90- KİTÂBU'L-İKRÂH.. 2

1- Kâfir Olmak Üzere Zorlanmakta Horlanmayı, Dövülmeyi Ve Öldürülmeyi Tercih Eden Kimse Babı 3

2- Bâb: Mükreh'in, Yânî Zorlanan Kimsenin Satış Yapması; Benzeri Olan Muztarr Kimsenin Mâlî Hakk Hususundaki Tasarrufu Ve Maldan Başka Husustaki Tasarrufumun Beyânı) Hakkındadır 3

3- Bâb: Mükreh'in, Yânı Zorlanan Kimsenin Nikâhı Caiz Olmaz. 4

4- Bâb: Bir Kimse Zorlansa Da Bir Köleyi Hibe Etse Yâhud Satsa, Bu Caiz Olmaz (Hibe De, Satış Da Sahîh Olmaz, Köle Onun Mülkünde Bakîdir) 4

5- Bâb: "İkrâh"In Kökünden "Kerh" Ve "Kurh" Bir Ma'nâyadır 5

6- Bâb: Kadın Zina Üzerine Zorlandığı Zaman Kendisine Hadd, Yânı Zina Etme Cezası Yoktur 5

7- Bir Kimsenin, Öldürülmekten Yâhud Bunun Benzeri Bir Zarar Geleceğinden Korktuğu Zaman Arkadaşı İçin, Onun Kendisinin Kardeşi Olduğuna Yemîn Etmesi Babı 5


Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle

 

90- KİTÂBU'L-İKRÂH

(İnsanın İstemediği Şeye Zorlanması Kitabı) [1]

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Kalbi îmân üzere mutmain olduğu hâlde ikraha uğratılanlar müstesna olmak üzere, kim îmânından sonra Allah'ı tanımaz, fakat küfre göğüs açarsa, işte Allah'ın gazabı o gibilerin basınadır. Onların hakkı, en büyük bir azâbdır" (en-Nahl: 106) [2].

Ve yine Allah şöyle buyurdu:

"Mü'minler müzminleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmesin. Kim bunu yaparsa (ona) Allah'tan hiçbir şey yoktur. Meğer ki, onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı sakınmış olasınız..-" (Âlu İmrân: 28).

Buhârî:

İşte bu korkmanız, bir takıyyedir [3].

Ve Yüce Allah buyurdu:

"Öz nefislerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: 'Ne işte idiniz?' Onlar: 'Biz

Yeryüzünde (dînin emirlerini uygulamaktan) âciz kimselerdik' derler. Melekler de: 'Allah'ın Arz*ı geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz ya!' derler. İşte onlar (böyle)! Onların barınakları cehennemdir. O ne kötü bir yerdir! Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan za f ve acz içinde bırakılıp da hiçbir çâreye gücü yetmeyen ve (hicrete) bir yol bulamayanlar müstesna. İşte onlar (böyle); Allah'ın onları affedeceğin umabilirler. Allah çok affedici, çok merhamet eyleyicidir" (en-Nisâ: 97-99).

"Size ne oluyor ki, Allah yolunda -ve acz ve ıztırab içinde bırakılıp: 'Ey Rabb 'imiz, bizi ahâlîsi zâlim olan şu memleketten kurtarıp çıkar, bize tarafından bir sâhib gönder, bize katından bir yardımcı yolla!' diyen erkekler, kadınlar ve gocuklar uğrunda- düşmanla çarpışmıyorsunuz? imân edenler Allah yolunda harbederler. Küfredenler de şeytân yolunda savaşırlar. Öyle ise o şeytânın dostlanyle döğüşün! Şübhesiz ki, şeytânın hilekârlığı zayıftır" (en-Nisâ: 75-76) [4].

Allah, kendi emrettiği vazifeleri ancak mağlûb olduklarından dolayı terkeden zayıfları ma'ziretli kılmıştır.

"Mukreh", yânî zorlanan, ancak zayıf kılınan ve emredileni işlemekten çekinemeyen kimse olur.

 el-Hasen el-Basrî:

"Takıyye" (zarar korkusuyla i'tikaad etmekte olduğu şeyin zıddını açıklama) kıyamet gününe kadar sabittir, demiştir.

İbn Abbâs, hırsızların zorlamalanyle karısını boşayan kimse hakkında: Bu birşey olmaz, yânî bu zorlanan kimse üzerine boşama hükmü vâki* olmaz, demiştir.

Bu konuda talâkın vâki* olmaması görüşüne İbn Umer, İbnu'z-Zubeyr, eş-Şa'bî ve el-Hasen de kaail olmuşlardır. Çünkü Peygamber(S):  "Ameller niyetle otur" buyurmuştur. (Zorlanan kişi ise, zorlandığı işe niyefi yoktur, bil'akis onun niyeti işlememektir.) [5]

 

1-.......Bizeel-Leys, Hâlidibn Yezîd'den; o da Saîd ibn Ebî Hilâl'den; o da Hilâl ibn Usâme'den haber verdi ki, ona da Ebû Seleme ibn Abdirrahmân, Ebû Hureyre(R)'den şöyle haber vermiştir: Pey­gamber (S) namaz içinde şöyle duâ eder idi:

"Yâ Allah!Ayyaş ibn EbîRabîa'yı, Seleme ibn Hişâm'i, el-Veltd ibnu'l-Velîd'i kurtar!

