61- KİTABU'L-MENAKIB. 2

1- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 2

2- Bâb. 3

3- Kureyş Kabilesinin Menkabeleri Babı 4

4- Bâb: Kur'ân, Kureyş Lisânıyle İndi 6

5- Yemen Ehlinin İsmâîl İbn İbrahim'e Nisbet Edilmesi Babı 6

6- Bab. 6

7- Eşlem (İbn Efdâ) Gıfâr, Muzeyne, Cuheyne Ve Eşca' Kabilelerinin Zikri Babı 7

8- Bâb: 8

9- Zemzem Kıssası Babı 8

10- Kahtân İsminin Zikri Babı 9

11- Nehyolunan Câhiliyet Da'vâsi Babı 9

12- Huzâa Kıssası Babı 10

13- Zemzem Kıssası Ve Arab Kavminin Cahilliği Babı 10

14- Kendini İslâm'daki Ve Câhiliyet Devrindeki Babalarına Nisbet Eden, Yânî Onlara Âid Olduğunu Söyleyen Kimse Babı 11

15- Habeş Kıssası Ve Peygamber(S)'İn: "Ey Erfide Oğulları!" Kavli Babı 11

16- Nesebinin Sövülmemesini Arzu Eden Kimse Babı 12

17- Rasûlullah'ın İsimleri Hakkında Gelen Haberler İle Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 12

18- Peygamberin "Hâtemıtn-Nebiyyîn" İsmi Babı 13

19- Peygamber(S)'İn Vefatı Babı 13

20- Peygamber(S)İn Künyesi Babı 13

21-Bâb. 14

22- Peygamberlik Mührü Babı 14

23- Peygamber(S)'İ Sıfatlamak Babı 14

24- Bâb: Peygamber(S)'İn Gözü Uyur, Kalbi Uyumazdı 18

25- İslâm'da Peygamberlik Alâmetleri Babı 19

26- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 34

27- (Mekke'deki) Müşriklerin Peygamber(S)'Den Bîr Âyet İstemeleri Ve O'nun Da Kendilerine Ayın İkiye Bölünmesini Göstermesi Babı 35


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

 

61- KİTABU'L-MENAKIB

(Menkabeler Kitabı) [1]

 

1- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:

 

"Ey îmân edenler, hakikat biz sizi bir erkekle bîr dişiden yarattık. Sizi (sırf) birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cem 'iyyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şübhesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır. Hakîkaten Allah her şeyi bilen, herşeyden haberdâr olandır" (ei-Hncürât: 13) [2].

"/Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücûda getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabb'iniz(e karşı gelmek)te« çekinin.] Kendisi(nin adını öne sürmek suretiy)le birbirinize dileklerde bulunduğunuz Allah''tan ve akrabâlıkfbağlannı kırmak)tan sakının. Çünkü Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir" (en-Nisâi: i) [3].

Ve Câhiliyye da'vâlarından nehyolunan şeyler. "eş-Şuûb", "Uzak nesebedir. "el-Kabâil" ise bunun berisindedir [4].

 

1-.......Bize Ebû Bekr ibn Ayyaş, Ebû Husayn'dan; o da Saîd ibn Cubeyr'den; o da îbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti: "Sizi birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cem'iyyetlere ve kabilelere ayırdık" (el-(Hucurat: i2)hakkmda İbn Abbâs: "eş-Şuûb" büyük büyük kabileler topluluğu; kabileler ise battılar, soylar topluluğudur, demiştir [5].

 

2-....... Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'a:

— Yâ Rasûlallah, insanların en şereflisi kimdir? diye soruldu. O da:

  "Günahtan en çok sakınanlarıdır" diye cevâb verdi. Sahâbîler:

  Biz sana dînen ve ahlâkan en şerefli olan kimseyi sormuyo­ruz (biz kökü yönünden en kerîm olan kimseyi soruyoruz), dediler.

Rasûlullah (S):

  "Öyle ise Allah'ın Peygamberi Yûsuf'tur" buyurdu [6].

 

3-.......Tâbiûn'dan Kuleyb ibn Vâil tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Peygamber'in üvey kızı Zeyneb ibnetu Ebî Seleme tahdîs etti. Kuleyb dedi ki: Ben, Zeyneb'e:

— Bana haber ver, Peygamber (S) Mudar'dan mıdır? diye sor­dum.

O da:

— Ya kimden olacak? Rasûlullah (Kureyş'in büyük babası) Mu-dar(ırkın)dan (ve onun bir şu'besi olan) Nadr ibn Kinâne oğullan'-ndan idi, diye cevâb verdi [7].

 

4-.......Yine Kuleyb dedi ki: Bana Peygamber'in üvey kızı tah­dîs etti. Ben onun Zeyneb olduğunu zannediyorum. O da:

— Rasûlullah (S) dubbâ'dan, hantem'den, mukayyar'dan ve mü-zeffet'ten (yânî bu isimlerle anılan kaplara hurma yâhud üzüm şırası koymaktan) nehyetti, dedi.

Ben de ona:

— Bana haber ver, Peygamber kimin soyundan idi; Mudar'dan mı idi? diye sordum.

O da:

— Ya kimden olacak? Peygamber Mudar'dan, Nadr ibn Kinâ­ne (kabîlesi) çocuklarından idi, dedi [8].

 

5-.......Ebû Hureyre(R)'den: Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:

"Siz insanları ma'denler gibi (kimi hâlis, kimi kalp) bulursunuz. İn­sanların câhiliyet devrinde hayırlı olanları, dînî emirleri anlayıp amel ettikçe, İslâm devrinde de hayırlılarıdır. Siz şu emaret (devlet baş-kaniığı, valilik, kumandanlık) hususunda da insanların hayırlısı, (emîr olmazdan evvel) emarete çok isteksiz olan (emirlik arzu etmeyen) kim­seleri bulursunuz. İnsanların şerrlisi de iki yüzlü olan şu (münafık) kimselerdir ki (iki sınıf halk arasında) onlara bir yüzle gelirler, bun­lara da başka bir yüzle gelirler" [9].

 

6-.......Ebû Hureyre(R)'den: Peygamber(S) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar şu emaret işinde Kureyş'e tâbi' idiler. Arablar'ın müslim-leri (Hanîfler) Kureyş'in müslimlerine; müşrikleri de Kureyş'in müş­riklerine uyarlardı. İnsanlar ma'denler gibidirler. Onların câhiliyette hayırlı olanları, dîni anladıkları zaman İslâm devrinde de hayırlıları­dırlar. Siz insanların hayırlısı, emîr oluncaya kadar emirliği çok ağır görenleri (onu hiç arzu etmeyen kimseleri) bulursunuz" [10].

 

2- Bâb

 

(Bu, geçen bâbdan bir fasıl gibidir.)

 

7-.......Şu'beibnu'l-Haccâcdedi ki: Bana Abdulmelik ibn Meysere, Tâvûs'tan; o da İbn Abbâs(R)'tan "Ben bu tebliğime karşı ak­rabalıkta sevgiden başka hiçbir mükâfat istemiyorum" (eş-şûrâ: 23) kavli hakkında tahdîs etti. Tâvûs dedi ki: Hemen Saîd ibn Cubeyr:

  Bu Muhammed'in en yakın hısımlarıdır, dedi. Bunun üzerine İbn Abbâs, Saîd'e hitaben şöyle dedi:

  Kureyş kabîlesinden hiçbir batn yoktur ki, onda Peygam-ber(S)'e bir karabet (soyca bir yakınlık) olmasın. Bunun için kendisi üzerine "Ey Kureyş, benimle aranızdaki hısımlığı eklemenizi, gözet­menizi İstiyorum" (mealindeki eş-Şûrâ: 23. âyeti) İndi [11].

 

8-.......Ebû Mes'ûd (R), Peygamber(S)'e ulaştırıp şöyle buyur­duğunu rivayet etti: "Fitne işte şu taraftan, doğu tarafından gelmiş­tir -gelecektir-. Kabalık ve kalblerin katılığı develerin ve sığırların kuyrukları dibinde onlara haykıranda, yün ve kıl sahibi bedevilerde, Rabia ve Mudar kabîlelerindedir" [12].

 

9-....... Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Kendini beğenme ve büyüklenme, yüz­lerce deve sahibi olan çığırtkan bedevilerde, sekînet ise koyun sâhib-lerindedir. îmân Yemenli'dir, hikmet Yemen'e mensûbdur". : Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: "Yemen", Yemen diye isim­lendirildi; çünkü o Ka'be'nin sağındadır. Şâm da Ka'be'nin sorun­dadır. "el-Meş'emetu ve'1-Meyseretu", "Sağ ve sol" demektir. "el-Yedu'1-yusrâ", "Sol el"; "ve'1-Cânibu'l-eyseru", "Sol taraf" de­mektir [13].

 

3- Kureyş Kabilesinin Menkabeleri Babı [14]

 

10-.......Bize Şuayb haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Muhammed ibn Cubeyr, Kureyş tarafından sefirlikle gönderilen bir hey'et arasında bulunduğu hâlde Muâviye'nin huzurunda geçen bir vak'ayı ve ondan işittiklerini şöyle tahdîs ediyordu: Abdullah ibn Amr ibni'l-Âs'ın:

— İleride Kahtânîler'den bir melik olacak... diye tahdîs eder ol­duğu Muâviye'ye ulaştı.

Muâviye bu sözden sinirlendi de hemen hey'et karşısında ayağa kalktı ve Allah'ı lâyık olduğu sıfatlarla sena etti. Sonra "Amma ba'du" deyip şöyle hitâb etti:

— (Ey Kureyş hey'eti!) Sizden bâzı adamların Allah'ın Kitâbı'n-da olmayan ve Rasûlullah'tan da rivayet edilmeyen birtakım sözler söyleyip nakletmekte oldukları haberi bana ulaşmıştır. Bu adamlar sizin câhillerinizdir. Sizler, sahibini sapıklığa sürükleyen bâtıl sözler­den sakınınız! Ben Rasûlullah(S)'tan şöyle buyururken işittim: "Şüb~ hesiz bu iş (yânî devlet başkanlığı) Kureyş üzerinde bulunacaktır. Onlar dînî vecîbelerini îfâ ettikleri ve adaleti yürüttükleri müddetçe, onlara hiçbir kimse bu hususta düşmanlık edemiyecektir. Meğer ki onlar dînden, adaletten saparlar, bu hâlde Allah Kureyş'i yüzüstü sürçtürür, rezîl eder" [15].

 

11-.......Bize Âsim ibn Muhammed tahdîs edip şöyle dedi: Ben babam Muhammed ibn Zeyd'den işittim; o da İbn Umer'den. Pey­gamber (S): "Kureyş'ten iki kişi kaldığı müddetçe bu iş (hilâfet işi) Kureyş'ten ayrılmaz" buyurmuştur [16].

 

12-.......Cubeyr ibn Mut'ım (R) şöyle demiştir: Rasûlullah ganîmet malından kendisine âid beşte bir hisseyi hısımları arasında taksîm ederken, Nevfel oğulları'ndan olan ben, Abduşems oğulları'ndan olan Usmân ibn Affân ile yürüdüm. -Rasûlullah, Nevfel oğulları ile Ab­duşems oğullan'na birer pay ayırmamıştı.- Rasûlullah'm yanına gel­diğimizde Usmân:

— Yâ Rasülallah! Muttalib oğulları'na verdiniz de bizi bıraktı­nız. Hâlbuki biz, nesebimiz cihetiyle bizimle Muttalib oğulları bir soy­da (hepimiz büyük babamız Abdu MenâP da) birleşiyoruz, dedi.

Peygamber (S) de:

  "Hâşim oğutları'yla Muttalib oğulları bir soydur" buyurdu.

Ve el-Leys şöyle dedi: Bana Ebû'l-Esved Muhammed tahdîs etti ki, Urve ibnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: Abdullah ibnu'z-Zubeyr, Zuhre oğulları'ndan birtakım insanların beraberinde Âişe'ye gitti. Âişe Me-dîneli Zuhre oğulları'nın, anası tarafından Rasûlullah'a yakınlıkla­rından dolayı, onlara çok şefkatli idi [17].

 

13-.......Buradaki iki senedde Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir:

Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kureyş, Evs ileHazrec, Cuhayne, Mu-zeyne, Eşlem, Eşca', Gıfâr (kabileleri ferdleri) benim hâlis yardımcı-lanmdır. Onların da Allah'tan ve Rasûlullah'tan başka velîleri (himaye edenleri) yoktur" [18].

 

14-.......Urvetu'bnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: Abdullah ibnu'z-Zubeyr, Âişe'ye Peygamber'den ve Ebû Bekr'den sonra insanların en sevgilisi idi. Abdullah da Âişe'ye insanların en itaatlisi idi. Âişe öyle bir cömert idi ki, kendisine gelen Allah rızkından hiçbirşeyi tutmaz, sadaka yapar idi.

İbnu'z-Zubeyr:

  Âişe'nin elleri üzerlerinden tutulmaya (yânı atıyye vermek­ten men' olunmaya ve hacr edilmeye) lâyık olur, dedi.

Bunu duyan Âişe:

— Benim ellerim üzerlerinden tutulur mu? Eğer Abdullah ile ke­lâm edersem üzerime adak olsun! dedi.

Müteakiben Abdullah, Kureyş'ten birtakım adamlarla ve has­saten Rasûlullah'm dayıları vâsıtasıyle kendisinden razı olması, danlmaması için Âişe'den şefaat istedi. Âişe bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Peygamber'in dayıları olan Zuhrîler -ki Abdurrahmân ibnu'l-Esved ibn Abdi Yegûs ile el-Mısver ibnu Mahrame de bu Zuhre oğullan'ndandılar- Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e:

— Bizler Âişe'nin yanına girmek için izin istediğimiz zaman sen de bizimle beraber izin istemeden kendini pencereden içeriye at! dediler.

Abdullah onların dediğini yaptı. Âişe onların şefaatini kabul et­tiği için Âişe'ye -yeminine keffâret olarak istediği kadarını âzâd et­mesi için- on tane köle gönderdi. Âişe onların hepsini âzâd eyledi. Bundan sonra Âişe köleleri âzâd etmeye devam etti. Nihayet kırk sa­yısına ulaştığında:

— Yemîn ettiğim zaman işleyip de kendisinden kurtulabileceğim belli bir iş, bir sayı ta'yîn etmiş olmamı çok arzu ettim, dedi [19].

 

4- Bâb: Kur'ân, Kureyş Lisânıyle İndi

 

15-.......Bize İbrâhîm ibnu Sa'd, İbn Şihâb'dan; o da Enes'ten şöyle tahdîs etti: Usmân, Zeyd ibn Sâbit'i, Abdullah ibnu'z-Zubeyr'i, Saîd ibnu'1-Âs'ı ve Abdurrahmân ibnu'l-Hâris ibni Hişâm'ı çağırdı. Onlar da asıl Mushaf'taki sûreleri diğer mushaflara istinsah edip nak­lettiler. Usmân bu istinsah işinin başlangıcında (Zeyd'in Medîneli ol­ması yüzünden) Kureyşli olan diğer üç kişiye hitaben:

— Sizler Zeyd ibn Sabit ile Kur'ân'dan herhangibir şeyde ihtilâf ettiğiniz zaman, Kur'ân'ı Kureyş lisânı ile yazınız. Çünkü Kur'ân, Ku-reyş lisânı ile nazil olmuştur, dedi.

Onlar da işte böyle yapıtlar [20].

 

5- Yemen Ehlinin İsmâîl İbn İbrahim'e Nisbet Edilmesi Babı

 

Huzâa'dan olduğu hâlde Eşlem ibnu Efdâ ibn Harise ibn Amr ibn Âmir de Yemenlilerdendir [21].

 

16-.......Seleme (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir kerresinde Eşlem oğulları'ndan bir topluluk çarşıda ok atma yarışı yaparlar­ken üzerlerine çıkıp vardı da:

  "Ok atınız ey İsmail oğulları! Çünkü sizin (büyük) babanız da usta bir atıcı idi. (Bu yarışta) ben de -iki fırkadan biri olan -fulân oğullarıyle beraberim (Mıhcen ibn Edra' kolu ile beraberim)" buyur­du.

Peygamber'in bu sözünü işitinee iki taraftan biri ellerini ok at­maktan çektiler. Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Bunlara ne oluyor ki ok atmıyorlar?" buyurdu. Onlar da:

  Sen muhalifimiz grup ile beraberken biz (o tarafa) nasıl ok atarız? dediler.

Rasûlullah:

  "Haydi atınız! Ben sizin hepinizle beraberim" buyurdu [22].

 

6- Bab

 

{Bu, önceki bâbdan bir fasıl gibidir.)

 

17-.......Ebû'l-Esved ed-Dîlî, Ebû Zerr(R)'den tahdîs etti ki, o, Peygamber(S)'den şöyle buyururken işitmiştir: "Bir kişi babasından başkasına -babası olmadığını bile bile- neseb iddia ederse, hiçşübhe-siz o kimse (ni'mete) küfr etmiştir. Herhangi bir kişi de aralarında yakınlık olmayan bir kavimden olduğunu iddia ederse, o da (o soy-suz.kişi de bizden değildir -Müslim-) cehennemdeki durağına hazırlan­sın" [23]

 

18-.......Vasile ıbnu'1-Eskâ' (R) şöyle demiştir: Kasulullah (S) şöyle buyurdu: "(Üç şey)yalan ve iftiranın en büyüklerindendir: "Ki­şinin kendi babasından başkasına neseb iddia etmesi. bYâhud ru'-yâsında görmediği bir şeyi kendi gözüne göstermesi (yânî tu'yâsında görmediği bir şeyin kendisine ru'yâda gösterildiğini iddia eylemesi), c- Yâhud da Rasûlullah 'in söylemediği birşeyi söyledi demesi" [24].

 

19-.......Bize Hammâd tahdîs etti ki, Ebû Cemre şöyle demiş­tir: Ben İbn Abbâs(R)'tan işittim, şöyle diyordu: Abdu'1-Kays hey'-eti Rasûlullah'ın huzuruna geldiler ve:

— Yâ Rasûlallah! Bizler şu Rabîa kabîlelerindeniz. Bizimle Sen'in arana kâfir olan Mudar kabileleri perde olmuşlardır. Bizler Sana ula­şamıyoruz, ancak her haram ayda ulaşabiliyoruz. Bizlere, Sen'den alacağımız ve geride kalanlarımıza tebliğ edeceğimiz bir iş emretse-niz! dediler.

Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:

  "Sizlere dört şey emrediyor ve dört şeyden nehyediyorum: Al­lah'a îmân etmeyi, Lâ ilahe illellah = Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehâdet etmeyi; namazı dosdoğru kılmayı; zekâtı verme­yi; ganimet aldığınız şeylerin beşte birini Allah'a tediye etmenizi emrediyorum. Ve sizleri dubbâ, hantem, nakîr, müzeffet (denilen kaplara hurma yâhud üzüm şırası koymak)^/? nehy ediyorum" [25].

 

20-....... Abdullah ibn Umer (R)-şöyle demiştir: Ben Rasûlullah'tan işittim, kendisi minber üzerinde bulunuyor ve doğu tarafa işaret ederek: "Muhakkak ki fitne işte bu taraftadır, şeytânın boynuzunun doğacağı yerdendir" buyuruyordu [26].

 

7- Eşlem (İbn Efdâ) Gıfâr, Muzeyne, Cuheyne Ve Eşca' Kabilelerinin Zikri Babı [27]

 

21-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Kureyş, Ensâr (Evs ve Hazrec), Cuheyne, Muzeyne, Eş­lem, Gıfâr, Eşca' (kabileleri ferdleri) benim hâlis yardımcılarımda. Onların da A ilah 'tan ve Rasûlullah 'tan başka velîleri (himaye edici­leri.) yoktur" [28].

 

22-.......Abdullah ibn Umer şöyle haber vermiştir: Rasûlullah(S) minber üzerinde (hutbe yaparken) şöyle buyurdu: "Allah Gıfâr kabilesini mağfiret etsin, Eşlem kabilesini de Allah selâmette kılsın (barış içinde yaşatsın)/ Usayye (kabîlesi ferdleri) ise Allah'a ve O'-nun Rasûlü'ne isyan ettiler" [29].

 

23-.......Ebû Hureyre(R)'den: Peygamber (S): "Allah, Eşlem kabilesini selâmette kılsın, Gıfâr'ı da mağfiret eylesin" buyurmuştur [30].

 

24-.......Abdurrahmân ibnu Ebî Bekre, babasından: Peygam­ber (S):

  "Re'yiniz nedir bana haber verin: Eğer Cuheyne, Muzeyne, Eşlem, Gıfâr kabileleriBenû Temim, BenûEsed, BenûAbdillah ibni Gatafân, Benû Âmir ibn Sa'saa kabilelerinden hayırlı iseler (bu ikin­ciler için eli boşluk ve ziyan değil midir)?" buyurdu.

Buna karşılık bir adam (yânî Akra' ibn Habis):

  İkinciler eli boş olmuşlar ve ziyan etmişlerdir, dedi. Peygamber de:

  "Onlar (yânî Cuheyne, Muzeyne, Eşlem, Gıfâr kabileleri), Be­nû Temîm, Benû Esed, Benû Abdillah ibn Gatafân, Benû Âmir ibn Sa'saa kabilelerinden hayırlıdırlar" buyurdu [31].

 

25-.......Muhammed ibn Ebî Ya'kûb şöyle demiştir: Ben Abdurrahmân ibn Ebî Bekre'den işittim; o da babasından ki, el-Akra' ibn Habis, Peygamber'e:

— Sana ancak Eşlem, Gıfâr, Muzeyne -zannederim ki- Cuhey­ne -İbnu Ebî Ya'kûb şekk etmiştir- kabîlelerinden hacıları soyan hır­sızlar tâbi' olmuştur! dedi.

Peygamber (S) de ona:

  "Ey Akra', düşündün mü: Eğer Eşlem, Gıfâr, Muzeyne -sa­nıyorum ki- ve Cuheyne kabileleri Benû Temîm, Benû Âmir, Esed, Gatafân kabîlelerinden hayırlı iseler, bu ikinciler eli boş olmuş ve zi­yan etmiş değil midir?" buyurdu.                                                

Akra':

  Evet, elleri boş olmuş ve ziyan etmişlerdir, dedi.

Rasûlullah da:

  "Nefsim elinde olan Allah'ayemîn ederim ki, onlar (yânî Eş­lem, Gıfâr, Muzeyne, Cuheyne) bunlardan (yânî Benû Temîm, Benû Esed, Benû Âmir, Gatafân'dan) elbette daha hayırlıdırlar" buyur­du [32].

 

26-.......Ebû Hureyre (R): Rasûlullah (S): "Eşlem ve Gıfâr ile Muzeyne ve Cuheyne'den bir kısmı - yâhud Rasûlullah: Cuheyne ve­ya Muzeyne'den bir kısmı dedi- Allah yanında -yâhud Rasûlullah: Kıyamet gününde dedi- Esed, Temîm, Havâzin ve Gatafân 'dan hayır­lıdır" buyurdu [33].

 

8- Bâb:

 

"Bir kavmin kızkardeşlerinin oğlu ve bir kavmin himayesinde bulunan âzâdlı kölesi kendilerindendir"

 

27-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ensâr'ı çağırdı da:

— "İçinizde sizden başka bir kimse var mı?" diye sordu. Ensâr:

  Hayır, bir kızkardeşimizin oğlundan başka kimse yoktur, dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Bir kavmin kızkardeşlerinin oğlu, kendilerindendir" buyur­du [34].

 

9- Zemzem Kıssası Babı

 

Bu bâbm içinde Ebû Zerr'in İslâm'a girmesi de vardır [35].

 

28-.......Bana Ebû Cemre tahdîs edip şöyle dedi: İbn Abbâs bize:

— Ebû Zerr'in İslâm'a girişini size haber vereyim mi? diye sordu. Biz de:

  Evet, haber ver, dedik. İbn Abbâs şöyle anlattı:

— Ebû Zerr şöyle dedi: Ben Gıfâr kabilesinden bir kimse idim. "Mekke'de bir adam çıkmış, peygamber olduğunu iddia ediyormuş" haberi bize ulaştı. Ben de kardeşim(Uneys)e:

— Haydi (Mekke'ye) şu adama git, görüş ve O'nun haberini ba­na getir, dedim.

Kardeşim gitti, Rasûlullah'a kavuştu. Sonra dönüp geldi. Kar­deşime:

  Sende ne haber var? diye sordum. O da:

— Vallahi bir adam gördüm, O hayırla emrediyor, şerrden neh-yediyor, dedi.

Kardeşime:

  Gönlüme şifâ verir bir haber getirmedin! dedim.

Ve kendim bir dağarcık, bir de asâ aldım. Sonra Mekke'ye yö­neldim. (Mescide girdim.) Fakat ben Rasûlullah'ı tanımıyordum; O'nu başkasına sormak da istemiyordum. Zemzem suyu içiyor, mescidde bulunuyordum.

Ebû Zerr devamla şöyle dedi: Bu sırada yanıma Alî uğradı ve:

  Bu adam yabancı gibidir! dedi. Ben de:

  Evet yabancıyım, dedim. Alî;      

  Öyleyse bizim eve buyur! dedi.

Ebû Zerr dedi ki: Alî'nin beraberinde yürüdüm. (Sabaha kadar) o bana birşey sormadı. Ben de ona haber vermiyordum. Sabahlayın­ca (kalktım), Rasülullah'ı sormak için kuşluk vakti mescide gittim. Fakat hiç kimse bana O'na dâir birşey bildirmiyordu.

Ebû Zerr devam edip dedi ki: Bana yine Alî uğradı ve:

— Bu adam için henüz yerini öğrenmesi zamanı gelmedi mi (yâ-nî hâlâ garîb mi; bir yer bulup yerleşemedi mi)? diye sordu.

Ben de:

  Hayır (burada ikaamet niyetinde değilim), dedim. Alî:

  Beraberimde yürü (bize gidelim), dedi. (Gittik. Evde) Alî:

— Senin işin nedir, seni bu beldeye getiren şey nedir? diye sordu. Ben de:

— Gizli tutacağına bana söz verirsen, sana haber veririm, dedim. Alî:

  Emîn ol, öyle yaparım, dedi. Ben de ona şöyle anlattım:

— Burada peygamber olduğunu iddia eden bir adam çıkmış ol­duğu haberi bize ulaştı. Onunla konuşmak üzere kardeşimi gönder­dim.  Fakat kardeşim dönüp geldi; getirdiği haber bana kanâat vermedi. Bunun üzerine kendim bu zâta varıp yüzyüze kavuşmak is­tedim, (buraya geldim).

Alî:

— Şübhesiz sen hidâyete mazhar oldun. (Bu zât Allah'ın Rasû-lü'dür. Sabahleyin ben O'nun yanma gideceğim, sen de ardımca gel, dedi. Sabah olunca Alî:) İşte ben Rasûlullah'ın yanma gidiyorum, arkamsıra gel, benim girdiğim yere sen de gir! Şayet ben (yolda) sa­na zarar vereceğinden korktuğum birisini görürsem, ayakkabımı dü­zeltir gibi bir duvara yönelik dururum. Sen (durma) git. (Ben yürüyüp nereye girersem, sen de oraya gir!) dedi.

Alî gitti. Ben de onun beraberinde gittim. Nihayet o, Peygam-ber(S)'in huzuruna girdi. Ben de beraberinde girdim. Hemen Peygam-ber'e:

  Bana İslâm'ı öğret! dedim.

O da İslâm'ı telkîn etti. Ben de bulunduğum yerde hemen müslü-mân oldum. Bunun üzerine Peygamber bana:

  "Yâ Ebâ Zerr, bu işi gizli tut ve memleketine dön git. Sonra sana bizim meydana çıktığımız haberi ulaşınca hemen gel!" buyurdu.

Ben de:

— Seni hakk peygamber olarak gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben bu Şehâdet Kelimesi'ni o müşriklerin ortasında (muhakkak) haykıracağım! dedim.

Râvî İbn Abbâs dedi ki: Kureyş mescidde toplu bir hâlde iken Ebû Zerr mescide geldi de:

— Ey Kureyş cemâati! Eşhedu en lâ ilahe ille İlâh ve eşhedu en-ne Muhammeden rasûlallah = Ben Allah'tan başka ibâdet edilecek hakk ma'bûd olmadığına şehâdet ediyorum; Muhammed'in O'nun kulu ve rasûlü olduğuna da şehâdet ediyorum, dedi.

Kureyş müşrikleri de:

— Saldırın şu Sâbiî'ye! dediler de kalktılar ve ölmem için sıra dayağına çekildim.

Bu sırada Abbâs bana yetişip üzerime kapandı. Sonra onlara dön­dü de:

— Veyl sizlere Gıfâr'dan bir adamı öldürüyorsunuz. Gıfâr ise si­zin ticâret yeriniz ve yolunuz Gıfâr üzerindedir, dedi.

Bunun üzerine Kureyşliler benden çekildiler. Ertesi gün sabah vakti ben yine Mescide gittim. Ve dünkü gibi yine İslâm şehâdetini i'lân ettim. Onlar da yine:

  Kalkın, şu Sâbiî'ye hücum edin! dediler.

Bana dün yapılanın benzeri öldüresiye bir dayak daha atıldı. Ab­bâs yine imdadıma yetişip üzerime kapandı. Kureyş'e dün söylediği makaalesinin benzerini söyledi.

. Râvî İbn Abbâs: İşte zikredilen bu vak'a, Allah kendisine rah­met eylesin, Ebû Zerr'in İslâm'a girmesinin evveli oldu, demiştir [36].

 

10- Kahtân İsminin Zikri Babı

 

29-.......Ebû Hureyre(R)'den: Peygamber (S): "Kahtân oğulları'ndan bir kişi çıkıp insanları asâsıyle sevk ve idare etmedikçe kı­yamet kopmayacaktır" buyurmuştur [37].

 

11- Nehyolunan Câhiliyet Da'vâsi Babı [38]

 

30-.......Câbir (R) şöyle diyordu: Biz Peygamber'in beraberin­de gazveye (Mureysî seferine) çıkmıştık. Muhacirlerden birtakım in­sanlar da toplanmış, Peygamber'in beraberinde sefer etmişti. Hattâ Muhacirler (Ensâr'dan) çok oldular. Muhacirlerden şakacı bir kimse vardı. Bu zât Ensâr'dan birisinin kıçına (şaka olarak) vurmuştu. En-sârî bundan aşırı derecede öfkelendi. Nihayet (kavga başladı) iki ta­raf da kendi kabilelerini imdada çağırdılar. Ensâr'dan olan kimse:

  Ey Medîneliler, imdadıma koşunuz! diye feryâd etti. Muhacir şakacı da:

  Ey Muhacirler, imdadıma geliniz! diye bağırdı. Bu sesler üzerine Peygamber (S) çıktı ve:

  "Câhiliyet ahâlîsinin çığlığı ile bağırmak ne oluyor?" buyurdu. Sonra da:

  "Onların işi nedir (neden câhiliyet âdetiyle çağırışıyorlar)?" diye sordu.

Bir Muhâcir'in Ensâr'dan birisine şaka ile vurduğu kendisine ha­ber verildi.

Râvî dedi ki: Bunun üzerine Peygamber:'

  "O Câhiliyet çığlığını bırakınız! Soyunu çağırmak (onunla hakk kazanmak) kötü bir şeydir" buyurdu.

(Münafıkların başı olan) Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl de:

— Şunlar bizim Medine halkı üzerine Muhâcirler'i ayaklandır­mak mı istiyorlar? Yemîn olsun eğer biz Medine'ye dönüp varırsak, Medîne'nin en azîz olanı (gûyâ kendisi), onlardan en zelîl olanı (gûyâ Peygamber'i) elbette ve muhakkak Medine'den çıkaracaktır, dedi.

