ölü/er
kendilerine söylemekte bulunduğum sözümün doğru olduğunu şimdi muhakkak
biliyorlar" cümlesidir.
Bu Âişe hadîsi ile
bundan önceki İbn Umer hadîsi arasında bir farklılık var dır: Âişe: Peygamber
ancak "Bilirler" buyurdu diyor. İbn Umcr hadîsinde ise Peygamber:
"Sizler bunlardan daka fazla işitir değilsiniz" buyurmuştu. Âişe
kendi rivayetini en-Neml:80. âyetini getirerek te'yîd etmiş ve İbn Umer
rivâye-' tini reddetmiş
bulunuyor.
Îbnu't-Tîn şöyle
demiştir: ".... Rasûlullah'ın her iki sözü de söylemiş olmasında bir
mânİa yoktur. Âİşe: "Bilirler" buyurduğunu hıfz ve rivayet etmiş, İbn
Umer de "İşitirler" buyurduğunu işitmiş ve rivâyel eylemiş olabilir.
Bir de ölü için "Bilgi" vasfı kabul edilince "Duygu"
vasfını da kabul esmek pekâlâ caizdir. Amma bu işitme ister kulakla olsun,
ister ruhî olsun. Elverir ki, ölüde bir nevi' "Duygu" bulunduğu sabit
olsun. Şu kadar ki, bu ta'mîm cumhurun görüşüne uymaz. Kabirde suâlin bedene
girmeksizin yalnız ruha yöneldiğini kabul edenlerin görüşüne göre tamâm
olabilir. Hâlbuki i'timâda lâyık olan cumhurun görüşüdür, ölünün kabirde ruh ve
cesediyle beraber ni'metlenmesİ veya azâblanmasıdır. Suâl ve azabın yalnız ruha
tahsisi hâlinde kabrin bu azaba ihtisası mümkin olmaz (Kastaliânî).
Bir uyarma: Kabir suâli
ve kabir azâbi ta'bîrlerinden kasdedilen ma'nâ, ber-zâhî bir hayâttır.
Binâenaleyh ölüm hâli ister döşekte gelsin de beton ve mermer bir kabir İçine
defn edilsin; ister Fir'avn ve tâbi'leri gibi denizde boğularak balıklara yem
olsun; ister bir yangında yanıp kül olarak vucûd zerreleri savrulsun; ister
atom ve hidrojen bombalanyle vücûdu duman olup gitsin yâhud maddesi kuvvete ve
enerjiye tahavvül etsin, müsavidir. Ve ölüm her ne sebeble gerçekleşirse
gerçekleşsin, vücûdun maddî varlığı ne ve nerede olursa olsun, berzahı bir
hayât başlayacaktır. O hayâtta sorulacak, o neş'e ile ni'metlenecek veyâhud
azâb-lanacaktır.
[253] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır. Bundan kabir
azabını, geçmiş peygamberlerin kendi ümmetlerine haber verdikleri anlaşılıyor.
Gerçi eldeki Tevrat nüshalarında kabir azabı, hattâ âhiret bahsi de yoktur.
Fakat Yahûdî kadının bunu Âişe'ye haber vermesi, ya Tevrat'ın ya geçmiş
peygamberlerin bugün elde bulunmayan kadîm nüshalarında mevcûd bulunduğuna
delâlet eder. Bu hadîste de diğer sahîh rivayetlerde olduğu gibi, kabir
azabının hakk olduğu haber verilip, bu azâbdan Allah'a sığınmak da
öğretilmiştir
[254] Bu hadîsin başlığa uygun olan yeri, fitne ta'bîrinin
kabir suâli ile kabir azabına delâlet ve böyle umûmî bir ma'nâyı ihtiva
etmesidir. Nesâî'de aynı hadîsin sonunda şu ziyâde vardır:
.... Cemâatin bu feryâd
ve figânı, Rasûlullah'ın bu hutbesini anlamama mâni' oldu. Bu sayhalar sükûnet
bulunca bana yakın olan birisine:
— Allah sana bereketler
İhsan etsin! Rasûlullah hutbesinin sonunda ne buyurdu? diye sordum.