Yâ Allah! (Kâfirler elinde bunalıp) zayıf ve âciz görülen (diğer) mü'minleri de kurtar!

Yâ Allah! Mudar üzerine daha şiddetli bas! Ve onlar üzerine Yû­suf'un yılları gibi kıtlık yılları gönder!" [6].

Bu çok yerde geçti: Namâz'da kunûtta, İstiskaa'da, Tefsîr'de en-Nisâ'da ve Edeb'de...

 

1- Kâfir Olmak Üzere Zorlanmakta Horlanmayı, Dövülmeyi Ve Öldürülmeyi Tercih Eden Kimse Babı

 

2-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kimde üç şey bulunursa, îmânın tatlılığını tatmış olur: Allah ile Rasûlü kendisine başkalarından daha sevgili olmak; bir kim­seyi sevmek fakat yalnız Allah için sevmek; (Allah onu küfürden kur­tardıktan sonra) yine küfre dönmekten ateşe atılacakmışçasma hoşlan­mamak" [7].

 

3-.......Ben Saîd ibn Zeyd(R)'den işittim, şöyle diyordu: Yemîn olsun ben kendimi şöyle gördüm ki, Umer ibnu'I-Hattâb beni islâm'a girmem üzerine tazyik edip esîr gibi horlayarak bir iple beni bağlayı­cı olduğu hâlde ve yine mü'minlerin emîri iken sizin Usmân ibn Af-fân'a yaptığınız (isyan ve sonunda zulümle öldürmeniz) sebebiyle Uhud Dağı çatlasaydı, çatlaması vâcib ve lâyık olurdu [8].

 

4-.......Habbâb ibnu'l-Erett (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Ka'be'nin gölgesinde kaftanını yastık ederek dayandığı bir sırada kendi­sine (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden) şikâyet etmiştik:

— Yâ Rasûlallah! Bizim için Allah'tan nusrat dileyemez misin? (Bunların zulmünden) kurtulmamız için Allah'a duâ edemez misin? demiştik.

Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu:

  "Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlum) kişi bulunmuş­tur ki, müşrikler tarafından yakalanır, onun için yerde bir çukur ka­zılır, o kişi o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere geti­rilir, onun başı üzerine konulurdu da başı iki kısma ayrılırdı. (Bir baş­kasına da) demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri tara­nırdı da, bu işkenceler o mü'mini dîninden çevirmezdi. (Sahâbîlerim!) Allah'a yemîn ederim ki, şu İslâm Dîni, herhalde ve muhakkak su­rette kemâle erecektir. Hattâ o derecede ki, bir süvârî (tek başına) San'â'dan Hadramevt'e kadar (selâmetle) gidecek de Allah'tan baş­ka hiçbirşeyden korkmayacaktır ve bir de yolcu (koyun sahibi ise) koyunu üzerine kurt saldırmasından korkacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz!" [9]

 

2- Bâb: Mükreh'in, Yânî Zorlanan Kimsenin Satış Yapması; Benzeri Olan Muztarr Kimsenin Mâlî Hakk Hususundaki Tasarrufu Ve Maldan Başka Husustaki Tasarrufumun Beyânı) Hakkındadır

 

5-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Bizler mescidde bulun­duğumuz bir sırada Rasûlullah (S) yanımıza çıkageldi ve:

  "Yahûdîler'in yurduna yürüyünüz!" diye buyurdu.

Biz de O'nun beraberinde olarak yola çıktık, nihayet Yahûdîler'in içinde Tevrat okudukları Beytu'l-Mıdrâs denilen yerlerine vardık. Pey­gamber onlara doğru ayağa kalktı ve onlara nida ederek:

  "Ey Yahûdî topluluğu! Müslüman olunuz da selâmette kalı­nız!" dedi.

Onlar cevaben:

— Yâ Ebâ'l-Kaasim! Sen tebliğ ettin (bizim daha ziyâde Sana ihtiyâcımız yok)! dediler.

Rasûlullah onlara:

  "Ben ancak bunu (yânî benim tebliğ etmiş olduğumu i'tirâf etmenizi) istiyorum", dedi. Sonra "Müslüman olun ki, selâmette ka­lasınız!" sözünü ikinci defa söyledi.

Yahûdîler yine:

— Yâ Ebâ'l-Kaasım! Sen bunu tebliğ ettin! dediler. Rasûlullah onlara:

  "Ben ancak bunu (yânî benim teblîğ etmiş olduğumu i'tirâf etmenizi) istiyorum" dedi.

