1- Hastalığın Keffâret Olması Hakkında Gelen Haberler Ve
Yüce Allah'ın:
2- Hastalığın Şiddeti (Fadldandır) Babı
4- Hasta Ziyaretinin Vâcibliği Babı
5- Bayılmış Kimseyi Ziyaret Etmek Babı
7- Gözü Zayi' Olup Giden Kimsenin Fadlı Babı
8- Kadınların (Yabancı Olsalar Bile) Erkeklere Hasta
Ziyareti Yapmaları Babı
9- Çocuklara Hasta Ziyareti Yapmak Babı
10- Çöl Arabına Hasta Ziyareti Babı
11- Müşrik Kimseye Hasta Ziyareti Babı
13- Ziyaret Edenin Kendi Elini Hasta Üzerine Koyması Babı
14- Ziyaret Sırasında Hastaya Söylenecek Söz Ve Hastanın
Vereceği Cevâb Babı
17- Hastanın (Ziyarete Gelenlere, Gerektiğinde):
"Yanımdan Kalkınız!" Demesi Babı
18- Hasta Olan Çocuğa Duâ Edilmesi İçin Onu (Salih
İnsanların Yanına) Götüren Kimse Babı
19- Hastanın Ölümü Temenni Etmesinin Nehyi Babı
20- Ziyaret Eden Kişinin Hastaya Dua Etmesi Babı
21- Hasta Ziyaretine Giden Kimsenin Hasta(Ya Şifâ Duası
Yapmak) İçin Abdest Alması Babı
22- Salgın Veba Ve Humma Hastalıklarının Kaldırılmasına
Duâ Eden Kimse Babı
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle
(Hastalar
ve Tıbb Kitabı) [1]
"Kim bir kötülük
yaparsa onunla cezalanır... (en-Nisâ: 123) [2]
1-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, Peygamber'in zevcesi
Âişe (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Müslümâna batacak bir
dikene varıncaya kadar herhangi bir musibet isabet ederse, Allah muhakkak o
musibete karşılık, onun bir günâhını keffâretleyip örter".
2-.......
Bize Zuheyr ibn Muhammed, Muhammed ibn Amr'dan...; o da Atâ ibn Yesâr'dan; o da
Ebû Saîd el-Hudrî (R) ile Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S)
şöyle buyurmuştur: "Müslümâna, vücûduna batacak bir dikene varıncaya kadar
yorgunluk, hastalık, gelecekten kederlenme, geçmişten hüzünlenme, başkalarından
gelen eza ve iç sıkıntısı isabet ederse, Allah muhakkak bu musibetleri
sebebiyle o müslümânın günâhlarından bir kısmını keffâretleyip örter."
3-.......Bize
Sufyân es-Sevrî, Sa'd ibn İbrahim'den; o da (Abdullah yâhud Abdurrahmân) ibn
Ka'b'dan; o da babası Ka'b ibn Mâ-lik(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S)
şöyle buyurmuştur: "Mü'minin meseli yeşil ekin dalı gibidir ki, rüzgâr onu
kâh eğer, meylettirir, kâh doğrultur durur. Münâfıkın meseli de sert ve düz çam
ve dağ servisi gibidir kit kökünden bir defada sökülmesi yâhud kırılması
oluncaya kadar dimdik durmakta devam eder [3].
Zekeriyâ ibn Ebî Zaide
de şöyle dedi: Bana Sa'd ibn İbrâhîm tahdîs etti. Bize Ka'b'm oğlu babası
Ka'b'dan; o da Peygamber(S)'den tahdîs etti [4].
4-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Mü'min kişinin
benzeri, bir sap üzerinde biten ekin gibidir. Hangi taraftan ona rüzgâr esip
gelirse, rüzgâr onu eğer. Doğrulduğu zaman rüzgâr belâsı ile yine eğilir (fakat
yıkılmayıp doğrulur, doğru kalır). Haktan yüz çeviren fâcir kişinin benzeri de
sert ve düz çam gibidir ki, Allah onu dilediği vakit (bir defada) söküp
kırıncaya kadar dimdik olmakta devam eder" [5].
5-.......Bize
Mâlik, Muhammed ibn Abdillah...'tan haber verdi ki, o şöyle demiştir: Ben
Ebû'l-Hubâb Saîd ibn Yesâr'dan işittim, o şöyle diyordu: Ben Ebû Hureyre(R)'den
işittim, şöyle diyordu: Ra-sûlullah (S): "Allah kime hayır murâd ederse
ona musibet verir" buyurdu [6].
6-.......BizeŞu'be,
el-A'meş'ten; o da Ebû Vâil'den; o daMesrûk'tan haber verdi ki, Âişe (R): Ben
Rasûlullah(S)'tan ziyâde hastalığı şiddetli olan hiçbir kimse görmedim,
demiştir [7].
7-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'in hastalığında vücûdu hummanın
hararetinden şiddetle sarsıldığı sırada huzuruna vardım ve:
— Yâ Rasûlallah, şübhesiz ki, humma
hararetinden çok ıztırab çekmektesin! dedim.
Ardından:
— Yâ Rasûlallah, bu şiddetli hummanın şübhesiz
iki kat ıztıra-bı var, elbette buna karşılık size de iki kat ecr ve mükâfat
vardır! diye arzettim.
Rasûlullah:
— "Evet. Herhangi müslümâna bir ezâ isabet
ederse, muhakkak ağacın yapraklarının düşmesi gibi, Allah o müslümândan günâhlarını
düşürür" buyurdu [8].
"İnsanlar içinde
belâsı en şiddetli olanlar peygamberlerdir. Sonra sırasıyla fazilette ilk olan,
sonra ilk olandır'' [9].
8-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Ben, Rasûlullah şiddetli humma hastalığıyle
sarsılırken huzuruna girdim ve:
— Yâ Rasûlallah,
muhakkak ki, Sen şiddetli bir humma hastalığıyle sarsılmaktasın, dedim.
Rasûlullah (S):
— "Evet, ben sizlerden iki kişinin yanması
kadar yanmaktayım" buyurdu.
Ben:
— Şübhesiz bu iki kat yanmanın Sizin için iki
kat ecri vardır, dedim.
Rasûlullah:
— "Evet, bu katlanmış hararetin mükâfatı
da böyle katlanmış olur: Müslümâna bir diken batması ve daha küçük nevi'den bir
ezâ isabet ederse Allah muhakkak bu ezaya mukaabü, onun seyyielerini ağacın
kendi yapraklarım atması gibi keffâretleyip örter" buyurdu [10].
9-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R): Rasûlullah (S): "Aç olanı doyurun, hastayı ziyaret
edin, esirin esirlik bağlarını çözün" buyurdu, demiştir [11].
10-.......el-Berâ
ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bize yedi şeyi işlememizi emretti
ve yedi şeyden de nehyetti: Bizleri altın yüzük takmaktan; harîr, dîbâc,
istebrak, kassîyy (denilen ipekli kumaşları) giymekten; binek üzerine içi yün
ile doldurulmuş hâlis ipekten küçük minder koymaktan nehyetti. Yine bize
cenazelerin ardından gitmemizi, hasta olanı ziyaret etmemizi ve selâm vermeyi
yaymamızı emretti [12].
11-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Muhammed ibnu'l-Munkedir'den tahdîs etti ki, o, Câbir ibn
Abdillah (R) şöyle derken işitmiştir: Ben bir hastalığa tutulmuştum. (Veda
Haccı sırasında) Peygamber (S) ile Ebû Bekr es-Sıddîk; ikisi yürüyerek gelip
bana hasta ziyareti yapıyorlardı. Onlar beni bayılmış hâlimde buldular.
Peygamber ab-dest aldı, sonra abdest suyundan benim üzerime döktü. Akabinde ben
ayıldım ve Peygamber'i gördüm:
— Yâ Rasûlallah! Ben
malım hakkında nasıl yapayım? Mallarım hakkında nasıl hükmedeyim? diye sordum.
Rasûlullah bana hiçbir
cevâb vermedi. Nihayet Mîrâs Âyeti (en-Nisâ:ll-12veyâ 176) İndi [13].
