60- KİTÂBU'L-ENBİYÂ.. 3

1- Âdem (Allah'ın Şala Vatları Üzerine Olsun) İle Zürriyetinin Yaratılmaları Bâbı 3

2- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 3

3- Bab: 7

4- Azız Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli Babı   : 7

5- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 8

6- Bâb: 10

7- İdrîs Aleyhi's-Selâm'ın Zikri Babı; 10

8- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı 12

9- Azız Ve Celıl Olan Allah'ın Şu Kavli Babı: 13

10- Ye'cûc Ve Me'cûc Kıssası İle Yüce Allah'ın Şu: "Onlar dediler ki: Yâ Ze'l-Karneyn, hakikat Ye'cûc ve Me'cûc (bu) yerde fesâd çıkaran(kabîle)lardır. Bizimle onların arasına bir sedd yapman üzerine sana bir vergi verelim mi?... " (ei-Kehf: 94) Kavli Babı 14

11- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 16

12- Bâb:   "Yeziffûne" (Es-Sâffât: 94) "Yürüyüşte Sür'at Eylemek'tir 19

13- Bâb: Azız Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli: 25

14- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı : 25

15- İbrahim'in Oğlu İshâk'ın Kıssası Babı 26

17- Bâb: 26

18- Bab: 27

19- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 27

20- Bab: 28

21- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 29

22- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 31

23- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 31

24- Bâb: 32

25- Aziz Ve Celîl Allah'ın Şu Kavli Babı: 32

26- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 33

27- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 34

28- Seylden Olan Tûfân Babı 34

29- Hızır'la Mûsâ Aleyhima's-Selâm Hadîsi Babı 35

30- BAB 37

31- Bâb: 38

32- Bâb: 38

33- Bâb: Musa'nın Vefatı Ve Vefatından Sonrasının Zikri 39

34- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 39

35- Bâb: 40

36-'Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 40

37- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 41

38- Bâb: 42

39- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 43

40- Bâb: 44

41- Bâb: 44

42- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 45

43- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 46

44- Bâb: 47

45- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 47

46- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 48

47- Bâb: 49

48- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 49

49- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 50

50- Bâb: 51

51- Meryem Oğlu Îsâ Aleyhima's-Selâm'ın İnmesi Babı 53

52- İsrâîl Oğulları'ndan Zîkrolunagelen (İbretli Ve İnsanı Hayrete Düşüren) Hadîsler Babı 54

53- İsrâîl Oğullarfnda Derisi Hasta Kimse İle Körün Ve Kelin Hadîsi 56

54- Bâb: 57

55- Hadîsirl-Gâr(-Mağara Hadîsi) 58

56- Bâb. 59


Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle

 

60- KİTÂBU'L-ENBİYÂ

(Aleyhimu's-salâtu ve's-selâm)

(Peygamberlerin Haberleri Kitabı) [1]

 

1- Âdem (Allah'ın Şala Vatları Üzerine Olsun) İle Zürriyetinin Yaratılmaları Bâbı [2]

 

"Salsâl"; kum ile karıştırılmış kuru çamurdur; fanusun ses çıkarışı gibi ses çıkarır. "Muntinun" denilir; bununla "Salle" (yânı ses verdi) demek isterler. (Fiilin başı katlandı da "Salsâl" oldu.) Nitekim kapıyı kapatma sırasında "Sarra'1-bâbu ve sarsara" derler ki, "Pek şiddetle haykırdı ve pek gürültü çıkardı" demektir. Bu "Kebkebtuhû" gibidir ki, aslı "Kebebtuhû" {-  Onu çukur yere attım)" idi demek istiyor. "Fe merret bihî": Gebelik Havva'da devam etti

ve Havva gebeliği tamamladı. "En lâ tescilde": "En tescude (=  Secde etmek)" demektir (yânî buradaki "Lâ" zâiddir).

 

2- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Hani Rabb'in meleklere; Muhakkak ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım, demişti. Melekler de: Biz seni hamdinle tesbîh ve seni takdis edip dururken orada bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın? demişlerdi. Allah da: Sizin bilmeyeceğinizi herhalde ben bilirim, demişti" (ei-Bakara: 30).

İbn Abbâs: "Lemmâ aleyhâ hâfızun", "İllâaleyhâ hâfızun"dur (et-jânk: 4); yânî "Lemmâ", "İllâ"  ma'nâsınadır. tıFt kebedin" (ei Beied: 4): "Şiddetli bir yaratış içinde"; "Ve riyaşen" (ei-ATâf: 25), "Mal"dır, dedi.

Diğerleri:

"er-Riyâşu ve'r-Rîşu" bir şeydir, o da elbise nev'inden zahir olan herşeydir, dediler. "Mâ tumnûne" (ei-Vâkıa: 58), kadınların rahîmlerîndeki nutfedir. Mucâhid dedi ki: "İnnehu ala rac'ıhi le-kaadirun" (et Tank: s), "O erkeklik organı içindeki nutfe"dir;

"Herşeyden de iki çift yarattık inceden inceye düşütlesiniz diye" (ez-zânyât: 49) ve benzerlerinde: yarattığı herşey çifttir, semâ çifttir (yânı mııkaabili olan şey ona nisbetle çifttir. Semâ - Arz; kara - deniz; cinnins gibi). "el-Vitnt" ise Azîz ve Celîl olan Allah'tır.

"Ft ahseni takvim" (et-Tîn: 4), "En güzel yaratılışta";

"Esfele sâfilîn illâ men âmene", "Husrin", "DalâhV'dir.Sonra "îllâ men âmene"d\ye istisna etti [3].

"Lâzibun" (es-Sâfîât: in, "Lâzimun"; "Nunşiakum" (ei- vâkıa: 6i) "Dileyeceğimiz herhangi bir yaratışta"; "Nusebbihu bi-hamdike" (ei Bakara. 30), "Biz seni ta'zîm ediyoruz" (yânı seni her noksandan uzak kılmak ve

Subhânallâhi ve bi-hamdihî demek suretiyle). Ve Ebû'l-Aliye: "Derken Âdem, Rabblnden kelimeler

belleyip aldı"  (ei Bakara: 37) kavlindeki bu kelimeler; "Rabbena zalemnâ enfusenâ ve inlem tağfirlenâ ve terhamnâ le-nekûnenne minel-hâsirîn" (ei- A'râf: 23) duâsıdır. "Fe-ezellehuma", yânı şeytân Adem

ile Havva'yı günâha çağırdı.^ "Lem yetesenneh" (ei- Bakara: 259), "Değişmemiş", "Âsin", "Değişici"; "el- Mesnûn", "Değişen"; "Hamâin", "Hame'tin"in cem'idir ki, o da "Değişken çamur"dur. "Yahsifânı aleyhimâ

min varakı'l-cenne" (ei-Arâf: 21; Tâhâ: 120, "Yama almak"tır, "Onlar yaprakları birleştiriyor ve birbiri

üzerine yamıyorlardı." iiSevâtuhumâ'\d-Bakara: 20), ferclerinden kinayedir, "Metâun ilâ hînın" (ei-Arâf: 24), "Buradan kıyamet gününe kadar" demektir. Arablar indinde "Hîn", bir saatten adedi sayılamayana kadardır. ''Kabîluhu" (cıa'ım. 27), "Onlardan olan sınıf ve taife" demektir.

 

1-.......Bize Abdurrazzâk, Ma'mer ibn Râşid'den; o da Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Pey­gamber (S) şöyle buyurmuştur:

"Allah, Âdem'i yarattı. Boyunun uzunluğu altmış zira' idi. (Ya­ratılması tamamlandıktan)sonra Allah, Âdem'e:

— Haydi, meleklerden şunların yanlarına git de onlara selâm ver! Ve onların senin selâmım nasıl karşıladıklarını iyi dinle, işit. Çünkü bu, hem senin, hem de senden sonra zürriyetinin selâmlaşmasıdır, buyurdu.

Bunun üzerine Âdem, meleklere:

  Es-selâmu aleykum{-Selâm üzerinize olsun), dedi. Onlar da:

— es-Selâmu aleyke ve rahmetu'llâhi( = Esenlik ve Allah'ın rah­meti üzerine olsun), diye karşıladılar.

Ve selâmlarına "Ve rahmetu'ilâhi" kısmını ziyâde ettiler (ki, bu selamlaşmanın ilk meşrû'iyyeti ve bu sözle söylenişidir).

Âdem, beşerin büyük atası olduğu için, cennete her giren kişi Âdem 'in bu güzel suretinde girecektir. Âdem 'in (sonra gelen) torun­ları, onun güzelliğinden ve uzunluğundan eksilmeye devam eder. Ni­hayet (bu eksiliş) şimdi (bu ümmette) sona erdi" [4].

 

2-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle bu­yurdu: "Cennete ilk girecek olan zümre, yüzleri ayın ondördüncü ge-cesindeki parlak sureti üzere girerler. Sonra bunların arkasından girecek olanlar da gökte en parlak ışık neşreden yıldızın parlaklığı üzeredirler. Cennetlikler orada işemezler, dışkı çıkarmazlar, tükür-mezler, sümkürmezler. Onların cennetteki tarakları altın, terleri misk, buhurdanlıklarının yakacığı el-Uluvvetu ve el-Uncâcu denilen güzel kokulu çubuktur. Onların zevceleri el-Hûru 'l-Iyn denilen iri ve şahin gözlü dilberlerdir. Onlar bir tek adamın hilkati, babaları Âdem'in yük­seklikte altmış zira' olan sureti üzeredirler"[5].

 

3-.......Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o daÜmmü Seleme'den tahdîs etti ki, Ümmü Suleym (R):

— Yâ Rasûlallah, şübhesiz Allah haktan (yânî hakkı beyân et­mekten) haya etmez. Bir kadın ihtilâm olduğu zaman gusl etmesi vâ-cib olur mu? diye sormuş.

Rasûlullah:

  "Kadın suyu (yânî uyandığında ıslaklığı) gördüğü zaman, evet" buyurmuş.

Orada bulunan Ümmü Seleme gülmüş ve:

— Kadın da ihtilâm olur mu? demiş. Bunun üzerine Rasûlullah (S):

  (Bu olmasa) çocuğu kendisine ne ile ve nasıl benzeyebilir?" buyurmuştur [6]

 

4-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'ın Medi­ne'ye gelmesi haberi Abdullah ibn Selâm'a ulaştı. Abdullah hemen Rasûlullah'a geldi ve:

— Ben sana üç şey soracağım ki, bunların cevâblannı peygam­berden başkası bilmez, dedi: a. Kıyamet alâmetlerinin ilki nedir? b. Cennet ahâlîsinin cennette yiyecekleri ilk yemek nedir? c. Çocuk hangi şeyden dolayı babasına benzer ve hangi sebeble anasının soyuna çe­ker? diye sordu.

Rasûlullah (S):

  "Bu mes'eleleh biraz önce Cibril bana haber vermişti" buyur­du.                             '                                "

Enes dedi ki: Bunun üzerine Abdullah:

  Bu Cibrîl, melekler arasında Yahûdî düşmanıdır, dedi.    .

Rasûlullah, soruların cevâblarına başlayarak?" a. Kıyamet alâ­metlerinin birincisi bir ateştir ki, o insanları doğu tarafından batı ta­rafına sürecektir, b. Cennet ahâlîsinin yiyeceği ilk yemek balık ciğerinin (sarkmış olan) fazlasıdır, c. Çocuğun (baba ve ana soylarına) benze­mesine gelince, erkek, kadına cinsî münâsebette bulunduğu sırada er­keğin suyu kadınınkinin önüne geçerse çocuk babaya benzer. Kadının suyu erkeğinkinin önüne geçerse, çocuk anaya benzer" buyurdu.

Bu cevâblar üzerine Abdullah ibn Selâm:

— Ben şehâdet ediyorum ki, Sen muhakkak Allah'ın Rasûlü'-sün, dedi.

Bundan sonra İbnu Selâm (devamla):

— Yâ Rasûlallah! Yahudiler insanı hayrete bırakacak surette ya­lan söyleyen, asılsız isnâd ve iftiralarda bulunan haksız bir millettir. Eğer Sen beni onlardan sormazdan önce benim müslümân olduğumu duyup öğrenirlerse, muhakkak onlar Senin yanında bana (akla gel­medik) iftiralarda bulunurlar (Onun için evvelâ Sen beni onlardan sor), dedi.

Bunun akabinde Rasûlullah'ın huzuruna bir Yahûdî zümresi gel­di. Abdullah da evde bir yere girip çekiliverdi. Şimdi Rasûlullah, Ya-hûdîler'e:

  "Abdullah ibn Selâm sizin içinizde hangi derecededir, nasıl adamdır?" diye sordu.

Yahudiler:

— O bizim en âlimimizdir ve en âlimimizin oğludur. Ve yine Ab­dullah bizim en hayırlımızdır ve en hayırlı bir sımamızın oğludur! dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Abdullah müslümân olduysa ne dersiniz (Siz de müslümân olur musunuz)?" diye sordu.

Yahudiler:

  Böyle şeyden Allah onu korusun! diye karşıladılar. Bunun üzerine Abdullah, Yahûdîler'e karşı çıktı ve:

— Eşhedu enlâ ilahe itte'ilah ve eşhedu enne Muhammeden ra-sûlu llah( = Şübhesiz bilirim bildiririm Tanrı'dan başka yoktur tapa­cak, yine bilirim bildiririm Tanrı'nin elçisidir Muhammed), dedi.

Bu defa da Yahûdîler:

  O bizim şerrlimizdir, şerlimizin oğludur! demeye başladılar ve İbn Selâm(ın nâmûsu, nesebi ve şerefi) hakkında türlü iftiralarda bulundular [7].

 

5-.......Bize Ma'mer ibn Râşid, Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den; o da Peygamber(S)'den bu tarzda haber verdi; yânî: "Eğer İsrail oğulları olmayaydı et kokmazdı, Havva (ana­mız) olmayaydı kadın cinsi, zevcine hıyanet edip aldatmazdt" buyur­duğunu rivayet etti [8].

 

6-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle bu­yurdu: "Size kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet edip dilerim. Çünkü kadın eğe kemiğinden yaratılmıştır. Bu kemikte en eğri şey (yânî kısım) üst tarafıdır. Eğer sen eğri kemiği doğrultmaya savaşır­san onu kırarsın. Onu kendi hâlinde bırakırsan dâima eğri kalır (öy­le kullanırsın). Onun için size kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet ederim" [9].

 

7-.......Bize Abdullah ibnu Mes'ûd (R) tahdîs edip şöyle demiş­tir: Bize Rasûlullah (S) tahdîs etti -ki, o kendi doğru söyler; kendisi­ne de doğru söylenir-: "Sizin herbirinizin yaratılışı (başlangıçta ana baba maddeleri) kırk gün ananın karnında toplanır. Sonra o madde­ler o kadar zaman (yânî kırk gün) içinde katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde mudğa, yânî bir çiğnem ete dönüşür. Sonra Allah ona dört kelime ile bir melek gönderir de, onun ameli, eceli, rızkı, şakı ve saîd olduğu yazılır. Sonra ona ruh üflenir (cenîn canlanır). İmdi sizden bir kişi (bu fıtratı gereği dünyâda) ce­hennem ehlinin işini işler de, hattâ kendisiyle cehennem arasında yal­nız bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (meleğin ana karnında yazdığı) yazı onun önüne geçer. Bu defa o kişi cennet ehlinin işini işler de cen­nete girer. Ve yine kişi cennet ehlinin işini işler, hattâ kendisiyle cen­net arasında bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (meleğin yazdığı) yazı onun önüne geçer de artık cehennem ehlinin işini işler ve cehenneme girer" [10].

 

8-....... Bize Hammâd ibn Zeyd, Ubeydullah ibn Ebî Bekr ibn Enes'ten; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Şübhesiz ki, Allah rahimde bir melek tevkil et­miştir. Melek: Ey Rabb'im! Bir nutfedir. Ey Rabb 'im! Bir kan pıhtı-sıdır. Ey Rabb'im! Bir çiğnem ettir, der. Allah onu yaratmak (yânî suret vermek) istediğinde, melek: Ey Rabb'im! Erkek midir yâhud dişi midir? Bedbaht mıdır yâhud mes'ûd ve bahtiyar mıdır? Rızk ne­dir? Ecel nedir? sorularını sorar. Bunlar o anasının karnında iken böy­lece yazılır" [11].

 

9-.......Bize Şu'be, Ebû İmrân el-Cevnî'den; o da Enes'ten tahdîs etti. Enes bu hadîsi Rasûlullah'a yükseltiyor, yânî O'nım şöyle buyurduğunu söylüyordu:

"Allah (kıyamet gününde) cehennemliklerin azâbca en hafifi olan birine:

  Yeryüzünde mal olarak ne varsa hepsi senin olsa, şu azâbdan kurtulmak için onu feda eder mi idin? diye soracaktır.

O da:

  Evet feda ederdim yâ Rabbi, diyecek. Bunun üzerine Allah:

— Fakat sen Âdem atanın sulbünde iken ben senden (şimdi göze aldığın fedâkârlıktan) daha ehven birşey istemiştim ki, bana ortak koşmaman ve nankörlük etmemendi. Fakat sen (dünyâya gelince tev-hîdden) çekinip, müşrikliğe yapıştın! diyecektir" [12].

 

10-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Hiçbir nefis zulm ile öldürülmez ki, ille onun ka­nından (yânî kanının günâhından) birinci Âdem (atanın) oğluna bir pay ayrılır. Çünkü o, öldürme âdetini koyanların birincisidir" [13].

 

3- Bab:

 

'Ruhlar (sınıf sınıf) toplanmış cemâatlerdir1

 

11- Buhârî dedi ki: Ve bize el-Leys ibn Sa'd, Yahya ibn Saîd'-den; o da Amre bintu Abdirrahmân'dan söyledi ki, Âişe (R) şöyle de­miştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordıı: 'Ruhlar (sı­nıf sınıf, zümre zümre) toplanmış cemâatlerdir. Bundan ötürü içlerin­den birbirleriyle tanışanlar, sevişip anlaşmışlardır. Aralarında birbir­leriyle birleşemeyen (yâhud zıdlaşanlar) ise -dünyâda- ihtilâfa düşmüşler, anlaşamamışlardır" [14].

Ve Yahya ibn Eyyûb şöyle dedi: Bana Yahya ibn Saîd el-Ensârî yukarıda geçen bu hadîsi tahdîs etti [15].

 

4- Azız Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli Babı   [16]:

 

"And olsun Nuh'u kavmine peygamber gönderdik de: Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka hiçbir tanrınız yoktur. Ben büyük bir günün üstünüze (gelecek) azabından cidden korkuyorum, dedi.

Kavminden ileri gelenler de şöyle dedi: Biz seni hiç şübhesiz apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz. (Bunun üzerine Nuh) dedi ki: Ey kavmim, bende hiçbir sapıklık yoktur. Fakat ben kâinatın Rabblnden (gönderilmiş) bir

peygamberim. Size Rabb 'imin vahyettiklerini tebliğ ediyorum, sizin iyiliğinizi istiyorum. Size o korkunç akıbeti haber vermek içiny korunmanız için ve belki (o sayede) rahmete kavuşturulmanız için kendinizden bir adam (vâsıtasıyle) Rabb 'inizden size bir ihtar geldi diye taaccüb mü ettiniz? Bunun üzerine onu yalanladılar. Biz de kendisini ve beraberinde gemide bulunanları selâmete erdirdik, âyetlerimizi yalan sayanları (tûfân ile) boğduk.

Çünkü onlar (kalb gözleri) kör olan bir kavim idiler" (el-A'râf: 59-64).

İbn Abbâs dedi ki: "Bâdiye'r-re'y" (Hûd: 27), düşünmeksizin bize ilk anda zahir olan; "Aklı'ı" (Hûd: 44), "Ey semâ, suyunu tut"; "Vefâre't-tennûr" (Hûd: 40), fırın kaynadığı zaman, yânî tencerenin kaynadığı gibi su yükselip fışkırdığı zaman demektir. İkrirne de: "et-Tennûr", yeryüzüdür, dedi. Mucâhid:

"el-Cûdî" (Hûd: 44), Cezîre'de, yânî Dicle ile Fırat arasında bir dağdır; "öe'öw«" (el-Mu'min^îi), "Hâl" gibidir, demiştir [17].

 

 

5- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: [18]

 

"Hakikat biz Nuh'u kavmine, kendilerine elem verici bir azâb gelmezden evvel kavmini korkut diye gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim, muhakkak ki, ben sizi (başınıza gelecek azâbdan) apaçık korkutan bir peygamberim. Allah'a kulluk edin. O'ndan korkun. Bana da itaat edin dîye (gönderildim). Tâ ki Allah sizin günâhlarınızdan bir kısmını mağfiret etsin, sizi mukadder bir müddete kadar geciktirsin. Şübhe yok ki, Allah'ın ta'yîn ettiği müddet gelince geri bırakılmaz.

Eğer bilseydiniz. Dedi; Ey Rabb 'im, ben kavmimi hakîkaten gece gündüz da'vet ettim. Fakat benim da'vetim, kaçmalarından başka (birşey) artırmadı.

Hakikat ben, senin kendilerini mağfiret etmen için, onları ne zaman da'vet ettimse, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine hüründüler, ayak dirediler, büyüklük tasladılar da tasladılar. Sonra ben onları hakîkaten en yüksek ses(im)le çağırdım. Sonra da onları hem ilân ederek da'vet ettim, hem kendilerine gizli gizli söyledim. Artık dedim, Rabb'inizden mağfiret dileyin. Çünkü O çok yarlığayıcıdır. (O sayede) O, üstünüze bol yağmur salıverir. Sizin mallarınızı, oğullarınızı da çoğaltır; size bağlar, bostanlar verir; size ırmaklar akıtır. Ne oluyor size ki, Allah'ın sizi bir vakaar (ve şeref sahibi yapmasını) emel edinmezsiniz?

Hâlbuki O, sizi hakikat türlü türlü tavırlar(hâller)la yaratmıştır. Görmediniz mi, Allah yedi göğü birbiriyle âhenkdâr olarak nasıl yaratmış? Onların içinde Ay'ı bir nûr yapmış, Güneş'i de bir kandil (olarak) asmıştır. Allah sizi yerden ot (gibi) bitirdi. Sonra sizi yine onun içine döndürecek, sizi (yeni) bir çıkarışla (tekrar) çıkaracak. Allah yeri sizin için bir döşek yapmıştır, onun geniş yollarında gezip dolaşınız diye. Nûh dedi:

Ey Rabb 'im, hakikat onlar bana isyan ettiler. Mal(lar)ı ve evlâd(lar)ı (kendilerinin) husrân(ın)dan başkasını

artırmayan kimselere uydular. Bunlar da büyük hileler (dolaplar, meVânetler) yaptılar. (Halk tabakasına) Sakın

taptıklarınızı bırakmayın. Hele "Ved"den, "Suvea'"dan, iiYeğûs"tan, "Yeûk"tan ve "Neşreden zinhar vazgeçmeyin, dediler. Hakîkaten onlar birçoklarını baştan çıkardılar. Sen (ey Rabb'im), o zâlimlerin şaşkınlığından başka şeylerini artırma. Bunlar günâhlarından dolayı suda boğuldular. Ardından da

(büyük) bir ateşe atıldılar. O vakit kendileri için

Allah'tan başka yardımcılar da bulmadılar. Nûh şöyle demişti: Ey Rabb 'im, yer(yüzün)de kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse bırakma! Çünkü eğer sen onları bırakırsan, kullarını yoldan çıkarırlar. Kötüden, öz kâfirden başka da evlâd doğurmazlar). Ey Rabb 'im, beni, anamı, babamı, îmân etmiş olarak evime giren kimseleri, (kıyamete kadar gelecek) erkek mü 'minleri ve kadın mü 'minleri Sen yarlığa. Zâlimlerin helakinden başka bir şeyini de artırma" (Nûh: 1-28).

"Onlara Nuh'un kıssasını oku. Hani o, kavmine demişti: Ey kavmim, eğer benim (aranızda) duruşum,

Allah'ın âyetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa (ne diyeyim), ben ancak Allah'a dayanıp güvenmişimdir. Siz

ve ortaklarınız da artık toplanıp ne yapacağınızı kararlaştırın. Bilâhare bu işiniz size hiçbir tasa olmasın.

Sonra hükmünüzü bana icra edin, bana mühlet de vermeyin. Eğer (benim öğütlerimden) yüz çeviriyorsanız

ben sizden (bu hususta zâten) hiçbir mükâfat istemedim.

Benim mükâfatım Allah'tan başkasına âid değildir. Ben (O'nun emrine boyun eğen, O'ndan başkasından hiçbir

ümîd beslemeyen) müslümânlardan olmamla emrolundum. Yine onlar kendisini tekzîb ettiler. Biz de hem onu, hem gemide beraberinde bulunan kimseleri selâmete erdirdik ve bunları (yeryüzünde) halîfeler yaptık. Âyetlerimizi yalan sayanları ise suda boğduk. Bak korkutulanların sonu nice olmuştur" (Yûnus: 71-73).

 

12-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Salim şöyle dedi: Ve İbn Umer (R) de şöyle dedi: Rasûlullah (S) insanlar içinde ayağa kalktı ve Al­lah'ı lâyık olduğu sıfatlarla övdü. Sonra Deccâl'i zikrederek şöyle bu­yurdu: "Ben sizi kat'î surette Deccâl'in şerrinden korkuturum. Peygamberlerden hiçbir peygamber hâriç olmamak üzere, muhakkak kendi kavmini (her yalancı) deccâlden korkutup uyarmıştır. Yeminle söylerim ki, Nûh Peygamber de kavmini ondan korkutup uyarmıştır. Lâkin şimdi ben sizlere, onun, hiçbir peygamberin bilsinler diye kav­mine söylemediği (toplu ve ayırıcı) bir vasfını söylüyorum: Deccâl şa­şıdır (kötü kılavuzdur). Allah ise şaşı değildir (insanları doğru yola irşâd buyurur)" [19].

 

13-.......Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim, şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Dikkat edin! Size Deccâl'e âid bir hadîs ha­ber vereceğim ki, hiçbir peygamber kendi kavmine onu söylememiştir: Onun bir gözü kördür: Şu da muhakkak ki, cennetin ve cehenne­min yalancı misâlleri de onunla beraber gelecektir. Fakat onun cen­net diyeceği şey cehennemin, cehennem diyeceği de cennetin tâ kendi misâlidir. Nûh, onun tehlikesini kavmine haber verip sakındırdığı gi­bi, ben de size o tehlikeyi haber verip uyarıyorum" [20].

 

14-.......Ebû Saîd (R) şöyle demiştir: Rasûhıllah (S) şöyle bu­yurdu: "(Kıyamet gününde) Nûh ve ümmeti gelir. Yüce Allah ona: (Emirlerimi ümmetine) tebliğ ettin mi? buyurur. Nûh: Evet ettim ey Rabb'im, der. Bunun üzerine Allah onun ümmetine: Nûh size tebliğ etti mi? buyurur, Nûh 'un ümmeti de: Hayır, bize hiçbir peygamber gelmedi! derler. Bunun üzerine Allah Nûh 'a: Senin tebliğ ettiğine kim şehâdet eder? buyurur. O da: Muhammed ile ümmeti, der. Sonra Mu-hammed'le ümmeti Nuh'un, ümmetine Allah'ın hükümlerini tebliğ ettiğine şehâdet ederiz, derler. İşte bu beyânım zikri ulu olan Allah'­ın şu kavlidir: Böylece sizi vasat bir ümmet yapmışızdır, insanlara karşı şâhidler olasınız, bu Peygamber de sizin üzerinize tam bir Şâ­ Olsun dîye.." (el-Bakara: 143). "el-Vasat", adaletli demektir [21].

 

15-.......Bize Ebû Hayyân, Ebû Zur'a'dan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Biz bir yemek da'vetinde Peygamber'in beraberinde idik. Peygamber'e bir kol ayrılıp önüne konuldu. Çün­kü Peygamber etin bu kısmını severdi. Peygamber ondan ön dişle­riyle bir lokma kopardı. Ve şöyle buyurdu: "Ben kıyamet gününde bütün insanların seyyidiyim (yânı efendisiyim). Bu neden, bilir misi­niz? (diyerek şöyle devam etti:) Allah kıyamet gününde dünyâda ön­ce ve sonra gelip geçmiş bütün insanları düz ve geniş bir sahada toplayacaktır. Öyle düz ve geniş bir saha ki, orada bakan kişi onla­rın hepsini görecek ve çağına seslenince, sesini bütün mahşer halkı­na işittirecek. Bir de güneş insanlara yaklaşacak. Bu sırada insanların bâzısı:

— İçinde bulunduğunuz, size ulaşan şu gamlı hâli görüyorsunuz! Size Rabb'inize delâlet edecek bir şefaatçi (bulmak çâresine) baksa­nız ya! diyecek.

Bunun üzerine mahşer halkının bâzısı da:

  Babanız Âdem'dir, ona gidin, der. Akabinde ona gelirler ve:

  Yâ Âdem! Sen beşerin babasısın. Allah seni eliyle yarattı ve sana kendi tarafından olan bir ruhtan hayât üfürdü. Meleklere em­retti de onlar da sana secde ettiler. Allah seni cennette yerleştirdi. Sen bizlere Rabb 'in katında şefaat etsen ya! İçinde bulunduğumuz ve bi­ze ulaşan şu acıklı hâli görüyorsun işte! derler.

Âdem de:

— Rabb'im (bu gün) öyle öfkeli oldu ki, bundan önce bunun gibi öfkelenmemiş, bundan sonra da bunun benzeri öfkelenmez. Bu­nunla beraber Rabb'im beni o ağaçtan nehyetmiş iken ben O'na âsî olmuştum. (Şimdi ben kendimi düşünüyorum.) Vay nefsim, nefsim! Siz benden başka bir şefaatçiye gidiniz; Nuh'a gidiniz! der.   

Onlar da Nuh'a varırlar ve:

  Yâ Nûh! Sen yeryüzü ahâlîsine gönderilen rasûllerin birinci-sisin. Allah sana Kur'ân'da "Çokjükreden kul" (ei-Isrâ: 3) adını ver­di. Bizim içinde bulunduğumuz sıkıntılı durumu görüyorsun, bize eri­şen musibeti görmektesin, bizlere Rabb'in katında şefaat etsen ya! derler.

Nûh Peygamber de:

— Rabb'im bu gün öyle öfkelidir ki, ne bundan önce böyle öf­kelenmiş, ne de bundan sonra bunun benzeri öfkelenir. (Ben de nef-

simi düşünüyorum.) Vay nefsim, nefsim!... Siz o şanlı Peygamber Muhammed'e gidiniz, der.

Bunun üzerine insanlar bana gelirler. Ben de hemen Arş'ın al­tında secdeye kapanırım. Sonra bana Allah tarafından:

— Yâ Muhammed, başım kaldır, şefaat et; şefaatin kabul olu­nacak; iste, dileğin sana verilecektir! buyurulur".

Râvî Muhammed ibn Ubeyd: Ben hadîsin kalanını ezberlemiyo­rum, demiştir (Çünkü uzundur ve başkalarının rivayetlerinden bilin­miştir) [22].

 

16-....... el-Esved ibn Yezîd'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan haber verdi ki, Rasûlullah (S) âmmenin okuyuşu gibi "Fehel min müddekir" (d-Kamer Sûresi'nde altı kerre) şeklinde okunmuştur [23].

 

6- Bâb:

 

"Ve îlyâs da şübhe yok ki, gönderilmiş peygamberlerdendi. O vakit kavmine şöyle demişti: Siz (Allah'tan) korkmaz mısınız? O en güzel yar adanı sizin de, evvelki atalarınızın da Rabb'i olan Allah'ı bırakıp da BaTe mi tapıyorsunuz? Fakat bunlar onu tekzîb ettiler. Şübhesiz bunlar da elbette (cehenneme) ihzâren getirilenlerdendir. Allah'ın ihlâsa erdirilmiş kulları (bunlardan) müstesna. Biz ona sonra gelenler içinde (iyi bir nâm) bıraktık. (Bizden) selâm  îlyâs'a. Şübhe yok kiy biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız' Hakikat o, rnü'min kullarımızdandı" (es-sâffât: 123-132).

İbn Mes'ûd ile İbn Abbâs'tan: İlyâs, Idrîs'ten ibarettir, dedikleri zikrolunuyor [24].

 

7- İdrîs Aleyhi's-Selâm'ın Zikri Babı;

 

Ki o, Nuh'un babasının dedesidir. Nuh'un dedesidir de deniliyor. Ve Yüce Allah'ın: "Biz onu pek yüce bir yere yükselttik'' (Meryem: 57) kavli [25].

 

17- Abdan şöyle dedi: Bize Abdullah ibnu'I-Mubârek haber ver­di: Bize Yûnus ibn Yezîd, ez-Zuhrî'den haber verdi.

H Bize Ahmed ibn Sâiih tahdîs etti: Bize Anbese tahdîs etti: Bi­ze Yûnus tahdîs etti ki, İbn Şihâb şöyle demiştir: Enes dedi ki, Ebû Zerr (R) şöyle tahdîs ediyordu: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ben

Mekke'de iken içinde bulunduğum evin tavanı (ansızın) yarıldı. Cib­ril indi. Göğsümü yardıktan sonra içini Zemzem suyu ile yıkadı. Sonra hikmet ve îmân ile dolu altın bir leğen getirip içindekini göğsümün içine boşalttı. Ve göğsümü kapadı. Sonra elimden tutup beni semâya doğru çıkardı. Yere en yakın semâya vardığımızda Cibril, o semânın bekçisine:

— Aç, dedi.

  Kimdir o? dedi. Bu:

  Cibril'dir, dedi.

  Beraberinde kimse var mı? dedi.

  Muhammed benimle beraberdir, dedi:

  Ona (gelsin diye) haber gönderildi mi? dedi.

— Evet gönderildi; aç, dedi.

En yakın semânın üstüne çıkınca bir de gördüm ki, bir kimse (otur­muş), sağ tarafında bir takım karaltılar, sol tarafında da birtakım karaltılar var. O kimse sağ tarafına baktığında gülüyor, sol tarafına baktığında ağlıyor. O zât:

— Merhaba, sâlih peygamber ve sâlih oğul, dedi.

Cibril'e:

  Bu kim? diye sordum.

— Âdem(S)'dir, sağında ve solunda olan bu karaltılar da evlâ­dının ruhlarıdır. Sağında olanları cennet ehli, sol tarafında olan ka-, raltılar da cehennem ehlidir. Sağına baktıkça güler, sol tarafına baktıkça ağlar, dedi.

Sonra Cibril beni tâ ikinci semâya çıkardı. Bekçisine:

—Aç, dedi.

Bekçisi de evvelkinin söylediklerini söyledikten sonra kapıyı açtı".

Enes dedi ki: Ebû Zerr, Rasûlullah'm semâlarda Âdem, İdrîs, Mû-sâ, îsâ, İbrâhîm Peygamberleri bulduğunu söylediyse de, herbirerle-rinin menzillerinin nerelerde olduğunu ayrı ayrı söylemeyip, yalnız Âdem'i en yakın semâda, İbrahim'i altıncı semâda bulmuş olduğu­nu söyledi. __"    Yine Enes dedi ki [26]: Cibril, Rasûlullah ile birlikte İdrîs Peygam-

ber'e uğradıklarında, İdrîs:

  "Merhaba sâlih peygamber ve sâlih kardeş" demiş. (Peygamber demiş ki:)

  "Bu kim? diye sordum.

Cibril:

— Bu İdrîs'tir, dedi.

Sonra Musa'ya uğradım. O da:

— Merhaba sâlih peygamber ve sâlih kardeş! dedi.

  Bu kimdir? diye sordum. Cibril:

  Bu Musa'dır, dedi. Sonra isa'ya uğradım. O da:

  Merhaba sâlih peygamber ve sâlih kardeş, dedi.

— Bu kim? dedim. Cibril:

  Bu isa'dır, dedi.

Sonra İbrahim'e uğradım. O da:

— Merhaba sâlih peygamber ve sâlih oğul, dedi.

  Bu kim? dedim. Cibril: _

— Bu İbrahim'dir, dedi".

Muhammed ibn Şihâb dedi ki [27]: Ve bana İbn Hazm haber ver­di ki, İbn Abbâs ile Ebû Habbe el-Ensârî şöyle diyorlardı: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:

' 'Sonra Cibril, beni yukarıya götüre götüre nihayet kaza ve tak-dır kalemlerinin cızırtılarını duyacak yüksek bir yere çıktım".

Yine İbn Hazm ile Enes ibn Mâlik (R) şöyle demişlerdir: Pey­gamber (S) şöyle buyurdu:

"(O zaman) Allah benim üzerime ve ümmetim üzerine elli na­maz farz kıldı. Bu farziyetiyüklenerek döndüm. Derken Musa'ya rast-geldim, Mûsâ bana:

  Ümmetine ne farz edildi? dedi.

  Ümmetim üzerine elli namaz farz etti, dedim. Mûsâ:

— Rabb'ine dön (de şefaat et). Çünkü ümmetin buna takat ge­tiremez, dedi.

Ben de dönüp Rabb'ime müracaat ettim. Allah bir kısmını in­dirdi. Ben de Musa'nın yanına dönüp:                                     

  Bir kısmını indirdi, dedim.

O yine yukarıdakinin benzerini zikredip:

— Rabb'ine müracaat et, çünkü ümmetin takat getiremez, de­di.

Bu defa da Allah bir kısmını indirdi. Ben yine Musa'ya dönüp bunu kendisine haber verdim. Mûsâ yine:

— Rabbine müracaat et, çünkü ümmetin buna takat getiremez, dedi.

Dönüp bir daha Rabb'ime müracaat ettim. Allah:

— Onlar beştir, yine onlar ellidir. Benim nezdimde söz (yânî hü­küm ve kaza) tebdil olunmaz, buyurdu.

Musa'nın yanına döndüm. O yine:

— Rabb'ine dön, dedi. Ben de:

— Artık Rabb'imden utanır oldum, dedim.

Sonra Cibril tâ Sidretu'l-Muntehâ'ya (birlikte varıncaya) kadar gitti. Sidre'yi öyle (acîb ve garîb) birtakım renkler kaplamıştı ki, on­lar nedir, bilemem. Sonra cennete girdirildim ki, içinde birçok inci kubbeler vardı, toprağı da misk idi" [28].

 

8- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı

 

"Âd'a da biraderleri Hûd'u (gönderdik): Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka hiçbir tanrınız yok. Siz (Allah'a karşı) yalan düzenlerden başka kimseler değilsiniz* Ey kavmim, ben buna (bu tebliğime) mukadbil sizden hiçbir ücret istemiyorum.

Benim mükâfatım beni yaratandan başkasına âid değildir. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Ey kavmim,

Rabb'inizden mağfiret isteyin. Sonra yine O'na tevbe edin ki, üstünüze gökten bol bol (feyzini) göndersin,  kuvvetinize daha fazla kuvvet katsın. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin. Dediler ki: Ey Hûd, sen bize açık bir mu 'cize getirmedin. Biz de senin sözünle tanrılarımızı bırakıcı değiliz. Sana inanıcılar da değiliz.

Biz, tanrılarımızdan kimi seni fena çarpmış demekten başka bir şey söylemeyiz. (Hûd) dedi: Allah'ı hakîkî şâhid gösteririm ve siz de şâhid olun ki, ben sizin Allah'ı bırakıp da O'na ortak tutmakta devam ettiğiniz şeylerden katHyen uzağım. Artık bana topyekûn istediğiniz tuzağı kurun, sonra bana mühlet de vermeyin. Şübhesiz ki ben, kendimin de sizin de Rabb'iniz olan Allah'a güvenip dayandım.

Yürür hiçbir mahlûk hâriç olmamak üzere hepsinin alnından tutan OJdur. Benim Rabb Hm hakîkaten doğru bir yol üzerindedir. Eğer şimdi yüz çevirirseniz (ne diyeyim), ben size ne ile gönderilmişsem, işte size onu tebliğ ettim. Rabb Hm sizin yerinize diğer bir kavmi getirir de ona hiçbir şeyle zarar yapamazsınız. Şübhesiz ki, benim Rabb'im, herşeyin üstünde bir nigehbândır. Vaktâ ki, azâb emrimiz geldi, Hûd'u da, maiyyetindeki müzminleri de bizden bir rahmet olarak selâmete erdirdik, onları ağır azâbdan kurtar dik. İşte Âd (kavmi)! Onlar Rabb Herinin âyetlerini bilerek inkâr ettiler, peygamberlerine âsî oldular, inatçı her zorbanın emri ardınca gittiler. Onlar bu dünyâda da, kıyamet gününde de la'net cezasına tâbi' tutuldular.

Haberiniz olsun ki%Âd kavmi, Rabb Herine küfrettiler. Gözünüzü açın ki, Hûd'un kavmi olan Ad'a (ilâhî rahmetten ebedî) uzaklık verildi" (Hûd: so-60)

"Âd'ın biraderini -ki ondan evvel de, ondan sonra da birçok peygamberler gelip geçmişti- hatırla. Hani o,

Ahkaaftaki kavmini: Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Hakikat ben üzerinize gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum, diye tehdîd etmişti.

Dediler ki: Sen bize tanrılarımızdan döndürmen için mi geldin? Öyleyse bizi tehdîd etmekte olduğun şeyi, eğer

doğru söyleyenlerden isen, getir bize. (Hûd) dedi: İlim ancak Allah nezdindedir. Ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum. Bununla beraber ben sizi bilmezler güruhu olarak görmekteyim. Artık vaktâ ki onu, vadilerine doğru gelen bir bulut hâlinde görmüşlerdi.

Dediler ki:

Bu bize yağmur verici bir buluttur. (Hûd:) Hayır, bu, çarçabuk gelmesini istediğiniz şeydir; bir rüzgârdır ki, onda elem verici bir azâb vardır. O, Rabb 'imin emriyle helak edecektir, dedi. İşte onlar o hâle geldiler ki, meskenlerinden başka birşey görünmez oldu. İşte günahkârlar güruhunu biz böyle cezalandırırız. And olsun ki size bile vermediğimiz cihetlerden biz onlara kudret vermiştik. Onlara kulaklar, gözler, gönüller de vermiştik. Fakat ne kulakları, ne gözleri, ne gönülleri onlara hiçbir şeyle faide vermedi. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini bilerek inkâr ediyorlardı Nihayet eğlenegeldikleri şey çepçevre kendilerini kuşatıverdi"

{el-Ahkaaf: 21-26).

Ve bu bâbda Atâ ibn Ebî Rebâh'tan ve Süleyman ibn Yesâr'dan; bu ikisinin de Âişe(R)'den rivayet ettikleri

hadîs vardır [29].

 

9- Azız Ve Celıl Olan Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Âd'a gelince: Onlar da uğultulu, azgın bir fırtına ile helak edildiler. Allah onu yedi gece, sekiz gün ardı ardınca üzerlerine musallat etti. Öyle ki (eğer sen de hâzır olsaydın) o kavmin bu müddet içinde nasıl ölüp yıkıldığını görürdün. Sanki onlar, içleri bomboş hurma kütükleri idiler. Şimdi onlardan bir kalan görüyor

mUSUn?" (el-Hâkkaa: 6-8) [30].

Buhârî şöyle dedi: "Rîhin sarsarin", "Şiddetli, haddi aşan" demektir. Sufyân ibn Uyeyne dedi ki: Rüzgâr kendisine tevkîl edilmiş olan melekler üzerinden aştı, onlara itaat etmedi, demektir (yâhud: Melekler üzerine

tecâvüz etti, yânı ölçüsüz, tartısız olarak çıktı, denildi).

"Sahharaha aleyhim*', "Allah o rüzgârı o kavim üzerine yedi gece sekiz gün salıverdi, musallat etti"

demektir. "Husûmen" "Daha arkaya" demektir. "Sen o müddet içinde o kavmi sanki içleri bomboş hurma

kütükleri gibi yere serilmişler görürdün". "Sen onlardan bir kalan görüyor musun?". "Bakiye", "Bakıyye", yânî

"Geri kalan" demektir [31].

 

18-.......Mucâhid ibn Cebr'den; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) "Ben sabâ rüzgârı ile nusrat olundum. Âd kavmi de debûr rüzgânyle helak olundu" buyurmuştur [32].

Buhârî şöyle dedi: Ve Muhammed ibnu Kesîr, Sufyân es-Sevrî'den; o da babası Saîd ibn Mesrûk es-Sevrî'den; o da Abdur-rahmân ibnu Ebî Nu'm'dan söyledi ki, Ebû Saîd (R) şöyle demiştir: Alî (Yemen'den) Peygamber'e, toprağından arıtılmamış bir mikdâr altın cevheri göndermişti. Peygamber bunu şu dört kişi arasında pay­laştırdı: el-Akra' ibn Habis el-Hanzalî, sonra el-Mucâsı'î, Uyeyne ibn Bedr el-Fezârî, Zeyd et-Tâî, sonra Nebhân oğulları'ndan biri ve Al-kame ibn Ulâsete el-Âmirî sonra Kilâb oğulları'ndan biri arasında. Bu taksime Kureyş ve Ensâr öfkelendiler ve:

— Peygamber Necd halkından başkalarına veriyor da bizleri bı­rakıyor, dediler.

Peygamber (S):

  * 'Ben ancak bu mal ile onları İslâm 'a alıştırıyorum'' buyurdu. Bunun üzerine iki gözü çökük, yanağının iki elmacığı çıkık, alnı

yüksek, gür sakallı, başı tıraşlı bir adam öne geldi ve:

  Allah'tan kork yâ Muhammedi dedi. Peygamber de:

  "Ben âsîlik edersem Allah 'a kim itaat eder? Allah beni yer ahâlîsi üzerine emin kılmakta iken, sizler beni emîn saymıyor (güven­miyor) musunuz?" buyurdu.

Bu sırada bir kimse Peygamber'den o şahsı öldürme izni istedi. Zannediyorum ki, bunu isteyen Hâlid ibnu'l-Velîd'di. Peygamber bu istekten onu men' etti.

O sert bedevi geri dönünce Peygamber (S) arkasından:

  "Şunun soyundan yâhud bunun arkasından öyle bir kavim türeyecektir ki, onlar Allah 'in Kitabı 'nı okuyacaklar, fakat bu onla­rın boğazlarından ileriye geçmiyecek, onlar okun avı sür'atle delip çıktığı gibi dînden çıkacaklar. Onlar İslâm ahâlîyi öldürecekler de put­ların sahihlerini terkedecekler. Yemîn olsun eğer ben onların zama­nına erişseydim, muhakkak onları Ad kavminin öldürülüşü gibi öldürürdüm" buyurdu [33].

 

19-.......el-Esved şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Mes'ûd'dan

işittim. O: Ben Peygamber(S)'in el-Kamer Sûresi'ndeki şu "Helmin müddekir" âyetini, böyle idgam ile okurken işittim, dedi [34].

 

10- Ye'cûc Ve Me'cûc Kıssası İle Yüce Allah'ın Şu: "Onlar dediler ki: Yâ Ze'l-Karneyn, hakikat Ye'cûc ve Me'cûc (bu) yerde fesâd çıkaran(kabîle)lardır. Bizimle onların arasına bir sedd yapman üzerine sana bir vergi verelim mi?... " (ei-Kehf: 94) Kavli Babı

 

Ve yine Yüce Allah'ın şu kavli:

İbn Hacer'in şerhine esas aldığı nüshada bundan sonra: Yüce Allah'ın liSe-mûd'a da kardeşleri Salih'i gönderdik.'." (e\-A'râf: 72-79) kavli babı diye bir bâb vardır. Burada el-Hıcr: 80-84. âyetleriyle bâzı tefsirleri ve ayrıca üç hadîs vardır. Bu bâb Aynî'de ve Kastallânî'de ve bizim nüshada yoktur (M. Sofuoğlu).

"Sana Zu'l-Karneyn'i sorarlar. De ki: Size onun hâlinden de haber söyleyeyim. Hakikat biz onu yeryüzünde büyük bir kudret sahibi kıldık ve ona (muhtaç olduğu) herşeyden bir sebeb verdik. O da (batıya doğru) bir yol tuttu. Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca onu kara bir balçıkta batar buldu. Bunun yanında da bir kavim buldu. Dedik ki: Yâ Ze'l-Karneyn. Onları ya azaba uğratmanda, yâhud haklarında güzellik tarafını tutmanda serbestsin. Dedi:

Kim zulmederse onu azaba uğratacağız. Sonra da o, Rabbine döndürülür de, O da kendisini şiddetli bir azaba uğratır. Amma kim îmân eder, güzel de amel eylerse, onun için en güzel bir mükâfat vardır.

Ona emrimizden kolayını da söyleyeceğiz. Sonra o, başka bir yol tuttu. Nihayet üstüne güneşin (ilk önce) doğduğu yere ulaştığı zaman, onu öyle bir kavmin üzerine doğuyor buldu ki, biz onlar için, buna karşı

(korunacak) hiçbir siper yapmamıştık. İşte (Zu 7-Karneyn 'in işi) böyle idi. Hâlbuki onun yanındakilerin hepsini biz ilimle kuşatmışızdır. Sonra yine bir yol tuttu.

Nihayet iki dağ arasına ulaştığı zaman onların önünde hemen hiçbir söz anlamaz bir kavim buldu. Onlar dediler ki: Yâ Ze 'l-karneyn, hakikat, Ye 'cûc ve Me 'cûc yerde fesâd çıkaran(kabîle)lardır. Bizimle onların arasına

bir sedd yapman üzerine sana bir vergi verelim mi? Dedi ki:

Rabb'imin beni içinde bulundurduğu nVmet daha hayırlıdır. Haydin siz bana (bedeni) kuvvetle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir mania yapayım. Bana demir kütleleri getirin. (O karşılıklı iki dağın) iki yanı tam denkleştiği vakit "üfleyin" dedi. Nihayet o demiri bir ateş hâline koyduğu zaman da:

Getirin bana, dedi, üstüne erimiş bakır dökeyim. Artık onu aşmaya da güç yetiremediler, onu delmeye de muktedir olamadılar. Bu, dedi, Rabb 'imden bir merhamettir. Fakat Rabb 'imin va 'di gelince O, bunu dümdüz yapar. Rabb'imin va'di bir haktır" (el-Kehf: 83-98) [35]

Buhârî şöyle dedi [36]: "Zubera'l-hadîd", "Zuber"in vahidi "Zubre"dir, o da "Parça" demektir. "Hattâ izâ

sâvâ beyne's-sadefeyn": İbn Abbâs'tan denilir ki, "Beyne's-sadefeyn", "İki dağ arası" demektir. "Ve's- seddeyn"de "İki dağ"dır. "Harcen", "Ecren" demektir. "Üfürün (körükleyin) dedi, nihayet o demiri bir ateş yapınca: Getirin üzerine erimiş bakır boşaltayım, dedi", yânî üzerine kurşun dökeyim. Ve

"Bu erimiş demirdir" deniliyor, keza "Erimiş bakırdır" da deniliyor.

İbn Abbâs: "en-Nuhâsu", yânî "Bakır" demiştir. "Fe mestâû en yazharûn (= Artık onun üzerine çıkmaya güç yetiremezler)", onun üzerine yükselemezler demektir. "İstetâa"; "Ata'tu lehû"dan "İstefale"dir. Te'nin hazfı ve harekenin hemzeye naklinden dolayı "Estâa" fetha yapıldı da "Estâa yestîu" denildi. Lâkin bâzıları "İstetâa yestetîu" dediler de ikincisini Te ile "Ve mastetâû lehu nakben" okudular. "Dedi ki: Bu sedd Rabb'imden bir rahmettir, fakat Rabb'imin va'di gelince O bunu dümdüz yapar"; "Dekkâe", "Onu yere yapıştırır" demektir. "Nâkatun dekkâu", Hörgücü olmayan sırtı düz deveye denilir. Arzdan ed-Dekdâk da böyle yapışık düz olan yerdir; nihayet yerden böylesi katılaşır ve birbirine yapışır da yükselmez. "Rabb'imin va'di haktır [37]. O gün biz onları birbiri içinde dalgalanır bir hâlde bırakmışızdır, artık sûra üfürülmüştür. Bu suretle hepsini (mahşerde)

derleyip toparlamışızdır" (ei-Kehf: 99)

"Helak ettiğim bir memleket ahâlîsinin hakîkaten mahşere dönmemeleri imkânsızdır. Nihayet Ye'cûc ve Me 'cûcfün şeddi) açılıp da her tepeden saldıracakları ve gerçek va'd olan (kıyamet) yaklaştığı vakit, işte o zaman o küfredenlerin gözleri hemen belerip kalacak. Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gaflet içindeydik. Hayır, biz zâlim kimselerdik, -diyecekler-1" (et-Enbiyâ: 95-97).

Katâde: "Hadeb", "Tepe"dir, demiştir [38].

Bir adam Peygamberce: Ben şeddi (beyaz, siyah, kırmızı çizgilerle) süslenmiş burd (yânî çubuklu kumaş ve elbise) gibi gördüm, dedi. Peygamber (S) de:

"Evet, sen onu sahîh olarak gördün, sen doğru söyleyicisin" buyurdu [39].

 

20-.......Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb, Ebû Sufyân'ın kızı Ümmü Habîbe'den; o da (Peygamber'in zevcesi) Cahş kızı Zeyneb'den şöyle tahdîs etmiştir: Peygamber (S) bir kerresinde telâşla Zeyneb'in yanına girmiş ve:

  "Lâ ilahe ille'ttah; vukû'u yaklaşan birşerrden, büyük bir fit­neden dolayı vay Arab'ın hâline! Bu gün Ye'cûc ve Me'cûc'ün şed­dinden şunun gibi bir delik açıldı" buyurup, başparmağı ile onu ta'kîb eden şehâdet parmağını halka yapmıştır.

Bunun üzerine Cahş kızı Zeyneb:

— Yâ Rasûlallah, içimizde bu kadar sâlih kimseler varken biz helak olur muyuz? diye sordu.

RasûTullah:

  "Evet, ahlâksızlık ve ma'siyet çoğaldığı zaman (helak olur­sunuz)" buyurdu [40].

 

21-.......Bize Abdullah ibnu Tâvûs, babası Tâvüs'tan; o da Ebû Hureyre (R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "(Bu gün) Ye'cûc ve Me'cûc'ün şeddinden şunun gibi bir delik açıldı" buyurmuş ve eliyle doksan bağlayarak bu deliğin işaretini yapmıştır [41].

 

22 .......Bize Ebû Salih, Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, Âdem'e:

  Yâ Âdem! buyurur. Âdem de:

— Lebbeyke ve sa 'deyke ve 'l-hayru fi yedeyke{Tekrar tekrar icabet ediyorum, beni tekrar tekrar mes'ûd kıl, bütün hayır Sen'in ellerindedir)der.

Bunun üzerine Allah:

— Cehenneme girecekleri (halk arasından seçip) çıkar! buyurur. Adem:

  Cehenneme gönderileceklerin mikdârı ne kadardır? der. Allah:

— Her bin kişiden dokuzyüzdoksandokuzu! diye cevâb verecek.

