2- Bâb: Hamr (Yânı Şarâb) İçilmez
3- İçki İçenin Dövülmesi Hakkında Gelen Şey Babı
4- Haddin Evde Vurulmasını Emreden Kimse Babı
5- (İçme Suçunda)
Yaprakları Soyulmuş Hurma Deynekleri İle Ve Na'llerle Dövme Babı
6- Şarâb İçene La'net Etmenin Mekruh Olması Babı
7- Çalarken Hırsızın Hâli (Nasıl Olur) Babı
8- İsmi Açıkça Söylenmediği Zaman Hırsız Kişiye La'net
Etmek Babı
9- Bâb: Haddler Bir Keffârettir
14- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
15- Hırsızın Tevbe Etmesi Babı
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle
(Sert
Cezalar Kitabı) [1]
İbn Abbâs da:
Zina şırasında zina
eden kimseden îmân nuru çekilip çıkarılır, demiştir [3].
1-.......Bize
el-Leys, Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Ebû Bekr ibn Ab dir rahman'dan; o
da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti. Ra-sûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Zina eden kişi zina ettiği sırada mii'-min olduğu hâlde zina edemez. İçki
içen de içki içtiği sırada mü'min olarak içemez. Hırsız da hırsızlık yaptığı
sırada mü'min olduğu hâlde hırsızlık edemez. Yağmacılık yapan kimse de
insanlar gözlerini ona doğru yükseltip bakarlarken (yânî insanların gözleri
önünde) yağmacılık ettiği zaman mü 'min olarak yağmacılık ve çapulculuk
edemez"[4].
Ve İbn Şihâb'dan; o da
Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den ve Ebû Sele-me'den; onlar da Ebû Hureyre'den; o da
Peygamber(S)'den '"Çapulculuk" fıkrası müstesna, bundan önceki hadîsin
benzerini rivayet etmişlerdir.
2-.......(Buradaki
iki yoldan) bize Katâde,'Enes ibn MâIik(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S)
şarâb içme suçunda, yapraklan soyulmuş hurma deyneği ve na'llerle (yânı
ayakkabılarla) dövme cezası uygulamıştır. Sonra Ebû Bekr de içki içer kimseye
kırk deynek vurmuştur [5]
3-.......Ukbe
ibnu'I-Hâris (R) şöyle demiştir: en-Nuaymân yâhud en-Nuaymân'ın oğlu içki içmiş
olarak getirildi. Peygamber (S) evde bulunan kimselere onu dövmelerini emretti.
Ukbe dedi ki: Bu emir
üzerine onu dövdüler, ben de onu na'llerle dövenler içinde bulundum [6].
4-.......Bize
Vuheyb ibn Hâlid, Eyyüb'dan; o da Abdullah ibn Ebî Muleyke'den; o da Ukbe
ibnu'l-Hâris(R)'ten şöyle tahdîs etti: Pey-gamber(S)'in huzuruna Nuaymân yâhud
Nuaymân oğlu sarhoş olarak getirildi. Bu kendisine çok ağır geldi de evde
bulunan kimselere onu dövmelerini emretti. Oradakiler onu hurma deynekleri ve
na'llerle dövdüler. Ben de onu dövenler arasında idim [7].
5-.......Bize
Katâde tahdîs etti ki, Enes ibn Mâlik (R): Peygamber (S) şarâb içmede hurma
dallan ve na'llerle dövme cezası uyguladı, Ebû Bekr de kırk deynek vurdu,
demiştir [8].
6-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Peygamber(S)'in huzuruna şarâb içmiş bir kimse
getirildi. Peygamber (orada bulunanlara):
— "Bunu dövünüz!" buyurdu.
Ebû Hureyre dedi ki:
Artık bizden eliyle döven, ayakkabısı ile döven, ihramı ile döven kimseler
vardı. Dövme işi bitince topluluktan bâzı kimseler bu adama:
— Allah seni hor ve zelîl kılsın! dediler.
Peygamber:
— "(Hayır) böyle söylemeyiniz! Bu adamın
aleyhine şeytâna yardım etmeyiniz!" buyurdu [9].
7-.......Bize
Ebû Husayn tahdîs edip şöyle dedi: Ben Umer ibn Saîd en-Nahaî'den işittim,
şöyle dedi: Ben Alî ibn Ebî Tâlib(R)'den işittim, şöyle dedi: Ben herhangibir
kimseye hadd vurup da onun ölmesiyle nefsimde üzüntü duymuş değilimdir. Ancak
böyle bir üzüntüyü içki içen kimse hakkında duymuşumdur. Şayet içki içen kimse
hadden dolayı ölseydi, muhakkak ben onun diyetini verirdim. Bunun da sebebi
şudur: Çünkü Rasûlullah (S) içki içenin haddi hakkında bize sabit bir aded
kaanûnlaştırmamıştır [10].
