1- KİTÂBU'L-ÎMÂN. (Îmân
Kitabı)
1- Îmân Babı Ve Peygamberin: İslâm Beş Şey Üzerine Bina Edilmiştir...
Kavli
3- Müslümân. Dilinden Ve Elinden Müslümânların Selâmette Kaldığı Kimsedir
Bâbı
4- Müslümânların Hangisi Efdaldir Bâbı
5- Yiyecek Yedirmek İslâm'dandır Bâbı
6- Kişinin Kendi Nefsi İçin Arzû Ettiğini Kardeşi İçin De Arzû Etmesi
Îmândandır Bâbı
7- Rasûlullah(S)'ı Sevmek Îmândandır Bâbı
9- Bâb: (Kâmil) Îmânın Alâmeti Ensâr'ı Sevmektir
11- Bâb: Fitnelerden Kaçmak Dîndendir
13- Kişinin, Kâfirliğe Dönmekten, Ateşe Atılacakmışcasına Hoşlanmaması
Îmândandır Babı
14- Îmân Ehlinin Ameller Sebebiyle Birbirlerinden (Faziletçe) Üstün
Oluşları Babı
19- Bâb: Selâm (Vermek) İslâm'dandır
21- Ma'siyetler, Câhiliyyet İşi Nev'indendir Babı
23- Bâb: Zulmün Bâzısı Daha Hafiftir
25- Bâb: Kadr Gecesini Tâatle Geçirmek Îmândandır
27- Bâb: Ramazân Gecelerini Nafile İbâdetle Geçirmek Îmândandır
28- Bâb: Mükâfatını Yalnız Allah'tan Umarak Ramazân Orucunu Tutmak
Îmândandır
31- Kişinin Müslümanlığının Güzelliği Babı
32- Bâb: Allah'a En Sevgili Olan Dîn (Ameli), En Devamlı Yapılanıdır
35- Bâb: Cenazenin Arkasından Gitmek Îmândandır
36- Mü'minin, Farkında Olmaksızın Amelinin Bâtıl Olup Boşa Gitmesinden
Korkması Babı
39- Dînini Tertemiz Yapmak İsteyen Kimsenin Fazileti Babı
40- Bâb: Ganimetten Beşte Birini (Devlete) Vermek Îmândandır .
Rahmân
ve Rahim olan Allah'ın ismiyle
Îmân, dil ile söylemek ve organlarla işlemektir. Îmân, artar ve eksilir. Yüce Allah
şöyle buyurdu:
"O, mü'minlerin yüreklerine, îmânlarını kat kat
artırmaları için sekîneti indirendir" (el-Feth: 48/4);
"Biz de onların
hidâyetini artırmıştık" (el-Kehf: 18/13);
"Allah hidâyeti
"Hidâyeti
"Îmân edenlerin de
îmânları artsın " (el-Muddessir:
74/31);
Ve Allah'ın şu kavli:
"Bir sûre indirildiği zaman içlerinden kimi: Bu
sûre hanginizin îmânını artırdı, der. Îmân etmiş olanlara gelince (her inen sûre) dâima onların
îmânını artırmıştır ve onlar birbirleriyle müjdeleşirler" (et-Tevbe:
9/124);
Ve zikri celîl olan Allah'ın şu kavli:
"Onlar öyle kimselerdir
ki halk kendilerine: (Düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu
hazırladılar, o hâlde onlardan korkun, dedi de, bu (söz) onların îmânını
artırdı ve: Allah bize yeter, o ne güzel vekildir, dediler" (Âli İmrân: 9/173).
Ve Yüce Allah'ın şu kavli:
"Mü'minler
düşman ordularını görünce: işte bu Allah'ın ve Rasûlü'nün bize va'd ettiği şeydir. Allah
ve Rasûlü doğru
söylemiştir, dediler. (Bu) onların îmânlarını ve teslimiyetlerini artırmaktan
başka bir şey yapmadı" (el-Ahzâb: 33/22)[2].
Allah için (yânî
Allah'a tâat sebebiyle) sevmek ve
Allah için sevmemek
îmândandır [3].
Umer ibn
Abdilazîz (101), Adiyy ibn Adiyy (123)'e şöyle
yazdı: Muhakkak ki îmânın bir takım farizaları, akideleri, men' edilmiş şeyleri ve mendûbları
vardır. Kim bunları
tam yaparsa îmânı tamamlamış olur, kim de bu işleri tam yapmazsa îmânı kemâle erdirmemiş olur.
İbrâhîm aleyhi's-selâm da:
"Ey Rabb'ım, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, dedi; Allah:
inanmadın mı yoksa, dedi; O da: İnandım, fakat (gözümle de görerek) kalbimin
yatışması için." (el-Bakara: 2/260) demişti.
Muâz ibn Cebel
(18), bir zâta: Bizimle otur da (dîn işlerini müzâkere ederek) bir sâat îmânı
artıralım, dedi[5].
İbn Mes'ûd (32):
Yakîn, îmânın tamâmıdır, dedi [6].
İbn Umer (73):
Kul, gönlündeki şübhe veren şeyleri tamâmiyle terk
etmedikçe takvanın hakîkatine ulaşmaz, dedi[7].
Mucâhid ibn Cebr (101), "Dînden Nuh'a tavsiye
ettiğini sizin için de bir şeriat yaptı" (eş-Şûrâ: 42/13) âyetini: Ey Muhammed,
İbn Abbas, "Sizden herbîriniz için
bir şeriat, bir yol ta'yîn ettik" (el-Mâide: 5/48) âyetindeki "şır'a ve minhâc"ı, geniş yol ve sünnet diye tefsîr etti. Yine İbn Abbâs,
"Duanız olmasaydı Rabb'ım size
değer verir miydi de" (ei-Furkan: 25/77) kelâmı sebebiyle, duânız îmânınız
demektir, diye tefsîr etti. Duânın lugattaki ma'nâsı îmândır [8].
1- Bize Ubeydullah ibn Mûsâ (213-214) tahdîs
edip şöyle dedi: Bize Hanzalatu'bnu Ebî Sufyân (151), İkrime ibn Hâlid(115)'den,
o da İbn Umer'den haber verdi: İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S)
şöyle buyurdu:
"İslâm beş
şey üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in
Allah'ın Rasûl'ü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacc
etmek, ramazân orucunu tutmak"[9].
2- Bize Süleyman ibn Bilâl (172), Abdullah
ibn Dînâr(127)'dan o da Ebû Sâlih(101)'ten, o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs
etti. Peygamber (S): "îmân
altmıştan fazla şu'bedir. Hayâ da îmândan bir şu'bedir" buyurmuştur [12].
3- ....... Bize Şu'be (160), Abdullah ibn
Ebî's-Sefer'den ve İsmâîl ibn Ebî Hâlid(145)'den, onlar da Şa'bî'den, o da Abdullah
ibn Amr(R)'dan tahdîs etti. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Müslüman dilinden, elinden
müslümânların selâmette kaldığı kimsedir. Muhacir de Allah'ın nehy ettiğini
terk edendir".
Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Ve Ebû
Muâviye (194) dedi ki: Bize Dâvûd ibn Ebî Hind (139) Âmir eş-Şa'bî'den tahdîs
etti. Şa'bî: Ben Abdullah ibn Amr'dan işittim; o da Peygamber'den dedi.
Ve keza Abdu'1-A'lâ (189) Dâvûd'dan; o da
Âmir'den, o da Abdullah ibn Amr'dan, o da Peygamber'den söyledi[13].
4- ........ Ebû Mûsâ (R) şöyle demiştir:
- Yâ Rasûlallah! Müslümanların hangisi
efdaldır? diye sordular. Rasûlullah
(S):
- "Müslümanlar, dilinden ve elinden
selâmette kalandır" buyurdu [14].
5- ....... Bize Leys ibn Sa'd (175)
Yezîd(128)'den, o da Ebu'l-Hayr(90)'dan, o da Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs
etti (O şöyle demiştir): Bir kimse Rasûlullah'a:
- İslâm'ın en hayırlısı hangisidir? diye
sordu.
Rasûlullah (S):
- "Yiyecek yedirmen, tanıdığına
tanımadığına selâm vermendir" cevâbını verdi [15].
6- ....... Bize Müsedded ibn
Muserhed (228) tahdîs edip şöyle dedi:
Bize Yahya ibn
Saîd el-Kattân (198) Şu'be ibn Haccâc'dan, o da Katâde ibn Diâme
es-Sedîsî(117)'den, o da Enes ibn Mâlik(93)'ten, o da Peygamber(S)'den tahdîs
etti.
Ve kezâ Hüseyin el-Muallim'den; dedi ki:
Bize Katâde, Enes(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S): "Hiçbiriniz, kendiniz için arzû ettiğinizi kardeşiniz için arzû
etmedikçe, (kemâliyle) îmân etmiş olmaz" buyurdu [16].
7-.......Bize
Ebû'z-Zinâd (130) el-A'rac(l 17)'dan, o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Nefsim elinde olan Allah 'a yemîn ederim ki
hiçbiriniz, ben kendisine babasından da, evlâdından da daha sevgili olmadıkça
(kemâliyle) îmân etmiş olmaz" [17].
8-
Bize Ya'kûb ibn İbrâhîm (252) tahdîs edip şöyle dedi: Bize İbn Uleyye (194)
Abdulazîz ibn Suheyb'den, o da Enes'ten, o da Peygamber'den tahdîs etti. H ve
keza bize Âdem ibn Ebî Iyâs tahdîs edip şöyle dedi: Bize Şu'be, Katâde'den; o
da Enes(R)'den tahdîs etti. Enes şöyle demiştir:
Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"Hiçbiriniz ben ona babasından da, evlâdından da,
bütün insanlardan da sevgili olmadıkça (kemâliyle) îmân etmiş olmaz".
9-.......Bize
Eyyûb es-Sahtıyânî (131) Ebû Kılâbe(104)'den, o da Enes(R)'den tahdîs etti.
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Kimde üç şey bulunursa îmânın tatlılığını tatmış
olur: Allah ile Rasûl'ü kendisine başkalarından daha sevgili olmak; bir
kimseyi sevmek, fakat yalnız Allah için sevmek; (Allah onu küfürden
kurtardıktan sonra) yine küfre dönmekten, ateşe atılacakmışçasına
hoşlanmamak" [18]
10-
....... Bana Abdullah ibnu Abdillah ibn Cebr haber verip şöyle dedi: Ben
Enes(R)'den işittim; Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Kâmil îmânın
alâmeti Ensâr'ı sevmek, münafıklığın alâmeti de Ensâr'a buğz etmektir"[19]
11-.......Zuhrî
şöyle dedi: Bana Ebû İdrîs Âizu'llah ibnu Abdillah (80) haber verdi ki,
Ubâdetu'bnu's-Sâmit (R) ki, birinci Akabe gecesinde bey'at eden on iki nakîbin
biri olmuş ve Bedir harbinde de hazır bulunmuş idi; şöyle demiştir: Rasûlullah
(S) etrafında sahâbîlerinden bir cemâat mevcûd olduğu hâlde buyurdu ki: "Allah'a
(ibâdette) hiçbir şeyi ortak kılmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek,
çocuklarınızı öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız bir yalanla (kimseye)
iftira etmemek, hiçbir ma'rûfta (iyi işte) isyan etmemek üzere bana bey'at
(yânî benimle ahd) ediniz, içinizden sözünde duran olursa mükâfatı Allah 'in
üzerindedir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyâda cezalandırılırsa,
bu ceza ona keffârettir. Bunlardan birini yapıp da yaptığı fiili Allah örterse,
işi Allah'a kalır: İsterse onu afveder, isterse ona ceza verir". Biz
de bu şart üzere Peygamber'le bey'at ettik [21].
12-.......Ebû
Sâîd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Yakında (öyle fanâlıklar meydana gelecek ki) bir
müslümânın, kendi dînini fitnelerden selâmete kaçırmak için, dağ başlarında
gezdirip, yağmur sularının düştüğü yerlerde (yânî vâdîler ve sahralarda)
güdeceği davarları, en hayırlı
13-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) sahâbîlerine emrettiği zaman dâima takat
getirebilecekleri işleri emreder idi. (O zamân) sahâbîleri: Yâ Rasûlallah, biz
senin gibi değiliz. Allah senin olmuş olacak günâhlarına mağfiret etmiştir,
derlerdi de, öfke alâmeti yüzünde bilinecek kadar kızar ve ondan sonra da: "En
ziyâde takvalınız ve Allah'ı en çok bileniniz, şübhesiz ki benim"
buyururdu[24].
14-.......Bize Şu'be, Katâde'den; o
da Enes(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S) buyurdu ki:
"Kimde üç şey bulunursa imânın lezzetini tatmış olur: Allah ile
Rasûl'ü kendisine başkalarından daha sevgili olan kimse; bir kulu seven, fakat
yalnız Allah için seven kimse; Allah kendisini kâfirlikten kurtardıktan sonra
yine kâfirliğe dönmekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmayan kimse"[25].
15-.......Bana Mâlik, Amr ibn Yahya
el-Mâzinnî'den, o da babasından, o da Ebû Saîd Hudrî(R)'den tahdîs etti.
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Cennet ahâlîsi cennete,
ateş ahâlîsi de ateşe girdikten sonra Yüce Allah: Kimin kalbinde bir hardal
tanesi ağırlığınca îmân varsa ateşten çıkarınız, diye emreder. Bunun üzerine
bu kimseler simsiyah kesilmiş oldukları hâlde çıkarılıp Hayât (yâhud Haya)
nehri içine atılırlar ve orada sel uğrağında kalan yabanî reyhan tohumları
nasıl sür'atle yetişirse öylece yetişirler. Görmez misin, bunlar sapsarı olarak
ve iki tarafa salınarak (ne güzel) sürerler" [26].
Ve keza Vuheyb ibn Aclânî (105) dedi ki: Bize Amr
ibn Yahya babasından, o da Ebû Saîd'den bu hadîsi tahdîs etti ve bu rivayetinde
"Hayât Nehri" ve "Hayırdan bir hardal tanesi" ta'bîrlerini
söyledi [27].
16-.......Bize İbrâhîm ibn Sa'd (l
10-183), Salih ibn Keysân'dan; o da İbn Şihâb'dan, o da Ebû Umâme ibn Sehl'den
tahdîs etti ki, o da Ebû Saîd Hudrî (R)'den şöyle derken işitmiştir: Rasûlullah
(S) şöyle buyurdu:
- "Uyuduğum esnada gördüm ki
insanlar bana arz olunuyorlardı. Üstlerinde gömlekler vardı, bu gömleklerin
bâzısı memelere ulaşıyor, bâzısı daha kısa idi. Umer ibn Hattâb da bana arz
olundu. Üstünde (eteklerini yerde) sürüdüğü bir gömlek vardı."
- Yâ Rasûlallah!
Bunu ne ile te'vîl (yânî ta'bîr)
ettin? diye sordular.
