1- Kâfir Olmak Üzere Zorlanmakta Horlanmayı, Dövülmeyi Ve
Öldürülmeyi Tercih Eden Kimse Babı
3- Bâb: Mükreh'in, Yânı Zorlanan Kimsenin Nikâhı Caiz
Olmaz
5- Bâb: "İkrâh"In Kökünden "Kerh" Ve
"Kurh" Bir Ma'nâyadır
6- Bâb: Kadın Zina Üzerine Zorlandığı Zaman Kendisine
Hadd, Yânı Zina Etme Cezası Yoktur
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle
(İnsanın
İstemediği Şeye Zorlanması Kitabı) [1]
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Kalbi îmân üzere
mutmain olduğu hâlde ikraha uğratılanlar müstesna olmak üzere, kim îmânından sonra
Allah'ı tanımaz, fakat küfre göğüs açarsa, işte Allah'ın gazabı o gibilerin
basınadır. Onların hakkı, en büyük bir azâbdır" (en-Nahl: 106) [2].
Ve yine Allah şöyle
buyurdu:
"Mü'minler
müzminleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmesin. Kim bunu yaparsa (ona)
Allah'tan hiçbir şey yoktur. Meğer ki, onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı
sakınmış olasınız..-" (Âlu İmrân: 28).
Buhârî:
İşte bu korkmanız, bir
takıyyedir [3].
Ve Yüce Allah buyurdu:
"Öz nefislerinin
zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: 'Ne işte
idiniz?' Onlar: 'Biz
Yeryüzünde (dînin
emirlerini uygulamaktan) âciz kimselerdik' derler. Melekler de: 'Allah'ın Arz*ı
geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz ya!' derler. İşte onlar
(böyle)! Onların barınakları cehennemdir. O ne kötü bir yerdir! Erkeklerden,
kadınlardan, çocuklardan za f ve acz içinde bırakılıp da hiçbir çâreye gücü
yetmeyen ve (hicrete) bir yol bulamayanlar müstesna. İşte onlar (böyle);
Allah'ın onları affedeceğin umabilirler. Allah çok affedici, çok merhamet eyleyicidir"
(en-Nisâ: 97-99).
"Size ne oluyor
ki, Allah yolunda -ve acz ve ıztırab içinde bırakılıp: 'Ey Rabb 'imiz, bizi
ahâlîsi zâlim olan şu memleketten kurtarıp çıkar, bize tarafından bir sâhib gönder,
bize katından bir yardımcı yolla!' diyen erkekler, kadınlar ve gocuklar
uğrunda- düşmanla çarpışmıyorsunuz? imân edenler Allah yolunda harbederler.
Küfredenler de şeytân yolunda savaşırlar. Öyle ise o şeytânın dostlanyle
döğüşün! Şübhesiz ki, şeytânın hilekârlığı zayıftır" (en-Nisâ: 75-76) [4].
Allah, kendi emrettiği
vazifeleri ancak mağlûb olduklarından dolayı terkeden zayıfları ma'ziretli kılmıştır.
"Mukreh",
yânî zorlanan, ancak zayıf kılınan ve emredileni işlemekten çekinemeyen kimse
olur.
el-Hasen el-Basrî:
"Takıyye"
(zarar korkusuyla i'tikaad etmekte olduğu şeyin zıddını açıklama) kıyamet
gününe kadar sabittir, demiştir.
İbn Abbâs, hırsızların
zorlamalanyle karısını boşayan kimse hakkında: Bu birşey olmaz, yânî bu
zorlanan kimse üzerine boşama hükmü vâki* olmaz, demiştir.
Bu konuda talâkın
vâki* olmaması görüşüne İbn Umer, İbnu'z-Zubeyr, eş-Şa'bî ve el-Hasen de kaail olmuşlardır.
Çünkü Peygamber(S): "Ameller
niyetle otur" buyurmuştur. (Zorlanan kişi ise, zorlandığı işe niyefi
yoktur, bil'akis onun niyeti işlememektir.) [5]
1-.......Bizeel-Leys,
Hâlidibn Yezîd'den; o da Saîd ibn Ebî Hilâl'den; o da Hilâl ibn Usâme'den haber
verdi ki, ona da Ebû Seleme ibn Abdirrahmân, Ebû Hureyre(R)'den şöyle haber
vermiştir: Peygamber (S) namaz içinde şöyle duâ eder idi:
"Yâ Allah!Ayyaş
ibn EbîRabîa'yı, Seleme ibn Hişâm'i, el-Veltd ibnu'l-Velîd'i kurtar!
Yâ Allah! (Kâfirler
elinde bunalıp) zayıf ve âciz görülen (diğer) mü'minleri de kurtar!