8-.......es-Sâib
ibn Yezîd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) zamanında, Ebû Bekr'in
emirliğinde ve Umer'in halifeliğinin baş tarafında bize şarâb içmiş olan
sarhoş getirilirdi de, bizler ona doğru kalkar, ellerimizle, ayakkabılarımızla
ve ridâlarımızla döverdik. Umer'in emirliğinin sonunda, Umer sarhoşa kırk
deynek vurdu. Nihayet insanlar içki içmek ve fesâd çıkarmakta ileri gittikleri
zaman, Umer sarhoşlara seksen deynek vurdurdu [11].
Çünkü o kimse içki
içmekle İslâm Dîni'nden dışarı çıkıcı değildir [12].
9-.......Bize
el-Leys tahdîs edip şöyle dedi: Bana Halîd ibn Yezîd, Saîd ibn Ebî Hilâl'den; o
da Zeyd ibn Eslem'den; o da babası (Umer'in hizmetçisi olan) Eşlem
el-Habeşî'den; o da Umer ibnu'l-Hattâb(R)'dan şöyle tahdîs etti: Peygamber (S)
zamanında Abdullah isminde bir adam vardı. İnsanlar tarafından "Hımâr ( =
Eşek)" lakabı ile lakablandınurdı. Bu zât Rasûlullah'ı arasıra güldürürdü.
Peygamber bu adama, şarâb içtiği için deynekleme cezası uygulamıştı. Bir gün
bu Abdullah yine huzura getirildi, Peygamber deyneklenme-sini emretti, o da
deyneklendi. Topluluktan birisi:
— Yâ Allah, şu adama
la'net et, içki yüzünden ne kadar da çok huzura getiriliyor! dedi.
Bunun üzerine
Peygamber:
— "Ona la'net etmeyiniz! Vallahi kesin
olarak bilmişimdir ki bu zât muhakkak Allah'ı ve Rasûlü'nü sevmektedir"
buyurdu [13].
10-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e sarhoş bir adam getirildi. Peygamber
onun dövülmesini emretti. Artık bizden kimimiz onu eliyle dövüyor, kimimiz
ayakkabısıyle dövüyor, kimimiz de elbisesiyle dövüyordu. Dövme işi bitince
içimizden bir
adam:
— Buna ne oluyor!
Allah bunu zelîl kılsın! dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
__"Kardeşinizin
aleyhinde şeytânın yardımcıları olmayınız1"buyurdu [14].
11-.......
Bize Fudayl ibn Gazvân, İkrime'den; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Zina edici kişi zina ettiği sırada
mü'min olduğu hâlde zina edemez. Hırsız kişi de hırsızlık ettiği sırada mü'min
olduğu hâlde hırsızlık yapmaz!" [15].
12-.......Bize
(Süleyman ibn Mihrân) el-A'meş tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Salih'ten
işittim; o da Ebû Hureyre(R)'den ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Allah şu hırsız kişiye la'net etsin ki, o bir miğfer çalar da o sebeble
eli kesilir, bir ip çalar da o yüzden eli kesilir!"
el-A'meş: Ebû
Hureyre'nin bu hadîsini rivayet edenler, hadîsteki "Beyda" lafzının
harbde başa giyilen demir miğfer olduğunu, ipin de en az kıymeti birkaç dirheme
müsâvî olan nevi'den değerli birşey olduğu görüşünde bulunurlardı, demiştir [17].
13-.......Ubâdeibnu's-Sâmit(R)
şöyle demiştir: Bizler bir mecliste Peygamber(S)'in yanında idik. Bizlere şöyle
buyurdu: "Benimle şu şartlar üzere bey'at ediniz: Allah'a (ibâdette)
hiçbirşeyi ortak kılmamak, hırsızlık etmemek, zina eylememek..." diye
sayıp el-Mümtehıne: 13. âyetinin hepsini okudu. "İçinizden bu and ve
sözünde duranın ecri Allah'a âiddir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan
dolayı dünyâda ikaaba uğratılırsa, bu ikaab ona keffârettir. Bunlardan bir
suçu yapıp da yaptığı fiili Allah Taâlâ örterse (onun işi de Allah'a âiddir),
Allah dilerse onu mağfiret eder, dilerse onu azâblan-dırır" [18]
14-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Veda Haccı'nda (Minâ'da Nahr günü
yaptığı hutbesinde):
— "Dikkat edin! Hürmetçe en büyük bilmekte
olduğunuz ay hangisidir?" buyurdu.
Sahâbîler:
— Bu hacc ayımız değil mi? dediler. Rasûlullah:
— "Hürmetçe en büyük bilmekte olduğunuz
belde hangisidir?" buyurdu.
Sahâbîler:
— Bu Mekke beldemiz değil mi? dediler.
Rasûlullah:
— "Hürmetçe en büyük bilmekte olduğunuz
gün hangisidir?" buyurdu.
