2- Bâb: Namaza Hilenin Girmesi Hakkındadır
4- Bâb: Nikâhta Olan Hîle(Yi Terketmek)
7- Alîş-Verişlerde Birbirini Aldatmaya Çalışmanın
Nehyolunması Babı
11- Bâb: Nikâhta Yalancı Şâhidliğin Hükmü
13- Tâûn Hastalığından Kaçmak Hususunda Hîle Yapmanın
Mekruh Olacağı Babı
14- Bâb: Hibeden Dönme Ve Şuf'ayı Düşürme Hususundaki
Hîle Hakkındadır
15- Devlet Me'mûrunun, Kendisine Hediye Verilmesi İçin
Hîle Yapması(Nın Çirkinliği) Babı
Rahman ve Rahim oları Allah 'in ismiyle
(Hileler,
yânı Hukukî Çâreler Kitabı)
1-.......Alkame
ibnu Vakkaas şöyle demiştir: Ben Umer ibnu'I-Hattâb(R)'dan işittim, şöyle hitâb
ediyordu: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
— "Ey insanlar!
Ameller ancak niyete göredir. Herbir kimsenin
niyet ettiği şey ne
ise, eline geçecek olan ancak odur. Her kimin hicreti Allah'a ve Rasûlü'ne
yönelik ise, onun hicreti Allah'a ve Rasûlü'ne varıcıdır. Her kim de nail
olacağı bir dünyâ yâhud kendisiyle evleneceği bir kadından dolayı hicret
etmişse, onun hicreti (de Allah'ın ve Rasûlü'nün rızâsına değil) hicret ettiği
şeyedir" [2].
2-.......Bize
Abdurrazzâk, Ma'mer'den; o da Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den
tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Herhangibirinizde abdestsizük vâki' olduğu
zaman, o kimse abdest alıncaya kadar Allah sizden o kimsenin namazını kabul
etmez" buyurmuştur [3].
3-.......Enesibn
Mâlik (R) şöyle tahdîs etmiştir: EbûBekr, RasûlulIah(S)'ın takdir buyurduğu
zekât mikdârlanna dâir Enes ibn Mâ-lik'e bir mektûb yazdı da, bunda "Zekât
(artar ve eksilir) korkusuyla dağınık olan zekât malı bir araya toplanmaz,
toplu bulunanların arası da ayrılıp dağıtılmaz" buyurdu [4].
4-.......
Bize İsmâîl ibnu Ca'fer, Ebû Süheyl'den; o da babası Mâlik ibn Ebî^Âmir'den;o
da Talha ibn Ubeydillah(R)'tan şöyle tahdîs etti: Başının saçı darmadağın bir
bedevi, Rasûlullah(S)'m huzuruna geldi de:
— Yâ Rasûlallah!
Allah'ın benim üzerime namazdan neyi farz kıldığını, bana haber ver! dedi.
Rasûlullah:
— "Beş vakit namaz farz kıldı, ancak
kendiliğinden birşey kılabilirsin" buyurdu.
Bedevî:
— Allah'ın benim
üzerime oruçtan neyi farz kıldığını haber ver! dedi.
Rasûlullah:
— "Ramazân ayında oruç tutmayı farz kıldı,
ancak kendiliğinden de bir mikdâr oruç tutabilirsin" buyurdu.
Bedevî:
— Allah'ın bana
zekâttan neyi farz kıldığını haber ver! dedi. Rasûlullah (S) da ona İslâm'ın
şerîatlerini haber verdi. Bedevî:
— Sana (umûmî
peygamberlik) ikram eden Allah'a yemîn ederim ki, ben kendiliğimden gönüllü
olarak hiçbirşey yapmam ve Allah'ın bana farz kılmış olduğu hiçbirşeyi de
eksik yapmam! dedi.
Rasûlullah:
— "Eğer doğru söylüyorsa felah buldu
-yâhud: Eğer doğru söylüyorsa cennete girdi-" buyurdu [5].
Ve insanların bâzısı:
Yüyirmi devede üç yaşına basmış iki deve zekât vardır. Eğer develerin sahibi
bilerek bu yüzyirmi deveyi (zekât yılı dolmadan evvel kesmek suretiyle) helak
eder yâhud hibe eder yâhud zekâttan kaçmak için bu develerde bir hîle yaparsa,
artık ona hiçbir zekât yoktur, demiştir [6].
5-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizden
birinizin (zekâtı verilmeden saklanılmış) hazîneniz, kıyamet gününde çok
zehirli erkek bir yılan (suretinde) olur. Sahibi ondan kaçar, o da sahibini
ister ve: Ben senin (dünyâdaki) hazîne-nim! der durur".
Rasûlullah buyurdu ki:
"Vallahi o yılan devamlı sahibini arayıp, onun ardından ayrılmaz. Nihayet
mal sahibi elini uzatır da kendi elini onun ağzına verip yutturur".
Ve yine Rasûlullah:
"Hakkını, yânı zekâtını vermeyen deve sahibine de kıyamet günü o develer
kendisine saldırtılır da, onlar tabanları ile sahibinin yüzü üstüne basıp
çiğnerler" buyurdu [7].
Ve insanların bâzısı:
Bir adam çok develeri olup da kendisine zekât vâcib olacağından korkarak bu
develerini, onların benzen olan başka develerle yâhud koyunlarla yâhud
sığırlarla satsa yâhud zekât yılı dolmadan bir gün önce zekâttan kaçmak için
onları bir hîle yaparak dirhemlerle, yânı paralarla satsa, o kimsenin üzerine
zekâttan birşey yoktur, dedi.
Hâlbuki o yine: Bu
develerin sahibi eğer zekât yılı tamam olmadan bir gün yâhud altı ay -bir
zabtta: Bir sene- önce develerinin zekâtlarını verirse, bu vermesi de onun
zekâtına kâfi olur, demektedir [8].
6-.......Bize
el-Leys, İbn Şihâb'dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah ibn Utbe'den; o da İbn
Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, o şöyle demiştir: Sa'd ibn Ubâde el-Ensârî (R),
anası üzerinde bir nezr bulunduğunu ve anası bu nezrini yerine getiremeden
vefat ettiğini zikredip, Rasûlullah(S)'tan bunun fetvasını istedi. Rasûlullah
da ona: "Anan adına o nezri yerine getir!" buyurdu [9].
Ve insanların bâzısı
(yânî Ebû Hanîfe): Develer yirmi sayısına ulaşınca, onlarda dört koyun zekât
vardır. Eğer develerin sahibi bu develeri zekât yılı tamam olmadan evvel hibe
eder yâhud zekâtı düşürmek için bir hîle yaparak veya zekâttan kaçarak onları
satarsa, üzerine zekât olmaz (Çünkü malın aynı zekât yılından önce kendisinden
zail olmuştur). Eğer develeri (kesmek gibi bir yolla) helak eder ve develer
ölürse, yine böyledir, o kimseye malı hakkında birşey yoktur [10].
7-.......Ubeydullah
el-Umerî şöyle demiştir: Bana Nâfi', Abdullah ibn Umer(R)'den, Rasûlullah (S)
şiğâr(sûretiyle nikâh)dan neh-yetti, diye tahdîs etti.
(Ubeydullah dedi ki:)
Ben Nâfi'e:
— Şiğâr nedir? diye sordum. O da:
— Bir adam diğer bir adamın kızını nikâh eder,
diğeri de ona kendi kızını mehr olmaksızın nikâh eder; ve keza bir adamın
kızkar-deşini nikâhla alır ve kendi kızkardeşini de mehirsiz olarak o adama
nikâh eder, dedi [11].
