1- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:
3- Kureyş Kabilesinin Menkabeleri Babı
4- Bâb: Kur'ân, Kureyş Lisânıyle İndi
5- Yemen Ehlinin İsmâîl İbn İbrahim'e Nisbet Edilmesi
Babı
7- Eşlem (İbn Efdâ) Gıfâr, Muzeyne, Cuheyne Ve Eşca'
Kabilelerinin Zikri Babı
11- Nehyolunan Câhiliyet Da'vâsi Babı
13- Zemzem Kıssası Ve Arab Kavminin Cahilliği Babı
15- Habeş Kıssası Ve Peygamber(S)'İn: "Ey Erfide
Oğulları!" Kavli Babı
16- Nesebinin Sövülmemesini Arzu Eden Kimse Babı
17- Rasûlullah'ın İsimleri Hakkında Gelen Haberler İle
Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:
18- Peygamberin "Hâtemıtn-Nebiyyîn" İsmi Babı
19- Peygamber(S)'İn Vefatı Babı
20- Peygamber(S)İn Künyesi Babı
23- Peygamber(S)'İ Sıfatlamak Babı
24- Bâb: Peygamber(S)'İn Gözü Uyur, Kalbi Uyumazdı
25- İslâm'da Peygamberlik Alâmetleri Babı
26- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Menkabeler
Kitabı) [1]
"Ey îmân edenler,
hakikat biz sizi bir erkekle bîr dişiden yarattık. Sizi (sırf) birbirinizle
tanışmanız için büyük büyük cem 'iyyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık.
Şübhesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır.
Hakîkaten Allah her şeyi bilen, herşeyden haberdâr olandır" (ei-Hncürât:
13) [2].
"/Ey insanlar, sizi
bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücûda getiren ve
ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabb'iniz(e karşı gelmek)te«
çekinin.] Kendisi(nin adını öne sürmek suretiy)le birbirinize dileklerde
bulunduğunuz Allah''tan ve akrabâlıkfbağlannı kırmak)tan sakının. Çünkü Allah sizin
üzerinizde tam bir gözeticidir" (en-Nisâi: i) [3].
Ve Câhiliyye
da'vâlarından nehyolunan şeyler. "eş-Şuûb", "Uzak nesebedir.
"el-Kabâil" ise bunun berisindedir [4].
1-.......Bize
Ebû Bekr ibn Ayyaş, Ebû Husayn'dan; o da Saîd ibn Cubeyr'den; o da îbn
Abbâs(R)'tan tahdîs etti: "Sizi birbirinizle tanışmanız için büyük büyük
cem'iyyetlere ve kabilelere ayırdık" (el-(Hucurat: i2)hakkmda İbn Abbâs:
"eş-Şuûb" büyük büyük kabileler topluluğu; kabileler ise battılar, soylar
topluluğudur, demiştir [5].
2-.......
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'a:
— Yâ Rasûlallah,
insanların en şereflisi kimdir? diye soruldu. O da:
— "Günahtan en çok sakınanlarıdır"
diye cevâb verdi. Sahâbîler:
— Biz sana dînen ve ahlâkan en şerefli olan
kimseyi sormuyoruz (biz kökü yönünden en kerîm olan kimseyi soruyoruz),
dediler.
Rasûlullah (S):
— "Öyle ise Allah'ın Peygamberi
Yûsuf'tur" buyurdu [6].
3-.......Tâbiûn'dan
Kuleyb ibn Vâil tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Peygamber'in üvey kızı Zeyneb
ibnetu Ebî Seleme tahdîs etti. Kuleyb dedi ki: Ben, Zeyneb'e:
— Bana haber ver,
Peygamber (S) Mudar'dan mıdır? diye sordum.
O da:
— Ya kimden olacak?
Rasûlullah (Kureyş'in büyük babası) Mu-dar(ırkın)dan (ve onun bir şu'besi olan)
Nadr ibn Kinâne oğullan'-ndan idi, diye cevâb verdi [7].
4-.......Yine
Kuleyb dedi ki: Bana Peygamber'in üvey kızı tahdîs etti. Ben onun Zeyneb
olduğunu zannediyorum. O da:
— Rasûlullah (S)
dubbâ'dan, hantem'den, mukayyar'dan ve mü-zeffet'ten (yânî bu isimlerle anılan
kaplara hurma yâhud üzüm şırası koymaktan) nehyetti, dedi.
Ben de ona:
— Bana haber ver,
Peygamber kimin soyundan idi; Mudar'dan mı idi? diye sordum.
O da:
— Ya kimden olacak?