Ve Allah, Âdem'e böyle buyurduğu sırada (bunun verdiği şid­detli korkudan) çocuğun başı ağarır, Her gebe kadın da çocuğunu düşürür, insanları sarhoş (olmuş gibi) görürsün, hâlbuki onlar sar­hoş değildirler, fakat Allah'ın azabı pek çetindir" (ei-Hacc: 2).

Sahâbîler:

  Yâ Rasûlallah! O (binde) bir hangimiz olabilir? dediler. Rasûlullah:

  "Size müjdeler olsun, sizden bir kişiye mukaabil Ye'cûc ve Me'cûc'den bin kişi (cehenneme gönderilecektir)" buyurdu.

Sonra da:

  "Hayâtım elinde olan Allah'ayemîn ederim ki, ben sizin cen­net ahâlîsinin dörtte biri olacağınızı umuyorum" dedi.

Bu müjde üzerine biz Allâhu Ekber dedik. Rasûlullah yine

  "Ben sizin cennet ehlinin üçte biri olmanızı umarım " buyurtfu. Biz yine tekbîr getirdik. Bu sefer Rasûlullah:

  "Ben sizin cennet ehlinin yansı olmanızı umarım" buyurdu. Biz de yine Allâhu Ekber diye tekbîr getirdik. En sonunda Ra­sûlullah:

  "Sizler mahşer halkının içinde ancak beyaz bir öküzün deri­sindeki siyah bir tüy mesâbesindesiniz yâhud da siyah bir öküzün de­risinde sanki beyaz bir tüy gibisiniz" buyurdu [42].

 

11- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:

 

"iyilik yapan olarak kendisini allah'a teslim eden, İbrahim'in Allah'ı bir tanıyıcı dînine tâbi' olan kimseden daha güzel dinli kimdir? Allah* İbrahim'i bir dost edinmiştir" (en-Nİsâ: 125).

"Hakîkaten İbrahim (başlı başına) bir ümmetti; Allah'a itaatkârdı, bâtıl dînlerden uzak bir muvahiddi. O, hiçbir zaman müşriklerden olmamıştır. O, Allah'ın m 'metlerine şükredendi, Allah onu seçmiş, kendisini doğru bir yola iletmişti. Biz ona dünyâda bir güzellik vermiştik. Şübhesiz ki o, âhirette de mutlakaa sâlihlerdendir. Sonra sana;

Muvahhid bir müslümân olarak İbrahim 'in dînine uy.

O, hiçbir zaman müşriklerden olmadı, diye vahyettik" (en-Nahl: 120-123).

"İbrâhîm cidden pek çok tazarru' ve niyaz eden, gerçekten sabırlı bir zât idi'9 (et-Tevbe: ıi4) [43].

Ebû Meysere: "el-Evvâh",  Habeş dilinde "er-Rahîm"dir, demiştir [44].

 

23-.......Bana Saîd ibnu Cubeyr, İbn Abbâs(R)'tan tahdîs ettiki, Peygamber (S): "Sizler yalın ayak, vücûdunuz çıplak, erlik yerle­riniz sünnetsiz olarak haşr olunacaksınız"buyurdu. Sonra: "(Hatırla) o günü ki, biz göğü, kitâbların sahîfesini dürüp büker gibi dürece-ğiz. İlk yaratışa nasıl başladıksa, üzerimizde hakk bir va'd olarak, yine onu iade edeceğiz. Hakikatte failler biziz" (ei-Enbiyâ: 104) âyetini okudu. Ve şöyle devam etti: "Kıyamet günü (peygamberlerden) ilk elbise giydirilecek kişi İbrahim'dir. Yine kıyamet günü sahâbîlerim-den bâzı kimseler yakalanıp sol tarafa (cehennem tarafına) götürü­lürler. Ben hemen: Onlar benim saha1 /erimdir, benim sahâbîlehmdir, derim de bana: Emin ol ki, Sen bunlardan ayrıldığından beri onlar ökçelerine basarak geri dönmüş mürtedlerdir! diye cevâb verilir. Ben de A ilah 'in sâlih k \ ılu ve peygamberi îsâ 'mn dediği gibi derim: .. .Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. Fa­kat Sen beni içlerinden alınca, üstlerinde nigehbân yalnız Sen oldun. Zâten Sen her zaman herşeye hakkıyle şâhidsin. Eğer kendilerine azâb edersen, şübhe yok ki, onlar Sen 'in kullarındır. Eğer onları mağfiret edersen mutlak gâlib, yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakî­katen Sen'sin Sen" (d-Mâide: 117-118) [45].

 

24-.......Ebû Saîd el-Makfaurî'den; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde İbrahim, kendi babası Âzer ile Âzer'in yüzü üzerinde birsimsiyahlık ve toz toprak olduğu hâlde karşılaşır. İbrahim babasına:

  Ben sana dünyâda iken bana âsî olma demedim mi? der. Babası da ona:'

— İşte bu gün ben sana âsî olmayacağım! der Bunun üzerine İbrahim:

— Ey Rabb 'im! Sen bana insanların yeniden diriltilecekleri gün, beni zelîl ve rüsvây etmeyeceğini va'd etmiştin. Şimdi Allah 'in rah­metinden çok uzak olan babamın vaziyetinden daha arlandırıcı ve utandırıcı hangi rüsvâyhk olabilir? der.

Yüce Allah da:

— (Yâ İbrâhîm!) Ben cenneti kâfirlere haram kılmışımdır, bu­yurur.

Bundan sonra Yüce Allah tarafından:

  Yâ İbrâhîm, şu iki ayağının altındaki nedir? denilir.

İbrâhîm bakar ve ayakları arasında kana bulanmış bir sırtlan gö­rür (ki, İbrahim'in babası bu çirkin surete çevrilmiştir). Bu çirkin man­zara üzerine onun ayaklarından yakalanır ve ateşe (yânî cehennemin içine) atılır" [46].

 

25- Bukeyr ibn Abdillah, İbn Abbâs'ın hizmetçisi Kurayb'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) -Mekke fethi günü- Beyt'e, yânî Ka'be'ye girdi ve Ka'be'nin içinde İbrâhîm ile Meryem'in resimlerini buldu da: "Dikkat edin, bu Kureyş'e ne oluyor? Muhakkak ki onlar, içinde suret bulunan bir eve meleklerin girmeyeceğini işitmişlerdir. Şu İbrâhîm (elinde fal oklarıyle) sûretlen-dirilmiş! İbrâhîm 'in bunlarla kısmet araması nasıl olur (o bundan ma'-sûmdur)/" buyurdu [47].

 

26-.......İkrime'den; odaîbn Abbâs(R)'tan haber verdi ki: Peygaber (S) müşriklerin Ka'be'de yapmış oldukları resimleri görünce Beyt'in içine girmedi, nihayet emretti de, o resimler giderildi. Pey­gamber, İbrâhîm ile İsmail'in suretlerini ellerinde ezlâm denilen fal kalemleri olduğu hâlde gördü de: "Allah bunları yapanları öldürsün. Allah'ayemîn ederim ki, bu iki peygamber hiçbir zaman böyle fal ka­lemleriyle rızk ve kısmet aramamış, istememişlerdir" buyurdu [48].

 

27-.......Keysân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs et­ti: Rasûlullah'a:

— Yâ Rasûlallah, insanların (Allah yanında) en çok kerem ve ihsana nail olanı kimdir? diye soruldu.

Rasûlullah (S):

  "İnsanların (hayır işlemek yönünden) en takvâlı olanıdır" buyurdu.

Suâl soranlar:

— Biz Senden amel yönünden kerem sahibi olan kişiyi sormuyo­ruz, dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Öyleyse (şeref yönünden de) Allah'ın Peygamberi Yûsuf'­tur. Yûsuf, Allah'ın Peygamberi (Ya'kûb'un) oğludur. Oda Allah'­ın Peygamberi (îshâk'm) oğludur. O da Halüullah İbrahim'in oğludur" buyurdu.

Suâl soranlar:

  Biz Sana bundan da sormuyoruz, dediler. Bu defa Rasûlullah:

  "Sizler Ar ab şeceresinin asıllarından (ana soylarından) soru­yorsunuz. Arab'ın Câhiliyet zamanında hayırlı olanları ilim üzere ha­reket ederlerse, İslâm devrinde de en hayırlılarıdır" buyurdu [49].

Ebû Usâme Hammâd ibn Seleme ile Mu'temir ibn Süleyman bu hadîsi yine Ubeydullah el-Umerî'den; o da Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den olmak üzere söylediler [50].

 

28-....... Bize Semure'ibn Cundeb (R) tahdîs edip şöyle dedi:

Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: ''Bu gece bana (ru'yâmda) her zaman gelen iki melek (Cibrîl ile Mîkâîl) geldi. Bunlarla beraber gittik, ni- ı hâyet uzun boylu bir kişinin yanına vardık ki (göğe doğru yükselen) boyunun uzunluğundan onun başını hemen hemen göremiyordum. O uzun boylu zât İbrahim Halîl(S)'dir" [51].

 

29-.......Bize Abdullah ibnu Avn, Mucâhid ibn Cebr'den ha­ber verdi. O İbn Abbâs(R)'tan işitmiştir. İbn Abbâs'a Deccâl'i zik­redip: Onun iki gözünün arasında "Kâfir" yâhud "KFR" yazılmıştır, dediler. İbn Abbâs: Ben bunu Rasûlullah'tan işitmedim. Fakat Ra­sûlullah (S) şöyle buyurdu: "İbrahim'e gelince, onu görmek isterse­niz (kendisini kasdederek) sahibinize bakınız. Mûsâ ise buğday renkli, etli ve toplu gövdelidir. Lifle yularlanmış kızıl bir deve üzerinde Ez-rak vâdîsi içinde akıp gidiyordu. Sanki şimdi ona bakıyor gibiyim " [52].

 

30-.......Ebu'z-Zinâd'dan; odael-A'rac'dan tahdîs etti ki, Ebû

Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Îbrâhîm aleyhi's-selâm seksen yaşında iken (Şâm yakınındaki) Kaddûm-Kadûm-da sünnet oldu" buyurdu [53].

 

31-....... Bize Ebu'z-Zinâd, şeddesiz olarak "Kadûm'Ia" diye tahdîs etti. Bu hadîsi Ebu'z-Zinâd'dan rivayet etmekte Abdurrahmân ibnu İshâk, Şuayb'e mutâbaat etmiştir.

Yine bunu Ebû Hureyre'den rivayet etmekte Şuayb'e yâhud Ab­durrahmân ibn İshâk'a Aclân mutâbaat etmiştir.

Ve yine bu hadîsi Muhammed ibn Amr da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre'den olmak üzere rivayet etmiştir [54].

 

32-.......Bana Cerîr ibn Hazım, Eyyûb es-Şahtıyânî'den; o da Muhammed ibn Sîrîn'den haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle de­miştir: Rasûlullah (S): "İbrahim -salât ve selâm ona- yalnız üç defa (başka ma'nâya çevirerek) yalan söylemiştir" buyurdu [55].

 

33-.......Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: İbrâhîm Peygamber yalnız üç defa ya­lan söylemiştir: Bunlardan ikisi Azîz ve Celîl olan Allah'ın zâtı ve rızâsı içindir: Puta tapanlara "Ben hastayım" demesi ve "Belki put­ların şu büyüğü bu kırma işini işlemiştir" demesi. Rasûlullah üçün­cüsü için de şöyle demiştir: "İbrâhîm günün birinde (bir kadın güzeli olan eşi) Sâre ile beraber ansızın cebbarlardan azılı bir zâlimin mem­leketine uğrayıvermişti. Adamları tarafından o zâlim hükümdara:

— Şehre yolcu bir kimse gelmiştir. Beraberinde insanların en gü­zeli bir kadın vardır, diye haber verildi.

Zâlim melik, İbrahim'e haber gönderdi. Geldiğinde Sâre'den söz ederek:

  Bu kadın kimdir? diye sordu. İbrâhîm:

  (Dîn yönünden) kızkardeşim, dedi. Sonra İbrâhîm, Sâre'nin yanına geldi ve:

  Yâ Sâre, yeryüzünde (bizim îmân ettiğimiz esâslara) benden ve senden başka îmân eden hiçbir kişi yoktur. Bu melik, bana seni sordu. Ben de ona senin benim kızkardeşim olduğunu haber verdim. Sakın benim sözümü yalan çıkarma, dedi.

Arkasından zâlim melik Sâre'ye elçi gönderip çağırttı. Sâre onun yanına girince melik eliyle Sâre'ye uzanmaya davrandı, bu anda adam bir hâle yakalandı, nefesi boğuldu. Hemen Sâre'ye:

— Benim için Allah 'a duâ et, ben sana zarar vermeyeceğim, dedi. Sâre, Allah 'a (onun çözülmesi için) duâ etti. Duâ akabinde adam

o hâlden salıverildi. Sonra Sâre'ye ikinci defa uzandı. Bu sefer de bi­rincideki gibi yâhud ondan daha şiddetli bir hâle yakalandı. Yine Sâre 'ye:

— Benim için Allah 'a duâ et, ben sana zarar vermeyeceğim, dedi. Sâre yine dua etti, o da yine çözüldü ve kapıcılarından bâzısını

çağırdı da:

— Sizler bana insan getirmediniz, sizler bana ancak bir şeytan

getirdiniz, dedi.

Akabinde Hâcer'i Sâre'ye hizmetçi olarak hediye etti. Sâre, Ib-râhtm'e geldi. îbrâhîm, dikelmiş namaz kılıyordu. Eliyle "Mehye" yânı hâlin nedir? diye işaret etti. Sâre:

— Allah kâfirin yâhudfâcirin tuzağını kendi göğsüne çevirdi ve Hâcer'i de bana hizmetçi verdi, dedi. "

Ebû Hureyre: İşte bu Hâcer sizin ananızdır, ey semâ suyunun oğullan, demiştir [56].

 

34-.......Bize İbnu Cureyc, Abdulhamîd ibn Cubeyr'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ümmü Şerîk(R)'ten haber verdi ki, Rasûlullah (S) alaca kelerin öldürülmesini emretmiş ve: "O (İbrâhîm Peygamber ateşe atıldığı zaman) İbrâhîm 'in üzerine ateşi üfürüyordü" buyurmuştur [57].

 

35-.......Bana İbrâhîm, Alkame'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: "İmân edenler, bununla beraber îmânla­rım haksızlıkla da bulaştırmayanlar işte ancak onlardır ki, korkudan emîn olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimseler^ dir" (ei-En'âm: 82) âyeti indiği zaman bizler:

— Yâ Rasûlallah, hangimiz nefsine zulmetmez? dedik. Rasûlullah (S):

 "İş, sizin der olduğunuz gibi değildir: "İmânlarına zulüm karıştırmayanlar'' demek, şirk karıştırmayanlar demektir. Sizler Luk-mân 'in kendi oğluna söylediği şu sözü işitmediniz mi: "...Oğulcağı-zım, Allah 'a ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür" (Lukmân: 13) [58].

 

12- Bâb:   "Yeziffûne" (Es-Sâffât: 94) "Yürüyüşte Sür'at Eylemek'tir [59]

 

36-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e bir gün et yemeği getirildi. Peygamber şöyle buyurdu; "Şübhesiz Allah kı­yamet gününde evvelkilerin ve sonrakilerin hepsini düz ve geniş bir sahada toplayacaktır. Öyle düz ve geniş saha ki, orada çağına sesle­nince sesini herkese duyurabilecek ve bakan kişinin gözü mahşer hal­kını bir bakışta görebilecek. Bir de güneş (bütün sıcaklığı ile) insanlara yaklaşacak... "Şefaat hadîsini şuraya kadar zikretti: "İnsanlarİbra­him'e varırlar ve:

— Ey İbrahim, sen yeryüzündeki insanlardan Allah 'in Peygam­beri ve Allah 'in dostu bir zâtsın. Rabb 'ine hakkımızda şefaat etsen, derler.

O da:

— Ben şefaat makaamında değilim, der de (dünyâda söylemiş olduğu) yalanlarını zikreder:

— Vay nefsim, nefsim! Sizler Musa'ya gidiniz! der..." [60].

Bu hadîsi Peygamber'den rivayet etmekte Ebû Hureyre'ye Enes

ibn Mâlik mutâbaat etmiştir.

 

37-.......Saîd ibn Cubeyr'den; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Allah İsmail'in anası Hâcer'e rahmet etsin! Şa­yet o, suyu acele havuzlamış olmayaydı, elbette Zemzem akar, bir ırmak olurdu" buyurmuştur.

Ve el-Ensârî Muhammed ibn Abdillah şöyle dedi: Bize İbnu Cu-reyc tahdîs etti: Amma Kesîr ibnu Kesîr, bana tahdîs edip şöyle dedi: Ben Usmân ibn Ebî Süleyman'la beraber, Saîd ibn Cubeyr'in maiy-yetinde oturmuştuk. Saîd ibn Cubeyr: İbn Abbâs bana böyle tahdîs etmedi, fakat o şöyle söyledi, dedi: İbrâhîm, İsmâîl ve anası Hâcer ile Mekke'ye yöneldi. Hâcer, İsmail'i emziriyor hâldeydi. Kadının be­raberinde bir su tulumu da vardı... O bu hadîsi Peygamber'e yük­seltmedi.

Sonra İbrâhîm Hâcer'le ve emzirmekte olduğu bu oğlu îsmâîl ile beraber Mekke'ye geldi [61].

 

38- (Buhârî dedi ki:) Ve bana Abdullah ibn Muhammed tahdîs etti: Bize Abdurrazzâk tahdîs etti: Bize Ma'mer ibn Râşid, Eyyûb es-Sahtıyânî'den ve Kesîr ibn Kesîr ibni'l-Muttalib ibn Ebî Vedâa'dan -bunların biri diğeri üzerine artırma yapıyordu-, bunlar da Saîd ibn Cubeyr'den haber verdi. İbn Abbâs şöyle dedi: Kadınların uzun etekli elbise kullanmaları İsmail'in anası Hâcer tarafından konulmuş bir âdettir. Hâcer (kıskanç ortağı) Sâre'den izini gizlemek için uzun eteklik giymişti.

İbrahim, Hâcer'le evlenip İsmail doğduktan sonra emzirmekte olduğu bu oğlu ile beraber (Sâre'nin saldırısından korumak için Şam'­dan çıkıp) Mekke'ye geldi. Nihayet Hâcer'le İsmail'i Mescid'in (bu­gün bulunduğu) yerin ve Mescid'in yüksek bir yerindeki Zemzem kuyusunun yukarısında büyük bir ağacın yanına bıraktı. O târihte Mekke'de hiçbir kimse yoktu. Hattâ içecek su da yoktu. İşte İbrâ­hîm bu ana ve oğulu buraya bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu meşin bir dağarcık, içi su dolu bir kırba bıraktı. Sonra İbrâhîm kendi (Şam'a) gitmek üzere döndü. İsmail'in anası Hâcer de arkasından onu ta'kîb etti de:

— Yâ İbrâhîm! Bizi bu vâdîde bırakıp da nereye gidiyorsun? Öyle bir vâdî ki, ne görüp görüşecek bir ins var, ne de başka bir hayât ese­ri şey var, dedi.

Hâcer bu sözlerini tekrar tekrar söyledi ise de ibrâhîm ona dö­nüp bakmadı. Nihayet Hâcer ona:

  Bizi burada birakmayr sana Allah mı emretti? diye sordu.

İbrâhîm:

—Evet, Allah emretti! diye cevâb verdi.

Bunun üzerine Hâcer:

  Öyleyse O bizi zayi' etmez, korur! dedi.

Sonra (Ka'be'nin yerine) döndü. İbrâhîm de ayrılıp gitti. Tâ Mek­ke'nin üstündeki Seniyye mevkiinde görülmeyecek bir yerde bulu­nunca yüzünü Ka'be tarafına döndürdü. Sonra ellerini kaldırarak şu kelimelerle duâ etti:

  'Ey Rabb 'imiz, ben evlâdımdan kimini Sen Un mukaddes olan evinin yanında ekimiz bir vâdîye yerleştirdim. Sebebi şudur ki, Rabb -imiz, dosdoğru namazlarını kılsınlar. Artık Sen insanlardan bir kıs­mının gönüllerini onlara meylettir. Onların şükretmeleri ümîd edildiği için, kendilerini bâzı meyvelerle rızıklandır! dedi" (îbrâhîm: 37).

Artık İsmail'in anası,oğlu İsmail'i emziriyor ve kendisi kırba­daki sudan içiyordu. Nihayet kırbadaki su bitince hem Hâcer, hem de çocuğu susadı. Hâcer çocuğun susuzluktan toprak üstünde sızla­narak yuvarlandığına bakmağa başladı. Fakat çocuğun bu elîm hâli­ne bakmaktan fenâlaşarak onun yanından kalkıp biraz öteye gitti. Ve o mıntıkada Ka'be'ye en yakın dağ olarak Safa tepesini buldu ve bunun üstüne çıktı. Sonra vâdîye karşı durup bir kimse görebilir mi­yim diye bakmağa başladı. Fakat hiçbir kimse göremiyordu. Bu defa Safa tepesinden indi. Vâdîye varınca (ayağına dokunmamak için) en­tarisinin eteğini topladı. Sonra müşkil bir işle karşılaşan bir insan az­miyle koştu, vâdîyi geçti. Sonra Merve mevkiine geldi. Orada da biraz durdu ve bir kimse görebilir miyim diye baktı. Fakat hiçbir kimse göremedi. Hâcer bu suretle (Safa ile Merve arasında) yedi defa gitti, geldi.

İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (S): "Bunun için insanlar Safa ile Merve arasında sa'y ederler" buyurdu.

Son defa Merve üzerine çıktığında bir ses işitti ve kendisi nefsi­ne hitâb ederek: Sus, iyice dinle! dedi. Sonra dikkatle dinledi. Bu sesi evvelki gibi bir daha işitti. Bunun üzerine Hâcer:

—Ey ses sahibi, sesini duyurdun! Eğer sen bize yardım etmek kudretine mâlik isen bize yardım et! dedi.

Ve böyle der demez hemen Zemzem kuyusunun yerinde bir me­lek göründü. O melek ayağının topuğu ile yâhud kanadıyle yeri kazı­yordu. Nihayet su göründü. Hâcer (su başka tarafa akmasın diye) suyu eliyle çevirdi, havuz gibi yaptı. Hâcer hem eliyle öyle yapıyor­du, bir taraftan da kırbasını doldurmaya devam ediyordu. Su ise avuç avuç alındıktan sonra yerinde kaynıyordu.

İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (S): "Allah İsmail'in anası Hâ­cer'e rahmet etsin! O, Zemzem 7 kendi hâline bıraksaydı da suyu avuç-

lamasaydi, muhakkak Zemzem akar bir ırmak olurdu" buyurdu.

İbn Abbâs devamla dedi ki: Hâcer bu sudan içti, çocuğunu era-zirdi.

Melek, Hâcer'e:

— Zayi' ve helak oluruz diye sakın korkmayın! İşte şurası Al­lah'ın evidir. O evi şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki, Al­lah o işin ehlini zayi' etmez! dedi.

Beyt'in yeri tepe gibi olup yerden yüksekçe idi. Uzun zaman sel­ler sağını solunu kazıp götürmüştü.

Hâcer bu suretle yaşarken günün birinde Cürhüm'den bir cemâat uğradı. Bunlar Kedâ yoluyla gelip Mekke'nin alt tarafına indiler. Cür-hümlüler oraya bir kuşun gelip gittiğini görmüşlerdi de:

— Hiç şübhesiz şu kuş bir suyun başında döner dolaşır. Hâlbu­ki biz de bu vâdîde su bulunmadığını biliyorduk, demişlerdi.

Ve anlamak için çevik bir yâhud iki kişi göndermişler. Onlar ora­da su bulunduğunu anlayınca dönüp gelmişler ve su olduğunu haber vermişler. Bunun üzerine Cürhümlüler Mekke mevkiine gelmişlerdir.

İbn Abbâs dedi ki: Cürhümlüler geldiğinde İsmail'in anası da su başında idi. Cürhümlüler ona:

— Bizim de gelip şuraya senin yakınına inmemize izin verir mi­sin? dediler.

Hâcer de:

—Evet, inebilirsiniz (bu sudan da kullanabilirsiniz), şu kadar ki, bu suda sizin mülkiyet hakkınız yoktur, dedi. Onlar da:

  Evet, diyerek Hâcer'i tasdik ettiler.

Ünsiyete muhtâc olduğu bir sırada Cürhümlüler'in bu gelişi Hâ-cer'in arzusuna uygun oldu. Cürhümlüler Mekke civarına inip kon­dular. Sonra Cürhümlüler'in asıl kalabalık kısmına da haber gönder­diler. Onlar da gelip kondular. Nihayet Mekke'nin bulunduğu yer me­denî bir ma'mûre hâline gelmeye başladı. Hâcer'in oğlu İsmâîl yiğitlik ve gençlik çağına girdi. Cürhümlüler'den Arabça öğrendi. Artık İs­mâîl gençlik çağında Cürhümlüler arasında en sevimli bir sîmâ olmuştu. Onun necâbeti, güzelliği Cürhümlüler'i hayret içinde bırakmıştı. Bu sebeble İsmâîl bulûğ devresine erişince Cürhümlüler onu kendilerin­den bir kızla evlendirdiler. Hayâtın bu mes'ûd safhası devam ederken günün birinde İsmail'in anası öldü. (Hâcer'in doksan yaşına girdiği ve Ka'be'nin bitişiğindeki Hıcr denilen yere gömüldüğü söylenir.)

ismâîl evlendikten sonra İbrâhîm bırakıp gittiği oğlunu ve kadı­nını arayarak görmeye geldi. İsmâîl o sırada evde yoktu, ismâîl'i ka­rısına sordu. O da:

  Rızkımızı tedârik etmek üzere çıktı gitti, diye cevâb verdi. Sonra İbrâhîm:

  Maişetiniz, hâliniz nasıldır? diye sordu. İsmail'in kadını:

— Şiddetli darlık içindeyiz, fena bir hâldeyiz! diye şikâyet etti. İbrâhîm:

— Kocan geldiğinde benden selâm söyle ve ona de ki: Kapısının eşiğinin basamağını değiştirsin! dedi.

İsmâîl geldiğinde babasının gelip gittiğini sezer gibi oldu da ka­rısına:

  Evimize gelen oldu mu? diye sordu. O da:

— Evet, şöyle şöyle şekilde yaşlı bir kişi geldi. Bana seni sordu. Cevâb verdim. Maişetimizi sordu. Ben de şiddetli darlık içinde bu­lunduğumuzu söyledim! dedi.

Bunun üzerine İsmâîl:

  Sana birşey vasiyet ve bir söz emânet etti mi? dedi. O da:

— Evet bana, sana selâm söylememi ve kapının basamağını de­ğiştir dememi tenbîh etti, dedi.

Sonra İsmâîl kadınına:

— O gelen ihtiyar, babamdır. Bana senden ayrılmamı emretmiştir. Artık sen kendi ailenizin evine gidebilirsin! dedi.

Ve ondan ayrılarak Cürhümlüler'den başka bir kadınla evlendi.

İbrâhîm, Allah'ın dilediği bir müddet uzaklaştı da sonra geldi. Yine evde ismâîl'i bulamadı. İsmâîl'in karısının yanına girdi. Ona da İsmail'i sordu. O da:

  Maişetimizi tedârik etmeye gitti, dedi. İbrâhîm:

  Nasılsınız; maişetiniz, hâliniz iyi midir? diye sordu. İsmâîl'in karısı:

— Biz hayır, saadet ve bolluk içindeyiz! diye Allah'a hamd ve sena etti.

İbrâhîm:

  Ne yiyip içiyorsunuz? diye sordu. Kadın:

  Et yiyoruz, su içiyoruz, dedi. İbrâhîm Peygamber:

— Yâ Allah! Bunların etlerini ve sularını mübarek kıl, hayır ve bereket ihsan eyle! diye duâ etti.

Peygamber (S) şöyle buyurdu: "İbrahim zamanında Mekke ci­varında hububat yoktu. Av etiyle gıdalanıyorlardı. Eğer o târihlerde

ve oralarda hububat olsaydı, İbrahim hububat hakkında dua ederdi", İbn Abbâs dedi ki: İbrahim'in bu duası bereketiyledir ki, et ile su Mekke'den başka yerlerde (o sıcak muhitte) Mekke'deki kadar hiç­bir kimsenin sıhhatine uygun düşmez.

Yine İbn Abbâs dedi ki: İbrâhîm Peygamber'e gelince:

— Kocan geldiğinde ona selâm söyle ve ona kapısının eşiğini güzel tutsun diye emreyle! demiştir. (Sonra İbrâhîm Şam'a dönmüştür.)

İsmâîl geldiğinde:

  Evimize gelen oldu mu? diye sordu. Karısı:

— Evet, güzel yüzlü bir ihtiyar geldi, diye İbrâhîm'i medhetti. Sonra kadın:

— Seni sordu, ben de rızkımızı tedârik etmeye gitti, dedim. Ge­çiminiz nasıldır? dedi. Ben de hayır ve saadet içindeyiz, dedim.

Sonra İsmâîl:

  Sana birşey vasiyet etti mi? diye sordu. Kadın da:

— Evet, o ihtiyar sana selâm söyledi ve kapının eşiğini iyi tut­manı emreyledi, dedi.

Bunun üzerine İsmâîl, kadınına:

— İşte o, babamdır; sen de evimizin şerefli eşiğisin! Babam ba­na seni hoş tutmamı, iyi geçinmemi emretmiştir, dedi.

Sonra îbrâhîm yine bir müddet daha oğlundan ve ailesinden uzak­ta yaşadı. Ondan sonra Mekke'ye geldi. O sırada İsmâîl Zemzem ku­yusunun yakınında büyük bir ağacın altında okunu yontup düzeltmekte idi. İsmâîl babasını görünce hemen kalkıp babasına karşı vardı. Ve bir babanın oğluna, bir oğulun da babasına karşı yapagel-dikleri sarılmalarla, el, yüz, göz öpmelerinde bulundular. Sonra İb­râhîm oğluna:

  Yâ İsmâîl! Allah bana büyük bir iş emretti, dedi. İsmâîl de:

  (Babacığım) Rabb'in ne emretti ise onu yerine getir, dedi. İbrâhîm:

  Fakat bu işte sen bana yardım edeceksin, dedi. İsmâîl:

— Ben sana her türlü yardımı yaparım, dedi. İbrâhîm:

— Allah burada bir Beyt yapmamı emretti, diye etrafından yük­sekçe bir tepeye işaret etti.

İbn Abbâs dedi ki: îbrâhîm'le İsmâîl, işte orada Ka'be'nin esâ­sını kurup duvarlarını yükselttiler. İsmâîl taş getirirdi, İbrâhîm de bina ederdi. Nihayet Beyt'in binası ilerleyip duvarları yükseldiğinde İsmâîl

(bugün ziyaret edilen ma'lûm) taşı getirdi. îbrâhîm de onu ayağının altına (iskele olarak) koydu, üzerinde inşâata devam etti. İbrâhîm, yapar, İsmâîl de taş sunardı. Nihayet inşâat tamam olduktan sonra, baba oğul Beyt'in etrafında dolaşıyorlar ve şöyle duâ ediyorlardı: "Ey Rabb 'imiz, bizden (şu hizmeti) kabul et, şübhesiz hakkıyle işiten, ke­mâliyle bilen Sen'sin Sen... " (ei-Bakara. 127) [62].

 

39-.......Bize İbrâhîm ibnu Nâfi', Kesîr ibn Kesîr'den; o da Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir; İbra­him ile ehli Sâre arasında (Hâcer'i kıskanma sebebivle) çekişme

meydana geldiği zaman, İbrâhîm Peygamber, İsmâîl ve İsmail'in anası ile yola çıktı. Yanlarında içinde su olan bir kırba vardı. İsmail'in anası bu kırbadan su İçiyor, bundan da çocuğuna içireceği sütü çoğalıyor­du. Nihayet Mekke'ye geldi. Karısı Hâcer'i büyük bir ağacın altına koydu. Sonra İbrâhîm kendisi Şam'a, ailesinin yanma gitmek üzere döndü. İsmail'in anası Hâcer de arkasından gitti. Nihayet Kedâ mev­kiine ulaştıkları zaman Hâcer, İbrahim'in arkasından:

  Yâ İbrâhîm! Bizi kime bırakıyorsun? diye ünledi. İbrâhîm:

  Sizleri Allah'a bırakıyorum, dedi. Hâcer:

  Ben Allah ile olmaktan razıyım, hoşnudum, dedi.

İbn Abbâs dedi ki: Bunun üzerine Hâcer ilk yerine döndü. Ar­tık kırbadan su içmeye ve sütü çoğalıp çocuğuna emzirmeye devam etti. Nihayet su tükenince kendi kendine:

  Gidip etrafa baksam belki bir kimse görebilirim, dedi.

İbn Abbâs dedi ki: Bu düşünce üzerine Hâcer gitti ve Safa tepe­sine çıktı herhangi bir kimse görebilir mi diye etrafa tekrar tekrar baktı. Fakat hiçbir kimse göremedi. (Safâ'dan inip) vâdîye ulaşınca sür'at-le yürüdü ve Merve'ye geldi. (Orada da etrafa baktı, hiç kimse göre­medi.) Bu Safa' ile Merve arasında gidip gelme işini yedi defa yaptı. Sonra kendi kendine:

  Gidip de çocuğum ne yaptı, baksam! dedi.

Akabinde gidip baktı ve çocuğu kendi hâli üzere gördü. Çocuk kendisindeki susuzluktan dolayı ölmek üzere baygınlık derecesinde göğsünden hıçkırıyordu. Hâcer'in gönlü kendisini çocuğun bu hâli karşısında durdurmadı. Kendi kendine:

— Gitsem etrafa baksam, belki bir kimse görürüm, diye söylendi. Akabinde gitti, Safâ'ya çıktı; bir kimse görmek ümîdiyle etrafa

tekrar tekrar baktı, fakat hiçbir kimse göremedi. Nihayet Safa ile Mer­ve arasındaki bu gidip gelmeleri yediye tamamladı. Sonra yine kendi kendine:

  Gidip de çocuk ne yaptı baksam, dedi.

Kendisi Merve üzerinde bunları söylediği anda birden bir ses işitti. Bunun üzerine Hâcer:

—Ey ses sahibi, eğer sende bir hayır varsa yardım et! dedi.

Böyle derken Zemzem kuyusunun yerinde Cibril'i gördü.

İbn Abbâs dedi ki: Peygamber, ayağının topuğuyla işaret ede­rek gösterdi: Cibril ayağının topuğu ile yeri dürttü. Dedi ki: Akabin­de hemen su fışkırdı. İsmâîl'in anası hayrete düştü ve yeri açmağa başladı.

İbn Abbâs dedi ki: Ebû'l-Kaasım (S): "Hâcer Zemzem'i kendi hâline bıraksaydı, su yeryüzünde açıktan akardı" buyurdu.

Dedi ki: Artık Hâcer sudan içiyor, sütü çoğalıyor, çocuğunu em-ziriyordu.

Dedi ki: Hâcer bu suretle yaşarken Cürhüm kabilesinden birta­kım insanlar Mekke vadisine uğradılar. Onlar orada birtakım kuşla­rın uçtuğunu gördüler. Kendileri bunu inkâr edercesine:

— Kuşlar su üzerinden başka yerde bulunmaz, dediler ve hemen araştırıcı elçilerini gönderdiler.

Elçi ve beraberindekiler baktılar ve kendilerini bir su üzerinde gördüler. Hemen kabileye gelip, onlara su olduğunu haber verdiler. Bunun üzerine Cürhümlüler Hâcer'in yanına geldiler ve:

— Ey İsmail'in anası! Bizim de burada senin beraberinde olma­mıza yâhud seninle beraber ikaamet etmemize izin verir misin? dediler.

(Hâcer onlara izin verdi, beraber oturdular.)

Nihayet Hâcer'in oğlu bulûğ çağına erişince, Cürhümlüler için­de bir kadınla evlendi.

Dedi ki: İsmâîl evlendikten sonra İbrahim'e Hâcer'in bulundu­ğu yere gitmek düşüncesi belirdi. Bunun üzerine ailesi Sâre'ye:

  Ben Mekke'de bıraktıklarımı arayacağım, dedi.

Dedi ki: Akabinde Mekke'ye geldi ve İsmâîl'in karısına: .

  İsmâîl nerede? diye sordu. İsmail'in karısı:

— Ava gitti, dedi ve: Bize konuk olsan, yiyip içsen! sözlerini söy­ledi.

İbrâhîm:

  Yiyeceğiniz nedir, içeceğiniz nedir? diye sordu. Kadın:

  Yiyeceğimiz ettir, içeceğimiz de sudur, dedi. İbrâhîm:

— Yâ Allah! Bunlar için etlerinde ve içeceklerinde bereket halk eyle! dedi.

İbn Abbâs dedi ki: Ebû'l-Kaasım (S): "İbrahim'in duası sebe­biyle Mekke'nin yiyecek ve içeceğinde büyük bir bereket vardır" buyurdu.

Dedi ki: Sonra İbrahim'e yine Mekke'ye gitmek fikri belirdi ve ı ailesine:

— Ben Mekke'de bıraktıklarıma gideceğim, dedi (ve yollandı).

Mekke'ye gelince İsmail'le Zemzem kuyusunun arka tarafında kendi oklarını düzeltirken karşılaştı. Buluşma töreninden sonra oğluna:

— Yâ İsmâîl, Rabb'in bana kendisi için bir Beyt yapmamı em­retti, dedi.

İsmâîl:

  Rabb'inin emrine itaat et, dedi. İbrâhîm:

— Rabb'in bu iş üzerine bana yardım etmeni de emretti, dedi. İsmâîl:

  Öyle ise yardım ederim, dedi; yâhud da dediği gibi dedi. Bunun üzerine her ikisi kalktılar, İbrâhîm bina etmeye, İsmâîl

de taşlan uzatıp vermeye koyuldular ve:

  "Ey Rabb'imiz, bizden kabul buyur. Şübhesiz hakkıyle işi­ten, kemâliyle bilen Sen'sin Sen" (ei-Bakara: 127) duasını söylüyorlardı.

Dedi ki: Nihayet bina yükseldi. Yaşlı İbrâhîm de taşları naklet­mekten zaîf oldu. Bundan sonra İbrâhîm Makaam taşının üzerinde durdu da İsmâîl taşları ona uzatıp vermeye başladı. Bu işleri yapar­larken: "Ey Rabb'imiz, bizden (bu hizmeti) kabul buyur. Şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sen'sin Sen" duasını tekrar tekrar söy­lüyorlardı [63].

 

40-....... Ben Ebû Zerr(R)'den işittim, şöyle dedi: Ben:

— Yâ Rasûlallah! Yeryüzünde ilk önce hangi mescid bina edilip konuldu? diye sordum.

Rasûlullah (S):

  "el-Mescidu'l-Harâm" buyurdu. Ben:

  Sonra hangisi? dedim. Rasûlullah:

  "el-Mescidu'l-Aksâ" buyurdu. Sonra ben:

  Bu iki mescidin kuruluşu arasında ne kadar zaman vardır? dedim.

Rasûlullah:

  "Kırk sene" buyurdu. Sonra da:

  "Bundan böyle namaz sana nerede yetişirse sen namazı ora­da kıl! Çünkü faziletli namaz, vakti içinde kılınandır" buyurdu [64].

 

41-.......Amr ibnEbî Amr'dan; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti: Uhud Dağı Rasûlullah'a görününce: "Bu öyle bir dağdır ki, o bizi seviyor, biz de onu seviyoruz. Yâ Allah, şübhesiz İbrahim Mek­ke'yi harem kılmıştır. Ben de Medine'nin şu iki kara taşlık arasında­ki sahasını hürmet edilmesi vâcib bir harem kılıyorum" dedi [65].

Bu hadîsi Abdullah ibn Zeyd de Peygamber'den rivayet etmiştir.

 

42-.......Abdullah ibn Ebî Bekr, Abdullah ibn Umer'e Peygamber'in zevcesi Âişe(R)'den haber verdi: Rasûlullah (S):

  "(Yâ Âişe!) Görmedin mi, senin kavmin Ka'be'yi bina etti­ler, İbrahim'in temellerinden kısalttılar" buyurdu.

Ben de:

— Yâ Rasûlallah, Ka'be'yi İbrahim'in temelleri üzerine döndür­mez misin? dedim.

  "Senin kavmin küfr zamanına yakın olmayaydı" buyurdu.

Abdullah ibn Umer: Yemîn olsun ki, eğer Âişe bu hadîsi mu­hakkak Rasûlullah'tan işitmiş ise, ben Rasûlullah'ın Hıcr'ı ta'kîb eden iki rüknü isti'lâm etmemesini, Beyt'in İbrahim'in temelleri üzerine tamam olmamasındandır diye düşünüyorum, demiştir.

Ve İsmâîl ibn Ebî Uveys bu hadîsi rivayetinde: Abdullah ibnu Muhammed ibn Ebî Bekr diye beyânlı söylemiştir [66].

 

43-.......Amr ibn Suleym ez-Zurakî şöyle demiştir: Bana Ebû Humeyd es-Sâidî (R) haber verdi. Onlar:

  Yâ Rasûlallah, sana nasıl salât okuyalım? diye sormuşlar. Rasûlullah (S) da şöyle deyiniz buyurmuştur:

  "Allâhumme salli alâ Muhammedin ve ezvâcihî ve zürrîyeti-hî kemâ salleyte alâ âli tbrâhîme ve bârik alâ Muhammedin ve ezvâ­cihî ve zürrîyetihî kemâ bârekte alâ âli tbrâhîme inneke hamîdun mecîd

(Yâ Allah, İbrâhîm ailesine salât ettiğin gibi Muhammed'e, zevce­lerine ve zürrîyetine de salât et ve Muhammed'i, zevcelerini ve zür-rîyetini İbrâhîm ailesini mübarek kıldığın gibi mübarek kıl. Hiç şübhesiz Sen Hamîd'sin, Mecîd'sin)" [67].

 

44-.......Bize Ebû Kurre Müslim ibnu Salim el-Hemdânî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Abdullah ibnu îsâ tahdîs etti; o, Abdurrah-mân ibn Ebî Leylâ'dan şöyle dediğini işitmiştir: Bana Ka'b ibn Ucre (R) kavuştu da:

— Ey İbn Ebî Leylâ! Peygamber(S)'den işittiğim bir salât ve se­lâm hediyesini sana hediye edeyim mi? dedi.

Ben de:

  Evet, onu bana hediye et, dedim. Ka'b:

— Biz bir kerresinde Rasûlullah'tan: Yâ Rasûlallah! Sizin ehli beytinize hâss olarak salât nasıldır? Çünkü Allah bize yalnız (namazda) sana nasıl selâm edeceğimizi öğretmiştir, diye sorduk.

Rasûlullah bize:

  "Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ tbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdun mecîdun.

Allâhumme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ke­mâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli tbrâhîme inneke hamîdun mecî­dun deyiniz" buyurdu [68].

 

45-.......İbnu Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Hasan ile Hüseyin'e şu duayı okur ve: "(Büyük) babanız îbrâhîm de bu du­ayı oğullan îstnâîl ile îshâk'a okuyup bununla onları Allah'a sığındırırdı" buyurdu: "Eûzu bi-kelimâtVllâhi't-tâmmeti min külli şeytanin ve hâmmetin ve min külli aynin lâmmetin (Her nevi' şey­tândan, her haşereden, dokunan her kötü gözden Allah'ın tam olan (şifâ verici) kelimelerine sığınırım)" [69] .

 

13- Bâb: Azız Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli:

 

"Onlara İbrahim'in konularını da haber ver: Hani bunlar onun huzuruna girip 'Selâm' demişlerdi. O da:

'Biz sizden endişe edicileriz' demişti. Dediler ki: 'Korkma, hakikat biz sana çok bilgin bir oğul müjde ediyoruz'. 'Bana' dedi, 'İhtiyarlık çökmüşken (nasıl olup da) müjde verdiniz? Bu tebşiri neye dayanarak yapıyorsunuz?' Dediler: 'Seni hakk olarak muştuluyoruz. O hâlde sakın ümidini kesenlerden olma'. (İbrahim:) 'Rabb 'imin rahmetinden sapıklardan başka kim ümidini keser?' dedi. 'Ey elçiler, daha işiniz nedir?' dedi. Dediler: 'Gerçek biz günahkârlar güruhuna gönderildik. Şu kadar ki, Lût ailesi bunların dışındadır.

Biz onların hepsini muhakkak kurtarıcılarız. Karısı başka. Biz onun mutlakaa geride kalanlar arasında bulunmasını takdir ettik... " (ei-acr: 51-60).

"Lâ tevceV\ "Lâ tahaf (yânı, korkma) demektir. "Hani İbrahim: 'Ey Rabb'im, ölüleri nasıl dirilteceğim bana göster' demiş: (Allah buna) 'İnanmadın mı yoksa?' demiş, o da: 'İnandım; fakat kalbimin (gözümle de görerek) yatışması için' (istedim diye) söylemişti.

Allah dedi ki: '''Dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları (kesip) her parçasını bir dağın üzerine bırak.

Sonra da onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki şübhesiz Allah bir kaadiri mutlaktır, tam bir hüküm ve

hikmet Sahibidir" (el-Bakara: 260) [70].

 

46- Bize Ahmed ibn Salih tahdîs etti: Bize Abdullah ibnu Vehb el-Mısrî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Yûnus ibn Yezîd, İbn Şihâb'-dan; o da Ebû Seleme ibn Abdirrahmân ve Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; onlar da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle bu­yurmuştur: "Biz İbrahim 'den daha haklıyız: îbrâhîm: 'Ey Rabb 'im, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster" dediği zaman Rabb'i: 'İnan­madın mı yoksa?' dedi. O da: 'İnandım, fakat kalbimin (gözümle de görerek) yatışması için (istedim' diye) söylemişti" (el-Bakara: 260).

Allah Lût Peygamber'e de rahmet etsin, O da yemin olsun çok sağlam bir rükne, Allah'a dayanıp dururken: "(Âh) size yetecek bir kuvvetim olsaydı yâhud sarp bir kal'aya sığınabilseydim" (Hûd: 80) dedi".

Sonra Rasûlullah: "Eğer ben zindanda Yûsuf'un kaldığı gibi uzun zaman mahbûs kalsaydım, onu hapisten çıkarmağa gelen kişinin da'vetine hemen icabet ederdim (haydi efendine git de tahkikat yapsın demezdim)" buyurmuştur [71].

 

14- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı [72]:

 

"Kitâb'da İsmail'i de an. Çünkü o, sözünde sâdıktı, rasûl bir peygamberdi. Kavmine namazı, zekâtı emrederdi. Rabb'i nezdinde rızâya ermişti o" (Meryem: 54-55).

 

47-.......Selemetu'bnu'1-Ekva' (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Eşlem kabilesinden ok atışmakta olan bir topluluğa uğradı da:

  "Ey İsmail oğullan, ok atınız! Şübhesiz sizin (büyük) baba­nız usta bir ok atıcısı idi. Ve ben bu yarışmada Fulân oğulları ile beraberim" buyurdu.

Râvî dedi ki: Rasûlullah'ın bu sözünü işitince iki grup ok yarış­çılarından bir tarafı ellerini ok atmaktan çektiler. Bunun üzerine Ra-sûlullah:

  "Size ne oldu ki atmıyorsunuz?" buyurdu. Onlar da:

— Yâ Rasûlallah! Siz muhalifimiz grupla beraberken biz o tara­fa nasıl ok atarız? dediler.

Rasûlullah:

  "Haydi atınız! Ben sizin hepinizle beraberim" buyurdu [73].

 

15- İbrahim'in Oğlu İshâk'ın Kıssası Babı [74]

 

Bu bâbda İbnu Umer ve Ebû Hureyre'nin Peygamber(S)'den rivayet ettikleri hadîsler vardır [75].

"Yoksa, ölüm Ya'kûb'un önüne geldiği vakit siz de orada hazır mı idiniz? (Hayır) o, oğullarına: Benden sonra neye ibâdet edeceksiniz? dediği zaman onlar: Senin Tanrı'na ve babaların İbrahim'in İsmail'in, İshâk'ın bir tek tanrı olan Allah'ına ibâdet edeceğiz. Biz O'na teslim  olmuş müslümânlarız, demişlerdi" (ei-Bakara: 133) [76].

 

48-.......Ubeydullah'tan; o da Saîd ibn Ebî Saîd el-Makburî'den işitmiştir ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber'e:

— İnsanların (Allah katında) en çok kerem ve ihsana nail olanı kimdir? diye soruldu.

Peygamber (S):

  "İnsanların en kerîmi, en muttaki olanıdır" buyurdu. Soranlar:

— Ey Allah'ın Peygamberi, biz Senden amel cihetiyle en kerîm olanı sormuyoruz, dediler.

Bunun üzerine Peygamber:

  "İnsanların (şerefçe) en kerîmi Allah'ın Peygamberi Yûsuj"Ij tur. Yûsuf, Allah'ın Peygamberi (Ya'kûb'un) oğludur. O da Allah'­ın Peygamberi (İshâk'ın) oğludur. O da Allah 'in Peygamberi İbrahim Halîlullah'ın oğludur" buyurdu.

Suâl soranlar yine:

  Biz Sana bundan sormuyoruz, dediler. Bu defa Peygamber:

 "Siz Ar ab şeceresinin ma'denlerinden (yânî anaç soylarından) soruyorsunuz!" buyurdu.

Onlar:

  Evet, dediler. Peygamber:

  "Sizin Câhiliyet zamanında hayırlı olanlarınız, İslâm'ı anla­yıp ilim üzere hareket ederlerse İslâm devrinde de en hayırlı olanları-nızdır" buyurdu [77].

 

17- Bâb:

 

"Lât'a da (peygamberlik vermiştik). O zaman kavmine şöyle demişti: Siz gözünüz göre göre hâlâ o kötülüğü yapacak mısınız? Gerçek, siz kadınları bırakıp da şehvetle mutlakaa erkeklere yanaşacak mısınız? Hayır, siz beyinsizlikte devam edegelen bir kavimsiniz. (Buna karşı) kavminin cevâbı: Lût Hanedanı 'nı memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar temizliğe zorlar insanlardır, demelerinden başka (birşey) olmadı. Bunun üzerine biz de hem onu, hem geri kalanlardan olmasını takdir ettiğimiz karısından başka bütün hanedanını kurtardık. Onların üstüne öyle bir yağmur yağdırdık ki...

"Ne kötü idi inzâr edilenlerin yağmuru" (en-Nemi: 54-58) [78]

 

49- Bize Ebû'l-Yemân tahdîs etti: Bize Şuayb haber verdi: Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) "Allah Lût'a mağfiret etsin. Muhakkak ki, o, çok sağ­lam bir rükne (yânî Allah'a) dayanmakta idi" buyurmuştur [79].

 

18- Bab:

 

"Vaktaki elçiler Lût ailesine geldi. Lût dedi ki: 'Herhalde siz tanınmamış bir zümresiniz \ Onlar da:

‘Hayır' dediler, 'Biz sana onların, hakkında şekk etmekte oldukları şeyi getirdik. Sana hakk ile geldik.

Biz şübhesiz doğru söyleyenleriz'... " (ei-Hıcr: 6i-64)I

"Tevellâ bi-ruknihî" (ez-zâriyât: 39) "Beraberindekilerle yüz çevirdi, çünkü onlar onun kuvvetidir. "Lâ terkenû"

 ıi3), "Meyi etmeyin" demektir. "Fe-enkerahum" ve "Nekirahutn" (Hûd: 70) "Vestenkerahum": Bunların hepsi bir ma'nâya olup "Onlardan hoşlanmadı" demektir.

Yuhraûne" (Hûd: 78) "Koşuyorlar" demektir. "Dâbira" (ei-Hıcr: 66) "Ahira" demektir. "Sayhaten" (Yâsîn: 29)

' 'Heleketen'' demektir. "Li'l-mutevessimîn" (ei-Hîcr: 75) "Bakanlar" yâhud "Düşünenler" demektir. "Le-bi-sebîlin " (ei-Hıcr; 76) "Le-bi-tarîkin" demektir [80].

 

50- Bize Mahmûd ibn Geylân tahdîs etti: Bize Ebû Ahmed tah­dîs etti: BizeSufyân es-Sevrî, Ebû İshâk'tan; o da el-Esved'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Fehel min muddekir" (ei-Kamer'de, altı kerre) şeklinde okudu [81].

 

19- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki:

*Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka hiçbir tanrınız yoktur. Size Rabb'inizden apaçık bir mu 'cize gelmiştir. İşte size bir alâmet olmak üzere Allah'ın şu dişi devesi! Onu bırakın, Allah'ın arzında otlasın. Ona bir fenalıkla dokunmayın. Sonra sizi acıklı bir azâb yakalar. Düşünün ki, Allah sizi Âd'den sonra hükümdarlar yaptı. Yeryüzünde sizi yerleştirdi. Ovalarından köşkler yapıyor, dağlarından evler yontuyorsunuz. Artık hepiniz Allah'ın lutuflarını anın, yeryüzünde fesâdçılar olup taşkınlık yapmayın!' Onun kavminden büyüklenen ileri gelenleri de kendilerince hor görülenlere, onların içinden îmân edenlere şöyle dediler:

'Siz Salih'in gerçekten Rabb'i katından gönderilmiş bir peygamber olduğunu biliyor musunuz?' Onlar da: 'Biz*

dediler, 'Doğrusu onunla ne gönderildiyse ona îmân edicileriz1. (Yine) o kibirlenen kimseler: 'Biz, doğrusu o sizin îmân ettiğinizi inkâr ile kâfir olanlarız' dediler. Derken o dişi deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler, Rabb'lerinin emrinden uzaklaşıp isyan ettiler ve: 'Salih, eğer sen gönderilmiş peygamberlerden isen, bizi tehdîd edip durduğun azabı getir bize' dediler. Bunun üzerine onları şiddetti bir sarsıntı tutuverdi de yurtlarında dizüstü çöken kimseler oldular. O da onlardan yüz çevirdi ve (kendi kendine) şöyle dedi: 'Ey kavmim, and usun ki,   ben size Rabb'imin  elçiliğini tebliğ etmişimdir. Size nasihat etmişimdir. Fakat siz nasîhatçileri sevmezsiniz ki" (ei-A'mf: 73-79)

el-Hıcr Sûresi'nde de bu vakıa özetlenerek verilmiştir: "And olsun ki, Ashabu Hıcr da peygamberleri tekzîb

etmişlerdir. Biz onlara âyetlerimizi vermiştik de bunlardan yüz çevirici idiler. Onlar dağlardan emîn evler yontup oyarlardı. Derken onları dahî sabaha girdikleri sırada o (korkunç) ses yakalayıverdi.

Binâenaleyh kazanageldikleri o şeyler kendilerinden (hiçbir azabı) def edemedi" (ei-Hıcn so-84).

"el-Hıcr", Semûd kavminin oturduğu yerdir. Amma

"Horsun hıcrun" (ei-En'âm: 138) ta'bîrine gelince, bu "Haram ekin" demektir. Men' edilmiş herşey "Hıcrun mahcürun"dur (ei-Furkaan: 22,53). "Ve'I-Hacru", kurduğun her binadır ve Arz'dan onun üzerine men' ettiğin şey

de "Hıcr"dır.