Sahâbîler:
— Bu hacc günlerimiz değil mi? dediler. (Bu
mukaddimeden sonra) Rasûlullah:
— "Şübhesiz ki Allah Tebâreke ve Taâlâ
sizlere bu ayınızda, bu beldenizde, bu gününüzün haram olduğu gibi (birbirinize)
kanlarınızı, mallarınızı, namuslarınızı haram kılmıştır (bunlar her türlü tecâvüzden
korunmuştur). Ancak bir hakk karşılığında olmak müstesnadır. Dikkat edin!
Bunları sizlere tebliğ ettim mi?" buyurdu.
Bu soruyu Rasûlullah
üç kerre sordu. Sahâbîler her defasında O'na:
— Evet, tebliğ ettin! diye cevâb veriyorlardı.
Sonra Rasûlullah:
— "Sizlere yazık -yâhud: Sizlere veyl
olur-; sakın benden sonra birbirlerinizin boyunlarına vuracak surette
birbirlerinizi küfre nisbet edip de kıtali halâl saymaya dönmeyin -yâhud:
Fiilleriniz birbirlerinin boyunlarına vuran kâfirlerin fiillerine
benzemesin-!" buyurdu [19].
15-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) dünyâ işlerinde iki iş arasında muhayyer
kılındığında, o iş günâh olmadığı müddetçe, muhakkak onların en kolay olanım
tercîh ederdi. Eğer o işler günâh nev'inden olurlarsa, Peygamber onların
ikisinden de insanların en uzak bulunanı olurdu. Allah'a yemîn ederim ki, O,
kendisine getirilen hicbirşeyde kendi nefsi için asla intikaam almazdı. O ancak
Allah'ın haramlarının parçalanıp hürmetsizlik edilmesinde Allah için
(öfkelenir) intikaam alırdı [20].
16-.......Bize
el-Leys, İbn Şihâb'dan; o da Urve'den; o da Âişe(R)'den şöyle tahdîs etti:
Usâme, Kureyş'in Mahzum soyuna men-sûb olup hırsızlık yapmış bir kadın hakkında
(şefkat için) Peygam-ber(S)'le konuşmuştu. Bunun üzerine Peygamber:
"Sizden evvelki ümmetler ancak şundan helak olmuşlardır: onlar haddi (yânî
cezayı) hakir kimseye uygular idiler de şerefli olan kimseyi terkederlerdi. Nefsim
elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer (Muhammed'in kızı) Fâîıma bu işi
yapmış olaydı, muhakkak onun elini de keserdim" buyurdu [21].
17-.......Bize
el-Leys, İbn Şihâb'dan; o da Urve'den; o da Âişe(R)'den şöyle tahdîs etti (Âişe
şöyle demiştir): Kureyş'in Mahzûm soyundan olup da hırsızlık etmiş bulunan bir
kadının durumu, Ku-reyş'e haylî üzüntü vermişti. Onlar:
— Bu kadını cezadan
afv hususunda Rasûlullah ile kim konuşabilir? Bu hususta kelâm etmeye
Rasûlullah'ın sevgilisi olan Usâme'-den başka kim cesaret edebilir ki? dediler.
Nihayet Usâme, bu
hususta Rasûlullah ile konuştu. Bunun üzerine Rasûlullah (S):
— "Allah'ın ta'yîn ettiği cezalardan bir
ceza hususunda şefaat mi ediyorsun?" buyurdu.
Sonra ayağa kalkıp bir
hitabe yaparak şöyle dedi:
— "Ey insanlar! Sizden evvelki (ümmet)ler
ancak şu sebebden sapmışlardır: Onlar aralarında şerefli bir kimse çaldığı
zaman onu bırakırlardı da zayıf olan çaldığı zaman ona ceza uygularlardı. Allah
'a yemîn ediyorum ki, eğer Muhammed'in kızı Fâtıma çalmış olaydı, muhakkak onun
elini de keserdim!" [22].
'Erkek hırsızla kadın
hırsızın -o işlediklerine bir karşılık ve ceza ve Allah'tan (insanlara) ibret
verici bir ukubet olmak üzere- ellerini kesin!... "(ei-Mâide: 38) [23].
Ve ne kadar malda el
kesilir? Alî (R), hırsızın elini avuçtan (yâhud bilekten) kesmiştir [24]
Katâde, hırsızlık
yapmış bir kadında onun yalnız sol eli kesildi, onda başka bir kesme olmadı,
demiştir [25].
18-.......Bize
İbrâhîm ibn Sa'd, İbn Şihâb'dan; o da Urve'den tahdîs etti ki, Âişe (R):
Peygamber (S) "Hırsızın eli, dörtte bir dînâr ve daha fazla kıymette mal
çaldığı zaman kesilir" buyurdu, demiştir.
Bu hadîsi
ez-Zuhrî'den rivayet etmekte Abdurrahmân
ibn Hâlid, ez-Zuhrî'nin erkek kardeşinin oğlu ve Ma'mer ibn Râşid üçlüsü de
İbrâhîm ibn Sa'd'a mutâbaat etmişlerdir [26].