Sonra Rasûlullah bu tebliğini üçüncü defa olarak tekrar etti de:

  "KaVî biliniz ki, Arz ancak Allah'a ve Rasûlü'ne âiddir. Ben sizleri bu arazîden çıkarmak istiyorum. Binâenaleyh sizden her kim

kendi malından taşıyamıyacağı birşeyi olursa onu satsın. Haberiniz olsun, iyi bilin iz ki, A rz ancak A ilah 'a ve

Rasûlü 'ne âiddir!'' buyur­du [10].

 

3- Bâb: Mükreh'in, Yânı Zorlanan Kimsenin Nikâhı Caiz Olmaz

 

"Dünyâ hayâtının geçici metâını kazanacaksınız diye cariyelerinizi, eğer kendileri de iffetli olmak isterlerse,

siz fuhuşa mecbur etmeyin. Kim onları buna mecbur ederse, şübhesiz ki, Allah onlara kendilerinin ikrahlarından sonra da çok mağfiret edicidir, çok merhamet eyleyicidir" (en-NÛr: 33) [11].

 

6-....... Bize Mâlik, Abdurrahmân ibnu'l-Kaasım'dan; o da ba­bası (el-Kaasım ibn Muhammed ibn Ebî Bekr)'ndan; o da Yezîd ibn Câriye el-Ensârî'nin iki oğlu olan Abdurrahmân ile Mucemmi'den; o da Hansa bintu Hizam el-Ensâriyye(R)'den tahdîs etti ki, Hansâ'yı babası Hızâm, iznini, rızâsını almaksızın evlendirmişti. Hâlbuki Hansa dul bir kadındı (izni alınmak gerekirdi). Kadın bu evlenmeyi hoş gör­medi ve Peygamber'e gidîp şikâyet etti. Peygamber (S) de bu nikâhı redd ve ibtâl etti [12].

 

7-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ben:

— Yâ Rasûlallah! Kadınlar nikâh akidleri hususunda istişare edi­lirler mi? diye sordum.

Rasûlullah (S):

  "Evet (kadınlar nikâh akidleri hususunda istişare edilirler)" buyurdu.

Ben:

— (Yâ Rasûlallah!) Er görmedik bakire, evleneceği kimse hak­kında istişare edilirse utanır, susar (rızâsını bildirmez)! dedim.

Rasûlullah:

  "Onun sükûtu, onun iznidir" buyurdu [13].

 

4- Bâb: Bir Kimse Zorlansa Da Bir Köleyi Hibe Etse Yâhud Satsa, Bu Caiz Olmaz (Hibe De, Satış Da Sahîh Olmaz, Köle Onun Mülkünde Bakîdir)

 

İnsanların bâzısı da: Eğer müşteri, zorlanmadan dolayı satın aldığı şey hakkında onu satmayı nezr etse, zorlanmakla beraber, bu satış caizdir, dedi. Onun yanında hibe de böyledir. Satın aldığı köleyi, zorlamakla 'Vefatımdan sonra sen hürsün' dese de, yine böyledir [14].

 

8-.......Bize Hammâd ibn Zeyd, Amr ibn Dinar'dan; o da Câbir(R)'den şöyle tahdîs etti: Ensâr'dan (Ebû Mezkûr isminde) bir adam (Ya'kûb adındaki bir kölesini): "Ben öldükten sonra sen hürsün!" diye müdebber olarak azâd etmişti. Hâlbuki bu zâtın bu köleden başka hiçbir malı yoktu. Onun bu kölesini böyle azâd ettiği haberi Rasûlui-lah'a ulaştı. Bunun üzerine Rasûlullah (S) bu köleyi tuttu da:

— "Bunu benden kim satın almak ister?" dedi (yânı onu müza­yedeye arzetti).

O köleyi, Nuaym ibnu'n-Nahhâm adındaki sahâbî sekizyüz dir­hem mukaabilinde satın aldı. (Peygamber de kölenin bedelini Ebû Mezkûr'a verip: "Allah bundan müstağnidir" buyurdu.)

Amr ibn Dînâr dedi ki: Ben Câbir'den işittim: Bu Ya'kûb ismin­deki köle, Mısırlı bir köle idi, evvelki yıl öldü, diyordu [15].

 

5- Bâb: "İkrâh"In Kökünden "Kerh" Ve "Kurh" Bir Ma'nâyadır

 

9-.......Bize eş-Şeybânî Süleyman ibnu Feyrûz, İkrime'den; o da İbn Abbâs'tan tahdîs etti. eş-Şeybânî şöyle dedi: Ve bana Atâ Ebû'l-Hasen es-Suvâî tahdîs etti, ben onun bu hadîsi ancak İbn Abbâs(R)'tan zikrettiğini zannediyorum.   '

"Ey îmân edenler, kadınlara zorla mirasçı olmanız ve onları, -kendilerine verdiğiniz mehrden birazını giderebilmeniz için- tazyik et­meniz size halâl olmaz. Meğer ki, arayı açarak bir fuhuş işlemiş ol­sunlar. Onlarla iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmadınıZsa, ola­bilir ki birşey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır tak-dır etmiş bulunur" (en-Nisâ: 19).

