78- KİTABU'L-EDEB. 5

1- Hâlis İyilik Etmek, İyilik Ulaştırmayı Ekleyip Durmak Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 5

2- Bâb: Güzel Dostluk Yapılmaya En Haklı Olan İnsan Kimdir?. 6

3- Bâb: İnşân Ana-Babasının İzni Olmadıkça Cihâda Gidemez. 6

4- Bâb: İnsan Ana-Babasına Sövmemelidir 6

5-Ana-Babasına İyilikle Güzel Hizmet Edip İtâatlarında Bulunan Kimsenin Duasının Kabul Edilmesi Babı 6

6- Bâb; Ana-Babaya İsyan Ve Ezâ Etmek Büyük Günâhlardandır 7

7- Müşrik Olan Babaya İyilik Etmeyi Devam Ettirmek Babı 8

8- Kadının, Kendi Kocası Varken Annesiyle İlgilenip Ona İyilik Etmesi Babı 8

9- Müşrik Olan Kardeşle İlgilenip Ona İyilik Edilmesi Babı 8

10- Hısımlarla, Yakınlarla Bağlı Ve İlgili Olmanın Fazileti Babı 9

11- Hısımlarla İlgilenmeyi Kesen Kimsenin Günâhı Babı 9

12- Hısımlarla İlgilenme Sebebiyle Rızıkta Kendisi Lehine Bollatma Yapılan Kimse Babı 9

13- Bâb: Hısımlık Bağını Ekleyip Duran Kimseye Allah Da Fadlından İhsanını Ekler Durur 10

14- Bâb: (Mükellef Olan Şahıs) Hısımlığı, Hısımlık Islaklığı İle Islatır Durur (Yânî Hısımlığı Kurutup Kesmez) 10

15- Bâb: Sıla Yapıcılık Karşılık Vermekle Değildir 11

16- Müşriklik Hâlinde Hısımlarına İlgi Ulaştıran, Sonra İslâm'a Giren Kimse (Eski İyiliklerine Karşılık Sevâb Alır Mı?) Babı 11

17- Başkasının Kız Çocuğunu Kendi Bedeninin Bâzı Kısımlarıyle Oynamaya Bırakan Yâhud Şefkat İçin Onu Öpen Yâhud O Çocukla Şakalaşan Kimse Babı 11

18- (Babanın) Çocuğa Merhameti, Onu Öpmesi Ve Sarmaşması Babı 12

19-  Bâb: Allah, Rahmeti Yüz Parça Yaptı 13

20- İnsanın, Beraberinde Yemek Yemesinden Korktuğu İçin Kendi Çocuğunu Öldürmesi Babı 13

21- Çocuğun (Şefkat Ve Merhamet Olarak) Kucağa Konulması Babı 13

22- İnsanın Küçük Bir Çocuğu Uyluğu Üstüne Koyması Babı 13

23- Bâb: Ahdi Ve Taahhüdü Güzel Koruyup Riâyet Etmek Îmândandır (Yânı Îmânın Kemâlindendir) 14

24- Bir Yetîmin İşlerini Gören, Büyütüp Terbiye Eden Kimsenin Fazîleti Babı 14

25- Dul Kadınların Nafakalarını Kazanmağa Çalışan (Kimsenin Fazîleti) Babı 14

26- Bir Günlük Yiyeceği Olmayan Fakirlerin Nafakalarını Kazanmaya Koşan(In Fazileti) Babı 14

27- İnsanların Hayvanlara Merhamet Ve Şefkat Göstermelerinin Fazileti) Babı 14

28- Komşu Hakkında Vasiyyet Babı 15

29- Komşusu Zulümlerinden Emîn Olmayan Kimsenin Günâhı Babı 15

30- Bâb: 16

51- Bab: 16

32- Komşuluk Hakki, Kapıların Yakınlığı Ölçüsündedir (Yânî Yakınlığa Göre Derecelenir) Babı 16

33- Bâb: 17

34- Kelâmı Güzel, Tatlı Ve Hoş Söylemek Babı 17

35- Her İşte Ve Herşeyde Yumuşaklık Ve Kolaylık (Göstermenin Fazileti) Babı 18

36- Mü'minlerin Birbirlerine Yardım Etmeleri Babı 18

37- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 18

38- Bâb: Peygamber (S) Taşkınlık Yapacak Tabîatte Değildi, Taşkınlık Yapıcı Da Olmamıştır 18

39- Ahlâk Güzelliği Ve Cömertliğin (Sevilmesi), Cimriliğin İse Sevilmemesi Babı 19

40- Bâb: Erkeğin Kendi Ailesi İçindeki Hâli Nasıl Olur?. 20

41- Sabit Kalacak Sevgi Yüce Allah Tarafındandır Babı 20

42- Allah'ın Zâtı Hakkında (Hiçbir Steriş Ve Hevâ Karışmayan) Sevgi Babı 21

43- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 21

44- Birbiriyle Sövüşmenin Ve La'net Etmenin Nehyedilmesi Babı 22

45- İnsanların "Uzun" Ve "Kısa" Sözleri Gibi, Zikretmekte Oldukları Vasıflardan Caiz Olacak Şeyler -Çünkü Peygamrer (S) De "Zu'1-Yedeyn Ne Diyor?" Buyurmuştur- Ve İnsanı (Ahmak Ve Topal Gibi) Lekeleme Ve Kusur Meydana Getirme Kasdedîlmeyen Sözlerin Cevazı Babı 23

46- Gıybet Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 23

47- Peygamber(S)'İn "Ensâr Yurtlarının Hayırlısı..." Kavli Babı 24

48- Fesâd Ve Töhmetler Ehlinin Kötülüğünü Belirtmenin Caiz Olacağı Babı 24

49- Bâb: Gıybet Etmek Büyük Günâhlardandır 24

50- Söz Taşımaktan Mekruh Olacak Kısım Ve Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı : 24

51- Yüce Allah'ın: "(Murdardan, Putlardan Kaçının;) Yalan Sözden Çekinin!3' (Ei-Hacc: 30) Kavli Babı 25

52- İkiyüzlü Kimse Hakkında Denilen Söz Babı 25

53- Sahibine (Yânî Arkadaşına) Onun Hakkında Söylenen Sözü Haber Veren Kimse Babı 25

54- İnsanlar Arasında Aşırı Ve Mübalağalı Övme Yapmanın Mekruh Olması Babı 25

55- Mü'min Kardeşini, Onda Varlığını Bilmekte Olduğu Meziyetlerle Öven Kimse Babı 25

56- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 26

57- Birbirleriyle Hasedleşmenîn Ve Birbirlerine Arka Dönmelerinin Nehyolunması; Bir De Yüce Allah'ın: 26

58- Bâb: 27

59- Zanndan Caiz Olacak Nevi' Babı 27

60- (Kendisinde Ayıplanacak Birşey Meydana Geldiği Zaman) Mü'minin Kendini Setredip Örtmesi Babı 27

61- Kibr(İn Kötülüğü) Babı 28

62- (İki Mü'minin, Karşılaştıklarında Birbirinden Yüz Çevirip) Ayrılmalarının Kötülüğü Ve Rasûlullah(S)'In: "Bir Kimsenin, Mü'min Kardeşini Üç Günden Fazla Bırakması (Küs Durması) Halâl Olmaz" Kavli Babı 28

63- Âsî Olan Kimseden (İsyanından Vazgeçmesi İçin) Ayrılmanın Caiz Olacağı Babı 29

64- Bâb: İnsan Arkadaşını Her Gün Yâhud Sabahtan Öğleye Ve Öğleden Akşama Kadarkizaman İçinde Ziyaret Eder Mi?. 30

65- Ziyaret Etme{Nin Meşrû'luğu) Ve Bir Kavmi Ziyaret Edip Yanlarında Yemek Yiyen Kimse Babı 30

66- Gelen Cemâatler İçin (En Güzel Elbiseler Giyip) Süslenen Kimse Babı 30

67- İnsanlar Arasında Kardeşlik Akdi Ve İki Kavim Arasında Yeminli Dostluk Ahidleşmesi Babı 30

68- Gülümseme Ve Gülme(Nin Mübâhlığı) Babı 31

70- Bâb: El-Hedyu's-Sâlîh Hakkındadır 33

71- Ezaya (Zorluk Ve Sıkıntılara) Karşı Sabır Ve Yüce Allah'ın: 'Ancak Sabredenlere Ecirleri Hesâbsız Ödenecektir Fez-Zumer: 10) Kavli Babı 34

72- İnsanları Ceza Verme Ve Azarlama İle Karşılamayan Kimse Bârı 34

73- Mîtmin Kardeşini Te'vîlsiz Olarak Küfre Nisbet Eden Kimsenin Kendisi, Dediği Gibidir Babı 34

74- Bu "Yâ Kâfir" Sözünü Te'vîl Edici Olarak Yâhud İşin Hakikatini Bilmeyerek Söyleyeni, Küfre Nisbet Etmeyen Kimse Babı 35

75- Allah'ın Emri İçin Öfkelenip Şiddet Göstermenin Caiz Olacağı Babı 35

76- Yüce Allah'ın Şu Sözlerinden Dolayı Öfkelenmekten Sakınmak Babı: 36

77- Haya Babı 37

78- Bâb: 37

79- Dînde Fakîh Olmak İçin Hakkı Sormaktan Utanılmaması Babı 37

80- Peygamber(S)'İn "Kolaylaştırın, Zorlaştırmayın " Kavli Ve İnsanlar Üzerine İşleri Dâima Hafifletmeyi Ve Kolaylaştırmayı Sever Olması Babı 38

81- İnsanlara Yayılıp Güleryüzlü Olmak Babı 39

82- İnsanların Beraberinde Mudârât, Yânî Yumuşak Sözlü Olup Kaba Ve Sert Davranmamak Ve (Mümkin Olduğunca Sürtüşmeden) Hoş Geçinmek Babı 39

83- Bâb; 40

84- Konuk Hakkı(Nı Beyân) Babı 40

85- Konuğa İkram Etmek Ve Bizzat Hizmet Etmek Ve Yüce Allah'ın: "İbrahim'in ikram edilmiş konuklarının haberi sana geldi mİ?" (ez-Zâriyât: 24) Kavli Babı 40

86- Konuk İçin Yemek Yapılması Ve Birşeyler Hazırlama Meşakkatinin Yüklenilmesı Babı 41

87- Konuk Yanında Öfkelenmenin Ve Sabırsızlık Göstermenin Mekruh Olması Babı 41

88- Konuğun Ev Sahibine "Vallahi Sen Yemedikçe Yemem" Demesi Babı 42

89- Büyük Olana İkram Etmek, Söze Ve Soru Sormaya Yaşça Daha Büyük Olan Başlar Babı 43

90- Şiirden, Recezden Ve Tegannîden Caiz Olacak Nevi'lerle Bunlardan Mekruh Kılınan Nevi'ler Babı 44

91- Müşrikleri Şiirle Hicvedip Kötülemek Babı 45

92- Şiirin İnsan Üzerine, Onu Allah'ı Anmaktan, İlimden Ve Kur'ân Okumaktan Men' Edecek Derecede Gâlib Olmasının Mekrûhluğu Babı 46

93- Peygamber(S)'İn "Teribet yemînuki", 'Akra" YE "Halkaa1' Sözleri Babı 46

94- "Zaamû" Ta'bîri Hakkında Gelen Şey Babı 47

95- Kişinin "Veyleke" Sözü Hakkında Gelen Şey Babı 47

96- "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün. Çünkü Allah. 49

çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (Âiu îmrân: 3i) Kavlinden Dolayı Azîz Ve Celîl Olan Allah Sevgisinin -Veya Allah İçin Sevmenin- Alâmeti Babı 49

97- Bir Adamın Diğer Birine "Ihse' (= Yıkıl Git)" Sözü Babı 50

98- Kişinin Bir Başkasına "Merhaba" Demesi Babı 51

99- İnsanların Babalarının İsimleri(Ne Nisbetjle Çağırılmaları Babı 51

100- Bâb: 52

101- Bâb: 52

102- Peygamber(S)'İn: "Kerm ancak müfminin kalbidir3' Sözü Babı 52

103- İnsanın Başkasına "Babam, Anam Sana Feda Olsun!" Demesi Babı 53

104- İnsanın (Sevdiği Kimse İçin): "Allah Beni Senin Yolunda Feda Etsin" Demesi Babı 53

105- Azız Ve Celîl Olan Allah'a İsimlerin En Sevgili Olanı Babı 53

106- Peygamber(S)'İn: "Benim ismimi çocuklarınıza isim veriniz, fakat künyem ile künyelenmeyiniz" Kavli Babı 53

107- Hazn İsmi(Ni Zikr) Babı 54

108- İsmi Daha Güzel Bir İsimle Değiştirmek Babı 54

109- Peygamberlerin İsimleriyle İsimlendiren Kimse Babı 55

110- "Velîd" İsmini Vermek (Caizdir) Babı 56

111- (Ev Halkından Birini Yâhud) Bîr Arkadaşını, Onun İsminden Bir Harfi Eksilterek Çağıran Kimse Babı 56

112- Küçük Çocuğa Ve Henüz Çocuğu Doğmayan Kimseye Künye Verme(Nin Câizliği) Babı 56

113- Kendisinin Daha Önce Başka Bir Künyesi Olsa Bile "Ebû Turâb" Künyesiyle Künyelenme(Nîn Cevazı) Babı 56

114- Azîz Ve Celîl Allah'a, Kulların İsimlerinden En Sevimsiz Olanı Babı 57

115- Müşrikin Künyesinin Hükmü) Babı 57

116- Bâb: "Tevriye Ve Kinaye Yoluyla Söylenen Ta'rîzli Sözler, Yalandan Kurtulmadır" 58

117- İnsanın Birşey İçin "O Hakk Değildir" Demeyi Kasdederek. "O Hiçbirşey Değildir" Demesi Babı 59

118- Gözü Semâya Doğru Yükseltme Babı 59

119- Bâb: Deynekle Suda Ve Çamurda Çizgiler Çizerek Tefekkür Edip Düşünen Kimse  60

120- Elindeki Birşeyle Yerde, Dürtükleyerek Çizgiler Çizip Düşünen Kimse Babı 60

121- Birşeye Hayret Etme Sırasında 'Attâhu Ekber" ve "Subhânallah" Diye Tekbîr Ve Tesbîh Eylemek Babı 60

122- Parmaklarla Küçük Çakıl Taşı Atmaktan Nehy Babı 61

123- Aksıran Kimsenin Hamdetmesi Babı 61

124- Aksıran Kimse Allah'a Hamdettiği Zaman, Onu 'Yerhamukellâhu ( = Allah sana merhamet eylesin)" Diye Duâ İle Karşılamak Babı 61

125- Aksırıp Hapşırmaktan Müstehâb Olacak, Esnemekten De Mekruh Olacak Şey Babı 61

126- Bâb: Bir Kimse Aksırdığı Zaman Nasıl Teşmît Edilip Karşılanır?. 62

127- Bâb: Aksıran Kimse Allah'a Hamdetmediği Zaman Duâ İle Karşılanmaz. 62

128- Bâb: "Bir Kimse Esnediği Zaman, Elini Ağzının Üzerine Koysun". 62


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

 

78- KİTABU'L-EDEB

(Edeb Kitabı) [1]

 

1- Hâlis İyilik Etmek, İyilik Ulaştırmayı Ekleyip Durmak Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Biz insana ana-babasına güzellik (ve iyilik yapmasını) tavsiye ettik..."

(el-Ankebût: S; Lııkmân:-14-15; el-Ahkaaf: 15) [2].

 

1-.......Bize Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Bana el-Velîd ibn Ayzâr haber verip şöyle dedi: Ben Ebû Amr eş-Şeybânî'den işittim, şöyle diyordu: Bana şu evin sahibi haber verdi, dedi de eliyle Abdullah ibn Mes'ûd'un evini işaret etti. O şöyle dedi: Ben Peygamber(Ş)'e:

  Amellerin hangisi Allah'a daha sevgilidir? diye sordum.

  "Vaktinde kılınan namazdır" buyurdu. Abdullah:

  Sonra hangisi? dedi.

  "Sonra ana-babaya iyilik etmektir" buyurdu. Abdullah:

  Sonra hangisi? dedi.

  "Allah yolunda cihâddır" buyurdu.

İbn Mes'ûd: Bunları bana Peygamber söyledi, daha fazlasını sor-saydim, elbette bana yine haber verecekti, dedi [3].

 

2- Bâb: Güzel Dostluk Yapılmaya En Haklı Olan İnsan Kimdir?

 

2-.......Bize Cerîr, Umâre ibnu'l-Ka'kaa ibn Şubrume'den; o da Ebû Zur'a'dan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ra-sûlulIah(S)'a bir adam geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Benim güzel hizmet ve ülfet etmeme insanlar içinde en lâyık ve en haklı olan kimdir? diye sordu.

Rasûlullah:

  "Anandır!" diye cevâb verdi,

Ozât-                                            

  Sonra kimdir? dedi.              

Rasûlullah:                                         

   "Sonra anandır!" buyurdu.         

O zât:                                     

  Sonra kimdir? dedi. Rasûlullah:

  "Sonra anandır!" buyurdu.   ;

  Sonra kimdir? deyince (dördüncüde) Rasûlullah: 

  "Sonra babandır!" diye cevâb verdi.

İbnu Şubrume ile Yahya ibnu Eyyûb: Bize Ebû Zur'a bu hadî­sin benzerini tahdîs etti, demişlerdir [4].

 

3- Bâb: İnşân Ana-Babasının İzni Olmadıkça Cihâda Gidemez

 

3-.......Abdullah ibn Amr (R) şöyle demiştir: Bir adam Peygamber(S)'e:

— Ben cihâda gidiyorum, dedi.

Peygamber:

  "Senin anan baban var mı?" diye sordu. O zât:

  Evet var, dedi. Peygamber:

— "Öyleyse sen (evvelâ) onların rızâları yolunda çalış! 'buyur­du [5].

 

4- Bâb: İnsan Ana-Babasına Sövmemelidir

 

4-.......Abdullah ibn Amr (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):

  "Büyük günâhların en büyüğünden birisi, kişinin anasına ba­basına la'net etmesidir" buyurdu.

Kendisine orada bulunanlar tarafından:

— Yâ Rasûlallah! İnsan anasına babasına nasıl la'net eder? de­nildi.

Rasûlullah:

  "O kimse birisinin babasına söver, o da karşılık olarak onun babasına söver; yine o kişi birisinin anasına söver, o da karşılık ola­rak onun anasına söver" buyurdu [6].

 

5-Ana-Babasına İyilikle Güzel Hizmet Edip İtâatlarında Bulunan Kimsenin Duasının Kabul Edilmesi Babı

 

5-.......Bize İsmâîl ibn İbrâhîm ibn Ukbe tahdîs edip şöyle de­di: Bana Nâfi', İbn Umer(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöy­le buyurmuştur: "Üç kişi beraber yürürlerken onları yağmur yakaladı. Hemen dağdaki bir mağaraya meyledip sığındılar. Akabinde mağa­ralarının ağzına dağdan büyük bir kaya düşüp üzerlerine tamamen kapattı. Bunun üzerine onlardan biri diğerlerine:

— Riya ve şöhret isteği olmaksızın, sırf Allah rızâsı için yapmış olduğunuz amellere bakın da, onları anmak suretiyle Allah'a dua edi­niz. Umulur ki, Allah mağaranın kapısını açar! dedi.

Bu teklif üzerine onların biri şu duayı söyledi:

  Yâ Allah! Şu muhakkak ki, benim yaşlı ihtiyar ana-babam ve küçük çocuklarım vardı. Ben sürü otlatarak onları infâk eder ge-çindirirdim. Akşamleyin sürüyü otlaktan döndürüp onların yanına getirdiğim zaman sütü sağar, çocuklarımdan evvel ana-babama süt içirir idim. Şu da muhakkak ki, bir gün otlak bana uzak oldu da ben

tâ akşam oluncaya kadar sürüyü getirememiştim. Geç vakit geldiğimde onları uyumuş hâlde bulmuştum. Sağageldiğim gibi yine sütleri sağ­dım ve sağdığım sütü kabıyle getirip baş uçlarında dikildim. Onları uykularından uyandırmayı istemiyordum. Onlardan önce çocukları­ma süt içirmeyi de istemiyordum. Çocuklar ise ayaklarımın dibinde açlıktan sızlanıyorlardı. İşte o gecefecr doğuncaya kadar benim hâ­lim böyle dikilmekle, onların hâli de uyumakla devam etti. Şübhesiz Sen bilmektesin ki, ben bunu sırfSen'in rızânı istemek için yapmış­tım. Bundan ötürü bizim için bir yarık aç da, biz oradan semâyı gö­relim! diye duâ etti.

Allah onlara semâyı görecekleri kadar bir yarık açtı.

İkincileri de şöyle duâ etti:

  Yâ Allah! Şu muhakkak ki, benim bir amca kızım vardı. Ben onu erkeklerin kadınları sevmekte oldukları sevginin en şiddetlisi ile seviyordum. Bir kenesinde ondan nefsini istedim. O:

  Yüz dînâr getirmedikçe olmaz! diye dayattı.

Ben bu parayı kazanmak için çalıştım, nihayet yüz dînârı topla­dım. Sonunda amcamın kızına buyuz dînâr ile kavuştum. İki bacağı arasına oturduğum zaman o:

— Ey Allah'ın kulu! Allah'tan kork! Yaratıcı kudretin bekâret mührünü (nikâh hakkını yerine getirmeden) açma! dedi.

Ben de (onu çok sevdiğim hâlde) bu sözü üzerine kendisinden kal­kıp ayrıldım. Allah'ım, Sen şübhesiz bilmektesin ki, ben bunu sırf Sen'in rızânı aramak için yapmıştım. Bunun hatırına buradan bizim için bir yarık aç! dedi.

Allah onlar için biraz daha açtı.

Üçüncüleri de şöyle dedi:

— Allah'ım, ben onaltı rıtl olan bir far ak ölçeği pirinç mukaa-bilinde bir işçiyi ücretle tutmuştum. O işçi işini bitirdiği zaman:

— Bana hakkım olan ücretimi ver! dedi.

Ben de ona hakkı olan ücreti arzettim. Fakat işçi ücretini bırak­tı ve uzaklaşıp gitti. Ben de onun pirincini her sene tekrar tekrar ekip çoğalttım, nihayet onun parasıyle bir sürü sığır topladım, bir de ço­ban tuttum. Bir müddet sonra o işçi bana geldi de:

— Allah'tan kork, bana zulmetme, hakkımı bana ver! dedi. Ben de ona:

  Git şu görünen sığırları ve çobanı al, dedim.

O:

— Allah'tan kork, benimle alay etme! dedi. Ben ona:

— Ben seninle alay etmiyorum, bu sığırları ve çobanlarını al! de­dim.

O da bunları alıp gitti. Sen şübhesiz bilmektesin ki, ben bu işi sırf Sen 'in rızânı istemek için yapmıştım. Bunun hatırına kayanın kalan kısmını da aç! dedi.

Allah da onlardan kayayı açıp kurtardı" [7].

 

6- Bâb; Ana-Babaya İsyan Ve Ezâ Etmek Büyük Günâhlardandır

 

Bunu Abdullah ibn Utner (veya Amr), Peygamber(S)'den olmak üzere söylemiştir [8].

 

6-.......Bize Şeybân, Mansûr'dan; o da el-Müseyyeb'den; o da Verrâd'dan; o da el-Mugîre'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Şüb­hesiz Allah sizlere analara isyanı, verilecek borcun men' edilip veril­memesini, verilmeyen birşeyin alınmasını, kız çocuklarını diri diri gömmeyi haram kıldı. Ve yine Allah sizler için dedikoduyu, çok so­ru sormayı ve mal zayi' etmeyi kerîh gördü" buyurmuştur [9].

 

7-.......Ebû Bekre (Nufey' -R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):

  "Büyük günâhların en büyüğünü size haber vereyim mi?" bu­yurdu.

Biz sahâbîler:

— Evet haber ver yâ Rasûlallah! dedik. Rasûlullah:

  "Allah 'a ortak koşmak, anaya-babaya isyan ve ezâ etmektir" buyurdu.

Ve dayanmakta iken oturdu da:

  "İyi dinleyin! Bir de yalan söz ve yalan şâhidliğidir. Dikkat edin, bir de yalan söz ve yalan şâhidliğidir/"buyurdu ve bu sözü dur­madan tekrar tekrar söylüyordu.

(Ebû Bekre dedi ki:) Hattâ ben: Rasûlullah susmayacak, dedim.

 

8-.......Bize Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ubeydullah ibnu Ebî Bekr tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işit-1 tim, şöyle dedi: Rasûlullah (S) büyük günâhları zikretti yâhud ken­disine büyük günâhlardan soruldu da:

  "Allah'a ortak tanımak, insan öldürmek, ana-babaya isyan ve ezâ etmektir" buyurdu ve şunu ilâve etti:

  "Dikkat edin! Size büyük günâhlardan en büyüğünü haber, veriyorum: Yalan söylemektir -yahufr.Yalan şâhidliğiyapmaktır-" buyurdu.

Şu'be (geçen senedle): En büyük zannım O'nun "Yalana şâhid­liğidir" demiş olmasıdır, dedi [10].

 

7- Müşrik Olan Babaya İyilik Etmeyi Devam Ettirmek Babı

 

9-.......Ebû Bekr'in kızı Esma (R) haber verip şöyle demiştir:

Peygamber (S) zamanında annem beni özleyerek ziyaretime gelmişti. Ben Peygamber'e:

— Anamla ilgilenip onu kabul edeyim mi? diye sordum. Peygamber:

  "Evet (onunla ilgilenip iyilik eyle)/" buyurdu.

Râvî Sufyân ibn Uyeyne dedi ki: Yüce Allah o kadın hakkında şu âyeti indirmiştir: "Sizinle dîn hususunda muharebe etmemiş, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış olanlara iyilik, onlara adaletle muamele etmenizden Allah sizi men' etmez. Çünkü Allah adalet yapanları se­ver" (el-Mumtehme: 8) [11].

 

8- Kadının, Kendi Kocası Varken Annesiyle İlgilenip Ona İyilik Etmesi Babı

 

Ve el-Leys şöyle dedi:

Bana Hişâm, Urve'den tahdîs etti ki, Esma şöyle demiştir: Kureyş'in ahdi ve onların barış için ta'yîn etmiş oldukları müddetleri içinde annem bir müşrike olduğu hâlde bana ziyarete gelmişti. O zaman Kureyşliler Esmâ'nın annesinin babası beraberinde Peygamber ile muharebeyi bırakıp barış anlaşması yapmışlardı. Annem gelince ben Peygamberden fetva istedim ve: Annem arzu ederek -yâhud İslâm'ı istemediği hâlde- bana geldi (onu kabul edeyim mi)? dedim. Peygamber: "Evet (ananla ilgilenip ona iyilik eyle) buyurdu [12].

 

10-.......Bize el-Leys, Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; o daUbeydullah ibn Abdillah'tan tahdîs etti ki, ona da İbn Abbâs haber ver­miş; ona da Ebû Sufyân şöyle haber vermiştir: Hırakl, Ebû Sufyân'a1 haber gönderip huzuruna çağırtmış ve Peygamber'i kasdederek:

  O sizlere ne emrediyor? diye sormuş. Ebû Sufyân da:

— O bize (yalnız Allah'a ibâdet ediniz, hiçbirşeyi O'na ortak et­meyiniz, dedelerinizin ibâdet ettiğini terkediniz diyor), namaz kılma­yı, sadaka vermeyi, iffetli olmayı; hısımlarla irtibatı devam ettirip onlara iyilik yapmayı emrediyor, demiştir [13].

 

9- Müşrik Olan Kardeşle İlgilenip Ona İyilik Edilmesi Babı

 

11-....... Bize Abdullah ibn Dînâr tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbn Umer(R)'den işittim, şöyle diyordu: Umer, ipekten bir takım el­bisenin satılmakta olduğunu gördü ve:

— Yâ Rasûlallah! Bu takım elbiseyi satın al da onu cumua gün­leri ve Sana sefaret hey'etleri geldiği zamanlarda giy! dedi.

Rasûlullah:

  "Bunu ancak âhiretten nasibi olmayan kimse giyer" buyur­du.

Sonra Peygamber'e bu cinsten birçok takım elbiseler getirildi. O da Umer'e bunlardan bir takım yolladı. Bunun üzerine Umer:

— Bu ipek hülle hakkında daha önce söylemiş olduğun sözleri söylediğin hâlde, ben bu takım elbiseyi nasıl giyerim? dedi.

Peygamber (S):

— "Ben bunu sana giyesin diye vermedim, lâkin sen onu satar­sın yâhud da başka bir kimseye verir giydirirsin" buyurdu.

Umer ibnu'l-Hattâb da bu takım elbiseyi Mekke ahâlîsinden ve henüz İslâm'a girmemiş olan bir kardeşine yolladı [14].

 

10- Hısımlarla, Yakınlarla Bağlı Ve İlgili Olmanın Fazileti Babı

 

12-....... Buradaki üç senedden birinde: Bize İbnu Usmân ibn Abdillah ibn Vehb ve onun babası Usmân ibnu Abdiîlah tahdîs etti­ler ki, bu ikisi Mûsâ ibn Talha'dan; o da Ebû Eyyûb el-Ensârî(R)'den şöyle işitmişlerdir: Bir adam:

— Yâ Rasûlallah! Bana, beni cennete girdirecek bir amel haber ver! dedi.

Oradaki topluluk:

  Buna ne oluyor ki, bunun ne dileği var ki? dediler. Rasülullah:

  "Onun bir haceti vardır, nesi olacak!" buyurdu; soran kim­seye karşı da Peygamber (S) şöyle cevâb verdi;

  "Kendisine hiçbirşeyi ortak kılmayarak Allah 'a ibâdet eder­sin, namazı devamlı ayakta tutarsın, zekâtı verirsin, hısımlara bağlı­lık ve ilgiyi ekler durursun. Artık bineğini bırak, menziline doğru yürüsün!" buyurdu.

Râvî: O adam binek devesi üzerinde bulunmuş gibidir, demiştir [15]

 

11- Hısımlarla İlgilenmeyi Kesen Kimsenin Günâhı Babı

 

13-.......Cubeyr ibn Mut'un (R)Peygamber(S)'den "Hısımlar­la ilgilenmeyi kesen (ve bunu halâl sayan) kimse cennete girmez'''bu­yururken işittiğini haber vermiştir.

 

12- Hısımlarla İlgilenme Sebebiyle Rızıkta Kendisi Lehine Bollatma Yapılan Kimse Babı

 

14-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben RasûluIlah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Her kimi rızkında kendisi lehine bol-latma yapılması ve ecelinde yine kendi lehine geri bırakılma yapıl­ması sevindirirse, o kimse hısımlarıyle ilgilenip hısımlık bağını ekleyip dursun."

 

15-.......İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Enes ibn Malik (R) haber verdi ki, Rasûlullah (S): "Her kim ki, rızkında bollatmayapılmasını ve ecelinde kendisi lehine geri bırakma yapılmasını arzu ederse, o kimse hısımlarıyle ilgilenip hısımlık bağını ekleyip dursun!" buyurmuştur [16].

 

 

13- Bâb: Hısımlık Bağını Ekleyip Duran Kimseye Allah Da Fadlından İhsanını Ekler Durur

 

16-.......Bize Muâviye ibnu Ebî Muzerrid haber verip şöyle de­di: Ben amcam Saîd ibn Yesâr'dan işittim, o Ebû Hureyre(R)'den tah-dîs ediyordu ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:

  "Yüce Allah yaratacağı mahlûkların ne hâl üzere bulunacak­larını takdir edip de onlara âid kazayı tamamladığı zaman, rahim yâni hısımlık:

— (Yâ Rabb!) Burası akrabalık münâsebetlerini kesmekten Sa­na sığınanların makaamıdır, dedi.

Allah:

— Evet öyledir. Sen, seninle bağlılığını muhafaza edenlere be­nim iyiliği ekleyip durmama; senden ilgiyi kesenlerden benim de ih­sanı kesmeme razı olmaz mısın? buyurdu.

Hısımlık:

— Evet razı olurum, diye cevâb verdi. Yüce Allah:

— Bu hüküm sana mahsûstur, buyurdu."

Bundan sonra Rasûlullah (hısımlarla ilgiyi kesenlerin Allah'ın rahmetinden mahrum olacaklarını beyân sadedinde):

  "İsterseniz şu âyetleri okuyunuz" buyurdu: "Demek idareyi ve hâkimiyeti ele alırsanız hemen yeryüzünde fesâd çıkaracak, akra­balık münâsebetlerim bile parçalayıp keseceksiniz öyle mi? Onlar öyle kimselerdir ki, Allah kendilerini rahmetinden tardetmiş de duygula­rını almış ve gözlerini kör eylemiştir. Öyle olmasa Kur 'ân'/ tedebbür etmezler mi? Yoksa kalbler üzerinde üstüste kilitler mi var?" (Muhammed: 22-23) [17].

 

17-.......Bize Abdullah ibn Dînâr, Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Rahm (adı ki, karın ya­kınlığı, hısımlıktır) Rahman (\$>mm)dan alınmıştır. (Bu rahm yakınlı­ğı) sık ağaçların birbirine sarılmış kökleri gibidir. Allah Taâlâ buyurdu ki: Ey rahm karabeti! Her kim sana bağlı bulunur (hısımlık bağını ekler) durursa, ben de ona rahmetimi ekler dururum, kim de seninle münâsebetini keserse, ben de ona rahmetimi keserim!"

 

18-.......Bize Süleyman ibn Bilâl tahdîs edip şöyle dedi: Bana Muâviye ibnu Ebî Muzerrid, Yezîd ibn Rûmân'dan; o da Urve'den; o da Peygamber(S)'in zevcesi Âişe(R)'den haber verdi ki, Peygam­ber (S): "Rahm, sık ağaçların birbirine sarılmış kökleri gibidir. Kim onunla ilgili ekler durursa, ben de ona ihsanı ekler dururum; kim de onunla ilgiyi keserse, ben de ondan ihsanı keserim" buyurmuştur [18].

 

14- Bâb: (Mükellef Olan Şahıs) Hısımlığı, Hısımlık Islaklığı İle Islatır Durur (Yânî Hısımlığı Kurutup Kesmez)

 

19- Bize Amr ibn Abbâs tahdîs etti. Bize Muhammed ibn Ca'fer tahdîs etti. Bize Şu'be, İsmâîl ibn Ebî Hâlid'den; o da Kays ibn Ebî Hâzım'dan tahdîs etti ki, Amr ibnuJl-Âs (R) şöyle demiştir: Ben Pey-gamber(S)'den gizli değil, açık olarak şöyle buyururken işittim: "Ebû Fulân'ın ailesi... -Buhârî'nin şeyhi Amr ibn Abbâs: Muhammed ibn Ca'fer'in kitabında burada yazılmamış bir beyaz yer vardır, demiştir-benim velîlerim değillerdir. Benim velîm ancak Allah'tır ve sâlih mü'-minlerdir".

Anbesetu'bnu Abdilvâhid, Beyân ibn Bişr el-Ahmesî'den; o da Kays ibn Hâzım'dan şunu ziyâde etti: Amr ibnu'1-Âs: Ben Pey-gamber'den işittim: "Lâkin babamın hısımlarının hısımlık hakları var­dır ki, ben onun ıslaklığı ile bu hısımlığı ıslatır durumun, yânî hısımlık bağını ekler dururum" buyurdu.

Ebû Abdillah el-Buhârî dedi ki: Bu kelime "Bi-bilâhâ" şeklinde de vâki' oldu. Ve "Bilâlihâ" şekli daha iyi ve daha sahîhtir. Ve "Bilâ-hâ" kelimesi için bir vecih tanımıyorum [19].

 

15- Bâb: Sıla Yapıcılık Karşılık Vermekle Değildir [20]

 

20-.......Bize Sufyân (es-Sevrî), el-A'meş'ten; el-Hasen ibn Amr'dan; Fıtr ibn Halîfe'den; onlar da Mucâhid ibn Cebr'den; o da Ab­dullah ibn Amr'dan haber verdi. Sufyân: Bu hadîsi el-A'meş, Peygamber'e yükseltmedi; bunu el-Hasen ile Fıtr, Peygamber'e yük­selttiler. Peygamber(S) şöyle buyurmuştur: "Misliyle bil-mukaabele ihsan eden kişi hısımlara hakîkî sıla-i rahim etmiş değildir. Lâkin ha­kîkî sılacı, kendisinden akrabalık sıla ve ihsanı kesildiği hâlde, sıla ve ihsanda bulunan kimsedir" [21].

 

16- Müşriklik Hâlinde Hısımlarına İlgi Ulaştıran, Sonra İslâm'a Giren Kimse (Eski İyiliklerine Karşılık Sevâb Alır Mı?) Babı

 

21- Bize Ebû'l-Yemân tahdîs etti. Bize Şuayb haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, ona da Hakîm ibn Hızâm şöyle haber vermiştir: Hakim:

— Yâ Rasûlallah! Bana birtakım işlerin hükmünden haber verir misin? Ben Câhiliyet devrinde hısımlarla ilgilenme, köle âzâd etme, sadaka verme nev'inden birtakım ibâdetler işlerdim. Bu ibâdetlerde benim için ecir ve sevâb var mıdır? diye sordu.

Hakîm dedi ki: Rasûlullah (S):

  "Sen mazideki hayırlarının hasenelerini kazanarak müslümân oldun" buyurdu.

(el-Buhârî dedi ki:) Ve yine Ebû'l-Yemân'dan (iki noktalı te ile) "Etehannetu" şeklinde de söyleniyor. Ma'mer ibn Râşid, Salih ibn Keysân ve İbnu'l-Musâfir, üç noktalı harf ile "Etehannesu" şek­linde söylediler. İbnu İshâk (es-Sîretu'n-Nebeviyye'de): "et-Tehan-nus", "et-Teberrur" yânî "Tâat ve inkıyâd eylemek" ma'nâsınadır, demiştir. "Tehannus"un "Teberrür" ile tefsiri hususunda yukarıdaki üç isme Hişâm da babası Urve'den olmak üzere mutâbaat etmiştir [22].

 

17- Başkasının Kız Çocuğunu Kendi Bedeninin Bâzı Kısımlarıyle Oynamaya Bırakan Yâhud Şefkat İçin Onu Öpen Yâhud O Çocukla Şakalaşan Kimse Babı

 

22-.......Hâlid ibn Saîd'in kızı Ümmü Hâlid şöyle demiştir: Ben (çocukluğumda) babamla beraber üzerimde sarı renkli bir gömlek gi­yimli olarak Rasûlullah'ın huzuruna gelmiştim. Rasûlullah (S):

  "Seneh, seneh ( = Güzel, güzel)" buyurdu.

— Râvî Abdullah ibn Mübarek: "Seneh", Habeş dilinde "Hase-ne ( = Güzel şey)" ma'nâsmadır, dedi.-

Ümmü Hâlid devamla şöyle dedi: Bu sırada ben (Rasûlullah'ın iki küreği arasındaki keklik yumurtası büyüklüğünde bulunan) Pey­gamberlik Mührü (denilen et beni) ile oynamağa başladım, babam beni azarlayıp bundan men' etti de Rasûlullah babama:

  "Çocuğu kendi hâline bırak!" buyurdu. Sonra Rasûlullah bana da üç defa:

  "(Çocuğum çok yaşa da) gömleğini (sağlıkla giy) eskit, yırt (yenisini giy)! Sonra yine eskit, yırt! Sonra yine eskit, yırt!'' buyur­du.

Hadîsin râvîsi Abdullah ibnu'l-Mubârek: Ümmü Hâlid çok za-' mân yaşadı, demiş; Ümmü Hâlid'in yâhud gömleğin uzun zaman kal­dığını zikretmiştir[23].

 

18- (Babanın) Çocuğa Merhameti, Onu Öpmesi Ve Sarmaşması Babı

 

Sabit ibn Eşlem el-Bunânî, Enes'ten: Peygamber (S), oğlu İbrahim'i kucağına aldı, onu öptü ve kokladı, diye söylemiştir [24].

 

23-....... İbnu Ebî Nu'm şöyle demiştir: Ben İbn Umer'in ya­nında hazır bulunuyordum. Bir adam ona sivrisineğin kanının hük­münü sordu. İbn Umer ona:

  Sen hangi beldedensin? dedi.

Adam:

  Ben Irak ehlindenim, dedi. İbn Umer (hazır bulunanlara):

— Şu adama bakın! Bana sivrisineğin kanından soruyor! Hâl­buki bu Iraklılar vaktiyle Peygamber'in torununu öldürmüşlerdi. Ben Peygamber(S)'den işittim, O: "Bu iki torunum, benim dünyâdan öpüp kokladığım iki reyhânımdır" buyuruyordu, dedi.

 

24-.......Peygamber'in zevcesi Âişe (R) tahdîs edip şöyle dedi:

Bir kerre yanında kendisine âid iki kız çocuğu bulunan bir kadın ba­na geldi, benden birşey vermemi istiyordu. Fakat o sırada benim ya­nımda bir tek hurmadan başka birşey bulamadı. Ben o tek hurmayı kadına verdim. Kadın onu iki kızı arasında taksim etti. Sonra kalktı ve çıkıp gitti. Akabinde Peygamber içeri girdi, ben kendisine kadı­nın yaptığını söyledim. Peygamber (S): "Her kim bu kız çocukların­dan herhangi birşeye (bakıma, terbiyeye) velayet eder ve onlara iyilik edip güzel muamelede bulunursa, o kız çocukları kendisi için cehen­nem ateşinden koruyan bir perde olurlar" buyurdu [25].

 

25-.......Ebû Katâde (el-Hâris ibn Rıb'î el-Ensârî -R) şöyle de­miştir: Peygamber (S) bizim yanımıza çıktı, omuzu üzerinde damadı Ebû'I-Âs ibnu'r-Rabî' ibn Abdişşems ile kızı Zeyneb'den olma kız torunu Umâme vardı. Peygamber bu Ebû'l-Âs kızı Umâme'yi taşı­yarak namaz kıldırdı. Rukû'a vardığı zaman onu yere kor, rukû'dan başını kaldırdığı zaman onu yerden tekrar kaldırır idi [26]

 

26-.......Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) torunu el-

Hasen ibn Alî'yi öptü, o sırada yanında el-Akra' ibn Habis et-Temîmî oturmakta idi. el-Akra':

— Benim on tane çoeuğum vardır, onlardan hiçbirini öpmedim, dedi.

Rasûlullah ona doğru baktı, sonra da:

  "Merhamet etmeyen merhamet olunmaz" buyurdu.

 

27-.......Âişe (R) şöyle dedi: Peygamber'e bedevî bir Arab gel­di de:

— (Yâ Rasûlallah!) Sizler çocukları öper (sever) misiniz? Biz ço­cuklarımızı öpüp okşamayız, dedi.

Peygamber (S):

  "Allah senin gönlünden merhamet ve şefkati çekip çıkarmıştır. Ben senin için neye mâlik olabilirim (yânî ne yapabilirim) ?" di­ye cevâb verdi.

 

28-....... Bana Zeyd ibn Eşlem, babası Eslem'den; o da Umer ibnu'l-Hattâb(R)'dan şöyle tahdîs etti: Peygamber(S)'in huzuruna (Havâzin kabilesinden) birtakım esirler gelmişti. Bunların içinde em­zikli bir kadın vardı. (Çocuğunu kaybetmişti.) O kadın göğsüne biri­ken sütü sağıyor, çocuklara veriyor, emziriyordu. Bu kadın esirler arasında çocuğu(nu) bulunca hemen alıp onu sinesine bastı ve (derin bir şefkatle) çocuğunu emzirmeye başladı. Bu yüksek şefkat levha­sını görünce Peygamber bize:

  "Şu kadının kendi çocuğunu ateşe atacağını sanır mısınız?" dedi.

Biz de:

  Hayır, atmamağa muktedir oldukça atmaz! dedik. Peygamber (S):

  "İşte Yüce Allah kullarına bu kadının çocuğuna şefkatinden daha merhametlidir" buyurdu [27].

 

19-  Bâb: Allah, Rahmeti Yüz Parça Yaptı

 

29-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Allah Taâlâ rahmetini yüz parça yaptı da doksandokuz parçasını kendi yanında tuttu, bir parçasını yeryü­züne indirdi. îşte bu bir parça rahmet sebebiyle bütün mahlûklar bir­birine acırlar (sevişirler). Hattâ kısrak (yavrusunu emzirirken) dokunur korkusuyla bir ayağının tırnağını yukarı kaldırır" [28].

 

20- İnsanın, Beraberinde Yemek Yemesinden Korktuğu İçin Kendi Çocuğunu Öldürmesi Babı

 

30-.......Abdullah ibn Meş'ûd (R) şöyle demiştir: Ben:

— Yâ Rasûlallah! Hangi günâh en büyüktür? diye sordum. Rasûlullah:

  "Allah seni yarattığı hâlde, senin Allah için bir benzer uydurman-dır" buyurdu.

Sonra İbn Mes'ûd:

  Bundan sonra hangisi (büyüktür)? dedi. Rasûlullah:

  "Seninle beraber yemek yemesinden korkarak çocuğunu öldür-mendir" buyurdu.

İbn Mes'ûd:

  Bundan sonra hangisi (büyüktür)? dedi. Rasûlullah (S):

  "Komşunun kadını ile zina edişmendir" buyurdu.

Ve Yüce Allah, Peygamberinin sözünü tasdîk için şu âyeti indir­di: "Onlar ki, Allah 'm yanma başka bir tanrı daha (katıp) tapmaz­lar. Allah 'in haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlar(dan birini) yaparsa cezaya çarpar. Kıyamet gününde de azabı katmerleşir ve o azabın içinde hor ve hakîr ebedî bırakılır" (ei-

Furkaan:68-69) [29].

 

21- Çocuğun (Şefkat Ve Merhamet Olarak) Kucağa Konulması Babı

 

31-.......Hişâm şöyle demiştir: Bana babam ürve, Âişe(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) küçük bir çocuğu kucağına koyup onun damağını çiğnenmiş bir şeyle ovalarken, çocuk Peygamber'in üstüne işemiş, Peygamber su isteyip sidiğin üzerine suyu akıtmıştır [30].

 

22- İnsanın Küçük Bir Çocuğu Uyluğu Üstüne Koyması Babı

 

32-.......Bize el-Mu'temir İbnu Süleyman tahdîs etti. O, babası Süleyman ibn Tarhân et-Teymî'den tahdîs ediyordu. Süleyman şöy­le demiştir: Ben Ebû Temîme Tariften işittim, o Ebû Usmân en-Nehdî'den tahdîs ediyordu. Ebû Temîme'ye de Ebû Usmân en-Nehdî, Usâme ibn Zeyd(R)'den tahdîs ediyordu (ki o şöyle demiştir): Rasû­lullah (S) beni alır, dizi üzerine oturturdu, Hasen'i de öbür dizine otur­turdu. Sonra bizi göğsüne basar, sonra da:

— "Allah'ım, bu ikisine rahmet (ve saadet) ihsan eyle! Çünkü ben bunlara rahmet (hayır ve saadet) diliyorum!" derdi.

(el-Buhârî şöyle dedi:) Ve Alî ibnu'l-Medînî'den (o şöyle dedi): Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân tahdîs edip şöyle dedi: Bize Süleyman ibn Tarhân, Ebû Usmân'dan tahdîs etti. et-Teymî Süleyman ibn Tar­hân (geçen senedle) şöyle dedi: Bana bu hadîsi Ebû Temîme tahdîs ettiği zaman gönlüme bundan bir şübhe düştü: Acaba ben bunu Ebû Temîme'den; o da Ebû Usmân en-Nehdî'den mi, yâhud vasıtasız ola­rak doğrudan Ebû Usmân'dan mı işittim? Kendi kendime: Ben bu hadîsi şöyle şöyle, yânî pekçok tahdîs ettim, fakat ben bunu Ebû Us­mân'dan işitmedim, dedim. Bir de kitabıma baktım ve bu hadîsi ya­nımdaki kitâbda Ebû Usmân'dan işitmiş olduğum hadîsler içinde yazılmış olarak buldum. Böylece hatırlamasa da onun yazısına da­yanarak benden şübhe etti [31].

 

23- Bâb: Ahdi Ve Taahhüdü Güzel Koruyup Riâyet Etmek Îmândandır (Yânı Îmânın Kemâlindendir)

 

33-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ben hiçbir kadına karşı Hadîce'ye karşı kıskançlığım derecesinde kıskanç değildim. Hâlbuki ye-mîn olsun Hadîce, benim Peygamber'Ie evlenmemden üç sene önce vefat etmişti. Hadîce'yi kıskanmamın sebebi şunlardır: Ben Peygam-ber'den onu sık sık anarken işitirdim. Rabb'i Peygamber'e Hadîce'­yi cennette inciden yapılmış (gürültüsüz, yorgunluksuz) bir ev ile müjdelemesini emretmiştir. Bir de Rasûlullah koyun keserdi de son­ra onun etinden Hadîce'nin sâdık kadın dostlarına hediye ederdi [32].