Peygamber Mudar'dan, Nadr ibn Kinâne (kabîlesi) çocuklarından idi, dedi [8].
5-.......Ebû
Hureyre(R)'den: Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Siz insanları
ma'denler gibi (kimi hâlis, kimi kalp) bulursunuz. İnsanların câhiliyet
devrinde hayırlı olanları, dînî emirleri anlayıp amel ettikçe, İslâm devrinde
de hayırlılarıdır. Siz şu emaret (devlet baş-kaniığı, valilik, kumandanlık)
hususunda da insanların hayırlısı, (emîr olmazdan evvel) emarete çok isteksiz
olan (emirlik arzu etmeyen) kimseleri bulursunuz. İnsanların şerrlisi de iki
yüzlü olan şu (münafık) kimselerdir ki (iki sınıf halk arasında) onlara bir
yüzle gelirler, bunlara da başka bir yüzle gelirler" [9].
6-.......Ebû
Hureyre(R)'den: Peygamber(S) şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar şu
emaret işinde Kureyş'e tâbi' idiler. Arablar'ın müslim-leri (Hanîfler)
Kureyş'in müslimlerine; müşrikleri de Kureyş'in müşriklerine uyarlardı.
İnsanlar ma'denler gibidirler. Onların câhiliyette hayırlı olanları, dîni
anladıkları zaman İslâm devrinde de hayırlılarıdırlar. Siz insanların
hayırlısı, emîr oluncaya kadar emirliği çok ağır görenleri (onu hiç arzu
etmeyen kimseleri) bulursunuz" [10].
(Bu, geçen bâbdan bir
fasıl gibidir.)
7-.......Şu'beibnu'l-Haccâcdedi
ki: Bana Abdulmelik ibn Meysere, Tâvûs'tan; o da İbn Abbâs(R)'tan "Ben bu
tebliğime karşı akrabalıkta sevgiden başka hiçbir mükâfat istemiyorum"
(eş-şûrâ: 23) kavli hakkında tahdîs etti. Tâvûs dedi ki: Hemen Saîd ibn Cubeyr:
— Bu Muhammed'in en yakın hısımlarıdır, dedi.
Bunun üzerine İbn Abbâs, Saîd'e hitaben şöyle dedi:
— Kureyş kabîlesinden hiçbir batn yoktur ki,
onda Peygam-ber(S)'e bir karabet (soyca bir yakınlık) olmasın. Bunun için
kendisi üzerine "Ey Kureyş, benimle aranızdaki hısımlığı eklemenizi, gözetmenizi
İstiyorum" (mealindeki eş-Şûrâ: 23. âyeti) İndi [11].
8-.......Ebû
Mes'ûd (R), Peygamber(S)'e ulaştırıp şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Fitne işte şu taraftan, doğu tarafından gelmiştir -gelecektir-. Kabalık
ve kalblerin katılığı develerin ve sığırların kuyrukları dibinde onlara
haykıranda, yün ve kıl sahibi bedevilerde, Rabia ve Mudar
kabîlelerindedir" [12].
9-.......
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle
buyuruyordu: "Kendini beğenme ve büyüklenme, yüzlerce deve sahibi olan
çığırtkan bedevilerde, sekînet ise koyun sâhib-lerindedir. îmân Yemenli'dir,
hikmet Yemen'e mensûbdur". : Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi:
"Yemen", Yemen diye isimlendirildi; çünkü o Ka'be'nin sağındadır.
Şâm da Ka'be'nin sorundadır. "el-Meş'emetu ve'1-Meyseretu",
"Sağ ve sol" demektir. "el-Yedu'1-yusrâ", "Sol
el"; "ve'1-Cânibu'l-eyseru", "Sol taraf" demektir [13].
10-.......Bize
Şuayb haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Muhammed ibn Cubeyr, Kureyş
tarafından sefirlikle gönderilen bir hey'et arasında bulunduğu hâlde
Muâviye'nin huzurunda geçen bir vak'ayı ve ondan işittiklerini şöyle tahdîs
ediyordu: Abdullah ibn Amr ibni'l-Âs'ın:
— İleride
Kahtânîler'den bir melik olacak... diye tahdîs eder olduğu Muâviye'ye ulaştı.
Muâviye bu sözden
sinirlendi de hemen hey'et karşısında ayağa kalktı ve Allah'ı lâyık olduğu
sıfatlarla sena etti. Sonra "Amma ba'du" deyip şöyle hitâb etti:
— (Ey Kureyş hey'eti!)