12-.......İmrân
ibnu Ebî Bekr şöyle demiştir: Bana Atâ ibnu Ebî Rebâh tahdîs edip şöyle dedi:
İbnu Abbâs, bana:
— Ben sana cennet
kadınlarından bir kadın göstereyim mi? dedi.
Ben:
— Evet göster, dedim. İbn Abbâs:
— İşte şu (iri yapılı, uzun boylu) kara
kadındır. Bu kadın bir kerresinde Peygamber(S)'e geldi de:
— Ben sar'alamyorum,
ben sar'alanınca da açılıyorum. Benim için Allah'a duâ ediver! dedi.
Peygamber:
— "İstersen hastalığına sabret! Bunun
karşılığında sana cennet vardır. İstersen sana afiyet vermesi için Allah'a dua
edeyim!" buyurdu.
Kadın:
— Ben sabredeyim, dedi
de: Ben açılıyorum, açılmamaklığım için Allah'a duâ ediver! diye rica etti.
Peygamber de onun için
duâ etti [15].
13-.......(İbn
Cureyc şöyle demiştir:) Bana Atâ ibn Ebî Rebâh, Ümmü Zufer denilen bu kadını
Ka'be örtüsüne dayanmış hâlde gördüğünü haber verdi ki, o uzun boylu, iri
yarı, siyah bir kadınmış..
14-.......Bana
İbnu'1-Hâd, Muttalib'in kölesi Amr'dan tahdîs etti ki, Enes ibn Mâlik (R) şöyle
demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
— "Yüce Allah:
Kulumu iki sevgilisiyle belâlandırıp (göz nurlarından mahrum edip) de kulum
sabrederse, iki sevgilisi yerine ona cenneti veririm, buyurdu" [16].
Enes: Peygamber "İki
sevgilisi" sözüyle iki gözünü kasdediyor, dedi.
Bu hadîsi Enes'ten; o
da Peygamber'den senediyle rivayet etmekte Eş'as ibnu Câbir ile Ebû Zilâl,
Muttalib'in âzâdlısı Amr'a mutâbaat etmişlerdir [17].
Ummü'd-Derdâ, mescid
ehlinden bulunan Ensâr'dan bir adama hasta ziyareti yapmıştır [18].
15-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) muhacir olarak Medine'ye geldiği zaman Ebû
Bekr ile Bilâl sıtma hastalığına tutuldular.
Âişe dedi ki: Ben
onların yanma girdim de:
— Ey babacığım,
kendini nasıl buluyorsun? Ey Bilâl, sen de kendini nasıl buluyorsun? dedim.
Âişe dedi ki: Ebû
Bekr, kendini humma nevbeti yakaladığı za-rnân:
Kullu ımriin
musabbahun fî ehlihî Ve'1-mevtu ednâ min şirâki na'lihî
(= Her kişi ailesi
içinde mes'ûd sabâhlamıştır, hâlbuki ölüm ona ayakkabısının kayışından daha
yakındır) beytini söylerdi.
Bilâl de kendisinden
humma nevbeti gidince, şunları söylerdi:
Ela îeyîe şi'rî hel
ebîtenne îeyîeîen Bi-vâdin ve havlı ızhırun ve celîîu Ve hel eriden yevmen
miyâha Mıcennetin Ve hel tebduven lî Şâmetun ve Tafîlu
( = Ey keski bileydim.
Mekke vadisinde etrafımı ızhır ve celîl otları sararak bir gece olsun geceler
miyim? Bir gün gelip de Ukâz'daki Mıcenne sularının başına varır mıyım?
Mekke'nin Şâme ve Tufeyl dağları acaba bir kerre daha bana görünürler mi?)
Âişe dedi ki: Ben bu
ziyaretim ardından Rasûlullah'a geldim de, O'na (Ebû Bekr ile Bilâl'ın
haberlerini ve sözlerini) haber verdim. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle duâ
etti:
— "Yâ Allah! Mekke'yi bize sevdirdiğin
gibi Medine'yi de sevdir, yâhud onu daha ziyâde sevdir! Yâ Allah, Medine'nin
havasını bizim için sahih ve hastalıktan salim kıl! Müdd ve sâ' ölçeklerinde
bizim için bereket ihsan eyle! Hummasını taşı da onu Cuhfe'ye koy!" [19].
16-.......Âsim
ibn Süleyman haber verip şöyle demiştir: Ben Ebû Usmân'dan işittim; o da Usâme
ibn Zeyd(R)'den ki, Peygamber(S)'in bir kızı (Zeyneb) Peygamber'e:
— Kızımın ölmesi yakın oldu, bizim yanımıza
gel! diye haber gönderdi.
Usâme, Sa'd ibn Ubâde
ve zannediyoruz Ubeyy ibn Ka'b de Peygamber'in beraberinde bulunuyorlardı.
Peygamber de kızına selâm gönderip:
— "Allah 'in aldığı ve verdiği herşey
kendisine âiddir. Ve herşey Allah yanında (ilâhî ilimde bir müddetle) ta'yîn
edilmiştir. Sen Allah katından ecr iste ve sabret!" diyerek cevâb yolladı.
Bu defa Zeyneb,
Peygamber'e and vererek muhakkak gelmesini istedi. Bu haber üzerine Peygamber
kalktı, biz de beraberinde kalktık. (Zeyneb'in evine geldiğimizde) çocuk,
Peygamber'in kucağına kaldırılıp verildi. Çocuğun canı çekişmekte ve bir ses
işitilmekte idi. Peygamber'in iki gözü yaş döküyordu. Sa'd ibn Ubâde:
— Yâ Rasûlallah! Bu
gözyaşı, bu ağlayış nedir? diye hayretini açıkladı.
Rasûlullah:
— "Bu gözyaşı bir rahmettir ki, Allah onu
kullarından istediği kimselerin kalblerine koymuştur. Allah kendi kullarından
ancak merhametli olanlara merhamet eyler" buyurdu [20].
17-.......Bize
Hâlid el-Hazzâ, İkrime'den; o da İbn Abbâs(R)'tan şöyle tahdîs etti: Peygamber
(S) bir kerresinde hasta ziyareti yapmak üzere (Kays ibn Ebî Hazım adında) bir
çöl Arab'ının yanına girdi.
İbn Abbâs dedi ki:
Peygamber, hasta ziyareti için bir hastanın yanına girdiğinde ona:
— "Lâ be'se, tahûrun, in şâallâhu{-
-Üzerine- be's yoktur, bu senin günâhlarını temizleyicidir inşâallah)"
demek âdetinde idi.
(Bu çöl Arab'ına da bu
sözleri söyledi.) Çöl Arab'ı da Peygam-ber'e:
— Sen günâhlarına
keffârettir, zararsız geçmiş olsun! diyorsun; fakat bu hastalık hiç de öyle
(geçici) değildir. Belki o ergin bir ihtiyar üzerinde harareti feveran yâhud
galeyan edip duran ve onu kabirleri ziyarete gönderecek olan humma
hastalığıdır, dedi.
Peygamber de:
— "Şu hâlde pek iyi (öyle olsun)/"
buyurdu [21]
18-.......
Bize Hammâd ibn Zeyd, Sabit el-Bunânî'den; o da Enes(R)'ten şöyle tahdîs etti:
Yahudi'nin bir oğlu Peygamber (S)'e hizmet ederdi. Derken bu oğlan çocuğu
hastalandı. Peygamber ona hasta ziyareti yapmak üzere gitti. Orada çocuğa:
— "İslâm Dîni'ne
gir!" buyurdu, çocuk da (Şehâdet kelimelerini söyleyip) müslümân oldu [22].
Saîd ibnu'l-Müseyyeb
de babası el-Müseyyeb ibn Hızn(R)'dan söyledi ki, Ebû Tâlib'e ölüm alâmeti
hazırlandığı zaman Peygamber (S) onun yanma gitmiştir [23].