19-.......Bu
seneddekirâvîlerdeÂişe(R)'den, Peygamber(S)'in "Hırsızın eli dörtte bir
dinarda kesilir" buyurduğunu nakletmişîerdir.
20-.......Âişe
(R) buradaki râvîlere, Peygamber(S)'in: "Dinar'ın dörtte biri kıymetindeki
hırsızlıkta el kesilir" buyurduğunu tahdîs etmiştir.
21-.......Bize
Abde, Hişâm'dan tahdîs etti ki babası Urve şöyle demiştir: Bana Âişe (R):
Peygamber (S) zamanında hırsızın eli ancak hacefe denilen kalkan veya turs
denilen kalkan kıymetinde bir mal çaldığında kesilirdi, diye haber verdi.
22- Bize
Usmân ibn Ebî Şeybe tahdîs etti. Bize Humeyd ibn Ab-dirrahmân tahdîs etti. Bize
Hişâm, babası Urve'den; o da Âişe'den bunun benzeri hadîsi tahdîs etti.
23-.......Bize
Hişâm ibn Urve, babasından haber verdi ki Âişe (R):
— Hırsızın eli
hacefeden yâhud tursten daha aşağıda bir mal için kesilmezdi. Bunların herbiri
kıymetli şeylerdi, demiştir.
Bu hadîsi Vekî' ile
İbn İdrîs de Hişâm'dan; o da babasından mür-sel olarak rivayet etmiştir.
24-.......Âişe
(R): Peygamber (S) zamanında hiçbir hırsızın eli mıcenn denilen yâhud hacefe
denilen bir kalkan bedelinden daha aşağıda bir mal için kesîlmemiştir. Hâlbuki
bu kalkanlardan herbiri kıymetli şeylerdi, demiştir [27].
25-.......Bana
Mâlik ibn Enes, Abdullah ibn Umer'in himayesinde bulunan Nâfi'den; o da
Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) değeri üç dirhem olan
bir kalkan hırsızlığında hırsızın elini kestirmiştir.
Ve ona Nâfi'den
rivayette Muhammed ibn İshâk mutâbaat etmiştir.
el-Leys de: Bana Nâfi'
"Semenehu" yerine "Kıymetehu" şeklinde tahdîs etti,
demiştir.
26-.......Bize
Cuveyriye, Nâfi'den tahdîs etti ki, İbn Umer (R): Peygamber (S) üç dirhem
değerinde olan bir kalkan hırsızlığında hırsızın elini kestirdi, demiştir.
27-.......
Ubeydullah şöyle demiştir: Bana Nâfi' tahdîs etti ki, Abdullah ibn Umer (R): Peygamber (S) semeni üç dirhem olan
bir kalkan hırsızlığında hırsızın elini kestirdi, demiştir.
28-.......
Bize Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den tahdîs etti ki, Abdulah ibn Umer (R): Peygamber
(S) semeni üç dirhem olan bir mıcenn kalkanı hırsızlığında hırsızın elini
kestirdi, demiştir
29-.......Bize
el-A'meş tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Salih'ten işittim, şöyle dedi: Ben
Ebû Hureyre(R)'den işittim, şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Allah şu hırsıza la'net etsin ki, o bir miğfer çalar da eli kesilir, bir
ip çalar da (o küçük şey sebebiyle) eti kesilir!" [28].
30-.......Bana
İbnu Vehb, Yûnus'tan; o da Urve'den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber
(S) hırsızlık eden bir kadının elini kestirmiştir. Âişe:
— Artık bundan sonra o
kadın bana gelir, ben de onun hacetini Peygamber'e yükseltir, arzederdim.
Kendisi bu hâdiseden sonra tevbe etti ve tevbesi de güzel oldu, demiştir [30].
31-.......
Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Ebû İdrîs'ten haber verdi ki,
Ubâdetu'bnu's-Sâmit (R) şöyle demiştir: Ben bir topluluk içinde Rasûlullah (S)
ile bey'atlaştım da bey'atte şöyle buyurdu: "Ben sizlerle şu şartlar
üzerine bey'atlaşıyorum: Allah'a (ibâdette) hiçbir şeyi ortak kılmamanız,
hırsızlık yapmamanız, çocuklarınızı öldürmemeniz, ellerinizle ayaklarınız
arasından bir iftira düzüp getirmemeniz (yânî kendiliğinizden kimseye hiçbir
iftira düzüp atmamanız), hiçbir ma'rüf işte bana isyan etmemeniz. Sizden her
kim bu sözünde durursa, onun ecri Allah'ın (fazilet ve kerem) zimmetindedir.
Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyâda yakalanırsa, bu onun
için bir keffârettir ve bir temizliktir. Bunlardan birini yapıp da yaptığı
fiili Allah örterse, onun bu işi de Allah 'a kalır. Allah isterse onu
azâblandırır, isterse onu affeder."