Dedi ki: Bir adam öldüğü zaman onun velîleri, onun karısına haklı olup sâhib çıkarlardı. İsterlerse o kadınla onlardan biri evlenir, isterlerse o kadını başkasiyle evlendirirler, isterlerse o kadını kimse ile evlendirmezlerdi. Onlar bu kadına, kadının ailesinden daha haklı idiler. İşte bu âyet, bu hususta indi (yânî o âdeti kaldırdı) [16].

 

6- Bâb: Kadın Zina Üzerine Zorlandığı Zaman Kendisine Hadd, Yânı Zina Etme Cezası Yoktur

 

Çünkü Yüce Allah'ın şu kavli vardır:

"Kim onları zinaya mecbur ederse, şübhesiz ki Allah onlara kendilerinin ikrahlarından sonra da çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (en-Nûr: 33) [17].

Ve el-Leys şöyle dedi: Bana (İbn Umer'in kölesi) Nâfi' tahdîs etti ki, ona da Ebû Ubeyd'in kızı Safiyye şöyle haber vermiştir: Tasarrufu Halîfe Umer'e âid olan beşte bir ganimet kölelerinden bir erkek köle, yine beşte bir ganimet payından olan bir dişi köle ile cinsî münâsebet yapmış ve o cariyenin bekâret zarını giderinceye kadar onu zorlamıştır. Bunun üzerine Umer o erkek köleye, zina etme cezası olan deynekleme uyguladı ve onu altı ay o yerden sürgün etti. Fakat erkek kendisini zorlamış olduğu için, o cariyeye deynekleme cezası uygulamadı [18].

ez-Zuhrî, hürr bir erkeğin bekâretini giderdiği bakire câriye hakkında şöyle dedi:

Hakem (yânî hâkim) bu bakire cariyeden bekâretin değeri ile cariyenin kendi kıymetini ta'yîn ve nisbet eder de o erkekten bekâretin bedelini alır (yânî o erkeğe, kadının bakire ve dul oluşu arasındaki değer farkını ödemesini hükmeder), ve bir de o erkeğe deynekleme cezası uygulanır. Dul câriye hakkında imamların hükümlerinde bir para ödeme yoktur, lâkin erkek üzerine hadd cezası vardır [19].

 

10-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "İbrahim Peygamber, zevcesi Sâre ile hicret yolculuğuna çıkıp, onunla bir memlekete girdi. Orada meliklerden bir melik yâ-hud cebbarlardan bir cebbar hükümdar var idi... Neticede o hüküm­dar, İbrahim'e:

  Yanındaki kadını bana gönder! diye haberci yolladı. Bunun üzerine İbrahim, Sâre'yi o hükümdara yolladı. Sâre onun

yanına varınca, hükümdar Sâre3den nasîb almak için harekete geçti. Sâre kalkıp abdest aldı ve namaza durdu. Namazın ardından:

— Allah 'im! Eğer ben Sana ve Rasûlü 'ne îmân ettim ise, benim üzerime şu kâfiri musallat etme! diye dua etti.

Bu duâ ile o zâlimin hemen nefesi boğulup yere düştü ve ayağı ile yere vurup debrenmeğe başladı..." [20].

 

7- Bir Kimsenin, Öldürülmekten Yâhud Bunun Benzeri Bir Zarar Geleceğinden Korktuğu Zaman Arkadaşı İçin, Onun Kendisinin Kardeşi Olduğuna Yemîn Etmesi Babı

 

Korkmakta olan her zorlanmış kişi de böyledir. Çünkü müslümân kişi yemini ile o kimseden zâlimi ve zulmü def eder, onu korumak için savaşır ve ona yardım etmeyi terketmez. Eğer insan bir mazlumu savunmakta iken, öldürmeyi kasdetmeksizin zâlimi öldürürse, ona diyet ve kısas yoktur. Bir kimseye, kendisini zorlamakta olan bir zâlim tarafından: Şarâb içeceksin veya leş yiyeceksin veya köleni satacaksın veya üzerinde hiçbir borç yokken fulân kimseye borcun olduğunu i'tirâf edeceksin veya gönül rızân olmadan bir hibe yapacaksın veya talâk, ıtâk gibi bir akdi çözüp feshedeceksin yâhud da "Biz senin babanı yâhud dîn kardeşini muhakkak öldürürüz!" denilse, o kimsenin, babasını ve müslim kardeşini kurtarmak için bu söylenen şeylerin hepsini yapması caizdir. Çünkü Peygamber(S)'in: "Müslümân, müslümânın kardeşidir" sözü vardır. İnsanların bâzısı da: Eğer zorlama yapan zâlim tarafından, bir kimseye: "Muhakkak şarâb içeceksin" veya "Muhakkak mevte yiyeceksin" yâhud "Biz senin oğlunu yâhud babanı yâhud mahrem bir hısımını öldürürüz" denilse, o kişiye kendisine emredilen bu şeyleri yapması caiz olmaz. Çünkü o kimse, bu şeylerde muztarr değildir, dedi [21].