Bunun üzerine Umer, İbn Übeyy için:

  Ey Allah'ın Elçisi! Şu habîsi öldürmez miyiz? dedi. Peygamber:

— "İnsanlar 'Muhammed kendi sahâbîlerini öldürtür oldu'di­ye dedikodu etmesin!" buyurdu [39].

 

31-.......Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan: Peygamber (S): "Kim avuç içi ile yanaklarını, yüzünü döver, yakalarını yırtar ve Câhiliyet âdeti üzere bağırır çağırırsa, o kimse bizden değildir" buyurmuştur [40].

 

12- Huzâa Kıssası Babı [41]

 

32-.......Bize İsrâîl, Ebû Husayn'dan; o da Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S): "Amr ibnu Lu­hayy ibniKam'a ibn Hındif, Huzâa kabilesinin (büyük) babasıdır" buyurmuştur [42].

 

33-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den işittim, o şöyle dedi: Bahîra, sütü tâğûtlara, şeytânlara âid olmak üzere sütünden insanların faydalanması men' olunan yânı haram kılınan devedir. Artık bundan sonra bu devenin sütünü insanlardan hiçbir kimse sağamazdı. Sâibe ise Câhiliye Arablan'nın taptıkları putları için adayıp salıverdikleri devedir. Artık onun üzerine hiçbir yük yüklenmez. Saîd ibnu'I-Müseyyeb dedi ki: Ebû Hureyre şöyle dedi: Pey­gamber (S): "Ben (kusûf namazı kılarken) cehennemde Huzâalı Amr ibn Âmir ibn Luhayy 'ı kendi bağırsaklarını ateş içinde sürükler hâlde gördüm. Çünkü o develeri putlar için salma adağı yapanların ilki idi" buyurdu [43].

 

13- Zemzem Kıssası Ve Arab Kavminin Cahilliği Babı [44]

 

34-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Arab kavminin cahilli­ğini bilmen seni sevindirdiği zaman el-En'âm Sûresi'ndeki yüzotu-zuncu âyetin üst tarafını oku: "İlimsizlik yüzünden çocuklarını beyinsizce öldürenlerle Allah 'in kendilerine ihsan ettiği (halâl) rızkı, Allah 'û iftira ederek, haram sayanlar muhakkak ki maddî ve ma 'nevîen büyük zarara uğramıştır. Onlar şübhesiz ki, sapmışlardır ve (on­dan sonra) doğru yolu da bulamamışlardır" (ei-En'âm: 140) [45].

 

14- Kendini İslâm'daki Ve Câhiliyet Devrindeki Babalarına Nisbet Eden, Yânî Onlara Âid Olduğunu Söyleyen Kimse Babı

 

İbn Umer ile Ebû Hureyre, Peygamber(S)'in şöyle buyurduğunu söylediler: "Kerîm oğlu, kerîm oğlu kerîm oğlu kerîm, îbrâhîm Halîlullah oğlu, îshâk oğlu [46], el-Berâ ibn Âzib de Peygamber(S)'in: "Ben Abdulmuttalib oğluyum" buyurduğunu söylemiştir.

 

35-....... Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: "Sen enyakın hısımlarını (Allah'ın azabı ile) korkut" (eş-şuarâ: 214) âyeti indiği zaman, Peygamber (S) Kureyş'in soylu boylarını: "Ey Fihr oğulları, ey Adiyy oğullan!.." diye oymak oymak çağırmaya başladı [47].

el-Buhârî dedi ki: Bize Kabîsa söyledi: Bize Sufyân es-Sevrî, Ha-bîb ibn Ebî Sâbit'ten; o da Saîd ibn Cubeyr'den haber verdi ki, İbn Abbâs şöyle demiştir: ' 'Sen (ilkin) en yakın hısımlarını Allah 'in aza­bı ile korkut" (eş-Şuarâ: 214) âyeti indiği zaman, Peygamber (S) kendi aşiretini kabile kabîle çağırmaya başladı [48].

 

36- Bize Ebû'l-Yemân tahdîs etti. Bize Şuayb haber verdi: Bize Ebû'z-Zinâd, el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) - eş-Şuarâ: 214. âyeti indiği zaman- şöyle buyurmuş­tur: "Ey Abd Menâf oğulları! Allah'tan kendinizi ibâdet bedelinde satın alarak kurtarınız! Ey Zubeyr ibnu'l-Avvâm'ın anası ve Rasû-lullah'ın halası (Abdulmuttalib kızı Safiyye)/Ey Muhammed'in kızı Fâîıma! Sizler de kendilerinizi Allah'tan ibâdet mukaabilinde satın alınız da azabından kurtulunuz! Allah'ın azabından kurtulmanız için ben, Allah tarafından verilmiş hiçbir nüfuza mâlik değilim. Malım­dan istediğiniz şeyi benden isteyin!"[49].

 

15- Habeş Kıssası Ve Peygamber(S)'İn: "Ey Erfide Oğulları!" Kavli Babı

 

37-.......Bize el-Leys, Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Urve'den; o da Âişe'den tahdîs etti ki, Minâ günlerinde yanında şarkı söyleyen, def vurup def çalan iki kız varken yanına Ebû Bekr girmiş. Bu sırada Peygamber de örtüsüne bürünmüş, yatağına uzanmıştı. Ebû Bekr o kızları azarlamış. Peygamber (S) hemen yüzünden örtüyü aç­mış ve Ebû Bekr'e hitaben:

  "Yâ Ebâ Bekr, onlara ilişme, çünkü bu günler bayram gün­leridir; bu günler Minâ günleridir" buyurmuştur.

Yine bu senedle Âişe şöyle demiştir: Ben Peygamber'i şu hâlde gördüm: Habeşliler mescidde oyun oynuyorlar, ben de onlara bakı­yordum, Peygamber de (ben oyunlarım seyredebileyim diye kendi ri-dâsıyle -örtüsüyle-) beni perdeliyordu. Habeşliler'i Umer azarlayıp kovmağa kalktı. Bunun üzerine Peygamber (S) Umer'e hitaben:

  "Bırak onlara" (Ve Habeşliler't de:) "Emniyetli olarak oyu­nunuza devam edin ey Er/ide oğulları!" buyurdu [50].

 

16- Nesebinin Sövülmemesini Arzu Eden Kimse Babı [51]

 

38-.......Aişe (R) şöyle demiştir: (Şâir) Hassan, Kureyş müş­riklerini hicvetmek hususunda Peygamber'den izin istemişti. Peygam­ber (S):

  "(Kureyş içindeki) benim nesebim nasıl olacak?" diye sordu. Hassan:

— Hiç şübhesiz ben Seni (yânî Sen'in soyunu) Kureyş soyları ara­sından, hamurdan kılın çekilmesi gibi muhakkak çeker çıkarırım, di­ye cevâb verdi.

Ve Urve babasından rivayet etti ki, babası Hişâm şöyle demiş­tir: Ben Aişe'nin yanında Hassân'a sövmeye davrandım. Âişe hemen:

'Hassân'a sövme! Çünkü o Peygamber'i müdâfaa eder idi" dedi [52].

 

17- Rasûlullah'ın İsimleri Hakkında Gelen Haberler İle Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:

 

"Muhammed Allah'ın Rasûlü'dür. O'nun maiyyetinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında

merhametlidirler..." (ei-Feth; 29);

"Meryem oğlu îsâ da bir zaman (şöyle) demişti: Ey İsrâîl oğulları, ben size Allah'ın rasûlüyüm. Benden evvelki Tevrat'ı tasdik edici; benden sonra gelecek bir rasûlü de -ki ismi Ahmed'dir- müjdeleyici olarak geldim..." (cs-saff- 6) [53].

 

39-.......Cubeyr ibn Mut'ım (R) şöyle demiştinRasûluIlah (S) şöyle buyurdu: "Bana mahsûs (ve ümmetlerce meşhur) beş isim vardır: Ben Muhammed'im ve Ahmed'itn. Ben o MâhVyim ki, Allah benim -(peygamberliğim)/^ küfrü mahvedecektir. Ben o Haşirdim ki (kıya­met gününde) insanlar beni ta'kıb ederek toplanacaklardır. Ben o Âkıb'ım ki, peygamberlerin sonuncusuyum" [54].

 

40-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizler hayret etmez misiniz? Bakınız Allah Kureyş'in söv­mesini ve la'netlemesini benden nasıl çevirip def ediyor? Ben Mu-hammed (adiyle tanınmış ve övülmüş) iken onlar (bunu değiştirerek) Muzemmem diye sebbederler veMuzemmem diye la'net ederler" [55].

 

18- Peygamberin "Hâtemıtn-Nebiyyîn" İsmi Babı [56]

 

41-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Benimle peygamberler zümresinin benzeri, şu kim­senin benzeri gibidir: O kişi bir ev yaptırmış ve binayı tamamlayıp süslemiş de yalnız bir tuğlası eksik kalmış. Bu vaziyette insanlar bi­naya girip gezmeye başlarlar. Ve (o eksik yeri görüp) hayret ederek: Şu bir tuğlanın yeri boş bırakılmış olmasaydı! derler" [57],

 

42-.......Ebû Hureyre(R)'den; Rasûlullah (S) şöyle buyurmuş­tur: "Şübhesiz benim meselimle benden önceki peygamberler züm­resinin meseli, şu kimsenin meseli gibidir ki, o kimse bir ev yaptırmış ve onu süsleyip güzelleştirmiş; yalnız bir köşede bir kerpiç yeri boş bırakılmış. Akabinde insanlar evi dolaşmaya, evi takdirle beğenmeye ve: Keşke şu tek kerpiç de yerine konulsaydı! demeye başlarlar". Rasûlullah: "îşte ben, o (yeri boş bırakılan) kerpicim; ben Hâte-mu'n-Nebiyyîn'im (peygamberlerin sonuyum)" buyurdu [58].

 

19- Peygamber(S)'İn Vefatı Babı

 

43-.......Bizeel-Leys, Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; odaUrve ibnu'z-Zubeyr'den; o da Âişe(R)'den, Peygamber (S) altmış üç yaşında vefat etti, diye tahdîs etti.

(Yukarıda geçen sened ile) İbn Şihâb: Ve bana Saîd ibnu'l-Müsey-yeb, yukarıki hadîsin benzerini haber verdi, demiştir [59].

 

20- Peygamber(S)İn Künyesi Babı

 

44-.......Enes (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) çarşıda idi. Bir kimse:

  Yâ Eba'l-Kaasım! diye seslendi. Peygamber ona dönüp baktı da;

  "Benim öz adımla ad koyunuz. Fakat künyemle künyelenme-viniz" buyurdu.

 

45-.......Câbir(R)'den: Peygamber (S): "Benim (Muhammed, Ahmed gibi) bir adımla ad koyunuz, fakat künyem ile künyelen-meyiniz" buyurmuştur.

 

46-.......îbn Şîrîn şöyle demiştir: Ben Ebû Hureyre'den işittim, şöyle diyordu: Ebu'l-Kaasım (S): "Benim ismimle ad koyunuz, fa­kat künyemle künyelenmeyiniz" buyurdu [60].

 

21-Bâb

 

(Bu, geçen bâbdan bir fasıl gibidir.)

 

47-.......Bize el-Fadl ibnu Mûsâ, el-Cuayd ibn Abdirrahmân'dan haber verdi (o, şöyle demiştir): Ben es-Sâib ibn Yezîd'i doksan-dört yaşında, bünyesi sağlam, çevik, boyu boşu dimdik olduğu hâlde gördüm. es-Sâib ibn Yezîd şöyle dedi: Pek iyi bilmişimdir ki, (şu ya­şımda) kulağımla, gözümle (işitip görerek) faydalandırılmış olmam, ancak Rasûlullah'ın duası (bereketi) iledir. Hakîkaten (çocukluğum­da).teyzem beni Rasûlullah'ın huzuruna götürmüştü de O'na:

— Yâ Rasûlallah, kızkardeşimin oğlu rahatsızdır. Onun için Al­lah'a duâ etseniz! demişti.

Râvî dedi ki: Bunun üzerine Rasûlullah (S) bana duâ etti (de vü­cûdum zinde, duyu organlarım sağlam olarak yaşıyorum) [61].

 

22- Peygamberlik Mührü Babı

 

48-.......el-Cuayd ibn Abdirrahmân şöyle demiştir: Ben es-Sâib ibn Yezîd'den işittim, şöyle dedi: Teyzem beni Rasûlullah'ın yanına götürdü de:

— Yâ Rasûlallah, kızkardeşimin oğlu hastadır, dedi.

Rasûlullah (S) başımı sıvazladı ve bana bereketle duâ etti. Son­ra abdest aldı. Ben de abdest suyundan içtim. Sonra arka tarafında durdum. Ve iki küreği arasındaki Peygamberlik Mührü'nü gördüm [62].

Ubeydullah: "el-Hucle", at cinsinin iki gözü arasında olan be­yazlıklardan bir beyazlıktır, dedi. İbrâhîm ibn Hamza da: Peygam­berlik Mührü, zifaf yânı gerdek çadırının iri düğmesi hey'etinde ve mikdârmda idi, dedi [63].

 

23- Peygamber(S)'İ Sıfatlamak Babı [64]

 

49........ Ukbe ibnu'l-Hâris (R) şöyle demiştir: (Peygamber'in vefatından birkaç gün sonra) Ebû Bekr (R) ikindi namazını kıldı. Sonra mescidden çıkıp (Alî'yle beraber) yürüyordu. (Yolda Alî'nin oğlu) Ha-sen'i gördü. Hasen çocuklarla oynuyordu. Ebû Bekr, Hasen'i omu-zuna aldı ve:

— Peygamber'e benziyen Alî'ye benzemiyen (yavru), babam sana feda olsun! dedi.

Alî ise gülüyordu [65].

 

50-.......Bize İsmâîl tahdîs etti ki, Ebû Cuhayfe (R): Ben Pey­gamber'i gördüm, el-Hasen O'na çok benziyordu, demiştir.

 

51-.......Bize İsmâîl ibn Ebî Hâlid tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Cuhayfe(R)'den işittim, şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'i gördüm, el-Hasen ibn Alî O'na benzerdi.

Ebû Cuhayfe'nin râvîsi îsmâîl ibn Ebî Hâlid dedi ki: Ben Ebû Cuhayfe'ye:

— Peygamber'i bana vasıflayıp bildir, dedim. O da şöyle vasıfladı:

— Peygamber beyazdı. Siyah saçına beyaz karışmıştı. Peygam­ber bize (yânî Benû Suvâe hey'etine) onüç dişi deve (hediye) verilme­sini emretti.

Râvî Ebû Cuhayfe dedi ki:

— Fakat biz bu develeri teslim almadan önce Peygamber (Tanrı dîvânına) alındı [66].

 

52-.......Bize İsrâîl, Ebû İshâk'tan tahdîs etti ki, Vehb ibn Cu­hayfe es-Suvâî (R): Ben Peygamber(S)'i gördüm, O'nun alt dudağı­nın altında biraz beyazlık gördüm, demiştir [67].

 

53-.......Bize Harîz ibnu Usmân tahdîs etti ki, kendisi Peygamber'in arkadaşı olan Abdullah ibn Büsr'e:

  Sen Peygamber'i gördün mü, yaşlı mı idi? diye sormuş. Abdullah ibn Büsr de:

  (Evet gördüm.) Alt dudağı ile çenesi arasında birkaç beyaz saç teli bulunuyordu, demiştir [68]

 

54-.......Rabîa ibnu Ebî Abdirrahmân şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik'ten işittim, o Peygamber(S)'i vasıflıyor, şöyle diyordu: Pey­gamber kavminin orta boylusu idi. Çok uzun da değil, kısa da değil­di. Ezheru'I-levn idi (yânı teni kırmızı rengi iyice emmiş beyazdı). Kireç gibi duru beyaz da değildi, kara yağız da değildi. (Su'dânlılar gibi) kıvırcık, kısa saçlı değildi. Düz ve uzun saçlı da değildi. O, mu'tedil sarkık saçlı idi. Ona kırk yaşında (vahy) indirildi. Vahy indirilmekte olduğu hâlde Mekke'de on yıl ikaamet etti, Medine'de on yıl (yaşa­dı); başında ve sakalında yirmi tel ak saç bulunmayarak.

Rabîatu'bnu Ebî Abdirrahmân yukarıdaki senedle şöyle demiş­tir: Ben Peygamber'in saçından birazını gördüm, kırmızı idi. Enes ibn Mâlik'e:

— Peygamber saçını boyadı mı ki, bu gördüğüm saçlar kırmızı idi? dedim.

Bana:

— (Hayır boyamadı.) O saçlar başına sürdüğü kokudan dolayı kırmızı olmuştur, denildi [69].

 

55-.......Rabîa, Enes ibn Mâlik'ten şöyle derken işitmiştir: Ra­sûlullah (S) ifrat derecede uzun da değil, kısa boylu da değildi. O süt gibi safî beyaz da değil, karayağız da değildi. O kısa kıvırcık saçlı da değil, düz uzun saçlı da değildi. Kırk yaşını doldurunca Allah O'-nu peygamber gönderdi. (Peygamberliğinde) on sene Mekke'de, on sene de Medine'de ikaamet etti. Başında ve sakalında yirmi tel ak saç bulunmayarak Allah onu vefat ettirdi [70].

 

56-.......Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-BerâibnÂzib(R)'den işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S) sîmâca insanların en güzeli idi. (Ahlâk i'tibâriyle de en güzeli idi.) Vücûd yaratılışı cihetiyle de insanların (insan tiplerinin) en güzeli idi. O ne çok uzundu, ne de kısa boylu idi [71].

 

57-....... Katâde şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik'ten:

  Peygamber (S) saçını boyadı mı? diye sordum. Enes:

— Hayır boyamadi; çünkü biraz beyazlık O'nun yalnız -iki gö­züyle iki kulağı arasına dökülen iki zülfünde vardı, dedi [72].

 

58-.......el-Berâ ibnu Âzib (R) Peygamber'i şöyle vasfetmiştir:

Peygamber (S) uzunla kısa boy arası mu'tedil bir endamda yaratıl­mıştı. O'nun iki omuzu arası genişti. İki kulağı yumuşağına kadar inen gür saçı vardı. Ben bir defasında Peygamber'i kırmızı (ve yeşil çubuklu) bir libâs içinde görmüştüm. Kat'î olarak derim ki, ben gü­zellikte O'na denk olabilecek hiçbir şey görmedim.

Râvîlerden Yûsuf ibn Ebî İshâk, babası Ebû Ishâk'tan: Kürek kemiği ile kol başının kavuştuğu yere yânı omuz başlarına kadar uza­nan gür saçı vardı, demiştir [73].

 

59-....... Ebû İshâk şöyle demiştir: el-Berâ ibn Azib'e:

— Peygamber(S)'in yüzü kılıç gibi (parlak) mı idi? diye soruldu.

— Hayır, kılıç gibi değil, ay misâli (parlak ve toparlak çehreli) idi, dedi [74].

 

60-.......el-Hakem ibn Uteybe şöyle demiştir: Ben Ebû Cuhayfe(R)'den işittim, o şöyle dedi: Rasûlullah (S) güneşin en sıcak zama­nı gün ortasında Bathâ mevkiine çıktı ve abdest aldı. Sonra önünde ucu demirli bir harbe olduğu hâlde öğle ve ikindi namazlarını ikişer rek'at kıldırdı.

el-Hakem senedde şunu hatırladı: Avn, babasından; o da Ebû Cu-hayfe'den rivayet etti. O şöyle demiştir: O harbenin ardından geç­mekte olan kadın geçer idi. (Peygamber çadırdan çıktı.) İnsanlar kalktılar ve Peygamber'in iki elini tutmaya, yüzlerine sürmeye baş­ladılar. Ebû Cuhayfe dedi ki: Bu sırada ben de Peygamber'in yanma sokuldum, elini elime aldım ve onu yüzüme götürüp sürdüm. Bir de gördüm ki, Peygamber'in eli (o sıcak zamanda) kardan daha serin, miskten daha güzel kokulu idi [75].

 

6l-.......Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) insanların en cömerdi idi. En cömert olması da ramazânda Cibril ken­disine kavuştuğu zaman görülürdü. Cibrîl, ramazânın her gecesinde Rasûlullah ile buluşur da kendisiyle Kur'ân'ı müzâkere ederdi. Şüb-hesiz ki işte bundan dolayı Rasûlullah, insanların yararı için gönde­rilen rüzgârdan daha cömert idi (Muhtaçlara daha çok ve daha çabuk yetişirdi) [76].

 

62-.......Bana İbnu Şihâb, Urve'den; o da Âişe'den haber ver­di ki, Rasûlullah (S) sevinmiş olarak ve yüz çizgileri parlar bir hâlde Aişe'nin yanına girip şöyle buyurmuştur:

— "(Yâ Âişe!) Mudlic kabilesinden olan zâtın (iz sürücü Mü-cezziz'in) Zeyd ile Usâme için söylediği sözü işitmedin mi? O (uyu­makta olan) Zeyd ile Usâme'nin ayaklarını gördü de: Muhakkak bu ayaklar birbirindendir, dedi" [77].

 

63-...,... Abdullah ibn Ka'b şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn Mâlik'ten işittim. O Tebûk seferinden geri kaldığı zamanı tahdîsederek şöyle dedi: Rasûlullah'a selâm verdiğim zaman yüzü sevinçten şim­şek çakar (gibi parlar) bir hâlde idi... Esasen Rasûlullah Allah tara­fından sevindirildiği zaman yüzü parlardı, hattâ o yüz bir ay parçasına benzerdi. Biz de sevinçli bir vahiy geldiğim O'nun bu sevimli sîtnâ-sından anlardık... [78].

 

64-....... Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Ben devirden devire ve aileden aileye (süzüle süzüle) geçen Âdem oğulları soylarının en te­mizinden naklolundum. Nihayet şu içinde bulunduğum topluluktan (Hâşimî soyundan) meydana çıktım" [79].

 

65-.......Ibn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah, İbn Abbâs(R)'tan şöyle haber verdi: Rasûlullah (S) alın saçla­rını alnının üstüne bırakırdı. Müşrikler ise başlarının saçlarını alnın iki tarafına ayırırlardı. Kİtâb ehli olanlar da başlarının saçlarını alın­larına salıverirlerdi. Rasûlullah, hakkında hiçbirşey ile emrolunma-dığı hâllerde kitâb ehline uygun olmayı severdi. Sonraları Rasûlullah da başının saçını iki tarafa ayırıp bıraktı [80].

 

66-.......Abdullah ibn Amr (R): Peygamber (S) sözünde, fiil ve hareketinde taşkınlık yapıcı seciyede değildi. Taşkınlığı zorlanarak da yapıcı değildi, demiştir. Abdullah herkese: İyi biliniz ki, sizin en güzel huylunuz, en hayırlı olanınızdır, der idi [81].

 

67-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -dünyâ, işlerinden iki şey arasında muhayyer kalındığında muhakkak onlardan -günâh olmadığı müddetçe- en kolay olanını alırdı. Eğer günâh gerektirecek olursa, o kolay şeyden insanların en uzak bulunanı Rasûlullah olur­du. Rasûlullah kendisi için kîn tutup öc almamıştır. Ancak Allah'ın hürmetine saygısızlık edilmesi hâli müstesnadır. İşte bu hâlde yapı­lan hürmetsizlik sebebiyle Allah için (öfkelenir), intikaam alırdı [82].

 

68-.......Enes ibn Mâlik (R): Ben hayâtımda Peygamber(S)'in elinden daha yumuşak hiçbir ipeğe, hiçbir dîbâca el sürmedim. Yine ben ömrümde Peygamber'in kokusundan daha hoş, daha temiz bir koku da asla koklamadım, demiştir [83].

 

69-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R), haya cihetiyle kendi köşesinde oturan bakire kızdan daha çok utangaçtı, demiştir [84].

 

70-.......Bize Şu'be, senedi ve metni bundan evvelki hadîse ben­zeyen hadîsi tahdîs etti. Bu rivayette şunu ziyâde etti: Rasülullah (S) birşeyden hoşlanmazsa (onu sahibinin yüzüne vurmazdı), hoşnûdsuz-luğu (yalnız) yüzünde görülüp bilinirdi.

 

71-.......Ebû Hureyre (R): Peygamber (S) hiçbir zaman hiçbir yemeği ayıplamadı. Yemeyi arzu ederse onu yerdi, arzu etmezse bı­rakırdı, demiştir.

 

72-....... Ibnu Buhayne (denmekle ma'rûf olan) Abdullah ibn Malık el-Esedî (R): Peygamber (S) namaz kılarken secde ettiği za­man, koltuk altım göreceğimiz derecede pazularımn arasını açardı, demiştir,.

Bu hadîsin râvîlerinden îbnu Bukeyr de: Bize Bekr ibnu Mudar: Koltuk altı aklığını görecek derecede... şeklinde tahdîs etti, demiştir.

 

73-....... Bîze Saîd, Katâde'den tahdîs etti ki, onlara da Enes (R) şöyle tahdîs etmiştir: Peygamber (S) hiçbir duasında ellerini yu­karıya kaldırmazdı, yalnız yağmur duasında kaldırırdı. Çünkü Peygamber bunda (ellerini) koltuklarının beyazı görülünceye kadar kaldırırdı [85].

 

74-.......Mâlik ibn Mığvel tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Avn ibn Ebî Cuhayfe'den işitittim. O, babası Ebû Cuhayfe'nin şöyle de­diğini zikretti: Ben Peygamber'in yanına sokuldum. Peygamber el-Ebtâh mevkiinde bir kubbe yânî yuvarlak bir çadır içinde idi, öğle­nin sıcak zamanında Bilâl dışarı çıkıp namaza nida etmişti. Sonra içe­ri girdi ve Rasûlullah'ın- abdest suyunun artanını dışarı çıkardı. İnsanlar o suyun üzerine düşüp ondan bir parça alıyorlardı. Sonra Bilâl tekrar çadıra girdi ve ucu demirli bir harbe çıkardı. Bu sırada Rasülullah da dışarıya çıktı. Bacaklarının aklığı hâlâ gözümün önün­dedir. Bilâl o harbeyi çadırın dışında bir yere dikti. Sonra Rasülullah (S) seferi olarak öğle namazım iki rek'at, ikindi namazını da iki rek'-at kıldırdı. O sırada önünden eşek ve kadın geçerdi [86].

 

75-.......Bize Sufyân, ez-Zuhrî'den; o da Urve'den tahdîs etti ki, Âişe (R):

— Peygamber (S) bir sözü, bir hâdiseyi tahdîs eder anlatırdı. An­latırken O'nun sözlerini bir sayıcı kişi saysaydı, muhakkak sayabilir­di, demiştir.

Ve el-Leys şöyle dedi: Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan tahdîs etti ki, o şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, teyzesi Âi­şe ona:

— Birşey anlatacağım, bilmem sana hayret verir mi? diye şöyle söylemiş:

— Buraya Fulân'ın babası (Ebû Hureyre) geldi. Odamın şu ta­rafına oturdu. (Sözüne hiç aralık vermeksizin devamlı) Rasûlullah'-tan hadîs söyleyip, bunları bana duyurmak istiyordu. Hâlbuki ben nafile namazı kılıyordum. Ben ibâdetimi bitirmeden kalktı gitti. Eğer ben (ibâdetimi tamamlayıp da) ona yetişebilseydim, muhakkak onu (böyle aralıksız söylemekten) men' edecektim. İyi bil ki, Rasûlullah, sözü sizin sözünüzü zincirlediğiniz gibi birbirine ekleme suretiyle söyler değildi, demiştir [87].

 

24- Bâb: Peygamber(S)'İn Gözü Uyur, Kalbi Uyumazdı

 

Bu hadîsi Saîd ibn Mînâ, Câbir'den; o da Peygamber'den rivayet etmiştir [88].

 

76-....... Ebû Seleme ibn Abdirrahmân, Âişe(R)'ye:

— Rasûlullah'ın ramazândaki (gece) namazı nasıldı? diye sordu. Âişe:

— Rasûlullah (S) ne ramazânda, ne de ramazândan gayrı (gece­lerde onbir rek'at üzerine ziyâde eder değildi. Rasûlullah (evvelâ) dört rek'at kılardı. Artık o rek'atlerin güzelliğinden ve uzunluğundan sor­ma! (O, suâlden ve cevâbdan müstağnidir.) Sonra dört (rek'at daha) kılardı. Bunların da güzelliğinden ve uzunluğundan sorma. Sonra üç rek'at kılardı. Ben:

  Yâ Rasûlallah! Vitr namazından önce uyur musun? diye sordum.

Rasûlullah:

  "Benim gözüm uyur, hâlbuki kalbim uyumaz" buyurdu [89].

 

77-.......Şerîk ibn Abdillah ibn Ebî Nemir şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik'ten işittim. O, Peygamber'in Ka'be Mescidi'nden geceleyin yürütüldüğü geceyi, bize şöyle tahdîs ediyordu: Kendisine vah-yedilmeden önce Harem Mescidi'nde uyurken üç kişi gelmiştir. Onlardan birincisi:

— O (yânı Muhammed) hangisidir? dedi. Diğeri:

— (Uyuyan) iki kişinin ortalarındakidir; O uyuyan üç kişinin ha-yırhsıdir, dedi. (Çünkü Muhammed iki kişi arasında uyumakta idi.)

O üç kişinin sonuncusu:

  (Göklere yükseltmek için) onların hayırlısını alınız! dedi.

İşte o gece ancak bu söylenen kıssa vâki' oldu. Peygamber, kal­binin görmekte olduğu şeyler içinde diğer bir gece onlar yine gelince­ye kadar onları görmedi. Peygamber'in gözleri uyur, kalbi uyumaz. Peygamberler böyledir; gözleri uyur, kalbleri uyumaz. Müteakiben Cib­ril O'na yaklaştı, sonra O'nu göğe çıkardı [90].

 

25- İslâm'da Peygamberlik Alâmetleri Babı [91]

 

78-.......Ben Ebû Recâ'dan işittim, şöyle dedi: Bize İmrân ibn Husayn (R) tahdîs etti ki, kendileri Peygamber'in beraberinde bir yol­culukta bulunmuşlar. Bütün gece yürümüşler. Nihayet sabahın yüzü yakın olduğu zaman gecenin sonunda konaklamışlar. Akabinde gözleri kendilerine gâlib olup 'tâ güneş yükselinceye kadar uyuyakalmışlar. Ebû Bekr uykusundan ilk uyanan kimse olmuş. Rasûlullah (S) ken­diliğinden uyamncaya kadar uykusundan uyandinlmazdı. Derken Umer uyandı. Ebû Bekr, Rasûlullah'ın başının yanında oturup tek­bîr getirmeye ve sesini yükseltmeye başladı. Nihayet Peygamber uyan­dı. (Biraz yürüdükten sonra) konakladı ve bizlere sabah namazını kıldırdı.

Bir adam topluluktan ayrılmış, bizimle namaz kılmamıştı. Pey­gamber namazdan ayrılınca:

  "Yâ Fulân! Bizimle beraber namaz kılmana mâni' olan ne­dir?" diye sordu.

O da:

  Bana cünüblük arız oldu, dedi.

Bunun üzerine Peygamber ona (temiz) toprakla teyemmüm et­mesini emretti. Sonra o şahıs teyemmüm edip namaz kıldı.

(Imrân şöyle devam etti:) Rasûlullah beni önündeki binek hay­vanına tahsis etti. Biz çok şiddetli bir susuzluğa uğradık. Biz su ara­mak üzere önden yürüdüğümüz sırada devesi üstünde iki büyük su kırbası ortasına oturup ayaklarını sarkıtmış bir kadınla karşılaştık. Kadına:

  Su nerede? diye sorduk. Kadın:

  Burada su yoktur, dedi. Biz kadına:

  Senin ehlinle su arasında ne kadar mesafe var? dedik. Kadın:

  Bir gündüz ve bir gece, dedi. Biz:

  Öyle ise Rasûlullah'ın yanma yürü! dedik. Kadın:

  Rasûlullah nedir? dedi.