Yâ Allah! Mudar
üzerine daha şiddetli bas! Ve onlar üzerine Yûsuf'un yılları gibi kıtlık
yılları gönder!" [6].
Bu çok yerde geçti:
Namâz'da kunûtta, İstiskaa'da, Tefsîr'de en-Nisâ'da ve Edeb'de...
2-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kimde üç şey
bulunursa, îmânın tatlılığını tatmış olur: Allah ile Rasûlü kendisine
başkalarından daha sevgili olmak; bir kimseyi sevmek fakat yalnız Allah için
sevmek; (Allah onu küfürden kurtardıktan sonra) yine küfre dönmekten ateşe
atılacakmışçasma hoşlanmamak" [7].
3-.......Ben
Saîd ibn Zeyd(R)'den işittim, şöyle diyordu: Yemîn olsun ben kendimi şöyle
gördüm ki, Umer ibnu'I-Hattâb beni islâm'a girmem üzerine tazyik edip esîr gibi
horlayarak bir iple beni bağlayıcı olduğu hâlde ve yine mü'minlerin emîri iken
sizin Usmân ibn Af-fân'a yaptığınız (isyan ve sonunda zulümle öldürmeniz)
sebebiyle Uhud Dağı çatlasaydı, çatlaması vâcib ve lâyık olurdu [8].
4-.......Habbâb
ibnu'l-Erett (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Ka'be'nin gölgesinde kaftanını
yastık ederek dayandığı bir sırada kendisine (Kureyş müşriklerinin
işkencelerinden) şikâyet etmiştik:
— Yâ Rasûlallah! Bizim
için Allah'tan nusrat dileyemez misin? (Bunların zulmünden) kurtulmamız için
Allah'a duâ edemez misin? demiştik.
Bunun üzerine
Rasûlullah şöyle buyurdu:
— "Sizden önceki ümmetler içinde öyle
(mazlum) kişi bulunmuştur ki, müşrikler tarafından yakalanır, onun için yerde
bir çukur kazılır, o kişi o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere
getirilir, onun başı üzerine konulurdu da başı iki kısma ayrılırdı. (Bir başkasına
da) demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri taranırdı da, bu
işkenceler o mü'mini dîninden çevirmezdi. (Sahâbîlerim!) Allah'a yemîn ederim
ki, şu İslâm Dîni, herhalde ve muhakkak surette kemâle erecektir. Hattâ o
derecede ki, bir süvârî (tek başına) San'â'dan Hadramevt'e kadar (selâmetle)
gidecek de Allah'tan başka hiçbirşeyden korkmayacaktır ve bir de yolcu (koyun
sahibi ise) koyunu üzerine kurt saldırmasından korkacaktır. Fakat sizler acele
ediyorsunuz!" [9]
5-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Bizler mescidde bulunduğumuz bir sırada Rasûlullah
(S) yanımıza çıkageldi ve:
— "Yahûdîler'in yurduna yürüyünüz!"
diye buyurdu.
Biz de O'nun
beraberinde olarak yola çıktık, nihayet Yahûdîler'in içinde Tevrat okudukları
Beytu'l-Mıdrâs denilen yerlerine vardık. Peygamber onlara doğru ayağa kalktı
ve onlara nida ederek:
— "Ey Yahûdî topluluğu! Müslüman olunuz da
selâmette kalınız!" dedi.
Onlar cevaben:
— Yâ Ebâ'l-Kaasim! Sen
tebliğ ettin (bizim daha ziyâde Sana ihtiyâcımız yok)! dediler.
Rasûlullah onlara:
— "Ben ancak bunu (yânî benim tebliğ etmiş
olduğumu i'tirâf etmenizi) istiyorum", dedi. Sonra "Müslüman olun ki,
selâmette kalasınız!" sözünü ikinci defa söyledi.
Yahûdîler yine:
— Yâ Ebâ'l-Kaasım! Sen
bunu tebliğ ettin! dediler. Rasûlullah onlara:
— "Ben ancak bunu (yânî benim teblîğ etmiş
olduğumu i'tirâf etmenizi) istiyorum" dedi.
Sonra Rasûlullah bu
tebliğini üçüncü defa olarak tekrar etti de:
— "KaVî biliniz ki, Arz ancak Allah'a ve
Rasûlü'ne âiddir. Ben sizleri bu arazîden çıkarmak istiyorum. Binâenaleyh
sizden her kim
kendi malından
taşıyamıyacağı birşeyi olursa onu satsın. Haberiniz olsun, iyi bilin iz ki, A
rz ancak A ilah 'a ve
Rasûlü 'ne âiddir!''
buyurdu [10].