Sizden bâzı adamların Allah'ın Kitâbı'n-da olmayan ve Rasûlullah'tan da rivayet
edilmeyen birtakım sözler söyleyip nakletmekte oldukları haberi bana
ulaşmıştır. Bu adamlar sizin câhillerinizdir. Sizler, sahibini sapıklığa
sürükleyen bâtıl sözlerden sakınınız! Ben Rasûlullah(S)'tan şöyle buyururken
işittim: "Şüb~ hesiz bu iş (yânî devlet başkanlığı) Kureyş üzerinde
bulunacaktır. Onlar dînî vecîbelerini îfâ ettikleri ve adaleti yürüttükleri müddetçe,
onlara hiçbir kimse bu hususta düşmanlık edemiyecektir. Meğer ki onlar dînden,
adaletten saparlar, bu hâlde Allah Kureyş'i yüzüstü sürçtürür, rezîl eder"
[15].
11-.......Bize
Âsim ibn Muhammed tahdîs edip şöyle dedi: Ben babam Muhammed ibn Zeyd'den işittim;
o da İbn Umer'den. Peygamber (S): "Kureyş'ten iki kişi kaldığı müddetçe
bu iş (hilâfet işi) Kureyş'ten ayrılmaz" buyurmuştur [16].
12-.......Cubeyr
ibn Mut'ım (R) şöyle demiştir: Rasûlullah ganîmet malından kendisine âid beşte
bir hisseyi hısımları arasında taksîm ederken, Nevfel oğulları'ndan olan ben,
Abduşems oğulları'ndan olan Usmân ibn Affân ile yürüdüm. -Rasûlullah, Nevfel
oğulları ile Abduşems oğullan'na birer pay ayırmamıştı.- Rasûlullah'm yanına
geldiğimizde Usmân:
— Yâ Rasülallah!
Muttalib oğulları'na verdiniz de bizi bıraktınız. Hâlbuki biz, nesebimiz
cihetiyle bizimle Muttalib oğulları bir soyda (hepimiz büyük babamız Abdu
MenâP da) birleşiyoruz, dedi.
Peygamber (S) de:
— "Hâşim oğutları'yla Muttalib oğulları
bir soydur" buyurdu.
Ve el-Leys şöyle dedi:
Bana Ebû'l-Esved Muhammed tahdîs etti ki, Urve ibnu'z-Zubeyr şöyle demiştir:
Abdullah ibnu'z-Zubeyr, Zuhre oğulları'ndan birtakım insanların beraberinde
Âişe'ye gitti. Âişe Me-dîneli Zuhre oğulları'nın, anası tarafından Rasûlullah'a
yakınlıklarından dolayı, onlara çok şefkatli idi [17].
13-.......Buradaki
iki senedde Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu: "Kureyş, Evs ileHazrec, Cuhayne, Mu-zeyne, Eşlem, Eşca', Gıfâr
(kabileleri ferdleri) benim hâlis yardımcı-lanmdır. Onların da Allah'tan ve
Rasûlullah'tan başka velîleri (himaye edenleri) yoktur" [18].
14-.......Urvetu'bnu'z-Zubeyr
şöyle demiştir: Abdullah ibnu'z-Zubeyr, Âişe'ye Peygamber'den ve Ebû Bekr'den
sonra insanların en sevgilisi idi. Abdullah da Âişe'ye insanların en itaatlisi
idi. Âişe öyle bir cömert idi ki, kendisine gelen Allah rızkından hiçbirşeyi
tutmaz, sadaka yapar idi.
İbnu'z-Zubeyr:
— Âişe'nin elleri üzerlerinden tutulmaya (yânı
atıyye vermekten men' olunmaya ve hacr edilmeye) lâyık olur, dedi.
Bunu duyan Âişe:
— Benim ellerim
üzerlerinden tutulur mu? Eğer Abdullah ile kelâm edersem üzerime adak olsun!
dedi.
Müteakiben Abdullah,
Kureyş'ten birtakım adamlarla ve hassaten Rasûlullah'm dayıları vâsıtasıyle
kendisinden razı olması, danlmaması için Âişe'den şefaat istedi. Âişe bunu
kabul etmedi. Bunun üzerine Peygamber'in dayıları olan Zuhrîler -ki Abdurrahmân
ibnu'l-Esved ibn Abdi Yegûs ile el-Mısver ibnu Mahrame de bu Zuhre
oğullan'ndandılar- Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e:
— Bizler Âişe'nin
yanına girmek için izin istediğimiz zaman sen de bizimle beraber izin istemeden
kendini pencereden içeriye at! dediler.