19-.......Bize
Hişâmtahdîs edip söyledi: Bana babam Urve, Âişe(R)'den şöyle haber verdi:
Peygamber'in hastalığı sırasında birtakım insanlar hasta ziyareti yapmak üzere
huzuruna girdiler. Peygamber (S) onlara oturarak namaz kıldırdı. Cemâat de
arkasında ayakta dikilerek namaz kılmaya başladılar. Peygamber onlara:
"Oturunuz!" diye işaret etti. Namazı bitirince de:
— "İmâm,
kendisine uyulmak için imâm edilir... Öyle olunca o rukû'a vardığı vakit sizde
rükû'a varınız. Rukû'dan başını kaldırdığı vakit siz de başınızı kaldırınız.
Oturduğu hâlde namaz kıldırma siz de oturarak kılınız" buyurdu.
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: el-Humeydî: Bu hadîs(ten yalnız O'nun beraberinde oturmaları hükmü)
mensûhtur. Çünkü Peygamber (S) kıldırdığı en son namazda kendisi oturarak
kıldırdı, insanlar da arkasında ayakta dikilerek kılmışlardır, dedi [24].
20-.......Bize
el-Cuayd ibn Abdirrahmân el-Kindî, Sa'd'ın kızı Âişe'den haber verdi ki, babası
Sa'd ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir: Ben Mekke'de çok şiddetli bir
hastalığa yakalandım. Peygamber (S) bana hasta ziyareti yapmak üzere geldi.
Ben Peygamber'e:
— Ey Allah'ın
Peygamberi! Ben (ölürsem) büyük bir mal bırakıyorum. Hâlbuki ben bir tek kız
evlâdından başka mîrâsçı bırakmadım. Böyle olunca ben malımın üçte ikisini
vasiyyet ediyorum da üçte birini bırakıyorum, dedim.
Peygamber:
— "Hayır. (Üçte
ikinin hepsini vasiyyet etme)/" buyurdu.
Ben:
— Öyleyse ben malımın
yansını vasiyyet edeyim de yansını (mîras) bırakayım! dedim. Peygamber yine:
— "Hayır!" buyurdu.
Ben:
— Üçte birini vasiyyet
edeyim de kızıma üçte ikisini bırakayım, dedim.
Peygamber:
— "Üçte bir (kâfidir), üçte bir de
çoktur" buyurdu.
Sonra elini Sa'd'ın
alnına koydu. Sonra elini yüzüm ve karnım üzerine sürüp meshetti. Sonra:
— "Yâ Allah! Sa'd'a şifâ ver ve ona
hicretini tamâm eyle!" diye duâ etti.
Ben, bana tasavvur
ettirildiğine göre, bir müddete kadar ciğerim üzerinde duran O'nun el
sürmesinin soğukluğunu hissetmekte devam ettim [25].
21-......
el-Hâris ibn Suveyd şöyle demiştir: Abduilah ibn Mes'ûd (R) şöyle dedi: Ben
Rasûlullah (S) şiddetli bir humma ateşi ile yanarken huzuruna girdim de elimle
vücûduna dokundum ve:
— Yâ Rasûlallah!
Şübhesiz ki, Sen şiddetli bir humma hastalı-ğiyle yanmaktasın! dedim.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Evet, hakîkaten ben sizden iki kişinin
yanması gibi şiddetli bir humma ile yanmaktayım" dedi.
Ben de O'na:
— Bu iki kat
yanmanın.karşılığında muhakkak Sana iki kat ecir vardır, dedim.
Rasûlullah:
— "Evet" buyurduktan sonra şunu
söyledi: "Bir müslümâna hastalık ve daha başka bir ezâ isabet ederse
muhakkak Allah onun, ağacın kendi yapraklarını döküşü gibi seyyielerini
döker" [26].
22-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Ben hastalığı sırasında Peygamber'in yanına
geldim ve vücûduna elimle dokundum. Peygamber şiddetli bir humma ile yanmakta
idi. O'na:
— Sen elbette çok
şiddetli bir humma ile yanmaktasın. Bu şiddetli yanmanın şübhesiz Sen'in için
iki kat ecri vardır, dedim.
Peygamber (S):
— "Evet, bir müslümâna herhangi bir ezâ
isabet ederse, muhakkak günâhları ondan, ağaç yapraklarının dağılması gibi dağılır"
buyurdu [27].
23-.......Bize
Hâlid ibn Abdillah et-Tahhân, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da İkrime'den; o da îbn
Abbâs(R)'tan şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) bir adamın yanma hasta ziyareti
yapmak üzere girdi de:
— "(Hastalığın) zararsız geçmiş olsun! Bu
inşâattan bir temizleyicidir (günâhlarına keffârettir)" dedi.
Bunun üzerine o adam:
— Hayır (bir temizleyici değildir). Fakat bu
büyük bir ihtiyar üzerinde onu kabirleri ziyaret ettirmek için kaynayıp duran
bir humma hastalığıdır! dedi.
Peygamber de:
— "Öyle ise evet
(benim sözlerimi kabul etmediğin takdîrde senin dediğin gibi olsun)/"
buyurdu [28].
24-.......Bizeel-Leys,
Ukayl'den; oda İbn Şihâb'dan; o daUrve'den tahdîs etti. Ona da Usâme ibn Zeyd
(R) şöyle haber vermiştir: Peygamber (S) Bedir vak'asından önce bir gün Fedek
dokuması kaplı saçaklı palan vurulmuş bir merkeb üzerine bindi ve arkasına da
Usâ-me'yi bindirerek Sa'd ibn Ubâde'yi hasta ziyaretine gidiyordu. Giderken
yolda, içlerinde Abdullah ibn Ubeyy ibnu Selûl'un bulunduğu bir meclise uğradı.
Bu vak'a, Abdullah ibn Ubeyy müslümân olmazdan önce idi. Bu mecliste
müslümânlardan, putlara tapan müşriklerden, Yahüdîler'den birtakım kimseler
vardı. (Ensârî şâir) Abdullah ibn Revâha da bu mecliste bulunuyordu. Hayvanın
kaldırdığı toz, meclisi kaplayınca, Abdullah ibn Ubeyy kendi kaftanı ile
burnunu örttü.
— "Bizim üzerimizi tozlatmayın" dedi.
Peygamber onlara selâm
verdi. Akabinde durdu, hayvandan indi, sonra onları İslâm'a da'vet etti ve
onlara karşı Kur'ân okudu. Bunun üzerine Abdullah ibn Ubeyy, Peygamber'e
hitaben:
— Ey kişi! Eğer bu
söylemekte olduğun sözler hakk ise, bunlardan daha güzel bir şey olamaz. Fakat
bizim meclisimizde bizi bununla ezâlandirma! Kendi menziline dön de, bizden
sana her kim gelirse ona anlat! dedi.
Bunun üzerine Abdullah
ibn Revâha:
— Evet yâ Rasûlallah!
Sen bizleri meclislerimizde bununla (yânî Kur'ân'la) ört, onun nûrlarıyle bürü!
Çünkü bizler bunu sekiyoruz! dedi.
Bunun üzerine
müslümânlarla müşrikler, Yahudiler sövüşmeye başladılar. Hattâ birbirleri
üzerine fırlamaya yaklaştılar. Peygamber de onları yatıştırmaya çalışıyordu,
nihayet sustular. Sonra Peygamber hayvanına binip yürüdü. Sonunda Sa'd ibn
Ubâde'nin evine varıp yanına girdi ve ona hitaben:
— "Ey Sa'd! Ebû Hubâb'ın dediklerini
işitmedin mi?" buyurdu (da onun söylediklerini nakletti).
Peygamber "Ebû
Hubâb" künyesi ile Abdullah ibn Ubeyy'i kas-dediyordu. Sa'd ibn Ubâde de:
— Yâ Rasûlallah! Sen
onu affet ve kusurunu ma'zûr gör! Ye-mîn ederim ki, Allah sana verdiğini
vermiştir. Hâlbuki bundan önce
5706/Sahîh-i Buharı ve
Tercemesi
bu belde ahâlîsi onun
başına tâc giydirmeğe ve üzerine de melike mahsûs sarık sarmaya ittifak
etmişlerdi. Allah Sana ihsan eylemiş olduğu hakk ile onların bu tasavvurlarım
reddedince, İbn Ubeyy bu mahrumiyetle kederlendi. İşte bu kederledir ki, İbn
Ubeyy, gördüğün o çirkin harekette bulunmuştur!., dedi. (RasûluIIah da onu
affetti...) [29].