 

24- Bir Yetîmin İşlerini Gören, Büyütüp Terbiye Eden Kimsenin Fazîleti Babı

 

34-.......Ebû Hazım tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Sehl ibn Sa'd(R)'dan işittim, Peygamber(S): "Ben, yetim işine bakan kimse ile beraber cennette şöyle bulunacağız" buyurmuş da şehâdet parmağı ve orta parmağı ile işaret edip göstermiştir [33].

 

25- Dul Kadınların Nafakalarını Kazanmağa Çalışan (Kimsenin Fazîleti) Babı

 

35-....... Bana Mâlik, Safvân ibn Suleym'den tahdîs etti ki, o hadîsi Peygamber'e yükseltiyordu. Peygamber (S): "Dul kadınların ve bir günlük yiyeceği olmayan fakirlerin nafakalarını kazanmaya ko­şan müslümân, Allah yolunda harb eden mücâhid gibidir, yâhud gün­düz oruç tutan ve gece nafile namazı kılan kimse gibidir" buyurmuş­tur.

 

36- Bize İsmâîl tahdîs edip şöyle dedi: Bana İmâm Mâlik, Sevr ibn Zeyd ed-Dîlî'den; o da İbnu Mutî'in âzâdlısı Ebû'l-Gays'ten; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber(S)'den geçen hadîsini benzeri­ni tahdîs etti [34].

 

26- Bir Günlük Yiyeceği Olmayan Fakirlerin Nafakalarını Kazanmaya Koşan(In Fazileti) Babı

 

37-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Dul kadınların ve bir günlük yiyeceği olmayan fakirlerin nafakalarını kazanmaya koşan kimse (sevâbda) Allah yolunda harb eden mücâhid gibidir."

- Buhârî'nin şeyhi Abdullah el-Ka'nebî: İmâm Mâlik'in şöyle de­diğini sanıyorum diye gelerek ibareyi şekk ile söylemiştir:- "O kim­se, hiç gevşemeden, zayıflamadan geceleyin teheccüd namazı kılan kimse gibidir ve hiç iftar etmeden nafile orucu tutan kimse gibidir" [35].

 

27- İnsanların Hayvanlara Merhamet Ve Şefkat Göstermelerinin Fazileti) Babı

 

38-.......Mâlik ibnu'I-Huveyris (R) şöyle demiştir: Bizler yaşça birbirine yakın gençler topluluğu olarak Peygamber(S)'e geldik ve O'-nun yanında yirmi gece kaldık. Peygamber bizim ailelerimizi özledi­ğimizi anladı da geride kimleri bıraktığımızı bize sordu, biz de kendi­sine haber verdik. Peygamber gayet ince yürekli, hassas ve çok mer­hametli idi. Bize:

— "Haydin (kendi ailelerinizin yanma) dönünüz, onlara (dîni) öğretiniz, söyleyecek şeyleri onlara söyleyip emrediniz. Beni nasıl na­maz kılar gördüyseniz, öylece namaz kılınız. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri size ezan okusun, en büyüğünüz de size imâm olsun" buyurdu [36].

 

39-.......Bana İmâm Mâlik, Ebû Bekr el-Mahzûmî'nin âzâdlısı olan Sumeyy'den; o da Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Bir adam bir yolda yürü­yüp giderken susuzluğu arttı. Orada bir kuyu buldu ve hemen o ku­yuya inip suyundan içti. Sonra çıktı. Adam orada bir köpekle karşılaştı ki, hayvan susuzluktan dilini çıkarıp soluyor, yaş toprağı yalıyordu. Bu yolcu (kendi kendine):

  Yemtn olsun bana ulaşan susuzluğun benzeri şiddetli bir su­suzluk bu hayvana da ulaşmış, dedi (hayvana acıdı).

Sonra kuyuya indî de ayakkabısının içine su doldurdu. Sonra ku­yudan çıkarmak için ayakkabısını ağzıyle tuttu, onu dışarı çıkarıp kö­peği suladı. Bundan dolayı Allah o kula mükâfat verdi ve onun günâhlarını mağfiret eyledi."

Sahâbîler:

— Yâ Rasûlallah! Hayvanları sulamakta bize ecir var mıdır? de­diler.

Rasûlullah:

  "(Evet, kendisinde hayât olan) her yaş ciğeri sulamakta ecir vardır" buyurdu [37].

 

40-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) kalkıp namaza durmuştu. Biz de O'nunla beraber namaza durmuştuk. (Câ­hil) Bedevî bir Arab namaz içinde iken:

— Allah'ım, bana ve Muhammed'e rahmetini ihsan et, bizden başka hiç kimseye rahmet etme! diye duâ etti.

Peygamber selâm verince o bedevî Arab'a hitaben:

  "Sen genişi (yânı Allah'ın geniş rahmetini) daralttın/" bu­yurdu.

Peygamber bu sözüyle "Benim rahmetim ise herşeyi kuşatmış­tır... " (ei-A'râf:i56) kavlinde zikredilen Allah'ın geniş rahmetini kasde-diyordu [38].

 

41-.......en-Nu'mân ibn Beşîr (R) şöyle diyordu: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Bütün mü'minleri birbirlerine merhamette, mahab-bette, lütuf ta ve yardımlaşma hususlarında sanki bir vücûd misâli gö­rürsün I O vücûdun bir organı hastalanınca, vücûdun diğer kısımları birbirlerini hasta organın elemine -uykusuzlukla harekete- ortak ol­maya çağırırlar."

 

42-.......  Bize Ebû Avâne, Katâde'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S): "İslâm camiasından bir müs-lümân bir ağaç diker de onun mahsûlünden bir insan, yâhud bir hayvan yerse, muhakkak o yenilen şey, ağacı diken kimse için bir sa­daka olur".

 

43-....... Zeyd ibn Vehb tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Cerîr ibn Abdillah el-Bece!î(R)'den işittim, Peygamber (S): "Merhamet et­meyen kimseye merhamet olunmaz" buyurmuştur [39].

 

28- Komşu Hakkında Vasiyyet Babı [40]

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Allah'a ibâdet edin, O'na hiçbirşeyi ortak tutmayın. Anaya, babaya, hısımlara, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ elinizin mâlik olduğu kimselere (hizmetçilerinize) iyilik edin. Allah, kendini beğenen ve dâima böbürlenen kimseyi sevmez9' (en-Nisâ: 36).

 

44-....... Yahya ibn Saîd şöyle demiştir: Bana Ebû Bekr ibnu Muhammed, Urve'den; o da Âişe(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S): "Cibril hiç durmadan komşu hakkına hürmet olunmasını bana vasiyyeî ederdi. (Bu vasiyyeti o kadar çok yapmıştı ki) hattâ ben ya­kında Cibril (Allah'ın emriyle) komşuyu komşuya mirasçı yapacak sandım" buyurmuştur [41].

 

45-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):

"Cibril bana komşu hakkına hürmet etmeyi o kadar devamlı tavsiye etti ki, nihayet ben onun yakında (Allah'ın emriyle) komşuyu kom­şuya mirasçı yapacağını zannettim" buyurdu.

 

29- Komşusu Zulümlerinden Emîn Olmayan Kimsenin Günâhı Babı

 

Yûbıkhunne", MYuhIikhunne( = Onları helak eder)"; "Mevbıkan", "Mehliken ( = Helak yeri)" ma'nâsınadır [42].

 

46- Bize Âsim ibn Alî tahdîs etti. Bize İbnu Ebî Zi'b, Saîd'den; o da Ebû Şurayh'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) arka arkaya üç kerre:

  "Vallahi îmân etmiş olmaz, vallahi îmân etmiş olmaz, valla­hi îmân etmiş olmaz!" buyurdu.

(Mecliste hazır bulunanlar tarafından:)

— Yâ Rasûlallah! Bu îmân etmiş olmayan kimdir? diye sorul­du.

Rasûlullah:

  "Komşusu zulümlerinden, şerrlerinden emîn olmayan kimse­dir" diye cevâb verdi [43].

Bu hadîsi İbn Ebî Zi'b'den rivayet etmekte Şebâbe ibnu Sevâr ile Esed İbnu Mûsâ, Âsim ibnu Alî'ye mutâbaat etmişlerdir.

Humeyd ibnu'l-Esved, Usmân ibnu Umer, Ebû Bekr ibnu Ay­yaş, Şuayb ibnu İshâk dörtlüsü de İbn Ebî Zi'b'den; o da el-Makburî'-den; o da Ebû Hureyre'den senediyle söylediler [44].

 

30- Bâb:                       

 

"Hiçbir komşu kadın, sakın komşusunun hediyesini hor görmesin".

 

47-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Ey müslümân kadınlar! Komşu bir kadın, kadın komşusunun hediyesi­ni, hediye bir koyun ayağı olsa bile sakın küçük görmesin!" buyu­rurdu [45].

 

51- Bab:

 

"Allah'a ve son güne îmân etmekte olan kimse komşusuna eza etmesin".

 

48-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Allah'a ve son güne îmân etmekte olan kimse komşusu­na eza etmesin. Yine Allah 'a ve son güne îmân etmekte olan kimse konuklarına ikram etsin. Yine Allah 'a ve son güne îmân etmekte olan her kişi hayır söylesin yâhud sussun."

 

49-....... Bize el-Leys tahdîs edip şöyle dedi: Bana Saîd el-Makburî tahdîs etti. Ebû Şurayh el-Adevî şöyle demiştir: Peygamber bu hadîsi tekellüm ederken sesini iki kulağım işitti, yüzünü de iki gö­züm gördü. Peygamber (S):

  "Allah'a ve son güne îmân etmekte olan, komşusuna ikram etsin; Allah'a ve son güne îmân etmekte olan kimse, konuğuna cai­zesini ikram etsin" buyurdu.

— Yâ Rasûlallah, konuğun caizesi (gelip geçicisi) nedir? dedi.

  "Onun caizesi bir gün ve bir gecedir. Ziyafet, yânı konukluk ise üç gündür. Üç günden sonraki ikram ise ona sadakadır. Her kim Allah'a ve son güne îmân etmekte ise ya hayır söylesin yâhud sus­sun!" buyurdu. [46].

 

32- Komşuluk Hakki, Kapıların Yakınlığı Ölçüsündedir (Yânî Yakınlığa Göre Derecelenir) Babı

 

50-....... Âişe (R) şöyle demiştir: Ben:

— Yâ Rasûlallah! Benim iki komşum var. (Hediye vermek iste­diğimde) hediyemi bunlardan hangisine önce vereyim? diye sordum.

Rasûlullah (S):

  "Kapısı sana en yakın olan komşuna ver!" buyurdu [47].

 

33- Bâb:

 

"Her ma'rûf (yânî her iyilik) sadakadır".

 

51-.......Bize Ebû Gassântahdîs edip şöyle dedi: BanaMuhammed ibnu'l-Munkedir, Câbir ibn Abdillah(R)'tan tahdîs etti ki, Pey­gamber (S): "Her ma'rûf sadakadır" buyurmuştur [48].

 

52-.......Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):

— "Her müslümân üzerine sadaka vermek vâcibdir" buyurdu. Sahâbîler:.

  Sadaka verecek birşey bulamazsa (ne yapar)? dediler. Peygamber:

  "Elleriyle çalışır, elinin emeğiyle kazandığım hem kendisine harcar, hem de sadaka verir" buyurdu.

Sahâbîler:

  Çalışmaya gücü yetmez yâhud yapmazsa? dediler.

  "İhtiyâç sahibi olan bunalmışa (mazluma) yardım ve himaye eder" buyurdu.

— Böyle bir yardımı da yapamazsa? dediler. Peygamber:

  "Hayır ile yâhud ma'rûf ile emreder" buyurdu.

  Bunu da yapamazsa? deyince:

  "Kendini şerrden tutar. Çünkü bu da onun için bir sadakadır" buyurdu [49].

 

34- Kelâmı Güzel, Tatlı Ve Hoş Söylemek Babı [50]

 

Ebû Hureyre, Peygamber(S)'den "Güzel ve hoş söz, sadakadır" buyurduğunu nakletmiştir [51].

 

53-.......Adiyy ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ateşi zikretti de ondan Allah'a sığındı ve yüzünü ondan çevirdi. Sonra yi­ne ateşi yânî cehennemi zikretti, ondan sığındı ve yüzünü döndürüp çevirdi. -Râvî Şu'be: İki kerre böyle yaptığında şübhe etmiyorum, am­ma üçüncüsünde şübhe ediyorum, demiştir.- Bundan sonra Rasûlul-ah:

— "Sizler tek hurmanın yansı ile, bunu da bulamayan güzel bir sözle de olsa ateşten korununuz!" buyurdu [52].

 

35- Her İşte Ve Herşeyde Yumuşaklık Ve Kolaylık (Göstermenin Fazileti) Babı

 

54-....... Peygamberdin zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'ın huzuruna beş on kişilik bir Yahûdî hey'eti girdi. - Huzura girince selâm vermiş olmak için-: "Ölüm üzerinize" demek olan "es-Sâmu aleykum" dediler.

Âişe dedi ki: Ben bu sözü anladım da:

— Sânı ve Allah'ın la'neti sizin üzerinize olsun! diye karşıladım. Âişe dedi ki: Bunun üzerine Rasûlullah (S):

  "Yâ Âişe ağır ol! Çünkü Allah her hususta rıfk ile, yumu­şaklık ile muamele etmeyi sever" buyurdu.

Ben:

  Yâ Rasülallah! Dediklerini işitmediniz mi? dedim. Rasûlullah:

  "Ben de: Ve aleykum (= Sizin üzerinize de)/ dedim " buyur-

 

55-.......Bize Hammâd ibn Zeyd, Sabit ibn Eşlem el-Bunânî'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle tahdîs etti: Bir bedevî, mescidin içinde ' işedi. Sahâbîler onu dövmek ve ezâ etmek için kalkıştılar. Rasûlul­lah onlara:

— "Onun sidiğini kestirmeyin!" buyurdu.

Sonra bir kova su istedi de, onun sidiği üzerine döküldü [53].

 

36- Mü'minlerin Birbirlerine Yardım Etmeleri Babı

 

56-.......Ebû Burde Bureyd ibnu Ebî Burde şöyle demiştir: Bana dedem Ebû Burde, babası Ebû Mûsâ el-Eş'arî(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) bir hutbesinde:

  "Mü'minin mü'mine bağlılığı, taşları birbirine kenetleyen du­var gibidir" buyurmuş, sonra iki elinin parmaklarım birbirine geçir­miştir.

(Râvî Ebû Mûsâ dedi ki:) Peygamber (S) mescidde otururdu, bu sırada kendisine bir kimse gelip birşey ister yâhud bir hacet dileğinde bulunan olursa yüzünü bizlerden yana döndürür ve:

  "(Bu işin olması için) bana delâlet ediniz, sizlere bunun ücre­ti, sevabı verilir. Bununla beraber Allah, Peygamberi'nin şefaati ve niyazı üzerine dilediği şeyi muhakkak yerine getirir" buyurdu [54].

 

37- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Kim güzel bir şefaatle şefaatte bulunursa, ondan kendisine bir pay vardır. Kim de kötü bir şefaatle şefaatte bulunursa ondan da kendisine bir günâh payı vardır. Allah her şeye hakkıyle muktedir ve koruyucudur" (en-Nisâ: 85)

"Kiflun", "Nasibim" demektir. Ebû Mûsâ: "Kifleyn" (el-Hadîd: 28), Habeşçe'de "Ecreyn", yânî "İki kat ecir" ma'nâsmadır, demiştir [55].

 

57-....... Bize Ebû Usâme, Bureyd'den; o da Ebû Burde'den; o da Ebû Musa'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) kendisine birşey isteyip sorucu yâhud bir hacet sahibi geldiğinde:

— "Siz de (bu işin olması için bana) delâlet ediniz ki, sizler de ecre nail kılmasınız. Gerçi Allah, Rasûlü 'nün diliyle, yânîO'nun şe­faat ve niyazı üzerine ne dilerse onu infaz edecektir" buyurdu [56].

 

38- Bâb: Peygamber (S) Taşkınlık Yapacak Tabîatte Değildi, Taşkınlık Yapıcı Da Olmamıştır

 

58-...... Buradaki iki senedde Mesrûk şöyle demiştir: Abdul­lah ibn Amr ibni'1-Âs (41 yılında) Muâviye ibn Ebî Sufyân'ın bera­berinde Kûfe'ye geldiği zaman bizler Abdullah ibn Amr'ın yanına girdik. O, Rasûlullah(S)'ı zikretti de:

— Rasûlullah (sözünde, fiil ve hareketlerinde) taşkınlık yapacak seciyede değildi ve hiçbir zaman taşkınlık yapıcı da olmamıştır, dedi.

Yine Abdullah ibn Amr:

  Rasûlullah "Muhakkak sizin en güzel huylunuz, en hayırlı olanınızdır" buyurmuştur, dedi [57].

 

59-.......Bize Abdulvahhâb, Eyyûb'dan; o da Abdullah ibn Ebî Muleyke'den; o da Âişe(R)'den şöyle haber verdi: Bir Yahûdî toplu­luğu Peygamber(S)'e geldiler de (selâm yerine "Ölüm üzerinize" de­mek olan) "es-Sâmu aleykum" ta'bîrini söylediler. Âişe de:

— O sizin üzerinize olsun, Allah sizlere la'net etsin, Allah sizle­re gadab etsin! dedi.

Rasûlullah:

  "Yâ Âişe yavaş ol, incelik ve yumuşaklıkla muamele etmen lâzımdır; seni katılık ve aşırılıktan sakındırırım" buyurdu.

Âişe:

  (Yâ Rasûlallah!) Onların dediklerini işitmediniz mi? dedi. Rasûlullah:

  "Sen de benim onlara ("Sizin üzerinize de" şeklinde) söyle­diğimi işitmedin mi? Ben de onu onlara aynen reddettim. Benim on­lar hakkındaki duam kabul olunur, fakat onların benim hakkımdaki dilekleri kabul olunmaz" buyurdu [58]

 

60-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) sövücü, aşırı söz ve harekette bulunucu ve la'net edici değildi. O biz­den birine danldığında sâdece "Ona ne oldu? Alnı toprak olası!" der idi [59].

 

61-.......Bize Ravh ibnu'l-Kaasım, Muhammed ibnu'l-Munkedir'den; o da Urve'den; o da Âişe(R)'den şöyle tahdîs etti: Bir adam Peygamber'in huzuruna gelmek için izin istedi. Peygamber onu uzak­tan görünce:

  "O, aşiretin ne kötü kardeşidir -yâhud: Aşiretin ne kötü oğlu­dur-" buyurdu.

Adam içeri girip oturunca ona güleryüz gösterdi ve ona genişle­yip açıldı (yânı ona yumuşak sözler söyledi). Adam gidince Âişe:

— Yâ Rasûlallah! Adamı gördüğün zaman onun için şöyle şöy­le sözler söyledin, sonra da onun yüzüne karşı güleç oldun ve ona açılıp yayıldın? dedi.

Rasûlullah (S):

  "YâÂişe! Sen beni ne zaman aşırı hareket edici buldun? Kı­yamet günü Allah katında mevki'ce insanların şerrlisi, (dünyâda) kö­tülüğünden korunmak için insanların terkettiği -yâhud: Karşılaşmak ve konuşmaktan kaçındığı- kimsedir" buyurdu [60].

 

39- Ahlâk Güzelliği Ve Cömertliğin (Sevilmesi), Cimriliğin İse Sevilmemesi Babı

 

Ve İbn Abbâs:

Peygamber (S) insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da ramazânda idi..., demiştir [61].

Ebû Zerr, Mekke'de Peygamber'in ortaya çıktığı haberi kendisine ulaştığı zaman kardeşi Uneys'e hitaben:

Şu bineğine bin de Mekke vadisine git ve o adamın sözlerinden işit! dedi. Kardeşi gitti ve döndüğünde:

Ben O adamı ahlâk güzelliklerini emrederken gördüm, dedi [62].

 

62-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) in­sanların en güzeli idî, insanların en cömerdi idi, insanların en cesuru idi. Bir gece Medîne ahâlîsi düşman baskınından korkmuştu da in­sanlar sesin geldiği tarafa doğru gitmişlerdi. Peygamber (Ebû Talha'nm çıplak atma binmiş), sesin geldiği yöne doğru sürerek Medîneli-ler'i geride bırakıp geçmişti. Sonra O, Ebû Talha'nın eyersiz çıplak beygiri üzerinde,boynunda bir kılıç olduğu hâlde döndü de insanla­ra: "Korkmayın, korkmayın!" diyordu. Bu arada:

— "Yemîn olsun, ben bu beygiri bir deniz (gibi çabuk akar) bul­dum -yâhud: Muhakkak ki bu beygir bir deryadır-" buyurdu [63].

 

63-.......İbnu'l-Munkedir şöyle demiştir: Ben Câbir(R)'den işit­tim: Peygamber(S)'den birşey istenildiğinde, O'nun "Hayır!" dedi­ği asla vâki' değildir, diyordu.

 

64-.......Mesrûk şöyle demiştir: Bizler Abdullah ibn Amr'in be­raberinde oturuyor, o da bize hadîs tahdîs ediyordu. Bu sırada: Ra-sûlullah (S) aşırılık yapıcı seciyededeğildi, aşırılık yapıcı da olmamıştır. Muhakkak olan şu ki, O "Sizin en hayırlı olanlarınız, ahlâkı en gü­zel olanlannızdır" buyurur dururdu.

 

65-.......SehlibnSa'd(R) şöyle demiştir: Bir gün bir kadın (elin­de kenarlı dokunmuş) bir bürde ile Peygamber'e geldi. Sehl oradaki topluluğa:

  Bürde nedir bilir misiniz? diye sordu. Onlar:

  Semledir (yânı bürünülen bir kisvedir), dediler. Sehl:

  Evet, semle, saçakları olan dokunmuş bir ihramdır, dedi. O kadın:

  Yâ Rasûlallah! Bu bürdeyi Sana giydireceğim, dedi. Peygamber (S) bürdeyi aldı, kendisinin hakîkaten buna ihtiyâcı

vardı, onu hemen giydi. Sahâbîlerden bir adam onu Peygamber'in üstünde gördü de:

  Yâ Rasûlallah, bu bürde ne kadar da güzelmiş, bunu bana giydir! dedi.

Peygamber:

  "Evet" diyerek kalkıp soyunmağa gittiği zaman, sahâbîlerî o adamı ayıpladılar da:

— Sen bunu istemekle iyi etmedin, Peygamber'in o bürdeye ih­tiyâcı olarak alıp giydiğini gördüğün hâlde, sonra onu kendisinden istedin. Hâlbuki sen Peygamber'in kendisinden istenen hiçbir,şeyi red-, detmez olduğunu bilip duruyordun! dediler.

Oda:

— Ben Peygamber'in o bürdeyi giydiğini gördüğüm zaman onun bereket kazandığını ümîd ettim, belki ben bunun içinde kefenlenirim, dedi [64].

 

66-....... Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):

  "Zaman yakınlaşır, amel eksilir, insanlara aşırı cimrilik ve hırs atılır, here çok olur" buyurdu.

Sahâbîler:

  Here nedir? diye sordular. Rasûlullah:

  "Öldürmek, öldürmek!" buyurdu.

 

67-.......Enes ibn Mâlik (R): Ben Peygamberce on sene hiz­met ettim. Bana (bir kerre bile canı sıkılıp da) "Öff" demedi, "Ni­çin böyle yaptın?" da demedi, "Keski böyle yapsaydın!" da demedi, demiştir [65].

 

40- Bâb: Erkeğin Kendi Ailesi İçindeki Hâli Nasıl Olur?

 

68-....... el-Esved ibn Yezîd şöyle dedi: Ben Âişe(R)'ye:

  Peygamber (S) ailesi içinde ne iş yapardı? diye sordum. Âişe:

— Peygamber kendi ailesinin hizmetinde bulunurdu, namaz vakti gelince kalkar namaza giderdi, dedi [66].

 

41- Sabit Kalacak Sevgi Yüce Allah Tarafındandır Babı

 

69-.......İbn Cureyc şöyle demiştir: Bana Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöy­le buyurmuştur: "Allah bir kulu sevdiği zaman Cibril'e:

— Allah fulân kulu sever, sen de onu sev! diye nida eder.

Cibril de o kulu sever. Sonra Cibril gök halkı içinde:

— Allah fulânı seviyor, onu sizler de sevin! diye nida eder.

Bunun üzerine o kulu gök ehli de sever. Sonra yerdeki insanla­rın gönlüne o kimse hakkında bir kabul ve sevgi konulur" [67].

 

42- Allah'ın Zâtı Hakkında (Hiçbir Steriş Ve Hevâ Karışmayan) Sevgi Babı

 

-Yânî sırf Allah için sevmek bâbı-

 

70-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Hiç­bir kul bir kişiyi ancak Allah için sevinceye, Allah kendisini küfür­den' kurtardıktan sonra tekrar küfre ve şirke dönmektense ateşe atılması kendisine daha sevgili oluncaya ve Allah ile Rasûlü kendisine başkalarından daha sevgili oluncaya kadar îmânın tadını bulamaz buyurdu [68].

 

43- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Ey îmân edenler, bir kavim diğer bir kavim ile alay etmesin. Olur ki (alay edilenler Allah indinde) kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları eğlenceye almasın.

Olur ki, eğlenceye alınanlar kendilerinden daha hayırlıdır.

Kendi kendinizi de ayıplamayın. Birbirinizi kötü lakablarla çağırmayın, imândan sonra fâsıklık ne kötü addır! Kim tevbe etmezse onlar zâlimlerin tâ kendileridirler'' (el-Hucurât: 11).

 

71-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne, Hişâm'dan; o da babası Urve'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Zem'a şöyle demiştir: Peygamber (S) kişinin, insanlardan dışarı çıkan herhangi küçük bir ayıptan do­layı gülmesini nehyetti. Ve:

— "Sizin biriniz kadınım erkek deveyi döver gibi niçin döver, sonra da belki o kişi kadınıyle boyun boyuna sarmaşacaktır!" bu­yurdu.

Sufyân es-Sevrî, Vuheyb ve Ebû Muâviye, Hişâm'dan "Köle döver gibi" şeklinde söylemişlerdir.

 

72-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle dedi: Peygamber (S) Minâ'da hutbe yapıp:

  "Bugün hangi gündür biliyor musunuz?" diye sordu. Sahâbîler:

  Allah ve Rasûlü en bilendir! dediler. Peygamber:

  "Şübhesiz bu haram bir gündür (Allah'ın kıtali haram kıldı­ğı bir gündür)/ Bu belde hangi beldedir biliyor musunuz?" buyurdu.

Sahâbîler:

  Allah ve Rasûlü en bilendir! dediler. Rasûlullah:

  "Bu haram kılınmış olan beldedir. Bu hangi aydır biliyor mu­sunuz?" dedi.

Sahâbîler:

— Allah ve Rasûlü en bilendir! dediler. Rasûlullah:

— "Bu, haram kılınan aydır" buyurdu da şöyle devam etti: "Şüb­hesiz Allah, bu ayınızda, bu beldenizde, bugününüzün harâmlığı gi­bi kanlarınızı, mallarınızı ve ırzlarınızı birbirlerinize karşı haram kılmıştır!" buyurdu [69].

 

44- Birbiriyle Sövüşmenin Ve La'net Etmenin Nehyedilmesi Babı

 

73-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlullah (S): "Müslümâna sövmek fâşıklık, onunla kıtal etmek küfür­dür" buyurdu.

Bu hadîsi Şu'be'den rivayette Ğunder, Süleyman ibn Harb'e mu-tâbaat etmiştir [70].

 

74-.......Ebû Zerr (R) Peygamber (S)'den şöyle buyururken işitmiştir: "Hiçbir kimse başka bir kimseye fâsıklık sıfatı atamaz (at­mağa hakkı yoktur). Yine böyle diğer bir kimseye küfür sıfatı da atamaz. Şayet atar da attığı kimse atılan fâsıklık veya kâfirliğin sahi­bi değilse, bu sıfatlar muhakkak atan kimseye döner" [71].

 

75-.......Enes ibn Mâlik (R): Rasûlullah (S) aşırılık yapıcı, la'net edici, sövücü bir kimse değildi; O darılma sırasında "Ona ne ol­du? Alnı toprak olasıca!" buyururdu, demiştir [72].

 

76-.......Bize Alî ibnu'l-Mubârek, Yahya ibn Kesîr'den; o da Ebû Kılâbe'den tahdîs etti ki, ona da ağaç altında bey'at eden sahâbîler-den oian Sabit ibnu'd-Dahhâk şöyle tahdîs etmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Her kim İslâm 'dan başka bir millet üzerine and içerse, o andığı millet gibidir, Âdem oğluna mâlik olmadığı malı adaması da doğru değildir. Her kim dünyâda bir şeyle kendini öldürürse, kı­yamet gününde intihar ettiği o şeyle azâb olunur. Her kim de bir mü'mine la'net ederse, bu da onu öldürmek gibi(günâh)dir. Her kim de bir mü'mine küfür isnâd ederse, bu da onu öldürmek gibi(günah)dır [73]

 

77-.......Adiyy ibn Sabit tahdîs edip şöyle dedi: Ben Peygam­ber'in sahâbîlerinden bir adam olan Süleyman ibn Surad(R)'dan işit­tim, şöyle dedi: Peygamber'in yanında iki kişi birbirine sövdü. Bunlardan biri öfkelendi ve öfkesi o kadar şiddetlendi ki, yüzü şişti ve rengi değişti. Bunun üzerine Peygamber (S):

  "Ben bir kelime bilmekteyim ki, eğer şu adam o kelimeyi söy­lerse, kendisinde bulunan öfke hâli muhakkak gider (o kelime Eûzu biflâ-himine 'ş-şeytâni'r-racîm Mir)" buyurdu.

Orada bulunanlardan biri Peygamber'in bu sözünü o öfkeli ki­şiye gidip haber verdi de:

  Şeytândan Allah'a sığın! dedi. O kişi de:

  Bende şiddetli bir hastalık mı var? Ben deli miyim sanıyor­sun? Haydi' kendi işine git! Dedi [74].

 

78-....... Ubâdetu'bnu's-Sâmit (R) iahdîs edip şöyle demiştir:

Rasûlullah (S) kadir gecesini insanlara haber vermek için dışarı çık­mıştı. Bu sırada müslümânlardan iki kişi kavga ettiler. Peygamber: — "Ben sizlere kadir gecesini haber vermek üzere çıkmıştım. Fu­lün ile fulan kavga ettiler de (ona dâir olan bilgi) benden kaldırıldı. İhtimâl ki, sizin için hakkınızda bu daha hayırlıdır. Artık siz kadir gecesini (ramazânın yirmiden sonraki) dokuzuncu yâhud yedinci yâ-hud beşinci geceler içinde arayın" buyurdu [75].

 

79-....... Bize el-A'meş, el'Ma'rûr'dan; o da Ebû Zerr(R)'den tahdîs etti. el-Ma'rûr ibn Suveyd şöyle dedi: Ben Ebû Zerr'in üstün­de bir örtü, hizmetçisinin üzerinde de bir tek örtü gördüm de, ona:

— Keski şu örtüyü de sen giysen, böylece senin tam bir takım elbisen olsa, hizmetçine de başka bir elbise versen! dedim.

Ebû Zerr şöyle dedi: Benimle bir adam arasında bir söz olmuştu. Onun anası gayr-ı Arab olan yabancı bir kadındı. Ben kavga sı­rasında onun anasını kötüledim. O kimse beni Peygamber'e zikredip şikâyet etti. Peygamber (S) bana:

  "Sen fulân kimseyle sövüştün mü?" dedi. Ben:

— Evet, dedim.

  "Onun anasını kötüledin mi?" buyurdu.

  Evet, kötüledim, dedim.

  "Muhakkak ki, sen içinde henüz Câhiliyet ahlâkı kalmış bir kimsesin!" buyurdu.

Ben:

— (Yâ Rasûlallah!) Bu saatim zamanında, bu büyük yaşımda, bende hâlâ cahillik mi var? dedim.

Rasulullah:

  "Evet. O kardeşlerinizi Allah sizin elleriniz, kudretiniz altına koymuştur. Her kimin eli altına Allah kardeşini koymuşsa, artık ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Ona gücü yetmeyecek zah­metli iş yüklemesin. Şayet gücü yetmeyecek bir iş yüklerse kendi o işte hizmetçisine yardım etsin" buyurdu [76].

 

45- İnsanların "Uzun" Ve "Kısa" Sözleri Gibi, Zikretmekte Oldukları Vasıflardan Caiz Olacak Şeyler -Çünkü Peygamrer (S) De "Zu'1-Yedeyn Ne Diyor?" Buyurmuştur- Ve İnsanı (Ahmak Ve Topal Gibi) Lekeleme Ve Kusur Meydana Getirme Kasdedîlmeyen Sözlerin Cevazı Babı [77]

 

80-.......Bize Muhammed ibn Şîrîn tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bize.öğle namazını iki rek'at kıl­dırdıktan sonra selâm verdi. Bunda sonra mescidin önünde uzatıl­mış bir ağaç parçasına doğru kalktı 've elini onun üzerine koydu. O gün cemâatin içinde Ebû Bekr ve Umer de vardı. Bunlar Peygam­ber'e birşey söylemekten çekindiler. Acele çıkmak isteyen insanlar dı­şarı çıktılar ve (kendi kendilerine):

  Namaz kısaldı, dediler.

Yine o cemâatin içinde Peygamber'in "Zu'1-yedeyn = Uzun kollu" ismiyle çağırır olduğu bir zât vardı. İşte bu zât:

— Ey Allah'ın Peygamberi! Unuttun mu, yoksa namaz mı kısal­dı? diye sordu.

Peygamber:

  "Ne unuttum, ne de kısaldı" buyurdu. Zu'1-yedeyn:

  Evet (iki rek'ati) unuttun yâ Rasûlallah! dedi. (Tasdik ettirdikten sonra) Rasulullah:

  "Zu'1-yedeyn doğru söyledi" dedi de, kalkıp namazdan ek­sik bıraktığı iki rek'ati kıldırdı. Sonra selâm verdi. Sonra tekbîr alıp secdeye vardı. Her vakitki sücûdu kadar yâhud daha uzun müddet secdede kaldı. Sonra başını kaldırıp tekbîr aldı. Sonra tekbîr alıp başını yere koydu. Secdesi gibi yâhud daha uzun bir secde daha yaptı. Sonra başını kaldırıp tekbîr aldı. (Sonra selâm verdi.) [78].

 

46- Gıybet Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Sizden herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? îşte bundan tiksindiniz*

Allah'tan korkun. Çünkü Allah tevbeleri kabul edendir, çok merhametlidir" (el-Hucurât: 12) [79].

 

81-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: kasûlullah (S) iki kabir üzerine uğradı da:

  "Bunlar azâb olunmaktadırlar. Hem de azâb olunmaları bü­yük bir şey için değildir. Şu kabrin sahibine gelince, o, sidiğim ya­parken insanlardan perdelenmezdi.  Şunun sahibi ise koğuculuk ederdi" buyurdu.

Sonra yaş bir hurma çubuğu istedi, onu iki parçaya ayırdı, biri­ni şu kabrin üstüne, birini de şu kabrin üstüne dikti. Sonra:

  "Bunlar kurumayıp taze kaldıkça, onlardan azâblannın ha­fifletilmesi ümid edilir" buyurdu [80].

 

47- Peygamber(S)'İn "Ensâr Yurtlarının Hayırlısı..." Kavli Babı

 

82-....... Ebû Useyd es-Sâidî (R): Peygamber (S):

— "Ensâr obalarının hayırlısı Neccâr oğulları'dır" buyurdu, de­miştir [81].

 

48- Fesâd Ve Töhmetler Ehlinin Kötülüğünü Belirtmenin Caiz Olacağı Babı

 

83-....... Âişe (R) haber verip şöyle dedi: Bir kimse RasûlulIah(S)'ın huzuruna gelmek için izin istedi. Rasûlullah:

  "Ona izin veriniz; o, aşiretin ne kötü kardeşidir- yâhud: O, aşiretin ne kötü oğludur-!" buyurdu.

O kimse Rasülullah'ın yanma girince, Rasûlullah ona karşı yu­muşak sözler söyledi. Ben:

— Yâ Rasûlallah! Biraz önce Sen onun için söylediğin o sözleri söyledin. Sonra da ona yumuşak kelâm ettin? diyerek bunun sebebi­ni sordum.

Rasûlullah:

  "Ey Âişe! İnsanların en şerrlisi, çirkin hareketlerinden ko­runmak için insanların kendisini terkettikleri -yâhud: karşılaşmak is­temeyip yalnız bıraktıkları- kimsedir" buyurdu [82].

 

49- Bâb: Gıybet Etmek Büyük Günâhlardandır

 

84-........ İbn Abbâs (R) şöyle dedi: Peygamber (S) Medine'nin hurma bahçelerinin birinden çıktı da kabirlerinde azâb olunan iki in­sanın sesini işitti. Ve:

  "Bunlar azâb olunuyorlar, bunların azâb olunmaları, üzer­lerine (büyük ve meşakkatli olacak) birşey için de değildir. Şu mu­hakkak ki, onların günâhları (Allah katında) elbette büyüktür: Biri hacetini yerine getirirken sidikten sakınmaz, yâhud insanların gözle­rinden avretini perdelemezdi, diğeri de insanlar arasında söz taşıyıp koğuculuk ederdi" buyurdu.

Ondan sonra yapraklan soyulmuş taze bir hurma dalı istedi, dalı iki parça etti yâhud ikiye böldü, şunun kabrine bir parça, şunun kab­rine de bir parça koydu ve:

  "Bu çubuklar kurumayıp yaş kaldıkları müddetçe, bunlar­dan azabın hafifletilmesi ümîd edilir" buyurdu [83].

 

50- Söz Taşımaktan Mekruh Olacak Kısım Ve Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı [84]:

 

"Dâima ayıplayan, lâf getirip götürmeye koşan..." (en- Nûn: 11);

"Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi ve ayıplamayı âdet edinen her kişinin vay hâline!" (el-Humeze: 1).

Buhârî: "Yehmizu"ve "Yelmizu", "Yaîbu" (yânî "ayıplıyor") manasınadır, dedi [85].

 

85-.......Bize Sufyân es-Sevrî, Mansûr'dan; o da İbrâhîm en-Nahaî'den tahdîs etti ki, Hemmâm ibnu'l-Hâris şöyle demiştir: Biz­ler Huzeyfe ibnu'I-Yemân'm beraberinde oturuyorduk. Huzeyfe'ye:

— Bir adam bu hadîsi Usmân ibn Affân'a yükseltiyor, denildi. Huzeyfe o sözü söyleyene hitaben:

— Ben Peygamber (S)'den "Koğuculuk edenfesâdçı kimse cen­nete girmez" buyururken işittim, dedi [86].

51- Yüce Allah'ın: "(Murdardan, Putlardan Kaçının;) Yalan Sözden Çekinin!3' (Ei-Hacc: 30) Kavli Babı

 

86- Bize Ahmed ibn Yûnus tahdîs etti. Bize İbnu Ebî Zi'b, el-Makburî'den; (yânî Saîd ibn Ebî Saîd Keysân'dan); o da babasından; o da Ebû Hureyre(R)Jden tahdîs etti ki, Peygamber (S):

— "Kim yalan söylemeyi, yalanla amel etmeyi ve cahilliği bı­rakmazsa, onun yemesini, içmesini bırakmasına Allah'ın hiçbir ihiyâ-cı yoktur" buyurmuştur.

Râvî Ahmed ibn Yûnus: Bu hadîsi bana İbnu Ebî Zi'b tahdîs ettiği zaman, ben onun lafzından bunun isnadını kesin bilemedim de mecliste benim beraberimde bulunan bir adam bana bu hadîsin isna­dım söyleyip anlattı, dedi [87].

 

52- İkiyüzlü Kimse Hakkında Denilen Söz Babı

 

87-.......Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Peygamber (S): "Sen kı­yamet günü Allah katında insanların en şerrlisinden bir nev'ini, (iki sınıf halk arasında) şunlara bir yüzle, bunlara bir yüzle gelmekte olan iki yüzlü (münafık kimse) bulursun" buyurdu [88].

 

53- Sahibine (Yânî Arkadaşına) Onun Hakkında Söylenen Sözü Haber Veren Kimse Babı

 

88-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasülullah (S) -Huneyn günü sonunda- ganimet mallarını taksîm etmişti (ve kalbleri İslâm'a alıştırılan bâzı kimselere fazla vermişti). Bundaki gayeyi an­lamayan Ensâr'dan bir kimse:

— Vallahi Muhammed bu taksimle Allah rızâsını kasdetmedi,' dedi.

Ben de Rasûlullah'a geldim ve onun bu sözünü kendisine haber verdim. Rasûlullah'ın yüzünün rengi değişti ve:

— "Allah Musa'ya rahmet etsin! Vallahi o bundan daha çok söz­lerle ezâlandırıldı da sabretti" buyurdu [89].

 

54- İnsanlar Arasında Aşırı Ve Mübalağalı Övme Yapmanın Mekruh Olması Babı

 

89-.......Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle dedi: Peygamber (S) bir kimsenin bir adamı övdüğünü ve övmede uzatıp aşırı gittiğini işitti de:

— "Siz bu adamı helak ettiniz -yâhud: Bu adamın sırtını yardı­nız!" buyurdu.

 

90-....... Bize Şu'be, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da Abdurrahmân ibn Ebî Bekre'den; o da babasından şöyle tahdîs etti: Peygamber(S)'in huzurunda bir adam anıldı, orada bulunanlardan biri de bu adı ge­çen kimseyi hayır ile anıp övdü (ve Övmede aşırı gitti). Bunun üzeri­ne Peygamber:

  "Vay sana yazıklar olsun! Sen dostunun boynunu kopardın!" buyurdu ve bu sözü birkaç kerre tekrarlıyordu.

Sonra:

  "Eğer sizden biriniz muhakkak bir dostunu medhetmek za­ruretinde bulunursa; (Ben, görünüşe göre) öyle sanıyorum ki, o şöy­le iyidir, böyle iyidir desin. Ve bu medhini de o adamın bu vasıflarla vasıflandığını zannediyor ve biliyorsa söylesin. İnsanı (ameline göre) hesaba çekecek olan ancak Allah'tır. Kimse Allah'a karşı herhangi-bir kimseyi temize çıkaramaz" buyurdu.

Vuheyb ibn Hâlid, Hâlid el-Hazzâ'dan yaptığı rivayette "Vay-hake" yerine "Veyleke (= Sana veyl olsun)" şeklinde söylemiştir.

 

55- Mü'min Kardeşini, Onda Varlığını Bilmekte Olduğu Meziyetlerle Öven Kimse Babı

 

Sa'd ibn Ebî Vakkaas (R):

Ben Peygamber(S)'i yeryüzünde yürüyen hiçbir kimse için "Bu cennet ehlindendir" derken işitmedim, ancak Abdullah ibn Selâm müstesnadır, demiştir [90].

 

91-....... Bize Mûsâ ibn Ukbe, Sâlim'den; o da babası Abdul­lah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûİullah (S) izâr hakkında (izâ-nn kibirle yerlere kadar uzatılıp sürüklenmesi hakkında) söylediği kötüleyici sözleri söylediği zaman, Ebû Bekr:

— Yâ Rasûlallah! Benim izârım bazen kendiliğinden iki tarafı­na sarkıp yere düşüyor, dedi.

Rasûİullah ona:

  "Şübhesiz sen çalımla yerde elbise sürükleyen o kibirli kim­selerden değilsin" buyurdu [91].

 

56- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:

 

"Şübhesiz ki, Allah adaleti, iyiliği, hısımlara vermeyi emreder. Taşkın kötülükten, münkerden, zulüm ve cebbârlıktan nehyeder. Size bu suretle öğüt verir ki, iyice dinleyip ve anlayıp tutasınız" (en-Nahi: 90) [92];

"(Fakat Allah onları selâmete erdirince, bakarsın ki, yeryüzünde yine haksız yere taşkınlıklarda bulunuyorlar.)

Ey insanlar, sizin taşkınlığınız ancak kendinize karşıdır (kendi aleyhinizedir. Bu da) dünyâ hayâtının menfâati gibi süresizdir. Nihayet dönüşünüz ancak banadır. O vakit neler yapıyor olduğunuzu size biz haber vereceğiz" (Yûnus:- 23);

"Bu böyledir. Kim kendisine edilen ukubete tıpkısıyle mukaabele eder de sonra yine aleyhine zulüm ve tecâvüz olunursa, Allah her hâlde ona yardım eder... " (ei-Hacc: 60).

Ve müslümân yâhud kâfir; herhangibir insan aleyhine şerri tahrik etmemek (bil'akis bütün insanlardan şerri söndürmek).

 

92-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şu kadar ve şu kadar zaman ikaamet etti ki, bu müddet içinde O'na ehline varmaz olduğu hâlde ehline varıp mübaşeret ettiği hayâlı verilirdi.

Âişe dedi ki: Bir gün bana:

  "Yâ Âişe! Şübhesiz Allah bana, hakkında fetva istemiş ol­duğum bir iş hususunda fetva vermiştir. Şöyle ki: Bana iki kişi geldi. Bunlardan biri ayaklarımın yanına, diğeri de başımın yanına otur­du. Ayalarımın yanındaki, başımın yanındakine:

— Bu adamın nesi var (bunun hastalığı nedir)? diye sordu. Oda: '

  Tıbb yapılmış, yânı sihir yapılmıştır, dedi.

  Ona kim sihir yapmış? deyince, öbürü:

— Lebîd ibn A 'sam, diye cevâb verdi. Sonra:

  Bu sihir ne ile yapılmıştır? diye sordu. Oda:

— Zervân Kuyusu'nun içinde büyük bir taşın altında bir tarak, saç ve sakal tarantısında erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile yapılmıştır, diye cevâb verdi" dedi.

Sonra Peygamber (bâzı sahâbîleriyle beraber çıkıp) bu kuyuya gitti ve:

  "İşte bana ru 'yâmda gösterilmiş olan kuyu budur. Kuyunun başındaki, etrafmdaki hurma ağaçlarının uçları, sanki şeytânların baş­ları gibidir; onun suyu da (değersizliğinden veya içine atılan şeylerin karışmasından dolayı) kına boyası gibi bozuk renklidir" dedi.

Akabinde Peygamber emretti de o şeyler dışarı çıkarıldı. Âişe, büyüyü kasdederek:

— Yâ Rasûlallah! Bunu ve failini yaysaydın da onu rüsvây et-seydin! dedi.

Peygamber:

  "Allah bana şifâ vermiştir. Ben bunu söyleyip de insanlar üze­rine sjhir şerrim yaymak istemem" buyurdu.

Âişe: Velîd ibn A'sam, Zurayk oğullarından Yahûdîler'in ye-mînli dostu olan bir adamdır, dedi [93].

 

57- Birbirleriyle Hasedleşmenîn Ve Birbirlerine Arka Dönmelerinin Nehyolunması; Bir De Yüce Allah'ın:

 

"Fe hased edenin hased ettiği zaman şerrinden (Allah'a Slğininm de)" (el-Felâk: 5) KAVLİ BABI

 

93-.......Bize Ma'rner ibn Râşid, Hemmâmibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle bu­yurmuştur: "Sizleri zarından sakındırırım. Çünkü zarınla söylenen söz­ler, yalanı daha çok olanıdır. Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız, husûsî ve mahrem hayâtınızı da araştırmayı­nız. Birbirinize hased etmeyiniz, birbirinize arkanızı çevirip küsme­yiniz, birbirinize buğz ve düşmanlık da etmeyiniz. Ey Allah 'in kulları, birbirinizle kardeşler (mesabesinde) olunuz!" [94]

 

94-...... ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Enes ibn Mâlik (R) tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Birbirinizle buğz (ve düş­manlık) yarışma girmeyiniz, birbirinize hased etmeyiniz, birbirinize arka dönüp ayrılmayınız- Ey Allah'ın kulları, birbirinizle kardeşler (mesabesinde) olunuz. Bir müslümânın dîn kardeşini üç günden faz­la bırakması (küs durması) hâlâl olmaz!" [95].

 

58- Bâb:

 

'Ey îmân edenler, zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bâzısı günâhtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın... " (ei-Hucurât. \i) [96].

 

95-.......Bize Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; oda Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, RasûluIIah (S) şöyle buyurmuş­tur: "Sizleri zatından sakındırırım. Çünkü zannla söylenen söz, söz­lerin en yalanıdır. Birbirinizin eksiğini görmeye ve işitmeye çalışma­yınız, husûsî ve mahrem hayâtınızı da araştırmayınız. Almayacağı­nız bir malın, alıcıyı zarara sokmak içinfıâtım artırmayınız. Birbirinize hased etmeyiniz, buğzlaşma da yapmayınız. Birbirinize arkanızı çe­virip küsmeyiniz. Ey Allah'ın kulları, birbirinize kardeşler (mesabe­sinde) olunuz/" [97].