İmrân dedi ki: Biz o kadının işinden hiçbirşeye mâlik olmaksı­zın nihayet onu Peygamber'in karşısına getirdik.

Kadın, Peygamber'e de bize söylediği şeylerin benzerini söyledi, şu kadar var ki, o, Peygamber'e yetîm çocukların sahibesi olduğunu da söyledi. Akabinde Peygamber, kadının su tulumlarının indirilme­sini emretti. Kırbaların aşağı taraflarındaki iki ağzını eliyle mesnetti. Biz çok susamış kırk kişi doyuncaya kadar su içtik ve beraberimizde bulunan her su kırbasını ve su kabını da doldurduk. Şu kadar ki, hiçbir deveye su içirmedik. Su tulumu ise, doluluktan hâlâ su sızdırır vazi­yette idi. Sonra Peygamber, yanında bulunanlara:

  "Yanınızdaki yiyecekleri getirin!" buyurdu.

Kadın için yiyecek parçaları ve hurmadan bir mikdâr toplandı (Bunlar bir bez içine konup kucağına verildi). Kadın gecikmiş olarak ka-bîlesi halkına vardı ve:

— Ben insanların en sihirbazına kavuştum; yâhud da O, dedik­leri gibi bir peygamberdir, dedi.

Sonra Allah o kadın yüzünden o kabileye hidâyet verdi de, ka­dın İslâm'a girdi; o evler topluluğu oba halkı da İslâm'a girdiler [92].

 

79-.......Enes (R) şöyle demiştir: Bir kerresinde Peygamber (S) Zevrâ'da iken kendisine bir kap su getirildi. Akabinde Peygamber elini kabın içine koydu. Hemen parmaklarının arasından su fışkır­maya başladı. Orada bulunan cemâat abdest aldılar.

Katâde dedi ki: Ben Enes'e:

— Orada kaç kişi idiniz? diye sordum.

O da: - Üçyüz, yâhud üçyüz kadar, diye cevâb verdi [93].

 

80-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'ı şöyle gördüm: İkindi namazının vakti yaklaşmıştı. Abdest suyu arandı, arayanlar suyu bulamadılar. Derken Rasûlullah'a abdest suyu geti­rildi. Rasûlullah elini bu su kabının içine koydu da insanlara bu kap­taki sudan abdest almalarını emretti. îşte bu sırada ben Rasûlullah'ın parmaklarının altından suyu fışkırıyor gördüm. İnsanlar, orada bu­lunanların en sonuna varıncaya kadar hepsi abdest aldılar.

 

81-.......Ben el-Hasen el-Basrî'den işittim, şöyle dedi: Bize Enes ibn Mâlik tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber (S), beraberinde sahâ-bîlerinden bir grup insan olduğu hâlde, seferlerinin birine çıktı. Top­luluk yürüyerek hareket ettiler. Nihayet namaz vakti geldi. Abdest alacakları bir su bulamadılar. Topluluktan bir kimse gidip içinde bi­razcık su bulunan bir kapla geldi. Peygamber onu tuttu da abdest aldı. Sonra dört parmağını o kap üzerine uzattı. Sonra: ''Kalkınız ve abdest alınız" buyurdu. Bunun üzerine topluluk abdest aldılar, ni­hayet hepsi almak istedikleri abdesti almaya ulaştılar. Abdest alan top­luluk yetmiş yâhud da yetmiş kadar idiler.

 

82-.......Enes (R) şöyle demiştir: Namaz vakti geldi. Evi mesci­de yakın olanlar kalkıp abdest almaya gittiler. Abdesti olmayan bir­takımları da kaldı. Peygamber(S)'e, içinde biraz su bulunan bir taş tekne getirildi. Peygamber avucunu içine koydu. Fakat tekne, içinde avucunu yayacak kadar geniş değildi; küçük geldi. Bunun için Pey­gamber parmaklarını yumdu da elini kabın içine koydu. Oradaki top­luluğun hepsi o teknenin suyundan abdest aldılar.

Râvî Humeyd dedi ki: Ben Enes'e: Abdest alanlar kaç kişi idi­ler? diye sordum. Enes: Seksen kişi idiler, diye cevâb verdi [94].

 

83-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Hudeybiye gü­nü insanlar çok susadı. Peygamber (S) de önünde deriden bir su kabı olduğu hâlde abdest alıyordu. İnsanlar O'ndan tarafa doğru koştu­lar. Peygamber:

  "Sizlere ne oluyor?" buyurdu. Onlar da:

— Yanımızda hiçbir su yoktur. Abdest alamıyor, su da içemi­yoruz. Yalnız Sen'in önündeki su var, dediler.

Peygamber hemen elini o deriden su kabının içine koydu, aka­binde parmaklarının arasından su pınarlar gibi kaynamağa başladı. Biz hem içtik, hem de abdest aldık.

(Râvî Salim ibn Ebî'I-Ca'd dedi ki:) Ben Câbir'e:

  Sizler kaç kişi iöiniz? diye sordum. Câbir:

— Eğer biz yüz bin kişi olsaydık, muhakkak o su bizlere yeter­di, biz binbeşyüz kişi idik, dedi [95].

 

84-.... el-Berâ (R) şöyle demiştir: Biz Hudeybiye günü bin dörtyüz kişi idik. Hudeybiye bir kuyudur. Biz oraya varınca kuyu­nun suyunu tamamen çekmiştik de içinde bir damla su bırakmamıştık. Peygamber (S) kuyunun kenarı üzerine oturdu. Akabinde biraz su istedi. Getirilen su ile ağzını çalkaladı ve çalkantı suyu kuyunun içi­ne püskürdü. Bunun üzerine biz uzak olmayarak biraz bekledik. Sonra bizler suya kanıncaya kadar su içtik, binek develerimiz de suya kan­dılar yâhud suya kanıp kamp döndüler [96].

 

85-.......Bize İmâm Mâlik, İshâk ibn Abdillah ibn Ebî Talha'dan haber verdi ki, o, Enes ibn Mâlik'ten şöyle derken işitmiştir: Ebû Talha, Ümmü Suleym'e hitaben:

— Yemîn olsun ben bu defa Rasûlullah'ın sesini zayıf olarak işit­tim. Kendisinde açlık olduğunu biliyorum. Yanında yiyecek birşey var mı? dedi.

Ümmü Suleym:

— Evet var, dedi ve arpadan yapılmış birkaç tane ekmek külçesi çıkardı.

Sonra bir baş örtüsü çıkardı da, onun bir kısmı ile ekmekleri sa­rıp dürdü. Sonra bohçayı benim elimin altına gizledi, örtünün bir kıs­mını da benim üstüme dürüp sarmaladı. Sonra beni Rasûlullah'ın yanına gönderdi.

Enes dedi ki: Ben de bunu götürdüm. Rasûlullah'ı mescidde buldum. Beraberinde insanlar vardı. Ben onların yanma varıp dikel­dim. Rasûlullah (S) bana:

  "Seni Ebû Talha mı gönderdi?" diye sordu. Ben:

  Evet, dedim. Rasûlullah:

  "Yemek sebebiyle mi?" dedi. Ben:

  Evet, dedim.

Bunun üzerine Rasûlullah beraberinde bulunanlara hitaben:

  "Kalkınız" buyurdu ve yürüdü; ben de önlerinde yürüdüm. Nihayet Ebû Talha'ya geldim ve durumu ona haber verdim. Ebû

Talha (annem) Ümmü Suleym'e:

— Yâ Ümme Suleym! Rasûlullah insanları getirmiştir. Hâlbuki onları doyurabileceğimiz birşey yoktur, dedi.

Ümmü Suleym:

  Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dedi.

Müteakiben Ebû Talha gitti, nihayet Rasûlullah'a kavuştu. Ra­sûlullah, Ebû Talha ile beraber geldi. Ve: -

  "Yâ Ümme Suleym! Yanında ne varsa getir!" buyurdu.

O da bu ekmekleri getirdi. Rasûlullah emretti ve ekmekler par­makla küçük küçük parçalara bölündü. Ümmü Suleym bir yağ tulu­mundan bu bölünen ekmek parçalarının üzerine yağ sıktı ve onu bulayıp katık yaptı. Sonra Rasûlullah o katık hakkında Allah'ın, söy­lemesini istediği şeyleri söyledi. Sonra:

  "On kişi için izin ver!" buyurdu.

Ebû Talha on kişiye izin verdi. Onlar doyuncaya kadar yediler, sonra dışarı çıktılar. Sonra:

  "On kişiye daha izin ver!" buyurdu.

Ebû Talha onlara da izin verdi. Onlar da doyuncaya kadar ye­dikten sonra dışarıya çıktılar. Sonra Rasûlullah tekrar:

  "On kişiye daha izin ver!"

Böylece cemâatin hepsi de yediler ve doydular. Hâlbuki bu top­luluk yetmiş yâhud seksen kişi idi [97].

 

86-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Biz (sahâbîler) âdet hilafı olan işleri bereket ve hayır sayardık. Siz ise bunlar(ın hepsi) korkutmak (için izhâr edilir) sanıyorsunuz. Biz bir seferde Ra­sûlullah ile beraber bulunduk. Suyumuz azalmıştı. Bunun üzerine Ra­sûlullah (S):

  "Haydi bana bir mikdâr su artığı bulup getiriniz!" dedi. Sahâbîler, içinde az bir mikdâr su bulunan bir kap getirdiler. Ra­sûlullah bu kabın içine elini koydu. Sonra sahâbîlere:

  "Haydi temiz ve mübarek suya geliniz! Suyun artışı ise Al­lah'tandır" buyurdu.

Ve yemîn olsun ben Rasûlullah'ın parmaklan arasından suyun kaynayıp aktığını gördüm. Ve yine yemîn olsun ki, biz (Rasûlullah'­ın yanında) yemek yenirken yemeğin Suhhânallah dediğini işitirdik [98]

 

87-.......Câbir ibn Abdillah (R), babasının, üzerinde borç ol­duğu hâlde vefat ettiğini tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Peygamber (S)'e gittim ve:

— Babam arkasında bir borç bıraktı. Benim yanımda da onun hurmalığının çıkaracağı mahsûlden başka birşey yoktur. O hurmalı­ğın birkaç seneler çıkaracağı mahsûl de babamın üzerindeki borcu ödemeye yetişmez. Onun için Sen benimle gel de, alacaklılar bana çir­kin söz söylemesinler, baskı yapmasınlar, dedim.

Nihayet Rasûlullah, topladığım hurma harmanlarından bir har­manın etrafında yürüyüp dolaştı, duâ etti. Sonra diğer bir yığının et­rafında dolaşıp duâ etti. Sonra hurma harmanının üzerine (yâhud yanma) oturdu da:

  "Borcu, bu harmandaki hurma yığınından çekip çıkarınız!" buyurdu.

Nihayet onların alacaklarını onlara tamamen ödedi ve onlara ver­diği kadar da arttı [99].

 

88-.......Ebû Bekr'in oğlu Abdurrahmân (R) şöyle tahdîs etmiş­tir: Ashâbu's-Suffe fakîr insanlardı. Peygamber (S) bir kerresinde:

— "Yanında iki kişilik yiyeceği olan (onlardan) bir üçüncüsü­nü; dört kişilik yiyeceği olan bir beşincisini yâhud da altıncısını (alıp) birlikte götürsün" buyurdu. Yâhud bu lâfızlara benzer lâfızla söyledi. Ebû Bekr (bunlardan) üçünü eve getirdi. Peygamber on kişiyi birlikte (alıp evine) götürdü. Ebû Bekr de üç kişiyi götürdü.

Abdurrahmân dedi ki: Bizim ev halkı ben, babam, annem, bir de bizim ev ile Ebû Bekr'in evinde ortaklaşa hizmet eden hizmetçi­den ibaretti...

(Râvî Ebû Usmân en-Nehdî:) 'Artık bir de benim zevcem" de­di mi, demedi mi bilemiyorum, demiştir.

(Yine Abdurrahmân dedi ki:) Ebû Bekr, Peygamber'in evinde (konuklarından ayrı olarak) akşam yemeğini yedi. Arkasından yatsı namazını kılıncaya kadar orada kaldı. Sonra (konuklarıyle birlikte kendi evine) döndü (ve konuklarını ağırlamasını ailesine emredip) Ra­sûlullah akşam yemeğini yiyinceye kadar -yâhud Rasûlullah'ın uy­kusu gelinceye kadar- yanında kaldı. (Sonra kendi evine döndü.) Geldiğinde gece Allah'ın dilediği kadar haylî ilerlemişti. Hanımı ona:

— Seni konukların yanında bulunmaktan alıkoyan nedir? diye sordu.

O da:

  Onlara yemek yedirdin mi? dedi. Oda:

  Sen gelmedikçe yemek yemiyeceklerini söylediler; hizmetçi­ler onlara yemek çıkardılar, fakat onlar hizmetçilere gâlib olup ye­meği kabul etmediler.

(Abdurrahmân dedi ki:) Ben savuşup saklandım. Ebû Bekr:

  Ey değersiz adam! dedi, beddua etti ve sövdü. Sonra kızgınca:

— Yiyiniz! diye emretti de: Ben bu yemekten ebeden verniyece-ğim, dedi.

Abdurrahmân dedi ki: Allah'a yemîn ederim, biz (yerken) hiç­bir lokmaya el uzatmazdık ki altından yemek daha ziyâde çoğalmış olmasın. Nihayet doydular. Yemek de yenmezden evvelki mikdârın-dan daha çok olarak duruyordu. Ebû Bekr yemeğe baktı. Bir de gör­dü ki, olduğu gibi duruyor. Belki de artmış! Hanımına:

  Ey Firâs oğulları'mn kızkardeşi! Bu nedir? dedi. O da:

— Ey gözümün nuru, şimdi o muhakkak evvelkinden üç kat da­ha ziyâdedir, dedi.

Bunun üzerine Ebû Bekr o yemekten yedi. Ve ettiği yemîni kas-dederek:

  O olan şey ancak şeytândan idi, dedi.

O yemekten bir lokma yedikten sonra Peygamber'e gönderdi. Yemek Peygamber'in yanında sabaha kadar durdu.

Bizimle bir kavim arasında bir barış ahdi vardı. Müddet son bul­muştu. (Bunun üzerine Medine'ye gelmişlerdi.) İçlerinden arîf (yânî kavminin söz sahibi) olarak oniki kişi ayırdık. Herbirİ ile beraber kaç kişi olduğunu ancak Allah bilir. Şu var ki, Rasûlullah o ariflerle, ar­kadaşlarının nasîbleri olan yemeği bu çanaktan yolladı.

Abdurrahmân dedi kî: İşte onların hepsi o yemekten yediler (de öyle ağırlandılar). Ebû Usmân: Yahûd Abdurrahmân'ın söylediği gibi, demiştir [100]

 

89-.......Enes (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) zamanında Medîne ahâlîsine bir kıtlık (yânî yağmursuzluk) isabet etti. Bir cumua günü Rasûlullah hutbe yaparken bir adam ayağa kalktı da:

— Yâ Rasûlallah! At sürüleri helak oldu, davar sürüleri mah­voldu. Allah'a duâ et de bize yağmur versin! dedi.

Rasûlullah hemen ellerini kaldırıp duâ etti.

Enes dedi ki: Gökyüzü ayna gibi parlak iken bir rüzgâr esti, bu­lut inşâ etti. Sbnra bulut toplandı. Sonra gökyüzü kırba ağızlarım salıverdi. Çıktık, evlerimize gelinceye kadar suya dala dala yürüdük. Öteki cumuaya kadar üzerimize yağmur hep yağıp durdu. Ertesi cu­mua yine o adam yâhud bir başkası Rasûlullah'a karşı ayağa kalktı da:

— Yâ Rasûlallah! Evler yıkıldı, Allah'a duâ et de yağmuru habsetsin! dedi.

Rasûlullah gülümsedi, sonra:

---"(Yâ Allah!) Etrafımıza yağdır, üzerimize değil" diye duâ etti.

Ben bulutlara baktım, Medîne'nin etrafı tâc gibi yarılıp sıyrıldi [101].

 

90-....... Bize Ebû Hafs tahdîs etti. Onun ismi Umer ibnu'l- Alâ'dır; Ebû Amr ibni'l-AIâ'mn kardeşidir. O şöyle demiştir: Ben Nâ­fi'den işittim, o da İbn Umer(R)'den: Peygamber (S) bir hurma kü­tüğüne dayanarak hutbe yapar idi. Minberi edinince o kütükten ayrıldı. Bu sırada kütük bir inleme sesi çıkardı. Peygamber hemen onun ya­nına geldi ve elini o kütüğün üzerine koyup sıvazladı (böylece inle­mesi sustu) [102].                       :

Ve Abdulhamîd şöyle dedi: Bize Usmân ibnu Umer haber verdi: Bize Muâz ibnu'1-Alâ, Nâfi'den bu hadîsi haber verdi.

Ve bu hadîsi Ebû Âsim da İbnu Ebî Verrâd'dan; o da Nâfi'den; o da îbn Umer'den; o da Peygamber(SVden olmak üzere rivayet et­ti [103].

 

91........ Ben babam Eymen el-Habeşî'den işittim; o da Câbir ibn Abdillah(R)'tan (şöyle demiştir): Peygamber (S) cumua günü bir ağaca yâhud bir hurma kütüğüne dikelir(öyle hutbe yapar)di. Ensâr'-dan bir kadın yâhud bir adam:

  Yâ Rasûlallah, Sana bir minber yapayım mı? dedi. Rasûlullah:

  "İsterseniz yapın" buyurdu.

Ona bir minber yaptılar. Cumua günü olunca Peygamber min­bere çıkarıldı. Bu sırada ağaç parçası çocuk gibi feryâd etti. Sonra

Rasûlullah inip onu kucakladı. O sırada kütük, susturulan çocuk gi­bi hafîf hafîf inliyordu. Rasûlullah:

— "O, yanında edildiğini işittiği zikrullah için ağlıyordu" bu­yurdu [104].

 

92-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle diyordu: Mescid hurma ağaçlarının gövdeleri üzerinde tavanlanmışü (yânî mescidin tavanı hur­ma kütükleri üzerine oturtulmuş idi). Peygamber (S) hutbe yapmak istediğinde bu kütüklerden birine dayanıp ayakta söz söylerdi. Pey­gamber için minber yapılınca, minberin üzerinde konuşur oldu. Bu sırada biz bu kütükten gebe develerin iniltisine benzer bir ses (çıktı­ğım) işittik. Nihayet Peygamber, kütüğün yanma gelip elini onun üze­rine koyunca sustu  [105].

 

93-.......Bize Muhammed (ibn Ca'fer Gunder), Şu'be'den; o da Süleyman ibn Mihrân'dan tahdîs etti. Süleyman şöyle demiştir: Ben Ebû Vâil'den işittim; o, Huzeyfe'den söyle tahdîs ediyordu: Umer ibnu'l-Hattâb (R):

— Rasûlullah'in fitne hakkındaki sözlerini kim ezberinde tutu­yor? diye sordu.

Huzeyfe:

— Ben onu Rasûlullah'm söylediği gibi ezberimde tutuyorum, dedi.

Umer:

  Getir bakalım, şübhesiz sen çok cesursun, dedi. (Huzeyfe şöyle devam etti:)

— Rasûlullah (S): "İnsanın ehli, malı, komşusu yüzünden uğ­radığı fitneye, namaz, sadaka, iyiliği emretmek ve kötülükten neh~ yetmek keffâret olur" buyurdu.

Umer:

— Hayır, sormak istediğim bu fitne değildir, lâkin ben denizin dalgalanması gibi dalgalanıp kuduracak olan fitneyi soruyorum, dedi.

Bunun üzerine Huzeyfe:

— Yâ Emîre'l-Mü'minîn! O fitneden sana bir zarar yok. Çünkü muhakkak seninle onun arasında kilitli bir kapı vardır, dedi.

Umer, Huzeyfe'ye:

  Kapı açılacak mı, yoksa kırılacak mı? diye sordu. Huzeyfe:

  Kapı açılmayacak, fakat kırılacak, dedi. Umer:

— Bu (yânî kapının kırılması) bir daha kilitlenmemeye daha el­verişlidir, dedi.

Râvî Ebû Vâil şöyle dedi: Biz Huzeyfe'ye:

— Umer kapıyı bildi mi? dedik. Huzeyfe:

— Evet, yarından önce bu gecenin geleceğini bildiği gibi. Ben Umer'e yalan yanlış olmayan (Peygamber*den işittiğim dosdoğru) bir hadîs söyledim, dedi.

Râvî Ebû Vâil şöyle dedi: Huzeyfe'ye kendimiz sormaya cesaret edemedik de Mesrûk ibnu'l-Ecda'a:

  Kapı kimdir? diye sordurduk. O da kapıyı ondan öğrenip:

  Kapı Umer'dir, dedi [106].

 

94-....... Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre (R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Siz ayak­kabıları keçe olan bit kavimle muharebe etmedikçe kıyamet kopmaz. Ve yine sizler, gözleri küçük, yüzleri kırmızı, burunları basık, sanki yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar gibi olan Türk'le muha­rebe etmedikçe kıyamet kopmaz. Ve siz insanların hayırlısı, emir olun­caya kadar emirliği çok fena görenler (ve arzu etmeyen kimseler) bulursunuz. İnsanlar ma'denler(gib\)dir (kimi hâlis, kimi karışıktır). Onların Câhiliyet'te hayırlı olanları İslâm devrinde de hayırlı kimse­lerdir. Sizin herhangi birinizin üzerine öyle bir zaman gelecek ki, on­da beni görmesi, ona kendisinin bir kat daha ehli ve malı olmasından daha sevgili olacaktır" [107].

 

95- Bana Yahya tahdis etti: Bize Abdurrazzak, Mamer ıbn Ra-şid'den; o da Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Bit (Arablar) ya­bancı milletler Hûz ve Kirman halkı ile muharebe etmedikçe kıyamet kopmaz. Onların yüzleri kırmızı, burunları basık, gözleri küçüktür; sanki yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar gibi (kalın et\i)dir, ayakkabıları da yündür (yânî keçeden yapılmış çarıktır)" [108].

 

96-.......îsrnâîl şöyle dedi: Bana Kays haber verip şöyle dedi:

Biz Ebû Hureyre(R)'nin yanına geldik. O şöyle dedi: Ben Rasülul-lah ile üç yıl sıkıca beraber bulundum. Ömrümde bu yıllardaki ka-. dar, söylerken kendisinden işittiğim hadîsi ezber etmeye hırslı olmamışımdır. Rasûlullah (S) eliyle işaret ederek: "Kıyametin önün­de sizler ayakkabıları kıl olan bir kavimle muharebe edeceksiniz. İş­te o arzın boş yerinde (yahûd çölünde, müslümânlarla harb için) ortaya çıkacak olan kavimdir" [109].

Râvî Sufyân bir kerresinde: O harb edecek olanlar, ehlu'l-bâzir'dir, demiştir.

 

97-.......Amr ibn Tağlîb (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Kıyametten önce sizler kıldan ayakkabılar giyen bir kavimle muharebe edersiniz. Ve yine sizler yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar gibi (kalın etli) olan bir kavimle muharebe edersiniz" [110].

 

98-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Yahudiler sizlere karşı mu­harebe edecekler. Neticede sizler onlar üzerine musallat kılınacaksınız. (Öldürme çok şiddetli olacak.) Sonra kaya parçası: Ey Müslüman! Şu arkamdaki bir Yahudi'dir, (gel de) onu öldür I diyecek" [111].

 

99-.......Câbir ibn Abdillah ile Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den: Pey­gamber (S) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki, gazve yaparlar. İçinizde Peygamber'e sahâbî olan kimse var mı? denir. Onlar: Evet vardır, diye cevâb verirler. Bunun üzerine onlara (zafer kapısı) açılır. Sonra (bir zaman daha gelir) insanlar gazve ya­parlar. Onlara da: İçinizde Rasûlullah 'a sahâbîlik yapan kimse ile gö­rüşüp beraber olan var mı? diye sorulur. Onlar de: Evet vardır, derler. Onlara da fetih yolu açılır" [112].

 

100-.......Ad'yy ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in yanında bulunduğum sırada Peygamber'e bir adam gelip, O'na fa­kirlikten şikâyet etti. Sonra Peygamber'e başka bir kimse geldi ve O'na yol kesilmesinden şikâyet etti. Peygamber (S):

  "Yâ Adiyyl Sen el-Hîre şehrini gördün mü?" dedi. Ben:

— Ben onu görmedim, fakat orası hakkında bana haber verildi, dedim.

Peygamber:

  "Eğer hayâtın uzun olursa muhakkak sen hevdeci içinde yol­culuk eden kadının el-Hîre'den hareket edip Allah'tan başka hiÇkim-seden korkmayarak tâ Ka'be'yi tavaf edeceğini göreceksin" buyurdu.

Ben buna taaccüb ederek kendi kendime: Beldelerde fitne ve fe-sâd ateşini tutuşturmuş olan o Tayy kabilesinin yol kesicileri nerede olacak ki (kadın tek başına yolculuk edecek)! dedim.

Peygamber devam-edip:

  "Yemîn olsun eğer sana hayât uzun olursa, muhakkak Kis-râ'mn hazîneleri fetholunacaktır" buyurdu.

Ben:

  Kisrâ ibn Hürmüz'ün hazîneleri mi? dedim. Peygamber şöyle dedi:

  "Kisrâ ibn Hürmüz'ün. Yemîn olsun eğer senin hayâtın uzun olursa, muhakkak sen elinin dolusu altın yâhud gümüşü sadaka ola­rak çıkarıp da bunu kendisinden kabul edecek kimse arayacak, fa­kat kendisinden bunu kabul edecek hiçbir kimse bulamayacak olan kimseyi göreceksin. Yine yemîn ederim ki, sizden biriniz Allah'a ka­vuşacağı gün, Allah ile kendi arasında kelâmını terceme edecek bir tercüman bulunmayarak Allah'a kavuşacak, Allah da ona:

— Ben sana bir Rasûl göndermedim mi ve O sana tebliğ etmiyor muydu? diye soracak.

O kul da:

— Evet (gönderdin yâ Rabb)! diye cevâb verecek. Bu sefer Allah:

— Ben sana mal vermedim mi; bu suretle sana ihsanda bulun­madım mı? diye soracak.

Kul:

— Evet (verdin ve ihsanda bulundun)/ diyecek.

Bu hâlde o kimse sağına bakar cehennemden başka birşey göre­mez. Soluna bakar yine cehennemden başka birşey göremez".

Adiyy dedi ki: Ben Peygamber (S)'den işittim, şöyle buyuruyor-du: "Şimdi sizin herbiriniz bir tek hurmanın yarısı ile; bunu da bula­mazsa güzel sözle olsun kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz".

Adiyy şöyle demiştir: Ben el-Hîre'den hevdeci içinde yolculuğa çıkıp, Allah'tan başka hiçkimseden korkmayarak nihayet Ka'be'yi tavaf eden kadını gördüm. Ben kendim Kisrâ ibn Hürmüz'ün hazî­nelerini fetheden ordunun içinde bulundum. Yemîn olsun eğer sizle-

re hayât uzun olursa, elbette sizler Peygamber Ebû Kaasım'm söylediği elinin dolusu altını sadaka olarak çıkaracak olan o kimseleri göre­ceksiniz [113].

 

101-.......Bize Muhill ibnu Halîfe tahdîs edip: Ben Adiyy'den işittim, Adiyy: Ben Peygamber(S)'in yanında idim... dedi [114].

 

102-....... Bize Leys, Yezîd ibn Ebî Habîb'den; o da Ebû'l-Hayr'dan; o da Ukbe ibn Âmir'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) bir gün çıkıp, Uhud şehîdlerine meyyite namaz kılar gibi namaz kıl­dı. Sonra (Medine'ye) gelip minbere çıktı. Ve (ölülere dirilere veda eder gibi bir hutbe yapıp) şöyle buyurdu: "Ben sizin Kevser havuzu­na ilk erişeniniz olacağım. Sizin hakk yolundaki hizmetlerinize şehâ-det edeceğim. Vallahi ben, şu anda (cennetteki) havuzumu görüyo­rum. Ve emîn olunuz yine şu anda bana Arz'ın kilitlerinin hazîneleri verildi. Vallahi ben vefatımdan sonra sizin müşrikliğe döneceğinizi düşünerek hiç endîşe etmem. Yalnız sizin dünyâ hususunda nefsâni-yet güdüp didişmenizden korkarım" [115].

 

103-.......Usâme ibn Zeyd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) yüksek bir yerden Medîne evleri arasından yükselen köşklere baktı da: "Benim görmekte olduğum şeyleri sizler görebiliyor musunuz? Ben evlerinizin aralarına dökülen fitnelerin yerlerini şiddetli yağmur sellerinin açtığı yarlar gibi (gözümle) görüyorum" buyurdu [116].

 

104-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr tahdîs etti; ona da Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb; ona da Ebû Sufyân'-ın kızı Ümmü Habîbe; ona da Zeyneb bintu Cahş (R) tahdîs etmiş­tir: Peygamber (S) bir kerre telâşla Zeyneb'in yanına girerek:

— "Lâ ilahe illeHlâh, vukû'u yaklaşan bir şerrden, büyük bir fitneden dolayı vay Arab'ın hâline! Bu gün Ye'cûc ve Me'cûc şed­dinden şunun gibi bir delik açıldı!" buyurdu da başparmağı ile onu ta'kîb eden (şehâdet) parmağını halkaladı.

Cahş kızı Zeyneb dedi ki: Ben:

— Yâ Rasûlallah! İçimizde bu kadar sâlih (iyi) kimseler varken, biz helak olur muyuz? diye sordum.

Rasûlullah (S):

  "Evet! Fâsıklık, fâcirlik, fuhş ve ma'siyet çoğaldığı zaman (helak olursunuz)"diye cevâb verdi [117].

Ve yine Muhammed ibnu'z-Zuhrî'den (o şöyle demiştir): Bana Hind bintu'l-Hâris tahdîs etti ki, Ümmü Seleme (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) uykudan uyandı da: "Subhânallah! Bu gece ne hazi­neler indirildi ve ne fitneler indirildi!" buyurdu [118].

 

105-.......Ebû Sa'saa(R)'dan: Ebû Saîd el-Hudrî (R) dedi ki:

Ebû Sa'saa bana şöyle dedi: Ben seni koyunu seviyor ve koyun edi­niyorsun görüyorum. Öyleyse koyunları iyileştir ve onların burun akın­tılarını da iyileştir. Çünkü ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, onda ko­yun müslümânın hayırlı malı olacaktır. Müslüman koyun sürüsünü, dînine sâhib olmak üzere fitneden kaçarak dağların başına -yâhud hurma yapraklarına- yağmur sularının düşeceği yerlere (yânî vâdîle-rin enginlerine) götürür" [119].

 

106-....... Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Yakın bir gelecekte birtakım fitneler olacaktır. Fitne za­manında (o'na kanşmayıp) oturan kişi, (karışmak üzere) ayakta du­randan hayırlıdır. O hengâmede ayakta duran da (fitne sebeblerini hazırlamağa) gidenden hayırlıdır. Bu yolda yürüyen de bi'l-fîil fesa­da çalışandan hayırlıdır. Her kim fitne vukû'una muttali' olup onu görmeye çalışırsa, muhakkak onun kahrına uğrar. Her kim o fitne zamanı iltica edecek veya sığınacak bir yer bulursa, hemen oraya sı­ğınsın (fesâdcılara karışmasın)" [120].