Ve insanların bâzısı:
İnsan hîle yapar da nihayet şigâr üzerine evlenirse, bu akid caizdir ve şart
bâtıldır, dedi [12].
Ve yine bu zât mut'a
nikâhı hakkında: Nikâh fâsiddir, şart da bâtıldır, dedi.
Onların (yânı
Hanefîler'in) bâzısı da: Mut'a da, şiğâr da caizdir, şart ise bâtıldır, dediler
[13].
8-.......Bize
ez-Zuhrî, Muhammed ibn Alî'nin iki oğlu, el-Hasen ve Abdullah'tan; onlar da
babalarından tahdîs etti ki, onun babası Alî ibn Ebî Tâlib(R)'e:
— İbn Abbâs,
kadınların mut'a nikâhı ile nikâh edilmesinde bir be's görmüyor! diye
söylenmiş.
Bunun üzerine Alî (R):
— Şübhesiz Rasûlullah
(S) Hayber günü mut'a suretiyle nikâh yapmaktan ve ehli eşek etlerinden
nehyetti, demiştir [14].
Ve insanların bâzısı:
Bir kimse hîle yapar da nihayet mut'a nikâhı akdi ile kadından faydalanırsa,
bu nikâh fâsiddir, dedi.
Onların (yânî
Hanefîler'in) bâzısı da: Bu nikâh caizdir, fakat şart bâtıldır, demiştir [15].
9-.......Bize
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti
ki, Rasûlullah (S): "Su fazlası kimseden men' edilmez ki, bu men' ile
neticede (mübâh olan) ot fazlası (hayvan sâhiblerinden) men' edilmiş olur"
buyurmuştur [16].
10- Bize
Kuteybe ibnu Saîd, Mâlik'ten; o da Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti
ki, Rasûlullah (S) necşten, yânı fiât artırmadan nehyetmiştir [17].
Eyyûb es-Sahtıyânî:
Onlar sanki bir insanı
aldatmaya çalışmaları gibi Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Eğer onlar bu işe
açıktan gelselerdi (yânî fiât üzerine fazla almayı açıktan gizlemeksizin i'lân
etselerdi) bu bana daha kolay olurdu, demiştir (Çünkü o, dîni, aldatmaya bir
âlet yapmazdı).
11-.......
Bize Mâlik, Abdullah ibn Dinar'dan; o da Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle tahdîs
etti. Bir kimse Peygamber(S)'e, alışverişlerde kendisinin dâima aldatıldığım
zikretti. Bunun üzerine Peygamber de ona:
— "Sen de birşey
almak istediğinde, (İslâm Dîni'nde) aldatmak yoktur, de!" buyurdu [18].
12-.......ez-Zuhrî
şöyle dedi: Urve ibnu'z-Zubeyr şöyle tahdîs ediyordu ki, kendisi Âişe'ye şu
âyetleri sormuştur:
''Eğer yetîm kızlar
hakkında adaleti yerine getiremiyeceğinizden korkarsanız, sizin için halâl olan
diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâh edin... "
(en-Nisâ: 3-4).
Âişe şöyle demiştir:
Bu yetîm kız o kızdır ki, velîsinin himayesinde bulunur. Velîsi onun malı ve
güzelliğine rağbet eder ve o kıza emsalinin mehrinin en azım vermek suretiyle
onunla evlenmek ister. İşte bu âyetlerde o gibi velîlerin, velayetleri
altındaki yetîm kızları -haklarında adalet ve onların mehirlerini kemâle
ulaştırmadıkça- nikâh etmeleri nehyolunup bunlardan başka kendilerine halâl
olan kadınlardan nikâh etmeleri emrolunmuştur. Bu âyet indikten sonra, insanlar
Rasûlullah'tan fetva istediler de, bunun üzerine Allah Taâlâ şu âyetleri
indirdi:
"Senden kadınlar
hakkında fetva isterler. De ki: Onlara dâir fetvayı size Allah veriyor:
Kendileri için yazılmış olan mîrâsı onlara vermediğiniz ve nikâhlanmalarını da
beğenip istemediğiniz yetîm kızlar ve küçük çocuklar hakkında, bir de yetimlere
karşı adaleti ayakta tutmanız hususunda (işte) Kitâb'da okunup duran âyetler [19].
Hayırdan daha ne yaparsanız, şübhesiz Allah onu da hakkıyle bilicidir"
(en-Nisâ: 128).
Ve hadîsin tamâmını
zikretti [20].
Bir adam başkasının bir
cariyesini gasbetse de, onu gasbettiğini iddia ederek, o cariyenin öldüğünü
ileri sürse, hâkim tarafından bu ölmüş cariyenin kıymeti hükmolunsa, sonra o
cariyenin diri olarak kendisinden gasbedilmiş olan sahibi cariyeyi bulsa, bu
câriye o adama, yânî mâlikine âiddir.
Ve gasbedene
hükmolunan kıymet de gasbedicîye geri verilir. Ve bu kıymet, o cariyenin bedeli
olmaz.
(Çünkü o kimse bu
bedeli câriye öldü demesinden dolayı almıştı, bunun bâtıllığı meydana çıkınca, hüküm
aslına döner) [21].
İnsanların bâzısı:
Câriye, gasbeden
kimseye âiddir. Çünkü sahibi onun kıymetini gasbedenden almıştı, dedi. (Buhârî
dedi ki:)
İşte bunda bir adamın
satmak istemediği cariyesini arzu eden ve onu gasbeden kimse için bir hîle
vardır. Ve yine cariyenin ölmesiyle gasbedenden sahibi onun kıymetini alacağı
için ve bu suretle gasbedene başkasının cariyesinin halâl olacağı hüccetini
getiren için de bir hîle vardır.
(Sonra Buhârî, bunun
bâtıllığına şu hadîsle delîl getirdi:) Peygamber (S) -Hacc Kitâbı'nın
sonlarında-:
"Mallarınız
-rızâlaşma olmadıkça- birbirinize haramdır" ve "Kıyamet gününde
herbir gadredici kimse için,
tanınacağı bir bayrak
vardır" buyurmuştur [22].
13-.......Bize
Sufyân es-Sevrî, Abdullah ibn Dinar'dan; o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs
etti ki, Peygamber (S): "Ahdini bozan her kişi için kıyamet gününde (halk
arasında) kendisinin bilineceği bir alâmet vardır" buyurmuştur [23].
(Bu, geçen bâbdan bir
fasıl gibidir.)
14-.......Ümmü
Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o da Ümmü Seleme(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber
(S) şöyle buyurmuştur: "Şübhesiz ben (de sizin gibi) bir insanım. Sizler
bana da'vâlarınızt arzedi-yorsunuz. Olabilir ki, sizden biriniz hüccetini
diğerinden daha açık ve düzgün ifâde etmiş olur, ben de işitmekte olduğum delil
üzerine onun lehine hükmederim. Binâenaleyh ben kimin lehine kardeşinin
hakkından birşey hükmetmiş isem, o kimse bu hakkı almasın. Çünkü ben ona ancak
ateşten bir parça kesmişimdir" [24].
15-.......Bize
Yahya ibnu Ebî Kesîr, Ebû Seleme'den; oda Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "Er görmedik bakire kız, kendisinden izin alınmadıkça nikâh
olunmaz, dul kadın da kendisinin açıkça emri alınmadıkça nikâh olunmaz"
buyurmuştur.
Bunun üzerine:
— Yâ Rasûlallah!
Bakire kızın izni nasıl olur? diye soruldu.
Rasûlullah:
— "Onun izni,
sustuğu zamandır" buyurdu.