Sonra bu bâzı insan tenakuz etti de: Eğer bir kimseye zâlim tarafından "Biz senin babam yâhud oğlunu öldürürüz" yâhud da "Sen şu köleyi satacaksın" veya "Bir borç İkrar edeceksin" veya "Bir hibe yapacaksın" denilse, kıyâsta kendisine bunları yapması lâzım gelir, dedi.

(Sonra bu zât şu kavliyle bu ma'nâda tenakuz etti:) Velâkin biz, istihsâna gideriz de, "Satış, hibe ve bu konudaki her akid bâtıldır" deriz, dedi [22].

Buhârî şöyle dedi: Hanefîler Kitâb ve Sünnet delili olmaksızın her mahrem hısım ile mahrem olmayan yabancı kişi arasında ayırma yaptılar [23].

(Sonra Buhârî buna Peygamber'in şu kavliyle delîl getirdi:) Peygamber (S) şöyle buyurdu: "îbrâhîm Peygamber (o cebbar hükümdar, karısı Sâre'yi istediği zaman) karısı için: fBu benim kızkardeşimdir' dedi". Buhârî: Onun bu kızkardeşliği, Allah hakkında idi (yânî Allah'ın dinindeki kızkardeşlik idi, neseb kardeşliği değildi. Çünkü kizkardeşin nikâhı îbrâhîm dîninde de haram idi) [24]

Ve İbrâhîm en-Nahaî: Eğer yemîn ettiren zâlim ise, mu'teber olan yemîn edenin niyetidir; eğer yemîn ettiren mazlum ise, mu'teber olan yemîn ettirenin niyetidir, demiştir [25].

 

11-....... Abdullah ibn Umer (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S): "Her müslümân, müslümânın (dîn) kardeşidir. Müslüman müsiümâna zulmetmez. Müslüman müslümânı (başına gelen musi­bette) terketmez. Her kim müslümân kardeşinin bir hacetinde bulu­nursa, Allah da onun hacetinde bulunur" buyurmuştur [26].

 

12-....... Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):

  "Sen müslümân kardeşine, ister zâlim olsun, ister mazlum olsun, yardım et!" buyurdu.

Bir adam:

— Yâ Rasûlallah! Müslümân kardeş mazlum olduğu zaman ona yardım ederim, fakat o zâlim olduğu zaman ben ona nasıl yardım ederim, bana haber ver! dedi.

Rasûlullah:

  "Onu zulümden ayırırsın -yâhud: Onu zulümden men' edersin-. İşte bu men'-etmek, ona yardımdır" buyurdu[27].



[1] el-İkrâh, "İnsanın tab'an veya şer'an istemediği şeye sevk ve cebredilmesİ" di­ye ta'rîf edilmiştir.

İkrah ile îmân ve diğer ibâdetler ve tâatler Allah katında kabul olunmaz. İkrah İslâm Dîni'nde men' olunmuştur: el-Bakara: 256, Yûnus: 99. âyetleri tefsın.

[2] Her kim îmânından sonra Allah'a küfrederse -yânı küfr olan sözü söylerse, kalbi îmân ile mutmain olduğu hâlde ikrah olunan değil -yânî canını veya azasından bir uzvunu telef edilmekten korkulur bir emir ile ikrah edilmek suretiyle değil-velâkin küfre smesini açan, küfür hoşuna giden, yânî ikrah olunmadığı hâlde nzâsıyle küfür kelimesini söyleyen veya ikrah olunduğu zaman kalbini bozup da küfre i'tikaad edîveren kimseler; bunlar üzerine Allah'tan bir gazab ve bir de bunlara azim b^r azâb vardır. Çünkü cürümleri, en büyük cürümdür... De­mek ki, böyle mülcı' ikrah hâlinde yalan diliyle küfür kelimesini telâffuz etmek caizdir, fakat bu, ruhsattır ve âyetten anlaşıldığı üzere kalbi îmân ile mutmain olmak şartjyle bir ruhsattır. Fakat hakkı izhâr ve dîni azîz kılmak için helaki göze alıp da ictinâb etmek, azîmettir. Ve bu hususta azîmet ile amel etmek ef-daldir (Hakk Dîni, IV, 3031-3032).