"Dünyâ hayâtının
geçici metâını kazanacaksınız diye cariyelerinizi, eğer kendileri de iffetli
olmak isterlerse,
siz fuhuşa mecbur
etmeyin. Kim onları buna mecbur ederse, şübhesiz ki, Allah onlara kendilerinin ikrahlarından
sonra da çok mağfiret edicidir, çok merhamet eyleyicidir" (en-NÛr: 33) [11].
6-.......
Bize Mâlik, Abdurrahmân ibnu'l-Kaasım'dan; o da babası (el-Kaasım ibn Muhammed
ibn Ebî Bekr)'ndan; o da Yezîd ibn Câriye el-Ensârî'nin iki oğlu olan
Abdurrahmân ile Mucemmi'den; o da Hansa bintu Hizam el-Ensâriyye(R)'den tahdîs
etti ki, Hansâ'yı babası Hızâm, iznini, rızâsını almaksızın evlendirmişti.
Hâlbuki Hansa dul bir kadındı (izni alınmak gerekirdi). Kadın bu evlenmeyi hoş
görmedi ve Peygamber'e gidîp şikâyet etti. Peygamber (S) de bu nikâhı redd ve
ibtâl etti [12].
7-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ben:
— Yâ Rasûlallah!
Kadınlar nikâh akidleri hususunda istişare edilirler mi? diye sordum.
Rasûlullah (S):
— "Evet (kadınlar nikâh akidleri hususunda
istişare edilirler)" buyurdu.
Ben:
— (Yâ Rasûlallah!) Er
görmedik bakire, evleneceği kimse hakkında istişare edilirse utanır, susar
(rızâsını bildirmez)! dedim.
Rasûlullah:
— "Onun sükûtu, onun iznidir" buyurdu
[13].
İnsanların bâzısı da:
Eğer müşteri, zorlanmadan dolayı satın aldığı şey hakkında onu satmayı nezr etse,
zorlanmakla beraber, bu satış caizdir, dedi. Onun yanında hibe de böyledir.
Satın aldığı köleyi, zorlamakla 'Vefatımdan sonra sen hürsün' dese de, yine
böyledir [14].
8-.......Bize
Hammâd ibn Zeyd, Amr ibn Dinar'dan; o da Câbir(R)'den şöyle tahdîs etti:
Ensâr'dan (Ebû Mezkûr isminde) bir adam (Ya'kûb adındaki bir kölesini):
"Ben öldükten sonra sen hürsün!" diye müdebber olarak azâd etmişti.
Hâlbuki bu zâtın bu köleden başka hiçbir malı yoktu. Onun bu kölesini böyle
azâd ettiği haberi Rasûlui-lah'a ulaştı. Bunun üzerine Rasûlullah (S) bu köleyi
tuttu da:
— "Bunu benden
kim satın almak ister?" dedi (yânı onu müzayedeye arzetti).
O köleyi, Nuaym
ibnu'n-Nahhâm adındaki sahâbî sekizyüz dirhem mukaabilinde satın aldı.
(Peygamber de kölenin bedelini Ebû Mezkûr'a verip: "Allah bundan
müstağnidir" buyurdu.)
Amr ibn Dînâr dedi ki:
Ben Câbir'den işittim: Bu Ya'kûb ismindeki köle, Mısırlı bir köle idi, evvelki
yıl öldü, diyordu [15].
9-.......Bize
eş-Şeybânî Süleyman ibnu Feyrûz, İkrime'den; o da İbn Abbâs'tan tahdîs etti.
eş-Şeybânî şöyle dedi: Ve bana Atâ Ebû'l-Hasen es-Suvâî tahdîs etti, ben onun
bu hadîsi ancak İbn Abbâs(R)'tan zikrettiğini zannediyorum. '
"Ey îmân edenler,
kadınlara zorla mirasçı olmanız ve onları, -kendilerine verdiğiniz mehrden
birazını giderebilmeniz için- tazyik etmeniz size halâl olmaz. Meğer ki, arayı
açarak bir fuhuş işlemiş olsunlar. Onlarla iyi geçinin. Eğer kendilerinden
hoşlanmadınıZsa, olabilir ki birşey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok
hayır tak-dır etmiş bulunur" (en-Nisâ: 19).
Dedi ki: Bir adam
öldüğü zaman onun velîleri, onun karısına haklı olup sâhib çıkarlardı.
İsterlerse o kadınla onlardan biri evlenir, isterlerse o kadını başkasiyle
evlendirirler, isterlerse o kadını kimse ile evlendirmezlerdi. Onlar bu kadına,
kadının ailesinden daha haklı idiler. İşte bu âyet, bu hususta indi (yânî o
âdeti kaldırdı) [16].