 

59- Zanndan Caiz Olacak Nevi' Babı

 

96-.......Bize el-Leys, Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Urve'den tahdîs etti ki, Âişe (R): Peygamber (S):

— "Ben fulan ve f ulan kimseleri bizim dînimizden birşey bilir­ler zannetmiyorum" buyurdu, demiştir.

Râvî el-Leys ibn Sa'd: Onlar münafıklardan iki adamdı, demiştir.

 

97- Bize Yahya ibn Bukeyr tahdîs etti. Bize el-Leys bu hadîsi tahdîs etti. Bunda Âişe şöyle demiştir: Peygamber (S) bir gün benim yanıma girdi ve:

— "Yâ Âişe! Benfulân vefulân kimselerin bizim üzerinde bulunduğumuz şu dînimizi bilir olacaklarım sanmıyorum " buyurdu " [98].

 

60- (Kendisinde Ayıplanacak Birşey Meydana Geldiği Zaman) Mü'minin Kendini Setredip Örtmesi Babı

 

98-....... Salim ibn Abdillah şöyle demiştir: Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Ümmetimin hepsi (Allah tarafından) af/olunmuştur, yalnız açıkça günâh işleyenler değil. Bu açıklayıcı günahkâr deliler­den öyleleri vardır ki: Kişi geceleyin bir günâh iş işler, sonra sabaha ulaşır da Allah kendisini örtmüş olduğu hâlde, o: 'Ey fulan! Ben dün gece şöyle şöyle işler yaptım' diye söyler. Hâlbuki o, Rabb'i onun günâh işini ört-bas ederek gecelemişti. Fakat bu deli, Allah 'in örttü­ğü perdeyi açarak sabaha çıkıyor (fâsıkhğını söyleyip i'lân ediyor)/" [99].

 

99-.......Bize Ebû Avâne, Katâde'den; o da Safvân ibn Muhriz'den şöyle tahdîs etti: Bir adam İbn Umer'e:

— RasûluIlah(S)'ın "Necvâ" hakkında söylemekte olduğu be­yânını nasıl işittin? diye sordu.

îbn Umer de:

— Rasûlullah şöyle buyurdu, dedi: "Biriniz Rabb'ine yaklaşır, hattâ Rabb'i onun üzerine şefkat perdesini örter de ona: Sen şu ve şu günâhlarını bildin değil mi? der. Kul da: Evet bildim, der. Yine Rabb'i ona: Şu ve şu günâhlarını da bildin değil mi? der. O da: Evet bildim, der. Böylece Allah o kuluna günâhlarını ikrar ettirir. Sonra: Ben senin üzerindeki bu günâhlarım dünyâda halktan gizledim. Bu gün de onları senin lehine mağfiret ediyorum, der (ve haseneler kita­bını ona verir)" [100].

 

61- Kibr(İn Kötülüğü) Babı

 

Mucâhid ibn Cebr: "Saniye ıtfıhi" (ei-Hacc: 9), "Müstekbiran fî nefsihi( =  Nefsinde büyüklenmek isteyen)" manasınadır.

'Itfuhu", "Rakabetuhu" (yânı "Boynu") demektir, dedi [101].

 

100-.......Bize Ma'bed ibn Hâlid el-Kaysî, Harise ibnu Vehb el-Huzâî(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Dik­kat edin, size cennet ehlini haber veriyorum: Her zaif olan ve her mütevazı' olan kimsedir. O kimse Allah üzerine yemin etse, Allah onu yemininde muhakkak gerçek çıkarır. Yine dikkat edin, size ateş ehlini haber veriyorum: Her katı yürekli, her hilekâr aldatıcı, her ulu­luk taslayandır" [102].

Ve Muhammed ibn îsâ şöyle dedi: Bize Huşeym tahdîs etti. Bize Humeyd et-Tavîl haber verdi. Bize Enes ibn Mâlik (R) tahdîs edip şöyle dedi: Medine'nin dişi kölelerinden bir dişi köle vardı ki, o ka­dın muhakkak Rasûlullah(S)'m elinden tutardı da O'nu kendi istediği yere doğru götürür giderdi [103].

 

62- (İki Mü'minin, Karşılaştıklarında Birbirinden Yüz Çevirip) Ayrılmalarının Kötülüğü Ve Rasûlullah(S)'In: "Bir Kimsenin, Mü'min Kardeşini Üç Günden Fazla Bırakması (Küs Durması) Halâl Olmaz" Kavli Babı

 

101-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Avf ibn Mâlik ibni'l-Tufeyl tahdîs etti. O, el-Hâris'in oğlu, aynı zamanda Peygamberdin zevcesi Âişe'nin ana-bir erkek kardeşinin oğludur. (O şöyle dedi:) Âi-şe'ye bir satış veya Âişe'nin bir kimseye vermiş olduğu bir atası hak­kında Abdullah ibnu'z-Zubeyr'in "Vallahi Âişe bu satıştan ya kat'î olarak vazgeçer yâhud da beri onu bundan muhakkak men' ederim" dediği haberi ulaştırıldı. Bunun üzerine Âişe:

— Abdullah bu sözü söyledi mi? dedi. Oradakiler:

  Evet söyledi, dediler. Âişe:

— Zubeyr'in oğluna ebediyyen konuşmamam Allah için benim üzerime bir nezr olsun! dedi.

Ayrılık epey uzayınca İbnu'z-Zubeyr, Muhacirler'in kendisine Âişe yanında şefaat etmelerini istedi. Neticede Âişe:

— Hayır vallahi, ben onun hakkında ebeden şefaat kabul etmem ve nezrimden de döneklik yapmam, dedi.

İbnu'z-Zubeyr üzerine bu ayrılık uzayınca, İbnu'z-Zubeyr, Zuhre oğulları'ndan olan el-Misver ibn Mahrame ve Abdurrahmân ibnu'l-Esved ibn Abdi Yeğûs ile konuştu ve onlara:

— İkinizden Allah adiyle istiyorum: Beni muhakkak Âişe'nin hu­zuruna girdireceksiniz! Muhakkak olan şu ki, Âişe'nin benden kesi­lip ayrılmaya nezretmesi, ona halâl olmaz! dedi.

Bunun üzerine Misver ile Abdurrahmân ridâlanna bürünerek Ab­dullah'ı götürüp Âişe'nin huzuruna girmek üzere izin istediler. Ve:

— es-Selâmu aleyki ve rahmetullâhi ve berekâtuhû! Huzuruna girebilir miyiz? dediler.

Âişe:

  Giriniz! diye izin verdi. Onlar:

  Hepimiz mi girelim? diye sordular. Âişe:

— Evet, hepiniz giriniz! dedi.

Âişe onların beraberinde İbnu'z-Zubeyr olduğunu bilmiyordu. Onlar içeri girince İbnu'z-Zubeyr de perdenin arkasına girdi, Âişe'-ye sarıldı, ondan kendisini affetmesini istemeye ve ağlamaya başla­dı. Bu sırada Misver ile Abdurrahmân da muhakkak Âişe'nin onunla

6054/Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi

konuşmasını ve onu kabul etmesini ısrarla istemeye başladılar. Ve:

— Peygamber (S), senin yapmış olduğun bu ayrılıktan nehyetti, "Şübhesiz ki bir müslümânın, mü'min kardeşini üç geceden fazla bı­rakması (küsmesi) halâl olmaz" buyurmuştur, dediler.

Onlar Âişe üzerine bu hatırlatmaları ve baskı yapmayı çoğalt­tıkça, o da onlara adağını hatırlatmağa ve ağlamaya başladı. Ve:

— Ben onunla konuşmamaya nezrettim, nezr ise şiddetlidir! di­yordu.

Onlar da devamlı Âişe'ye ısrar ediyorlardı. Nihayet Âişe, İbnu'z-Zubeyr'le konuştu ve bu nezri hakkında kırk tane köleyi hürriyete kavuşturdu. Artık bundan sonra bu nezrini dâima anar ve ağlar ol­du, hattâ gözyaşları baş örtüsünü ıslatırdı [104]

 

102-.......Bize Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Enes ibn MâIik(R)'ten haber verdi ki, Rasûlullah (S): "Birbiriniz/e kînleşmeyiniz, birbirine hased etmeyiniz, birbirinize darıhp arka dönmeyiniz ve ey Allah'ın kulları! Birbirinizle sevişip kardeşler (mesabesinde) olunuz. Bir müs­lümânın, mü'min kardeşini üç geceden fazla küsüp terketmesi halâl olmaz" buyurmuştur.

 

103-.......Bize İmâm Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Atâ ibn Yezîd el-Leysî'den; o da Ebû Eyyûb Hâlid ibn Zeyd el-Ensârî(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Bir kimsenin dîn kardeşini üç geceden fazla küs bırakması halâl olmaz. Öyle bir küs­lük ki, iki mü 'min birbirine kavuştukları zaman birisi yüzünü şu ta­rafa çevirir, öbürüsü de öteki tarafa çevirir. Hâlbuki iki mü'minin hayırlısı, şu önce selâm vermeye başlayandır" [105].

 

63- Âsî Olan Kimseden (İsyanından Vazgeçmesi İçin) Ayrılmanın Caiz Olacağı Babı

 

Ka'b ibn Mâlik, Tebûk gazvesine gitmeyip, Peygamberden geri kaldığı zaman, Peygamber (S) müslümânlan bizimle konuşmaktan nehyetti, demiş ve bu ayrılığın elli gece olduğunu zikretmiştir [106].

 

104-....... Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bana:

  "Ben senin bana öfkelenmeni ve hoşnûdluğunu muhakkak tanırım" buyurdu.

Âişe dedi ki: Ben:

  Sen bunu nasıl tanırsın yâ Rasûlallah? dedim. O:

  "Şübhesiz sen hoşnûd olduğun zaman (birşeyi tasdik eder­ken): 'Muhammed'in Rabb'i hakkı için evet' dersin; öfkeli olduğun zaman da (birşeyi inkâr ederken): 'İbrahim'in Rabb'i hakki için hayır' dersin" buyurdu.

Âişe dedi ki: Ben de:

— Evet öyledir. Fakat ben (öfkeli hâlde) yalnız Sen'in isminden ayrılırım (sevgin gönlümde yaşar), diye saygımı arzettim [107].

64- Bâb: İnsan Arkadaşını Her Gün Yâhud Sabahtan Öğleye Ve Öğleden Akşama Kadarkizaman İçinde Ziyaret Eder Mi?

 

105-.......İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr ha­ber verdi ki, Peygamber'in zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Ben ba­bamla anamın İslâm Dîni'ni dîn edinmiş hâllerinden başka bir hâlde yaşadıklarını hiç hatırlamadım. O zamanlarda bir günümüz geçmez­di ki, o günde gündüzün iki tarafında sabah ve akşam vakitlerinde Rasûlullah (S) bize gelmemiş olsun... Bir gün biz zeval vaktinin ilk saatinde (yânî en sıcak zamanda) Ebû Bekr'in evinde oturuyorduk. Ev halkından biri:

  İşte Rasûlullah! Bize gelmesi âdeti olmayan bir saatte geli­yor, dedi.

Ebû Bekr de:

  O'nu bu saatte ancak mühim bir iş getirmiştir! dedi.

(Âişe dedi ki: Rasûlullah geldi, izin istedi, buyurun denildi, içeri girdi) ve:

  "Bana (Mekke'den Medine'ye) çıkmam hususunda izin veril­miştir" buyurdu [108].

 

65- Ziyaret Etme{Nin Meşrû'luğu) Ve Bir Kavmi Ziyaret Edip Yanlarında Yemek Yiyen Kimse Babı

 

Selmân el-Farisî de Peygamber zamanında Ebu'd-Derdâ'yı ziyaret etmiş ve onun yanında yemek yemiştir [109].

 

106-.......Bize Abdulvahhâb, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da İbn Sîrîn'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten haber verdi ki, Rasûlullah (S), Ensâr'dan bir ev halkını ziyaret etmiş ve onların yanında bir yemek yemiş, çıkmak istediği zaman evden bir yere emretmiş, kendisi için bir hasır yaygısı üzerine su serpilmiş, Peygamber o yaygı üzerinde (iki rek'at) namaz kılıp ev halkına duâ etmiştir [110].

 

66- Gelen Cemâatler İçin (En Güzel Elbiseler Giyip) Süslenen Kimse Babı

 

107-.......Yahya ibn Ebî İshâk tahdîs edip şöyle dedi: Salim ibn

Abdillah bana:

  İstebrak nedir? dedi. Ben:

— Dîbâc denilen ipek kumaşın kalın ve sert olan nev'idir, de­dim.

O:

— Ben babam Abdullah ibn Umer(R)'den işittim, şöyle diyor­du: Umer ibnu'l-Hattâb, bir adamın üzerinde istebrak kumaştan ya­pılmış bir takım elbise gördü ve o takım elbiseyi Peygamber'e getirdi de:

— Yâ Rasûlallah! Bu takım elbiseyi satın al da insanların hey'-etleri Sen'in huzuruna geldikleri zaman onu giy! dedi.

Rasûlullah-:

  "İpek elbiseyi (halâl sayarak) ancak âhiretten nasibi olma­yan kimse giyer" buyurdu.

Bundan i'tibâren geçen bir müddet geçti. Sonra Peygamber (S) Umer'e istebrak nev'inden ipek bir takım elbise gönderdi. Umer he­men bu elbiseyi Peygamber'e getirdi de:

— (Yâ Rasûlallah!) Bunun benzeri olan takım elbise hakkında o söylediğin sözleri söylemiş olduğun hâlde, bunu bana gönderdin? dedi(de sebebini öğrenmek istedi).

Rasûlullah:

  "Ben bunu sana ancak bunun (satılıp da) karşılığında bir ma­la nail olasın diye gönderdim" buyurdu.

(Râvî:) İbn Umer bu hadîsten dolayı kumaşta ipek desen olma­sını kerîh görürdü, demiştir [111].

 

67- İnsanlar Arasında Kardeşlik Akdi Ve İki Kavim Arasında Yeminli Dostluk Ahidleşmesi Babı

 

Ebû Cuhayfe: Peygamber (S), Selmân ile Ebu'd-Derdâ arasında kardeşlik akdi yaptı, demiştir [112].

Abdurrahmân ibn Avı da: Bizler Medîne'ye geldiğimiz zaman Peygamber (S) benimle Sa'd ibnu'r-Rabf arasında kardeşlik ahdi yaptı, demiştir [113].

 

108-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Abdurrahmân ibn Avf, Medîne'ye bizim üzerimize geldiği zaman Peygamber (S) onun­la Sa'd ibnu'r-Rabî' arasında kardeşlik akdi yaptı. Sonra Abdurrah­mân evlendiği zaman Peygamber ona:

— "Bir koyun (kesmek sureti) ile olsun düğün aşı yap!" buyur­du [114].

 

109-.......Bize Âsim el-Ahvel, tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik'e:

— Peygamber(S)'in "islâm'da (Câhiliyet devrinin) yemînleşme ahdi yoktur" buyurduğu sana ulaşmadı mı? diye sordum.

  Peygamber (S) (Medine'de) benim evimde Kureyş ile Ensâr arasında kardeşlik akdi yaptı, diye cevâb verdi [115].

 

68- Gülümseme Ve Gülme(Nin Mübâhlığı) Babı [116]

 

Fâtıma aleyha's-selâm: Peygamber, vefatına yakın bana ailesi içinden kendisine ilk kavuşacak kimsenin ben olduğumu gizlice söyleyince, ben sevincimden güldüm, demiştir [117].

İbn Abbâs da:

Şübhesiz güldüren de, ağlatan da ancak Allah'tır, demiştir [118].

 

110-.......Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o daUrve'den; o da Âişe(R)'den şöyle haber verdi: Rifâa el-Kurazî karısını boşadı ve boşamayı kesinleştirdi. Ondan sonra o kadınla Abdurrahmân ibnu'z-Zubeyr el-Kurazî evlendi. Bir müddet geçince kadın, Peygam-ber(S)'e geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Bu kadın Rifâa'nın yanında onun karısı idi.Rİ-fâa onu üç boşamanın sonuncusu ile kesin olarak boşadı. Ondan sonra bu kadınla Abdurrahmân ibnu'z-Zubeyr el-Kurazî evlendi. Fakat şu bir gerçek yâ Rasûlallah, vallahi Abdurrahmân'ın beraberinde bulu­nan erkeklik âleti ancak şu elbise saçağı gibi gevşektir, dedi.

Kadın üst elbisesinden sarkan bir püskülü elinde tutup gevşekli­ği gösterdi.

Râvî dedi ki: Bu sırada Ebû Bekr, Peygamber'in yanında otur­makta, Hâlid ibn Saîd ibni'1-Âs da kendisine izin verilmesi için hüc­renin kapısında oturmakta idi. Kadının bu sözlerini işitince Hâlid dışarıdan:

  Yâ Ebâ Bekr, yâ Ebâ Bekr! Şu kadım Rasûlullah'ın huzu­runda apaçık söylemekte olduğu sözlerinden niye men' etmiyorsun? diye nida etmeye başladı.

Rasûlullah ise gülümseme üzerine birşey artırmadı. Sonra da kadına:

  "Sanırım ki sen eski kocan Rifâa'ya dönmek istiyorsun. Fa­kat sen (ikinci kocan) Abdurrahmân'ın balağından tadıncaya, o da senin balçığından tadıncaya kadar bu dönüş olmaz" buyurdu [119].

 

111-.......Sa'd ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir: Umer ibnu'l-Hattâb, Rasûlullah'ın huzuruna girmek üzere izin istedi. Hâlbuki bu sırada Rasûlullah'ın yanında Kureyş kabîlesinden birtakım kadınlar vardı, kadınlar Rasûlullah'tan bâzı isteklerde bulunuyorlar ve ken­dilerine daha fazla vermesini istiyorlardı. Bu konuşmaları sırasında kadınların sesleri Rasûlullah'ın sesinden yüksek tonda oluyordu. Umer izin isteyince bu kadınlar hemen kalkıp perdeye doğru koşuştular. Pey­gamber, Umer'in gelmesine izin verdi. Umer huzura girdiğinde Pey­gamber (kadınların hâline) gülüyordu. Bunun üzerine Umer:

  Yâ Rasûlallah! Babam anam Sana feda olsun! Allah Senin dişlerini güldürsün (yânî Seni sevindirsin)! dedi (ve bununla gülmesi­nin, sebebini sormuş oluyordu).

Peygamber:

  "Yanımda bulunan şu kadınların hâline taaccüb ettim: On­lar senin sesini işitince acele perdeye koşuştular" buyurdu.

Bunun üzerine Umer:

— Yâ Rasûlallah, Sen onların saygı ve büyültmelerine daha lâ­yıksın! dedi.

Sonra kadınların tarafına yöneldi de onlara:

— Ey nefisleri düşman olan kadınlar! Rasûlullah'ı ta'zîm etme­yip de benden mi çekmiyorsunuz? dedi.

Kadınlar da:

  Çünkü sen Rasûlullah'tan yoğun sözlü ve katısın, dediler.

Rasûlullah, Umer'e:

— "Ey Hattâb oğlu, sen kadınlara cevâb vermeyi bırak! Nef­sim elinde bulunan Allah 'a yemin ederim ki, sen bir yolda giderken şeytân asla seninle karşılaşmaz da muhakkak senin yo/undan başka bir yola yönelip gider!" buyurdu [120].

 

112-.......Abdullah ibn Amr (R) -bir rivayette de: Abdullah ibn Umer (R)- şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Tâif gazvesini yaptığı za­man (muhasara uzayınca, bâzı sahâbîleriyle istişareden sonra):

  "İnşâallah yarın dönüyoruz!" diye orduya i'Iân etmişti. Bu, Rasûlullah'ın s ah âb ilerinden bâzı insanlara ağır geldi de:

  Biz buradan Tâif i fethedinceye kadar ayrılmayız! dediler. Bu i'tirâz üzerine Peygamber:

  "Öyleyse yarın sabah harbe hazır olun!" buyurdu.

Râvî dedi ki: Ertesi sabah harbe giriştiler ve düşmanla çok şid­detli bir kıtal yaptılar. (Düşmanın attığı ok, taş, kızgın demir çiviler­le) müslümânlardan yaralananlar çok oldu. Bunun üzerine Rasûlullah:

  "İnşâallah yarın döneceğiz" buyurdu.

Bu defa bu kararla (sevinip) sükût ettiler. Rasûlullah da sahâbî-lerin bu sevinçli sükûtlarına (taaccüb edip) güldü.

Buhârî'nin üstadı el-Humeydî: Bize Sufyân ibn Uyeyne bu ha­dîsin senedinin hepsini ihbar lafzıyle tahdîs etti, demiştir [121].

 

113-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e bir adam geldi de:

— Ben helak oldum, ramazânda oruçlu iken eşimle cinsî münâ­sebette bulundum! dedi.

Peygamber ona:

  "Bir köle âzâd et!" buyurdu. O zât:

  Benim köle âzâd edecek malım yok! dedi. Peygamber:

  "Öyleyse iki ay arka arkaya zincirleme (keffâret olarak) oruç tut!" buyurdu.

O:

  Buna güç yetiremem, dedi. Peygamber:

  "Öyleyse altmış fakire yemek yedir!" buyurdu. O zât:

  Onları doyuracak şeyin yolunu da bulamam, dedi.

Bu sırada Peygamber'e içi hurma dolu -râvî îbrâhîm ibn Sa'd'ın: O, mikteldir, dediği onbeş sâ' hurma olan- bir arak getirildi.

Peygamber:

  "O soran kimse nerededir?" dedi ve o şahsa:

  "Bu hurmayı al, yoksullara sadaka yap!" buyurdu. O zât:

— Benden daha fakır olana mı vereceğim? Allah'a yemîn ede­rim ki, Medine'nin kara taşlı iki yanı arasında benim ailemden daha fakır bir ev halkı yoktur! dedi.

Bunun üzerine Peygamber (S) yan dişleri meydana çıkıp görü-lünceye kadar güldü. Sonra da o adama:

  "O takdirde bunu sizin ev halkı yesin!" buyurdu [122].

 

114-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'ın maiyyetinde yürüyordum. Rasûlullah'm üzerinde Necrân doukmala-nndan kaim kenarlı bir kaftan bulunuyordu. Bir çöl bedevisi Rasû-lullah'a erişti de arkasından kaftanım, şiddetli bir çekişle çekti.

Enes dedi ki: O sırada ben Peygamber'in boynu ile omuzu ara­sına baktım da, bedevinin kaftanını şiddetle çekmesinden, kaftanın kenarı onun boyun safhasında iz bırakmış olduğunu gördüm. Bu çek­meden sonra bedevî:

— Yâ Muhammed! Yanında bulunan Allah malından bana bir-şey vermelerini emret! dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah o bedeviye doğru (şefkatle) baktı da güldü, sonra bu bedevîye biraz atıyye verilmesini emretti [123].

 

115-.......Cerîr ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Ben İslâm Dîni'ne girdiğimden beri Peygamber (S) beni meclisine girmekten men' etmemiş ve beni her gördüğünde de muhakkak yüzüme gülümsemiş-tir. (Ahmes kabilesinden yüzelli süvarinin başında Zu'1-Halasa putu­nu kırmaya gittim, Ahmesliler iyi ata binerlerdi, fakat) ben bir türlü at üzerinde duramazdım. Bunu Peygamber'e şikâyet ettim. Peygam­ber eliyle göğsüme vurdu da:

— "Allâhummesebbithuve'c'alhuhâdiyenmehdiyyen{ = Allah'­ım! Sen Cerîr'i (doğru yolda ve at üstünde) sabit tut ve onu hidâyet edici ve hidâyet edilmiş kıl]" diye dua etti [124].

 

116-.......Hişâm şöyle demiştir: Bana babam Urve, Ummü Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o da anası Ümmü Seleme'den haber verdi ki, Ümmü Suleym:

— Yâ Rasûlallah! Şübhesiz Allah hakkı beyân etmekten haya etmez. Kadın ihtilâm olduğu zaman kendisine yıkanmak vâcib olur mu? diye sordu.

Peygamber (S):

 

119-.......Bize Cerîr ibn Abdilhamîd, Mansûr'dan; odaEbû Vâil'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Doğruluk insanı hâlis iyiliğe götürür, hâlis iyilik de cennete kılavuzluk eder. İnsan doğruluk ede ede nihayet bu seciyyesiyle sıddîk olur. Yalancılık da insanı fucûra, şerre götürür. Şerr de cehenneme götürür. İnsan yalancılık ede ede nihayet Allah katında bir kezzâb (yânı çok yalancı bir kimse sıfatıyle) yazılır" [125].

 

120-.......Bize İsmâîl ibn Ca'fer, Ebû Süheyl Nâfi' ibn Mâlik ibn Ebî Âmir'den; o da babasından; o da Ebû Hureyre(R)'den tah­dîs etti ki, Rasûlullah (S): "Münâfıkın alâmeti üçtür: Söz söylediği zaman yalan söyler, va'd ettiği vakit sözünde durmaz, kendisine bir-şey emniyet edildiği zaman hıyanet eder" buyurmuştur.

 

121-.......Semure ibn Cundeb (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben bu gece rüyamda iki adam gördüm. Onlar bana geldiler (ve benim elimden tutup beni mukaddes bir sahraya çı­kardılar ve birçok yerleri gezdiler. Sonunda ben onlara: Beni iyi gez­dirdiniz. Şimdi bana gördüğüm şeyleri bildirin, dedim). Onlar, yânî bu iki melek şöyle dediler:

— Hani şu ağzı parçalanmakta olduğunu gördüğün kimse yok mu, işte o çok yalan söyleyen bir yalancı idi, o dünyâda dâima yalan söylerdi. Onun söylediği yalanlar, ondan alınıp taşınır da nihayet her tarafa yayılırdı. İşte bu yalancı, kıyamet gününe kadar bu suretle azâb olunacaktır..." [126].

 

70- Bâb: El-Hedyu's-Sâlîh Hakkındadır [127]

 

122- Bize İshâk ibn İbrâhîm tahdîs edip şöyle dedi: Ben, Ebû Usâme'ye:

  el-A'meş size tahdîs etti mi? dedim. (O şöyle dedi:)

  Ben Şakîk'ten işittim, şöyle dedi: Ben Huzeyfe(R)'den işit­tim, şöyle diyordu: Şübhesiz insanların sîretçe, kasdca ve yolca Ra-sûlullah(S)'a en çok benzeyeni, İbnu Ümmi Abd'dir. Biz, o evinden çıkıp da tekrar evine döneceği zaman içinde (onu görüyor ve hâlini biliyorduk). Ev halkı içinde onlarla yalnız kaldığı zaman onun ne yapar olduğunu bilmiyoruz [128].

 

123-.......Muhârik şöyle demiştir: Ben Târik el-Ahmesî'den işit­tim, şöyle dedi: Ben Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan işittim, şöyie dedi: Şübhesiz sözün en güzeli Allah'ın Kitabı, yolun en güzeli de Muham-med'in yoludur [129].

 

71- Ezaya (Zorluk Ve Sıkıntılara) Karşı Sabır Ve Yüce Allah'ın: 'Ancak Sabredenlere Ecirleri Hesâbsız Ödenecektir Fez-Zumer: 10) Kavli Babı

 

124-.......Sufyân şöyle dedi: Bana el-A'meş, Saîd ibn Cübeyr'den; o da Ebû Abdirrahmân es-Sulemî'den; o da Ebû Mûsâ(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah'tan daha sabırlı ve aleyhinde işittiği (bâtıl iddiaların verdiği) ezaya Mimli hiçbir ferd -yâhud: Hiçbirşey yoktur: Çünkü insanların bir kısmı ona oğul isnâd edip çağırıyorlar, böyle iken şübhesiz Allah onları afiyet­te kılıyor ve onları türlü ni'metlerle rızıklandırıyor"'.

 

125-.......Bize el-A'meş tahdîs edip şöyle dedi: Ben Şakîk'ten işittim, şöyle diyordu: Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle dedi: Peygam­ber (S- Huneyn günü olup bitince) öteden beri yapageldiği taksîmler-den biri gibi, ganîmet mallarını taksîm etti. Ensâr'dan bir adam:

— Vallahi bu, muhakkak kendisinde Allah rızâsı gözetilmeyen bir taksimdir, dedi.

Ben de:

— Bu (küstahça) sözü muhakkak Peygamber'e söyleyeceğim! de­dim.

Ve Peygamber'e geldim, kendisi sahâbîleri içinde bulunuyordu, o sözü O'na yavaşça haber verdim. O söz Peygamber'e ağır geldi, yüzünün rengi değişti ve öfkelendi, hattâ ben, keski bunu kendisine haber vermeyeydim dedim. Sonra:

— "Mûsâ bundan daha fazlasıyle eza edilmiş de sabretmiştir" buyurdu [130].

 

72- İnsanları Ceza Verme Ve Azarlama İle Karşılamayan Kimse Bârı

 

126-.......Bize Müslim (ibn Subayh) Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) birşey yapmış da o hususta insanlara ruhsat vermişti. Bir topluluk o işten çekindi ve ona yanaş­madılar. Onların bu çekingenliği Peygamber'e ulaşınca, hemen hut­beye çıkıp Allah'a hamdetti, sonra:

— "Birtakım cemâatlere ne oluyor ki, benim yapmış olduğum işten çekiniyorlar? Allah'ayemîn ederim, ben Allah'ı onların en bileniyimdir ve Allah'a saygısı en şiddetli olanlarıyımdır" buyurdu [131].

 

127-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R): Peygamber (S) haya yönün­den kendi köşesinde oturan bakir kızdan daha çok utangaç idi. İste­mediği birşeyi gördüğü zaman biz O'nu yüzünden tanır, anlardık, demiştir.

 

73- Mîtmin Kardeşini Te'vîlsiz Olarak Küfre Nisbet Eden Kimsenin Kendisi, Dediği Gibidir Babı

 

128-.......Bize Alî ibnu'l-Mubârek, Yahya ibn Ebî Kesîr'den; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Ra-sûlullah (S): "Bir adam kardeşine hitaben: Yâ kâfir! dediği zaman, ikisinden biri bu sıfatla dönmüş olur" buyurmuştur.

İkrime ibnu Ammâr da Yahya ibn Ebî Kesîr'den söyledi ki, Ab­dullah ibn Yezîd, Ebû Seleme'den işitmiş; o da Ebû Hureyre'den işit­miş; o da Peygamber'den işitmiştir.

 

129-.......Bana İmâm Mâlik, Abdullah ibn Dînâr'dan; o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): "Herhangibir kimse (mü'min) kardeşine: Yâ kâfir! diye hitâb ederse, ikisinden biri muhakkak bu sıfatla dönmüş olur" buyurmuştur.

 

130-....... Bize Eyyûb, Ebû Kılâbe'den; o da Sabit ibnu'd-Dahhâk'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Her kim İslâm 'dan başka bir milletin adiyle yalancı olarak yemin ederse, o, söylediği millet gibidir. Her kim de dünyâda kendisini herhangi birşeyle öldürürse, cehennemde kendisini öldürmüş olduğu o şeyle azâb olunur. Mü'mine la'net etmek, onu öldürmek gibidir. Kim bir mü'mine kâfirlik isnâd ederse, bu da onu öldürmek gibidir" [132].

 

74- Bu "Yâ Kâfir" Sözünü Te'vîl Edici Olarak Yâhud İşin Hakikatini Bilmeyerek Söyleyeni, Küfre Nisbet Etmeyen Kimse Babı

 

Umer ibnu'l-Hattâb da Hâtıb ibn Ebî Beltea için: "O bir münafıktır!" demişti de Peygamber (S):

'Sana ne bildirir? Belki Allah Bedir harbine katılanların ihlâsına muttali' olmuş ve: Ben sizlere mağfiret ettim! buyurmuştur" dedi [133].

 

131-....... Câbir ibn Abdillah (R) şöyle tahdîs etmiştir: Muâz: ibn Cebel, Peygamber(S)'in arkasında namazı kılar, sonra da kendi kavmi olan Benû Selime'ye gelir, o namazı onlara kıldırır ve namaz­da da el-Bakara Sûresi'ni okurdu.

Câbir dedi ki: Bir defasında bir adam (cemâatten ayrıldı da) kendi başına hafif bir namaz kıldı. Bu adamın ayrıca namaz kıldığı haberi Muâz'a ulaşınca, Muâz:

  O bir münafıktır! dedi.

Muâz'ın bu sözü de o adama ulaştığında, hemen Peygamber'e gitti ve:

— Yâ Rasûlallah! Bizler ellerimizle işleyen ve su çeken develeri­mizle sulama yapan bir topluluğuz. Muâz dün bizlere namaz kıldırdı da namazda el-Bakara Sûresi'ni okudu. Ben de namazımı hafif kılıp geçtim. Bundan dolayı Muâz benim bir münafık olduğumu iddia et­miş, dedi.

Bunun üzerine Peygamber üç kerre:

  "Ya Muâz! Sen bir fettan mısın? Ve'ş-şemsi ve duhâha, Seb-bih isme Rabbike'l-alâ ve benzeri sûreleri oku!" buyurdu [134].

 

132-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Siz­den her kim yemîn eder de yemininde 'Lât ve Uzzâ hakkı için' derse (bunun keffâreti için) hemen: 'La ilahe ille'Hah' desin. Arkadaşına 'Gelseninle kumar oynayalım' diyen de (oynayacağı kumar parası­nı) fakirlere sadaka versin" buyurdu.

 

133-.......Bize el-Leys, Nâfi'den; o da îbn Umer(R)'den şöyle tahdîs etti: İbn Umer, babası Umer ibnu'l-Hattâb'a bir kaafile için­de giderlerken arkadan yetişti, o sırada Umer, babası adiyle yemîn ediyordu. Bunun üzerine Rasûlullah (S):

— "Dikkat edin! Allah sizleri babalarınızla yemîn etmenizden nehyetmiştir. Her kim yemin etmek zorunda olursa, yalnız Allah adiyle yemîn etsin yâhud (yemîn etmeyip) sussun!" diye nida etmiştir [135].

 

75- Allah'ın Emri İçin Öfkelenip Şiddet Göstermenin Caiz Olacağı Babı

 

Yüce Allah da:

"Ey Peygamber kâfirlerle, münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran... " (et-Tahrîm: 9) buyurdu.

 

134-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) yanıma girdi. Evde üzerinde suretler bulunan bir perde vardı. Peygamber onu gö­rünce yüzünün rengi değişti. Sonra o perdeyi uzanıp aldı ve onu yırt­tı.

Âişe: Peygamber:

— "Kıyamet günü azabın en şiddetli olanlarından bir nev'i işte bu resimleri yapan kimselerdir" buyurdu, dedi.

 

135-.......Ebû Mes'ûd (el-Bedrî el-Ensârî-R) şöyle demiştir: Bir adam Peygamber(S)'e geldi de:

— Fulânca kimse bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, val­lahi sabah namazına gitmekten (adetâ) geri kalıyorum! dedi.

Ebû Mes'ûd dedi ki: Ben Rasûlullah'ı hiçbir mev'ızada o günkü kadar öfkeli görmedim.

Yine Ebû Mes'ûd dedi ki: Bu şikâyet üzerine Rasûlullah: — "Ey insanlar! İçinizden bâzı kimselerde cemâati dînden nef­ret ettirme hasleti vardır. Herhanginiz namaz kıldıracak olursa hafif tutsun. Çünkü cemâatin içinde hasta olanı var, yaşlı olanı var, iş güç sahibi olanı vardır" buyurdu [136].

 

136-....... Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) cemâatin önünde namaz kıldırırken mescidin kıble tarafındaki du­varda bir tükürük gördü de onu eliyle kazıdı ve öfkelendi. Sonra na­mazdan çıkınca:

— "Sizden herbiriniz namaz içinde olduğu zaman Allah onun yüzü mukaabilindedir. Onun için hiçbiriniz namaz içinde iken yüzü­nün karşısına doğru tükürmesin!" buyurdu [137].

 

137-.......Bize Rabîatu'bnu Ebî Abdirrahmân, Munbeis'in âzâdlısından; o da Zeyd ibn Hâlid el-Cuhenî'den şöyle haber verdi: Bir adam RasûIullah(S)'a bulunmuş eşyanın hükmünden sordu. Rasû­lullah:

  "Bir sene i'lân et, sonra bunun kabının ağız bağını ve içinde-kini iyi tanı, sonra bununla faydalan. Eğer sahibi gelirse, onu kendi­sine ver!" buyurdu.

O zât:

  Yâ Rasûlallah! Koyun yitiğinin hükmü nedir? dedi. Rasûlullah:

  "Onu sen al! Çünkü o ya senin, ya mü'min kardeşinin yâhud da kurdundur!" buyurdu.

O zât:

  Yâ Rasûlallah! Yitik devenin hükmü nedir? dedi.

Râvî dedi ki: Bu suâl üzerine Rasûlullah öfkelendi, hattâ iki ya­nakları yâhud yüzü kıpkırmızı oldu. Sonra:

  "Ondan sana ne? O hayvanın gezecek tabanı var, karnında su tulumu var, sahibine kavuşuncaya kadar gezer, içer!" buyurdu.

 

138- el-Mekkî de şöyle dedi: Bize Abdullah ibn Saîd tahdîs etti.

H Bana Muhammed ibn Ziyâd tahdîs etti. Bize Muhammed ibn Cafer tahdîs etti. Bize Abdullah ibn Saîd tahdîs edip şöyle dedi: Ba­na Salim Ebu'n-Nadr Mevlâ Umer ibn Ubeydillah, Busri ibnu Saîd'-den tahdîs etti ki, Zeyd ibn Sabit (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) mescidde hurma yaprağı örgülerinden yâhud hasırdan küçük bir hücre çevirdi. RasûluIIah (ramazânda bir gece) çıkıp onun içinde namaz kı­lıyordu. Kendisini birtakım adamlar ta'kîb ettiler ve gelip onun na­mazına uyarak namaz kılar oldular. Sonra bir gece daha geldiler ve orada hazır oldular. RasûluIIah onlardan gecikti ve onların yanına çıkmadı. Bunun üzerine seslerini yükseltip kapıya çakıl taşlan attı­lar. Bunun üzerine RasûluIIah öfkelenmiş olarak onların yanına çık­tı. Ve RasûluIIah onlara:

— "Yaptığınız bu namaz isimsizinle birlikte devam ettirdim. Fa­kat onun, sizin üzerinize farz yazılacağını zannettim.Onun için sizler bu gece namazını evlerinizde kılınız. Çünkü kişinin namazının hayır­lısı, farz namazı müstesna, kendi evinde kıldığı namazdır" buyurdu [138]

 

76- Yüce Allah'ın Şu Sözlerinden Dolayı Öfkelenmekten Sakınmak Babı:

 

"(Bu sevâblar) îmân edip de ancak Rabblerine güvenip dayanmakta, büyük günâhlardan ve açık kötülüklerden kaçınmakta, öfkelendikleri zaman bizzat kusurları örtmekte olanlara.., mahsûstur" (eş-şûrâ: 36-37);

"O takva sahihleri bollukta ve darlıkta infâk edenler, öfkelerini yutanlar, insanlardan afv ile geçenlerdir. Allah iyilik edenleri sever" (âiu imrân: 134) [139].

 

139-.......Bize İmâm Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, RasûluIIah (S) şöyle buyurmuştur: "Çok kuvvetli pehlivan, birçok güreşçileri yere serip gâlib olan değildir. Asıl kuvvetli pehlivan, öfkelendiği sırada nefsine mâlik (ve irâdesine hâkim) olan kimsedir".

 

140-.......Süleyman ibn Sured (R) tahdîs edip şöyle demiştir:

Peygamber(S)'in yanında iki kişi sövüştüler, biz de yanında oturu­yorduk. O ikisinden biri arkadaşına öfkelendirilmiş olarak sövüyor­du, öfkesinden yüzü kıpkırmızı olmuştu. Bunun üzerine Peygamber:

  "Ben bir kelime bilmekteyim ki, bu öfkeli olan kişi onu söy­lese, kendisinden öfkesi muhakkak gider: Eğer "Eûzu billahi mine'ş-şeytânVr-racîm (= Ben taşlanmış şeytândan Allah'a sığınırım)1 dese" buyurdu.

Oradaki sahâbîler o öfkeli adama:

  Sen Peygamber'in söylemekte olduğu sözü (öfke reçetesini) işitmiyor musun? dediler.

O adam:

  Ben deli değilim, dedi [140].

 

 

141-.......BizeEbû Bekr -ki.o İbn Ayyâş'tir-Ebû Husayn'dan; o da Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle haber verdi: Bir adam -ki o Câriyetu'bnu Kudâme'dir- Peygamber(S)'e:

  Bana bir nasîhat tavsiye et! dileğinde bulundu. Peygamber ona:

  "Gadablanma!" buyurdu.

Bunun üzerine o kişi Peygamber'den tekrar tekrar nasîhat tav­siye etmesini istedi, her defasında Peygamber ona "Gadablanma!" öğüdünü verdi [141].

 

77- Haya Babı [142]

 

142-....... İmrân ibn Husayn (R): Peygamber (S):

  "Haya ancak hayır getirir" buyurdu, demiştir.

Tabiî âlimlerinden Buşeyr ibn Ka'b, İmrân ibn Husayn'dan bu hadîsi işitince:

— Hikmet kitâblannda: "Şübhesiz vakaar hayadandır, şübhe­siz sekınet de hayadandır" diye yazılıdır, demiştir.

Bunun üzerine İmrân, Buşeyr'e:

— Ben sana Rasûlullah'tan hadîs tahdîs ediyorum, sen ise bana hikmet sahîfenden söz söylüyorsun! diye karşılamıştır [143].

 

143.......Abdullah ibn Umer (R) şöyie demiştir: Peygamber (S) bir adama uğradı. O adam o SIrada (kardeşini) hayasından ötürü kınayıp azarlamakta:

— Sen muhakkak utanıp sıkılıyorsun! diyor ve sanki ona- Bu utanma sana zarar vermiştir, diye söyleniyordu. Rasûlullah da:

"ŞU kayâh karde§İnİ bırak! Çünkü hayQ îmândandır" buyurdu.

 

78- Bâb:

 

'Utanmazsan dilediğini yap!1

 

145-......Ebu Mesud ^el-Bedrî"R) tahdîs edip şöyle demiştir: Geçmiş peygamberlerin sözünden (hiç eksiksiz) in-birisi de:

 

79- Dînde Fakîh Olmak İçin Hakkı Sormaktan Utanılmaması Babı

 

146-.......Ümmü Seleme (R) şöyle dedi: Ümmü Suleym, Rasûlu!lah(S)'a geldi de:

  Yâ Rasûlallah! Şübhesiz Allah hakkı beyân etmekten haya etmez. Kadın ihtilâm olursa, üzerine yıkanmak vâcib olur mu? diye sordu.

Rasûlullah:

   "Suyu (yânî meniyi) gördüğünde evet" buyurdu [144].

 

147-.......Bize Şu'be tahdîs etti. Bize Muhârib ibnu Disâr tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbn Umer'den işittim, şöyle diyordu: Pey­gamber (S):

  "Mü'minin meseli, yapraklan düşmez ve dağıtmaz yeşil bir ağacın meseli gibidir" buyurdu.

Orada bulunan topluluk:

— O şu ağaçtır, o şu ağaçtır, diye bâzı ağaçların isimlerini söy­lediler.

Ben de onun hurma ağacı olduğunu söylemek istedim. Ben kü­çük, taze bir oğlan hâlimden dolayı (bunu söylemeye) utandım. Pey­gamber:

  "O, hurma ağacıdır" buyurdu.

Ve yine Şu'be'den: Bize Hubeyb ibn Abdirrahmân, Hafs ibn Âsım'dan; o da İbn Umer'den bunun benzerini tahdîs etti ve bunda şunu ziyâde etti: İbn Umer:

  Sonra ben bunu babam Umer'e söyledim de o: Utanmayıp da o sözü söylemiş olaydın, bu bana şu ve şu şeylerden elbette daha sevimli olurdu, dedi.

 

148-....... Ben Sabit ibn Eşlem el-Bunânî'den işittim; o da Enes(R)'ten şöyle derken işitmiştir: Bir gün bir kadın Peygamber'e geldi, nefsini O'na arzederek:

— Benimle evlenmeye ihtiyâcın var mı (yânî benimle evlenir mi­sin)? dedi.

Enes bu hadîsi söylerken orada hazır bulunan kızı:

  O kadının hayası ne kadar da kıtmış! dedi. Bunun üzerine Enes:

— Kızım o kadın senden hayırlıdır. (Çünkü o) kendi nefsini Ra-sûlullah'a arzetmiş (O'nun ev halkı arasına girme şerefine yönelmiş) bir kadındır, dedi [145].

 

80- Peygamber(S)'İn "Kolaylaştırın, Zorlaştırmayın " Kavli Ve İnsanlar Üzerine İşleri Dâima Hafifletmeyi Ve Kolaylaştırmayı Sever Olması Babı

 

149-.......Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) ben Ebû Mûsâ ile Muâz ibn Cebel'i Yemen'e gönderdiği zaman, iki­sine hitaben:

  "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin ve işlerde uygunluk gösterin/" buyurdu.

Ebû Mûsâ:

— Yâ Rasûlallah! Biz Yemen'in bir arâzîsindeniz. Orada baldan "Biti"' denilen bir içki yapılır, arpadan da "Mızru" denilen bir içki yapılır (bunların hükmü nasıl olacaktır)? diye sordu. Rasûlullah (umûmî bir düstûr olarak): — "Her sarhoşluk veren içki, haramdır!" buyurdu.

 

150-....... Enes ibn Mâlik (R): Peygamber (S): "Kolaylaştırınız, zorîaştırmayınız; sükûnete kavuşturunuz, ürkütüp nefret ettir­meyiniz!" buyurdu, demiştir.

 

151-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -dünyâ işlerin­den- iki şey arasında muhayyer kılındı mı, O muhakkak günâh ol­madığı müddetçe onlardan en kolayım alırdı. Eğer bir günâh olacaksa, o kolay işten halkın en uzak bulunanı, Rasûlullah olurdu. Rasûlullah kendisi için asla kîn tutup öç almamıştır. Ancak Allah'a karşı hür­metsizlik edilmiş olması müstesnadır, bu takdirde işlenen hürmetsiz­lik sebebiyle Allah için öfkelenir, intikaam alırdı [146].

 

152-.......Bize Hammâd ibn Zeyd tahdîs etti ki, el-Ezrak ibn Kays şöyle demiştir: Ehvâz'da (Duceyle denilen) bir nehrin kenarın­da bulunuyorduk. O nehrin suyu kuruyup gitmişti. Ebû Berze Nadle ibnu Ubeyd el-Eslemî atı üzerinde geldi de namaza durdu, atını da salıverdi. Kendisi namazda iken atı yürüdü. Ebü Berze hemen nama­zını bıraktı ve atının ardından gitti, sonunda ona yetişip yakaladı. Sonra geldi, yarım bıraktığı namazını tamamladı. Bizim içimizde Ha­ricî görüşünde olan bir adam vardı. Bu, Ebû Berze'nin böyle namazı içinde atı yakaladığını, sonra yine kıldığını görünce:

— Şu ihtiyara bakınız, atı için namazını terketti! demeye başla­dı.

Ebû Berze de namazdan sonra ona yöneldi de:

— RasûIullah(S)'tan ayrıldığım zamandan beri beni hiçbir kim­se sertlik, yoğunluk etmemiş; ayıplamamıştır! diye cevâb verdi ve şöyle devam etti:

— Benim ineceğim yer uzaktadır. Eğer ben atımı bırakıp da na­mazı tam kılsaydım, geceye kadar ehlimin yanına varamazdım, de­di.

Bu arada kendisinin Peygamber(S)'e sahâbîlik ettiğini ve bu be­raberliğinde Peygamber'in (namazda ve diğer hususlarda dâima) ko­laylık göstermesine şâhid olduğunu zikretti [147].

 

153-.......Ebû Hureyre (R) şöyle haber vermiştir: Bir bedevî mescidde işedi. Oradakiler hemen ona ceza vermek için, ona doğru hare­ket ettiler. Rasûlullah (S) da hemen onlara:

— "Onu bırakınız, sonra sidiğinin üzerine bir dolu kova su -yâ-hud: İçinde su bulunan bir kova- dökünüz. Çünkü sizler ancak ko­laylık göstericiler olarak gönderildiniz, güçlük göstericiler olarak gönde-rilmediniz" buyurdu [148].

 

81- İnsanlara Yayılıp Güleryüzlü Olmak Babı

 

İnsanlara dînini yaralamaksızın dîninle karışkanlık yap! demiştir.

Ve aile beraberinde onlarla latîfeleşmenin meşru' ve caiz olduğu.

 

154-.......Bize Ebu't-Teyyâh tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Şu muhakkak ki, Peygam­ber (S) bizim aramıza karışırdı (ve güleryüzle biz çocuklara latife eder-

— "Yâ Ebâ Umeyr! Nuğayr ne yaptı?" derdi [149].