[3] Onların hâkim olduğu yerde bulunmak gibi sebeblerle. O takdirde kalbdeki İmâna bozulma gelmemek şartıyle, onlarla zahiren ve muvakkaten dostluk yapılabilir. Hedef, esaretten kurtulmak, İslâm'ın emrettiği izzet ve istiklâle kavuşmaktır. "Evliyâ"mn müfredi olan "Velî" kelimesinde: Hâkim, mutasarrıf, kuman­dan, hükümdar, şef gibi ma'nâlar vardır.

[4] Burada arka arkaya takdîm-te'hîrli olarak getirilen bu iki çift en-Nisâ âyetleri, Ebû Zerr rivayetinde tercümelerini verdiğimiz şekilde gelmiştir. Bu rivayeti Kas-tallânî de en doğru kabul ettiği İçin biz de âyetlerin tercümelerini böyle verdik. el-Kerîme, el-Asîlî ve el-Kaabisî rivayetlerinde ise bu âyetlerin metinlerinde bir karışıklık görülmektedir. Sarihler bunun hakkında bâzı îzâhlar vermektedirler... Metîn, tercümeye göre düzeltilip yazılmalıdır.

İşbu "Ahâlîsi zâlim olan memleket" Ümmü'1-Kura' olan Mekke'ye işaret­tir ki, müşrik olan Mekke ehli zayıflara ve bilhassa içlerinde bulunan mü'min-lere son derece zulm ve ezâ ediyorlardı. Ve zâten "Şübhesiz şirk, en büyük zulümdür" (Lukmân: 13) gereğince, şirk bütün zulümlerin başı olan büyük bir zulümdür. Allah mazlumların dualarını kabul ve Peygamber'i eliyle Mekke'nin fethini nasîb edip, Muhammedî velayet ve nusrat ile bekam etmiş ve muazzez kılmıştır.Demek ki, tecâvüzî harb, ancak böyle Allah rızâsı için mazlumları zâ­limlerin pençesinden kurtarmak ve halk üzerinde Allah Taâlâ'nm âdil hüküm­lerini ve rahmetini tatbîk etmek için meşru' olabilir, yoksa zulüm ve İstibdadı umûmîleştirmek ve memleketler isti'lâ eylemek gibi sırf tecâvüz ve taaddî İçin harb etmek asla meşru' değildir... (Hakk Dîni, II, 1393).

[5] Buradaki âlimlerin görüşlerini sırasıyle İbn Ebî Şeybe, el-Humeydî, Abdurraz-zâk ve Saîd ibn Mansûr senedli olarak rivayet etmişlerdir.

"Ameller niyetle olur" hadîsinin bir rivayeti, kitabın İlk hadîsi olarak geç­miştir, Buhârî'nin bunu burada getirmesi, kavi ve fiil arasındaki ikrahta ayır­ma yapanları reddetmeye işarettir...

[6] Hadîs ile başlık arasındaki uygunluk, burada isimleri sayılan kimselerin müş­riklerin beraberinde ikaamete zorlanmış olmalarıdır. Çünkü "Mus'adâf" an­cak zorlanmış olur. Bunun mefhûmu, küfür üzerine ikrah eğer küfür olsaydı, Peygamber onlar İçin duâ etmez ve onlan mü'minler olarak isimlendirmezdi (Kas-tallânî).

[7] Başlıktan kasdedilen, hadîsin sonudur. Çünkü kâfirlikten hoşlanmamakla ate­şe girmekten hoşlanmamak arasında müsâvîlik olunca, öldürülmek, döğülmek, horlanmak mü'min yanında ateşe girmekten daha kolay olur, ateşe girmek de kâfirlikten kolay olur da şiddeti almayı tercîh eder. Bunu îbnu Battal söyledi. Hadîsin bir rivayeti îmân'da başka bir şeyhten geçmişti (Aynî, Kastallânî).

[8] Yânî Usmân'ın intikaamını almak için kabileler harekete geçmiş olsalardı, el­bette bunu vâcib olarak yaparlardı... Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Çün­kü Saîd ibn Zeyd ve Umer'in kızkardeşi olan zevcesi, küfre karşı horlanmayı tercîh etmişlerdi, Usmân ibn Affân da kaatillerin razı olacağı şeyi getirmeye kar­şılık öldürülmeyi tercîh etmişti (Aynî, Kastallânî).

Saîd ibn Zeyd el-Adevî, cennetle müjdelenen on kişiden biridir. İlk Muhâ cirler ile hicret etmiştir. Bedir'den başka bütün gazalarda hazır bulunmuştur. 51 yılında vefat etmiştir.

[9] Hadîsin bu başlığa girmesi vechi, Habbâb'ın Peygamberden kâfirler aleyhine duâ istemesi, kâfirlerin müslümânlara tecâvüz etmekte ve onlara eziyette zulüm ve düşmanlık yapmakta olduklarına delâlet etmesi yönündendir. Müslümanlar kâfirlerin kahrı altındadırlar. Böyle olunca müslümânlar istemedikleri şeylere zorlananlar gibidirler... Bunun birer rivayeti Nübüvvet Alâmetleri ile Peygam­ber gönderilmesi bâbi'nda da geçmişti... (Kastallânî, Aynî).