Çünkü Yüce Allah'ın şu
kavli vardır:
"Kim onları
zinaya mecbur ederse, şübhesiz ki Allah onlara kendilerinin ikrahlarından sonra
da çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (en-Nûr: 33) [17].
Ve el-Leys şöyle dedi:
Bana (İbn Umer'in kölesi) Nâfi' tahdîs etti ki, ona da Ebû Ubeyd'in kızı
Safiyye şöyle haber vermiştir: Tasarrufu Halîfe Umer'e âid olan beşte bir
ganimet kölelerinden bir erkek köle, yine beşte bir ganimet payından olan bir
dişi köle ile cinsî münâsebet yapmış ve o cariyenin bekâret zarını giderinceye
kadar onu zorlamıştır. Bunun üzerine Umer o erkek köleye, zina etme cezası olan
deynekleme uyguladı ve onu altı ay o yerden sürgün etti. Fakat erkek kendisini
zorlamış olduğu için, o cariyeye deynekleme cezası uygulamadı [18].
ez-Zuhrî, hürr bir
erkeğin bekâretini giderdiği bakire câriye hakkında şöyle dedi:
Hakem (yânî hâkim) bu
bakire cariyeden bekâretin değeri ile cariyenin kendi kıymetini ta'yîn ve
nisbet eder de o erkekten bekâretin bedelini alır (yânî o erkeğe, kadının
bakire ve dul oluşu arasındaki değer farkını ödemesini hükmeder), ve bir de o
erkeğe deynekleme cezası uygulanır. Dul câriye hakkında imamların hükümlerinde
bir para ödeme yoktur, lâkin erkek üzerine hadd cezası vardır [19].
10-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "İbrahim
Peygamber, zevcesi Sâre ile hicret yolculuğuna çıkıp, onunla bir memlekete
girdi. Orada meliklerden bir melik yâ-hud cebbarlardan bir cebbar hükümdar var
idi... Neticede o hükümdar, İbrahim'e:
— Yanındaki kadını bana gönder! diye haberci
yolladı. Bunun üzerine İbrahim, Sâre'yi o hükümdara yolladı. Sâre onun
yanına varınca,
hükümdar Sâre3den nasîb almak için harekete geçti. Sâre kalkıp abdest aldı ve
namaza durdu. Namazın ardından:
— Allah 'im! Eğer ben
Sana ve Rasûlü 'ne îmân ettim ise, benim üzerime şu kâfiri musallat etme! diye
dua etti.
Bu duâ ile o zâlimin
hemen nefesi boğulup yere düştü ve ayağı ile yere vurup debrenmeğe başladı..."
[20].
Korkmakta olan her
zorlanmış kişi de böyledir. Çünkü müslümân kişi yemini ile o kimseden zâlimi ve
zulmü def eder, onu korumak için savaşır ve ona yardım etmeyi terketmez. Eğer
insan bir mazlumu savunmakta iken, öldürmeyi kasdetmeksizin zâlimi öldürürse,
ona diyet ve kısas yoktur. Bir kimseye, kendisini zorlamakta olan bir zâlim
tarafından: Şarâb içeceksin veya leş yiyeceksin veya köleni satacaksın veya
üzerinde hiçbir borç yokken fulân kimseye borcun olduğunu i'tirâf edeceksin
veya gönül rızân olmadan bir hibe yapacaksın veya talâk, ıtâk gibi bir akdi
çözüp feshedeceksin yâhud da "Biz senin babanı yâhud dîn kardeşini
muhakkak öldürürüz!" denilse, o kimsenin, babasını ve müslim kardeşini
kurtarmak için bu söylenen şeylerin hepsini yapması caizdir. Çünkü
Peygamber(S)'in: "Müslümân, müslümânın kardeşidir" sözü vardır. İnsanların
bâzısı da: Eğer zorlama yapan zâlim tarafından, bir kimseye: "Muhakkak
şarâb içeceksin" veya "Muhakkak mevte yiyeceksin" yâhud
"Biz senin oğlunu yâhud babanı yâhud mahrem bir hısımını öldürürüz"
denilse, o kişiye kendisine emredilen bu şeyleri yapması caiz olmaz. Çünkü o
kimse, bu şeylerde muztarr değildir, dedi [21].
Sonra bu bâzı insan
tenakuz etti de: Eğer bir kimseye zâlim tarafından "Biz senin babam yâhud
oğlunu öldürürüz" yâhud da "Sen şu köleyi satacaksın" veya
"Bir borç İkrar edeceksin" veya "Bir hibe yapacaksın"
denilse, kıyâsta kendisine bunları yapması lâzım gelir, dedi.
(Sonra bu zât şu
kavliyle bu ma'nâda tenakuz etti:) Velâkin biz, istihsâna gideriz de,
"Satış, hibe ve bu konudaki her akid bâtıldır" deriz, dedi [22].