- "Dîn ile" dedi[28].
17........ Bize Mâlik ibn Enes, İbn
Şihâb'dan; o da Salim ibn Abdillah(106, 108)'den, o da babası Abdullah ibn
Umer(R)'den haber verdi ki (şöyle demiştir): Rasûlullah bir gün Ensâr'dan bir
kimsenin yanından geçiyordu. Ensârî, kardeşini hayadan men'ediyordu.
Rasûlullah (S): "Ona ilişme, çünkü haya îmândandır" buyurdu [29].
18-.......Bize Şu'be, Vâkıd ibn
Muhammed'den tahdîs etti: şöyle demiştir: Ben babamdan işittim; İbn Umer'den
tahdîs ediyordu (O şöyle demiştir): Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Allah'tan başka hakk ilâh olmadığına
ve Muhammed'in Rasûlullah olduğuna (zahirde) şehâdet, namazı ikaame, zekâtı
eda edinceye kadar insanlarla muharebe etmekliğim bana emrolundu. Onlar bu
işleri yapınca -Müslümanlık hakkının gereği (olan haddler) müstesna- İslâm
hakkı olmak üzere canlarını ve mallarını benim elimden kurtarırlar.
(Bâtınlarından dolayı olan) hesâblarına gelince, o (hesabı görmek) Allah'a
âiddir"[31]
Ve ilim ehlinden bir cemâat, Yüce Allah'ın şu: "İşte
Rabb'ına and olsun ki onlara, topuna yapmakta oldukları şeylerden elbette
soracağız" (el-Hıcr: 13/92-93) kavli hakkında (sorulacak şey) "La
ilahe illa'llâh”tır dediler. Ve bir de "Artık çalışanlar da bunun gibi
(bir murâd için) çalışmalıdır" (es-Sâffât: 37/61) [33] buyurduğu için (îmân
kalbin, lisanın ve a'zâların amelidir).
19-.......Bize İbn Şihâb, Saîd ibn Museyyeb
(93 ? 95)'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti (şöyle demiştir):
Rasûlullah'a:
- Amelin hangisi efdaldir? diye soruldu.
Rasûlullah (S):
- Allah'a ve Rasûl'üne îmân
etmektir, buyurdu.
- Ondan sonra hangisi? diye soruldu.
- Allah yolunda cihâddır, buyurdu.
- Ondan sonra hangisi? denildi.
- Makbul olmuş haccdır, cevâbını verdi [34]
Çünkü Yüce Allah: "Bedeviler îmân ettik
dediler. De ki: Siz henüz îmân etmediniz, velâkin henüz îmân kalblerinizin
içine girmemiş olduğu hâlde İslâm 'a girdik deyin..." (el-Hucurât:
49/14) buyurdu. İslâm hakîkat üzere
olursa böylesi de zikri celîl olan Allah'ın şu: "Hakk dîn, Allah
indinde İslâm'dır" (Âli İmrân: 3/19) kavlinin gereği üzere olmuştur.[35]
20-.......Zuhrî
şöyle dedi: Bana Âmir ibn Sa'd(103,104),babası Sa'd ibn Ebî Vakkas(R-55,
58)'dan haber verdi ki, şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir takım insanlara
dünyalık veriyordu; bu Sa'd da orada oturuyordu. Derken Rasûlullah içlerinden
en ziyâde beğendiğim birini bıraktı. Bunun üzerine:
- Yâ Rasûlallah! Fulânı niçin bıraktın? Vallahi
onu bir mü'min biliyorum, dedim.
- Öyle deme, müslim (de), buyurdu [36].
Bir müddet sustum. Nihayet o adam hakkındaki bilgim bana galebe etti de
dayanamadım, yine sözümü tekrar ederek:
- Fulânı niçin mahrum bıraktın? Vallahi ben onu
mü'min biliyorum, dedim.
Yine:
- Öyle deme, müslim (de), buyurdu.
Ben yine sustum. Lâkin o zât hakkındaki bilgim
bana galebe etti, sözümü tekrar ettim. Rasûlullah yine o sözü tekrar ettikten
sonra:
- Ey Sa 'd, bir adama, Allah onu
yüzü koyun ateşe atmasın diye başkasını daha ziyâde sevdiğim hâlde ihsanda
bulunduğum olur, buyurdu [37].
Bu hadîsi Zuhrî'den Yûnus, Salih ibn Keysân,
Ma'mer ibn Râşid ve Zuhrî'nin erkek kardeşinin oğlu Muhammed ibn Abdillah da
rivayet etti[38].
Ammâr ibn Yâsir (37) şöyle dedi: Üç şeyi her kim
biraraya getirebilirse îmânı tam toplamış olur: Nefsine karşı olsa da insafı
elden bırakmamak, herkese selâm vermek, fakîr iken de infâk eylemek [39].
21-.......Abdullah ibn Amr(R)'dan
(şöyle demiştir): Bir kimse Rasûlullah'a:
- İslâm'ın en hayırlısı hangisidir? diye sordu.
Rasûlullah (S):
"Yiyecek yedirmen,
tanıdığına ve tanımadığına selâm vermendir" buyurdu [40].
Bu konuda Ebû Saîd Hudrî'den ve Peygamber(S)'den
rivayet edilmiş hadîs vardır [42].
22-.......
Ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):
- Bana cehennem gösterildi, bir de gördüm ki cehennem
ahâlîsinin çoğu kadınlardır. Onlar küfr ederler, buyurdu.
Bunun üzerine:
- Allah'a mı küfr ederler? diye soruldu. Peygamber:
- Onlar kocalarına karış küfrün ederler, iyiliğe karşı
küfrân ederler. Birisine bütün zaman ihsan etsen de sonra senden (hoşuna gitmeyen)
bir şey görse, "Ben senden hiçbir hayır görmedim" der [43].
Allah'a ortak koşma müstesna, bu Câhiliyyet işlerinin
sahihleri, bunları işlemeleri sebebiyle kâfir sayılmazlar. Çünkü Peygamber (S),
Ebû Zerr'e: "Demek ki sen, içinde henüz Câhiliyyet ahlâkı bulunan bir
kimsesin" buyurdu; Yüce Allah da: "Şübhesiz ki Allah,
kendisine ortak tanınmasını mağfiret etmez, ondan başkasını, dileyeceği
kimseler için mağfiret eyler..." (en-Nisâ: 4/48,116) buyurdu [44].
23-.......
Bize Şu'be, Vâsıl el-Ahdeb(120)'den, o da el-Ma'rûr ibn Suveyd'den tahdîs etti.
O şöyle demiştir: Ben Rebeze köyünde Ebû Zerr'e kavuştum. Toplamı bir hullelik,
yânî bir ridâ ile bir izâr-dan ibaret bir takımlık kumaşın yarısı kendisinin,
yarısı kölesinin sırtında bulunuyordu. Ben kendisine böyle birer yarı parçanın
her ikisinin sırtında ayrı ayrı bulunmasının sebebini sordum. Bunun üzerine Ebû
Zerr (R) şöyle şöyle anlattı: Ben bir kerre bir adamla söğüştüm de onu
anasından dolayı ayıbladımdı. Peygamber (S) bana:
"Yâ Ebâ Zerr! Onu sen anasından dolayı mı
ayıblıyorsun? Demek ki sen, içinde henüz Câhiliyyet (ahlâkı) bulunan bir
kimsesin. Hizmetçileriniz sizin öyle kardeşlerinizdir ki, Allah onları sizin
ellerinizin altına emânet etmiştir. Her kimin eli altında kardeşi bulunursa,
ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güçleri yetmeyecek
zahmetli bir iş yüklemeyiniz. Şayet yüklerseniz, onlara yardım ediniz" buyurdu [45].
24-.......Bize
Eyyûb es-Sahtıyânî ile Yûnus ibn Abîd (139), Hasen el-Basrî(110)'den, o da
el-Ahnef ibn Kays(67)'tan tahdîs etti. Şöyle demiştir: Şu adama -Buhârî'nin
Fiten'deki rivayetinde Peygamber'in amucaoğlu Alî'ye- yardıma gidiyordum. Ebû
Bekre beni karşıladı ve:
- Nereye gidiyorsun? diye sordu.
- Şu adama yardım etmek istiyorum, dedim. Ebû Bekre
bana:
- Geri dön; çünkü ben Rasûlullah(S)'tan işittim: "İki
müslümân kılıçlarıyle karşılaştıkları zaman, öldüren de ölen de cehennemdedir"
buyuruyordu [47].
- Yâ Rasûlallah! Öldüren böyle; ya ölene ne oluyor?
diye sordum.
- "Ölen de arkadaşını öldürmeğe hırslı idi de
ondan" buyurdu.
25-.......Bize
Ebu'l-Velîd (227) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Şu'be tahdîs etti. H Buhârî dedi
ki: Ve bana Bişr ibn Hâlid (253) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Muhammed ibn
Ca'fer (192 ? 194) Şu'be'den, o da Süleyman ibn Mıhrân(148)'dan, o da İbrahim
ibn Yezîd(96)'den tahdîs etti. Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: "îmân
edip de îmânlarına zulüm karıştırmayanlar, işte emin olmak ancak onların
hakkıdır. Doğru yola giden de onlardır" (el-En'am: 6/82) âyeti indiği
zaman Rasûlulah(S)'ın sahâbîleri: Hangimiz nefsine zulm etmemiştir? dediler.
Bunun üzerine: "Allah'a ortak edinmek şübhesiz büyük bir zulümdür"
(Lukmân: 25/13) âyeti nazil oldu [49].
26-.......Bize
Nâfi' ibn Ebî Âmir Ebû Süheyl, babası Mâlik ibn Ebî Âmir(112)'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S): "Münâfıkın alâmeti üçtür:
Söz söylerken yalan söyler; va'd ettiği vakit sözünde durmaz; kendisine birşey
emniyet edildiği zaman hıyanet eder" buyurdu.
27-…..Bize Sufyân es-Sevrî (160), A'meş'ten; o
da Abdullah ibn Murre(100)'den o da Mesrûk(63)'tan; o da Abdullah ibn
Amr(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Dört
şey her kimde bulunursa hâlis münafık olur; her kimde bunların bir parçası
bulunursa onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir huy kalmış olur.
Bunlar şunlardır: Kendisine bir şey emniyet edildiği zaman hıyanet etmek; söz
söylerken yalan söylemek; ahd ettiğinde ahdini tutmamak; husûmet zamanında da
haktan ayrılmaktır".
Şu'betu'bnu'l-Haccâc bu hadîsi Süleyman el-A'meş'ten
rivayet etmekte Sufyân es-Sevrî'ye mutâbaat etti[50].
28-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Her kim îmânından dolayı
ve ecrini yalnız Allah'tan umarak kadr gecesini tâatle geçirirse, onun lehine
geçmiş günâhları mağfiret olunur" buyurdu.
29-.......Bize
Ebû Zur'a ibnu Amr ibn Cerîr tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim;
Peygamber (S) buyurdu ki: “Allah kendi yolunda cihâda çıkan kimseye:
"Onu evinden çıkaran şey yalnız bana îmân ve elçilerimi tasdik ise, nail
olduğu ecir ve ganimetle (salimen yurduna) geri getireyim, yâhud cennete
girdireyim" diye tekeffül etmiştir. Ümmetime meşakkat verecek olmasaydım,
hiçbir cihâd müfrezesinin arkasından geri kalmazdım. Yemîn olsun ki Allah
yolunda öldürülüp tiiriltilmemi, ondan sonra öldürülüp diriltilmemi, ondan
sonra öldürülmemi ne kadar isterdim!” [52]
30-.......Bana
Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Humeyd ibn Abdirrahmân(95)'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Her kim ramazânda îmânı sebebiyle ve ecrini
yalnız Allah'tan umarak nafile ibâdetlerle uğraşırsa, kendisi lehine, geçmiş
günâhları mağfiret olunur"[53] .
31-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Her kim ramazân orucunu, îmânı sebebiyle ve
mükâfatını yalnız Allah'tan umarak tutarsa, kendi lehine, geçmiş günâhları
mağfiret olunur"[54].
32-....Bize
Umer ibn Aliyy (190), Ma'n ibn Muhammed el-Gıfârî'den; o da Saîd ibni Ebî Saîd
el-Makburî(100)'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur:
"Şübhesiz ki bu dîn kolaylıktır. Hiçbir kimse
yoktur ki, bu dîn hususunda (amellerim eksiksiz olsun diye) kendini zorlasın da
dîn ona galebe etmesin (ve erinip büsbütün amelden kesilmesin). Öyle olunca
ortalama gidin. (Eğer en kâmili yapamazsanız, ona) yaklaşın, (az olsa da
devamlı amel ve ibâdetten dolayı) sevinin; sabah, akşam ve gecenin bir cüz'ünde
(ibâdete tevfîk vermesi için Allah'tan) yardım isteyin"[56].
Ve Yüce Allah: "Allah îmânınızı zayi' edecek
değildir…" (el-Bakara: 2/143) kavliyle, Beytu'l-Makdis'e doğru
kıldığınız namazlarınızı zayi' edecek değildir, ma'nâsını kasdeder [57].
33-
Bize Amr ibn Hâlid (229) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Zü-heyr ibn Muâviye (173)
tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ebû İshâk es-Sâbîî(127) Berâ ibn Âzib(R)'den şöyle
tahdîs etti:Peygamber (S) Medine'ye ilk geldiğinde Ensâr'dan olan dedeleri
(yâhud diğer lâfza göre dayıları) yurduna musâfir oldu. Ve on altı yâhud on
yedi ay Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Hâlbuki kıblesinin BeytuM-Harâm'a
doğru olmasını arzu ederdi. Ka'be'ye yönelerek ilk kıldığı namaz, ikindi
namazı olmuştu. Bir cemâat de O'nunla birlikte kıldılar. Ondan sonra birlikte
namaz kılanlardan biri namâzdan çıktı.Mescidin birinde bulunan bir cemâate
namâzdalar iken yolu uğradı. Onlara: "Rasûlullah ile birlikte Mekke'ye
doğru namaz kıldığıma Allah için şehâdet ederim" deyince (namazlarını
bozmadan) oldukları gibi Beyt'e döndüler.
Rasûlullah Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldığı sırada
Yahûdîler ve Hrıstiyanlar O'ndan hoşlanırlardı.Ka'be'ye doğru yüzünü
döndürünce, bu fiilini beğenmediler.
Zuheyr dedi ki: Bize Ebû İshâk, Berâ'dan tahdîs etti.
Berâ ibn Âzib bu hadîsinde şöyle demiştir: Kıble tahvîl edilmeden evvel, ilk
kıbleye doğru namaz kılarak vefat etmiş, öldürülmüş kimseler de vardı. Bunlar
hakkında nasıl bir hüküm vereceğimizi bilemedik. O zaman Yüce Allah:
"Allah îmânınızı zayi' edecek değildir" (el-Bakara: 143) âyetini
indirdi[58].