İşte Ka'be'nin Hatîm'i, bu kabilden "Hıcr" diye isimlendirildi. Sanki o "Mahtûm"dan, yânî "Kesilmiş" ta'bîrinden türemiştir; "Katîl"in "Maktûl"den olması gibi. Ve atların dişisine de "Hıcr" denilir; "Akl"a da "Hıcr" ve "Mıcen" denilir <ei-Fecr: 5). Amma Yemâme'nin "Hacr"ine gelince, o bir menzildir [82].

 

51-.......Abdullah ibn Zem'a (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, kendisi Salih Peygamber'in dişi devesini öldüre­ni zikretti de: "Salih 'in dişi devesini, kuvvette Ebû Zem 'a gibi kavmi arasında izzet ve şevket sahibi birisi öldürme da'vetine icabet etti" buyurdu.

 

52-....... Bize Süleyman ibn Bilâl, Abdullah ibn Dinar'dan; o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) Tebûk gazvesinde Semûd kavminin helak olduğu Hıcr vadisinde konakladığı zaman, sahâbîlerine buranın kuyusundan su içmemelerini ve buradan su al­mamalarını emretmiş. Sahâbîler:

— Biz bu kuyunun suyundan alıp hamur yoğurduk ve su kapla­rımızı doldurduk, demişler.

Bunun üzerine Rasûlullah onlara bu hamuru atmalarım ve al­dıkları suyu da dökmelerini emretmiştir.

Ve Sebre ibn Ma'bed'den ve Ebu'ş-Şumûs'tan, Peygamber'in yi­yeceklerin atılmasını emrettiği rivayet olunur. Ebû Zerr de Peygam­ber'in, buranın suyuyla hamur yoğuran kimseye bunu atmasını emrettiğini söylemiştir.

 

53-....... Abdullah ibn Umer (R) ona (yânî Nâfi'e) şöyle haber vermiştir: İnsanlar Rasûlullah'm beraberinde Semûd arazîsi olan el-Hıcr'a inip konakladılar, akabinde oranın kuyusundan su aldılar ve bununla hamur yoğurdular. Rasûlullah (S) onlara, oranın kuyusun­dan aldıkları suyu dökmelerini, o su ile yoğurulan hamuru develere yedirmelerini emretti. Ve yine RasûIuİlah onlara Salih Peygamber'in dişi devesinin su içmeye gelmekte olduğu kuyudan su almalarını emretti.

Bu hadîsi Nâfi'den rivayet etmekte Ubeydullah'a, Usâme ibn Zeyd ibn Harise mutâbaat etmiştir [83].

 

54-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Salim, babası Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle haber verdi: Peygamber (S) el-Hıcr'a uğradı­ğı zaman: "Ağlayıcılar olmanız hâli müstesna, onlara isabet eden mu­sibetin sizlere isabet etmesinden sakınmak için kendi nefislerine zulmetmiş olan kimselerin meskenlerine girmeyiniz" buyurdu. Son­ra kendisi devesinin üzerinde olduğu hâlde ridâsıyle örtündü.

 

55-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):

"Ağlayıcılar olmanız müstesna, onlara isabet eden azabın benzeri­nin size isabet etmesinden sakınmak için kendi nefislerine zulmet­miş olan kimselerin meskenlerine girmeyiniz" buyurdu [84].

 

20- Bab:

 

Yoksa (ey Yahudiler), ölüm Ya'kûb'un önüne geldiği zaman siz de orada hazır mı idiniz?" (ei-Bakara: 133).

 

56-.......Abdullah ibn Dinar'dan; odaîbnUmer(R)'dentahdîs etti ki, Peygamber (S): "Kerîm oğlu-Kerîm oğlu Kerîm oğlu Kerîm, İbrahim oğlu Ya'kûb oğlu Yûsuf aleyhi's-selâmdır"buyurmuştur [85].

 

21- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

'And olsun ki, Yûsuf'un ve kardeşlerinin kıssalarında soranlar için nice ibretler vardır** (Yusuf: 7).

 

57-.......Ubeydullah şöyle demiştir: Bana Saîd ibn Ebî Saîd, Ebû Hureyre(R)'den haber verdi: Rasûlullah'a:

  İnsanların en kerîmi kimdir? diye soruldu. Rasûlullah (S):

  "Allah'a en takvâlı olanlarıdır" buyurdu. Sahâbîler:

  Biz sana bundan sormuyoruz, dediler. Rasûlullah:

  "İnsanların şerefçe en kerîmi, Allah'ın Peygamberi Yûsuf'­tur. Yûsuf, Allah'ın Peygamberi (Ya'kûb'un) oğludur. O da Allah'­ın Peygamberi (İshâk'ın) oğludur. O da Allah'ın Peygamberi Halîlul-lah'ın oğludur" buyurdu.

Sahâbîler:

  Biz sana bundan sormuyoruz, dediler. Rasûlullah:

  "Siz bana Arab şeceresinin ma'denlerinden (yânî ana soyla­rından) soruyorsunuz. İnsanlar ma 'denler(g,ibi)dir. İnsanların câhi-liyet zamanında hayırlı olanları İslâm 'ı anlayıp ilim üzere yaşarlarsa, İslâm devrinde de en hayırlı olanlarıdır" buyurdu [86].

 

58- Bana Muhammed ibn Selâm tahdîs etti: Bize Abde ibn Sü­leyman, Ubeydullah'tan; o da Saîd'den; o da Ebû Hureyre(R)'den; o da Peygamber(S)'den olmak üzere bu hadîsi haber verdi [87].

 

59-.......Ben Urve ibnu'z-Zubeyr'den işittim, Peygamber (S) Âişe(R)'ye:

  "Ebû Bekr'e emret de insanlara namazı kıldırsın" buyurmuş.

Âişe:

— Ebû Bekr pek yufka yürekli bir adamdır. Ne zaman Sen'in ma-kaamına dikelirse kalbi incelir, demiş.

Peygamber evvelki emrini tekrar buyurmuş, Âişe de "Ebû Bekr hüzünlü bir adamdır" sözünü tekrarlamış.

Şu'be ibnu'l-Haccâc yukarıdaki senedle dedi ki: Peygamber üçün­cü yâhud dördüncü defasında:

— "Şübhesiz sizler, Yûsuf Peygamber'in karşılaştığı kadınlar­sınız. Ebû Bekr'e emredin de namazı kıldırsın'' buyurdu [88].

 

60-.......Ebû Mûsâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) hastalandı da:

  "'Ebû Bekr'e emredin, insanlara namaz kıldırsın!"'buyurdu. Âişe:

— Ebû Bekr yufka yürekli bir adamdır, dedi. Peygamber önce emrinin benzerini söyledi. Âişe de sözünün ben­zerini söyledi. Bunun üzerine Peygamber:

  "Ebû Bekr'e emredin! Şübhesiz siz kadınlar Yûsuf Peygam­ber 'in sahibelerisiniz (yânı onun günündeki kadınlarsınız)" buyurdu.

Akabinde Ebû Bekr, Rasûlullah'ın hayâtında imâm oldu. Râvî Hüseyin ibn Alî el-Cu'fî, Zaide ibn Kudâme'den "İnce kalbli bir adam" şeklinde söylemiştir [89].

 

61-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle duâ buyurdu: "Yâ Allah! Ayyaş ibn Ebî Rabîa'yı kurtar! Yâ Allah! Se-lemete'bne Hişâm 'ı kurtar! Yâ Allah! el- Velîd ibne'l- Velîd'i kurtar! Yâ Allah! (Kâfirlerin elinde bunalıp) zayıf ve âciz görülen diğer mü'-minleri kurtar! Yâ Allah! Mudar'ı daha şiddetle çiğne! Yâ Allah! İçin­de bulundukları bu yılları Yûsuf Peygamber'in o şiddetli yıllarına benzet!" [90].

 

62-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: 'Allah Lût Peygamber'e rahmet etsin! Yemin olsun ki, o muhakkak çok sarp bir kal'aya sığınıyordu. Ve eğer ben zindanda Yûsuf'un kaldığı kadar uzun zaman mahbûs kalsaydım, sonra bana, çıkarmak üzere o da'vetçi gelseydi, ben hemen ona icabet ederdim" [91].

 

63-.......Mesrûk şöyle demiştir: Ben Âişe'nin anası Ümmü Rûmân'a Âişe hakkında yapılan Ifk dedikodusunu sordum. O şöyle de­di:* Ben Âişe'nin beraberinde idim, ikimiz oturuyorduk. Birden yanımıza Ensâr'dan bir kadın girdi. O:

— Allah fulan kimseye (yânî Mıstah ibn Usâse'yıe) lâyıkını yap­sın ve yaptı, dedi.

Ümmü Rûmân dedi ki: Ben o Ensâriyye kadına:

— Sen niçin Allah fulana şöyle yapsın ve yaptı diyorsun? dedim. Ensâriyye kadın:

— Çünkü o, Ifk sözünün zikrini oradan oraya taşıyıp yaydı, de­di.

Bunun üzerine Âişe:

  Bu adam hangi sözü yaydı? dedi.  

O kadın Ifk ehlinin sözlerini Âişe'ye haber verdi. Ümmü Rûmân dedi ki:

  O sözü Ebû Bekr ile Rasûlullah işittiler mi? diye sordu. Ümmü Rûrhân:

  Evet, o sözü bunların ikisi de işitti, dedi.

Bunun üzerine Âişe bayıldı. Âişe ancak üzerinde titreme ile be­raber bir ateş olduğu hâlde ayıldi. Akabinde Peygamber geldi ve:

  "Âişe'nin nesi var?" diye sordu. Ümmü Rûmân dedi ki: Ben:

— Âişe'yi» kendisi hakkında konuşulmakta olan bir sözden do­layı bir humma, yânî ateşli hastalık yakaladı, dedim.

Bunun üzerine Âişe oturdu ve şöyle dedi:

— Eğer ben size bu söyleneni yapmadım diye yemîn etsem, siz­ler beni tasdîk etmezsiniz. Eğer özür ve bahane serdedip kusurumu dilesem, sizler benim özrümü kabul etmezsiniz. Artık bu vaziyette be-

nim meselimle sizin meseliniz, Ya'kûb Peygamber ile oğullarının meseli gibidir. (Çünkü o güzel bir sabr etti ve şöyle dedi:) "Sizin şu anlatışı­nıza karşı yardımına sığınılacak, ancak Allah'tır" (Yûsuf: 18).

Akabinde Peygamber (S) oradan ayrıldı, Allah da (Âişe'nin 6e-râeti hakkında) indirdiğini indirdi. Peygamber bu berâet müjdesini Âişe'ye haber verdi. Bunun üzerine Âişe:

— Ben ancak Allah'a hamd ile meşgul olurum, başka bir kimse­ye hamd ile değil, demiştir [92].

 

64-.......İbnŞihâb şöyle demiştir: Bana Urve haber verdi. Ken­disi Peygamber'in zevcesi Âişe(R)'ye:

— Allah'ın şu kavline ne dersin; bana bundan haber ver: "Hattâ o peygamberler (kavimlerinin îmânından) ümîdlerini kesip de onların (va'd olundukları ilâhî nusrat hakkında) muhakkak yalana çıkarıldık­larını zannettikleri sırada, onlara nusratımız yetişip gelmiş..." (Yûsuf: no); "Onların muhakkak yalana çıkarıldıklarını" yahud "Kendileri­ne yalan söylenmiş olduğunu'"!

Âişe:

  Zann, senin anladığın gibi kendi babı üzere değildir. Fakat kendi kavimleri o peygamberleri yalanlamışlardır, dedi.

Ben, Âişe'ye;

— Vallahi onlar kesin surette kavimlerinin kendilerini tekzîb et­tiklerini bilmişlerdir; o zann değildir, dedim.

Âişe (onu reddedici olarak):

  Yâ Ureyye (yânı: Ey Urvecik)! Onlar bunu kesin bilmişler­dir, dedi.

Ben:

— Belki âyet "Yâhud kuzibu'= Kendilerine yalan söylendi (yâ-nî peygamberlere yalan va'dler söylendi)" demektir, dedim.

Âişe:

— Maazallâhî (= Bundan Allah'a sığınırım). Rasûller hiçbir za­man Rabb'lerinin va'dinin ihtilâf edeceğini düşünmemişlerdir. Am­ma şu "ez-Zânnîne billahi zanne's-sev'i = Allah'a kötü zannda bulunanlar" <d-Feth: 6) âyetine gelince onlar Rabb'lerine îmân etmiş ve peygamberleri tasdîk etmiş olan peygamberlerin tâbi'leridir; bun­lar üzerine belâ uzamış, ilâhî yardım ve zafer onlardan gecikmiş, hattâ peygamberler kendi kavimlerinden olup da, peygamberleri tekzîb eden­lerden ümîdsizliğe düştükleri ve tâbi'lerinin kendilerini tekzîb ettik­lerini zannetmiş oldukları zaman, onlara Allah'ın yardımı gelmiştir, dedi [93].

Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: "İstey'esû"nun vezni (lYe-istu minhu", yânî Yûsuf'tan ümîd kestim ta'bîrinden "İftealû"dur. -el-Asîlî'de: "İstef'alû"dur-. "Lâ tey'esû min ravhillâh" -Allah'ın rahmetinden ümîd kesmeyin- (Yûsuf:, 87); bunun ma'nâsı ümîddir [94].

 

65-.......İbn Umer(R)'den, Peygamber (S): "Kerîm oğlu, Ke­rîm oğlu, Kerîm oğlu Kerîm, İbrâhîm oğlu îshâk oğlu Ya'kûb oğlu Yûsuf aleyhi's-selâmdır" buyurmuştur [95].

 

22- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Eyyûb'u da (hatırla). Hani o Rabb'ine: 'Hakikat bana derd çattı. Sen ise acıyanların en acıyanısın' diye niyaz etmişti" (el-Enbiyâ: 83)

"Irküd" (Sâd: 42), "Vur"; "Yerkudûn" (ei-Enbiyâ: 12), "Koşuyorlar" demektir [96].

 

66-.......Bana Ma'mer, Hemmâm'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Eyyûb, mu'cize-li suda soyunmuş olarak yıkandığı sırada üzerine altından düzülmüş bir sürü çekirge düştü. Eyyûb bunları hemen toplayıp elbisesine dol­durmaya başladı. Bunun üzerine Rabb'i:

  Yâ Eyyûb! Ben seni görmekte olduğun bu altın çekirgelerden yana zengin kılmadım mi? diye nida etti.

Eyyûb:

— Evet Rabb'im, beni o suretle zengin kıldın. Fakat senin hayır ve bereketinden benim için müstağnî olmak yoktur, dedi" [97].

 

23- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Kitâb'da Musa'yı da an. Çünkü o, ihlâsa erdirilmişti. Rasûl bir peygamberdi. Biz ona Tûr'un sağ yanından nida ettik. Onu çok münâcât eden bir kimse olarak yaklaştırdık.

Ona merhametimizden dolayı kardeşi Hârûn 'u da kendisine bir peygamber olarak ihsan ettik.(Meryem: 51-53).

Vâhid, iki ve cemi' için "Necî (= Çok münâcât eden)" denilir.

Ve "Halasû neciyyen" (Yûsuf: so) denilir; bu "Fısıldaşarak bir yana çekildiler" demektir. Bunun cem'i de

"Enciyetun"dur. "Yetenâcevne" (ei-Mucâtjiie: 8),

"Fısıldaşıyorlar" demektir. "Telekkafu" (ei-Arâf: in)

"Telekkarnu" (yânî tutuyor) demektir [98].

 

 

24- Bâb:

 

"Fir'avn ailesinden olup îmânını gizlemekte bulunan bir mü 'min de şöyle dedi: *Siz bir adamı, Rabb Hm Allah 'tır demesiyle öldürür müsünüz? Hâlbuki o size Rabb Hnizden apaçık mu 'cizeler de getirmiştir. Bununla beraber, eğer o bir yalancı ise, yalanı kendine. Eğer doğru söyleyici ise, sizi tehdîd edegeldiği azabın bir kısmı olsun sizi çarpar. Şübhesiz Allah, haddi aşan, yalancı olan kimseyi muvaffak kılmaz1' (ei-Mumin: 28)" [99]

 

67-....... Âişe (R) şöyle dedi: Peygamber (-S-Cibrîl kendisi­ne vahy getirdikten sonra Hırâ'dan) korkuyla yüreği titreyerek Ha-dîce'ye döndü. Bundan sonra Hadîce, Peygamber'i birlikte alıp amca oğlu olan Varaka ibn Nevfel'in yanına götürdü. Bu zât (puta tapıcı-lığı terkedip) Hrıstiyan Dîni'ne girmiş, İncil'i Arab diliyle okuyan bir kimse idi. Varaka, Peygamber'e:

  Ne görüyorsun? dedi.

Peygamber gördüklerini ona haber verdi. Bunun üzerine Varaka:

— Bu gördüğün, Allah'ın Mûsâ Peygamber'e indirdiği Nâmûs'tur (yânî vahy sırrının sahibidir). Eğer senin da'vet günlerine yetişirsem, sana kuvvetli bir şekilde yardım ederim, dedi.

"en-Nâmûs", Allah'ın başkalarından gizlemekte olduğu şeyleri kendisine bildirmekte olduğu sır sahibidir [100].

 

25- Aziz Ve Celîl Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Musa'nın haberi geldi mi sana? Hani o, bîr ateş görmüştü de ailesine: 'Siz (burada) durun. Hakikat ben bir ateş gördüm. Belki ondan size bir kor getirir yâhud ateşin yanında bir yol (gösterici) bulurum' demişti. İşte Mûsâ; ona gelince kendisine şöyle nida olundu: 'Ey Mûsâ! Şübhesiz benim ben senin Rabb 'in! Haydi pabuçlarını çıkar. Çünkü sen mukaddes bir vâdîde Tûvâ'dasın" (Tâhâ: 9-12) [101]

Ânestu absartu naran", "Bir ateş gördüm, belki ondan size bir kor getiririm" ma'nâsınadır.

İbn Abbâs şöyle demiştir: "Mukaddes", "Mübarek" demektir. "Tûvâ", vâdînin ismidir; "Sîretehâ", "Hâletehâ"; "en-Nuhâ" "et-Tukaa", "Bi-melkinâ", "Bi-emrinâ"; "Hevâ>\ "Şakiye", "Fârığan illâ min zikri Mâsâ", "Musa'nın anasının kalbi Mûsâ düşüncesinden başka herşeyden boş olarak sabahladı"; "Rid'en key yusaddıkanî..." "Kardeşim Hârûn lisânca benden daha fasihtir, onu da benimle, beni tasdik edecek bir yardımcı yap". "Rid'en"in tefsirinde "Mugîsen" yâhud "Muînen" denilir. "Yebtuşu" ve "Yebtışu" fiili birinci ve ikinci bâblardan söylenir. "Ye'temirûn", "İstişare ediyorlar"; "el-Cezvetu", kendisinde alev bulunmayan odundan kalın bir ateş parçası, "Seneşuddu", "Senuînuke" (yânî sana yardım edeceğiz); Ne zaman bir şeyi kuvvetlendirirsen, ona kuvvet verecek bir pazu yapmışsındır.

İbn Abbâs'tan başkaları da şöyle dedi: Bir harf söyleyemezse yâhud söylemede temteme ve fe'fee olduğu hâlde söylerse, o, dilde bir ukdedir [102].

"Ezri", "Sırtımı"; "Feyushıtekum", "Sizi helak edecek"; "el-MusW\ "el-Emselu"nun müennesidir Bi-tarîkatıkumu 'l-muslâ  ''Bi-dînikumu 'l-musiâ'' (yânî düzgün olan dîninizle) diyor. "Muslâyı al, emseli al" denilir. "Sonra saf fa geliniz": Sen bu gün saffa geldin mi? denilir, bununla içinde namaz kılınan musallayı kasdeder. "Evcese hîfeten", "İçinde bir korku gizledi" demektir. "Mı/eten" kelimesinden -hâ'nin kesresinden dolayı- vâv harfi gitti. "Fî cuzûl'n-nahli", "Ala cuzuı'n-nahli" (yânî hurma gövdeleri üzerine) demektir. "Hatbuke", "Bâluke", yânî hâlin, sânın demektir. "Misâse", mufâale babının masdarıdır.

"Le-nensifennehû" "Onu zerre zerre savunurum"; "esed-Dahâu", "Sıcaklık"; "Kussîhi", "Onun izi üzere git, onu ta'kîb et" demektir. Bazen "Biz sana en güzel kıssa anlatıyoruz" gibi söz nakletmek ma'nâsına olur.

"An cunubin", "Uzaktan" demektir; "An cenabetin" ve "An ictinâbin" de bir ma'nâyadır. Mücâhid de şöyle demiştir:

"Alâ kaderin" "Bir va'de kadar"; "Lâ teniyâ", "Zayıflamayın, gevşemeyin"; "Mekânen sııven", "Aralarında eşit uzaklıkta bir yer"; "Yebesen", "Yâbisen" yânî kuru; "Min zînetVl-kavmV\ İsrail oğulları'nın Fir'avn halkından ariyet aldıkları zînetler;

"Kazefethâ"; Musa'nın anası o sandığı suya attı;

"Elkaa", "Yaptı" (yânî Sâmirî onlara bir buzağı heykeli yaptı), "Mûsâ unuttu": Bu sözü Sâmirîler söylüyorlardı:

"Sâmirî onlara böğüren bir buzağı heykeli çıkardı da:

İşte sizin de, Musa'nın da tanrısı budur. Fakat Mûsâ unuttu, demişlerdi (yânî Mûsâ Rabb'de yanıldı, onlara buzağı hakkında hiçbir söz söylemedi, demişlerdi)" [103].

 

68-.......Bize Katâde, Enes ibn Mâlik'ten; o da Mâlik ibn Sa'saa'dan tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) onlara kendisinin göklere yürü­tüldüğü geceden anlatıp şöyle buyurmuştur: "Nihayet beşinci semâya geldi ve orada Harun'la karşılaştı. Cibril:

  Bu Hârûn 'dur, ona selâm ver, dedi.

Ben de ona selâm verdim, o da selâmımı aldı. Sonra:

  Merhaba sâlih kardeş ve sâlih peygamber! dedi."

Bu hadîsi Enes'ten; o da Peşgamber'den rivayet etmekte Katâ-de'ye Sabit el-Bunânî ile Abbâd ibn Ebî Alî mutâbaat etmişlerdir [104].

 

26- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:

 

"Musa'nın haberi geldi mi sana.., " (Tâhâ: 9); 'Öyle rasûller gönderdik ki, kıssalarını hakikat önceden sana bildirdik. Yine öyle rasûller yolladık ki, sana onların kıssalarını haber vermedik. Allah Musa'ya da hitâb İle konuştu" (en-Nisâ: 164) [105].

 

69-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Geceleyin yürütüldüğüm zaman Musa'yı gördüm. Baktim ki Mûsâ, Yemen'in Şenûe kabilesi erkeklerinden biri gibi uzun boylu, balık etli bir zâttır, isa'yı da gördüm. Baktım ki, o, orta yapı­lı, sanki hamamdan çıkmış gibi al çehreli idi. (Ben İbrâhîm'i de gör­düm.) Çocukları içinde İbrahim 'e en çok benzeyeni benimdir. Sonra bana birinin içinde süt, diğerinde şarâb bulunan iki kap getirildi. Cibril bana:

  Bunlardan hangisini istersen iç, dedi. Ben sütü aldım ve onu içtim. Bana:

— Fıtratı aldın. Eğer sen şarâbı almış olaydın, ümmetin azgın olurdu, denildi." [106].

 

70-.......Katâde şöyle demiştir: Ben Ebû'l-Âliye'den işittim: Bize Peygamberinizin amca oğlu, yânî İbn Abbâs tahdîs etti: Peygamber (S): "Hiçbir kul için 'Ben Yûnus ibn Mettâ'dan hayırlıyım' demek lâyık olmaz" buyurmuş ve Yûnus'u babası Mettâ'ya nisbet etmiştir. Ve yine Peygamber geceleyin yürütüldüğü vakti zikretti de: "Mûsâ buğday renkli, uzun boyludur; sanki Yemen 'in Şenûe kabilesi erkek­lerinden biri gibidir" buyurdu. Ve yine Rasûlullah: "îsâ toplu vü-cûdlu ve orta boyludur" buyurdu. Cehennem'in bekçisi olan Mâlik'i de zikretti, DeccâPi de zikretti [107].

71-.......Saîdibn Cubeyr'den; o da İbn Abbâs(R)'tan şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) Medine'ye geldiği zaman Medîneliler'i bir gün, yânî âşûrâ günü oruç tutarlar buldu. (Peygamber: Bu nedir? diye so­runca) Onlar:

— Bu büyük bir gündür. Bu öyle bir gündür ki, Allah bu günde Musa'yı (ve ümmetini düşmanlarından) kurtardı ve Fir'avn haneda­nını da denizde boğdu. Onun için Allah'a şükr olarak bunda oruç tuttu, dediler.

Bunun üzerine Peygamber:

  "Ben Musa'ya Yahudiler'den daha yakınım"buyurdu da ken­disi bu günü oruç tuttu ve bu gün oruç tutulmasını emretti [108].

 

27- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Mûsâ ile otuz gece sözleştik ve ona bir on gece daha kattık. Bu suretle Rabb 'inin ta Jyîn buyurduğu vakit kırk gece olarak tamamlandı, Mûsâ, kardeşi Harun 'a dedi ki: 'Kavminin içinde benim yerime geç, ıslâh et, fesâdcıların yoluna uyma!' Vaktâ ki Mûsâ ta 'yîn ettiğimiz vakitte geldi, Rabb 7 ona ilâhî sözünü söyledi. Mûsâ dedi ki: 'Rabb Hm, göster bana Seni göreyim!' buyurdu: 'Beni kaViyyen göremezsin. Fakat şu dağa bak. Eğer o, yerinde durabilirse sen de beni görürsün \ Derken Rabb 7 o dağa tecellî edince, onu paramparça ediverdi. Mûsâ da baygın yere düştü. Aydınca dedi ki: Seni tenzih ederim. Tevbe ettim sana. Ben îmân edenlerin ilkiyim" (ei Araf: 142-144).

Şöyle denilir: "Dekkehû", "Zelzelehû" yânı "Onu salladı"; "Ve humiletVl-ardu ve'l-cibâlu fe duketâ dekketen vâhideten =  Yerle dağlar yerlerinden kaldırılıp birbirine bir çarpışla hepsi toz hâline geldi" (ei-Hâkkaa: 14), yânı cem' ile "Dukıkne" demedi. Çünkü "Dağlar" cemi* hükmündedir; "Arz" da cemi* hükmündedir.

Lâkin Allah dağları birşey kıldı da bunun için tesniye ile "Fe dukketâ" denildi. Nitekim Azız ve Celîl Allah

"Kânetâ" da tesniye ile "Enne's-semâvâti vel-arda kânetâ ratkan" (eiEnbiyâ: 30) buyurdu da kaaideye göre cemi* ile "Kunne ratkan" demedi. Bunlardan herbirini tekbirşey kıldı. "Ratkan", "Multesıkateyni" yânî "Birbirine bitişik iki şey" demektir. "Küfürlerine binâen özlerine buzağıiçirilmişti" {ei Bakara: 93) "Sevbun müşerrabun" denilir ki,

"Boyanmış kumaş" demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir:

"İnbeceset" (ei-A'râf; i6o> "Fışkırdı" demektir. "Ve iz nataknâl-cebele fevkahum" (el-A'râf: m) da "Nataknâ",

"Rafa'nâ", yânî "Kaldırdık" demektir [109].

 

72-.......Yahya ibn Umâre'den; o da Ebû Saîd(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar kıyamet gününde bayılıp yere düşecekler, (ben de bayılacağım). Fakat ben ayılanlann ilki olurum. Bir de bakarım ki, Mûsâ Arş'ın ayaklarından birine tu­tunmuş duruyor. Benden evvel mi ayıldı yâhud Tûr'daki bayılması ile mi cezalandırıldı, bilemiyorum" [110].

 

73-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Eğer İsrâîl oğulları olmasaydı et kokmazdı, Havva (ana­mız) olmasaydı kadın cinsi hiçbir zaman zevcine hıyanet edip aldat-mazdı" [111].

 

28- Seylden Olan Tûfân Babı

 

Çok (yânî arka arkaya devamlı) olan ölüme de "Tûfân" denilir. "Kummel", küçük kenelerdir ki, büyük nevi'nin küçüklerine benzer. "Hakîkun", 'Hakkun" demektir. "Sukıta"t "Pişman olan herkesin eli düşmüştür (yânî şaşmıştır)" [112].

 

29- Hızır'la Mûsâ Aleyhima's-Selâm Hadîsi Babı

 

74-.......Ubeydullah ibn Abdillah, İbn Abbâs'tan haber vermiş­tir: İbn Abbâs ile el-Hurr ibn Kays el-Fezârî, Mûsâ Peygamberdin ken-

dişini bulmak için gitmiş olduğu sahibi hakkında münâkaşa etmişler­dir. İbn Abbâs:

  O zât Hızır'dır, demiştir.

Akabinde bu münâkaşa edenlerin yanından Ubeyy ibn Ka'b geç­miş. İbn Abbâs, hemen onu çağırmış ve:

— Ben, şu meclis arkadaşım el-Hurr'le, Musa'nın kendisiyle bu­luşmak için yol bulmak istediği sahibi hakkında mücâdele ettim. Sen Rasûlullah'tan onun hâlini zikrederken bir hadîs işittin mi? diye sormuş.

Ubeyy de şöyle demiştir:

— Evet, ben Rasûlullah'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Mûsâ, İsrâîl oğullan 'ndan bir topluluk içinde bulunduğu sıra­da bir kimse geldi ve Musa'ya: 'Senden daha bilgili bir kimse biliyor musun?' diye sordu. Mûsâ: ıHayır bilmiyorum' dedi. Bunun üzerine Allah, Musa'ya: 'Evet senden daha âlim, kulumuz Hızır vardır' diye vahyetti. Mûsâ hemen Rabb 'inden ona kavuşmanın yolunu istedi. Ve o kula ulaşmak için balık bir alâmet yapıldı ve kendisine: 'Sen balığı kaybettiğin zaman hemen dön, çünkü sen ona kavuşacaksın' denil­di. Artık Mûsâ balığın denizdeki izini ta'kîb ediyordu. Nihayet hiz­met eden genç, Musa'ya: 'Gördün mü, kayaya sığındığımız vakit ben balığın gittiğini haber vermeyi unutmuşum. Onu söylemeyi bana unut­turan da şeytândan başkası değil' dedi. Mûsâ: 'İşte bizim arayacağı­mız bu idi' dedi ve hemen izlerinin üzerinde gerisin geri döndüler. Derken Hızır'ı buldular. Bundan sonra Mûsâ ile Hızır'ın sânların­dan olan şeyi Allah kendi Kitâb'ında kıssa edip anlatmıştır" [113].

 

75- Bize Alî ibn Abdillah tahdîs etti: Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Bize Amr ibn Dînâr tahdîs edip şöyle dedi: Bize Saîd ibn Cubeyr haber verip şöyle dedi: Ben İbn Abbâs'a:

— Nevf el-Bekkâî, Hızır'ın sahibi olan Mûsâ, İsrâîl oğulları'nın Musa'sı değildir; o başka bir Musa'dır diye iddia ediyor, dedim.

Bunun üzerine İbn Abbâs:

— Allah'ın düşmanı yalan söylemiştir, dedi ve hadîsi şöyle nak­letti: Bize Ubeyy ibn Ka'b, Peygamber'den şöyle tahdîs etti [114]: "Mu­sa Peygamber İsrâîl oğulları içinde hutbeye kalkmıştı. Kendisine:

— İnsanların en âlimi kimdir? diye soruldu.

— En âlim benim, diye cevâb verdi.

Bu husustaki ilmi Allah en bilendir diyerek Allah'a döndürme­diğinden dolayı Allah onu azarladı da:

— Evet, iki denizin birleştiği yerde benim bir kulum var, işte o senden daha âlimdir, buyurdu.                                   

Mûsâ:

— Ey Rabb 'im, onu görmeyi bana kim tekeffül eder? dedi. -Bazen râvî Sufyân: Ey Rabb'im, ona nasıl yol bulayım? şeklinde söyledi.-

Ona:

— Bir balık alır ve onu bir zenbil içinde taşırsın. Onu nerede kay­bedersen o kulum işte oradadır, dedi. -Bazen de aynı ma'nâya olan "Semme" yerine "Semmeh" dedi.-

Mûsâ bir balık aldı ve onu bir zenbîl içine koydu. Bundan sonra Mûsâ hizmetçi genci Yûşa' ibn Nün ile birlikte gitti. Nihayet o kaya­nın yanına varınca başlarını yere koydular. Akabinde Mûsâ uyudu. Bu arada balık debelendi ve zenbîlden çıkıp denize düştü. Ve deniz içinde kendine şaşılacak bir surette su künkü gibi (bir boşluk bırakarak) yolunu açıp gitti. Allah batıktan suyun akışını tuttudasu, tâkgibiol-du. Şöyle kemer takı gibi oldu" demiştir. "Uyandıktan sonra o ge­cenin kalanı ile bütün gün yürüdüler. Nihayet sabah olunca Mûsâ hizmetçisine:

— Kuşluk yemeğimizi getir, yemin olsun biz bu seferimizden garîb bir yorgunluk duyduk, dedi.

Hâlbuki Mûsâ, Allah'ın emrettiği o yerin ötesine geçmedikçe yor­gunluk duymamıştı. Hizmetçi delikanlısı, Musa'ya:

  Gördün mü, taşın yanında barındığımız zaman balığı (yânî balığın gittiğini haber vermeyi) unutmuşum. Bunu söylemeyi bana unutturan da şeytandan başkası değil, Balık deniz içinde şaşılacak bir surette yolunu tutup gitti. Balığın girmesi için suda bir oyuk meyda­na geldi.

Deniz içinde böyle bir yolun açılması Mûsâ ile hizmetçisince hay­ret edilecek birşey olmuştu. Mûsâ, gence:

  Zaten aramakta olduğumuz bu idi, dedi.

Bunun üzerine kendi izleri üzerinde, izlerine baka baka geriye döndüler. Taşın yanına varınca bir de baktılar ki, elbiseye bürünmüş bir adam duruyor. Mûsâ ona selâm verdi. O da selâmı aldı ve:

— Senin bulunduğun yerde selâm nereden (yânî nasıl olur)? dedi.

  Ben Musa'yım, dedi. O:

  İsrâfl oğutları'nın Musa'sı mı? diye sordu.

— Evet, dedi.

Mûsâ (sonra yine söze başlayıp):

— Sana öğretilen rüşd ve hidâyetten bana birşey öğretmen için senin yanına geldim, dedi.

Hızır:

— (Doğrusu sen benim beraberimde asla sabredemezsin.) Yâ Mû-

sû! Ben, Allah 'in bana öğrettiği Öyle bir ilim üzerindeyim ki, sen onu bilemezsin. Sen de Allah'ın öğrettiği, Allah ilminden öyle bir ilim üze­rindesin ki, onu da ben bilemem, cevâbını verdi." "Mûsâ ona:

— Sana öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tâbV ola­yım mı? dedi.

O da:

— Doğrusu sen benim beraberimde asla sabredemezsin. İçyüzü­nü kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin? dedi.

O da:

— Allah dilerse beni sabredici bulacaksın, sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim, dedi.

O:

— Eğer bu suretle bana tâbV olacaksan ben sana anıp söyleyin-ceye kadar sen bana hiçbirşey sorma, dedi*'.

 'Bundan sonra deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Yanlarına bir gemi uğradı. Kendilerini gemiye almaları için gemicilerle konuştular. Gemiciler Hızır'ı tanıdılar ve onları ücretsiz olarak gemiye aldılar. Onlar gemiye bindikleri zaman bir serçe kuşu geldi, geminin kenarı­na kondu ve denizden bir iki gaga su aldı. Hızır, Musa'ya:

  Yâ Mûsâ! Benim ilmimle senin ilmin, Allah'ın ilminden bu serçenin gagasıyle denizden aldığı su kadar bile eksiltmez, dedi.

Derken Hızır, eline bir balta aldı da gemi tahtalarından birini söktü."

Râvî: Mûsâ farkına varmadan Hızır keserle bir tahta sokmuş­tur, dedi.

"Musa ona:

— Sen ne yaptın? Adamlar bizi ücretsiz olarak gemilerine almış­larken sen gemilerine kasdedip içindekileri batırmak için mi deliyor-sun? And olsun, sen büyük bir iş yaptın, dedi.

Hızır:

  Sen beraberimde asla sabredemezsin demedim mi? dedi. Mûsâ:

— Unuttuğum şeyden dolayı beni muâhaze etme, şu arkadaşlığı­mızda bana güçlük yükleme, dedi.

Hakîkaten Musa'nın bu ilk muhalefeti Musa'dan bir unutma eseri olmuştu. Denizden karaya çıktıkları zaman, diğer çocukların bera­berinde oynamakta olan bir oğlana uğradılar. Hızır hemen o çocu­ğun başından tuttu ve onu eliyle şöyle kopardı."

Râvî Sufyân, parmaklarının uçlarıyle sanki birşey koparır gibi işaret edip göstermiştir.

"Mûsâ ona:

  Tertemiz, mâsûm bir canı diğer bir can karşılığı olmaksızın öldürdün hâ? And olsun ki sen çok kötü bir şey yaptın, dedi.

O zât:        

— Ben sana beraberimde asla sabredemezsin demedim mi? dedi. Mûsâ:

— Eğer bundan sonra sana birşey sorarsam benimle arkadaşlık etme; o takdirde tarafımdan muhakkak özre ulaşmışsındır, dedi.

Yine gittiler. Nihayet bir memleket halkına vardılar ki, ora ahâ­lîsinden yemek istedikleri hâlde kendilerini konuk etmekten çekin­mişlerdi. Derken yıkılmak isteyen bir duvar buldular. O, bunu eliyle şöyle doğrultuverdi."

Râvî Sufyân, eliyle birşeyin üstünden mesheder gibi işaret etmiştir. Râvî Alî ibn Abdillah el-Medînî: Ben Sufyân ibn Uyeyne'den ancak bir kerre "Meyledici" sözünü söylerken işittim, demiştir.

"Mûsâ:

— Bunlar, kendilerine geldiğimiz, bizlere yemek yedirmeyen ve bizleri konuklatmayan bir kavimdir. Sen onların yıkılmaya yüz tut­muş olan duvarına geldin de onu doğrulttun. İsteseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın, dedi.

O zât:

— İşte bu, benimle senin ayrılışımızdır. Sana üzerinde sabrede-mediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim, dedi. "

Peygamber (S) -kıssayı buraya kadar hikâye ettikten sonra-: "Ne olurdu sabredeydi de, aralarında geçecek haberlerini Allah bize kıs­sa yapaydı" buyurmuştur.

Râvî Sufyân: Peygamber (S): "Allah, Musa'ya rahmet etsin. Keşke Mûsâ sabretseydi de, Allah onların işlerinden bize anlatsaydı" bu­yurdu, demiştir.

Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Ve İbn Abbâs şu âyetleri okudu: "Gemiye gelince, denizde iş yapan yoksullarındı. Onun için ben onu kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar vardı. Oğlana gelince: Onun anası da, babası da imân etmiş kimselerdi. Bunun için onları bir azgınlık ve kâ­firlik bürümesinden endîşe ettik de, istedik ki, onların Rabb 7 bunun yerine daha hayırlısını, merhametçe daha yakınını versin. Duvara ge­lince: Bu, o şehirde iki yetîm oğlancığındı. Altında da onlara âid bir define vardı. Babaları iyi bir adamdı. Binâenaleyh Rabb *in diledi ki, ikisi de rüşdlerine ersinler, definelerini çıkarsınlar. Bu, Rabb 'in­den bir merhametti. Ben bunları kendi re 'yimle yapmadım. İşte üze­rinde sabredemediğin şeylerin içyüzü!" (ei-Kehf: 79-82).

Alî ibnu'l-Medînî dedi ki: Sonra Sufyân ibn Uyeyne bana: Ben bu hadîsi Amr ibn Dinar'dan iki kerre işittim ve iki kerre ondan ez­berledim, dedi. Sufyân'a: Sen bu hadîsi Amr ibn Dînâr'd'an işitme­den önce mi ezberledin yâhud bu hadîsi başka bir insandan mı ezberledin? diye soruldu. Bunun üzerine Sufyân: Hadîsi ezberlemekte olduğum kimseden: Sen bu hadîsi benden başka Amr'dan rivayet eden bir kimse işittin mi? Ben bu hadîsi Amr ibn Dînâr'dan iki yâhud üç kerre işitmişim ve ondan ezberlemişimdir, dedi [115]

 

76-.......Bize İbnu'l-Mubârek, Ma'mer'den; o da Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S): "Hızır'a Hızır (Hadır) denilmesinin sebebi şudur: Hızır otsuz kuru bir yere oturduğu zaman ansızın o otsuz yer Hızır'ın arkasından ye­şillenip dalgalanırdı" buyurmuştur [116]

 

30- BAB [117]

 

77-.......Bize Abdurrazzâk ibn Hemmâm es-San'ânî, Ma'mer ibn Râşid'den; o da Hemmâm ibn Münebbih'ten tahdîs etti: O da Ebû Hureyre(R)'den şöyle derken işitmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyur­du: "İsrâîl oğulları 'na: Beytu 'l-Makdis kapısından eğilerek giriniz ve: Hıtta ( = yâ Rabb, dileğimiz günâhımızı affetmendir) deyiniz, denil­di. Fakat onlar (tersine) kıçları üzere emekleyerek girdiler ve Hıtta yerine "Habbetunfîşa'ratın ( = Kıl çuval içinde hububat)" sözünü söylediler" [118].

 

78-.......Bize Avf el-Arâbî, el-Hasen'den, Muhammed ibn Sîrîn'den, Hılâs ibn Ömer'den; bunların üçü de Ebû Hureyre(R)'den tahdîs ettiler: O şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Mû­sâ çok hayâlı, sıkı örtünen bir kimse idi. Kendisi hayâlı olmak istedi­ği için derisinden hiçbirşey görülmezdi. Bu hâlinden dolayı İsrail oğulları'ndan ona ezâ edenler eza ettiler.ve:

— Mûsâ bu kadar sıkı örtünmeyi ancak cildindeki bir ayıptan dolayı yapmaktadır: Onda ya baras denilen deri hastalığı yâhud hus­yelerin şişmesi yâhud da bir âfet vardır, dediler,

Allah da onların Mûsâ için söyledikleri kusurlardan bert oldu­ğunu ortaya çıkarmak istedi. Mûsâ bir gün yalnız başına yıkanmak için soyundu, elbiselerini bir taş üzerine koydu, sonra yıkandı. Yı­kanması bitince elbiselerini almak için onların yanına gitti. Bu sıra­da taş, elbiselerle yuvarlanıp gitti. Mûsâ da asasını alıp taşı yakalamaya

gitti ve:

— Ey taş, elbisemi; ey taş, elbisemi! diyerek koşmaya başladı. Nihayet İsrâîl oğulları'ndan bir topluluğun yanına kadar vardı.

Bu suretle onlar Mûsâ 'yi çıplak olarak ve Allah 'in yarattığı en güzel surette gördüler. Böylece Allah Musa'yı onların demekte oldukların­dan berî kıldı. Taş orada durdu, Mûsâ elbisesini alıp giydi. Akabin­de Mûsâ asâsıyle taşı dövmeye başladı".

Ebû Hureyre: Vallahi o taşta Musa'nın vurma izinden üç yâhud dört yâhud beş yara izi kalmıştır, demiştir.

İşte bu ezâ, Yüce Allah'ın şu kavlinde zikrolunandır: *'Ey îmân edenler, siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah indinde yüzlü (i'tibârh bir zât) İdİ" (el-Ahzâb: 69) [119].

 

79-...... Ben Abdullah ibn Mus'ûd(R)'dan işittim, şöyle dedi: Peygamber (S) bir ganimeti taksîm etmişti. Bir adam:

— Bu, Allah'ın rızâsı istenmeyerek yapılan bir taksîmdir, dedi. Ben Peygamber'e geldim ve bu sözü kendisine haber verdim. Bu

haksız sözü işitince Peygamber öfkelendi, hattâ ben yüzünde öfke izi­nin belirdiğini gördüm. Sonra Peygamber:

  "Allah Musa'ya rahmet etsin! Ona benim uğradığım şu eza­dan daha fazlasıyle ezâ edilmişti de o sabretmişti" buyurdu [120].

 

31- Bâb:

 

''İsrail oğullanfm denizden geçirdik. Şimdi putlarının önünde tapagelen bir kavme rastgeldiler:   Yâ Mûsâ, onların nasıl tanrıları varsa, sen de bize öyle bir tanrı yap, dediler. Mûsâ:  Siz cidden ne cahillik eder bir kavimsiniz. Şübhe yok ki bunların içinde bulundukları dîn helake mahkûmdur. (İbâdet diye) yapmakta oldukları nesne de boşunadır', dedi" (ei-Â'râf: 138-139).                                      

'Mutebberun'', "HusrârTdır.

"Biz Kitâb'da İsrâîl oğullarına şu haberi verdik: ...

İyilik ederseniz o iyiliği kendinize etmiş olursunuz. Kötülük de ederseniz o kötülüğü yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer va'de gelince, yüzlerinizi kötülesinler, mescide birinci defa girdikleri gibi girsinler, galebe ve isti'lâ ettiklerini mahvettikçe etsinler diye (başınıza yine düşmanlar musallat ettik)" (ei-îsrâ: 7). Veli-yutebbirû", "Yudemmirû"; "Mâ alev", "Mâ galebû" demektir [121].

 

80-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah'ın beraberinde misvak ağacının olgun yemişlerini topluyorduk. Rasûlullah (S):

  "Bundan siyah olanını alınız- Çünkü böylesi en hoş olanıdır" buyurdu.

Sahâbîler:

  Sen koyun güder miydin? diye sordular. Rasûlullah:

  "Her peygamber muhakkak koyun çobanlığı yapmıştır" bu­yurdu [122].

 

32- Bâb:

 

'Bir zaman da Mûsâ, kavmine: 'Allah size herhalde bir inek boğazlamanızı emrediyor' demişti. Onlar: 'Bizi eğlence mi ediyorsun?' demişlerdi. Mûsâ da: 'Ben câhillerden olmaktan Allah 'a sığınırım' demişti. Yine

demişlerdi ki; ıBizim için Rabb Hne duâ et de onun ne olduğunu bize iyice açıklasın \ Mûsâ da; 'Allah diyor ki;

'O, ne çok yaşlı, ne de pek genç değil; ikisi ortası bir dinç inektir. Artık emrolunduğunuz şeyi yapın* demişti.

(Tekrar) şöyle söyledilerdi: 'Bizim için Rabb Hne duâ et de, o nedir, apaçık anlatsın bize. Çünkü bizce birçok

inekler birbirine benziyor. Allah dilerse muvaffak oluruz'. Mûsâ şöyle dedi: 'Rabb Hm buyuruyor ki: O, ne

boyunduruğa koşulup arazî sürecek, ne ekin sulayacak bir inek değildir. Salmadır (yâhûd: Ayıptan salimdir). Hiçbir alacası da yoktur. Onlar: 'İşte şimdi hakikati getirdin (vasfını tastamam bildir din), dediler.

Bunun üzerine o ineği boğazladılar ki, az kaldı bunu yapmayacaklardı. Hani siz bir kimse öldürmüştünüz de onun (kaatili) hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki

Allah sizin gizleyecek olduğunuz şeyi açığa vurandı. Onun için biz: Ona (öldürülen o adama, kesilen ineğin) bir parçasıyle vurun, demiştik. İşte Allah böylece ölüleri diriltir, size âyetlerini gösterir. Gerek ki aklınızı başınıza (el-Bakara: 67-73).

Ebû'I-Aliye şöyle demiştir: "el-Avânu", genç ile yaşlı arasıdır; "Fâkıun", alacası yok safî bir renk; "Lâ zelûlun", çalışma onu zelîl kılmamış; "TusîruH-arda", "O ne boyunduruğa koşulup arazî sürer ne de ekin sulamakta çalışır bir zelûl değildir"; "Musellemetun", yânî "Ayıplardan salim kılınmış"; "Lâ şiyete", "Onda beyaz ve sarı yok". Ebû Ubeyde: İstersen siyah renk de yok dersin, "Herbiri sanki sarı sarı erkek develerdir" (ei-Murkiât: 33) kavlinde olduğu gibi "Sufrun" da denilir, "Safrâu" da denilir. "Feddâra'tum" (ei-Bakara: 72) "ihtilâf ettiniz" demektir [123].

 

33- Bâb: Musa'nın Vefatı Ve Vefatından Sonrasının Zikri

 

81-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ölüm meleği Mûsâ Peygamber'e gönderildi. Melek, Musa'ya gelince, Mûsâ, meleğin yüzü­ne vurdu, gözünü kararttı. Melek Rabb'ine döndü ve:

  Sen beni ölmek istemeyen bir kula gönderdin! diye hâlini arzetti.

Allah, Azrail'e:

  Sen yine Musa'ya dön de ona, elini bir öküzün sırtı üzerine koymasını ve elinin örttüğü her bir kıla mukaabil bir yıl ömrü ola­cağını söyle, buyurdu.

Mûsâ bunu duyunca:

  Yâ Rabb'im, bundan sonra ne olacak? diye sordu. Allah:

  Bundan sonra yine ölüm vardır, buyurdu. Mûsâ:

— Öyle ise ölüm şimdi gelsin, niyazında bulundu.

Ebû Hureyre dedi ki: Ve Allah'tan kendisini bir taş atımı uzak­lığa kadar Mukaddes Arz'a yaklaştırmasını istedi.

Ebû Hureyre şöyle dedi: Rasûlullah (S): "Eğer ben Musa'nın gö­müldüğü o yerde sizinle beraber bulunsaydım, onun yol kenarında, kızıl kum tepesinin altında olan kabrim sizlere muhakkak gösterirdim buyurdu [124].

Râvî Abdurrazzâk şöyle dedi: Ve bize Ma'mer haber verdi ki, Hemmâm ibn Münebbih şöyle demiştir: Bize Ebû Hureyre, Peygam-ber'den bunun benzeri hadîsi tahdîs etti [125].

 

82-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Müslümanlardan bir adam ile Yahûdîler'den bir adam birbiriyle sövüştü. Müslüman ye­min etmekte olduğu bir yemîn içinde:

  Muhammed'i âlemler üzerine süzüp çıkaran Allah'a yemîn ederim ki, dedi.

Yahûdî de müslümâna karşı:

— Musa'yı âlemler üzerine süzüp çıkaran Allah'a yemîn ederim ki, dedi.

Bu esnada müslümân elini kaldırıp Yahûdî'nin yüzüne bir tokat yapıştırdı. Bunun üzerine Yahûdî, Peygamber'e gitti. Kendisiyle müs­lümân kişinin işini O'na haber verdi. Peygamber (S):

— Bana Mûsâ üzerine hayırlıhk vermeyiniz. Muhakkak insanla­rın hepsi -kıyamet günü- bayılacaklar. Fakat ilk ayılan ben olacağım. O anda bir de göreceğim ki, Mûsâ, Arş'ın bir tarafına sıkıca tutun­muş duruyor. Bilmiyorum, Mûsâ da bayılanların içinde idi de benden evvel mi ayıldı, yâhud baygınlıktan Allah 'in istisna ettiği bahtiyar kimselerden mi bulundu?" [126].

 

83-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Âdem ile Mûsâ birbirine hüccet getirip çekiştiler. Mûsâ, Âdem 'e:

— Sen, günâhın seni cennetten çıkartmış olduğu Âdem'sin, dedi. Âdem de Musa'ya:

— Sen Allah'ın risâletleri ve kelâmı ile seçip üstün kıldığı Mû­sâ'sın. Sonra sen, ben yaratılmadan evvel üzerime takdir edilmiş bir işten dolayı beni kınıyorsun! dedi".

Bunun ardından Rasûlullah iki kerre: "Böylece Âdem Musa'ya delîl ve burhanla gâlib oldu" buyurdu [127].

 

84-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Bir gün Peygamber (S) bizim yanımıza çıktı da: "Bana bütün ümmetler arzolundu ve ben semânın etrafını kapatmış çok kalabalık bir karaltı gördüm: Şu, kav­mi içinde Musa'dır, denildi" [128].

 

34- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Allah îmân edenlere de Fir'avn'ın karısını bir misâl olarak îrâd etti. O vakit (bu kadın): 'Ey Rabb 'im, bana nezdinde, cennetin içinde bir ev yap. Beni Fir'avn'dan ve onun (fena) amelinden kurtar. Beni o zâlimler

güruhundan selâmete çıkar* demişti.

Namusunu muhkem bir kaVa gibi muhafaza eden İmrân kızı Meryem'i de (Allah bir ismet numunesi olarak îrâd

etti). Biz bundan dolayı ona ruhumuzdan üfürdük. O, Rabb 'inin kelimelerini ve kitâblarını tasdik etti. İtaat edenlerdendi o" (et-Tahrîm: 11-12) [129].

 

85-.......Ebû Mûsâ (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle bu­yurdu: "Erkeklerden birçok kimse kemâle erdi. Kadınlardan ise Fir'­avn'ın kadını Âsiye ile İmrân'ın kızı Meryem'den başkası kemâle erişemedi. (Bu ümmetin kadınları üzerine) Âişe'nin fazileti de tirid yemeğinin başka yemeklere karşı fazileti gibidir" [130].

 

35- Bâb:

 

"Hakîkaten Kaarûn, Musa'nın kavmindendi. Fakat onlara karşı serkeşlik etti o. Biz ona öyle hazîneler verdik ki, anahtarları güçlü kuvvetli bir cemâate ağır geliyordu. O vakit kavmi ona şöyle demişti:

'Şımarma, çünkü Allah şımarıkları sevmez. Allah'ın sana verdiği (maldan harcamakla) âhiret yurdunu ara.

Dünyâdan nasibini de unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde fesâd

arama. Çünkü Allah fesâdçıları sevmez'. Kaarûn dedi ki:

Bu servet bana ancak bende olan ilim sayesinde verilmiştir*. (O madem ki âlimdi) kendisinden evvelki nesillerden kuvvetçe daha üstün, cem Hyyetçe de daha kuvvetli kimseleri Allah'ın hakîkaten helak etmiş olduğunu bilmedi mi? Mücrimlerden günâhları sorulmaz. Derken zîneti içinde kavminin karşısına çıktı.

Dünyâ hayâtını arzu edenler: 'Ne olurdu Kaarûn'a verilen (şu zenginlik) gibi bizim de olsaydı. O hakikat büyük bir bahtiyardır' dediler. Kendilerine ilim verilenler de: iYazık olsun size! Allah'ın sevabı, îmân ve iyi amel eden kimseler için daha hayırlıdır. Buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz' dediler. Nihayet biz onu da, sarayını da yere geçiriverdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek hiçbir cemâati de yoktu onun. Bizzat kendini müdâfaa edeceklerden de değildi o. Dün onun mevkiini temenni edenler, sabahleyin şöyle diyorlardı: 'Vay, demek ki Allah, kullarından kimi dilerse onun rızkım yayıyor, daraltıyor.