Buhârî şöyle dedi: Hanefîler
Kitâb ve Sünnet delili olmaksızın her mahrem hısım ile mahrem olmayan yabancı
kişi arasında ayırma yaptılar [23].
(Sonra Buhârî buna
Peygamber'in şu kavliyle delîl getirdi:) Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"îbrâhîm Peygamber (o cebbar hükümdar, karısı Sâre'yi istediği zaman)
karısı için: fBu benim kızkardeşimdir' dedi". Buhârî: Onun bu
kızkardeşliği, Allah hakkında idi (yânî Allah'ın dinindeki kızkardeşlik idi,
neseb kardeşliği değildi. Çünkü kizkardeşin nikâhı îbrâhîm dîninde de haram idi)
[24]
Ve İbrâhîm en-Nahaî:
Eğer yemîn ettiren zâlim ise, mu'teber olan yemîn edenin niyetidir; eğer yemîn
ettiren mazlum ise, mu'teber olan yemîn ettirenin niyetidir, demiştir [25].
11-.......
Abdullah ibn Umer (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S): "Her
müslümân, müslümânın (dîn) kardeşidir. Müslüman müsiümâna zulmetmez. Müslüman
müslümânı (başına gelen musibette) terketmez. Her kim müslümân kardeşinin bir
hacetinde bulunursa, Allah da onun hacetinde bulunur" buyurmuştur [26].
12-.......
Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "Sen müslümân kardeşine, ister zâlim
olsun, ister mazlum olsun, yardım et!" buyurdu.
Bir adam:
— Yâ Rasûlallah!
Müslümân kardeş mazlum olduğu zaman ona yardım ederim, fakat o zâlim olduğu
zaman ben ona nasıl yardım ederim, bana haber ver! dedi.
Rasûlullah:
— "Onu zulümden ayırırsın -yâhud: Onu
zulümden men' edersin-. İşte bu men'-etmek, ona yardımdır" buyurdu[27].
[1] el-İkrâh, "İnsanın tab'an veya şer'an istemediği
şeye sevk ve cebredilmesİ" diye ta'rîf edilmiştir.
İkrah ile îmân ve diğer
ibâdetler ve tâatler Allah katında kabul olunmaz. İkrah İslâm Dîni'nde men'
olunmuştur: el-Bakara: 256, Yûnus: 99. âyetleri tefsın.
[2] Her kim îmânından sonra Allah'a küfrederse -yânı küfr
olan sözü söylerse, kalbi îmân ile mutmain olduğu hâlde ikrah olunan değil
-yânî canını veya azasından bir uzvunu telef edilmekten korkulur bir emir ile
ikrah edilmek suretiyle değil-velâkin küfre smesini açan, küfür hoşuna giden,
yânî ikrah olunmadığı hâlde nzâsıyle küfür kelimesini söyleyen veya ikrah olunduğu
zaman kalbini bozup da küfre i'tikaad edîveren kimseler; bunlar üzerine
Allah'tan bir gazab ve bir de bunlara azim b^r azâb vardır. Çünkü cürümleri, en
büyük cürümdür... Demek ki, böyle mülcı' ikrah hâlinde yalan diliyle küfür
kelimesini telâffuz etmek caizdir, fakat bu, ruhsattır ve âyetten anlaşıldığı
üzere kalbi îmân ile mutmain olmak şartjyle bir ruhsattır. Fakat hakkı izhâr ve
dîni azîz kılmak için helaki göze alıp da ictinâb etmek, azîmettir. Ve bu
hususta azîmet ile amel etmek ef-daldir (Hakk Dîni, IV, 3031-3032).
[3] Onların hâkim olduğu yerde bulunmak gibi sebeblerle. O
takdirde kalbdeki İmâna bozulma gelmemek şartıyle, onlarla zahiren ve
muvakkaten dostluk yapılabilir. Hedef, esaretten kurtulmak, İslâm'ın emrettiği
izzet ve istiklâle kavuşmaktır. "Evliyâ"mn müfredi olan
"Velî" kelimesinde: Hâkim, mutasarrıf, kumandan, hükümdar, şef gibi
ma'nâlar vardır.
[4] Burada arka arkaya takdîm-te'hîrli olarak getirilen bu
iki çift en-Nisâ âyetleri, Ebû Zerr rivayetinde tercümelerini verdiğimiz
şekilde gelmiştir. Bu rivayeti Kas-tallânî de en doğru kabul ettiği İçin biz de
âyetlerin tercümelerini böyle verdik. el-Kerîme, el-Asîlî ve el-Kaabisî
rivayetlerinde ise bu âyetlerin metinlerinde bir karışıklık görülmektedir.