Yine İbn Şihâb'dan: Bana Ebû Bekr ibnu Abdirrahmân îbni'l-Hâris; o da Abdurrahmân ibn Mutî' ibni'l-Esved'den; o da Nevfel ibn Muâviye'den şu Ebû Hureyre hadîsinin benzerini tahdîs etti. An­cak Ebû Bekr bunda şunu ziyâde eder: "Namazdan öyle bir namaz vardır ki, her kim onu kaçırırsa, sanki ailesini ve malını kaybetmiş-(gibi büyük zarara uğramış)" [121].

 

107-....... Bize Sufyân es-Sevrî, el-A'meş'ten; o da Yezîd ibn Vehb'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan haber verdi ki, Peygam­ber (S):

— "Benden sonra yakın bir istikbâlde birtakım meşru' olmayan tercihler ve hoşlanmayacağınız birçok işler meydana gelecektir" bu­yurdu.

Sahâbîler:

— Yâ Rasûlallah! (Bu vâki' olduğu zaman) bizlere ne yapma­mızı emredersin? dediler.

Rasûlullah:

  "Kendi üzerinize edası vâcib olan haklan eda eder yerine ge­tirirsiniz, lehinize olan (mahrum bırakıldığınız) kendi haklarınızı da Allah'tan istersiniz" buyurdu [122].

 

108-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):

  "Kureyş'ten bâzı kimseler insanları (fitne ile) ölüme sürük­leyecekler" buyurdu.

Orada bulunan sahâbîler:

— Bizlere ne (yolda hareket etmemizi) emredersin? diye sordular. Rasûlullah:

  "Keski insanlar onlardan uzak bulunsalar!" buyurdu. Mahmûd (ibn Gaylân) şöyle dedi: Bize Ebû Dâvûd Süleyman et-

Tayâlisî tahdîs etti: Bize Şu'be, Ebu't-Teyyâh'tan haber verdi, o: Ben, Ebû Zur'a'dan işittim, demiştir [123].

 

109-.......(Saîd ibn Amr ibni'1-Âs ibn Umeyye şöyle demiştir:)

Ben Mervân (ibnu'l-Hakem ibn Ebî'l-Âs ibn Umeyye) ile Ebû Hu-reyre'nin beraberinde idim. Ebû Hureyre'yi şöyle derken işittim:

— Ben kendisi (fıtraten) doğru sözlü (olan ve Allah tarafından) doğruluğu tasdik edilen Rasûlullah(S)'ın: "Ümmetimin ölümü Ku­reyş'ten birkaç gencin ellerindendir!" buyururken işittim.

Mecliste bulunan Mervân, Ebû Hureyre'ye:

  Gençler mi? dedi. Ebû Hureyre:

— İstersen Fulân oğullan, Fulân oğulları diye adlarını anabili­rim, dedi [124].

 

 

110-.......Huzeyfe ibnu'l-Yemân (R) şöyle diyordu: İnsanlar, Rasûlullah (S)'tan (geleceğe âid) hayır(lı işler)dan sorarlardı. Ben de (tersine İslâm Ümmeti'ne gelecek) şerrden -o şerrin bana erişmesin­den korkarak- sorardım. Bu endîşe ile bir kerre:

— Yâ Rasûlallah! Biz vaktiyle bir câhiliyet ve şerr (yânî şirk) için­de idik. Sonra Allah bize şu hayrı (Seni göndermek, İslâm temelleri­ni kuvvetlendirmek, şirk ve dalâlet temellerini yıkmak hayrını) getirdi. Bu hayır ve saadetten sonra gelecek bir şerr ve fitne var mıdır? diye sordum.

Rasûlullah:

— "Evet vardır" buyurdu. Ben:

— O şerr ve fitneden sonra bir hayır ve iyilik var mıdır? dedim. Rasûlullah:

  "Evet, bir hayır ve iyilik vardır. Fakat onun içinde bâzı şerr ve fesâd dumanı, bulanıklığı bulunacak" buyurdu.

Ben:

— O hayrın dumanı (temizliğini bulandıran kiri) nedir? dedim. Rasûlullah:

  "O devrin âmirlerinden bir zümre, ümmeti benim hidâyetim (sünnetim) hilâfına idare edecekler. Sen o devrin âmir ve valilerin­den bâzılarının hareketlerini ma'ruf bulup tasvîb, bâzılarının hare­ketlerini de münker bulup reddedeceksin" buyurdu.

Ben:

  (Yâ Rasûlallah!) Bu karışık hayır devrinden sonra, yine bir şerr ve fesâd devri gelecek midir? dedim.

Rasûlullah:

  "Evet gelecektir. O devirde birtakım dâîler (da'vetçiler) hal­kı cehennem kapılarına çağıracak. Her kim onların da'vetine icabet ederse, onu cehenneme atacaklar" buyurdu.

Ben:

  Yâ Rasûlallah! Bu da'vetçileri bize vasfet! dedim. Rasûlullah:

  "Onlar bizim milletimizden insanlardır. Bizim dilimizle konuşurlar (hâlbuki gönüllerinde hayırdan eser yoktur)" buyurdu. Ben:

— (Yâ Rasûlallah!) O (uğursuz) devir bana yetişirse nasıl hare­ket etmemi emredersin? dedim.

Rasûlullah:

  "îslâm cemâatinden ayrılmaz ve onların devlet başkanlarına itaat eylersin" buyurdu.

Ben:

— Onların cemâatleri yoksa (bozgunculukla parçalanmışlarsa), başlarında devlet reisleri de yoksa? dedim.

Rasûlullah:

  "O fırkaların hepsinden ayrıl (evine çekil)/ Velev ki bu ayrıl­ma, bir ağaç kütüğünü ısırman suretiyle (meşakkatli) olsa bile, artık ölüm erişinceye kadar bu ayrılık üzere bulun" buyurdu [125].

 

111-.......Bana Kays tahdîs etti ki, Huzeyfe (R): Arkadaşlarım hayrı öğrendiler, ben ise şerri öğrendim, demiştir [126].

 

112-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: RasûluIIah (S): "Da'vâları bir olan (yânı ikisi de İslâm veya haklı olduğu iddiasında bulu­nan) iki cemâat birbiriyle harbetmedikçe kıyamet kopmaz" buyur­du [127].

113-.......Bize Ma'mer, Hemmâm'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "İki ordu birbiri ile harbetmedikçe kıyamet kopmaz: Bu iki cemâatin ikisi de bir iddi­ada oldukları (ikisi de İslâm ve hakk iddiasında bulundukları) hâlde aralarında büyük bir harb olacaktır. Ve yine otuza yakın çok yalancı olan deccâller gönderilmedikçe kıyamet kopmaz. Bu deccâllerin hepsi kendilerinin Allah Rasûlü olduklarını iddia edeceklerdir" [128].

 

114-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Biz Rasûlullah'ın yanında bulunuyorduk. Kendisi de ganimet taksimi yapmakta idi. Bu sırada yanına Zu'1-Huveyrisa (denilen bir kimse) geldi. Bu, Temîm oğullarından bir adam idi. Bu adam:

  Yâ Rasûlallah! Adalet et, dedi. RasûluIIah (S):

  "Sana veyl olsun! Eğer ben adalet etmezsem kim adalet eder? Eğer ben adalet etmezsem (sen âdil olmayan bir insana tâbi' olduğun için) muhakkak eli boş kalmış ve ziyan etmişsindir" buyurdu.

Bunun üzerine Umer:

— Yâ Rasûlallah! Bana bu herîf hakkında izin ver de onun boy­nunu vurayım, dedi.

RasûluIIah:

  "Onu bırak! Onun birtakım avenesi vardır ki, sizden biriniz onların namazı yanında kendi namazım, onların oruçları yanında ken­di orucunu muhakkak küçük görecek. Onlar Kur'ân da okuyacak­lar. Fakat Kur'ân(m feyzi) onların köprücük kemiklerinden öteye geçmeyecek. Onlar okun avdan (delip) çıktığı gibi İslâm'dan çıkacak­lar, (avı delip geçen) okunun demirine bakılır, orada kan nâmına birşey bulunmaz. Sonra okun yaya giriş yerine bakılır, orada da birşey bu­lunmaz. Sonra okun ağaç kısmına bakılır, orada da birşey bulunmaz. Sonra okun yelesine -tüyüne- bakılır, orada da birşey bulunmaz. Ok, avın işkenbesi içindeki şeylere ve kana girip çıkmış, fakat onlardan hiçbirşey okayapışmamıştır. Onların alâmeti iki pazusundan biri kadın memesi gibi yâhud öteye beriye gidip gelen büyük bir et parçası gibi olan siyah bir adamdır. Onlar insanlar (müslümânlar) arasında bir ayrılma olduğu zaman ortaya çıkarlar" [129].

Ebû Saîd şöyle dedi: Ben bu hadîsi Rasûlullah'tan işitmiş oldu­ğuma şehâdet ediyorum. Ve yine şehâdet ediyorum ki, Alî ibnu Ebî Tâlib, ben de maiyyetinde iken bunlarla kıtal yapmıştır. Alî bu hadîste tavsîf edilen adamın aranmasını emretti. Adam arandı, neticede bu­lup getirildi. Hattâ ben ona baktım ve Rasûlullah'ın yaptığı tavsîf üzere olduğunu gördüm.

 

115-.......Alî (R) şöyle demiştir: Ben size Rasûlullah'tan birşey haber verdiğimde and olsun ki, gökten düşmem, bana Peygamber'in dilinden yalan uydurmamdan daha sevimlidir. Fakat benimle sizin aranızda olan mes'elede (konuştuğumuz zaman) size birşey haber ver­diğimde (ta'rîz etmiş olabilirim). Çünkü (muhavere de bir harbdir,) harb bir hud'adır. Ben Rasûlullah(S)'tan şöyle buyururken işittim: "Zamanın âhirinde yaşları küçük (tecrübeleri kıt), zayıf akıllı bir züm­re yetişecektir. Onlar halkın en hayırlısı olan Peygamber'in tebliğle­rinden söyleyecekler. Fakat bunlar okun avdan öteye çıkışı gibi İslâm 'dan çıkacaklardır. Onların îmânları boğazlarından öteye geç­meyecektir. Siz onlara nerede rast gelirseniz hemen öldürünüz. Çün­kü (bunlar bozguncudur), bunları öldürmekte öldüren kişiye kıyamet gününde ecir (yânî sevâb) vardır" [130].

 

116-.......Habbâb ibnu'l-Erett (R) şöyle demiştir: (İslâm'ın ilk günlerinde) Rasûlullah, Ka'be'nin gölgesinde kaftanını yastık yapa­rak dayandığı bir sırada kendisine (Kureyş müşriklerinin işkencele­rinden) şikâyet ettik:

— (Yâ Rasûlallah!) Bizim için Allah'tan zafer dileyemez misin? (Bunların zulmünden) kurtulmamız için Allah'a duâ edemez misin? dedik.

Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:

  "Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlum) kişi bulunmuş­tur ki, müşrikler tarafından onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi bu çukura (başı meydanda kalarak) gömülürdü. Sonra büyük bir tes­tere getirilir, başı üstüne konulur, ikiye bölünürdü de (bu işkence) o mü'mini dîninden döndüremezdi. (Bir başkasının da) demir tarak­larla etinin altındaki kemiği ve siniri taranırdı da bu işkence o mü'­mini dîninden çeviremezdi. Allah'a yemîn ederim ki, şu İslâm Dîni'ni muhakkak surette kemâle erdirecektir. Öyle bir derecede ki, bir sü-vârî (yalnız başına) San'â'dan Hadramevt'e kadar (selâmetle) gide­cek, Allah 'tan başka hiçbirşeyden korkmayacak yâhud koyun sahibi yolcu, koyunu üzerine kurt saldırmasından korkacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz!" [131].

 

117-....... Enes ibn MâIik(R)'ten (şöyle demiştir): Peygamber (S), bir ara Sabit ibn Kays'ı kaybetmiş(görememiş)ti. Bir sahâbî:

— Yâ Rasûlaüah! Ben Sâbit'e âid bilgiyi Sen'in için öğrenirim, dedi.

Ve o zât, Sâbit'e gitti, onu evinde başını eğerek oturur bir hâlde bulmuş, ve:

  Ne hâldesin? diye sormuş. O da:

— Hâlim şerrlidir! Sabit sesini Peygamber'in sesinden ziyâde yük­seltir bir kimsedir. Onun şimdiye kadar işlediği hayır ve ibâdet hiç olmuştur. Artık Sabit cehennemliktir! diye cevâb vermiş.

Bu adam da Rasûlullah'a geldi ve Sabit şöyle şöyle söyledi diye haber verdi.

Râvî Mûsâ ibn Enes dedi ki: O zât, son bir kerre daha Sâbit'in yanına büyük bir müjde ile dönüp gitmiştir; şöyle ki: Rasûlullah, o sa-hâbîye:

  "Sâbit'e git, ona: Sen cehennemlik kişilerden değilsin, fakat sen cennet ehlindensin, de!" buyurmuştur [132].

 

118-.......Ben, el-Berâ ibn Azib (R)'den ısıttım, şöyle diyordu:

Bir kimse el-Kehf Sûresi'ni okumuştu. Evinde da bir atı vardı. Bu sırada at ürkmeğe, deprenmeğe başladı. Bunun üzerine sûreyi oku­yan kimse (yânı Useyd ibn Hudayr):

— Yâ Rabb! Sen âfetten selâmet ver! diye duâ etti. Hemen kendisini duman gibi birşey yâhud bir bulut kapladı. Son­ra o, bu olanları Peygamber'e söyledi. Peygamber (S):

  "Oku ey kişi (durma, her gece Kur'ân oku)/ Çünkü o bulut gibi görünen şey es-Sekîne'dir. Kur'ân dinlemek için yâhud Kur'ân 'ı tebcil için inmişti" buyurdu [133].

 

119-.......Ebû îshâk tahdîs edip şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ebû Bekr (R), babam evinde bu-lunuyorken yanına geldi de, ondan bir binek devesi satın aldı. Ebû Bekr, babam Âzib'e hitaben:

— Benimle beraber oğlunu gönder de bunu (benim eve kadar) nakletsin, dedi.

el-Berâ dedi ki: Bunun üzerine ben onun beraberinde hayvanı naklettim. Babam da çıktı da devenin bedelini alıyordu. Bu sırada babam, Ebû Bekr'e:

— Yâ Ebâ Bekr! Rasûlullah ile beraber geceleyin yürüdüğün za­man nasıl yaptınız? Bana tahdîs edip anlat, dedi.

Ebû Bekr şöyle dedi:

— Evet (anlatayım)! Bütün gecemizi yürüdük. Nihayet güneş, gündüzün yarısına gelip dikildi. Yol tamâmiyle boşaldı. Artık ora­dan hiçbir kimse geçmiyordu. O sırada gözümüze uzun gölgeli bir kaya göründü. Onun üzerine henüz güneş gelmemişti. Onun yakınında indik. Ben kayanın gölgesinde Peygamber'in uyuması için elimle bir yeri düzeltip hazırladım. Sonra oraya bir posteki yaydım. Sonra:

— Sen uyu yâ Rasûlullah! Ben etrafında olan şeyleri bakar araş­tırırım ki, buralarda bir düşman olmasın, dedim.

Rasûlullah uyudu. Ben oranın etrafım araştırıp gözetlemek için çıktım. Derken koyunlarını bulunduğumuz kayaya doğru getirmek­te olan bir koyun çobanı ile karşılaştım. O da bizim gibi o kayanın gölgesinden faydalanmak istiyordu. Ben ona:

  Sen kimin çobanısın ey delikanlı? diye sordum. O:

— Mekke ahâlîsinden yâhud Mekke'den bir adamın çobanıyım, dedi.

Ben:

  Senin koyunlarda süt var mı? dedim, O:

— Evet vardır, dedi, !i      Ben:

— (Benim için) süt sağar mısın? dedim. O:

— Evet sağarım, dedi ve bir koyun tuttu.    Ben ona:

  Memesi üzerindeki toprak, kıl ve pislikleri silkele, dedim. (Râvî: Ben el-Berâ'yı elinin birini diğeri üzerine vurarak silkip

temizlemeyi işaret ederken gördüm, demiştir.) Çoban benim için, ya­nında bulunan iri ve kalın karınlı ağaç çanağa bir adam kandıracak kadar az bir süt sağdı. Benim yanımda da Peygamber için taşıdığım, Peygamber'in su ister, su içer ve abdest alır olduğu deriden bir kap bulunuyordu. Ben müteakiben Peygamber'in yanına geldim. Fakat O'nu uykusundan uyandırmak istemediğim için, kendi kendine uya-mncaya kadar bekledim. Bu sırada sütün üstüne biraz su döktüm, hattâ kabın aşağısı biraz soğudu. Uyanınca O'na:

  Yâ Rasûlallah, iç, dedim.

Rasûlullah içti. Ben de bundan hoşnûd oldum. Sonra Rasûlullah:

  "Hareket etme zamanı gelmedi.mi?" dedi. Ben:

— Evet, dedim.

Ve güneş ortadan batıya meylettikten sonra hareket ettik. Bizim arkamıza Surâkatu'bnu Mâlik düşüp ta'kîb etti. Ben:

— Yâ Rasûlallah, bizim yanımıza gelindi (yânî yakalanıyoruz), dedim.

Rasûlullah:

  "Lâ tahzen inneHlâhe maana — Tasalanma, çünkü Allah hiç şübhe yok bizimle beraberdir'\et-Tevbe. 40) dedi.

Ve Peygamber onun aleyhine beddua etti. Bunun üzerine Surâ-ka'mn atı tökezleyip karnına kadar yere battı. Zannediyorum biz bu sırada düz ve sert bir arazî üzerinde bulunuyorduk.

Râvî Zuheyr şunu şekkli söylemiştir: Surâka bu beliye üzerine:

— Ben kat'î bildim ki, siz ikiniz benim aleyhime beddua ettiniz. Şimdi siz benim lehime duâ ediniz. Allah şâhid olsun ki, ben sizin peşinizdeki arayışları sizden geri çevireceğim, dedi.

Bu söz verme üzerine Peygamber ona hayır duâ etti, o da kur­tuldu. Sonra geriye döndü ve artık kavuştuğu herbir arayıcı kimseye:

  Bu tarafları aramaya ben size kifayet etmişimdir, dedi. Artık her kavuştuğu kimseyi muhakkak geriye çevirdi.

Ebû Bekr dedi ki: Böylece de Surâka, bize yaptığı taahhüde ve­fa gösterdi [134].

120-.......BizeHâlid, İkrime'den; o da İbn Abbâs(R)'tan şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) bir kerre lyâde (hasta hatırı sormak) için bir Bedevi'yi ziyarete gitmişti. İbn Abbâs dedi ki: Peygamber ıyâde için bir hastanın yanına gittiğinde ona:

  "Zararsız, geçmiş olsun, günâhlarına keffârettir inşâallah" demek i'tiyâdında idi.

Bu A'râbî'ye de:

  "Hastalığın zararsız geçmiş olsun, günâhlarına keffârettir inşâallah" duasında bulundu.

A'râbî ise Peygamber'e:

— Sen, günâhlarına keffârettir; geçmiş olsun diyorsun, fakat hiç de öyle (geçici bir hastalık) değildir. Belki o ergin bir ihtiyar hasta üzerinde harareti feveran yâhud galeyan edip duran ve onu kabirleri ziyarete götürecek olan humma hastalığıdır, dedi.

Peygamber de:

  "O hâlde pek iyi (öyle olsun)/" buyurdu [135].

 

121-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: (Neccâr oğulları'ndan) Hristiyan bir adam vardı. Sonra müslümân olmuştu. el-Bakara ve Âlu İmrân sûrelerini okumuştu. Peygamber'e vahiy kâtibliği de yapıyordu. Bu adam sonra Hristiyanlığa geri döndü. Bu mürted:

— Muhammed birşey bilmez, yalnız benim kendisine yazdığım şeyleri bilir, demeğe başladı.

Ve (aradan çok bir zaman geçmeden) Allah onu öldürttü. Hris-tiyanlar onu gömdüler. Fakat sabah olunca gömüldüğü yer onu dı­şarıya atmıştı. Bunun üzerine Hristiyanlar:

— Bu, Muhammed'in ve sahâbîlerinin işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu dîn kardeşimizin ölüsünden kefenini soydular ve onu (meydana) bıraktılar, diye iftira ettiler.

Ve onun için derin bir çukur kazıp içine bıraktılar. Fakat sabah olunca gömüldüğü yer onu (yine) dışına attı. Hristiyanlar yine:

— Bu, Muhammed ile sahâbîlerinin işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu dîn kardeşimizin ölüsünden kefenini soydular ve onu kabrin dışına bıraktılar, dediler.

Ve bir yerde yine ona bir çukur kazdılar ve güçleri yettiği dere­cede derinleştirdiler. Fakat sabah olunca bu yerin de onu dışına at­mış olduğu görüldü. Bunun üzerine Hristiyanlar bu işin insanlar tarafından yapılmadığını bildiler ve onu açıkta bıraktılar [136].

 

122-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kisrâ helak olduğu zaman, artık ondan sonra hiçbir kis­râ yoktur. Kayser helak olduğu zaman, artık onun ardında kayser de yoktur. Muhammed'in nefsi yedinde olana yemîn ediyorum ki, Kisrâ ile Kayser'in hazînelerini muhakkak Allah yolunda harcaya­caksınız" [137]

 

123-.......Câbir ibn Semure (R) şu hadîsi Peygamber'e yükseltti:

Peygamber (S): "Kisrâ helak olduğu zaman ondan sonra hiçbir kis­râ yoktur. Kayser helak olduğu zaman, artık onun ardında hiçbir kay­ser yoktur" buyurdu. Hadîsi, geçen hadîs gibi zikretti de: "Yemîn olsun o ikisinin hazîneleri muhakkak Allah yolunda harcanacaktır" buyurdu [138].

ederek sû'ikasde başlamış, en sonunda fena bir akıbetle cezasını görmüştür. Kur'ân-ı Kerîm de bu konuya İşaret etmiştir. "Kitâblıtardan bir güruh (şöyle) de­di: Kendilerine indirilene (Kur'ân'a) îmân edenlere gündüzün evvelinde inanın, âhirinde küfr (ve inkâr) edin. Olur ki (mü'minler dînlerinden) dönerler" (Âlu

İmrân: 72).

 

124-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) zama­nında Museylimetu'l-Kezzâb (Medine'ye) geldi de:

— Eğer Muhammed kendisinden sonra beni halef kılarsa kendi­sine uyarım! demeye başladı.

Museylime Medîne'ye kendi kavminden kalabalık bir hey'et içinde gelmişti. Rasûlullah, Museylime'nin yanına gitti. Rasûlullah'ın be­raberinde (Rasûlullah'ın hatîbi denilen) Sabit ibn Kays ibn Şemmâs da gitmişti. Rasûlullah'ın elinde hurma dalından bir deynek bulunu­yordu. Rasûlullah, kavmi içinde oturan Museylime'nin tâ karşısında durdu. (Onunla İslâm hakkında konuştu. Museylime, peygamberlik payesinden kendisine bir hisse verilmesini istedi.) Rasûlullah:

  "(Değil bir PaY)su dal parçasını benden istesen onu bile sana vermem. Sen de Allah'ın hakkındaki hüküm ve takdîrini tecâvüz ede­mezsin. Eğersen bana ve Hakk'a muhalefet edersen, Allah seni mu­hakkak helak eder. Ve ben muhakkak sanırım ki, sen -onda gördüğüm şekillere göre- ru'yâmda hana gösterilen (uğursuz) kişisin..."

îbn Abbâs (geçen senedle) şöyle demiştir: (Ben Ebû Hureyre'ye, Rasûlullah'ın Museylimetu'l-Kezzâb'a: "Benzeyişine göre sen, muhak­kak bana ru 'yâmda gösterilen uğursuz şahıs olacaksın " sözünün mâ­hiyetini sordum.) Ebû Hureyre bana şöyle haber verdi:

— Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ben uyurken ru'yâmda iki ko­lumda iki altın bilezik gördüm. Bunlar kadın zîneti olduğu için, bun­ların durumu beni kederlendirdi. Sonra ru'yâmda bana bu bileziklere üflemekliğim vahyolundu. Ben de bunlara üfledim. Bunların ikisi de uçtu. Ben bu iki bileziği benden sonra türeyecek iki yalancı (peygam-

ber) ile te'vîl ettim ki, bunun birisi el-Ansî (Esved) 'dir. Öbürüsü de Yemâtne'nin sahibi Museylimetu'l-Kezzâb'dır" [139].

 

125-.......Ebû Mûsâ(R)'dan -Buharı, şeyhinden Peygamber'e yükseltme sığasını işitip işitmediği hususunda şekkedip: Zannederim Peygamber'den işitti, dedi- Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Ben ru 'yâmda kendimi Mekke 'den, hurmalıkları bol olan bir yere muha­cir gidiyor gördüm. Zihnim, o gitmekte olduğum yerin Yemâme yâ-hud Hecer olduğu fikrine saptı. Bir de gördüm ki, o yer, Câhiliyet'te Yesrib denilen Medine imiş [140]. Ben yine bu ru 'yâmda kendimi gör­düm ki, bir kılıç hareket ettirdim de bu kılıcın göğsü kırıldı. Bu da Uhud harbinde mü'minlerden isabet alanlara işaret imiş. Sonra o kı­lıcı diğer bir defa daha hareket ittirdim. Bu sefer kılıç, olduğundan daha güzel hâline döndü. Bu da fetih ve mü'minlerin toplanması nev'-inden Allah 'in getirdiği neticeler imiş. Ben yine o ru 'yâda bir sığır(m boğazlandığım) görmüştüm. Allah'ın yapağı en hayırlıdır. Bu da Uhud gününde şehîd olan mü'min neferleri remzediyormuş. Bir de gördüm ki, asıl hayır Uhud günü musibete uğramalarının ardından Allah'ın onlara hayır nev'inden getirdiği şeylerdir. Ve Bedir gününden sonra AHah'ın bizlere verdiği doğruluk ve sebat mükâfatıdır" [141].

 

126-.......Âişe (R) şöyle demiştir; Fâtıma yürüyerek yönelip gel­di. Fâtîma'nın yürüyüşü tıpkı Rasûlullah'ın yürüyüşü gibidir. Pey­gamber (S):

  "Merhaba kızım'' dedi.

Sonra onu sağ tarafına yâhud sol tarafına oturttu. Sonra kızına gizlece bir söz söyledi. Bunun üzerine Fâtıma ağladı. Ben Fâtıma'ya:

  Niçin ağlıyorsun? dedim.

Sonra Fâtıma'ya gizlice bir söz daha söyledi. Bu sefer Fâtıma güldü. Ben, kendi kendime: Bugünkü gibi bir sevincin bir hüzne bu kadar yakın olduğunu görmedim, dedim. Hemen Fâtıma'ya Peygam-ber'in ne söylediğini sordum. Fâtıma:

— Ben Rasûlullah'ın sırrını, yânı gizli söylediği sözü açıklayıp ifşa edecek değilim, dedi.

Nihayet, Peygamber'in ruhu kabzolunduğu zaman kendisine bu ağlama ve gülmenin sebebini sordum. Fâtıma şöyle cevâb verdi:

— Rasûlullah bana: "Cibril'in her sene bir kerre Kur'ân 'ı ken­disi ile mukaabele eder olduğunu, bu sene ise Cibril'in bu mukaabe-leyi kendisi ile iki defa yaptığım" (haber verdi) ve: "Ben bundan ancak ecelimin gelmiş olduğunu sanıyorum. Muhakkak ki sen, ailem için­den bana ilk yetişecek kimsesin" buyurdu. İşte ben bundan dolayı ağladım. Akabinde Peygamber, bana (gizlice): "Sen cennet ehli ka­dınlarının seyyidesi olmandan, yâhud mü'minlerin kadınlarının sey-yidesi olmandajı razı olmuyor musun?" buyurdu. İşte ben bundan dolayı da sevinip güldüm [142].

 

127-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ölüm sebebi olan hastalığı sırasında kızı Fâtima'yı yanına çağırdı ve ona gizli bir-şey söyledi. Fâtıma ağladı. Sonra onu bir daha çağırıp gizli birşey söyledi. Fâtıma bu defa güldü. Âişe dedi ki: Ben Fâtıma'ya bu ağla­ma ve gülmenin sebebini sordum. Fâtıma:

— Peygamber bana vefat sebebi olan bu hastalığı neticesinde ru­hunun Hakk canibine alınacağını gizlice haber verdi; ben bunun üze­rine ağladım. Sonra bana ev halkından kendisinin ardından ilk gelecek kimse ben olduğumu gizlice haber verdi; bundan dolayı da güldüm, dedi [143].

 

128-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Umer ibnu'l-Hattâb, İbn Abbâs'ı meclisine yaklaştırırdı. Abdurrahmân ibn Avf, Umer'e hitaben:

— Bizim de İbn Abbâs'a akran oğullarımız vardır (onları mecli­sine yaklaştırmadın), dedi.

Umer de ona:

  Şu muhakkak ki sen onu meclisime hangi sebebden yaklaş­tırdığımı biliyorsun (ilminden dolayı yaklaştırıyorum), dedi.

Akabinde Umer, İbn Abbâs'aşu "tzâ câe nasrullâhi ve'l-fethu" (en-Nasn i) âyetinden sordu. îbn Abbâs:

— O, Rasûhıllah(S)'ın ecelidir. Allah O'na ecelinin geldiğini bil­dirdi, dedi.

Umer:

— Ben de bu sûreden, senin bilmekte olduğundan başka bir ma'nâ bilmiyorum, dedi [144].

 

129-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) ölüm hastahğı içinde üzerinde bir örtü ile ve (ağrıyan) başı üzerine de boz renkli bir kumaş parçası çatmış olduğu hâlde (Mescide) çıktı, tâ minbere varıp üzerine oturdu. Akabinde Allah'a hamd ve sena ettikten sonra "Amma ba'du" diye başladığı hutbesine şöyle devam etti:

— "Hiç şübhesiz müslümânlar çoğalıyor, fakat Ensâr (günden güne) azalıyor. Hattâ onlar, yemek içindeki tuz derecesinde azalmış olacaklar. Şu hâlde (ey Muhacirler) sizden her kim diğer kimselere zarar verebileck yâhud fayda verebilecek bir iş başına geçerse, En-sâr'ın iyilerinin iyiliklerini alıp kabul etsin; kötülerinin kötülüklerini de affetsin".

İbn Abbâs: İşte bu oturum, Peygamber'in oturduğu son oturuş öldü, demiştir[145].                                           

 

130-.......Ebû Bekrete (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir gün el-Hasen(ibn Alî)'i mescide çıkardı da onu minberin üzerine yükseltti. Akabinde: "Bu benim oğlumdur, Seyyiddir (şeref sahibi bir efendi­dir). Umarım ki, Allah bu oğlum sebebiyle müslümânlardan iki fır­kanın arasını düzeltip iyileştirir" buyurdu [146].

 

131-.......Enes ibn Mâlik(R)'ten; o: Peygamber (S) Ca'fer ibn

Ebî Tâlib ile Zeyd ibn Hârise'nin ölüm haberleri gelmeden önce, göz­leri yaş akıtarak onların öldürüldüğünü haber verdi, demiştir [147].

 

132-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: (Câbir evlen­diği zaman) Peygamber (S):

  "Câbir, etrafı saçaklı oda döşemeleriniz var mı?" diye sordu. Ben:

  Bizde öyle döşemeler nereden olacak? diye cevâb verdim. Peygamber:

  "Fakat ben yemin ediyorum ki, yakında sizin öyle süslü dö­şemeleriniz olacaktır" buyurdu.