Allah bize lûtfetmeseydi, bizi de muhakkak batırmıştı.

Vay, demek ki hakikat şudur: Kâfirler asla felah bulmaz!" (el-Kasas: 76-82).

"Le tenûu", "Elbette ağır gelir" demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir: "UlVl-kuvveti", yânî "O anahtarları erkeklerden kalabalık bir cemâat kaldıramazdı", "el-Ferıhtne", "Merıhın", yânî "Şımarıklar olarak";

"Veykeennellâhe", "Elem tera ennellâhe yebsutu'rızka limen yeşâu ve yakdiru" sözü gibidir, yânî "Sen Allah'ın dilediği kimseye rızkı genişletir ve daraltır olduğunu bilmedin mi?" demektir [131].

 

36-'Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

* 'Medyen 'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Dedi ki:

'Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka hiçbir tanrınız yoktur. Ölçeği, tartıyı eksik tutmayın.

Ben sizi hakikat bir nVmet içinde görüyorum. Şübhesiz ki ben bir gün hepinizi çepçevre kuşatıcı bir azâbdan

korkuyorum. Ey kavmim, ölçekte ve tartıda adaleti yerine getirin. İnsanların eşyasını eksiltmeyin. Yeryüzünde fesâdçılar olarak fenalık yapmayın. Eğer mü'min kimseler iseniz, Allah'ın halâlinden bıraktığı kâr sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin üzerinizde bir bekçi de değilim!'Dediler ki: 'Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeylerden, yâhud mallarımızda ne dilersek onu yapmamızdan vaz geçmemizi sana namazın mı emrediyor? Çünkü sen, muhakkak ki sen, yumuşak huylu, aklı başında bir adamsın'. 'Ey kavmim' dedi,

'Ya ben Rabb'imden apaçık bir burhan üzerinde isem, ve O, bana kendisinden güzel bir rızk ihsan etmiş ise, buna ne dersiniz? Size ettiğim yasağa, ben kendim size muhalefet etmek istemiyorum ki. Ben gücümün yettiği kadar ıslâhdan başka birşey arzu etmem. Benim muvaffakiyetim ancak Allah'ın yar dimiyledir. Ben yalnız Oyna güvenip dayandım ve yalnız O'na dönerim. Ey kavmim, bana olan düşmanlığınız, Nuh kavminin, ya Hüd kavminin yâhud Salih kavminin başlarına gelenler gibi, size musibet yüklemesin. Lût kavmi de sizden uzak değil. Rabb 'inizden mağfiret dileyin. Sonra O 'na tevbe ile rucû' edin. Çünkü Rabb 'im çok merhamet edicidir, çok sevendir'. Dediler ki:

'Ey Şuayb, biz senin söylemekte olduğundan birçoğunu iyice anlamıyoruz. Seni de içimizde cidden zaîf görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı, muhakkak ki seni taşla öldürürdük. Sen bizden üstün bir şeref sahibi değilsin ki...'Şuayb: 'Ey kavmim'dedi, 'Size göre benim kabilem mi Allah 'tan daha şereflidir ki, onu arkanıza atılmış bir şey edindiniz? Benim Rabb 'im şübhesiz ne yaparsanız çepçevre kuşatıcıdır. Ey kavmim, elinizden geleni yapın. Ben de vazifemi yapacağım. Yakında bileceksiniz ki, kendisini rüsvây edecek azâb kime gelecektir ve o yalancı kimdir? (O azabı) gözetleyin; ben de sizinle beraber gözetleyiciyim \ Vaktâ ki (azâb) emrimiz geldi. Hem Şuayb % hem onun maiyyetinde îmân etmiş olanları, bizden bir rahmet olarak kurtardık.

Zulmedenleri ise korkunç bir ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar (helak oldular). Sanki onlar zâten orada oturmamışlardı. Haberiniz olsun ki, Semûd ilâhî rahmetten nasıl uzaklaştıysa, Medyen kavmine de Öylece

bir uzaklık (verildi)"(HM: 84-95).

"Ehli Medyen'e", çünkü Medyen beldedir; "Karyeye sor" ve Kervana sor" ta'bîrleri de bunun gibidir, yânî "Karye halkına", "Kervan ehline sor" demektir. "Verâekum zıhrıyyen", "Ona yönelmediniz" demektir. Hacetini yerine getirmediği zaman, "Hacetimi yerine getirmedin ve beni arkaya atılmış birşey kıldın" denilir.

el-Buhârî dedi ki: "ez-Zıhrıyy", beraberinde bir hayvan yâhud kap alman ve onunla kuvvetlenmendir. "Mekânetuhum" ile "Mekânuhum*' bir mavnayadır. "Lem yağnev'\ "Yaşamadılar"; "Te'se", "Hüzünlenirsin"; "Âsâ", "Hüzünlenirim" demektir. el-Hasen: Onlar "Çünkü sen muhakkak ki yumuşak huylu, aklı başında bir adamsın" (Hüd: 87) sözüyle alay etmektedirler, demiştir.

Ve Mucâhid: "Leyke", ."el-Eyke" şeklinde de okunur. "Yevmu'z-zulle", azâb bulutunun onların üzerlerine

gölgelenmesidir, demiştir [132].

 

37- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Yûnus da hiç şübhesiz gönderilen peygamberlerdendi. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. Derken kur'a çekmişlerdi de o da mağlûblardan olmuştu. O, kınanmış bir hâlde iken kendisini hemen bir balık yutmuştu.

Eğer çok tesbîh edenlerden olmasaydı, herhalde (insanların) tekrar diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalıp gitmişti. İşte biz onu, kendisi de hasta olarak, açık bir yere çıkarıp bıraktık. Üzerine sakı olmayan cinsten gölgelik bir nebat bitirdik. Onu yüzbine peygamber gönderdik. Hattâ artıyorlardı da. Nihayet ona îmân ettiler de kendilerini bir zamana kadar geçindirdik" (es-saffât: 139-148).

"Sen şimdilik Rabbanin hükmüne sabret. O balık sahibi (Yûnus Peygamber) gibi olma. Hatırla ki o, gamla dolu

olarak dua etmişti. Eğer RabbHnden ona bir nVmet erişmiş olmasaydı, o mutlakaa çıkarıldığı o çırılçıplak yere kınanmış bir hâlde atılacaktı. Bunun ardından Rabb'i onu seçti de kendisini sâlihlerden yaptı"

(el-Kalem: 48-50) [133].

 

86-....... Bize Sufyân, el-A'meş'ten; o da Ebû Vâil'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Sizden hiçbiriniz sakın benim Yûnus'tan hayırlı olduğumu söylemesin" bu­yurmuştur.

Râvî Müsedded: "Yûnus ibn Mettâ" şeklinde ziyâdeli söylemiş­tir [134]

 

87-.......Bize Şu'be, Katâde'den; o daEbû'I-Âliye'den; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Hiçbir kul için: Ben mu-hakkak Yûnus ibn Mettâ'dan hayırlıyım, demesi uygun değildir" bu­yurmuş ve Yûnus'u babası Mettâ'ya nisbet etmiştir [135].

 

88-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Bir Yahûdî ticâret eş­yasını satışa arzederken, bu eşyaya mukaabil hoşlanmadığı birşey ve­rilmişti. Bunun üzerine:

Bu sözü Ensâr'dan bir kimse işitti. Kalkıp Yahûdî'ye bir tokat vurdu ve:

— Peygamber (S) aramızda bulunduğu hâlde sen Musa'yı beşer üzerine tercîh eden Allah'a yemîn ederim diyorsun öyle mi? dedi.

Bunun üzerine Yahûdî, Peygamber'e gitti ve:

— Yâ Eba'l-Kaasım! Muhakkak ki benim için bir zimmet ve ahid vardır. Fulan kimseye ne oluyor ki, o benim yüzüme tokat vurdu? dedi.

Peygamber o sahâbîye:

  "Bunun yüzüne niçin tokat vurdun?" buyurdu.

Ensârî, Yahudi'yle olan işini zikretti. Bundan dolayı Peygam­ber öfke izi yüzünde görülecek derecede öfkelendi. Sonra şöyle buyurdu:

  "Allah'ın peygamberleri arasında üstün kılmalar yapmayı­nız. Şunda hiç şübhe yok ki: Sûra üfürülmüş, artık Allah 'in diledik­leri müstesna olmak üzere göklerde kim var, yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüştür. Sonra bir daha üfürülmüştür. Ben ilk diriltilen ola­cağım. O anda bir de bakacağım ki, Mûsâ, Turu Sînâ günündeki çar­pılması ile muhasebe mi olundu, yoksa benden evvel mi diriltildi; bil­miyorum. Ve ben: Muhakkak bir kimse Yûnus ibn Mettâ'dan daha faziletlidir, sözünü de söylemem" [136].

 

89-.......Ben Humeyd ibn Abdirrahmân'dan; odaEbû Hureyre(R)'den işitti ki, Peygamber (S): "Hiçbir kul için: Ben Yûnus ibn Mettâ'dan hayırlıyım demesi yakışmaz" buyurmuştur.

 

38- Bâb:

 

"Onlara, denizin yanındaki o kasabayı sor. Hani oranın ahâlîsi cumartesi gününün hürmetini bozarak haddi aşmışlardı. Çünkü cumartesi ta HM yaptıkları gün balıklar akın akın meydana çıkarak yanlarına geliyordu.

Cumartesi ta 'ttti yapmayacakları gün ise gelmiyordu. İşte biz, itaatten çıkmakta olduklarından dolayı kendilerini böylece imtihan ediyorduk. Hani içlerinden bir ümmet: 'Allah'ın kendilerini helak edeceği yeyâ çetin bir azab ile cezalandıracağı bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?' dediği zaman o va'z edenler de;

'Rabb 'imize (özür dilemeye yüzümüz olsun) için. Umulur ki sakınırlar' demişlerdi. Vaktâ ki onlar artık edilen va'zları unuttular, biz de kötülükten vazgeçirmekte sebat edenleri selâmete çıkardık.

Zulmedenleri ise yapmakta oldukları fısklar yüzünden şiddetli bir azab ile yakaladık. Bu suretle onlar serkeşlik ederek yasak edileni yapmakta ısrar edince kendilerine:

Hor ve zelîl maymunlar olun! dedik" (ei-A'râf: 163166) [137].

 

39- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Ve Davud'a Zebur'u verdiğimiz gibi şübhesiz sana da Vahyettİk" (en-Nİsâ: 163).

"ez-Zuburu", "Kitâblar"; bunun vahidi "Zebur'udur. "Zebertu", "yazdım" demektir. "And olsun ki biz Davud'a tarafımızdan bir imtiyaz verdik: Ey dağlar, onunla birlikte tesbîh edin (dedik), kuşlara da. Ona demiri de yumuşattık. Uzun zırhlar yap, (onları) dokumada intizâmı gözet, diye buyurduk.

(Ey Dâvûd Hanedanı) iyi amellerde bulunun. Çünkü hakikat ben, ne yaparsanız tastamam görenim" (Sebe': 10-11).

Mucâhid: "Evvibi", "Tesbîh edin" demektir; "Sâbiğât", "Zırhlar"; "Ve kaddir fVs-serdV\ yânı "Çiviler ve halkalarda mikdârı iyi takdir et, çivileri çok inceltme, o takdirde aralarına su girer; çivileri kalın da yapma, o zaman da halkaları ayırıp kırar” demektir, dedi. "Onlara peygamberleri: 'Hakikat Allah size bir pâdişâh olarak TâlûVu göndermiştir' dedi. Onlar ki: 'Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken ve ona maldan da bolluk verilmemişken nasıl olur da bizim başımızdan padişahlık onun olabilir?' dediler. Peygamber: 'Şübhesiz Allah, onu sizin üstünüze beğenip seçmiştir. Ona bilgice, vücûdca da bir üstünlük vermiştir. Allah mülkünü kime dilerse ona verir. Allah'ın rahmeti boldur, gerçek bilicidir" (el-Bakara: 247).

"...Nihayet o Tâlût ve maiyyetindeki müzminler o ırmağı geçtikleri zaman, beri yanda kalanlar: 'Bu gün bizim Câlût'a ve ordusuna karşı takatimiz yoktur' dediler. Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını bilenler (ve itaatle ırmağı geçenler) ise: 'Nice az bir cemiyet daha çok bir cemiyete Allah'ın izniyle galebe etmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir' dediler. Bunlar Câlût ile askerlerine karşı çıktıkları zaman niyaz edip: Ey Rabb 'imiz, üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımıza sebat ver. Bu kâfirler güruhuna karşı bize yardım et' dediler. Derken Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Dâvûd da Câlût'u öldürdü. Allah da saltanat ve hikmet verdi ve daha dilemekte olduğundan bâzı şeyler öğretti... " {el-Bakara: 249-251) [138].

 

90-.......BizeMa'mer, Hemmâm'dan; odaEbû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Dâvûd Pey'gam-ber'e (Zebur'u) okumak kolaylaştırıldı. Dâvûd kendisinin binek hay­vanlarının sefere hazırlanmasını emrederdi de onlar eğerlenirdi. Bunlar eğerlenmezden evvel Zebur'u okurdu. Dâvûd yalnız kendi elinin eme­ğinden yer idi".

Bu hadîsi Mûsâ ibn Ukbe de Safvân'dan; o da Atâ ibn Yesâr'-dan; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den senediyle rivayet etmiştir [139].

 

91-.......Abdullah ibn Amr (R) şöyle demiştir: Benim "Vallâhî yaşadığım müddetçe ben gündüzleyin oruç tutacağım, geceleyin na­maz kılacağım" demekte olduğum, Rasûlullah'a haber verilmiş. Ra-sûlullah (S) Abdullah'a:

  "Vallahiben muhakkak yaşadığım müddetçe gündüzleyin oruç tutacağım, geceleri namaz kılacağım demekte olan kimse sen misin?" diye sordu.

Ben:

  Evet, ben bu sözü söyledim, dedim. Rasûlullah:

  "Sen bu ağır ibâdeti yerine getirmeye güç yetiremezsin. Onun için bazen oruç tut, bazen tutma; geceleyin kalk namaz kıl ve bir kıs­mında uyu. Ve her aydan üç gün oruç tut. Çünkü haseneler on misli ile karşılanır. Böylece bu üçer günlük oruçlar bütün bir yıl orucu gi­bi olur" buyurdu.

Ben:

— Yâ Rasûlallah, ben bundan fazlasına da güç yetiririm, dedim.

  "Öyleyse bir gün oruç tut, iki gün oruç tutma" buyurdu. Abdullah dedi ki: Ben yine:

  Ben bundan fazlasına da güç yetiririm, dedim. Rasûlullah:

  "Öyleyse bir gün oruç tut, bir gün tutma. îşte bu, Dâvûd Pey-gamber'in orucudur. Bu, oruçların en âdilidir" buyurdu.

Ben:

— Yâ Rasûlallah, ben bundan fazlasına da güç yetiririm, dedim. Rasûlullah:

  "Bundan daha faziletli oruç yoktur" buyurdu.

 

92-....... Abdullah ibn Amr ibni'1-Âs şöyle demiştir: Rasûlul­lah (S) bana:

  "Senin geceleyin namaz kılar, gündüzleyin oruç tutar oldu­ğun bana haber verilmedi mi?" buyurdu.

Ben:

  Evet, dedim. Rasûlullah:

  "Muhakkak ki sen bunu yaptığın zaman gözler içeri çöker, beden de yorulup zayıflar. Sen her aydan üç gün oruç tut. Bu da bü­tün yıl orucu yâhud bütün yıl orucu gibidir" buyurdu.  .

Ben:

— Ben kendimi kuvvetli buluyorum, dedim. (Râvî Mıs'ar: Kuv­veti kasdediyor demiştir.)

Rasûlullah:

  "Öyleyse Dâvûd Peygamber orucu tut. O, bir gün oruç tu­tar, bir gün yerdi ve düşmanla karşılaştığı zaman kaçmazdı" buyur­du [140].

 

40- Bâb:

 

"Allah'a en sevimli olan namaz, Dâvûd namazıdır. Allah*a en sevimli olan oruç da Dâvûd Peygamberin orucudur. Dâvûd, gecenin yarısında uyurdu ve gecenin üçte birinde namaz kılardı. Gecenin altıda birinde yine

uyurdu. Dâvûd bir gün oruç tutar, bir gün de tutmazdı".

Alî (?) ^öyle dedi: Bu "Gecenin altıda birinde uyurdu" sözü, Aişe'nin sözüdür. Çünkü Aişe: Seher vakti onu, benim yanımda muhakkak uyur bulurdu, demiştir.

 

93-.......Amr ibn Evs es-Sakafî, Abdullah ibn Amr'dan, şöyle dediğini işitmiştir: Rasûlullah (S) bana: "Allah'a en sevimli olan oruç, Dâvûd Peygamber'in orucudur. Dâvûd bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Allah'a en sevimli olan namaz da yine Dâvûd Peygamber'in namazıdır, O gecenin yarısını uyur, üçte birinde namaz kılar, altıda birinde tekrar uyurdu" buyurdu [141] .

 

41- Bâb:

 

"Onların diyeceklerine sabret. Kulumuzu; o kuvvet sahibi Davud'u hatırla. Çünkü o dâima (Allah'ın rızâsına) donen bir zât idi. Gerçek biz dağları kendisine musahhar kıldık ki, bunlar akşamleyin ve kuşluk vakti onunla birlikte durmadan teşbih ederlerdi. Toplanıp gelen kuşları da (kendisine ram ettik); herbiri itaatle ona dönücü idi. Onun mülkünü de kuvvetlendirdik. Ona hikmet ve fasl-ı hitâb verdik" (Sâd: 17-20).

Mucâhid şöyle demiştir: 'Faslu'l-hitâb", "Hükümde ince anlayış"tır.

"Velâtuştıt", "İsraf etme, bizi yolun doğrusuna hidâyet et". "Şu benim kardeşim, onun doksan dokuz na'cesi var. Benim ise bir tek na'cem var": "Na'cef kelimesi kadın için de, davar için de söylenir.

"Ekfünihâ{ = Onu bana ver)": "Meryem'e Zekeriyyâ kefîl oldu" demek gibidir; yânî onu kendisine aldı.

"Azzenî", "Bana gâlib geldi", yânî benden daha azîz oldu. "A'zeztuhu", "Ben onu hitâbda azîz kıldım".

"Hitâb", "Karşılıklı söz döndürme"dir deniliyor. "(Dâvûd) dedi: "And olsun ki, o senin dişi koyununu kendi dişi koyunlarına katmak istemesiyle sana zulmetmiştir. Gerçi mallarını birbirine katıp karıştıran ortakların çoğu mutlakaa birbirine haksızlık eder... "

İbn Abbâs: "Biz onu fitneye uğrattık", "Biz onu denemeye tâbi' tuttuk" demektir, demiştir. Umer bunu

"Fettenâhu" diye tâ'nın şeddesiyle okumuştur. "Dâvûd bunun üzerine RabbHnden mağfiret edilmesini istedi, rükû' ile yere kapanıp Allah'a döndü" [142].

 

94-....... Mucâhid şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs'a:

  Sâd Sûresi'nde secde ediyor muyuz? dedim. O:

  "Daha evvel de Nuh'u ve onun neslinden Davud'u, Süley­man '/, Eyyûb % Yûsuf'u, Mûsâ 'yi ve Hârûn'u (nübüvvetle) hidâye­te kavuşturduk... İşte bunlar Allah'ın hidâyet ettiği kimselerdir. O hâlde sen de onların gittiği doğru yolu tutup ona uy... " (ei-En'âm: 84-90) âyetlerini okudu da:

— Peygamberiniz (S) onlara uymakla emrolunanlardandır, de­di [143].

 

95-.......Bize Eyyûb, İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R):

Sâd secdesi vâcib kılman secdelerden değildir, fakat ben Peygam-ber(S)'i bu sûrede secde ederken gördüm, demiştir  [144].

 

42- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:

 

"Biz Davud'a oğlu Süleyman'ı ihsan ettik. Süleyman ne güzel kuldu! Çünkü o, dâima Allah'a dönendi. Hani ona öğleden sonra bir ayağını tırnağı üstüne dikip üç ayağı üzerinde duran sür'atli koşu atları gösterilmişti de: 'Gerçek ben mal sevgisine (sırf) Rabb 'imi zikretmek için düştüm' demişti. Nihayet (bu atlar) perdenin arkasına gizlenmişlerdi. 'Onları bana döndürün' dedi. Hemen ayaklarını, boyunlarını okşamaya, taramaya başladı.

And olsun biz Süleyman'ı imtihan da ettik. Tahtının üstüne bir cesed bırakıverdik. Sonra o yine (eski hâline) döndü. Dedi ki: 'Ey Rabb Hm, beni mağfiret eyle, bana öyle bir mülk (ve saltanat) ver ki o, benden başka hiçbir kimseye lâyık olmasın. Şübhesiz bütün murâdları ihsan eden Sensin Sen!' Bunun üzerine biz de ona rüzgârı musahhar ettik ki, bu, onun emriyle, onun dilediği yere yumuşacık akar giderdi. Şeytânları, (onlardan) her bina ustasını, her dalgıcı, bukağılara bağlanmış olan diğerlerini de (emrine ram ettik): Bu, bizim vergimizdir.

Artık (dilediğine) hesâbsiz ver yâhud tut (dedik). Şübhe yok ki indimizde onun mutlak bir yakınlığı ve dönüp geleceği yer güzelliği de vardır" (Sâd: 30-40).

"Süleyman'a da rüzgârı (musahhar kıldık) ki, sabahı bir ay(lık yol), akşamı bir aydı. Erimiş bakır ma 'denini ona sel gibi akıttık. Önünde Rabb 'inin izniyle iş gören bâzı cinnler de vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden ayrılıp saparsa ona çılgın azabdan tattırırdık. O, kalelerden, heykellerden, büyük havuzlar gibi çanaklardan, sabit

sabit kazanlardan ne dilerse kendisine yaparlardı. Ey Dâvûd Hanedanı, siz Allah'a şükr için çalışın. Kullarımdan (hakkıyle) şükreden azdır. Sonra biz ona ölüm hükmünü infaz edince (dayandığı) asasını yemekte olan ağaç kurdundan başka birşey bunun ölümünü onlara göstermedi. Bu suretle yere kapanıp yıkıldığı zaman besbelli oldu ki, eğer cinnler gaybı bilmiş olsalardı, öyle horlayıcı bir azâb içinde kalıp durmazlardı" (Sebe\ 12-14).

"Şeytânların, Süleyman'ın mülkü aleyhine uydurup ta'kîb ettikleri şeylere (yalanlara) uydular. Hâlbuki

Süleyman asla kâfir olmadı. Fakat o şeytânlar kâfirdirler ki, insanlara büyücülüğü ve Bahirdeki iki meleğe; Hârût ve MârûVa indirilen şeyleri öğretiyorlardı... " (el-Bakara: 102) [145]

 

96-.......Bize Şu'be, Muhammed ibn Ziyâd'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Cinn taifesinden bir ifrit, dün gece namazımı kesip bozmak için bana an-sızm hücum etti. Allah beni gâlib getirip ona istediğimi yapma kuv­veti verdi. Ben onu yakaladım ve hepiniz onu güresiniz diye mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. Fakat kardeşim Süleyman Peygamber'in: Rabb Hm bana mağfiret et ve benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülkü bana bağışla (Sâd: 35) duasını hatırladım da, ifriti köpek gibi kovdum".

"İfrît", insten ve cânn taifesinden mütemerrid yânı çok inadçı, isyancı, kibirli demektir. Bu "Zebîne" gibidir; bunun cem'i de "ez-Zebâniyetu"dur [146].

 

97-.......el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Davud'un oğlu Süleyman: Ben bu gece yetmiş kadını dolaşacağım da onlardan herbiri Allah yolunda mücâhede edecek birer süvârî oğlana gebe kalır, diye kesin konuştu. Arkadaşı olan melek ona: İnşâallah de, dedi. O diliyle inşâallah de­medi. O hakîkaten o kadınları dolaştı, fakat içlerinden yalnız biri iki şıkkından biri düşük bir oğlana hâmile kalmıştır".

Peygamber: "Eğer Süleyman İnşâallah deseydi, elbette o çocuk­ların hepsi Allah yolunda cihâd ederlerdi" buyurdu.

Râvî Şuayb ile İbnu Ebi'z-Zinâd "Doksan kadın" demişlerdir ki, bu daha sahihtir [147].

 

98-....... Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Ben bir kerresinde:

  Yâ Rasûlallah, ilk konulan mescid hangisidir? dedim. Rasûlullah:

  ' 'el-Mescidıı 'Î-Harâm'' buyurdu. Ben:

  Sonra hangisi? dedim. Rasûlullah (S):

  "Sonra el-Mescidu'l-Aksa" buyurdu. Ben:

  Bu iki mescidin kuruluşu arasında ne kadar zaman vardır? dedim.

  "Kırk sene" buyurdu, sonra şunu söyledi:

  "Sana namaz her nerede yetişirse, sen namazı orada kıl, bü­tün yeryüzü senin için bir mesciddir" [148].

 

99-....... Bize Ebû'z-Zinâd haber verdi; ona da Abdurrahmân ibn Hürmüz tahdîs etmiş ki, o da Ebû Hureyre(R)'den işitmiş; o da Rasûlullah (S)'tan şöyle buyururken işitmiştir: "Benim benzerimle insanların benzeri şu bir kişinin hâli gibidir ki, o bir ateş yakmış, kele­bekler ve şu birtakım hayvanlar ateşe düşmeye başlarlar".

Yine dedi ki: "İki kadın ve beraberlerinde onların iki oğlan ço­cukları vardı. (Bunlar yolda giderken) kurt geldi, bunlardan birisi­nin çocuğunu kapıp gitti. Bunun üzerine (çocuğunu kurt kapan büyük) kadın, arkadaşı küçük kadına:

  Kurt senin çocuğunu götürdü, dedi. Diğer kadın da:

  Hayır, senin çocuğunu götürdü, dedi.

Nihayet bu iki kadın muhakemelerini Davud'a arzettiler. O da büyük kadın lehine hükmetti (Kurdun kaptığı çocuk, küçük kadına âid oldu). Bunlar mahkemeden çıkıp Davud'un oğlu Süleyman 'a git­tiler. Ve babasının hükmünü yeniden ona bildirdiler. Ö da:

— Bana bir bıçak getirin de çocuğu iki kadın arasında paylaştı­rayım, dedi.

Bunun üzerine küçük kadın:

— Aman öyle yapma! Allah sana merhamet etsin! Çocuk bu ka­dınındır, dedi.

Süleyman bu söz üzerine çocuğun küçük kadına âid olduğuna hükmetti".

Ebû Hureyre: Vallahi ben "Sikkîn" sözünü o güne kadar hiç işitmemiştim; biz bıçağa sâdece "Müdye" diyorduk, demiştir [149].

 

43- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

'Andolsun ki biz Lukmân'a, Allah'a şükret diye hikmet verdik. Kim şükrederse, ancak kendi fâidesi için şükreder. Kim de nankörlük ederse, hiç şübhe yok ki, Allah ganîdir, her hamde O lâyıktır. Hani Lukmân oğluna, ona öğüt verirken şöyle demişti: Oğulcağızım, Allah'a ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür. Biz insana ana babasını tavsiye ettik. Onun .    anası kendisini za 'f üstüne za'/ ile taşımıştır.

Sütten ayrılması da iki yıl (sürmüştür). Bana ve ana babana şükret. Dönüşün ancak banadır. Eğer onlar sence ilimde (yeri) olmadık herhangi birşeyi bana eş tutman üzerinde seni zorlarlarsa kendilerine itaat etme.

Onlarla dünyâda iyi geçin. Bana dönenlerin yoluna uy.

Nihayet dönüşünüz ancak banadır. O vakit ben de size ne yapıyordunuz, haber veririm. Oğulcağızım, hakikat (yaptığın iyilik ve kötülük) bir hardal tanesi kadar olsa da bir kaya içinde, ya göklerde, yâhud yerin dibinde

(gizlenmiş) olsa bile Allah onu getirir. Çünkü Allah lâtiftir, hakkıyle haberdârdır. Oğulcuğum, namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten vazgeçirmeye çalış. Sana isabet eden herşeye katlan.

Çünkü bunlar kaVî surette farz edilen işlerdendir. İnsanlardan yüzünü çevirme. Yeryüzünde şımarık yürüme. Zîrâ Allah her büyüklük taslayanı, kendini beğenip öğüneni sevmez. Yürüyüşünde mu 'tedil ol. Sesini alçalt. Seslerin en çirkini hakikat eşeklerin anırışıdır" (Lukmân: 12-19).

"Velâtusa'ır", "Yüzü döndürmektir [150].

 

100-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: "îmân eden­ler, bununla beraber îmânlarına zulüm karıştırmayanlar; işte onlar, emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimseler­dir" (ei-En'âm: 82) âyeti indiği zaman, Peygamber'in sahâbîleri:

— Bizim hangimiz îmânına bir zulüm karıştırmaz ki? dediler. Bunun üzerine "Allah 'a ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük zulümdür" (Lukmân: 13) âyeti indi.

 

101-.......Bize el-A'meş, İbrahim'den; o da Alkame'den tahdîs etti ki, Abdullah (R) şöyle demiştir: "îmân edenler, bununla be­raber îmânlarına zulüm karıştırmayanlar; işte onlar, (korkudan) emîn olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir" (ei-En'âm: 82) âyeti indiği zaman bu, müslümânlara ağır geldi de:

— Yâ Rasûlallah, bizim hangimiz nefsine zulmetmez ki? dediler. Rasûlullah (S):

  "Bu âyetteki zulüm, sizin anladığınız gibi değildir. O zulüm ancak şirktir. Lukmân'ın oğluna öğüt verirken: Oğulcuğum, Allah'a ortak koşma. Çünkü Allah 'a ortak koşmak büyük zulümdür dediği­ni işitmediniz mi?" buyurdu [151].

 

44- Bâb:

 

"Onlara o şehir sahihlerini misâl getir. Hani oraya elçiler gelmişti. Biz o zaman kendilerine iki elçi göndermiştik de onları tekzîb etmişlerdi. Biz de bir üçüncü ile (bunları) kuvvetlendirmiştik ve: 'Biz size gönderilmiş elçileriz9 demişlerdi. Onlar: 'Siz, bizim gibi insandan başka kimseler değilsiniz. Hem Rahman hiçbirşey indirmemiştir. Siz yalan söyler kimselerden başkası değilsiniz' dediler. Elçiler şöyle dediler: 'Rabb Hmiz biliyor ki, biz hakîkaten size gönderilmiş elçileriz. Bizim üzerimize (vazife) apaçık tebliğden başkası değildir'. Onlar dediler: 'Doğrusu biz sizin yüzünüzden uğursuzlandık. Eğer vazgeçmezseniz» and olsun, sizi mutlak taşlarız. Bizden size muhakkak acıklı bir işkence de dokunur'. Onlar da: 'Sizin uğursuzluğunuz kendi beraberinizdedir!

Size nasihat edilirse mi (bunu uğursuzluk sayacaksınız)?

Hayır siz haddi aşıp taşanlar güruhusunuz* dediler. O şehrin en uç kenarından koşarak bir adam geldi: 'Ey kavmim' dedi, 'Uyun o gönderilmiş olanlara. Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere. Onlar hidâyete ermiş zâtlardır. Ben beni yaratana neden kulluk etmeyecek misim? Sizler ancak O'na döndürüleceksiniz. Ben O 'ndan başka tanrılar edinir miyim? Eğer o çok merhamet edici Allah bana bir zarar yapmak isterse, onların (iddia ettiğiniz) şefaati bana hiçbir fâide vermez. Onlar beni asta kurtaramazlar.

Şübhesiz ben o takdirde de mutlak apaçık bir sapıklık içindeyimdir. Gerçek ben Rabb Hnize îmân ettim. İşte bunu benden duyun'. (Ona:) 'Gir cennete' denildi. (O da:) 'Ne olurdu' dedi, 'Kavmim bilselerdi, Rabb 'imin beni mağfiret ettiğini, beni ikram edilenlerden kıldığını!'

Ondan sonra kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik, indiriciler de değildik. (Onların ukubeti) bir tek sayhadan başka değildi. Artık hemen sönüverdiler" (Yâsîn: 13-29).

"Feazzeznâ"; Mucâhid "Şiddetlendirdik" dedi. İbn Abbâs: "Tâirukum", "Musibetleriniz" demektir, demiştir [152].

 

45- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd. Bu, kulu Zekeriyyâ'ya Rabb 'inin rahmetini anıştır. O, Rabb 'ine gizlice niyaz ettiği zaman demişti ki: 'Ey Rabb'im, hakikat ben...

Benim kemiğim yıprandı. Başımın saçı tutuştu. Ey Rabb 'im, ben sana ne dua etmişsem bedbaht (ve mahrum) olmadım. Hakikat ben, kendimden sonra yerine gelecek akrabamdan endîşeye düştüm. Karım da kısırdır. Binâenaleyh bana, tarafından (ve kendi sulbümden) bir oğul ihsan et. Ki bana da mirasçı olsun, Ya'kûb Hanedanına da mirasçı olsun. Rabb'im sen onu rızâna kavuştur!' (Allah buyurdu:) 'Ey Zekeriyyâ, hakîkaten sana Yahya adında bir oğul müjdeleriz ki, bundan evvel biz ona hiçbir (kimseyi) adaş yapmamıştık'. Dedi: 'Rabb 'im benim nasıl oğlum olur ki? Karım bir kısırdır. Ben ise ihtiyarlığın son haddine varmışımdır'. (Melek) dedi: 'Öyledir. Fakat Rabb'in buyurdu ki - o, bana göre pek kolay. Daha evvel sen hiçbirşey değilken ben seni yaratmışımdır\ Dedi: 'Rabb'im, bana (bu hususta) bir nişan ver*. Buyurdu;

'Senin nişanın sapasağlam iken üç gece insanlarla konuşamamandır\ Derken (Zekeriyyâ) mescidinden kavminin karşısına çıkıp, onlara: 'Sabah akşam tesbîh edin diye işaret verdi. (Yahya'yı ihsan ettik ve ona çocukluğunda:) 'Ey Yahya, kitabı kuvvetle tuV(dedik).

Henüz sabi iken ona hikmet verdik. Tarafımızdan ona bir kalb yumuşaklığı ve temizlik verdik. O, çok muttaki

idL Anasına babasına da itaatli idi. Bir serkeş ve âsî değildi. Dünyâya getirildiği gün de, öleceği gün de> diri olarak kaldırılacağı gün de ona selâm olsun' (Meryem: 1-15).

İbn Abbâs şöyle demiştir: "Semiyyen", "Mislen" demektir. * 'Radiyyen*', "Merdıyyen"; * 'Itıyyen' "Asiyyen" denilir. "Hıyyen", "Atâ ya'tû" fiilindendir.

"Seviyyen" için "Sahîhan" ma'nâsınadır da deniliyor. "Mıhıâbdan kavminin karşısına çıkıp onlara sabah akşam tesbîh edin diye vahyetti; yânî işaret etti".

"Hafiyyen", "Latîfen" demektir. "Âkıran" (yânî "çocuk doğurmayan" sıfatı) erkek ve dişidir, ikisine de sıfat olur [153].

 

102-.......Bize Katâde, Enes ibn Mâlik'ten; o da Mâlik ibn Sa'saa'dan tahdîs etti ki, onlara da Peygamber (S) göklere yürütüldüğü geceden şöyle tahdîs etmiştir: "...Sonrayükseldi, ikinci semâya va­rınca oranın kapısının açılmasını istedi.

— Kimdir o? denildi.

  Cibril'dir, dedi.

— Beraberindeki kimdir? denildi.

— Muhammed'dir, diye cevâb verdi.

  O'na vahy ve mi'râc gönderildi mi? denildi. Cibril:

— Evet gönderildi, dedi.

Yükseltmekten ayrılıp da ikinci semâya vardığımda, orada Yahya ve îsâ Peygamberlerle karşılaştım. Yahya ile îsâ teyze oğullarıdır.

Cibril bana:

— Bu gördüklerin Yahya ile isa'dır; bunlara selâm ver! dedi. Ben de onlara selâm verdim. Onlar da selâmımı mukaabele etti­ler. Sonra:

— Merhaba hayırlı kardeş ve sâlihpeygamber! dediler..." [154].

 

46- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Kitâbda Meryem kıssasını da an. Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekilmişti. Sonra onların Önünde bir perde edinmişti. Derken biz ona ruhumuzu göndermiştik de, o, kendisine yaratılışı tam bir beşer şeklinde görünmüştü. Meryem ona dedi ki: 'Doğrusu ben senden Rahman olan Allah'a sığınırım. Eğer sen hakkıyle sakınan isen (çekil yanımdan). Rûh da: 'Ben ancak sana pak bir oğlan vermeye vesile olmak için Rabb ''inin gönderdiği elçiyim' dedi. O: 'Benim nasıl bir oğlum olacakmış; evlenmedim, bana bir beşer dokunmamıştır. Ben iffetsiz de değilim' dedi. Rûh: 'Öyledir. Fakat Rabb 'in buyurdu ki: O bana göre pek kolay. Çünkü biz onu insanlara bir âyet ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız. Zâten iş olup bitmiştir '. Nihayet ona gebe kalıp bununla uzak bir yere çekildi. Derken çocuğun sancısı onu bir hurma ağacına dayanmaya şevketti: 'Keski bundan evvel

öleydim, unutulup gideydim' dedi. Aşağısından ona şu nida geldi: 'Tasalanma, .Rabb'in senin alt yanından bir su arkı vücûda getirmiştir. Hurma ağacını kendine doğru silk, üstüne derilmiş taze hurma dökülecektir.

Artık ye, iç. 'Gözün aydın olsun. Eğer beşerden herhangi birini görürsen: Ben Rahman olan Allah'a oruç adadım. Onun için bu gün hiçbir kimseye kat 'iyyen söz söylemeyeceğim, de. Derken onu yüklenerek kavmine getirdi. Dediler: 'Hey Meryem, and olsun sen acîb birşey yapmışsın. Ey Hârûn 'un kızkardeşi, senin baban kötü bir adam değildi. Anan da iffetsiz bir kadın değildi!' Bunun üzerine Meryem, isa'yı işaret etti. 'Biz henüz beşikte bulunan bir sabi ile nasıl konuşuruz?' dediler. (îsâ dile gelip) dedi ki: 'Ben hakikat Allah'ın kuluyum. O bana kitâb verdi. Beni peygamber yaptı. Beni her nerede bulunursam mübarek kıldı. Bana, ben hayâtta oldukça namazı, zekâtı emretti. Beni anneme hürmetkar kıldı. Beni bir zorba, bir bedbaht olarak yaratmadı. Dünyâya getirildiğim gün de, öleceğim gün de, bir diri olarak (kabrimden) kaldırılacağım gün de selâm (ve selâmet) benim üzerimedir'. İşte hakkında şekk ve ihtilâf etmekte oldukları Meryem oğlu îsâ, Hakk kavlince budur" (Meryem: ıe-34).

"Gerçek, Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrahim Hanedanı'm, İmrân ailesini hepsi de birbirinden gelme tek bir zürriyet

olarak âlemlerin üzerine seçilmiş kıldı. Allah hakkıyle işitici, kemâliyle bilicidir. Hani İmrân 'in karısı (Hanne):

'Rabb 'im, karnımdakini âzâdlı bir kul olarak sana adadım. Benden olan bu adağı kabul et. Şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sensin Sen' demişti.

Fakat onu kız doğurunca, Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilici iken: 'Rabb 'im, hakikat ben onu kız olarak doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Gerçek ben adını Meryem koydum. Ben onu da, zürriyetini de o taşlanmış şeytândan sana sığındırırım' dedi. Bunun üzerine Rabb 'i onu iyi bir rızâ ile kabul etti. Onu güzel bir nebat gibi büyüttü. Zekeriyyâ 'yi da ona bakmaya me 'mûr etti. Zekeriyyâ ne zaman (kızın bulunduğu) mihraba girdiyse, onun yanında bir yiyecek buldu. 'Meryem, bu sana nereden (geliyor)?' dedi. O da: 'Bu, Allah tarafından. Şübhe yoktur ki, Allah kimi dilerse ona sayısız fizik verir' derdi" (âiu tmrân: 33-37).

"Hani melekler: 'Ey Meryem, şübhesiz ki Allah sana seçkin bir hususiyet verdi. Seni tertemiz büyüttü. Seni âlemlerin kadınları üzerine seçkin kıldı' demişti. 'Ey Meryem, huşu' ile Rabb 'inin divânına dur, secdeye kapan, rükû' edenlerle beraber eğil (cemâatle namaz kıl)'. Bunlar sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. Meryem 'i onlardan hangisi himayesine alacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Çekişirlerken de yine yanlarında yoktun. Melekler: Ey Meryem, Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdeliyor... " (âiu imrân: 42-45).

İbn Abbâs şöyle demiştir: "Alu İmrân", bütün mü'minlerdir. "Alu İbrahim", "Âiu İmrân", "Alû Yasin" ve "Âiu Muhammed" ta'bîrlerinden kasdedilen de hep mü'minlerdir. Çünkü Allah: "HaUîkat İbrahim 'e insanların en yakını, herhalde zamanında ona tâbi' olanlardır... " (âiu imrân: 68) buyuruyor; onlar da ancak mü'minlerdir. (Binâenaleyh ona muhalefet edenler, orun âl'inden değildirler.) "Âiu Ya'kûb" denilip jr; bunun aslı "Ehlu Ya'kûb"dur. He, hemzeyle kalbedilmiştir.  "Âl" kelimesini küçültme ismi yaptıkları zaman, sonra o hemzeyi aslına döndürürler de "Uheylun" derler [155].

 

103-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb tahdîs edip şöyle dedi: Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Ben Rasûlul-lah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Âdem çocuklarından doğu-rulan hiçbir çocuk yoktur ki, doyurulurken şeytân ona dokunmuş olmasın. İşte şeytânın dokunmasından dolayıdır ki, çocuk anasından doğduğu andaferyâd ederek ağlar. Şeytânın bu dokunmasından Mer­yem oğlu ile annesi müstesnadır".

Sonra Ebû Hureyre: "Be/ı onu ve zürriyetini o taşlanmış şey­tândan Sana sığındırırım" (Âiu imrân: 36) âyetini söylerdi [156].

 

47- Bâb:

 

"Hani melekler: 'Ey Meryem, şübhesiz ki, Allah sana seçkin bir özellik verdi. Seni tertemiz büyüttü. Seni âlemlerin kadınları üzerine seçkin kıldı, demişti. Ey Meryem, huşu' ile Rdbb 'in dîvânına dur, secdeye kapan, rükû' edenlerle beraber rükû' et. (Yâ Muhammedi) Bunlar sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. Meryem 7 onlardan hangisi himayesine alacak diye kalemlerini atarlarken, sen yanlarında değildin. Çekişirlerken de yine yanlarında yoktun" (Âlu İmrân: 42-44) [157].

"Yekfulu" denilir ki, bu "Onu beslemeyi üzerine aldı; onu kendine katıp aldı" demektir; bunda "Kefele" şeddesiz olarak okunur. Bu, borçlara kefil olmak ve benzeri ma'nâdan değildir.

 

104-....... Hişâm şöyle demiştir: Bana babam Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verip şöyle dedi: Ben Abdullah ibn Ca'fer'den işittim, o şöyle dedi: Ben Alî(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ben Peygam-ber(S)'den işittim: "Zamanındaki dünyâ kadınlarının hayırlısı İmrân kızı Meryem'dir. Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hadîce'dir" buyuruyordu [158].

 

48- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Hani melekler: Ey Meryem, şübhesiz ki, Allah sana seçkin bir hususiyet verdi. Seni tertemiz büyüttü. Seni âlemlerin kadınları üstüne seçilmiş kıldı, demişti. Ey Meryem, huşu' ile Rabb Hnin dîvânına dur, secdeye kapan, Allah'a rükû' edenlerle beraber eğil (cemâatle namaz kıl). (Yâ Muhammedi) Bunlar sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. Meryem V onlardan hangisi himayesine alacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Bu hususta çekişirlerken de yine yanlarında yoktun. Melekler: ıEy Meryemx Allah sana kendinden bir kelimeyi müjdeliyor. Adı Isâ, (lakabı) Mesîh, (sıfatı) Meryem oğlu 'dur. Dünyâda da, âhirette de sânı yücedir. Allah'a çok yakınlardandır da. Beşiğinde de, yetişkinlik hâlinde de insanlara söz söyleyecektir, sâlihlerdendir' dediği zaman da (sen yanlarında değildin). Meryem dedi ki:

'Hey Rabb Hm, bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir?' Allah dedi: Öyle; fakat Allah ne dilerse yaratır. Bir işe hükmedince ona ancak 'Ol!' der, o da oluverir. Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat % încîPi öğretecek. Onu İsrail oğulları 'na peygamber gönderecek. (Onlara şöyle diyecek:) Hakikat ben size Rabb 'inizden bir âyet getirdim. Hakikat ben size çamurdan kuş biçimi gibi birşey yapar, ona üfürürüm de Allah'ın izniyle derhâl canlı bir kuş olur. Yine Allah'ın izniyle anadan doğma körü ve abraşı iyi eder, ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyor, ne biriktiriyorsanız size haber veririm. Elbette bunlarda sizin için, eğer îmân ediciler seniz, kat'î birer ibret Vardir" (Âlu İmrân: 42-49) [159].

"Yubeşşiruki" ve "Yebşiruke" bir ma'nâdadır; "Seni müjdeliyor" demektir. "Vecîhen", "Şerefli" demektir. İbrâhîm en-Nahaî: "el-Mesîh", "es-Sıddîk" demektir,

demiştir. Mucâhid: "el-Kehlu", "el-Halîmu", yânı "Olgun", "el-Ekmehu", "Gündüzleyin gören, geceleyin

görmeyen" demektir, demiştir. Başkaları da "el-Ekmeh" "Kör olarak doğandır" demişlerdir [160].

 

105-....... Bize Şu'be tahdîs etti ki, Amr ibn Murre şöyle de­miştir: Ben Murre el-Hemdânî'den hadîs tahdîs ederken işittim. Ebû Mûsâ el-Eş'arî(R) şöyle demiştir: "Âişe'nin, ümmetimin kadınları­na karşı üstünlüğü, tirid yemeğinin diğer yemeklere karşı üstünlüğü gibidir. Erkeklerden bir çokluk (fazilette) kemâle erdi. Kadınlardan ise İmrân kızı Meryem ile Fir'avn'ın kadını Âsiye'den başkası kemâ­le ermedi".

İbn Vehb dedi ki: Bana Yûnus haber verdi: İbn Şihâb şöyle de­miştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Ku-reyş kadınları deveye binen Arab kadınlarının hayırlısıdır. Onlar, ka­dınların çocuğa en şefkatlisi, elindeki zevcinin malını korumak husu­sunda kocaya en riâyeîlisidir".

(Bu hadîsin râvîsi Saîd ibnu'l-Müseyyeb dedi ki:) Bu riva­yetin ardından Ebû Hureyre: "İmrân kızı Meryem asla deveye binme­di" der idi.

Bu hadîsi ez-Zuhrî'den rivayet etmekte Yûnus el-Eylî'ye, ez-Zuhrî'nin kardeşinin oğlu Muhammed ibn Abdillah ile İshâk el-Kelbî mutâbaat etmişlerdir [161].

 

49- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Ey kitâb ehli olanlar, dîniniz hususunda haddi aşmayın. Allah'a karşı hakk olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesîh îsâ yalnız Allah'ın Rasûlü ve kelimesidir ki, onu Meryem 'e bırakmıştır. O,Allah tarafından yaratılan bir Rüfatur. Artık Allah'a ve rusûllerine inanın da (Allah) üçtür demeyin. Kendiniz için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah, ancak bir tek tanrıdır. O herhangi bir çocuğu bulunmaktan münezzehtir. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O 'nundur. Hakîkî vekîl olmak bakımından da bizzat Allah yeter. Ne Mesîh, ne en yakın melekler Allah'ın kulu olmaktan asla çekinmezler. Kim O 'na kulluktan

çekinir ve kibirlenmek isterse (düşünsün ki Allah) onların hepsini huzurunda toplayacaktır" (en-Nisâ: m-m).

Ebû Ubeyd: "Kelimetuhû", (baba ve nutfe vâsıtası olmaksızın) ol deyince olmasıdır, demiştir. Başkaları

da "Ruhun minhu", "Ona hayât verdi de bir rûh yaptı" demektir, dediler. "İlâhlar üçtür" demeyin " [162]

 

106-....... Bana Cunâde ibnu EbîUmeyye, Ubeyde ibn Sâmit(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Her kim: Al­lah'tan başka ibâdet olunacak hiçbir ma'bûd yoktur, yalnız Allah vardır; ortağı yoktur, Muhammed de muhakkak Allah'ın kulu veRa-sûlü 'dür. îsâ da Allah 'in kulu ve Rasûlü 'dür. Ve (tekvînî bir emirle) Meryem'e bıraktığı bir kelimesidir ve (bu suretle) Allah tarafından hayât verilen bir ruhtur. Cennet haktır, cehennem de haktır, diye di­liyle ikrar ve kalbiyle tasdik ederse, Allah o kimseyi cennete kor. O kul hangi mal üzerinde olursa (olsun ayırdetmez)".

Râvî el-Velîd dedi ki: Bana İbnu Câbir, Umeyr'den; o da Cunâ-de'den tahdîs etti de "Cennetin sekiz kapısından hangisini isterse oradan" fıkrasını ziyâde etti [163].

 

50- Bâb:

 

"Kitâbda Meryem (kıssasını) da an. Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekilmişti. Sonra onların önünde bir perde edinmişti. Derken biz ona ruhumuzu göndermiştik de o kendisine hilkati tam bir beşer

Şeklinde görünmüştü.. " (Meryem: 16-40)

Yûnus kıssasındaki "Nebeznâhu" (es-saffât: 145) "Onu attık" demektir. "Doğu tarafa çekildi": Yânı ibâdet için Beytu'l-Makdis'in yâhud evinin doğu tarafına çekildi. "Fe-ecâehâ", "Doğum sancısı Meryem'i getirdi" demektir; bu "Ci'tu"dan "Ef 'altu"dur. "el-Ceehâ" denilir ki, "Onu muztarr kıldı" demektir.

"Tessâkatu", "Düşürür" yânî düşer; "Mekânen kasıyyen", "Mekânen kaasiyen"; yânî "Uzak bir yere"; "Feriyyen azîmen", "Sevilmeyen çok çirkin bir iş yaptın" demektir.

İbn Abbâs: "Nisyen", "Yaradılmış mevcûd birşey olmayaydım" demektir, dedi. Başkaları da: "en-Nisyu", "el-Hakîru"dur, dedi. Ebû Vâil: Meryem "Eğer Allah'tan sakıma isen" dediği zaman "Takî"'m akıl sahibi olduğunu bildi, demiştir. Vekî* ibnu'l-Cerrâh, İsrâîl ibn Yûnus'tan; o da dedesi Ebû İshâk'tan; o da el-Berâ ibn Âzib'den: "Seriyyen", Süryânîce'de küçük ırmak, çay demektir, demiştir [164].

 

107-.......Bize Cerîr ibn Hazım, Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyur-muşıur: "Beşikteyalnız üç çocuk konuşmuştur: Biri isa'dır. (İkinci­si de şu kıssadaki çocuktur:) İsrâîl oğulları zamanında Cureyc denilen ruhban bir kişi vardır. Cureyc savmıasında namaz kılarken annesi gel­miş, kendisini çağırmış. Cureyc:

— Namazı bozup anama cevâb mı vereyim, yoksa namaz mı kı­layım? diye düşünmüş. (Anası üç defa çağırdığı hâlde namaza devam etmiş.)

Bunun üzerine anası:

  Yâ Allah! Bu oğluma fahişe kadınların yüzlerini gösterme­dikçe onun canını alma! diye beddua etmiş.

Cureyc savmıasında bulunduğu sırada bir kadın gelip kendisine musallat olmuş ve ona zina teklif etmiş. Fakat Cureyc bundan çekin­diği için, bu kızgın kadın bir çobana gitmiş ve kendini ona teslim et­miştir. Kadın bu cinsî münâsebetten bir oğlan doğurmuş. (Kendisinden sorulduğunda) bu çocuğun Cureyc'den olduğunu söylemiş. Bunun üzerine halk rahibe gelmişler, savmıasını (baltalarla, kazmalarla) kı­rıp yıkmışlar, kendisini de savmıadan aşağı indirip çıkarmışlar ve kendisine küfürler etmişler. Cureyc abdest alıp namaz kıldıktan son­ra o piç çocuğun yanına gelmiş ve:

— Ey oğul, baban kimdir? diye sormuş.

  Çobandır! diye cevâb vermiş.

Bu garîb hâdiseyi gören halk, rahibe:

— Senin savmıanı, yânı ibâdet verini altından yaparız! demiş­ler.

Cureyc:

— Hayır, eskisi gibi çamurdan yapın, demiştir.

(Üçüncüsü de şudur:) İsrâîl oğulları 'ndan emzikli bir kadın var­dı. Bir gün erkek çocuğunu emzirirken yanından yakışıklı ve haşmetli bir süvârî geçmiş. Bunu gören kadın:

  Yâ Allah! Oğlumu bunun gibi heybetli kıl! diye dua etmiş. Çocuk hemen anasının memesini bırakıp süvârîye dönmüş ve:

— Yâ Allah! Beni bunun gibi kılma! diye duâ etmiş. Sonra anasının memesine dönüp yine emmeye koyulmuş".

Râvî Ebû Hureyre dedi ki: (Peygamber bunu bize hikâye eder­ken parmağını ağzına koyarak çocuğun emişini misâllendirmişti; O'-nun bu hâli gözümün önündedir.) Şimdi ben Peygamber'in kendi parmağını emişini görür gibiyim.

"Bundan sonra da o emzikli kadının yanından bir câriye geç­miş. Bu defa kadın:

  Yâ Allah! Benim oğlumu şu câriye gibi (hakîr) yapma! diye duâ etmiş.

Bu sefer çocuk yine anasının memesini bırakmış ve:

  Yâ Allah! Beni bunun gibi kıl! demiş. Bunun üzerine kadın, çocuğuna:

— Niçin böyle söyledin? diye sormuş. Çocuk da şöyle cevâb vermiştir:

  O süvârî kibirli zâlimlerden birisi idi. Şu câriye ise (zavallı bir kadındır; insanlar ona): Sen çaldın, sen zina ettin diye söz'eder­ler; hâlbuki o bunların hiçbirisini yapmamış (ma'sûm) bir kadındır" [165].