Ebû Abdillah el-Buhârî:
Hırsız, elinin kesilmesinden sonra tevbe ettiği zaman şâhidliği kabul edilir.
Her hadd vurulan da böyledir, tevbe ettiği zaman şâhidliği kabul edilir, dedi [31].
[1] Hudûd, Hadd'in cem'idir. Hadd, men' etmek, sınır
koymak ma'nâlanna gelir. Başkalarını içeriye girmekten men' ettiği için Arablar
kapıcıya "Haddâd" derler. Tarlaları birbirinden ayıran sınırlarla
devletler arasındaki sınırlara "Hudûd" denilmesi bundandır.
Kitâblarda görülen ta'rîfler, efradını cami' ağyarını mâni', yânı birşeyin
bütün ma'nâlarını toplayıp başka ma'nâların o ta'rîfe girmesine mâni'
oldukları için, onlara da mantıkta "Hadd" denilir. Şerîat örfünde ise
"Hadd", Allah için bir hakk olarak ta'yîn olunan ceza ve ukubettir.
Bu haddin zina, iftira, şarâb içme, hırsızlık ve kati gibi cürümlere âid olan
nevi'leri vardır. Şu âyetlerdeki Hudûd, cürüm ve ma'siyet ma'nâsinadır:
".„ Bu hükümler, Allah 'in sınırlarıdır. Sakın onlarq
yaklaşmayın... " (el-Bakara: 187); "... Bunlar Allah'ın sınırlarıdır.
Onları geçmeyin. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zâlimlerin tâ
kendileridir" (el-Bakara: 229); "... Kim Allah'ın hududunu aşarsa,
muhakkak ki kendisine yazık etmiş olur... " (et-Talâk:
[2] Bâzı nüshalarda "Kitâbu'I-hudûd ve mâ yuhzeru
mine'l-hudûd" şeklinde gelmiştir ki, "Hudûd hükümleri ve sakınılacak
sınırlar kitabı" demek olur. Buhâ-rî bu bâbda hadîs zikretmedi
[3] el-Müstemlî'nin rivayetinde bu başlık,
"Bâbu'z-zinâ ve'l-hamr = Zinâ ve şarâb içmenin hükmü babı"
şeklindedir. İbn Abbâs'ın bu sözünü Ebû Bekr İbn Ebî Şeybe îmân Kitâbı'nda
rivayet etmiştir.
[4] Bunun bir rivayeti Eşribe'de de geçmişti. Müslim de
bunu Eşrİbe'de rivayet etti. Orada da bildirildiği üzere şârih İbn Battal
şöyle demiştir: İçki İçmek hakkında gelen haberler içinde en şiddetlisi, bu
Ebû Hureyre hadîsidir. Çünkü hacete zikredilen dört günâhı işleyenlerden
bunları işledikleri sırada îmân şuurunun kendilerinden gittiği haber
verilmiştir ki, zahire göre bu çok ağırdır...
Haricîler, tebliğin zahirine tutunup büyük günâhları haram olduklarını
bilerek işleyenleri tekfir etmişlerdir. Sünnet ehli âlimleri ise buradaki
îmânı kemâle hamledip "Büyük günâhları işleyenlerin îmânı tam ve kâmil
olmaz" suretinde tefsir etmişlerdir. Şârih Hattâbî de: "İçki içmeyi
ve diğer günâhları halâl sayarak işleyenler mü'min olmaz" diye te'vîl
etmiştir.
[5] Bu hadîs alkollü içki içene şer'î ceza olmak üzere
deynekie dövme uygulandığına açık bir delildir. Müslim Hudûd'da bunun birkaç
rivayetini getirmiştir.
[6] Bu hadîs hadd'in bazen evlerde de yapılabileceğine
delâlet etmiştir. Bunun bir rivayeti Vekâlet'te de geçmişti.
[7] Bu da aynı hadîsin başka yoldan gelen bir rivayetidir.
[8] Buhârî bu hadîsle içme suçunda hurma deynekleri ve
na'llerle dövmekle yetinmenin cevazına işaret etmiştir. Nevevî de: Âlimler
hurma deyneği ve na'llerle ve elbise uçlanyla dövmekle yetinmek üzerinde
ittifak ettiler, demiş; sonra da: En sahîh olan kamçı İle dövülmesinin
cevazıdır, demiştir (Aynî).
[9] Hadîste o sarhoşun dövülmesi emredildiği hâlde, dayak
mikdân bildirilmemiştir. Şarâbın harâmhğı Kur'ân ile sabit olduğu için,
şarâbın azı da cezayı gerektirir. Diğer içkilerde ceza haddi sarhoşluk
derecesine göredir. Hadîsin sonunda Peygamber'in horlamayı nehyetmesi, mü'minin
horlanmasına şeytân sevindiği içindir.