[10] Yânî Rasûlü de Arz'da Allah'ıh emrettiği gibi hükmedicidir. Çünkü O'nun ta­rafından tebliğ edici ve O'nun emirlerinin yerine getiricisidir.

Hattâbî şöyle dedi: Buhârî bununla mükrehin satışının cevazına delîl getir­di, hâlbuki bu muztamn satışına daha çok benzemektedir. Satışa zorlanan ise, istesin istemesin, satışa sevkedilen kimsedir. Yahudiler arazîlerini satmışlardı, buna zorlanmayacaklardı. Ancak Yahudiler mallarına çok düşkün oldukların­dan, onları satmayı tercîh ettiler ve böylece mallarını satmaya muztarr olanlara benzediler.. (Kastallânî).

Buhârî hadîsin bir rivayetini Cizye'de, Müslim de Mağâzî'de getirmiştir: Müslim Ter., V, 398 "1765".

[11] Yânî yapılan fiilin ikrah eden için de, edilen için de günâh olduğunda şübhe yok. Fakat ikrah olunan bîçâreler, bu günâha razı olmayıp, kerhen sürüklendikle­rinden dolayı ma'zûrdurlar. Ve Gafur, Rahîm olduğundan şübhe olmayan Al­lah indinde mağfirete ve rahmete şayandırlar. Binâenaleyh bu bîçârelere acımalı, kurtulmaları için yardım etmelidir. Lâkin ikrahı isteyerek yapanlar acınmağa lâyık olmayıp, razı olduğu azabın günâhına müstehakk oldukları gibi, ikrah ede­nin de bütün vebalini yüklenerek azîm azâb ve nefrîne müstehakk olduğunu ha­tırlatmaya hacet yoktur (Hakk Dîni, IV, 3512-3513).

[12] Bunda nikâhın sahîhliği için dulun iznini almak zarurî olduğu ve zorlananın ni­kâhının caiz olmadığı hükmü vardır.

[13] Bundan da bakirenin nikâhının ancak rızâsı ile caiz olacağı, rızâsı olmazsa onun hükmü de mükrehin hükmü gibi sayılmaz olacağı anlaşılmıştır.

Bu hadîslerin birer rivayeti Nikâh'ta da geçmişti.

[14] el-Kirmânî şöyle dedi: Buhârî'nin maksadı, Hanefîler'in tenakuz ettikleridir. Çün­kü ikrahla satış, eğer bir mülkü müşteriye nakledici ise, bundan bütün tasarruf­lar sahîh olur; bu, nezre ve müdebber köleye hass olmaz. Eğer satış nakledici değildir derlerse, bu takdirde nezr de, tedbîr de sahîh olmaz. Bunun özeti şu­dur: Onlar müdebberliği ve nezri, mülk olmaksızın sahîh gördüler, hâlbuki bunda tahakküm ve tahdîs edici yokken tahsis vardır (Kastallânî).

[15] Hadîsin burada getirilmesi sebebi şudur: Başka hiçbir malı yokken, tek kölesini vefatından sonra hürr yapan kimsenin, bu fiili bir beyinsizliktir. Peygamber onun bu fiilini, köleyi satmak suretiyle reddetmiştir... (Kastallânî).

Bunun bir rivayeti Itk'ta geçmişti. Müslim'in rivayetinde bu sahâbînin Az re oğullan'ndan Ebû Mezkûr olduğu bildirilmiştir. Azâd edilen kölenin ismi Ya'­kûb olduğu, Nesâî'nin rivayetinde; Mısırlı bir köle olduğu, Abdullah ibnu'z-Zu-beyr'in emareti zamanında Öldüğü de Müslim'in rivayetinde de vardır.

[16] Bu metnin başlığa uygunluğu, âyetteki "Kurhen" kavlindendir.

el-Muhelleb şöyle dedi: Allah en bilir ki, bu babın fâidesi, şunu ta'rîf edip bildirmektir: Her kim bir kadını, ondan mîrâs almaya tama' ederek kadın ölün ceye kadar alıkorsa, o kimseye bu mîrâs, Kur'ân'm nassı ile halâl olmaz (Aynî).

[17] Âyetin başlığa münâsebeti, içinde zinaya zorlanan kadının günâhı olmadığı ve bundan dolayı kadına zina cezası lâzım gelmeyeceğine delâlet buiunmasmdandır.

[18] el-Leys ibn Sa'd'm bu haberini Ebû'l-Kaasım el-Bağâvî, el-Alâ ibn Musa'dan; o da el-Leys'ten olmak üzere rivayet etti.

[19] imâm Mâlik'in görüşü de ez-Zuhrî'nin görüşü gibidir.