Sarihler bunun hakkında bâzı îzâhlar vermektedirler... Metîn, tercümeye göre
düzeltilip yazılmalıdır.
İşbu "Ahâlîsi zâlim
olan memleket" Ümmü'1-Kura' olan Mekke'ye işarettir ki, müşrik olan Mekke
ehli zayıflara ve bilhassa içlerinde bulunan mü'min-lere son derece zulm ve ezâ
ediyorlardı. Ve zâten "Şübhesiz şirk, en büyük zulümdür" (Lukmân: 13)
gereğince, şirk bütün zulümlerin başı olan büyük bir zulümdür. Allah
mazlumların dualarını kabul ve Peygamber'i eliyle Mekke'nin fethini nasîb edip,
Muhammedî velayet ve nusrat ile bekam etmiş ve muazzez kılmıştır.Demek ki,
tecâvüzî harb, ancak böyle Allah rızâsı için mazlumları zâlimlerin pençesinden
kurtarmak ve halk üzerinde Allah Taâlâ'nm âdil hükümlerini ve rahmetini tatbîk
etmek için meşru' olabilir, yoksa zulüm ve İstibdadı umûmîleştirmek ve memleketler
isti'lâ eylemek gibi sırf tecâvüz ve taaddî İçin harb etmek asla meşru'
değildir... (Hakk Dîni, II, 1393).
[5] Buradaki âlimlerin görüşlerini sırasıyle İbn Ebî
Şeybe, el-Humeydî, Abdurraz-zâk ve Saîd ibn Mansûr senedli olarak rivayet
etmişlerdir.
"Ameller niyetle
olur" hadîsinin bir rivayeti, kitabın İlk hadîsi olarak geçmiştir,
Buhârî'nin bunu burada getirmesi, kavi ve fiil arasındaki ikrahta ayırma
yapanları reddetmeye işarettir...
[6] Hadîs ile başlık arasındaki uygunluk, burada isimleri
sayılan kimselerin müşriklerin beraberinde ikaamete zorlanmış olmalarıdır.
Çünkü "Mus'adâf" ancak zorlanmış olur. Bunun mefhûmu, küfür üzerine
ikrah eğer küfür olsaydı, Peygamber onlar İçin duâ etmez ve onlan mü'minler
olarak isimlendirmezdi (Kas-tallânî).
[7] Başlıktan kasdedilen, hadîsin sonudur. Çünkü
kâfirlikten hoşlanmamakla ateşe girmekten hoşlanmamak arasında müsâvîlik
olunca, öldürülmek, döğülmek, horlanmak mü'min yanında ateşe girmekten daha
kolay olur, ateşe girmek de kâfirlikten kolay olur da şiddeti almayı tercîh
eder. Bunu îbnu Battal söyledi. Hadîsin bir rivayeti îmân'da başka bir şeyhten
geçmişti (Aynî, Kastallânî).
[8] Yânî Usmân'ın intikaamını almak için kabileler
harekete geçmiş olsalardı, elbette bunu vâcib olarak yaparlardı... Hadîsin
başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü Saîd ibn Zeyd ve Umer'in kızkardeşi olan
zevcesi, küfre karşı horlanmayı tercîh etmişlerdi, Usmân ibn Affân da
kaatillerin razı olacağı şeyi getirmeye karşılık öldürülmeyi tercîh etmişti
(Aynî, Kastallânî).
Saîd ibn Zeyd el-Adevî,
cennetle müjdelenen on kişiden biridir. İlk Muhâ cirler ile hicret etmiştir.
Bedir'den başka bütün gazalarda hazır bulunmuştur. 51 yılında vefat etmiştir.
[9] Hadîsin bu başlığa girmesi vechi, Habbâb'ın
Peygamberden kâfirler aleyhine duâ istemesi, kâfirlerin müslümânlara tecâvüz
etmekte ve onlara eziyette zulüm ve düşmanlık yapmakta olduklarına delâlet
etmesi yönündendir. Müslümanlar kâfirlerin kahrı altındadırlar. Böyle olunca
müslümânlar istemedikleri şeylere zorlananlar gibidirler... Bunun birer
rivayeti Nübüvvet Alâmetleri ile Peygamber gönderilmesi bâbi'nda da
geçmişti... (Kastallânî, Aynî).
[10] Yânî Rasûlü de Arz'da Allah'ıh emrettiği gibi
hükmedicidir. Çünkü O'nun tarafından tebliğ edici ve O'nun emirlerinin yerine
getiricisidir.