Câbir dedi ki: Ben kadınıma:

— Şu süslü döşemelerini gözümün önünden geri kaldır, derdim;

o da bana:

— Peygamber (S): "Sizin yakında süslü ev ve yatak döşemeleri­niz olacaktır" buyurmadı mı? derdi.

Bu söz üzerine ben de bu döşemeleri yerinde bırakırdım [148].

 

133-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Sa'd ibnu Muâz umre yapmak için Mekke'ye gitmişti. Abdullah dedi ki: Mek­ke'ye vardığında Ebû Safvân, Umeyyetu'bnu Halefin evine inmiş, ona konuk olmuştu. Umeyye de (ticâret) için Şam'a gittiğinde Medî-ne'ye uğrar, Sa'd ibn Muâz'a konuk olurdu. (İkisi arasında bir dost­luk vardı.) Umeyye, Sa'd'a:

— Biraz bekle! Gündüz yarı olduğu ve insanlar kuşluk uykusu­na daldığı zaman git Ka'be'yi tavaf et, dedi.

Sa'd bu suretle hareket edip vaktinde tavafa başladı. (Umeyye, Sa'd'la beraber bulunduğu) bu sırada Ebû Cehl çıkageldi ve:

  Ka'be'yi tavaf eden şu adam kimdir? diye sordu. Sa'd da:

  Ben Sa'd ibn Muâz'ım, dedi. Ebû Cehl:

— Ey Sa'd, sen Ka'be'yi emniyetle tavaf ediyorsun. Hâlbuki siz (Medîneliler) Muhammed'le sahâbîlerini sığındırıyorsunuz (onlara yar­dım ediyorsunuz)! dedi.

Sa'd:

— Evet öyledir, diye Ebû Cehl'i karşıladı ve aralarında bir çe­kişme ve husûmet başladı. Bunun üzerine Umeyye, Sa'd'a:

— Ebû'l-Hakem'e (Ebû Cehl'e) karşı sesini yükseltme! Çünkü o, Mekke vâdîsi halkının seyyididir, dedi.

Sa'd-ibn Muâz, Ebû Cehl'e hitâb ederek:

— Eğer sen beni Ka'be'yi tavaf etmekten men' edersen, vallahi ben de sana (daha ağırım yapar, Medine'deki) Şâm ticâret yolunu ke­serim! diye haykırdı.

Bu sırada Umeyye, Sa'd'a:

  Sesini yükseltme, demeye ve Sa'd'ı tutmaya başladı. Bunun üzerine Sa'd, Umeyye'ye öfkelenerek:

— Sen de (Ebû Cehl'i koruyarak) beni tutma, bırak! Ben Muhammed'den işittim ki, kendisi seni öldüreceğim söylüyordu, dedi.

Umeyye:

  Beni mi? diye sordu. Sa'd:

— Evet seni, dedi. Bunun üzerine Umeyye:

— Vallahi Muhammed birşey söylediği zaman yalan konuşmaz, dedi de (korku ve heyecan içinde) dönüp karısına gitti. Ve:

— (Yâ Ümme Safvân!) Yesribli kardeşimin bana ne dediğini bi­lir misin? diye yanıktı.

Karısı:

— Ne söyledi? diye sordu. Umeyye:

— (Yesribli kardeşim) Sa'd: Muhammed'in Umeyye'yi ben öl­düreceğim dediğim işittim diyor, diye cevâb verdi.

Ümmü Safvân:

— Allah'a yemîn ederim ki, Muhammed yalan söylemez! diye Sa'd'ın haberini te'yîd etti.

(Bir müddet sonra Bedir günü gelince) Mekkeliler'i bir nidâcı ça­ğırıp onlar da Bedir'e çıktıkları zaman, karısı Ümmü Safvân, kocası Umeyye'ye:

— Yesribli dostun Sa'd'ın vaktiyle sana söylediği sözü hatırla­maz mısın? dedi.

Umeyye de:

— (Vallahi Mekke'den çıkmam! diye) Kureyş ile Bedir'e çıkma­mak istedi. Fakat Ebû Cehl, Umeyye'ye:

— Sen Mekke vadisinin eşrâfmdansın, bir iki gün olsun sefere katılıp yürü! deyip kandırdı

Umeyye de onlarla iki gün yürüdü. Neticede Allah onu öldür­dü [149].

 

134-.......Abdullah ibn Umer(Ryden. Rasûlullah (S) şöyle bu­yurmuştur: "(Ru'yâmda) ınsanıarî bir meydanlıkta toplu olarak gör­düm. O sırada Ebû Bekr kalktı. (Halkı sulamak için kuyudan) bir yâhud iki kova su çekti. Fakat Ebû Bekr'in su çekmesinde za'f ve güçlük vardı. Allah Ebû Bekr'i mağfiret etsin. Sonra bu kovayı Umer aldı. Ve alınca bu kova Umer'in elinde büyük bir kovaya dönüştü. Ben, insanların içinde Umer'in gördüğü işi işleyebilecek kuvvette kuv­vetti ve kâmil bir kişi göremedim. En sonu insanlar o meydanı deve­lerin sulak ve eylekyeri edindiler (yânî onun zamanında insanlar bir meydan bulup istirahat ettiler)".

Hemmâm ibn Münebbih de Ebû Hureyre'den söyledi ki, Pey­gamber (S): "Ebû Bekr iki kova su çekti" buyurmuştur [150].

 

135-.......Bize Ebû Usmân Abdurrahmân en-Nehdî tahdîs edip şöyle dedi: Bana haber verildi ki, Cibrîl aleyhi's-selâm (bir insan gü­zeli olan Dıhyetu'l-Kelbî suretinde) Peygamber'in yanma gelmişti. Bu sırada Peygamber'in yanında (kadınlarından) Ümmü Seleme bulunu­yordu. Cibrîl, Peygamber'le konuşmağa başladı. Sonra kalkıp gitti. Peygamber (S), Ümmü Seleme'ye:   _ "Bu kimdir?" diye sordu, yâhud buna benzer bir soru söyledi.

Ümmü Seleme:

— Bu, Dıhye'dir, dedi.

Ümmü Seleme dedi ki: Allah'a yemîn ediyorum, Peygamber'in Cibril'den (aldığı vahyi sahâbîlere) haber vermek üzere yaptığı hut­besini işitinceye kadar ben Cibril'i hiç şübhesiz Dıhye sandım.

Râvî: Ümmü Seleme böyle veyâhud buna benzer bir söz söyle­di, dedi.

in     Süleyman ibn Tarhân dedi ki: Ben, Ebû Usmân'a:  __ Sen bu hadîsi kimden işittin? diye sordum.

Ebû Usmân: '"     

— Usâmetu'bnu Zeyd'den işittim, dedi [151].

 

26- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: [152]

 

'Kendilerine kitâb verdiklerimiz Ofnu (Peygamber'i) öz oğulları gibi tanırlar. Öyle iken içlerinden bir güruh, kendileri bilip durdukları hâlde, yine mutlakaa hakkı gülerler" (el-Bakara: 146) [153]

 

136-.......Abdullah ibn Umer(R)'den (şöyle demiştir): Birtakım Yahûdîler (Medine'de) Rasûlullah'a geldiler de O'na içlerinden bir erkekle bir kadının zina ettiğini söylediler (ve ne hükmedersin? dediler).

Rasûlullah (S) onlara:

  "Sizler recm hükmü hakkında Tevrat'ta ne buluyorsunuz?" diye sordu.

Onlar:

  Biz zina edenleri teşhir ederiz, bunlar deynekle de döğülür-ler, dediler.

Abdullah ibn Selâm bunlara:

  Yalan söylediniz! Tevrat'la, recm (âyeti) vardır, dedi. Bunun üzerine Tevrat'ı getirdiler ve kitabı açtılar. Yahûdîler'

den birisi (Abdullah ibn Surya) elini recm âyeti üzerine koydu da on­dan önceki ve sonraki âyetleri okumağa başladı. Abdullah ibn Selâm, ona:

— Elini kaldır! dedi.

O da elini kaldırınca recm âyeti görülüverdi.

Yahûdîler:

— Yâ Muhammed! Abdullah ibn Selâm doğru söylemiştir: Tev­rat la. recm âyeti vardır, dediler.

Akabinde subût üzerine Rasûlullah bunların recm olunmaları­na hüküm ve emretti.

Abdullah ibn Unıer: Ben o Yahûdî erkeğini, taşlardan kadını ko­rumak için kadının üzerine kapanıyor hâlde gördüm, demiştir [154].

 

27- (Mekke'deki) Müşriklerin Peygamber(S)'Den Bîr Âyet İstemeleri Ve O'nun Da Kendilerine Ayın İkiye Bölünmesini Göstermesi Babı [155]

 

137-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R): Rasûlullah (S) zamanında ay iki yarıya bolünde de Peygamber (S): "Şâhid olunuz!" buyurdu, demiştir.

 

138-.......(Buradaki iki senedle gelen hadîste) Enes ibn Mâlik (R) râvîlerine: Mekke ehli Rasûlullah(S)'tan, bir âyet (yânî bir mu'-cize) göstermesini istediler, O da kendilerine ayın ikiye bölünmesini gösterdi, diye tahdîs etmiştir.

 

139-.......Abdullah ibn Abbâs(R)'tan: O: Peygamber (S) za­manında ay ikiye bölündü, demiştir [156].

 

140-.......Bize Enes (R) şöyle tahdîs eıti: Peygamber'in sahâbîlerinden iki kişi, karanlık bir gecede Peygamber'in yanından çıktılar. Onların beraberlerinde önlerini ışıklandıran iki kandil benzeri şeyler vardı ki, bu iki zât birbirlerinden ayrıldıkları zaman onlardan herbi-rinin beraberinde tâ ailesine gelinceye kadar bir ışık verici oldu [157].

 

141-.......Kays (ibn Ebî Hazım) şöyle tahdîs etmiştir: Ben el-Mugîre ibn Şu'be'den işittim, Peygamber (S): "Ümmetimden birtakım insanlar gâlib gelmekte devam edeceklerdir. Onlar bu gâlib hâlde bu­lunurlarken, Allah'ın emri onlara gelecektir" buyurmuştur [158].

 

142-.......Bana Umeyr ibn Amr ibn Hânî' tahdîs etti ki, kendi­si Muâviye'den şöyle derken işitmiştir: Ben Peygamber (S)'den işit­tim, şöyle buyuruyordu: "Benim ümmetimden bir topluluk Allah'ın emirlerim yerine getirmekte devam edecektir. Onlara yardımdan çe­kinenler ve onlara muhalefet edenler bu taifeye zarar veremiyecek, Allah'ın (kıyamet) emri onlara gelinceye kadar, onlar bu gâlib ve mu­zaffer hâl üzere olacaklardır".

Umeyr dedi ki: Mâlik ibn Yuhâmir şöyle dedi: Muâz ibn Cebel: O Allah'ın emrini yerine getirenler Şam'da ikaamet edecekler, dedi.

Muâviye ibn Ebî Sufyân: Bu Mâlik ibn Yuhâmir, Muâz'dan: "Onlar Şam'da olacaklar" derken işittiğini söylüyor, demiştir [159].

 

143-.......Bize Şebîb ibnu Garkade tahdîs edip şöyle dedi: Ben (Yemen'deki Bârık kabîlesine mensûb) bir topluluktan işittim; onlar Urvetu'bnu'1-Ca'd el-Bârıkî(R)'den şöyle tahdîs ediyorlardı: Peygam­ber (S) kendisine bir koyun satın alması için Urve el-Bânkî'ye bir dî-nâr vermiş. O da bir dînâr ile iki koyun satın almış, sonra bu koyunların birisini bir dînâra satmış, Peygamber'e bir dînâr ve bir koyunla gelmiş. Bunun üzerine Peygamber, Urve'ye alım satımında bereket olması suretiyle duâ etmiş. Artık Urve bundan böyle toprak satın alsa, ondan da muhakkak kazanır olmuştur [160].

Sufyân ibn Uyeyne dedi ki: el-Hasen ibnu Umâre bu hadîsi bize Şebîb ibn Garkade'den getirirdi. el-Hasen ibn Umâre: Bu hadîsi Şe­bîb, Urve el-Bârıkî'den işitti, demiştir. Sufyân şöyle dedi: Ben Şe-bîb'e geldim. Şebîb: Ben bu hadîsi Urve el-Bârıkî'den işitmedim, fakat ben hadîsi el-Bârıkîler topluluğundan işittim, onlar hadîsi Urve'den

haber veriyorlardı, dedi. Yine Şebîb: (Ben geçen hadîsi Urve'den işit­medim) lâkin ben Urve'den şöyle derken işittim: Ben Peygam-ber(S)'den işittim: "Atın alnına dökülen saçlarında kıyamet gününe kadar hayır düğümlüdür (hayır; ecr ve ganîmettir)" buyuruyordu. Şebîb: Ben Urve'nin evinde yetmiş tane at görmüşümdür, dedi. Sufyân: Urve el-Bârıkî, Peygamber'e kurbanlık bir koyun satın alı­yordu, demiştir.

 

144-.......İbn Umer(R)'den: Rasûlullah (S): "Atların alınları­na dökülen saçlarında kıyamet gününe kadar hayır düğümlüdür" bu­yurmuştur.

 

145-.......Ebu't-Teyyâh şöyle demiştir: Ben Enes(R)'ten işittim;

Peygamber (S): "Atların alınlarına dökülen saçlarında hayır düğüm­lüdür" buyurmuştur [161].

 

146-....... Ebû Hureyre(R)'den: Peygamber (S) şöyle buyur­muştur:

"At ırkı üç sınıf kimse içindir; Bir adam için sırf ecirdir. Bir adam için (ihtiyâcına) bir perdedir. Bir adam için de günâhtır. At kendisi için ecir ve sevâb olan kimse, öyle bir kimsedir ki, o, atını Allah yo­lunda (cihâd için) bağlamıştır. Atının ayağının bağını da bol otlu ge­niş bir sahada veya çayırlıkta uzatmıştır. Bu bol otlu sahadan veya çayırlıktan atın bu uzun ipinde iken yediği her ot, at sahibi için birer hasenedir; iyiliktir. Hele bir de atın ipi kopsa da şahlanarak (ön ayak­larını kaldırıp) bir veya iki mil çeviklikle koşsa, yerde tırnaklarının bı­raktığı izleri ve onun gübreleri de sahibi için hasenat olur. Bir de hayvan (bu arada) bir nehre uğrayıp da ondan içerse, -sahibi sulamak istememiş olsa bile- bu su da sâhibî için haseneler olur; bu da onun için büyük bir sevâbdır.

Bir kimse de atını (onunla kazanmak), halktan müstağni olmak, iffetini muhafaza etmek için bağlar da sonra o kimse gerek hayvan­larının üzerindeki Allah hakkı(o\an zekâtı)m, gerek arkalarına gü­cünden fazla yüklememeyi unutmazsa, bu at da o kimse için (fakirliğe karşı) bir perdedir.

Bir kimse de atını öğünmek için, riya için, müslümânlara düş­manlık için bağlar; bu hayvan da onun için büyük bir vebaldir".

Peygamber'e eşekler soruldu da, Peygamber (S): "Eşekler hak­kında bana her hükmü cami* bir vecize olan şu âyetten başka birşey indirilmedi: İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor idiyse onu görecek. Kim de zerre ağırlığınca şerr yapıyor idiyse onu görecek"

(ez-Zilzâl: 7-8) [162].

 

147-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle diyordu: Rasûlullah (S) Hayber'e erkenden baskın yaptı. Hayberliler (başlarına geleceklerden ha­bersiz) kazma ve kürekleriyle tarlalarına doğru çıkmışlardı. Rasûlul-lah'ı görünce:

  İşte Muhammed ve ordu! dediler ve koşa koşa kalelerine döndüler.

Bu sırada Peygamber (S) ellerini kaldırdı da:

— "Attâhu Ekber (Allah büyüktür), Hayber harâb oldu (yâhud: Harâb olsun)! Biz bir kavmin yurduna indik mi, inzâr edilmiş olan­ların hâli yaman olur1' buyurdu [163].

 

148-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir:

— Yâ Rasülallah! Ben Sen'den birçok hadîs işittim, akabinde onları unutuyorum, dedim.

Rasûlullah (S):

  "Ridânı yay!" buyurdu.

Yaydım. Kendisi eliyle birşey avuçlayıp ridânın içine attı. Sonra:

  "Topla!" diye emretti.

Ben ridâmı topladım. İşte ondan sonra artık hiçbir hadîsi unut­madım [164]



[1] el-Menkabe, mîm'in ve kâfin fethasiyle mefhar ma'nâsınadır ki, iftihara sebeb olacak fadl, hüner ve meziyet makûlesine denir. Araştırılıp anılmaya lâyık ola­cak haberler, eserler ve mefharelerden ibarettir ki, el-Meslebe'nin zıddıdır. "O menkabe sahibidir" denilir (Kaamûs Ter.).

Bazı nüshalarda "Bâbu'l-Menâkıb" şeklinde gelmiştir. "Kitâbu'l-Menâkıb" başlığı daha lâyıktır. Çünkü "Kitâb", "Bâb"ları toplar. Burada ise çok şeyler­le ilgili birçok bâblar vardır.

[2] el-Buhârî bu âyeti "eş-Şuûb", "el-KabâîV ve bunlarla ilgili şeylerin tefsîrini bina etmek için zikretmiştir. Âyetteki "eş-Şuûb", "eş-Şa'b"m cem'idir. eş-Şa'b, biriktirmek ve toplamak ma'nâsına olup sonradan ırk i'tibâriyle büyük insan toplulukları ve milletler ma'nâsında kullanılmıştır. Türk, Arab, Acem, Rûm ca­miaları birer şa'b'dır. el-Kabâil de bir babadan üreyen insan kümesidir... Âyet, babalar ve kabilelerin övünmek için değil, övünme sebebinin ancak Allah'a tâ-atle ve ma'siyetten çekinmekle kazanılacağını takrîr etmektedir.

[3] Bu âyet, insanların Âdem ile Havva'dan yâhud herbir insanın bir ana ve bir ba­badan yaratıldığını; hepsinin bu yaratılışta müsâvî olduklarını, soyla sopla bö­bürlenmeye bir sebeb olmadığını bildiriyor. Zîrâ ruhlar ancak takva İle, ma'nevî meziyetlerle olgunlaşır, şahıslar onunla yükselir.

Bu âyet, İnsanın nesebini, hısımlarını, akrabasını öğrenip tanımasını ve hı­sımlık ilişkilerini, bağlarını koparmaması lâzım geldiğini öğretmektedir.

[4] Bu kısım dahî bâb başlığı üzerine atfedilmiştir. Bundan ölü arkasından bağırıp çağırmak, feryâdla ağlamak veya babasından başkasına nisbet edilmek gibi İs­lâm'ın nehyettiği câhiliyet âdetleri kasdedilmiştir. Bunlara âid yakında bir bâb gelecektir.

[5] Hadîsin başlıktaki âyete uygunluğu meydandadır. Çünkü âyette "Şuûb" ve "Kabâil"zikredilmiş, İbn Abbâs da "Şuûb"u "Büyük büyük kabîleler'Me, "Ka-bâil"\ de"Batn"larla tefsîr etmiştir. Bu isimler hakkında şu açıklama yapılmıştır: Şuûb, Şa'b'm cem'i; "Kabâil", Kabîle'nin cem'idİr. Arablar cemiyet tak-sîmâtını insan bedeninin hilkatini esâs alarak yapmışlardır. Şöyle ki: İnsanın kafatasını teşkil eden baş kemiklerinden her birine Kabile ve toplamına Kabâil denir, ve baş kemiklerinin birbirine kavuşup bitiştiği eke de Şa'b denilir. Bir babanın sulbünden şu'belenen kesretli bir cemâate, bundan alınmış olarak Ka­bile dendiği gibi, birçok kabileleri cami' olan ve mecmû-i hey'eti bir asl'a men-sûb bulunan büyük cemiyete de "Re's" ve "Şa'b" ismi verilir. Bu suretle bir asla mensûb olan cemiyetlerin hepsinin başı ve büyüğü olan cemiyet Şa'b'dır ki, kabileleri ihtiva eder. Kabîle "Atnâre'lerİ ihtiva eder ki, "Sadr", yânî "Göğüs" mesabesindedir. "Amâre" "Batn'lan ihtiva eyler ki, Türkçemizde "Göbek" ta'bîrine benzer. "Batn" "Fas'ları ihtiva eder; "Fahz" da "Fasî-le"\eri ihtiva eder, mecmû'u altı tabaka eder. Bâzıları "Fasîle"den sonra ye­dinci olarak "Aşiret "\ saymışlardır... (Hakk DM, VI, 4478).

[6] Peygamber'in alçak gönüllülük edip Yûsuf'u kendisinin de önüne geçirerek: "Yû­suf bütün insanların en şerefiisidir" demesi, Yûsuf'un azız bir peygamber ol­ması ve bir soydan, bir sırada fasılasız gönderilmiş olan dört peygamberin dördüncüsü bulunmasmdandır. İnsanlık târihinde böyle peygamber oğlu pey­gamber oğlu, peygamber oğlu peygamberin Yûsuf'tan başka birisinin bilinme­miş olmasındandır.

[7] Hadîsin râvîyesi olan Zeyneb'in anası Ümmü Seleme, Peygamber'in kadınla­rındandır. Ümmü Seleme, ilk zevciyle birlikte Habeş diyarına hicret etmiş, Zey­neb de orada doğmuştu. Kocasının Habeşistan'da vefatı üzerine kizıyle beraber Habeşe'den geldiklerinde Peygamber, Ümmü Seleme'yi nikâh etmiş, bu suretle Zeyneb de üvey kızlık şerefini kazanmıştır.

Hadîste adı geçen Mudar, Nızâr ibn Ma'd ibn Adnan'ın oğludur. Ve en büyük bir kabilenin babasıdır. Hadîsteki Nadr ibn Kinâne de -İbn Huzeyme ibn Müdrike ibn İlyâs ibn Mudar silsilesiyle- Mudar'a dayanıp, birçok kabileleri bu­lunan Mudar'm Nadr ibn Kinâne soyudur. Mudar, bir "şa'b"dır. Nadr da o şa'bm kabilelerinden birisidir. Böylece hadîste Rasûlullah'm uzak yakın; bü­yük küçük mensûb olduğu iki kabîle haber verilmiş bulunuyor.

[8] Bu hadîs dahî geçen hadîsin başka bir tarikidir.

Hadîslerin başlığa uygunluğu; "Peygamber Mudar'dan idi..." sözündedir. Çünkü Mudar, şa'blardandır.

Bu hadîslerin getirilmesi, nesebleri, yânî uzak yakın hısımları bilmenin za­rurî olduğuna delâlet etmektedir.

[9] Hadîsin baş tarafında şu fikir anlatılmaktadır: İnsanlar ma'den cevherleri gibi kimisi hâlis ve kıymeti çok, kimisi de karışık ve kıymeti azdır. İnsanların câhili­yet devrinde faziletli ve keremli olanları, İslâm'ı anlayıp amel ettikleri zamanda da faziletli ve keremli olmuşlardır. Çünkü İslâm'da fazilet, takva iledir. Buna neseb şerefi de eklenince fazileti daha da çok olmuştur.

Hadîsin sonunda da iki yüzlü münâfıkın her devirde kötü olduğu bildiril­miştir. Müslim'in Abdullah ibn Umer'den gelen bir hadîsinde münafık, iki da­var sürüsü arasında gidip gelen bir koyuna benzetilmiştir. Bu şaşkın koyunun iki sürüden bazen birisine, bazen de öbürüsüne koştuğu gibi, münafık da cemi­yet içinde kâh bir halk zümresine, kâh öbür halk zümresine koşar (el-Câmi'u's-Sahîh, "Sıfatu'I-munâfıkîn ve ahkâmuhum" 17-"2784").

Kur'ân'-ı Kerîm'de de münafıkların hâlleri pekçok âyette anlatılır. Bun­lardan biri şudur: "Hakikat münafıklar (akıllarınca) Allah 'a oyun etmek ister­ler. Hâlbuki O, kendi oyunlarım başlarına geçirendir. Onlar namaz kıldıkları vakit üşenç üşene kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah'/ ancak birazcık hatıra getirirler. Onlan(küfüT jlelmân) arasında bocalayan bir sürü kararsızlar­dır. Ne onlara, ne bunlara (mal olurlar). Allah kimi şaşırtırsa, artık ona bîr yol bulamazsın'' (en-Nisâ: 142-143).

[10] Bu da zikredilen Ebû Hureyre hadîsinin başka bir tarîkidir.

Bu hadîsi Müslim de el-Magâzî'de ve el-Fadâil'de tahrîc etmiştir. Hadîsin birinci kısmı Câhiliyet devrine âİd ict'İmâî ve siyâsî vaziyeti hikâye etmektedir. Bu sebeble nâs ta'bîri, Arab kabilelerini; müslim ta'bîri de Câhiliyet devrindeki Hanîfler'i ifâde etmektedir. Buna göre hadîs, Arablar arasında İslâm'dan ev­velki ve sonraki emaret şeklini işaret etmektedir.

[11] Bu âyette zikrolunan "el-Kurbâ( = Yakınlık) "dan murad, bâzılarına göre Pey gamber'e olan hısımlıktır. Onun yakın hısımları Alî, Fâtıma, Hasen, Hüseyin'­dir. Bâzıları bu hısımlığı, herbiri Peygamber'e hısım olan Kureyş batn'larına teşmîl etmişlerdir. İbn Abbâs bunlardandır. Bir de denildi ki, "el~Kurbâ", Al­lah'a takarrubdur. Buna göre âyetin meali şöyle olur: "De ki: Ben bu tebliğime karşılık sizin tâat ve iyi amellerinizle A ilah 'a îakarrub, O 'na ve Rasûlü 'ne sev­ginizden başka hiçbir mükâfat istemiyorum" (Beydâvî, Medârik).

[12] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rabıa veMudar'dadır" kavlinden alınabilir. Çün­kü bunlar iki kabiledir.

[13] Bu hadîsin başlığa uygunluğu da bundan önceki gibidir. Hadîsin sonunda Bu-hân, o ta'bîrlere âid bilgiler vermiştir.

[14] Kureyş, Peygamber'in büyük babalarından Fihr İbn Mâlik'in adıdır. Fihr, onun lakabıdır. Kureyş kabilesinin bütün soyları buna nisbet olunur. Neseb zinciri şöyledir: Fihr İbn Mâlik ibn Nadr ibn Kinâne ibn Huzeyme ibn Müdrike ibn İlyâs ibn Mudar.

İbn Hişâm'a göre Kureyş adı, Fihr'in değil, Nadr'mdır. Nadr'm çocukları ve torunları Kureyşî'dir. Âlimler cumhuruna göre de böyledir.

[15] Hadîsin açıklaması: Rivayete göre Abdullah ibn Amr, Tevrat okur ve orada gör­düğü şeyleri hikâye ederdi. Şu kadar ki, Abdullah ibn Amr bunları Rasûlullah'a İsnâd ederek hikâye etmezdi. O, bunları bir Tevrat haberi olarak naklederdi. Bu arada Kahtân'dan bir melik çıkacağını da nakletmişti. Muâvİye emirliği za­manında bunu işitmiş ve buna sinirlenerek yanında bulunan Kureyş hey'etine hitaben metindeki konuşmayı yapmıştır.

[16] Şârih Aynî bundan önceki hadîsle ilgili bâzı mukaayeseli açıklamalar yaptıktan sonra, Ahmed ibn Hanbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî'nin Rasûlullah'ın kö­lesi Sefîne'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîsi naklediyor: RasûluIIah (S): "Benden sonra hilâfet ancak otuz sene devam edecektir. Ondan sonra melik devri gelir" buyurmuştur. Diğer rivayete göre: "Otuz seneden sonra Allah, mül­künü o kullarının idaresini dilediği kimseye verir" buyurmuştur. Rasûlullah'ın dört halîfesi ile torunu Hz. Hasen ibn Alî'nin altı ay kadar halifelik zamânla-nyle, bu otuz sene tamam oluyor. Hicretin kırkıncı yılında Hasen, Muâviye he­sabına hilâfetten çekilmiş bulunuyor ve bu târihten i'tibâren imamet, emaret, saltanat devri başlıyor...

Hilâfette Kureyşli Olmanın Şart Kılınmasında Hikmet ve Sakıt

Olmasının Keyfiyeti

"Hilâfetten esâs gaye olan şeriat hükümlerini tenfîz ve ümmetin işlerini tan-zîm, kuvvet ve iktidara dayalı bulunduğundan hilâfetin şartlarından asi ve ak­demi kuvvet ve kudrettir. İslâm'ın evvelinde Kureyş kabilesi büyük bir aşîret idi ki, şeref, haseb, neseb, sayı çokluğuna ve mülkün, muhafazasına; ümmetin işlerini görmekte, şeriat hükümlerini infazda kuvvet ve kudret cihetinden diğer kabilelerden daha üstün durumda idi. Binâenaleyh hilâfet vazifesini icraya Ku­reyş kabilesinde fevkalâde liyâkat ve isti'dâd bulunmaktaydı. İşte bundan do­layıdır ki Peygamber "İmâm Kureyş'tendir" hadîsi ile hilâfet işini Kureyş kabilesine tahsîs buyurmuştur. Yoksa bu hadîsten maksad, Kureyş'in, sırf Pey-gamber'in sülâlesine'intisâblan demek değildir. Çünkü "Biz peygamberler mî-râs bırakmayız"hadîsi ile, peygamberlerin mîrâs bırakmadıkları açıklanmıştır. Binâenaleyh birinci hadîs ile hilâfet ve imametin Kureyş kabîlesine tahsîs buyu-- rulmasi, o hilâfetin en önde gelen şartı olan kuvvet ve kudretin onlarda tama­men mevcûd bulunmasına dayanmakta idi.

^ Peygamber vefat ettiği gün, Kureyş ile Ensâr, halîfe seçimi için Benû Sâide sakîfesinde toplandıktan sonra, Ensâr: "Kureyş'ten bir emîr, Ensâr'dan bir emîr ta'yîn olunmak" fikrini ortaya atmışlarsa da, Kureyş kabîlesi o sırada hilâfetin

hem sıhhat ve hem evleviyetinin şartlarını tamamen hâiz olup, her cihetten hilâ­fete ehliyet ve istihkaaklan bulunduğundan, Ebû Bekr: "imâm Kureyş'tendir" hadîsini hüccet getirerek Ensâr'ı susturup, hem Muhacirler hem de Ensâr top­luluğu beraberce Ebû Bekr'e bey'at etmişlerdi. Bu şekilde hilâfet makaamı Ku­reyş'in idaresine geçmiş oldu. Bu târihten i'tibâren hilâfet makaamı Râşid Halîfeler zamanında kamilen (noksansız), Emevîler ve Abbasîler zamanlarında da noksan olarak Kureyş kabilesinin uhdesinde bulundu. Fakat Abbasî salta­natının sonlarında şevket ve satvetlerine, kuvvet ve kudretlerine bir zayıflık ve bozukluk arız olarak, hilâfetin ilk önde gelen şartını kaybettiler. O sırada nü­fuz ve iktidar kazanmış olan Deylem ve Selçuk kabîleleri, bunca zamandan beri Kureyş kabîlesinin uhdesinde devam etmiş olan İslâm hilâfetini (siyaseten) uh­delerine aldılar.

Daha önce arz edilen Hilâfetin Hâşim ve Kureyş kabilelerine mensûb ol­ması, hilâfetin sıhhatinin şartı olmayıp, evleviyetinin şartı olduğundan, ihtiyâç ânında sakıt olacağına ve binâenaleyh Kureyş kabîlesine mensûb olmayan halı-. fenin de HilâfetM sahîh olduğuna İslâm âlimlerinin pekçoğu kaail olmuşlardır. Sahîh-i Müslim'de de "Sizin üzerinize başı kuru üzüm gibi siyah Habeşli bir köleta'yîn olunsa, onu dinleyip itaat ediniz"ve "Sizleri, Allah'ın Kitabı'na göre idare edecek olan emîriniz Habeşli bir köle olsa bile ona itaat ediniz" hadîsleri .... ile Kureyşli olma şartının ortadan kalkarak, Kureyşli olmayan halîfenin hi­lâfeti sahîh olduğunu açıklamışlardır.