[10] Hadîsin sonundaki "Lem yesünnehû" cümlesinin
ma'nâsı. Rasûlullah bu konuda sabit bir sayı ta'yîn ve takdir etmedi demektir.
İbn Mâce'nin Sünen'ınde şu ziyâde vardır: Alî: Muayyen bir sayı ile vurduğumuz
hadd bizim kendi icti-hâdımızdır, dedi. Bu hadîsle bu ziyâde sarhoşa sabit olan
cezanın gayrı muayyen olarak bir mikdâr dövmekten ibaret olduğunu
göstermektedir. İmâm Şafiî: "Eğer şarâb içen kişi el ile, libâs ile
dövülerek ta'zîr edilir de ölürse, imâma bir mes'ûliyet sabit olmaz. Eğer
kırbaçla döğmüş ise diyetini öder" demiştir.
[11] Bunun ma'nâsı şudur: Umer zamanı Irak ve Şâm
fethedilince insanlar bu sulak, münbit, yaşayışı rahat, üzümleri ve meyveleri
bol yerlerde yaşamağa başladı. Böyle refah artınca da şarâb içenler çoğaldı.
Bu sebebden dolayı Umer içenlere ağır basmak ve onları bu fiilden men' etmek
maksadıyle içme cezasını artırdı.
[12] Bulıân bu başlığı, içene la'net etmeyi nehyeden
hadîsle "İnsan içerken mü'mİn olduğu hâlde içmez" hadîsi arasını
uyuşturmak maksadıyle getirmişe benziyor...
[13] Bu Abdullah şen, şakacı ve horlamalara aldırmaz bir
kimse olup, kendisine "Eşek" denilmesinden de hiç kızmazdı.
Abdullah'ın bâzı hâl ve hareketlerine Rasûlullah gülerdi. Şârih Kirmânî onun
garîb hareketlerinden birini şöyle bildirir: Abdullah bir gün veresiye bir
tulum yağ, bîr tulum da bal satın alıp bunları Peygamber'e getirerek hediye
etmiş. Bir müddet sonra yağ ve bal sahibi gelip bunların bedelini isteyince,
Abdullah adamı yanma alıp Peygamber'e getirmiş ve: Yâ Rasûlallah.bu adama yağ
ve balın parasını ver! demiş. Rasûlullah da bu hâle gülmüş ve mal sahibinin
isteğinin verilmesini emretmiştir. Peygamber'İn şehâdeti veçhile vicdanı Allah
ve Rasûlullah sevgisiyle dolu olan Abdullah'ın bu rind-meşreb hâli ve vak'alan
hep böyle latîf idi. Peygamber onun bu işlerine tebessüm edip gülerdi, islâm
ahlâkçıları bu hadîse tutunarak âlimler ve emirler huzurunda kıymetli fıkralar
söyleyerek onları güldürüp eğlendirmenin caiz olduğunu istidlal etmişlerdir.
[14] Bu hadîsin bir rivayeti yakında geçti.
[15] Hadîs, başlıktaki kısaltılmış ifâdeyi açıklamaktadır
[16] Buhârî bu başlıkla, muayyen içkiciyi la'net etmekten
nehy ile burada getireceği hadîs arasını uyuşturma cihetine işaret etmiş
gibidir.
[17] Süleyman el-A'meş: Hadîsteki "Eeyda" lafzı
"Tavuk yumurtası" ma'nâsma da gelir, fakat burada kasdoiunan o ma'nâ
değildir. O, muhârib askerlerin başlarına giydikleri demirden yapılmış
miğferdir. Hadîsteki ip de âdî bir İp değil, kıymetli bir iptir. Çünkü
hırsızlık haddi icra edilmek için çalınan malın en az birkaç dirhem değerinde
olması îcâb eder demek istemiştir.
[18] Başlığa uygunluğu "Dünyâda ikaaba uğratılırsa bu
ikaab ona keffârettir" sözünden alınır.
Ubâde ibnu's-Sâmit, Birinci Akabe gecesinde bey'at eden oniki nakîbden
biridir. Bu ilk Akabe gecesinde olan bey'attir ki, ona el-Mümtehme: 10.
âyetin-deki bey'at şartlarının aynı ile vâki' olduğundan "Bey'atu'n-Nisâ"
denilmiştir. Bu şartlarla mükellef olmakta erkekler ve kadınlar müsâvîdir.
İkinci Akabe'de ise Ensâr, evlâd ve ıyâllerini nasıl müdâfaa ve himaye
ederlerse Rasûlullah'ı da öylece müdâfaa ve himaye eylemek üzere bey'at
etmişler ve ahidlerini hakkıyle îfâ ederek kendilerinden sonra tâ kıyamete
kadar islâm'a girmiş ve girecek olanlara veliyy-i ni'met (yânî en büyük
ni'metin sahihleri) olmuşlardır. Allah onlardan razı olsun!