O zât:
— Bana vahy olundu ki, siz, kabirlerinizde
Deccâl'in fitnesine yakın bir fime ile imtihan olunursunuz buyurdu, dedi.
Gunder'in buradaki
ziyâdesinde "hakk" kelimesi hazf edilmiştir. Kastaliânî bu kelimenin
yalnız Ebû Zerr el-Herevî nüshasında mevcûd olduğunu, şu kadar ki, bu
kelimenin üzerine sukût{ - düşme) alâmeti konulduğunu bildiriyor. Aynı kelime,
bundan önceki hadîste de yazılmamıştı. Onun için tercemesinde parantez içine
alınmıştır.
[255] Hadîsin bâb başlığına delâlet yeri "Ona demirden
tokmaklarla öyle bir vuruş vurulur ki... " fıkrasıdir. Bu hadîs ufak lâftz
farkı ile bu kitabın 67. babında 94 rakamı ile de geçmiş ve orada bâzı
açıklamalar verilmişti
[256] Bâb başlığı kabir azabından sığınmayı ve sığınmanın
keyfiyetini beyân hakkında; hadîs ise kabir azabının subûtunu beyân
hakkındadır.
- Kirmânî: Âdet, böyle
ses işiten herkesin bu şekilde sığınacağını hükm edicidir, demiştir
(Kastallânî). Böylece bâb ile hadîsin uygunluğunu göstermek istemiştir.
[257] Buhârî bu ikinci tarîki, bunun işitme suretiyle
muttasıl olduğunu tenbîh için sev-ketmiştir. Hâlbuki birinci tarîk an'ane ile
gelmişti. Bu ikinci tarîki ef-İsmâîlî tam senedi ile rivayet etmiştir
[258] Hadîsin bâb başlığına delâleti meydandadır
[259] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır.
Kabir azabından
sığındıktan sonra, ateş azabından da sığınılması, tahsîs-ten sonra ta'mîmdir.
Nitekim hayât ve ölüm şiddetlerinden sonra Deccâi Mesih'in fitnesinden
sığınmak da ta'mîmden sonra tahsis bi'z-zikr nev'inden bir edebî san'attır.'
Rasûlullah bu
fitnelerin ve imtihanların hepsinden emîn ve masun olduğu hâlde bunlardan
sığınması, bu sığınmanın bir duâ ve ibâdet olması; ve bir de sığınmayı ümmete
öğretmek maksadıyle olabilir.
Bir de "Eûzu bike
li-ümmeti", ümmetim İçin sana sığınıyorum, ma'nâsına da olabilir.
Zamanına yetişemiyeceği
muhakkak olduğu hâlde Deccâl Mesîh fitnesinden sığınması da, o la'netlinin
haberi asırdan asra, cemâatten cemâate yayılıp, yalancı, sahtekâr, iftiracı,
fesâd çıkarıcı, büyüleyici olduğu mü'minlerce bilinsin de aldanmasınlar
içindir.
[260] Hadîs, koğuculuk etmek ile sidikten sakınmamanın kabir
azabına sebeb olduğunu açıkça ifâde etmektedir. Hadîsteki koğuculuk ta'bîri,
gıybeti de içine aldığından, bâb başlığına delâlet vardır.
Bu iki suçun büyük şey
olmamaları, birkaç damla sidikten sakınılmamasi veya dile kolay gelen birkaç
söz sarfedilmesi i'tibâriyledir. Yoksa haddizatında her ikisinin; hele söz
taşıyıcılığının ma'siyet olması dolayısıyle büyük günâh olduğunda şübhe
yoktur.
"O zaman siz o (iftirayı) dillerinizle
birbirinize yetiştiriyordunuz; hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla
söylüyordunuz, ve bunu küçük, kolay bir şey ı
sayıyordunuz. Hâlbuki bu, Allah indinde büyüktüry'(en-Nûr:l6).
Bu hadîs, bâzı küçük
lâfız farklanyle, aynı kitabın 81. babının 115. hadîsi olarak da geçmiş ve
gerekli açıklamaların bir kısmı orada verilmişti.