Binâenaleyh Emevî ve Abbasî halîfelerinin hilâfeti nasıl sahîh ise, sıhhati­nin şartları bulunduğunda Osmanlı pâdişâhlarının hilâfetleri de sahîh olmuştur...

Şu kadar var ki, gerek Emevî ve Abbasî ve (gerekse diğer halîfelerin), hilâ­fetin hem sıhhat ve hem evleviyetinin şartlarını tamamen üzerlerinde toplama-mış olduklarından, Râşid Halîfeler devrinde olduğu gibi Hilâfet'leri kâmil değildir. Bunda ise Osmanlı Halîfesi ile Abbasî ve Emevî Halîfesi arasında asla fark yoktur... Binâenaleyh gerek Emevî, Abbasî olsun gerekse Osmanlı olsun bir halîfeye bey'at olunduktan sonra "Allah'a ve Rasûlü'ne ve sizden olan emîr sahihlerine itaat ediniz" (en-Nisâ: 59) âyeti gereğince bütün müslümânlann ve himâyesi altında bulunan gayrı müslimlerin halîfeye İtaat ve boyun eğmeleri vâ-cibdir. (İskilibli Mehmed Atıf, Şeriat Medeniyeti, İstanbul, 2. baskı, s. 25-28; Prof. Muhammed Hamîdullah, RasûluIIah Muhammed, İstanbul 1973 adlı ese­rin 323 vd. sahîfesinde bu hadîsle ilgili güzel bir tevcîh daha vardır).

îbn Haldun diyor ki: "Hilâfet mansıbının şartlan beş olup dördünde bü­yük dîn imamları ittifak ettikten sonra vakt-i hacette sükûtuna dahî zâhib olup, ve beşinci şartta ihtilâfa düştüler. Birinci şart: İlm-i ictihâd; ikinci şart: Adl-i dâd; üçüncü: Kifâye ve şecaat ve dördüncü: Havâss ve azanın re'y ü amelde halel ve noksanını mûcib ilel ve afattan salim olmasıdır. Beşinci şart, neseb-i Kureyşt olup büyük dîn imamlarının bâzıları bu şartı umûm üzere i'tibâr ve bâ­zıları dahî terk ve ihmâl ettiler" (İbn Haldun, Mukaddime; s. 187'den naklen Prof. Dr. Ahmet Reşit Turnagil, İslâmiyet ve Milletler Hukuku, İst. 1972, s. 40, dipnot: 45). İbn Haldun bunları belirttikten sonra halîfenin Kureyş'ten ol­ması konusundaki şartı da ele alıp, yukarıdakilere benzer mütâlâalar beyân edi­yor, aynı zamanda muhtelif mezheblerin görüş ve tenkitlerini naklediyor.

[17] Bu hadîs, ayniyle Humus Kitâbı'nda ayrı bir tarîkle geçmişti.

Hadîsin sonundaki ta'lîk biraz sonra gelecek hadîsin kısaltılmışıdır. Rasû­lullah'm onlara hısımlığı: a. Anası Âmine cihetindendir; çünkü o, Âmine bintu Vehb ibn Abdi Menâf ibn Zuhre ibn Kilâb ibn Murre'dir. b. Ve Peygamber'in dedesinin babasının dedesi olan Kusayy ibn Kilâb cihetindendir. Çünkü onlar Kusayy'ın erkek kardeşleridir (Kastallânî).

el-Buhârî'nin Humus Kitâbı'nda ibn İshâk'tan muallak bir surette rivaye­tine göre Muttalib, Hâşim, Abdu Şems ana bir kardeştirler; anaları da Âtike bintu Murre'dir. Nevfel ile de bu üçü baba bir kardeşlerdir; babalan da Abdu Menâf'tır. Nevfel'in anası ise Vâkıde bintu Amr'dır.

[18] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır.

[19] Bu muttasıl hadîs, bundan önce geçen muallak hadîsi açıklıyor: Şöyle ki: Ab­dullah ibnu'z-Zubeyr ibni'l-Avvâm, Âişe'nin kızkardeşinin oğludur. Çünkü Ab­dullah'ın anası Ebû Bekr'in kızı Esmâ'dır. Esmâ'nın anası da Ümmü'1-Uzzâ Kayle yâhud Kuteyle bintu Abdi'l-Uzzâ'dir. Âişe'nin anası Ümmü Rûmân bin-tu Âmir'dir. Esma, Âişe'nin baba bir kizkardeşidir. Âişe, Abdullah'ı çok sevi­yordu... (Aynî).

Aİşe: "Üzerime adak olsun" yerine "Üzerime bir k^!_ âzâd etmek yâhud bir ay oruç tutmak adak olsun" gibi belli bir iş söylemiş olmamı temenni ettim ki, keffâreti de belli ve muayyen olsun; bu yapılınca da yemînden kurtulunsun, demiş oluyor. Çünkü "Üzerime adak olsun" mübhem bir yemîndir. Bu söz yap­tığı keffâretlerden daha çoğunu da muhtemel olur. Onun için kalbi bir, iki ve daha çok köle âzâd etmekle yatışmadı. Bu, Âişe tarafından kesin şekilde zim­metten berî olmak hususunda ihtiyat ve içtihadın kemâlinde bir mübalağadır. Belki Âişe'ye "Nezr keffâreti, yemîn keffâretidir" tarzındaki Müslim hadîsi ulaş­mamıştı. Eğer bu hadîs kendisine ulaşsaydi, Âişe, keffârette böyle mübalağa yapmazdı (Kastallânî).

[20] el-Buhârî burada Usmân'ın mushaflar yazdırmayı emretmesi hakkındaki Enes hadîsinin bir tarafını getirdi. Bu hadîs Kur'ân'ın Faziletleri Kitâbı'nda geniş ola­rak gelecektir. Hadîsin Kureyş'in Menkabeleleri Kitâbı'na girmesi sebebi mey­dandadır (İbn Hacer).

Yüce Allah ' 'Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyîe gön­dermedik ki, onlara apaçık antetsin... " (İbrâhîm: 4) buyurdu. Peygamber, Ku-reyş'tendir. Bu sebeble Kur'ân da Kureyş dilinde indirildi.

[21] Rabîa ile Mudar'ın İsmail'e nisbeti üzerinde ittifak edilmiştir.  Yemen ehline gelince, onların nisbetlerİnin topluluğu Kahtân'a ulaşır.

[22] Rasûlullah'a göre Arablar'ın hepsi İsmâîl Peygamber evlâdından olduklarını İbn Sa'd, Alî ibn Rebâh'tan rivayet etmiştir. Bu cihetle-Eşlem oğullan'na İsmâîl oğul­ları diye hitâb etmiştir.

[23] Unvanlı başlığa uygunluğu, tezâd ve mukaabele yönündendir. Çünkü eşya, zıd-dıyle tebeyyün eder. Zîrâ hadîste hakîkî sahîh nesebin zikri vardır; bunda ise bâtıl olan nesebin zikri vardır. Bu hadîste bâtıl neseb iddia edene men' ve azar­lama vardır (Aynî).

[24] Bu hadîsin uygunluk ciheti de bundan önce geçen hadîsin başında zikrettiğimi­zin benzeridir. Bu hadîste bu üç şeyde yalanın şiddetlendirilmesi hükmü vardır.

[25] Bu hadîsin başlığa uygunluğu belki Rabîa ve Mudar kabîle isimlerinin zikri se­bebiyle olabilir. Çünkü bu iki kabilenin İsmâîl'e nisbetleri hususunda söz yok­tur. Hadîs, biraz farklı sened ile îmân Kitâbı'nda da geçmişti.

[26] Rasûlullah, fitnenin çıkış yerinin doğu taraf olduğunu bildirmektedir. Hakîka­ten târihte bunu doğrulayan hâdiseler hep doğu tarafta vukû'a gelmiştir, belki istikbâlde meydana gelecek büyük beşerî fitne ve felâketlerin çıkış yerine de işa­ret etmektedir. Bu hadîs de İblîs'in Sıfatı kısmında geçmişti.

[27] Bu beş kabîle Câhiliyet devrinde diğerlerinden ayrı olarak kuvvet ve şeref için­de idiler, tslâm gelince en sür'atli şekilde İslâm'a girdiler. Bu sebeble şeref on­larda oldu.

[28] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Hadîs Kureyş'in Menkabeleri'nde de geçmişti. Son cümle ilk cümleyi takrîr edicidir. Bunda bu kabîleler lehine apa­çık bir fazîlet vardır.

[29] Usayye kabîlesinin Allah'a ve Rasûlü'ne isyanı, bunlara dîn ve Kur'ân öğret­meni olarak gönderilen kırk kişilik ilim topluluğunu Maûne Kuyusu yakınında kılıçtan geçirmeleridir. Rasûlullah bu hâinlere kırk sabah la'net etmiş ve "Usayye, Allah'a ve Rasûlü'ne âsî olmuştur" buyurmuştur.

[30] Ey muhâtab! "Gıföru, Gafara'llâhu lehâ..." sözündeki cinasa bak, ne kadar güzeldir, kulağa ne kadar lezzet vericidir! Kalbi ne kadar düşündürücüdür! Te-kellüften ne kadar da uzaktır... (Kastallânî).

[31] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. el-Buhârî bu hadîsi iki tarîkten getirdi.

[32] Bu hadîslerde sayılan kabileler, Arablar'm en cem'iyetlİ soylarıdırlar. Bunlar­dan dört evvelkiler, sonrakilerden daha önce ve harbsiz, kendi arzûlanyle müs-lümân oldukları ve fıtratan güzel ahlâklı ve ince kalbli oldukları için, Peygamber, öbürlerinden daha hayırlı olduklarını yemîn ile te'yîd ederek bildirmiştir. Böyle iken Akra' ibn Hâbis'in bunları hacı vurgunculuğu ile itham etmesi, asabiyyet gayretinden ve müslümânlıkta ötekilerin öne geçmiş bulunmalarından ileri gel­miştir. Nitekim Akra'nın kendisi de Mekke'nin fethi sırasında müslümân ol­muş ve "ei-Muetlefetu kuiûbuhum" (et-Tevbe: 60) zümresinden bulunmuştur. Kendisi Benû Temîm şerîflerindendir. Huneyn'de ve Tâîf muhasarasında bu­lunmuş, Peygamber ona yüz deve ihsan eylemişti.

[33] Bu, Ebû Hureyre üzerine mevkuf bir tariktir. Bunu Müslim, merfû' olarak tah-rîc etmiştir.

[34] Başlığın birinci kısmına uygunluğu meydandadır. el-Buhârî başlıkta zikrettiği hâlde "Bir kavmin âzâdlısı kendilerindendir" hadîsini metîn olarak getirmedi. Bunu Farâİz'de Enes hadîsinden olmak üzere getirmiştir; lafzı şöyledir: "Bir kavmin âzâdlısı kendilerindendir". Burada onu getirmemesi, orada zikretme-siyle yetinmedir.

[35] el'Câmi'u's-Sahth'in Kerîme ve diğer nüshalarında başlık bu şekilde gelmiştir. Ebû Zerr nüshasında ise "Bâbu kıssatı Habeş" şeklinde vâki' olmuştur. Bâzı nüshalarda başlıkların sırasında öne geçme ve geri kalma şeklinde değişiklikler vardır. Birçok nüshalarda Zemzem kıssası, Ebû Zerr'in İslâm'ı kıssasıyle bir­likte getirilmiştir. Zemzem'in, Ebû Zerr'in kıssasıyle ilgisi, Ebû Zerr'in Mek­ke'de ikaamet ettiği müddetçe Zemzem suyu ile yetinmesi vâkıasıdır (İbn Hacer).

[36] Hadîsin başlıktaki hususlara uygunluğu meydandadır. Çünkü içinde Ebû Zerr'in İslâm'a girişi ve Mescidde kaldığı müddetçe Zemzem suyunu içmekle yetinmesi zikredilmektedir. Hadîs Müslim'de daha geniştir.

Ebû Zerr el-Gıfârî, İlk müslümân olan beş zâtın beşincisi olduğu, İslâm'ı kabulü da'vetsiz, kendi arzusu ile ve yüksek bir irâdenin eseri bulunduğu için, İbn Abbâs gibi büyük bir sahâbî âlimi onun bu İslâm'a girme menkabesini taf-sîlâtıyle rivayet etmiş, İmâm el-Buhârî de bu rivayeti müstakil bir bâb açarak Sahth'ine almıştır.

Ebû Zerr ilimde, zühd ve takvada, harb ve cihâdda, doğru ve düzgün söz söylemekte, ihlâs ve samimiyette başlı başına bir şahsiyet idi. İlimde Abdullah ibn Mes'ûd'a denk idi. Yalnız idarî ve mâlî işlerde garîb İctihâdlan vardı. Mese­lâ, bir kişinin iki dirhem ve iki dînâra mâlik olmasını, Kur'ân'da kötülenen "Kenz " (et-Tevbe: 35-36) cümlesinden sayardı. Beytu'l-mâlden verilen dörtyüz dînâr hissesini aldığı gün hepsini fakirlere dağıtırdı. İhtiyâç zamanı için muha­faza etmezdi: Azîz Dostum (S) bana "Çıkınlayıp ağzı bağlanan her altın, gü­müş birer ateş parçasıdır. O -Allah rızâsı için muhtaçlara verilinceye kadar-sâhibiniyakar" diye vasiyyet etti, derdi. Peygamber'in vefatından sonra Şam'­da ikaamet etti. Muâviye'nin emirliği zamanında bu ictihâdlan ve Muâviye'nin saltanat sistemli idaresini açıktan tenkîd ettiği ve bu tenkîdlerin halka te'sîr et­mesi üzerine evvelâ Medîne'de, sonra da Rebeze'de oturtuldu. 32 yılında orada vefat etmiştir.

[37] Kahtân, îsmâîl zürriyetinden mi, yoksa değil mi; ihtilaflıdır. Himyer, Kinde, Hemdân ve diğerlerinden olan Yemen nesebleri, Kahtân'a varıp dayanır.

Hadîsin başlığa uygunluğu Kahtân isminin zikredilmesindedir. el-Buhârî bu­nu Fiten'de de getirmiştir. Hadîs, oradan çıkacak melikin sert ve zalimane ida­resini ifâde etmektedir.

[38] Câhiliyet da'vâsı, Câhiliyet çağrısı demektir ki, Arab'ın kendi kabîlesinden im-dâd İçin: Ey Fulân oğulları, yetişiniz! diye bağırmasıdır. Bu çığlığı işiten kabîle halkı toplanarak yardım isteyene zâlim olsa bile yardım ederlerdi. İslâm böyle zorbalıkla, kavim-kabîle kuvvetiyle hakk alma da'vâsını kaldırıp, medenî bir adalet nizâmı ortaya koymuştur.

[39] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bu Câhiliyet da'vâsı ne oluyor?" sözündedir.

Hadîste bildirilen Abdullah ibn Ubeyy'in o kötü sözü Kur'ân'da da nakle­dilmiştir: "Onlar 'Eğer Medine'ye dönersek, and olsun en şerefli ve kuvvetli olan, oradan en hakir olanı muhakkak çıkaracaktır' diyorlardı. Hâlbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Allah'ındır, Peygamberinindir, müzminlerindir. Fakat mü­nafıklar (bunu) bilmezler" (el-Munâfıkûn: 8).

[40] Hadîsin başlığa delîlliği meydandadır. el-Buhârî, bunu Cenazeler Kitâbı'nda da getirmişti

[41] Huzâa, en eski bir Arab soyu olan Ezd şa'bımn bir şu'besidir. Evs ve Hazrec, Ezd şa'bından ayrılan ve Seylu'l-Arîm'in meydana gelmesi üzerine Yemen'deri Medine'ye hicret eden bir soy oldukları gibi, Huzâa da Mekke'ye göç edip ge­len bir Ezd soyudur.

Ensâb ilminin ilk müelliflerinden er-Rİşâtî'nin beyânına göre Huzâa, Amr ibn Rabîa'dır ki, Rabîa, Luhayy ibn Harise diye de anılır. Bu silsile ensâb âlim­lerinden "Huzâa Yemenli'dir" diyenlerin mezhebidir. Huzâa'nm Mudar'dan olduğunu ileri sürenlere göre de, Huzâa, Amr ibn Rabîa ibn Kam'a ibn Hm-dif'tir. Bu zümre gelecek olan Ebû Hureyre hadîsini hüccet getirmişlerdir. Şu hâlde her iki zümreye göre Huzâa'nm adı Amr'dır; Huzâa, lakabıdır. Babası­nın adı da Rabîa'dır, Luhayy diye de anılır. Bunda ensâb âlimlerinin İhtilâfı yoktur. İhtilâf yalnız büyükbabasındadır. Huzâa'nm Yemenli olduğunu kabul edenlere göre büyükbabası, Harise ibn Amr'dır. Mudar'a nisbet edenler de de­desi Kam'a ibn Hındif tir dediler.

Bâzı ensâb âlimleri de bu iki görüşü şöylece birleştirirler:' 'Kam'a ibn Hın-dif'in karısı, oğlu Luhayy'e gebe iken Kam'a ölmüştür. Bunun üzerine kadın, Yemen'e, Harise ibn Amr'ın yanma gitmiş ve orada doğurmuştur. Bu sebebîe Harise, Luhayy'ı evlâd edinerek kendisine nisbet etmiştir" demişlerdir.

Amr ibn Rabîa'ya Huzâa denilmesinin sebebine gelince, müelliflerin bil­dirdiklerine göre, Yemen'in Me'rib şehrindeki su bendi yıkılıp Seylu'1-Arîm de nilen âfetin meydana gelmesi üzerine susuz kalan Ezdiler etrafa dağıldıkları sırada, diğer Ezd kabilelerinden ayrılarak, oğlu İle birlikte Hicaz'a gelmiş ve Mekke civarına yerleşmiş olmasıdır. Çünkü Huzâa kelimesi, birşeyden ayrılmış parçaya denir.

Huzâa, Mekke'ye yerleştikten sonra, orada İsmâîl Peygamber zamanından beri mekân tutmuş ve Mekke'nin idaresini, Ka'be'nin bütün vazifelerini elleri­ne almış olan Cürhümîler'i oradan kovup, idareyi eline almıştır. Bir müddet sonra Peygamberdin dedelerinden Kusayy ibn Kilâb, Huzâî başkanlarından HuleyPİn kızı Hıbâ ile evlendiği için, Peygamber'in dedeleriyle ve Ka'be'nin hakîkî bir vârisi ile hısımlık kazanmışlardır. Fakat Huleyl'in vefatından sonra Kusayy, Mek­ke'nin idaresine ve Ka'be'nin bütün vazifelerine hakk kazanarak eline almış ve üçyüz küsur sene devam eden Huzâî idaresine son vermiştir (Bâzı kısaltmalarla Aynî'den),

[42] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır.

Hındif, kabîlenin anasıdır. Handefe, yânı hervele ile yürüdüğü için bunun­la lakablandırıldı. Bu kadının oğullan, babalarına değil de analarına nisbetle meşhur oldular. Kam'a da anasına nisbet edilmiştir. Yoksa onun babasının is­mi İlyâs ibn Mudar'dır. Hadîsteki Ebû Huzâa kavli, o Ezd'den bir soydur de­mektir (Aynî).

[43] Amr ibn Luhayy, Sâibe ve Bahîra bid'atlerinden başka, İbrahim ve oğlu İsmâîl Peygamberler'in tebliğ ettikleri tevhîd dînini ilk bozan ve ilk put diken; Vasîle, Hânı adaklarını ilk îcâd eden kimsedir. Bir ara Amr, Mekke'den Şam'a gitmiş, Belkaa mıntıkasmdaki eski Maâb şehrine vardığında Amâlika'nm putlara tap­tıklarını görmüştü. Bu putlardan kurak zamanlarında yağmur, harb ve felâket zamanlarında yardım dilediklerini öğrenmiş; onlardan isteyip aldığı Hubel adlı putu götürüp Ka'be'ye dikti. Halkı buna ta'zîm ve ibâdete da'vet etti... (İbn İshâk).

Aynî'nİn bildirdiğine göre, târihte meşhur olan Lât putu da Huzâa'nın eseridir.

İşte Amr ibn Luhayy tarafından ortaya konulan bu bid'atler, Kur'ân'da da bildirilip reddedilmiştir: "Allah ne Bahîre'den, ne Sâibe'den, ne Vasîle'den, ne de Hâm 'dan hiçbirini (meşru') kılmamıştır. Fakat o küfredenler Allah 'a karşı (bize bunları o emretmiştir diye) yalan düzerler. Onların çoğunun (avâmm) ise akılları ermez" (el-Mâide: 103).

Ulaştığımız Onbeşincİ Hicret Asrı'nda da maalesef Amr İbn Luhayy zihni­yetinde birtakım putçu ve bid'atçı zümreler hâlâ mevcûddur!...

[44] Başlık Ebû Zerr nüshasında böyle gelmiştir. Başkalarında ise sâdece "Arab'ın Cahilliği Babı" şeklindedir. Doğru olan da bu ikincisidir. Çünkü burada Zem­zem ve onunla ilgili birşey zikredilmemiştir. Bâzı nüshalarda ise bu bâbdan ön ce Ebû Zerr'in İslâm'a girmesi babı vâki' olmuştur (Aynî).

[45] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Arab'ın cahilliği" sözündedir. Hadîste başr lığın birinci kısmına âid birşey yoktur.

İbn Abbâs, Saîd ibn Cubeyr'e Arab'ın cahilliğini apaçık gösteren âyetleri ta'rîf edip öğretmiştir ki, bunlar el-En'âm Sûresi'nin 136. âyetinden i'tibâren 140. âyetine kadar devam eden âyetlerdir. İbn Abbâs bunlardan sonuncusunu okumak suretiyle son hududu belirtmiş oluyor:

' 'Onlar A Hah için, O 'nun yarattığı ekin ve meyvelerle hayvanlardan bir hisse ayırdılar da kendi boş zannlannca 'Şu Allah 'm' dediler, 'Şu da ortaklarımız (olan putlar)zrt'. Ortaklarına âid olanlar Allah 'a ulaşmaz amma, Allah 'a âid olanlar; (evet) onlar ortaklarına gider! Hükmedegeldİkleri bu şeyler ne kötüdür! Bunun gibi onların ortakları (olan o putların hizmetçileri), müşriklerden birçoğuna -hem onları helake düşürmek, hem kendilerine karşı dînlerini karmakarışık et­mek için- öz evlâdlarını (kendi elleriyle) öldürmesini hoş göstermiştir. Eğer Al­lah dileseydi bunu yapmazlardı. Artık sen onları düzmekte devam ettikleri o yalanlarla başbaşa bırak. Onlar bâtıl zannlarıyle dediler ki: 'Bu davarlarla ekinler haramdır. Onları bizim dilediklerimizden başkası yiyemez. Şu davarların da sırt-Iarı{n3. binmek) haram edilmiştir \ Birtakım davarlar da vardır fii, üzerlerine Al­lah *m ismini anmazlar onlar. (Besmelesiz öldürüp veya ölü olarak yerler. Bütün bunları) O'na (Allah'a) karşı (böyle emrediyor diye) iftira ederek (uydurdular). O (Allah), bunları, yapmakta oldukları İftiraları yüzünden cezalandıracaktır. Bir de (şöyle) dediler: 'Şu davarların karınlarında bulunan(yavru)lar (canlı do­ğarsa) sâde erkeklerimiz için (halâldır), kadınlarımıza haram kılınmıştır. Eğer o, ölü (doğar) ise onlar bunda ortaktırlar'. (Allah) onların (bu halâldır, bu ha­ramdır yollu) vasıflarının cezasını verecektir. Şübhesiz ki O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyle bilendir. İlimsizlik yüzünden çocuklarını beyinsizce öldürenlerle Allah 'in kendilerine ihsan ettiği (halâl) rızkı, Allah 'o iftira ederek, haram sayanlar muhakkak ki maddî ve ma 'nevî en büyük zarara uğramıştır. Onlar şübhesiz ki sapmışlardır ve (ondan sonra) doğru yolu da bulamamışlardır" (el-En'âm: 136-140).

[46] Hadîsin başlığın İlk kısmına uygunluğu meydandadır. Çünkü Peygamber Yû­suf'u babalarına nisbet edince, bunun diğerlerinde de cevazına delîl olmuştur.

İbn Umer ile Ebû Hureyre'nin burada ta'Iîk şeklinde verilen rivayetleri Ehâ-dîsu'l- Enbiyâ'da senediyle geçmişti. el-Berâ'nin hadîsi de mevsûl ve uzun bir metin hâlinde Cihâd Kitâbı'nda, "Hezîmet sırasında sahâbîlerinî saff yapan kimse bâbi"nda geçmişti. el-Berâ hadîsi de başlığın ikinci kısmına delîl olmuştur. Çünkü Peygamber kendisini, dedesi Abdulmuttalib'e nisbet etmiştir.

[47] Bu hadîsin de başlığa uygunluğu, Peygamber'in kendi aşiretini, her kabîleyi ba­balarına nisbet ederek zikretmesi yönündendir.

[48] Bu hadîs de yukarıdaki hadîsin diğer bir tarikidir.

[49] Bundan Önceki hadîslerde olduğu gibi, burada da RasûluIIah Kureyş oymakları­nı husûsî surette ve ma'lûm olan baba adlarıyle birer birer çağırıp hitâb etmiştir. Peygamber, Kureyş soylarını bir formül ve birbirinin aynı olan bir cümle ile da'vet etmiştir. Çünkü bu dînî bir akiddir, bir ahd ve misâktır. Bu sebeble Peygamber her kabîleyi andıkça "İbâdet ve ubudiyet mukaabilinde kendinizi Al­lah'tan satın alınız!" buyurmuştur. Binâenaleyh bu tekrar, akdin ve ahdin îcâ-bıdır, edebî üslûba aykırı bir ıtnâb (yânî uzatma) değildir, tamâmiyle hukuk üslûbuna uygundur.

[50] Buradaki iki hadîsin başlıktaki kısımlara uygunluğu bellidir. Bu hadîsler Kitâbu'l-lydeyn'de tam ve açıklamalı olarak geçmişti.

el-Habeşu, el-Habeşetu, el-Uhbuşu, karalar taifesinden bir cins nâsın is­midir, evvelkilerin cem'i Hubşân gelir, üçüncüsünün cem'i Ehâbiş gelir... (Kaa-mûs Ter.)

Er/ide, bu kavmin dedesi veya ninesidir.

[51] Yânî soyuna, ana-babasına ve dedelerine sövülmemesini, kötülenmemesini, on­lara ilgi ve muhabbet beslenerek söz gelmesine karşı kıskanç olmak isteyen kimse babı.

[52] Başlık ile hadîs arasındaki uygunluk noktası Rasûlullah'ın Hassân'a: "Kureyş obaları arasında benim soyum da vardır, onlar nasıl olacak?" buyufmasıdır. Pey-gamber'in bu sorusundan, hiciv ve kötüleme şekillerinin çoğu kişinin soyuna eksiklik vereceği anlaşılır.

Peygamber, Hassân'a istediği izni verdi. Ve Ebû Bekr'e git, Kureyş soyla­rını o daha iyi bilir... buyurdu. Hassan da Ebû Bekr'e gitti. Sonra geldiğinde: Yâ Rasûlallah! Hakîkaten Ebû Bekr nesebiniz Hâşim oğulları'nı Kureyş'in yüz kızartan ayıplarından ayırmak için bana çok kıymetli bilgiler verdi, demiştir. Peygamber, Hassân'ı Kureyş şâirlerine karşı mukaabeleye teşvik etmiş. "Hassan, Rasûlullah nâmına İslâm'ı müdâfaa için güzel kokulu nefesini sarf et -tikçe Cebrail onunla beraberdir" demiştir. Hattâ şiir yarışının ateşlendiği gün­lerde: "Allah'ım, Hassân'ı Rûhu'1-Kuds ile kuvvetlendir!" diye duâ etmiştir.

[53] Buhârî iki âyetin bu iki cümlesini bu baba unvan yapmakla, Rasûlullah'ın en meşhur isimleri Muhammed ve Ahmed olduğuna işaret etmiştir. Bu iki isim Hamd maddesinden alınmıştır ki, kişinin fazîletini anarak övmekten'ibârettir. Şu hâl­de Ahmed, Allah'ı yüce sıfatlarıyle ve kudret eserleriyle öven ve övmesini bilen kimse demektir. Muhammed de fazilet ve güzellikleri anılarak övülmüş kimse demektir. Peygamber'in Ahmed adı, geçmiş peygamberlerin kitâblarmda zikredil­miş; Muhammed adı ise Kur'ân'da verilmiş olup, her ikisi de en güzel iki isimdir. Gelecek hadîste kasdolunan da bu alemiyettir.

[54] Hadîsin başlığa uygunluğu bellidir. Hadîsteki beş adedi -adet mefhûmunun kıy­meti olmadığı ilmî esâsı gereğince- ziyâde sayıyı reddetmez. Bir de bu beş adın eski kitâblarda bulunmaları ve geçmiş ümmetlerce tanınmış olmaları cihetiyle tahsis ile ifâde edilmiş denilebilir.

[55] Kureyş, Peygamber'i kötüleyecek bir husus bulamayınca gülünç şeyler uyduru­yorlardı. Onlardan biri de bu hadîste haber verildiği üzere, "Medholunmuş" demek olan "Muhammed"i, "Zemmolunmuş" demek olan "Muzemmem"le değiştirmeleridir. Bunu değiştiren Ebû Leheb'in karısı ve Ebû CehPin kızkar-deşi Avrâ'dır (Kastallânî).

[56] Bu başlık, Kur'ân diliyle Peygamber'e verilmiş olan en sevimli bir adı daha bil­dirmektedir:

"Muhammed, adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın Ra-sûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah herşeyi hakkıyle bilendir " {el-Ahzâb: 40).

. "Hâlem, Âsim kıraatinde tâ'nın fethiyle, diğerlerinde kesriyle okunur. Kesr ile Hâlim, fail isim olup hatmeden, nihayete erdiren yâhud mühürleyen demek olur. Feth İle Hâtem de âlet ismi olup mühür demektir. Mühür de bir şeyin tev-sîk ve tasdiki için nihayete basıldığından hem âhir ma'nâsını, hem tasdîk ma'-nâsmi içine alır. Şu hâlde iki kıraat Hâtemu'n- Nebiyyîn vasfının iki mefhûmunu ayrı ayrı hatırlatıyor. Yânî Muhammed Rasûlullah hem peygamberleri hitâma erdiren son peygamberdir... hem de bütün peygamberleri tasdîk ve tevsîk eden ilâhî bir mühürdür. Eğer o gelmese idi diğer peygamberler unutulup gidecek, târihte onların mevcudiyetlerini ve nübüvvetlerinin hakkıyyetini ilmen isbât müm-kin olmayacaktı. Çünkü diğer peygamberlerin hayât ve mevcudiyetleri târîhin sînesinde Mulıammed'İn hayâtı gibi vuzuh ve vusûk ile ma'lûm değildir. Öyle ki bugün Kur'ân olmasa idi, Mûsâ ile îsâ'nın bile varlıkları ciddiyetle isbât olu­namazdı. Muhammed'in hayâtı ve peygamberliğinin târîhte vuzuh ve kat'iyetle ma'lûm olması sayesindedir ki, diğer peygamberlerin de mâzîdeki nübüvvetle­rini tasdîk için bir vesîka elde edilmiş bulunuyor. Aynı zamanda Muhammed (S) diğer peygamberlerin kendisi hakkındaki beşaretlerini tahakkuk ettirmek i'-tibâriyle de onların nübüvvetini mühürleyen ilâhî bir damgadır. Muhammed'in nübüvveti ile beşeriyet dîn bakımından tekâmül gayesine ermiştir. Ondan sonra başka peygamber beklememeli, Muhammedi nuru ta'kîb eylemelidir" (Hakk Dîni, V, 3906).