Hattâbî şöyle dedi:
Buhârî bununla mükrehin satışının cevazına delîl getirdi, hâlbuki bu muztamn
satışına daha çok benzemektedir. Satışa zorlanan ise, istesin istemesin, satışa
sevkedilen kimsedir. Yahudiler arazîlerini satmışlardı, buna
zorlanmayacaklardı. Ancak Yahudiler mallarına çok düşkün olduklarından, onları
satmayı tercîh ettiler ve böylece mallarını satmaya muztarr olanlara
benzediler.. (Kastallânî).
Buhârî hadîsin bir
rivayetini Cizye'de, Müslim de Mağâzî'de getirmiştir: Müslim Ter., V, 398
"1765".
[11] Yânî yapılan fiilin ikrah eden için de, edilen için de
günâh olduğunda şübhe yok. Fakat ikrah olunan bîçâreler, bu günâha razı
olmayıp, kerhen sürüklendiklerinden dolayı ma'zûrdurlar. Ve Gafur, Rahîm
olduğundan şübhe olmayan Allah indinde mağfirete ve rahmete şayandırlar. Binâenaleyh
bu bîçârelere acımalı, kurtulmaları için yardım etmelidir. Lâkin ikrahı
isteyerek yapanlar acınmağa lâyık olmayıp, razı olduğu azabın günâhına
müstehakk oldukları gibi, ikrah edenin de bütün vebalini yüklenerek azîm azâb
ve nefrîne müstehakk olduğunu hatırlatmaya hacet yoktur (Hakk Dîni, IV,
3512-3513).
[12] Bunda nikâhın sahîhliği için dulun iznini almak zarurî
olduğu ve zorlananın nikâhının caiz olmadığı hükmü vardır.
[13] Bundan da bakirenin nikâhının ancak rızâsı ile caiz
olacağı, rızâsı olmazsa onun hükmü de mükrehin hükmü gibi sayılmaz olacağı
anlaşılmıştır.
Bu hadîslerin birer
rivayeti Nikâh'ta da geçmişti.
[14] el-Kirmânî şöyle dedi: Buhârî'nin maksadı,
Hanefîler'in tenakuz ettikleridir. Çünkü ikrahla satış, eğer bir mülkü
müşteriye nakledici ise, bundan bütün tasarruflar sahîh olur; bu, nezre ve
müdebber köleye hass olmaz. Eğer satış nakledici değildir derlerse, bu takdirde
nezr de, tedbîr de sahîh olmaz. Bunun özeti şudur: Onlar müdebberliği ve
nezri, mülk olmaksızın sahîh gördüler, hâlbuki bunda tahakküm ve tahdîs edici
yokken tahsis vardır (Kastallânî).
[15] Hadîsin burada getirilmesi sebebi şudur: Başka hiçbir
malı yokken, tek kölesini vefatından sonra hürr yapan kimsenin, bu fiili bir
beyinsizliktir. Peygamber onun bu fiilini, köleyi satmak suretiyle
reddetmiştir... (Kastallânî).
Bunun bir rivayeti
Itk'ta geçmişti. Müslim'in rivayetinde bu sahâbînin Az re oğullan'ndan Ebû
Mezkûr olduğu bildirilmiştir. Azâd edilen kölenin ismi Ya'kûb olduğu,
Nesâî'nin rivayetinde; Mısırlı bir köle olduğu, Abdullah ibnu'z-Zu-beyr'in
emareti zamanında Öldüğü de Müslim'in rivayetinde de vardır.
[16] Bu metnin başlığa uygunluğu, âyetteki
"Kurhen" kavlindendir.
el-Muhelleb şöyle dedi:
Allah en bilir ki, bu babın fâidesi, şunu ta'rîf edip bildirmektir: Her kim bir
kadını, ondan mîrâs almaya tama' ederek kadın ölün ceye kadar alıkorsa, o
kimseye bu mîrâs, Kur'ân'm nassı ile halâl olmaz (Aynî).
[17] Âyetin başlığa münâsebeti, içinde zinaya zorlanan
kadının günâhı olmadığı ve bundan dolayı kadına zina cezası lâzım gelmeyeceğine
delâlet buiunmasmdandır.
[18] el-Leys ibn Sa'd'm bu haberini Ebû'l-Kaasım el-Bağâvî,
el-Alâ ibn Musa'dan; o da el-Leys'ten olmak üzere rivayet etti.
[19] imâm Mâlik'in görüşü de ez-Zuhrî'nin görüşü gibidir.