[261] Hadîsin bâb başlığına uyan yeri açıktır. Ölüye cennet
veya cehennemdeki yerinin sabah akşam arz olunup gösterilmesi, burası senin
müstakbel durağındır diye haber verilmesidir.
Âlimler ölünün buna
muhâtab olabilmesi ve haberi idrâk etmesini çeşit çeşit tevcihlerle îzâh
etmeye çalışmışlardır. Onların bu izahları ve tercihlerinde kat'-iyyet ifâde
eden hiçbir söz yoktur. Hepsi İhtimâle dayanan görüşlerden ibarettir. Bunun
sebebi de âhiret âleminin ve onun başlangıcı olan berzâhî hayâtın, beşerin
idrâk ve ihata vâsıtalarından tamâmiyle uzak bulunmasıdır. Onun için
ke-lâmcılar hayâttan sonraya âid uhrevî mes'elelerde münhasıran nassın irşâd ve
ilhamım umûmî bir kaaide olarak kabul etmişlerdir
[262] Şârih ibn Battal: "Cenaze iyi bir kişi ise beni
ulaştırınız demesi, nefsî ve ruhî bir tekellümdür. Yoksa şuurun idrâk yeri olan
rûh, bedenden ayrıldıktan sonra bedenin kelâm etmesi mümteni'dir. Meğer ki
Allah'ın kudreti ölünün ruhunu bedenine redd ve iade etmiş olsun"
demiştir.
Aynî de: "tbn
Battâl'ın bu fikri, hayât, kelâmın şartı olarak kabul edilmesine göredir.
Hâlbuki kelâm, sesler ve harflerden ibaret olduğuna göre, hayât şartına luzûm
ve ihtiyâç olmaksızın İlâhî kudret o lâfzı ve savtı ölüde yaratabilir. Nefsî
kelâm, rûh ile kaaim olur. Ve yalnız Ölüde yaratılan sesler işitilmiş olur.
Hadîs ile kasd olunan bu olsa gerektir" demiştir.
Kâmil Mîrâs da:
"Fakat bize göre bu kelâm ne nefsî kelâmdır, ne de Iâfzî kelâmdır. Belki
her cenazenin şu fânî âlemdeki hayâtına göre ibret almaya ve gönül gözünü
açmaya sebeb olmasıdır..." demiş ve hâdisenin düşünmeye ve ibret alınmaya
teşvik edici oluşunu işaret etmiştir. (Tecrîd Ter., IV, 572-576).
Bu hadîs aynı kitabın
52. babında, 73. hadîs olarak geçmiş ve orada da bâzı açıklamalar verilmişti.
[263] Buhârî buna yakın bir hadîsi, bu kitabın "Bir
çocuğu ölüp de Allah'ın hükmüne razı ve mağfiretini ümîd ederek sabreden
kimsenin faaîleti bâbı"nda 6 rakamıyle getirmiştir.
Bu çocuklar ana'babalan
için cehenneme birer perde olurlarsa, ana babaların cehennemden perdelenmiş ve
korunmuş olacakları evleviyetle sabit olur
[264] Hadîs, küçükken müslümân çocuklarının cennetlik
olduklarına delâlet eder. Ceb-rîyeciler müstesna, îslâm âlimleri bu mes'elede
ittifak etmişlerdir.
Hadîsin geliş sebebi
yukarıda da söylendiği gibi, evlâdının ölümü ile gönülleri yanık ana ve
babalara teselli vermektir.