Ve insanların bâzısı:
Bakire kızın izni alınmadığı zaman evlendirilmez. Fakat bir adam hîle yapar
da, kendisinin bu kızla, kızın rızâsıyle evlendiğine dâir iki tane yalancı
şâhid getirir ve hâkim de bunların şehâdetleriyle o kızın nikâhını sabit görüp
tesbît ederse -koca da bu şâhidliğin bâtıl olduğunu bilmekte iken- o adamın bu
kızla cinsî münâsebet yapmasında be's yoktur ve bu, sahîh bir evlenmedir, dedi [25].
16-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Bize Yahya ibn Saîd el-Kaasım (ibn Muhammed ibn
Ebî Bekr es-Sıddîk)'dan şöyle tahdîs etti: Ca'fer oğlu'ndan olan bir kadın,
velîsinin kendisini istemediği hâlde evlendireceğinden korktu da Ensâr'dan iki
şeyhe; cariyenin iki oğlu Abdurrahmân ile Mucemmi' adındaki iki şeyhe, haberci
gönderip sordu. Bu iki şeyh de ona:
— Sakın (istemeden
evlendirilmekten) korkma! Çünkü Ensâr'dan Hansa bintu Hizâm'i, babası, kendisi
istemediği hâlde evlendir-mişti de (Hansâ'nın müracaatı üzerine) Peygamber (S)
bu nikâhı redd ve ibtâl etti, dediler [26].
Sufyân ibn Uyeyne dedi
ki: Abdurrahmân (ibnu'I-Kaasım ibn Muhammed ibn Ebî Bekr es-Sıddîk)'a gelince,
ben ondan işittim; o, babası el-Kaasım'dan "İnne Hansâe..." şeklinde
söylüyordu (yânî Abdurrahmân ibn Yezîd'i ve kardeşini zikretmiyordu da hadîsi
mür-sel olarak söylüyordu) [27].
17-.......
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "Dul kadın, kendisinin açıkça izni
alınmadıkça nikâh olunmaz. Er görmedik kız da kendisinden izni sorulup, izni
alınmadıkça nikâh olunmaz" buyurdu.
Mecliste bulunanlar:
— (Yâ Rasûlallah!)
Bakir bir kızın izni nasıl olur? diye sordular. Rasûlullah:
— "Onun izni, sükût etmesidir"
buyurdu.
Ve insanların bâzısı
şöyle dedi: Bir insan dul bir kadınla, kadının emri ile evlenmesi üzerine iki
yalancı şâhid getirmek suretiyle hî-le yapsa, hâkim de bu yalancı şâhidlerin
şâhidlikleri ile kadının bu adamla nikâhını sabit görüp tesbît etse -koca,
kendisinin o kadınla asla evlenmediğini bilip durduğu hâlde- şu muhakkak ki, bu
nikâh o kimseye caiz olur ve bu adamın o kadınla beraber ikaamet etmesinde bir
be's yoktur [28].
18-.......
Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "Bekâr olan kişinin (evlenmek hususunda)
izni istenir" buyurdu.
Ben:
— (Yâ Rasûlallah!) Er görmedik bekâr kız utanır
(rızâsını bildirmez)! dedim.
Rasûlullah:
— "Onun izni, susmasıdır" buyurdu [29].
Ve insanların bâzısı
şöyle dedi: Eğer bir adam yetîm bir kızı yâ-hud bakire küçük bir kızı sevse, o
kız da onunla evlenmeyi kabul etmese, bu adam hîle yapıp da kendisinin o kızla
evlenmiş olduğuna iki yalancı şâhid getirse, küçük kız da bu sırada bulûğ çağma
erişip evlenmeye razı olsa, hâkim de yalan şehâdeti kabul etse, o erkek bunun
bâtıl olduğunu (yânî şâhidlerin yalan söylediğini) bilip dururken, bu erkeğe o
kızla cima yapmak halâl olur! [30].
19-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) tatlıyı sever ve balı da severdi. Ve kendisi
ikindi namazını kıldırdığı zaman kadınla-' rından birinin yanına geçer ve
onlardan birine yaklaşırdı. Bir kerre-sinde Umer'in kızı Hafsa'nın yanma
girmişti. Onun yanında kalmakta olduğu zamandan daha fazla kaldı. Ben bu fazla
kalmanın sebebini sordum. Sorduğum kimse bana:
— Hafsa'nın kavminden
bir kadın, ona küçük bir tulum bal hediye etmiş, Hafsa da o baldan Rasûlullah'a
bal şerbeti içirmiş, dedi [32].
Ben de kendi kendime:
Vallahi biz bunun için muhakkak bir hîle yaparız, dedim. Ve akabinde bunu
Şevde bintu Zem'a'ya zikrettim ve ona şöyle ta*lîmât verdim:
— Biraz sonra Rasûlullah senin yanına girip de
sana yaklaştığında, O'na hitaben "Yâ Rasûlallah! Meğâfir mi yedin?"
dersin. O da sana: "Hayır!" diyecektir. Bunun üzerine sen de O'na:
"Ya Sen'den bana gelen bu koku nedir?" diye sorarsın. -Rasûlullah'a
kendisinden çirkin koku hissedilmesi, kendisine şiddetli ve ağır gelirdi.- O
da sana: "Hafsa bana bal şerbeti içirmişti!" diyecektir. Sen de O'na:
"Öyle ise o balın arısı onu urfut ağacından toplamıştır!" dersin. Bana
geldiğinde ben de böyle söyleyeceğim. Ve ey Safiyye! Sen de böyle söyle!
dedim.
(Âişe bu ta'Iîmâtın
uygulama suretini şöyle anlattı:) Râsûlullah, Sevde'nin yanma girince, bunu
söylersin dedim: Şevde dedi ki:
— Kendisinden başka
hiçbir ilâh olmayıp ancak kendisi bulunan Allah'a yemîn ederim ki, Râsûlullah
kapının önünde dururken, muhakkak senden korktuğumdan dolayı, senin bana söyle
dediğin sözü çabucak söylemeye davranıyordum. Nihayet Râsûlullah bana yaklaşınca:
— Yâ Rasûlallah! Sen meğâfir zamkı mı yedin?
dedim. Râsûlullah:
— "Hayır!" dedi. Ben:
— Sendeki bu koku nedir? dedim. Râsûlullah:
— "Hafsa bana bal şerbeti içirmişti"
buyurdu. Ben:
— O balın ansı urfut ağacından toplamıştır!
dedim.
(Âişe dedi ki:)
Râsûlullah, benim yanıma girdiğinde, ben de kendisine bunun gibi söyledim.
Safiyye'nin yanına girdiğinde de, Safiyye de O'na böyle söyledi. Sonra
Rasûlulîah, Hafsa'nın yanına girince, o da kendisine:
— Yâ Rasûlallah! Sana bal şerbetinden içireyim
mi? dedi. Râsûlullah:
— "Hayır, benim için ona hiçbir ihtiyâç
yoktur" buyurdu. Âişe dedi ki: Şevde bana:
— Subhânaltâhi,
muhakkak biz, Rasûlullah'a bal şerbetini haram ettik! diyordu.
Âişe dedi ki: Ben de
ona:
— Sus! dedim [33].
20- Bize
Abdullah ibnu Mesleme, Mâlik'ten; o da İbn Şihâb'-dan; o da Abdullah ibnu Âmir
ibn Rabîa'dan tahdîs etti ki, Umer ibnu'l-Hattâb (R) -onsekizinci yılın
rebî'u's-sânîsi içinde teftiş için-Şâm'a doğru yola çıktı. Şâm yakınındaki
Serığ mevkiine vardığı zaman, kendisine Şam'da veba hastalığı çıktığı haberi
ulaştı. (Bâzı gayret ve yanında bulunan bâzı sahâbîlerin muvafakatini de
aldıktan sonra, geriye dönmeğe azmetti.) Bu sırada Abdurrahmân ibn Avf, kendisine
Rasûlallah'm şöyle buyurduğunu haber verdi:
— "Sizler bu
hastalığın bir yerde çıktığını işittiğiniz zaman, artık oraya gitmeyiniz.