 

155-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in yanında birtakım kız timsâlleriyle oyun oynardım. Benim birçok kız arkadaş­larım vardı. Onlar benimle kızlara âid oyunlar oynarlardı. Biz oyun oynarken Rasûlullah (S) eve girdiği zaman, oyun arkadaşlarım O'ndan saklanırlardı. Çok defa Rasûlullah bu kız arkadaşlarımı benimle oy-nasınlar diye benim yanıma gönderirdi [150].

 

82- İnsanların Beraberinde Mudârât, Yânî Yumuşak Sözlü Olup Kaba Ve Sert Davranmamak Ve (Mümkin Olduğunca Sürtüşmeden) Hoş Geçinmek Babı

 

Ebu'd-Derdâ'dan: Bizler birtakım toplulukların yüzlerine karşı dişlerimizi meydana çıkarıp gülümserdik, hâlbuki kalblerimiz onlara muhakkak la'net ederdi, dediği zikrolunur [151].

 

156-.......Âişe(R) Urve'ye şöyle haber vermiştir: Bir adam Peygamber(S)'in huzuruna girmeye izin istedi. Peygamber:

  "Ona izin veriniz. O aşiretin ne kötü oğludur- yâhud; Aşire­tin ne kötü kardeşidir-!" buyurdu.

O kimse yanma girince Peygamber ona karşı yumuşak sözler söy­ledi. Ardından ben kendisine:

— Yâ Rasûlallah! Biraz önce Sen onun için söylediğin sözü söy­ledin. Sonra da ona yumuşak konuştun? dedim (sebebini sordum).

Rasûlullah:

  "Ey Âişe! Allah katında mevkVi bakımından insanların en senlisi (dünyâda) kötülüğünden korunmak için insanların terkettiği -yâhud: Karşılaşmak ve konuşmaktan vazgeçip bıraktığı- kimsedir" buyurdu [152].

 

157-.......Bize Eyyûb, Abdullah ibn Muleyke'den şöyle haber verdi: Peygamber(S)'e dîbâc kumaşında altın düğmeli birçok kaftan­lar hediye edilmişti. Kendisi bu kaftanları sahâbîJerinden bâzı insan­lar arasında taksim etti de onlardan birini Mahrame için ayırdı. Mahrame yanına gelince:

— "Bunu senin için sakladım" buyurdu.

Râvî Eyyûb kendi elbisesiyle işaret edip: Peygamber bu sözü söy­lerken kaftanı Mahrame'ye böyle gösteriyordu. Mahrame'nin huyunda bir sertlik vardı, demiştir.

Bu hadîsi Hammâd ibn Zeyd, Eyyûb'dan rivayet etti. Hâtem ibnu Verdân da şöyle dedi: Bize Eyyûb, İbnu Muleyke'den; o da el-Misver'den: Peygamber'e birçok kaftanlar gelmişti, diye tahdîs et­ti [153]

 

83- Bâb;

 

'(Akıllı ve olgun) mü'min bir yılan deliğinden iki kerre sokulmaz".

Muâviye ibn Ebî Sufyân da: Hakîm, ancak tecrübe sahibi olan teennîli kişidir, demiştir [154].

 

158-.......Bize el-Leys Ukayl'den; o da ez-Zuhrî'den; o da İbnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "(Akıllı ve kâmil) mü'min bir yılan deliğinden iki kerre ısırılıp sokulmaz" buyurmuştur [155].

 

84- Konuk Hakkı(Nı Beyân) Babı

 

159-.......Abdullah ibn Amr (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) benim yanıma girdi de:

— "Bütün gece namaz kılmakta olduğun ve gündüzleri de oruç tutmakta olduğun bana haber verilmedi mi sanırsın?" buyurdu.

Ben:

  Evet öyledir, dedim. Rasûlullah:

  "Böyle yapma, gecenin bir kısmında kalk ibâdet et, bir kıs­mında yat uyu, bâzı günler oruç tut, bâzı günler oruç tutma. Çünkü bedenin için senin üzerinde bir hakk vardır, gözlerin için desenin üze­rinde bir hakk vardır, ziyaretçilerin için de senin üzerinde bir hakk vardır, eşin için de senin üzerinde bir hakk vardır. Sana uzun bir Ömür olması ümîd edilir. Her aydan üçer gün nafile oruç tutman sana ye­ter. Çünkü her bir haseneye mukaabil onun on misli sevâb vardır. Böylece bu, bütün sene oruç tutmuş sevabı eder".

Abdullah şöyle dedi:

  Ben kendi nefsime şiddet yaptıkça bana şiddet yapıldı: Ben bundan daha fazlasına güç yetiririm, dedim.

Rasûlullah:

  "Öyleyse her bir cumuadan (yânî her haftadan) üç gün oruç tut" buyurdu.

Abdullah dedi ki:

— Ben şiddet istedikçe bana şiddetlendirildi. Ben bundan fazla­sına da güç yetiririm, dedim.

Rasûlullah:

  "Öyleyse Dâvûd Peygamberdin orucu gibi oruç tut" buyurdu. Ben:

  Dâvûd Peygamber'in orucu nedir? dedim. Rasûlullah:

  "Yılın yarısıdır" buyurdu [156].

 

85- Konuğa İkram Etmek Ve Bizzat Hizmet Etmek Ve Yüce Allah'ın: "İbrahim'in ikram edilmiş konuklarının haberi sana geldi mİ?" (ez-Zâriyât: 24) Kavli Babı

 

Ebû Abdillah Buhârî şöyle dedi:

Müfredde "Huve zevrun", cemi'de: "Hâulâi zevrun" denilir (yânı bu müfred ve cemi'de müsavidir). "Dayf" da böyledir. "Dayf'hn ma'nâsı, onun konukları ve ziyaretçileri demektir. Çünkü o, kavim, ridâ ve ad! gibi bir masdardır. "Maun ğavrun" ve "Bi'run ğavrun" ve "Mâ âni ğavrun" ve "Miyâhun ğavrun" denilir (Bu, masdarla vasıflamadır)

Kovaların erişmez olduğu şeye "Gav/*" ve "Gâir" denilir. İçinde kaybolduğun herşey bir "Mağâre"dir.

"Tezzâveru", "Zevr" masdarından <MTemîlu( = Meyleder)" "Ezveru" da "Çok meyleden" ma'nâsmadır [157].

 

160-.......Bize (İmâm) Mâlik, Saîd ibn Ebî Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Şurayh el-Ka'bî(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve son güne îmân eden kimse konuğuna ik­ram etsin. Konuğun gelip geçici olan kısmının ikramı bir gün, bir ge­cedir. Ziyafet, yânı konukluk üç gündür. Üç günden sonra hazır bulunan kimseye yapılan ikram ise, sadakadır. Konuk için ev sahibi­nin yanında, onun (göğsünü daraltıp da) kendisini dışarı çıkarması­na kadar ikaamet etmesi halâl olmaz".

Bize İsmâîl tahdîs edip şöyle dedi: Bana Mâlik, bunun benzerini tahdîs etti ve bunda şu ziyâdeyi getirdi: "Allah'a ve son güne îmân eden her kişi, hayır söylesin yâhud sussun!"

 

161-.......Bize Sufyân es-Sevrî, Ebû Husayn'dan; o da Ebû Sa­lih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve son güne îmân eden kişi komşusuna eza etmesin, Allah'a ve son güne îmân eden her kişi konuğuna ikram etsin. Allah'a ve son güne îmân eden her kişi hayır söylesin yâhud sussun!" [158].

 

162-.......Ukbe ibn Âmir (R) şöyle demiştir: Biz:

— Yâ Rasülallah! Sen bizleri bir sefere gönderiyorsun, biz de seferde bir kavmin yanına konaklıyoruz ki, onlar bizlere konukluk yemeği yedirmiyorlar. Bu hususta bize ne emredersin? dedik.

Rasûlullah (S) bize:

  "Bir kavmin yanına indiğinizde sizin için konuğa lâyık şeyler emrederlerse, onlara yönetip kendilerinden bunu kabul ediniz. Eğer birşey yapmayıp ikramdan çekinirlerse, onların malından kendileri­ne yakışacak olan konuk hakkını alınız" buyurdu [159].

 

163-.......Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:

— "Allah'a ve son güne îmân etmekte olan kimse konuğuna ik­ram etsin. Allah 'a ve son güne îmân etmekte olan her kişi hısımlarıy-la ilgilenip ikram etsin. Allah'a ve son güne îmân etmekte olan her­kes (ya) hayır söylesin, yâhud da sussun!"

 

86- Konuk İçin Yemek Yapılması Ve Birşeyler Hazırlama Meşakkatinin Yüklenilmesı Babı

 

164-.......Ebû Cuhayfe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Selmân ile Ebu'd-Derdâ arasında kardeşlik akdi yapmıştı. Selmân, Ebu'd-Derdâ'ya ziyarete gitti.(Evde bulamadı.)Ve zevcesi Urnrnü'd-Derdâ'yı eski bir elbise içinde perişan gördü de:

  Bu hâlin nedir? diye sordu. Ümmü'd-Derdâ:

— Kardeşin Ebu'd-Derdâ'mn dünyâda bir işi ve ilişiği yok ki (gün­düz oruç tutar, gece namaz kılar)! diye yanıktı.

Bu sırada Ebu'd-Derdâ geldi. Selmân(ı selâmladı ve onun) için yemek yaptı (önüne getirdi). Ebu'd-Derdâ, Selmân'a:

  Buyur ye, ben oruçluyum! dedi. Selmân:

  Sen yiyinceye kadar ben de yemeyeceğim! dedi.

Bunun üzerine Ebu'd-Derdâ da (nafile orucunu bozup konuğu ile) yedi. Gece olunca Ebu'd-Derdâ gecenin evvelinde namaza kalk­mak istedi. Selmân:

— Uyu! diye men' etti.

Ebu'd-Derdâ da uyudu. Sonra bir daha kalkmak istedi. Yine

Selmân:

— Uyu! diye men1 etti. Gecenin sonu olunca Selmân:

— Artık şimdi kalk! dedi.

Kalkıp ikisi de namaz kıldılar. Namazdan sonra Selmân, Ebu'd-Derdâ'ya şunları söyledi:

— Senin üzerinde muhakkak ki, Rabb'in için bir hakk -ardır. Senin üzerinde nefsin için de bir hakk vardır. Senin üzerinde ailen için de bir hakk vardır. Binâenaleyh sen her hakk sahibine hakkım vermelisin!

Sonra Ebu'd-Derdâ, Peygamber(S)'in huzuruna gelip bu vak'a-yı O'na zikredince, Peygamber:

  "Selmân doğru söylemiştir!" buyurdu.

Ebû Cuhayfe, Vehb es-Suvâî'dir; ona Vehbu'1-Hayr denilir [160].

 

87- Konuk Yanında Öfkelenmenin Ve Sabırsızlık Göstermenin Mekruh Olması Babı

 

165-.......Bize Saîd el-Cuveyrî, Ebû Usmân en-Nehdî'den; o da Abdurrahmân ibn Ebî Bekr'den şöye tahdîs etti: Ebû Bekr birkaç ki­şilik bir topluluğu konuk edindi. Oğlu Abdurrahmân'a:

— işte konukların, onları al. Ben Peygamber'in yanma gidiyo­rum. Ben gelmeden önce onların yemeklerini önlerine boşalt, yedir! dedi.

Bunun üzerine Abdurrahmân evine gidip yanında bulunan ye­meği konuklara getirdi de:

  Yiyiniz, dedi. Onlar:

— Konuk olduğumuz evin sahibi nerede? diye Ebû Bekr'i sordu­lar.

Abdurrahmân onlara:

  Siz buyurun, yemeği yiyin! dedi.

Onlar:

— Bizler ev sahibimiz gelinceye kadar yemek yiyiciler değiliz, de­diler.

Abdurrahmân:

  Siz bizden yemeğinizi kabul edip yiyiniz, çünkü Ebû Bekr, siz yemek yememiş hâldeyken gelirse hepimiz onun ezâ ve azarlama-sıyle karşılaşırız, dedi.

Konuklar yine yemekten çekindiler. Ben Ebû Bekr'in bana öf­keleneceğini bildiğim için, ben o gelince bir kenara çekilip saklandım. Ebû Bekr geldi ve:

— Konuklara ne yaptınız? dedi. Ev halkı:

— Konuklar sen hazır olmadan yemekten çekindiler, diye haber verdiler.

Bunun üzerine Ebû Bekr:

  Yâ Abderrahmân! diye çağırdı.

Ben sükût ettim, cevâb vermedim. O yine:

— Ey câhil! Senin üzerine Allah'a yeminle söylüyorum, eğer se­simi işitiyorsan muhakkak cevâb verip geleceksin! dedi.

Bunun üzerine ben saklandığım yerden dışarı çıktım da:

  Benim günâhım yok, i$te konukların, onlara sor! dedim. (Onlara sordu.) Onlar:

— Abdurrahmân doğru söyledi, o bize yemeği getirdi de biz ka­bul etmedik! dediler.

Ebü Bekr:

— Sizler ancak beni beklediniz ha! İşte vallahi ben de bu gece bu yemeği yemeyeceğim! dedi.

Diğerleri de:

  Vallahi sen yemedikçe biz de bu yemeği yemeyiz! dediler.

Ebû Bekr:

— Ben şerlilikte bu gece gibisini görmedim, size yazıklar olsun! Size ne oluyor? Niçin bizden yemeğinizi kabul etmiyorsunuz? (Yâ Ab­derrahmân!) Yemeğini getir! dedi.

Abdurrahmân yemeği getirdi. Ebû Bekr elini yemeğin içine koy­du da:

— Bismillah, birinci halet (yânî öfkelenip bu gece yemeği yeme­yeceğim sözü) şeytândandır, dedi ve yemekten yedi, konuklar da ye­diler [161].

 

88- Konuğun Ev Sahibine "Vallahi Sen Yemedikçe Yemem" Demesi Babı

 

Bu konuda Ebû Cuhayfe Vehb es-Suvâî*nin hadîsi vardır [162].

 

166-.......Ebû Usmân en-Nehdî şöyle demiştir: Ebû Bekr'in oğlu Abdurrahmân (R) şöyle dedi: Ebû Bekr kendi konuğu yâhud konuk­larını getirdi de, kendisi Peygamber'in yanında (yatsıyı kıhncaya ka­dar) akşamladı. Ebû Bekr gelince annem ona:

— Bu gece konuğunun yâhud konuklarının yanında bulunmak­tan alıkonulup habsolundun! dedi.

Ebû Bekr:

  Onlara hâlâ yemek vermedin mi? dedi. Annem de ona:

— Biz ona yâhud onlara yemek çıkarıp arzettik, onlar yâhud o çekinip kabul etmediler, dedi.

Bunun üzerine Ebû Bekr öfkelendi, sövüp saydı, "Burnu yarı-lasica!" dedi ve o yemekten yememeye yemîn etti.

Abdurrahmân dedi ki: Ben bu sırada saklanmıştım. Bana:

— Ey câhil herîf! diye nida etti.

(Abdurrahmân'm annesi Ümmü Rûmân) kadın da kocası yeme­dikçe o yemeği yemeyeceğine yemîn etti. Konuk yâhud konuklar da, Ebû Bekr yemedikçe o yemekten yemeyeceğine yâhud yemeyecekle­rine yemîn ettiler. Bunun üzerine Ebû Bekr:

— Bu halet (yâhud bu yemîn) muhakkak şeytândandır, dedi, aka­binde yemeği istedi, kendisi yedi, konuklar da yediler.

Onlar yemekten her bir lokmayı kaldırdıkça, yemek aşağısından muhakkak artmaya ve daha çok olmaya .başladı. Bunun üzerine Ebû Bekr, Ümmü Rûmân'a hitaben:

  Ey Firâs oğulları'nın kızkardeşi! Bu hâl nedir? dedi. Oda:

— Gözümün nuruna (Rasûlullah'a) yemîn olsun ki, bu yemek, bizim yememizden Önceki hâlinden muhakkak daha çoktur! dedi.

Hepsi yediler de Ebû Bekr o artan yemeği sahanıyle Peygamber'e yolladı, Peygamber'in de ondan yediğini zikretti [163].

 

89- Büyük Olana İkram Etmek, Söze Ve Soru Sormaya Yaşça Daha Büyük Olan Başlar Babı

 

167-....... Bize Hammâd ibn Zeyd, Yahya ibn Saîd'den; o da Ensâr'ın mevlâsı olan Buşeyr ibn Yesâr'dan; o da Râfi' ibn Hadîc ile Sehl ibn Ebî Hasme'den tahdîs etti ki, bu ikisi ona şöyle tahdîs etmişlerdir. Abdullah ibn Sehl ile Muhayyısa ibn Mes'ûd; ikisi birlik­te Hayber'e (hurma toplamaya) gitmişlerdi. Bu iki yoldaş Hayber'e vardıklarında hurmalıklar içinde birbirinden ayrıldılar. Abdullah ibn Sehl öldürüldü. (Ensâr'dan) Abdurrahmân ibn Sehl ile Mes'ûd'un iki oğlu Huveyyısa ve Muhayyısa, Peygamber'e geldiler ve öldürülen ar­kadaşlarının işi hakkında konuştular [164].

Konuşmaya Abdurrahmân başladı. Hâlbuki Abdurrahmân on­ların en küçüğü idi. Peygamber (S) ona:

— "İlk sözü büyüğe bırak!" buyurdu.

Râvî Yahya "Konuşmayı en büyük olan üzerine alsın!" şeklin­de söyledi.

Böylece onlar arkadaşlarının işi hakkında konuştular. Sonunda Peygamber onların üçüne:

  "Maktulünüzün -yâhud arkadaşınızın- kan bedeli olan diye­tine, sizlerden elli kişinin (bu cinayeti Hayberliler işledi diye) yemtn etmeleri suretiyle hakk kazanır mısınız?" buyurdu.

Onlar:

— Yâ Rasûlallah, bu, görmediğimiz bir iştir (nasıl yemîn ede­riz)? dediler.

Rasûlullah:

  "O hâlde Yahûdîler'den elli kişinin (bu cinayeti biz işleme­dik diye) yemîn etmeleri sizi da'vânızdan uzak kılar (yânî isnâd etti­ğiniz suçtan kurtulurlar)" buyurdu.

Onlar:

— Yâ Rasûlallah, Yahudiler kâfir bir kavimdir (biz onların ye­minlerini nasıl alırız)? diye razı olmadılar.

(Yânî Peygamber evvelâ elli yemîn etmeyi müddeîlere teklif etti. Onlar yemîn etmekten çekinince, elli yemîni müddea aleyhim olan Yahûdîler'e teklif edeceğini söyledi. Müddeîler buna razı olmayınca) Rasûlullah cinayetin diyetini müddeîlere kendi tarafından (yânî ken­di malından yâhud da beytu'l-mâlden) ödedi [165].

Sehl ibn Ebî Hasme: Ben Peygamber'in diyet olarak verdiği bu develerden bir dişi deveye, develerin toplandığı ağılda eriştim de de­ve beni ayağıyle tepti, demiştir.

el-Leys ibn Sa'd: Bana Yahya, Buşeyr'den; o da Sehl'den tahdîs etti, dedi.

Yahya ibn Saîd el-Ensârî: Ben Buşeyr'in: Râfi' ibn Hadîc'in be­raberinde dediğini sanırım, demiştir.

Sufyân ibn Uyeyne de: Bize Yahya, Buşeyr'den; o da Sehl'den yalnız olarak tahdîs etti, demiştir (Râfi' ibn Hadîc'le beraber deme­miştir) [166].

 

168-....... Abdullah ibn Umer (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S):

  "Bana bir ağaç haber veriniz ki, onun meseli müsiimin mese­lidir. O meyvelerini her zaman Rabb'inin izniyle verir, yapraklan düşmez'' buyurdu.

Benim gönlüme onun hurma ağacı olduğu düştü. Burada Ebû Bekr ve Umer de mevcûd olup bunlar konuşmayınca ben konuşma­mı kerîh gördüm. Peygamber:

  "O, hurma ağacıdır" buyurdu.

Ben babamın beraberinde çıktığım zaman:

— Ey babacığım! Benim gönlüme hurma ağacı düşmüştü, dedim. Babam:

— Seni bunu söylemekten ne men' etti? Senin onu söylemiş ol­man bana şundan ve şundan daha sevimli olurdu, dedi.

İbn Umer:

— Beni men' eden ancak senin de, Ebû Bekr'in de konuştuğu­nuzu görmemiş olmamdır. İşte bundan ötürü konuşmayı kerîh gör­düm, demiştir [167].

 

 

90- Şiirden, Recezden Ve Tegannîden Caiz Olacak Nevi'lerle Bunlardan Mekruh Kılınan Nevi'ler Babı [168]

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli (babı): "Şâirlere gelince; onlara da sapıklar uyarlar. Onların her vadide ifrata düşegeldiklerini ve hakîkaten yapmayacakları şeyleri söyler insanlar olduklarını görmedin mi? Ancak îmân edip de iyi iyi amellerde bulunanlar, Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarından sonra öçlerini alanlar böyle değildir. O zulmedenler yakında hangi inkılâb ile yıkılacaklarını bilecekler" (eş-Şuarâ: 224-227) [169].

 

169-.......Ubeyy ibn Ka'b (R), Rasûlullah(S)'m: "Şiirden bir kısmı, şübhesiz hikmettir" buyurduğunu haber vermiştir [170].

 

170-.......el-Esved ibn Kays şöyle demiştir: Ben Cundeb'den işit­tim şöyle diyordu: Peygamber (S) bir gazvede yürürken, parmağına bir taş isabet etmiş, kanamıştı. Bunun üzerine Peygamber:

— "Hel enti illâ ısbaun demîti

Vefî sebüi'llâhi mâ laktti (= Sen ancak bir parmaksın ki kanadın Allah yolundadır bütün de çattığın)" buyurdu [171].

 

171-.......BizeEbû Seleme, Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Şâir sınıfının söylediği en doğru söz, Lebîd'in: Ela küllü şey'in mâ hala'Uâhe bâtılu

(= İyi bilin ki, Allah'tan başka herşey bâtıldır) kelâmıdır.

Ümeyye ibnu Ebi's-Salt da (şiirlerinde) müslümân olmağa yaklaş­mıştı" buyurmuştur [172].

Teemme 1-sutura I-kamatı fe mneha Mme l-Meîe ı Î-A la ıleyke rasaılu Ve kad hutta fihâ lev teemmehe satrahâ

 

172-.......Seleme ibnu'1-Ekva' (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah(S)'ın maiyyetinde Hayber gazasına çıkmıştık. Bir gece yürüdü­ğümüz sırada kaafileden bir adam Âmir ibnu'l-Ekva'a hitaben:

— Yâ Âmir! Bize kısa vezinli şiirlerinden biraz dinletsen ya! dedi.

Selemetu'bnu Ekva': Âmir, şâir bir kimse idi, dedi. Bu istek üze­rine Âmir, bineğinden aşağıya indi ve kaafileyi şu beyitleri söyleye­rek yürütüyordu:

Aîîâhumme! Levîâ enîe mehtedeynâ Velâ îasaddaknâ velâ sedleynâ Fe'ğfir fidâen leke maktefeynâ Ve sebbiii'l-akdâme in îâkaynâ Ve elkıyen sekîneten aleynâ înnâ izâ sîha bina eteynâ Ve bi's-siyâhı avvelû aleynâ

[= Yâ Allah! Sen olmayaydın biz doğru yolu bulmaz, sadaka da vermez, namaz da kılmazdık. Hayâtımız Sen'in rızân yolunda fe­da olsun, işlediğimiz günâhları mağfiret eyle! Düşmanlarla karşıla­şırsak ayaklan sabit kıl. Üzerimize sekînet ve metanet indir. Biz kıtale çağırıldığımız zaman hemen savaşa geliriz. O düşmanlar bizim üzeri­mize (yiğitlikle değil) bağırmakla hamle yapmışlardır.]

Bu şiir üzerine Rasûlullah:

  "Şiir inşâd edip develeri yollandıran kimdir?" diye sordu. Sahâbîler:

— Âmir ibnu'I-Ekva'dır, dediler. Rasûlullah:

  "Allah Âmir'e rahmet eylesin!" diye duâ etti. Kaafileden bir adam (Umer ibnu'l-Hattâb):

— Ey Allah'ın Peygamberi! Âmir'e cennet vâcib oldu (şehîdliği

kesinleşti). Keski onunla (onun şiir ve yiğitliğiyle) bizleri bir müddet daha faydalandırsaydın! Dedi [173].

Nihayet Hayber'e geldik ve Hayber halkını muhasara ettik. (Fakat muhasara yirmi gün sürmüştü.) Hattâ bize şiddetli bir açlık isabet etmişti. Sonra Yüce Allah müslümânlara Hayber kalelerinin fethini müyesser kıldı. Hayber'in müslümânlara açılıp fetholunduğu günün akşamı, mücâhidler yer yer birçok ateşler yakmışlardı. Rasûlullah:

  "Bu ateşler nedir? Ne için yakıyorsunuz?" diye sordu. Sahâbîler:

— Et pişirmek için, diye cevâb verdiler. Rasûlullah:

  "Hangi et (ne eti)?" sordu. Sahâbîler:

  Evcil eşeklerin eti! diye cevâb verdiler. Rasûlullah:

  "O etleri dökünüz, kaplarını da kırınız!" buyurdu. Bir adam:

  Yâ Rasûlallah! Etleri döküp de kapları yıkasak olmaz mı? diye sordu.

Rasûlullah:

  "Yâhud öyle yapınız!" buyurdu.

Hayber'de düşman kavim harb saffı bağlayınca (Âmir, Yahûdî-ler'in en cenkçi pehlivanı Merhab'a karşı mubâriz çıktı). Âmir'in kı­lıcında bir kısalık vardı. Âmir bu kısa kılıcıyla vurmak için Yahûdî'ye uzandı. Fakat kılıcının keskin yüzü dönüp Âmir'in diz kapağına isa­bet etti ve kendisi bu yaradan vefat etti.

(Râvî dedi ki:) Rasûlullah ile beraber ordu Hayber'den döndük­leri sırada Rasûlullah beni rengi değişmiş olarak gördü ve bana:

  "Senin neyin var?" diye sordu. Ben de O'na:

— Babam anam Sana feda olsun! Bâzı kimseler (amcam) Âmir'­in amelinin bâtıl olduğunu söylediler! dedim.

Peygamber:

  "Bunu kim söyledi!" dedi. Ben de O'na:

— Fulân, fulân, fulân kimseler ve Useyd ibn Hudayr el-Ensârî söyledi, dedim.

Rasûlullah:

— "Bunu söyleyen, yalan söylemiştir. Âmir için muhakkak iki ecir vardır: -Rasülullah iki parmağı arasını birleştirdi-: Hiç şübhesiz o hem bir çalışkandır, hem de bir mücâhiddir. Medine'de Âmir'in benzeri bir Arab az yetişmiştir" buyurdu [174].

 

173-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir sefer esnasında kadınlarından bâzılarının yanına geldi. Onların be­raberinde (Enes'in anası) Ümmü Suleym de vardı (Enceşe adında güzel sesli bir hizmetçi, kadınların develerini şiirler tegannî ederek sevke-diyordu). Peygamber ona:

— "Yâ Enceşe! Cam şişeleri (gibi olan kadınların binek devele­rini) yavaş bir sürüşle şevket!" buyurdu.

Râvî Ebû Kılâbe: Peygamber Öyle bir söz konuştu ki, eğer biri­niz o kelimeyi konuşsaydı sizler muhakkak o kelimeyi o şahıs üzeri­ne ayıplardınız, demiştir. Peygamberdin sözü "Cam şişelerini sevke-dişini yavaş yap"t\r  [175].

 

91- Müşrikleri Şiirle Hicvedip Kötülemek Babı

 

174-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Hassan ibn Sabit şiiriyle müş­rikleri hicvetmek hususunda Rasûlullah(S)'tan izin istedi. Rasûlullah:

  "Benim nesebim de onların içinde olduğu hâlde, onları nasıl hicvedersin?" buyurdu.

Hassan:

— Ben Sen'in soyunu Kureyş soyları arasından muhakkak ha­murdan kıl çekilir gibi çeker sıyırırım! dedi.

Hişâm ibn Urve'den gelen rivayette, babası Urve: Ben Âişe'nin yanında Hassân'a sövmeye davrandım da Âişe bana:

— Sen ona sövme, çünkü o, Rasülullah'tan yana müdâfaa eder­di! dedi, demiştir [176].

 

175- Bize Esbağ tahdîs edip şöyle dedi: Bana Abdullah ibn Vehb haber verip şöyle dedi: Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan haber verdi ki, ona da el-Heysem ibn Ebî Sinan, Ebû Hureyre'den işittiğini haber vermiştir: Ebû Hureyre (R) -bir kerre arkadaşlarına- menkabeler an­latırken, Peygamber(S)'i de anarak, O'nun (Abdullah ibn Revâha'-mn şiirinin güzelliğini takdîr edip):

— "Şübhesiz kardeşiniz bâtıl söz söylemez" buyuruyordu.

Ebû Hureyre: Peygamber, bu "Kardeşiniz" sözüyle Abdullah ibn Revâha'yı kasdediyordu, demiştir.

Abdullah ibn Revâha, Rasûlullah'ı şu şiiriyle medhediyordu:

Veimâ Rasûlullahı yeiîû Kitâbeh, İze'n-şakka ma'rûfun mine'l-fecri sâîıu. Erâna'î'hudâ ba'de'1-amâ fe-kulûbunâ Bihî mûkmâtun enne mâ kaaîe vâkıu Yehîîu yucâfî cenbehû an fırâşıhî İze 's-teskaîeî bi '1-kâfırîne '1-madâcm

(= Tan yeri ağarıp fecri sâdık yükseldiği sırada Rasûlullah, Ki-tâbı'm okuyarak aramızda bulunuyor. O bize dalâletten sonra hidâ­yet nuru göstermiştir. Gönüllerimiz O'na tereddütsüz inanmıştır. O'nun her söylediği muhakkak vâki'dir. Kâfirlere yatakları ağırlık verirken, O Peygamber yanını yatağından uzaklaştırarak geceler.)

Bu hadîsi ez-Zuhrî'den rivayet-etmekte Ukayl de Yûnus'a mu-tâbaat etmiştir. ez-Zubeydî de ez-Zuhrî'den; o da Saîd ibnu'l-Müsey-yeb'den ve el-A'rec'den; onlar da Ebû Hureyre'den olmak üzere söylemiştir [177].

 

176-.......Ebû Seleme Abdurrahmân ibn Avf, haber verdi ki, kendisi Hassan ibn Sabit el-Ensârî'dan işitmiştir: Hassan (mescidde şiir inşadının cevazı hususunda) Ebû Hureyre'yi şâhid tutarak:

— Allah aşkına söyle! Rasûlullah'ın "Yâ Hassan! Rasûlullah'-tan yana (Kureyş kâfirlerine) cevâb ver! Allah'ım! Onu (yânî Has-sân'ı) Rûhu'l-Kuds ile te'yîd et!" dediğini işittin mi? dedi.

Ebû Hureyre de:

  Evet işittim! diye cevâb verdi [178].

 

177-.......Bize Şu'be, Adiyy ibn Sâbit'ten; o da el-Berâ (ibn Âzib- R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) Hassan ibn Sâbit'e hitaben: "Sen de müşrikleri hicvedip kötüle! Yâhud onların hicivlerine karşılık ver, Cibril de seninle beraberdir" buyurmuştur [179].

 

92- Şiirin İnsan Üzerine, Onu Allah'ı Anmaktan, İlimden Ve Kur'ân Okumaktan Men' Edecek Derecede Gâlib Olmasının Mekrûhluğu Babı

 

178-.......Bize Hanzala, Sâlim'den; o da İbn Umer(R)'den ha­ber verdi ki, Peygamber (S): "Birinizin içinin irinle dolması, muhak­kak ki şiirle dolmasından hayırlıdır" buyurmuştur.

 

179-.......Ebû Hureyre (R): Rasûlullah (S): "Muhakkak ki, bir kimsenin karnının içi, onu bozacak bir irinle dolması, şiir dolmasın­dan daha hayırlıdır" buyurdu, demiştir [180].

 

93- Peygamber(S)'İn "Teribet yemînuki", 'Akra" YE "Halkaa1' Sözleri Babı [181]

 

180-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ebû'l-Kuays'm erkek karde­şi olan Eflah, Hicâb emrinin inmesinden sonra benim yanıma gel­mek için izin istedi. Ben de ona:

— Bu hususta Rasûlullah'tan izin isteyinceye kadar vallahi ben ona izin veremem. Çünkü beni Eflah'ın kardeşi Ebû Kuays emzir-medi, lâkin beni Ebû'l-Kuays'm karısı emzirdi! dedim.

Bu sırada Rasûlullah benim yanıma girdi. Ben: ^- Yâ Rasûlallah! Beni erkek emzirmedi, lâkin beni Ebû'l-Kuays'm karısı emzirdi! dedi. Rasûlullah (S):

  "Sen ona (yanına gelmesi için) izin ver. Çünkü o senin (süt) amcandır. Teribet yemînuki (= Sağ eli toprak olası)/" buyurdu.

Urve ibnu'z-Zubeyr: Bu hadîste zikredilen şey sebebiyle Âişe:

— Nesebden haram olanı, sütten de haram kılın! derdi, demiştir.

 

181-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) haccdan dö­nerken Minâ'dan Mekke'ye doğru hareket etmek istedi. Bu sırada Sa-fiyye (bintu Huyey)'yi çadırının kapısında dertli ve hüzünlü hâlde gör­dü. Çünkü Safiyye hayız olmuştu. Bunun üzerine Peygamber, Ku-reyş'in bir lügati, bir ta'bîri olan:

— "Akra, halkaa! Muhakkak ki sen bizleri habsedip yolumuz­dan alıkoyacaksın!" buyurdu.

Sonra da:

  "Sen nahr günü ziyaret tavafını yaptın mı?" diye sordu. Safiyye:

  Evet yaptım, cevâbını verince Peygamber:

  "Öyleyse yürü, hareket ediyoruz (hayızlıdan veda tavafı dü­şer)/" buyurdu.

 

94- "Zaamû" Ta'bîri Hakkında Gelen Şey Babı

 

182-.......Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'in hizmetçisi EbûMurre haber verdi ki, kendisi Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'den şöyle derken işitmiştir: Ben Mekke fethi senesi Rasûlullah(S)'m yanma gittim ve onu yıkanır hâlde buldum. Kızı Fâtıma da kendisini perde tutup örtüyordu. Selâm verdim.

  "Bu kadın kimdir?" diye sordu.

  Ben Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'im! cevâbını verdim.

  "Ümmü Hâni'e merhaba (= Hoş geldin, safa geldin Ümmü Hâni')/" dedi.

Yıkanmasını bitirince Rasülullah sırtındaki tek parça kumaşı çap-razvârî bağlamış olduğu hâlde durup sekiz rek'at namaz kıldı. Na­mazdan çıktığı zaman:

— Yâ Rasûlallah! Anamın oğlu Alî, benim and ve emân verdi­ğim fulân adamı, Hubeyre oğlu fulân kimseyi öldüreceğini zu'm et­miştir! dedim.

Bunun üzerine Rasülullah:

— "Yâ Ümme Hâni'! Senin ahd ve emân verdiğin kimseye biz de ahd ve emân vermişizdir!" buyurdu.

Ümmü Hâni': Bu, duhâ vakti idi, demiştir [182].

 

95- Kişinin "Veyleke" Sözü Hakkında Gelen Şey Babı

 

183-.......Bize Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den; o da Enes(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) bir adamın kurbanlık deveyi sürüp götürmekte olduğunu görmüş de ona:

  "Deveye bin!" buyurmuş. O kimse:

  Bu deve kurbanlıktır, demiş. Rasülullah:

  "Bu kurbanlık deveye bin! Veyl olsun sana!" buyurmuştur.

 

184- Bize Kuteybe ibn Saîd, Mâlik'ten; o da Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasülul­lah (S) birisini kurbanlık devesini sevkederken görmüş de ona:

  "Deveye bin!" buyurmuş. O kimse:

  Yâ Rasûlallah! Bu deve kurbanlıktır! demiş.

Rasûlullah ikinci yâhud üçüncü defasında:

  "Bu kurbanlık deveye bin! Yazıklar olsun sana!" buyur­muştur.

 

185-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir seferde idi. Beraberinde siyah bir hizmetçisi vardı ki, ona Enceşe de­niliyordu. Bu siyah köle, kaafilenin develerini güzel neşîdeler okuya­rak sevkediyor ve hızlı yürütüyordu. Rasûlullah ona:

— "Veyl sana yâ Enceşe! Yavaş ol! Cam gibi (ince kalbli) olan kadınların develerini hızlı yürütme!" buyurdu.

 

186-.......Ebû Bekre (Nufey* ibnu'l-Hâris- R) şöyle demiştir:

Bir adam Peygamber'in yanında bir kimseyi övdü. Bunun üzerine Pey­gamber (S) ona üç defa:

  "Veyl sana! Kardeşinin boynunu kesip kopardın!" buyurup şöyle devam etti:

  "Sizden biriniz bir kimseyi çaresiz medhedecek olursa 'Ben fulâm zahirine göre şöyle şöyle sanıyorum; ameline göre onu hesaba çekecek ise A Hah 'tır, ben A ilah 'a karşı hiçbir kimseyi tezkiye etmem' desin. Bunu da o kimsenin böyle hâlini biliyorsa söylesin!" buyur­du [183]

 

187-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir gün ganimet taksimi yaparken Temîm oğullan'ndan Zu'I-Huvey-sıra lakablı bir adam:

— Yâ Rasûlallah! Adalet et! dedi. Rasûlullah:

  "Veyl olsun sana! Ben adalet etmezsem kim adalet eder?' buyurdu.

Bunun üzerine Umer:

— Bana izin ver de şu adamın boynunu vurayım! dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu:

  "Hayır (boynunu vurma)/ Onun birtakım arkadaşları vardır ki, sizden biriniz onların namazı yanında kendi namazını, onların oruç­ları yanında kendi orucunu hakîr görür. Onlar okun avdan delip çı­kışı gibi dînden çıkarlar. (Avı delip geçen) okun demirine bakılır, onda kan nâmına birşey bulunmaz- Sonra okun ağaç kısmına bakılır, ora­da dçı birşey bulunmaz. Sonra okun yelesine -tüyüne- bakılır, orada da birşey bulunmaz. Ok, avın işkenbesi içindeki şeylere ve kana girip çıkmış, fakat onlardan hiçbirşey oka yapışıp kalmamıştır! Onlar, in­sanlar (müslümânlar) arasında bir ayrılma olduğu zaman ortaya çı­karlar. Onların alâmeti iki elinin birinde kadın memesi gibi yâhud öteye beriye gidip gelen bir et parçası gibi birşey bulunan bir adamdır". Ebû Saîd şöyle dedi: Ben bunu Peygamber'den işittiğime şehâ-det ediyorum. Ve yine şehâdet ediyorum ki, Alî ibn Ebî Tâlib onlar­la harbettiği zaman, ben onun maiyyetinde idim. Öldürülenlerin içinde bu hadîste vasfedilen adam arandı. Netîcede Peygamber'in vasfetti-ği vasıf üzere birisi bulunup getirildi [184].

 

188-....... Bize el-Evzâî haber verip şöyle dedi: Bana îbnu Şihâb, Humeyd ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den şöy­le tahdîs etti: Bir adam Rasûlullah(S)'a geldi de:

  Yâ Rasûlallah! Ben helak oldum! dedi. Rasûlullah:

  "Vayhake (= Yazık sana) ne oldu?*' buyurdu. O kimse:

— Ramazânda oruçlu iken eşimin üzerine düştüm (yânı cima yap­tım), dedi.

Rasûlullah:

  "Bir köle âzâd et!" buyurdu. O kimse:

  Köle bedelini bulamam, dedi. Rasûlullah:

  "Öyleyse iki ay zincirleme oruç tut!" buyurdu. O:

  Buna güç yetiremem, dedi. Rasûlullah:

  "Öyleyse altmış fakire yemek yedirip doyur!" buyurdu. O:

  (Bunun bedelini de) bulamam, dedi.

O sırada Peygamber'e (hurma yaprağından örülmüş onbeş sâ' alabilen hurma dolu) bir zenbîl getirildi.

  (tBu hurmayı al da fakirlere sadaka yap [185] buyurdu. O kimse:

— Yâ Rasûlallah! Ailemden başka fakirler üzerine mi sadaka ya­pacağım? Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, Medine'nin iki yanı arasında benden daha ihtiyâçh bir kimse yoktur, dedi.

Bunun üzerine Peygamber, dişleri meydana çıkıncaya kadar güldü ve:

  "Bunu al (ailene yedir)/" buyurdu m.

Bu hadîsi ez-Zuhrî'den rivayet etmesinde el-Evzâî'ye Yûnus ibn Yezîd mutâbaat etmiştir. Abdurrahmân ibn Hâlid de ez-Zuhrî'den rivayetinde "Vayhake" yerine "Veyleke" ta'bîrini söylemiştir [186].

 

189-.......Bize Ebû Amr el-Evzâî tahdîs edip şöyle dedi: Bana İbn Şihâb ez-Zuhrî, Atâ ibn Yezîd el-Leysî'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den şöyle tahdîs etti: Bir bedevî Arab:

— Yâ Rasûlallah! Bana hicretin hükmünden haber ver, dedi. Rasûlullah (S):

  "Vayhake{ = Yazık sana)/ Şübhesiz hicret işi çok çetindir.

Senin develerin var mı?" buyurdu. Bedevi:

  Evet vardır, diye cevâb verdi. Rasûlullah:

  "Sen onların sadakalarım (yânı zekâtlarını) veriyor musun?" buyurdu.

Bedevi:

  Evet veriyorum, dedi. Rasûlullah:

  "Öyleyse sen denizlerin ötesinde olsan da Medine 'ye uzak olan (yânî yerinde) çalış! Çünkü Allah senin amelinden hiçbirşeyi eksik bırakmayacaktır" buyurdu [187].

 

190-.......Bize Şu'be tahdîs etti ki, Vâkıd ibn Muhammed ibn Zeyd şöyle demiştir: Ben babam Muhammed ibn Zeyd'den işittim; o da İbn Umer(R)'den ki, Peygamber (S): "Veylekum" -yâhud "Vayhakum"- ta'bîrini söyledi de sonra -Şu'be: Peygamber'in bu ta'-bîrlerden hangisini söylediğinde şekkeden şeyhi Vâkıd ibn Muham-med'dir, demiştir-:

— "Benden sonra birbirlerinin boyunlarını vuran kâfirlere dön­meyiniz!" buyurdu.

en-Nadr ibn Şumeyl de Şu'be'den: "Vayhakum"sözünü söylemiş­tir.

Umer ibnu Muhammed, babası Muhammed ibn Zeyd'den "Veyle­kum" yâhud "Vayhakum" şeklinde söylemiştir [188]

 

191-.......Bize Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den; o da Enes(R)'ten şöyle tahdîs etti: Çöl ahâlîsinden bir adam Peygamber'e geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Kıyamet saati ne zaman ayağa kalkacak (yâ­nî kıyamet ne zaman kopacak)? diye sordu.

Rasûlullah (S):

  "Veyleke(= Veyl sana)/ Sen kıyamet için ne hazırladın?" di-Bedevî'ye sordu.

— Ben onun için (fazla bir amel) hazırlamadım. Ancak ben Al­lah'ı ve Rasûlü'nü seviyorum, dedi.

Rasûlullah:

  "Şübhesiz sen sevdiğinle berabersin" buyurdu. (Enes dedi ki:) Biz:

— (Yâ Rasûlallah!) Bizler de böyle miyiz (âhirette sevdiklerimizle beraber miyiz)? diye sorduk.

Rasûlullah:

  "Evet berabersiniz" diye tasdîk edince, biz o gün bu cevâb-dan pek şiddetli bir ferah ile ferahlanıp sevindik.                  

Bir gün Mugîre ibn Şu'be'ye âid olup benim yaşımda butunah bir oğlan çocuğu uğradı da Peygamber:

  "Eğer bu çocuğun eceli geri bırakılırsa, ihtiyarlık devri bu çocuğa erişmeden (burada hazır bulunanlar için olan) saat kopar" buyurdu.

Bu hadîsi Şu'be, Katâde'den özetle söyledi. Katâde: Ben Enes'-ten işittim; o da Peygamber'den, demiştir [189].

 

96- "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün. Çünkü Allah

çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (Âiu îmrân: 3i) Kavlinden Dolayı Azîz Ve Celîl Olan Allah Sevgisinin -Veya Allah İçin Sevmenin- Alâmeti Babı [190]

 

192-.......Bize Muhammed ibn Ca'fer, Şu'be'den; o da Süley­man (ibn Mıhrân el-A'meş)'den; o da Ebû Vâil'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "KİŞİ sevdiği ile beraberdir" buyurmuştur.

 

193-.......Bize Cerir, el-A'meş'ten tahdîs etti ki, Ebû Vâil şöy­le demiştir: Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle dedi: Rasûlullah'ın huzu­runa bir adam geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Henüz kendilerine katılmamış olduğu bir kav­mi, bir zümreyi seven bir kimse hakkında nasıl bit hüküm söylersi­niz? diye sordu.

Rasûlullah (S):

  "Kişi sevdiği ile beraberdir" buyurdu.

Bu hadîsi el-A'meş'ten; o da Ebû Vâil'den; o da Abdullah'tan; o da Peygamber'den senediyle rivayet etmekte Cerîr ibn Abdilhamîd'e, Cerîr ibn Hazım,Süleyman ibn Karm, Ebû Avâne üçlüsü de mutâba-at etmişlerdir.

 

194-.......Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Peygamberce:

— Bir kimse henüz kendilerine kavuşmadığı bir topluluğu sevi­yor! denildi.

Peygamber:

  "Kişi sevdiği kimse ile beraberdir" buyurdu.

Bu hadîsin râvîsi Sufyân es-Sevrî'ye el-A'meş'ten rivayet etmekte Ebû Muâviye Muhammed ibn Hazım ile Muhammed ibn Ubeyd mu-tâbaat etmişlerdir.

 

195- Bize Abdan tahdîs etti. Bize babam Usmân ibnu Cebele, Şu'be'den; o da Amr ibnu Murre'den; o da Salim ibn Ebi'I-Ca'd'-den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle haber verdi:

Bir adam Peygamber(S)'e:

  Yâ Rasûlallah! Kıyamet ne zaman (olacak)? diye sordu. Oda:

  "Sen onun için ne hazırladın?" buyurdu. O zât:

— Ben kıyamet için çok namaz, çok oruç ve çok sadaka hazırla­madım. Lâkin ben Allah'ı ve Rasûlü'nü seviyorum, dedi.

Rasûlullah:

  "Sen sevdiklerinle beraber olacaksın" buyurdu [191].

 

97- Bir Adamın Diğer Birine "Ihse' (= Yıkıl Git)" Sözü Babı

 

196- Bize Ebu'l-Velîd tahdîs etti. Bize Selm ibnu Zerîr tahdîs etti: Ben Ebû Recâ'dan işittim. Ben İbn Abbâs(R)'tan, şöyle dedi: Rasûlullah (S) İbnu Sâid adındaki kâhin çocuğa:

  "Ben senin için gönlümde birşey gizledim, o nedir?" dedi. O:

  "Duh"dur, diye cevâb verdi.

Rasûlullah:

  "Thse(= Sus, yıkıl git)!" buyurdu [192].

 

197-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Salim ibn Abdillah ha­ber verdi; ona da babası Abdullah ibn Umer (R) şöyle haber vermiş­tir: Umer ibnu'l-Hattâb, RasûluIIah'ın beraberinde sahâbîlerinden bir topluluk içinde İbn Sayyâd denilen bir kâhinin bulunduğu tarafa doğru gittiler. Nihayet onu (Ensâr'dan) Mağale oğullan'mn kalesi içinde ço­cuklarla oynarken buldular. İbn Sayyâd, o günlerde henüz erlik ça­ğına ermeye yaklaşmıştı. Bu genç kâhin, Rasûlullah'i bilemedi, nihayet Rasûlullah onun sırtına eliyle hafifçe vurduktan sonra:

  "Benim Allah'ın Rasûlü olduğuma şehâdet eder misin?" de­yince, hemen Rasûlullah'a baktı ve:

  Senin Ümmîlerin Rasûlü olduğuna şehâdet ederim, dedi. Bundan sonra İbn Sayyâd:

— Sen benim Allah'ın Rasûlü olduğuma şehâdet eder misin? dedi. Peygamber onun suâline cevâb vermeyip, onu eliyle itti ve sonra:

  "Ben Allah 'a ve Allah 'in hakk rasûllerine îmân ettim " dedi. Bundan sonra İbn Sayyâd'a:

  "Düşte, törede ne görüyorsun?" diye sordu. O da:

  Bana doğru haber de gelir, yalan haber de gelir, dedi. Rasûlullah:

  "Senin üzerine iş karıştırılmıştır" buyurdu.