[265] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu, İbrahim'in cennette
emzirildiğinin haber verilmesidir ki, bu müslümân çocuklarının cennetlik
olduğuna açıkça delâlet eder. Bu hadîslere göre ilim ve içtihadına güvenilen
âlimler, küçükken ölen müslümân çocuklarının cennetlik olduklarında ittifak
etmişlerdir
[266] Buhârî bulûğa ermeden ölen müşrik çocuklarının
cennetlik veyâhud cehennemlik olduklarına dâir hiçbir hüküm ifâde etmeyip,
tavakkuf etmiştir. Fakat bâb altında sıraladığı hadîslerden bu çocukların da
mü'min çocukları gibi cennetlik olmaları görüşüne meyyal olduğu sezilmektedir
[267] Yânî Allah onları yaratırken, onların azâblandirmayı
gerektirecek bir iş yapmayacaklarını bilir. İbn Battal şöyle demiştir:
"Allah onların ne yapacaklarını en iyi bilendir" sözü, üç türlü
te'vîl edilir:
a. Peygamber tarafından bu müşrik çocuklarının
cennetlik oldukları bildirilmezden evvel, böyle tavakkuf edilmiş olması;
b. Bu müşrik
çocuklarının büyüyüp iradeli hareket çağına geldiklerinde nasıl yaşayacaklarını,
hangi dîn üzere öleceklerini Allah bilir demek olması;
c. Peygamber'in bu
sözünün mücmel olması ve el-A'râf: 172. âyetiyle tefsir edilmiş bulunmasıdır.
"Hani Rabb 'in
Âdem oğulları 'ndan, onların sırtlarından zürriyetlerini çıkarıp kendilerini
nefislerine şâhid tutmuş: Ben sizin Rabb 'iniz değil miyim? (demişti). Onlar
da: Evet (Rabb'imizsin), şâhid olduk, demişlerdi... "(el-A'râf:I72).
Bu âyetle işaret
buyurulan umûmî bir ikrardır ki, burada mü'minlerin çocukları gibi,
müşriklerin çocukları da dâhil bulunur.
[268] Bu Ebû Hureyre hadîsi de hemen aynı lâfızla, bundan
Önceki İbn Abbâs hadîsinin benzeridir.
Şârih Nevevî, muhakkak
âlimlerin sahîlı mezhebi ve tercihi, müşrik çocuklarının cennetlik
olduklarıdır, demiştir. Tahkîk ehli "... Hiçbir günahkâr, başkasının
günâh yükünü yüklenmez. Biz bir rasûl gönderinceye kadar (hiçbir kimseye ve
kavme) azâb ediciler değiliz"(el-lsrâ:i5) âyetini hüccet getirip, âkil ve
reşîd olmayan çocukların azâb olunmayacağına hükmetmişlerdir.
Hulâsa bu hususta
âlimler arasında üç görüş vardır:
a. Müşrik çocuklarının babalarına tâbi' olması;
b. Bu hususta bir hükme varmayıp tavakkuf
edilmesi;
c. Müşrik çocuklarının cennetlik olmalarıdır.
Nevevî'ye göre de sahih
olan üçüncüsüdür.
[269] Hadîsin bâb başlığına uyan kısmı "Her doğan
çocuk, fıtrat üzere doğurulur" ifâdeleridir. Bu ifâde müşrik çocuklarının
cennetlik olduklarını'dolayısıyle bildirir. Yânî bu hadîs, gerek müslümândan,
gerek kâfirden doğmuş olsun doğan her çocuğun İslâm fıtratı üzere doğduğunu
bildirmektedir.
Bu hadîs, bu Cenazeler
Kitâbı'nm 79. babında 112 ve 113 rakamlanyle de geçmiş ve orada da bâzı
açıklamalar verilmişti.
[270] Bu "Bâb" sözü, Ebû Zerr nüshası müstesna,
diğer nüshaların hepsinde böylece sabit olmuştur. Bu, kendinden önceki bâbdan
bir fasıl gibidir. Burada gelecek hadîsin de önceki bâb başlığıyle ilgili ve
ona uyan yeri olduğu için böyle getirilmiştir...
(Fethu'l-Bârî).
[271] Hadîsin bâb başlığına uyan ve delîl getirilen noktası
burasıdır. İbrâhîm Peygam-ber'in etrafındaki bu çocukların "insan
çocukları" diye ta'bîr edilmesi, bunun müslümânların çocukları ve
kâfirlerin çocuklarına şümulünü ifâde eder. Buı.un zahirine göre kâfir
çocukları âhiret hükmünde müslümân çocuklarına katılmış oluyor. Zira onlar
fıtrat üzere ölmüşlerdir. Netice olarak bu hadîsten de müşrik çocuklarının
cennetlik oldukları açıkça anlaşılmaktadır.