[19] Başlığa uygunluğu "Şübhesiz Allah Taâlâ sizlere
kanlarınızı, mallarınızı, namuslarınızı birbirinize haram kılmıştır
"sözünden alınır. Bunun beyânı şudur: Mü'minin kanı, malı, ırzı diğer
mü'min için korunmuştur, hiçbir kimseye onu mübâh saymaya kalkışması halâl
olmaz. Ancak bir hakk karşılığı olmak müstesna.
"Birbirinizin boyunlarına
vuracak kâfirlere dönmeyiniz" sözünün ma'nâ-sı hakkında yedi görüş vardır:
* Bu, haksız olarak onu halâî sayan hakkında
bir küfürdür.
* Murâd ni'mete ve İslâm hakkına nankörlüktür.
* Bu kişiyi küfre yaklaştırır ve onu küfre
götürür.
* Bu, kâfirlerin fiilleri gibi bir fiildir.
* Murâd hakîkî
küfürdür, bunun ma'nâsı da: Kâfirler olmayınız, fakat müs-Iümânlar olarak devam
ediniz, demektir.
* Bunu Hattâbî ve
diğerleri nakletti: Murâd silâh ile kâfir olmaya, kâfirler olmaya
çalişmayınız'dır. el-Ezherî: Silâh kuşanan kimseye kâfir denilir, demiştir.
* Bunun ma'nâsı:
Birbirinizi küfre nisbet edip de birbirinizle kıtal yapmayı halâl saymaya
kalkmayın demektir.
Bu görüşlerin en zahir
olanı dördüncü görüştür. Bunu en-Nevevî söyledi. Kaadı Iyâd da bunu tercîh
eyledi... (Aynî).
[20] Hadîsin bir rivayeti "Peygamber'in sıfatı
bâbı"nda da geçti.
[21] Hadîsin birer rivayeti Isrâîl oğulları ve Menâkıb'da
da geçmişti. Müslim de bunu Hudûd'da getirdi.
[22] Usâme, Peygamber'in yüksek sevgisine güvenerek
hırsızlık cezasının affı için hiç kimsenin cesaret edemediği bir şefaatte
bulunmuştu. Bu kadın, Fâtıma bintu Esved idi ki, Mekke'nin fethi günü yüksek
içtimaî mevkiine güvenerek ganimet malından kıymetli mücevherler çalmıştı. Bu
hırsızlık yayılıp duyulunca, Kureyş bunun şer'î cezadan affı çârelerini aramaya
başlamış ve şefaat için Usâme'yi bulmuştu. Peygamber hiçbir te'sîr altında
kalmayarak, milletlerin bekaa esâslarından olan ilâhî ve hukukî adaleti en
kesin şekilde yerine getirmiştir. Bu suretle de bütün insanlığa en yüksek bir
adalet örneği vermiştir. Allah'ın salât ve selâmı O'na olsun!
[23] Âyetin devamı: "Allah mutlak gâlibdir, yegâne
hüküm ve hikmet sahibidir. Fakat yaptığı o hırsızlık hareketinden sonra tevbe
eder, kendim düzeltirse, şübhe-siz ki, Allah onun tevbesini kabul eder. Çünkü
Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (el-Mâide: 38-39).
"Hırsızlık
fiilinin ceza ve nekâl olan haddi îcâb edecek bir cürüm olması için, mübâhlık
şübhesi, haklılık şübhesi ve zaruret şübhesi bulunmamalıdır....
Hırsıza bir özür
şübhesi bırakmamak için herhalde bir nisâbm da şart olduğu kat'îdir. Ancak bu
nisâbm mikdân ictihâd sahasıdır. Fakîhler sünnete nazaran bunun dörtte bir
dînâr ile bir dinar veya on dirhem arasında devam ettiğinde ittifak
etmişlerdir. Şafiî gibi kimisi asgarîyi, İmâm A'zâm gibi kimisi de a'za-mîyi
tercih etmişlerdir, ki şübheden tamamen salim olan da budur. Acaba on dirhemden
ziyâde bir mikdâr kabulüne imkân yok mudur? Biz buna vardır cevâbını vermek
istiyoruz ve nisâb mikdânnın bu iki sınır arasında cereyanı üzerinde ittifak
edilmiş olduğuna kaail bulunuyoruz. Madem ki, nisabın aslı mes'elesi ictihâd
sahasıdır ve madem ki bu bâbda şübhe mes'elesinin büyük bir ehemmi yeti vardır,
o hâlde bunun ictihâdî mâhiyetini muhafaza eden bir zaman mes'e-leşi olduğunu
kabul etmek lâzım gelir. Eğer böyle olmasa idi, müctehidlere a'zamî ve asgari
fikirlerini veren misâller ve haberler sabit
olmazdı. Bir dînâr, bir mis-kâl altın
demektir ki, o zaman ondört kırat olan sebi' vezni dirhem ile on dirhem gümüş
kıymetçe buna denk idi. Oniki dirhem sayıldığı dahî varsa da, bu daha küçük bir