34-
İmâm Mâlik şöyle dedi: Bana Zeyd ibn Eslem haber verdi. Ona da Ata ibn Yesâr haber verdi.
Ona da Ebû Saîd Hudrî haber verdi ki, kendisi Rasûlullah(S)'dan şöyle derken
işitmiştir:
"Bir kul müslümân olur ve
müslümânlığı da güzel olursa, Allah onun evvelce işlemiş olduğu her kötülüğünü
örter. Ondan sonra sıra kısasa (yânî mükâfat ve mücâzâta) gelir. Bir hasene,
ondan yedi yüz kat büyük hasene ile; bir seyyie (yânî kötülük) ise, yalnız
kendi misli ile karşılanır: meğer ki Allah o seyyieyi afveder"[59].
35-....... Bize Ma'mer ibn Râşid,
Hemmâm ibn Münebbih(131)'den haber verdi. Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Biriniz İslâm'a girişini
güzel yaparsa, yapacağı her bir hasene, kendisi lehine on mislinden yedi yüz
katına kadar büyük derecelerle yazılır; yapacağı her bir seyyie ise, ancak
kendi misli ile yazılır"[60].
36-....... Hişâm dedi ki: Bana babam
Urvetu'bnu'z-Zubeyr,
Âişe(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S),
Âişe'nin yanında bir kadın varken yanlarına girdi.
- "Bu kadın kimdir?" diye sordu. Âişe:
- Fulânca kadındır, dedi ve o kadının kıldığı
namazları anlatmağa başladı.
Rasûlullah ise:
- "Bu sözü bırak. Dâima
elinizden gelecek şeyleri yapınız. Yoksa Allah'a yemîn olsun ki, siz
usanmadıkça Allah usanmaz" buyurdu. Rasûlullah'ın en ziyâde sevdiği dîn (yânî
tâat), sahibinin devâmlı olarak yaptığı idi [62].
Ve Allah: "Bu gün sizin dîninizi kemâle
erdirdim..." (el-Mâide: 5/3) buyurdu. Binâenaleyh kemâlden bir şey
eksildiği zaman, o eksiktir [63].
37-....... Bize Katâde, Enes(R)'ten
tahdîs etti. Peygamber (S) buyurdu ki: "La ilahe ille'llâh deyip de
kalbinde bir arpa ağırlığınca hayr (yânî îmân) bulunan kimse cehennemden
çıkacaktır. La ilahe ille'llâh deyip de kalbinde bir buğday ağırlığınca hayr
bulunan kimse cehennemden çıkacaktır. La ilahe ille'llâh deyip de kalbinde bir
zerre ağırlığınca hayr bulunan kimse cehennemden çıkacaktır."
Ebû Abdillah Buharı şöyle dedi: Ebân: Bize Katâde
tahdîs etti; bize Enes Peygamber'den tahdîs etti, dedi. Bu isnâddaki hadîste
"hayrdan" yerine "îmândan" ta'bîri geldi [64].
38-.......Bize Kays ibn Müslim
(120), Tarık ibn Şihâb (83-R)'den haber verdi; şöyle demiştir: Yahûdîler'den
bir kimse Umer ibn Hat-tâb(R)'a:
- Ey Mü'minlerin Emîri! Sizin Kitâb'ınızda okumakta olduğunuz bir âyet var
ki, biz Yahûdî topluluğuna nazil olmuş olaydı, nazil olduğu günü bayram
edinirdik, dedi.
Umer:
- Hangi âyettir o? diye sordu. Yahûdî:
- "Bu gün sizin dîninizi
kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size dîn olarak
müslümânlıktan hoşnûd oldum..." (el-Mâide: 5/3) cevâbını verdi.
Bunun üzerine Umer:
- Biz bu âyetin indiği günü de, yeri de biliyoruz
(kıymetini takdîr ediyoruz). Bu âyet Peygamber'e bir cumua günü Arafa'da kaaim
iken nazil olmuştur, dedi [65].
Ve Allah'ın şu kavli: "Hâlbuki onlar
Allah'a, O'nun dininde ihlâs erbabı muvahhidler olarak ibâdet etmelerinden,
namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başkasıyle
emrolunmamışlardı. En doğru dîn de bu idi" (el-Beyyine: 98/5)
39-.......Bana Mâlik ibn Enes,
amucası Ebû Süheyl ibn Mâlik'ten, o da babası Mâlik ibn Ebî Âmir'den tahdîs
etti ki, o, Talha ibn Ubeydillah(R)'dan şöyle derken işitmiştir: Necd
ahâlîsinden saçı darmadığınık (fakîr) bir kimse Rasûlullah'a geldi. Uzaktan
sesini karmakarışık duyuyor, fakat ne söylediğini anlayamıyorduk. Nihayet
yaklaştı; meğer İslâm'ın ne olduğunu soruyormuş. Bu suâle karşı Rasûlullah(S):
- Bir gün bir gece içinde beş
namaz, buyurdu.
O zât:
- Üzerimde bu namazlardan başkası da olacak mı? diye sordu.
- Hayır, meğer ki kendiliğinden
kılasın, buyurdu. Ondan sonra Rasûlullah:
- Bir de ramazân orucu, buyurdu. O zât:
- Üzerimde bundan başkası da olacak mı? diye sordu. O da:
- Hayır, meğer ki kendiliğinden
tutasın, cevâbını verdi. Talha der ki: Rasûlullah, zekâtı da ona söyledi. O zât
yine:
- Üzerimde bundan başkası da olacak mı? diye
sordu. Yine Rasûlullah:
- Hayır, meğer ki kendiliğinden veresin, cevâbını verdi. Bunun
üzerine (o Necdli fakîr zât):
- Vallahi bundan ne artık, ne eksik bir şey yapacak değilim, diyerek
arkasını dönüp gitti. Bunu duyunca Rasûlullah:
- Eğer doğru söylüyorsa felah
buldu gitti, buyurdu [66].
40- Bize Ahmed ibnu Abdillah ibn Alî
el-Mencûfî (252) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ravh (205) tahdîs edip şöyle
dedi: Bize Avf ibn Ebî Cemile (146) Hasen Basrî'den ve Muhammed ibn Sîrîn(l
10)'den; onlar da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti (ki Ebû Hureyre şöyle demiştir);
Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Her kim îmânı sebebiyle ve sevabını-yalnız
Allah'tan umarak bir müslümân cenazesi arkasından gider ve üzerine namaz kılıp
gömülmesini bitirinceye kadar beraber bulunursa, iki kîrât ecr ile döner ki,
kıratların her biri Uhud dağı gibidir. Her kim o cenaze üzerine namaz kılar da
defn olunmadan evvel dönerse, bir kîrât ecr ile dönmüş olur".
Usmân ibn Ebî Heysem el-Müezzin (220), bu hadîsi
Avf el A'râbî(146)'den rivayet etmekte Ravh'a mutâbaat etti. Dedi ki: Bize Avf,
Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den olmak üzere
geçen hadîs gibi tahdîs etti [67].
İbrahim et-Teymî (192): "Sözümü amelimle ne
zaman karşılaştırdım ise yalancı çıkmaktan korkmuşumdur" dedi. İbn Ebî
Muleyke (117): "Peygamber'in sahâbîlerinden otuz zâta yetiştim; hepsi de
münafık olmaktan korkuyorlardı, içlerinde, benim îmânım, Cibrîl ve Mîkâîl'in
îmânı gibi sağlam ve nifak arız olmaktan masundur diyen de hiç yoktu"
dedi. Hasen el-Basrî (110?)'nin de: "Allah'tan mü'minden başkası korkmaz,
münafıktan başkası emîn olmaz" dediği zikrolunur. Ve Yüce Allah'ın: "...
Bir de onlar işledikleri (günâh) üzerinde, bilip dururlarken ısrar
etmeyenlerdir" (Ali-İmrân: 3/135) kavlinden dolayı, tevbe etmeksizin
nifak ve ma'siyette ısrar etmekten korkulur [68].
41-.......Zubeyd (122) dedi ki: Ben
Ebû Vâil(100)'e Murcie fırkası hakkında sordum. Bunun üzerine şöyle dedi: Bana
Abdullah ibn Mes'ûd (R) tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Müslüman'a
sövmek fısk, onunla kıtal etmek küfürdür" buyurmuştur [69].
42-....... Bize
İsmâîl ibn Ca'fer, Humeyd(143)'den; o da Enes(R)'den tahdîs etti. Enes şöyle
dedi: Bana Ubâdetu'bnu's-Sâmit (R) haber verip şöyle dedi: Rasûlullah (S), Kadr
gecesini haber vermek üzere (hücresinden) çıktı. Derken müslümanlardan iki
kişi kavga ettiler. Bunun üzerine Rasûlullah:
"Ben size Kadr gecesini
haber vermek üzere çıkmıştım. Fulân ile fulân kavga ettiler de o bilgi ref olundu.
İhtimâl ki, hakkınızda bu daha hayırlıdır. Artık siz Kadr gecesini (yirmiden
sonraki) yedinci veya dokuzuncu veya beşinci gecelerde arayınız" buyurdu [70].
Ve sonra Peygamber: "Cibril aleyhi's-selâm
sizlere dîninizi öğretmek için geldi" buyurdu da, Abdu'1-Kays
hey'etine îmândan olarak beyân ettiği şeylerle ve Yüce Allah'ın: "Kim
İslâm'dan başka bir dîn ararsa ondan bu dîn asla kabul olunmaz..."
(Âli imrân: 3/85) kavli ile birlikte, buradaki hadîste zikrolunan şeylerin
hepsini dîn yaptı [71].
43-....... Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Bir gün Rasûlullah(S) meydanda oturuyordu. Yanına bir adam geldi ve:
- îmân nedir? diye sordu. Rasûlullah:
- îmân Allah 'a, meleklerine,
Allah 'a kavuşmaya, peygamberlerine inanman; kezâlik (öldükten sonra)
dirilmeye inanmandır, cevâbını verdi.
O zât:
- İslâm nedir?
dedi. Rasûlullah:
- Allah'a ibâdet edip, O'na hiçbir şeyi ortak
kılmaman, namazı dosdoğru kılman, farz edilmiş olan zekâtı vermen, ramazânda
oruç tutmandır, buyurdu.
Sonra o zât:
- İhsan nedir? diye sordu. Rasûlullah:
- Allah'ı sanki görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir;
eğersen Allah'ı görmüyorsan şübhesiz O seni görmektedir, buyurdu.
O zât:
- Kıyamet ne zaman? dedi. Bunun üzerine Rasûlullah:
- Bu mes'elede sorulan, sorandan daha âlim değildir.
(Şu kadar var ki kıyametten evvel zuhur edecek) alâmetlerini sana haber vereceğim.
Ne zaman satılmış câriye sahibini (yânî efendisini) doğurur[72],
kim idikleri belirsiz deve çobanları yüksek bina kurmakta biri-biriyle yarışa
çıkarsa kıyametin alâmetleri görülmüş olur[73]. (Kıyametin vakti) Allah'tan başka
kimsenin bilmediği beş şeyden biridir, buyurduktan sonra: "O saatin
ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru (mukadder olan vakitte ve yerde)
O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağım bilmez.
Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez- Şübhesiz Allah (herşeyi) bilendir.
Herşeyden haberdârdır" (Lukmân: 31/34) âyetini tilâvet eyledi. Sonra o
zât arkasını dönüp gitti. Rasûlullah: "Onu geri getirin" diye
emretti; fakat sahâbîler onun izini bulamadılar. Bunun üzerine Rasûlullah: "İşte
bu Cibril'dir. İnsanlara dînlerini öğretmek için geldi" buyurdu.
Ebû Abdillah Buhârî der ki: Rasûlullah bu hadîste
zikredilen şeylerin hepsini îmândan kıldı[74].
44-.......Abdullah
ibn Abbâs haber verip, şöyle dedi: Bana Ebû Sufyân haber verdi ki, Hırakl ona
şöyle demiştir: "Ben sana; onlar (yânî müslümânlar) artıyor mu, yoksa
eksiliyor mu diye sordum. Sen, onların artmakta olduklarını söyledin, îmân
keyfıyyeti de tamâm oluncaya kadar hep böyle gider. Ben sana, içlerinde O'nun
dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dînden dönen var mıdır diye
sordum. Hayır, dedin, îmân da, mûcib olduğu inşirah ve ferahlık kalblere
karışıp kökleşince böyle olur; hiçkimse onu sevmemezlik ermez..." [76]
45-.......Âmir
dedi ki: Ben Nu'mân ibn Beşîr(64-R)'den şöyle derken işittim: Ben
Rasûlullah(S)'dan şöyle buyururken işittim: "Halâl belli, haram da
bellidir. İkisi arasında (halâl mı, haram mı belli olmayan bir takım) şübheli
şeyler vardır ki, çok kimseler bunları bilmezler. Her kim şübheli şeylerden
sakınırsa, ırzını da, dînini de tertemiz tutmuş olur. Her kim şübheli şeylere
dalarsa, (içine girmek yasak olan) koruluk etrafında davarlarını otlatan bir
çoban gibi, çok sürmez içeriye dalabilir. Haberiniz olsun, her devlet
başkanının kendine mahsûs bir koruluğu olur. Gözünüzü açın; Allah'ın yeryüzündeki
koruluğu da haram ettiği şeylerdir. Haberiniz olsun ki, bedenin içinde bir
lokmacık et parçası vardır ki iyi olursa bütün beden iyi olur; bozuk olursa
bütün beden bozulur. İşte o(et parçası)kalbdir"[77].
46-
Bize Aliyyu'bnu'1-Ca'd (230) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Şu'be, Ebû Cemre
ed-Dab'î(128)'den haber verdi. Ebû Cemre şöyle dedi: Ben İbn Abbâs'ın
maiyyetinde oturuyordum; İbn Abbâs beni kendi seririnin üzerine oturtur idi.
Bana: Benim yanımda ikaamet et, sana kendi malımdan bir hisse ayırayım, dedi.
Bunun üzerine ben onun maiyyetinde iki ay ikaamet ettim. Sonra İbn Abbâs şöyle
dedi: Abdu'l-Kays hey'eti[79]
(Bahreyn taraflarından) Peygamber'in yanına geldikleri zaman, Peygamber (S):
- Sizler kimlerdensiniz, yâhud: Nerenin hey'etisiniz? diye sordu. Onlar:
- Biz Rabîa kabîlesindeniz, dediler.
- Hoşgeldiniz, Allah sizleri utandırmasın, pişman
etmesin, buyurdu.
Bunun üzerine:
- Yâ
Rasûlallah, biz sana yalnız haram ayda gelebiliriz. Seninle aramızda kâfir
olan Mudar kabilelerinden şu topluluk vardır. O hâlde bize kestirme bir şey
emret de geride kalanlarımıza haber verelim; o sebeble de cennete girelim,
dediler. Peygamber'e içkileri de sordular.