[272] Buhârî bu hadîsi et-Ta'bîr, eI-Buyû\ Bed'u'1-Halk,
el-Cihâd, Ehâdîsu'l-Enbiyâ, et-Tefsîr, ve el-Edeb ... kitâblannda da
getirmiştir
[273] Ebû Bekr onüçüncü hicret yılı cumâda'l-âhire ayının
yedisi olan pazartesi günü yıkanmış. O gün çok soğuk bir gün imiş. 15 gün
ateşli bir hastalığa tutulmuş. Cumâda'l-âhirenin çıkmasına 8 gün kala olan salı
gecesinin akşamında vefat etmiştir (İbn Sa'd, Âişe'den).
Ebû Bekr'in pazartesi
günü ölmeyi temenni etmesi, Peygamber'in o gün ölmüş olması sebebiyle, onda
diğer günler üzerinde bir meziyyet olduğu ve bu i'tibârla teberrük kasdı ve
hayır husulü içindir. Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır.
[274] Buhârî bu hadîsi, ansızın ölmenin mekruh olmadığına
delîl olmak üzere sevket-miştir. Böyle ansızın ölmekte kerâhat olmaması, gelen
zâtın yânî Sa'd ibn Ubâ-de'nin Peygamber'e sorduğu suâle, Peygamber'in verdiği
cevâbda kerahete delâlet eder birşey bulunmamasıdır. Buhârî böylece ansızın
ölümün kerih olduğuna dâir görüş ve rivayetleri cevâblamış oluyor. Hadîsten
alınan diğer kıymetli bir bilgi de, ölmüşlerin ardından onlar nâmına yapılacak
hayırların o ölülere fayda vereceği hususunun bizzat Peygamber'in diliyle
haber verilmiş olmasıdır. Bunun daha başka delilleri de vardır; yerinde
görülecektir.
[275] Buhârî burada âyette geçen kelimeyi alarak, bu fiilin
sülâsî ve if âl bâblannda farklı ma'nâda olduğunu göstermiştir.
el-Kabr...: Ölüyü defn
eylemek ma'nâsınadır; birinci ve ikinci bâbdandır.
ei-Ikbâr: Bir kimse
için mezar hazırlamak, ve ona mezar yeri göstermek ve mezar yeri vermek
ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.).
"O kahr edilesi
insan ne nankördür! Onu yaratan, hangi şeyden yarattı? Bir damla sudan yarattı
da onu biçimine koydu. Sonra onun yolunu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürüp
kabre soktu. Daha sonra, dilediği zaman da onu tekrar diriltecek
"(AbeseM-22).
Bu âyetlerde Allah
insanı ana karnında yarattığı ve birçok tavırları geçirerek dünyâya getirdiği,
sonra insanı öldürüp yeri ona mezar yaptığı; sonra dilediği zaman da onu
dirilteceği beyân edilmiştir. Bu âyetlerde öldürme ve kabre koyma, birer ni'met
olarak zikredilmiştir. Allah'ın insanı öldürmesi, şu fânî hayâttan çekip,
ebedî bir hayâta mazhar etmesidir. Şübhesiz ki bu bir ni'mettir. Sonra insan
nev'ine bahşettiği zekâ ile kabirlenmesi; bu da ayrı bir îlâhî Iutûf-tur. İnsan
nev'inin ölüsü, diğer hayvanların leşleri gibi yeryüzünde sürünmüyor; kurda
kuşa yem olmuyor.
Buhârî âyete işaret
etmekle, hem kabrin Kur'ân'da zikr edildiğini, hem de ma'nâsmı hatırlatmış
oluyor.
[276] Buhârî, el-Mürselât:25. âyetindeki "Kifâten"
kelimesini işaret edip, bunun tefsirini vermiş ve bunun da ölülerin toplantı
yeri ma'nâsıyle kabre delâletini göstermiştir. Bu tefsiri başlıkta yazdık.