Rasûlullah ona:

  "Ben senin için gönlümde birşey sakladım?" dedi, (O: Ne­dir? dedi. Zihninde Duhân Sûresi'ni hatırlamıştı).

İbn Sayyâd:

  Gönlündeki "Duh"tur, diye cevâb verdi. Rasûlullah:

  "Sus, yıkıl git! Haddini tecâvüz etme!" buyurdu. Umer:

— Yâ Rasûlallah! Bana onun hakkında izin verir misin ki, onun boynunu vurayım! dedi.

Rasûlullah;

  "Eğer bu Deccâl ise sen onun üzerine musallat kılınmazsın (yânîonu vurmağa me'mûr değilsin)/ "Eğer Deccâl değil ise, onuöl-dürmekte senin için hiçbir hayır yoktur!" buyurdu.

Salim şöyle dedi: Ben yine Abdullah ibn Umer'den işittim, şöy­le diyordu: Rasûlullah bundan sonra bir kerre de Ubeyy ibn Ka'b el-Ensârî ile beraber İbn Sayyâd'ın bulunduğu hurmalığı kasdederek git­tiler. Nihayet Rasûlullah hurmalığa girince hurma gövdeleriyle sak­lanıp gizlenmeye başladı. Böylece İbn Sayyâd kendisini görmeksizin ondan birşeyler işitmek istiyordu. îbn Sayyâd ise hurmalıkta kendi­sine âid bir kadîfe içinde, döşeği üzerinde yatmakta idi. Kadife hırka içinde genizden gelen hafif bir ses, bir hırıltı vardı. Tam bu sırada îbn Sayyâd'ın annesi, hurma gövdeleriyle korunmakta olan Peygam-ber'i gördü de İbn Sayyâd'a:

— Ey Safi! İşte Muhammed geldi! diye seslendi.

Safi, İbn Sayyâd'ın adıdır. İbn Sayyâd, bulunduğu yatma hâli­ne son verip sustu. Rasûlullah yanındakilere:

  "Şu kadın oğlunu o hâlde bıraksaydı îbn Sayyâd saçma söz­leri ve tabiî olmayan halleriyle size ne mâl olduğunu beyân ederdi" buyurdu [193].

Salim şöyle dedi: Abdullah ibn Umer şöyle dedi: Bir kerresinde Rasûlullah (S) insanlar içinde ayağa kalktı, (Allah'a hamdedip) lâ­yık olduğu sıfatlarla Allah'ı övdü. Bundan sonra Deccâl'i zikredip şöyle buyurdu:

  "Ben sizleri kesin surette onun şerrlerinden sakındırırım. Pey­gamberlerden herbir peygamber, muhakkak kavmine Deccâl'den ha­ber verip korkutmuştur. Nûh Peygamber de muhakkak kavmine ondan haber verip sakındırmıştır. Lâkin ben size bunun hakkında hiç­bir peygamberin bilsinler diye kendi kavmine söylemediği bir vasfını söyleyeceğim: Deccâl şaşıdır (kötü kılavuzdur), Allah ise şaşı değil­dir (insanları doğru yola irşâd eyler)".

Ebû Abdillah el-Buhârî: "Hase'tu'l-Kelbe", "Köpeği uzaklaş-tırdim"; "Hâsiîn" (ei-Bakara: 65; d-A'râf: 165)"Uzaklaştırılanlar" ma'nâ-sinadır, dedi [194].

 

98- Kişinin Bir Başkasına "Merhaba" Demesi Babı [195]

 

Aişe de: Peygamber (S), Fâtıma aleyha's-selâm'a hitaben "Merhaba kızım" buyurdu, demiştir.

Keza Ümmü Hâni' de: Ben Peygamber(S)'in yanına geldim de, O bana "Merhaba Ümmü Hâni'" sözünü söyledi, demiştir [196].

 

198-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Abdu'1-Kays hey'eti Peygamber(S)'in huzuruna geldiği zaman onlara:

  "Horlanmay anlar ve pişman da olmayanlar olarak gelmiş bu­lunan hey'ete merhaba (yânî hoş geldiniz)/" buyurdu.

Hey'et:

— Yâ Rasûlallah! Bizler Rabîa kabilelerinden bir kabileyiz. Sen'-inle bizim aramızda (kâfir olan) Mudarr kabileleri vardır. Bu sebeb-le bizler Sana haram aylardan başka bir zamanda ulaşamıyoruz. Onun için bize kestirme birşey emret de biz onu yapmakla cennete girelim ve kavmimizden geride kalanlarımızı da ona da'vet edelim! dediler.

Rasûlullah:

  "Size emredeceğim şeyler dörttür, nehyedeceğim şeyler de dört­tür: Namazı dosdoğru kılınız, zekâtı veriniz, ramazân orucunu tutu­nuz ve ganimet aldığınız şeylerin beşte birini devlete veriniz. Dubbâ', hantem, nakîr denilen kaplarda, bir de zift sürülmüş olan kapta şıra kurup içmeyiniz" buyurdu [197].

 

99- İnsanların Babalarının İsimleri(Ne Nisbetjle Çağırılmaları Babı

 

199-.......Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den; o da İbn Umer(R)Men tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Ver­diği sözde durmayıp cayan gadredici kimse için kıyamet gününde bir bayrak yükselttiler de (kendi ismi ve babasının ismi söylenerek) 'Bu fulân oğlu fulânın ahd ve sözünde durmamasıdır!' denilir" buyur­muştur.

 

200- Bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Abdullah ibn Dinar'dan; o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): ''Ver­diği sözde durmayıp cayan gadredici kişi için kıyamet gününde bir bayrak dikilir de 'Bu fulân oğlu fulânın sözünde durmamasıdır!' de­nilir (flân olunur)" buyurmuştur [198].

 

100- Bâb:

 

'İnsan 'Nefsim habis oldu' demesini3'

 

201-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne, Hişâm'dan; o da babası Urve'den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Sakın siz­den biriniz 'Nefsim habis oldu' demesin. Lâkin 'Nefsim lakis oldu (yânî sıkıldı ve zebûn oldu)' desin!" buyurmuştur.

 

202-....... Bize Abdullah ibn Mübarek, Yûnus'tan; o da ez-Zuhrî'den; o da Ebû Umâme ibn Sehl'den; o da babası Sehl ibn Hu-neyf el-Ensârî'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Sizden herhangi biriniz sakın 'Nefsim habîs oldu' demesin. Lâkin 'Nefsim lakis oldu' desin!" buyurmuştur.

Bu hadîsi ez-Zuhrî'den rivayet etmekte Yûnus ibn Yezîd'e Ukayl mutâbaat etmiştir [199].

 

101- Bâb:

 

'Dehre sövmeyiniz!

 

203-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: RasûluIIah (S) şöyle dedi: "Yüce Allah: Âdem oğlu dehre söver. Hâlbuki ben dehr'im (yânı dehrin yaratanı ve sahibiyim). Gece, gündüz benim elimdedir! bu­yurdu".

 

204-.......Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Üzüme kerm adı vermeyiniz. 'Ey hasar ve ziyana uğrayası dehrV sö­zünü de söylemeyiniz. Çünkü Allah dehr(\n yaratanı ve sâhibi)tf/r" buyurmuştur [200].

 

102- Peygamber(S)'İn: "Kerm ancak müfminin kalbidir3' Sözü Babı [201]

 

Peygamber (S) şunları da söylemiştir:

"Hakîkî müflis, ancak kıyamet gününde iflâs edendir";

"Çok yenici olan gerçek pehlivan ancak öfke sırasında kendi nefsine mâlik olan kimsedir";

"Lâ mülke illâ üîlâhi (=  Hakîkî meliklik ancak Allah'a âiddir -diğer bir zabta göre: Allah'tan başka melik yoktur)"; Peygamber bu sözünde Allah'ı, melikliğin sonu olmakla vasifladı. Sonra da melikleri zikredip, bunun dünyâ melikleri ma'nâsına da geldiğini delîllemek için şu âyeti söyledi:

"(Belkîs:) Şübhesiz ki hükümdarlar bir memlekete girdikleri zaman orasını perişan ederler. Halkından şerefli olanları hor ve hakir kılarlar. Bunlar da böyle yapacaklardır... dedi" (en-Nemi: 34) [202]

205-.......Ebû Hureyre (R) dedi ki: Rasûlullah (S) şöyle buyur­du: "(İnsanlar üzüm ağacına) kerm diyorlar. Kerm, ancak mü'mi-nin kalbidir" [203].

 

103- İnsanın Başkasına "Babam, Anam Sana Feda Olsun!" Demesi Babı

 

Bu söz hakkında ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm'ın Peygamber'den rivayet ettiği senedli bir hadîs vardır [204].

 

206-.......Alî ibn Ebî Tâlib (R): Ben RasûluîIah(S)'m Sa'd ibn Ebî Vakkaas'tan başka hiçbir kişiye babasını, anasını feda ederken işitmedim. Ben O'ndan, zannederim Uhud günü şunu işittim: "(Ey. Sa'd!) Babam, anam sana feda olsun, ctf/"buyuruyordu, demiştir [205]

 

104- İnsanın (Sevdiği Kimse İçin): "Allah Beni Senin Yolunda Feda Etsin" Demesi Babı

 

Ebû Bekr de Peygamber (S) için: Babalarımızı ve analarımızı Sana feda edelim! demiştir [206].

 

207-.......Bize Yahya ibn Ebî İshâk, Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Enes ve babalığı Ebû Talha Peygamber'in beraberinde Usfâr harbinden dönüyorlardı. Peygamber'in beraberinde Safiyye de var­dı. Peygamber (S) Safiyye'yi bineğin arka tarafına bindirmişti. Yo­lun bir kısmında oldukları zaman bindiği dişi deve sürçtü de Peygamber ile kadını Safiyye; ikisi birden düştüler.

Enes dedi ki: Zannederim Ebû Talha kendini devesinin üzerinden derhâl düşünmeksizin yere attı da Rasûlullah'ın yanına geldi ve:

  Ey Allah'ın Peygamberi! Allah benim hayâtımı Sana bedel kılsın! Sana birşey isabet etti mi? dedi.

Peygamber:

  "Hayır, lâkin sen kadına dikkat et (ona yardım et)/" buyurdu.

Bunun üzerine Ebû Talha kendi elbisesini (Safiyye'ye bakma­mak için) kendi yüzü üzerine koydu ve onun bulunduğu tarafa doğ­ru yürüdü. Safiyye'nin yanma varınca elbisesini onun üzerine attı. Kadın ayağa kalktı. Akabinde Ebû Talha onlar için devenin eşyasını düzeltip sıkıca bağladı. Rasûlullah ile Safiyye deveye bindiler ve kaa-file yürüdü. Nihayet Medîne sırtına vardıkları zaman -yâhud: Me-dîne'yi yukarıdan gördükleri zaman- Peygamber (S):

  "Âyıbûne, tâibûne, âbidûne ü-Rabbinâ hâmidûne { = Biz dö­nücüleriz, tevbe edicileriz. Rabb'imize ibâdet edicileriz, hamdedici-leriz)/" sözlerini söyledi ve Medine'ye girinceye kadar bunu söylemeyi devam ettirdi [207].

 

105- Azız Ve Celîl Olan Allah'a İsimlerin En Sevgili Olanı Babı

 

208-....... Câbir (R) şöyle demiştir: Bizim Ensâr'dan bir ada­mın bir oğlu doğdu da o kimse doğan çocuğa Kaasım adını verdi. Biz de ona:

— Biz seni Ebû'l-Kaasım künyesiyle künyelemeyiz ve sana ik­ram da etmeyiz! dedik.

O zât bizim sözümüzü Peygamber(S)'e haber verdi. Bunun üze­rine Peygamber ona:

— "Sen oğluna Abdurrahmân ismini ver!" buyurdu  [208].

106- Peygamber(S)'İn: "Benim ismimi çocuklarınıza isim veriniz, fakat künyem ile künyelenmeyiniz" Kavli Babı

 

Bunu Enes, Peygamber'den olmak üzere söylemiştir [209].

 

209-.......Bize Husayn, Sâlim'den tahdîs etti ki, Câbir (R) şöyle demiştir: Bizim Ensâr'dan bir adamın oğlan çocuğu doğdu da ken­disi çocuğa Kaasım adını verdi. Ensâr:

— Bizler bunu Peygamber(S)'e soruncaya kadar sana bu kün­yeyi vermeyiz! dediler.

Sorduklarında Peygamber onlara:

  "Benim ismimle çocuklarınızı isimleyiniz, fakat künyem ile künyelenmeyiniz!" buyurdu.

 

210-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne, Eyyûb'dan; o da İbn Sîrîn'den tahdîs etti ki, İbn Şîrîn şöyle demiştir: Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim; Ebû'l-Kaasım (S): "Benim ismimi çocuklarınıza isim veriniz, fakat künyemle künyelenmeyiniz" buyurdu, dedi.

 

211-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbnu'l-Munkedir'den işittim, şöyle dedi: Ben Câbir ibn Abdil-lah(R)'tan şunu işittim: Bizden bir adamın oğlu doğdu da ona el-Kaasım ismi verdi. Ensâr da ona:

— Bizler seni Ebû'l-Kaasım ile künyelemeyiz ve sana bu doğum sebebiyle "Göz aydın" diye ikram da etmeyiz, dediler.

O zât Peygamber(S)'e gelip onların bu sözlerini kendisine zik­retti. Bunun üzerine Peygamber ona:

  "Oğluna Abdurrahmân ismi ver!" buyurdu.

 

107- Hazn İsmi(Ni Zikr) Babı [210]

 

212-.......Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da İbnu'l- Müseyyeb'den haber verdi ki, babası Hazn ibn Ebî Vehb el-Kuraşî, Peygamber(S)'e geldiğinde Peygamber ona:

  "İsmin nedir?" diye sormuş. O da:

  Hazn'dır, diye cevâb vermiş. Peygamber:

  "Sen Sehl'sin!" buyurmuş. O ise:

  Ben babamın bana verdiği ismi değiştirmem, demiştir. Îbnu'l-Müseyyeb: Ondan sonra bizim aile içinde katılık, sertlik devam etti durdu, demiştir [211].

 

213- Bana Alî ibnu Abdillah ve Mahmûd tahdîs edip şöyle de­diler: Bize Abdurrazzâk tahdîs etti. Bize Ma'mer, ez-Zuhrî'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da.babası el-Müseyyeb'den; o da dede­sinden bu geçen hadîsi haber verdi.

 

108- İsmi Daha Güzel Bir İsimle Değiştirmek Babı

 

214-.......Sehl ibn Sa'd (R) şöyle dedi: Ebû Useyd'in oğlu doğ­duğu zaman Peygamber(S)'in yanına getirildi. Peygamber de çocu­ğu kendi uyluğu üzerine koydu. Babası Ebû Useyd de orada oturmakta idi. Bu sırada Peygamber, önünde bulunan bir şeyle meşgul olup daldı. Ebû Useyd O'nun meşguliyetini görünce oğlunun alınmasını emret­ti. Böylece çocuk, Peygamber'in dizi üzerinden alınıp geriye taşındı. Peygamber daldığı işten ayrılıp kendine gelince:

  "Çocuk nerede?" diye sordu. Ebû Useyd:

  Biz onu geriye çevirip iade ettik yâ Rasûlallah! dedi. Rasûlullah:

  "Onun ismi ne idi?" diye sordu. Babası:

  Fulân'dır, diye cevâb verdi. Rasûlullah:

  "Lâkin sen ona el-Munzir ismini ver!" buyurdu. Babası da o gün çocuğa el-Munzir ismini verdi [212].

 

215-.......Bize Muhammed ibn Ca'fer, Şu'be'den; oda Atâibn Ebî Meymûne'den; o da Ebû Râfi'den; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle haber verdi: Zeyneb'in adı Berre idi. Bu kız adiyle kendi nefsini tez­kiye ediyor denildi. Bunun üzerine Rasûlullah ona Zeyneb adını ver­di [213].

 

216-.......İbn Cureyc haber verip şöyle demiştir: Bana Abdulhamîd ibnu Cubeyr ibn Şeybe haber verip şöyle dedi: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'in yanma oturdum. O bana şunu tahdîs etti: Dedesi Hazn, Peygamber(S)'in huzuruna vardığında Peygamber ona:

  "Adın nedir?" diye sormuş. O da:

  İsmim Hazn'dır! diye cevâb vermiş. Peygamber:

  "Hayır, sen Hazn değil, Sehl'sin (bu isimle anıl)/" buyurmuş. O ise:

— Ben, babamın bana verdiği ismi başka bir isimle değiştirmem! demiştir (yânî babamın verdiği ismi nasıl değiştireyim? diye özür ile­ri sürüp eski ismini muhafaza etmiştir).

İbnu'l-Müseyyeb: Artık ondan sonra bizim ailemiz içinde sert­lik, katılık (yâhud hüzün ve keder) devam edip durdu, demiştir [214].

 

109- Peygamberlerin İsimleriyle İsimlendiren Kimse Babı

 

Enes de: Peygamber (S), İbrahim'i, yânî oğlunu öptü, demiştir [215].

 

217-.......Bize İsmâîl ibn Ebî Hâlid tahdîs edip şöyle dedi: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ'ya:

  Sen Peygamber(S)'in oğlu İbrahim'i gördün mü? dedim. O:

— (Evet gördüm.) O küçük bir çocukken öldü. Eğer Muham-med'den sonra bir peygamber olması hükmolunsaydı, oğlu İbrâhîm yaşardı. Lâkin Muhammed'den sonra hiçbir peygamber yoktur, de­di (Çünkü O, peygamberlerin sonuncusudur).

 

218-.......Bize Şu'be haber verdi ki, Adiyy ibn Sabit şöyle de­miştir: Ben el-Berâ (ibn Âzib-R)'dan işittim, şöyle dedi: (Peygamber'in oğlu) İbrâhîm aleyhi's-selam öldüğü zaman Rasûîullah (S):

- "îbrâhîm için cennette bir süt emzirici vardır" buyurdu [216].

 

219-.......Câbir ibn Abdillah el-Ensârî (R) şöyle dedi: Rasûîul­lah (S):

— "Benim ismimle isimleyiniz. Fakat künyemle künyelenmeyi-niz. Kaasım ancak benim; aranızda taksim ediyorum!" buyurdu.

Bunu Enes de Peygamber'den rivayet etmiştir [217].

 

220-.......Bize Ebû Husayn, Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Benim ismimi çocuklarınıza isim veriniz, fakat künyem ile künyelenmeyi­niz. Her kim beni ru'yâda görürse hakikatte beni görmüş olur. Çün­kü şeytân benim suretime giremez. Bir de her kim benim ağzımdan bilerek yalan uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın' [218].

 

221-.......Ebû Mûsâ (R) şöyle dedi: Benim bir oğlum doğdu, ben hemen onu alıp Peygamber(S)'e götürdüm. Peygamber oğluma "İbrâhîm" adını verdi, bir hurmayı çiğnem yapıp çocuğun damağını ovaladı, ona bereketle duâ etti ve bana verdi. İşte bu İbrâhîm, Ebû Musa'nın en büyük oğlu idi.

 

222-.......el-Mugîre ibn Şu'be (R): İbrahim'in öldüğü gün gü­neş tutuldu, demiştir. Bu güneş tutulma hadîsini Ebû Bekre de Pey-gamber'den olmak üzere rivayet etmiştir.

 

110- "Velîd" İsmini Vermek (Caizdir) Babı

 

223-.......Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Peygamber (S) başını rukû'dan kaldırdığı zaman şöyle duâ etti: "Yâ Allah! el- Velîd ibnu 7-Velîd'i, Seleme ibn Hişâm 'ı, Ayyaş ibn EbîRabîa'yı ve Mekke'de müş­rikler elinde zayıf görülen diğer mü'minleri kurtar! Allah'ım! Mudar (kâfirleri) üzerindeki baskım daha da şiddetlendir! Allah'ım, içinde bu­lundukları bu yıllarını onlara Yûsuf Peygamber'in yılları gibi yap!" [219]

 

111- (Ev Halkından Birini Yâhud) Bîr Arkadaşını, Onun İsminden Bir Harfi Eksilterek Çağıran Kimse Babı

 

Ebû Hazım, Ebû Hureyre'den söyledi ki, o: Peygamber (S) bana: "Yâ Ebâ Hırr!" diye nida etti, demiştir [220].

 

224-.......Peygamberdin zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bana:

  "Yâ Âişe! Bu yanımdaki Cibril'dir. Sana selâm okuyor!" buyurdu.

Ben de:

  Selâm ve Allah'ın rahmeti onun üzerine de olsun! dedim. Âişe: Peygamber (S), bizim görmediğimiz şeyi görürdü, demiştir.

 

225-.......Enes (R) şöyle demiştir: (Bir seferde annem) Ümmü Suleym -diğer kadınlarla beraber- yolcuların ağırlıkları içinde bulu­nuyordu. Peygamber(S)'in kölesi güzel sesli Enceşe'de onların bin­dikleri develeri hızlıca sevkediyordu. Peygamber:

— "Yâ Enceşu (Ağır ol)/ Cam şişeleri gibi olan kadınları şev­ket meni daha yavaş yap!" buyurdu.

 

112- Küçük Çocuğa Ve Henüz Çocuğu Doğmayan Kimseye Künye Verme(Nin Câizliği) Babı

 

226-.......Enes (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) insanların en güzel ahlâklısı idi. Benim (annem Ümmü Suleym'den) Ebû Umeyr denilen bir kardeşim vardı -zannederim ki, sütten yeni ayrılmıştı, demiştir-. Peygamber Ümmü Suleym'e geldiği zaman, o çocuğa:

— "Yâ Ebâ Umeyr! Nuğayr kuşu ne yaptı?" diye hitâb eder, şakalaşırdı.

Nuğayr (serçeye benzer bir kuştur ki) kardeşim onunla oynar du­rurdu. Peygamber bizim evimizde iken bazen namaz vakti gelirdi de hemen emir verir, altındaki yaygı süpürülür ve üzerine su serpilirdi. Sonra namaza durur, biz de arkasında durur, O bize namaz kıldırır-dı [221].

 

113- Kendisinin Daha Önce Başka Bir Künyesi Olsa Bile "Ebû Turâb" Künyesiyle Künyelenme(Nîn Cevazı) Babı

 

227-....... Sehl ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: Şu muhakkak ki, Alî(R)'ye isimleri içinde kendisine en sevimli olanı elbette "Ebû Turâb" künyesi idi. Yine muhakkak ki, kendisi bununla çağrılmak­tan çok ferah duyardı. Bu künye ile ona isim takan, Peygamber'den başkası değildi. (Bu şöyle olmuştu:) Bir gün Alî, Fâtıma'ya öfkelen­miş, bundan dolayı dışarıya çıkmış, mescidin duvarlarından birinin dibine uzanıp yatmıştı. Peygamber de Alî'yi ta'kîb ederek yâhud ara­yarak gelmişti. Birisi:

— İşte Alî duvarın dibinde yan-üstü yatmış! dedi.

Peygamber (S) Alî'nin yanına geldi ki, Alî, sırtı kum ve toprakla dolmuş hâlde yatıyordu. Peygamber onun sırtından toprakları eliyle silmeye ve:

- "Otur yâ Ebâ Turâb!" demeğe başladı [222].

 

114- Azîz Ve Celîl Allah'a, Kulların İsimlerinden En Sevimsiz Olanı Babı

 

228-.......Ebû Hureyre (R): Rasûlullah (S): "Kıyamet günün­de Allah katında isimlerin en zelili (en alçağı) Meliku'l-Emlâk ismiy­le isimlenen kimse(nin ismi)dir" buyurdu, demiştir.

 

229-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el- A'rec'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre bir rivayetinde "Allah katında en alçak isim" şeklinde söylemiştir.

Yine Sufyân birkaç kerre "Allah katında isimlerin en zelili Mâliku'l-Emlâk ismiyle isimlenen adamdır" şeklinde söylemiştir.

Sufyân: Ebu'z-Zinâd'dan başkası bu "Meliku'l-Emlâk" lafzı­nın tefsiri (Farsça'da) "Şâhân-şâh"dir, diyordu, demiştir [223].

 

115- Müşrikin Künyesinin Hükmü) Babı

 

Mısver ibn Mahrame: Ben Peygamber(S)'den minber üzerinde işittim: "Ancak Ebû Tâlib'in oğlu benim kızımı boşamayı istemesi hâli müstesna..." diyordu [224].

 

230-.......Usâme ibn Zeyd (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) Bedir vak'asından önce bir gün, üzerine Fedek dokuması sa­çaklı bir kadîfe örtü konulmuş palanlı bir merkeb üzerine bindi. Arka tarafında da Usâme olduğu hâlde Haris ibnu'l-Hazrec oğullan ma-hallesinde(ki evinde hasta bulunan) Sa'd ibn Ubâde'ye hasta ziyare­tine gidiyordu. İkisi giderlerken nihayet yolda içlerinde Abdullah ibn Ubeyy ibn SelûFun bulunduğu bir meclise uğradılar. Bu vak'a Ab­dullah ibn Ubeyy'in müslümân olmasından önce idi. Bu mecliste müs-lümânlardan, müşriklerden, puta tapanlardan, Yahûdîler'den karışık birtakım insanlar vardı. Müslümanların içinde (şâir) Abdullah ibn Re-vâha da bulunuyordu. Merkebin kaldırdığı toz, meclisi kaplayınca Abdullah ibn Ubeyy, kaftânıyle burnunu kapadı ve:

— Bizim üzerimize tozlatmaymız! dedi.

Rasûlullah onlara selâm verdi. Sonra da orada durup merkebin-

den indi, onları Allah'a da'vet etti ve onlara karşı Kur'ân okudu. Bu­nun üzerine Abdullah ibn Ubeyy ibn SelûJ:

— Ey kişi! Bu söylediklerin gerçek ise bunlardan daha güzel birşey olamaz. Fakat bizim meclislerimize gelip de bizleri bununla ezâlan-dırma! Kendi menziline git, sana gelen olursa ona anlat! dedi.

Abdullah ibn Revana:

  Evet yâ Rasûlallah! Sen bizim meclislerimizde (her zaman) bizleri Kur'ân ile ört, bürü! Çünkü bizler Sen'in konuşmanı ve Kur'­ân okumanı çok seviyoruz! dedi.

Bunun üzerine müslümânlar, müşrikler, Yahûdîler sovüşmeye başladılar, hattâ birbirlerine doğru kalkışıp döğüşmeye yaklaştılar. Rasûlullah ise onları devamlı yatıştırıyordu, nihayet sakinleşip sus­tular. Bundan sonra Rasûlullah, merkebine binip yürüdü. Nihayet Sa'd ibn Ubâde'nin evine varıp yanına girdi. Rasûlullah (Ensâr'ın ve Hazrec kabilesinin ulularından olan) Sa'd'a hitaben:

  "Ey Sa'd! -Abdullah ibn Ubeyy'i kasdederek- Ebû Hubâb'-ın söylediklerini işitmedin mi? O şöyle şöyle şeyler söyledi" diye (bi­raz önce geçen vak'ayı anlattı.

Sa'd ibn Ubâde:

— Ey Rasûlallah! Babam Sana feda olsun! Sen İbn Ubeyy'in kusurunu affet ve onu biraz da özürlü sayıp hoş gör! Sana Kitâb'ı indiren Allah'a yemîn ederim ki, Allah'ın irâdesi, Sana indirdiği hakkı getirmek suretiyle tecellî etmiştir. Hâlbuki şu Belde halkı, İbn Ubeyy'in başına tâc giydirmeğe, üzerine de meliklere mahsûs olan sarığı sar­mağa (bu suretle onu kendilerine melik edinmeye) ittifak edip hazır­lanmışlardı. Allah Sana vermiş olduğu hakk peygamberlikle onların bu tasavvurlarını reddedince, bu mahrumiyet sebebiyle İbnu Ubeyy mahzun ve kederli oldu. Yâ Rasûlallah! İşte bu keder sebebiyle İbnu Ubeyy görmüş olduğun çirkin hareketleri yapmıştır! (Sen onu affet!) dedi.

Rasûlullah da onu affetti. Esasen Rasûlullah ile sahâbîleri Al­lah'ın kendilerine emrettiği gibi, müşriklerin ve kitâb ehlinin kusur­larım affedip ezalarına sabrediyorlardı.

Yüce Allah şöyle buyurdu: "And olsun ki3 mallarınız ve canla­rınız hususunda imtihana çekileceksiniz. Sizden evvel kendilerine ki­tâb verilenlerden ve Allah 'a eş tanıyanlardan da herhalde incitici birçok laflar işiteceksiniz. Eğer katlanır, sakınırsanız işte bu, (hâdiselere karşı gösterilmiş) bir azimdendir*1 (âiu imrân: i86>;

"Kitâb ehlinden birçoğu, Hakk kendilerince besbelli olduktan sonra, ruhlarındaki hasedden ötürü sizi îmânınızdan sonra küfre dön­dürmek hevesine düştü. Allah'ın emri gelinceye kadar, şimdilik on­ları bırakın. Serzeniş de etmeyin. Şübhesiz ki, Allah herşeye hakkıyle

kaadİrdİr" (el-Bakara: 109).

İşte Rasûlullah, Allah'ın kendisine onların affı hakkında emret­miş olduğu bu emirleri yerine getirip uyguluyor, onların kusurlarını affedip ezalarına sabrediyordu. Nihayet Allah, Peygamber'ine onlar hakkında harbe izin verdi. İşte bu izin üzerine Rasûlullah, Bedir gaz­vesine gitti. Allah Bedir'de (İslâm ordusunun eliyle) kâfirlerin yiğit­lerinden ve Kureyş'in ulularından öldürdüklerini öldürdü. Rasûlullah ve sahâbîleri zafere ulaştırılmışlar ve ganimet kazanmışlar olarak, be­raberlerinde küffâr yiğitlerinden ve Kureyş ulularından birçok esîr-ler bulunduğu hâlde Medine'ye döndüklerinde Ubeyy ibn Selûl oğlu ve beraberinde bulunan müşrikler ve puta tapanlar:

— Artık bu Bedir vak'ası işi, müslümânlığa yönelmiş açık bir zaferdir! Allah'ın Rasülü'ne İslâm Dîni'ne girmek üzere bey'at edi­niz! dediler ve müslümân oldular [225].

 

231-.......Bize Abdulmelik ibn Umeyr, Abdullah ibnu'l-Hâris ibn Nevfel'den tahdîs etti ki, Abbâs ibnu Abdi'l-Muttalib:

— Yâ Rasûlallah! Amcam Ebû Tâlib'e herhangi birşeyle fayda verdin, yarar sağladın mı? Çünkü o dâima Sen'i korur ve Sen'in için düşmanlarına karşı öfkelenirdi! dedi.

Rasûlullah (S):

  "Evet, o şimdi topuklarına kadar dibi yakın ateşten bir çu­kur içindedir. Eğer ben olmasaydım, muhakkak o cehennem'   ?n derin çukurunda olacaktı" buyurdu [226].

 

116- Bâb: "Tevriye Ve Kinaye Yoluyla Söylenen Ta'rîzli Sözler, Yalandan Kurtulmadır" [227]

 

İshâk ibn Abdillah şöyle dedi: Ben Enes'ten işittim: Üvey babam Ebû Talha'nın bir oğlu öldü. Eve geldiğinde: — Oğlan(ın hastalığı) nasıl oldu? diye sordu.

Annem Ummü Suleym: — Oğlanın nefesi sâkinleşti, ben onun istirahata kavuşmuş olmasını timîd ediyorum, dedi.

Ebû Talha, Ummü Suleym'in bu sözünden, onun doğru söylemekte olduğunu zannetti, dedi [228].

 

232-.......Bize Şu'be, Sabit el-Bunânî'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, o şöyle demiştir: Peygamber (S) bir seferin­de yol alırken Habeşli bir deve sürücüsü güzel sesiyle kadınların bindikleri develeri hızlı bir şekilde yürüttü. Bunun üzerine Peygam­ber ona hitaben:

— "Yâ Enceşe, yumuşak ol! Yazık sana! Camları (yânî cam gi­bi nâzik olan kadınları) hızlı yürütme!" buyurdu.

 

233-.......BizeHammâdibnYezîd, Sâbit'ten; o daEnes'ten ve yine Hammâd, Ebû Kılâbe'den; o da Enes(R)'ten şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) bir seferde idi. Enceşe denilen bir siyah köle de ka­dınların bindikleri develeri güzel sesiyle tegannî ederek hızlı hızlı yü­rütüyordu. Peygamber ona:

— "Yavaş ol yâ Enceşe! Camları sürüşünde ağır ol!" buyurdu.

Ebû Kılâbe: Peygamber "Kavarîr{= Camlar)" sözüyle kadın­ları kasdediyordu, demiştir.

 

234-.......Bize Katâde tahdîs etti. Bize Enes ibn Mâlik (R) tah­dîs edip şöyle dedi: Peygamber'in Enceşe denilen bir deve sürücüsü vardı, o güzel sesli bir kimse idi. Peygamber (S) ona:

— "Yavaş ol yâ Enceşe! Cam şişeleri kırma!" buyurdu.

Katâde: Peygamber "Cam şişeler" sözüyle, kadınların (gönül­lerinin) za'flarını kasdediyordu, dedi [229].

235-.......Enes ibn Mâlik (R): Medine'de düşmandan bir kor­ku olmuştu. Rasûlullah (S) hemen Ebû Talha'nın atma binip hare­ket etti. Döndüğünde:

— "Biz korkulacak hiçbirşey görmedik. Şu muhakkak ki, biz bu beygiri bir derya (gibi hızlı) bulduk" buyurdu [230].

 

117- İnsanın Birşey İçin "O Hakk Değildir" Demeyi Kasdederek. "O Hiçbirşey Değildir" Demesi Babı

 

İbn Abbâs (R) da:

Peygamber (S) iki kabir için: "Bunlar (kendilerince) büyük günâh olmaksızın azâb olunuyorlar, hâlbuki o muhakkak büyük günâhtır" buyurdu, demiştir [231]

 

236-....... Âişe (R) şöyle demiştir: Birtakım insanlar Rasülullah'a kâhinlerden (onların gaybı bilme iddialarından) sordular. Ra-sûlullah (S), bu soranlara:

  "Onlar(m bu ğayb ilmi hakkındaki sözleri) hiçbirşey değildir" buyurdu.

Sahâbîler:

— Yâ Rasûlallah! Onlar bâzı vakitler gaybdan birşey söylüyor­lar da bu şey bir hakk oluyor? dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Bu haktan bir kelimedir ki, cinnîler onu (melekler birbirle­rine söylerlerken kulak hırsızhğıyle) kaparlar da, artık onu tavuğun bağırıp çağırması gibi kendi kâhin dostlarının kulakları içine yüksek sesle söyler dururlar ve o (vahiyden çaldıkları) bir tek hakk kelime­nin içine yüzden fazla yalan karıştırırlar" buyurdu [232].

 

118- Gözü Semâya Doğru Yükseltme Babı

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli: 'Onlar hâlâ bakmazlar mı o deveye, nasıl yaratılmıştır o?

O göğe nice yükseltilmiştir o? O dağlara; nasıl dikilmiştir o?... "

(el-Ğâşiye: 17-19);

Eyyûb es-Sahtıyânî de İbnu Ebî Muleyke'den; o da Aişe'den; öleceği sıra Peygamber (S), başını semâya doğru yükseltti... diye söylemiştir [233].

 

237-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Ben Ebû Seleme ibn Abdirrahmân'dan işittim, şöyle diyordu: Bana Câbir ibn Abdillah (R) ha­ber verdi ki, kendisi Rasûlullah(3)'tan şöyle buyururken işitmiştir: "Sonra benden vahy bir müddet kesildi. Bir gün yürürken gökyüzü tarafından bir ses işittim. Ben hemen gözümü gökyüzüne doğru kal­dırdım. Bir de gördüm ki, Hıra Dağı 'nda bana gelen melek (yânî Cibril aleyh'Vselâm) semâ ile Arz arasında bir kürst üzerinde oturmuştu. (Pek ziyâde korktum...)".

 

238-....... İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Ben bir gece teyzem Meymûne'nin evinde kaldım. Peygamber (S) de onun yanında idi. Gecenin son üçte biri -yâhud bir kısmı- olunca yatağından kalkıp otur­du ve akabinde gökyüzüne doğru baktı da şu âyetleri okudu:

"Hakikat göklerin ve Yer'in yaratılışında, gece ile gündüzün bir­biri ardınca gelişinde temiz akıl sahihleri için elbet ibretler vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yanlan üstünde yatarken hep Allah h hatır­layıp anarlar ve göklerin, Yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünürler. Ey Rabb İmiz, Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen pak ve münezzehsin. Bizi ateşin azabından korut Ey Rabb 'imiz, hakikat Sen kimi o ateşe sokarsan, şübhesiz onu hor ve zelîl edersin. (Orada) zâlimlerin hiçbir yardımcıları da yoktur. Ey Rabb İmiz, doğrusu biz 'Rabb Hnize inanın' diye insanları îmâna çağıran bir da 'vetçiyi işitip hemen îmâna geldik. Ey Rabb İmiz, artık bizim günâhlarımızı mağ­firet eyle, kusurlarımızı ört, canımızı da iyilerle beraber al. Ey Rabb -imiz, Senin rasûllerine karşı bize va'd ettiklerini bize ver. Kıyamet

günü yüzümüzü kara çıkarma. Şübhe yok ki Sen asla sözünden dön­mezsin... " (Âlu îmrân: 190-200) [234].

 

119- Bâb: Deynekle Suda Ve Çamurda Çizgiler Çizerek Tefekkür Edip Düşünen Kimse

 

239-....... Bize Ebû Usmân en-Nehdî, Ebû Musa'dan şöyle tahdîs etti: Ebû Mûsâ (R) Medine bustânlarından bir bustân içinde Peygam-ber(S)'in beraberinde bulunmuştur. Oradaki kuyunun başında otu­rurlarken, Peygamber'in elinde bir deynek vardı. Peygamber bu deynekle su ile çamur arasına vurarak düşünüyordu. Bu sırada bus-tânın kapısına bir adam geldi de içeriye girmek için kapının açılması­nı istedi. Peygamber, Ebû Musa'ya:

— "Kapıyı aç ve o geleni cennetle müjdele!" buyurdu.

(Ebû Mûsâ dedi ki:) Ben gidip gördüm ki, o Ebû Bekr'dir. 'He­men ona kapıyı açtım ve kendisini cennetle müjdeledim.

Ondan sonra başka bir adam bustân kapısının açılmasını istedi. Peygamber yine:

  "Ona kapıyı aç ve kendisini cennetle müjdele!" buyurdu. Gidip baktım ki, o Umer'dir. Ona da kapıyı açtım ve cennetle

müjdeledim.

Bundan sonra başka bir adam kapının açılmasını istedi. Peygam­ber dayanmış vaziyette idi, oturdu da:

  "Ona da kapıyı aç ve kendisine isabet edecek -yâhud: Mey­dana gelecek- musibetlere, belâlara karşı cennetle müjdele!" buyurdu.

Ben gidip gördüm ki, o Usmân'dır. Ona da kapıyı açtım ve cen­netle müjdeledim de Peygamber'in söylemiş olduğu "İsabet edecek belâlara karşı" sözlerini kendisine haber verdim. Usmân:

  (Peygamber'in haber verdiği belâlara sabretmenin acılığına karşı) kendisinden yardım istenecek olan ancak

Allah'tır! Dedi [235].

 

120- Elindeki Birşeyle Yerde, Dürtükleyerek Çizgiler Çizip Düşünen Kimse Babı

 

240-.......Alî (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber (S)'in bera­berinde bir cenazede idik. Oturduğumuzda Peygamber (başını eğdi de) elindeki deynekle yere vurup dürtüklemeye (birtakım çizgiler çizmeğe) başladı. İşte bu tefekkür hâlinde:

  "Sizlerden hiçbir kimse müstesna olmamak üzere, muhak­kak cennetten ve cehennemden oturacağı yeri boşaltılmış olarak hazırdır" buyurdu.

Sahâbîler:

— Öyle ise bizler (çalışmayı bırakıp) bu takdire dayanıp güven­meyelim mi? dediler.

Rasûlullah:

  "Sizler çalışınız. Çünkü (saadet ve şekaavet ehlinden olan) herkes, ne için yaratılmışsa, onun yolu kendisine kolaylaştınhp hazırlan­mıştır" buyurdu ve şu âyetleri okudu:

"Hakîkaten sizin çalışmalarınız ayrı ayrıdır: Bundan sonra kim verir ve sakınırsa ve o en güzeli de tasdik ederse, biz de onu o en ko­laya hazırlarız. Amma kim cimrilik eder, kendisini müstağni görür ve o en güzeli yalan sayarsa, biz de ona o en güç olanı hazırlayıp mü­yesser kllariZ..." (el-Leyl: 4-10) [236].

 

121- Birşeye Hayret Etme Sırasında 'Attâhu Ekber" ve "Subhânallah" Diye Tekbîr Ve Tesbîh Eylemek Babı

 

241-.......Ümmü Seleme (R) şöyle demiştir: Bir gece Peygam­ber (S) uykusundan uyandı da:

  "Subhânallah! Bu gece ne hazîneler indirildi ve ne fitneler indirildi! Hücrelerin sahibelerini kim uyandırır -bununla zevcelerini kasdediyordu- ki, onlar da kalkıp gece namazı kılsalar! Dünyâda ni­ce giyinik kadınlar vardır ki, âhirette çıplaktırlar!" buyurdu [237].

İbnu Ebî Sevr, İbn Abbâs'tan söyledi ki, Umer şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'e:

  Sen kadınlarını boşadın mı? diye sordum. Peygamber:

  "Hayır (boşamadım)" buyurdu. Ben de bundan taaccüb ederek:

— Allâhu Ekber! dedim, demiştir [238].

 

242-.......Peygamber'in zevcesi S afiyye bintu Huyey şöyle ha­ber vermiştir: Peygamber (S) ramazânın son on günü içinde mescid-de i'tikâf yaparken Safiyye, Peygamber'i ziyaret etmek üzere yanına gitmiş ve yatsının ardından bir saat (yânî bir müddet) kendisiyle ko­nuştuktan sonra evine dönmek üzere kalkmış. Peygamber de onu men­ziline geçirmek için onunla beraber kalkmış, Peygamber'in zevcesi Ümmü Seleme'nin evinin yanındaki mescid kapışma ulaştığında yan­larına Ensâr'dan iki kişi uğramış ve Rasûlullah'a selâm verdikten sonra hızlıca yürüyüp geçmişler, Rasûlullah onlara:

  "Acele etmeyiniz! Durunuz! Yanımdaki bu kadın, Safiyye bintu Huyey'dir!" buyurdu.

O iki zât; Rasûlullah'ın bu sözü kendilerine ağır geldi de:

— Subhânallah! Yâ Rasûlallah! dediler. Rasûlullah:

  "Şübhesiz şeytân, Âdem oğlunun bedenindeki kanın ulaşması gibi, her yerde cereyan eder. Ben şeytânın sizin kalblerinizin içine kötü bir şübhe atmasından endîşe ettim" buyurdu [239].

 

122- Parmaklarla Küçük Çakıl Taşı Atmaktan Nehy Babı

 

243-....... Katâde şöyle demiştir: Ben Ükbe ibn Suhbân el- Ezdî'den tahdîs ederken işittim ki, Abdullah ibn Mugaffel (R): Pey­gamber (S) parmaklarla -ve sapanla- küçük çakıl taşı atmaktan neh-yetti, demiştir.

Râvî İbn Mugaffel rivayetine devamla: Şübhesiz ki, bu parmak­larla ve sapan ile taş atmak, avı öldürmez, düşmanı da yaralamaz. Böyle atılan taş, ancak göz çıkarır ve diş kırar, demiştir [240].

 

123- Aksıran Kimsenin Hamdetmesi Babı

 

244-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bir defasında iki kişi Peygamber(S)'in yanında (ayrı ayrı) aksırdüar da, Peygamber bun­lardan birisine: "Yerhamukettâhu(= Allah sana merhamet eylesin)" diye duâ etti, ötekisine duâ etmedi. Peygamber'e:

  Buna niçin duâ etmediniz? diye soruldu. Peygamber:

  "Şu, Allah'a hamdetti, el-Hamdu Uttan dedi, ben de onu rah­met duası ile karşıladım. Şu ise Allah 'a hamdetmedi (ben de onu duâ ile karşılamadım)" buyurdu [241].

 

124- Aksıran Kimse Allah'a Hamdettiği Zaman, Onu 'Yerhamukellâhu ( = Allah sana merhamet eylesin)" Diye Duâ İle Karşılamak Babı

 

Aksırıp da hamdedene duâ etmek hakkında Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği bir hadîs vardır [242].

 

245-....... el-Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bize yedi şeyi işlememizi emretti, yedi şeyden de bizleri nehyetti: Pey­gamber bizlere hastayı ziyaret etmeyi, cenaze arkasından gitmeyi, ak-sırana duâ etmeyi, da'vet edene icabet eylemeyi, selâmı karşılamayı, zulme uğrayana yardım etmeyi, yemîn edenin yeminini kabul etmeyi emretti. Yine Peygamber bizleri şu yedi şeyden: Altın yüzükten -yâhud altın halkadan-, harîr, dîbâc ve sündüs denilen ipek kumaşlar giy­mekten, at eyerlerinin üzerlerine konulan ipek altlık minderlerden neh­yetti [243].

 

125- Aksırıp Hapşırmaktan Müstehâb Olacak, Esnemekten De Mekruh Olacak Şey Babı

 

246-.......Bize Saîd el-Makbûrî, babası Keysân el-Medenî'den; o da Ebû Hureyre(R)'den; o da Peygamber(S)'den şöyle buyurduğu­nu tahdîs etti:

"Allah (sıhhat ve hafifleme sebebi olan) aksırmayı sever, (gaf­let ve tenbellik eseri olan) esnemeyi de çirkin görür. Bir kimse aksı­rıp da Allah 'a hamdetliği zaman, onun hamdeîtiğini işiten her müs-lümân üzerine 'Yerhamuke'llâhu (= Allah sana merhamet eylesin)' diye mukaabele etmesi aksıran mü 'min için bir hakk olur. Esnemeye gelince; şübhesiz o, şeytândandır. Biriniz esnemek hâli geldiğinde, gücü yettiği derecede onu gidermeye çalışsın! Çünkü biriniz esneyip de 'Hâ' diye ağzını açıp ayırınca, onun bu gafletinden dolayı şeytân güler" [244].

 

126- Bâb: Bir Kimse Aksırdığı Zaman Nasıl Teşmît Edilip Karşılanır?

 

247-.......Bize Abdullah ibn Dînâr, Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Si­zin biriniz aksırdığı zaman 'el-Hamdu lillâh * desin. Mü 'min kardeşi veya arkadaşı da ona 'Yerhamuke'llâhu (= Allah sana merhamet ey­lesin)' diye duâ ile mukaabeiede bulunsun. Ona 'Yerhamuke'llâhu' dediği zaman, öteki de bu îeşmîîe cevâb olarak ' Yehdîkumu 'llâhu ve yuslihu bâlekum (= Allah sizlere hidâyet eylesin ve hâlinizi, işinizi de iyileştirsin)' duasını söylesin!" [245].

 

127- Bâb: Aksıran Kimse Allah'a Hamdetmediği Zaman Duâ İle Karşılanmaz

 

248-.......Bize Süleyman et-Teymî tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Peygamber(S)'in yanında iki kişi (arka arkaya) hapşırdı da Peygamber onlardan birisine "Allah sana merhamet eylesin" diye duâ etti, diğerine duâ etmedi. Bir adam:

— Yâ Rasûlallah! Şuna duâ ettin, şuna duâ etmedin? dedi (de sebebini öğrenmek istedi).

Peygamber (S):

  "Çünkü şu, Allah'a hamdetti, şu ise Allah'a hamdetmedi" buyurdu [246].

 

128- Bâb: "Bir Kimse Esnediği Zaman, Elini Ağzının Üzerine Koysun"

 

249-.......Bize İbnu Ebî Zi'b, Saîd el-Makburî'den; o da baba­sı Keysân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:

"Şübhesiz ki Allah hapşırmayı sever, esnemeyi de çirkin görür. Sizden biriniz hapşırıp aksırdığı ve Allah 'a hamdettiği zaman, bunu işiten her müslümân üzerine, o kişiye 'Yerhamuke'llahu (= Allah sa­na merhamet eylesin)' demesi bir hakk olmuştur. Esnemeye gelince; bu, ancak şeytândandır. Biriniz esnemek hâli geldiği zaman, gücü yet­tiği kadar onu geri çevirmeye çalışsın! Çünkü biriniz esnediği zaman, şeytân bundan dolayı güler!" [247].