[57] Hadîsin başlığa uygunluğu ma'nâsından alınır. Çünkü hadîsin el-İsmâîlî'deki tarîklerinin birinde Usmân; o da Selîm ibn Hayyân rivayetinde "Ben o kerpicin yerindeyim, geldim ve peygamberleri sona erdirdim" ifâdesi vardır.

[58] Bu da Hâtemu'l-Enbiyâ hadîsinin diğer bir sahâbîden gelen tarîkidir.

Peygamber'in hâiz olduğu Hâtemu'l-Enbiyâ sıfatını temsilî bir uslûb ile mü-rekkeb bir temsil hâlinde ifâde etmesi, san'at bakımından çok beliğdir. Mürek-keb teşbih, bütün müşebbeh manzumesinden alman bir vasfın müşebbehun bih manzumesine kıyâs ve tatbikinden İbarettir. Ve cazibeli edebî bir san'attir. Ha­dîste halkı ahlâk güzelliklerine irşâd etmek gayesiyle gönderilen peygamberler camiası, esâsı kurutmuş, duvarları yükselmiş ve bütün inşâ eksiklikleri ve süsle-yicileri tamamlanmış, yalnız bir tuğlanın yerine konulması eksik kalmış bir bi­naya benzetilmiştir. O, konulması geri kalan tuğla da benim ve bu cihetle peygamberlerin bir tamamlayacisıyım buyurulmuştur. "Ben ancak ahlâk güzel­liklerini ve insanlık faziletlerini tamamlamak için gönderildim " hadîsi de bu ha­kikatin bir ifadesidir.

[59] Bu başlık Ebû Zerr nüshasında böyle vâki' olmuştur. Nesefî nüshasında mev-cûd değildir. Bu başlığı el-İsmâîlî de zikretmemiştir. Bu başlığın burada sabit olmasında i'tirâz vardır. Çünkü bunun yeri, geleceği üzere el-Mağâzî'nin sonu­dur. Zahir olan şu ki musannif bu Âişe hadîsini burada getirmekle, sâdece Pey­gamber'in ömrünün mikdârıni beyân etmek istemiştir. Husûsiyle.vefat zamanını değil. Bu husustaki ihtilâf ileride gelecektir... (İbn Hacer)

Sarihlerin verdikleri izahları özetlersek, deriz ki, Peygamberlerin sonu olan Peygamberimiz, bu fânî hayâttan ebediyet âlemine geçtiğinde en kuvvetli riva yete göre 63 yaşında İdi. Yine en kuvvetli rivayete göre Rebîu'l-evvel ayında bir pazartesi günü vefat etmişti. Bu pazartesi, cumhura göre ayın oniktsinde; buna en yakın ve kamerî haseblara uygun rivayete göre ayın sekizine tesadüf etmişti (Tecrîd Ter,, 9, 299).

[60] el-Kinâye: Kitabe vezninde bir başka nesneye istidlal olunacak bir kelâm söyle­mek ma'nâsınadır, refes ve gâit gibi...

el-Künye: Kâf'm kesri ve dammı ile bir adama eb, um, ibn, bint kelimeleri­nin birini muzâf ederek tesmiye eylemek ma'nâsınadır ki, onunla isimden tevri­ye edilmiş olur...

et-Tekniye ve el-îknâ: Bunlar da bir adama künye vaz' eylemek ma'nâsı­nadır... (Kaamûs Ter.).

Bu hadîslerdeki nehiyler, tenzîhî nehiylerdir. Bu hadîsler sırasıyle Buyu' ve Cihâd Kitâblarfnda da geçmişlerdi.

[61] Bu hadîs, Peygamber'in künyesi konusuna bir lahika, bir ek olarak getirilmiş­tir. Peygatnber, büyük oğlu Kaasım'm adiyle künyelenmiştir, kendisine Ebü'l-Kaasım denilirdi. Medine'de Mâriye'den doğan İbrâhîm adındaki diğer oğlu ile de künyelendiği vâki'dir...

[62] Hâtem kelimesi hakkında biraz önce bilgi verilmişti. Her iki okunuşa göre Nü­büvvet Hâtemi demektir. Nübüvvet silsilesi sona erdiğine ve Hz. Muhammed'-den sonra hiçbir peygamber gelmeyeceğine delâlet eden eser demektir. Beydâvî, Tef şîrînde Peygamberlik mührü, Peygamber'in iki küreği arasında bir eserdir ki, o, eski ümmetlerin mukaddes kitâblarında bildirilen alâmet olmuştur. Yazı­lı vesikaların damgalanması nasıl içindekilere i'tirâzdan onu korursa, bu pey­gamberlik nişanesi de va'd edilmiş peygamberi kötülemekten o suretle koruya­caktır, demiştir.

[63] Buhârî bu eserin şekli ve büyüklüğü hakkında iki şeyhinin tefsirini buraya koy­muştur. Bunun bir et beninden yâhud iki et beninden birleşerek güvercin yu­murtası kadar büyümüş olmasından İbaret olduğuna dâir rivayetler de vardır. Bunlar o eserin şekil ve mâhiyeti hakkında güvenilir haberlerdir. Bunun dışında birtakım efsânevî rivayetler de vardır ki, bunlar İbn Dıhye, Zehebî, İbn Hacer, Kastallânî gibi intikadcı âlimler tarafından reddedilmiştir. İbn Hacer el-Heytemî de: Râvîler, nübüvvet hâtemi ile Peygamber'in mührünü karıştırmışlardır, de­miştir.

Râvî es-Sâib ibn Yezîd Medine'de en son vefat eden sahâbîdir. Hicretin 91. yılında 96 yaşında vefat etmiştir.

[64] Yânî Peygamber'in vücûdu ve huyları hakkındaki mübarek vasıflarını beyân babı.

et-Vasf ve's-Sıfa: İkinci bâbdan masdardır. Bir nesneyi sıfatlamak ma'nâ-smadır ki, halkan ve hulkan alâmetlerini saymak ve beyân eylemekten ibarettir (Kaamûs Ter.).

[65] Hadîsin başlığa uygunluğu Ebû Bekr'in Hasen'i hilkatçe Peygamber'e benzet­mesi yönündendir ki, bu da Peygamber'i sıfatlamaktır.

Hasen ibn Alî hicretin üçüncü senesi ramazânında doğduğu için, vakıa sı­rasında yedi yaşında ve iyiyi kötüyü ayırdedecek bir çağda idi. Bu cihetle vası­tasız, doğrudan doğruya dedesi Rasûlullah'tan rivayeti vardır. Bu hadîsten anlaşıldığı üzere bütün tabakaat kitâblarında Hasen'in, Rasûlullah'a çok ben­zediği yazılmıştır.

Rasûlullah'a sîmâcı benzeyenlerin Ca'fer ibn Ebî Tâlib, Hasen ibn Alî Ku­şem ibn İyâs, Ebû Sufyân ibn Haris, Sâib ibn Ubeyd olduğu da nakledilmiştir. Afirât'ta Rasûluİlah'a en çok benzeyen sahâbînin Enes ibn Rabîa olduğu bildi­rilmiştir. Enes ibn Mâlik, İbn Rabîa'yı her gördüğünde onun boynuna sarılıp ağlar ve: Her kim Rasûlullah'i görmek isterse, bu zâtın yüzüne baksın! dermiş.

[66] Bu hadîs de bundan önceki hadîsin başka bir tarîkidir.

Ebû Cuhayfe Vehb İbn Abdillah, Suvâe ibn Âmir kabîlesindendir. Suvâe oğulları tarafından Rasûlullah'a gönderilen hey'et içinde idi. Veda Haccı'na ka­tılmışlardı. Rasûlullah'ın bunlara verilmesini emrettiği develeri sonra Ebû Bekr verip, bu emri yerine getirmiştir.

[67] Bu da Abdullah ibn Recâ'dan gelen diğer bir tarîktir.

[68] el-İsmâîlî rivayetinde hadîsin şevkinde şu ziyâde vardır: İbn Büsr'ün râvîsi Ha­rız ibn Usmân şöyle demiştir: Hımıs'ta insanların Abdullah ibn Büsr'den sorup müşkillerini çözdüklerini gördüm. Genç bir delikanlı olduğum hâlde ben de ya­nma yaklaştım ve:

  Rasûlullah'i gördün mü? diye sordum. O da:

  Evet gördüm, dedi. Ben:

  Rasûlullah ihtiyar mı idi yoksa genç mi idi? dedim. İbnu Büsr beni okşayarak:

  Alt dudağı ile çenesi arasında biraz beyaz teller vardı, dedi.

Şârih Kirmanı: Hadîsin metnindeki "Şaarât = Saç telleri" lafzının azlık ifâ de eden bir cemi' sîgası olduğuna ve on sayıdan az adedde kullanıldığına baka­rak: Rasûlullah'm çenesindeki beyaz kıllar on sayısından fazla olamaz, demiştir. Şârih Aynî de: Bâzı büyük rivayet üstâdlarınin "onyedi" dediklerini işit­tim, diyor.

Bu hadîsin rivayet ilmi bakımından bir özelliği ve kıymeti, Buhârî'nin stt-lâsiyyâtından olmasıdır, yânî bunu Rasûlullah'tan üç vâsıta İle rivayet etmiş bu­lunmasıdır. Buradaki vâsıtalar: İsâm ibn Hâlid, Harîz ibn Usmân, Abdullah ibn Büsr'dür. Buna "Â/î isnâd" denilir. Bu nevi' rivayetin yüksekliği râvî ile Peygamber arasındaki vâsıtanın azlığından ve hatâ ihtimâli olmamasındandır. Bu Abdullah İbn Büsr hadîsi, Buhârî'deki yirmiüc sülâsiyyâtın onüçüncüsüdür.

[69] Rabîa ibn Ebî Abdirrahmân, Medine'nin en yüksek tabiî fakîhlerindendir. Rabîatu'r-Re'y denilmekle tanınmıştır. 136 târihinde vefat etmiştir.

Bu saç tellerini Umer ibn Abdilazîz de görmüş, o da Enes ibn Mâlik'e bu­nun sebebini sormuş. Enes ona da: Rasûlullah saçma koku sürmek i'tiyâdinda idi, ondan kızarmıştır, demiştir.

RasûluIIah'ın beyaz saçının sayısına kadar zabtedilip incelenerek asırdan aşıra nakledilip gelmesi, başka hiçbir târihî şahsa müyesser olmayan bir vakıa­dır. Amiyane bir bakışla lüzumsuz bir mesaî sanılan bu rivâyetlerdeki ve onla­rın inçelenmesindeki kıymet ve ehemmiyeti târihî vakıaların vesikalarını arayan ve inceleyen tarihçilere sormalıdır...

[70] Bu, Rabîa yolundan gelen Enes hadîsinin diğer bir tarîkidir. 19. Bâb'daki 43 rakamlı Âişe hadîsinde Peygamber'in altmışüç yaşında vefat ettiği bildirilmişti. Müslim'in Enes ibn Mâlik'ten gelen diğer bir rivayet tarîkinde de altmışüç yaş bildirilmiş olması, Âişe hadîsini te'yîd etmektedir. Bu sebeble âlimler cumhuru Peygamber'in altmış üç yaşında vefat ettiğine hükmetmişlerdir.

el-İsmâîlî bu iki rivayet arasındaki sayı farkına bakarak, şübhesiz bunlar­dan yalnız birisinin sahîh olması gerekir demiştir. Aynî de bunu naklettikten sonra: Bu iki rivayetin ikisi de sahihtir. Aralarındaki sayı farkına gelince, alt­mış rivayet eden râvînin doğum ve vefat taraflarındaki kesirleri atarak rivayet ettiğine hamlolunur demiştir.

[71] İki tire arasındaki ibare, metindeki kelimenin damme ile "Hulk" okunuşuna göredir. Nüshaların çoğunda bu kelime fetha ile "Halk" şeklinde gelmiştir.

[72] Peygamber'in saçını sakalını boyamadığını bildiren rivayetlerin çokluğu karşı­sında Buhârî ile Müslim'in Sa/z;7*'lerinde, Abdullah ibn Umer'in Rasûlullah'ın boyadığını gördüğüne dâir hadîsi, boyamanın bir defaya; boyamadiğı rivayet­leri ise diğer vakitlerdeki umûmî i'tiyâdına hamledilerek te'lîf edilmiş ve her iki rivayet sahîh sayılmıştır.

[73] İbn Humâm hadîsteki bu hülleyi: Kırmızı ve yeşil çubuklu olarak dokunmuş Yemen kumaşından ma'mûl iki kat elbisedir, diye ta'rîf etmiş ve sırf kırmızı kumaş olmadığını bildirmiştir. Çünkü sırf kırmızı kumaştan biçilmiş libâsın kul­lanılması nehyedİlmiştir. İbn Melek gibi sarihler "Fî hulletin humrâ" lâfzını "İçin­de kırmızı çizgiler bulunan" diye kayidlamışlardır. Hadîs zahire hamledilse bile, bununla kırmızı giymenin cevazına istidlal edilmez, belki Peygamber bunu ne-hiyden evvel giymiştir.

[74] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır.

[75] Bu hadîs, Abdest, Namaz, Siyer bölümlerinde bâzı küçük farklarla rivayet edil­miştir. Hadîsin buradaki kısmı Peygamber'in sıhhî vaziyetinin çok iyi olduğu­nu, en sıcak zamanlarda bile mizacının i'tidâlde bulunduğunu, sefer hâlin'de dahî temizliğine çok ehemmiyet verip miskten daha güzel koktuğunu bildirmektedir.

[76] Başlığa uygunluğu Peygamber'in cömertlikle vasıflanmış olmasıdır. Bu hadîs Vahy ve Oruç Kitâbları'nda da geçmişti.

[77] Başlığa uygunluğu "Yüz çizgileri parlar bir hâlde" sözündedir. Çünkü bu, Pey­gamber'in sıfatlan cümlesindendir.

Bu hadîsi Müslim, Süt Emzirme Kitâbı'nda getirmiş, değişik senedleri ve metinlerini orada sıralamıştır (Müslim Ter., IV, 384).

[78] Başlığa uygunluğu "Yüzü parlardı" sözündedir. Ka'b'm bu hadîsi, onun meş­hur tevbesinden bir parçadır. Bu uzun bir metinle Mağâzî'de gelecektir. Buhârî bunu kısa ve uzun metinlerle birçok yerlerde getirmiştir: Vesâyâ'da, Cihâd'da, Vufûdu'l-Ensâr'da,Tefsîr'de, Ahkâm'da...

[79] Kam kelimesi ümmet, cemâat, soy ma'nâlarına da gelir; bu hadîste soy ma'nâsı kasdedilmiştir. Hadîste Âdem oğulları'nın teşkil ettikleri soylar batından batı­na, aileden aileye temiz bir intikal ile süzüleceği ve Rasûlullah'm zâtı da araları­na hiç sifâh (zina) karışmayarak temiz babaların sulbünden, halâl anaların pâkize rahmine intikal ettiği ve en sonu bütün kabilelerin hürmet ettiği en temiz Hâşi­mî soyundan meydana geldiği bildirilmiş oluyor. Belli bir hakikattir ki, Muham-med'in intikali keyfiyeti târîhen zabtedilmiş olarak İsmâîl Peygamber'in evlâdının sulbünden başlar. Sonra Kinâne'den, sonra Kureyş'ten, sonra Hâşimî oğulları'n-dan intikal ederek gelir.

"Karnen fe karnen" lafzındaki "Fâ" edatı, fazilette tertibe delâlet ettiğin­den, Peygamber'in neseb zincirine âid faziletin bir tertîb içinde uzaktan yakına doğru geldikçe terakki ederek arttığım İfâde eder.

[80] Rasûlullah, vahiy gelmeyen hususlarda kitâb ehline uymayı müşriklere benze­meye tercih ederdi. Bu da kitâb ehlinin müşriklerden ve putperestlerden ziyâde hakka, hakikate yakın olmalarından ve hiç değilse bir peygamberin şerîati ba-kıyyesine vâris bulunmalarından idi. Bu sebeble haklarında vahiy gelmemiş vâk'-alarda geçmiş şerîatlerin Allah tarafından reddedilmemiş hükümleriyle amel edilmesi bir düstûr olarak emrolunmuş ve bu şer'î ve fer'î bir delil olmuştur. Peygamber'in yüksek vazifelerinin başında şirkle, putperestlikle mücâhede bu­lunduğundan dolayı kıyafet, saç şekli, giyim, kuşam... gibi hârici şekille ilgili hususlarda bile onlara benzemekten çekinirdi. Putperestlik nizâmı tamâmıyle yıkıldıktan sonra müşriklere benzemek sakıncası kalmayınca Peygamber saçla­rını iki bukle hâlinde iki tarafa bırakmağa başlamıştır.

[81] Ebû Abdillah Cedî şöyle demiştir: Ben Âişe'den Rasûlullah'ın ahlâkını sordum da o bana şöyle cevâb verdi: Rasûlullah fahiş, mutefahhış değildi; yâni O, ne çarşıda pazarda çığırtkanlık yapardı, ne de kötülüğe kötülükle karşılık verirdi. Bil'akis O, kusuru affederdi. Bir yerde bir eksiklik görürse yüzünü öbür tarafa çevirirdi (et-Tirmizî).

Hakîm ibn Eflah ile Sa'd ibnu Hişâm, Âişe'ye gittiler. Sa'd dedi ki: Ben Âişe'ye: Ey Mü'minlerin Anası! Bana Rasûluüah'm ahlâkından haber ver, de­dim. Âişe: Sen Kur'ân okumuyor musun? dedi. Evet, okuyorum, dedim. Al­lah'ın Peygamberi'nin ahlâkı Kur'ân'dan ibaret idi, dedi... -Yânî: O darıhrsa Kur'ân darıldığı için darılır, beğenirse Kur'ân beğendiği için beğenirdi-. (Müs­lim, Salâtu'l-Musâfirîn ve kasrına, Câmiu salâti'1-leyl babı; Müslim Ter., II, 384-387, Gece namazını... cami olan bâb)

[82] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Buharı bunu Edeb'de; Müslim de Fa-dâil'de getirmiştir.

[83] Başlığa uygunluğu bellidir, çünkü içinde zikredilen, Peygamber'in vasıfların­dan bir kısmıdır.

[84] Bu hadîste Peygamber'in yüce sıfatlarından haya sıfatı en beliğ şekilde belirtil­miştir: Şübhesiz ki cemiyetin en hayâlı sınıfı, kendi ismet örtüsü içinde faziletle yaşayan bakir kızlardır. Peygamber'in bunlardan da utangaç-olması, müşebbe-hin müşebbehun bih'ten üstünlüğünü ifâdedir vç çok beliğdir.

[85] Bu ta'rîf olunan hey'ete Tecnîh, îciinâh ... denir...

el-îctinâh fî's-Sucûd: Musallî iki ellerinin ayalarına çöküp kollarını yere yay­mayarak yerden yukarıca dirseklerini kaldırıp ve karnının iki tarafına kıstırma­yarak koltuklarını koğuşça tutarak, ayniyle kanat şeklinde tutmak ma'nâsınadır ki, bu vaziyet üzere şer'î emir sâdır olmuştur (Âsim Efendi, Kaamûs Ter.).

Hafız Ebû Nuaym: Rasûlullah'ın koltuk altlarının beyaz olması Peygam­berlik alâmetlerinden biridir, demiştir.

[86] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bacaklarının aklığı hâlâ gözümün önündedir" sö-zündedir. Bu hadîs Abdest Alma Kitâbı'nda ve diğer birçok yerde küçük farklı­lıklarla geçmişti.

[87]  el-lsmâîlî rivayetinde: "O, sözü ayıra ayıra söylerdi, dinleyenlerin gönüllerine sinerdi" ziyâdesi de vardır.

Hadîs, Peygamber'in konuşma şeklinin ağır ağır, tane tane olduğunu; say­mak isteyen kişi O'nun kelimelerini, harflerini şaşırmadan sayabileceğim bildi­riyor. Böylece Peygamber'in anlatma ve öğretmedeki hârika bir sıfatı gösterilmiş oluyor.

[88] Başlıktaki bu hadîsi el-BuKâri İ'tisâm Kitâbı'nda senediyle getirmiştir.

[89] Başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü gözünün uyuyup kalbinin uyumaması, aza­metli sıfatlardan ve ulu hasletlerdendir. Bu hadîs Teheccüd Kitâbı'nda da geçmişti.

[90] Buhârî bunu burada kısaltılmış olarak getirdi. İnşâallah yerinde daha geniş ge­lecektir. Bunu Müslim, îmân'da getirmiştir.

Hadîsin şevkinden ve beyân tarzından, bunun Mi'râc vak'ası olmadığı an­laşılıyor. Bu kıssanın Peygamber'e vahy ve peygamberlik gelmeden evvel vuku' bulduğu hadîsin metninde açıkça belirtilmiştir. Hâlbuki Mi'râc bir haylî riva­yetlere göre hicretten üç yâhud İki yâhud da bir sene evvel vuku' bulmuştur.

[91] el-Alâmât, el-Alâmet'in cem'idir. Burada peygamberlik mu'cizeleri demedi. Çün­kü alâmet, mu'cizeden ve kerametten daha umûmîdir. Alâmet onları da şâmil­dir. Aralarındaki fark açıktır. Çünkü mu'cize ancak meydan okuma sırasında olur... (Aynî).

Alâmet burada peygamberlik iddia eden zâtın da'vâsmda doğruluğuna ve Allah tarafından insanların hayırlarına, saadetlerine âid umdeleri tebliğe me'-mûr bulunduğuna delâlet eden burhan demektir. Peygamberlik konusunda bir de mu 'cize ta'bîri vardır ki, peygamberlik delilleri olan o i'câzkâr hârikalar, Pey-gamber'i inkâra kalkışan hasımları âciz ve kudretsiz bırakmak için ortaya ko­nulduklarından mu'cize denilmiştir.

Mu'cize medlulünde umûmî telâkkî, âfâkî ve maddî olan mu'cizelerdir. Bu nevi' mu'cizeler ya inkarcı müşriklerin İsteği üzerine, yâhud bir luzûm ve İhti­yâç üzerine izhâr olunmuştur ve umumiyetle avam faydalanmıştır. Enfüsî mu'-tizeler ise hakîkî mü'minlere, fikir ve istidlal sahibi aydınlara âid peygamberliğin doğruluğu burhanlarıdır. Bununla beraber âfâkî mu'cizeler ânî, enfüsî mu'ci­zeler ise daimî olan âyetlerdir. Bu cihetle her asırda mütefekkirler, Peygamber'in seciye ve şahsiyetiyle, teblîğ ettiği Kitâb'ı tedkîk ederek, peygamberliğinin doğ­ruluğunu istidlal etmişlerdi. İlk müslümân olan Hadîce, O'nun peygamberli­ğine âfâkî hiçbir delîl aramadan O'nun yüksek seciyesiyle istidlal ederek inanmıştı (Buhârî, Vahy Kitabı).

Peygamber'in hayâtına yakından vâkıf olan sahâbîler hep O'nun doğrulu ğuna ve teblîğ ettiği Kitâb'ın yüksekliğine i'timâd etmişler ve zahirî hiçbir mu'­cize aramamışlardı. Esasen Kur'ân'da da istidlal yolu öğretilmiştir: el-Ankebût: 49-50. âyetlerinde avamın mu'cize isteklerine karşı Rasûlullah'm şöyle cevâb ver­mesi emrolunmuştur: "O'na Rabb 'inden (başkaca) âyetler indirilmeli değil miydi? dediler. Dedi ki: O âyetler ancak Allah 'in nezdindedir. Ben sâde apâşikâr haber verenim. Sana indirdiğimiz o Kitâb -ki karşılarında okunup duruyor- onlara kâfî gelmedi mi? Onda îmân edecek bir kavim İçin elbette bir rahmet ve bir Öğüt

var" (el-Ankebût: 49-50).

Kur'ân'ın buna benzer birçok âyetlerinde zahirî ve âfâkî mu'cizelerin Al­lah'a ve Allah'ın kudretine âid olduğu bildirilmiştir.

Avam müşriklerin istedikleri mu'cizeler, onların idrâk ve irfan seviyelerini göstermek üzere, şöyle bildiriliyor:

"And olsun ki, biz bu Kur'ân'da insanlar için her ma'nâdan nice türlüsü­nü açıklamışızdır. İnsanlardan pekçoğu ise ille gâvurlukta ayak dirediler. Biz, dediler, sana kat 'iyyen inanmayız. Tâ ki bizim için şu yerden bir pınar akıtasın. Yâhud senin hurmalıklardan, üzümlüklerden bir bahçen olsun da aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtasın. Yâhud dediğin gibi gökyüzünü üstümüze parça parça düşmesin veya Allah 'i ve melekleri kefil gösteresin. Yâhud altından bir evin ol­sun, yâhud semâya çıkasın. Ona çıktığına da asla inanmayız â! Tâ ki üstümüze okuyacağımız bir Kitâb indiresin. De ki: Rabb 'imin sânı yücedir. Ben Allah 'in Rasûlü bir beşerden başkası mıyım ki!" (el-Isrâ: 89-93).

Görülüyor ki mu'cize, Kur'ân'a göre Rasûlullah'm zâtı ve hâiz bulunduğu nübüvvet sıfatı haricindedir ve ilâhî kudrete âiddir...

Rasûlullah'm hayatiyle, seciye ve şahsiyetiyle nübüvvetine istidlal yolu en sağlam yoldur. Rasûluİlan'ın en yüksek seciyesi, doğruluğu ve bütün insanî fa-zîletleri nefsinde toplamış bulunmasıdır. Rasûlullah'm en büyük mu'cizesi, Kur'­ân'da bildirildiği gibi, Kur'ân-ı Kerîm'dir. Saadet Asrı'ndan zamanımıza; 1401/1981 yılma kadar bir kelimesi bile taarruza, tahrife uğramayarak gelmiş, bu husus her asırda muhalif muvafık bütün mütttefiklerince kabul edilmiş, kı­yamete kadar da böyle devam edeceği ilâhî te'mînâta bağlanmıştır: "Kur'ân't biz indirdik biz; onun koruyucuları da şübhesiz ki biziz!" (el-Hıcn 9). İmâm el-Buhârî, kelâma ve felsefecilerin nübüvvet alâmetleri hakkındaki çeşitli görüş­lerine karşı bu bahse "İslâm'da peygamberlik alâmetleri" başlığını koymakla çok isabetli bir seçme yapmıştır.

[92] Hadîsin başlığa uygunluğu, az mikdâr suyun, Peygamber'in bereketiyle çoğal-masmdadır. Bu hadîs Teyemmüm Kitâbı'nda da bundan daha geniş bir metinle geçmişti.

Zarar verme suretinde olmasa da, o kadının malına muvakkaten tasarruf edilmesi yüzünden, müslümânlarm kendisine ve kavmine ettikleri riâyetin feyz ve bereketinin te'sîri ne kadar büyük olduğuna, hadîsin sonu beliğ bir şâhiddir.

[93] Bu ve benzeri hâdiseler usulen ahâd yoluyla nakledilmiş olup, şeklen zann ifâde ederlerse de vakıada üçyüz kadar sahâbî bulunup, doğruluk ve adaletleri mu­hakkak olan bunların hiçbirisi tarafından redd ve İnkâr edilmemiş bulunması, herhalde zannın üstünde bir kesinlik İfâde eder. Tabiî ve etbâu tabiî devirlerin­de ise rivayet yollan çoğalmış ve Buhârî zamanına kadar bu râvîlerden hiçbiri­sinde şübheyi gerektirecek cüz'î bir muhalefet bulunmamıştır. Şu'hâlde bu i'câzkâr vakıanın, âdetin hilâfında bir hakikat olduğu kabul edilmek îcâb eder. Bu cihetle bu haber tabîate aykırıdır diye reddedilemez. Çünkü büyük bir kala­balık tarafından muhalefetsiz naklolunan ve vukû'u muhakkak bulunan bir vak'-ayı redd ve inkâr etmek delilsiz inatçılık olur.

[94] Burada arka arkaya getirilen bu hadîsler Enes ibn Mâlik hadîsinin ayrı ayrı se-nedler ve bâzı farklılıklarla rivayetleridir. Bunlar vak'amn birkaç defa tekerrü­rünü gösterir. Bunların bir kısmı Abdest Alma Kitâbı'nda da geçmişti.

79 rakamlı hadîste belirtildiği üzere bu vak'aların biri Medine'nin pazar yeri olan Zevrâ'da vâki' olmuştur. Peygamber'e getirilen su, bir kişinin abdestine yetecek mikdârda idi. Peygamber'in o hareketinden sonra parmaklan arasın­dan öylece su fışkırmaya başlamıştır. Bu da koca bir pazar halkını İhtiva eden büyük kalabalık huzurunda vâki' olmuştur. O gün o sudan abdest alanların sa­yısı sahîh olarak zabtedilmemiş ise de çeşitli rivayetlere göre yetmiş ile üçyüz arasındadır. îşte şâhidlerin önünde meydana gelen akıllara hayret verecek par­lak bir mu'cize rivayetidir ki, rivayet edenler hep Buhârî'nin güvenilir, sağlam râvîleridir..

[95] Bu Câbir hadîsi ile bundan sonra gelen el-Berâ hadîsi, Peygamber'in nübüvvet alâmetlerinden olan su çoğalması hâdisesini açıkça ortaya koymaktadır. Başlı­ğa uygunluğu bu yönden meydandadır.

[96] Siyer âlimlerinin ihtilafsız olarak beyânlarına göre Rasûlullah (S) Hudeybiye se­ferine Medine'den, altıncı hicret yılının zü'I-ka'desinin ikisine tesadüf eden bir pazartesi günü çıkmıştır. Zuhrî, Nâfi', Katâde, Mûsâ ibn Ukbe, Muhammed ibn İshâk gibi rivayet âlimleri, hareket gününü hep bu suretle tesbît etmişlerdir. Bu Câbir ve el-Berâ hadîslerinde verilen sayıların ayrı ayrı oluşu İbn Mü-seyyeb'e göre o seferdeki Muhacir ve Ensâr'a, yolda katılan Arablar'ı ve diğer kişileri seferdekilerin sayısına ilâve etmek veya etmemekten ileri gelmiştir (Aynî).

[97] Bu hadîsi Buhârî, el-Et'ıme Kitâbı'nda; Müslim de el-Eşribe'de rivayet farkla-rıyle birlikte getirmişlerdir. Müslim Ter,, -VI, 268 "2040".

Bunun bütün rivayet tarîklerinde, az olan yiyecek maddesinin birçok kim­selere yetmesi, biraz da artması vardır

[98] Bu hadîste de az olan suyun Rasûlullah'ın parmakları arasından kaynayıp ço­ğalması ve yemeğin tesbîh etmesi haber verilmiştir. Birçok kimselerin müşahe­de edip bizzat yaşadıkları bu hâli olduğu gibi şâhidlerle haber vermeleri ve bu haberlerin de bütün İlmî şartlar ve vesikalarla nakledilmiş bulunmaları, artık bunların reddedilmesine ilmen yol bırakmamıştır.

[99] Başlığa uygunluğu Peygamber'in parmakları arasından suyun kaynaması ile ken­dileri işitir hâlde Önlerindeki yemeğin tesbîh etmesi husûsundadır.