 

108-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Geceleyin yürütüldüğüm zaman Musa'ya kavuştum". -Râvî dedi ki: Rasûlullah onu tavsif etti.- "Bir de gördüm ki, ot Şenûe ka­bilesi erkeklerinden biri gibi karayağız, uzun boylu, batık etli, düz saçlı bir zâttır." Rasûlullah dedi ki: "Ben isa'ya da kavuştum". Pey­gamber onu da tavsif edip şöyle dedi: "îsâ, orta yapılı, sanki hamam­dan çıkmış gibi al çehreliydi. Ben İbrahim'i de gördüm. Çocukları içinde ona en çok benzeyeni benim". Peygamber dedi ki: "Sonra bana birinin içinde süt, diğerinde şarâb bulunan iki kap getirildi ve bana: Bunların hangisini dilersen al, denildi. Ben sütü aldım ve onu içtim. Bana: Fıtrata hidâyet olundun yâhud fıtrata isabet ettin. Eğer sen şa­râbı almış olsaydın, ümmetin azgın olurdu, denildi" [166].

 

109-....... Bize Usmân ibnu'l-Mugîre, Mucâhid ibn Cebr'den haber verdi ki, İbnu Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben isa'yı, Musa'yı ve İbrahim'i gördüm: Amma îsâ al çehreli, kıvırcık saçlı, geniş göğüslü idi. Amma Mûsâ, karayağız, iri uzun boylu, düz saçlı idi. Sanki Sudanlı erkeklerden birisi".

 

110-.......Bize Mûsâ ibn Ukbe tahdîs etti ki, Nâfi' şöyle demiş­tir: Abdullah ibn Umer (R) dedi ki: Peygamber (S) bir gün insanla­rın arasında Deccâl Mesîh'i zikretti de şöyle buyurdu: "Şübhesiz Allah şaşı değildir. Dikkat edin ki, Deccâl Mesih 'in sağ gözü şaşıdır. Onun gözü sanki salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış, iri bir üzüm tânesi gibidir. Ben geceleyin kendimi Ka'beyanında gördüm. Ansızın es­mer bir zâtla karşılaştım. Sanki o görülen esmer erkeklerin en güzelidir. Başının saçı iki omuzu arasında sarkıyor. Saçları taranıp arınmıştı da başı su damlatıyordu. İki elini iki kişinin omuzlarına koyarak o iki kişi arasında Bey t'i tavaf ediyordu.

— Bu kimdir? dedim.

— Meryem 'in oğlu Mesîh 'tir, dediler.

Sonra onun arkasında gayetle kıvırcık saçlı, sağ gözü sakat ve bört-lek, gördüğüm insanlar arasında İbnu Katan'a en çok benzeyen biri­sini gördüm. Bu da iki elini iki kişinin omuzlarına koyarak Bey t'i tavaf ediyordu.

— Bu kimdir? diye sordum.

  Bu Mesih Deccâl'dir, dediler".

Bu hadîsi Nâfi'den rivayet etmekte Ubeydullah, Mûsâ ibn Uk-be'ye mutâbaat etmiştir.

 

111-.......Bana ez-Zuhrî, Sâlim'den tahdîs etti ki, babası Ab­dullah ibn Umer şöyle demiştir: Hayır vallahi Peygamber (S) îsâ için "Kırmızı (çehrelidir)" demedi. Lâkin o, şöyle buyurdu: "Ben uyu­muştum, ru'yâmda Ka'be'yi tavaf ediyordum. O sırada esmer, salı­verilmiş düz saçlı bir kişi gördüm. İki kişi arasında onlara dayanarak iki tarafa bocalayarak sevkediliyordu (tavafı böyle yapıyordu), başı da su damlatıyordu yâhud başı su akıtıyordu. Ben:

— Bu kimdir? diye sordum.

— Meryem oğlu'dur, dediler.

Ona yönelmek üzere yürüdüğüm sırada bir de kırmızı yüzlü, uzun boylu, başı kıvırcık saçlı, sağ gözü sakat, börtlek; sanki salkımında­ki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi. (Orada bulunanlara:)

— Bu kimdir? diye sordum.

  Bu, Deccâl'dir, dediler.

Ona benzerlikçe insanların en yakın olanı İbnu Katan'dır." ez-Zuhrî: İbnu Katan, Huzâa kabilesinden Câhiliyet devrinde he-Iâk olmuş bir adamdır, demiştir.

 

112-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme haber ver­di ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Ben Meryem oğlu'na insanların en yakınıyım. Peygamberler anaları ayrı, babaları bir evlâdlardır. Benimle îsâ ara­sında başka bir peygamber yoktur" [167].

 

113-.......Ebû Hureyre şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ben Meryem oğlu isa'ya dünyâ ve âhirette insanların en ya­kınıyım. Esasen peygamberler babaları bir kardeştirler, anaları ayrı ayrıdır, dînleri birdir".

Ve İbrahim ibn Tahmân, Mûsâ ibn Ukbe'den; o da Safvân ibn Suleym'den; o da Atâ ibn Yesâr'dan söyledi ki, Ebû Hureyre (R): Ra­sûlullah (S) şöyle buyurdu, demiştir [168].

 

114-.......BizeMa'mer, Hemmâm'dan; o da Ebû Hureyre'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Bir kerresinde Meryem oğlu îsâ, hırsızlık yapmakta olan bir kimse görmüş de ona:

  Sen çaldın mı? diye sormuş. O da:

— Kendisinden başka (ibâdete lâyık) hiçbir tanrı bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, ben asla çalmadım, diye cevâb vermiş.

Bunun üzerine îsâ:

— Allah'a îmân (ve O'nun adına yemin edeni tasdik) ettim ve kendi gözümü yalanladım, demiştir".

 

115-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Ben ez-Zuhrî'den işittim, şöyle diyordu: Bana Ubeydullah ibn Abdillah, İbn Abbâs'tan haber verdi. O da Umer(R)'den işitmiştir. Umer min­ber üzerinde şöyle diyordu: Ben Peygamber(S)'den işittim: "Nasrâ-nîler'in Meryem oğlu'nu bâtıl ve aşırı surette medhettikleri gibi, sakın sizler de beni medhde aşın gitmeyiniz. Şübhesiz ki, ben ancak bir ku­lum. Onun için bana Allah'ın Kulu ve Rasûlü deyiniz"duyuruyordu.

 

116- Bize Muhammed ibn Mukaatil tahdîs etti. Bize Abdullah ibnu'l-Mubârek haber verdi: Bize Salih ibn Hayy haber verdi ki Ho-râsân ahâlîsinden bir adam eş-Şa'bî'ye bir suâl sordu. Bunun üzeri­ne eş-Şa'bî şöyle dedi: Bana Ebû Burde haber verdi ki, babası Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kişi,

cariyesini güzel edeblendirir ve terbiyesini güzel yapar, onu öğretir ve öğretmesini yânî okutmasını güzel yapar, sonra ona hürriyet verir de onunla evlenirse, o kişiye iki ecir vardır. Bir kişi de isa'ya îmân eder, sonra bana îmân ederse, buna da iki ecir vardır. Bir köle de hem Rabb 'ine muttaki olur, hem de efendilerine itaat ederse, bunun için de iki ecir vardır".

 

117-.......İbn Âbbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Siz­ler yahnayaklılar, çıplaklar, erlik yerleriniz sünnetsizler olarak haşrolunacaksınız" buyurdu. Sonra: "O günü hatırla ki, biz göğü, kitâblann sahîfesini dürüp büker gibi düreceğiz. tik yaratışa nasıl baş-ladıksa, üzerimize hakk bir va 'd olarak yine onu iade edeceğiz. Hak-kıyle failler biziz*' (ei-Enbiyâ: !04) âyetini okudu. Ve şöyle devam etti: "Kıyamet günü ilk elbise giydirilecek kişi îbrâhîm dir. Yine kıyamet günü sahâbîlerimden birtakım insanlar sağ taraflarından ve sol ta­raflarından yakalanırlar da ben: Onlar benim sahâbîlerimdir, derim. Bana: Sen onlardan ayrıldığından beri onlar Ökçeleri üzerinde geri dönmekte devam etmiş mürtedlerdir, denilir. Ben de: Allah'ın sâlih kulu Meryem oğlu isa'nın dediği gibi derim: "Ben içlerinde bulun­duğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcu idim. Fakat sen beni vefat ettirdiğin vakit üzerlerinde kontrolcu yalnız Sen oldun. Zâten Sen her-şeye hakkıyle şâhidsin. Eğer kendilerine azâb edersen, şübhe yok ki onlar Sen 'in kullarındır. Eğer onlara mağfiret edersen mutlak gâlib, yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikaten Sensin Sen" (ei-Mâide: 117-118).

Muhammed ibn Yûsuf el-Firabrî şöyle dedi: Ebû Abdillah el-Buhârî'den zikrolundu ki, Kabîsa: Onlar Ebû Bekr zamanında dîn­den dönen mürtedlerdir; Ebû Bekr onlarla harb etti, demiştir [169].

 

51- Meryem Oğlu Îsâ Aleyhima's-Selâm'ın İnmesi Babı

 

118-.......Saîd ibnu'l, Müseyyeb, Ebû Hureyre(R)'den şöyle de­diğini işitmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olan A ilah 'a yemîn ederim ki, muhakkak ileride Meryem oğlu Isâ sizin içi­nize adaletli bir hakem olarak incektir. O zaman o, salibi kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak, mal ö kadar çoğala­cak ki, hiçbir kimse mal kabul etmeyecek. Nihayet bir tek secde dün­yâ ve dünyâdaki her şey den daha hayırlı olacaktır".

Bunun ardından Ebû Hureyre (R) şöyle derdi: İsterseniz şu âye­ti okuyunuz: "Ehli kitâbdan hiçbiri hâriç olmamak üzere, ölümünden evvel, and olsun ona (îsâ'ya) mutlakaa îmân edecek, o da kıyamet gü­nü kendileri aleyhine bir şâhid olacaktır" (en-Nisâ: 159) [170].

 

119-.......Bizeel-Leys, Yûnus ibn Yezîd'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Ebû Katâde el-Ensârî'nin himayesinde bulunan Nâfi'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "İmamınız (devlet başkanınız) kendinizden olduğu hâlde Meryem oğlu sizin içinize indiği zaman (îsâ da îmânınıza uyduğun­da) acaba sizler nasıl olursunuz?" [171].

Bu hadîsi rivayet etmekte UkayI ile el-Evzâî, Yûnus'a mutâbaat etmişlerdir.

 

52- İsrâîl Oğulları'ndan Zîkrolunagelen (İbretli Ve İnsanı Hayrete Düşüren) Hadîsler Babı [172]

 

120-....... Rıb'î ibn Hırâş şöyle demiştir: Ukbe ibn Amr, Hu­zeyfe'ye:

  Sen bize Rasûlullah'tan işittiğin şeyleri tahdîs etmez misin? dedi.

Huzeyfe de şöyle dedi:

— Ben Rasûlullah'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Deccâl çık­tığı zaman beraberinde bir su, bir de ateş bulunacaktır. Amma in­sanların ateş olarak gördükleri şeye gelince, o, soğuk bir sudur. Amma insanların soğuk bir su olduğunu görecekleri şey ise, işte o, yakıcı bir ateştir. Sizlerden her kim Deccâl'in çıkması zamanına erişirse, ateş suretinde göreceği şeyin tarafında bulunsun. Çünkü o, tatlı soğuk bir sudur" [173].

Yine Huzeyfe şöyle dedi:

  Ve ben Rasûlullah'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Sizden evvel geçen ümmetlerden bir kişi vardı. Onun ruhunu almak için ölüm meleği ona geldi (ve ruhunu alıp gitti, diriltildiğinde) ona:

— Dünyâda bir hayır işledin mi? diye soruldu.

O da:                                                            

— Bir hayır işlediğimi bilmiyorum, dedi. Ona:

— İyi. düşün! denildi. Oda:

— Ben (ömrümde) hiçbir hayır işlediğimi bilmiyorum. Ancak şu var ki, ben dünyâda insanlarla alışveriş yapardım da, alacaklarımı toplardım. Hâli vakti yerinde olan borçluya va'de verirdim. Fakır borçluya da borcunu bağışlardım, dedi.

Bunun üzerine Allah o kimseyi cennete girdirdi". Ve yine Huzeyfe şöyle dedi:

  Ben yine Rasülullah'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "(Siz­den evvelki ümmetler içinde) bir kişiye ölüm gelip çatmıştı. O, ha­yâttan ümidini kesince ailesine şöyle vasiyet etti:

— Ben öldüğümde birçok odun toplayınız. Bu yığını bir ateşle tutuşturup yakınız (ve beni bu ateşe atınız). Ateş benim etimi yiyip de kemiğime ulaşıncaya kadar bırakınız. Kemiğimi yakınca bu yan­mış kemikleri alınız, onu döğüp un yapınız. Sonra rüzgârı şiddetli bir günü bekleyiniz. Ve (bu unu fırtınalı günde) deniz içine savurunuz.

Aile halkı bu vasiyetin gereğini yaptılar. Fakat Allah onun zer­relerini topladı da ona:

— Niçin böyle yaptın? diye sordu. O kışı:

— Ben Sen 'den korktuğumdan dolayı böyle yaptım, diye cevâb verdi.

Bunun üzerine Allah onu mağfiret eyledi."

Râvî Ukbe ibn Âmr, Huzeyfe'ye:

— Ben de RasûIuIIah(S)'tan işittim; bu hadîsi söylüyordu. O va­siyet eden kişi bir kefen soyucu idi, demiştir [174].

 

121-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibn Abdil-

lah haber verdi ki, Âişe ile İbn Abbâs (Allah onlardan razı olsun) şöyle demişlerdir: Rasülullah'a son hastalığında inen indiği zaman, (çektiği sıkıntıdan dolayı) yanında olan bir hamîsayı yüzüne örter du­rurdu. Hamîsa kandisine sıkıntı verdikçe yine atıp yüzünü açardı. İşte o hâlde iken: "Allah'ın la'neti Yahudiler ve Hnstiyanlar üzerine ol­sun. Onlar peygamberlerinin kabirlerini kendilerine mesciâlen edindiler" buyurdu. Bununla onların yaptıklarından ümmeti sakındırıyordu[175]

 

122-.......Bize Şu'be tahdîs etti ki, Furât el-Kazzâz şöyle demiştir:

Ben Ebû Hâzım'dan işittim, şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre (R) ile beş sene beraber oturdum. Ondan işittim ki, Peygamber (S)'in şöyle bu­yurduğunu tahdîs ediyordu: "İsrâîl oğulları zamanında onları pey­gamberler idare ederdi. Her ne zaman bir peygamber ölürse, onun yerine bir başka peygamber geçerdi. Şübhesiz ki benden sonra pey­gamber yoktur. Artık halîfeler olacaktır. Halîfeler çok da olabilirler".

Sahâbîler:

  Halîfeler birden fazla olursa, bize ne emredersin? dediler. Peygamber:

— "Birinciye yaptığınız bey'ate bağlı kalınız, birinciye. Onlara haklarını veriniz (emirlerini dinleyip itaat ediniz). Şübhesiz ki Allah da onlara idare ettikleri milletlerin haklarından soracaktır" buyurdu [176].

 

123-.......Bana Zeyd ibn Eşlem, Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Saîd(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Siz* ler, kendinizden önce geçen milletlerin yoluna karışı karışına, arşım arşınına tıpatıp muhakkak uyacaksınız! O dereceye kadar ki, şayet onlar (daracık) keler deliğine girmiş olsalar, siz de muhakkak (onla­ra uyarak) oraya gireceksiniz!"

(Râvî Ebû Saîd dedi ki:) Biz:

— Yâ Rasûlallah! Bu ümmetler Yahûdîler'le Hnstiyanlar mı? diye sorduk.

Rasûlullah:

  "Onlardan başka kim olacak?" buyurdu [177].

 

124-.......Bize Hâlid el-Hazzâ, Ebû Kılâbe'den tahdîs etti ki, Enes (R) şöyle demiştir: (Sahâbîler çoğalıp da namaz vaktini tanıya­cakları bir şeyle bildirmek istedikleri zaman) ateş yakmak, çan çal­mak hatırlarına geldi. Yahudiler ve Hrıstiyanlar'i da, yânî bunların onlara âid işler olduğunu da düşündüler (ve vazgeçildi). Sonra Bilâİ'e ezan lâfızlarını ikişer ikişer; ikaamet lâfızlarını birer birer söylemesi emrolundu [178].

 

125-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne, el-A'meş'ten; o da Ebu'd-Duhâ'dan; o da Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (R), namaz kılan kim­senin elini kalçasına koymasını çirkin görürdü de: Bunu Yahûdîler yapar, derdi.

Bu hadîsi el-A'meş'ten rivayet etmekte Şu'be, Sufyân'a mutâ-baat etmiştir [179].

 

126-.......Bizeel-Leys, Nâfi'den; o daîbnUmer(R)'dentahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Sizden evvel geçen üm­metlerin dünyâdaki müddetlerine nisbetle sizin müddetiniz ancak ikindi namâzıyle güneşin batmasına kadar olan müddet gibidir. Sizlerin me­seli ile Yahûd ve Nasârâ'mn meseli şu kimsenin meseli gibidir: O, bir­takım işçileri çalıştırmak istedi de:

— Bana günün yarısına kadar birer kîrât birer kîrât ücretle kim çalışır? dedi.

Yahudiler birer kîrât birer kîrât ücretle günün yarısına kadar ça­lıştılar. Sonra o zât:

— Günün yarısından ikindi namazına kadar birer kîrât birer kî­rât ücretle bana kim çalışır? dedi.

Hrıstiyanlar günün yarısından ikindi namazına kadar birer kî­rât birer kîrât ücretle çalıştılar. Sonra adam:

— İkindi namazından güneşin batmasına kadar bana ikişer kî­rât ikişer kîrât ücretle kim çalışacak? dedi".

Peygamber buyurdu ki: "Dikkat edin! İkindi namazından gü­neşin batmasına kadar ikişer kîrât ikişer kîrât ücretle çalışanlar, siz­lersiniz. Dikkat edin! Sizin ücretiniz iki kenedir.

Bunun üzerine Yahudiler ve Hrıstiyanlar öfkelendiler de:

— (Ey Rabb'imiz!) Bizler daha çok çalıştık, fakat daha az ücret aldık! dediler.

Allah:

— Ben sizin hakkınızdan herhangi birşey kesip zulmettim mi? buyurdu.                                                                                  

Onlar:

  Hayır (ücretimizden kesmedin yâ Rabb), dediler. Allah da:

  İşte o benim fadlımdır ki, ben onu dilediğime veririm, buyurdu" [180].

 

127-.......İbnAbbâs (R) şöyle demiştir: Ben Umer(R)'den işit­tim, şöyle diyordu: Allah Fulân kimseyi öldürsün! O Peygamber (S)'in: "Allah Yahûdîler'e la'net etsin! Onlara (gerek meyte, gerek gayrisi olsun) yağlar haram kılındı da onlar bu yağlan erittiler ve sattılar" buyurduğunu bilmedi mi?

Bu hadîsi Peygamber'den rivayet etmekte İbn Abbâs'a Câbir ile Ebû Hureyre mutâbaat etmişlerdir [181].

 

128-.......Hassan ibn Atıyye, Ebû Kebşe'den; o da Abdullah ibn Amr'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Be­nim tarafımdan (teblîğ edilen Kur'ân'dan) bir âyet olsun halka ulaş­tırınız. İsrâîl oğulları'ndan da (ibretli kıssalar) haber verebilirsiniz. Bunda darlık yoktur. Her kim (benim söylemediğim birşeyi söyledi diye) bile bile bana yalan isnâd ederse, o da cehennemdeki yerine yer­leşmeye hazırlansın" [182].

 

129-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Ebû Seleme ibn Abdirrahmân şöyle dedi: Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S): "Yahu­diler ve Hrıstiyanlar (ak saçlarını ve sakallarını) boyamazlar. Siz onlara muhalefet ediniz" buyurdu [183].

 

130-.......Bize Cerîr, el-Hasen'den tahdîs etti: (Hasen Basrî şöyle demiştir:) Bize Cündüb ibn Abdillah şu Basra Mescidi'nde Peygam-ber'den aşağıdaki hadîsi tahdîs etti. Biz onun bunu bize tahdîs ettiği zamandan beri bu hadîsi unutmadık, Cündüb'ün Rasûlullah üzerine yalan söylemiş olacağından endîşe de etmiyoruz. Cündüb şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizden önce geçen ümmetlerden biri­si içinde bir kişi vardı. Önün bedeninde bir yarası vardı. Bu kişi ya­ranın elemine dayanamadı da bir bıçak aldı ve onunla elini kesti. Fakat kan bir türlü kesilmedi ve nihayet o kişi öldü. Yüce Allah: Kulum kendi kendisine (ölüme teşebbüs edip) benim önüme geçmeye davrandı. Ben de ona cenneti haram kıldım, buyurdu" [184]

 

53- İsrâîl Oğullarfnda Derisi Hasta Kimse İle Körün Ve Kelin Hadîsi

 

131-.......Bana Abdurrahmân ibn Ebî Amre tahdîs etti ki, ona da Ebû Hureyre, Peygamber'den işiterek tahdîs etmiştir.

H ve yine bana Muhammed tahdîs etti: Bize Abdullah ibn Recâ tahdîs etti: Bize Hemmâm ibn Yahya haber verdi ki, İshâk ibn Ab-dillah şöyle demiştir: Bana Abdurrahmân ibn Ebî Amre haber verdi ki, ona da Ebû Hureyre tahdîs etmiştir: Ebû Hureyre, Rasûlullah'-tan şöyle buyururken işitmiştir: "İsrâîloğulları'nda derisi hastalıklı, kel, kör üç kişi vardı. Allah bunları imtihan etmek istedi de onlara bir melek gönderdi. Melek abraşa geldi:

— En çok neyi seversin? dedi. Abraş:

  Güzel renk, güzel ten. Çünkü insanlar beni çirkin görüyor, benden iğreniyorlar, dedi."

Rasûlullah buyurdu ki: "Melek, abraşın vücûdunu sıvadı. On­dan bu çirkinlik gitti de ona güzel bir renk ve güzel bir ten verildi. Bundan sonra melek ona:

  En çok hangi mali seversin? diye sordu. Abraşlıktan kurtulan kişi:

— Deveyi yâhud da sığırı, dedi".

— Râvî İshâk ibn Abdillah ibn Ebî Talha abraşla kelden birisinin deve, Öbürünün de sığır istediğini kestiremediğinden terdîd ile ikili

rivayet etmiştir .-Abraşla kelden biri deve dedi, diğeri de sığır dedi. "Deve isteyene on aylık gebe bir deve verildi. Bunun üzerine me­lek ona:

— Bu deve mübarek olsun! diye dua etti.

Sonra melek, başı kel kişinin yanına vardı. Ona da:

— En çok neyi seversin? diye sordu. O da:

— Güzel bir saç, şu kellik benden gitsin! Herkes benden iğreni­yor, dedi."

Rasûlullah buyurdu ki: "Melek onun başım sıvadı da ondan kel­lik gitti ve ona güzel bir saç verildi. Melek ona:

— En çok hangi malı seversin? diye sordu. Oda:

  Sığırı severim, dedi.

Allah ona gebe bir sığır verdi de, melek ona:

  Bu sığır sana mübarek olsun! diye duâ etti. Melek körün yanına geldi ve ona da:

— En çok neyi seversin? diye sordu.

O da:

— Allah gözümü bana geri versin de, ben de onunla insanları

göreyim, dedi".

Rasûlullah buyurdu ki: "Melek onun gözünü sıvadı da Allah ona

gözünü geri verdi. Melek, köre:

— Hangi malı çok seversin? diye sordu. Oda:

— Koyunu severim, dedi.

Melek de ona kuzulu bir koyun verdi.

Bir müddet sonra deve ve sığır sahihlerinin devesi ve sığırı yav­ruladı. Koyun sahibinin de koyunu kuzuladı. Bu suretle deve isteyen kişinin bir vâdî dolusu devesi oldu. Sığır isteyen kimsenin de bir vâdî dolusu sığırı oldu. Koyun isteyen körün de bir vâdî koyunu oldu. Bundan sonra (günün birinde) o melek, bu üç kişi ile ilk görüştüğü suret ve hey'etinde abraş kişiye geldi de şöyle dedi:

— Ben fakır (ve garîb yabancı) bir kişiyim. Yol üzerinde yaşa­ma ve memleketime ulaşma sebebleri kesilmiştir. Artık bu gün benim için muradıma erişebilmek ancak evvelâ Allah'ın inâyetiyledir, son­ra senin yardımınladır. Şimdi ben sana güzel bir renk, güzel bir vü-cûd ve bir çok mal veren Allah rızâsı için, senden bir deve isterim ki, bu seferimde onun üzerinde muradıma ve vatanıma erişebileyim!

Bu istek üzerine eski abraş ona:

— İyi amma hak sahihleri (yânî isteyen fakirler) çoktur (her di­lenciye bir deve vermek olmaz), dedi.

Melek de ona:

  Öyle sanıyorum ki ben seni tanıyacağım. Sen insanların iğ­rendiği abraş kimse değil misin? Sen fakır idin de bu malı sana Allah vermişti, dedi.

Bu eski abraş, meleğe:

— Hayır yemin olsun ben bu mala atadan ataya geçerek vâris oldum, dedi.

Melek de ona:

— Eğer sen bu iddianda yalancı isen, Allah seni eski hâline çe­virsin! dedi.

Sonra melek, ilk buluştuğu suretinde ve hey'etinde kel adama gitti de, abraşa dediği gibi ona da söyledi. Kel de abraşın reddettiği gibi reddetti. Melek de ona:

— Eğer sen bu iddianda yalancı isen, Allah seni eski hâline çe­virsin! diye beddua etti.

Bu defa melek (gözlerini sıvadığı) köre geldi de şunları söyledi:

— Ben fakır ve (vatanından uzak düşmüş) garîb bir kimseyim. Sefer hâlinde iken geçimim ve memleketime dönmem sebebleri ben­den kesilmiştir. Bu gün benim için muradıma ulaşabilmek ancak ev­velâ Allah'ın inayeti, sonra senin yardımınla olur. Şimdi ben sana gözlerini geri veren Allah rızâsı için senden bir koyun isterim ki, bu yolculuğumda onunla muradıma ve vatanıma erişebileyim, dedi.

O kişi de meleğe:

— Hakîkaten ben kör idim, Allah gözlerimin nurunu bana geri verdi. Fakır idim. Allah beni zengin kıldı. (îşte koyunlarım) diledi­ğin kadar al. Allah'ayemîn ederim ki, bu gün Allah rızâsı için ben­den alacağın birşeyin mikdârını hudûdlandırmak ile sana güçlük vermek istemem, dedi.

Melek de ona:

— Malını tamamen muhafaza et! Allah ancak sizin üçünüzü im­tihan etti de, Allah senden razı oldu. İki dostun abraşla kel de Al­lah'ın gazabına uğradılar, dedi" [185].

 

54- Bâb:

 

"Sen, bizim âyetlerimiz içinde (yalnız) Kehf ve Rakîm yaranının ibrete şâyân olduklarını mı sandın? Hayır (Öyle değil). O zaman o genç yiğitler mağaraya sığınmışlardı da: 'Ey Rabb 'imiz, bize tarafından bir rahmet ver ve işimizden bizim için bir muvaffakiyet hazırla' demişlerdi. Bunun üzerine biz nice yıllar onların kulaklarına (perde) vurduk. Sonra da onları uyandırdık, iki zümreden hangisi bekledikleri gayeyi daha iyi hesâb edicidir, ayırdedelim diye. (Şimdi) sana onların kıssalarını, hakikati veçhile anlatalım: Doğrusu onlar Rabb Herine îmân eden genç yiğitlerdi. Biz de onların hidâyetini artırmıştık. Ve (zâlim hükümdarın önünde) dikilip de: Bizim Rabb İmiz göklerin ve yerin Rabb Hdir. Biz O'ndan başkasına tanrı demeyiz* Dersek o hâlde and olsun ki, hakikatten uzaklaşmış oluruz. Şunlar, şu bizim kavmimiz O'ndan başka tanrılar edindiler. Bunların üzerine bârı açık bir burhan getirselerdi ya. Artık Allah'a karşı yalan yere iftira edenlerden daha zâlim kimdir? dedikleri zaman, onların kalblerini (sabır ve sebat ile tamamen Hakk'a) bağlamıştık. (Birbirine şöyle demişlerdi:) Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız, o hâlde mağaraya çekilin ki, Rabb 'iniz size rahmetinden genişlik versin, işinizden de Jaide hazırlasın! (Onlara baksaydın) görürdün ki, güneş doğduğu zaman mağaraların sağ tarafına yönelir, battığı vakit de onların sol yanını kesip giderdi. Kendileri ise oranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah'ın âyetlerindendir. Allah kime hidâyet ederse, doğru yola erdirilmiş, kimi de şaşırtırsa artık onun için hiçbir zaman irşâd edici bir yâr bulamazsın. Sen onları uyanık kimseler sanırsın. Hâlbuki onlar uyuyanlardır. Biz onları sağ yanına, sol yanına çeviriyorduk. Köpekleri de mağaranın giriş yerinde iki kolunu uzatmakta idi. Üzerlerine tırmanıp da (hâllerini bir) görseydin mutlakaa onlardan yüz çevirir, kaçardın ve her hâlde için onlardan korku ile dolardı. Bunun gibi onları aralarında soruşsunlar diye uyandırdık da içlerinden bir sözcü dedi ki: Ne kadar eğleştiniz? (Bâzıları:) Bir gün yâhud bir günün bir parçası eğleştik, dediler. (Diğerleri de:) Ne kadar eğleştiğinizi Rabb 'iniz daha iyi bilendir. Şimdi siz birinizi bu gümüş para ile şehre gönderin   de baksın, onun hangi yiyeceği daha temizse ondan bir rızık getirsin. Çok nâzik hareket etsin, sizi hiçbir kimseye sakın hissettirmesin, dediler. Çünkü onlar size galebe ederlerse sizi ya taşla öldürürler, yâhud sizi zorla kendi dînlerine döndürürler. Bu takdirde ise ebedî felah bulamazsınız. Böylece (kullarımızı ve mü'minieri) onların hâllerine muttali' kıldık ki, Allah'ın (tekrar dirilteceğine dâir olan) va 'dinin şübhesiz bir hakk olduğunu, kıyametin vuku 'unda da hiçbir şübhe bulunmadığını bilmiş olsunlar. O sırada onlar, bunların işini aralarında nizâ'laşıyorlardu Bunun üzerine: Onların etrafına bir bina yapın, dediler. Rabb Heri onları daha iyi bilendir. Onların işine gâlib (ve vâkıf) olanlar ise: Mutlakaa yanlarında bir mescid edineceğiz, dediler. (Sayıları) üçtür, dördüncüleri köpekleridir, diyecekler. Beştir, altıncıları köpekleridir, diyecekler. Söyle ki: Rabb 'im onların sayısını daha iyi bilendir. Onları insanların bâzısından başkası bilemez. O hâlde bunlar hakkında zahirî bir münâkaşadan gayrı ile mücâdele etme. Bunlara dâir hiçpir kimseden fetva da isteme. Hiçbir şey hakkında:

Ben bunu herhalde yarın yapacağım, deme. Meğer ki, sözünü Allah'ın dilemesine bağlamış olasın. Unuttuğun

zaman Rabb'ini an ve şöyle de: "Umulur ki Rabb'im beni bundan daha yakın bir hayra ve muvaffakıyyete erdirir'. Onlar mağaralarında üçyüz sene eğleştiler. Bunadokuz yıl daha kattılar. De ki: Allah ne kadar eğleştiklerini daha iyi bilendir. Göklerin ve yerin gaybıO'na hâsstır. O ne güzel görendir! Ne güzel işitendir t Bunların O'ndan başka hiçbir yardımcısı yoktur. O hiçbir kimseyi hükmüne ortak da yapmaz" (ei-Kehf: 9-26) [186].

 

55- Hadîsirl-Gâr(-Mağara Hadîsi)

 

132- Bize İsmâîl ibn Halîl tahdîs etti: Bize Alî ibn Mushir, Ubey-dullah ibn Umer'den; o da Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:

"Sizden evvelki gelip geçen ümmetlerden üç kişilik bir topluluk yürüyüp giderlerken birden kendilerini bir yağmur yakaladı. Hemen bir mağaraya sığındılar. Akabinde mağaranın kapısı bunların üzeri­ne kapandı. Bunlar birbirlerine:

— Şu muhakkak: Vallahi ey şu mağara içinde bulunanlar! Sizi buradan doğruluktan başka birşey kurtarmaz. Onun için sizden her-bir kişi doğru söylediğini bilmekte olduğu birşeyle Allah 'a dua etsin, dediler.

Bunlardan birisi:

~YâAilah! Kat 'î olarak bilmektesin ki, benim ücretti bir işçim vardı, o bana üç sâ' ölçeği pirince karşılık çalışıyordu. Bu işçi o ücre­ti bırakıp gitti. Ben bu ücret pirincine yöneldim de onu ektim. O ekim işinden iyi mahsûl oldu. Ben ondan bir sığır satın aldım. Bir müddet sonra o işçi bana gelip ücretini istiyordu. Ben de ona: Şu sığırlara git ve onları önüne kat da sür git, dedim. O: Benim, senin yanında ancak üç sâ' ölçeği pirinç darısı hakkım vardır, dedi. Ben yine ona: Şu sığırlara git, onlar senin o üç sâ' ölçeği ücretinden çoğaldılar, de­dim. İşçi onları sürüp gitti. Ey Allah 'im, sen bilmektesin ki, ben bunu senin haşyetinden ötürü böyle yaptım. Onun hatırına bizden şu kayayı aç! diye dua etti. Kaya onlardan biraz açıldı.

Diğeri de:

  Yâ Allah! Şübhesiz sen bilmektesin ki, benim yaşlı ihtiyar anamla babam vardı. Ben her gece bunlara koyunlarımın sütünü ge­tirip içirirdim. Bir gece bir engel sebebiyle bunlara süt getirmekte ge­ciktim. Geldiğimde bunlar uyumuşlardı. Ehlim ve çocuklarım açlıktan feryâd ediyorlardı. Fakat ben anam babam içmeden çocuklarıma s,üt içiremezdim. Bu durumda ben onları uyandırmayı istemedim. Onla­rı terkedip de yataklarında içmelerini bekleyiciler olarak kalmalarını da istemedim. Süt tası elimde tâfecr doğuncaya kadar bekledim. Al­lah 'im, sen pek iyi bilmektesin ki, ben bunu senin haşyetinden dola­yı yaptım. Bizden bu sıkıntıyı aç! dedi.

Akabinde kaya onlardan biraz açıldı, hattâ gökyüzünü gördüler. Diğeri de:

— Yâ Allah! Sen kat 'î bilmektesin ki, benim bir amca kızım vardı. O bana insanların en sevgilisi idi. Ben ondan emelime nail olmak is­tedim. Fakat o benden çekindi. Ancak kendisine yüz dînâr getirme­mi söyledi. Ben buyuz altını araştırdım ve bunu kazanmaya muktedir oldum. Sonra yüz dtnârı kendisine getirdim ve bunları ona teslim et­tim. Kendisinden murâd almaya beni muktedir kıldı (yânı kendini bana teslim etti). Ben onun iki bacağı arasına oturunca kız: Allah 'tan kork! Yaratıcı kudretin bekâret mührünü bozma, o mühür ancak bir hak­la, nikâh hakkıyle açılır, dedi. Bu sözü üzerine ben üstünden kalk­tım, yüz dînârı da ona bıraktım. Şübhesiz sen bilmektesin ki, ben bunu ancak senden korktuğum için böyle yaptım. Binâenaleyh bizden bu mağarayı aç! dedi.

Bu duâ akabinde Allah onlardan mağarayı tamamen açtı, onlar da çıkıp gittiler" [187].

 

56- Bâb

 

133-.......Bize Ebu'z-Zinâd, Abdurrahmân'dan tahdîs etti: o da Ebû Hureyre'den işittiğini tahdîs etmiştir.Ebû Hureyre (R) de Ra-sûlullah'tan şöyle buyururken işitmiştir: "İsrâîl oğulları'ndan emzikli bir kadın bir gün oğlan çocuğunu emzirdiği sırada yanından yakışık­lı bir süvârî geçti. Kadın:

  Yâ Allah, oğlumu bunun gibi olmadan öldürme! dedi. Çocuk hemen:

  Yâ Allah, beni bunun gibi yapma, dedi de sonra tekrar me­meye döndü.

Bu sefer oradan sürüklenen ve kendisiyle oynanan bir kadın ge­çirildi. Çocuğun annesi:

  Yâ Allah, oğlumu bu kadın gibi yapma, dedi. Oğlu yine:

  Yâ Allah, beni bu kadın gibi yap! dedi.

(Kadın çocuğuna: Niçin böyle dedin? diye sordu da çocuk şöyle dedi:) •

— O süvariye gelince, o bir kâfirdir. O kadına gelince: Sahihleri ona: Sen zina ettin, diyorlardı da o Hasbiye'llâhu( = Allah bana ye­ter) diyordu; sâhibleri ona: Sen hırsızlık yapıyorsun diyorlardı^ da, o yine Hasbiye'llâhu( = Allah bana kâfidir) diyordu" [188].

 

134-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyIe buyurdu: "Susuzluk kendisini öldürmeye yaklaştırmış bir köpek bir kuyunun etrafında dolaşıp durduğu sırada onu İsrâîl oğulları fa­hişelerinden birisi gördü, hemen ayakkabısını çıkardı da onunla kö­peğe su içirdi. İşte bu işi sebebiyle o fahişenin günâhları mağfiret olundu" [189].

 

135- Bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da İbn Şihâb'-dan; o da Humeyd ibn Abdirrahmân'dan tahdîs etti: O, Muâviye-tu'bnu Ebî Sufyân'dan, hacc yaptığı yıl minber üzerinde hutbe yaparken işitmiştir. Muâviye bu arada bir muhafız askerinin elinde bulunan bir tutam saç demetini el uzatıp aldı da şöyle dedi: Ey Medî-ne ahâlîsi! Sizin âlimleriniz nerededir? Ben Peygamber(S)'den işit­tim, o, şu elimdeki gibi saçlar(ı takınmak)tan nehyediyor ve "İsrâîl oğulları, ancak onların kadınları şu takma saçları edindikleri zaman helak olmuşlardır" buyuruyordu [190].

 

136-.......Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs et­ti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Şu muhakkak ki, sizden evvel geçen ümmetler içinde (Allah tarafından) kendilerine haber il­ham olunan kimseler vardı. Şu da muhakkak ki, eğer benim şu üm­metim içinde onlardan bir kimse bulunursa şübhesiz o Umer ibnu'l-Hattâb'dır" [191].

 

137-.......Ebû's-Sıddîk en-Nâcî'den; o daEbû Saîd(R)'den tahdîs etti: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "îsrâîl oğullan içinde dok­san dokuz insan öldürmüş olan bir kimse vardı. Sonra bu adam evinden çıkıp (zamanın âlimlerine: Benim için tevbe var mıdır? diye) soruyordu. Bir rahibe vardı da ona:

— Benim için tevbe var mıdır? diye sordu. Râhib:

  Hayır yoktur, diye cevâb verdi.

Bu cevâb üzerine kaaîil onu da öldürdü. Sonra bu adam yine sormağa başladı. Sorduklarından biri ona:

  Sen fulân karyeye ve oradaki fulân ma'bede git, dedi.

O da o karyeye giderken yolda ona ölüm erişti. Tevbekâr olmak için göğsünü, gittiği karyeye doğru yöneltip, öldü. Şimdi rahmet me­lekleriyle azâb melekleri orada çekişmeye başladılar... Bunun üzeri­ne Allah, tevbe için gideceği köye: "Birazyaklaş!" diye; ölen kimsenin kendi köyüne de: "Biraz uzaklaş!" diye vahyetti. Rahmet ve azâb meleklerine de: Haydi şimdi her iki taraf arasındaki uzaklığı ölçün de mukaayese ediniz, diye emretti. Ölen o kimse tevbe köyüne bir karış daha yakın bulundu da, bu sebeble mağfiret olundu" [192].

 

138- Bize Alî ibn Abdillah tahdîs etti: Bize Suyân tahdîs etti: Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rac'dan; o da Ebû Seleme'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) sabah namazım kıl­dırdı, sonra yüzünü insanlara karşı yöneltti de şöyle buyurdu:

"(îsrâîl oğullarından) bir kimse bir öküzünü önüne katıp sürer giderken, birden öküze bindi ve ona deynekle vurdu. Bunun üzerine o hayvan:

— Şübhesiz biz bunun için yaratılmadık, bizler ancak tarla sür­mek için yaratıldık, dedi".

İnsanlar bu haberden taaccüb ederek:

— Subhânallah! Söz söyleyen bir öküz! dediler. Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Ben hayvanın böyle söylediğine inanıyorum, Ebû Bekr ile Umer de inanıyorlar" buyurdu.

(Ebû Hureyre dedi ki:) Rasûlullah bu kıssayı naklettiği sırada Ebû Bekr ile Umer orada cemâat içinde değillerdi.

(Yine yukarıki senedle) Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Bir adam koyun sürüsü içinde bulunduğu sırada birden kurt hücâm etti de, o sürüden bir koyunu alıp götürdü. Çoban koyunu aradı, nihayet onu kurttan kurtardı. Bunun üzerine kurt, o adama:

— Sen bu koyunu (şimdi) benden kurtardın! Fakat yırtıcı hay­vanlar gününde, koyunun benden başka çobanı bulunmadığı o gün­de koyunu benden kim kurtaracak? dedi"

Bu kıssa üzerine insanlar yine:

— Subhânallah! Kelâm edip söz söyleyen bir kurt! dediler. Rasûlullah:

  "Ben kurdun böyle söylediğine inanıyorum, Ebû Bekr ile Umer de inanıyorlar" buyurdu.

Hâlbuki Ebû Bekr'le Umer orada değillerdi [193].

Buhârî dedi ki: Ve bize Alî tahdîs etti: Bize SufyâivMıs'ar'dan; o da Sa'd ibn İbrahim'den; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hurey-re'den; o da Peygamber'den bunun benzerini tahdîs etti.

 

139-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöy­le buyurdu: "(îsrâîl oğulları'ndan) bir kişi öbür kişiden, ona âid olan bir akarı satın aldı. Akarı satın alan kimse satın aldığı akarında içi altın dolu bir testi buldu. Akarı satın alan kimse, satana:

— Şu altınlarını benden al. Çünkü ben senden yalnız bu toprağı satın aldım, altınları satın almadım, dedi.

Toprağın eski sahibi olan kimse de müşterisine:

  Ben sana bu toprağı içindeki şeylerle beraber sattım, dedi. Bu sefer satan ile satın alan, üçüncü bir kimseye varıp muhake­me oldular. Kendisine muhakeme için vardıkları kimse de bunlara:

  Sizin oğlunuz kızınız var mı? diye sordu. Bunların biri:

— Benim bir oğlum var, dedi. Ötekisi de:

— Benim bir kızım var, dedi. Hakem kılınan kişi:

  Bu oğlana bu kızı nikâh ediniz ve yeni evlilere bu altından bir kısmını harcayınız, bir kısmım da kendinize sadaka yapınız, diye hükmetti!" [194].

 

140-....... Sa'd ibn Ebı Vakkaas, Usâme ibn Zeyd'e:

— Sen Rasûlullah'tan tâûn hastalığı hakkında ne'duydun? Diye soruyordu.

Usâme de:

— Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Tâûn bir azâbdır. îsrâîl oğul­ları 'ndan bir taife üzerine yâhud sizden önce geçen bir ümmete gön­derilmiştir. Siz bir yerde tâûn çıktığını işittiğiniz zaman, o tâûnlu yere gitmeyiniz. Sizin bulunduğunuz yerde tâûn meydana gelirse, tâûn-dan kaçmak için oradan çıkmayımz".

Râvî Ebu'n-Nadr: "Sakın sizleri oradan hiçbir sebeb çıkarma­sın, bu takdîrde o muhakkak taundan kaçmak için olur ki, bu, kesin surette yasaktır" şeklinde söylemiştir [195].

 

141-.......Peygamber'in zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah'a taundan sordum da O bana şöyle haber verdi: "Şübhesiz tâûn bir azâbdır. Allah onu dileyeceği kimseler üzerine gönderir. Ve yine muhakkak ki, A ilah îâûnu mü 'minler için şehîdlik sebebi bir rah­met kılmıştır. Bir yerde tâûn vâki' olur da orada bulunan mü'min, sabrederek ve sabrının sevabını ümîd ederek, bu tâûnun yalnız Al­lah 'in takdir ettiği kimselere isabet eder olduğunu bilerek bulunduğu şehirde eğlenirse, muhakkak ona şehîd ecrine benzer sevâb olur" [196].

 

142-.......Aişe (R) şöyle demiştir: Kureyş'i, Mahzûm oğulları'ndan olup da hırsızlık etmiş bulunan kadının durumu hüzünlendirmişti. Birisi:

  Bu kadın hakkında Rasûlullah ile kim konuşur? dedi. Diğer birtakımları:

— Bu kadına şefaat sözünü, Rasûlullah'ın sevgilisi olan Usâme ibn Zeyd'den başka hiçbir kimse söylemeye cesaret edemez, dediler.

Nihayet Usâme,.Rasülullah'la bu hususta konuştu. Bunun üze­rine Rasûlullah, Usâme'ye:

  "Sen, fenalıkları men' için Allah'ın ta'yîn ettiği cezalardan bir cezanın affı hakkında şefaat mı etmek istiyorsun!" buyurdu. Sonra kalkıp bir hutbe îrâd etti. Sonra şöyle buyurdu: — "Sizden evvel gelip geçen ümmetleri ancak şu hâlleri helak etmiştir: Onlar içlerinde şeref li bir kimse hırsızlık yaptığı zaman, onu cezalandırmazlar di, fakat aralarında zaîfolan kimseler çaldığı zaman o zaîflere ceza verirlerdi. Allah'ayemîn ederim ki, şayetMuhammed'in kızı Fâtıma hırsızlık etse, hiç tereddüd etmeden muhakkak onun eli­ni de keserdim" [197].

 

143-.......İbn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Ben bir kimseden bir âyeti, benim Peygamber'i okurken işittiğim okuyuşun hilâfına oku­duğunu işittim. Hemen onu Peygamber'in yanına getirdim ve O'na okuyuşunu haber verdim. Bu esnada Peygamber'in yüzünde hoşlan-mamazhk izini hissettim. Bununla beraber Peygamber: "İkiniz de gü­zel okudunuz. Kur'ân hakkında ihtilâf etmeyin. Çünkü sizden evvelki ümmetler (kitâblarında) ihtilâf ettiler de bu yüzden helak oldular" buyurdu [198].

 

144-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Şimdi ben Peygamber'in yüzüne bakıyor gibiyim: O, peygamberlerden bir peygamberi hikâye ediyordu ki, kavmi onu dövmüş de kan içinde bırak­mışlar. Fakat o, yüzünden hem kanı siliyor, hem de: Yâ Allah! Kavmi­me mağfiret eyle! Çünkü onlar bilmiyorlar! diyordu [199].

 

145-.......Ukbe ibn Abdilgâfir'den; o da Ebû Saîd(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: ''Sizden evvelki mil­letlerden bir kimseye Allah bol bir mal verdi. Ona ölüm geldiği zaman oğullarına:

  Ben sizin için hangi çeşit bir baba oldum? diye sordu. Oğullan:

— Hayırlı bir baba oldun, dediler. O zât:

— Ben asla bir hayır işlemedim. Ben öldüğüm zaman sizler beni yakın. Sonra kemiklerimi ezip öğütün. Sonra da rüzgârı şiddetli bir günde benim tozlarımı havaya saçıp savurun, dedi.

Çocukları onun bu emrini yaptılar. Akabinde Azız ve Celîl Al­lah, onun zerrelerini topladı da ona:

  Böyle yapmana seni sevkeden nedir? diye sordu. Oda:

  Sen'den korkmamdır, dedi.

Bu cevâb üzerine Allah onu rahmetiyle karşıladı".

Ve Muâz el-Anberî şöyle dedi: Bize Şu'be tahdîs etti ki, Katâde şöyle demiştir: Ben Ukbe ibn Abdilgâfir'den işittim; o da: Ben Ebû Saîd el-Hudrî'den işittim; o da Peygamber'den... demiştir [200].

 

146-....... Rib'î ibn Hırâş şöyle demiştir: Ukbe, Huzeyfe'ye:

— Bizlere Peygamber'den işittiklerinden tahdîs etmez misin? dedi. O da şöyle dedi:

— Ben Peygamber'den işittim, şöyle buyuruyordu: "(Sizden ev­velki ümmetlerden) bir kişiye ölüm gelip çattı da hayâttan ümidini kesince ailesine şöyle vasiyet etti:

— Ben Öldüğüm zaman benim için birçok odun toplayın. Sonra bu odunları çakmak çakıp ateşleyin (beni de bu ateşe atın). Ateş be­nim etimi yediği ve kemiklerime ulaştığı zamana kadar bırakınız. Sonra yanmış kemikleri alın, onları ezip öğütün. Sonra sıcak yâhud rüzgârlı bir günde o tozları deniz içine savurun!

Fakat Allah, akabinde onun zerrelerini bir yere getirdi de ona:

  Niçin böyle yaptın? diye sordu. O kimse:

  Senin korkundan, diye cevâb verdi.

. Bu cevâb üzerine Allah ona mağfiret etti. "

Ukbe ibn Amr dedi ki: Ve ben Huzeyfe'den işittim, şöyle diyor­du: Ve yine bu isnâdla bize Mûsâ ibn İsmâîl tahdîs etti: Bize Ebû Avâne tahdîs etti: Bize Abdulmelik tahdîs etti ve: "Rüzgârlı bir günde" di­ye söyledi [201].

 

147-....... Bize İbrâhîm ibn Sa'd, İbn Şihâb'dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah ibn Utbe'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Bir adam insanlarla alış­veriş borçlanmaları yapardı da işlerini gören genç adamına: Fakır borç­luya vardığın zaman ondan geç, umulur ki Allah da bizden geçer, der idi".

Dedi ki: "O kimse Allah 'a kavuştu, Allah da ondan (yânî onun günâhlarından) geçti" [202].

 

148-....... Bize Ma'mer, ez-Zuhrî'den; o da Humeyd ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygam­ber (S) şöyle buyurmuştur:

"(Sizden evvelki ümmetlerden) nefsi aleyhine günâh işlemekte aşırı gider bir adam vardı. Buna ölüm geldiği zaman oğullarına şöyle dedi;

— Ben öldüğümde beni yakın, sonra kemiklerimi ezip öğütün. Sonra da tozlarımı rüzgâr içine savurun. Allah'a yemin ederim ki, muhakkak Allah benim zerrelerimi toplamaya kaadir olacak da hiç­bir kimseyi azâblamadığı şiddetli bir azâbla bana azâb edecektir, dedi.

Öldüğü zaman bu vasiyeti yerine getirildi. Akabinde Allah, Arz'a emredip:

  Sende o zâttan ne varsa topla! buyurdu.

Arz derhâl bunu yaptı. Birden o zât ayakta dikildi; Allah ona:

— Bu yaptığın işe seni ne şevketti? diye sordu. O da:

  Yâ Rabb 'im, Senden haşyet, diye cevâb verdi. Bunun üzerine Allah ona mağfiret etti.

Ebû Hureyre'den başkaları "Senin korkundan yâ Rabbl" diye söylemiştir [203].

 

149-.......Abdullah ibn Umer(R)'den: Rasûlullah (S) şöyle bu­yurmuştur: "Bir kadın bir kedi yüzünden azâb edildi. Kadın o kedi­yi acından ölünceye kadar habsetmiş ve kedi yüzünden cehenneme girmiştir. Kadın o kediye ne yiyecek vermiş, ne de su içirmişti. Çün­kü onu habsetmiş, onu yerin haşerelerinden yemesi için de bırakma­mıştır" [204].

 

150-.......Bize Ebû Mes'ûd Ukbe ibn Amr tahdîs edip şöyle dedi:

Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Vaktiyle gelip geçen peygamberlerin sözlerinden, bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri nevi'den insanlığın eriştiği yüksek bir düstûr: Utanmazsan dilediğini işle! sözü­dür".

 

151-.......BenRıb'îibn Hırâş'tan işittim; Ebû Mes'ûd'dan şöyle tahdîs ediyordu: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Utanmazsan dile­diğin şeyi yap! sözü, peygamberlerin kelâmından, (onların ittifakla teblîğ edip de) insanların eriştiği eskimez bir düstûrdur" [205].

 

152-.......Bize Yûnus, ez-Zuhrî'den haber verdi: Bana Salim ha­ber verdi. Ona da babası İbn Umer tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöy­le buyurmuştur: "Bir adam kibirden dolayı üst elbisesini yerde sürük­leyerek yürüdüğü sırada yerin içine batırıldı. Artık o kıyamet gününe kadar yerin içinde hareket edip duracaktır''.

Bu hadîsi ez-Zuhrî'den rivayet etmekte Abdurrahmân ibnu Hâ-lid, Yûnus ibn Yezîd'e mutâbaat etmiştir [206].

 

153-.......Bana Abdullah ibnu Tâvûs, babası Tâvûs'tan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuş­tur: "Bizler en sonra gelmişleriz; kıyamet gününde en başa geçecek olanlarız. Ancak her ümmete bizden önce kitâb verildi; bize de on­lardan sonra kitâb verildi. Şu cumua günüdür ki, onlar bu ibâdet gü­nünde ihtilâf ettiler: Artık yarın Yahûdtler'in (ibâdet günü), yarından sonra da Hrıstiy anlar 'in ibâdet günüdür. Her yedi günde bir gün, her müslümân üzerine gusledip başını ye bedenini yıkamak vazifesi var­dır"[207].

 

154-....... Bize Amr ibn Murre tahdîs etti: Ben Saîd ibnu'l Müseyyeb'den işittim, şöyle dedi: Muâviye ibn Ebî Sufyân Medine'­ye geldiği en son gelişinde bizlere hutbe yaptı da, bir saç demeti çı­kardı ve: Ben bunu Yahûdîler'den başka bir kimsenin zînet yapar olduğunu zannetmiyorum. Şübhesiz ki, Peygamber (S) buna, yânı saç­ta ekleme yapmaya yalan ismini vermiştir, dedi.

Bu hadîsi Şu'be'den rivayet etmekte Âdem ibn Ebî İyâs'a, Gunder mutâbaat etmiştir [208].



[1] Bu kitâb başlığı bâzı Buhârî nüshalarında böyle Kitâbu'I-Enbiyâ şeklinde, di­ğer bâzılarında ise "Kitâbu Ehâdîsi'l-Enbiyâ" şeklinde gelmiştir.

Peygamberlerin sayısına gelince, Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Ben:

  Yâ Rasûlallah, peygamberler kaç tanedir? dedim. Rasûlullah (S):

  "Yüzyirmidörtbin" buyurdu. Ben:

  Yâ Rasûlallah, bunların kaçı rasûl gönderildi? dedim.

  "Üçyüzonüç kalabalık topluluk" buyurdu.