dirhem mikyasıdır. Buna nazaran dörtte bir dînâr, üç dirhem olur... Demek ki, o
zamanlar altın, gümüş farkı ortalama olarak bire on; şimdi ise bu fark beş-altı
misli artmıştır. Bir mıskal altın, sekiz on dirhem değil, kırk-elli dirhem
gümüş muâdiline çıkmıştır. Altın-gümüş farkı böyle olduğu gibi, eşya ile nakid
paralar arasında da bu farklar görülmektedir. Bir zaman bir miskâl altına denk
olup zaruret şübhesini kesen on dirhem gümüş, bugün için o zamanın üç dirhem
gümüşünden daha az bir kıymette bulunduğunda şübhe olmadığı gibi, bugünün bir
miskâl altım da böyledir. Binâenaleyh nisâb mikdârı, zaruret şübhesini def
noktasından zamanın değişmesi ile değişmektedir. Bu misâllerden istifâde
ederek zamanına göre şübheye yer bırakmayacak şekilde bir mik-dâr ta'yîni caiz,
hattâ lâzımdır. Zîrâ: "Kim son derece açlık hâlinde çaresiz kalırsa,
günâha meyi maksadı olmaksızın (haram olan etlerden yiyebilir). Çünkü Allah
gafurdur, rahimdir" (el-Mâide: 3) hükmünün cezalarda dahî mu'teber
olduğunda söz olmadığı gibi, bunun şübhesinin de mu'teber olduğunda şübhe
yoktur. Ve işte nisâb mikdârı o günahı ve ona karşı ceza istihkakı ta'yîn
edecek olan bir miyardır" (Hakk Dîni, II, 1673-1674)
[24] Alî'nin bu hükmünü Dârakutnî rivayet etmiştir. Şâfıî
de Kitâbu '1-fhrüâfta: Alî'nin hırsızın elini bilhassa küçük parmak, yüzük
parmağı ve orta parmaktan keser de: Ben onu amelsiz bırakmaktan dolayı
Allah'tan utanırım, der olduğunu rivayet etmiştir (Kastallâm).
[25] Katâde'nin sözünü de Ahmed, Târîh'inde rivayet
etmiştir.
[26] Bunun birkaç rivayetini Müslim de Hudûd'da
getirmiştir.
[27] Bu hadîs metinlerdeki "Mıcenn",
"Hacefe", "Turs" kelimelerinin delâlet ettiği ma'nâlar
Tavzih sahibinin beyânına göre birdir. Kalkan demektir. Ancak yapılış
tarzlarına göre aralarında fark bulunmaktadır. Bunların kıymetlerinin ne kadar
olduğu bildirilmiştir. Üç dirhem olmak ihtimâli de vardır, on dirhem olmak
ihtimâli de vardır. Bundan sonra gelen İbn Umer hadîsinde üç dirhem sözü açıkça
söylenmiştir.
[28] Bunun bir rivayeti 12 rakamıyle geçmişti.
Yüce Allah hırsız aleyhine el kesmeyi vâcib kılmak suretiyle mallan korumuştur.
Hâlbuki hırsızlığın dışında olan mal kapmak, baskın ve talanla malı ga-nîmet
olarak kapışmak, bir kimseden haksız oiarak zorla ve zulümle mal almak
hususlarında ise bu cezayı koymamıştır. Çünkü bu nevi' suçlar, hırsızlığa
nis-betle az vâki' olur. Bu nevi' vak'alarda selâhiyetli merci'ler nezdinde
istid'â etmek suretiyle malların geri alınması mümkün ve bir de hırsızların aksine
bunun üzerine beyyine getirmek de kolay olur. Zîrâ hırsızlık üzerine beyyine
getirmek nadiren kaabil olur. İşte bu sebeblerden ötürü hırsızlık işi büyük ve
bundan men' hususunda daha te'sîrli olsun diye cezası da şiddetli olmuştur.
Müslümanlar kesme cezasının furûâtında ihtilâf etmişlerse de umûmî olarak
hırsızın elinin kesilmesinde ittifak etmişlerdir {Müslim Ter., V, 277, 2.
haşiye).
[29] Yânî hırsız hadden sonra tevbe ettiği zaman bu tevbesi
ona fayda verir
[30] Bunun bir rivayeti Şehâdetler'de uzun bir metinle
geçmişti. Müslim'in bir rivayetinde bu fıkra Mekke fethinde hırsızlık yapan
yüksek mevki'li kadındır. Pey-gamber'in o zaman yaptığı hutbenin sonunda ayrı
bir fıkra olarak Yûnus'tan getirilmiştir. Müslim Ter., V, 281-282
"1688".
[31] Bunun bir rivayeti 9. bâbda, 13 rakamıyle de geçmişti.
Buhârî'nin hadîsin sonundaki sözü, el-Kuşmeyhenî nüshasında sabittir, diğerlerinde
yoktur.