Buhâri bu hadîsi uzun ve kısa metinlerle İstikraz, Cihâd, Şurût, Buyu' ve Vesâyâ Kitâblan'nda da getirmiştir.

[100] Bu bereket, yânî yemeğin çoğalması, Rasûlullah'ın mu'cizesinin eseri olarak Ebû Bekr'in elinde zahir olmuş bir keramettir. Sonra Peygamber'in yanında artma daha çok olmuştur. Hadîsin başlığa delîlliği bu cihettendir denilmiştir.

Buhârî bu hadîsi Mevâkîtu's-Salât Kitâbı'nm sonlarında "Aile halkı ve ko­nuklarla uyanık kalma bâbf'nda çok az lâfız farkıyle getirmişti.

[101] Başlığa uygunluğu meydandadır. Evvelki cumuada olduğu gibi ikinci cumuada da duasının çabuk kabul edilmesi, Peygamber'in parlak bir mu'cizesidir.

Buhârî bu hadîsi uzun ve kısa metinlerle İstiskaa Kitâbı'nda on tarîkten getirmişti.

[102] Hadîsin başlığa uygunluğu kütüğün İnlemesidir.

Bu hadîsi Th-mizî Salât'ta getirmiştir

[103] Abdulhamîd'in hadîsini ed-Dârimî, kendi Müsned'inde; Ebû Âsım'ın hadîsini ise el-Beyhakî ile Ebû Dâvûd rivayet etmişlerdir.

[104] Bu hadîs, Buyû'da "Neccâr bâbi"nda da geçmişti

[105] Bu hadîs Cumua Kitabı, "Minber üzerinde hutbe bâbı"nda da geçti. Jbn Ebî Hatim Menâktb 'ında naklettiğine göre, eş-Şâfiî: Allah, Peygamberimiz Muham-med'e verdiği mu'cizeyi başka hiçbir peygambere vermedi, demiştir. Kendisine: îsâ'ya ölüleri diriltme mu'cizesi verdi, denilince, eş-Şâfiî: Allah, Muhammed'e kütüğün İnlemesi mu'cizesi verdi de onun sesi işitildi. Bu, ölüleri diriltmekten daha büyüktür, demiştir (Kastallânî).

[106] Hadîsin başlığa uygunluğu, bunda Peygamber'in kendisinden sonra olacak iş­leri haber vermesi yönündendir. Bu da O'nun mu'cizelerindendir (Aynî).

Bu hadîs ar farkla Namaz Vakitleri Kitabı, "Namaz keffârettir" bâbmda da geçmişti.

Bu fitne, Usmân'm öldürülmesiyle başlayıp Muhammed Ümmeti'nin bir­birine girmesine sebeb olan büyük fitnedir ki, o günden bu güne kadar sönme­miştir.

[107] Hadîsin birinci kısmı Cihâd Kitabı, "Türk'le Kıtal bâbı"nda geçti. İkinci kısmı da Menâkıb'a geçti

[108] Bu, Ebû Hureyre hadîsinin diğer bir vecihten başka bir tarîkidir.

Hûz, coğrafya kitâblarmda Hûzistan diye tanınır, Evhâz ile Tuster şehirle­rini içine alan bir mıntıkadır. Eski îrân'ın merkezi olan Sus şehri de bu mıntı­kada olup, bugün harabe halindedir. İbn Esîr, en~Nihâye'sinde: Hûzistan sakinleri ma'rûf bir cîldir, diye tavsif ettiğine göre, vaktiyle kuvvetli bir kabile olduğu anlaşılır.         -

Kirman da İran'ın güneydoğu sonunda ve Horasan ile Hind Denizi, Irâk-ı Acem'le Sicistân arasında geniş bir kıt'adır.

[109] Bu da aynı hadîsin başka bir tarîkidir... Bunlar bârez'de, yânî sahrada oturan Fars ehli yâhud Kürdler yâhud Deylemliler'dir, denildi (Kastallânî).

[110] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in vukuundan Önce iki kavimle muharebe yapı­lacağını haber vermesi yönündendir. Bu hadîs Cihâd'da "Türk'le muharebe bâ-bı"nda da geçti.

[111] Başlığa uygunluğu bunda da Peygamber'in istikbâlde vukua gelecek bir işi ha­ber vermesi yönündendir. Bu da peygamberlik alâmetlerindendir. Bunun ben­zeri Cihâd'da, "Yahûdîler'le muharebe bâbi"nda geçti.

[112] Bunun başlığa uygunluğu da geçen hadîsinki gibidir. Bu da Cihâd'da "Harbde zaıfler ve ıyı kimseler ile Allah'tan yardım isteme bâbı"nda geçti

[113] Peygamber'in bir mu'cize olarak haber verdiği yollarda emniyetin gerçekleşe­ceği müjdesi, kendi hayâtında gerçekleşmeye başlamış, Ebû Bekr, Umer... de­virlerinde de kemâlini bulmuştur. Peygamber'in haber verdiği fetihler de sahâbîler devrinde gerçekleşip, ondan sonraki devirlerde ardı arası kesilmeksizin sürüp gitmiştir.

[114] Buhârî'nin bu senedle bildirmek istediği hadîs, Zekât Kitabı, "Geri çevrilme­den önce sadaka bâbı"nda geçmişti.

[115] Hadîsin başlığa uygunluğu üç yerden alınır: "Vallahi ben şimdi havuzumu gö­rüyorum... " Bunlar zekî kimseye gizli olmaz (Aynî).

Peygamber'in endîşesi ümmetinin dünyâ ihtiraslarına kapılarak aralarında hasedleşme ve birbirlerinden uzaklaşma doğuran tenâfüs idi.

Tenöfüs, münâfese ma'nâsmadır. Münâfese; kıymetli bir şeye, en önce elde ederek imtiyaz kazanmak için muâraza suretiyle o nefis şeye rağbet edişmek-tir..r (Kaamûs Ter.).

[116] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu, içinde İnsanlara gizli ve gayb olan işlerden haber verme bulunmasıdır.

Bu mu'cize de ayniyle meydana gelmiştir. Hz. Usmân'ın şehîd edilmesiyle başlayan bu fitneler, musîbetler aralıksız devam etmiş, Harre Vak'ası gibi bir­takım elîm vak'alar bunları ta'kîb etmiştir.

[117] Hadisin başlığa uygunluğu, içinde insanlara gâıb olan bir işin haber verilmesi yönündendir.

Hadîsin senedinde üç tane sahâbîye kadın vardır. Bunların ikisi Peygam-ber'in hanımları, biri de üvey kızıdır.

Bu hadîs Ehâdîsu'l-Enbiyâ'da da geçmişti.

[118] Bu da geçen hadîsteki ez-Zuhrî üzerine atıftır ve isnâdda ona bitişiktir. Buhârî bunu burada kısaltılmış olarak getirdi, tamâmını Fiten Kitâbı'nda getirecektir.

[119] Başlığa uygunluğu "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki... "sözündedir.

[120] Başlığa uygunluğu yakın gelecekte vâki' olacak birtakım fitnelerden haber ver­mesi yönündedir. Bunlar peygamberlik alâmetlerindendir.

[121] Bu da Ebû Hureyre'nin ez-Zuhrî'ye varan hadîsinin isnâdiyledir. Bunda bir na­mazın, belki ikindi namazının ehemmiyetini belirten kısım getirilmiştir.

[122] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde istikbâlde vâki' olacak birtakım işlerden ha­ber verme bulunması yönündendir. Buhârî bunu Fiten'de; Müslim ise İmâre'de getirmiştir. Hadîsin son fıkrası "Allah'ın hakkını Allah'a, kralın hakkını krala veriniz" şeklindeki meşhur söze uygun düşmüştür. Bu söz Hz. îsâ'ya da nîsbet edilir: Luka İncili, Bâb: 20, Âyet: 26.

[123] Mahmûd ibn Gaylân, Buhârî'nin üstâdlanndan bindir. Buhârî bu seneddeki ha­dîsi tahrîc etmemiş, sâdece istişhâden zikretmiştir. Bu senedi sevketmekten mak­sadı, Ebu't-Teyyâh'm bu hadîsi Ebû Zur'a ibn Amr'dan işitmesini açıkça belirtmektir (Aynî ve Kastallânî).

[124] Başlığa uygunluğu açıktır. Buharı bunu Fiten Kitâbı'nda daha geniş bir metinle getirecektir.

İbn Ebî Şeybe'nin bir rivayetine göre Ebû Hureyre çarşıda pazarda gezer­ken: Yâ Rabb, beni hicretin altmışıncı yılına ve çocukların emirliği zamanına eriştirme! diye duâ edermiş. Şârih İbn Hacer, Fethu'l-BörVde şöyle diyor: Ebû Hureyre'nin bu sözünde oğlancıkların ilk emareti, hicretin altmışıncı yılında vuku' bulacağına işaret vardır. Ve târihin seyri de bu suretle gerçekleşmiştir. Altmış târihinde Muâviye'nin--ilk defa velîahd ta'yîn ettiği- oğlu Yezîd, saltanat makaa-mına geçmiş ve dört sene hükümrân olarak türlü çirkinlikler İşlemiştir.

Taybî'nin bildirdiğine göre Rasûlullah (S) bir kerre ru'yâsında Mervân'ın babası Hakem ibn Ebi'1-Âs'm çocuklarının, kendi minberi üzerinde top oynar gibi oynadıklarını görmüştü. Peygamber'in minberi, Nübüvvet ve Hilâfet Ma-kaamı idi. Bu ru'yâ günün birinde Mervânîler'in Hilâfet Makaamı'na geçecek­lerinin ve ümmetin riyaset makaamını çocuk oyuncağına çevireceklerinin bir remzi idi. Ve böyle olmuştur... Hakem, Rasûlullah zamanında işlediği çirkinlikler se­bebiyle Taife sürülmüş ve Mervân orada dünyâya gelmişti. Ebû Bekr ve Umer zamanlarında da sürgün hayâtı yaşayan bu baba oğul, Usmân halîfe olunca -Hakem, Halîfe'nin amcası olduğundan- Medine'ye gelmelerine müsâade edil­mişti. Ve en sonunda Peygamber'in hadîsi gerçekleşerek, Mervân, Hilâfet Ma­kaamı'na geçmiş, Muhammed Ümmeti arasında türlü tefrikalara sebeb olmuştur (Tecrîd Ter., 9, 342).

[125] Huzeyfe, Rasûlullah'm sırlarına vâkıf idi. Olmuş, olacak; bütün vakıaları, fit­neleri, münafıkları Rasûhıllah kendisine bildirmişti. Huzeyfe'nin, Peygamber'-in sırr mahremi olduğuna, bu hadîsi de delâlet etmektedir. Rasûlullah'ın mutlak surette hayır ve saadet olan zamanlardan sonra geleceğini haber verdiği fitne­ler, musibetler, Ustnân'm öldürülmesi ile başlamış; Cemel, Sıffîn, Kerbelâ, Harre, Ka'be'nin yıkılması faciaları birbirini ta'kîb etmiştir.

Bunlardan sonra geleceği bildirilen şerr ile karışık hayır devrini Kaadı Iyâd, Umer ibnu'l-Abdilazîz'in halifeliği zamanıdır, demiştir. Bu sebeble Umer ibn Abdilazîz, Emîru'l-Mü'minîn unvanı ile anılır. İdareyi tamâmıyle îslâm umde­lerine göre yürüttüğü için "İkinci Umer" diye anılır ve iki buçuk seneye yakın halifeliği zamanı, Râşid Halîfeler devrine katılarak, hakîkî hilâfet devri kapa­nır. Bundan sonra Emaret ve Saltanat devirleri başlar.

[126] Bu, Huzeyfe hadîsinin diğer bir tarîkidir. Bu hadîsi el-İsmâîlî bu tarîk ve bu lâfızla getirmiştir. Şu kadar ki, o "Arkadaşlarım" sözü yerine "Rasûlullah'ın sahâbîlerİ" sözünü getirmiştir.

Huzeyfe: Arkadaşlarım hayır kapılarından sorar ve hayrı öğrenirlerdi. Ben ise nefsime şerr erişmesinden korkuyordum. Bunun için hayrı çekecek ve şerri def edecek şeyleri öğrendim, demiş oluyor.

[127] Başlığa uygunluğu açıktır.

[128] Bu, zikredilen Ebû Hureyre hadîsinin başka bir tarîkidir. Bunda biraz daha taf-sîl vardır.

[129] Başlığa uygunluğu meydandadır. Buhârî bunu Edeb'de ve Mürtedlerin Tevbe-ye Çağrılması bölümlerinde de getirmiştir.

Hadis sarihleri bunların başsız yaşamak isteyen ve ümmetin içtimaî dağı nılıklığım seçen Haricîler olduğunu bildiriyorlar. Haricîler ilk defa Siffîn Vak'a-sı netîcesinde, bu ihtilâf hakeme havale edilince ortaya çıktılar. "Allah 'tan başka hakem olmaz" diyerek Hz. Alî'ye isyan ettiler ve onu tekfîr eylediler.

"Allah'tan başka hakem yoktur" sözü, Kur'ân'ın meali (el-En'âm: 57; Yû­suf: 40, 67) ise de, Haricîler bu hakk söz ile bâtılı kasdettiler ve netîcede millet için bir başkana lüzum ve ihtiyâç olmadığını iddia ederek bozgunculuğu bir esas kabul ettiler. O zamanki bu anarşist zümre birçok defalar tenkil edilmiştir. Ha­dîs, belki de istikbâlde onları sönük bırakacak daha çetin zümrelerin çıkacağı­na nebevi bir ihtar da olabilir!

[130] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun hakkında açıklama ileride gelecektir.

[131] Râvî Habbâb, ilk müslümân olanlardandır ve müslümân olanların onaltincısı-dır. Hadîste rivayet ettiği şikâyet, İslâm'ın ilk günlerine âid vakıalardandır. Peygamber'in yemîn ile ve en kuvvetli te'kîd edâtlarıyle sağlayarak haber verdiği, bu kudret ve hâkimiyet, ilk çeyrek asır İçinde gerçekleşmiş ve müslü-mânhğın adalet nuru Arab Yarımadası'nın en karanlık yerlerine kadar girmiş­tir. Bu ise hiç şübhesiz hârika ve büyük bir mu'cizedir. Bu hadîsin bu bâbda zikredilmesinin sebebi de budur.

[132] Sabit ibn Kays, Ensâr'dandır; Uhud ve diğer gazvelerde bulunmuş, Ebû Bekr zamanında Yemâme harbinde şehîd düşmüştür.

Sabit ibn Kays'ı cehennemlik olduğu şübhesine düşüren ve kendisini evin­de habsettiren sebeb, el-Hucurât Sûresi'nin 2. âyetinin inmesidir: "Ey îmân eden­ler, seslerinizi Peygamber'in sesinden yüksek çıkarmayın. O'na sözle birbirini­ze bağırdığınız gibi bağırmayın ki, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider".

Sabit yüksek sesli bir hatîb kişi İdi. Benü Temîm kabilesinden gelen yetmiş seksen kişilik hey'ete karşı hatîbükle vazîfelendirilmişti.

Bu hadîsin Nübüvvet Alâmetleri Bâbı'nda getirilmesi, Peygamber'in Sâ­bit'in cennetlik olduğunu müjdelemesi ve Sâbit'in Yemâme harbinde şehîd ola­rak vefatı üzerine bu müjdenin gerçekleşmiş olması yönündendir. Çünkü bu, Peygamber'den başkasının bilemeyeceği bir İştir. Peygamber ona: Hamîd ola­rak yaşıyacağmı ve şehîd olarak öleceğini haber vermişti.

[133] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in, Kur'ân okunması sırasında es-Sekîne'nin in­mesini haber vermesindedir.

[134] Bu hadîsin başlığa uygunluğu, içinde düşünen kimseye gizli olmayan parlak bir mu'cize bulunması yönündendir. Ebû Bekr için de büyük bir fazileti ihtiva et­mektedir.

Hicret kıssasının uzun bir rivayeti Hz. Âİşe'den gelmektedir. Buhârî bunu Menâkıb Kitabı; "Peygamber'in ve sahâbîlerinin Medine'ye hicreti bâbı"nda ve yine aynı kitabın "Peygamber'in ve sahâbîlerinin Medîne'ye girmeleri bâbı"n-da getirmiştir.

Buradaki hadîsi Müslim de getirmiştir: Müslim Ter., VIII, 572-575, 75 ''2009".

[135] Taberânî'nin ve daha başkalarının rivayet tarîklerinde hadîs şöyle bir ziyâde ile bitiyor: Rasülullah:

— "Madem ki sen hakkındaki dileğimizi kabulden çekmiyorsun; şu hâlde senin dediğin olacaktır ve Allah'ın takdiri yerini bulacaktır" buyurmuştur.

Hakîkaten hasta Bedevî, hastalığından iyi olmamış ve ertesi günü akşamı­na erişemeden Peygamber'in haber verdiği üzere o hastalıktan ölmüştür.

Bu hadîsin başlığa uygunluğu, o şahsın öldürülmesi ve sonunun Peygamber'in haber verdiği gibi olmasıdır. Bu, onu görenlere hüccet olması ve Şârİ'in doğruluğuna delâlet etmesi için böyle olmuştu

[136] Peygamber Medîne'ye hicret ettikten sonra Medine Yahudileri İle Hristiyanlar, Müslümanlığı İçinden yıkmak için şöyle bir sû'ikasd tertîb ettiler: Bunlar, za­hirde müslümân oluyorlardı. Bir zaman geçtikten sonra irtidâd ederek ayrılı­yorlardı. Maksadlan diğer müslümânlan dînden çıkmaya sevketmekti. Hadîste bildirilen Hristiyan da böyle bir hainlikle müslümân görünmüş, sonra irtidâd

[137] Hadîsin başlığa uygunluğu çok açıktır. Bu, Humus Kitabı'nda da geçmişti.

[138] Bu da Humus'ta, başka bir senedle geçmişti.

Hz. Umer, İran zaferinin ardından söylediği bir hitabede: Artık bugün İran Devleti mahvolmuştur, diyerek Rasûlullah'ın vaktiyle verdiği haberin gerçek­leştiğine işaret etmiştir. Bu vak'a Peygamber'in en bariz mu'cizelerinden birisi­dir: Bu mu'cizenin bir eki olarak, Peygamber'in: İran saltanatı yıkıldıktan sonra bir daha eski istiklâl ve İhtişâmıyle kurulmayacaktır rha'nâsma "Kisrâ yoktur" ihbarını da, târihen gerçekleşmiş bir vakıa olarak görüyoruz.

Kayser'in Rûm beldelerinden kovulup uzaklaştırılması Türk ve İslâm mü-câhidlerinin süngüleriyle birkaç asırda gerçekleşmiştir...

[139] Başlığa uygunluğu "Ben bu iki bileziği benden sonra çıkacak iki yalancı ile te'vîl ettim..," sözlerinden alınır. Çünkü bunda Peygamber tarafından bâzısı kendi günlerinde, bâzısı da kendisinden sonra vâki' olmuş bir işi haber verme vardır. Zîrâ el-Ansî, Peygamber'in sağ olduğu günlerde Öldürülmüştür. Museylime ise Peygamber'den sonra Yemâme vak'asında öldürüldü. Onu Hamza'nın kaatili Vahşî öldürdü. Eğer: Benden sonra çıkacak dedi; Museylime Peygamber'den sonra çıktı; el-Ansî ise, o, Peygamber'in günlerinde çıktı dersen, şöyle cevâb veririm: Benden sonra demek, Peygamberliğimin subûtundan sonra yâhud Pey­gamberlik da'vâmdan sonra demektir (Aynî).

[140] Yesrib, Medine'nin Câhiliyet devrindeki ismidir. Nitekim Allah, Kur'ân'da onu bu isimle hikâye etmiştir: "O zaman onlardan bir grup: Ey Yesrib ahâlîsi, sizin için burada durmak yok. Hemen dönün! demişlerdi.. " (el-Ahzâb: 13).

Sonra Allah onun ismini Medine yaptı: et-Tevbe: 101, 120; el-Ahzâb: 60; el-Munâfıkûn: 8.

Rasûlullah da ahâlîsinin zihinleri ve vicdanları tayyib olduğu için oraya Tay-yibe ve Tâbe ismini vermiştir

[141] Elbette ki cihâd yolunda şehîd olanlar için Allah'ın hazırladığı mükâfatlar da­ha hayırlıdır. Şehîd olmayanlar için ise Bedir'den sonra müslümânların kalble-rinin İslâm'da tesbîti ve daha sonraki Hayber ve Mekke fetihleri -ki bunlar hep Allah'ın getirdiği şeylerdir- hep hayırlı şeylerdir. Peygamber, ru'yâmn son kıs­mını işte böyle yormuş olmaktadır.

Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde Peygamber'in sâdık ru'yâsı ve bu ru'yâ-mn, Peygamber'in yorumladığı gibi vukû'unu haber verme bulunması yönün-dendir.

Bu hadîsi Müslim de Ru'yâ Kitâbı'nda, bu sened ve lâfızla getirmiştir: Müs­lim Ter., VII, 147-20 "2272".   .

[142] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'in kendi ecelinin gelmesini, bir de kızı Fatıma'mn, ailesinden ilk ölecek kişi olup, cennet ehli kadınlarının seyyidesi ol­duğunu haber vermiş olması yönündendir.

[143] Bu geçen Âişe hadîsinin diğer bir vecîhten başka bir tarîkidir. Bu vak'alar, Pey­gamber'in haber verdiği gibi gerçekleştiğinden, Nübüvvet âyeti ve alâmeti ol­muştur.

[144] Bu sûrenin Peygamber'in ecelini ihtiva ettiğini de İbn Abbâs'a Peygamber ha­ber vermiş oluyor. Bu da vukû'undan evvel haber vermedir. Bu da haber veril­diği gibi vâki' olmuştur (Kastallânî).

[145] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in kendisinden sonra müslümânların çoğalaca­ğını, Ensâr'ın azalacağını ve müslümânlardan, müslümânların idarî işlerini üze­rine alacak kimselerin olacağım... haber vermesi yönündendir. Bunlar gaybları haber verme ney'inden olan mu'cizelerdir. Hakîkaten Ensâr, gitgide azalmış ve zamanın geçmesiyle Ensâr'm mikdân, insanlar içinde yemekteki tuz mesabesi­ne inmiştir.

[146] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in torunu el-Hasen'in müslümânlardan iki fır­kanın arasında sulh yapacağını haber vermesi yönündendir. Hakîkaten haber verdiği gibi vâki' olmuştur. Çünkü el-Hasen halifeliği Muâviye'ye bıraktı, böy­lece iki taife arasındaki çejcişme kalktı.

[147] Başlığa uygunluğu Peygamber'in, Ca'fer ibn Ebî Tâlib ile Zeyd ibn Hârise'nin öldürüldüklerini, onlar henüz Mûte'de iken ve haberleri de germeden önce haber vermesi yönündendir. Bu nübüvvet alâmetlerindendir. Bunun beyânı Mûte harbi bölümünde inşâallah geniş olarak gelecektir.

[148] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in, Câbir'e: "Sizin de yakında süslü döşemele­riniz olacaktır" diye haber vermesi ve hakîkaten bunun aynen gerçekleşmiş ol­ması yönündendir.

[149] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in Umeyyetu'bnu Halefin öldürülmesini haber vermesi yönündendir. Umeyye, Bedir vak'asında öldürüldü. Onu Ensâr'dan Ma­zin oğullan'ndan bir adam öldürdü.

îbn Hişâm: Onu Muâz İbn Afra, Hâricetu'bnu Zeyd ve Habîb ibn İsaf Öl­dürdüler; öldürmede bunlar iştirak ettiler, dedi (Aynî).

İşte Peygamber'in ilk gazvesinin Umeyye'nin ölümüne vesîle olacağım vu-kû'undan evvel haber vermesi, bir mu'cize olduğundan, Nübüvvet Alâmetleri Bâbı'nda zikredilmiştir. Buhârî bunu Magâzî'nin baş tarafında da getirmiştir

[150] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in kendi ru'yâsmda Ebû Bekr ile Umer'in haiî-felikleri hakkında gördüğü şeyi haber vermesi yönündendir. Bunlar, Peygam­ber'in haber verdiği gibi vâki' olmuştur.

Ebû Bekr'in bir ıKf kova su çekmesine mukaabil, Umer'in koca bir kırba ile ve tam bir kuvveti* su çekip halkı kana kana sulamasında, hattâ bu kuyu başının develer için sulak ve eylek yeri edinilmesinde, Ebû Bekr zamanında irti-dâd ve irtica gâilesiyle uğraşması ve hilâfetinin az devam etmesi sebebleriyle İslâm fetihlerinin azlığına, Umer.zamâmnda ise hiçbir mania olmaksızın uzun zaman fetihlerin devam etmesine ve İslâm adalet ve hürriyetinden halkın kana kana faydalanmasına işaret vardır, denilmiştir.

[151] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde Cibril'in zikri bulunması yönündendir. O Cibrîl ki, Peygamber'e gayb olan işleri haber verir idi. İşte bu da peygamberlik alâ­metlerinden bir alâmet olmuştur.

Dıhye, sahâbîlerin büyüklerinden idi. Bedir'de ve diğer gazvelerde Peygam­ber'in yanında bulundu. Peygamber, komşu devletlere İslâm'a da'vet mektubu gönderdiğinde Rûm Kayseri'ne de Dıhye eliyle göndermişti. Çok defa Cibrîl, Peygamber'e, Peygamber'in pek sevdiği Dıhye suretinde gelirdi. Cibril'i Um-mü Seleme'den başka birçok sahâbî de bu surette görmüşlerdir.

[152] Bâzı nüshalarda bu babın başında Besmele vardır. Ebû Zerr nüshasında bu Bes­mele yoktur. Şârih ibn Hacer, Ebû Zerr nüshasını esas almış olduğundan, onda da Besmele yoktur. Aynî İle Kastallânî'.nin esas aldıkları nüshada Besmele mev-cûddur.

[153] Âlim, câhil herkesin kendi çocuğunu bilmesinden üstün bir bilgi bulunmadığın­dan, Arablar arasında bir şeyin şahinliği hakkında, babanın oğlunu bilmesin-deki isabetle temsîl edilegelmiştir. Bu âyet de o örfe göre-'nâzil olmuştur.

[154] Bu bâb ve bu hadîsin Nübüvvet Alâmetleri konusuyla münâsebeti, Rasûlullah'-ın Tevrat hükümlerine vâkıf olmadığı hâlde, zina hükmünün Tevrat'ta bulunmasını sanması ve neticede bu hükmün Tevrat'ta bulunmasıdır.

Abdullah ibn Selâm aslında îsrâîl oğulları neslinden ve Yahûdî dîninde iken, Rasûlullah'ın Medine'ye hicretinde müslümân olmuştu. Bu yüzden Tevrat hak­kında derin bilgisi vardı

[155] Ayın ikiye bölünmesi şübhesiz hissedilen, âfâkî ve âdet hârici olan büyük bir mu'cizedir. Şârih el-Hattâbî şöyle demiştir: Kamerin yarılması mu'cizesi, bü­tün peygamberlere verilen âyetlerden hiçbiri kendisiyle kıyas olunamayacak de­recede büyüktür. Çünkü bu mu'cize, gökyüzündeki cirimler içinde parlak bir surette göze çarpan bir kürre üzerinde ortaya çıkmıştır. Bu cihetle insan üzerin­deki te'sîr en büyük; bununla burhan en açıktır. Çünkü o âlemdeki unsurların tabîatlerinin cümlesinden hâricdir (Aynî).

Ayın yarılması Kur'ân'da şöyle zikrediliyor: "Saat yaklaştı. Ay (ikiye) ya­rıldı. Onlar bir mu 'cize görürlerse yüz çevirirler ve: Müstemir bir büyüdür, derler'' (el-Kamer: 1-2).

Bâzı müfessirler âyetteki mâzî sîgasını mecazen muzârîye hamlederek: "Ay, kıyamet günü bölünecek" ma'nâsına gitmişlerdir... Hasen Basrî'ye nisbet edi­len bu tefsir, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan da nakledilmiştir. Elmalıh Muhammed Ham-dî Yazır, Hakk Dîni Kur'ân Dili'nde (VI, 462f-4638) iki büyük tabiî âlimine isnâd olunan bu tefsîri uzak sayıp tevcih ederek Özetle şöyle der: "Bu iki tabiî imâmı, âyette ve hadîste meşhur olan mâzîdekİ inşikaakı inkâr etmiş değil, âye­tin diğer bir delâletini tavzîh ve tefsir eylemişler ve vâki' olan inşikaakı kamer mu'rizesinden ileride kamerin büsbütün yarılıp kıyametin kopacağı ma'nâsını anlamak lüzumunu hatırlatmışlar ve "Ve seyenşakku fi'1-yame" demekle bu şevki göstermişlerdir..."

Daha fazla bilgi için, işaret edilen yere dönülmelidir.

[156] Ayın yarılması hadîsi, râvîlerin çokluğu ve şöhreti yönünden seçkin hadîsler­dendir.

[157] Bunlar Usayd ibn Hudayr ile Abbâd ibn Bişr'dir. Sahâbîlerden yâhud daha son­rakilerden kimselerin kerameti, Peygamber'in mu'cizelerindendir ve mu'cizele-re katılır.

[158] Bu, Peygamberlik Alâmetleri Bâbları'na eklenmiştir, bunda parlak bir mu'cize vardır. Çünkü bu vasıf -Allah'a hamd olsun- Peygamber zamanından şimdiye kadar vardır ve Allah'ın emri gelinceye kadar da var olacaktır (Aynî).

[159] Hadîsin birinci kısmı hakkındaki söz, geçen hadîsinki gibidir. İkinci kısmı, yâ-nî Mâlik ibn Yuhâmir'in hadîsi merfû' değildir.

[160] Buhârî burada hadîsin farklı rivayetlerini de getirmiştir.

Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'İn Urve el-Bârıkî'ye hayır ve bere­ketle duâ etmesi ve bir mu'cize olarak onun da toprak alıp satsa altın olmak derecesinde kazanç talihinin açılmasıdır. Hadîsin son fıkrası olan "Toprağa sa-rılsa altın olur" cümlesi, Türk mesellerindendir ve hadîsin bediî bir ifâde tarzı­dır. Bu mesel, kazanç talihi açık olan kimse için söylenir.

Urve el-Bârıkî, sahâbîlerin âlimlerinden idi. Kûfe'de oturmuştur. Umer'in devlet başkanlığı zamanında Kûfe'ye kaadı ta'yîn olunmuştur. eş-Şa'bî'nin ri­vayetine göre, Urve, Kûfe'nin ilk kaadısıdır.

[161] Hadîslerin buraya uygunluğu, bunlarda Peygamber'İn kıyamet gününe kadar devam edecek bir hayırdan haber vermesidir.

[162] Bunu, Peygamberlik Alâmetleri Bâbları ardından zikretmesinde şöyle denilmek mümkin olur: Çünkü bunda da haber verip de haber verdiği gibi vâki' olan şey­lerden vardır!..

[163] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'in Hayber'in harâb olacağını haber ver­mesi ve haber verdiği gibi vâki' olmasıdır.

Peygamber'in hadîsteki son sözü şu âyeti hatırlatıyor: "Şimdi onlar çabu­cak bizim azabımızı mı istiyorlar? Fakat bu onların bölgesine çökünce (gelecek tehlikelerle öteden beri) korkutulan onların sabahı ne kötü(o\acak)dür'' (es-Sâffât: 176-177).

[164] Bu hadîs İlim Kitâbı'nda da geçmişti.

Ebû Hureyre'den unutmanın kaldırılması, Peygamber'in sayısız mu'cize-lerinden biridir. Ona salât ve selâm olsun