Bu hadîsi İbn Hıbbân kendi Sahîh'inde; İbn Merdeveyh de 7t?/s/>'inde ri­vayet etti.

Enes ibn Mâlik de şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Allah se-kizbin peygamber gönderdi. Dörtbin İsrail oğulları 'na, döribin de diğer insan­lara". Bunu, Ebu Ya'lâ rivayet etmiştir.

Yine Enes'ten, Rasûlullah: "Ben sekizbinpeygamberin ardından gönderil­dim, onlardan dört bini İsrail oğullan'ndandır'buyurmuştur. Bunu el-HâfızEbû Bekr el-İsmâîlî rivayet etti (Aynî).

Peygamberlerin sayısı hususunda en doğru bilgi şu âyetlerin bildirdiğidir:

"Öyle peygamberler gönderdik ki, kıssalarım hakikat önceden sana bildir­dik. Yine öyle peygamberler yolladık ki, sana onların kıssalarını haber verme­dik.. " (en-Nisâ: 164).

"And olsun ki, senden evvel de peygamberler gönderdik. Onların içinden sana kıssalarım anlattığımız kimseler de var, sana bildirmediğimiz kimseler de var... " (el-Mü'min: 78).

[2] Buhârî bâb başlığının devamında evvelâ bu konuya dâir Kur'ân âyetlerini top­layarak onlara birer birer işaret etmiştir. Biz Buhârî'nin işaret ettiği bu âyetler­den bâzılarının meallerini yazalım ki, böylece âyetlerin konuya delâletleri en İyi şekilde görülsün:

"And olsun, biz inşâm kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıktan ya­rattık. Cânn 'ı da daha önce çok zehirli ateşten yarattık. Hatırla o vakti ki, Rabb '-in meleklere: Ben, demişti, kuru bir çamurdan sûretlenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım. O hâlde ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üfledi­ğim zaman siz derhâl onun için secdeye kapanın. Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde etti. Ancak İblîs, bu secde edenlerle beraber olmaktan çekinerek dayattı..." (el-Hicr: 26-31). Hakk Dîni, IV, 3056-3059'da güzel açıklama var.

"Biz hakikat insanı en güzel bir biçimde yarattık"'(et-Tîn: 4)

"And olsun sizi (evvelâ) yarattık, sonra size suret verdik, sonra da melek­lere: Adem'e (yâhud Âdem için Allah'a) secde edin, dedik. Hemen secde etti­ler. Fakat İblis dayattı, secde edicilerden olmadı. Allah dedi: Sana emrettiğim zaman secde etmekten men' eden (sebeb) neydi? (İblîs) dedi: Ben ondan hayırlı­yım. (Çünkü) beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın" (el-A'râf: 10-12).

"O sizi bir candan yaratan, kandan da (gönlü) kendisine ısınsın diye eşini yapan O'dur. Vaktâ ki o eşini örtüp bürüdü, o da hafif bir yük yük/endi de (bir müddet) bununla gidip geldi. Nihayet gebeliği ağırlaşınca ikisi de Rabb 'te­rine şöyle duâ ettiler: Eğer bize düzgün bir çocuk verirsen and olsun ki, herhâl de şükredenlerden olacağız. Fakat 'onlar düzgün (bir çocuk) verince kendilerine verdiği bu çocuk hakkında ona eşler tutmaya başladılar. Onlar neyi eş tutuyor­larsa, Allah onlardan (münezzehtir) yücedir. Kendileri yaratılıp durmakta ol­dukları hâlde, hiçbirşeyi yaratamayanı (putları o yaratan Allah'a) eş mi koşuyorlar onlar?" (el-A'râf: 189-191).

Buhârî bu âyetlerle de Âdem'in yaratılmasından sonra Havva'nın ve dişi insan nev'inin yaratılmasına ve bu erkekle dişi nevi'lerinin çiftleşmesinden in­san cinsinin vücûd bulmasına işaret etmiş oluyor.

[3] Buhârî burada da birçok âyetlere işaret etmiş ve onlardaki bâzı lâfızların tefsî lerini vermiştir. Bu tefsirler yerlerinde senedli olarak rivayet edilmişlerdir. B delîlliğin iyice belirmesi için bu âyetlerden bâzılarının meallerini verelim:

''Hiçbir nefis hâriç değildir, ille onun üzerinde bir gözeten vardır. Şim> insan hangi şeyden yaratıldı (ibretle) baksın. O atılıp dökülen bir sudan yaratı mıştır ki, arka kemiği ile göğüs kemikleri arasından çıkıyor o. Şübhe yok k Allah onu (tekrar diriltip) döndürmeye elbette kaadirdir" (et-Tânk: 4-9).

"Ki biz insanı hakikat meşakkat içinde yarattık" (el-Beled: 4).

"Ve demiştik ki: Ey Âdem, sen eşinle beraber cennette yerleş. Ondan, n resinden isterseniz ikiniz de bol bol yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yok, ikiniz de zulmedenlerden olursunuz. Bunun üzerine şeytân onları oradan ka. dırıp içinde bulunduklarından onları çıkarıvermişti. Biz de: Kiminiz kimini, düşman olarak inin! Yeryüzünde sizin için bir vakte kadar durak ve fâtdelen cek şey vardır, demiştik. DerkenAdem, Rabb'inden kelimeler belleyip aldı (O''r yalvardı). O da tevbesini kabul etti. Çünkü tevbeyi en çok kabul eden, asılme hamet eden O'dur. Öyle dedik: Hepiniz oradan inin. Sonra size benden bir h dâyet gelir de kim benim hidâyetimin izince giderse, artık onlara hiçbir kork yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir" (el-Bakara: 35-38).

"Ey Adem, sen zevcenle birlikte cennete yerleş de, ikiniz de dilediğiniz ye den yiyin. (Ancak) şu ağaca yaklaşmayın. Sonra yazık etmişlerden olursunuz. De ken şeytân onlardan gizli bırakılmış çirkin yerlerini kendilerine açıklamak iç ikisine de vesvese verdi ve: Rabb "iniz size bu ağacı, başka birşey için değil, ancı iki melek olacağınız yâhud ebedî kalıcılardan bulunacağınız için yasak etti, deı Bir de onlara: Şübhesiz ki, ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim, diye yemin et, İşte bu suretle ikisini de aldatarak (yemeye) tenezzül ettirdi. Ağacı tattıkları anı ise, çirkin yerleri kendilerine açılıverdi ve üzerlerine cennet yaprağından üstüs yamayıp Örtmeye başladılar. Rabbleri de: Ben size bu ağacı yasak etmedim m diye nida etti. Dediler: Ey Rabbimİz, kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlama merhamet etmezsen, herhalde zarara uğrayanlardan olacağız. Allah dedi ki miniz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde sizin için bir zamana kadar yer­leşip kalmak ve geçinmek mukadderdir. Dedi ki: Orada yaşayacak, orada öleceksiniz, yine oradan (diriltilip) çıkarılacaksınız. Ey Âdem oğullan! Size çirkin yerlerinizi Örtecek bir libâs, bir de giyip süsleneceğiniz bir libâs indirdik. Takva libâsı İse, o daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın âyetlerindendir, tâ ki iyi düşünsünler. Ey Âdem oğulları, şeytân ana ve babanızı, fena yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak nasıl cennetten çıkardtysa, sakın size de bir fitne yapma­sın. Çünkü o da, kabilesinden olanlar da sizi, sizin kendilerini görmeyeceğiniz yerlerden muhakkak görürler. Bİz şeytânları îmân etmeyeceklerin velîleri yaptık" (el-A'râf: 19-27).

[4] Âdem'in dünyâdaki boyunun altmış zira' olmasını İbn Haldun ve Dâiretu'l-Maârif sahibi Ferid Vecdî gibi bâzı âlimler uzak saymışlardır. Bunlara göre Adem'in bu uzun boyu, cennetteki kaameti idi. Havva ile yere inince zemininin icâbına göre insanın tabiî kaametine döndürülmüş olmaları kabul edilebilir. Ulvî âlem ile süflî âlem arasında fark vardır. Ulvî âlemin gün mikyası bile başkadır. Onun bir günü, içinde bulunduğumuz âlemin bin gününe denktir. (el-Hacc: 47, es-Secde: 5),

Fakat zaman, mekân ve ırk değişikliklerinin insanın boyu ve organik hayâ­tı üzerinde te'sîri bulunduğu inkâr edilmeyen bir gerçektir... Âd kavmini târîh, uzun boylu insanlar olarak yazar. Bu cihetle hadîsteki altmış zirâ'ı te'vîl etme­yerek, bir hakîkat kabul edilebilir (Tecrîd Ter., IX, 88).

[5] Başlığa uygunluğu "Baba/arı Âdem'in sureti üzere" sözündedir. Bunun biraz farklı bir rivayeti Bed'u'1-Halk Kitabı, 8. bâb, 55 ve 56 rakamlarıyle geçmişti.

[6] Hadîsin başlığa uygunluğu "Çocuk kendisine ne ile benzeyebilir" sözündedir. Bu hadîs Gusl Kitâbı'nda da geçmişti.

[7] Hadîsin başlığa uygunluğu "Çocuğun baba veya ana soyuna çekmesi keyfiye­tinden alınır. Rasûlullah'ın erkek ve kadının suyu diye ta'bîr ettiği şeyi bugü­nün ilmi erkek sperması ve kadın yumurtacığmdaki hücre çekirdeğinde harikulade bir nizâm ve kaabiliyetlerle techîz edilmiş ve sayılan 46 olan kromozomlarla ifâde ediyor. Çocuğun baba ve ana tarafına çekmesini fizik ve rûh yapısının en ince taraflarına varıncaya kadar bu rkİ yöne benzemesini bugün ilim, işte o kromo­zomlardan çocuğun teşekkülünde rol oynayan X ve Y genlerinin galebesi ile açık­lıyor. Peygamber'İn anlatışı ile bugünkü ilmin anlatışı arasında gerçekte hiç fark yoktur.

Hakk DM Kur'ân Dili, VII, 5702-5726'da bu konuda güzel açıklama var­dır; oradan okunmalıdır.

[8] Hadîsin başlığa uygunluğu Havva'nın yaratılması, Âdem'in yaratılmasına iza­fe edilmiş olması yönünden mümkin olur. Bir de Âdem'le Havva'nın cennette­ki hayâtlanyle ilgili bir vakıanın hadîste zikredilmiş olması yönünden olabilir ki, Havva o haram ağaçtan yemeye Âdem'i teşvik edip kandırmıştı. el-Bakara: 57. âyetinde işaret olunduğu üzere israil oğulları kırk yıl çölde gökten inen menn ve selva ile geçinmişler. Bu İki gıdadan her gün yetecek kadar almaya ve taze taze yemeye izinli idiler. Fazla almaktan men' edilmişlerdi. Fakat bu hırslı mil­let yasak hilâfına bıldırcın eti saklamaya başlamışlar ve eti kokutmuşlardır.

[9] Başlığa uygunluğu, kadınların bâzı hâllerini şâmil olması, kadınların da Âdem'in zürriyetinden olmaları yönündendir denilmek mümkin olur. Hadîs kadın nev'i-nin fıtraten asabi olduğuna ve fıtratı gereği çabuk sinirlenerek eğrilik ve huy­suzluk   göstermesine   işaret   edip,   erkeklerin   kadınlara   hayırhah   olmaları emrolunmuştur.

[10] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde Âdem çocuklarının yaratılış keyfiyeti bulun­ması yönündendir. Âdem çocukları onun zürriyetidir. Başlık da Âdem ve zürri-yetinin yaratılışı hakkındadır. İnsanın yaratılışındaki çeşitli tavırlar ve değişiklikler şu âyetlerde bildirilmiştir:

"Ey insanlar, eğer siz öldükten sonra dirilmek hususunda herhangi bir şübhe içinde iseniz, şu muhakkaktır ki, biz sizi topraktan, sonra insan suyundan, son­ra pıhtılaşmış bir kandan, daha sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık. Bunları size kudretimizi apaçık gösterelim diye yaptık. Sizi dileyeceği­miz muayyen bir vakte kadar rahimlerde durduruyoruz, sonra sizi bir çocuk ola­rak çıkarıyoruz, daha sonra da kuvvetinize ermeniz için büyütüyoruz. Kiminiz öldürülüyor, kiminiz de bilgisinden sonra artık hiçbir şey bilmemek üzere öm­rün en fena devresine doğru gerisin geri itiliyor. Sen yeryüzünü kupkuru ve ölü görürsün. Fakat biz onun üstüne suyu indirdiğimiz zaman o harekete gelir, ka-barır, her güzel çiftten nice nebat bitirir. Bunun sebebi şudur: Çünkü Allah, Hâlık 'in tâ kendisidir. Hakikat Ölüleri o diriltiyor. O şübhesiz herşeye hakkıyle kaadirdir. Ve çünkü o saat, elbette gelecektir. Onda hiçbir şübhe yoktur. Mu­hakkak Allah kabirlerde olan kimseleri de diriltip kaldıracaktır" (el-Hacc: 5-7). Şu âyetlerde de insanın yaratılış ve tekamül safhaları, dokuz kademe hâ­linde zikredilmiştir:

"And olsun, biz insanı çamurdan bir hulâsadan yarattık. Sonra onu sarp ve metin bir karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı hâline getirdik. Derken o kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık. O bir çiğnem eti de ke­miklere kalbettik. Arkasından o kemiklere bir et giydirdik. Bilâhare onu başka yaratışla inşâ ettik. Suret yapanların en güzeli olan Allah'ın sânı ne yücedir! Sonra siz bunun arkasından hiç şübhesiz ki öleceksiniz. Sonra siz kıyamet gü­nünde muhakkak diriltilip kaldıracaksınız" (el-Mu'minûn: 12-16).

İnsanı bir safhada yaratmaya kaadir olan Allah'ın onu tabiî şeklini alınca­ya kadar birtakım tavırlara, kaanûnî değişikliklere tâbi' tutmasında hiç şübhe­siz husûsî ve umûmî birçok yararlar ve hikmetler vardır. Bu hikmetleri ilgili ilim dalları araştırır.

[11] Bunun başlığa uygunluğu, bundan önceki hadîs gibidir.

[12] Başlığa uygunluğu, Âdem zürriyetinden olan birinin âhiretteki macerasını an­latması yönündendi

[13] Uygunluğu, Âdem zürriyeti olan oğlu Kaabil'in kardeşi Hâbil'i öldürmesidir. Bu öldürme kıssası Kur'ân'da şöyle anlatılmıştır:

' 'Onlara Âdem 'in iki oğlunun gerçek olan haberlerini oku: Hani onlar (Al­lah'a) yaklaştıracak birer kurbân takdim etmişlerdi de ikisinden birininki kabul olunmuş, öbürününkü kabul olunmamıştı. O (evvelki, kardeşine): Seni elbette Öldüreceğim, demişti. (Beriki de şöyle) söylemişti: Allah ancak kendisinden kor-kanlan(nkim) kabul eder. And olsun ki, beni öldürmen için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmem için elimi sana uzatıcı değilim. Çünkü ben kâinatın Rabb V olan Allah 'tan korkarım. Şübhesiz dilerim ki, sen kendi günâhınla birlikte benim gü­nâhımı da yüklenesin de, o ateşin sahihlerinden olasın. İşte zâlimlerin cezası bu­dur. Nihayet nefsi, kardeşini öldürmeye uymuş da, onu öldürmüştü; bu yüzden (maddî, manevî) ziyana uğrayanlardan olmuştu. Sonra Allah bir karga gönder­di. O, yeri eşiyordu ki, ona kardeşinin ölü cesedi nasıl örteceğini göstersin. Ya­zıklar olsun bana, ben şu karga gibi bile olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz mi oldum? dedi. Artık o, (ettiğine) pişmanlığa düşenlerden olmuştu. Bun­dan dolayıdır ki, isrâü oğulları 'na şu hakikati hükmettik: Kim bir canı, bir can mukaabilinde veya yeryüzünde bir fesâd çıkarmaktan dolayı olmayarak öldü­rürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu kurtarırsa, bütün insan­ları diriltmiş gibi olur... " (el-Mâide: 27-32).

[14] Âlimler dediler ki: Bunun ma'nâsi ruhlar sınıf sınıf, zümre zümre topluluklar­dır, yâhud muhtelif nevi'Ierdir. Bunların tanışması, Allah'ın o sınıfı, üzerinde yaratmış olduğu bir işten dolayıdır. Yâhud da, o zümrelerin Allah'ın kendileri­ni üzerinde yaratmış olduğu sıfatların muvafakati ve huylarda tenasübüdür. Çün­kü ruhlar toplu olarak yaratıldılar, sonra cesedlerinde ayrıldılar. Binâenaleyh kendi huylarına tesadüf eden, onunla ülfet edip uyuştu. Kendi huylarından uzak­laşan da ondan ayrıldı ve ona muhalefet etti.

Hattâbî ve diğerleri şöyle dediler: Ruhların birbiriyle ülfet etmesi, Allah'ın tâ başlangıçta onları saadet ve şekaavet nev'inden yaratmış olduğu şeydir. Ruh­lar karşılıklı iki kısım idiler. Dünyâda bedenler buluştukları zaman uyuşurlar yâhud yaradilmış oldukları hâle göre ihtilâf ederler. Bunun neticesidir ki, ha­yırlılar hayırlılara; şerîrler de şerirlere meylederler. Allah en iyi bilendir (Nevevî).

Ruhların toplanmış cemâatler olmasına âid iki âyet:

"Hani Rabb'in Âdem oğullan 'ndan, onların sırtlarından zürriyetlerini çı­karıp kendilerini nefislerine şâhid tutmuş, 'Ben sizin Rabblniz değil miyim?' (demişti). Onlar da: 'Evet, şâhid olduk' demişlerdi. (İşte bu şâhidlendirme) kı­yamet günü: Bizim bundan haberimiz yoktu' dememeniz İçindi. Yâhud: 'Da­ha evvel ancak atalarımız (Allah'a) şirk koşmuştur. Biz de onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi o bâtılı kuranların işlediği (günâhlar) yüzünden bizi helak mı edeceksin?' dememeniz içindi" (el-A'râf: 172-173).

Bu hususta fazla bilgi için: Hakk Dîni Kur'ân Dili, III, 2323-2336.

[15] Bu ikinci tarîkteki Yahya ibn Eyyûb, Buhârî'nin şartına uygun değildir. Onun için Buhârî bu tarîki istişhâd için getirdi ve hadîsi iki tarîkten getirmiş oldu. İbn Hacer: Bunun metnine, Müslim'in rivayet ettiği Ebû Hureyre hadîsi şehâdet eder, demiştir (Kastallânî).

Ebû Hureyre hadîsinin metni de buradaki Âişe hadîsinin aynıdır: Müslim, Kitâbu'l-Birri ve's-Sılâ ve'I-Âdâb, "Ruhlar toplanmış cemâatlerdir" babı, rak: 159-(2638); Müslim Ter., VIII, 105.

[16] Buhârî, Âdem kıssasından sonra bu bâbda Nûh Peygamber'in hayâtına geçmiş ve evvelâ el-A'râf: 59-64. âyetlerini getirmiştir ki, Kur'ân tertibine uygun olan da budur. el-A'râf Sûresi'nin evvelinde Âdem'le ilgili şeyler zikredilmişti. Son­ra bu 59. âyetten i'tibâren de Nûh Peygamber'in târihine başlamıştır. Çünkü Nûh, Âdem'den sonra yeryüzünde insanlara irşâd için Allah'ın gönderdiği ilk peygamberdir. Nuh'a âid haberler, Kur'ân'ın yirmisekiz sûresinde zikredilmiş­tir ki, bunlardan birisi müstakil bir sûre olan Nûh Sûresi'dir. Nuh'a âid haber­ler en ziyâde toplu olarak Hûd Sûresi'ndedir. Bu sûrenin 25-48. âyetleri Nuh'u anlatır.

[17] Buhârî burada Hûd Sûresi'nin âyetlerinde geçen bâzı kelimelerin tefsirlerini ge­tirmiştir. Bu suretle Nuh'un bu sûredeki kıssasını işaret etmiştir. Buhârî'nin bu­rada naklettiği tefsirlerin hepsi, başka hadîsçiler tarafından senedleriyle rivayet edilmiştir.

Hûd Sûresi'nin 25-48. âyetlerini burada nakledelim:

"Andolsun ki, biz Nuh'u kavmine (peygamber olarak) göndermişizdir. (O, şöyle demişti:) Şübhesizkİ, ben sizi Allah Un azabından apaçık korkutanım. Al­lah 'tan başkasına ibâdet etmeyin. Hakikat, ben sizin başınıza acıklı bir günün azâbt(gdip çatmasından endîşe ediyorum.' Bunun üzerine kavminden küfre­denlerin elebaşları 'Biz seni kendimiz gibi bir insandan başka olarak görmüyo­ruz. Basît ve zahirî bir görüşle (uyan) en aşağı tabakalarımızdan başkasının sana tâbi' olduğunu da görmüyoruz. Sîzin bize karşı bir üstünlüğünüzü dahî görmü­yoruz. Biz sizi biVakis yalancılar sanıyoruz' dedi(\er). Nûh dedi ki: 'Ya ben (da'-vâmın sıdkına şâhid olmak üzere) Rabb 'imden (gelen) apaçık bir burhan üzerinde isem? O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bunlar siz(\n kör gözleri-niz)den gizli bırakılmışsa? Söyleyin bana ey kavmim, sizi ona, kendiniz hoş gör­meyip dururken de zorlayacak mıyız (sanki).9 Ey kavmim, bundan (bu tebliğlerimden) dolayı sizden hiçbir mal istemiyorum. Benim mükâfatım Allah '-tan başkasına âid değildir ve ben îmân edenleri tardedici de değilim. Çünkü on­lar muhakkak ki, Rabb'lerine kavuşanlardır. Ancak ben sizi cahillik eder bir kavim görüyorum. Ey kavmim, ben onları kovarsam Allah'tan (Allah'ın inti-kaammdan) beni kim (kurtarabilir, bana kim) yardım eder? Hiç de düşünmez misiniz? Ben size: Allah 'in hazîneleri benim nezdimdedir, demiyorum. Ben gaybı bilmem. Ben hakikatte bir melek 'im de demiyorum. Bununla beraber gözlerini­zin hor gördüğü kimseler (mü'minler) hakkında Allah onlara asla bir hayır ver­meyecektir dahî diyemem. Allah, onların özlerindekini en çok bilendir. (Eğer bunları tard edersem) o takdirde şübhesiz ki, ben zplimlerdenimdir'. Dediler: 'Ey Nuh, bizimle cidden uğraştın. Bizimle olan bu mücâdelende ileri de gittin. Eğer sen doğruculardan isen bizi tehdîd edip durduğun(azâb)u haydi getir bi­ze'. (Nûh da:) 'Dilerse onu size ancak Allah getirir. Siz (O'nu) âciz bırakabile­cekler değilsiniz' dedi. 'Eğer Allah sizi helak etmek dilemişse, ben sizin iyiliğinizi arzu etmiş olsam bile, bu hayırhâhlığım sizefâide vermez. O, sizin Rabb'inizdir ve nihayet ancak O'na döndürüleceksiniz'. (Habîbim) belki 'O'nu (Kur'ân'ı) kendiliğinden uydurdu' derler. De ki: 'Eğer ben onu kendim uydurdumsa gü­nâhı benim üstüme olsun. Hâlbuki ben sizin (böyle bir iftira ile) irtîkâb edegel-diğiniz(giinah)den tamamen uzağım'. Nuh'a şu hakikat vahyolımdu: Kav­minden gerçek îmân etmiş olanlardan başkası asla îmân etmeyecektir. O hâlde (bîhûde üzülüp de) işleyegeldikleri şeylerden (tecâvüzlerden) dolayı tasalanma. Bizim nezâretimiz ve vahyimiz ile gemi yap. Zulmedenler hakkında bana birşey söyleme. Çünkü onlar suda boğulmuşlardır (boğulacaklardır). (Nûh) gemiyi ya­pıyordu. Kavminden herhangi bir güruh yanından geçtikçe onunla eğleniyor­lardı. De ki: 'Eğer bizimle eğlenirseniz, biz de sizinle, bu eğlendiğiniz gibi eğleneceğiz. Artık kendisini rüsvây edecek azabın kime gelip çatacağını (bun­dan başka âhiretteki) daimî azabın da kimin başına geleceğini ileride bileceksi­niz!' Nihayet emrimiz gelip de fırın kaynadığı zaman (Nuh'a) dedik ki: Herbirinden (herbir nevi'den erkek ve dişi) ikişer çift -aleyhinde söz geçmiş (he lâkleri takdir ediimiş) olanlar müstesna- aileni ve îmân edenleri içine yükle!' Zâten onun maiyyetindeki az kimselerden başkası da îmân etmemişti. (Nûh) dedi ki: ıBinin içerisine. Onun akması da, durması da Allah 'in adiyledir. Şekksiz şüb­hesiz Rabb'im çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir'. O (gemi) bunları dağlar gibi dalga(lar) içinden akıtıp götürüyordu. Nûh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna bağırdı: 'Oğulcağızım, (gel) bizim yanımıza sen de bin, kâfirlerden olma'. O dedi ki: 'Bir dağa sığınırım, o beni sudan korur'. (Nûh da şöyle) dedi: 'Bugün Allah 'in emrinden esirgeyen, kendinden başka hiçbir koruyucu yoktur'. İkisi­nin arasına dalga girdi, o da boğulanlardan oldu. (Taraf-i İlâhî'den) denildi ki: 'Ey arz, suyunu yut, ey gök sen de tut!' Su kesildi, iş olup bitirildi, (gemi de) Cûdi (Dağı'nın) üzerinde durdu. O zâlimler güruhuna "Uzak olsunlar!" denil­di. Nûh Rabb 'ine dua edip dedi ki: 'Ey Rabb 'im! Benim oğlum da şübhesiz be­nim âiîemdendir. Senin va 'din elbette haktır ve Sen hâkimlerin hâkimisin'. (Allah da şöyle) buyurdu: 'Ey Nûh, o kat'iyyen senin ailenden değildir. Çünkü o(nun işlediği) sâlih olmayan (kötü) bir iştir. O hâlde bilgin olmadığı birşeyi benden isteme. Seni bilmezlerden olmaktan bihakkın men' ederim'. (Nûh): 'Ey Rabb'im' dedi, 'Ben bilgimin olmadığı şeyi Sen 'den istemekten Sana sığınırım. Eğer beni yarlıgamazsan, beni esirgemezsen hüsrana düşmüşlerden olurum \ Denildi ki: 'Yâ Nûh, sana ve (gemide) maiyyetinde bulunanlardan (gelecek mü'min) üm­metlere bizden selâm (ve selâmet) ve bereketlerle in (gemiden. Onlardan türeye-cek diğer kâfir) ümmetler de vardır ki, biz onları dahî (dünyâda bol rızıklarla) fâidelendireceğiz. Sonra ise (âlıirette) onları bizden acıklı bir azâb çarpacaktır.''

[18] Buhârî bu başlıkta Nûh Sûresi'nin tamâmına işaret etmiştir.

[19] Hadîsin başlığa uyguluğu "Yemîn ederim ki, Nûh da kavmini Deccâl'den kor­kutup uyarmıştır" sözündedir.

Bir hadîste Zamanının sonunda birçok Dcccâl-/er buyurulmuş ve bu "Yalancılar" diye lefsîr edilmiş olduğuna göre, Deccâl'in bir değil, nice yalancı makûlesi insanlar olduğu ve bunların târihin son zamanlarında çokça görüleceği anlaşılır (Tecrîd Ter., VIII, 483).

Buhârî bunu Cenazeler Kitabı, "Sabî müslümân olduğu zaman bâbı"nda uzun bir metinle getirmişti.

[20] Başlığa uygunluğu "Nuh'un kendi kavmine inzâr ettiği gibi... "sözündedir. Çün­kü onun fitnesi pek büyüktür. Yerde sür'atle geçmesiyle akıllan dehşete düşü­rür, gönülleri şaşırtır da zayıflar hudûs ve tenakuz delillerini düşünemezler ve bu halet içinde onun doğruluğunu tasdik ederler. İşte bunun için bütün pey­gamberler kavimlerini onun fitnesinden sakındırmış ve uyarmışlardır (Kastallânî

[21] Başlığa uygunluğu "Nûh ve ümmeti getir" sözündedir.

Muhammed ve ümmetinin bu şâhidliği şu âyetlerde de bildirilmiştir: ' 'Her ümmetten birer şâhid, onların üzerinde de seni bir şâhid olarak getir­diğimiz zaman (onların hâlleri) nice olur?" (en-Nisâ: 41).

"Allah uğrunda hakkıyle cihâd edin. Sizi O seçti. /?m(işlerin)rfe üzerinize hiçbir güçlük de yüklemedi, babanız İbrahim 'in dîni gibi. Size daha evvel (gön­derdiği kitâblarda) de bu Kur 'ân 'da da müslümân adım -Peygamber sizin üze­rinize şâhid olsun, siz de bütün insanların üzerine şâhidler olasınız diye- Allah vermiştir. Artık dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin, Allah 'a sarılın. O sizin Mev-tâ'nızdır. İşte ne güzel mevlâ O, ne güzel yardımcı O!" (d-Hacc: 78).

[22] Başlığa uygunluğu "Yâ Nûh! Sen yeryüzü ahâlîsine gönderilen rasûllerin birin-cisisifi. Allah sana "Çok şükredici kul" (el-İsrâ: 3) adını verdi... " sözlerindedir.

Tefsir âlimlerinin bildirdiklerine göre Nûh aleyhi's-selâm her ne zaman bir elbise giyse, yâhud bir yemek yese, yâhud su içse ardı sıra "el-Hamdu IVlla-hi = Hamd Allah'ındır" der idi. Bu sebeble Kur'ân'da Nûh "Çok şükreden kul" diye vasıflandı ve çocukları ve torunlarına: Ya siz niye şükretmezsiniz, nan­körlük edersiniz? diye tevbîh buyuruldu.

Buhârî bu hadîsi daha uzun ve tam bir metin ile Tefsîr Kitâbı'nda el-İsrâ Sûresi'nde de getirmiştir. Müslim de îmân'da getirmiştir.

[23] Bu hadîsin başlıkla münâsebeti, burada okunuşu haber verilen âyetin altı kerre tekrarlandığı el-Kamer Sûresi'nde Nuh'tan ve onun kavminin tekzîbi ile netice­sinden, ve geminin hâlinden bâzı haberler ihtiva etmesidir:

''Onlardan evvel Nûh kavmi tekzîb etti, onlar kulumuzu yalancı saymakta ısrar ettiler. Mecnûn dediler. O (da'vetten cebren) vazgeçirilmişti. Nihayet o da Rabb Hne: Ben hakîkaten mağlûbum; intikaam al, diye dua etti. Bunun üzerine biz de şarıl şarıl dökülen bir suya gök kapılarını açtık. Yeri de kaynaklar hâlin­de fışkırttık da (her iki) su takdir edilmiş bir emr üzerinde birleşiverdi. Onu (Nuh'u) levhalar ve mıhlarla yapılmış gemiye yükledik ki, gemi, nankörlük edil­miş bulunan o zâta bir mükâfat olmak üzere, bizim gözlerimiz önünde akıp gi­diyordu. And olsun ki, biz bunu bir âyet olarak bırakmışızdır. O hâlde bir düşünüp ibret alan var m/?"tel-Kamer: 9-15).

[24] îlyâs ibn Yâsîn, Mûsâ aleyhi's-selâmın biraderi olan Harun'un torunudur. Bâ­zılarına göre bu, İdrîs aleyhi's-selâmdir. Nitekim ibn Mes'ûd "Ve irine Hyâse le mine H-mürselîn'' âyetini, '' Ve inne İdrîse le mine 'l-mürselîne'' suretinde oku­muştur (Beydâvî, Medârik)

İlyâs ile İdrîs isimleri bir peygamberin iki adı mıdır? Yoksa bunlar ayn ay­rı birer peygamber isimleri midir? Bu hususta ihtilâf vardır. İbn Mes'ûd'a göre Ya'kûb ismi İsrâîl'den ibaret olduğu gibi, İlyâs da böylece Idrîs'tir. İbnu'l-Arabî bununla İstidlal ederek: İdrîs, Rasûlullah'ın ceddi değildir, İsrâîl oğullan pey-gamberlerindendir. Çünkü İlyâs'm îsrâîl oğullari'ndan olduğu hakkında haber vardır, demiştir.

Âlimlerin cumhuruna göre İlyâs ile îdrîs iki müteradif lafızdan ibaret değil­dir. Her ikisinin de ayrı ayrı müsemmâsı vardır. İdrîs, Nuh'un üçüncü derecede büyük babası olan Uhnûh'tur.

"Ba'l" altın bir putun adıdır. "Bek" lâfzına izafetle "Ba'lebekk" İlyâs aleyhi's-selâmın peygamber gönderildiği beldeye özel isim olmuştur (Beydâvî, Medârik, Celâleyri).

Buhârî'nin bu âyetlerin sonunda ta'Iîk suretiyle verdiği îbn Mes'ûd'un sö­zünü, Abd ibn Humeyd ile îbn Ebî Hatim güzel bir senedle; İbn Abbâs'm sözü­nü de İbn Cuveybir kendi tefsirinde zaîf bir senedle rivayet etmiştir.

[25] İdrîs Peygamber, Nuh'un babasının dedesidir, Nuh'un dedesi değildir. Buhârî bu başlıkta her iki ciheti rivayet edenler bulunduğuna işaret etmiştir. îdrîs bu cihetle Peygamberimizin uzak dedesidir. Âlimler cumhurunun görüşü budur.

Âyet bir evvelki ile beraber meâlen şöyledir:

' 'Kitâbda İdrîs 'i de an. Çünkü o çok sâdık bir peygamberdir. Biz onu pek yüce bir yere yükselttik'" (Meryem: 56-57).

O yüksek mekân, dördüncü kat göktedir.

Hiç şübhesiz bu yükseliş.peygamberler arasında İdrîs'e has ilâhî bir taltif olarak zikrolunmuştur. Gerçi îsâ Peygamber de semâya yükseltilmiş ise de "Yâ Isâ innt mütevefftke" (Âlu İmrân: 55) kavlinin zahirine tutunan âlimlere göre, Isâ Mesîh öldürüldükten sonra ref olunmuştur. Binâenaleyh canlı olarak se­mâya yükseltilmek îdrîs'in müstesna bir hususiyeti bulunuyor. Şu kadar ki, âlim­lerin cumhuruna göre îsâ Peygamber de hayâtta olduğu hâlde semâya götürülmüştür. Buna göre o da bu yükseltilme hususiyetine iştirak etmiş bu­lunuyor.

İdrîs'in asıl adı Uhnûh'tur. Şît Peygamber'in beşinci batın evlâdıdır. Ken­disi de Nuh'un üçüncü batın dedesidir. Kendisinden evvelki insanlar deri giy-mektelerken o, elbise dikmeye başlamış ve giymiştir. Ona otuz sahîfe indirilmiştir. Kalemle ilk yazı yazan, yıldızlar ve hesâb ilmine bakan odur (Beydâvî, Şeyhzâde).

[26] Hadîsin bundan sonraki parçasını Enes, Ebû Zerr'den işitmemiş olup, başka bir zâttan aldığı anlaşılıyor.

[27] Rivayetin bu kısmı Enes'ten n a ki edilmemiş tir.

[28] Başlığa uygunluğu: "Cibril, Peygamber ile birlikte İdrîs'e uğradıklarında ..." sözlerindedir. Buhârî bunu Namaz Kitâbi'mn başında da getirmişti.

"Benim yanımda söz değiştirilmez..."'(Kaaf: 29) kavli, günde beş namaz ile mükellefiyetimizin kesinliğini ifâde eder. Elli namaza hükmünden sonra bu mikdârın beşe indirilmesi ise "Allah ne dilerse mahveder ve vücûda getirir, ana kitâb O'nun nezdindedir" {er-Ra'd: 39) kavlinin nutk eylediği muallak kaza nev'-ine dâhil olduğundandır. Elli namaz farz etti, fakat Peygamber'İn tercihine bağlı olarak farz etti. Kerîm olan Allah, kullarına "Kim bir iyilikle, güzellikle gelirse işte ona bunun on katı var. Kim de bir kötülükle gelirse bu, o mikdârdan baş-kasıyie cezalanmaz. Onlar haksızlığa uğratılmazlar" (el-En'âm: 160) va'dine bi­nâen, beş namaz, elli namaz olmuştur; yânî elli namaz sevabı verilmiş oluyor. Buna bakınca günlük namazların hem beş, hem de elli olmasının ma'nâsı anla­şılıyor. Sayıları beş, sevâbları elli namaz sevabıdır (Ahmed Naîm).

[29] Buhârî, bunlardan Atâ ibn Ebî Rebâh'ın hadîsini Bed'u'1-Halk Kitabı, "O rah­metinin önünden rüzgârları müjdeci gönderendir..." (el-A'râf: 57) bâbı'nda Pey-gamber'e ulaştırılmış olarak getirmişti. Süleyman ibn Yesâr'ın hadîsini de el-Ahkaaf Sûresi'nin tefsîrinde getirmiştir. Bu iki hadîs bu el-Ahkaaf: 21-26. âyetlerini tefsîr etmekte bulunduğu için, metinlerinin tercemelerini verelim:

Birincisi: Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) gök yüzünde yağışlı sanı­lan bir bulut görünce kâh ona karşı durur, geri dönerdi; kâh evimize girer, çı­kardı. Ve yüzü değişirdi. Gök yağmur yağdırınca da Peygamber'den endîşe giderdi. Aişe dedi ki: Ben bunun sebebini Peygamber'den öğrenmek istedim. O bana: "Ne bileyim? Belki bu kara bulut bir kavmin (Âd kavminin) dediği gibi bir azâb olur: A d kavmi kendilerine va *d olunan azabı, ufukları enine kap­layarak vadilerine karşı gelen bir bulut hâlinde gördükleri zaman onlar: Şu ufuk­taki karaltı bize yağmur yağdıracak bir buluttur, demişlerdi..." (el-Ahkaaf: 25).

İkincisi: Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber (S)'in küçük dilini görün­ceye kadar ağzını açarak güldüğünü görmedim. O, yalnız gülümserdi. Bundan sonra_Âişe, hadîsin gerişini zikretti ki, bu, birincisi olarak geçen hadîstir.

Âd kavminin zulüm ve inkârları ve haşmetli hayâtları ve bu hayâtın fecî' bir şekilde son bulup yok edilmeleri eş-Şuarâ: 123-140. âyetlerinde de gayet ib­retli şekilde anlatılmaktadır.

[30] Müfessirlerin bildirdiğine göre bu yedi gece sekiz gündüz bir çarşamba sabahı başlamış, öbür çarşamba akşamı tamâm olmuş ve "Uğursuzgünler" (Fussilet: 16) diye de vasıflanmıştır. Kış mevsiminin sonunda geldiği için Arablar "Eyyâ-mu acûz" da demişlerdir. Bu müddetin sonunda Âd kavmi helak olmuştu. Yal­nız Hûd Peygamber İle yanında bulunan mü'minler topluluğu "Azâb emrimiz gelince, Hûd 'u da matyyetindeki mü 'minleri de bizden bir rahmet olarak selâ­mete erdirdik, onları ağır azâbdan kurtardık" (Hûd: 58) âyeti ma'nâsınca halâs olmuşlardı. Bu müdhiş felâkette onlar bir tarafa çekilmişler, masun kalmışlar­dı. Mucâhİd'in rivayetine göre, bunlar dörtbin kişi idiler. Bunlardan Âdu Uhrâ, yânî Son Âd üremiştir ki, Zâtı İrem denilen Semûd kavmidir. Hûd Peygamber kavminin helakinden sonra bir müddet daha yaşamış, sonra ölmüştür. Vefatın­da yüzelli yaşında idi.

Âd kavminin bedenî kuvvetleri, boylan, irilikleri, hakkında Kur'ân dışın­da pekçok mübalağalı rivayetler vardır. el-A'râf: 69'da: "Düşünün ki O, sizi Nûh kavminden sonra hükümdarlar yaptı, size yaratılışça onlardan ziyâde boy bos (ve kuvvet) verdi. O hâlde Allah'ın nVmetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa erdirilesiniz" buyurulmakla yetinilmiştir.

[31] Buhârî başlıkta yazdığı âyetlerdeki bâzı kelime ve cümlelerin tefsirlerini de nak-letmiştir. Bu tefsirler hep senedli olarak yerlerinde rivayet edilmiştir.

[32] Hadîsin başlığa uygunluğu, Âd kavminin debûr rüzgârıyle helak edilmesinden-dir. Peygamber'in poyraz veya gündoğusu rüzgârıyle nusrat olunması, Ahzâb gazasına âid ilâhî bir nusrattır. Ebû Sufyân ordusunun Medîne'yi muhasarası zamanında bir gece Allah tarafından şiddetli bir gündoğusu rüzgârı çıkmış, Ku­reyş ordusunun altım üstüne çevirmiş ve bu fırtına ile de panik başlayıp harb hezimetle sonuçlanmıştır.

[33] Hadîsin  başlığa  uygunluğu   "Elbette onları Âd kavminin öldürülüşü gibi öldürürdüm" sözündedir. Âd kavmi şiddetli bir rüzgârla helak edilmişken bu hadîsteki uygunluk nasıldır? dersen, şöyle cevâb veririm: Takdir, Âd'in öldü­rülüşü gibidir. Bundan maksad onların, Âd'in kökünün kazınması gibi kökleri­nin   tamâmiyle   kazınmalarıdır.   Çünkü   "Âd'in   öldürülmesİ"ndeki  izafet, mef'ûledir (Aynî).

Buhârî bu hadîsi bâzı farklılıklarla Mağâzî, Tefsir ve Tevhîd Kitâbları'nda; Müslim ise Zekât'ta getirmiştir. Hadîste isimleri sayılan ve Peygamber'in ihsan ettiği bu kimseler Necd havalisinin sergerdelerinden ve hepsi de "Kalbleri İs­lâm'a alıştirılanlar"(et-Tevbe: 60)'dan İdiler.

[34] Bu hadîs bu kitabın beşinci babının sonunda 16 rakamıyle başka bir senedle geç­mişti. Hadîsin başlığa uygunluk şekli orada Nûh kavminin helaki yönündendi. Burada ise yine el-Kamer Sûresi'nde Âd kavminin helakini haber veren âyetler bulunması yönündendir.

"Ad kavmi de tekzîb etti. İşie benim azabım ve tehdîdlerim nice imiş (dü­şünün). Çünkü biz haklarında uğursuz ve uğursuzluğu sürekli bir günde onların üstüne çok gürültülü bir fırtına gönderdik ki, insanları, sanki onlar köklerin­den sökülmüş hurma kütükleri imiş gibi, tâ temelinden kopanyordu. İşte be­nim azabım ve tehdîdlerim nice imiş (düşünün). Andolsun biz Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırmışadır. O hâlde var mı düşünen?" (ei-Kamer: 18-22).

[35] Bu âyetlerde Zu'1-Karneyn adındaki büyük zâtın dünyânın üç tarafına yaptığı başarılı seferler ile Ye'cûc ve Me'cûc kavminin önüne inşâ ettiği çok sağlam sedd anlatılmaktadır. Bu zâta bu lakabın verilmesi hakkında "Karn" kelimesinin lü­gat ma'nâsı i'tibâriyle, birçok sebebler söylenmiş ise de Kur'ân'm beyânına gö­re bu cihangirin, dünyânın hem batısına, hem doğusuna sâhib olması, bu muhteşem lakabı almasının en doğru sebebi olarak kabul edilebilir.

Zu'I-Karneyn'in hüviyetini ta'ymde çeşitli rivayetler ve görüşler vardır. Bun­lar tefsirlerde uzun uzadıya sıralanmıştır. Kur'ân'da birçok kerreler "Yâ ZeH-Karneyni" diye hitâb edilmesi, onun, belki peygamberlik makaamını hâiz bîr cihangir olduğunu düşündürür. Muhakkak olan, bu zâtın, Hz. Alî'nin de dedi­ği gibi, sâlih bir kimse olduğudur. Toplu ve mukaayeseli bilgi için bak: Hakk Dîni Kur'ân Dili, IV, 3274-3279.

[36] Buhârî bu başlıkta el-Kehf: 83-98. âyetlerinin yazılmasını işaret ettikten sonra, bu âyetlerdeki bâzı kelime ve cümlelerin tefsirlerini vermektedir. Bunlar tefsir­lerde senedli olarak nakledilmiştir.

[37] Burası Zu'1-Karneyn'in sözlerinin hikâyesinin sonudur (Aynî).

[38] Bu da Ye'cûc ve Me'cûc'den bahseden diğer bir âyet grubudur.

Tarihçilerin ittifakla bildirdiklerine göre, Ye'cûc ve Me'cûc, Yâfis zürriye-tinden İki kabiledir. Tevrat'ta, böyle bildirildiği gibi, Vehb ibn Münebbih de Yâfis evlâdından olduklarına kaanİ'dir. "Hakikat Ye'cûc ve Me'cûc yerde fesâd çı­karırlar... " (el-Kehf: 94) kavlinde cemi' sîgasıyle geldiğinden, yeryüzünü fesada verip kana boyayacak Ye'cûc ve Me'cûc'ün yalnız iki kabîle değil, birçok kabi­lelerden meydana gelmiş, çok kalabalık bir topluluk oldukları anlaşılır. Müfes-sir Katâde, bunların yirmiden fazla kabîle olduklarını söylemiştir. Müfessir Dahhâk, Zu'1-Karneyn'in üçüncü seferinde kavuştuğu kavim Türk ırkındandır, demiş;.Suddî de: Türk, Ye'cûc ve Me'cûc'den ayrılıp Türkistan'da devlet ku­ran bir soydur, demiştir. Katâde'ye göre kuzey kabileleri yirmi iki kabîle olup bunlardan birisi Türk idi. Şeddin inşâsından sonra Türk, şeddin hâricinde, Öbür­leri dâhilinde kalmıştır... Zemahşerî de Zu'1-Karneyn'in, iki dağın önünde ka­vuştuğu ve kendi dillerinden başka bir dil bilmeyen kavim, Türk kavmidir, demiştir.

Zu'1-Karneyn ve Ye'cûc ve Me'cûc hakkında Doç. Dr. Süleyman Ateş şun­ları yazıyor: "Zu'1-Karneyn'in yaptığı bu şeddin nerede olduğu da ihtilâf ko­nusudur. Özellikle üç ihtimâl ileri sürülür: 1- Türk yurdunu Çin'den ayıran noktada, 2- Ermenistan ve Azerbaycan mıntıkasında Türk sınırını ayıran De-mirkapı mevkiinde, 3- İstanoy dağlarıyle Ural dağlan arasındaki Sibirya'da.

"Ye'cûc ve Me'cûc'e gelince: Bu kelimeler, Arabça'ya girmiş ucme (yabancı) kelimelerdir. Avrupalılar bunlara Yagug Magug derler ve bunları şeytanın nesli sayarlarmış. Ye'cûc ve Me'cûc'ün Yâfes oğullarından iki kabîle olduğu hakkın­da rivayetler varsa da, bunların sağlamlığı şübhelidir. Çok kimseler, şu veya bu milleti Ye'cûc ve Me'cûc saymıştır, ama bunlar birer yakıştırmadan ibarettir. Bun­ların âhir zamanda çıkacak dîn ve millet tanımaz, nesebi belirsiz, dünyâyı sar­sacak iki topluluk olduğu anlaşılıyor (Hakk Dîni Kur'ân Dili, IV, 3286-88).

"Ye'cûc ve Me'cûc'ün dünyâyı istilâsı, kıyamet alâmetlerindendir.                            

"Mutasavvıflar ise enfüsî tefsîrde Ye'cûc ve Me'cûc'ü, nefsânî kötü güçler kabul etmektedirler. Onlara göre Zu'1-Karneyn hem rûh, hem de nefis kuvvet­lerine hükmeden insan-ı kâmildir. O, insanın yüksek ruhî güçlerini, Ye'cûc ve Me'cûc denen nefsânî güçlerin tasallutundan korumak için zikirle itmi'nân şed­dini yapmıştır"' (Kur'ân-ı Kerîm Meali, s. 274-275, istanbul, 1974).

[39] Bu ta'lîki, fbn Ebî Umer, Saîd'den; o da Katâde'den; o da Medîneli bir adam dan senediyle rivayet etmiştir: "O zât, Peygamber'e: Yâ Rasûlallah, ben Ye'­cûc ve Me'cûc şeddini gördüm, dedi. Peygamber: "Nasıldı?" dedi. O zât: Kırmızı ve siyah çizgilerle süslü kumaş gibi, dedi. Peygamber: "Sen onu görmüşsün" buyurdu". Bunu, sened ve bâzı lafız farklılıklanyle Taberânî, Bezzârvelbn Mer-deveyh rivayet etmişlerdir (Aynî).

Kur'ân'm nazmında bu şeddin yeri açıkça bildirilmediği ve izleri de bulun­madığı için müellifler çeşitli ihtimâller içinde dönüp durmuşlardır. Bu gün onun varlığına kılavuzluk edebilecek hiçbir eser de yoktur. Kur'ân'dan öğrendiğimiz, bu şeddin kuzeyde bulunmasıdır. Kur'ân'ın delâletinden, Zu'1-Karneyn'in üçüncü seferinin güneyden kuzeye doğru olduğu, bunu kuvvetlendirir.

[40] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'in "Bu gün Ye'cûc ve Me'cûc'ün şed­dinden şunun gibi bir delik açıldı" buyurması ve Zu'1-Karneyn'in de târihin uzak devirlerinde bir sed yapmış olması yönündendir.

Ye'cûc ve Me'cûc beliyyesi, bütün beşeriyyeti şâmil bir âfettir. Bu Zeyneb hadîsinde ise Peygamber, Ye'cûc ve Me'cûc'den erişecek musibeti Arab'a tah-sîs etmiştir. Bu tahsis, Ye'cûc ve Me'cûc ve onları önlemek üzere yapılan şed­den bir delik açılması ta'bîri ile hakîkaten onlar kasdolunmayıp, belki buna benzer bir fitnenin yaklaştığını haber vermiş olabilir. Nitekim Usmân'ın şehâdeti ve onu ta'kîb eden hâdiseler, İslâm ümmeti için mühim birer fitne olmuştur.

[41] Bunun da başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî ile Müslim, bunları Fitneler Kitâ-bı'nda da getirmişlerdir.

[42] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sizden bir kişiye mukaabil Ye'cûc ve Me'cûc'den

bin kişi" sözündedir. Bu hadîs Ye'cûc ve Me'cûc kavminin sayıca çokluğuna işaret etmektedir.

Bu hadîsinde Peygamber, Kur'ân'dan bir âyeti kendi sözü arasında söyle­miştir ki, bu hadîsin ma'nâsına çok kuvvet kazandırmıştır

[43] Buhârî burada İbrâhîm Peygamber'in faziletini beyân eden bâzı âyetlere işaret etmiştir. Bunların hepsi İbrâhîm'in faziletini belirtir, en belîğ şekilde belirteni ise "Allah İbrahim'i bir dost edinmiştir" (en-Nisâ: 125) kavlidir.

et-Tevbe: 114. âyeti, bir kelimenin yer değiştirmesiyle Hûd Sûresi'nde de tekrar edilmiştir: "Çünkü İbrâhîm cidden yumuşak huylu, yüreği yanık, kendi­sini tamamen Allah'a vermiş biri idi" (Hûd: 75).

el-Bakara: 125 ve devamında da ilk tevhîd ma'bedi Ka'be'yi bina edişi, Ka'be ve zürriyeti hakkındaki güzel duası anlatılır...

[44] Ebû Meysere Amr ibn Şurahbîl el-Hemdânî'nin bu sözünü Vekî' kendi tefsirin­de senedli olarak rivayet etmiştir

[45] Başlığa uygunluğu "Kıyamet günü ilk elbise giydirilecek kişi îbrâhtm 'dir" sö-zündedir. Bu söz, Tevhîd akidesinin büyük kurucusu için hiç şübhesiz husûsî bir menkabedir.

Peygamber'in hayâtında sahâbîler arasında hiçbir dînden çıkma hâdisesini târîh yazmamıştır. Bü'akis, Ebû Sufyân'ın Hırakliyus ile konuşmasını nakle­den hadîsinde bunun vâki' olmadığı açıkça söylenmektedir. Ancak Peygamber'in vefatından sonra Ebû Bekr'in devlet başkanlığı zamanında bedevi Arablar'm câhilce hareketleriyle yer yer irticâlar meydana gelmiş ve hepsi tenkîl edilmiştir. Hadîste belki bu ve benzerlerine işaret edilmiştir; sahâbîler bundan bendirler.

Peygamberimizin Hz. îsâ'nm dilinden naklettiği bu yüksek teslimiyet ve af isteme ifâde eden müdâfaanın baş tarafı şöyledir:

"Allah: Ey Meryem oğlu îsâ, insanlara Allah'ı bırakıp da beni ve anamı iki tanrı edininiz diyen sen misin? dediği zaman, o şöyle söyledi: Seni tenzih ederim, hakkım olmadık bir sözü söylemekliğim bana yakışmaz. Eğer onu söy-ledimse, elbette bunu bilmişsindir. Benim içimde olan herşeyi Sen bilirsin. Ben ise Sen V» zâtında olanı bilmem. Şübhesiz ki gayblan hakkıyle bilen Sen 'sin Sen. Ben onlara Sen 'in bana emrettiğinden başkasını söylemedim. (Dediğim hep şu idi:) Benim de Rabb 'im, sizin de Rabb 'iniz olan Allah 'a kulluk edin. Ben içle­rinde..." (e\-Mâ\de: 116-118).

[46] Başlığa uygunluğu, içinde İbrahim'in zikredilmesindendir. Bu hadîste en şerefli oğulun bile, müslümân olmadığı takdîrde babaya fayda veremiyeceğine delîl var­dır. Babasının hayvanlar içinden çirkin manzaralı sırtlan kılığına çevrilmesi, bu hayvanın uyanık olması gereken şeylerden gaflet etmesi sebebiyle hayvanların ahmağı olmasındandır. Âzer'de de İbrahim'in uyarmasına karşılık bu sıfat bu­lunmuş oluyor. Babasının bu surete çevrilmesi, İbrâhîm'in ondan uzaklaşması İçindir1 {Kastallânî),

[47] Başlığa uygunluğu açıktır. Bununla bundan sonra gelen hadîs Hacc Kitabı, "Ka'­be'nin iç taraflarında tekbîr getiren kimse bâbi"nda da geçmişti.

[48] Bundan öncekinde İbrahim'le Meryem'in resimleri zikredilmişti, bunda ise İb­râhîm ile İsmâîl Peygamberler'in resimleri zikredilmektedir. Başlığa uygunluk her ikisinde de İbrâhîm'in zikredilmesindendir.

[49] Başlığa uygunluk yeri, îbrâhîm Halîlullah sözüdür.

Rasûlullah bu hadîsinde, Câhiliyet devrinde farklılık neseble, ecdâdm şe­refiyle olduğunu; İslâm nazarında İse insanlar arasında fark ilmi anlamak ve yaşamak, yânî takva yönünden olduğuna işaret etmiştir.