Hastalık sizin bulunduğunuz yerde vâki' olursa, ondan kaçmak için sakın o
yerden çıkmayınız".
Bunun üzerine Umer,
Serığ'den geri döndü.
Ve İbnu Şihâb'dan; o
da Salim ibn Abdillah'tan: Umer ancak bu Abdurrahmân hadîsinden dolayı geri
dönmüştür, diye rivayet de vardır [34].
21-.......
Bize Âmir ibnu Sa'cl ibn Ebî Vakkaas tahdîs etti ki, o Usâme ibn Zeyd(R)'den işitmiştir.
Zeyd, Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a şöyle tahdîs ediyordu. Rasûlullah (S) bu hastalığı
zikretti de:
— "Bu bir ricz
-yâhud azâb-dır ki, bununla bâzı ümmetler azâb-/andırıldı. Sonra onların
ardından bundan bir bakıyye kaldı. Bir defa gider, diğer bir defa gelir. Artık
her kim bir yerde onu işitirse, sakın o hastalığın üzerine gitmesin. Her kim
de bir arazîye düşer ve orada da bu hastalık bulunursa, artık hastalıktan
kaçmak için kendisi oradan çıkmasın!" [35].
İnsanların bâzısı:
Eğer bir şahıs bin. dirhem veya daha fazla bir hibe yapsa ve nihayet bu hibe,
hibe verilen kimsenin yanında senelerce kalsa, ve hibe yapan hibe verilen kimse
ile hibede tasarruf etmemesinde uyuşmak suretiyle bu hibede hîle yapsa, sonra
hibe veren bu hibeden dönse, bunlardan hiçbirine zekât yoktur, dedi. Bunu
söyleyen kişi, Rasûlullah(S)'a hibede muhalefet etmiştir (yânî hibeden dönmeyi nehyeden hadîsin
zahirine muhalefet etmiştir).
Bir de hibe verilenin
yanında zekât yılı kalmasının ardından sabit olan zekâtı da düşürmüştür [36].
22-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Hibesinden geri dönen her kişi,
(kusan) sonra da kusmuğuna dönen köpek gibidir. Bizim için böyle kötü sıfat
olmaz" buyurdu [37].
23-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme'den tahdîs etti ki, Câbir ibn
Abdillah (R): Peygamber (S) şuf ayı ancak taksim olunmamış her malda kılmıştır.
Sınırlar konulup da yolların yönleri belli edildiği zaman şuf'a yoktur,
demiştir [38].
İnsanların bâzısı: Şuf
a komşuluk için meşru' olur, dedi.
Sonra bu zât,
sağlamlaştırdığı bu düstûra (yânî şuf ayı ortaklık gibi komşuluk için isbâtına)
kasdetti de, onu ibtâl eyledi, ve şöyle dedi: Bir şahıs, bir evi tamamen satın
almak istese ve komşunun o evi şuf a sebebiyle alacağından korksa da o evdeki
yüz hisseden şayi' olan bir hisseyi satın alsa (ve böylece evin mâlikiyle bir
ortaklığa dönüşür), sonra da geri kalanı satın alsa komşu için şuf a, birinci
hissede olur ve evin kalanında komşu için şuf a olmaz. Ve evi satın alıp da komşusunun
evi almasından korkan kişi için bu konuda hîle yapması hakkı vardır! [39]
24- Bize Alî
ibnu Abdillah el-Medînî tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti ki,
İbrâhîm ibn Meysere şöyle demiştir: Ben Amr ibnu'ş-Şerîd'den işittim, şöyle
dedi: Misver ibnu Mahrame (R) geldi de elini benim omuzum üzerine koydu. Ben de
onunla beraber Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a gittim. (Rasûlullah'm hizmetçisi) Ebû
Râfi\ Misver'e:
— Sen şu Sa'd ibn Ebî
Vakkaas'a, hanesinde olan evimi benden satın almasını emretmez misin? dedi.
Bunun üzerine Sa'd:
— Ben bedeli sana
dörtbin dirhemden ziyâde veremem. Bu da ya kesik kesik yâhud da ceste ceste
olarak! dedi.
Ebû Râfi':
— Bana (bu ev için)
beşyüz dînâr nakid verildi de, ben bu satışı men' ettim. Eğer ben
Peygamber(S)'den "Komşu komşuya en haklı şefî'dir" buyururken
işitmemiş olaydım, ben bu evi sana satmazdım -yâhud: Ben bu evi sana
vermezdim-, dedi.
(Alî ibnu'l-Medînî dedi
ki:) Ben Sufyân ibnu Uyeyne'ye:
— Ma'mer bu hadîsi böyle (yânî "Komşu
komşuya en haklı şefî'dir" şeklinde) söylemedi, dedim
Sufyân:
— Lâkin îbrâhîm ibn Meysere bana böyle söyledi,
dedi [40].
Ve insanların bâzısı
şöyle dedi: Şuf ayı satıp kesmek istediği zaman, bu kimseye şuf ayı ibtâl için
hîle yapmak hakkı vardır: Satıcı evi müşteriye hibe eder ve evin hududunu
vasıflandırıp temyiz eder ve evi müşterîye devreder, müşterî de ona meselâ bin
dirhem ivaz (yânî bedel) verir, böylece şefî' için evde bir şuf a olmaz! [41]
25-.......Bize
Sufyân es-Sevrî, İbrâhîm ibn Meysere'den; o da Amr ibnu'ş-Şerîd'den; o da Ebû
Râfi'den şöyle tahdîs etti: Sa'd ibn Ebî Vakkaas, bir evi dörtyüz miskâle
pazarlık etti de:
— Eğer ben
RasûlulIah(S)'tan "Komşu komşuya en haklı şefî'-dir" buyururken
işitmiş olmasaydım, bu evi sana (bu fiâta) vermezdim, dedi.
Ve insanların bâzısı:
Bir evin payını satın alsa da şuf'ayı ibtâl etmek istese (satın aldığını),
üzerine yemîn düşmeyen küçük oğluna hibe eder, dedi [42].
26-.......
Ebû Humeyd es-Sâidî (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) Esed kabilesinden İbnu
Lutbiyye denilen bir adamı Suleym oğulları'nın sadakalarını toplamaya me'mûr
etti. Bu adam vazifesini yapıp geldiğinde, Rasûlullah bunu hesaba çekti. Bu
zât:
— (Yâ Rasülallah!) Şu
sizin zekât malınızdır, bu da bana verilen hediyedir! dedi.
Rasûlullah cevaben:
— "(Acâib!?) Sen doğru söyleyen bir adam
isen, babanın, ananın evinde otursaydın da sana hediyen gelir miydi,
görseydin!" buyurdu.
Sonra Rasûlullah bize
bir hutbe yaptı da bunda Allah'a hamd edip, O'nu güzel sıfatlarla övdükten
sonra "Amma ba'du" diyerek
şöyle buyurdu:
— "Ben içinizden birisini, Allah'ın bana
havale buyurduğu bir işe me'mûr ta'yîn ediyorum da, o bana gelip hesâb verirken
(sıkılmadan) 'Şu sizin zekât malınızdır, bu da benimdir; bana hediye verilmiştir!'
diyor! (Bu ne hâl?) Bu adam babasının, anasının evinde otursaydı, kendisine
hediyesi gelir miydi, yoksa gelmez miydi, bir kerre görseydi! Allah'a yemîn
ederim ki, sizden bir kimse hıyanet edip de Beytu'l-Mâl'den hakkından başka
birşey alırsa, muhakkak kıyamet gününde o adam çaldığı malı boynuna yüklenerek
Allah'a kavuşacaktır. Sakın ben sizden herhangibirinizi inlemesi olan bir
deveyi, yâ-hud böğürmesi olan bir sığırı, yâhud melemesi olan bir davarı boynunda
taşıyarak Allah'a kavuştuğunu görüp tanımayayım!"