Peygamber onlara dört şey emretti, dört şeyden de nehy
etti. Onlara yalnız Allah'a îmân ile emrettikten sonra:
- Yalnız Allah'a îmân etmek ne demektir, bilir
misiniz? diye sordu.
Onlar:
- Allah ve Rasûl'ü en iyi bilendir, dediler.
Peygamber:
- Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in
Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı eda etmek,
ramazân orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini vermenizdir, buyurdu.
Keza onları dört şeyden, yâni hantem, dubbâ', nakîr,
müzeffet (denilen kaplara hurma yâhud üzüm şırası koymak)ten nehyetti. İbn
Abbâs'ın müzeffet yerine mukayyar dediği de rivayet edilmiştir [80].
Bunun ardından Rasûlullah o hey'et ferdlerine:
- Bu emrettiklerimi iyice belleyiniz ve bunları
arkanızda bıraktığınız kimselere haber veriniz, buyurdu [81].
Binâenaleyh îmân, abdest, namaz, zekât, hacc, oruç ve
bütün beşerî muameleler bu kelâma girmiştir. Çünkü Allah da: "De ki:
Herkes kendi şâkilesine göre amel eder... " (el-İsrâ: 17/84) buyurdu.
"Şâkilesine göre" demek "niyetine göre" demektir. "Kişinin,
sevabını yalnız Allah'tan umarak kendi ailesine yaptığı harcaması da kendisi
lehine bir sadakadır" ve keza Peygamber (S): "(Fetihten sonra
hicret yoktur) Lâkin cihâd ve niyet vardır" buyurdu [82].
47-.......Bize
Mâlik, Yahya ibn Saîd'den; o da Muhammed ibn İbrahim'den, o da Alkame ibn
Vakkaas'tan;o da Umer(R)'den haber verdi ki, Umer şöyle demiştir: Rasûlullah
(S) şöyle buyurdu:
"Ameller niyete göredir. Her bir kimse için ancak
niyet ettiği şey vardır. Binâenaleyh her kimin hicreti Allah'a ve Rasûl'üne
yönelmişse, onun hicreti Allah'a ve Rasûl'ünedir. Artık nail olacağı bir dünyâ
veya evleneceği bir kadından dolayı hicret etmiş kimse varsa, onun hicreti,
hicretine sebeb olan şeyedir"
48-...,...
Bana Adiyyibn Sabit (l 66) haber verip şöyle dedi: Ben Abdullah ibn Yezîd'den
işittim, o da Ebû Mes'ûd(31)'dan; Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Bir kimse ecrini yalnız Allah'tan umarak
ailesine infâk ettiği zaman, onun bu nafakası kendisi lehine bir sadaka
olur".
49-.......Sa'd
ibn Ebî Vakkas (R) oğluna şöyle haber vermiştir:
Rasûlullah (S) bana hitaben şöyle buyurdu: "Şübhesiz
sen, Allah rızâsını arayarak yapacağın her bir harcamadan dolayı muhakkak ecre
nail olacaksın, hattâ eşinin ağzına verdiğin lokmaya kadar" [83]
50-.......Bana
Kays ibn Ebî Hâzım'dan.o da Cerîr ibn Abdillah(74-8)'dan tahdîs etti; o şöyle
demiştir: Ben Rasûlullah(S)'a namazı ikaame etmek, zekât vermek, her müslümâna
nasihat edip hayırhah olmak üzere bey'at ettim.
51-.......Bize
Ebû Avâne, Ziyâd ibn Ilâka(125)'dan tahdîs etti. Şöyle demiştir: Ben Cerîr ibn
Abdillah(R)'dan şöyle derken işittim: Basra vâlîsi Mugîre ibn Şu'be'nin vefat
ettiği gün (50) ayağa kalktı da, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra: Başınıza
bir emîr gelinceye kadar tek ve ortaksız olan Allah'a ittikaa, vakaar ve
sekinet üzere bulunmanızı tavsiye ediyorum. Zîrâ emîriniz şimdi buraya geliyor,
diye nasihat etti. Müteakiben: (Vefat eden) Emîriniz için Allah'tan afv
dileyiniz, çünkü o afvı severdi, dedikten sonra amma ba'du: Ben Peygamber(S)'e
gelip:
- Müslüman olmak üzere sana bey'at edeceğim, dedim.
Şart ettiği şeyler arasında her müslümâna hayırhah
olmayı da şart etti. Ben de bu şart üzerine bey'at ettim. Şu mescidin Rabb’ına
yemîn ederim ki, ben sizin nasihat ediciniz, yânî hayırhâhınızım, dedi.
Cerîr ibn Abdillah bu
hutbeden sonra istiğfar ederek (minberden) indi[85]
[1] Rasûlullah'a vahyin nasıl başladığı bâbı, el-Câmi'u's-Sahîh'in evvelinde kitaba
bir mukaddime gibi olduğu için, onu "kitâb" sözüyle değil de
"bâb" sözüyle zikretti. Bundan sonra da fıkıh bâbları yolu üzere
diğer "kitâb"lan zikretmeye başladı, îmân Kitâbı'nı diğerlerinden öne
geçirdi. Çünki o, hepsinin temeli ve dayanağıdır. Zîrâ geri kalanlar onun
üzerine kurulmuş ve onunla şartlandırılmışlardır; iki darda kurtuluş ancak
onunladır. Bundan sonra "İlim Kitâbı"nı getirdi. Çünkü ondan sonra
gelecek olan kitâbların hepsinin medarı, dönüp dolaşacağı yer, ilimdir; hepsi
onunla bilinecek, onunla ayrılıp tafsîl edilecektir. İlim Kitâbı'nı îmân'dan
sonra getirmesi, îmânın mükellef üzerine ilk vâcib olan şey olmasından yâhud
mutlak olarak işlerin en faziletlisi, en üstünü, en şereflisi olmasındandır.
Nasıl olmasın ki, îmân, ilim ve amelce her hayrın başlangıcı, incelik ve
büyüklükçe her kemâlin çıkış yeridir... (Umdetu'l-Kaarî,
s.119)
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/160.
[2] Buhârî, burada îmânın artması husûsuna delîl olmak üzere
sekiz âyet zikretti; artmayı kabûl
Eski hadîscilerin
îmân mes'elesindeki maksadlarını beyânda şârihlerin sözleri muztarib oldu.
Şöyle ki, onlar kalbiyle tasdik, diliyle ikrar edip de amel etmeyene o
mü'mindir dediler. Ve ameller îmândandır diye de hükmettiler. Cüz' olmadan
küllün mevcûd olmaması kendilerine müşkil oldu.
Bana göre bu
mes'elede hakk şudur: îmân iki türlüdür: Biri sırf inkıyâd îmânı'dır; ona dünyâ hükümleri müteferri' olur. Buhârî
buna "Bâb: İslâm hakîkat üzere olmadığı zaman" başlığında tenbîh
etmiştir. İkincisi hakîkî îmân'dır.
Bunların misâli şudur: Meselâ zaîf, nahîf bir erkeğe mecaz olmayarak "o
erkektir" deniliyor. Bunun yanında, bütün insanî kuvvetleri toplayan
kişiye de yine mecaz olmayarak "o erkektir" deniliyor. İşte bunun
gibi kendisinde yalnız tasdîk ve ikrar bulunan kimseye, mü'min deniliyor; bu
iki sıfatla beraber sâlih ameli de cami' olan kimseye de mecaz olmayarak
"o mü'mindir" deniliyor. Bu da îmânın bir yakînlik derecesinden
ibaret olmasıdır (Şah Veliyyullah, Şerhu
Terâcim...,s.7-8).
Bu konuda et-Tevbe: 9/124. âyetinin tefsir özeti:
"Bir
îmân ziyâde etmek mefhûmu, mevcûd bir îmâna daha yüksek bir kuvvet ve revnak
vererek heyecan ve kemâlini artırmak veyâhud yeni baştan bir hakîkat tasdîk
ettirmek ma'nâlarından daha umûmîdir ki, evvelki keyfiyyet, ikinci de kemmiyyet
bakımından ziyâdedir. Bir hakikate nazaran îmân işi tek olduğundan, bunda
kemmiyyet i'tibâriyle değil, ancak keyfiyyet i'tibâriyle bir ziyâde ve noksan
düşünülebilir. Bu haysiyyetle peygamberler ve sıddîklar ile diğerlerinin îmân
mertebeleri arasında farklar bulunur. Nitekim İbrahim Peygamber'in "Lâkin kalbimin yatışması için"
(el-Bakara: 2/260) demesi, bu neş'enin kemâlinin en sonunu talebdir. Yine bu
bakımdandır ki, "Haber almak, gözle görmek gibi değildir". Gayb ile
şuhûd, duygu ile görgü, bedahet ile istidlâl arasında, hattâ hafızadaki
şuhûdun hâtırasıyle hâldeki şuhûd arasında ancak zevk ile erilebilen bir kuvvet
ve vuzûh farkı vardır ki, bu vuzûh, yakînın aslına değil, kemâl ve keyfiyyet
derecesine âiddir. Lâkin îmân, müteaddid işlere ilgisi bakımından düşünüldüğü
zaman müteaddid tasdîkler arka arkaya geleceğinden, bunda îmân kemmiyet
i'tibâriyle de artar. Meselâ hem namaza, hem zekâta inanmakta, yalnız namaza
inanmaktan ziyâde bir îmân vardır. Kezâlik hem geçmiş kitâblara, hem de
Kur'ân'a îmân eden müslimde, yalnız Tevrat
ve İncil'e inananlardan
ziyâde bir îmân vardır. Bu suretle nazil olan teklîfler ve hükümlerin artması
nisbetinde, îmânın kemmiyyeti de artar. Ve bu haysiyyetle hükümlerin
tafsilâtına vâkıf olan âlimlerin îmânı, her hâlde avamdan ziyâde olur.
Keyfiyyet cihetiyle ise bil'akis olmak mümkündür. Halktan birinin icmâlî îmânında,
bir âlimin tafsîlî îmânından ziyâde bir kuvvet ve neş'e bulunabilir. Bir de
îmân vücûdî, küfr ise ademî olduğundan, îmânın kendisinde küfre nazaran bir
vücüd ziyâdesi vardır. Bir kâfir, îmâna geldiği zaman, geçmiş hâline nazaran
vücûdunda ve kalbinde bir ziyâdelik kazanmış, bir nemâ hâsıl etmiş olur. Bu
veçhile "Hanginize bu bir îmân ziyâde etti?" sözü, gerek keyfiyyet
gerek kemmiyyet i'tibâriyle îmân artmasını nefy ve inkâr ma'nâlarına şâmil
olduğu gibi, îmân aslının nefy ve inkârını da iş'âr eder..." (Hakk Dîni, III, 2649-2650).
... Sekînet bu sebeble mü'minlerin üzerine iner ve inmesiyle onları bulundukları
îmân mertebesinden muayene makaamına nakleder. Ve böyle ıyân ile îmânlarını
katlar ki, îmânları ile beraber îmân artırsınlar diye. Basît olan îmân, aslında
ziyâde ve noksan olmasa bile, te'yîd edicileri arttıkça îmânın kemâlinin de
artacağında şübhe yoktur. Bir de îmânın sebebleri ve ilgilendiği şeyler arttıkça,
tevhîdin aslı olan îmân bir ağaç gibi dallarını ve budaklarını artıra artıra
neşv-ü-nemâ bularak, nihayet istenen meyvelerini verir, îmânın aslına nazaran
ise ziyâde ve noksan, şiddet ve za'f ile tefsîr olunur. Çünkü asıl tasdîk
kemmiyyet kabîlinden değildir (el-Feth: 48/4. Âyetin tefsîrinden, Hakk Dîni, VI, 4410).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/162-163.
[3] Bu ma'nâda gelmiş müsned sahîh hadîsler vardır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/163.
[4] Bu, Buhârî'nin sıhhatine hükmettiği tarîklerdendir. Bunu
Umer ibn Abdilâziz'in: "îmânı kemâle erdirmiştir" sözü sebebiyle,
îmânın artıp eksileceği hususuna delîl olarak zikretmiştir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/163.
[5] Bu eseri, Ahmed ibn Hanbel ve Ebû Bekr ibn Ebî Şeybe, Esved
ibn Hilâl'e varan sahîh bir senedle vasl etmişlerdir. Delâlet vechi açıktır.
Muâz, mü'min bulunduğu için îmânın aslına haml edilmesi ihtimâli yoktur, ancak
Allah'ı zikr etmekle îmânın artması murâd edilmiş olmasına hamledilir.
Kaadî Ebû Bekr
ibnu'l-Arabî şöyle dedi: Bu sözde artmaya bir taalluk yoktur. Zîrâ Muâz ancak
îmân yenilemeyi kasdetmiştir. Çünkü kul faraza ilk defa mü'min olur, sonra da
her düşünüp fikr ettikçe evvelâ nefy ettiği şeyi sonradan isbât etmek
suretiyle, devamlı îmânı yenileyici olur. Çünkü îmân yenilemek îmândandır.
Bunlar Buhârî'nin
ta'lîklerindendir. Bunlar iki
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/163.
[6] Bu ta'lîk, Taberânî'nin sahîh bir senedle vasl ettiği bir
eserin bir tarafıdır; tamâmı şöyledir: = Yakîn, îmânın tamâmıdır, sabr da
îmânın yarısıdır". Bu haberi Ebû Nuaym ve Beyhakî tahrîc etmişlerdir.
Buhârî, işaretle delâlet
Ahmed ibn Hanbel,
Abdullah ibn Hakîm tarıkından İbn Mes'ûd'un: "Yâ Allah, bizim îmânımızı,
yakînımızı ve fıkhımızı artır!" der idiğini rivayet etti. Bunun isnadı
sahihtir. Fakat musannif Buhârî, zikrettiğim sebebden dolayı, bunu zikretmiyor
(Ibn Hacer).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/164.
[7] İbn Umer'in bu sözünün ma'nâsı, Müslim'in Sahîh'inde Nevvâs (R)'dan merfû'
olarak gelmiştir (el-Birr ve's-Sıla, 5. Bâb, "2553").
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/164.
[8] İbn Umer'in ta'lîkını, Abd ibn Humeyd Tefsîr'ınde vasl etmiştir. İbn Abbâs'ınkini
de Abdurrazzâk senedli olarak rivayet etmiştir. Bundan murâd, Kitâb ve sünnet
delillerinin, îmânın artıp eksilmesi hususunda birbirlerini takviye edip
durdukları şey, bütün peygamberlerin şerîatinden ibâret olduğudur. Nitekim Yüce
Allah, Kitâb'ında şöyle buyurmuştur:
"O, dîni doğru tutun, onda tefrikaya düşmeyin diye (asl-ı)
dînden hem Nuh 'a tavsiye ettiğini, hem
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/164.