[50] Buhârî Ebû Usâme'ninkini Yûsuf kıssasında; Mu'temir'inkini de Ya'kûb'un kıs­sasında senedli olarak getirmiştir

[51] Başlığa uygunluğu "O uzun boylu zât İbrahim'dir"sözündedir. Bu hadîsin bir rivayeti yine Semure'den, uzun bir metinle Cenazeler Kitâbı'nın sonlarında geçmişti.

[52] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in, İbrahim'in yüzce kendisine benzeyişini be­yân etmesi fıkrasındadır. Bu da Hacc Kitabı, "Vadiye inerken telbiye eden kimse bâbı"nda geçmişti.

[53] İbrâhîm sünnet olunca, bu, zürriyeti için de uyulması gerekli bir sünnet olmuş­tur. İsrâîl oğulları arasında yürürlükte olan Tevrat hükmü de böyle idi. Tâ îsâ Peygamber zamanına kadar böyle devam edip gelmiştir. Sonra Hristiyanlar'-dan bir taife Tevrat hükmünü bozmuşlar ve: Hıtân, kalbin gulfesini (kalbi bü-rüyen perdeyi) atmaktır iddiâsıyle bu kadîm sünneti terketmişlerdir...

[54] Hadîsin bu rivayetinde şeddesiz olarak "Kadûm ile" şeklinde gelmiştir ki, bu­na göre "Marangoz âleti olan keser ile sünnet oldu" demektir. Buradaki mutâ-baaları diğer hadîsçiler rivayet etmişlerdir.

[55] Bu tarîkte Ebû Hureyre, hadîsi Rasûlullah'a yükseltmeyi açıkça belirtmiştir. Bun­dan sonraki tarîkte ise, bu yükseltmeyi açıkça belirtmemiş, doğrudan doğruya nakletmiştir.

Ibrâhîm Peygamber'in birer sebebe göre söylediği bu zahirî yalanların bi­rincisi es-Sâffât: 85-122'de, ikincisi de el-Enbiyâ: 52-70. âyetlerinde nakledilmiştir.

[56] Hadîsin başlığa uygunluğu "İbrâhîm' yalnız üç defa yalan söylemiştir..." sö-zündedir. Bundan da burada kasdedilen, ancak İbrahim'in zikredilmesidir. Hadîs burada İki tarîk ile getirildi ki, bunun sebebini bundan önceki haşiyede belirt­miştik.

Buhârî bu hadîsi bâzı küçük değişikliklerle Buyû'da da getirmişti. Nikâh'ta da getirecektir. Müslim de Fazâil'de getirmiştir.

Hadîsin sonundaki sözüyle Ebû Hureyre, hayvanlarını sulamak için yağ­mur düşen yerlere çok gidenler ma'nâsmi kasdetmiştir. Hattâbî de: Ebû Hurey­re Zemzem'i kasdetmiştir ki, Allah onu Hâcer için çıkardı, Hâcer ve çocukları orada yaşadılar; böylece o suyun oğullan gibi oldular demek istemiştir denildi, dedi (Kastallânî).

"Sâre", râ'nm şeddesiyle de, şeddesiz de zabtedilmiştir. Şeddesiz okunuşu daha yaygındır.

[57] Başlığa uygunluğu bellidir

[58] Çünkü ibâdete hakk kazananla hakk kazanmayanı bir seviyeye getirmek büyük bir zulümdür. Zîrâ bu, ibâdeti lâyık olduğu yerinden gayrıya koymaktır.

Bu hadîsle başlığın münâsebet yönü nedir? dersen, cevâb şöyledir: el-En'âm: 82. âyeti, İbrâhîm'in 81. âyetteki suâle cevâb olarak söylediği sözüdür. Böylece hadîsle başlık arasında münâsebet zahir olmuştur. Buna en az işaret kâfidir. Ni­tekim Buhâri'nin, başlıkların incelikleri hususundaki âdeti budur (I^stallânî). Münâsebetin iyice belirmesi için âyetlerin meallerini verelim: "Kavmi ona hüccet getirmeye kalkıştı. O dedi ki: Allah beni doğru yola iletmişken, siz benimle O'nun hakkında hâlâ çekişiyor musunuz? Ben O'na eş tanıdığınız şeylerden korkmam. Meğer ki Rabb'im (hakkımda) birşey dilemiş olsun. Rabb 'imin ilmi herşeye sargın ve taşkındır. Hâlâ düşünüp Öğüt almaya­cak mısınız? Hem Allah 'in size hiçbir detîl ve burhan indirmediği şeyleri siz O 'na tanıdığınızdan korkmazken, ben eş tuttuğunuz o şeylerden nasıl korkarım? Şimdi biliyorsanız söyleyin: İki zümreden hangisi korkudan emin olmaya daha lâyık­tır? îmân edenler, bununla beraber îmânlarına zulüm karıştırmayanlar; işte emîn olmak hakkı onlarındır. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir. İşte bunlar kav­mine karşı İbrâhîm 'e verdiğimiz hüccetlerdi. Biz kimi dilersek onu derece dere­ce yükseltiriz. Şübhe yok ki, Rabb 'in tam hikmet sahibidir, hakkıyle bitendir'' (el-En'âm: 80-84).

[59] Bu bâb, yukarıda geçen "Allah İbrahim'i bir dost edinmiştir" (en-Nisâ: 125) bâ bıdan bir fasıl gibidir. "Yeziffûne" kelimesi, es-Sâffât Sûresi'ndedir ve bu sû­redeki 83-109. âyetler İbrahim ile kavminin durumlarını anlatmaktadır.

en-Neslu, en-Neselu, en-Neselânu sür'atle yürümek ma'nâsınadır; ikinci ve birinci bâblardan masdârdır (Kaamûs Ter.)

Bu "Yeziffûne" fiili, İbrahim'in putperest kavmi bir bayram törenlerin­den dönüşlerinde İbrahim'in putlarını kırması haberi kendilerine ulaşınca "He­men koşarak onun önüne çıkışlarını" anlatmaktadır.

[60] Hadîsin "Allah İbrahim'i bir dost edinmiştir" (en-Nisâ: 125) babına uygunluğu "Sen yeryüzündeki insanlardan Allah 'in Peygamberi ve Allah 'in dostu bir zâtsın " sözündedir.

Hadîsin sonundaki mutâbaatı Buhârî, Tevhîd'de beyân etmiştir.

[61] Bunların geçen baba uygunlukları açıktır, çünkü bunlar İbrâhîm kıssası hak­kındadır. Buhârî bu İbn Abbâs hadîsini burada üç tarîkten getirmiştir. Biri "Bana Ahmed ibn Saîd ... tahdîs etti" tarîkidir. İkincisi "Ve el-Ensârî şöyle dedi..." tarîkidir ki, bu ta'lîk şeklinde olmakla beraber başka yerde mevsûldür. Buhârî bunu burada kısaltılmış olarak getirmiştir.

38 rakamlı tarîkte gelen hadîs ise, evvelki hadîsin tamamlayıcısıdir. Çünkü evvelki hadîs bundan küçük bir parçadır. Bu hadîs İbrâhîm kıssasını gereği gibi açıklamaktadır. Üçüncüsü de 39 rakamıyle gelen hadîstir (Aynî).

[62] Âlem'de Ka'be'den daha şerefli bir bina yoktur. Çünkü onun inşâsını emreden Âlemlerin Rabbı olan Allah'tır. Bu emri tebliğ ve mühendislik vazifesini öğre­ten Cibril'dir. Yapıcısı İbrâhîm, yardımcısı İsmâîl Peygamberlerdir, denilmiştir (Kastallânî).

ibrâhîm, Ka'be'nin inşâsını bitirince Cibrîl gelmiş ve hacc farizasının nasıl yapılacağını bütün şekilleriyle tbrâhîm'e öğretmiştir. Sonra İbrâhîm: Ey insan­lar, Rabb'inizin Beyt'ini ziyarete da'vetlisiniz, icabet ediniz! diye i'Iân etmiştir. Ve ismâîl ile birlikte bütün hacc duraklarında durarak hacc menseklerini îfâ et­miş, sonra dönüp Sâre'nin yanına gitmiştir. Bir hacc mevsiminde de Sâre ile bir­likte Beytu'l-Makdis'ten gelerek hacc etmişler ve sonra Şam'a gidip orada vefat etmişlerdir.

Bu uzun hadîsi de diğer bâzı hadîsler gibi Kâmil Mîrâs'm tercemesinden küçük değişikliklerle aynen naklettik. Bu vesîle ile kendisine Yüce Allah'tan mağ­firet ve rahmetler niyaz eyleriz (M.Sofuoğlu).

[63] İşte bu da İbn Abbâs hadîsine âid üçüncü tarîktir. Bunda İbrâhîm kıssası bun­dan önceki hadîse göre biraz kısaltılmış olarak verilmiştir.

Burada İbrâhîm ile İsmâîl'in Ka'be binası ve îbrâhîm'in ileriye âid duaları­nı anlatan bâzı âyetlerin meallerini verelim:

"Hani biz Beyt'i insanlar için bir toplantı yeri ve emin birmahall yapmış­tık. Siz de İbrâhîm 'in makaamından bir namazgah edinin. İbrahim ile İsmail'e de: Evimi tavaf edenler, (ibâdet kasdıyle) orada kalanlar, rükû' ve sucûd eden­ler için titizlikle temizleyin, diye kuvvetli emir vermiştik. Hani İbrâhîm: Yâ Rabb, burasını emniyetli bir şehir yap ve ahâlîsinden A ilah 'a ve âhiret gününe inanan­ları mahsûllerle rızıklandır, demişti. (Allah da:) Kâfir olanı dahî kısa bir zaman için fâidelendireceğim, sonra onu cehennem azabına icbar edeceğim. Varacağı yer ne kötüdür, buyurmuştu. Hani ibrahim o Beyt 'in temellerini İsmâîl İle bir­likte yükseltiyordu (da ikisi de şöyle duâ etmişlerdi); Ey Rabb'imiz, bizden (şu hizmeti) kabul buyur. Şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sen 'sin Sen. Ey Rabb 'imiz, ikimizi de Sana teslimiyette sabit kıl. Soyumuzdan da müslümân bir ümmet yetiştir, bize ibâdet edeceğimiz yerleri göster, tevbemizi kabul et. Çün­kü tevbeleri en çok kabul eden ve hakkıyle merhamet eden Sen 'sin Sen. Ey Rabb '-imiz, onların içinden onlara Senin âyetlerini okuyacak, onlara kitabı, hikmeti öğretecek, onları (şirkten) iyice temizleyecek bir peygamber gönder. Şübhesiz yegâne gâlib, tam hikmet sahibi Sen'sin Sen. Kendini bilmeyenden başka kim İbrâhîm dîninden yüz çevirir? And olsun ki biz onu dünyâda beğenip seçmişiz-dir. O, şübhe yok âhirette de muhakkak sâlihlerdendir. Rabb 'ı ona: (Kendini hakka) testim et, dediği zaman o, Âlemlerin Rabbi'ne teslim oldum demişti. İb­râhîm bunu oğullarına da tavsiye etti. Torunu Ya 'kûb da öyle yaptı: Ey oğulla­rım, Allah sizin için (İslâm) dînini beğenip seçti. O hâlde siz de ancak müslümân-lar olarak can verin (dedi)" (el-Bakara: 125-132).

[64] Hadîsin başlığa uygunluğu "el-Mescidu'l-Harâm" sözündedir. Çünkü onu İb-râhîm Halîl bina etmiştir. İkincisine el-Mescidu'l-Aksâ denilmesi ya Ka'be ile arasındaki mesafenin uzaklığından yâhud ondan ötede mescid bulunmamasın­dan veyâhud da o mescidin pisliklerden ve kötülüklerden uzak bulunmasmdan-dır. Çünkü o mukaddes yânı mutahhardır.

Ka'be'yi İbrahim'in, el-Aksâ'yı da Süleyman'ın yapması ve bunların ara­sında çok yıllar olması müşkiline şöyle cevâb verildi: Hadîste Haİîl ve Süley­man'ın bu iki mescidi ilk defa yaptıklarına delâlet yoktur, belki onlar daha evvel başkasının te'sîs ettiğini yenilemişlerdir. Ka'be'yi Âdem'in bina ettiği meşhur­dur. İbn Hişâm'ın Kitjâbu't-Tîcâtfmda şu vardır: Âdem Ka'be'yi kurunca Al lah ona Beytu'l-Makdis'e yürümesini ve onu bina etmesini emretti, o da onu bizzat bina etti ve içinde ibâdet etti (Kastallânî).

[65] Başlığa uygunluğu İbrâhîm'in zikredilin esindedir. Bu hadîs Cihâd Kitabı, "Gaz­vede hizmetin fazileti bâbı"nda da geçmişti.

Sonunda haber verdiği Abdullah ibn Zeyd hadîsini Buhârî Buyu' Kitâbı'-nda, "Peygamber sâ'ının bereketi bâbı"nda senedli olarak getirmiştir.

[66] Başlığa uygunluğu bundan öncekinde zikrolunduğu gibidir. Bu hadîs de Hacc Kitabı, "Mekke'nin ve bünyânın fazileti bâbı"nda geçmişti.

Buhârî îsmâîl ibn Ebî Uveys'in hadîsini Tefsîr'de getirmiştir.

[67] Bu salavât hadîsinin başlığa uygunluğu, "İbrâhîm ailesine salât ettiğin gibi" söz-lerindedir. Buhârî bunu Dualar Kitâbı'nda başka bir senedle getirmiştir. Müslim de Namaz Kitâbı'nda getirmiştir.

[68] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde dört defa geçen "Alâ İbrâhîm" sözündedir. Allah'ın öğrettiği bu duâ namaz kılan kimsenin Tahiyyât'ta okuduğu "es-Selâmu aleyhe eyyuhe'n-Nebiyyu ve rahmetti 'ilâhi ve berekâtuhû( = Selâm sana ey Pey­gamber, Allah'ın rahmeti ve bereketleri de senin üzerine olsun)" suretindeki selâmdır.

Peygamber'e sâlat ve selâm okumak, Kur'ân'da da emredilmiştir: "Şübhe­siz ki Allah ve melekleri o Peygamber'e çok salât (ve tekrîm) ederler. Ey îmân edenler, siz de O'na salât edin, tam teslimiyetle de selâm verin" (el-Ahzâb: 56).

Abdusselâm da şöyle demiştir: "Bizim Peygamber'e salât etmemiz bizden O'na hâşâ bir şefaat değildir. Çünkü bizim gibiler öyle bir zâta asla şefaat ede­mezler. Fakat Allah bize ihsan ve in'âm edene iyilikle mukaabele etmemizi emir buyurduğu ve Rasûlullah'a edilen salât ve duayı aczimize nazaran ve lütfen kâfî gördüğü içindir ki, bu vazifemizi îfâya son derece çalışmalıyız..." (Hasan Basrî Çantay, Meâl-i Kerîm, III, 720-723'deki 103. haşiyede derli toplu güzel bilgiler vardır).

Allah melekleriyle beraber mü'minlere de salât ettiğini bildiriyor: "O sizi karanlıklardan nura çıkarmak İçin üzerinize, melekleriyle beraber rahmet eden­dir; O, mü'minlere pek merhametlidir" (el-Ahzâb: 43).

[69] Hadîsin başlığa uygunluğu "Babanız İbrahim de bu duayı oğulları İsmâîl ile Îshâk'a okudu..." sözündedir.

[70] Bu başlıktaki birinci grup âyetlerde, İbrahim'in konuk şeklinde gelen melekler­le olan kıssasına işaret edilmiştir. Lût kavminin helakine gönderilen melekler İbrahim'e uğramışlar, İbrâhîm onlara yemek çıkardığında yemeğe el uzatma­dıklarından dolayı onlardan korkmuştu, Bu kıssanın tafsilâtı Hûd: 69-76. âyet-lerindedir.

el-Bakara: 260. âyetindeki istek, İbrahim'in bu konuda bir şübhesi oldu­ğunu göstermez. "Benim Rabb'im hem diriltir, hem öldürür''1 (el-Bakara: 258) diyen bir zâtın, diriltmenin esâsında hiçbir şübhesi olmadığı sabittir. Ancak o. diriltmenin keyfiyeti hakkında da şuhûdî bir bilgi edinmek İstemişti.

[71] Hadîsin aslî başlığa uygunluğu açıktır. Bunda üç peygambere âid üç vakıaya işaret edilmiştir:

Birincisi: Öldükten sonra yeniden diriltilmekle ilgili olup, Peygamberimi­zin: İbrahim'in bu konuda şübhe ettiği farzedilse, o şübheye biz, ondan daha ziyâde haklıyız buyurmasıdır ki, bu söz ne İbrahim'in, ne de Peygamberimizin öldükten sonra tekrar diriltilme hakkında şübhe etmediklerini ifâde eder. İbrâ-hîm bu diriltilmenin nasıl olacağını gözle de görmek ve aklî istidlalini şuhûdî bir bilgi ile sağlayarak îmânında ayne'l-yakîn derecesine ulaşmak ve kalbinde bir sükûnet te'mîn etmek istiyordu. el-Bakara: 260. âyette beyân edildiği üzere İbrahim'in bu arzusu tatmîn edilmiştir.

İkincisi: Lût Peygamber'in kavmine karşı gösterdiği irâde za'fıdir. Lût, İb­rahim'in akrabasından idi. İbrahim'in şerîatini tebliğe me'mûr idi. Lût'un kav­mi genç delikanlılarla kötü münâsebette bulunmayı âdet edinmeleri ve Lût'un tebliğlerini dinlememeleri üzerine, bunların helaki için melekler, gençler kılığında Lût'a gönderildi. Kavmi genç kılığında gelen bu meleklere de sarkıntılık etmek istedikleri zaman Lût hadîsteki za'f ifâde eden sözü söylemişti. İşte, Peygambe­rimiz Lût'un bu sözünü za'f buluyor, Allah'ın kudretine dayanmalı idi demek istiyor. Tafsilâtı, Hûd: 77-83. âyetlerinde anlatılmıştır.

Üçüncüsü: Yûsuf kıssasının bir safhasıdır. Şöyle ki: Yûsuf Mısır Meliki'-nin vezirinin karısı hakkında haksız bir töhmetle zindana atılmıştı. Yedi sene yattıktan sonra bir ru'yâ ta'bîri vesilesiyle Mısır Meliki Yûsuf'un zekâsını anla­yarak, bu mahbûsu bana getirin diye bir me'mûrunu hapishaneye göndermişti. İşte bu adam Yûsuf'a kurtuluşunu müjdeleyip Melik'in huzuruna da'vet edin­ce, yedi sene hapis ile irâdesi zerre kadar sarsılmayan Yûsuf, me'mûra: Tahkî-kat yapıldıktan ve berâati ortaya çıktıktan sonra çıkacağım söyleyip, da'vete icabet etmemişti. Tafsilâtı, Yûsuf: 21-57. âyetlerinden okunmalıdır.

[72] Yâni bu, İsmâîl Peygamber hakkında gelen şeylerin beyânı babıdır.

[73] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ey îsmöîl oğullan!" hitâbmdadır.

İsmâîl Peygamber'in okçulukla meşgul olduğu, babası İbrahim'in kendisi­ni ziyaret için Mekke'ye geldiği zamanki son karşılaşmalarında apaçık gö­rülmüştü.

Peygamber'in ok atıcılarına kavuşup onları teşvîk ettiği bu hadîs Cihâd Ki­tabı, "Atıcılığa teşvîk bâbı"nda da geçmiş ve bâzı bilgiler orada verilmişti.

[74] Allah İbrahim'e Sâre'den İshâk'i müjdeledi; Sâre, doksan yaşındayken hâmile oldu. İbrâhîm de yüzyirmi yaşında idi. Hâcer de İsmail'e hâmile olmuştu. Her iki kadın beraber doğurdular ve iki oğlan yetişti (İbn îshâk).

Bu konuda başka görüşler de vardır.

[75] Buhârî tbn Umer hadîsiyle Yûsuf kıssasında gelecek olana; Ebû Hureyre hadîsi ile de buraya bitişik olan bâbda zikredilene işaret etmiş gibidir... (ibn Haçer).

[76] Bundan önceki âyette İbrahim'in ve torunu Ya'kûb'un oğullarına vasiyyeti bil­dirilmiştir: "Rabb 7 ona: (Kendim Hakk'a) teslim et, dediği zaman o, Âlemle­rin RabbVne teslim oldum, demişti. İbrâhîm bunu, oğullarına da tavsiye etti. Torunu Ya'kûb da Öyle yaptı; Ey oğullarım, Allah sizin için dîni beğenip seçti. O hâlde siz de ancak müslümânlar olarak can verin (dedi)" (el-Bakara: 131-132).

[77] Hadîsin başlığa uygunluğu, hadîsin Yûsuf'un nesebinin şevki hususundaki âye­te muvafık olması yönündendir. Çünkü âyet, Ya'kûb'un ölümü sırasında oğul­larına zikredilen vasiyetle hitabını içine almıştır. Ya'kûb'un çocukları cümlesinden biri de Yûsuf'tur. Peygamberler içinde Yûsuf'un nesebinin dizisi gibisi yoktur. Çünkü o, Allah'ın Peygamberi'oğlu, Allah'ın Peygamberi oğlu, Allah'ın Pey­gamberi oğlu..dur (Aynî).

[78] Bu âyetler, yalnız son kelime müstesna, aynı lafızlarla el-A'râf: 80-84'de de geç­mektedir. 

[79] Hadîsin başlığa uygunluğu bellidir. Bu hadîs bundan önce geçen 13. bâbda da getirilmişti.

[80] Buhârî bu başlıkta âdeti olduğu üzere bâzı âyetlere işaret etmiş ve bunlardaki ke­limelerin tefsirlerini vermiştir. Bu âyetlerden bir kısmı Lût kıssasıyle ilgilidir, bir kısmı da bu kıssa ile ilgili olmayıp, burada istidrâten zikredilmişlerdir. Lût kıssasıyle ilgili olanlardan bâzılarının meallerini evvel ve sonralarıyle bir bütünlük içinde verdim:

"(Melekler Lût'a şöyle dediler:) 'O hâlde gecenin bir kısmında âüeni yü­rüt, sen de arkalarından git. Sizden kimse ardına (dönüp) bakmasın. Emrolu-nacağımz yere geçip gidin! Ona şu kat'î emri vahyettik: Sabaha çıkarlarken onların arkaları muhakkak kesilmiş olacaktır. Şehir halkı sevine sevine (konuk­ların yanma) geldi. 'Lût dedi ki: Hakikat bunlar benim konuklanmdır. Binâe­naleyh beni rüsvây etmeyin, Allah'tan korkun. Beni utandırmayın'. Onlar şöyle dediler: Biz seni elâleme karışmaktan (bizim bu gibi işlerimize müdâhale etmek­ten) men' etmedik mi?1 Lût dedi: 'Eğer (dediğinizi) yapacaksanız, işte bunlar kızlarım'. (Habîbim) Senin ebedî güzel yâdına yemîn ederim ki, onlar sarhoş­lukları (azgınlıkları) içinde muhakkak serseri bir hâlde idiler. Derken onları iş-râk vaktine girdikleri sırada o korkunç ses yakalayıverdi. Hemen şehirlerinin altını üstüne getirdik. Tepelerine de balçıktan pişirilmiş bir taş yağmuru yağdır­dık. Elbette bunda fikri, fırâseti olanlar için ibretler vardır. O (şehrin harabeleri) hakikat bir yol üstünde hâlâ durucudur. Bunda îmân edenler için muhakkak bir ibret vardır" (el-Hıcr: 65-77).

"Vaktâ ki elçilerimiz Lût'a geldi. O bunlar yüzünden kaygıya düştü, bun­lar yüzünden göğsü daraldı ve; 'Bu çetin bir gündür! dedi. Lût'un kavmi, ken­disine doğru koşarak yanına geldi. Onlar daha evvelden kötülük işlemeye alışmış kimselerdi. (Lût:) 'Ey kavmim' dedi, 'îşte kızlarım. Sizin için Onlar daha te­mizdir. Artık Allah 'tan korkun* beni misafirlerimin içinde küçük düşürmeyin. İçinizde aklı başında bir adam da yok mu sizin?' Dediler: 'And olsun senin de bildiğin veçhile bizim senin kızlarınla hiçbir hakkımız yoktur. Sen bizim ne di­lediğimizi elbette bilirsin'. (Lût:) '(Âh)1 dedi, 'Sizeyetecek bir kuvvetim olsaydı yâhud sarp bir kafaya sığınabilseydim.1 (Elçi melekler:) 'Yâ Lût, emînol, biz Rabb 'm elçileriyiz. Onlar sana kat 'iyyen dokunamazlar. Sen hemen gecenin bir kısmında ailenle yürü. içinizden hiçbiri geri kalmasın. Yalnız karın müstesna. Çünkü onlara isabet edecek azâb, hiç şübhesiz ona da çarpacaktır. Onlara va 'd olunan helak zamanı sabah vaktidir. Sabah vakti de yakın değil mi?1 dediler. Vaktâ ki azâb emrimiz geldi, o memleketin üstünü altına getirdik ve tepelerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık ki, onlar Rabb 'inin katında hep damgalanmalardı. Onlar zâlimlerden uzak değildir" (Hûd: 77-83).

[81] Bu âyetin okunuşunun burada da getirilmesi el-Kamer Sûresi'nde Lût kavmi kıs­sasının özeti bulunduğundandir:

"Lût kavmi korkutanları yalan saydılar. Biz onlara taş yağdıran gönder­dik. Lût'un ailesi müstesna. Onları bir seher vakti kurtardık. Tarafımızden bit nVmet olarak. İşte şükredenleri biz böyle mükâfatlandırırız. And olsun ki, Lûı onlara kendilerini azâbla yakalayacağımızı da haber vermişti. Fakat onlar bu korkutmaları şübhe ile tekzîb ettiler. And olsun ki, onlar misafirlerine bile kö­tülük yapmayı kasdetmişlerdi. Biz de gözlerini silme kör ediverdik. İşte azabım* ve tehdîdlerimi tadın, dedik. And olsun ki onlara bir sabah yakalarını asla bı­rakmayacak olan bir azâb baskın yaptı. İşte tadın benim azabımı ve tehdîdlerl mi. And olsun ki biz Kur'ân 'ı düşünmek için kolaylaştırmışadır. O hâlde vaı mı düşünen?" (el-Kamer: 33-40).

[82] Buhâri bu başlıkta da el-Hıcr memleketini kısaca anlattıktan sonra bu kelime­nin çeşitli ma'nâlanni, geçtiği âyetleri ve kullanıldığı yerleri işaret etmektedir. el-Hıcr, Medine ile Şâm arasında ve Arabistan'ın kuzeybatısında bir vâdî-nin adıdır. Burası Salih Peygamber'in kavmi olan Semûd'uh merkezi idi. Arab tarihçileri ittifakla Semûd kavmi Âd'ın bakaayâsidır, bundan ötürü İkinci Âd diye anılır. Birincisi ise asıl Âd'dır. Yine ittifakla Salih Peygamber, İbrahim'­den evveldir. Bundan dolayı Şârih Keşinin Feyzu '!-Bârî'de Salih babını İbrahim kıssasından sonraya bıraktığı için Buhârî'yi fena tertîb etmekle ittihâm etmiştir. Semûd Medeniyeti'nin eserleri bu Hıcr'ın etrafındadır. Semûd kavminin medeniyeti ve Salih Peygamber'le olan maceraları ve helak edilişleri eş-Şuarâ: "145-159 ile en-Neml: 45-54. âyetlerinde de anlatılmaktadır.

[83] Burada arka arkaya gelen üç hadîsin, diğer rivayet ve mutâbaaların başlığa uy­gunlukları açıktır. Allah Semûd kavmini orada helak ettiği için Peygamber bu uğursuz diyarın kuyusunun suyundan içilmemesini, su alınmamasını emretmiştir.

[84] Bu hadîslerin de başlığa uygunlukları açıktır. Buhârî bunu Namaz Kitabı, "Hasf (yânî insanların yere batırıldığı) mevkilerinde namaz bâbf'nda da getirmişti. Müs­lim de Zühd ve Rakaaik'ta ayrı bir bâb başlığı hâlinde getirmiştir.

Hadîsin son fıkrası şu âyetin lafzını hatırlatmaktadır: "Siz (Âd ve Semûd kavimleri gibi) nefislerine zulmedenlerin diyarlarında da yerleştiniz. Onlara ne­ler yaptığımız sizin için apaçık meydana çıka. Size (bu hususta) birçok misâller de gösterdik" (İbrahim: 45).

[85] Bu başlık üç bâb önce de zikredilmişti. Bu sebeble birçok nüshalarda bu başlık bulunmuyor. Hadîsin Jsaşlığa uygunluğu, Ya'kûb Peygamber'in, ölümü sırasında yaptığı vasiyette Yûsuf'un da dâhil bulunması yönündendir (Aynî).

[86] Hadîs, sened ve metin farkiyle daha önce de geçmişti. Buradaki başlığa uygun­luğu açıktır: Bu hadîs, Yûsuf'un nesebinin üç batında İbrâhîm'e ulaştığını ve bundan dolayı nesebce asaletini ifâde eder.

"Yüce Allah'ın 'en güzel beyân' diye vasıflandırdığı Yûsuf kıssası Kur*-ân'ın başlı basma bir sûresinde bildirilmiştir. Yûsuf'a kardeşleri tarafından sû'-ikasd ile başlayan bu menkıbe, Yûsuf'un kurtulması, Mısır saraylarında kölelik hayâtı, beşer güzelliğinin bir senbolü olan Yûsuf'un güzelliğine Mısır vezirinin karısının alâkası, en yüksek Mısır kadınlarının hayranlığı, Yûsuf'un bu çılgınca taarruzlara semavî bir te'yîd ile mukaavemeti, en sonra kadın ihtirâslarıyle mah-beslere atılması ve bütün bu elem verici vakıalarla karşılaştığı zamanlarda son­suz tir ayrılık acısıyle gözyaşları döken Ya'kûb Peygamber'e körlük gelmesi. Bütün bu maceralar Yûsuf kıssasının çok acıklı birer idbâr safhalarıdır. Yedi sene devam eden zindan hayâtından sonra ilâhî bir mu'cize olarak Yûsuf'un be-râeti ve zindandan kurtulmasıyle de ikbâl devri başlar: Yûsuf'un vezirliği, kar­deşleriyle, babasıyle buluşması, hâlâ aşk ve ihtiras ile yanan Züleyhâ ile evlenmesi gibi vakıalar birbirini ta'kîb eder.

Yûsuf Sûresi'nde bu vakıalar bir taraftan en durgun hisleri heyecana vere­cek derecede edebî bir uslûb ile tasvîr edilirken, bir taraftan da Peygamber kud­ret ve hayâtının beşerî ihtirasları yenmesi, şehvetli kadın hamlelerine, saray sefâhetlerine galebe etmesi, neticede Yûsuf'un sabrı, metaneti, siyâseti, ailesine hattâ düşmanlarına^karşı muaşereti (iyi geçinmesi) ayrı ayrı birer levha hâlinde gösterilmiştir. Bunların en önce Yûsuf'a bir ru'yâ ile gösterilmiş olması da Yû­suf kıssasının şaheser bir özetlemesidir" (Kâmil Mîrâs, Tecrîd Ter., IX, 163-164).

[87] Bu, yukarıki hadîsin başka bir tarîkidir.

[88] Bu hadîs, Namaz Kitabı, "İnsanlar imâmın tekbîrini işittikleri zaman babı" ile onu ta'kîb eden bâbda daha geniş bir metinle geçmişti.

[89] Kalblerindekinin aksini açıklamakta ısrar etmeleri yönünden onlara benzetmiş­tir. Bilindiği üzere Zuleyhâ, hakikatte Yûsuf'a olan aşkının ma'ziretini Mısır'ın büyük kadınlarına göstermek istediği hâlde, onlara ziyafet çekip kendilerine son derecede ikram ve in'âmda bulunmuştu. Hakîkî maksadı onlara ziyafet değil, bunu vesîle ederek Yûsuf'u onlara gösterip âşıklıktaki özrünü isbât etmek idi. Mü'minlerin anası Âişe'nin de hakîkî maksadı, babasını insanların nefret ve uğur­suz saymalarından korumak olduğu hâlde, bundan hiç bahsetmeyip, yalnız yufka yürekli olduğu için kıraati cemâate işittiremeyeceğinden bahsediyordu. Maksa­da ulaşmak için ziyâde ısrarda da Zuleyhâ'ya benzediğinden, buradaki benzet­me daha kuvvetli düşmüştür (Ahmed Naîm).

[90] Başlığa uygunluğu "Yûsuf'un kıtlık yılları gibi" sözündedir. Bu isnâd, ayniyle ve bu nizâm üzere birkaç defalar geçti. Bu hadîs de Namaz Kitabı, "Secde eder­ken tekbîr getirerek eğilir bâbı"nda geçmiş ve açıklamalar orada verilmişti (Aynî).

[91] Peygamber (S) Yûsuf kıssasının şu fıkrasını kasdetmiştir: "Hükümdar: 'Onu (yânî Yûsuf'u) bana getirin!9 dedi. Bunun üzerine ona elçi gelince: 'Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru neydi, kendisine sor. Şübhe yok ki be­nim Rabb 'im onların fendlerini hakkıyle bilicidir' dedi" (Yûsuf: 50). Yânî Yû­suf hemen tahliyeyi kabul etmeyip, ancak muhakeme ile berâetim tahakkuk ettikten sonra çıkabilirim, demişti. Peygamberimiz: Ben Yûsuf gibi yedi sene hapis yattıktan sonra kurtuluşum emrolunsa, beklemez hemen çıkardım; öyle tahkikat yürütülmesine ta'lîk etmezdim, buyurmuştur.

[92] Hadîsin başlığa uygunluğu, Âişe'nin "Benim meselimle sizin meseliniz, Ya'­kûb Peygamber ile oğullarının meseli gibidir" sözünden alınır. Çünkü bunda Yûsuf da vardır. Hadîs burada kısadır. Bu, daha geniş olarak Şehâdet Kitâbı'-nda Ifk hadîsi adiyle uzun bir metinle geçti. en-Nûr Sûresi'nin tefsirinde de ge­lecektir.

Buhâri Ifk hadîsini Sahîh'inin birçok yerinde; Magâzî, Tefsir, îmân, Nu-zur, İ'tisâm, Cihâd, Teyhîd Kitâbları'nda getirmiştir.

Mü'minlerin anası Âişe'nin berâetini ve ismetini beyân ve i'Iân olmak üze­re indirilen âyetler, en-Nûr Sûresi'nin onbirinci âyetinden i'tibâren on âyettir:

' 'O uydurma haberi getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şerr sanmayın. Bil'akis o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günâh vardır. Onlardan günâhın büyüğünü üzerine alan o adam, işte en büyük azâb onundur. Onu işittiğiniz vakit erkek mü 'minlerte kadın mü 'minlerin, kendi vic­danları önünde iyi bir zannda bulunup da: Bu apaçık bir iftiradır! demeleri lâ­zım değil miydi? Buna karşı dört şâhid getirmeli değil miydiler? Madem ki onlar bu şâhidleri getiremediler, o hâlde onlar Allah indinde yalancıların tâ kendileri­dirler. Eğer dünyâda ve âhirette A ilah Un fazl ve rahmeti üstünüzde olmasaydı, içine daldığınız bu yaygaradan dolayı sizi herhalde büyük bir azâb çarpardı... "

[93] Hadîsin başlığa uygunluğu, bu âyetin Yûsuf Sûresi'nde vâki' olması ve Yûsuf'­un "Senden evvel kendilerine vahyeder olduğumuz erkeklerden başkasını biz peygamber göndermedik... " (Yûsuf: 109, en-Nahl: 43) kelâmının umumiyetine gir­mesi ve ye'sten sonra Allah tarafından yardım gelinceye kadar bu uzun müddet hapiste kalmasıdır. Çünkü o, kurtulacağını ümîd ettiği gence, kıssasını, haksız­ca hapsolunduğunu hatırlamasını emretmişti. (D da Yûsuf'u yedi yıl sonra ha­tırladı. Bunun benzeri durumda devamlı bir surette ye's hâsıl olur (Ibn Hacer).

[94] Buharı, âdeti üzere bu kelimelerin açıklamasını vermektedir.

[95] Bu hadîs, yakında 16. bâbda geçmişti.

[96] Başlıktaki âyetin devamı şöyledir: "Bunun üzerine biz de onu kabul ettik, kendi­sini gamdan selâmete erdirdik. İşte biz îmân edenleri böyle kurtarırız" (el-Enbiyâ: 84).

Buhârî, tefsîrini verdiği "Urkud" kelimesi ile Eyyûb'un Sâd Sûresİ'ndeki kıssasına işaret etmiş oluyor. Bu da şöyledir:

"Kulumuz Eyyûb'u da an. Hani o, RabbHne şöyle nida etmişti: 'Hakikat, şeytân beni yorgunluğa ve azaba (hastalığa) uğrattı'. Ayağınla vur (yere dedik). İşte hem yıkanacak, hem içecek soğuk su. Ona hem ehlini, hem onlarla beraber bir mislini, bizden bir rahmet ve temiz akıl sahihleri için de bir ibret olmak üze­re bağışladık. Eline bir demet sap al da onunla vur. Yemininde durmazhk etme, dedik. Biz onu hakîkaten sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu! Hakikat o dâima Allah'a dönen bir zât idi" (Sâd: 41-44).

Hasen Basrî'den gelen bir rivayete göre Eyyûb, hastalığında karısı tarafın­dan ihmâl edilince, ona: Eğer Allah beni şu hastalıktan kurtarırsa sana yüz dey-nek vururum, diye yemîn etmişti, iyi olunca Allah ona yemininden bir kurtuluş yolu gösterdi. O da yüz sapı demet yapıp onunla karısına vurma emridir. Şer'î bir çâre olan bu ruhsat, yemînlerde, haddlerde "Eyyûb ruhsatı" diye anılıp bakî kalmıştır.

el-En'âm: 84. âyetinin delâleti veçhile ve meşhur olan rivayete göre Eyyûb, ibrâhîm Peygamber'in zürriyetindendir.

[97] Buhârî, Eyyûb Peygamber'e dâir bir hadîsi getirmiştir. Eyyûb Peygamber'e âid haberler Kur'ân'da, hadîsten daha çoktur. Çünkü Eyyûb, Kur'ân'ın dört sûre­sinde anılmıştır. en-Nisâ: 163, el-En'âm: 84, el-Enbiyâ: 83-84, Sâd: 41-44. Tev­rat'ın .bir sıfri de Eyyûb Peygamber'e ayrılmıştır.

[98] Mûsâ, Kur'ân'da hayât menkıbeleri en çok bildirilen büyük peygamberlerden biridir. Kur'ân'm onsekiz sûresinde kendisi; onbir yerinde de yaşça büyük kar­deşi Hârûn zikredilmiştir. Musa'nın hayât safhaları ve târihî vakıaları bu sûre­lerin bâzılarından şöyle özetlenebilir: Musa'nın doğumu, çocuğun bir mu'cize eseri olarak Fir'avn'm öldürmesinden korunması, bu hususta Fir'âvn'ın karısı Âsiye'nin müessir rolü ve yine bir mu'cize olarak Musa'nın sarayda ana kuca­ğında ve ana sütüyle büyütülmesi, gençlik çağına erdikten sonra Fir'avn ile kar­şılaşması, Musa'nın Mısır'dan kaçması, Medyen'de Şuayb Peygamber'le buluşması ve onun kızıyle evlenmesi, sonra Tûr Dağı'nda Allah'ın Musa'ya ilk kelâmı, asâ ve beyaz el mu'cizeleri, kardeşi Harun'un peygamberliği ve onun refâkatiyle Mısır'a dönüşü, Fir'avnları ve Mısırhlar'ı tevhîde da'veti, müşrikle­rin muhalefeti, Tûfân, çekirge, bit, kurbağa, kan mu'cizeleri, Fir'avn'm sihir­bazları, netice olarak Fir'avn'm ordusuyle suda boğulması.

Kur'ân'a göre Fir'avn'm helaki ve Musa'nın galebesiyle cihan târihinin ilk devri sona eriyor, orta devir başlıyor. Muhammed'in peygamberliği ve Kur'-ân'ın inmesiyle âhir zaman denilen son devir, yânî yeni çağlar başlıyor (Hakk Dî­ni, V, 3738).

Sonra Tîh.sahrasında İsrâîl oğullan'nın yarım asra yakın devam eden ma­ceraları, men ve selva yemeleri, Mûsâ'nm Tûr'da kırk gece süren ikaameti, Al­lah'ın Tûr'a tecellîsi ve Musa'nın bayılıp düşmesi, Tûr'dan nasihatleri, hükümleri ve haberleri ihtiva eden on levha ile dönüşü, Sâmirî fitnesi ile karşılaşması, yet­miş kişi-ile Tûr'a tevbe seferi...

Buhârî, Musa'ya âid babın başlığında bu târihî vakıaları bildiren âyetlerin birçoğunu nakledip tefsirlerine işaret etmiştir.

[99] "Fir'avn ailesinin mü'mini" diye tanınan bu zâtın Fir'avn'a ve Fir'avn ailesine karşı nutuklarını ve mücâdelesini Allah burada naklettiği için bu sûreye onun adına muzâf olarak "Mü'min Sûresi" denilmiştir. Bu mü'min kişinin nutku 29. âyetten 39. âyete kadar devam etmektedir:

"Ey kavmim, bugün bu yerde siz gâlib olmak üzere, mülk sizindir. Fakat Allah'ın hışmı bize gelip çatarsa bize kim yardım eder? Fir'avn: Ben sîze re'-yimden başkasını göstermem ve herhalde ben size reşâd yolunu gösteriyorum, dedi. O îmân etmiş olan zât da şunları söyledi: Ey kavmim, doğrusu ben size Ahzâb günleri gibi bir günden korkuyorum. Nûh kavminin, ÂdHn, Semûd"un ve daha sonrakilerin maceraları gibi ki, Allah kullarına bir zulüm istemez. Hem ey kavmim, hakîkaten ben size karşı o çağırışma gününden korkarım. {O gün hesâb yerini) arkanıza bırakarak (cehenneme) döneceğiniz gündür. O gün sizi A ilah 'tan hiçbir kurtarıcı yoktur. Allah kimi şaşırtırsa onun yolunu bir doğrul­tacak da yoktur. And olsun (Musa'dan) evvel Yûsuf da size apaçık kurbânlar getirmişti. O vakit de onun size getirdiği şeyler hakkında şübhe edip durmuştu­nuz- Hattâ o vefat edince de: Bundan sonra Allah asla bir peygamber gönder­mez, dediniz. İşte Allah, o haddi aşan şübhecileri böyle şaşırtır... Yine îmân eden zât şöyle dedi: Ey kavmim, siz bana uyun, size doğru yolu göstereceğim. Ey kavmim, bu dünyâ hayâtı ancak fânî bir eğlencedir. Ahiret ise, o, asıl duru­lacak yurdun tâ kendisidir" (d-Mü'min: 29-39).

[100] Başlığa uygunluğu hadîsin son kısmıdır. Bu hadîs, Vahy Kitâbı'nda geçen uzun hadîsin bir parçasıdır.

[101] Bundan sonra Musa'nın kıssası bu sûrenin 99. âyetine kadar devam ediyor. Mû sâ'nın Kur'ân'ın onsekiz sûresinde, büyük kardeşi Harun'un da onbir sûrede zikredildiğini bundan önce geçen bir haşiyede belirtmiştik. Musa'nın kıssası bu sûreler içinden bilhassa el-Bakara, el-A'râf, Yûnus, Tâhâ, eş-Şuarâ, el-Kasas Sûreleri'nde uzun metinler hâlinde verilir. Bunlar Kur'ân-ı Kerîm'in meallerin­den ve tefsir kitâblarından okunabilir; bilhassa Elma/t Tefsîri'nden.

[102] el-Fe'feu, ve'İ-Fe'fâu, selsâl vezninde, konuşma sırasında fâ harfini çok söyle­yen pepe kimseye denir, yânî ıztırârî olarak fâ ile tekellüme lisânı çok mail olur ki, iki harfte bir lisânı fâ harfine çalınır...

el-Fe'fee, zelzele vezninde tekellüme fâ harfini çok söylemek üzere pepeyî olmak ma'nâsınadir...

et-Temteme, pepeyîlikten bir çeşittir ki, kelâmı tâ ve mim harflerini redde­derek söylemekten ibarettir; bir görüşe göre dilini söylerken üst damağına çala­rak söylemekten ibarettir.

et-Temtâm, selsâl vezninde, lisânında temteme olan adama denir, müen-nesi Temtâme'dİT... (Kaamûs Ter.).

[103] Buhârî burada Mûsâ kıssasını anlatan Tâhâ ve diğer sûre âyetlerine işaret edip bunlardaki bâzı kelimelerin tefsîrlerini vermektedir.

[104] Birçok defalar geçmiş olan bu uzun İsrâ hadîsinin bu parçasının burada zikre­dilme sebebi, beşinci semâda Harun'un bulunduğunun zikredilmesidir. Harun'un zikri hususundaki Sâbit'in mutâbaasını Müslim; Abbâs'ın mutâbaasını da Bu­hârî senedli olarak rivayet etmiştir.

[105] Bu başlıktaki Tâhâ: 9 âyeti bundan önceki bâbda geçmişti. en-Nisâ: 164î âyeti, insanlık târihinde, Kur'ân'da isimleri zikredilmeyen birçok peygamberler bu­lunduğunu bildirir.

[106] Hadîsin başlığa uygunluğu "Musa'yı gördüm" sözündedir. Bu hadîsi Müslim, îmân Kitâbı'nda getirmiştir. Müslim Ter., I, 250 (266-"165").

[107] Buhârî bu hadîsi '' Yûnus da şübhesiz gönderilen peygamberlerdendi'' (es-Sâf fât: 139) unvanlı 37. bâbda, Tefsîr'de, Tevhîd'de getirdi. Müslim de Ehâdîsu'l-Enbiyâ'da getirmiştir.

[108] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah o gün Musa'yı kurtardı" sözündedir. Bu ha­dîs Oruç Kitâbı'nda da geçmişti.

[109] Buhârî bu başlıkta Mûsâ kıssasının bulunduğu bâzı sûrelerin âyetlerine işaret edip, bunlardaki bâzı kelime ve ta'bîrlerin tefsirlerini getirmiştir. Bu başlıktaki son ta'bîri getirmekle de Mûsâ kıssasının el-A'râf Sûresi'nde 171. âyete kadar devam ettiğini işaret etmiş oluyor. Mûsâ kıssasına bu sûrenin "Sonra o pey­gamberlerin ardından Mûsâ 'yi âyetlerimizle Fir 'avn 'a ve onun cemiyetine gön­derdik de zulmettiler. Bak ki, o fesâdçüarın sonu nice oldu" mealindeki 103. âyet ile başlamıştı. Bu sûrede Mûsâ kıssası cidden geniş anlatılmıştır.

[110] Başlığa uygunluğu "Ben Mûsâ ile karşılaşırım..." sözündedir. Bu daha önce "İşhâs"da uzun bir metinle geçmişti, ileride de gelecektir

[111] Bu hadîs de bu Peygamberler Kitâbı'nın evvelinde geçmişti.

[112] Arab şiddetli pişmanlığını "Sukıta fî yedihî" ile ifâde eder. Çünkü öyle pişmanlık zamanında ellerini ısırıp sonra dizlerine vurur. Bu suretle elleri düşmüş olur (Beydâvî).

Buhârî bu başlıkta şu âyetlere işaret etmiş ve bunlardaki bâzı kelimeleri açık­lamıştır:

' 'Mûsâ: 'Ey Fir 'avn' dedi, 'Ben hiç şübhesiz ki, Âlemlerin Rabbi katından gönderümiş bir peygamberim. Allah 'a karşı haktan başkasını söylememekliğim (üzerime) borçtur. Size Rabbinizden açık bir alâmetle gelmişimdir. Artık İsrâîl oğullarım benimle beraber gönder..." (el-A'râf: 104-105).

' 'Fİr 'avn ve tabileri: 'Bizi büyülemek için her ne mu 'cize getirsen sana îmân ediciler değiliz' dediler. Bunun üzerine biz de ayrı ayrı mu 'cizeler olmak üzere başlarına tûfân, çekirge, haşerât, kurbağalar ve kan gönderdik. Böyle iken yine (îmân etmekten) büyüktendiler. Onlar öyle günahkârlar güruhu idiler" (el-A'râf: 132-133).

"Musa'nın (Tûr'a gitmesi) arkasından kavmi zînet takımlarından bir bu­zağı heykeli edindiler ki, onun bir böğürmesi de vardı. Onun kendileriyle ko­nuşmayacağını, onlara bir yol da gösteremeyeceğini görmediler mi ki ona tutundular, kendilerine yazık ediciler oldular. Vaktâ ki (buzağıya tapmaktan) çok pişman oldular ve kendilerinin muhakkak saptıklarını gördüler: Eğer Rabb '-imiz bize acımaz, bizi bağışlamazsa herhalde en büyük ziyana uğrayanlardan olacağız, dediler" (el-A'râf: 148-149).

[113] Allah bu Hızır'la Mûsâ kıssasını el-Kehf: 60-82. âyetlerinde anlatmıştır. Hadîs, bu âyetlerle birlikte okununca kıssa daha açık olarak anlaşılır. Bunda ilim tah­sili için uzak mesafelere kadar sefer etmenin faziletine istidlal edilmiştir... Bu hadîs, tlim Kitâbi'nda da geçmişti.

[114] İbn Abbâs bu uzun hadîsle, bunun ma'rûf Hz. Mûsâ olduğunu, Rasûlullah'tan naklen anlatmıştır. Ve hakikatte fcur'ân'da zikrolunan Musa'dan diğer bir Mû­sâ anlaşılamaz...

Bu kıssanın sebebi, bir rivayette şöyle nakledilmiştir: Mûsâ Rabb'ine suâl edip:

  Yâ Rabb, kullarının sana en sevgilisi hangisidir? demiş.

  Beni zikreden ve unutmayan, buyurulmuş. Mûsâ:

  En hâkim kulun hangisi? demiş. 

— Belki bir kelimeye rastgelirim de bir hidâyete delâlet eder veya bir felâ­ketten kurtarır diye insanların ilmini araştırmakla kendi ilmine ekleyen, buyu­rulmuş.

Bunun üzerine Mûsâ:

  Kullarından benden daha âlimi varsa bana göster, demiş.

  Var, buyurulmuş.

  O hâlde onu nerede arayayım? demiş.

— İki denizin birleştiği yerde, kayanın yanında balığı kaybedeceğin yerde... diye ta'rîf buyurulmuş (Hakk Dîni, IV, 3256-3257).

[115] Bu, İbn Abbâs hadîsi hakkında diğer bir tarîktir. Bu hadîs de İlim Kitabı, "Âli­me birşey sorulduğu zaman müstehâb olan şey ... bâbı"nda geçmişti.

[116] Hadîsin başlığa uygunluğu, İçinde Hızır'ın zikredilmiş olması yönündendir. Bu hadîste bu zâtın ismi noktalı hâ'nın fethâsı ve dâd'ın kesresiyle gelmiştir. Hâ'-nın kesri ve dâd'ın sükûnu ile_de zabtedilmiştir. Lügatte şöyle deniliyor:

Hadır, kebid vezninde, bâ'nın kesriyledir ve Kıbd veznindeki bâ'nın sükû-nuyledir. Ebû'l-Abbâs en-Nebî aleyhi's-selâm hazretleridir. Şârih der ki, İsmi Ahmed yâhud Bilyâ idi, yürüme ve oturma eylediği mahaller yeşil ve çemenzâr oluverdiği için "Hadır" ile lakablandınldı. Muhakkiklerin çoğu hâle zinde ol masına câzimdirler, alâmeti tesbîh parmağı orta parmağıyle beraberdir (Kaa-mûs Ter.).

[117] Bu Ebû Zerr rivayetinde böyle unvansız olarak gelmiş bir bâbdır. Bunun benzeri çok kerreler geçti. Bu, önceki bâbdan fasıl gibidir.

[118] Başlığa uygunluğu, İsrâîl oğulları'nın peygamberleri Mûsâ hakkındaki hüküm­leri yönünden alınabilir. Hadîsteki vak'a şu âyetlerle de bildirilmiştir: "Hani: Şu kasabaya girip dilediğiniz yerde istediğinizi bol bol yiyin, kapısından secde ede­rek girin ve hıtta deyin, kusurlarınızı örtelim, iyilik edenleri ise daha artıraca­ğız, demiştik. Zulmedenler sözü kendilerine söylenenden başkasına çevirmişlerdi, biz de o zâlimlerin üstüne gökten -ettikleri fışkın karşılığı olmak üzere- murdar bir azâb indirmiştik" (el-Bakara: 58-59);

"O zaman onlara: Şu şehirde yerlesin. Onun dilediğiniz yerinden yiyin. Hıtta deyin. Kapısından hepiniz secde edici olarak girin ki, suçlarınızı mağfiret ede­lim. İyi hareket edenlere ileride daha fazlasıyle vereceğiz, denilmişti. Fakat içle­rinden o zulmedenler, sözü kendilerine söylenenden başka bir şekle koydu. Biz de üstlerine, zulmeder oldukları için, gökten murdar bir azâb indirdik " (el-A'râf: 161-162).

[119] Buhârî bu hadîsi bâzı farklarla Gusl'de ve Tefsîr'de de getirmiştir

[120] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah Musa'ya rahmet etsin... " sözlerindedir. Bu-hârî bunu Cihâd Kitabı, "Peygamber kalbleri alıştırılanlara atıyye veriyordu' babı"nda da getirmişti.

[121] Buhârî başlıktaki âyetlerle Mûsâ kıssasının geçtiği bu sûrelere işaret etmiş, bu arada bâzı kelimelerin tefsîrlerini de vermiştir

[122] Nevevî: Peygamberlerin çobanhğındaki hikmet nefislerine, alçakgönüllülük al­maları, kalblerini halvetle vasıflamaları ve davar gütme siyâsetinden ümmetle­rini idare siyâsetine geçmeleridir, demiştir. Bu kabilden bâzı açıklamalar İcâre Kitâbı'nın evvellerinde geçmişti (Aynî).

[123] Bu başlıkta Isrâîl oğullan'nın Bakara kıssası âyetleri yazılmıştır. İsrâîl oğulla-n'nın işbu Bakara kıssası, yalnız bu sûrede zikredilmiş olduğundan, sûrenin bu­nunla isimlendirilmesine sebeb olmuştur ki, bu isimlendirmede Bakara kıssasının ehemmiyetine husûsî bir tenbîh vardır. Bu ehemmiyetin güzel bir açıklamasını Hakk Dîni tefsirinden oku; I, 381-382.

Buhârî, âdeti üzere bu âyetlerdeki bâzı kelimelerin tefsirlerini de vermiştir.