25-.......
Câbir ibn Abdillah el-Ensârî (R): Hastalığımda Peygamber (S) bana hasta
ziyareti yapmak üzere geldi. Gelirken ne katıra, ne de ata binmiş değildi,
demiştir [30].
26-.......Ka'b
ibn Ucre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) benim yanıma uğradı. Bu sırada ben
tencerenin altına ateş yakıyordum. Peygamber bana:
— "Başının haşereleri sana ezâ veriyor
mu?" buyurdu. Ben:
— Evet ezâ veriyor, dedim.
Bunun üzerine
Peygamber bir berber çağırdı da başımın saçlarını tıraş ettirdi. Sonra bana
fidye vermekle emretti [32].
27-.......Bize
Süleyman ibn Bilâl haber verdi ki, Yahya ibn Saîd şöyle demiştir: Ben el-Kaasım
ibn Muhammed'den işittim, şöyle dedi: Âişe (R) (başı ağrıyınca):
— Vay başım! demişti. RasûluIIah (S) da:
— "Eğer sen ölür de ben hayâtta kalırsam,
senin için mağfiret isterim, senin için duâ ederim" dedi.
Bunun üzerine Âişe:
— Vay başıma gelen
musibete! Vallahi öyle sanıyorum ki, muhakkak Sen benim ölümümü istiyorsun!
Eğer ben ölürsem, muhakkak Sen o son günün gecesinde kadınlarının birisi ile
gerdek olup yaşayacaksın! dedi.
Âişe'nin bu sözü üzerine
Peygamber:
— "(Yâ Âişe!
Endişelenme!) Bil'akisben 'Vay başım!"demeliyim (çünkü senden önce
öleceğim). Yâ Âişe, hattâ şimdi Ebû Bekr'e ve oğluna haber göndermeyi ve
-halifelik dedikoducularının sözlerinden ve halifelik umanların
temennilerinden nefret ederek, nizâyı kesmek için- halifeliği Ebû Bekr'e
vasiyyet etmeyi kasdettim -yâhud: istedim-. Fakat sonra düşünüp dedim ki, Allah
(halifeliği Ebû Bekr'-den başkasına vermekten) imtina eder; mü'minler de (Ebû
Bekr'den başkasının halîfe olmasını) men' ederler -yâhud: Allah (Ebû Bekr'den
başkasının halîfe olmasını) men' eder; mü'minler de (Ebû Bekr'den başkasına
bey'attan) imtina ederler-"[33].
28-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) humma hastalığına tutulmuş
hâldeyken huzuruna girdim, O'na elimle dokundum da:
— Sen şiddetli bir humma hastalığıyle
yanmaktasın! dedim. Peygamber:
— "Evet, sizden iki kişinin humma
harâretiyle yanması kadar şiddetlidir" buyurdu.
İbn Mes'ûd:
— Sana iki kat ecir vardır! dedi. Peygamber:
— "Evet, bir
müslümâna hastalık ve daha başka bir eza isabet ederse, muhakkak Allah onun
seyyielerini (sonbaharda) ağacın kendi yapraklarını atması gibi atar" buyurdu
[34].
29-.......Bize
ez-Zuhrî, Âmir ibn Sa'd'dan haber verdi ki, babası Sa'd ibn Ebî Vakkaas (R)
şöyle demiştir: Veda Haccı zamanında (Mekke'de) yakalandığım şiddetli bir
hastalıktan dolayı Rasûlullah (S) beni hasta ziyareti yapmak üzere bize geldi.
Ben:
— (Yâ Rasûlallah!)
Bendeki bu hastalık, görmekte olduğun şu müzmin dereceye ulaştı. Ben ise mal
sahibiyim. Bana bir tek kızımdan başkası da mîrâsçı olmayacaktır. Bu durumda
ben malımın üçte ikisini sadaka (olarak ayırıp) vereyim mi? dedim.
— "Hayır (üçte ikinin hepsini sadaka
yapma)/" buyurdu. Ben:
— Yarısını sadaka edeyim mi? dedim. Rasûlullah
yine:
— "Hayır (yarısını da sadaka yapma)/"
buyurdu. Ben:
— Üçte bir (olur mu)? dedim. Rasûlullah:
— "Üçte bir de çoktur. Senin mirasçılarım
zengin kimseler olarak bırakman, onları muhtaçlar ve insanlara (sadaka için)
ellerini açar bir hâlde bırakmandan daha hayırlıdır. Allah rızâsını aramak için
yapacağın her harcamaya karşılık muhakkak sana ecir verilecektir. Hattâ (yemek
yerken hayat yoldaşın olan) kadınının ağzı içine koyacağın lokmadan da sana
sevâb verilecektir" buyurdu [35].
30-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Ubeydullah ibn Abdillah'tan haber verdi
ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'ın vefatı yaklaştığı zaman,
evinde, içlerinde Umer ibnu'l-Hattâb'ın da bulunduğu birtakım adamlar varken,
Peygamber (S):
— "Haydin (bana yazı yazacak bir şey
getiriniz de) size bir ki-tâb (yânı vasiyetname) yazdırayım ki, bundan sonra
yolunuzu şaşır-mayasınız!" buyurdu.
Bunun üzerine Umer:
— Peygamber'in
hastalığı muhakkak ağırlaşmıştır. Yanınızda ise Kur'ân vardır. Bize Allah'ın
Kitabı yetişir! dedi.
Bunun üzerine evde
bulunanlar ihtilâfa düşüp husûmete başladılar: Onlardan kimi "Yazı takımı
getiriniz, Peygamber size bir ki-tâb yazsın ki, kendisinden sonra yolunuzu
şaşırmayasınız!" diyordu.
beni ziyaret etmek
üzere bize geldi" sözündedir. Bunun bâzı rivayetleri yakında "Eli
hastanın üzerine koyma bâbi"nda ve Vasiyyetler Kitabı, "Üçte birden
va-siyyet bâbı"nda da geçmiş ve bâzı açıklamalar oralarda verilmişti.
Kimi de Umer'in
söylediği sözü söylüyordu. Peygamber'in yanında konuşma ve ihtilâfı
çoğalttıkları zaman Rasûlullah:
— "(Haydi yanımdan) kalkınız!"
buyurdu.
Râvî Ubeydullah şöyle
dedi: İbn Abbâs bu hadîsi tahdîs ettiği sırada:
— Onların ihtilâf
etmeleri ve karışık gürültülerinin sebeb olduğu o musibet ne büyük bir
musibettir ki, Rasûlullah ile onlara yazmak istediği bu kitâb arasına engel
oldu! der idi [36].
31-.......el-Cuayd
ibn Abdirrahmân şöyle demiştir; Ben es-Sâib ibn Yezîd(R)'den işittim, şöyle
diyordu: (Çocukluğumda) teyzem beni RasûIullah(S)'ın yanma götürdü de:
— Yâ Rasûlallah! Benim
kızkardeşimin şu oğlu hastadır, dedi.
Rasûlullah benim başımı
eliyle sıvazladı ve bana bereket duası yaptı. Sonra abdest aldı. Ben O'nun
abdest aldığı sudan içtim. Ve arka tarafında durdum da sırtında, iki kürekleri
arasında gerdek çadırının kocaman düğmeleri gibi Peygamberlik mührünü gördüm [37].
32-.......Bize
Sabit el-Bunânî, Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur:
— "Sizden biriniz
kendisine (hastalık gibi) bir zarar isabet ettiğinden dolayı sakın ölümü
temenni etmesin! Eğer muhakkak temenni etmek zorunda bulunursa: Allah'ım,
yaşamak benim için hayır olduğu müddetçe beni yaşat, Ölmek benim için hayırlı
olduğu zaman da beni Öldür! desin" [38].