[9] Bu, beş rüknü ile islâm'ın hâlini, beş direk üzerine
dikilen çadırın hâline benzetmedir. İslâm binasının rükünlerinin, etrafında
deverân etmekte olduğu mihveri "La
ilahe illellâh... " şehâdetidir. îmânın kalan şu'beleri, yan
direkleri gibidir.
Bu beş şey, bir
zümrenin yerine getirmesiyle diğerlerinden sakıt olmayan, muhakkak her şahsın
yerine getirmesi lâzım gelen aynî farzlardandır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/165.
[10] Bu bâb ve bundan sonraki bâbların hepsi, birinci bâbla
alâkalıdır ve hepsi de îmânın kavl ile amelden ibâret olup, artar eksilir
bulunduğunu beyân edicidirler (Aynî).
Bu âyet,
görüleceği gibi, bütün insanî kemâlleri sarahaten yâhud zımnen delâlet ederek
toplamaktadır. İnsanî kemâller bütün çoklukları ve şu'belenmeleriyle beraber,
üç şeye inhisar eder: İ'tikaad sahîhliği, iyi geçinme ve nefis temizliği.
Birincisine "Men
antene billahi... ve'n-Nebiyyine" kavli ile; ikincisine "Ve
âte'l-mâle... " kavli ile; üçüncüsüne de "Ve ekaame's-salâte...
" kavli ile
işaret edilmiştir. Bundan dolayı, îmân ve i'tikâadına nazaran bunları kendisinde
toplayanı, sâdıklık vasfı ile vasıfladı. Halk ile muaşereti ve Hakk ile muamelesine
i'tibâr ederek de takva ile vasıfladı. Rasûlullah da: "Kim bu âyetle amel ederse îmânını kemâle erdirmiştir" kavli
ile buna işaret buyurdu. İşte bu, müellif Buhârî'nin, bu âyetle istidlal
etmesinin vechi ve bunu bâb başına koymasının uygunluğu cihetidir. Sonra Buhârî
bu maksad için diğer bir âyetle de istidlâl etti (Kastallânî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/166.
[11] Bu âyetlerden de bilindi ki, kendisiyle felah ve necat
hâsıl olacak olan îmân, içinde bu söylenen ameller mevcûd bulunan îmândır. İbn
Battâl şöyle dedi: Tasdîk, îmân mertebelerinin birincisidir.İmânı tam ve kâmil
kılmak ise, ancak zikr olunan bu işlerle olur. Buhârî, îmânı kemâle ulaştırmayı
irâde etmiştir (Kirmânı).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/166.
[12] Hadîsteki Şu'be ile murâd haslettir; yânî îmân birçok
hasletlere sâhibdir.
Hayâ; tevbe ve
rucû' ma'nâsınadır. Hayâ ve istihyâ, utanmak ma'nâsınadır. Mütercim der ki,
Zemahşerî ve Matarzî dediler ki, haya ve istihyâ maddesi hayâttan alınmıştır...
Haya levm, ayıblama ve kötüleme olunacak vaziyetlerden sakınmak sebebiyle,
insan hayâtına
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/166-167.
[13] Buhârî burada bu iki ta'lîki getirdi. Buhârî birinci ta'lîk
ile Şa'bî'nin Abdullah ibn Amr'dan işitmesini beyân etmek istedi... İkinci ta'lîk
ile de Abdu'l-A'lâ'nın rivayetinde mübhem bırakılan Abdullah'ın, Ebû Muâviye
rivayetinde beyân edilen, Abdullah ibn Amr'dan ibaret olduğuna tenbîh etmek
istedi..
Bu, Buhârî'nin
ta'lîklerindendir. Çünkü Buhârî, Ebû Muâviye'ye ve Abdu'l-A'lâ'ya kavuşamadı.
Bunlardan kendisine birer vâsıta ile ulaşıp aslı i'tibâriyle müsned ve muttasıl
olan bu iki isnadı ta'lîkan zikretti; bunların muallaklığını göstermek için de
"Haddesenâ" yâhud "Ahbaranâ"yı kullanmayıp, yine cezm ve
kat'iyyet ifâde
Hadîsin başlığa
uygunluğu açıktır. Çünkü geçen bâbda îmânın birçok şu'beleri olduğu
zikredilmişti; bu bâbda da bu şu'belerden ikisi zikredilmektedir ki, onlar da
müslümânların müslümânın dilinden ve elinden selâmeti, muhacir de nehy
edilenlerden ayrılandır. Bunda müslümânları, eza verecek her şeyi terke teşvîk
vardır. Bundaki sırr da bütün insanlarla iyi huylu olmaktır. Nitekim Hasan
Basrî ebrârın tefsîrinde: Onlar zerreye(yanî küçük karıncalara bile) eziyyet
vermeyenler ve şerre râzî olmayanlardır, demiştir...(Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/167-168.
[14] Her iki bâb arasındaki münâsebet açıktır. Çünkü ikisi de
müslümâna hass olan vasıflardan bir vasfın beyânı hakkındadır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/168.
[15] İnsanlara yiyecek yedirmek İslâm'ın yâhud îmânın
şu'belerindendir. Bu, cömerdlik ve iyi ahlâkın emâresindendir. Bunda muhtaçlar
için menfaat, Peygamber'in meded ve yardım istediği açlığın kapatılması ve
giderilmesi vardır. Herkese selâm vermek ise müslümânlara kanat açmaya ve
tevâzu'ya delâlet eder. Bunda da kalblerin yaklaşmasına, kelimelerin
toplanmasına ve birbirlerine meveddet ve muhabbete teşvîk vardır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/169.
[16] el-Hubb, "hâ"nın dammı ve "bâ"nın teşdîdiyle
dostluk ve sevgi ma'nâsına isimdir. Müellif Basâir'de bu resme tahkîk eylemiştir ki, ma'lûm ola ki işbu hubb
maddesi lûgatta beş ma'nâ üzere devr edicidir: a. Safâ ve beyaz
ma'nâsına... b. Uluvv ve zuhûr ma'nâsına... c. Lüzûm ve sübût
ma'nâsınadır; deve çöktüğü ve kalkmadığı zaman habbe'l-baîru derler, d.
Hulûs ve lubâb ma'nâsınadır: Kalbin özü ve dâhili demek olan habbetu'l-kalb
sözü bundandır. Hubûbât'ın tekili olan habbe de bundandır, çünkü bir şeyin aslı
ve kıvâmının maddesidir, e. Hıfz ve imsak ma'nâsınadır. İçinde suyu
muhâfaza edip tutmakta olan kaba habbu'lmâ' denmesi de bundandır. Bunda aynı
zamânda sübût ma'nâsı da vardır. Hâsılı zâhir bir iştir ki, işbu beş ma'nâ
mahabbet ve vedâdın lâzımelerindendir. Zîrâ kalbin safâsı, irâdesi ve derûnun
taalluku mahbûb tarafına kemâl üzere uluvv ve zuhûru ve sübûtunun luzûmu ve
muhibbin kalbinin özü mahbûba ihale olunması ve derûnda alâkasının mahfuz
olması ve mahabbet bâ'bında derkârdır. Bu vechile mahabbet husûsunda anılan
beş ma'nâ topluca gerçekleşmiştir. Hulâsa bu ma'nâları câmi olan mefhûma
delâlet edici olmak için hubb maddesini koydular ki, boğazın en ötesinden olan
hâ harfiyle dudak harfi olan bâ'dan mürekkeb olduğu için, gûyâ ki muhibbin
ibtidâ ve intihâ hâl ve sânı baştanbaşa mahbûbuna münhasır olup, araya şâir
eşyânın girmesi olmadığını telmîh ve iş'âra mebnîdir. Asıl mahabbetin dahî
şânı böylece olmak lâzımdır. Bundan noksan olursa, ona mahabbet denmesi sahih
ve revâ değildir (Kaamûs Ter.).
Peygamber bu
hadîsinde ahlâkın en büyük asıllarından birini bu kadar câmialı ve vecîz
ifadesiyle kaanûnlaştırmıştır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/169-170.
[17] Peygamber
sevgisini cibillî mertebesine çıkaramayan mü'min, hiç değilse Rasûlullâh'ın
rızâsını diğer mahlûkların rızâsına ve kendi hevasına tercih ve takdîm ederek
cibillî ve fıtrî derecesine yaklaştırmağa çalışmalıdır.
Şarih Aynî, Rasûlullah
mahabbetinin ta'zîm ve iclâlden ibaret kalması kâfi olmayıp, bütün ma'nâsınca
kalbin meyli ma'nâsına mahabbet olması lâzım geleceğini isbât ettikten sonra,
şu iki rivayeti de naklediyor:
Amr ibnu'1-Âs (R): Hiç kimse
bana Rasûlullah'tan daha sevgili olmadığı gibi, hiç kimse de benim nazarımda
O'ndan daha celâletli değildi. O'na karşı olan ta'zîm ve iclâlimin kemâlinden
dolayı gözlerimi doyura doyura yüzüne bakamadım, demiştir.
Umer ibnu'l-Hattâb da, bu
metindeki hadîsi işittikten sonra: Yâ Rasûlallah, sen bana nefsimden başka her
şeyden daha sevgilisin, demiş. Buna karşı Rasûlullah: "Yâ Umer,
nefsinden de sevgili olmalıyım" buyurmuş. Bunun üzerine Umer
"Nefsimden de" deyince, "Yâ Umer, işte şimdi oldu"
buyurmuş (Tecrîd Ter., I, 26-27).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/170.
[18] Bu büyük bir
hadîs ve İslâm'ın asıllarından bir asıldır, îmânın tatlılığı tâatlerden lezzet
almak, Allah ve Rasûl'ünün rızâsı uğrunda meşakkatlere tahammül etmek ve bunu
dünyâ metâına üstün tutmak demektir.
Îmân tatlılığının bu üç şeyde
olmasının hikmeti nedir, denilirse; buna şöyle cevâb verilir: Bu üç şey bu
lezzeti meydana getirici olan kâmil îmânın unvanıdır (yânî sernâmesi ve
önsözüdür). Çünkü nefsinde ni'met verenin ancak Yüce Allah olduğu, O'ndan
başka ne verici, ne de mâni' olucu bulunmadığı, başkalarının sâdece arada
vâsıtalardan ibaret olduğu inancı yerleşip kuvvetlenmedikçe, bir kimsenin îmânı
tamamlanıp kemâle eremez...(Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/171.
[19] Münafık zahiren
mü'min, bâtınen kâfir demek olunca Peygamberimizle muhacirleri evlerini ve
gönüllerini açıp konuk etmek, onlara çocukları ve ıyâllerden daha ileri muamele
etmek ve uğurlarında mallarını ve canlarını onlara tahsîs edip vermek,
dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmak suretiyle barındırmak, yardım etmek
ve İslâm Dîni'ni azîz kılıp yükseltmek gibi bahâ biçilmez ulu menkabelerle
sıfatlanmış olan Ensâr'a, bu sıfatlarından dolayı buğz edenler -mü'min
görünseler de- kalben kâfir olduklarında şübhe yoktur. Bununla beraber bu
ma'nâca sakındırma, yalnız Ensâr'ın değil bütün sahâbîlerin şânında da
gelmiştir. Nitekim Alî ibn Ebî Tâlib'e Müslim'deki rivayette: "Yâ Alî,
Bu hadîste bahse konu olan
mahabbet ve buğz, işte bu cihetten olanıdır. Yoksa bir kimsede bu cihetten
olmaksızın muhalefeti çekici ârizî bir işten dolayı bir sahâbî hakkında -Allah
korusun- muvakkat mahabbetsizlik eseri görülse, bununla ne münafık, ne kâfir
olur. Nitekim sahâbîler arasında muharebeler olmuşken, hiçbiri diğerine nifak
isnâd etmiş değildir. Bunların çekişmeleri ictihâdî idi. İctihâdda ise
hasımların kimi isabet edici, kimi hatâ edicidir. Bununla beraber sahabe devri
geçtikten sonra kendilerine rızâ ve mahabbetsizliğe götürecek geçici dünyevî
sebebler defteri kapanmış ve medihlerine dâir Kur'ân nassları bunları bürüyecek
ve "Allah onlardan râzî olmuştur, onlar da Allah'tan râzî
olmuşlardır." (el-Mâide: 5/119; Tevbe: 9/101; Mucâdile: 58/22;
Teğâbun: 64/8) ilâhî berâetini muvakkaten olsun dürecek hiçbir vesile kalmamış
olduğundan sahâbîlere buğz etmeyi mezheb edinen fırkaların sapıklık olduğunda
şübhe kalmaz (Tecrîd Ter., I, 28-29).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/172.
[20] Bunda,
kendisinden öncekiyle bir ilgi vardır. "Bâb" kavliyle ikisi arasını
ayırmıştır. Nitekim musannıfların tasniflerinde, unvandan soyulmuş olarak
"şu fasl" kavilleriyle bunun benzeri yapılagelmektedir... (Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/172.
[21] Bu, ilk Akabe
gecesinde olan bey'attır. el-Mümtehine Sûresi'nin on ikinci âyetinde emredilen
şartlar o bey'atta aynen vâki' olduğundan, bu bey'ata bey'atu'n-Nisâ'
denilmiştir. Bu şartlarla mükellef olmakta erkek ve kadın müsâvîdir. İkinci
Akabe'de ise Ensâr, evlâd ve ıyâllerini nasıl müdâfaa ve himaye ederlerse
Rasûlullah'ı da öylece müdâfaa ve himaye eylemek üzere bey'at etmişler, ve
ahdlerini hakkıyle îfâ ederek, kendilerinden sonra tâ kıyamete kadar İslâm'a
girmiş ve girecek olanlara velî-i ni'met olmuşlardır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/173.
[22] Bu hadîste fitne
günlerinde uzlete çekilmenin faziletli olduğu hükmü vardır. Ancak insan
fitneyi izâle etmeğe kudreti bulunan kimselerden ise, fitneyi izâle etmek
yolunda çalışması da ona vâcib olur. Bu vücûb da, hâl ve imkâna göre, ya farz-ı
ayn yâhud farz-ı kifâye derecesinde olur...
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/174.
[23] Bu âyetteki
hüküm, el-Mâide: 5/89. âyette de tekrar edilmiştir. Bu âyetlerdeki
"lağv" kelimesi muhtelif suretlerde tefsir edilmiştir, İmâm A'zâm'a
göre: Bir kişinin bir şeyi doğru zannıyle yemîn ettikten sonra, onun hilafı
zahir olmasıdır, İmâm Şafiî'ye göre: Yemîn kasdetmeksizin bu sözü te'kîd için
"La vallahi, belâ vallahi" demesidir. Kaadî Beydâvî'ye göre ise:
Dilin sürçmesiyle sehven edilen yemindir. Âyet bu ma'nâların hepsini şâmildir.