Bundan sonra
Rasûlullah (S) iki elini koltuk altı beyazlığı görü-lünceye kadar kaldırarak:
— "Yâ Allah! Emirlerini tebliğ ettim mi?"
buyuruyordu. Ben bunu gözümle gördüm, bu hutbeyi de kulağımla işittim [43].
27-.......Ebû
Râfi' (R): Peygamber (S) "Komşu komşuya en haklı şefî'dir" buyurdu,
demiştir [44].
Ve insanların bâzısı
şöyle dedi: Bir kimse yirmibin dirhem mu-kaabilinde bir ev satın almak istese,
şuf ayı düşürmek üzere hile yapmasında be's yoktur. O kimse yirmibin dirheme
evi satın alır, satıcıya 9999 dirhem nakid öder ve yine satıcıya yirmibinden
kalan mukaa-bilinde bir dînâr öder. Eğer şefî' bu evi şuf a sebebiyle akid
yapılan bedel olan 20 bin mukaabilinde almak isterse ne a'Iâ! Yoksa yânî 20 bin
dirhem almaya razı olmazsa, artık bu şefî'e, şuf anın düşmesinden dolayı ev
üzerinde hiçbir yol yoktur (çünkü üzerinde akid yapılan bedeli vermekten
çekinmiştir).
Eğer ev, satıcıdan başkası
için hakk edilmiş bir mal olarak meydana çıkarsa, müşteri satıcıya ödediği
şeyi geri alır. Ki o da 9999 dirhem ile bir dinardır. Çünkü satılan şey,
başkası için hakk edilmiş bir mal olduğu zaman, satıcı ile müşterî arasında
vâki' olan ev hakkındaki sarf (yânî muamele) bozulur.
Eğer ev başkasının
hakkı Akmadığı hâlde bu evde bir ayıp bulursa, bu takdirde o kimse evi 20 bin
dirhem karşılığında ona geri verir [45].
Buhârî: Ebû Hanîfe
(R), müslümânlar arasında bu aldatmayı, yânî hileyi caiz kıldı, dedi.
Yine Buhârî şöyle
dedi: Peygamber (S): "Müslümâmn satışı hastalıklı olmaz, satılan şey pis
olmaz ve (kötü bir iş, gizleme gibi) bir gaile ve helak olmaz" buyurmuştur
[46].
28-.......Sufyân
es-Sevri şöyle demiştir: Bana İbrâhîm ibnu Meysere, Amr ibnu'ş-Şerîd'den şöyle
tahdîs etti: Ebû Râfi' (R), Sa'd ibn Mâlik'e, onun evinin bitişiğindeki bir eve
dörtyüz miskâl bedel istedi ve:
— Peygamber(S)'den
"Komşu komşunun yakınlığına en haklıdır" buyururken işitmiş
olmayaydım, bu evi sana vermezdim, dedi [47].
İmâm Buhârî, Mâlik,
Şafiî ve Ahmed ibn Hanbel'e ekseriya ictihâdlarında muvafakat ve yardımcı
olmuş, fakat Ebû Hanîfe ile Sevrî ve Evzâî'nin ictihâdlarında çok defa i'tirâz
etmiş ve kapalı bir ifâde ile "Ba'zu'n-nâs = Bâzı Âdem oğullan"
ta'bîriyle bu i'tirâz-lanm belirtmiştir. Bunu ilk defa Sahih 'in Zekât Kitabı
'nda "Ma'den-lerin define olup olmaması" konusunda başlatmıştı. Orada
bunun hakkında bir açıklama verilmişti. Sahih 'inin bu son kısmında da bu
ta'bîrle ta'rîzlerini çokça yapmıştır. Bu sebeble burada da bir açıklama
yapmak gerekli oldu.
Biz İmâm el-Buhârî'yi,
Ebû Hanîfe ile ictihâd arkadaşları olan Sevrî ve Evzâî hazretlerine "Kaale
ba'zu'n-nâsi=Bâzı Âdem oğullan şöyle dedi" diye başlayan i'tirâz ve
tecâvüzünü takrir ederken, Sevrî ve Evzâî'yi bırakıp da bu hücum karşısında
yalnız İmâm Ebû Hanîfe'nin büyük ilmî sımasını bulundurduk. Bunun sebebi de
İbnu't-Tîn gibi bâzı sarihlerin bu hücumu daha te'sîrli kılmak için Buhârî'nin
"Ba'zu'n-nâs" ile maksadı yalnız Ebû Hanîfe'dir, demiş olmalarıdır.
Bunların bu iddiaları sebebsiz de değildir. Çünkü
imâm Buhârî Sahih
'indeki bu ta'rîzleri, bu kapalı hücumları Tâ-rîh'ın de tamâmıyle açığa
vurmuştur. Biz Kâmil Mîrâs hocanın da dediği gibi (Tecrîd Ter., V, 418-425)
İmâm Buhârî'nin diğer üç mez-heb imamının ictihâdlarına ilmen iştirak edip
onlara yardımını saygı ile lâyık görür, fakat müctehidlerin en kıdemlisi İmâm
A'zâm Ebû Hanîfe'yi "Eyyuha'n-nâsı" sırasına tenzil etmesini de güzel
görmeyiz. Biz naçizane olarak İmâm Buhârî'nin diğer üç imâma yardım ve destek
olup da Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına bazen muhalefet ve i'tirâz etmesini
bunların sistemlerine bağlamak istiyoruz. Diğer üç imâmın mezheb sistemleri
daha çok hadîse dayanır. İmâm Buhârî de hadîste "Emîru'l-Mü'minîn"
olduğundan, ekseriya onlara uymuş ve destek olmuştur. Ebû Hanîfe ve
arkadaşlarının mezhebi de daha çok re'ye ağırlık vermiş ve ashâbu'r-re'y
olmalarıyle tanınmışlardır, yânî bunlar ictihâdlarında daha çok hadîse değil
de re'ye ehemmiyet veren sistemin temsilcileridir.
Biz hepsim rahmetle
anar, Yüce Allah'ın tavsiye ettiği şu duâ ile sözümüze son veririz:
' 'Bunların arkasından
gelenler şöyle derler: Ey Rabb 'imiz, bizi ve îmân ile daha önden bizi geçmiş
olan dîn kardeşlerimizi mağfiret et. îmân etmiş olanlar için kalblerimizde bir
kîn bırakma. Ey Rabb'imiz, şübhesiz ki, Sen çok şefkat edici, çok merhamet eyleyİCİSİn*'
(el-Haşr: 10).
[1] Hıyel, Hile mn cem'idir; "Hîte", kendisiyle
gizli bir yoldan maksada ulaşılan şeydir... "Ve'l-Hîle, Havil, Mahal,
Mahâle, İhtiyat, Tehavvul " umur ve maslahatların tasarruf ve edasında
hazakat, fikir ve bakış güzelüğİ ve kudret manasınadır... (Kaamûs Ter.)
Caiz olan hîleler ve
caiz olmayan hileler vardır. Buhârî bu bâbda caiz olmayan hilelerin
terkedilmesine işaret etmiş oluyor. Bab başlığının ikinci kısmı bundan sonra
gelen hadîsten bir parçadır.