33-.......Kays
ibn Ebî Hazım şöyle dedi: Biz kendisine hasta ziyareti yapmak için Habbâb
(ibnu'l-Erett -R)'ın yanına girdik. Hab-bâb (karnını) yedi yerinden dağlamış
hâldeydi. Bu ziyaretimizde Habbâb şöyle dedi:
— Bizden evvel geçen
ve (Peygamber zamanında Ölüp) giden arkadaşlarımız vardır ki, dünyâ onların
(âhiret saadetlerinden) birşey-lerini eksiltmemişti. (Çünkü dünyâda darlık
içinde yaşadılar. Bize gelince) şübhesiz biz (fetihler sebebiyle) o kadar
dünyalığa kavuştuk ki, bugün biz onu topraktan (köşkler yapmaktan) başka
sarfedecek bir yer bulamıyoruz. Eğer Peygamber (S) bizi ölüm temennisinden
nehyetmemiş olsaydı, muhakkak ben (şu hastalık ıztırâbından dolayı) ölümü
temenni ederdim!
(Kays ctedi ki:) Bir
müddet sonra biz Habbâb'ı bir kerre daha ziyaret ettik. O, kendisine âid bir
duvar bina etmekle meşguldü. Bize:
— Müslüman, infâk ve harcama
yapmakta olduğu herşey hususunda sevaba nail kılınır, yalnız şu toprak içine
sarfetmekte olduğu mal hakkında sevaba nail kılınmaz! Dedi [39].
34-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim:
— "Hiçbir kişiyi, onun güzel ameli (ve
ibâdeti) cennete girdire--mez" buyuruyordu.
Bunun üzerine
sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! Seni de mi girdiremez? diye
sordular. Rasûlullah şöyle cevâb verdi:
— "Evet, beni de Allah'ın fadlı ve rahmeti
bürümedikçe, yalnız ibâdetim cennete girdiremez. Buna göre sizler iş ve
ibâdetinizde ifrat ve tefritten sakınıp doğruyu arayınız ve doğru yoldan gidip
Allah'ın yakınlığını isteyiniz. Sakın sizin hiçbiriniz (sâlih olsun, fâsık
olsun) ölüm temenni etmesin! Çünkü, o, hayır ve ihsan sahibi ise yaşayıp
hayrını, ihsanını artırması umulur. Eğer günahkâr bir kişi ise (yine yaşayıp,
günün birisinde) tevbe ederek Allah 'in rızâsını dilemesi umulur!" [40].
35-.......Abbâd
ibnu Abdillah ibni'z-Zubeyr şöyle demiştir: Ben Âişe(R)'den işittim, şöyle
dedi: Ben, ölüm hastalığında sırtını bana dayamış olduğu hâlde Peygamber(S)'den
işittim: "Allâhumme'ğfir lî, ve'rhamnî ve elhıknîbVr-raJîkı (— Allah'ım
bana mağfiret et, merhamet eyle ve beni -yüksek- refika eriştir)/"
diyordu [41].
Sa'd ibn Ebî
Vakkaas'ın kızı Aişe de babasından Peygamber(S)'in Sa'd'a: "Allah'ım,
Sa'd'a şifâ ver!" diye duâ ettiğini söylemiştir [42].
36-.......Bize
Ebû Avâne, Mansûr'dan; o da İbrâhîm en-Nahaî'den; o da Mesrûk'tan; o da
Âişe(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) bir hasta ziyaretine vardığında
yâhud bir hasta Rasûlullah'a getirildiğinde, şöyle duâ ederdi:
"EzhibVl-bâse Rabbe'n-nâsi. îşfi ve en-te 'ş-şâfî lâ şifâen illâ şifâuke,
şifâen lâ yuğâdıru sakamen (= Ey insanların Rabb'i! Şu hastanın hastalığını
gider! Şifâ ihsan eyle! Rabb'-im ancak Sen sağlık verirsin. Sen'in şifândan
başka hiçbir şifâ yoktur! Rabb'im bu hastaya öyle şifâ ver ki, o şifâ, hasta
üzerinde hastalık izi ve eseri bırakmasın)/"
Amr ibnu Ebî Kays ile
İbrâhîm ibn Tahmân, Mansûr'dan; o da İbrâhîm en-Nahaî'den ve Ebu'd-Duhâ'dan:
"Hasta getirildiği zaman" şeklinde meçhul sîgasıyle söylediler.
Cerîr ibn Abdilhamîd
de Mansûr'dan; o da Ebu'd-Duhâ'dan yalnız olarak "Bir hastaya gittiği zaman"
şeklinde söyledi, demiştir [43].
37-.......Muhammed
ibnu'l-Munkedir şöyle dedi: Ben Câbir ibn AbdilIah(R)'tan şöyle dediğim
işittim: Ben (kendimi bilmez derecede) hasta iken Peygamber (S) benim yanıma
girdi. Abdest aldı da ab-dest aldığı sudan üzerime döktü. -Yâhud: "Üzerine
bu sudan dökünüz" buyurdu.- Bunun üzerine ben (baygınlığımdan) gözümü
açtım da:
— Yâ Rasûlalîah! Bana
kelâleden başkası vâris olmayacak. Buna göre benim mîrâsım nasıl olacak?
dedim.
Bunun üzerine Ferâiz
Âyeti indi [44].
38-.......
Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) muhacir olarak Medine'ye geldiği zaman
Ebû Bekr ile BiJâl humma, yânî sıtma hastalığına tutuldular.
Âişe dedi ki: Ben bu
iki hastanın yanlarına girdim de babama:
— Ey babacığım,
kendini nasıl hissediyorsun? Bilâl'e de:
— Yâ Bilâl! Sen de
kendini nasıl hissediyorsun? diye hatırlarım sordum.
Âişe dedi ki: Ebû
Bekr, kendisini sıtma humması nevbeti yakalayınca şu beyti söylerdi:
Kullu'mrün musabbahun
B ehîihî Ve'1-mevtu ednâ min şirâki na'lihî
(= Herkes ailesi
içinde mes'ûd sabâhlamıştır. Hâlbuki ölüm, ayakkabısının kayışından daha
yakındır.)
Bilâl de kendisinden
sıtma nevbeti sıyrılınca şu beyitleri söyleyerek sesini yükseltirdi:
Eîâ leyîe şı'rî hel
ebiîenne leyleten, Bi-vâdin ve havlı ızhırun ve celîlun. Ve hel enden yevmen
rniyâha Mıcenneün
Ve hel îebduven îî
Şâmetun ve Tafîlu
(= Şunu bilmek
isterdim: Mekke vadisinde etrafımı ızhır ve celîl otları sararak bir gece olsun
geceler miyim? Bir gün gelip de Ukâz'-daki Mıcenne sularının başına varır
mıyım? Mekke'nin Şâme ve Ta-fîl dağları acaba bir kerre daha bana görünürler
mi?)
Urve dedi ki: Âişe
şöyle dedi: Ben akabinde Rasûlulîah'a geldim de kendisine bunları haber
verdim. Bunun üzerine O:
— ' 'A ilah 'im! Mekke 'yi bize sevdirdiğin
gibi Medine 'yi de sevdir! Yâhud onu daha ziyâde sevdir! Medine'nin havasını
bizim için sahih ve hastalıklardan s
[1] en-Nesefî, diğer râvîlere muhalefet etti de
Kitâbu'l-Mardâ'yı Kitâbu't-Tıbb'dan ayırmayarak, ikisini bir arada zikretti.