Şimdi âyetlerin de tamâmını yazalım:
"Biz sizi hakîr bir
sudan yaratmadık mv.onu sağlam bir yerde tutup da ma 'lûm bir vakte kadar. İşte
biz bunu kudretimizle yaptık. Demek biz ne güzel kaadirleriz. Yalan sayanların
vay o gün hâline! Biz yeri bir toplantı yeri yapmadık mı dirilere de, ölülere
rfe..."(el-Mtirselât:20-25),
[277] Hz. Âişe, Peygamber'in vefatı sırasında kendisine
ebedî fahr ve şeref bahş eden vaziyetini bu gayet belîğ vecizesiyle tasvîr
etmiştir ki, gerek mantûkan, gerek mefhûmen hâiz olduğu müstesna ebedî kudrete
hayran kalmamak kaabil değildir. O kudsî ve melekî hâli, ümmetin hâtırasında
ebediyyen yaşatan mü'minle-rin annesi Âişe'nin bu ebedî vecîzesidir.
Bu hadîs Peygamber'in,
Âişe'nin nevbetinde ve kucağında öldüğünün, ve yine Âişe'nin odasına
gömüldüğünün delîli olmaktadır. Bununla beraber hadîs, biraz evvel de işaret
ettiğimiz gibi, Hz. Âişe'nin hâiz olduğu yüksek menzi-let ve fazîletine de en
parlak bir hüccettir.
[278] Hadîsin bâb başlığına uyan kısmı açıktır. Kabre
taabbud endîşesinden dolayı Peygamber'in kabri, içeriye girmeye mâni' bir bina
içinde olup, halkın ziyaretine açılmadığı belirtilmiştir
[279] Hilâl: Benim çocuğum olmadığı hâlde bu hadîsi
kendisinden rivayet ettiğim Urve, beni künyelendirdi, demiştir. Çünkü gâlib
kaaidede kişi ancak çocuklarının ilkinin ismiyle künyelendirilir. Hilâl'in bu
künyesinde ihtilâf edilmiştir. Ebû Amr,
; Ebû Umeyye, Ebû'l-Cehm'dir diye
görüşler ileriye sürülmüştür.
Buhârî'nin bu kelâmı
getirmekten maksadı, Hilâl'in Urve'ye kavuştuğunu tenbîh etmektir
[280] Bu hadîsi İbn Ebî Şeybe de rivayet etmiş ve buna Ebû
Bekr ile Umer'in kabirle--A rinin de hörgüçlendirilmiş olduklarım ziyâde
etmiştir. Ebû Nuaym'ın Mustahrac'mda da bu ziyâde ile beraber rivayet
edilmiştir.
Ebû Dâvûd ve Hâkim,
Kaasım ibn Muhammed'den şu haberi rivayet etmişlerdir: Kaasım şöyle demiştir:
Bir kerre Âişe'nin yanma girdim de: Anneciğim, Rasûlullah'ın ve iki
arkadaşının kabirlerini bana açıp gösterseniz! diye rica ettim. Âişe bana üç
kabir gösterdi. Bu kabirler ne yüksekti, ne de zeminin kırmızı çakılları
seviyesinde yassı ve basıktı. Ve bunlarla çakıllanmıştı. Rasûlullah'ın kabrini
önde, Ebû Bekr'in başı, Peygamber'in kürek kemikleri arasına tesadüf etmiş,
Umer'in başı da Peygamber'in ayaklan yanında olarak gördüm. Bu, Muâviye'nin
halifeliği zamanında olan durum idi... (Fethu'I-Bâri).
Aynî, bu üç kabrin
biribirlerine göre duruşlarını anlatan muhtelif rivayetleri sıralamış ve bu
arada üç kabrin bu rivayetlere göre alacağı .durumu altı şekil hâlinde çizip
şekillendirerek göstermiştir (Umdetu'l-Kaarî IV, 248-250).
Bu üç merkadin vaziyeti
hakkındaki rivayetler arasında ehemmiyetli farklar vardır. Bunun yegâne sebebi
bundan evvel 144 rakamıyle geçen Âişe hadîsinde görüldüğü üzere, Âişe ve
sahâbîler tarafından kabrin halka açılmaması, kabrin mescid edinilmesinden
endîşe edilerek dâima mahfuz ve kapalı bulundu-rulmasıdır. Ki bu suretle
Peygamber'in Tevhîd nâmına taşıdığı yüksek gaye ve arzusu tamâmiyle
gerçekleşmiş bulunuyor. Bu mübarek
kabirlerin sıfat ve vaziyetleri hakkındaki bu ihtilâflar, Peygamber'in
arzusunun gerçekleştiğinin en bariz Şahididir {Tecrid Ter., IV, 774, özetle).