Buhârî'nin maksadı, sâdece
kavi ile îmânın tam olmayacağı, muhakkak ona i'tikaadın eklenmesiyle
tamamlanacağı; i'tikaad ise kalbin fiili olduğu hususuna, bu âyetle delîl
getirmektir. Âyet her ne kadar yeminler hakkında gelmiş ise de, ma'nâda
müşterek olmak dolayısıyla îmân hakkında da istidlal açıktır. Çünkü yeminde ve
îmânda hakikatin dönüp durduğu yer, kalbin fiilidir. Böylece âyet, îmânın artıp
eksileceğine de bir delildir. Çünkü Peygamber'in "Ben sizin Allah'ı en
bileninizim" sözü de, zahiren insanların Allah'ı tanımakta birbirlerinden
farklı derecelerde olduklarına ve Peygamber'in Allah'ı en iyi bilen insan
olduğuna delâlet eder. Böyle olunca da îmân, ziyâde ve noksanı
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/174.
[24] Hadîsin başlığa
uygunluğu açıktır. Çünkü başlık hadîsten bir parçayı ihtiva etmektedir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/174.
[25] Bu bâb da Allah'ı
ve Rasûl'ünü başkalarından çok seven kişinin îmânın tatlılığına zafer bulacağı
ma'nâsını içine alır.
Hadîsin başlığa uygunluğu
meydandadır. Çünkü hadîsin şâmil olduğu üç şeyden biri, başlığın kendisidir
(Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/175.
[26] Hadîsin başlığa
uygunluğu açık olup şöyledir: Bunda îmândan çok az bir şeyin sahibini ateşten
çıkaracağı zikr edilmiştir. Kendisinde azlık ve çokluk bulunan bir şeyde
farklılaşma ise açıktır. O da îmânda ve amellerinde insanların birbirlerinden
fazlalıklı ve meziyyetli olmalarıdır (Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/176.
[27] Buhârî bunu
burada ta'lîk yoluyla zikretti. Çünkü kendisi Vuheyb'e erişemedi.
Kitâbu'r-Rikaak'da ise "Musa ibn İsmail'den o da Vuheyb'den..."
isnâdıyle müsned olarak rivayet etmiştir.
Buhârî'nin Vuheyb hadîsinden
bu ziyâdeyi getirmesinde birkaç fâide vardır:
a. Buhârî'nin
maksadı bu hadîsi Amr'dan rivayet etmekte Mâlik'e muvafakat ettiğini
göstermektedir.
b. Vuheyb'in,
Mâlik'in hilâfına olarak tahdîs lâfzıyle getirerek: "Haddesenâ Amr"
sözü. Çünkü Mâlik "an" lâfzıyle getirmişti. "An"da ise
ittisal ve semâ'a delâlet eder mi, yoksa etmez mi tarzında meşhur bir ihtilâf
vardır. İşte Buhârî bu ziyâde ile ihtilâf tevehhümünü izâle etti. Maamâfîh
Mâlik müdellis değildir. Bu fennin âlimleri indinde meşhur olan "an"
lâfzı, muan'ının müdellis olmadığı zaman ittisale hamledilmiştir.
c. Mâlik'in Amr'dan
rivayet ettiği hadîsinde "Haya yâhud hayât" lâfzı hakkında gelen
şübhenin izâlesi: Vuheyb, o lâfız şübhesiz olarak "Hayât Nehri"
demiştir... (Kirmânî, İbn Hacer ve Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/176.
[28] Hadîsin başlığa
uygunluğu, gömleğin dîn ile te'vîli yönündendir. Hadîste insanların çeşitli
uzunlukta gömlek giymekte birbirlerinden farklı oldukları zikr edilmiştir. Bu
da insanların îmânda birbirlerinden farklı derecelerde bulunduklarına delâlet
etmiştir (Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/177.
[29] îmân, Allah'a
karşı ma'siyet işlemeğe mâni" olduğu gibi, haya da Allah'a ve insanlara
karşı ma'siyet işlemeğe mâni'dir. Bu sebeble haya îmândan bir şu'be sayılmıştır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/177.
[30] Bu hususta gelmiş
olan "Allah'tan başka hakk ilâh olmadığına şehâdet etmelerine kadar"
hadîsinin muvafık olması için "Müşriklikten tevbe ederlerse" şeklinde
anlaşılmak gerekir. Âyetin baş tarafı şöyledir: "Haram olan o aylar
çıktığı zaman artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları (esîr
olarak) yakalayın, onları
hapsedin, onların bütün geçit yerlerini
tutun.
Bu âyete "Âyetu Seyf =
Kılıç Âyeti" derler. Bu hüküm, yalnız müşriklere âiddir. Nitekim bundan
sonraki âyetler de bunu göstermektedir. Kitâb ehli olanlarla, yalnız İslâm
Devleti'nin tebaiyyetini
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/178.
[31] Hadîsin ma'nâsı,
âyetin ma'nâsına mutabıktır; bundan dolayı aralarını bir yere getirdi.
Kitâbu'1-îmân ile alâkalarına ve bunun bâblarından bir bâb yapılmalarına
gelince, bundan, îmân edenin ma'sûm olduğunun bilinmesi, namazı kılmanın,
zekâtı vermenin de, Buhârî'nin görüşüne göre, îmân cümlesinden olduğunun
bilinmesidir.
Taberânî'nin
el-Mu'cemu'l-Evsât'la Enes'den rivayet ettiğine göre, müstesna olan islâm
hakkının ne olduğu Peygamber'den sorulmuş, ve: "Evlilikten sonra zina,
islâm'a girdikten sonra dînden dönmek, bir de nefis katletmek. İşte bunlara
mukaabil öldürülebilirler" diye cevâb verilmiştir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/178-179.
[32] Burada amel ile
murâd; dilin, kalbin ve diğer organların amellerinin toplamıdır. Buna
istidlal, âyetlerin ve hadîslerin hepsiyledir; yahûd hepsi delâlet eder olduğu
için Kur'ân ve sünnetten her biri bu da'vânın bir kısmına delâlet eder.
Hadîs'in bâb başlığına uygunluğu açıktır, o da amelin îmâna ıtlak edilmesidir,
ibn Battal şöyle dedi: Âyet, âhıret derecelerine ancak amel ile nail
olunacağına ve îmânın söz ve amel olduğuna hüccettir. Buna zikredilen hadîs de
şehâdet eder. Bu, ehli sünnetten bir cemâatin mezhebidir. Buhârî'nin de bunu
bâb yapmaktan muradı budur. Peygamber bu hadîste îmânı amelden kılmıştır. Diğer
hadîslerde de îmân ile amel arasını ayırmıştır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/179.
[33] Bu, kâfirler îmân
etsin demektir. Binâenaleyh amel söylenip, îmân murâd edilmiştir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari
ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/179.
[34] Başlığa uygunluğu
açıktır; o da amelin îmân ma'nâsında kullanılmasıdır, ibn Battal: Âyet, âhıret
derecelerinin amelle elde edilir olduğu ve îmânın kavi ve amelden ibaret olduğu
hususlarında hüccettir. Zikredilen bu hadîs de buna şehâdet etmektedir,
demiştir (Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/180.
[35] Âyetlerin bâb
başlığına uygunluğu açıktır. Çünkü bâb başlığı, "İslâm hakîkati üzere
olmazsa fayda vermez" hükmüdür. Âyetler de bu hükme delâlet etmektedir.
Râgıb el-Isfahânî
el-Mufredât'ında şöyle der: İslâm, şeri'de iki kısımdır: Birisi îmânın
dûnundadır ki, bu lisân ile i'tirâftır. Bununla
İmâm A'zam'a mensûb
el-Fıkhu'l-Ekber'de de şöyle zikredilmiştir: îmân, ikrar ve tasdiktir; islâm
Allah Taâlâ'nın emirlerine teslîm ve inkıyâddır. Binâenaleyh îmân ile İslâm
arasında lügat tarikından fark vardır. Velâkin şeriat hükmünde islâm 'sız
îmân, îmânsız islâm olmaz. Bu ikisi zahir ile bâtın, yüz ile astar gibidir. Dîn
ile îmân, islâm ve şerîatin hepsine birden vâki' olan isimdir (Hakk Dîni, VI,
4482).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/180-181.
[36] Sa'd'ın
"mü'minen" sözünü, Peygamber'in mükerreren "ev müslimen"
suretinde tashîh etmesi, îmânın bâtınî işlerden ve yalnız Allah'ın bildiği
gayb hâllerinden olması dolayısıyle zahirî itaate ve teslimiyete bakarak
"müslimen" demenin evlâ olduğunu öğretmek içindir.
Vâkıdî'nin Megâzi’de tasrîh
ettiğine göre, bu mahrum edilen zât, muhacirlerden Cuayl ibn Surâka ed-Damrî
(R)'dir. Sa'd'ın hüsnü şehâdette bu kadar ısrar etmesi de bundan ileri geliyor.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/181.
[37] Başlığa uygunluğu
açıktır; o da islâm hakîkat üzere olmazsa
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/182.
[38] Yânî bu hadîsi
Zuhrî'den şu dört zât da rivayet ettiler ve bunlar, Zuhrî'den olan rivayetinde
Şuayb'a mutâbaat eylediler. Böylece hadîsin rivayet tarîklerinin çokluğu ile
kuvveti artıyor. Bu ifâdede ve Tirmizî'nin "Bu bâbda fulândan ve
fulândan..." gibi sözlerinde birçok fâideler vardır. Birisi bu
söylediğimizdir. İkincisi, mutâbaat yâhud istişhâdı tanımak için tarîkleri
toplamağa rağbet
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/182.
[39] Ammâr ibn Yasîr
(37)'den gelen bu eserin "selâm vermendir" fıkrası, muteâkıb muttasıl
hadîsin aynı fıkrasıyle uyuşuyor. Böylece ta'lîkın muttasıl bir aslı mevcûd
olmuş oluyor. Buhârî bu ta'lîk ile selâm vermenin, İslâm'ın yânî îmânın
şu'belerinden bir şu'be olduğunu ifâde ettiği gibi, ta'lîkdaki diğer hasletlerin
dahî îmânın şu'belerinden olduğunu ifâde etmiştir. Bu ta'lîk bâzı lâfız
farklarıyle Ahmed, Bezzâr, Abdurrazzâk ve Taberânî tarafından mevsûlen rivayet
edilmiştir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/182-183.
[40] Hadîs, başlığın
iki fıkrasından birini içine almakta olduğundan aralarında uygunluk tamamdır.
Hadîsle ilgili diğer açıklamaları, daha önce geçtiği yerde tam olarak
zikretmiştik... (Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/-183.
[41] Bu bâb ile bundan
evvel geçen bâblar arasındaki münâsebet şudur: Geçen bâblarda zikredilen, îmân
işleridir. Küfür ise, onun zıddıdır. îmânla küfür arasındaki münâsebet ise
bunların birbirlerine zıd olmaları cihetidir. Çünkü iki şey arasını cem'
Musannif Buhârî'nin maksadı,
tâatlere îmân ismi verildiği gibi, ma'siyetlere de küfür isminin verildiğini,
ancak ma'siyetlere dînden çıkarıcı olan küfür ma'nâsı kasdedilmeyerek küfür
ismi verileceğini beyân etmektir (Ebû Bekr ibnu'l-Arabî).
Küfür, îmânın zıddıdır; küfür
aynı zamanda ni'meti inkârdır, bu sonuncu ise şükrün zıddıdır. Küfrân da
yukarıdaki şekildedir. Lâkin küfür dînde, küfrân ni'mette çok kullanılır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/183.
[42] Aşîr, muâşir yâni
yoldaş demektir. Şu âyette geçer: "O zararı fâidesinden daha yakın
olana tapar, (taptığı nesne) ne kötü yardımcı ve ne fena yoldaştır"
(el-Hacc:22/13).
Buhârî, bununla, bu bâbda
zikrettiği hadîsin burada sevk eylediği tarîkden başka bir tarîki daha olduğunu
işaret etmiştir. İşaret ettiği o tarîki Kitâbu'l-Hayz'da tahrîc etti.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/183.
[43] Başlığa uygunluğu
açıktır. Başlık hayât arkadaşına nankörlük etmek ve küfür kelimesinin Allah'ı
inkârın dışında kullanılmasıdır. Hadîsteki küfür de nankörlük ma'nâsına
kullanılmıştır.
Bundan haklara ve ni'mete
nankörlük etmenin haram kılınması hükmü alınmıştır. Çünkü ateşe ancak haramı
işleyen girer. Nevevî, hayât yoldaşına karşı ve ihsana karşı nankörlüğü ateşle
tehdîd etmesi, bunların büyük günâhlardan olduğuna delâlet eder,
demiştir...(Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari
ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/184.
[44] Bâb başlığı
ma'siyetlere, Allah'ı inkâr ma'nâsına değil, sâdece ni'meti inkâr ma'nâsına
olarak mecazen küfür adı verileceğini ifâde ediyor.
Buharı, ma'siyet işlemenin,
-günâhları sebebiyle insanları küfre nisbet
Ebû Zerr kıssasına gelince, o
da, kendisinde Allah'a şirk koşma dışında ister büyük, ister küçük günâh olsun,
Câhiliyyet huylarından bir huy bakî kalan kimsenin, bu huy sebebiyle îmândan
çıkmayacağı hususuna delîl getirilmek için zikredilmiştir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/185.
[45] Velîd ibn Müslim'in
munkatı' olarak rivayetine göre, söğülen zât Bilâl Habeşî (R) imiş. Ve Ona:
"Yâ'bne's-sevdâ= Ey kara kadının oğlu!" diye söğmüş. Bilâl'in
şikâyeti üzerine Peygamber'in tevbîhi vâki' olunca, Ebû Zerr yanağını yere
koyup: "Bilâl ayağı ile .basmadıkça yanağımı yerden kaldırmayacağım"
diyerek, kusurunun afvını istemiştir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/185.
[46] İki bâb
arasındaki münâsebet şudur: Bundan evvelki bâbda ma'siyet işleyen kimsenin, bu
ma'siyet sebebiyle küfre nisbet edilmeyeceği zikredilmiş ve îmân sıfatı ondan
selb olunmamıştı, işte keza bu bâbda da bunun benzeri beyân olunuyor. Çünkü
burada zikredilen âyet, bâğîler hakkındadır ve Allah onları mü'minler diye
isimlendirmiş ve kendilerinden îmân sıfatı selb olunmamıştır. Bundan da büyük
günâh sahibinin îmândan çıkmayacağı bilindi. Bununla Haricîler ve Mu'tezile
görüşü reddolunuyor...
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/186.
[47] "Bu cezaya
hak kazanır" demektir. Yoksa ilâhî afv yetişip kurtulmak da vardır. Ebedî
cehennemlik ma'nâsı ise hiç anlaşılmamalıdır. Hadîste her iki tarafa da müslim
nâmı verilmesinde de buna işaret vardır. Söz kıtali şer'an caiz kılacak bir
te'vîl olmaksızın vâki' olan mukaatelededir. Kıtale karışan sahâbîlerin her iki
tarafta olanlarının cennet ehli olması da buna delildir. Çünkü onlar ictihâddan
ve kıtalde dînin ıslâhı var diye çarpışmışlardı. Başlıktaki el-Hucurât: 49/9
âyetinde de bâğî ehli olanlara -hakk üzere olan hasımları gibi- mü'min
denilmiştir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/186-187.