[1] Edeb, ahlâk güzelliklerini almak yâtıud kavlen ve fiilen övülecek şeyleri kullan­mak yâhud üstündeki kimselere ta'zîm, altındaki kimselere şefkat; yâhud güzel sayılan şeylerin beraberinde durmaktır (Kastallânî).

el-Edeb; iki fetha ile zarafet ve usluluk ki, insanlarla kavlen ve fiilen hıtuf-lu muamele ve güzel münâvele eylemekten ibarettir... Mütercim der Vi,Ta'rîfât'ta "Edeb", bütün hatâ nevi'lerinden sakınılacak olan nesneyi bilmekten ibarettir diye ta'rîf edilmiştir. Bâzı büyük âlimler de zahir olan güzel ahlâk ile tefsîr eyle­miştir. Ve İslâm Devleti'nden bir müddet geçtikten sonra Arabça ile sür ilimle­rine, edeblenmeye sebeb olduğu için "Edeb" dediler ve "Edeb" nefsin köklü bir melekesidir ki, muttasıf olan kimseyi kötülenme ve ayıplanmayı gerektirecek şeylerden korur. Ve edeb iki nevi'dir: Biri "Edebu'n-nefs", biri "Edebu'd-ders"tir dedikleri, anılan ta'rîfin son fıkrasına bahis olmuş olur. Birinci fıkrası arifler ıstılahında "Hıfzu hudûdı şer'iyye ve sülûku tarikatı mer'iyye"dii ki, bâtıriî güzel huylardan ibarettir (yânî biri fıtrî, biri kesbîdir). Hakk yolların hepsi edeb-lerdir. Fakîhlere göre edeb, sünnet üzerine kurulmuş hareketler demektir... Ve işbu "Edeb" kelimesi, "Edb" lafzından isimdir, hemzenin fethi ve dâl'in sü­kûnu ile bir kimseyi yemeğe ve ziyafete da'vet eylemek ma'nâsına olmakla anı­lan ahlâk da sahibini hayırlara ve güzelliklere da'vetçi olmak münâsebetiyle edeb denilmiştir. Âlimler arasında bir de "Edebu'l-bahs" vardır ki, bahs ve münâ zara ilminin kaanûnlarmı ihtiva eder. Hulâsa edebin altına, hoşnûd olunan za­hirî ahlâktan başka, şer'in sevdiği ve, aklın güzel saydığı bütün tavırlar, sözler girmiştir: İffet, zarafet, nezâket, adalet izhârı, lutufiu ve insaflı muamele ve şâ­ir iyi ahlâk ve güzel sıfatlar gibi... (Kaamûs Ter.).

Şems Tebrîzî'nin edeb'i anlatan şu beyitlerini de yazalım:

—Efendi, anla ki insanın tenindeki can ne ise, edeb de odur. Efendi, in­sanların kalbindeki, gözündeki nurlar edebden ibarettir.

Âdem ulvî âlemdendir (yânı yaratılışı yüksektir), onu süflîve alçak sanma! Bu kâinat kubbesinin dönüşündeki nizâm ve revnak edebdir.

Ayağını İblîs'in kafasına koymak, ona hâkim olmak istersen gözünü aç ve anla ki, şeytânı öldüren edebdir.

Gözünü aç da baştan başa Tanrı kelâmına bak: Âyet âyet bütün Kur'ân'm ma'nâsi edebden ibarettir.

Akla "îmân nedir?" diye sordum. O, kalb kulağıma dedi ki: "îmân edeb­dir!.."

Ey Şems-i Tebrîzî, artık sus ki, sen Huda'nın bir sırrısın. Geceleri parılda­yan en nurlu ve en üstün ışık edebdir. (Terceme: H.Basrî Çantay, Diyanet îşleri Başkanlığı Dergisi, 1964, S.72)

Sa'd ibn Hişâm, Hakîm ibn Eflah ile beraber Âişe'ye gittiğini haber vererek şöyle dedi: Âişe'ye hitaben:

— Ey mü'minlerin anası! Bana Rasûlullah'ın ahlâkını haber ver, dedim. Âişe:

  Sen Kur'ân'i okumuyor musun? dedi

Ben:                                    

— Evet okuyorum, dedim.                

Bunun üzerine Âişe (R):

  Hİç şübhesiz Allah Peygamberi'nin ahlâkı Kur'ân'dan ibaret idi, dedi (Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn ve kusrihâ, Câmiu salâti'1-leyl, 139).

[2] Üç yerde geçen bu lafzın devamları şöyledir: "Biz insana ana-babasına güzellik yapmasını tavsiye ettik. Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan birşeyi bana or­tak koşman için uğraşırlarsa kendilerine itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. Binâenaleyh ne yapar idiyseniz size haber vereceğim'" (el-Ankebût: 8).

"Biz insana ana-babasını tavsiye ettik. Onun anası kendisini zaj üstüne za'file taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl (sürmüştür). 'Bana ve ana-babana şükret. Dönüş ancak Banandır' (dedik). Eğer onlar sence ilimde (yeri) olmadık herhangi birşeyi Bana ortak tutman üzerinde seni zorlarlarsa kendilerine itaat etme. Onlarla dünyâda iyi geçin. Bana dönenlerin yoluna uy! Nihayet dönüşü­nüz ancak Bana 'dır. O vakit Ben de size ne yapıyordunuz, haber veririm'' (Luk-mân: 14-15).

"Biz insana ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı. Onu zahmetle doğurdu. Onun bu taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet o, yiğitlik çağına erdiği, kırk yıla ulaştığı zaman şöyle demiştir: Ey Rabb 'im, gerek beni, gerek ana-babamı nVmetlendirdiğine şükretmemi, Sen'in razı olacağın iyi işlerde bulunmamı bana ilham et! Zürriyetim hakkında da benim için salâh nasîb et. Şübhesiz ben Sana döndüm. .Şübhesiz ben Sana teslim

Oldum" (el-Ahkaaf: 15)

[3] "Namaz îmândan sonra amellerin şübhesiz en fazîletlisidir. Çünkü dînin dire­ğidir. Ana- babaya iyilik İslâm Dîni'nin insana yüklediği en büyük vecîbeler­dendir. Ana-baba kâfir de olsalar onlara ihsan ile muamele ederek kendilerine itaatsizlikten çekinmek farzdır. Onlara can sıkıntısı ile "Off!" demek bile Kur'-ân'm nassı ile (el-îsrâ: 23) nehyolunmuş şer'î haramlardandır. Ma'siyet olmadıkça emirlerine itaat vâcibdir.

Allah yolunda cihâd da "Allah'ın kelimesini en yüksek kılma" ve İslâm şeâirini izhâr kasdıyle hem nefisle, hem de mal harcayarak uğraşmak, mukaate-le etmektir. Namazı terkeden kimse, diğer Allah haklarını evleviyetle terkeder. Ana-baba haklarını gözetmeyen kimseden, başka insanların haklarını gözetmek ne kadar beklenir? Allah'ın kelimesini en yüksek kılmayı ve İslâm şeâirini izhâr etmeyi mühimsemezse, Allah'a yaklaşmağa vesile olan diğer amelleri terketme-sinden kolay ne var?..."

Bunun bir rivayeti bu isnâd ve metinle Namaz Vakitleri, "Namazın vak­tinde kılınması bâbı"nda da geçmişti.

[4] Bâzıları: Gelip de bu sorulan soran kimsenin Muâviye ibn Hayde olması muh-temil olur, çünkü Buhârî el-Edebu 'l-Müfred Kitâtn'nda bu zâtın hadîsini tahrîc

etmiştir... dedi.

Hadîste anaya ihsanın üç kerre tekrar edilmesi, İbn Battâl'm da dediği gi­bi, ananın evlâd üzerinde babanın üç misli iyilik ve ihsana hakk kazandığını ifâde eder. Bunlar sırasıyle karında taşıma, sonra doğurma, sonra emzirme zorlukla­rı karşılığıdır.

Âİle içinde ana hakkının önde bulunduğuna dâir başka hadîsler de vardır, bunları Aynî, Umdetu 'l-Kaarl"de nakletmiştir.

Bu hadîsi Müslim de Edeb'de, İbn Mâce Vesâyâ'da getirmiştir.

[5] Sarihler cihâd yapmak isteyen kimsenin Muâviye ibn Canime olduğunu, îbn Ab-dilberr'in hadîsinden olmak üzere rivayet etmişlerdir. Bunun Câhime ibn Ab-bâs olduğu da bildirilmiştir.

Aile yuvası ilk evvel ana-baba ile kurulduğu, aile dirlik ve düzenliğinin temel taşı bunlar olduğu için İslâm Dîni, ana-baba rızâsına üstün bir yer vermiştir. Peygamber bu vakıada o zâta cihâda katılabilmesini ana-babasımn rızâsına bağ­lamıştır. Ana-baba rızâsına ta'lîk edilen bu cihâdın devlet tarafından çağrılan umûmî bir seferberlik veya husûsî surette farz olan bir cihâd olmadığı, bunun belki ihtiyara tâbi' gönüllülerden tertîb olunan bir seriyye cihâdı olduğu zikre­dilmiştir. Selef âlimlerinden pek çoğu devletçe bir zaruret görülmedikçe ana-babadan izin istenir, devletçe zaruret görülünce ihtiyar zail olup cihâda katıl­mak vâcib olur demişlerdir. Bunun bir rivayeti Cihâd'da da geçmişti.

[6] Bu suretle ana-babasının sövülmesine sebeb olan kişi, bizzat ana-babasma söv­mek derecesinde büyük günâhların en büyüklerinden birisini işlemiş sayılmak­tadır. Evlâdın ana-baba sövülmesine sebeb olması en büyük günâhlardan sayıldığına göre, bu çirkinliği bizzat yapması elbette daha fecî ve daha ağır bir cürüm olacaktır.

[7] Buhârî bunun bîr rivayetini Alışverişler Kitabı, "Başkası için izni olmadan bir-şey satın aldığı zaman bâbı"nda da getirmişti.

Buradaki başlığa delîlliği sırf Allah rızâsını istemek için ana-babaya iyilik ve iyi işler yapmanın duaların kabulüne sebeb olmasıdır

[8] Müellif bunu Eymân ve Nuzûr Kitâbı'nda eş-Şa'bî rivayetinden; o da Abdullah ibn Amr ibni'l-As'tan; o da Peygamber'den olmak üzere rivayet etmiştir.

[9] Metindeki Men' ve Hâti, iki nehye işaret olunan iki kelimedir. Sarihler birinci­sini; Verilmesi üzerine vâcib olan borcu men' edip vermemektir, diye; ikincisini de: Alınmasında hayır ve şeref bulunmayan birşeyi almak suretinde tefsîr et­mişlerdir ki, her ikisi de, yânî vermemek de, almak da haramdır. Bu iki kelime­nin delâlet ettiği ma'nâyı Ahmed ibn Hanbel şöyle açıklamıştır: İshâk ibn Mansûr dedi ki: Ben Ahmed ibn Hanbel'e bunların ma'nâsım sordum. O bana: Üzerin­deki fakîr haklannı men' edip sadaka vermemendir, sana verilmezken elini uzatıp halktan sadaka istemendir, diye cevâb verdi.

[10] Bunların birer rivayeti Şehâdetler Kitâbı'nda da geçmişti.

[11] Bundan sonraki âyet de şöyledir: "Allah sizi ancak sizinle dîn muharebesi yap­mış, sizi yurdlarımzdan çıkarmış ve çıkarılmanıza arka çıkmış olanlarla dostluk etmenizden men' eder. Kim onları dost edinirse, işte bunlar zâlimlerin tâ kendi­leridir1'.

Taberî de bu âyetin Ebû Bekr'in eski zevcesi Kuteyle bintu Abdiluzzâ hak­kında indiğini haber veriyor. Ebû Bekr, Kuteyle'yi Câhiliyet devrinde boşamış-tı. Kuteyle, Rasûlullah Mekke müşrikleriyle sulh anlaşmalı bulunduğu sırada Medine'ye kızı Esmâ'ya ziyarete gelmiş ve ona kuru üzüm, yağ gibi bâzı hedi­yeler getirmişti.

Bu âyet, Yüce AHah tarafından mü'minlere düşmanlık yapmayan ve on­larla harb etmeyenlerle irtibat kurmak ve onlara iyi muamele yapmak hakkında bir ruhsattır...

[12] el-Leys ibn Sa'd'dan olan bu rivayeti Buhârî burada ta'lîk şeklinde getirdi, bu­nu Ebû Nuaym el-Müstahrac'mda senediyle rivayet etmiştir.

İbn Battal dedi ki: Hadîste fıkıhtan şu vardır: Peygamber, Esmâ'ya, anne­sine iyilik etmesine ruhsat verdi ve kocası Zubeyr'Ie bu hususta müşavere etme­sini şart kılmadı. Bir de kadının kocasının malında, onun izni olmadan tasarruf etme hakkı vardır... (Aynî).

[13] Bu hadîs Buhârî'nin evvellerinde Vahy Bâbı'nda geçmişti. Buhârî onu burada kısaltılmış olarak getirdi, buradaki maksadı irtibat ve iyiliği zikretmektir. Bu­nun başlığa uygunluğu umûmî oluşundan ve mutlaklığından alınır... (Kastallâ-nî).

[14] Bundan giymesi caiz olmayan şeyi mal edinmek ve başkasına hediye etmek caiz olduğu ma'nâsı çıkar. Zîrâ sahibi giymese bile kadınlara giydirmek gibi başka suretle de faydalanabilir.

Bu zât Umer ibnu'l-Hattâb'm yâhud biraderi Zeyd'in ana-bir kardeşi, bir kavle göre de Umer'in süt kardeşi Usmân es-Sulemî'dir. "İslâm'a girmesinden önce" denildiğine göre, sonradan İslâm'a girdiği anlaşılır.

Umer'İn bu fiilinden, kâfir olan hısımları bile gözetmek müstahsen olup kâfire hediye vermenin caiz olduğu hükmü alınabilir.

Bu hadîsin bâzı rivayetleri Cumua, Hibe, Libâs... Kitâblan'nda geçti.

[15] Hadîsteki "Namazı ayakta tutma", namazı kılmayı devam ettirme ve muhafa­za etme ma'nâsınadır. Meşru' kılındığı gibi namaz kılmaktır da denilmiştir.

Sılatu'r-Rahim, hayırlı işlerde yakın olan kimselere ziyaret edip, bitişikliği devam ettirmektir. Hadîste diğer dînî vâciblerden hısımlara ilgiyi devam ettir­me maddesi, soranın hâline nazaran hassaten zikredilmiştir. Sorucu, yakınlar ve hısımlar ziyaretini terketmeyi mübâh sayan bir kimse farz edilerek, "Sılatu'r-rahim" ile emr olunmuştur.

Kurtubî dedi ki: Rasûlullah'ın sorucuya nafile ibâdetlerden haber verme­yip de vâcibler ile yetinmesi, bu suâl ve cevâbın İslâm'ın başlangıçlarında cere­yan etmiş olmasından ve dînî vâcibler ile tatavvu'un birbirine karıştırılarak, nafilelerin vâcib i'tikaad edilmesi endîşesinden dolayıdır. Bu sebeble Rasûlul-Iah, ümmetinin gönülleri İslâm mahabbeti ile açılıncaya kadar ümmetine ko­laylaştırmalar İbraz eylemiştir.

[16] Sılatu'r-Rahim'in hükümleri ve derecelerini Kaadı Iyâd şöyle açıklıyor: Sıla-i Rahim'in fî'1-cümle vâcib olduğunda ihtilâf yoktur. Vâcib olan sılanın kesilme­si ve terki, şübhesiz ki, büyük bir ma'siyettir. Buna birçok sahîh hadîsler şehâ-det ve delâlet etmektedir. Şu kadar ki, bunun mertebeleri ve dereceleri vardır. Bu derecelerin bâzısı bâzısından daha yüksektir. Bu derecelerin en aşağı merte­besi de tatlı söz ile, selâm ile, hâl hatır sormak ile olan sıladır. Bundan başlaya­rak ziyaretle, hizmetle, mâlî yardımla yapılan derecelere kadar yükselir. Bu dereceler de kudretin ve ihtiyâcın ihtilâfı ile muhtelif olur. Bir kısmı vâcib olur, bir kısmı da müstehâb olur. Bunlardan en aşağı mertebedeki sılaya kudreti yeti­şip de onu îfâ eden ve yüksek mertebesine erişemeyen kimse sıla etmiş olur. Fa­kat daha yüksek bir sılaya, meselâ mal ve bedenle yardıma kudreti olan kimse, kuru bir selâm ve ziyaretle geciştirirse sıla etmiş sayılmaz, elbette sorumlu olur... (Nevevî).

[17] Bu âyetteki "Tevellî"iki ma'nâya muhtemildir: Birisi, arkasını dönüp kaçmak ma'nâsma "TevellF'den, birisi de "Velayet"ten tefa'ûl olarak, vâlî olmak, iş başına geçmek ma'nâsma tefsîr olunmuştur. Binâenaleyh şu iki ma'nânın ikisi de doğrudur.

"Erhâm", "Rahim"'m cem'idir. Rahim, esasen kadında çocuk yatağı olan husûsî organdır. Neseb yakınlığının menşei olmak hasebiyle akrabalığa da "Rahim" denilir. Bu ma'nâ ile akrabaya "Ulu'l-Erhâm" denildiği gibi, "Er-hâm"da. denilir ki, burada bu ma'nâyadır. Yânî çoluğunuzu, çocuğunuzu, ka­dınlarınızı, hısımlarınızı parçalatabilir misiniz? demek olur. Çünkü müslümân ordusunda fesâd çıkarıp düşman isti'Iâsına sebebiyet verildiği takdirde meyda­na gelecek netîce budur.

Öbür ma'nâca: Nasıl o korkaklıkla iş başına geçer, kumandayı elinize alır da vatanınızı Câhiliyye devri gibi fesada verip ihtilâl içinde hısım-akrabânızı öyle perîşân edebilir misiniz? buyurulmuş oluyor. Bu âyet ile akrabalık münâsebet­lerini kesip atmanın harâmlığma delîl getirilir.

[18] Rahim, Ketif vezninde, kadınlarda ve dişi hayvanlarda bulunan döl yatağına denir ki, çocuk onun içinde oluşur. Rahim, aynı zamanda akrabalık, ve akrabalık sebebi ma'nâsma da gelir. Nitekim "Sıla-ı rahim", akrabaya ihsan, "Kat'-ı rahim" de hısımlık alâkasını kesmek demektir. Herhalde Rahm kelimesinin me-veddet, merhamet, şefkat ve rikkat iş'âr ettiği ve bunların, kadınlığın hilkati gereği bulunduğu cihetle, kadınlara incelik ve şefkatle muamele etmek, şeref ve haysiyetleri gereğince fıtratları muhafaza olunmak, tecâvüzden, sû'-i istimal­den, izdivaç gayesini ihlâl edecek münasebetsizliklerden korunmak ve bütün ev halkı, çoluk çocuk, umumiyetle akraba ve ilgililer hakkında da rahm rikkatine yaraşan rakîk ve câzibedâr bir sevgi beslemek ve bütün bunlarda Mahabbetu '-ilah ile Mehâbetu'ilah'm hâsılı demek olan htıkaaullah çerçevesinde ilgiyi ve iyi münâsebetleri devam ettirmek lüzumu gösterilmiştir (Hakk Dîni, II, 1276).

[19] Mışkaat şerhinde şöyle dedi: Bunda tanınan ve meşhur olan bir mübalağa san'-atı vardır: Rafım, yânî hısımlık bir arza benzetildi. Bu arazî su ile hakkıyle su­landığı zaman çiçek açar, meyve verir ve meyvelerinde parlaklık eseri görülür.

Rahm, yânî hısımlık da hısımlık duygusu ile eklenir durursa, o da mahab-bet ve safa meyveleri verir.Sulanmadan bırakıldığı zaman ise kurur,çoraklaşır da düşmanlık ve kesiklikten başka meyve vermez olur.

Buhârî bu hadîsin bir rivayetini îmân'da da getirdi. (Kastallânî).

[20] Yânî hakîkî sıla yapan, yakınma onun fiili karşılığında ihsan edip mükâfat ve-( ren kimse değildir, çünkü bu bir nevi' ivâzlaşmadır.

[21] Şu âyetler de hısımlık bağını ekleyip durma konusuna delîl sayılmıştır: "... An­cak selim akılların sahihleridir ki, iyice düşünür (idrâk ederler). Onlar ki, Al­lah 'in ahdini yerine getirirler, mîsâkı bozmazlar. Onlar ki, A ttah 'm ulaştırılmasını (idâme ve riâyet edilmesini) emrettiği şeyi ulaştırırlar, Rabb Herinden korkarlar, kötü hesâbdan endîşe ederler" (er-Ra'd: 19-21).

Ulaştırılmasını emrettiği şeyde, akrabalık rabıtasını devam ettirme, mü'-minlerle dostluğa ve birliğe riâyet, bütün peygamberlere îmân, bütün insanla­rın haklarına riâyet lüzumu da dâhildir (Beydâvî).

[22] Hadîsin bir rivayeti Zekât Kitâbı'nda da geçmişti. Bu hadîsin ifâde ettiği hü­küm, kâfirin İslâm olması ve İslâm üzere vefat etmesi takdîrinde, küfür ve şirk hâlinde İşlediği hayır işlerinden sevaba nail olup faydalanmasıdır. Küfür üzeri­ne olursa "Kim îmânı tanımayıp kâfir olursa, herhalde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o, âhirette en çok ziyana uğrayanlardandır" (el-Mâide: S) âyeti hük­münce küfürde işlediği hayırları ve haseneleri bâtıl olur.

Peygamber'in "Sen mâzîdeki hayırlarının haseneleri ile müslümân oldun" sözünün medlulünde âlimlerin İhtilâfı vardır... Âlimler bunu birkaç şekilde te'vîl etmişlerdir:

a. Hadîsin ma'nâsı: Sen mâzîde kazandığın güzel tabîatler ile İslâm oldun. Müslümanlıkta da bu selîm tabîatinden faydalanırsın, demektir.

b.  Yâhud: Câhiliyet devrinde işlediğin hayırlarla iyi bir nâm aldın. Ve bu içtimaî şerefinle müslümân oldun, denilmiş bulunması ki, bu daha câzibdir. c. İslâm'daki hayırlarının haseneler i'tibâriyle ziyâde olması, ecri çoğalma­sı gibi bir ma'nâya hamledilmek de uzak değildir, denilmiştir.

[23] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamberlik mührü ile oynamağa başladım" sö zündedir. Bu hadîsin bâzı rivayetleri Cihâd, Habeşistan'a Hicret ve Libâs'ta da geçmişti.

Abdest Alma Kitâbı'ndaki Sâib ibn Yezîd hadîsinde de bu Peygamberlik Mührü geçmektedir: Sâib şöyle demiştir: Çocukluğumda teyzem beni Peygam­ber'in yanma götürdü de: Yâ Rasûlallah! Benim şu kizkardeşimin oğlunun aya­ğından rahatsızlığı var, dedi. Rasûlullah başımı sığayip bana bereket duası etti. Sonra abdest aldı. Abdest suyundan içtim. Sonra arkasında durdum ve iki omuzu arasında gerdek çadırının koca düğmeleri (yâhud keklik yumurtası) gibi nübüv­vet hâtemini gördüm.

[24] Buhârî, Sâbit'in Enes'ten olan bu rivayetini Cenazeler Kitâbı'nda uzunca bir metinle getirmiştir.

[25] Kadının tek hurmayı iki yavrusuna taksîm edip de kendisinin bundan hiçbir-şey yememesi, Yüce Allah'ın anaların gönlünde yarattığı hârika merhamet ve şefkatin en belîğ bir misâlidir. Hadîsin son fıkrası, kız çocuklarının nafakasi.ter-biye edilip yetiştirilmeleri hususunda gayret sarfetmenin cehennemden kurtulu­şu sağlayan çok hayırlı işlerden olduğunu takrir etmektedir.

Bu hadîsi Müslim de Edeb'de getirmiştir.

[26] Müslim'de "Peygamber(S)'i omuzunda Umâme olduğu hâlde halka imâm ola rak namaz kıldırır gördüm" rivayeti olduğu gibi, Ebû Davud'un Soner'inde de "Biz öğle, ya ikindi namazı için Rasûlullah'i beklemede, Bilâl de O'nu namaza da'vet etmiş iken bir de baktık ki, kızının kızı Umâme bintu Ebi'l-Âs omuzun­da olarak mescide girip namaza durdu, biz de durduk" rivayeti vardır. Bunlara göre, bu hareketi farz namazda yapmış oluyor. Namaz Kitâbı'nda da belirtildi­ği üzere, âlimlerin bâzıları şöyle demişlerdir: Umâme'nin namazda iken omuz­da taşınmasındaki incelik, kızları sevmemek, taşınmalarından çekinmek gibi Arab'ın Câhiliyet'ten kalma çirkin âdetlerini hükmen ibtâl etmektir. Bu müna­sebetsiz çekinme ve büyüklenmeyi reddetmekte mübalağa olsun diye omuza alı­nabileceklerini bi'1-fiil göstermiş oldu ki, fiil ile beyân, söz ile beyândan elbette daha kuvvetlidir (Tecrid Ter., II., 374-377 "313" ve haşiyesi).

[27] Buyû'daki Ebû Hureyre hadîsinde Peygamber'in torunu Hasen'İ kucaklayıp sar­maştığı, öptüğü, sonra "Allah'ım bu çocuğu sev, bunu seveni de sev" diye duâ ettiği geçmişti (Tecrîd Ter., VI, 525).

[28] Yüce Allah'ın rahmeti nihayetsizdir. O'nun rahmeti sayıya, ölçüye sığmaz. Bu­radaki rakamla yapılan ifâdeyi şöyle anlamalıdır: Rahmet, hayır ve saadet ulaş­tırmakla ilgili bir kudretten ibarettir. Kudret ise cüz'lere ayrılma ve adedleşme kabul etmeyen bir sıfattır. Binâenaleyh bunun yüz adedine hasrı ve tahsisi yer­yüzünde bizim yanımızda olan ilâhî rahmet, kendi kerem ve inayet hazînesinde bulunan hudûdsuz rahmetin yanında bir zerreden ibarettir demektir.

[29] Âyetin Peygamber'in sözünü tasdîk ciheti, Allah'a ortak tanıma sırasına, öl­dürme ve zinanın girdirilmesinden, bunların da en büyük günâhlar olduğunun bilinmiş olmasındadır (Aynî).

[30] Çocuğu kucağa koymakta çocuk sevgisi, çocuğa merhamet ve şefkat ma'nâsı olduğu gibi, koyanın tevâzû'unu ve hilmini de bildirme vardır

[31] İbn Hacer Fethu'l-BârFde şöyle dedi: O, bu hadîsi evvelâ Ebû Temîme'den; o da Ebû Usmân senediyle işitmiş, sonra Ebû Usmân'a kavuşup bir de vasıtasız olarak ondan işitmişe benziyor. Yâhud işitmesi Ebû Usmân'dan olmuş da Ebû Temîme, bunda hadîsi tesbît etmiştir (Kastallânî).

Bu hadîsin birer rivayeti Usâme ve Hasen'in Faziletleri bâbı'nda da geç­mişti.

[32] Hadîsin başlığa uygunluğu, ahdi güzel korumayı içine alması bakımındandır ki, o da Peygamber'in, Hadîce'nin ahdini koruyarak kardeşlerine, dostlarına ve tanıdıklarına et hediye etmesidir. el-Hâkim ile Beyhakî'nin Âişe'den yaptıkları rivayetin sonunda Peygamber: "Ahdi güzel korumak îmândandır" buyurmuş­tur. Buhârî, âdeti üzere zihinleri bilemek için ona işaretle yetinmiştir. Bunun bir rivayeti Menâkıb'da da geçmişti (Aynî, Kastallânî).

[33] Hadîsin bir rivayeti Talâk'ta da geçmişti.

[34] Buhârî 35 rakamlı hadîste "Peygamber'e yükseltiyordu" ifadesiyle belirttiği sağ­lamlığı 36 rakamlı senedi sevkederek daha da kuvvetlendirmiştir.

[35] Buradaki iki bâb ile hadîsler, cemiyetin himayesiz ve fakîr zümrelerinin nafa­kalarını ve geçimlerini sağlamaya çalışanların faziletinin ve cemiyete yaptıkları hizmetin düşmanla Allah yolunda harbeden mücâhidin hizmeti derecesinde kıy­metli olduğunu anlatmaktadır.

[36] Başlığa uygunluğu "Peygamber ince yürekli ve çok merhametli idi" sözünde-dir. Bunun bir rivayeti Namaz Kitabı, "Cemâat oldukları zaman yolcular için ezan okuma bâbı"nda da geçmişti.

[37] "Her yaş ciğeri sulamakta ecir vardır" fıkrası, kendisinde hayât eseri olarak biraz rutubet bulunan her hayvanı, her yaş şeyi sulamakta sevâb var demektir. Bu hadîsten alınan hükümlerin en miihimmi, su hayrının Allah'a yakınlık oldu­ğudur. Susuz bir köpeği sulamak mağfirete vesile olunca, bir insanın susuzlu­ğunu gidermenin evleviyetle mağfirete sebeb olacağı muhakkaktır, hattâ bitkileri de...

[38] Âyet, Musa'nın seçtiği yetmiş adamın dualarının bir kısmıdır: "Allah buyurdu: Ben azabımı kimi dilersem ona isabet ettiririm. Benim rahmetim ise herşeyi ku­şatmıştır. O 'nu sakınmakta, zekâtı vermekte, bir de âyetlerimize îmân etmekte olanlara has olmak üzere yazıp tesbît edeceğim. Onlar yanlarındaki Tevrat ve İncîVde (ismini ve sıfatını) yazılı bulacakları Ümmî Nebî olan o RasûVe tâbi' olanlardır..." (ei-A'râf: 155-157).

[39] Bu hadîs cevâmi'u'I-kelim'den, yânî câmialı sözlerdendir. İki küçük cümle ile en geniş, en cem'iyyetli ve en şümullü ma'nâ ifâde olunmuştur. Bu hadîsi ha-dîsciler daha değişik metinlerle de rivayet etmişlerdir. En kısası Buhârî'nİn bu metnidir.

[40] Bâzı  nüshalarda  "Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-râhim.   Kitâbu'l-Birri  ve's-Sılati, Bâbu'l-Vesâeti bi'1-Câri" şeklindedir. Tavzih sahibinin nüshasında böyle vâki' olmuştur. Geçen babın sonundaki Cerîr hadîsinin şerhini bitirince: Bu Edeb Ki-tâbı'nın sonudur, demiş, bundan sonra da Besmele ve daha sonra söylediklerimizi zikretmiştir. en-Nesefî rivayetinde ise "Bismİ'Ilâhi'r-rahmâni'r-rahîm. Bâbu'l-Vesâe bi'1-Câri ve Yüce Allah'ın şu kavli..." şeklindedir (Aynî).

[41] Komşu hakkını gözetmek hususunda gelen bu vasiyyetin mübalağa derecesinde bir ciddiyeti vardır. Komşu ta'bîrinde de müslümân, kâfir, âbid, fâsık, dost, düşman, mukîm, müsâfir, yararlı, zararlı, yakın, uzak istisnasız bütün komşu­lar dâhildir. Komşu sınırını Hz. Alî'nin "Ses işitilmek" suretiyle sınırlandırdığı rivayet edilmiştir. Âişe, her taraftan kırk evin komşuluk hakkı bulunduğunu bildirmiştir. Korunacak komşuluk hakkı da komşularla güzel geçinmek, hayır isteyici olmak, zarardan korumak, nasîhat edip görüp gözetmek gibi umûmî ta'-bîrlerle özetlenebilir.

[42] Bu kelimelerin geçtiği âyetler: "Yâhud (Allah bu gemileri binenlerin) kazandık­ları günâhlar yüzünden (fırtına ile batırıp) helak eder, birçoğunu da bağışlar (kur­tarır) . Tâ ki âyetlerimiz hakkında mücâdele etmekte olanlar, kendileri için kaç (ip kurtul)acafc/fl/7 hiçbir yer olmadığını bilsinler" (eş-Şûrâ: 34-35);

"O gün Allah: Bana iddia edip kattığınız şerikleri çağırın, der. İşte çağır­mışlar, fakat bunlar kendilerine cevâb vermemişlerdir. Biz onların aralarına (ce­hennemden) bir uçurum koymuşuzdur. Günahkârlar ateşi görmüşler de onun içerisine düşenlerin kendileri olduklarını anlamışlar, fakat ondan savuşacak bir yer bulamamışlardır" (el-Kehf: 52-53).

[43] "Mü'min olmaz" cümlesiyle nefyolunan îmânın esası değil, îmânın kemâlidir; tam ve kâmil mü'min olmaz demektir.

[44] Buhârî hadîsi burada evvelâ Asım ibn Alî'den; o da İbn Ebî Zi'b'den; o da Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Şurayh'ten senediyle getirdi, sonra da bunu diğer mu-tâbaatlar ve senedlerle kuvvetlendirdi

[45] Bu hadîsi aynı metinle Müslim de Zekât'ta getirmiştir. Hadîsteki "Çâre", "Câr"-ın müennesidir. Arablar arasında bir haremde zevcine mücâveret ettiği için zev ceye ' 'Çâre'' denilir. Arabça'da kadının darresine, yânî eşine de kinaye yoluyla "Çâre" denildiği vardır. "Firsin", deve tabanına denir. Koyun tırnağı için de istiare edilmiştir ki, burada öyledir. Lisânımızda "Paça" ta'bîr olunur. Burada bu kelime ile kasdedilen ma'nâ, hediye edilen şey az olsa bile hediye edilmesinin lüzumunu beyân ve bunun hor görülmemesidir...

[46] Bu ikinci hadîste İbn Şurayh rivayetini vesîkalandırıcı durumu da metindeki ifa­deleriyle belirtmiştir. Hadîsin "Konuklarına ikram etsin" cümlesinin ardından bu konukluğun caize denilen gelip geçici kısmında konuğun aile yemeğinden daha hürmetli ve ikrâmlı ağırlanması ve caize, yânî gelip geçici konukluğun müddeti bir gün bir geceden İbaret olduğu, üç güne kadar devam eden kqnukluk zama­nında âdet olan ağırlamanın yeteceği, üç günden fazla olan konuklukta yapılan ikramın sadakadan ibaret olduğu ziyâdesini de rivayet etmiştir. İşte bu ziyâde; Ebû Hureyre hadîsinden sonra bunun burada getirilmesi, onun en güzel te'kîdi ı ve gerekçesi olmuştur.

[47] Buhârî bunun bâzı rivayetlerini Şuf a ve Hibe Kİtâbları'nda da getirmiştir. Hz. Alî ile Âişe'nin komşuluk sınırlaması hakkındaki beyânları 44. hadîsin haşiye­sinde yazılmıştı.   Ebû  Davud'un  Merâstl'inde  İbn  Şihâb'dan  rivayetinde: “Kırk ev komşudur" buyurulmuştur. Yûnus ibn Şihâb'a sor­dum: Bu kırk ev nasıl ta'yîn edilir? dedim. İbn Şihâb: Sağdan kırk, soldan kırk, önden kırk, arkadan da kırk! diye cevâb verdi, demiştir.

Hasen ibn Hayy: Ortaktan sonra şuf'a hakkı, komşunundur; ister o kom­şu bitişik olsun, ister olmasın, müsâvîdir, demiştir. Komşu şuf ası hakkındaki delillerden birisi de Bezzâr'ın Enes ibn Mâlik'ten, Tırmizî ile Tahavî'nin altı yol ile Semure'den rivayet ettikleri "Câru'd-döri ehakku bi'd-dâri = Bir evin kom­şusu o eve şefi' olmakta herkesten çok hakk sahibidir" hadîsidir. Bu açıklama­lar daha geniş olarak Şuf'a bâbı'nda da verilmişti.

[48] Ma'rûf, akl ile idrâk olunup dînin de güzel saydığı söz, fiil ve amele denir, Münker mukaabilidir. Münker, akıl ve dînin kabul etmeyip inkâr eylediği söz ve amel­den ibarettir. Kur'ân'da Yüce Allah "... İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış..." (Lukmân: 17) hitâbiyle Peygamberine tebliğ ve irşâd vazîfesinin iki mü­him ana düstûrunu öğretmiştir. Buradaki Ma 'ra/da, halk arasında alınıp veril­mesi âdet olup dînin teşvîk ve aklın güzel gördüğü ikramlar, ihsanlar, iltifatlar, ziyafetler, içtimaî yardımlar dâhildir. Bunların hepsi sadakadır, sahibi için ecir ve sevaba sebeb olan şeylerdir. Bu hadîs de cevâmi'u'l-kelimden, yânî az kelime ile çok ma'nâlar toplayan sözlerdendir.

[49] Bu hadîsteki "Çalışır, yardım eder, emreder, kendini şerrden tutar" fiilleri gâ-ib emir sîgasıyle cezİmli olarak da zabtedilmiştir. Bu da ma'rûfun çok geniş ma'-nâlan şâmil olduğunu gösterdiği gibi, millet ferdlerini en veciz şekilde iyiliklerin her çeşidini öğreten ve kötülüklerin de her türlüsünden uzaklaştıran çok kıy­metli bir ahlâk düstûrudur. Bunun bir rivayeti Zekât'ta da geçmişti.

[50] Yânî güzel ve tatlı sözün meydana getireceği hayırları beyân babı. Yüce Allah tatlı ve güzel söz söylemeyi birçok yerde zikr ve emretmiştir:

"Rabb*inîn yoluna hikmetle, güzel Öğütle da'vet et. Onlar/a mücâdelem en güzel olan yol ile yap... " (en-Nahl: 123);

"Fir'avn'a gidin. Çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasi­hat dinler yâhud Allah'tan korkar" (Tâhâ: 43-44);

"Sen kötülüğü en güzel hasletle def et... " (d-Mü'minün: 96); "Ne iyilik, ne de kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel hasletle önle. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile sanki ya­kın dost olmuştur" (Fussilet: 34);

"Güzel kelimeler ancak O'na yükselir. Onu da iyi amel ve hareketler yük­seltir..." (Fâtır: 10).

Burada Yûnus Emre'nin söz hakkındaki şiiri de zikre değer:

Keleci bilen kişinin yüzünü ağ İde bir söz

Sözü pişip diyenin işini sağ ide bir söz.

Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı

Söz ola ağulu aşı bal ile yağ ide bir söz.

Kelecilerin pişürgil, yaramazların şaşırgıl

Sözün usûle düşürgil dem ağın çağ ide bir söz

Yürüye yürüye yol gele, gâfıl olma bilgin ile

Key sakın kim dile gele canına dağ ide bir söz.

Kişi bile söz demini, demiye sözün kemini

Bu cihan cehennemini sekiz uçmak ide bir söz.

Yûnus imdi sez yatından, söyle sözü gayetinden

Ki sakın ol şâh katından seni ırağ ide bir söz

[51] Bu ta'lîk,Sulh ve Cihâd Kitâblan'nda getirdiği hadîsin bir parçasıdır. İbn Bat­tal şöyle demiştir: Hoş kelimenin sadaka olmasının vechi şudur: Mal vermek, verilen kimsenin kalbini açar ve kalbindeki şeyleri giderir. Güzel söz de böyle­dir, bu bakımdan güzel sözü sadakaya benzetmiştir (Aynî).

[52] Bu hadîsin bir rivayeti Cehennemin sıfatı bâbı'nda da geçmiştir. Müslim, Ze­kât; 20. bâbda, 68 rakamıyle birkaç rivayeti geçmektedir.

[53] Ebû Davud'un SümvTindeki rivayetine göre, yaşlık değen toprağın kazınıp atıl­masından sonra, yeri üzerine bir kova su dökülmesi emredilmiştir. Müslim'in rivayetinde bu A'râbî'yi yanma çağırıp: "Bu mescidiere ne sidik, ne de başka pislik yakışık almaz. Bunlar ancak Allah 't anmak, namaz kılmak ve Kur'ân oku mak içindir" buyurmuştur.

Buhârî'nin Tahâret'teki Ebû Hurevre'den getirdiği hadîsin sonunda: "Çün­kü sizler güçlük değil, ancak kolaylık göstermek üzere ba's olundunuz" buyur­du, ziyâdesi vardır.

[54] Peygamber el parmaklarını birbirine geçirmekle mü'minler arasındaki içtimaî dayanışmayı haricî bir misâl ile gösteriyordu.

[55] Âyetin tamâmı şöyledir: "Ey îmân edenler, Allah'tan korkun, O'nun Rasûlü'-ne de îmân edin ki, Allah size rahmetinden iki kat nasfb versin. Sizin için yürü­yeceğiniz bir nûr lütfetsin. Sizi mağfiret eylesin. Allah çok mağfiret edici, pek merhametlidir" (el-Hadîd: 28).

[56] Rasûlullah'ın sahâbîlerine öğrettiği şefaat, bir fikir için yâhud bir hacet sahibi için diğer bir kimse yanında istenen şeyin kabulüne delâlet etmektir. Başlıktaki âyette bir muhtacın zaruretini gidermek için üçüncü şahıs yanında şefaat ve de­lâlet edene, o hayrı işleyen gibi ecir ve sevâbdan verileceği bildirilmiştir. Pey­gamber de "Bir kul mü'min kardeşinin yardımında bulundukça Allah da o kufr yardımda bulunur" buyurmuştur

[57] Rasûlullah'ın ahlâkı Kur'ân'dan ibaret idi; O, Kur'ân danldığı için darılır, Kur'ân beğendiği için beğenirdi:

Sa'd ibn Hişâm, Hakîm ibn Eflah ile beraber Âişe'ye gittim de:

— Ey mü'minlerin anası! Bana Rasûlullah'ın ahlâkından haber ver, dedim. Âişe:

  Sen Kur'ân okumuyor musun? dedi.

  Evet okuyorum, dedim. O:

— Allah'ın Peygamberi'nin ahlâkı Kur'ân'dan İbaret idi, dedi (Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn ve kasrihâ, "Gece namazını ve uyuyakalıp yâhud hasta olup da bunu kılamayanı cami' olan bâb", Müslim Ter., II, 384-388 "746").

[58] Bunun bir rivayeti "Herşeyde incelik ve yumuşaklık babı' 'nda 53 rakamıyle geç­mişti.

[59] Hattâbî dedi ki: Bu duâ iki veçhe muhtemil olur: Biri "Yüzü yere düşsün de alnına toprak bulaşsın", biri de bunun ona tâat duası olmasıdır ki, "Namaz kılsın da alnı topraklansın" demek olur.

Bu "Alnı toprak olası" sözünü Arablar hakikat ma'nâsına değil de, daha çok mecaz olarak kullanırlar. "Eli toprak olası", "Yüzü toprak olası", "Allah canını alsın" ta'bîrleri de ekseriya hakikat ma'nâsına değil, mecazî ma'nâda kul­lanılır. Buna göre Peygamber'in bu "Alnı toprak olası" duası, hakikat ma'nâ­sına değil de, namaz kılıp secdede alnına toz toprak bulaşmasını temennîden ibaret ölür.

[60] Kaadı lyâd şöyle dedi: Bu adam Uyeyne ibn Hısn'dır. İslâm'ı izhâr etmiş ise de henüz mü'min olmuş değildi. Peygamber insanlar onu tanısınlar ve onun hâlini bilmeyenler onunla aklanmasınlar diye onun hâlini beyân etmek istemiş­tir. Onda Peygamber'in hayâtında da, ondan sonra da îmânının za'fına delâlet eden hâl vardı. Nihayet mürtedlerle beraber irtidâd etmiş, kendisi esîr olarak Ebû Bekr'e getirilmiştir. Peygamber'in onu "Kabilenin kötü kardeşidir" diye vasıflaması, nübüvvet alâmetlerindendir. Çünkü onun kötülüğü, Peygamber'­in vasfettiği gibi meydana çıkmıştır. Peygamber ona karşı ancak onu ve benzer­lerini İslâm'a ısındırmak için yumuşak konuşmuştur (Nevevî).

[61] Bu, Vahy Bâbı'nda geçen hadîsin bir parçasıdır.

[62] Buhârî, Menkabeler Kitabı, Zemzem kıssası ve içinde Ebû Zerr el-Gifârî'nin İs­lâm'ı babı; Müslim, Sahâbîlerin Faziletleri Kitabı, "Ebû Zerr'in faziletlerinden bir bâb", Müslim Tercemesi, VII, 390-397 (132 "2473")

[63] Peygamber'in hârika cesaretini ve yiğitliğini ortaya koyan daha birçok hadîsler vardır. Bunlardan biri bir sefer esnasında İstirahat ederlerken Peygamber'in yalnız başına bir ağaç altında uyuduğu sırada, bir bedevinin O'nun kılıcını çekerek baş ucunda dikilmesi ve Peygamber'i öldürmekle tehdîd edişi, Peygamber'in hâri­ka cesareti ve soğukkanlı, te'sîrli sözleri karşısında kılıcının elinden fırlayıp düş­mesi vak'ası anılmaya değer: Buhârî, Zâtu'r-Rikâ' gazvesi babı.

Esasen Rasûlullah'm kıldığı her namaz sonunda yaptığı dualardan biri de üm­metine yiğitliği aşılayıp öğretmek için, korkaklıktan Allah'a sığınmaktı.

[64] Bunun birer rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda "Kefeni hazırlamak isteyen kimse ba­bı "nda ve Libâs'ta geçmişti.

[65] Enes ibn Mâlik, Peygamber'in Medine'ye hicret etmesinden sonraki aylar için­de hizmetine girmiş olduğuna göre, dokuz sene birkaç ay devamlı hizmetinde bulunuyordu. Bu hesâbca kesirler bir sene i' ;bâr edilmiştir

[66] Bu hadîs, Peygamber'in en küçük hizmetine herkes can feda etmek isterken, ehlinin hizmeti ile meşgul olmakla gösterdiği büyük tevâzu'unu ortaya koyu­yor. Âişe'nin Tirmizî'nin Şemâil'indekİ lafzı şudur: "O da her beşer ferdi gibi bir ferd idi. Elbisesini temizler, davarını sağar, kendi hizmetçiğini görürdü." Hâkimin Iklîl'deki rivayetinde "Eliyle ne bir kadına, ne bir hizmetçiye vurdu­ğunu görmüş değilim" demiştir. Allah O'na salât ve selâm eylesin!

[67] Buhârî'den başka hadîsçiler bu hadîsin alt tarafını da şu suretle rivayet etmiş­lerdir: "Allah bir kişiye buğz edip ondan nefret edince de Cibril'e:

  Ben fulân kişiyi sevmiyorum, onu sen de sevme! diye emreder. Cibril de onu sevmez. Sonra Cibril de gök halkına:

  Allah fulân kişiyi sevmiyor, siz de onu sevmeyiniz! der.

Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra yerdeki insanların gönüllerine (Al­lah tarafından) o kimse hakkında bir nefret konulur (da insanlar arasında se­vilmez olur)".

Bu ziyâde rivayeti îsmâîfî, İbn Cureyc'den gelen bir yol ile getirmiştir. Tûfî de: Buhârî, Sahîh'mde hadîsin muhabbet ve rağbete dâir kısmını rivayet etmiş de buğz ve nefrete âid kısmını bırakmış diye ta'rîf etmiştir.

Hadîsin birinci kısmı:Müslümân]ar arasında sevimli olan her kişi Allah ya­nında da sevimlidir suretinde umûmî bir hükmü içine almıştır. İkinci kısmı da bunun aksi bir hükmü içine alır, yânî: Müslümanlar arasında nefret edilen her kişi Allah yanında da sevilmez bir kişidir hükmünü içine alır.

[68] Beydavî şöyle dedi: "Bu üç şey bu lezzeti meydana getirici olan îmânın kemâli­ne unvan yapıldı. Çünkü kişinin îmânı, ni'met veren ve mutlak olarak herşeye . kaadir olanın, ancak Allah olduğu, ondan başka verici ve mâni' olucu bulun­madığı, ondan başkalarının sâdece mi'mete vâsıta olduğu inancı gönlünde kuv­vetle yerleşinceye kadar kemâle ulaşmaz..." Bunun biraz değişik bir rivayeti îmân Kitabı, "Rasûlü sevmek îmândandır bâbı"nda da geçmişti. Yardım isteme an­cak Allah iledir (Kastallânî).

[69] Buhârî bunun tamâmım bu isnâd ve metinle Hacc Kitabı, "Minâ günlerinde hutbe bâbı"nda, İbn Abbâs ve Ebû Bekre'den de ilim Kitabı, "Peygamber'in, kendi­sine tebliğ edilen kimse bizzat işitenden daha iyi belleyici olabilir sözü babı"n-da getirmiştir. Bu hutbeleri Müslim Hacc'da, Câbir'den en uzun ve tamam metinlerle rivayet etmiştir.

[70] Peygamber'İn maksadı -Allah Peygamberi'nin maksadını en bilendir- müslü-mân ile sövüşmek fısk ve fucûr ehlinin, müslümân ile kıtal de küfür ehlinin sâ­nından olduğunu beyân olsa gerektir. Küfür ehlinin sânından olan ahlâk ve fiiller vakıa insanı âsî mertebesine de düşürüp hemen îmânını gidermez. Fakat îmân kalesini yaralayıp sahibini Allah korusun küfür ve nifak vadisine sürüklemele­rinden korkulur (Ahmed Naîm).