[2] Hadîsin bir rivayeti Cami'u 's-Sahîh 'İn birinci
hadîsi olarak ve daha başka yerlerde geçmişti. Buradaki başlığa uygunluğu,
Ümmii Kays adındaki kadınla evlenmek için Medîne'ye hicret eden kişi, hicreti
Ümmü Kays'la evlenmekte bir hîle yapmış olması yönündendir.
[3] el-Kirmânî şöyle dedi: Hadîsin bu kitâbla ilgisi
nedir? dersen, şöyle derim: Bu-hârî'nin maksadı Hanefîler'i reddetmektir
dediler. Çünkü onlar son oturuşta abdestini bozan kimsenin namazını sahîh
saydılar ve yine onlar, namazdan çıkış, namaza zıdd olan herbir şeyle hâsıl
olur, demişlerdir. Bunun için Hanefî-ler, abdestsizliğin varlığı ile beraber,
namazın sahîhliğinde hîle yapanlardır. Reddin vechi, namazda abdestini bozan
kimsenin namazının sahîh olmamasıdır. Çünkü namazdan selâmla çıkmak bir
rükündür... Bunun tafsilâtı Abdest Alma Kitâbı'nda geçmiştir...
[4] Hadîsin bir rivayeti Zekât Kitâbı'nda geçti ve açıklaması
da orada verildi. Bu nehyin mal sahibine yönelik kısmının tasviri şöyledir:
Dağınıkın toplanması: Kırk koyun sahibi bir kimsenin, yine kırk koyuna mâlik
diğer biriyle bu dağınık iki sürüyü sayım zamanı birleştirerek, iki koyun
yerine bir koyun zekât vermek istemeleri gibidir. Toplu olanın dağıtılması da:
Karışık ve ortak yirmişer koyun sahibi olan iki kişinin zekât me'mûruna karşı
bu toplu bir sürüyü sayım zamanı ikiye ayırmaları ve zekâtın düşmesine sebeb
olmaları gibidir. Bunlar zekâtı artırma ve eksiltme hileleridir.
[5] Hadîsin bir rivayeti îmân Kitâbı'nda geçmişti.
"Rasûlullah ona İslâm şerîatlerini haber verdi" sözü, Zekât'm
vâciblerini ve diğer bilgileri haber verdi, demektir.
[6] Buhârî bu "Ba'zu'n-nâsi = İnsanların bâzısı"
ta'bîrini birçok kerre geçtiği üzere Ebû Hanîfe ve Hanefîler ma'nâsına
kullanmaktadır.
Zekât süresi olan bir
yıl tamamlanmadan evvel bu develeri elinden çıkaran kimseye zekât vâcib olmaz.
Çünkü zekât ancak üzerinden bir yıl geçip tamam olunca vâcib olur. Bu kimseye
Peygamber'in "Sadaka vermek korkusundan..." fıkrası yönelmez...
[7] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde zikredilen yönlerden
herhangibir şekilde zekâtı men' bulımmasmdandır.
[8] Çünkü birinci fıkrada yıl dolmadan önce malın aynı
zail olmuştur, onun için üzerine hiçbir zekât düşmemektedir. İkinci fıkrada
zekât yılı dolmadan evvel o malların zekâtlarını önden veren kimse için de bu
vermesi ona kâfî olur. Yıl dolmadan evvel zekât vermek kâfî olunca, yıl
dolmadan evvel zekâtta tasarruf etmek, zekâtı düşürücü olmaz. Ve cevâb verildi:
Ebû Hanîfe, bu konuda tenakuz etmemiştir. Çünkü o, zekâtı ancak yılın tamam
olmasıyle vâcib kılmaktadır ve zekâtı önden veren kimseyi de, müddetli olan
borcunu, ödeme zamanından evvel ödeyen kimseye benzetmektedir (Kastallânî).
[9] Muhelleb şöyle dedi: Bu hadîste hîle ile ölüm ile ve
zekâtın düşmeyeceğine hüccet vardır. Çünkü velî, annesinden olan nezri yerine
getirmesini hükmedince, Allah'ın farz kıldığı zekâtın ödenmesi daha şiddetle
olur.
[10] Çünkü malda zekât, ancak mal zimmette bulunduğu müddetçe
vâcib olmaktadır. Bu kimse İse develeri Ölmüş olup, zimmetinde onlardan birşey
kalmamıştır ki veresesi üzerine ödemesi vâcib olsun! -Yânî bu Sa'd ibn
Ubâde'nin nezr ödemesine benzememektedir!- (Kastallânî).
[11] Şigâr suretiyle nikâh,mehirsiz olarak değişmek
suretiyle nikâh yapmaktır, ts-lâm'dan önce Arablar arasında bu yolda kızlarını,
kızkardeşlerini veya akrabalarım mübadele etmek ve birinin kadınlık kıymeti
(bıd'ı) öbürü İçin mehr sayılarak ve ayrıca bir mehr tesmiye etmeksizin nikâh
etmek âdeti yürürlükte idi. Bu yolda mübadele şartıyle iki taraf, kadının
kadınlık kıymetini mehr bedeli sayarak nikâh akdi yapıyordu. İslâm'da bu nevi'
nikâh akdi, kadınlık şerefini alçalttığı ve birtakım haksızlıklar doğurduğu
için yasak edilmiştir.
[12] Ve böylece kadınlardan herbirifie mehri misil vâcib
olur. İbn Battal şöyle dedi: Ebû Hanîfe, şigâr nikâhı bir akiddir, mehri misil
ile sahih olur dedi. Fesadı meh-rinden dolayı olan her nikâh,'Ebû Hanîfe'ye
göre feshedilmez, mehri misille sahîh olur. Diğer üç imâm, şiğâr nikâhı bu
hadîsin zahirine göre bâtıldır, demişlerdir.
[13] İmâm Zufer, muvakkat nikâhı caiz kılıp şartı ilga
etti, çünkü şart fâsiddir. Nikâh ise fâsid şartla bâtıl olmaz... (Kastallânî).
[14] Mut'a nikâhının Câhiliyet devrindeki nikâh
şekillerinden biri olduğu, Nikâh Ki-tâbı'nda geçmişti. Mut'a nikâhı, muvakkat
bir zaman için iki tarafın razı olduğu bir ücret mukaabilinde kadın
kiralamaktır. İslâm devrinde ise bunun cevazı, yalnız harb ve cihâd
zamanlarında ve zaruret hâllerine tahsis edilmişti. Gazalarda gazilerin,
şiddetli kadın ihtiyâcı tazyîkiyle büyük günâh olan zina fiilini işlemelerini
Önlemek için muvakkaten birkaç defa mut'a nikâhına ruhsat verilmiş ve bir
defasında yasakhğı ilân edilmişti. En son Mekke fethinde ve Evtas'ta buna
ruhsat verilmiş ve akabinde yasaklanmıştı. Veda Hacci'nda da yasakhğı te'yîd
edilmiştir. Mut'anın harâmlığında Şîa ve Râfızîler'den başka bütün mez-hebler
ittifak etmişlerdir. Şiîler mut'a nikâhını yalnız harb ve cihâd zamanlarına da
hasretmeyip, sulh ve hazar zamanlarında da uygulamaktadırlar.. Tafsilât Nikâh
Kitabı'nda geçti.
[15] Ebû Hanîfe'ye göre fesâd, butlanı gerektirmez. Çünkü
ondan şartı ilga etmek suretiyle ıslâh edilmesi ihtimâli vardır...
(Kastallânî).