[20] Bu hadîsin birer rivayeti Buyu' Kitâbı'nın sonları ile
Peygamberler Kitâbı'nda daha geniş olarak geçmişti.
el-Kir manî şöyle dedi:
Bu hadîsin buraya girme sebebi şudur: Sâre aleyha's-selâm her bir kötülükten
ma'sûme bulunmakla beraber, ona, zorlanmış olarak o zâlim hükümdarla yalnız
kalmasında da hiçbir kınama olmamasıdır. İşte zina üzerine zorlanan kadın da
bunun gibidir, onun üzerine de zina etme cezası yoktur (Aynî, Kastallânî)
Sâre, râ'nin
hafifletilmişi ile de, şeddelendirmesi ile de zabtedümiştir. Hafifletilmesi
daha meşhurdur... îbn Hişâm Kitâbu't-Tîcân'da İbrâhîm'in bu seferinin
Ürdün'den Mısır'a vuku' bulduğunu ve Sâre'nin Mısır Meliki Amr ibn İmrîi'1-Kays
ibn Nabilyûn ibn Sebâ olduğunu bildirmiştir. Bu konuda başka rivayetler de
vardır...
[21] Çünkü ikrah, ancak insanın bilhassa kendi nefsine yönelen
şeylerde olur, başka şeylerde değil... İnsanın başka şeyleri korumak için
Allah'a âsî olması olamaz.
[22] Buhârî bu "Ba'zuın-nâsi = İnsanların bâzısı"
ta'bîriyle, Ebû Hanîfe ve Hanefî-ler'i kasdetmektedir... Aynî: Tenakuz men'
edilmiştir. Çünkü müctehide, istihsâna kaail olmakla kıyâsa muhalefet etmesi
caiz olur. İstihsân da Hanefîler indinde bir hüccettir, diye cevâb verdi...
(Kastallânî).
[23] Bunun özeti şudur: Ebû Hanîfe'nin aslı kıyâsen
hepsinde luzûm olmaktır. Lâkin o, istihsân deliliyle, hısımlığı olan kimseyi
istisna etmektedir. Buhârî ise "Müslümân müslümânın kardeşidir"
hadîsinden dolayı, bu hususta yakın olan kimse ile yabancı arasında bir ayırma
olmayacağını düşünmüştür. Çünkü hadîsteki kardeşlikten murâd, İslâm
kardeşliğidir, neseb kardeşliği değildir. Sonra Buhârî bunu şu kavliyle
getirdi:...
[24] İşte bu İslâm kardeşliği, müslümân kardeşini himaye
etmeyi ve onu savunmayı gerektirir. Amma satış ve benzeri akid yapma ona lâzım
gelmez. Şarâb içme, meyte yeme ona caiz olur, bu konularda ona günâh olmaz...
Aynî buna şöyle cevâb
verdi: İstihsân, Kitâb ve Sünnet'ten hâriç değildir. Kitâb'da Yüce Allah:
"Onun en güzeline tâbi' olurlar" (ez-Zumer: 18) buyurdu. Sünnet'te de
Peygamber (S): "Mü'minlerin güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir"
buyurdu...
[25] İbrâhîm en-Nahaî'nin bu sözünü Muhammed ibnu'l-Hasen,
Kitâbu'l-Âsâr'da Ebû Hanîfe'den; o da Hammâd'dan; o da İbrâhîm en-Nahaî'den
olarak rivayet etmiştir.
el-Kirmânî,
el-Kevâkib'de şöyle dedi: Eğer yemîn ettiren nasıl mazlum olur? dersen, şöyle
derim: Haklı olan müddeî, kendine âid bir delîl bulunmadığı zaman müddeâ aleyh
ona yemîn ettirmek ister, işte o zaman kendisi bir mazlum olur... (Kastallânî).
[26] Başlığa uygunluğu, müslim üzerine müslim kardeşini
himaye etmesinin vâcib olması yönündendir. Bu hadîsin bir.rivâyeti bu isnadın
ayniyle daha bütün olarak Mezâlim Kİtâbı'nda da geçti.
İçtimaî yardımın en
mühim düstûrunu öğreten bu hadîsi Müslim ve diğerleri de rivayet emişlerdir.
Hadîsin devamı şöyledir: "Müslümân bir kul, din kardeşinin yardımında bulundukça,
Allah da ona yardımda bulunur. Hangi müslümân bir müslümândan dünyâ darlığım
giderip şad ederse, Allah da kıyamet gününde onun tasasını giderip sevindirir.
Kim müslümân kardeşinin ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını
örter".
"Lâyuslimuhû",
"Esleme"d&r\ muzârî sîgasıdır, onun silmini gidermez, yânî onu
zâlimin zulmünde terketmez, demektir...
[27] Bunun da bir rivayeti Mezâlim'de geçmişti.
İbn Battal: Peygamber'in
"Zâlime nusrat ve muavenet, onu zulümden men etmektir" suretindeki tefsîri,
fesahatin acîb, belâgatin vecîz bir edebî nümûne-sidir... demiştir.