[281] Bu hadîs, Peygamber'İn kabri hakkında târihî mühim bir
hâdiseyi bildirmektedir. Hadîsin bâb başlığına delâleti şöyledir: Hadîs,
Peygamber'İn kendisinin ve ayağının kabir içinde olduğuna delâlet etmektedir.
Başhk da Peygamber'İn kabri hakkındadır.
Bu rivayeti açıklayan
diğer rivayetlerden bâzıları şunlardır: Hamavî, Ebû Bekr el-Âcurî'nin, hücrenin
inşâsı hakkında Şuayb ibn îs-hâk vâsıtasıyle Hişâm ibn Urve'den şöyle rivayet
ettiğini bildiriyor: Umer ibn AbdiJazîz zamanında halk, Peygamber'İn kabrine
doğru namaz kılmaya başlamıştı. Umer ibn Abdilazîz, buna mâni' olmak üzere bu
üç kabrin bulunduğu Aişe hücresinin duvarını yükseltmek istedi. Eski duvarı
yıktırdığında, diz kapağına kadar bir ayak görüldü. Umer ibn Abdilazîz
ağlamağa başladı. Nihayet Urve durumu aydınlattı ve: "Bu gördüğünüz, Umer
ibn Hattâb'm ayağıdır" dedi. Umer ibn Abdilazîz, Urve'nin bu sözünden son
derece memnun olup sevindi.
Ebû Bekr el-Âcurî'nin,
Recâ el-Kindî (112)'den diğer bir rivayetinde şöyle bildirilmiştir: Velîd ibn
Abdilmelik, Umer ibn Abdilazîz'e bir mektûb gönderip,. Peygamber'İn
kadınlarının hücrelerini satın alarak yıktırması ve Mescid'i genişletmesini
emretmişti. Umer, odaları satın aldı ve kendisi Mescid'in bir köşesine oturup
hücrelerin yıkılmasını emretti.
Umer ibn Abdilazîz'in
bu günkü kadar çok ağladığını hiç görmemiştim. Sonra Umer kabir üzerine
istediği gibi bir hücre yaptırıp eski hücreyi yıktırınca, üç kabir meydana
çıktı. Bu kabirlerin üstündeki kumlar akıp yere inmişti. Umer bu vaziyetten
müteessir olup, ağlayarak kumları toplamağa ve kabirleri bizzat düzeltmeye
başladı. Recâ el-Kindî dedi ki: Ben:
— Yâ Emîr! Allah sana
iyilik versin! Sen bu işi bizzat yapmak istersen halk da iştirak eder. Sen
birine emret de, o düzeltsin! dedim.
İstiyordum ki bana
emretsin. Hâlbuki Umer, kölesi Muzâhim'e:
— Yâ Muzâhim, haydi
kalk, düzle! diye emretti. Muzâhim düzeltti. Recâ dedi ki: Ebû Bekr'in kabri,
Peygamber'İn ortasına tesadüf etmişti. Umer'in kabri de Ebû Bekr'in arkasında,
Umer'in başı da Ebû Bekr'in ortası hizasında bulunuyordu.
Bu hususta daha geniş
rivayetler de vardır (Umdetu'l-Kaarî, IV, 250-252'den naklen Tecrîd Ter., IV,
775-782).
[282] Buhârî bunu diğer bir tarîkten senedli olarak
el-1'tisâm Kitâbi'nda da getirmiştir.
Bu hadîs, Hz. Âişe'nin
derin, engin görüşünü, tevazu' ve yüksek feragatini göstermektedir.
[283] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu, Umer'in Âİşe'den,
onun hücresi içinde Pey-gamber'in ve Ebû Bekr'in yanında gömülmek istemesi
kıssasmdadır.