[16] Bu hadîsin bir rivayeti Şürb Kitâbi'nda da geçti,
Müslim de Buyû'da getirmiştir. İbn Mâce: "Üç şey asla men' olunmaz: Su,
ot, ateş" metniyle rivayet etmiştir. Yine İbn Mâce: "İhtiyâçtan
fazla su men' edilmez, kuyu ile faydalanmaktan da kimse men' edilmez"
suretinde rivayet etmiştir.
Hadîsin îzâhı hakkında
Hattâbî şöyle dedi: Bu hadîs, şu kimse hakkında gelmiştir ki, o, Ölü bir
arazîde bir kuyu kazar, ihya ve îmâr ederek kuyuya mâlik olur. Kuyunun
yakınında da hayvanların otlağı olan boş bir arazî bulunur, Şayet kuyu sahibi,
o boş arazîde otlayan koyunların kendi kuyusundan sulanmalarım men' edecek
olursa, koyun sahibi için orada kalmak mümkün olmaz...
[17] Necş: Meta sahibi, müşteriye metâını medh ve
vasfederken tervîc için bir kimse de sahibine muvafakat eylemek, yânî beraberce
medh ve vasfeylemektir. Bir kavle göre, satın almak arzusu değilken, ziyâde
bahâ ile satılmak için musanna' olmak üzere o metâ'a daha çok bahâ ile müşteri
olmak ma'nâsınadır... (Kaamûs Ter.)
Alım satım işlerine bu
menfur şekillerden hangi suretle olursa olsun müdâhalenin çirkinliği besbellidir.
Hadîsin başlığa
uygunluğu açıktır. Bunun Hileler Kitâbı'na giriş yönü, içinde başkalarına zarar
vermek için bir nevi' hîle bulunmasıdır. Bunun bir rivayeti de Buyû'da
geçmişti.
[18] Çünkü dîn, nasihattir. Bunun bir rivayeti ve
açıklaması Buyu' Kitâbi'nda geçmişti.
[19] Şu âyetlere işaret buyurulmaktadır: en-Nisâ: 2, 3, 6,
9, 10, 11.
[20] Hadîs en-Nisâ Tefsîri'nde birkaç yerde geçti ve
açıklamaları da oralarda verildi.
İbn Battal: Bu hadîste
velînin, mehrinin en azıyle yetîm kızla evlenmesi caiz olmayacağına ve mehri
hakkında emsallerinin mehrine denk olmayan eşya vermesi de caiz olmayacağına
delîl vardır, demiştir.
en-Nisâ: 3-4. âyeti
tefsirinde Mucâhid şöyle demiştir: Bunun ma'nâsı, ye-r'imler hakkında adalet
yapamamaktan korkuyorsanız, zinadan korkunuz da size halâl ve hoş olan
kadınlardan ikişer, üçer, dörder alınız ki, harama düşmek tehlikesine ma'rûz
olmayınız...
Bu tefsir, büyük bir
hakîkati içine almaktadır ki, yetîm haklan ve kadın hakları mefhûmu içinde
zinadan koruma ma'nâsının mühim bir esâs teşkîl etti ğini ve taaddüd-İ zevcât
müsâadesinin bu hikmet ile alâkadar olduğunu ve bunda fuhuş ve zina
sefaletlerine karşı esaslı bir cidal bulunduğunu gösterir... {Hakk Dîni, II,
1286).
[21] Yânî bu bir satış değildir, o bunu "Câriye
öldü" demesiyle almıştır. Bu zail olunca, hükmün aslına dönmesi vâcib
olur (Aynî).
[22] Aynî şöyle cevâb verdi: "Mal/arınız üzerinize
haramdır" sözünün ma'nâsı, aranızda rızâlaşma bulunmadığı zaman haramdır,
demektir, burada ise mâlikin gas-bedenden kıymeti almasıyle, bu nzâlaşma bulunmuştur.
İkinciye de şöyle cevâb
verdi: Lügatte her gasbedene gadir denilmez, çünkü gadr, vefayı terktir. Gasb
ise, birşeyi kahren almaktır. Gâsıbın "Câriye Öldü" demesi yalandır.
Sonra mâlik, kıymeti ahp razı olmuştur.
[23] Bu hadîsin bir rivayeti Cihâd'ın sonlarında geçmişti.
[24] Bunun bir rivayeti, Mezâlim'de ve Şehâdet'te geçti.
İnşâallah Ahkâm'da da gelecektir. Zımmî ve muâhedeli kimseler hakkındaki hüküm
de böyledir. Müsli-min haksız olarak lehine hüküm verilen şeyi almaması, zımmî
ve muâhedeli kimselerin hakkı da bir hükümle bir kimseye verildiğinde aynı
şekildedir.
Bu hadîste hâkimin
hükmü, Allah'ın ve Rasûlü'nün haram kıldığı birşeyi halâl kılmaz, halâl kıldığı
birşeyi de haram kılmaz düstûru vardır.
[25] Çünkü Ebû Hanîfe rahimehullâhın mezhebi, hâkimin hükmü
zahiren ve bâtı-nen nafiz olur (Kastallânî).
[26] Hadîsin bir rivayeti Nikâh'ta, "Kızını, kız
istemediği hâlde evlendirdiği zaman, kızın nikâhı merduddur bâbı"nda
geçmişti.
[27] Sufyân ibn Uyeyne bu sözleriyle onun hadîsi mürsel
olarak rivayet ettiğini bildirmek istemektedir.
[28] Çünkü Ebû Hanîfe'ye göre hâkimin hükmü zahiren ve
bâtmen geçerli olur. Mu-helleb şöyle nakletti: Yüce Allah'ın şu "Kadınları
boşattınız da iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru' bir suretle
anlaştıkları takdirde, artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel
olmayın..." {el-Bakara: 232) kavlinden dolayı, âlimler dulun izninin
alınmasının vucûbunda ittifak etmişlerdir. Bu nikâhın iki çift taraftan olan
bir rızâ üzerine sabit olacağına delâlet etti. Peygamber (S) de dulun nikâhı
için izin istemeyi emretti ve istemeden evlendirilen kadının nikâhını da redd
ve ibtâl eyledi. İmâm Ebû Hanîfe'nin görüşü ise, bunların hepsinden hâriçtir
(Bunu İbn Hâcer, Fethu'l-Bârî'de söyledi) (Kastallânî).
[29] Bunun bir rivayeti Nikâh'ta geçti,
[30] İki şahidin bu hususta yalan söylediğini bilmekle
beraber. Bunun zahiri, kız şe-hâdetten sonra bulûğa ermiş ve evlenmeye razı
olmuştur; yâhud da adam, kızın bulûğa erdiğine ve evlenmeye razı olduğuna iki
şâhid getirdi ve böylece evlenmiş olduğunu kasdetmesi muhtemel olur. Bu da
şehâdetin altında dâhil olur. Fethu 'l-Bâri'de şöyle dedi: İzin istemek,
nikâhın sıhhatinde bir şart değildir. Eğer vâcib olsaydı, bu takdirde hâkim bu
koca için yeniden bir akid in$â ederdi ve sahih olurdu. Bu Ebû Hanîfe'nin görüşüdür.
O, Alî'den gelen bir eserle hüccet getirdi. Alî, iki şahidin seni
evlendirdiler, demiştir (Kastallânî).
[31] Peygamber'e inen şeyle "Ey Peygamber, sen
zevcelerinin hoşnûdluğunu arayarak Allah'ın sana halâl kıldığı şeyi niçin
(kendine) haram ediyorsun?..." (cı-Tahrîm: i) âyetini kasdediyor. Çünkü
Peygamber bal şerbeti içtim deyince, bir daha onu içmem diye ahdetmişti.... Bir
görüşte, cariyesi Mâriye hakkında onunla cinsî münâsebet yapmamaya yemîn edip,
bunu Hafsa'ya gizlice söylemişti. O da bu sırrı Âişe'ye yaymıştı. Bunun
üzerine Kur'ân inmişti (Aynî).