Elimizdeki Buhârî nüshaları da böyledir. (Bundan sonra da Kitâbu't-Tıbb
gelecektir.)
el-Marîz; hasta;
el-Mardâ, onun cem'idir; el-Maraz da hastalık ma'nâsma-dır. Hastalık vücûdun
tabiî mecrasından çıkmasıdır ki, o kendi konumundan hâriç ve salim olmayan
fiiller çıkan bir halet ve melekedir diye ta'bîr olunur. Yânî hastalık, vücûdun
maddesi ve ma'nâsıyle düzgün işlememe keyfiyyetidir... (Aynî, Kastallânî).
el-Maraz: İki fetha ile
tabiat sağ, safî ve mu'tedil iken muzlim ve ıztırâblı olmağa denir ki, bedeni
husûsî i'tidâlinden çıkarıp fiillerinde bozukluk meydana getirir, hastalık
ta'bîr olunur.
et-Tıbb, tâ'nın üç harekesiyle bâ'nın şeddesiyle hakimlik eylemek
ma'nâsı-nadır ki, gereğine göre hayvânî cisim ve nefse âid ilâç ve timâr
eylemekten ibarettir, pes gerek cismânî ve gerek rûhânî olsun, ki dualar ve
rukye gibi. el-M:sbâh'ta tâ'mn kesriyle isim olmak üzere resmedilmiştir ki,
tabîblik ma'nâ-sınadır. Ve Tıbb, işlerde nfk ve teenni edip maslahatları güzel
vech ve lutf ve suhuletle yürütmek ma'nâsınadır. "Men ehabbe tabbe"
meseli bundandır, yânî işlerin yürütülmesini sevip isteyen kimse nfk, teennî
ve suhuletle girişir, et-Tabîb, Emîr vezninde mutlakaa amel ve kârında üstâz ve
hazık ve mahir olan kimseye denir. Şârih der ki, giderek hastaları ilâçlamakta
hazık olan kimseye ıtlak olunmuştur... (Kaamûs Tercemesi).
[2] Âyetin bâb başlığına uygunluğu açıktır. Gerek müslümân
ve gerek ehli ki-tâb ve kalanlardan her kim bir kötülük yaparsa, onunla
cezalanır, ya dünyâda veya âhirette veya her ikisinde onun bir cezasını görür.
Ebû Bekr(R)'den rivayet olunduğuna göre, bu âyette bahsedilen ceza, mü'minin
günâhlarına keffâ-ret olan dünyevî cezadır. Bir hadîs meali: "Allah kime
hayır murâd ederse, ona musibet verir" (Buhârî, Ebû Hureyre'den, 5.
hadîs).
el-Bakara: 284; eş-Şûrâ: 30; el-Kalem: 17-33 âyetlerine de bak.
[3] Başlığa uygunluğu "Mü'minin meseli taze ekin sapı
gibidir" sözünden alınır. Çünkü mü'minin ekin sapına benzetilmesinden
murâd, bazen sağlıklı, bazen zayıf olması hâlidir. Ekin de böyledir.
Yemyeşilken sonra kızarır, sonra sararır da bir halet üzere kalmaz (Aynî).
[4] Buhârî bu İsnâdla iki şeye işaret etti: Bunlardan
biri, bunda Ka'b'm oğlunun isminin mübhem olduğu, diğeri de hadîsin Sa'd'dan
tahdîsini açıkça belirtmek (Aynî).
[5] Bu hadîslerde zikredilen "Hâme", ekinlerin
çimen hâlinde bir sap ile çıkış şeklidir. Mü'minin buna benzerliğine gelince
şöyledir: Düzgün bir sap ile çıkan ekin her zaman sakin değildir, esen rüzgâr
ile kâh eğilir, kâh doğrulur; bir zaman yeşil yaşar, bir zaman sonra sararır.
Fakat o, rüzgârların şiddetleri ve zamanın inkılâblan karşısında eğildiği
hâlde, hiçbir zaman devrilmez, yine doğrulur. Mü'-min de böyledir: Hastalık,
hüzün, keder, zulüm gibi zamanın birtakım bunaltıcı hâlleri karşısında
sarsılsa da bir türlü yıkılmaz, Allah'a kulluktan ayrılmaz. Fâsık ve fâcir de
serviler gibi ne kadar metin, boylu boslu olursa olsun, günün birinde Allah onu
fısk ve fücuru sebebiyle yere serer.
[6] Başlığa uygunluğu "Yusıb - Musibet verir" sözünden alınır.
Bâzı hadîsçiler bu fiili meçhul sîgasıyle "Yusab" okumuşlar ve bunun
daha güzel; "Hastalandı-< ğım zaman bana şifâ veren O'dur"
(eş-Şuarâ: 80)'da olduğu gibi, Allah'a karşı daha edebli ve yaraşıklı olduğunu
söylemişlerdir. Buna göre hadîsin ma'nâsı "Allah'ın hayır dilediği kimse, birtakım musibetlerle imtihan edilir" demek
olur.
Gazâlî insanlara gelen mihnetleri ve musibetleri üç kısma ayırmıştır:
Birincisi münâfıkm hastalıkları ve musibetleridir ki, Allah'a i'tirâzda
bulunduğu için, onun uğradığı musibeti, ukubet olur. İkincisi mü'minin
hastalığı ve musibetidir ki, mü'min, Allah'tan geldi diye sabrettiği için, onun
musibeti günâhlarına kef-fâret olur. Üçüncüsü de şükr makaamında olan mü'minin
musibetidir ki, bu da hastalığında Allah'a hamd ve şükr ettiği için, hastalığı
Allah katında derecesinin yükselmesine sebeb olur (Tecrîd Ter.}.
[7] Başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî bu hadîsi senedde
görüleceği gibi, iki yoldan getirmiştir: Biri Kubeysa ibn Ukbe'den; o da Sufyân
es-Sevrî'den... yolu, diğeri de Bişr ibn Muhammed'den... yolu. Yüce Allah,
peygamberlerinin sevâbları kâmil ve hayırları umûmî olsun diye onlara verdiği
yakîn kuvveti, sabır şiddeti, tevekkül ve bağlılık salâbetinden dolayı onlara
şiddetli acılar ve hastalıklar tahsis etmiştir.
[8] Başlığa uygunluğu "Yûaku va'kan şedîden"
sözünden almır, çünkü Va'k şiddetli bir hastalık olan hummâ'dır.
Alimler, Abdullah ibn
Mes'ûd'un: "Humma hastalığmdaki fazla hararetin iki kat ecri vardır"
sözünü, Rasûlullah'm "Eve?"diye tasdik etmesi hastalığın derece
yükselmesini mûcib olacağına, "Ağaç yapraklarının dökülmesi gibi
günâhlarını düşürür" sözü de günâhların affına sebeb olacağına delâlet
eder, demişlerdir. Bir de hastalık sebebiyle affolunan günâhların küçük
günâhlar olduğunu, büyük günâhlar için istiğfar, yânî mağfiret istemek
gerektiğini söylemişlerdir.
[9] Bu başlığın lafzı, Tirmizî'nin Mus'ab ibn Sa'd'dan rivayet
ettiği hadîsin lafzından alınmıştır.
[10] Bundaki illet, belânın ni'met mukaabilinde olmasıdır.
Kimde Allah'ın ni'meti daha çok olduysa, belâsı da çok olur. Bunun için hürrün
cezası, kölenin iki katı yapıldı. Mü'minlerin analarına: "Ey Peygamber
zevceleri, içinizden kim açık bir terbiyesizlik ederse, onun azabı iki kat
artırılır..." (el-Ahzâb: 30) buyuruldu (el-Kirmânî, Askaİânî).
Bu hadîs, bundan önceki
bâbda başka bir yoldan olmak üzere geçmişti, aralarında bâzı ziyâde ve noksan
bulunmaktadır.
Bu hadîsleri Müslim de
el-Birr ve's-Sıla'da getirmiştir: Müslim Ter., VIII, 40-42.
[11] Başlığa uygunluğu "Hastayı ziyaret edin"
sözündedir.
Bunun bir rivayeti Et'ıme'nin evvelinde ve Nikâh'ta da geçmişti.
[12] Bunun birer rivayeti İçecekler Kitâbı'nda "Gümüş
kap bâbı"nda ve Cenâze-ler'de "Cenazeleri ta'kîb etme bâbı"nda
da geçmişti.
Burada nehyi beş şey
üzerinde, emri de üç şey üzerinde kısaltmış; yemîn edeni kabul etme, da'vete
icabet, mazluma yardım, aksırana duâ etme fıkralarını zikretmemiştir.
[13] Bunun bir rivayeti Abdest Alma Kitâbı'nda ve en-Nisâ
Sûresi'nin tefsirinde geçmişti. Buradaki başlığa uygunluğu meydandadır
[14] ... Bazen sar'a habîs cinn nüfuzlarından olur...