[48] "Düne"
lâfzı, ya gayr yâhud da ednâ ma'nâsınadır. Gayr ma'nâsına alınırsa, zulmün
nevi'leri muhtelif ve başka başkadır demek olur; ednâ ma'nâsına alınırsa,
zulmün bâzısı zulümlükte ve akıbetinin kötülüğünde daha şiddetlidir demek
olur.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/187.
[49] Hadîsin bâb
başlığına mutabakatı şu cihettendir: Zulmün birçok nevi'leri olduğu ve bâzı
zulüm nevi'lerinin küfür, bâzısının da küfür olmadığı bilinince, bundan zarurî
olarak, zulmün bâzısının daha hafif olduğu bilinmiş oluyor.
Buhârî bu hadîsi iki tarîkten
tahrîc etti. Biri: Ebu'l-Velîd'den, o da Şu'be'den, o da Süleyman'dan...
Diğeri de Bişr ibn Hâlid'den, o da Muhammed ibn Ca'fer'den, o da Şu'be'den, o
da Süleyman'dan...
İmâna şirk karıştırmak, ya
nifak ya irtidâd sûretleriyle olur. Müşrik ve münafık olmayanların mazhar
oldukları emîn ve emân, cehennemde devamlı kalmaktan emîn ve emândır. Yoksa
âsîye azab olacağı birçok nasslarla sabittir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/186-187.
[50] Buhârî bu
mutâbaatı Kitâbu'l-Mezâlim'de vasletti. Burada bu mutâbaattan maksadı, bu
hadîsin A'meş'ten; diğer bir tarîkten de rivayet edilmiş olmasıdır. Bu mutâbaatın
fâidesi de, takviyedir.
"Bu iki hadîste
bahsedilen hasletler bazen müslümânda bulunuyor dersen, murâd amel nifakıdır;
kâfirlik nifakı değildir; nitekim, îmân ta'bîri de amele ıtlak ediliyor, diye
cevâb veririm" (Şah Veliyyullah).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/188.
[51] Bu ve bunu tâkîb
Müellif Buhârî "Selâm
vermek îmândandır" babının beyânını cami' olan îmân Kitâbını zikr edip de,
içlerinde îmânla münâsebet bulunduğu için araya istitrâden beş bâb daha
soktuktan sonra -ki bunlar "Yoldaşa küfrân.." babından,
"Münâfıkın alâmeti" babına kadardır- burada tekrar îmânın
alâmetlerini zikre döndü (Kastallânî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/189.
[52] Bu hadîsten Allah
yolunda cihâdı, ve şehîdliğin fazileti, şahadet temennîsinin cevazı, şehîdlik
ecrinin büyüklüğü, insanın takat getireceği şeylerin üstünde ve gücü yetse bile
kendisine mümkin olmayacak hayırları temennî ve niyet etmesinin cevazı,
cihâdın kifâye farzı olup, ayn farzı olmadığı; hadîsin zahiri kâfirlerle kıtal
hakkında ise de, mekruh işleri ve müslümânlardan meşakkatleri gidermek uğrunda
çalışmanın, bâğîlerle kıtale gitmenin, ma'rûfu emr ve münkeri nehy etmeyi
yerine getirme hususunda cihâda çıkan kimsenin de "fî sebîli'llâh = Allah
yolunda" kavline gireceği hükümleri alınmıştır...(Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/189.
[53] Başlığa
uygunluğu, içinde, geçmiş günâhların gufranı bulunan amele girişmek îmân
şu'belerinden bir şu'be olması yönündendir. Takdîr şöyledir: Ramazânda kalkıp
nafile ibâdet yapmak, îmân şu'belerinden bir şu'bedir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/190.
[54]
"Ramazân"ın lügat ma'nâsında temizlik, yanmak, keskinlik ma'nâları
bulunduğu gibi dînî i'tibârında günâhların yanması ve Allah ayı diye Allah'a
izafet ma'nâları âmil olmuştur. Bir hadîste "evveli rahmet, ortası
mağfiret, sonu ateşten azadlık" diye vasıflanan ramazân ayının en mübarek
bir gecesi, yânî Kadr gecesi, Kur'ân'ın inmesine başlangıç olmuştur
(el-Bakara: 2/185; el-Kadr: 97/l-5).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/190.
[55] Bâb başlığının
birinci cümlesi, hadîsin ilk cümlesi olduğu için, Rasûlullah'ın sözü olduğu
apaçıktır, ikinci cümlenin de Peygamber'in sözü olduğunu Buhârî haber veriyor.
Buhârî bu ikinci kısmı burada ta'lîkan verdi ve bunu, bu Sahîh'inde müsned
olarak tahrîc etmedi. Edebu'l-Müfred Kitâbı'nda ise mevsûlen tahrîc etmiştir.
Diğer muhaddisler de bu sözü mevsûlen rivayet etmişlerdir.
İslâm'ın kolaylık dîni
olduğunu nasslaştıran âyetler de vardır. Birini zikredelim: "Dîn
(işlerin)de üzerinize hiçbir güçlük de yüklemedi" (el-Hacc: 22/78).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/191.
[56] Bu hadîs, amelde
rıfka teşviki ve en iyisini yapacağım diye uğraşmaktan sakındırmayı tazammun
ediyor. Allah yolunda yalnız elimizden kolaylıkla gelen amellerle mükellef
olduğumuz gibi, birbirimize teklif edeceğimiz işlerde de takat getirilecek
mıkdâr ile iktifa edeceğiz. Peygamber'in bu tenbîhten maksadı, nafile
ibâdetleri îfâ için neşâtlı zamanları seçmenin daha faziletli olduğunu beyândır.
Arasıra teheccüd namazı kılmağa da bir işâretciği hâvidir. Allah yolunun
yolcusu olan tâat ehlinin diyar diyar seyr ü sefer edenlere benzetilmesi de çok
beliğ düşmüştür. Bilindiği üzere sıcak beldelerde gündüz yolculuğu pek rahatsız
edici, bazen de helak edici olduğu için sabahın, akşamın, gecenin serin zamanlarında
yürünmesi tavsiye edilmiştir (Tecrid Ter., I, 40-41; Çantay, Kırk Hadîsler,
II, 324'de güzel haşiyesi vardır).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/191.
[57] İbn Battal şöyle
dedi: Bu âyet Cehmiyye ve Murcie fırkaları aleyhine kat'î bir hüccettir. Çünkü
onlar, amellere ve farzlara îmân ismi verilmez demişlerdir. Bu görüşleri nassın
hilâfınadır. Çünkü Yüce Allah; sahâbîlerin Beytu'l-Makdis'e doğru kıldıkları
namazlarına îmân ismini verdi. Müfessirler arasında da bu âyetin, onların
Beytu'l-Makdis'e doğru kıldıkları namazları hakkında indiği hususunda bir
ihtilâf yoktur...(Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/192.
[58] Âyetin biraz daha
geniş meali ve tefsiri şöyledir: "Gerçi kıblenin bu suretle çevrilmesi
elbette büyük bir şeydir. Ancak bu Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler
hakkında.böyle değil. Allah îmânınızı zayi' edecek.değildir. Çünkü Allah
insanlara çok şefkat edici, çok merhamet eyleyicidir".
...Bu imtihan büyük ve ağır
bir şeydir, ancak Allah'ın hidâyet ettiği, îmânda sebat nasîb eylediği
kimselere değil; onlara Allah'ın hiçbir emri ağır gelmez. Şunu da biliniz ki,
Allah sizin sebatkâr îmânınızı veya îmânınızın eser ve alâmeti olan
namazlarınızı hiç zayi' etmek istemez. Binâenaleyh, kıble değiştirilirse,
bundan evvel kıldığınız namazlar, vefat
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/193.
[59] Bu, kişinin
İslâm'a zahiri ve hatmiyle beraber tam girip, Islâmî emirleri îfâ, nehiylerden
çekinme ve mahlûkaata şefkat ile olur.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/194.
[60] İslâmî amellere
on mislinden başlayıp daha büyük katlara kadar mükâfat; kötülüklere de kendi
misli ile ceza verileceği âyetlerle de sabittir. On misli hükmü şu âyettendir:
"Kim bir güzellikle
gelirse işte ona bunun on katı var. Kim de bir kötülükle gelirse bu, o
mıkdârdan başkasıyle cezalanmaz. Onlar haksızlığa uğratılmazlar" (el-En'âm: 6/160)
Yedi yüz misli hükmü de şu âyettendir:
''Mallarını Allah yolunda
harcayanların hâli yedi başak bitiren, her başakta yüz dâne bulunan bir tek
tohumun hâli gibidir. Allah kime dilerse ona kat kat verir. Allah ihsanı bol
olan, hakkıyle bilendir" (el-Bakara: 2/261).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/194.
[61] Bu bâbda istenen
şey iyi amelere devamdır. Kul iyi amellere, ibâdetlere devam ettikçe Allah
tarafından mahabbet artar. Çünkü Allah, kulun iyi amellere devam etmesini
sever. "Allah'a en sevgili olan dîn" demek, en sevgili olan dînî âmel
demektir. Çünkü dîn, tâattir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/194.
[62] Müslim'in
rivayetinde bu kadının ismi Havla' bintu Tuveyt diye tasrîh edilmiştir. Çok
ibâdet
Hadîste, amele devamın
fazileti; devamlı olacak amele teşvîk vardır. Devamlı olan az amel, kesik
kesik olan çok amelden hayırlıdır. Çünkü az'a devam etmekle tâat, zikr,
murakabe, niyet, ihlâs ve Allah'a yönelme devam eder. Bir de bu hadîste,
Peygamber'in ümmetine olan şefekatı ve re'fetinin beyânı vardır. Çünkü O
ümmetini, kendilerine elverişli olacak şeye irşâd eylemiştir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/195.
[63] Bu bâbda îmânın
artıp eksileceği zikredildi, îmânın, kulun dîn amellerine devam etmesiyle
artacağı, amellere devamda kısaltma yapmasıyle de eksileceğinde şübhe yoktur.
Bilhassa bu, Buhârî ile muhaddislerden bir cemâate göre böyledir, îmânın artıp
eksilmesine kaail olmayanlara göre de, yine amellere devamla îmânda artma,
amelleri kısaltma ile de eksilme bulunur; fakat bu artma ve eksilme îmânın
zâtına değil de sıfatına râci' olur. Buhârî, üçüncü âyeti ilk iki âyetin
üslûbunda söylemedi. Çünkü üçüncü âyetten maksad, artma ma'nâsının lâzımı olan
eksilmeyi beyândır. Buna istidlal şöyledir: îmâna artma gireceği gibi, eksilme
de girecektir. Çünkü bir şey iki zıddan birini
İlk iki âyetten murâd,
artmayı lüzûmen değil de tasrîhen isbât etmektir. Çünkü bu iki âyette artma
tasrîh edilmiştir. Üçüncü âyette ise sarîh olan şey, noksanın mukaabili bulunan
kemâl'dir. Kemâlden de noksanlık, sarîh olarak değil de, iltizâmen anlaşılır.
Bâb başlığı îmânın artıp
eksilmesi suretinde yapılınca, artmaya ilk iki âyetin sarîhliği ile, eksilmeye
de iltizâm yoluyle üçüncü âyetle ihticâc etti (Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/195-196.
[64] Bu,
tarîklerdendir. Bu ta'lîki, Hâkim, Kitâbu'l-Erbâîn'inde, Ebû Seleme Musa ibn
İsmâîl şöyle dedi: Bize Ebân tahdîs etti.... tarîkinden vasl etmiştir. Müellif
Buhârî, bu ta'lîk ile Katâde'nin: "Bize Enes tahdîs etti" demesinde
lâfzını sarahatle söylemesine tenbîh etti. Çünkü Katâde, an'anesiyle ihticâc
edilmez bir müdellistir. Müdellis ise, ancak kendisinin an'ane yaptığı kimseden
işitmesi sabit olursa ihticâc edilir, işte Buhârî bu ta'lîkle, bu işitmenin
sübûtunu göstermiştir.
Bir de Buhârî, metnin
"min hayrın" sözü yerine "min îmânın" ta'bîriyle tefsir
edilişine tenbîh etmiştir.
Hadîste, sünnet ve cemâat
ehli lehine, büyük günâh sahibinin bu fiili sebebiyle tekfir edilemiyeceği,
âsî mü'minlerin de cehenneme girecekleri hususuna delîl vardır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/196.
[65] Suâli soran zât
Ka'bu'l-Ahbâr'dır; o zaman daha îmân etmemişti. Emîrü'l-Mü'minîn Umer'in
cevâbı, suâle mutabık düşmemiş tevehhüm edilebilirse de, mutabakatı üç veçhile
söz ehli olanlara zahirdir. Evvelâ: Âyet Arafe günü ikindiden sonra indiği
için bayram gecesi inmiş, yâhud inmesiyle hemen bayram tahakkuk etmiş
demektir. Saniyen: Cumua günü nazil olmuştur ki, o gün müslümânların her hafta
tekrar
Gerek son iki rivayetteki
sarahate, gerek Buhârî'deki işarete nazaran suâle mutabık cevâb verilmiş
demektir (Ahmed Naîm).
Umer'in sözünün ma'nâsı
şudur: Biz bu günü ihmâl etmedik, onun inme zamanı ve inme yeri de bize gizli
olmuş değildir. Aksine biz onunla ilgili her şeyi zabt etmişizdir. Hattâ onun
inmesi zamanında Peygamber'in sıfatı ve durumunu bile ki, o zaman Peygamber
ayakta idi. Bu ise, zabtın son derecesinde olmaktır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/197.
[66] Allah, başlıktaki
âyette üç şey zikretti: Birincisi bütün ibâdetlerin başı olan dîni hâlis
kılmak, ikincisi dînin direği olan namazı ayakta tutmak, üçüncüsü de dâima
namazın ardından zikredilen zekâtı vermek. Sonra Yüce Allah bunların hepsine "işte
ayakta duracak olan dosdoğru dîn budur" kavliyle işaret etti. Hadîsin
başlıktaki "Zekât İslâm'dandır" fıkrasına uygunluğu açıktır. Çünkü
bunda zekâtı vermek, İslâm esaslarından biri olarak sayılmıştır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/199.
[67] Bu mutâbaatı Ebû
Nuaym, el-Mustahrac'ında vasletmiştir. Eğer Buhârî, bu hadîsi Usmân
el-Müezzin'den işitti ise, bu tarîk kendisi için bir derece daha yüksektir.
Çünkü hadîs, Usmân'ın rivayetinden dört râvîli, Mercûfî'nin rivayetinden beş
râvîlidir.
Hadîs metninde zikredilen
"kîrât", aza da çoğa da şâmil olabilen bir sevâb ölçüsüdür; mıkdârını
Allah bilir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/200.