[71] Fısk ve Fusûk, hakk yoldan çıkmak ma'nâsına umûmî bir ta'bîrdir. "Hani biz meleklere: Âdem için secde edin demiştik de İblîs'ten başkası hemen secde et­mişlerdi. O ise cinnden olduğu için Rabb'inin emrinden dışarı çıkmıştı. Şimdi siz beni bırakıp da onu ve onun neslini (avenesini), hepsi sizin düşmanınız oldu­ğu hâlde dostlar edinir misiniz? Zâlimler için ne kötü trampadır bu!'' (el-Kehf: 50). Bu âyette de Hakk'ın emrinden çıkmanın mâhiyeti umûmîdir, her veçhile sapkınlıktır. Fıskm mâhiyeti böyle umûmî olduğundan, hadîs, her hangi kötü bir sıfatı başkasına isnâd edip de, isnâd olunan kimse onunla muttasıf olmayınca, o kötü sıfatın onu isnâd edene dönmesi hükmünü tesbît etmiştir. Böylece hadî­sin ma'nâsi umûmî bir ahlâk kaanûnudur.

Eğer fısk ve küfür isnâd olunan kişi, hakîkaten fâsık veya kâfir olursa, is­nâd eden kimse sözünde sâdık olduğundan, o kötü sıfatın kendisine dönmeme­si ve bu isnâddan dolayı günahkâr ve ahlâkan sorumlu olmaması gerekir. Şu kadar ki, bu sorumsuzluk mutlak değildir. Nasîhat gibi, terbiye gibi bir hayır maksadına, bir fazilete âid olmakla şartlıdır. Böyle bir niyetle kişinin kusurunu yüze vurmak caizdir. Fakat kişiyi ayıplamak, ayıbıyle teşhîr etmek, ezâ eyle­mek maksadıyle isnâd ederse caiz değildir. Çünkü bu yolda hareket, düşman­lıktır. Dosta düşen vazife, dostun kusurunu açmak, saçmak değil, öğüt vermektir, düzeltmek, iyileştirmektir...

[72] Bunun bir rivayeti yakında geçmişti

[73] Sabit ibn Dahhâk'ın bu hadîsi, birkaç hadîsin özetidir ve beş hüküm toplamak­tadır:

a.  İslâm milletinden başkası adına yemîn, ve:

b.  Mâlik olmadığı şeyi adamak mu'teber değildir.

c.  İntihar,

d.  Mü'mine la'net etmenin, onu öldürmek gibi günâh olması. Çünkü la'­net mü'minin âhiret menfâatlerinin zevalini temennî olduğundan, öldürmekle müsâvî günâh sayılmıştır.

e.  Mü'mine "Yâ kâfir!" diye küfür isnadı. Bu da kişinin dünyâ menfaat­lerini ihlâl ettiği için, onu öldürmek derecesinde günâhtır.

[74] Bunun bir rivayeti Bed'u'l-Halk'ta "İblîs'in ve ordusunun sıfatı bâbı"nda geç­mişti.

[75] Başlığa uygunluğu "Fetelâhâ" sözündedir ki, o da çekişme ve husûmet ma'nâ-sma olup bu da ekseriya sövüşmeye götürür. Bu hadîsin birer rivayeti îmân ve Hacc'da da geçmişti.

[76] Velîd ibn Müslim'in kesik rivayetine göre sövülen zât Bilâl Habeşî imiş, Ebû Zerr ona: "Kara kadının oğlu!" diye sövmüş. Bilâl'in şikâyeti üzerine Peygam-ber'in bu azarlaması vâki' olunca Ebû Zerr yanağını yere koyup: "Bilâl ayağıy-le basmadıkça yanağımı yerden kaldırmayacağım" diyerek kusurunu affettirmek istemiştir. Bunun da birer rivayeti îmân ve Itk'ta geçmişti.

[77] Peygamber'in bu "Zu 'î-yedeyn ne diyor?" sözü Namaz Kitâbı'nın evvellerinde "Mescidde parmaklan birbirine geçirme bâbı"nda geçen hadîsin bir parçasıdır. Buhârî bununla lakab, şahsı tanıtmak için olursa, Peygamber'in kullandığı gibi kullanmanın cevazına işaret etmek istemiştir.

[78] Başlığa uygunluğu "Peygamber'in Zu'I-yedeyn diye çağırır olduğu zât" sözün-dedir. Çünkü o şahıs böyle denmekle tanınıyordu. Böyle olan sıfatları kullan­mak caiz olmaktadır.

[79] Gıybet, bir kimsenin yokluğunda hoşlanmayacağı birşey söylemektir. Peygam­ber (S):

  "Gıybet nedir bilir misiniz?" buyurdu. Sahâbîler:

  Allah ve Rasûlü en bilendir, dediler.

  "Kardeşini hoşlanmayacağı birşey ile anmandır" buyurdu.

  Ya söylediğim kardeşimde varsa? denildi.

  "Eğer söylediğin onda varsa gıybet gelmiş olursun. Ve eğer söylediğin onda yoksa o vakit ona iftira etmiş olursun" buyurdu ki, bunu Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Neseî ve diğerleri de zikretmişlerdir...

Âyet gıybetin tab'an, aklen ve şer'an çirkinliğini tasvirdir. Gıybet edilen kimse gâib olup, söylenen söze şuuru bulunmamak ve o anda müdâfaa edecek vaziyette olmamak hasebiyle bir ölü, hem de kardeş olan bir ölü ve o vaziyette onun kötülüğünü söyleyerek gıybet ile haysiyetine saldırmak bir ölünün etlerini parçalayıp yemek kabilinden bir canavarlık olmak üzere tasvîr olunuyor... {Hakk Dîni, VI, 4474-4476).

[80] Peygamber'in bu fiiliyle onbeş asır önceden yaş hücrelerin çevresinde biyo-manyetik alan meydana gelip şerrli cereyanlardan orayı koruduğunu bildiği, daha doğrusu kendisine bunun bildirildiği anlaşılıyor.

[81] Bunun bir rivayeti Ensâr kabilelerinin fazîleti babında geçti, başlığa uygunlu­ğu, islâm'a girişteki fazilet dereceleri mukaayesesinin umûmundan alınır.

[82] Rasûlullah, kötülüğünden sakınmak ve onu iyileştirmek için o kimseye yumu­şak sözler söyleyip müdârât etmiş oluyor. Bunun bir rivayeti yakında geçmiş, orada Kaadı Iyâd'ın bu vak'a hakkındaki açıklaması verilmişti.

[83] Bunun da bir rivayeti yakında geçmişti. Bunların kendilerine büyük ve meşak­katli birşey olmayan ve fakat Allah katında büyük günâh olan bu iki şey yü­zünden azâb edildikleri apaçık ifâde edilmiştir: "... Hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz ve bunu kolay sanıyordunuz- Hâlbuki ftw(nun gü­nâhı) Allah katında büyüktür" (en-Nûr: 15).

[84] Fethu'l-Bârî'dt şöyle dedi: Buhârî bununla, hakkında söz taşman kişi kâfir ve zararlı olduğu zaman, onların zarar ve fesâdlanndan korunmak için ve tedbîr almak için o gibilerin haberlerini nakletmenin cevazına işaret etmiş gibidir. Ni­tekim küffâr beldelerinde casusluk yapmak ve onların zararlı faâaliyetlerini nak­letmek caiz olur... (Kastallânî).

[85] Birinci âyetin bir evveliyle tamâmı şöyledir: "Onlar arzu ettiler ki, sen yumu­şak duvranasın da kendileri de yumuşaklık göstersinler. Alabildiğine yemin eden, izzeti nefsi bulunmayan, dâima ayıplayan, lâf getirip götürmeye koşan, hayır­dan durmayıp men 'eyleyen, aşırı zâlim, çok günahkâr, kaba, haşîn, bütün bun­lardan başka da kulağı kesik (damgalı soysuz) olan hiçbir kişiyi tanıma" (en,-Nûn: 9-13).

[86] Kattât, "Nemmâm" demektir; koğuculuk etmek ma'nâsına olan "Ennemmu" lafzından mübalağa sîgasıdır.  "Nemime" de ondan isimdir, koğuculuk'tur. "Kattât" ile "Nemmâm" arasında şârih Hattâbî ve Seyyid Şerîf şöyle bir fark bildirirler: "Nemmâm ", insanlar arasında söz getirip götürerek birbirine düşü­ren kimsedir. "Kattât", görünmez gizli bir yerden söz dinleyen, sonra da bu dinlediği sözü nakleyleyen kimsedir ki, bunun fesâd ve kötülüğü daha büyük­tür. Kaamûs Mütercimi Âsim Molla: "Kattât'a Türkçe'de "Dikici" derler, de­miştir.

[87] "Atfah'tn ihtiyâcı yoktur" demek, Allah yalan söyleyen ve yalanla, cahillikle amel eden kimsenin tuttuğu oruca hiç kıymet vermez ma'nâsmadır. Bunlar zâ­ten nehyedümiş iken oruçlu için daha da fena olduğu ve orucun kemâli, bunlar­dan dilin tamâmıyle salim olmasıyle hâsıl olacağına delâlet etmektedir. Yalan ve gıybet, âlimler cumhuruna göre, orucu bozmaz, fakat orucun kemâl ve fazi­letini yok eder.

Sufyân es-Sevrî, gıybetin orucu bozacağına hükmetmiştir. Mucâhid'in de "İki huy orucu bozar: Gıybet ve yalan" dediğini: el-Leys İbn Sa'd, Mucâhid'-den rivayet etmiştir.

[88] Müslim'in Abdullah ibn Umer'den rivayet ettiği bir hadîste münafık, iki davar sürüsü arasında şaşkın bir koyuna benzetilmiş, şaşkın koyunun iki sürüden kâh birisine, kâh öbürüsüne koştuğu gibi, münafık da cemiyet içinde bazen bir halk zümresine, bazen de Öbür halk zümresine koşar buyurulmuştur (Müslim, Kitâ-bu sıfatı'1-münâfıkîn ve ahkâmihim, 18-"2784")-

[89] Bunun bir rivayeti Cihâd'da "Peygamber'in müellefeye atıyye vermesi bâbı"n-da geçti.

[90] Buhârî, Sa'd ibn Ebî Vakkaas'ın bu hadîsini, Abdullah ibn Selâm'm menkabe-leri bâbi'nda senedli olarak getirmişti

[91] Bunun bir rivayeti Libâs Kitâbı'nda geçmişti.

Buradaki başlık ve sevkedilen hadîsler, fazîlet ve iyilik sahibi kimselerin bu meziyetlerinin söylenebileceğini,bunlarla övülmelerinin caiz olduğunu göstermek­tedir. Çünkü iyi vasıflı kimseleri bu vasıflanyle övmek, o vasıfların teşvik edi­lip başka kimseler tarafından da benimsenmesini sağlar.

Peygamber kendi hayâtında Hassan ibn Sabit, Ka'b ibn Zuheyr, Abdullah İbn Revâha gibi şâirlerin şiirleri ve hutbelerinde medholunmuş, kendisi de bu şâirleri övüp medhetmiştir.

[92] en-Nahl: 60. âyet hakkında İbn Mes'ûd: Kur'ân âyetleri içinde hayrı da, şerri de en toplu bir surette bir arada zikreden âyet budur, demiştir. Eğer Kur'ân'da başka âyet olmasaydı yalnız başına bu âyet "Sana bu Kitâb'ı herşeyin apaçık bir beyânı, bir hidâyet, bir rahmet ve müslümânlar için bir müjde olmak üzere peyderpey indirdik" (en-Nahl: 89) denmeye kâfî gelirdi, ihtimâl ki bu 60. âyetin 89. âyetten sonra getirilmesi de buna işaret ve tenbîh içindir (Beydâvî).

Bu âyetin hutbelerden sonra minberlerde okunması Umer ibn Abdilazîz (99-101)'in halifeliği zamanında ve onun emriyle başlamıştır, Allah kendisin­den fazı olsun... (Şeyhzâde).

[93] Başlıkta zikredilen âyetlerle hadîs arasındaki uygunluk, Hattâbî'nin sözlerin­den alınan şu özettir: Allah bağyden nehyedîp, bağyin zararının bâğîlik yapana döneceğini, bağye ma'rûz kalan kimseye de yardımın garanti olduğunu bildi­rince, bağye uğrayana yakışanın, bağy yapanı affetmek suretiyle ihsanına karşı Allah'a şükretmesi olduğudur. Peygamber de bunu misâl edinmiş, sihirle belâ-landığmda sihir yapana ceza vermeye kudreti bulunmakla beraber, onu cezâ-Iandırmamıştır... (Aynî, Kastallânî).

Bu tatbîkaatı, başlığın sonundaki müslümân yâhud kâfir hiçbir insan üze­rine şerr tozutmamak fıkrasına da tam uymuştur.

Hadîsin bir rivayeti Tıbb Kitabı, "Sihir bâbi"nda da geçmişti.

[94] Allah'ın rızâsı yolunda yürüyerek kazanacağınız iyi huylarla şefkatte, rahmet­te, mahabbette, birbirinize yardım ve nasîhat etmekte neseb kardeşleri gibi olu­nuz.

[95] Hadîsin son fıkrası dargınlığın ve küslüğün müddetinin sonunu üç gün olmak üzere sınırlamıştır. "Müslümânın müslümâna küslüğü tülbend kuruyuncaya kadardır" atalar sözü, barışma müddetini daha kısa bir zamanla hudûdlandırmıştır.

[96] İsm, sonunda üzerine ukubet sabit olan günâhtır. Çünkü zann, ihtimâl üzere bir hüküm olduğundan bir kısmı hakka hiç isabet etmez, etmeyince de başkası­nın hakkını ilgilendiren hususta o suretle aleyhine hüküm bühtan ve iftira ve bir vebal olur. Bilhassa zannın menşei sırf nefsî işler oiduğu zaman, hatâ daha da büyük olur. Zannın bâzısı ism ve vebal olunca da böyle bir vebal ve zarara düşmemek için ihtiyat etmek ve hangi nevi' zanndan olduğunu düşünebilmek üzere onun birçoğundan sakınmak lâzım gelir. Nehyolunan çirkinliklerden bir­çoğu da böyle zannlardan meydana gelir. Gerçi zannın hepsi ism ve günâh de­ğildir. Allah'a ve mü'minlere güzel zann gibi vâcib olan zann da vardır. Nitekim "Onu işittiğiniz vakit, erkek mü 'mirilerle kadın mü 'minler kendilerine hayır zann-da bulunsalardı..." (en-Nûr: 12) buyurulmuş ve kudsî hadîste: "Ben kulumun bana zanmyamndayımdır" diye gelmiştir. Peygamber (S): "Herbiriniz Allah'a güzel zannederek ölsün" ve "Güze! zann imândandır" buyurmuştur. Amelî iş­lerde, kesinlik bulunmayan hususlarda zannî delîl ile amelin vâcib olduğu yer­ler de vardır. Sonra maişetle ilgili hususlarda olduğu gibi, mübâh olan zannlar da vardır. Lâkin zannm bir kısmı da haramdır. Yakîn vâcib olan ilahiyatta, nü-büvvâtta zann haram olduğu gibi, Allah'a ve salâh ehline kötü zann da haram­dır. Peygamber (S) "Allah Taâlâ müslimden kanını, ırzını ve kendisine kötü zannedilmesini haram kılmıştır" buyurdu. İşte bu âyet de bu siyakta gelmiştir. Ve hepsinin değil, bâzı zannın ism olduğu tasrîh buyurulmuştur (Hakk Dîni, VI, 4471-4472).

[97] Bu hadîsin bir rivayeti yakında bundan önceki bâbda da geçmişti.

[98] Buhârî, Âişe'nin bu hadîsini iki ayrı sened ve metinle getirmiş olduğu için biz de eksiltmeden sened ve metinleri aynen tercüme edip yazdık. Münafıklar Pey-ganıber'e vahiy ile bildirildiğinden, buradaki zann ta'bîri yakînî ilim ile temr edilmiştir. Bu hadîslerdeki zann, nehyedilmiş olan zann nev'inden değildir. Çünkü bu, hâli o iki kişinin hâli gibi olacak kişileri sakındırma makaamındadir. Nehy ise ancak dîni ve ırzında salim olan müslümânı kötü zannetmektendir. Müna­fıkların her türlü hâlleri ve hareketleri Tevbe Sûresi'nde tafsîlâtıyle bildirilmiş­tir. Onun için İbn Abbâs: "Biz bu sûreye Nâdiha derdik, bütün münafıkları vasıflarından tanırdık. Fakat Allah münafıkları öldürmeyi emretmedi" demiş­tir. Peygamber'den ve O'nun bildirdiklerinden başkalarının münafıkları tanı­ması zann iledir. Çünkü Allah "Siz onları bilmezsiniz, onları ancak Allah bilir" (el-Enfâl: 60) buyurmuştur.

[99] Başlığa uygunluğu, Allah'ın onun günâhlarını örtmesi, mü'min kulun da gü­nâhlarını kendi üzerinde örtüp gizli tutmasını gerektirmesi yönündendir

[100] Bu "Necvâ Hadîsi" diye meşhurdur. Buhârî bunun bâzı rivayetlerini birkaç yerde getirmiştir. Mezâlim ve Tefsîr'de (Hûd: 18. âyetin tefsîrİnde) daha geniş bir me­tinle geçmişti.

Necvâ: Yavaşça söz söylemeğe denir ki, fısıldamak ta'bîr olunur. İbn Esîr de en-Nihâye'de: Necvâ, İsimdir, masdar yerinde durur, kıyamet gününde Al­lah Taâlâ'nm, mü'min kuluna gizlice hitabıdır, der- Buhârî sarihleri de: Necvâ: Allah ile mü'min kulu arasında kıyamet günündeki gizli konuşmasıdır ki, bun­da kuıun ma'siyetleri gizlice kendisine sayılır ki, Allah'ın facilıdır, demişlerdir.

Tıybî de şöyle demiştir: Bu hadîsteki kenef ve ilâhî koruma, kuşun kana­dından istiare buyurulmuştur. Kuş kanadıyle kendini örtüp koruduğu gibi, yu­murtasını da örtüp muhafaza eder. İşte bu hâl Allah'ın, mü'min kulunu mahşer halkının bakışlarından setredip rezîl ve rüsvây olmaktan koruması ma'nâsma istiare buyurulmuştur.

[101] Âyet iki evvelkisiyle şöyledir: "İnsanlar içinde öylesi vardır ki, ne bilgisi, ne is-tidlâl edeceği bir senedi, ne de aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın, (insanları) Al­lah yolundan saptırmak için (kibirle) yanını eğip bükerek, Allah hakkında kavga eder durur. Dünyâda rüsvâylık onundur. Biz ona kıyamet gününde de yangın azabım tattıracağız. Bunun sebebi iki elinin önden gönderdiği şeylerdir ve çün­kü Allah, şübhesiz, kulları hakkında zulmedici değildir" (ei-Hacc: 8-10).

[102] Bunun bir rivayeti Nûn Sûresi Tefsîri'nde de geçmişti. Bu hadîste sayılan ce­hennemlik sıfatlar daha geniş olarak Nûn: 8-15 âyetlerinde de sayılmaktadır.

[103] Rasûlullah'ın elinden tutmakla murâd, bunun lâzımı ma'nâsıdır ki, o da Rasû lullah'ın o kadına inkıyâd etmesidir. Onun bu hareketinde büyük tevazuu, al­çak gönüllülüğü ve kibir nevi'lerinin hepsinden tamâmiyle beri olduğu apaçık görülmektedir. Allah'ın salât ve selâmı üzerine olsun!.

[104] Âişe'nin Îbnu'z-Zubeyr hakkında, onunla konuşmamaya nezretmesi ve işi on­dan ebediyyen ayrılmaya kadar vardırması haramdır, mekruhtur diyenlere şöy^ le cevâb verilmiştir: Âişe, İbnu'z-Zubeyr'in "Ben Âişe'yi muhakkak bundan men' ederim" sözünü söylemekle büyük bir günâh işlediğini düşünmüştür. Çünkü bu sözde Âişe'nin kadrini eksiltmek ve onu tasarruftan men' etmeyi gerektirecek bir israfa nisbet etmek ma'nâsi vardır. Mü'minlerin anası olması, teyzesi olma­sı ve kızkardeşinin oğlu olması da bunlara eklenince Âişe, tbnu'z-Zubeyr'den sâdır olan işin bir nevi' isyan ve ezâ vermek olduğunu, ve bunun da özürsüz olarak Tebük gazvesinden geri kaldıkları için onlara ceza olarak Peygamber'in bütün müslümânları Ka'b ibn Mâlik ve iki arkadaşıyla konuşmaktan nehyet-mesi ma'nâsında görmüştür... (Kastallânî).

[105] Hadîste küslüğün son müddeti üç gece olmak üzere sınırlandırılmıştır. Bundan daha az bir zaman içinde ilk selâm veren mü'minin daha hayırlı ve faziletli ol­duğu anlaşılır.

Sonra iki mü'min arasındaki dargınlığın selâm vermek suretiyle zail olup gideceği de bu hadîsten alman hükümler cümlesindendir. Küslük hakkındaki bu hükümler beşeriyet îcâbı iki mü'min arasındaki alışılan dargınlıklara âiddir. Asî, fâsik ve zâlim kimselerden yüz çevirmek ise hadîste bildirilen ale'1-âde küs­lük mâhiyetinde değildir. Onlardan sakınıp çekinmek Kitâb ve Sünnet'in em­rettiği bir vazifedir. Nitekim Tebûk gazvesinden özürsüz geri kalan Ka'b ibn Mâlik ile arkadaşlarına Peygamber'in emriyle elli gün ne selâm verilmiş, ne de güler yüzle bakılmıştı. Sonra bu üç sahâbî Allah tarafından affolunarak sahâ-bîler arasındaki eski şerefli yerlerini almışlardı: Mağâzî Kitabı, "Tebûk gazvesi babı", Ka'b ibn Mâlik hadîsi; et-Tevbe: 117-118.

[106] Buhârî, Mağâzî Kitabı, "Tebûk gazvesi babı", Ka'b ibn Mâlik hadîsi, et-Tevbe: 117-118.

[107] Buhârî bu hadîsin bir rivayetini Nikâh Kitabı, "Kadınların kıskançlığı ve öfke­lenmeleri bâbı"nda, 157

rakamiyle; Müslim de Fadâil'de getirmiştir:

"Müslim Tercemesi, Sahâbîlerin Faziletleri Kitabı, "Hz. Âişe'nin fazileti hakkında bâb", VII, 341-342, 80 "2439".

[108] Başlığa uygunluğu ve cevâb olan yeri "Gündüzün iki tarafında sabah ve akşam vakitlerinde Rasûlullah bize muhakkak gelirdi" sözündedir. Hadîs, Peygamber'in ve sahâbîlerinin Medine'ye hicreti babında uzun bir metinle geçmişti, burada kısa bir parçasını getirmiştir.

[109] Bu, Oruç Kitâbı'nda geçen Ebû Cuhayfe hadîsinin bir parçasıdır.

[110] Bu hadîsin bir rivayeti de Namaz Kitabı, "Duna namazı bâbı"nda geçti.

[111] O, üzerinde istebraktan takım elbise olan adam Utarit ibn Hâcib idi. Bu Benû Temîm reislerinden "Zu'I-kavs = Yay sahibi" lakabıyle tanınan zâttır. Benû Te-mîm kabîlesi tarafından Peygamber'in huzuruna gönderilen yetmiş-seksen kişi­lik kalabalık hey'etin başında olanlardan biri idi.

Bu hadîsten, hey'etlerle karşılaşma sırasında en güzel elbiseler giyme hük­mü alınmıştır. Bunun bir rivayeti Libâs Kitabı, "İpek, kadınlar içindir bâbı"n-da geçmişti.

[112] Bu, Medîne'ye hicret bâbı'nda geçen hadîsten bir parçadır

[113] Bu da Ensârın Faziletleri kısmında geçen hadîsten bir parçadır

[114] Bu hadîsin tam bir rivayeti Buyu' Kitâbı'nın evvellerinde geçti.

[115] Bunun bir rivayeti Kefalet Kitâbı'nda geçmişti.

Bu hılfler, bu dostluk ve ittifaklar, saldırılardan korunmak veya diğer ka-bîleler aleyhine hareket etmek üzere yapılırdı. Bir çanağa kokulu bir su doldur­mak, ellerini bulayarak Ka'be duvarına sürmekle yemini kuvvetlendirmek Câhiliyet âdetleri cümlesinden idi. Peygamber "Müslümanlıkta hüf yoktur"^bu­yurarak Arab'ın alışık olduğu bu âdetleri kaldırmış ve yerine dînî bir kardeşlik ahdi ikaame etmiştir.

[116] Tebessüm, sevinç sebebiyle yüzün yayılıp sessiz olarak dişlerin meydana çıkma­sına kadar ağzın açılmasıdır. Eğer sesli olup uzaktaki kimse işitecek olursa, bu, kahkahadır. Eğer yalnız yakındaki işitecek kadar sesli olursa bu da Dıhk, yânî gülmedir. Bunun için ağızm ön tarafındaki dişlere Davâhık, yânî gülen dişler is­mi verilir.

[117] Fâtıma'nın bu sözü, Peygamberin vefatı bâbı'nda geçen hadîsin bir parçasıdır.

[118] İbn Abbâs'm bu sözü Cenazeler Kitâbı'nda ölünün arkasından ağlamanın hük­mü konusunda yapılan bir münâkaşayı anlatan İbn Ebî Muleyke'nİn uzunca ha­dîsi içinde söylenmişti. Bu söz yakm lafızla Kur'ân'da da geçmektedir:

"Şübhesiz ki, en son gidiş ancak RabbHnedir. Hakikat şu: Güldüren de ağlatan da ancak O'dur. Hakikat şu: Öldüren de, dirilten de O'rf«r"(en-Necra: 42-44).

[119] Başlığa uygunluğu "Rasûlullah ise gülümseme üzerine birşey artırmadı" sözün-dedir. Bunun bir rivayeti Talâk'ta, "Karısına: Sen bana haramsın diyen kimse bâbı"nda geçmişti.

[120] Bu hadîste kadınların Umer'e karşı kullandıkları "Çünkü sen yoğun sözlü ve katısın- Efazz ve ağlaz" tafdîl isimleri, tafdîl ma'nâsma alınmadığı takdîrde "Sen Allah 'tan bir rahmet sayesindedir ki, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar etrafından herhalde dağılıp gitmişlerdi. Artık onlan bağışla, Allah 'tan günâhlarının mağfiretini iste. İş hususunda onlarla müşavere et. Bir kerre de azmettin mi artık Allah'a güvenip dayan... " (Âlu İmrân: 159) âyetiyle zıdlık olmaz.

Bunun bir rivayeti Bed'u'1-Halk, "İblîs'in ve ordularının sıfatı" ile Fadâ-il'de "Umer'in menkabeleri bâbı"nda da geçmişti.

[121] Başlığa uygunluğu "Rasûlullah da sahâbîlerinin bu sevinçli sükûtlarına (taac­cüb edip) güldü" sözündedir. Bunun bir rivayeti Mağâzî'de, "Tâif gazvesi bâ-bı"nda geçmişti.

[122] Başlığa delîlliği "Peygamber (S) yan dişleri meydana çıkıp görülünceye kadar güldü" sözündedir. Hadîsteki "Lâbeteyhâ = Medîne'ninikilâbesi", Uhud'laÂir Dağları'dır. Bu iki dağ arasındaki arazîye "Medîne Haremi" denildiği daha önce geçmişti. Bunun bir rivayeti Oruç Kitabı, "Ramazân'da cima eden kimse bâbı"n-da geçti. Orada da ifâde edildiği üzere bu hadîs, dîn mürşidlerine dîn öğreti­minde tutulacak yolu gösterir: Dîn âlimlerinin güler yüzlü olmalarını, öğrencileri nfk ve yumuşaklıkla dîne ısındırmalarını öğretmektedir. Bununla dîn işlerinde müsamaha ve genişlik yolu tutulması öğretilmiştir. Çünkü Peygamber o zâta yumuşaklıkla gereken dînî cezaları sırasıyle saymış ve aldığı olumsuz cevâblarm beyyinelerini araştırmayarak derece derece yürüyerek en kolay çözüme ulaştır­mıştır..-

[123] Bunda Rasûlullah'm hilmi, nefsinde ve malında ezaya karşı sabrının beyânı var­dır. Bunun bir rivayeti Beşte bir ile Libâs'ta geçmişti.

[124] Bunun daha geniş birer rivayeti Cihâd'da've Cerîr'in fazîleti'nde geçmiştir.

[125] Hadîsteki Bİrr, bütün hayırları toplayan câmiâlı bir ta'bîr olup hâlis iyilik, ita­at, doğruluk, sözünde durmak gibi ma'nâlara gelir.

Fucûr, şerr ve fesada meyil ve mahabbet ma'nâsına olup her türlü şerr ve fesadı içine alan bir ta'bîrdir.

Sıddîk; çok doğrucu ma'nâsına mübalağa sîgasıdır.

Kezzâb da çok yalancı ma'nâsına bir mübalağa sîgasıdır.

"Kim Allah 'a ve Rasûlü 'ne itaat ederse işte onlar, Allah 'in kendilerine nV-metler verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle, iyi insanlarla'beraberdir­ler. Onlar ne iyi arkadaştırlar" (en-Nisâ: 69) âyetinde "Sıddîk" Peygamberlik mertebesinden sonra gelen yüksek bir rütbedir.

[126] Buhârî bunu Namaz, Cenazeler, Buyu', Cihâd, Bed'u'1-Halk, Gece Namazı, Pey­gamberler, Tefsîr ve Ta'bîr Kitâbîarı'nda getirmiştir. Buradaki, Cenâzeler'de geçen uzun hadîsten bir parçadır. Bu parça, yalancıitin öldükten sonra kıyame­te kadar sürecek olan fecî' azabını anlatmaktadır.

[127] el-Hüdâ, doğru yola gitmek ve doğru yola delâlet eylemeğe denir ki, isimdir.

el-Hedyu, bir adamın sîret, meslek ve tarîkına denir...

[128] Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Ben kardeşimle Yemen'den Medine'ye geldiğim zaman bir müddet bekledik. Peygamber'in hâllerini, yakınlarını ted-kîk ettik. Bu sürede biz Abdullah ibn Mes'ûd'u, Peygamber'in ev halkından bir kişi olarak bildik. Çünkü Peygamber'in huzuruna dâima İbn Mes'ûd'la ana­sının girdiğini çıktığını görüyorduk.

[129] Bu sözü, Peygamber, hutbe mukaddimesinde söyler idi: Câbir ibn Abdillah <R) şöyle demiştir: Rasûlullah hutbe yapacağı zaman hamdeder, sonra "Amma ba'du = Bundan sonra biliniz ki, sözün en hayırlısı Allah'ın Kitabı, yolun ha­yırlısı da Muhammed'in yoludur. İşlerin en kötüsü (dînde) sonradan çıkarılan şeylerdir. (Dînde çıkarılan) her bid'at sapıklıktır., "büyütüyordu. (Müslim, Cu-mua, "Namaz ve hutbenin hafif tutulması babı".) Bunu "Sözün en doğrusu Allah'ın Kitabı, yolun en faziletlisi de Muhammed'in yoludur" şeklinde Ahmed ibn Hanbel de Câbir'den rivayet etmiştir.

[130] Bâbdaki âyet ve burada getirilen hadîsler insanların ezâ ve cefâlarına, zor ve çetin işlerin sıkıntılarına karşı sabretmenin, bunlardan yılmayıp tahammül et­menin faziletini beyân etmektedir. Yüce Allah'a sabırlı demek, hilmli ma'nâsı-nadir. Hilm de cezaya hakk kazanan günahkârın cezasını hemen vermeyip, başka bir zamana habs ile geri bırakmaktır.

[131] Hadîste Peygamber'in ruhsat verdiği hususlardan istifâde etmenin, yânî işlerin dâima kolaylık ve sadelik cihetinin tercîh edilmesi lüzumu belirtilmiş, işlerin bu kolaylık ve sadelik cihetlerini tercîh etmeyip de zor ve meşakkatli olanlarım tu­tanlar müdellel bir üslûbla serzeniş edilmiştir. Bu konu ile iki hadîs Müslim, Fadâil, "Peygamber'in Yüce Allah'ı bilmesi ve O'na saygı ile korkusunun şid­deti bâbı"nda rivayet edilmiştir: Müslim Ter., VII, 329-330-127 "2356".

[132] Millet, dîn ma'nâsmâdır. İslâm milleti, Yahûdî milleti, Nasrâniyye milleti gibi İslâm'dan başka bir dîne yapılan yeminin sureti, bunlardan herbirine veya kâ­fir milletlerden herhangibirinin adına yemîn etmektir. "Yalancı olarak" kaydı, "Halefe" fiilinde gizli bulunan zamirden hâldir. Ve: "Yemîn eden kimse,adına yemîn ettiği dîn ve millete ta'zîm etmekte yalancı olarak" demektir. Ve bu hâl, lâzıme hâllerdendir. Çünkü İslâm Dîni'nden başka bir dîne yemîn eden kimse, herhalde ve her zamanda bu yemininde yalancıdır...

La'net, mü'minin uhrevî menfâatlerinin zevalini temennî etmek olduğu için öldürmekle mûsâvî sayılmıştır. Mü'mine "Yâ-kâfir!" diye küfür isnâd etmek de onun dünyevî menfâatini ihlâl ettiği için, onu öldürmek derecesinde günâh sayılmıştır.

Bu hadîslerin bâzı rivayetleri daha önceleri de geçmişti.

[133] Buhârî, Umer'in bu sözünü içine alan hadîsi el-Mumtehıne Sûresi tefsirinde senedli olarak getirmişti.

[134] Başlığa uygunluğu Peygamber'in Muâz'ı "O bir münafıktır" sözü hakkında ma' ziretli kabul etmesi yönündendir. Çünkü Muâz, cemâat namazım terkedenin mü­nafık olduğunu zannederek te'vîl edici olmuştur.

Bunun bâzı rivayetleri Namaz Kitabı, "İmâm namazı uzattığı zaman... bâ-bı"nda geçmişti.

[135] Umer, bununla yemîn etmekten nehyi işitmeden evvel yemîn ettiği için ma'zûr olmuştur. Bunun için Peygamber nehiy ile yetindi de onu muaheze etmedi... Bu iki hadîsin birer rivayeti en-Necm Sûresi'nin tefsirinde geçmişti (Kastallânî).

[136] Bu hadîslerden imâm için namazı hafif kıldırmasının mendûb olduğu anlaşılı­yor, hattâ bazılarınca bu emri vâcibdir.

Şikâyet olunan bu fulânca kimse, Muâz ibn Cebel ile Ubeyy ibn Ka'b'dan birisidir.

[137] Namaz Kitâbı'ndaki Enes ibn Mâlik hadîsinin bundan sonrası da: "Muztarr kal­dığında ya sol tarafına, ya sol ayağının altına tükürsün "; sonra ridâsının kena­rından tuttu da içine tükürüp dürerek "Yâhud işte böyle yapsın" buyurdu, ziyâdesi vardır.

[138] Bu hadîsin birer rivayeti Namaz Kitabı, "Gece namazı bâbı"nda Âişe'den ve Zeyd ibn Sâbit'ten olarak geçmişti. Burada getirilmesi ve başlığa uygunluğu, Rasûlullah'ın öfkelenerek onların yanına çıkması bakımındandır.

[139] Buhârî gadabdan sakınmak gerektiğini burada zikrettiği iki âyetle delîllendir-miştir.

Gayz, hoşlanılmadık birşeye karşı tab'ın heyecanı, yânî öfke demektir ki, gadabın aslıdır ve ondan farkı vardır. Deniliyor ki, her hâlde gadabın arkasında intikaam irâdesi vardır veyâhud gadab, ihtiyârsız yüzde ve organlarda zahir olur. Gayz ise yalnız kalbde kalabilir. Bir de Allah'a gadab isnâd edilir ve gayz isnâd edilmez.

Keztn, dolu bir kırbanın ağzını bağlamaktır ki, burada Öfkesini yutup tut­mak, zarar gördüğü kimselere karşı kudreti bulunduğu halde intikaama kalkış­mamak ve hattâ nahoş bir hâl göstermeyip hazm ve sabretmektir... (Hakk Dîni, II, 1176-1177).

[140] Bu hadîsin birer rivayeti îblîs'in ve ordusunun sıfatı ile sövüşme ve la'net bâb-larında geçmişti. Şeytân, gadabı insana zînetleyen şerrli mahlûktur.îstiâze. onun tuzağını def etmeye en kuvvetli silâhtır. O kimse "Ben deli değilim" demekle gadabın şeytân ilişmesinden bir nevi' olduğunu bilmediğini ortaya koymuştur. Bu hadîste istiâzenin gadabı terketmeye yardım edeceği ve gayzi yutmaya hazır­layacağı hükmü vardır... (Kastallânî).

[141] Hattâbî şöyle dedi: "Gadablanma!" öğüdünün ma'nâsı, "Gadabın sebeblerin-den çekin ve gadabı çekecek işlere girişme!" demektir. Çünkü gadabın kendisi insanda tab' olunmuştur, onun cibilliyetinden çıkarılıp atılması mümkin olmaz... Bu bir kelimelik öğüt, sayılmayacak birçok hikmetleri, maslahatları ve ni'met-Ieri çekmeyi, birçok mefsedetleri ve intikaamlan def etmeyi şâmil olmuştur.,. (Kastallânî).

Peygamber'in bu adama tekrar tekrar öğüt isteğine karşı yalnız "Gadablan­ma!" öğüdünü vermesi, bu adamın hâl ve tavrında asabîlik görmesinden dola­yıdır. Peygamber'in âdeti, nasîhat isteyenlere kendi hâl ve tavırlarının ifâde ettiği lüzum ve İhtiyâca göre tavsiyede bulunmaktı. Belki bu adam da titizdi, gadablı bir tip idi ve kendisine bu bir kelimelik öğüt reçetesini vermiş, gadablanmazsa bütün şerrlerden, belâlardan kurtulacağını öğretmiştir.

Beydâvî şöyle demiştir: İnsana arız olan bütün mefsedetler, insandaki şeh­vet ve gadab kuvvetlerinin eseridir. Vasiyet temenni eden kişi, şübhesiz ki, fe­nalıklardan korunma çâresine irşâd edilmesi niyazında bulunmuştu. Peygamber de bütün fenalıkların çıkış sebebi olan gadabın bırakılmasını vasiyet buyurmuştur.

[142] Haya, halkın ayıplaması endîşesinden ötürü insana arız olan sıkılma hâlidir, Türk-çesi "Utanmak"tir. Bu ruhî hâl, insanlarda fıtrîdir. Avret yerini açmaktan, in­sanların ortasında cinsî münâsebetten utanmak, bütün medenî insanlarda bulunan bir halettir. Hayanın bir nev'i de îmânîdir. Bu da Allah korkusu ile gü­nahlı işlerde bulunmaktan utanıp sıkılmaktır. Gerek fıtrî ve ruhî bir haletin ese ri olarak insanlardan utanmak, gerek bir îmân eseri olarak Allah'tan utanmak, hadîste bildirildiği üzere insana hayırdan başka birşey getirmez... Müslim Sa-/îf/î'indeki İmrân ibn Husayn hadîsinde Rasûlullah: "Hayanın hepsi hayırdır" buyurmuştur. Yânî haya, gerek fıtrî, gerek îmânî olsun, ister Allah'tan korku, ister kuldan utanmak eseri olsun, hepsi hayırdır;bunların hepsi insanı hayra, saadete sevkeder demektir.

[143] İmrân'ın Buşeyr'e kızması, Buşeyr'in hikmet kitabından naklettiği sözün kendi rivayet ettiği hadîse eklenip ziyâde edilmesi endîşesinden, yânî Peygamber sö­züne hakimlerin sözünün eklenmesi endîşesinden olmuştur. Bir de hadîs "Ha­yanın hepsi hayırdır" şeklinde olduğu hâlde, hikmetteki söz "Hayadan bir kıs­mı sekînet ve vakaardır" şeklinde olup, hayanın bir kısmı seiûnet ve vakaarı hâiz değildir ma'nâsına olabileceği içindir. Hikmet ilmi, mevcudatın varlık ve görünüşlerindeki vaziyetlerine göre hakikatlerinden, beşer zekâsının erişebildi­ği kadar bahseden bir ilimdir.

[144] Bu hadîsin birer rivayeti Gusl'de ve daha başka yerlerde geçmişti. Bu, dîn işle­rinde hakikati öğrenmek için suâl cormaya hayanın mâni' olmaması lâzım gele­ceğini ifâde eder. Buhârî, "Haya bâbi"nda geçen "Hayanın hepsi hayırdır"'ha­dîsinin amma mahsûs olduğuna, bu gibi hususlarda utanmanın iyi olmadığına işaret etmiştir. Nitekim Âişe'den ta'lîkaan gelen bir rivayette "Ensâr kadınları ne iyi kadınlardır! Hayaları kendilerini dînlerini öğrenmekten men' etmedi"du­yurulmuştur.

[145] İbn Umer'in hadîsinin bir rivayeti İlim Kitâbı'nda, Enes ibn Mâlik hadîsinin bir rivayeti de Nikâh'ta geçmişti.

Enes'in kızına karşı söylediği sözde de belirttiği gibi, kadının Peygamber'-le evlenme isteğini açıkça ve utanmadan Peygamber'e arzedip söylemesi, başlı başına yüksek bir fazilet örneği ve başlığa tam bir uygunluktur.

[146] Ebû Mûsâ hadîsinin bir rivayeti Mağâzî'nin sonunda, bir rivayeti de îlim Kitâ-bi'nda geçmişti.

Enes'in hadîsi îiim'de, Âişe'nin hadîsinin bir rivayeti Peygamberin sıfatı bâbı'nda da geçmişti. Hadîslerin başlığa delâletleri meydandadır.

[147] Bunun bir rivayeti Namaz Kitâbı'nın sonlarında "Namaz içinde iken binek hay­vanı çözülüp giderse bâbı"nda geçti.

[148] Bunun bir rivayeti de Tahâret'te "Mescidde sidik üzerine su dökülmesi bâbı"n-da geçti. Hakikatte bu sıfatlarla gönderilen, Peygamber'in kendisidir. Sahâ-bîler de bunu tebliğ edici olduklarından mecazen Peygamber bu sıfatlan onlara isnâd etmiştir. Bunda kolaylaştırmada mübalağaya bir tenbîh ma'nâsı da var­dır (Kastallânî).

di). Hattâ (kuşu olan) küçük kardeşime:

[149] Ebû Umeyr, Umeyr'in babası demektir, ve küçük çocuğa Peygamber tarafın­dan verilen künyedir. Üç beş yaşındaki küçük çocuğa babalık künyesi vermek bir latîfedir. Çocuğun asıl adı Zeyd ibn Sehl'dir. Bu çocuk Enes ibn Mâlik'in ana-bir kardeşidir. Bu çocuk Peygamber'in sağlığında ölmüştür. Nuğayr, "Nuğr"-un küçültme ismidir. "Nuğr", serçe kuşu kadar kırmızı gagalı bir kuştur. Me-dîneliler bu kuşa bülbül derlermiş. Küçük Zeyd'in böyle bir kuşu ölmüş, Peygamber çocuğu gördükçe latîfe eder: "Yâ Ebâ Umeyr, nuğayr ne yaptı?" dermiş.

Peygamber'in çocuklara böyle güleryüzle karışıp latîfeleşmesi güzel huyu­nun, kerem ve alçakgönüllülüğünün en güzel delilidir.

[150] Âişe Peygamber'le evlendiği zaman dokuz yaşında bir kızdı.İşte bu çocukluk günlerinde kız çocuğu suretindeki oyuncak bebek timsâlleriyle kızlara mahsûs oyunlar oynamıştın Peygamber, Âişe'nin yaşıtında olan komşu kızlarını onun­la oynamaları için Âişe'nin yanma yollar, beraber oynamalarına yardımcı olur­du, îşte Peygamber'in bütün bu hâlleri ve davranışları O'nun güzel huyunun, kız çocuklarına varıncaya kadar İnsanlarla karışkanlığınm ve onlarla ilgilenip meşgul oluşunun delilleridir.

[151] Ebu'd-Derdâ'mn bu sözünü Ibnu Ebi'd-Dünyâ, Ibrâhîm Harbî ve Dinâverîsenedli olarak rivayet etmişlerdir.

Mudârât: Câhili öğretmekle, fâsikı fiilinden nehiyde yumuşak davranmaktır.

[152] Bunun bir rivayeti "Fesâd ehlinin kötülüğünü söylemenin caiz olacağı bâbi"nda geçmişti.

[153] Mahrame hadîsinin de bâzı rivayetleri Hibe'de ve Libâs'ta geçmişti.

[154] Muâviye'nin bu sözü "Halîm, ancak tecrübe sahibi olandır" lafzıyle de rivayet edilmiştir. Bunu Ahmed ibn Hanbel, İbn Hıbbân senediyle rivayet etmişlerdir.

Halîm, büyük ve çetin işlerde teenni ile hareket eden kimsedir. Arab dahî­lerinden birisi olan Muâviye, siyâsî hayatındaki bütün başarılarını hilmİ ve ,te-ennfile hareketi sayesinde kazanmıştır. Onun siyâsî hayâtta düstûru şu idi: "Halk bana pamuk ipliği ile bağlansın kâfidir. Ben o zayıf bağı kırmam, onlar benden çekindikçe ben onlara doğru teenni ederek yaklaşırım, o bağı koparmam!" de-' misti. Bu hazm, ihtiyat ve teennf ile harekpfden

[155] Yânî akıllı ve olgun mü'min, dîn ve dünyâ işlerinde sakınılacak şeylerden sakı­nır, ihtiyâthve uyanık hareket eder, bir defa aldatılsa bile gaflete düşüp ikinci defa aklanmaz.

[156] Başlığa delîlliği "Ziyaretçilerin için üzerinde bir hakk vardır" sözündedir. "Zevr", "Zâir"in cem'i olup "Ziyaretçiler" ma'nâsınadır. Bunun bir rivayeti Oruç Kitâbı'nda "Konuğun hakkı... bâbı"nda geçmişti.

[157] Buhârî bu başlıkta "Dayf" ve "Zevı"' kelimeleri hakkında bilgiler vermekte­dir. "Tezzâveru" fiili mağarada uyuyanlar hakkındaki âyette geçer: "(Onlara baksaydin) görürdün ki, güneş doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafına yö­nelir, battığı vakit de onların sol yanını kesip giderdi..." (el-Kefh: 17).

[158] Bunların birer rivayeti bu kitabın evvellerinde de geçmişti

[159] Bunun bir rivayeti Zulümler Kitabı, "Zâlimin malını bulduğu zaman mazlumun kısası bâbı"nda geçmişti.

[160] Bunun bir rivayeti Oruç Kitabı, "Gönüllü oruçta kardeşinin orucunu bozdur­mak için yemîn eden kimse bâbı"nda geçmişti.

[161] Bunun bir rivayeti Nübüvvet Alâmetleri Bâbı'nda geçti. Bundan sonra gelen bâb-daki rivayet, bâzı nüshalarda daha tafsîllidir.

[162] Selmân'ın Ebu'd-Derdâ'ya "Sen yemedikçe ben de yemeni" sözü, bundan bir bâb önce geçmişti.

[163] Hadîsin Namaz Vakitleri Kitâbı'ndaki rivayetinde burada şu ziyâde vardır: Ebû Bekr o yemekten bir lokma yedikten sonra Peygamber'e gönderdi.Yemek ora­da sabaha kadar durdu. Bizimle bir kavim arasında bir ahid vardı, müddet son bulmuş olduğu için Medîne'ye gelmişlerdi. İçlerinden arîf olarak oniki kişi ayır­dık. Herbİri ile beraber kaç kişi olduğunu ancak Allah bilir. İşte onların hepsi o yemekten yediler. (Râvî rivayetini bitirdikten sonra) yâhud bu lafızlara ben­zer lafızlarla (rivayet olunmuştur dedi).

Başlığa uygunluğu "Konuklar da Ebû Bekr yemedikçe yemekten yememe­ye yemîn ettiler" sözünden alınır.

Bu yemekte görülen bereket, evliyanın kerametlerine kaail olan sünnet ehli mezhebini te'yîd edici bir delîldir. Bu bereket Muhammed'in mu'cizesinin eseri olarak Ebû Bekr Sıddîk'm elinde zahir olmuş ulu bir keramettir. Müslim ile Ebû Davud'un rivayetlerine göre, ertesi günü Peygamber'in huzuruna vardığında ko­nukların ettiklerini naklettikten sonra: Yâ Rasûlallah, onlar yemînlerinden bârr oldular, yânî sâdık kaldılar; ben ise hânis oldum, demiş. Rasûlullah da: 'J         ^il ^!I j; = Hayır, onların en bârrı, en sâdıkı sensin" buyurmuştur.