[124] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Hz. Musa'nın Mukaddes Arz'a girmesi mü­yesser olmayınca, hadîste bildirildiği gibi bir taş atımı mesafeye kadar kendisi­nin oraya yakın bir yerde vefatını ve ileride Mukaddes Arz'a nakl için kabrinin açılmasına lüzum görülmemek üzere, o yakın mahalle gömülmesini Allah'tan niyaz etmiştir. Fakat hadîste Musa'nın nerede vefat ettiği ve kabrinin nerede olduğu açıkça bildirilmemiştir. Rasûlullah'ın "Sîzlere gösterirdim" buyurma­sı, Mi'râc yolculuğunda Musa'yı kabrinde namaz kılarken görmüştü; bundan dolayı kabri biliyordu... Şârih Aynî, Mûsâ'nm kabrinin nerede bulunduğu hak­kındaki görüşleri toplayıp özetlemiştir. Bu hadîs Cenazeler Kitâbı'nda da geçmişti.

[125] Râvî Abdurrazzâk'tan gelen bu İsnâd Peygamber'e ulaşmıştır. Yukarıdaki ha­dîs Peygamber'e ulaştırılmamış gibi görülmekte ise de, bu ikinci isnâd ile me­tindeki bu şübhe giderilmiş oluyor.

[126] Hadîs başlığın ikinci cüz'üne uygundur ki, o da vefatından sonrasının zikri idi. Hadîs, Husûmetler'de "Işhâs (yânî mahkemeye zorla getirilme) hakkında zik-rolunan şeyler bâbı"nda geçmişti.

[127] Bu da başlığın İkinci cüz'üne uygundur. Bu hadîsten maksad, Âdem'in Mûsâ lehine Allah'ın onu seçmiş olduğuna şehâdet etmesidir. Buhârî bunu Tevhîd'-de, Müslim de Kader'de getirmiştir.

[128] Buhârî bunu burada çok kısaltılmış olarak getirdi. Tıbb'da ve Rikaak'ta uzun metin ile getirmiş; Müslim de Imân'da rivayet farklarıyle getirmiştir.

[129] Buhârî, Meryem işini içine alan âyeti ancak Meryem'in Asiye ile beraber zikre­dilmiş olduğu için zikretmiştir. Yoksa maksadı yalnız Âsiye'yi zikretmektir.

[130] Âsiye, Musa'nın hayât sebebidir. Musa'ya en büyük hizmetlerde bulunan ve nihayet îmân eden yüksek iradeli bir kadındır. Âsiye'nin Musa'ya büyük hiz­metine Kur'ân'da şöyle temas edilmiştir:                                                      

"Andolsun ki, biz sana diğer bir zamanda anana vahyolunacak şeyi vah-yettiğimiz vakitte de lütfetmiş ve kendisine: 'Onu tâbuta koy da denize at ki deniz onu kıyıya bıraksın, onu, benim de, kendisinin de düşmanı olan biri alacak' diye (emreylemiştik). Sana karşı (ey Mûsâ) gözümün önünde yetiştirilmen için kendimden bir sevgi de bırakmıştım. Hani kızkardeşin gidip şöyle diyordu: 'Ona bakacak bir kimse (te'mîn etmek üzere) size delâlette bulunayım mı?' Böylece seni tekrar anana verdik ki, gözü aydın olsun, tasalanmasın... " (Tâhâ: 37-40).

* 'Mûsâ 'nın anasına: Onu emzir, sana ona âid bir tehlike gelince kendisini denize bırak, (boğulacağından) korkma, (ayrılığından) kederlenme. Çünkü biz onu yine sana geri döndüreceğiz. Hem onu peygamberlerden biri yapacağız, di ye vahyettik. Bunun üzerine Fir'avnyın adamları onu yitik olarak aldılar. Çün­kü o, akıbeti kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı. Çünkü Fir'avn da, Hâmân da, bunların orduları da suçlu insanlardı. Fir'avn'ın karısı: Benim için de, senin için de bir gözbebeği! Onu öldürmeyin. Olur ki bizefâidesi dokunur, yâhud onu bir evlâd ediniriz, dedi. Hâlbuki onlar işin farkında değillerdi" (el-Kasas: 7-9).

Bu suretle Musa'nın hayâtım kurtaran Âsiye, ileride ona îmân etmekle Mû-sâ'nın hayâtı ve dîni uğrunda kendi hayâtını feda etmiştir. Rivayete göre Âsiye, hadîsteki "Evyap... "duasını Fir'avn'ın işkenceleri sırasında söylemiş ve şehîd olmuştur. Duası ânında kabul olunup cennetteki evi kendisine gösterilmekle, güle güle hayâtından ayrılmıştır. Bu suretle Âsiye, kadınlık âleminin zirvelerine yükselen iki kadından biri olmuştur»

[131] Buhârî bu başlıkta Kaarûn hakkında yalnız bu âyetler ve bunlardaki bâzı keli­me ve ta'bîrlerin tefsirlerinden başka birşey getirmemiştir. Bu başlık ile bundan sonraki başlık, Buhârî nüshalarından el-Müstemlî ile el-Kuşmeyhenî rivayetin­de sabittir.

Fir'avn, siyâsî zulüm ve istibdâdda alem olduğu gibi, Kaarûn da mâlî istib-dâd ve ihtikârda alemdir. Bu suretle Kaarûn kıssası muhtekir bir kapitalist kıs-sasıdır. Musa'nın kavminden idi, yânî İsrâîl oğullan'ndan ve Musa'nın akrabasın­dan idi, derken onlara karşı bağ etti, İhtikâr yaptı, zekâtını vermedi, Musa'ya isyan etti (Hakk Dîni, V, 3755).

Bu isim Kur'ân'da bundan başka iki yerde daha geçer: "Kaarûn'u, Fir'­avn % Hâmân yı da helak ettik. And olsun ki, Mûsâ daha evvel kendilerine apa­çık burhanlar getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki azabın önüne geçebilecek de değillerdi. İşte biz onların herbirini günâhı yüzün­den yakaladık..." (el-Ankebût: 39-40).

"And olsun ki, biz Musa'yı mucizelerimizle ve apaçık bir hüccetle Fir'­avn % Hâmân ya ve Kaarûn 'a gönderdik de (ona) çok yalancı bir sihirbaz dediler" (eI-_Mü'min: 23-24).

İslâm Ansiklopedisi, c. VI, s. 371'de bu zât hakkında bir sahîfe kadar bil­giler toplanmış ve bundan bahseden kaynaklar gösterilmiştir.

[132] Buhârî bu başlıkta Şuayb Peygamber'le ilgili Hûd: 84-95. âyetlerine işaret et­miş ve bunlardaki bâzı kelimelerin tefsirlerini vermiştir.

Buhârî bunların sonunda da eş-Şuarâ: 176. âyetine de işaret etmiş:ki, bu­nunla Şuayb'm o sûredeki kıssasına işaret etmiş olmaktadır.

"Medyen, Hz. İbrahim'in evlâdından Medyen'in nesli bir kavim olup mer­kezleri Şap Denizi havâlisinde ve onun bina ettiği "Medyen" şehri imiş. Şuayb Peygamber de bu kavmin eşrafından Şuayb ibn Mekil ibn Yeşcür ibn Medyen'-dir. Ve kavmine güzel müracaatından dolayı "Hatîbetu 'l-Enbiyâ <= Peygamber­lerin Hatibi) lakabiyle ma'rûftur. Şuayb'm bu âyetlerdeki nutku dolayısıyle Ra-sûlullah onu bu lakabla lakablandırmıştır. el-Kasas Sûresi'nde geleceği üzere Mûsâ, Şuayb'e hizmet etmiş ve dâmâdı olmuştu. Şuayb'İn kıssalarına dikkat edilirse za­manımız medeniyetinin umûmî ahlâkına pek yakından temas eden noktalar gö­rülür. Şuayb de her peygamber gibi, nutkuna Tevhîd Emri ile başlıyor" (Hakk Dîni, IV, 2809).

eş-Şuarâ'daki kıssası şöyle devam ediyor:

' 'Eyke yaranı da gönderilen peygamberleri tekzîb etmişlerdir. O zaman ki Şuayb onlara şöyle dedi: 'Allah 'tan korkmaz mısınız? Şübhesiz ben size gönde­rilmiş emîn bir peygamberim. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım Alemlerin Rab-bi 'nden başkasına âid değil. Ölçeği tam ölçün, eksiltenlerden olmayın. Doğru terâzî ile tartın. İnsanların hakkından birşey kısmayın. Yeryüzünde fesâdçılar olarak bozgunculuk etmeyin. Sizi ve evvelki ümmetleri yaratandan korkun*. De­diler: 'Sen ancak fazla büyülenmişlerdensin. Sen bizim gibi bir beşerden başka­sı değilsin. Biz senin muhakkak yalancılardan olduğunu zannediyoruz. Eğer doğru söyleyenlerden İsen üstümüze gökten bir parça düşür \ (Şuayb) dedi: 'Ne yapıyorsanız Rabb 'im daha iyi bilicidir'. Hulâsa: Onu tekzîb ettiler de kendile­rini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Hakikat bu, o günün büyük azabı idi. Şübhesiz bunda mutlak bir âyet var. Fakat onların çoğu îmân ediciler değil­dir. Hakikat senin Rabb 'in; elbette O mutlak gâlibdir, çok merhamet edicidir'' (eş-Şuarâ: 176-191).

"Eyke" ağaçları sık ve birbirine girmiş ormanlığa denir. Şuayb'İn bu mın­tıkadaki ümmeti sık bir ormanlığa sâhib oldukları için Eyke sâhibleri denilmiş­tir. Eyke sâhibleri Medyen halkından başkasıdır, ve Şuayb, Eyke ahâlîsinden değildir. Bundan dolayı Şuayb'İn Medyenliler'e gönderildiğini ifâde eden âyet­te "Kardeşleri" denildiği hâlde, Eykeliler'den bahseden âyette kardeşlik kaydı bulunmamıştır.

[133] Buharı başlığın birinci kısmında es-Sâffât âyetlerine işaret etmiş ve bunlardaki bâzı kelimelerin tefsirlerini vermiştir. Biz âyetlerin tam meallerini yazdığımız için ayrıca tefsirlerin naklini gerekli görmedik.

Başlığın ikinci kısmında işaret edilen âyetleri de tam olarak verdik.

Yûnus Peygamber'in duası ile İlgili âyetler de şunlardır:

"O balık sahibini de hatırla. Hani o kavmine öfkelenmiş olarak gitmişti de- bizim kendisine hiçbir zaman sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken o, ka­ranlıklar içinde: Lâ ilahe illâ ente subhâneke inni küntü mine 'z-zâlimtn (= Sen­den başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Hakikat ben haksızlık edenlerden oldum) diye Allah 'a niyaz etmişti. Bunun üzerine biz de onu kabul ettik, kendisini gamdan selâmete erdirdik. İşte biz îmân edenleri böyle kurtarırız" (el-Enbiyâ: 87-88)

Yûnus Nineno (Ninova) şehri halkındandır. Eski Âsûr Devleti'nin merkezi olan bu şehrin kalabalık nüfûsunun ahlâkı bozulup puta taptıklarından, bunları ıs­lâh ve Tevhîd'e da'vet İçin Yûnus Peygamber bunlara gönderilmiş. Yûnus da'-vetinin başında başarı kazanamadığından üzülerek Tarsus taraflarına Allah'tan izin almaksızın kaçmıştı. Bir peygamber için bu, kusur idi. Yûnus oradan bir gemiye binerek denize açılmış ve müdhiş bir fırtına üzerine geminin yükünü ha­fifletmek için kur'a çekilip bir kısım eşyalar denize atılmış, bu arada Yûnus da atılmış ve bir balık tarafından yutulmuş. İşte oradaki duâsıyle tekrar sahile çı­karılmış ve ikinci kerre vazifesine dönmüş, bu sefer başarmıştır. Kavmi îmân etmiştir.

[134] Buhârî hadîsi burada iki tarîkten getirmiştir. Daha önce de geçmişti.

[135] İbn Abbâs'm "Peygamber Yûnus'u babası Mettâ'ya nisbet etti" demesi, "Pey­gamberlerden iki zât anasına nisbet olunmuştur; bunlar îsâ ibn Meryem ile Yû­nus ibn Mettâ'dır" diyenler bulunmasından dolayıdır ve bunları redd içindir, îmâm Buhârî'nin son râvîlerinden Firabrî: Mettâ, nübüvvet hanedanından sâ-lih bir kişi idi, demiştir.

  Musa'yı beşer üzerine tercîh ve ihtiyar eden Allah'a yemîn ederim kî, hayır! dedi.

[136] Bu hadîsteki' *Sûra üfürülmüş, artık Allah 'm diledikleri müstesna olmak üzere göklerde kim var, yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüştür. Sonra ona bir daha üfürülmüştür" ifâdesi, ez-Zumer Sûresi'nin 68. âyetinin birinci kısmına uygun düşmüştür. Âyetin devamı: ' 'O anda görürsün ki (ölüler dirilip) ayakta bakınıp duruyorlar" şeklindedir.

[137] Buhârî başlıkta zikrettiği âyetlerin bâzı kelimelerinin tefsirlerini de getirmişti, biz âyetlerin tercemelerini tam yazdığımız İçin ayrıca o tefsirleri belirtmeye ge­rek görmedik. Hâli ve halkının başına gelenlerin sorulması emredilen bu şehir, Medyen'le Tur arasında bulunan Eyle'dir ki, Kızıldeniz sâhilindedir. Medyen ve Taberiye diyenler de vardır. Bu sor emri, Peygamber'e huzurunda bulunan Yahûdî nesline sordurma emridir; bundan maksad onların gizledikleri bir vak'-ayı kendilerine bildirmektir (Şihâb).

[138] Buhârîbu başlıkta Dâvûd Peygamber'le ilgili bâzı âyetlere işaret edip, onlarda­ki birtakım kelimelerin tefsirlerini getirmiştir. Biz âyetlerin meallerini yazdık, kısmen de verilen tefsirleri naklettik. Mealleri yazarken Kur'ân'daki sırayı dik­kate alarak başlığın tercemesinde bâzı öne geçirme ve geriye almalar yaptık.

[139] Âyetler ve bu hadîs Davud'un bâzı üstünlüklerini İfâde etmektedir. Bunlar Da­vud'un güzel sesle Zebur'u okuması, bu güzel okuyuşa dağların ve kuşların bile icabet ve iştirak etmeleri. Bu gün bile halk dilinde güzel sesten kinaye olarak Dâvûdîses denilir. Diğer bir üstünlüğü, kuvvetidir. Allah'tan kendisini millet malından müstağni kılacak ve ailesini geçindirecek bir geçim yolu ihsan etmesi­ni istemiş, Allah da Davud'un eline demiri hamur yapacak bir kuvvet; bir san'-at kaabiliyeti vermiş; o da elinin emeği ile geçinmiştir.

[140] Hadîslerin başlığa uygunluğu açıktır. Bunlar Oruç Kitâbı'nda da geçmişti.

[141] hadîsle başlık birtek şeydir, ancak bunlarda bâzı şeyleri öne geçirme ve geriye bırakma vardır. Hadîs, Teheccüd Kitâbı'nda da geçmişti.

[142] B'uhârî bu başlıkta Dâvûd Peygamber'le ilgili olan Sâd: 17-20. âyetleri yazmış, bundan sonraki âyetler hakkında da onlardan bâzı kelime ve ta'bîrlerin tefsirle­rini vermekle yetinmiştir. Müteâkib âyetler şöyledir:

"Sana o dadacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvardan mescide tır­manmışlardı. O vakit Dâvûd7un karşısına girivermişlerdi de o, bunlardan telâ­şa düşmüştü. 'Korkma', dediler, 'Biz iki da 'vâcıyız. Birimiz ötekinin hakkına tecâvüz etti. Şimdi sen aramızda adaletle hükmet. Aşırı gitme. Bizi doğru yolun ortasına çıkar*, (içlerinden biri:) 'Şu benim birâderimdir. Onun doksan dokuz dişi koyunu var. Benim ise bir tek dişi koyunum var. Böyle iken onu bana ver dedi; mücâdelede beni yendi'. (Dâvûd) dedi: 'And olsun ki, o, senin dişi koyu­nunu kendi dişi koyunlarına katmak İstemesiyle sana zulmetmiştir. Gerçek mal­larını birbirine katıp karıştıran ortakların çoğu mutlakaa birbirlerine haksızlık eder. îmân edip de güzel güzel amellerde bulunanlar müstesna. Fakat bunlar da ne kadar azdır!' Dâvûd sandı ki, biz kendisine mutlakaa bir azâb (sû'ikasd) hazırladık. Bunun üzerine o, Rabb 'İnden setr ve himaye edilmesini istedi, rükû' ile yere kapanıp Allah'a döndü" (Sâd: 21-24).

[143] Hadîsin başlığa uygunluğu "Nuh'u ve onun zürriyetinden Davud'u..." sö-zündedir.   '

[144] Bu iki hadîsin arka arkaya zikredilme sebebi, bunların ikisi de Sâd Sûresi'ndeki sucûd zikrini içlerine almaları yönündendir. Peygamber, Davud'a uymak için ve Davud'un tevbesinin kabulüne şükr için secde etmiş oluyor.

[145] Buhârî, Süleyman Peygamber için açtığı bu bâb başlığında, mealleri verilen âyet­lere işaret etmiş, bunlardaki bâzı kelime ve ta'bîrlerin tefsirlerini vermiştir. Biz, işaret edilen âyetlerin meallerini tam yazdığımız için, Buhârî'nin İbn Abbâs'-tan, Mücâhid'den ve diğerlerinden naklettiği tefsîrleri ayrıca zikretmeyi gerekli görmedik. Süleyman Peygamber'le ilgili bu âyetlerin tefsîrleri Hakk Dîni Kur'-ân Dili'nden ve diğerlerinden okunabilir. Hasan Basrî Çantay da Kur'ân-ı Ha-kîm ve Meâl-i Kerîm'dt bunlara âid özet bilgiler vermiştir.

"Yemîn olsun biz Süleyman'ı bir de fitneye düşürdük ve tahtının üzerine bir cesed bıraktık" (Sâd: 34). Bu fitne hakkında da birtakım garibeler söylen­miştir. el-Bakara: 102'de işaret olunduğu üzere, anlaşılıyor ki Süleyman, Beytu'l-Makdis'i yaptırdığı sırada getirttiği san'atkârlar içinde sanayi' hilelerine vâkıf birtakım şeytânların kurdukları bir ihtilâl yüzünden bir müddet nüfuzunu zayi' etmiş yâhud tahtından ayrı düşmüş; bu suretle tahtında ya kendisi kuvvetsiz bir cesed hâlinde hükümsüz kalmış yâhud tahtı da işgal olunup, ona kırk gün ka­dar heykel gibi birisi oturtulmuştu. Mason târihlerinde mason cemiyetlerinin Süleyman aleyhi's-selâm aleyhine olan bu ihtilâl hareketlerini esâs edindikleri ve reisinin hâtırasına hürmet ettikleri söylenir. Bu fitne olduktan sonra, Süley­man, tevbe ile Allah'a sığınıp tekrar tahtına döndü... (Hakk Dîni, V, 4097).

[146] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Hadîsin sonundaki "Zebîne" kelimesi hak­kında lügatte şu bilgi verilmiştir: ez-Zebîne, zâ'nin kesriyle ins ve cinn taifesi­nin mütemerrid olanına denir. Ve yavuz ve şedîd şahsa, dâbıt ve serheng makûlesine denir. Şurtî ma'nâsma hâlâ sekbân-başı, bostancıbaşı, ases-başı, tüfenkçi-başı ve sairleri gibi; cem'i Zebaniye gelir. Zebaniye melekleri bu ma'-nâdandır, cehennem ehlini cehenneme def ettikleri için (Kaamûs Ter.).

[147] Bu hadîs Cihâd Kitabı, "Çocuk isteyen kimse bâbı"nda geçmişti.

[148] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sonra el-Mescidu'l-Aksâ" sözünden sezilebilir. Çün­kü bu mescidi bina eden Süleyman Peygamber'dir. Bu hadîs 40 rakamıyle ve küçük farkla geçmişti.

[149] Hadîsin birinci kısmında Rasûlullah, kendisine muhalefet eden müşrikleri ateşe düşen kelebeklere, kendisini de onları ateşten kurtarmaya çalışan kimseye ben­zetmiştir, ikinci kısımda baba oğul iki peygamberin bir hâdise hakkında birbi­rine aykırı ictihâd ve hükümleri bildirilmiştir. Bu hadîs Farâiz Kitâbı'nda da geçmiş ve orada da bâzı bilgiler verilmişti.

[150] Buharı, Lukmân için açtığı bu bâbda Lukmân Sûresi'nin yukanki âyetlerini zik­retmiştir. Kur'ân'da Lukmân adına ayrı bir sûre vardır ki, bunda Lukmân'ın kendi oğlunun şahsında bütün dünyâ gençliğine verdiği eskimez dîn ve ahlâk öğütleri vardır. Lukmân'ın nesebi İbn İshâk'a göre dördüncü batında Hz. Ib-râhîm'e vardır. Vâkıdî de Lukmân'ın Isrâîl oğulları kaadısı olduğunu, Eyle ve Medyen taraflarında oturduğunu ve Eyle'de öldüğünü bildirmiştir. îkrime'ye gö­re Lukmân bir peygamberdir. Hakîm olduğunda ise âlimlerin ittifakı vardır.

İslâm Ansiklopedisi, VII, 64-67'de altı sütün içinde genişçe bilgiler veril­mektedir.

[151] Hadîslerin Lukmân'la ilgisi ve münâsebeti ise gizli değildir.

[152] Eserlerin yazılması ve asıl bir numunede birçok şeyin sayılıp toplanmasına bir misâl gibi olan bu mesel, gerek üzerlerine kavil hakk olanlara inzâr ve gerek zikre uyanlara müjde vermek sadedinde Peygamber'e va'dedilen inkılâblarm mü­him bir misâlini vermektedir ki, buna bu i'tibârlâ Yâsîn'in kalbi denilse lâyık­tır. Yâni Nasrâniyetİn karşısında müşrik Romalılar nasıl söndüyse, İslâmiyet'in karşısında da öyle devletler düşecek, "Onu bütün dînlere gâlib kılmak için " sır­rı zahir olacaktır. Burada bu karye Antakya, "Murselûn" da isa'nın Havârî-ler'inden gönderilenler olduğu naklediliyor. O hâlde "Karye sâhİbleri", memleket sâhibleri ve zikrolunan kavim "Romalılar" olduğu anlaşılıyor. Bunun zahiri, bunların Allah tarafından peygamberlik verilmiş rasûller olduklarını iş'âr eder. Ebû Hayyân der ki: "Siz bizim gibi beşerden başkası değilsiniz" denilmiş ol­ması da buna delâlet eyler. Çünkü bu muhavere peygamberlere karşı olur. İbn Abbâs'm ve Ka'b'ın kavli de budur. Lâkin Katâde ve gayrıları: Bunlar Havârî ler'den olup îsâ Peygamber yükseltilmesi sırasında gönderdi, demişlerdir.

Bu suretle ı<Erselnâ( = Biz gönderdik)" buyurulması Hz. îsâ tarafından gön­derilmeleri de Allah'ın emriyle olduğundan dolayı olmuş oluyor. Bâzıları bu iki­sinin Yuhannâ ile Pavlus olduğunu "Feazzeznâ bi-sâlisin (= Üçüncüsü ile kuvvetlendirdik)"; bu üçüncüsünün de Şem'ûn es-Safâ olduğunu söylemişler­dir. Fakat beyânın asıl hedefi temsil olduğundan, bu suretle ifâde buyurulması, Muhammed'in risâletinin izzetini temsîlde sarîh denecek kadar bir işaretle gös­termek içindir. Yânî ikisinin bir üçüncü ile takviyesi Mûsâ ve îsâ Peygamberler'in sonradan Muhammed'in Peygamberliği ile "Öncekileri tasdik edici olarak" ta'zîz ve takviyesini temsil ediyor. Önce Mûsâ ve îsâ'yı göndermiştik, bunları tekzîb ettiler; sonra da Muhammed ile bunlara izzet ve kuvvet verdik, denilmiş gibi oluyor {Hakk Dîni, V, 4013-4016).

[153] Buhârî Meryem'e ayırdığı bu başlıkta Meryem Sûresi'nin baş tarafından onbeş âyete işaret etmiş, bunlardan bâzı kelimelerin tefsirlerini de vermiştir. Biz âyet­lerin meallerini verdiğimiz için, bu tefsirleri Özet olarak naklettik.

Meryem'in babası İmrân'dır; Davud'un oğlu Süleyman neslindendir. Ana­sının adı Hanne'dir. Hanne'nin kızkardeşi Işâ' da Zekeriyyâ Peygamber'in zev­cesi, Yahya Peygamber'in de anasıdir. Onun için Peygamber'imiz, Yahya ile isa'nın hısımlıklarına işaret ederek: "Bu iki peygamber teyze oğullandır" bu­yurmuştur.

Meryem'in babası İmrân henüz Meryem ana karnında iken vefat ettiğin­den, anası Hanne doğuracağı çocuğunu Beytu'l-Makdis'e hizmetçi yapacağını adamıştı. Bu sebeble Meryem, Beyti Makdis'in imâmı ve en yakın akrabası olan Zekeriyyâ Peygamber'e teslim edilmiş, o da Beyti Makdis'in -âyette mihrâb denilen- yüksekte bir hücresini Meryem'in ikaametine ayırmıştır, işte böyle kudsî bir makaamda ve yüce bir peygamberin beraberinde feyizlenip yetişen Meryem'in mu'cizelerle dolu hayâtı, bunu ta'kîb eden bâbdaki âyetlerde anlatılmaktadır.

[154] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü Yahya, Zekeriyyâ kıssası içinde zik redilmiştir. Bu, Meleklerin Zikri Bâbı'nda uzun bir metinle geçen mi'râc hadî­sinden bir parçadır, ileride Mi'râc bahsinde de gelecektir.

[155] Buhârîbu başlıkta da Meryem'le ilgili âyetlere işaret etmiştir. Biz bunların me­allerini verdik. Buhârî bâb başlığının sonunda "Ât" kelimesi hakkında İbn Ab-bâs'ın açıklamasını da vermiştir.

Âlu İmrân'a gelince: Peygamberler târihinde iki İmrân vardır: Birisi Mûsâ ve Harun'un babası olan İmrân'dır. Bunun da Meryem adında bir kızı vardır ki, Mûsâ ve Harun'un kızkardeşi ve ablaları oluyordu. Öbürüsü de Hz. îsâ'nin annesi Meryem'in babası olan îmrân'dır. Bu ikisi arasında binsekizyüz yıllık zaman farkı olduğu nakledilir. Şu hâlde imrân kızı Meryem ikidir: Birisi Mûsâ ile Harun'un kizkardeşi, diğeri de Hz. îsâ'nın anasıdır. Bu âyetteki Âlu İmrân ile murâd bunlardan hangisidir? Buhârî'nin bu âyeti Meryem ve îsâ kıssalarına âid bir başlıkta zikretmiş olması ve Kur'ân'da da Meryem ve îsâ kıssalarında sevkedümiş bulunmasından dolayı, bu Âlu İmrân'ın ikinci olması gerekir.

[156] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî bunu "İblîs'in sıfatı bâbı"nda da ge­tirmişti. Müslim de Fadâil'in sonunda getirmiştir.

[157] Bu, Allah tarafından meleklerin Meryem'e bunlarla hitâb ettiklerini ve Allah'­ın onlara bunu söylemelerini emrettiğini haber vermedir.

Ahmed ibnu'l-Mubârek der ki: Bu âyetin, Hz. Meryem'in peygamberliği­ne delâlet edip etmediğini Abdulazîz ed-Debbâğ'a sordum. Bu arada Musa'nın anası, Fir'avn'ın karısı Âsiye (Sâre, Hâcer, Havva) gibi kadınların da birer pey­gamber olup olmadığı hakkındaki kanâatini anlamak istedim. Çünkü âlimleri­mizden kimi bunların peygamber olduklarını, kimi olmadıklarım söylemiş; bâzıları Hz. Meryem'in peygamberliğinde icmâ' bulunduğunu beyân etmiş, sün­net ve cemâat ehlinin reîsi Şeyh Eş'arî gibi bâzıları da bu mes'elede duraklamış­tır. Evvelkiler dediler ki: Melek, peygamberden başkasına inmez. Âyet ise Hz. Meryem'e melek indiğini açıkça söylemektedir? Ümmî mürşidim Abdulazîz ed-Debbâğ bana şu cevâbı verdi:

Kadınlar asla peygamber olmamamıştır. Hz. Meryem sıddîktir. Peygam­berlik ile velilik Allah'ın nûr ve sırrına iştirak etseler de peygamberlik nuru ve­layet nuruna mübâyindir. Nübüvvet nuru aslîdir, zatîdir, hakîkîdir; asıl neş'etinde zât ile beraber yaratılmıştır. Bundan dolayıdır ki, peygamberler bütün hâllerin­de ma'sûmdurlar. Velayet nuru ise böyle değildir ilh... (el-îbriz; H.B. Çantay, Meâl-i Kerîm, I, 90).

[158] Hadîsin başlığa uygunlyğu "îmrân kızı Meryem" sözündedir.

[159] Bu başlıktaki âyetler, bundan önceki başlıkta da geçmişti. Ancak burada beş âyet daha artırılmıştır (45-49).

[160] Buharı bunun sonunda îbrâhîm en-Nahaî ile Mucâhid'den Mesih'in ma'nâsı hak­kında iki tefsir nakletmiştir ki, bu mühimdir. İbrâhîm "Mesîh"i "Sıddik" diye tefsîr etmiştir. Bu da îsâ'nın dâima hakkı tasdîk eder, dâima doğru hareket eder olduğunu gösterir. Mucâhid de "Kuh/"u "Hilm" ile tefsîr etmiştir ki, bu da-isa'nın vakaar ve sekîneti hâiz, halim selîm bir fıtratta oluşunu ifâde eder.

[161] Bu hadîs küçük bir lafız ve sened farkı ile 24. bâbda 84 rakamıyle de geçmişti. Ancak buradaki rivayette Ebû Hureyre'nin: "İmrân kızı Meryem asla deveye binmedi" sözü vardır. Buhârî bu hadîsi Meryem ve îsâ kıssasında bu fıkra mü­nâsebetiyle getirmiş gibidir.

[162] Buhârî bu başlıkta Hristiyan fırkalarının Hz. îsâ hakkındaki teslis akidesi gibi ifrâth inanışlarını reddeden bu âyetleri yazmıştır.

Teslis, Hristiyanhğın "Üç ilâh" akîdesidir ki, Allah, Mesîh, Meryem'dir. Tevhîd'in zıddıdır ve açık bir müşrikliktir. Sonra buna felsefî bir şekil vererek: Baba, Oğul, Rûhu'1-Kuds yâhud Üç Uknum diye te'vîl ile bir cevhere döndür­müşlerdir ki, bu da müevvel bir şirktir. Hrİstiyânların bu sapık inanıştan, Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. îsâ dilinden gayet belîğ bir uslûb ile reddedilmiştir: el-Mâide: 116-118. âyetler: "Allah: Ey Meryem oğlu îsâ, insanlara Allah'ı bırakıp da be­ni ve anamı iki tanrı edininiz diyen sen misin? dediği zaman, o şöyle söyledi; Seni tenzih ederim (yâ Rabb), hakkım olmadık bir sözü söylemekliğim bana ya­kışmaz...                                    .

Başjığın sonunda da açıklanan bu "Ruhun mm/m "ta'bîri hakkında Celâ-teyn haşiyesi Sâvî'de güzel bir açıklama vardır: el-Câsiye: 13. âyeti vesilesiyle de bu açıklama Elmalılı Muhammed Hanıdi, Hakk Dîni, V, 4313-4315 sahîfelerinde verilmiştir. Okunmaya değer ibretli bir açıklamadır.

[163] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîsi Müslim îmân Kitâbı'nda getirmiş­tir. Bu hadîsin bir benzeri Bed'u'I-Halk'ta Ebû Hureyre'den rivayet edilmiştir. Ebû Zerr'İn: "Lâ ilahe ille İlah diyen cennete girer; zina etse de, hırsızlık yapsa da... " şeklindeki hadîsi de bu ma'nâyı kuvvetlendirir.

Kurtubî şöyle demiştir: Bu hadîsten maksad, Hristiyanlar'dan îsâ ve anne­si hakkında vâki' olan dalâlet ve bozukluğa tenbîh etmektir (Aynî).

[164] Bu, tekrardır; iki bâb önce de geçmiştir denilemez. Çünkü bu bâb, îsâ kıssasını haber vermek için bağlanmıştır, geçen ise anası Meryem'in kıssasını haber ver­mek içindi (Kastallânî).

Buhârî bu bâbda îsâ Peygamber'in kıssasını anlatan Meryem: 16-40 âyet­lerine işaret etmiş, sonra da bu âyetlerde geçen bâzı kelimelere âid tefsirleri nak-letmiştir. Biz de bu tefsirleri aynen veya tercemeleriyle naklettik. Âyetlerin mealleri daha önce geçen Meryem kıssası başlığında tamamen verildiği için bu­rada tekrar yazılmalarını gerekli görmedik. Bu âyetlerde Meryem'in îsâ'ya ge­be kalma keyfiyeti, gebelik safhaları, doğum hâli, çocuğun halka hitâb edip konuşması ve mu'cİzeleri anlatılmaktadır.

[165] Hadîsin îsâ hakkındaki başlığa uygunluğu şu yönden alınabilir: Meryem kıssa­sında, îsâ'nın doğumundan dolayı kendisine taarruz vâki' olunca îsâ beşikte süt emen bir çocuk olduğu hâlde İnsanlarla konuşmuştur. Cureyc kıssasmdaki cariyenin zina çocuğu da, hürre kadının çocuğu da böyle süt emer hâlde konuş­muşlardır.

Cureyc ismini şâmil,olan bu hadîs Mezâlim'de, "Bir duvar yıktığı zaman ... bâbi"nda ve Namaz Kitâbı'nm sonlarında "Namazda anası çocuğunu çağır­dığı zaman bâbı"nda da geçmiş ve bâzı bilgiler oralarda verilmişti.

[166] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde Hz. isa'nın açıkça zikredilmiş olmasıdır. Bu, yakında \'Sana Musa'nın haberi geldi mi? bâbı"nda geçmişti

[167] Bu hadîslerin başlığa uygunlukları gizli değildir.

[168] Bu ve bundan sonraki de üst taraftaki Ebû Hureyre hadîsinin başka tarîkleridir.

[169] Bunun başlığa uygunluğu "Meryem oğlu isa'nın dediği gibi derim..." sözündedir. Bu hadîs de yakında "Allah İbrahim'i halîl edindi bâbı"nda geçmişti.

[170] Bu hadîs Buyu' Kitabı, "Domuzun Öldürülmesi bâbı"nda da geçmişti. Bu ha­dîste salîbin kırılması Hristiyanlığın iptalini; domuzun öldürülmesi ve cizyenin: kaldırılması da artık İslâm'dan başka bütün dîn sahihlerine tanınan müsama­haların son bulacağını ifâde eder. Esasen İsa'nın âdil bir hakem olarak inmesi mes'elesini de, o büyük peygambere yapılan iftiraların ve o yolda meydana getiri­len hurafelerin kökü kazınıp İslâm'ın her yere hâkim olması ve bütün hakîkat-lerin tamamen anlaşılması ma'nâsıyle te'vîl de mümkündür... {Müslim Ter., I 203-204).

[171] Bu hadîsi Müslim de îmân Kitâbı'nda getirmiştir.

[172] Bâzı Buhârî nüshalarında bu babın başında Besmele sabit olmuştur. Isrâîl, İb-rânîce bir kelimedir; Abdullah, yânı "Tanrı kulu" ma'nâsınadır. Sonra Ya'-kûb'un özel ismi olmuştur. Ya'kûb, îshâk Peygamber'in oğludur, İbrahim'in de torunudur. Ya'kûb'un oniki oğlu olup bunlar Yûsuf'un Mısır'da vezirliği za­manında Ya'kûb ile beraber Mısır'a gelmişlerdi. Bunların çocukları ve torunla­rı orada üreyerek bir ümmet teşkil etmişler ve târihte Benû îsrâîl(=  Isrâîl oğulları) diye anılmışlardır. Bunların macerası Yûsuf kıssasında anlatılmıştır.

[173] Hadîste zikredilen su ile ateş, hakikate hamledilmeyip, Müslim'in EbûTHfurey-re'den rivayetine göre, cennetle cehennemin birer remzi olacaktır. Ve Deccâl, cennet ve cehennemi temsîl eden birtakım hârikalar gösterecektir demek oluyor ki, bu da Yüce Allah'ın kullarını imtihan ettiği fitnelerden birisidir. Fakat Al­lah, müteakiben hakkı izhâr ve bâtılı ibtâl edecektir. Sonra onun kötülüklerini açıklayacak ve halka onun aczini gösterecektir.

[174] Bu hadîs, ayrı ayrı üç hadîsi bir araya toplamıştır. Birincisi Deccâl hadîsidir. İkinci ile üçüncü, eski ümmetlerden ayrı ayrı iki kimse hakkındadır. Başlığa uy­gunluk ikinci ve üçüncü hadîslerdedir. İkinci hadîs Buyu' Kitabı, "Bunalmış borçluya mühlet veren kimse bâbı"nda da geçmişti.

[175] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah'ın la'neti Yahudiler üzerine... "sözünden alın­mak mümkün olur. Çünkü onlar İsrâîl oğullan'ndandirlar ve Nasrânîler'den daha kıdemlidirler. Bu hadîs Namaz Kitabı, Bey'atta namaz bâbı'ndan sonraki bâbda geçmişti. Peygamber (S) aşın ta'zîmin geçmiş ümmetlerde olduğu gibi kendi ümmetlerini de putperestliğe kadar sürükleyebileceğinden korkuyordu.

[176] Hadîs metnindeki "Tesûsuhum" lâfzının kökü olan siyâset, esas İ'tibâriyle bir-şeye mukayyed olmak ve onun iyiliği hususunda ihtimamla onu görüp gözet­mek ma'nâsınadır. At kısmının gemine ve tımarına bakan kişiye "Seyis" denilmesi de bu ma'nâdandır. Sonra bu kelime İslâm hukukunda âmme işlerini görüp gözetmek gayesiyle devlet başkanı, emr ve nehy selâhiyetini hâiz kuman­dan olmak ma'nâsmda kullanılmıştır.

Târihin şehâdetine göre, İsrâîl oğulları arasında meydana gelen fitne ve fe-sâdlar, Allah tarafından gönderilen peygamberler vâsıtasıyle kaldırılır, onlar iyi lige sevk olunurlardı. Tevrat hükmilerinden değiştirdikleri yönler düzeltilirdi. Hadîs bu târihî vakıaya işaret etmiştir.

Peygamberimiz, peygamberlerin sonu olduğundan artık milletlerin peygam­berlik ve rasûllükle idaresi devri son bulmuş, velayetle idaresi zamanı gelmiştir. Âmme velayeti, halkın bey'at ve seçimiyle kazanılan bir sistem olduğuna göre, velayet iddia edenler birden çok olabileceklerdir.

Bu hadîste, İslâm teşkilât hukukunun âmme velayeti ve âmme hakları gibi en mühim bir bahsine işaret edilmiştir. Devlet başkanına yapılan bey'atla, mil­let bu başkanlığa karşı birtakım vazifeler ve haklar; devlet başkanı da âmmeye karşı mütekaabil vazifeler ve haklar üstlenmiş olurlar. Âmmenin devlete karşı yüklendiği vazîfenin başında, başkanın çıkardığı meşru' emirlere itaat etmek var-dır.Bu mühim iş,Kur'ân'da ve hadîslerde birçok nasslarla te'yîd edilmiştir. Bu hadîste de "Halîfelerin haklarım veriniz" bu vurulmuştur. Sonra onların da millet haklarından sorumlu oldukları bildirilmiştir.

[177] Hadîsle başlık arasındaki uygunluk "Sizden evvelkilerin yolu " sözünden alına­bilir. Çünkü bu söz, İsrâîl oğullan'nı ve başkalarını şâmil olur. Buhârî'nin bu­nu burada zikretmesi, hadîste Yahudiler ile Hristiyanlar'ın ahlâksızlıklarına umû­mî surette işaret edilmiş olmasındandır. Eski ümmetlerin târîhleri birçok fitne, fesâd ve ma'siyetlerle doludur. Peygamber, kendi ümmetinin de şirkten, küfür­den başka bütün bu fena yollarda onları ta'kîb edeceklerini bir mu'cize olarak haber vermiştir. Keler, çok yaşamak, her hayvandan çok açlığa, susuzluğa da­yanmakla tanınır. Geçmiş ümmetlerin fena alışkanlıklarına Muhammed ümme­tinin de aynen uyacaklarını haber vermekte mübalâğa için bu hayvanın deliğini bilhassa zikretmesi, darlığından ve tehlikeli olduğundan dolayıdır. Örfümüzde bunun yerine "Yılan deliğine sokulmak" ta'bîri vardır.

Bu hadîs, İ'tisâm'da da gelecektir; Müslim Kader'de getirmiştir.

[178] Başlığa uygunluğu, içinde Yahûdîler'in zikredilmesinden alınabilir. Onlar İsrâîl oğulları'ndandır. Bu hadîs Namaz Kitabı, "Ezân'ın başlaması bâbı"nda da ay­nen bu isnâdla ve bu metinle geçmişti.

[179] Bunun da başlığa uygunluğu bundan önceki hadîsin uygunluğu gibidir.

[180] Hadîs biraz farklıca bir metin ile'Namaz Kİtâbı, "İkindi namazından bir rek'a-te yetişen adam bâbı"nda da geçmişti. Bunda her üç ümmetin dünyâda kaldık lan ve me'mûr oldukları şerîatte yaşamaları müddetlesi ve buna karşılık nail oldukları ücretler bir misâlle anlatılmış oluyor.

[181] Hadîsin Buyu' Kitâbı'nda'geçen Câbir hadîsinin metni daha geniştir:

Câbir ibn Abdillah, Mekke Fethi yılı Mekke'de iken Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Ailah ve Allah'ın Rasûlü şarâbın, meytenin, domu­zun, putların satışını haram kıldı". Sahâbîler tarafından: Yâ Rasûlallah, mur­dar ölen hayvanın iç yağı hakkında ne dersiniz? Meyte yağlanyle gemiler cilalanır, deriler yağlanır, onunla insanlar (mum yapar) ışıklanır? diye soruldu. Rasûlul­lah: "Hayır, murdar yağı satmayınız, bu satış haramdır" buyurdu da akabinde İsrâîl oğulları hakkında bu metinde verilen bedduayı söyledi.

[182] Bu hadîs İlim Kitâbı'nda da geçmişti. "İsrâîl oğulları'nm ibretli kıssalarını tah­dîs ediniz" emri, ibâhayâ hamledilmiştir, yânî bunları anlatabilirsiniz demek tir. Bunun delîli de "Lâ haraca (= Haber vermekte günâh yoktur)" cümlesidir. İslâm'ın evvelinde fitne ve fesada sebeb olur endişesiyle İsrâîl haberlerinin nak­li, kİtâblarınin okunması yasak edilmişti. İslâm Dîni yerleşip kararlaşınca, o mah­zur kalkmış ve İsrâîl oğulları'nın İbretli vak'alarınm nakli mübâh kılınmıştır.

[183] Saçlarını ve sakallarını boyamayan Yahûdîve Hrıstiyanlar'a muhalefet etmek emrolunduğuna göre, boyamakla emredilmiş demek olur. Ancak bu emir vu-cûb için olmayıp, mendûbluğa hamlediîmiştir. Müslim'in Câbir'den gelen bir rivayetinde: "Beyaz saçların rengini değiştirin, fakat siyah boyadan sakının" buyurulmuştur. Bunun içinNevevî, siyahla saç sakal boyamak tahrîmî kerahet­le mekruhtur, demiştir. Bu kerahet de erkeklere mahsûs olup, kadınların siyah­la boyamalarında kerahet yoktur

[184] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sizden önce geçen ümmetlerden birisi içinde bir adam vardı... "sözünden alınır. Çünkü bu söz İsrâîl oğullan'ndan yâhud başkaların­dan olmaktan daha umûmîdir. "Bâderenî" "Benden önce davrandı" demek­tir; bu da kulun kendi yatağında ruhu, Allah tarafından alınıncaya kadar sabredememesidir. Cezanın ebedî olmasının sebebi de, bu kaatilin intiharı halâl saymış olmasıdır. Yoksa sırf intihar, küfrü ve binâenaleyh müebbed bir azabı gerektirmez.

[185] Hadîsin başlığa uygunluğu lâfzındadır. Buhâri bu hadîsi burada iki tarîkten ge­tirmiştir. Her iki tarîk râvîlerinin sayısı sekizdir.

[186] Buhârî bu bâb başlığında el-Kehf Sûresi'nin 9-26. âyetlerine işaret etmiş ve bun­lardaki bâzı kelime ve ta'bîrlerin tefsirlerini vermiştir. Biz âyetlerin meallerini tam yazdığımız için ayrıca bu tefsirlerin naklini gerekli görmedik.

el-Kehf, dağlarda oyulmuş ev gibi yere denir, mağara ta'bîr olunur. Bunun küçüğüne "Gâr", büyüğüne "Kehf" denir. Şu hâlde "AshâbuKehf", "Mağa­ra Yaranı" demek olur. Rakım de bunların mağaralarının bulunduğu dağın ve­ya vadinin adı yâhud da üstü yazılı taş veya ma'denî levhadır denilmiştir. Buhârî' Sahîh'inûe. bu Rakîm'in bakır bir levha olduğunu ve Ashâbu Kehf in isimleri yazılı bulunduğunu îbn Abbâs'tan rivayet etmiş olduğundan, bu ma'nâ bu ko­nudaki rivayetlerin hepsine tercih olunur.

Kehf vakıasının mekânı ve zamanı hakkındaki rivayetler çeşitlidir: Kehf'in mekânı Filistin ile Eyle arasında olduğu, Eyle'ye, Ninova'ya, Belkaa'ya yakın bir yerde bulunduğu hakkında ayrı ayrı rivayetler vardır. Şârih Aynî: Bunlar arasında en çok nakledilen haberin Rûm diyarında (Anadolu'da) Tarsus'tan üç saat mesafede ve şehrin kuzeybatısında bulunan bir dağın eteğindeki mağan olduğudur. Bugün Ashâbu Kehf'in mağarası olarak ziyaret olunmaktadır. E sûs'da olduğu da rivayet olunmuştur, diyor.

Şârih Aynî bu vakıanın zamanını da Romahlar'ın Yunanhlar'a galebes den evvel olmak üzere bildiriyor. Hristiyanlık ilk devirlerde Tevhîd akîdesi ü^ re devam edip, Milâd'm üçüncü asrında Teslis akîdesi ortaya konmuş \ putperestliğe sapılmıştı. Hristiyanlık âlemi büyük bir karışıklığa uğramıştır. Put perestlîğe Desiyus gibi zâlim hükümet başkanları tutunup, mü'minieri, muvah-hidleri türlü işkencelerle öldürüyorlardı. Bu sırada Rûm ileri gelenlerinden muvahhid yedi genci de Desiyus şirke sevk etmek istemiş, bunlar da kabul et­meyip bir mağaraya sığınmışlardır. Sâdık köpekleri de ayrılmayıp o da mağara­ya girmiştir. Gençlerin buraya saklandıklarını öğrenen imparator, aç susuz ölsünler diye mağaranın kapısını ördürmüştür. Allah bu gençlere bir uyku ver­miş ve hâricdeki siyâsî vaziyet değişinceye kadar bu uyku üç asır devam etmiş-. tir. Âyetlerle ilgili tefsir Hakk Dîni, IV, 3225-3244. sahîfelerinden okunmaya değer.

[187] Buhârî bu hadîsi Buyu' ve İcâre Kitâblan'nda da getirmişti. Ancak bunları bir­birinin aynı olan lâfızlarla değil, bâzı farklılıklarla ve takdim te'hîrlerle getir­miştir. Hadîsler râvîlerce böyle bâzı farklılıklarla getirilmiş olmasına rağmen, asılda aynı hadîs anlatılmaktadır; asılda hepsinin özü birdir.

[188] Bu hadîsin başlığa uygunluğu, bu hâdisenin İsrâîl oğulları zamanında vukua gel-miş-olması yönündendir. Buharı bunu da "Kitâbda Meryem'i de an" babında daha uzun bir metinle getirmişti.

[189] Buna benzer bir hadîs Şirb Kitâbı'nda daha geniş bir metinle geçmişti, fakat orada bu İş bir adam tarafından yapılmıştı. Demek ki hâdiseler ayrıdır.

[190] Buhârî ile Müslim bu hadîsi Libâs Kitâbı'nda da getirmişlerdir.

[191] "Muhaddesûn" Peygamber olmadıkları hâlde kendilerine Allah tarafından hâ diseler, haberler, vakıalar ilham olunan kimseler demektir. Buna göre "Muhad-deslik" peygamberliğin aşağısında bir vahy ve ilham mertebesi oluyor. Bu yük­sek paye, Peygamber tarafından Umer'e de yöneltilmiş bulunuyor.

[192] Hadîs, tevbe ve istiğfarı teşvik konusunda Îsrâîl oğulları'na âid bir kıssanın nak­linden ibarettir. Bu hadîste büyük günâhların hepsinden tevbe etmenin meşru­luğu hükmü vardır. Buhârî bunu Tevbe Kitâbı'nda da getirmiştir.

[193] Buhârî bu hadîsi Ekincilik Kitabı'nda da getirmişti; ileride Menâkıb'da da geti­recektir. Peygamber'in Ebû Bekr'le Umer orada bulunmadıkları hâlde onların da inanır olduklarını haber vermesi, onların îmânlarının kemâline olan yüksek i'timâdmı ifâde eder.

Hadîsteki "Yevmu's-sebu" (- canavarlar günü)"hadîsçilerce müşkil görülmüş­tür. Lügat yönünden yırtıcı canavarların hüküm yürütecekleri gün demek olu­yor. Hadîsin sonunda diğer bir tarîk vermiştir ki, bununla şeyhinden işitmesini belirtmiş oluyor.

[194] Hadîsin başlığa uygunluğu, İçinde zikredilen iki kişinin İsrâîl oğulları'ndan ol­ması yönündendir. Bunu Müslim, Kadâ Kitâbı'nda getirmiştir.

Bu hadîsten iki kişinin bir mes'ele hakkında üçüncü bir kimseyi hâkim ta'-yîn etmelerinin cevazı hükmü alınmıştır. Fakat İslâm hukukçularının bu konu­daki görüşleri çeşitlidir. Kurtubî tahkîmi, hüküm ve kaza mâhiyetinde saymayıp, güzel hâline ve faziletine güvenilen bir zâtuı iki tarafın aralarını bulup düzelt­mesinden ibarettir', demiştir.

Sonra bulunan definenin İslâm hukukundaki muamelesi de ayrıdır. Bunun tafsîli fıkıh kitâblanndan okunabilir.

[195] Rasûlullah'm bir azâb, bir âfet diye vasıflandırdığı bu salgın hastalıklara karşı emrettiği korunma şekli, bugünkü tıbbın karantinasıdır.

[196] Bu hadîs de bundan önceki hadîs cinsindendir; onun için arka arkaya getirdi.

[197] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sizden evvelkileri ancak şu hâlleri helak etmiştir..." sözlerindedir. Çünkü onlardan maksad, diğer tarîkte açıkça belirtildiği üzere, İsrâîl oğullan'dir. Buhârî bunu Hudûd'da, Fadaîl'de, Usâme'nin fadlı bâbı'n-da da getirmiştir. Bu hadîs ümmetlerin, milletlerin bekaa sebeblerinden en mü-himminin adaleti ayakta tutma esâsı olduğunu pek güzel göstermektedir.

[198] Hadîsin başlığa delîlliği açıktır. Buhârî bunu Husûmât'ta da getirmişti.

[199] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamberlerden bir peygamber..." sözündedir. Zahir olan, bunun îsrâîl oğullan peygamberlerinden olmasıdır. Buhârî bunu Mür-tedlerin Tevbeye Çağırılması'nda; Müslim de Mağâzî'de getirmiştir.

[200] Başlığa uygunluğu "Sizden evvelki milletlerden..." sözündedir. Buhârî bunu Ri-kaak'ta; Müslim de Tevbe'de getirmiştir. Hadîsin sonundaki tariki de Müslim rivayet etmiştir. Buhârî bununla Katâde'nin Ukbe'den işitmesini ifâde etmiştir.

[201] Bu hadîs, îsrâîl oğullari'ndan zikrolunan şeyler bâbı'nın evvelinde, bundan da­ha tamam olarak geçmişti

[202] Bu hadîs de Buyu' Kitâbı'nda ve yakında da geçmiştir

[203] Hadîsin başlığa uygunluğu "Günâh işlemekte ileri gider bir adam " sözündedir. Bu hadîs de yakında biraz farklı lâfızla geçti.

[204] Hadîsin başlığa uygunluğu, bunun buraya konulmasının o kadmm İsrâîl oğul-lan'ndan olmasına delâlet etmesi yönündendir.

Buhârî bu hadîsi Bed'u'l-Halk'm sonlarında da getirmişti. Daha önce de Namaz Kitabı, "Tekbîr'den sonra ne okur bâbı"nda bunun bir benzerini getir­mişti. Müslim de Hayâvân'da ve Edeb'de getirmiştir.

[205] Bunlar aynı hadîsin ayrı senedle ve küçük bir lâfız farkıyle gelen metnidir. Bi­rinde "İf'al bimâşi'te"; diğerinde "îsnâ' bimâşi7e" şeklinde geçmiştir ki, manâca aynıdır.

Bu cümle hiçbir dînde nesh'e, değişikliğe uğramaksızm; bir ahlâk düstûru olarak yaşayıp gelmiştir. Çünkü her asırdaki selîm akılların ittifak ettiği bîr ah­lâkî düstûrdur. Bu, "Halkın ayıplamasından utanmazsan dilediğini işle" demek olur. Sonra "Dilediğim işle" cümlesi bir emirdir, fakat ma'nâsı tevbîhtir, "Di­lediğini işle, cezasını çekersin" demektir.

[206] Başlığa uygunluğu hadîsin lâfzından alınır. Çünkü bundaki racûl evvelkilerdendir. O da Isrâîl oğulları'nı ve diğerlerini şâmil olur... Sonundaki mutâbaayı ez-Zuhlî, ez-Zuhfiyyât'mda. vasletmiştir (Aynî, VII, 477).

[207] Hadîsin başlığa uygunluğu "Onlara kitâb bizden önce verildi" sözünden alınır. Çünkü İsrâîl oğullan'ndan ve başkalanndandır.

Bu hadîs Cumua Kitâbı'nın başında da geçmişti

[208] Bu hadîs başka bir tarîkten olmak üzere yakında 135 rakamı ile geçmişti. Mu-âviye'nin hacc vesîlesiyle Medine'ye gelip orada Peygamber'in mescidinde hut­be yapması, hicrî 51 yılında olmuştur (Aynî).

Buradaki mutâbaayı da Müslim ulaştırarak rivayet etmiştir.