Ayrıca bunda
kabristanlarda, üzerlerine rahmet indiğinde rahmete nail ol-,;,i mak; ziyaret
edenlerin dualarından faydalanmak için sâlih kimselerin kabirlerine komşu
olmaya şiddetle arzu duymanın meşruluğu; ölüm hâlinde olan kimseye yaptığı iyi
şeyleri zikrederek tesellî edici sözler söylenebileceği; Umer'den sonra
halifeliğin bir şûra meclisine bırakılmış olduğu; Umer'in müslümân ve Kitâb
ehli bütün insanlarla ilgili en mühim insan haklan maddelerini ihtiva eden son
derece kıymetli bir vasıyyet yapmış olduğu ve daha başka hükümler alınmıştır.
Bu hadîs ileride Usmân'ın
menkıbeleri babında daha uzun bir metin ile gelecektir. Oradaki rivayette
bunlara ilâveten, Umer'in sabah namazında nasıl vurulduğu ve sahâbîlerin
heyecanı ve nihayet Usmân'ın şûra meclisi tarafından ittifakla halîfe seçilmesi
hususları da bildirilmiştir.
[284] es-Sebb; kesmek, ve bir kimsenin makadına dürtmek,
sövmek ve kötülemek; duvarı sinirlemek ma'nâlarmadır (Kaamûs Tercemesi)
[285] Bu hadîsteki "sebb"ten maksad, Ölünün
kötülüklerini sayıp dökerek, hayırsız ve faziletsiz bir kimse olduğunu ortaya
koymaktır. Bu suretle ölünün günâhlarını ve ayıplarını zikretmek
nehyedilmiştir. Bu nehyin gerekçesi de, ölenlerin hayâtlarında yaptıkları her
şeyin karşılığına kavuşmuş bulunmaları; binâenaleyh kötülemenin boş ve lüzumsuz
olduğu, hattâ bu kötülükleri söylemenin onların diri olan yakınlarını üzüp,
İslâm topluluğu içinde yersiz ve zararlı olan bir ayrılık sebebi olabileceği
gibi hususlardır.
Ebû Dâvûd ile Tirmizî,
5w«e«'lerinde Abdullah ibn Umer'den Peygamber'in: " Ölülerinizin
iyiliklerini anınız da kötülüklerinden dillerinizi tutunuz" buyurduğunu
rivayet, etmişlerdir.
[286] Bu mutâbaalardan Alîibnu'l-Ca'd'mkini Buhâri, Rıkaak
Kitâbı'nda; İbnu Ar'-ara'nın mutâbaatını Gusül Kitâbı'nda; İbnu Adiyy'in
mutâbaatını da el-İsmâîlî senedleriyle rivayet etmişlerdir.
[287] Buhârî, İslâm'a zarar verenlerin, İslâm'ı körletmek
yolunda tertîbler ve tuzaklar yapanların bu kötülüklerinin söylenmesi ve
onların açtığı kötü çığırların yok edilmesinin cevazını anlatmak için geçen
babın ardından bunu getirmiştir.
[288] Peygamber (S) "yakın hısımlarını
«jwirfir/"(eş-Şuarâ:214) âyeti indiği zaman, Safa tepesine çıkıp Kureyş'e
nida etmiş ve onlara İslâm'a girmeyi Öğütlemişti. İşte o gün amucası Ebû Leheb:
"Tebben leke = Yûh sana, bizi bunun için mi buraya topladın?," diye
ağzını bozmuştu. Bunun üzerine Tebbet Sûresi inmiş ve Ebû Leheb, ebedî olarak
İlâhî rahmetten uzak kalmıştır. Bu sûre bütün devirlerde Ebü Leheb tıynetinde
olanların, onun şahsında rahmetten uzak kalacaklarını insanlığa îlân
etmektedir.
Hadîsin, sahâbîninin
mürseli olduğu, çünkü İbn Abbâs'ın o vakit küçük bir çocuk olduğu ve la'net
sözünü İbn Abbâs'ın söylediği hususları da dikkatten kaçırılmamalıdır. Bu
hadîs, eş-Şuarâ:214 âyetinin tefsîri sırasında tekrar gelecektir.