[32] et-Tahrîm Sûresi tefsirinde geçen bir rivayette,
Rasûlullah'a bal şerbeti ikram eden kadının Zeyneb bintu Cahş olduğu rivayet
edilmişti.
[33] Ve Hafsa hakkındaki hîle ve tedbîrimin duyulmasını
istemedim.
Hadîsin başlığa
uygunluğu "Vallahi muhakkak biz O'na bir hîle yaparız" sözünden
alınır. Hadîsin bâzı rivayetleri Et'ıme, Eşribe, Tıbb ve et-Talâk
Ki-tâbları'nda geçti.
Eğer Peygamber'in hîle
yapılarak, kadınları tarafından eziyet edilmesi nasıl caiz olur? dersen, buna
şöyle cevâb verildi: Bu, kadınların kıskançlık hususundaki tabîatlerinin
gereğindendir, Allah da onların bu tabîatlerinden olan kusurlarını affetmiştir!
(Kastallânî).
[34] Başlığa uygunluğu "Hastalık sizin bulunduğunuz
yerde vâki' otursa, oradan kaçmak için o yerden çıkmayınız" sözünden
alınır. Bunun bir rivayeti Tıbb'da geçmişti.
[35] el-Muhelleb: Taundan kaçmak hususunda hîle yapmak,
meselâ taundan kaçmaya niyet ettiği hâlde ticâret yâhud ziyaret için çıkmak
suretiyle olur, demiştir.
Bunun bir rivayet
İsrâîl oğullan'nın zikri'nde geçmişti.
Buradaki iki hadîsin
birkaç rivayeti Müslim, Kitâbu's-Selâm'da geçmektedir: Müslim Ter., VII, 70-78
"2218-2219".
[36] Cumhura göre zekâtın vucûbunu da düşürmüştür. Hibeden
dönmek ise, ancak baba için olabilir. Buhârî Rasûlallah'ın gelecek hadîsiyle
hüccet getirdi.
[37] Yânî biz mü'minler topluluğu için böyle kötü sıfatla
sıfatlanma lâyık olmaz!.. Bunun bir rivayeti Hibe'de geçmişti.
[38] Şuf'a hakkı, akara mahsûstur: Müslim'in ve Tahâvî'nin
Câbir'den rivayet ettikleri bir hadîste, Rasûlullah (S): "Şuf'a,
ortaklardan herbirinin öbürüne ar-zetmeden satmak hakkını hâiz olmadığı bir
tarla, bir arsa, bir ev, bir bahçe üzerindeki ortaklık hakkıdır, kendisine
teklif olunan ortak ya alır, yâhud almaz bırakır" buyurmuştur... Bunun
bir rivayeti Buyû'da geçmişti.
[39] Kastallânî şöyle dedi: Ve o kendi sözüne muhalefet
etti. Çünkü o, komşunun şufası hakkında "Komşu komşuya en haklı
şefî'dir" hadîsiyle hüccet getirdi. Sonra da komşu olmayanın evde komşudan
daha haklı şefi' olmasını gerektiren bir sözle şuf ayı düşürmekte hîle yaptı.
Hâlbuki bunda sünnete aykırı bir-şey yoktur. Lâkin Hanefîler indinde meşhur
olan bu hüe, Ebû Yûsuf'a âiddi. Muhammed ibn Hasen'e gelince, o, bu hîle
şiddetli bir kerahet ile kerih olur. Çünkü bunda zarar vardır, bilhassa müşterî
ile şefi' arasında düşmanlık olup; ortağı ile zararlamr, demiştir.
Aynîde şöyle dedi: Ibtâl
etmesi "Komşu için evin kalanında şuf a yoktur'* suretinde
söylenmesindendir ve bu kelâmıyle kendi sözüne muhalefet etti. Ben dedim ki: Bunda
asla tenakuz yoktur. Çünkü yüz paydan bir pay satın aldığı zaman, bu kimse evin
mâlikine ortak olmuştur. Sonra ondan geri kalanı satın aldığında, bu şahıs şuf
aya komşudan daha haklı olur. Çünkü komşunun şu faya hakk kazanması, ancak
evin kendisinde ortaktan sonra olur... (Umdetu'l-Kaa-rî)
[40] et-Tirmizî, el-Buhârî'den her iki tarikin sahîh
olduğunu hikâye etmiştir.
[41] Bu suretle şuf ayı düşürmesi, ancak hibenin sırf bir
muâvaza olmayıp, irse ben-zemesindendir.
[42] Yânî küçük çocuğa hibenin tahkikinde ve şartlarının
cereyanında yemîn düşmez. "Küçük" kaydıyle kayıdladı. Çünkü hibe,
şayet büyük için olsaydı, üzerine yemîn vâcib olurdu. Böylece şuf'ayı düşürmek
hususunda onu küçüğe tahsis etmek suretiyle hîle yapar... (Kastallânî).
[43] Başlığa uygunluğu "Şu bana verilen
hediyedir" sözünden alınır. Bu hadîsin bâzı rivayetleri Zekât, Hibe,
Nuzûr Kitâbları'nda da geçmiş ve açıklamaları oralarda verilmişti.
[44] Yânî komşu komşuya (meselâ onu gözetip korumak ve ona
sadaka vermek sû-retleriyle) onun yakınlığına daha haklıdır.
Bunun benzeri hadîs,
yakında geçti.
[45] Bu ise açık bir tenakuzdur. Çünkü Ebû Hanîfe'de
herkesle beraber olarak ümmet, satıcının istihkakta reddolunmayacağı üzerinde
birleşmiştir. Ayıp sebebiyle redd de ancak kabzedilen şeyde olur. Şefî' de
böyledir. O da ancak müşterinin ödediği bedelle ve satıcıdan kabzettiği şeyle
şefî' olur, akd ile değil. Bunu gelecek kavli ile işaret etti (Kastallânî).
[46] Bu hadîsin bir rivayeti, Buyu1 Kitâbı'nın evvellerinde
"îki alıp-satıcı birbirlerine beyân ettikleri ve nasîhat ettikleri zaman
bâbi"nda bir lâfız ile geçmişti: Bu hârî unvan hâlinde ta'lîkaan Adda ibn
Hâlid(R)'den RasûluIlah(S)'ın bir mektubu zikrolunduğuhu rivayet ediyor.
Rasûlullah'm bir köle veya câriye satması üzerine yazdığı bu mektubunu, Buhârî çok kısa rivayet
etmiştir. Tirmizî'nin ri-. vâyeti, hadîsin sevk suretini de içine alarak daha
geniş olduğu için, onu tercüme ediyoruz: Abdulmecîd ibn Vehb şöyle dedi: Adda
ibn Hâlid (R):
Rasûlullah'in bana
yazdığı bir kitabı var, onu sana okuyayım mı? dedi.
Ben de:
— Evet oku! dedim.
İbn Hâlid bir mektûb
çıkardı. Şöyle idi: "Bu vesika Adda ibn Hâlid ibni Hevde'nin, Muhammed
Rasûlullah'tan bir köle veya câriye satın alması üzerine yazılmıştır.
O köle veya cariyede ne hastalık, ne de ayıp vardır, ne kaçmak ve hîlebâzhk
bilir, ne defisk vefucûr, zina ve hırsızlık. Binâenaleyh bu akid bir müslümâmn
öbür müslümâna satış ve alışıdır" (Tecrîd Ter., VI, 450-451).
[47] Bu hadîsin bir rivayeti yakında geçmiş ve bâzı
açıklama orada verilmişti.