[68] Buhârî bu bâb
başlığında birinci cümle ile sonuncu cümle arasına mu'tariza olarak üç tane
ta'lîk soktu. Buhârî, İbrahim et-Teymî'nin sözünü, kendi târîhinde Ebû
Nuaym'den vasl etmiştir. Bunu diğer bâzı muhaddisler de vaslettiler. İbn Ebî
Müleyke'nin sözü olan ta'lîki, ibn Ebî Heysem, kendi târîhinde vasletti. Hasen Basrî'nin
sözü olan ta'lîki de Ca'fer el-Firyâbî "Münâfıkın Sıfatı" kitabında
müteaddid tarîklerden muhtelif lâfızlarla vasletti.
Buhârî, birinci ve ikinci
ta'lîkleri cezm sîgasıyle, üçüncü ta'lîki de tamrîz sîgasıyle sevketti.
Hasen'in sözünde tamrîz sîgasını kullanması, bu sözün kendince sahîh
görülmemiş olmasından dolayı değil, onu ma'nâ ile ve muhtasarca naklettiği
içindir (İbn Hacer).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/201.
[69] Peygamber'in
maksadı, müslümân ile süvüşmek, fısk ve fücur ehlinin müslümân ile kıtalinin de
küfür ehlinin şânından olduğunu beyân olsa gerektir. Küfür ehlinin şânından
olan ahlâk ve ef'âl vakıa insanı âsî mertebesinden düşürüp, hemen îmânını
selbetmez. Fakat îmân kal’asını zedeleyip sahibini maazallah küfür ve nifak
vadisine sürüklemelerinden korkulur. Bundan dolayı ümmetin büyüklerinden çok
kimseler, îmânlarına nifak karışmış olmaktan ve farkına varmaksızın amellerinin
heba olmuş olmasından son derece korkarlardı.
Bu hadîste "Küfürle
beraber tâat menfâat vermediği gibi, îmânla beraber ma'siyet zarar vermez"
görüşünde olan Murcie fırkasına redd vardır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/201.
[70] Buhârî, bundan
evvelki Abdullah ibn Mes'ûd hadîsini, bâb başlığının sonuncu hükmünün delîli
olarak zikretti. Bu Enes hadîsini de bâb başlığındaki birinci hükmün delîli
olarak zikretmiştir. Bu son hadîste kavga ve muhasama etmenin kötülenmesi, bu
kavganın, şahıslara âid günâh yüzünden umûma ukubete sebeb olduğu hükmü vardır.
Çünkü ümmet, Peygamber'in huzurunda kavga yapılması yüzünden bu mübarek gecenin
bildirilmesinden mahrum olmuştur.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/202.
[71] Buhârî, îmân ve
İslâm'ı bir tek ma'nâdan ibaret görüyor. Cibrîl'in îmândan ve islâm'dan
sormasının zahiri, ve Peygamber'in ona cevâbının zahiri, îmân ile İslâm'ın
başka başka şeyler olmasını gerektirince, yânî îmân, tasdîk ve bir takım husûsî
işler, İslâm da husûsî bir takım amelleri izhâr etmek olunca, Buhârî zahirî
olan bu îmân-İslâm ayrılığını kendi yoluna te'vîl suretiyle reddetmek istedi.
Bunu da i'tikâad ve amelin dîn oluşu, Peygamber'in Abdu'1-Kays hey'etine îmânı
islâm ile beyân edişi -çünkü onların kıssasında îmânı, burada islâm'ın tefsir
elliği şeylerle tefsir etmişti-, Âlu Imrân: 3/85. âyetinin İslâm'ın dînden
ibaret olduğuna delâlet edişi, Ebû Sufyân hadîsinin de îmânın dîn olduğuna
delâlet etmesi ile istidlal etti. Netice i'tibâriyle bütün bunlar islâm ve
îmânın bir şey olduğunu gerektirdi (İbn Hacer).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/202-203.
[72] Memlûk cariyenin
kendi sahibini doğurması, kendisinden doğan efendi-zâdesinin babası yerine
geçip ona sâhib olması i'tibâriyledir. Bu emare câriye ve halayıkların
kıyametten evvel çoğalacağından kinayedir.
Bir ihtimâle göre de, çocuk
anası olan câriye satılacak ve elden ele geçip tedavül
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/204.
[73] Fakîr insan
tabakalarının servete kavuşacaklarına işarettir ki, çöllerde oturan
müslümânların bir çeyrek asır geçmeden Bizans ile Iran devletlerine gâlib gelerek,
birdenbire hatır ve hayâle gelmez büyük servetlere vâris olmaları suretiyle,
Peygamber'in bu ihbarı tahakkuk etmiştir. Kıyamet alâmetlerinin behemahal fena
şeyler olduğuna kaail olanlara göre ise, servet ve saman zamanın geçmesiyle
zatî kıymetleri olmayan sefîl insanların eline geçeceğine işarettir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/204.
[74] Bu hadîste îmân
ve islâm esaslarının Peygamber diliyle takrîr ve tesbiti; îmân, İslâm ve
ihsanın en güzel ta'rîfleri yapılmıştır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/204.
[75] Kerîme bintu
Ahmed el-Merveziyye ile Ebu'l-Vakt'in rivayetlerinde de "bâb", böyle
isimsiz gelmiştir. Ebû Zerr, Asîlî ve diğerlerinin rivayetlerinde ise
"bâb" sözü düşmüştür. Nevevî de birinciyi, yânî isimsiz
"bâb" şeklini tercîh etti de: "Bâb" isminin, yânî Cibril'in
îmândan sormasının bu hadîsle ilgisi yoktur, binâenaleyh bu hadîsin bundan
evvelki bâb'a katılması sahîh olmaz, dedi. Ben derim ki; burada ilgiyi
nefyetmek iki halde de tamâm olmaz. Çünkü,
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/204-205.
[76] Müellif Buhârî,
"Vahyin başlangıcı" babında geçen Ebû Sufyân'ın uzun hadîsinden,
burada maksadıyle ilgisinden dolayı, sâdece bu kısa parçayı almakla iktifa
etti. Buhârî bunu, burada getirdiği isnâdla "Cihâd Kitâbı"nda sevketmiştir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/205.
[77] "Mudğa"
sözünü, bedenin kalan kısmına nisbetle küçültmek iradesiyle "kalb"
ma'nâsına kullandı. Kalb bu küçüklüğüyle beraber bedenin salâhı ve fesadı ona
tâbi'dir. Kalb, bedenin sultânı olduğundan, o iyi olursa, onun raiyyesi gibi
olan diğer organlar iyi olur. Tıbba göre kalb, nutfeden ilk oluşan noktadır.
Ondan kuvvetler meydana çıkar, ondan ruhlar gönderilir, idrâk ondan neş'et eder
ve akletmek ondan başlar... işte bu ma'nâlardan dolayı bilhassa kalbi zikretti
(Aynî).
Ve kalb, yüreğe denir; fuâd
ma'nâsınadır. Farsça'da "dil" denir. Bir kavle göre kullanmada fuâd
daha husûsîdir ki, lisânımızda ona "gönül" ta'bîr olunur. Mütercim
der ki, Nihâye'de işbu "Size
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/206.
[78] Yânî ganimetin
beşte birini Allah'ın emrettiği yerlere sarf edilmek üzere, devlete vermek de
îmân şu'belerinden bir şu'bedir. Ganimet, harble düşmandan alınan mallardır.
Ganimetle ilgili Kur'ân âyeti şudur:
"Eğer Allah'a ve hakk
ile bâtılın ayrıldığı gün iki ordunun biribirine kavuştuğu gün kulumuz
(Mııhammed)a indirdiğimiz (âyetler)e inanmışsanız, bilin ki ganimet olarak
aldığınız herhangi bir şeyin mutlaka beşte biri Allah'ın, Rasûl'ünün,
hısımların, yetimlerin, yoksulların, yolcunundur. Allah her şeye hakkıyle
kaadirdir." (el-Enfâl: 8/41).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/207.
[79] Vefd, vâfidin
cem'idir. Vâfld, bulunduğu yerden husûsî bir maksad ile kendi kavmi nâmına
diğer memlekete giden kimseye denir. Yerine göre, mümessil veyâ sefir gibi bir
ma'nâ ifâde eder. O hâlde burada vefd, mümessil hey'et demek olur. Bu hey'et
Rabîa kabilelerinden Abdu'1-Kays tarafından Hudeybiye'den sonra Mekke fethinden
biraz evvel Peygamber'e Munzir ibn Âiz el-Asarî'nin başkanlığında bir nevi'
sefaretle gönderilmişti.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/207-208.
[80] Bunlar o diyarda
içinde nebîz ve hamr, yânî şıra ile şarâb kurmak âdet olan dört nevi desti
adıdır ki, içlerinde şıra kolayca mayalanıp alkollenirmiş. Bunlardan Hantem:
Bir nevi' içi sırlı, ağzı yanından yapılmış, kırmızı veya yeşil topraktan îmâl
edilmiş desti. Dubbâ: Desti yerinde kullanılan boş kuru kabak. Nakîr: Şıra
kurmağa mahsûs içi oyulmuş ağaç parçası. Müzeffet: Zift yânî kara sakız ile
sıvanmış desti adıdır. Mukayyar: Yine zift ma'nâsına olan kaar veya kıyr ile
sıvanmış destidir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/208.
[81] Hadîsin başlığa
uygunluğu "Ganimetin beşte birini (devlete) vermenizdir" fıkrasındadır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/208.
[82] Buhârî, babın
isminden sonra ileri sürdüğü "Binâenaleyh îmân, abdest, namaz, zekât,
hacc, oruç ve bütün beşerî muameleler bu kelâma girmiştir" hükmünü takviye
etmek için bir âyet ve iki hadîs daha zikretmiştir. Âyetteki
"şâkile"nin niyet ile tefsiri, Hasen Basrî'den, Muâviyetu'bnu
Kurre'den ve Katâde'den rivayet edilmiştir. Bu hususta birbirine yakın başka
tefsirler de gelmiştir.
Takviye için sevk ettiği
birinci hadîs, kişinin Allah rızâsını gözeterek yaptığı her işin, her amelin,
hattâ kendi ailesine yaptığı harcamaların bile kendisi lehine sevâb olacak
birer sadaka olduğunu takrir ediyor, ikinci hadîs ise, Mekke fethinden sonra
hicret sebebiyle hayr talebinin kesildiğini ve fakat hayr talebinin cihâd ve
niyet olduğunu beyân ediyor.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/209.
[83] Bu hadîsteki son
ifâde, bundan evvelki hadîste anlatılan aile nafakasından sevaba nail olma
hükmünü çok belîğ bir tarzda tavzîh etmektedir.
Babın altında Umer'den
getirdiği niyet hadîsinin bir rivayeti, el-Câmi'u's-Sahîh'in birinci hadîsi
olarak geçmişti: Ameller niyete göredir. Bir işten maksad ne ise, hüküm ona
göredir. Allah için çalışan Allah'a erer...
Diğer iki hadîsin başlığa
delâletleri açıktır
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/210.
[84] "Dîn
nasihatten ibarettir" demek, dînin direği ve kıvamı nasihattir
demektir. Buhârî bu hadîsi Sahîh'inde müsned olarak zikretmemiş, bâb ismi
olarak ta'lîkan zikretmiştir. Müslim, el-Câmi'u's-Sahîh'inin Kitâbu'1-îmân
bölümünde mevsûl olarak Temîm ed-Dârî'den rivayet etmiştir. Müslim'deki rivayet
"Veli-kitâbihi" fıkrasını da ihtiva etmektedir:
Allah için nasihat, Allah'ın
vahdaniyyetine sahîh olarak i'tikâad edip, ibâdet ve tâatında niyeti hâlis
kılmaktır.
Rasûl'ü için nasîhat,
Muhammed aleyhi-s-selâmın rasûlluk ve nebîliğini tasdîk, şerîatini
Kitâb'ı için nasîhat,
Kur'ân-ı Kerîm'i tasdîk ve mantûk olduğu hükümlerle amel etmekten ibarettir.
imamlar için nasîhat,
müslümânlarm önderleri olanlara, dîne uygun emir ve nehiylerine itaat edip,
bâğîlık ve hurûcdan çekinmekten ibarettir.
Halk için nasîhat, herkesi
maslahatlarına irşâd ve hayra delâletten ibarettir.
Buhârî burada zikrettiği
âyetle de bâb ismindeki hadîsi te'kîd etmiştir. Âyetin tamâmı şöyledir:
"Allah 'a ve Rasûl'üne
hayırhah oldukları takdirde ne zaîflere, ne hastalara, ne de harcayacaklarını
bulamayanlara bir zorluk (ve mes'ûliyel) yoktur, iyilik edenlere karşı da
(muâhazeye) bir yol yoktur. Allah çok mağfiret edici, çok merhamet
eyleyicidir" (et-Tevbe: 9/92).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/211.
[85] Bu nush ve
nasihat maddesi, iki ma'nâya konulmuştur. Birisi hâlislik ve sâfîlik
ma'nâsıdır. Nitekim mumu alınmış hâlis bala "aselun nâsıhun" denilir.
Birisi de söküğü dikmek, yırtığı yamamak suretiyle onarıp düzeltmek
ma'nâsınadır. Bu iki ma'nânın mecmuundan alınarak da nush, hüsn-i niyet ve
hulûsı kalb ile hayır-hâhlık ederek, eksiklikleri düzeltip ıslâh edecek öğüt
vermek, va'z etmek, nasihat eylemek ma'nâsına gelir ki, nasîhat, o verilen
öğüdün ismidir. Nasihat edilenin dünyevî ve uhrevî bi'1-cümle hayrını
istemekten ibarettir.
Buhari, Kitâbu'l-îmân'ı bu
hadîsle sona erdirdi. Çünkü bu büyük, celîl, hafîl (dopdolu) bir hadîstir,
İslâm'ın medarı olan dört hadîsten biridir de denildi. Buna göre İslâm'ın
dörtte biri olmuş olur. Bâzıları bundan bütün hükümlere delîl çıkarmak mümkin
olur, demiştir.
Hadîsin bâb ismine uygunluğu
açıktır. Buhâri'nin bâb isminden muradı, dîn'in amel'e vâki' olmasıdır; zîrâ
Peygamber nasihate dîn ismini vermiştir, ibn Battal: Onun maksadı, islâm
amelsiz sözden ibarettir diyenlere reddir. Çünkü Peygamber Onunla bey'atlaştığı
zaman, kendisine her müslümâna nasîhat etmeyi de şart kılmıştır, dedi.
Buhâri bu "îmân
Kitâbı"nı nasîhat hadîsiyle bitirmek suretiyle de güzel bir bitiriş yapmış
ve islâm'dan olan nasîhat etme vazifesini de yerine getirmiş oluyor. Allah ona
rahmet eylesin!
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari
ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/211-212.