[20] Bu hadîsin birer rivayeti Buyu' Kitâbı'nın sonları ile Peygamberler Kitâbı'nda daha geniş olarak geçmişti.

el-Kir manî şöyle dedi: Bu hadîsin buraya girme sebebi şudur: Sâre aleyha's-selâm her bir kötülükten ma'sûme bulunmakla beraber, ona, zorlanmış olarak o zâlim hükümdarla yalnız kalmasında da hiçbir kınama olmamasıdır. İşte zina üzerine zorlanan kadın da bunun gibidir, onun üzerine de zina etme cezası yok­tur (Aynî, Kastallânî)

Sâre, râ'nin hafifletilmişi ile de, şeddelendirmesi ile de zabtedümiştir. Ha­fifletilmesi daha meşhurdur... îbn Hişâm Kitâbu't-Tîcân'da İbrâhîm'in bu sefe­rinin Ürdün'den Mısır'a vuku' bulduğunu ve Sâre'nin Mısır Meliki Amr ibn İmrîi'1-Kays ibn Nabilyûn ibn Sebâ olduğunu bildirmiştir. Bu konuda başka ri­vayetler de vardır...

[21] Çünkü ikrah, ancak insanın bilhassa kendi nefsine yönelen şeylerde olur, başka şeylerde değil... İnsanın başka şeyleri korumak için Allah'a âsî olması olamaz.

[22] Buhârî bu "Ba'zuın-nâsi = İnsanların bâzısı" ta'bîriyle, Ebû Hanîfe ve Hanefî-ler'i kasdetmektedir... Aynî: Tenakuz men' edilmiştir. Çünkü müctehide, istih­sâna kaail olmakla kıyâsa muhalefet etmesi caiz olur. İstihsân da Hanefîler indinde bir hüccettir, diye cevâb verdi... (Kastallânî).

[23] Bunun özeti şudur: Ebû Hanîfe'nin aslı kıyâsen hepsinde luzûm olmaktır. Lâ­kin o, istihsân deliliyle, hısımlığı olan kimseyi istisna etmektedir. Buhârî ise "Müs­lümân müslümânın kardeşidir" hadîsinden dolayı, bu hususta yakın olan kimse ile yabancı arasında bir ayırma olmayacağını düşünmüştür. Çünkü hadîsteki kar­deşlikten murâd, İslâm kardeşliğidir, neseb kardeşliği değildir. Sonra Buhârî bunu şu kavliyle getirdi:...

[24] İşte bu İslâm kardeşliği, müslümân kardeşini himaye etmeyi ve onu savunmayı gerektirir. Amma satış ve benzeri akid yapma ona lâzım gelmez. Şarâb içme, meyte yeme ona caiz olur, bu konularda ona günâh olmaz...

Aynî buna şöyle cevâb verdi: İstihsân, Kitâb ve Sünnet'ten hâriç değildir. Kitâb'da Yüce Allah: "Onun en güzeline tâbi' olurlar" (ez-Zumer: 18) buyurdu. Sünnet'te de Peygamber (S): "Mü'minlerin güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir" buyurdu...

[25] İbrâhîm en-Nahaî'nin bu sözünü Muhammed ibnu'l-Hasen, Kitâbu'l-Âsâr'da Ebû Hanîfe'den; o da Hammâd'dan; o da İbrâhîm en-Nahaî'den olarak riva­yet etmiştir.

el-Kirmânî, el-Kevâkib'de şöyle dedi: Eğer yemîn ettiren nasıl mazlum olur? dersen, şöyle derim: Haklı olan müddeî, kendine âid bir delîl bulunmadığı za­man müddeâ aleyh ona yemîn ettirmek ister, işte o zaman kendisi bir mazlum olur... (Kastallânî).

[26] Başlığa uygunluğu, müslim üzerine müslim kardeşini himaye etmesinin vâcib olması yönündendir. Bu hadîsin bir.rivâyeti bu isnadın ayniyle daha bütün ola­rak Mezâlim Kİtâbı'nda da geçti.

İçtimaî yardımın en mühim düstûrunu öğreten bu hadîsi Müslim ve diğer­leri de rivayet emişlerdir. Hadîsin devamı şöyledir: "Müslümân bir kul, din kar­deşinin yardımında bulundukça, Allah da ona yardımda bulunur. Hangi müs­lümân bir müslümândan dünyâ darlığım giderip şad ederse, Allah da kıyamet gününde onun tasasını giderip sevindirir. Kim müslümân kardeşinin ayıbını ör­terse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter".

"Lâyuslimuhû", "Esleme"d&r\ muzârî sîgasıdır, onun silmini gidermez, yânî onu zâlimin zulmünde terketmez, demektir...

[27] Bunun da bir rivayeti Mezâlim'de geçmişti.

İbn Battal: Peygamber'in "Zâlime nusrat ve muavenet, onu zulümden men etmektir" suretindeki tefsîri, fesahatin acîb, belâgatin vecîz bir edebî nümûne-sidir... demiştir.