[164] Abdurrahmân ibn Sehl, öldürülen Abdullah ibn Sehl'in kardeşidir. Her ikisi de Muhayyısa ile Huveyyisa'nm kardeşi oğullarıdır.

[165] Buna "Kasâme yemîni" denir. Maktulün velîleri veya onların isteği üzerine kaa-tilin velîleri tarafından elli kişinin yeminidir. Kimsenin tasarrufunda olmayan bir yerde yaralı olarak bir maktul bulunur da kaatili bilinmezse, maktulün vâ­risleri, civardaki köy ahâlîsi tarafından öldürüldüğünü iddia ederler ve bu iddi­alarını elli kişinin yemîni ile te'yîd ederlerse, maktulün diyetine hakk kazanırlar. Yâhud da velîsinin talebi üzerine köylülerden onun seçtiği elli kişinin redde dâir yemîn etmesidir ki, buna da "Kasâme" denilir. Ve bu suretle maktulün diyetin­den kurtulurlar.

Bunun bir rivayeti Cihâd'm sonlarında "Müşriklerle mütâreke ve musâla-ha bâbi"nda geçmişti.

[166] Bu ta'lîklerden el-Leys'inkini Müslim, Tirmizî ve Nesâî senedli olarak getirmiş­lerdir.

[167] Bunun bir rivayeti yakında "Haktan haya edilmez bâbı"nda geçtiği gibi, İlim Kitâbı'nda da geçmişti. Burada getirilmesi, içinde büyüklere ta'zîm bulunduğu , içindir.

[168] Şiir, lügatte birşeyi zekâ ve fetânetle iyice anlamak ma'nâsına olup, ilimden da­ha husûsîdir. Istılahta Şiir, kasd ve irâde ile söylenen vezinli, kaafiyeli sözdür. Şiir'in kasd ve irâde ile söylenmesi şart olduğundan vezinli ve kaafiyeli gelen âyet ve hadîslere şiir denilmez. Mantıkçılar arasında tanınan ve ıstılah olan bir şiir vardır ki, hayâlı küçük ve büyük önermelerle tanzim olunan kıyastan ibaret olup nefsin birşeye rağbet veya birşeyden nefret ettirilmesiyle infialine hizmet eder. Buhârî'nin bu babına mantıkin şiiri de dâhil olur.

Recez de şiirden bir nevi'dir. Vezni altı kerre Müstefittin'dür.

Huda' da deveyi nağme ve terane ile bilhassa recez inşâdiyle şevklendire-rek yürütmek ve sürmektir. Arablar arasında seferlerde şiir inşâdıyle deve yü­rütmek Mudar ibn Nizâr zamanından beri tecrübe olunarak devam edegelmiştir. Deve şiir vezinlerinin çabukluk ve yavaşlığına uyarak hızını artırıp yavaşla­tır.

[169] Buhârî bu âyeti şiir ve recez inşâd eden şâirlerin kötülerini ve iyilerini ta'rîf et­mekte olduğu için burada getirmiştir. Bu âyetlerle Ubeyy ibn Ka'b hadîsinin de­lâletinden, şiirin hayra, fazîlete teşvik edip rağbetlendiren yararlıları ve iyileri olduğu gibi, fuhşa, rezalete, ahlâksızlığa hizmet eden zararlıları ve kötüleri de olduğu anlaşılmaktadır. Birinciler öğülmüş, ikinciler kötülenmiştir.

[170] Yânî doğru ve hakka uygun bir sözdür. Cehlden, beyinsizlikten men' eden, yararlı bir sözdür de denildi. Şiirden bir kısmı İnsanlara yarar veren meseller, va'z-lar gibi hikmet olunca, böylesinin söylenmesi ve inşâd ediimesinin câİz olacağı şübhesizdir (Kastallânî).

[171] Bâzı rivayete göre Peygamber'in parmağı bu yarayı Uhud harbinde almış, çok­ça ağrıyıp sızlamaya başlayınca İstiare suretiyle parmağa hitâb ederek Abdullah ibn Revâha'nın şiirinden olan bu recezi söylemiştir. Bunun bir rivayeti Cihâd'da da geçmişti.

[172] Lebîd ibn Rabîa ile Umeyyetu'bnu Ebi's-Salt, Câhiliyet devri şairlerindendir. Lebîd, Arab'ın en büyük şâirlerinden ve Muallaka sâhiblerindendir. İslâm dev­rine de yetişip 120 yâhud 140 sene kadar uzun bir ömür yaşamıştır. Usmân'ın halifeliği zamanında Kûfe'de vefat etmiştir. Kur'ân'ın i'câzı karşısında hayran kalarak, onu okuyup dinlemeyi şiir söylemeye tercih etmiştir. Lebîd'in burada verilen sözü, on beyitli bir şiirindendir. Bir îzâha göre şu kıt'asının bir parçasıdır

Elâ kuîîi şey'in mâ hala'llâhe bâtılu

( = Kâinatın bütün satırları, iyi düşün ki, Mele-i A'lâ'dan sana (hitaben) yazılmış risalelerdir. Onlarda yazılanların hulâsası da teemmül edersen şundan ibarettir: Gözünü aç, Allah'tan başka herşey bâtıldır) (H. B. Çantay, Meâl-i Kerîm, II, 760, es-Sâffât Sûresi 9. âyetin haşiyesi).

Umeyyetu'bnu Ebi's-Salt da Câhiliyet devrinde yetişen Kureyş şairlerinden­dir. Tevhide, öldükten sonra dirilmeye ve âhiret gününe îmân ederdi. Bu inanç­larını şiirlerinde dile getirmiştir. Müslim'in bir rivayetinde Şerîd ibn Suveyd dedi ki: Bir gün Rasûlullah'a bineğin terkisinde refakat ettim. Sefer sırasında "Umey-ye'nin şiirinden birşey biliyor musun?" diye sordu. Ben de: Evet, biliyorum, dedim ve yüz beyit kadar okudum. Bunun üzerine Rasûlullah: "Umeyye müs-lümân olmağa yaklaşmıştır" buyurdu (Müslim, Şiir Kitabı, Müslim Ter., VII, 122-123)

[173] Âmir ibnu'1-Ekva', bu hadîsin râvîsi Seleme ibnu'l-Ekva'ın amcasıdır. Sahâbî­ler arasında tecrübe ile bilinmiştir ki, Rasûlullah'ın rahmet ve duâ ettiği kimse şehîd olurdu. Bunun için Umer: Âmir'le bizi faydalandirsaydm! Temennisinde bulunmuştur.

[174] Hadîsin birer rivayeti şiirlerde bâzı küçük farklarla Cihâd ve Mağâzî'de "Hay-ber gazvesi bâbı"nda geçmişti.

[175] Bu hadîsin bâzı rivayetlerini Müslim de Fadâil'de getirdi.

Bundan murâd, yürütmede rıfktır. Çünkü deve tegannî ve terennüm ile sü­rüşü işitince, bundan lezzet alarak yürüyüşte sür'at eder, dolayısıyle binicilerini rahatsız kılıp yorar. İşte bundan dolayı Peygamber, Enceşe'yi nehyetti. Çünkü kadınlar şiddetli hareketten zayıflık duyar, zarara uğrayıp düşmelerinden de kor­kulur (Nevevî). {Müslim Ter., VII, 201-203).

[176] Bunun da bir rivayeti Mağâzî'de geçtiği gibi, Müslim de Fadâil'de, Hassan ibn Sâbit'in faziletleri bâbı'nda daha tafsîlli olarak getirmiştir.

[177] Bu hadîsin bir rivayeti Teheccüd'de, "Gecenin bir kısmında uykusuz kalıp ibâ­det eden kimsenin fazîleti bâbı"nda da geçmişti.

Bu üç beyit, Abdullah ibn Revâha'nm tavîl bahrından inşâd ettiği beyitler­dendir. Merhum Kâmil Mîrâs, bunları nazmen de tercüme etmiştir:

"Seherde fecri sâdık yükselip nûr saçtığı bir ân Rasûlullah okur ashabına tertîl ile Kur'ân Halâs etti dalâletten hidâyet etti İslâm 'a İnandı gönlümüz bildirdiği bilcümle ahkâma Anın irşâden tergîbiyle girdik Dîni Meftûre Çıkardı zulmeti küfrü dalâletten bizi nûre Fırâşmdan çıkıp eyler idi Mevlâ'yı istikbâl

Gece kârırlere, madca'lan eylerken istiskal" {Tecrîd Ter., IV, 155) Buradaki metinde kâfirler bulunduğu için tercümedeki "Müşriklere" yeri­ne "Kâfirlere" şeklinde küçük bir değişiklik yapıldı (M. Sofuoğlu).

[178] Bunun bir rivayeti Namaz Kitabı, "Mescidde şiir bâbı"nda geçti.

[179] Bunun bir rivayeti Bed'u'l-Halk'ta geçti.

[180] Bu hadîsleri Müslim de Tıbb'da ve Şiir Kitâbı'nda getirmiştir.

Bu hadîslerdeki zecr , tamâmiyle şiire yönelen ve onunla meşgul olup ken­dini Kur'ân tilâvetinden, zikrden, ibâdetten, ilimden alıkoyan kimseler içindir.

Bir de insanı vâciblerden, müstehâblardan, ilimden alıkoyan kötü şiirlerle kafalarını ve gönüllerini dolduran kimselere yöneliktir.

[181] Teribetyemînuki" ta'bîri "Sağ eli toprak olası!" ma'nâsınadir. Arablar bu­nun hakîkat ma'nâsmı kasdetmeyerek "Zengin ol, elin toz toprak kadar bol mala ersin" temennisi yerinde kullanırlar. Bir de teşvik ma'nâsma kullanırlar. "Ak­ra ve halkaa" ta'bîrleri de lügatçe "Allah onu kesip helak etsin, Allah onun boğazına dokunup hastalandırsın!", ma'nâlannda olmakla beraber, Arablar bun­ları da kendi ma'nâlarına kullanmayıp mutlak olarak rastgele söylerler...

Buradaki birinci hadîs Nikâh'ta; ikinci hadîs de Hacc Kitâbı'nda geçmişti.

[182] Başlığa uygunluğu Ümmü Hâni'in "Anamın oğlu zu'm etti" sözündedİr.

ez-Zu'm: Zâ'nın üç harekesiyle söylemek ma'nâsınadir. Hakk ve doğru söz­de, bâtıl ve yalan sözde kullanılmakla zıdd ma'nâli fiillerdendir. Çok defa ger-çekleşmeyip şübheli ve seçilmez olan yerde kullanılır (Kaamûs Ter.)

Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı, "Bir libâs içinde namaz bâbı"nda geçmişti.

[183] el-Veyl: Leyi vezninde şerrin gelmesi ma'nâsınadır. Bâzıları dedi ki, Veyl, feca­ate düşme kelimesidir, bir musibet meydana geldiğinde söylenir. Lisânımızda"Vay, yazık, hayf ve diriğ" ile îa'bîr olunur. "Veyîeh", "Veylek", "Veylî" denilir ve imdâd isteme hâlinde "Vey/âh!" derler... "Vay" kelimesi hüzün ve husrân ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.).

[184] Başlığa uygunluğu Peygamber'in "Veylek, kim adalet eder... " sözündedir. Bu­nun bir rivayeti Nübüvvet Alâmetleri'nde geçti.

Bu lafza en yakın metin Müslim'de Zekât, Hâricîler'in ve sıfatlarının zikri babı altında 148 rakamıyle geçen hadîstir: Müslim Ter., III, 265-266.

[185] Başlığa uygunluğu "Vayhake" ve "Veyleke" ta'bîrlerindedir. Bunun bir riva­yeti Oruç Kitâbı'nda geçmişti.

[186] Bu mutâbaati et-Tahâvî, Leys tarîkinden; o da: Bana Abdurrahmân tahdîs etti, şeklinde rivayet edip zikretmiştir (Kastallânî).

[187] Bedevî, Medine'ye hicret etmek istiyordu. Kendisi Mekkeli değildi. Hicret ise Mekke'nin fethinden evvel, Mekkeliler'in Medine'ye gelmeleri ve ikaamet et­meleri için farz kılınmıştı. Peygamber onun için bedeviye: "Vayh sana, yazık sana! Hicret çok çetin bir iştir!" diye, onu hicret etmekten men' eylemişti. Bu­nun Mekke fethinden evvel olduğu anlaşılıyor. Çünkü Mekke fethinden sonra hicret yoktu.

"Vayh " ta'bîri hakkında Dâvûdî: Bu kelime, söylenen bir sözün işlenmesi istenmediği zaman zecr ve men' için kullanılır, demiştir. Buna göre Peygamber bu ta'bîrle bedeviye: "Sakın hâ, hicrete kalkışma!" demiş oluyor. Kaamûs Ter-cemesi'nde de: Vayh kelimesi rahmet ve şefkattir; vay, yazık, hayf demektir ki, bir adamın hâline acıyıp rahmet ve rikkat ettiğin zaman söylenir, denilmiştir. Bu hadîsin birer rivayeti Zekât ve Hicret Kitâbları'nda da geçmişti.

[188] Buhârî bunun aslını Sahîh'inin birçok yerinde bâzı farklılıklarla getirmişti: Ma-ğâzî'nin sonlarında, VedâHaccı bâbı'nda, "Ey îmân edenler, bir kavim bir kavme alay etmesin..." (el-Hucurât: 11) âyeti bâbı"nda, Fiten'de, Diyetler'de, Hudûd'da.

[189] Dâvûdî şöyle dedi: Çünkü o sırada Peygamber'in huzurunda bulunanların ço­ğu bedevilerdi. Peygamber onlara bilmiyorum deseydi, onlar şübheye düşecek­lerdi. Onun İçin Peygamber onlara ta'rîzli olarak böyle söyledi.

Müslim'deki Âişe hadîsinde: Bedeviler Peygamber'in huzuruna geldiklerin­de, O'na kıyametin ne zaman kopacağını sorarlardı. Peygamber de onlardan yaşça en genç olanına bakar da: "Eğer şu yaşarsa, ona ihtiyarlık erişmeden si­zin kıyametiniz sizin üzerinize kopar" buyururdu. Kaadı Iyâd'ın da dediği gibi, bu daha açık olan rivayet, metindekini tefsîr etmektedir... (Kastallânî).

Bu hadîsi Müslim, Fiten'de getirmiştir.

[190] Mahabbet, nefsin kemâl idrâk ettiği birşeye öyle bir meylidir ki, ona yaklaş­mak için lâzım gelen sebeblere ve vesilelere sevkeder. Sevenin gayesi, sevilenin rızâsına nail olmak ve öfkesinden sakınmak olduğundan, Mahabbet, itaat ve ma'siyetten sakınma irâdesini gerektirir. Herhangibir nefis, hakîkî kemâl an­cak Allah'ın olduğunu, bütün vücûdda gerek kendinden, gerek başkalarından gördüğü, göreceği, tasavvur edebileceği herhangi hayır ve kemâlin Allah'tan ve Allah ile ve Allah'a olduğunu idrâk ettiği zaman, onun bütün mahabbeti Allah için ve Allah yolunda, Allah'ın rızâsı uğrunda olur. Allah'ın Dîni de Tevhîd ve İslâm olduğundan, mahabbeti ancak bu dâirede cereyan eder. Tâat irâdesinde ancak bu dîn hâkim olur... (Hakk Dîni, II, 1075-1076).

[191] Gazâlî el-Ihyâ'da. şöyle dedi: Rasûlullah'm "Kişi sevdiği ile beraberdir" sözü sakın seni aldatmasın. Çünkü Hrİstiyanlar Hz. îsâ'yı. Yahûdîler de Hz. Musa'­yı sevdiklerini ve bu sebeble Mûsâ ile îsâ'nın bunlara fâide vereceğini iddia edi­yorlar. Hâlbuki bir kimseyi sevmek, ona muhalefet etmemeyi gerektirir, yânı muhalefetle beraber sevmek fâide vermez. Zîrâ böylesi, sevdiğini gerçekten ve samîmi olarak sevmiş değildir. Böyle olunca da sahte sevgililerin birbirleriyle beraber olması mümkin değildir.

Bu ma'nâyı pek belîğ ifâde eden bir âyet meali: ''Allah 'a ve âhiret gününe îmân eder hiçbir kavmi, Allah ve Rasûlü 'ne hudûdyansına kalkışan kimselerle sevişir bulamazsın; babaları veya oğulları veya kardeşleri veya soy sop hısımları olsalar bile. İşte Allah Öyle kimseleri sevmeyen bir kavmin kalblerine îmânı yazmış ve bunları kendinden bir rûh ile te 'ytd buyurmuştur. Bunları altlarından ırmak­lar akar cennetlere koyacaktır. Bunlar orada ebediyyen kalacaktır. Allah onlar­dan razı olmuştur, onlar da Allah 'tan hoşnûd olmuşlardır. İşte onlar Allah fır-kasıdır. Gözünüzü açın ki, Allah fırkası muhakkak hep felaha erenlerdir" (el-Mucâdile: 22).

[192] el-Has'e, hâ'mn fethi ve sînin sükûnu ile ve el-Husât "Kuûd" vezninde sürüp kovmak... ma'nâsınadır. Lâkin gerek müellifin, gerek diğer ana kitapların tem­sillerine göre köpek kısmını sürüp kovmağa mahsûstur, üçüncü bâbdandır. Bu ma'nâda lâzım olur, sürülmekle yıkılıp gitmek ma'nâsına (Kaamûs Ter.).

Bu bilgiye göre "Ihse" kelimesi, aslında köpeği kovmak için kullanılan bir lafızdır. Sonra bir men' ve horlama hitabı olmuştur. "Zelîl ve kovulmuş ola­rak sus!" demektir.

[193] Buhârî bu İbn Sayyâd hadîsinin bir rivayetini Cenazeler Kitabı, "Sabî müslü-mân olup da öldüğünde üzerine namaz kılınır mı? babı"nda getirmişti. Bâzı açık­lamalar orada verilmişti.

Bu hadîsin bir haylî farklı isnâdlarını Müslim de Fitneler ve Kıyamet Alâ­metleri Kitâbı'nda getirmiştir: Müslim Ter., VIII, 459-470.

[194] Bunu da Müslim Fitneler...'de getirmiştir.

Deccâl, zamanın sonunda meydana çıkacak, peygamberlik veya ulûhiyet iddia edecek pek yalancı bir mahlûktur. Hadîslerde "Zamanın sonlarında bir­çok deccâller olacağı"haber verilmiştir. Sarihler "Deccâlun" lafzını "Yalancı­lar ve aldatıcılar" ile tefsir etmişler ve "Deccâl"in bir değil, nice yalancı ve yal­dızcı makûlesi insanlar olduğu ve bunların dünyâ târihînin son zamanlarında çoklukla görüleceğini" söylemişlerdir.

[195] el-Merhab, "Matlab" vezninde, genişlik ma'nâsına mimli masdar ve geniş yer ma'nâsma mekân ismi olur. Arablar'ın "Merhaban ve sehlen" sözleri bundan­dır, "Genişliğe ve düzlüğe geldin" demiş olurlar. Yânî Arablar gelen konuğa "Merhaban ve sehlen" derler ki, darhksız, küçük görülmek şaibesinden ârî, şen ve ma'mûr yere geldiniz, kalb genişliğiyle üns ve ülfet üzere olup kat'iyyen kı­rık gönüllü ve ürkek olmamanız ümîd edilir, denmiş olur... (Kaamûs Ter.)

[196] Âişe'nin rivayeti Nübüvvet Alâmetleri'nde geçen hadîsin bir parçasıdır. Ümmü Hâni'in hadîsi de yakında "Zaamû hakkında gelen şey bâbV'nda geçmişti.

[197] Bunun bir rivayeti imân Kitabı, "Beşte biri ödemek îmândandır bâbı"nda -ve aha başka yerlerde- geçmiş, açıklamalar orada verilmişti.

[198] et-Gadr, el-Gadarân: Vefa mukaabilidir ki, ahidde durmayıp vefasızlık ve hıya­net eylemek ma'nâsmadır... (Kaamûs Ter.)

insanı kendi ismi ve babasının ismiyle çağırmak ta'rîfte daha şiddetli ve temyîzde daha beliğdir.

Bu hadîste "İnsanlar kıyamet gününde babalarına karşı bir örtme olması için analarının isimlerinden başkasıyle çağınlmazlar" diyen kimselere bir red­diye vardır. Hattâbî: Evet bu söz Taberânî'de İbn Abbâs hadîsinde rivayet edil­miştir, lâkin pek zayıf bir senedledir, demiştir... (Kastallânî).

Ebû Davud'un Ebu'd-Derdâ'dan rivayet ettiği hadîste Peygamber (S): "Siz­ler kıyamet gününde kendi isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacak­sınız, onun için güzel İsimler seçiniz!" buyurmuştur. Bu hadîsi îbn Hıbbân da rivayet edip "Sahihtir" demiştir. Buhârî'nin bunu almaması, Sahih1 mût aradığı şartlara uymamış olmasındandır... (Aynî).

[199] Habîs, gerek hissedilen, gerek akledilen olsun, murdar ve nahoş nesneye denir ki, tayyib mukaabilidir. Alçak, dubârecî, aldatıcı ve mekkâr kimseye denir...

Lakis... bir nesneyi gönül şiddetle Özleyip arzu eylemek ma'nâsmadır. Bu, dördüncü bâbdandır. Ve bir nesneden iğrenip gönül dönmek ve mi'de bulun­mak ma'nâsmadır. Nefis bir şeye zebûn ve habîs olduğu zaman "Lakiset nefsehû" denilir. Peygamber (S) çirkinliği için ve müslümâmn habisliği kendi nefsine nis-bet etmemesi için "Habîs oldu" ta'bîrini kerîh görmüştür. Yânî Peygamber'in bu ta'bîrden nehy buyurdukları iki sebebe dayanır: Biri habîs ve habaset mad­desini kabîh gördüğü için; biri de müsîümân olan kimsenin nefsine habaseti nisbet etmesinin lâyık olmadığı içindir... {Kaamûs Ter., II, 1013).

Hulâsa Peygamber, ümmetine lafızlar ve ta'bîrler hususunda da edebliliği öğretmiş, güzellerini kullanmayı ve çirkinlerinden uzaklaşmayı ta'lîm eylemiş­tir. Salât ve selâm olsun!

Bu hadîsi Müslim de Kitâbu'l-Elfaz mine'1-Edeb ve gayriha'da getirmiştir: Müslim Ter., VII, 118-119, "2151".

[200] Dehr'i Râgıb el-Isfahânî el-MüfredâVında, kâinatın ezelden ebede kadar devam eden bekaası müddetinin ismidir, diye ta'rîf etmiştir. Bâzıları bir milletin târih­te devam eden hayât müddetidir, demişlerdir. Dehr, hâdiselerin menşei olan ge­ce ile gündüzün arka arkaya gelmesine de denildiği, bu hadîs ve açıklamasından anlaşılır. Zaman da mâzî, hâl ve istikbâl kısımlarım içine alan Dehr'm gayrı mu­ayyen bir kısmı oluyor.

Şârih Hattâbî şöyle demiştir: Câhiliyet zamanında bütün hâdiseler, bütün musibetler gece ve gündüzden ibaret olan Dehr'e nisbet edilirdi. Bu i'tikaadda-kİ câhiliyet adamları, iki fırka olup bunlardan bir fırkası Allah'a îmân etmezdi. Dehr'den ve hâdiselerin mahalli olan gece ile gündüzden başka bir müessir tanı­mazlardı. Bunlar her fenalığı Dehr'e nisbet ederlerdi. "Dehriyye" denilen bu fırka "Bizi ancak dehr helak eder" (el-Câsiye: 23-24) derlerdi.

İkinci fırkası bir yaratan tanırlardı, fakat sevilmeyen işleri ona nisbet et­mekten tenzih ederler ve her fenalığı Deh?t nisbet ederlerdi. Ve "Vay dehrin mahrumiyet ve hüsranına!" diye Dehr'e söverlerdi.

Peygamber bu hadîslerinde bu akideyi ibtâl etmiş ve Dehr'e sövmeyi ya­saklamıştır. "Ben dehr'im" cümlesi, "Ben dehrin mâliki ve mutasarrıfıyım" demektir. Kısaltılarak "Mâlik" lafzı hazf olunmuştur. "Allah dehrdir" sözü de böyledir.

el-Câsiye: 245 ve ed-Dehr: 1 âyetlerinde geçen Dehr'in tefsiri, yerinden okun­mağa değer: Hakk Dîni, V, 4322-4323; VII, 5492.

Bu hadîslerin bir haylî rivayetlerini Müslim de Kitâbu'1-Elfaz...'da getir­miştir.

[201] Kerm, "Adi" ve "Dayf" lafızlarında olduğu gibi "Kerîm" ma'nâsına bir mas-dardır. Masdarla yapılan vasıflamalarda erkek, dişi, tesniye, cemi'lerde bu la­fız değişmez, hep aynı kalır. Bu "Kerm ancak..." sözünde zahire göre hasr yoktur. Bunun ma'nâsi: "Kerm ismine en haklı olan mü'mİnin kalbidir" de­mektir, böyle olunca başkalarını kerm ismiyle isimlemeyi reddetmemiş olur... (Kastallânî).

Hâsılı "Kerem" maddesinden alınmış olan bu İsim, ancak müslümân ve mü'mine lâyıktır, "Kerem"in kökü olan bu İsme haklı olan ancak müslümân-dır demektir. Bu hususta diğer bir tevcîh şudur:

"Ineb" ve "Kerm" kelimeleri eşdeğer olarak üzüm ma'nâsına gelir. Bu­nunla beraber kelimenin kökü cömertlik ve asalet ma'nâlarınadır. Bu sebeble belki Peygamber bu mühim kelimenin sâdece üzüm ve üzüm asması ma'nâsına kullanılmasını uygun bulmamıştır.

[202] Buradaki ta'lîkler, senedli olarak rivayet edilmişlerdir. "Lâmülke ille'tiah" sö­zü hasrı gerektirir. Bu da melikliğin Allah indinde kesilmesinden ibarettir ki, O'ndan başka melik yok demektir. Yânî hakîkî metiklik Allah'a âiddir. Fakat melik sözü mecaz olarak dünyâ melikleri hakkında da kullanılır.

[203] Bunu Müslim de Kitâbu'1-Elfâz...'da getirmiştir.

[204] ez-Zubeyr'in bu hadîsi, kendi menkabesi babında ve Ahzâb harbinde kahramanca yaptığı hizmetler hakkındadır

[205] Sa'd ibn Ebî Vakkaas da: Uhud günü Rasûlullah (S) ok kabındaki oklarını çı­karıp bana verirdi de: "Ey Sa'd, babam, anam sana feda olsun, at" derdi, de­miştir.

[206] Ebû Bekr'in buna yakın bir sözü Hicret hadîsi içinde de geçti. Bu sözü aynen Peygamber'in hicreti bâbı'nda Ubeyd ibn Huneyn'in Ebû Saîd el-Hudrî'den ri­vayet ettiği hadîste vardır. Lafzı şöyledir: Rasûlullah (S) minber üzerine oturdu da: "Allah bir kulu kendiyanındakilerle dünyâdakiler arasında muhayyer kıldı da o kul, Allah yanında olanı tercih etti" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bekr: "Ba­balarımızı ve analarımızı Sana feda edelim!" dedi... (Buhârî, Menâkib, "Pey­gamber'in ve sahâbîlerinin Medine'ye hicretleri babı", rakamlı nüsha, IV, 151-167; hadîs rakamı: 123)

[207] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah beni Sana feda kılsm" sözünde olduğu açık­tır. Bunda bu sözü söylemenin caiz olduğuna delîl vardır. Bunun bâzı rivayetle­ri Cihâd'da,' 'Gâzî gazveden döndüğü zaman söyleyeceği söz babı' 'nda ve Libâs Kitâbı'nda geçmişti.

[208] Müslim'deki İbn Umer hadîsi şöyledir: Rasûlullah (S): "isimlerinizin Allah'a en sevimli olanı Abdullah ve Abdurrahmân'dır" buyurdu (Kitâbu'1-Âdâb, 2-"2132" rakamlı hadîs). Yânî İsimlerinizin Allah katında en razı olunanı Abdul­lah ve Abdurrahmân'dır. Çünkü Abdullah isminde ubudiyet ve tezellülü i'tirâf vardır, ikincide ise her mahlûku arara ve şâmil olan rahmeti i'tirâf vardır. Keza birinci isimde bu isimle adlandırılan kimsenin Allah'a ibâdet edici olması, ikin­cide ise ilâhî rahmeti izhâr edici olması tefe'ülü vardır... {Müslim Ter., VI, 391).

[209] Enes'in bu hadîsi Buyû'da ve Peygamber'in sıfatı bölümünde senedli olarak geç­mişti.

Künye ve Kinye bir kimseye eb, ümm, ibn ve bint (yânî baba, ana, oğul ye kız) kelimelerinin birini muzâf yaparak İsimlendirmek ma'nâsınadır ki, onunla isminden tevriye eylemiş olur (Kaamûs Ter.). Şimdi Türkçe'de isim, öz adı; künye de takribi olarak soyadı yerine alınabilir.

Arablarda baba ve ana ilk doğan çocuklarının ismiyle künyelenirler. Pey­gamber'in adı Muhammed, künyesi Ebû'l-Kaasım'dır. Kaasım, Hadîce anne­mizden doğan ilk oğlu idi, küçük yaşında Mekke'de, Peygamberliğinin başlan­gıçlarında vefat etmiştir.

Bu hadîslerdeki nehyin tahrîm için olmadığı ve nehyin Peygamber'in hayâ­tı devrine âid tenzîhî bir nehy olduğu, hattâ Peygamber'in bu hususta müsama­halı davrandığı tesbît edilmiştir.

[210] el-Hazn, hâ'nın feth ve noktalı zâ'nın sükûnuyle, ei~Hazen iki fetha ile gam ve endûha denir, cem'i Ahzân 'dır ve hâ'nın dammıyle el-Huzn, masdar olur, birinci bâbdan; bir adamı gamlı eylemek; dördüncü bâbdan gamlı kederli olmak ma'nâlarınadir. el-Hazn ve el-Huzen: Sert, galîz dağlara denir.

es-Sehî, Ehl vezninde kolay, âsân şeye, ve toprağı yumuşak, yürümesi ko­lay düz ve mülayim yere denir ki, cem'i Suhûl gelir.. (Kaamûs Ter.).

[211] Saîd ibnu'l-Müseyyeb kırk kadar sahâbîye yetişmiş büyük tabiîlerdendir. 36. se­nesinde doğmuş, Velîd ibn Abdilmelik devrinde 94 yılında vefat etmiştir. Baba­sı el-Müseyyeb ise ağaç altında bey'at eden sahâbîlerdendir. Dedesi Hazn ibn Ebî Vehb, Muhacirler'den olup Câhiliyet'te Kureyş'in şeriflerinden idi (Aynî).

[212] İbn EbîŞeybe'ninUrve'den rivayetinde: Peygamber, hoşlanılmayan bir İsim işit­tiğinde onu daha güzel bir isimle değiştirirdi, demiştir. Rasûlullah Ensâr'dan Useyd'in kendi oğluna verdiği bir adı beğenmeyerek "OnaMunzir ismini koy" buyurmak suretiyle önceki ismini değiştirmiş oluyor.

[213] Peygamber'in kadınlarından Zeyneb bintu Cahş'm ve yine Peygamber'in ka­dınlarından Ümmü Seleme'nin kızı ve Peygamber'in üvey kızı Zeyneb'iiı adlan da Berre idi. Rasûlullah her ikisinin Berre adlarını Zeyneb adiyle değiştirdi. Çünkü "Berre", "Çok hayırlı, çok iyi, çok cömerd kimse" ma'nâlanna gelmektedir.

Bu hadîsleri Müslim de Kitâbu'l-Âdâb'da getirmiştir.

[214] Bunun bir rivayeti yakında geçmişti. Bu hadîs isim değiştirmenin ve çirkin isim­le isimlemekten men' etmenin vücûbu üzere değil, bu hususta muhayyerlik ifâ­de etmektedir. Böylece çirkin bir adamın güzel isimle, fâsıkm da "Salih" ismiyle isimlenmesi caiz olur. Çünkü Peygamber (S) "Hazn" kendi ismini "Sehl" ile değiştirmeyi kabul etmediği zaman, onu buna zorlamamıştır. Eğer bu lâzım birşey olaydı, Peygamber onu "Ben babamın bana verdiği ismi değşitirmem" sözü üze­rinde sabit bırakmazdı. Doğruya muvaffak kılıcı ancak Allah'tır (Kastallânî).

Müseyyeb ibn Hazn İbn Ebî Vehb (R) Kureyşli'dirler. Baba-oğul ikisi de sahâbîdir. Annesi Rasûlullah'ın halası Âtike'dir. Hazn ibn Ebî Vehb eşraftan­dı, hicret şerefini de kazanmıştır. Onuncu hicret senesinde Ebû Bekr'in Halîfe-lik devrine tesadüf eden Yemâme harbinde şehîden vefat ettiğini Aynî, Zehebî'den naklediyor. Müseyyeb de bey'at eden bahtiyarlardandır. Müseyyeb ibn Hazn, sahâbî oğlu sahâbî olduklarından tercümede tesnîye sîgasıyle tardiye ettik. Mü­seyyeb, ticâretle uğraşırdı. Kendisinden yedi hadîs rivayet edilmiştir. Üçü Bu-hârî'de vardır. Tâbiîler'in yedi meşhur Medîne fakîhlerinden birisi Saîd ibnu'l-Müseyyeb, bu tercüme sahibinin oğludur ve babasının râvîsidir. Saîd ibnu'l-Müseyyeb, hıfz selâmeti, beyân doğruluğu yönüyle hadîs ehlinin göz nu­rudur. Mürsel olarak rivayet ettiği hadîslerin mürsellerin en sahîhleri olduğun­da icmâ' vardır (Hulâsa ve Aynî'den naklen Tecrîd Ter., IV, 665 rakamlı hadîsin haşiyesi).

[215] Enes'in bu hadîsi Cenazeler Kitâbı'nda geçen hadîsten bir parçadır. İbrâhîm'e, Ebû Seyf adında bir demircinin evinde karısı Ümmü Burde tarafından süt ana­lığı yapılıyordu.., Peygamber çocuğu ziyaret ettiği zaman kucaklayıp öpmüş­tür.

[216] İbrâhîm'in sekizinci hicret yılının zu'1-hicce ayında doğduğunda târîhçİlerin it­tifakı vardır. Fakat vefatı târihi hakkında haberler değişiktir. Vâkîdî: "Onun­cu hicret yılı rebîu'l-evvelinin onuncu günü olduğu kesindir" demiştir. Ebû Davud'un Sünen 'inde Peygamber (S) ile aralarında yetmiş gün olduğu rivayet edilmiştir. Bâzıları onaltı ay sekiz gün; bâzıları onyedi ay; diğer bâzıları ise bir sene on ay altı gün yaşamış olduğunu bildirmişlerdir... (Aynî).

[217] Müslim'in Kitâbu'l-Âdâb'daki Câbir hadîsinde Rasûîullah (S): "Benim ismim­le isimleyiniz- Fakat künyemle künyelenmeyiniz. Çünkü Ebû'l-Kaasım olan, be­nimdir ki, (aranızda ilim ve sâireyi) ben taksim ediyorum" buyurdu, şeklinde­dir {Müslim Ter., VI, 393).

Kaasım ismi lügatte "Taksîm edici" ma'nâsına bir fail isimdir. Bu Kaasım kelimesi, Peygamber'in hem künyesi, hem sıfatı, hem vazîfesini ifâde eden bir sözdür.

[218] Şer'an nehyedilmiş olan, Ebû'l-Kaasım Muhammed suretiyle isim ve künyenin bir şahısta toplanmasıdir. Nitekim bunu açıkça bildiren rivayetler de vardır. Bu nehy, Peygamber'in hayâtında yürürlükte olap sonrasına şâmil değildir diyen­ler vardır ve tatbîkaatte böyfe olmuştur. Son hükmün ru'yâ ile ilgisi, Peygam-ber'i ru'yâda görmemiş kimsenin gördüm demesinin, kendisini bu tehdîde gir­direceğini anlatması yönündendir.

[219] Bunun uzunca bir rivayeti Namaz Kitabı, "Eğilirken Allâhu Ekber demek bâbı"nda geçmişti. Peygamber'in bu isimli sahâbînin ismini de söyleyerek duâ etmesi, bu ismin kullanılmasının câizliğine delâlet etmektedir.

[220] Bu Et'ime'de geçen hadîsin bir parçasıdır.

Bir şahsı çağırırken isminden bir harfi eksik söylemeye, edebiyatta "Ter­kîm ", yâni "Budama" denir. Bu hadîslerde Peygamber'in de bu terhîmi yaptı­ğı sabit oluyor

[221] Bunun küçük çocuğa ve henüz çocuğu doğmayan kimseye künye vermenin caiz olduğuna delâleti açıktır. Bunun bâzı rivayetleri Namaz Kitâbı'nda ve daha başka yerlerde geçmişti.

[222] Bunun bir rivayeti Alî'nin menkabeleri bâbı'nda geçmişti.

[223] Meliku'l-Emlâk: Memleketlerin, kıt'aların sahibi, hükümdarı demektir. Meliku'l-Mülûk ise, bütün hükümdarların hükümdarı ma'nâsmadır. Nitekim Sufyân ibn Uyeyne birçoklarının bunu Farsça'ya "Şâhânşâh" diye tercüme ve tefsir ettik­lerini bildirmiştir.

Hiç şübhe yok ki, bu azametli unvanlar yalnız Allah'a mahsûstur. İnsanla­rın bu sıfatlarla sıfatlanmaları doğru değildir. Bunca acizliklerine rağmen Al­lah'a âid olan bu sıfatlan kullanan kimselerin Allah dîvânında en çirkin, en alçak, en nefretli kimseler olacağı bu hadîslerde Peygamber tarafından haber ve­rilmiş ve bundan da o azametli sıfatları kullanmanın kullar için haram olduğu hükmü alınmıştır.

Bu hadîsleri Müslim de Kitâbu'l-Âdâb'da getirmiştir. Müslim Ter., VI, 402-"2143".

[224] Bu, Nikâh Kitâbı'nm sonlarında "Kişinin kendi kızını savunması bâbı"nda geç­mişti. Baş tarafı şöyledir: Mısver ibn Mahrame: Ben minber üzerinde iken Pey-gamber(S)'den işittim: "Hişâm ibnu'l-Mugîre oğulları, kızlarım Alî ibn Ebî Tâ-lib 'e nikâh etmeleri hususunda benden izin istediler. Ben buna izin vermem. Sonra yine izin vermem, sonra yine izin vermem..." buyuruyordu, demiştir. Peygam­ber bu hitabesinde müşrik olan Ebü Tâlib'i, yokluğunda künyesiyle zikretmiş­tir, Ebû Tâlib'in ismi Abd Menâf idi (Aynî ve Kastallânî).

[225] Başlığa uygunluğu "Ebû Hubâb" sözündedir. Çünkü bu, Abdullah ibn Ubeyy'in künyesidir. Bu aynı zamanda şeytânın ismi olup "Yılan" ma'nâsına ve daha başka ma'nâlara da kullanılır...

Abdullah ibn Ubeyy'in ve onun başkanlık ettiği zümrenin müslümân ol­maları zahirî idi. Hakikatte kinlerini ve düşmanlıklarını gönüllerinde gizlemiş­ler ve her vesile ile fesâd çıkarmışlardır. "Münafık" adiyle anılan bu zümrenin çirkin hâlleri ve işleri, Kur'ân'ın birçok yerinde ve hadîslerde ortaya konulmuştur.

Bu hadîsin az farklı bir rivayeti, Âlu İmrân Sûresi, 173. âyetinde de geç­mişti.

[226] Başlığa uygunluğu "Ebû Tâlib" sözündedir. Çünkü bu Abd Menâfin künyesi­dir, o da Peygamber'in babası Abdullah'ın kardeşidir. Bunun bir rivayeti "Ebû Tâlib'in zikri bâbı"nda geçmişti.

[227] Bu ta'rîzli sözlerle insan yalan söylemek zaruretinden kurtulur ma'r.âsınadır. Bu başlığı Taberî, Umer ibnu'l-Hattâb'a varan bir senedle zikretmiştir ki, o: "Ta'rîzlerde muhakkak yalandan bir kurtuluş vardır" demiştir. Bunu İbn Adiyy de Katâde yolundan rivayet etmiştir (Aynî).

en-Nedha ve el-Mendûha, bolluk ve genişlik ma'nâsınadır. Şârİh der ki: İm­rân ibnu'l-Husayn hadîsi bundandır: "Inne fî'I-maârîdı le-mendûhaten ani'l-kezibi", yânî "Bir sözü tevriye ve kinaye yoluyla söylemekte kizbden halâs ve berâet vardır ki, kizbden sayılmaz. Murad: Yalan söyleyeceğine, kinaye ve tev­riye ve bilmece söyle, demektir {Kaamûs Ter., I, 986).

[228] Bu gibi sözler hakikatte yalan sayılmazlar; bunlar yalandan kaçıştır. Enes'in bu hadîsi Cenazeler Kitâbı'nda uzunca bir metinle geçmişti.

[229] Bu hadîslerin birer rivayeti yakında geçmişti. Peygamber bu hadîslerinde "'Kavarîr" yânî "Camlar" sözüyle kadınları kasdedip ta'rîz eylemiştir. Bu iki ma'nâya gelebilir: Kadınlar cam gibi nâzik bedenli oldukları için hızlı hareket­ten rahatsız olabilirler yâhud kadınlar zayıf gönüllü oldukları için Enceşe'nin güzel sesinden etkilenip, onun te'sîriyle cam gibi ince gönülleri kırılır, rahatsız olabilir, fitneye düşebilirler...

[230] Bunun bir rivayeti Cihâd'da daha geniş olarak geçmişti.

[231] Buhârî bunu Tahâret'te senedi Peygamber'e ulaştırılmış olarak getirmişti. Da­ha sonraki kitâblarda da birçok kerreler getirmiştir.

[232] Başlığa uygunluğu "Onlar hiçbirşey değildir" sözündedir. Yânî onların gayb ilminden haber verdiklerini iddia ettikleri şeyler, i'tibâra alınacak sahih birşey değildir.

Bunun bir rivayeti Tıbb Kitâbı'nda "Kâhinlik bâbı"nda geçmişti.

[233] Bu, Peygamber'in vefatı hakkında geçen hadîsin bir parçasıdır. Başlıktaki âyetler semâya bakıp inceleme, araştırma yapmayı teşvik ve delâlet eden en açık delil­lerdir.

[234] Câbir'in hadîsi Sahîh'm başında "Vahy bâbi"nda geçmişti. İbn Abbâs'm tey­zesi Meymûne'nin evinde kalıp gece geçirmesi ve Peygamber'in hareketlerini ta'-kîb edip.öğrenmesi hadîsi, Abdest Alma Kitabı, Namaz Kitâbi'nm sonlarındaki "Teheccüd babı" gibi daha birçok yerlerde getirilmiştir.

[235] Hadîsin başlığa uygunluğu "Elindeki deynekle su ve çamur arasına vurarak düşünüyordu" sözlerinde olduğu açıktır. Peygamber'in Usmân hakkında söy­lediği belâlar, onun şehîd edilmesi faciası ile gerçekleşmiştir ki, bu, Peygamber­lik alâmetlerinden olan bir bilgidir. Bunun bir rivayeti Menkabeler'de daha uzun bir metinle geçmişti.

Usmân'ın burada söylediği ta'bîr, Yûsuf: 18 ile el-Enbiyâ: 112. âyetlerinde geçmektedir.

[236] Bununla dünyâ ehlinden saîd ve şakinin tanınmasının imkânına delîl getirilmiş­tir. Çünkü amel, ceza üzerine bir alâmettir ve işin zahiriyle hükmolunur. İşin bâtını İse Yüce Allah'a âiddir (Kastallânî).

Bununla dünyâ ehlinden saîd ve şakinin tanınmasının imkânına delîl geti­rilmiştir. Çünkü amel, ceza üzerine bir alâmettir ve işin zahiriyle hükmolunur. İşin bâtını ise Yüce Allah'a âiddir (Kastallânî).

Bunun daha bütün ve tafsîlli bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda geçmiş ve orada bâzı açıklamalar verilmiştir.

[237] Bunun bâzı rivayetleri İlim, Gece Namazı, Libâs ve Nübüvvet Alâmetleri bö­lümlerinde geçmişti.

[238] Bu da İlim Kitâbı'nda geçen uzun hadîsten bir parçadır

[239] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun da bâzı rivayetleri İ'tİkâf ta, tblîs'in sıfatı'nda ve Beşte bir'de geçmişti.

[240] Bu nehiyden maksad, böyle parmaklarla ve sapanla atılan taşların müslümânIara isabet ederek gözlerini çıkarma, dişlerini kırma nev'inden meydana getire­ceği ezayı önlemektir. Bunun birer rivayeti el-Feth Sûresi tefsirinde, keza Sayd ve Zebâıh Kitâbi'nda da geçmişti.

[241] eş-Şemâtu ve'ş-Şemâtetu, sinlerin fethiyle düşmanın keder ve musîbetiyle hur-rem ve mesrur olmak ma'nâsmadır. el-Işmât: Bir kimseyi düşmanının gam ve musibeti sebebiyle mesrur kılmak ma'nâsmadır. "Eşmetehu'llâhu bihi" deni­lir ki, "Allah onu düşmanının beliyyesiyle sevinçli kılsın" demektir.

et-Teşmît de onun mürâdifidir ki, aksıran adama "Yerhamuke'llâhu" di­ye duâ eylemektir... Sarihin beyânına göre binası izâle içindir; "Allah seni şe-mâtetten uzak kılsın" sebkindedir... (Kaamûs Ter.).

Bu hadîs, "Yerhamuke'llâhu"duasının, aksırıp da "el-Hamdu Hilafı" di­yen mü'minin bu hanıdine karşılık olarak söyleneceğini öğretmektedir. Bu mer­hamet duasını da o kimsenin "Yefıdînâ veyehdîkumu'llâhu (= Allah bize ve size hidâyet eylesin)" duâsiyle karışlaması güzel olur.

[242] Bununla maksad ya bundan sonraki bâbda gelecek olan Ebû Hureyre hadîsi­dir, yâhud da bâbda zikredilen "Aksırmayı işiten her mü'min üzerine ona duâ etmesi bir haktır" hadîsidir. Demek ki bu yolda duâ ve teennî ile mukaabele etmek, mü'minin mü'min üzerinde bir hakkı olmaktadır.

[243] Buhârî bu hadîsi küçük farklılıklarla ve bâzı maddeleri öne geçirilmiş veya geri­ye bırakılmış olarak Sahîh'mm birçok yerinde getirmiştir: Hadîs Cenazeler, Me­zâlim, Libâs, Tıbb, Nİkâh'ta geçmişti. İnşâallah Nuzûr'da da gelecektir.

[244] Aksırıp hapşırma nezle gibi bir rahatsızlıktan da olabildiğinden, parantez içeri­sine "Sağlık ve hafifleme sebebi olan" diye bir kayıd konuldu. Beden hafifliği ve seddlerin açılmasına sebeb olan hapşırma, tâat ve hayır fiilleri için neşât ve çeviklik gerektirir. Aksıranın bu sağlık ve hafifleme ni'metine karşı Allah'a ham-detmesi müstehâb olur. Onun için Allah hapşırmayı ve hamdedilmesinİ sever.

Esneme ise bedenin dolması, çok yemek yenilmesi ve yemekte çok şeyler karıştırılması gibi sebeblerden olur. Bu da tenbelliğe, ibâdetten ve makbul fiil­lerden oturup kalmaya götürür. Allah bu hâlleri de sevmez. Burada zikredilen mahabbet ve kerahet, bunların sebebi olan şeylere döndürülür.

Esnemenin şeytândan olması, şeytânın esneme sebeblerini sevmesindendir.

Esneme hâlini gidermeye çalışmak, sebeblerini gidermeye çalışmakla veya elini ağzı üzerine koymak, dudaklarını kapatmak süretleriyle olur (Kastallânî).

[245] işte bunlar îslâm medeniyetinin insanlığa öğrettiği ebediyyen eskimeyecek en yüksek medeniyet ve muaşeret âdabı düstûrlarındandir.

[246] Bu hadîs, aksıranı duâ ile karşılamanın, ancak aksırma ni'metini ihsan eden Al­lah'a hamdetmesi şartına bağlı olduğuna delâlet etmektedir.

[247] Bu hadîsin Bed'u'l-Halk'ta geçen rivayetinde ve buradaki 246 rakamlı hadîste "Biriniz esneyip de 'Hâ' dediği (ağzını açıp ayırdığı) zaman, şeytân onun bu gafletinden güler" ziyâdesi vardır.