Ebû'l-Hasen el-Eş'arîMakaa-lâtu Ehli's-Sünne ve'l-Cemâd'da şöyle dedi:
Tabîbler, cinnin sar'alımn bedeni ne girmekte olduğunu söylüyorlar. Nitekim
Allah: "Ribâ yiyenler kendilerini şeytân çorpmış(birer delijden başka bir
hâlde kalkmazlar..." (el-Bakara: 275) buyurdu... (Aynî).
Sar'a ve daha bâza
hastalıkların sebebleri bugün de bilinememektedir.
Sar'a hakkında bir
tanıtma:
"Sar'a (epilepsi)
bir beyin hücresi (nöron) grubunda zaman zaman ortaya çıkan anormal ve güçlü
elektrik deşarjların doğurduğu klinik belirtilerdir...
Epilepsi nöbeti olan
hastalarda yapılmış olan çok sayıda biyoşimik ve fizyolojik incelemelere
rağmen, nöbetlerin nasıl oluştuğu hâlen bilinmemektedir. Nöbetler beynin
organik hasarı veya metabolik bozukluğu sonucu ortaya çıka-bilirse de,
epilepsili hastaların büyük bir kısmında da böyle değişikliklerin mevcudiyeti
gösterilememiştir. Ayrıca böyle bir değişiklik bulunsa bile, bu sar'a nöbetinin
tek sebebi olamaz. Çünkü anormallik dâima mevcûd olduğu halde nöbetler zaman
zaman (düzensiz aralıklarla), ortaya çıkmaktadır.
Beyin dokusunda
herhangi bir anatomik hasar bulunmayan veya metabolik bir sebebi olmayan
epilepsiye "îdyopatik epilepsi" adı verilmektedir. Bu hastaların
nörolojik ve psişik muayeneleri normaldir. Anne, baba, kardeş ve diğer
yakınları arasında epilepsi nöbetleri geçiren kimseler vardır. Bu tür epilepsi
nöbetlerinin çok defa hasta yaşlandıkça seyrekleştiği tesbît edilmiştir."
(H.Mer-ritt, Çev: S.Doğulu, H.Gökalp, Ş.Akpınar, Nöroloji. Lea and Febiger
yayınevi, 1973. s. 700-702 ve Prof. Dr. Edip Aktin, Nöroloji. İstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesi Klinik Ders Kitapları Serisi, 1974. s. 198, 213).
[15] Başlığa uygunlukları, kadının "Ben sar'alanı
yorum" sözündedir. Bu kadının künyesi Ümmü Zufer olduğu ikinci hadîsten
bilindiği hâlde, adında ihtilâf edilmiştir: Su'ayra, Şüfeyre, Sukayra olduğuna
dâir rivayetler vardır.
[16] el-Bezzâr, Yezîd ibn Erkam'dan şu hadîsi rivayet
etmiştir: "Bir kul, dîninin gitmesinden sonra gözlerinin gitmesinden daha
şiddetli bir belâ ile belâlanmadı.
Her kim gözlerinin
gitmesiyle belâlanır da Allah 'a kavuşuncaya kadar (şikâyet etmeksizin)
sabrederse, o kul Allah'a, üzerinde hesâb olmayarak kavuşur".
Bu son hadîste kulun
dîni gitmek suretiyle uğradığı dîn nurundan mahrumiyeti ve dinsizlik
felâketinden sonra göz nurundan mahrumiyet belâsı, bütün ibti-lâlann en
şiddetlisi olduğu ve bu mahrumiyet acısına Allah'a kavuşuncaya kadar sabredip
şikâyet etmeyen kişinin Allah'a hesâbsız, sorgusuz kavuşacağı bildirilmiştir.
[17] Eş'as ibn Câbir'in mutâbaatmı Ahmed ibn Hanbel, Ebû
Zilâl'in mutâbaatını ise Abd ibn Humeyd senedli olarak rivayet etmişlerdir. Bu
ma'nâda daha bâzı hadîsler de gelmiştir.
[18] Ümmü'd-Derdâ'nın bu haberini Buhârî Edebu'l-Müfred'de
el-Hâris ibn Ubeyd yolundan rivayet etmiştir.
[19] Hadîsin başlığa uygunluğu Âişe'nİn "Ben onların
yanına girdim" sözündedir.. Çünkü Âişe'nİn onların yanına girişi, onlar hummalı
iken onları hasta ziyareti yapmak için olmuştu. Bunun bir rivayeti
"Peygamber'in Medine'ye gelişi bâ-bı"nda geçmişti.
[20] Yânî bu, Allah'ın ahlâkiyle ahlâklanmadır. Allah ancak
kendi ahlâkiyle sıfatlanan ve kullarına merhamet eden kullarına merhamet eyler
(Kastallânî).
Başlığa uygunluğu,
Peygamber'in kızının yanma gelip, onun hasta çocuğunu alıp kendi kucağına
koyması bakımındandır. Bu, şübhesiz bir hasta ziyaretidir... (Aynî)
Bu hadîsin bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda geçmişti.
[21] Yânî ben seni, üzerine zararsız geçmiş olsun, humma
seni temizleyici, günâhlarım giderici olur, sen sabret ve buna karşı Allah'a
şükret sözlerimle irşâd ettim, fakat sen irşadımı ve duamı kabul etmeyip
ümîdsizlik ve küfrândan vazgeçmedin, öyleyse senin dediğin gibi olsun! demiş
oluyor... (Şerhu'l-Mişkât).
Taberânî'nin ve başka
hadîsçilerin bâzı rivayetlerinde bu hadîs şöyle bir ziyâde ile bitiyor:
"Madem ki sen, hakkındaki dileğimizi kabulden çekmiyorsun, şu hâlde senin
dediğin olacaktır ve Allah'ın takdiri yerini bulacaktır"buyurdu.
el-Muhalleb şöyle dedi:
Bu hadîsin fâidesi şudur: Çöl Arabi da olsa raiyye-sinden bir hastayı ziyaret
etmesi devlet başkanına eksiklik olmaz. Câhile hasta ziyareti yapmak âlime de
eksiklik getirmez. Çünkü âlim ona fayda verecek şeyleri hatırlatır. Ve
sabretmesini emreyler... Bu da hastanın öfkelenmemesine, do-layısiyle Allah'ın
da ona gadab etmemesine sebeb olur. Bir de bu ziyarette hem hastanın hatırını
hoş etmek, hem de ailesinin hatırını onarmak hikmeti vardır (Aynî). -
Peygamber'in bu sözünü
"Hastalığın zararsız geçmiş olsun! Günâhlarına keffârettir inşâallah
" şeklinde tercüme etmek belki Türkçe'ye daha uygun düşecektir.
Bu hadîs aynı isnâd ve
metinle Nübüvvet Alâmetleri Kitâbı'nda da geçmişti.
[22] Başlığa uygunluğu açıktır. Hadîsin bir rivayeti
Cenazeler Kitâbı'nda "Çocuk müslümân olup ölürse bâbı"nda geçmişti.
[23] Bu ta'lîk de senedli olarak hem Cenâzeler'de, hem de
el-Kasas Sûresi tefsirinde geçti.
[24] Bunun da bir rivayeti Namaz Kitabı, "İmâm ancak
kendisine uyulmak için imâm edilir bâbı"nda geçmişti.
[25] Başlığa uygunluğu "Sonra elini Sa'd'ın alnına
koydu. Sonra elini yüzüm ve karnım üzerine sürüp meshetti..."sözündedir.
"Eli hasta üzerine koymak, onun kalbini sakinleştirmek, hastalığının
şiddetini bilmek ve ona afiyet duası yapmak için olduğu gibi, eğer tıbbı bilen
kişi ise hastaya uygun olacak tedâvî ve ilâcı vasfetmesi için de olabilir"
(Kastallânî).
Hasta ziyaretine giden
kişinin, hastaya ünsiyet ve şefkat izhârı maksadıyle elini hastaya dokundurup,
onu okşayarak teselli etmeye, ümidini, ma'neviyâtı-nı kuvvetlendirmeye vesile
olacak kısa sözler ve dualar etmesi güzel edeblerden-dir. Peygamber'in fiilleri
ve sözleri en güzel ve uyulacak eskimez örneklerdir.
[26] Başlığa uygunluğu "Elimle O'na meshedip
dokundum" sözündedir. Bu hadîsin bir rivayeti, yakında "İnsanların
belâ yönünden en şiddetli olanları peygamberlerdir bâbı"nda geçmişti.
[27] Başlığa uygunluğu, İbn Mes'ûd'un Peygamber'e söylediği
ve Peygamber'in de ona verdiği cevâbdadir. Hadîsin bir rivayeti şimdi bundan
önceki bâbda geçmişti.
[28] Başlığa uygunluğu Peygamber'in ona: "Zararsız
geçmiş olsun, temizleyicidir inşâallah" demesi ve onun da Peygamber'e
"Hayır.." diye cevâb vermesinde-dir. Sarihlerin bildirdiğine göre bu
zât Kays ibn Ebî Hazım adında bir çöl Arabi bedevî idi. Aynı isimde tabiî
büyüklerinden ve muhadramlardan bir zât daha vardır. Bedevî ise Peygamber'le
görüştüğü açıklandığı için sahâbî olduğu anlaşılıyor. Bu hadîsin bir rivayeti,
yakında "Bedevîye Hasta ziyareti bâbi"nda geçmişti.
[29] Başlığa uygunluğu "Peygamber (S) bir merkeb
üzerine bindi, Usâme'yi de arka tarafına bindirip Sa'd ibn Ubâde'ye hasta
ziyaretine gitti" sözlerindedir. Bu hadîsin bir rivayeti Âlu İmrân: 186.
âyeti tefsîrinde geçmişti.
[30] Başlığa uygunluğu "Ne katıra, ne de ata binmiş
değildi" sözünden alınır. Bu söz ile Peygamber'in yayan olarak yürüyüp
geldiğini söylemiş oluyor ki, başlığın bir fıkrasına delîl olmuştur.
[31] Eyyûb Peygamber bu sözü mahlûklara değil, duâ için
Allah'a karşı söylemiştir.
[32] Başlığa uygunluğu Ka'b ibn Ucre'nin "Evet"
cevâbındadir. Onun haşerelerin ezasını haber vermesi şikâyet için değil, fakat
vâki'i beyân için ve faydalanacağı şeye doğru yol istemek içindi. Bunun bâzı
rivayetleri Hacc'da, el-Bakara: 196. âyette ve Mağâzî'de geçmişti
[33] Başlığa uygunluğu "Vay başım!" sözündedir.
Hadîsin son fıkrasındaki ta'bîr-Ierin öne geçirme ve geri bırakılmasında râvî
tereddüd ettiği için hadîsi "yâhud" terdîdi İle rivayet etmiştir.
Peygamber'in Âişe'ye: "Endîşe etme, sen benden sonra yaşayacaksın!"
buyurması ilâhî vahyin eseridir ve Peygamber'in mu'cizeleri cümlesindendir. Bu
hadîs Ebû Bekr'in halifeliği hususunda da gayet açık bir nasstır. Bunun bir rivayetini
Hükümler Kitâbı'nda da getirmişti.
[34] Bu hadîsin bâzı rivayetleri yakında birkaç yerde
geçmişti.
[35] Başlığa uygunluğu "Yakalandığım şiddetli bir
hastalıktan dolayı Rasûlullah (S)
[36] Başlığa uygunluğu "Kalkınız!" sözündedir. Bu
hadîste "Yanımdan" lafzını söylemedi. Fakat İlim Kitâbı'ndaki
rivayette "Yanımdan katkınız!" şeklinde gelmiştir ki, buradaki
başlığa uygundur. Bunun birer rivayeti Vasiyyetler1 de ve Mağâzî Kitâbı'nda da
geçmişti. Oralarda hadîsle ilgili bâzı açıklamalar verilmişti.
[37] Başlığa uygunluğu açıktır. Bunun birer rivayeti Abdest
Alma Kitabı ile Menâ-kıb'da geçmişti, inşâallah Dualar Kitâbi'nda da
gelecektir.
[38] Hadîs, hastalık gibi herhangi zarar verici bir belâ ve
musibetin şiddeti sebebiyle ölümü temenni etmekten nehye delâlet etmektedir.
Hadîsin son fıkrasındaki "Eğer muhakkak ölümü temenni etmek zorunda
kalırsa şöyle... desin" emri de vücûbî bir emir değil, izin ve ihtiyara
delâlet eden bîr emirdir.
[39] Başlığa uygunluğu "Eğer Peygamber (S) bizi Ölüm
temennisinden nehyetmemiş olsaydı, muhakkak ben ölümü temenni ederdim"
sözündedir.
Habbâb ibnu'l-Erett (R), ilk müslümân olan bahtiyarlardandır. İslâm'a girenlerin
onaltıncısıdır. Mekke müşriklerinden pek ağır işkenceler görmüştür. Bunlardan
hiç yılmamış ve her zaman feragatli bir hayât yolu ta'kîb etmiştir. Buhârî bu
hadîsin birer rivayetini Dualar ve Rikaak'ta; Müslim de Duâlar'da getirmiştir.
[40] Bunu Müslim de "Doğruyu arayınız" kavline
kadar çeşitli yollarla getirdi.
Buhârî'nin bu hadîsten buradaki maksadı "Sakın sizin hiçbiriniz
ölüm temenni etmesin" kavlidir. Bundan önceki kısımları istidrâd olarak
zikretmiştir.
[41] Bir rivayette "En yüksek refik" şeklinde
gelmiştir. Murâd, en yüksek topluluk sahibi olan meleklerdir. Peygamber bunu
öleceği kendisine tahakkuk ettikten sonra, o zaman kendisine yüksek derecenin
kemâlini müjdeleyen melekleri gördüğünde söylemiştir. Hiçbir peygamber, ölümü
kendisine haber verilmedikçe kabzolunmaz. Nehy ise ölümden evvelki hâlete
mahsûstur... Buhârî'ye aşk olsun! Zihinleri keskinleştirmek için en gizli
olanı en açık olan üzerine ne kadar güzel hazırlıyor ve tercih edip seçiyor!
(İbn Hacer ve Kastallânî).
[42] Sa'd kızı Âişe'nİn bu hadîsi "Ziyaret edenin
kendi elini hasta üzerine koyması bâbı"nda senedli olarak geçti.
[43] Başlığa uygunluğu meydandadır. Buhârî burada hadîsin
birkaç yoldan gelişini de işaret etmiştir.
' 'Tedâvîde Duâmn Yeri''; İslâm Medeniyeti Dergisi, 1973 Hazîran sayısında
Abdullah Aydemir'in 16 sahîfelik uzunca ve güzel makaalesi yerinden okunmağa
değer!...
[44] Başlığa uygunluğu "Abdest aldı da suyundan
üzerime döktü" sözündedir.
Buradaki Ferâiz
Âyeti'nden murâd, en-Nisâ: 11-32'deki iki mîrâs âyeti, yâhud yine en-Nisâ
Sûresi'nin sonunda olan 176. âyettir ki, her ikisinde de "Kelâ-.
le"den bahs buyurulmuştur.
Kelâle, usûl ve
furû'dan olmayan kimselerdir.
Bu hadîsin bir rivayeti yakında "Bayılmış hastayı ziyaret
bâbı"nda geçmişti
[45] Hadîsin bir rivayeti yakında "Kadınların hasta
erkekleri ziyaret etmeleri bâbı"n-da geçmişti. Bu hadîslerde veba sözü
geçmediyse de Hacc Kitâbı'nm sonlarındaki bir rivayette Âİşe "Medine,
Arz'ın en vebalı bir yeri idi" demiştir. Buhârî oraya işaretle yetinmiş
oluyor.
Duâ ile taabbud makbuldür. Çünkü duâ, bazen ömrü uzatmaktaki sebeb-ler
cümlesinden yâhud hastalığın kaldırılması sebeblerinden olur.. (Kastallânî).