Abdullah onların
dediğini yaptı. Âişe onların şefaatini kabul ettiği için Âişe'ye -yeminine
keffâret olarak istediği kadarını âzâd etmesi için- on tane köle gönderdi.
Âişe onların hepsini âzâd eyledi. Bundan sonra Âişe köleleri âzâd etmeye devam
etti. Nihayet kırk sayısına ulaştığında:
— Yemîn ettiğim zaman
işleyip de kendisinden kurtulabileceğim belli bir iş, bir sayı ta'yîn etmiş
olmamı çok arzu ettim, dedi [19].
15-.......Bize
İbrâhîm ibnu Sa'd, İbn Şihâb'dan; o da Enes'ten şöyle tahdîs etti: Usmân, Zeyd
ibn Sâbit'i, Abdullah ibnu'z-Zubeyr'i, Saîd ibnu'1-Âs'ı ve Abdurrahmân
ibnu'l-Hâris ibni Hişâm'ı çağırdı. Onlar da asıl Mushaf'taki sûreleri diğer
mushaflara istinsah edip naklettiler. Usmân bu istinsah işinin başlangıcında
(Zeyd'in Medîneli olması yüzünden) Kureyşli olan diğer üç kişiye hitaben:
— Sizler Zeyd ibn
Sabit ile Kur'ân'dan herhangibir şeyde ihtilâf ettiğiniz zaman, Kur'ân'ı Kureyş
lisânı ile yazınız. Çünkü Kur'ân, Ku-reyş lisânı ile nazil olmuştur, dedi.
Onlar da işte böyle
yapıtlar [20].
Huzâa'dan olduğu hâlde
Eşlem ibnu Efdâ ibn Harise ibn Amr ibn Âmir de Yemenlilerdendir [21].
16-.......Seleme
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir kerresinde Eşlem oğulları'ndan bir
topluluk çarşıda ok atma yarışı yaparlarken üzerlerine çıkıp vardı da:
— "Ok atınız ey İsmail oğulları! Çünkü
sizin (büyük) babanız da usta bir atıcı idi. (Bu yarışta) ben de -iki fırkadan
biri olan -fulân oğullarıyle beraberim (Mıhcen ibn Edra' kolu ile
beraberim)" buyurdu.
Peygamber'in bu sözünü
işitinee iki taraftan biri ellerini ok atmaktan çektiler. Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Bunlara ne oluyor ki ok
atmıyorlar?" buyurdu. Onlar da:
— Sen muhalifimiz grup ile beraberken biz (o
tarafa) nasıl ok atarız? dediler.
Rasûlullah:
— "Haydi atınız! Ben sizin hepinizle
beraberim" buyurdu [22].
{Bu, önceki bâbdan bir
fasıl gibidir.)
17-.......Ebû'l-Esved
ed-Dîlî, Ebû Zerr(R)'den tahdîs etti ki, o, Peygamber(S)'den şöyle buyururken
işitmiştir: "Bir kişi babasından başkasına -babası olmadığını bile bile-
neseb iddia ederse, hiçşübhe-siz o kimse (ni'mete) küfr etmiştir. Herhangi bir kişi
de aralarında yakınlık olmayan bir kavimden olduğunu iddia ederse, o da (o
soy-suz.kişi de bizden değildir -Müslim-) cehennemdeki durağına hazırlansın"
[23]
18-.......Vasile
ıbnu'1-Eskâ' (R) şöyle demiştir: Kasulullah (S) şöyle buyurdu: "(Üç
şey)yalan ve iftiranın en büyüklerindendir: "Kişinin kendi babasından
başkasına neseb iddia etmesi. bYâhud ru'-yâsında görmediği bir şeyi kendi
gözüne göstermesi (yânî tu'yâsında görmediği bir şeyin kendisine ru'yâda
gösterildiğini iddia eylemesi), c- Yâhud da Rasûlullah 'in söylemediği birşeyi
söyledi demesi" [24].
19-.......Bize
Hammâd tahdîs etti ki, Ebû Cemre şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs(R)'tan işittim,
şöyle diyordu: Abdu'1-Kays hey'-eti Rasûlullah'ın huzuruna geldiler ve:
— Yâ Rasûlallah!
Bizler şu Rabîa kabîlelerindeniz. Bizimle Sen'in arana kâfir olan Mudar
kabileleri perde olmuşlardır. Bizler Sana ulaşamıyoruz, ancak her haram ayda
ulaşabiliyoruz. Bizlere, Sen'den alacağımız ve geride kalanlarımıza tebliğ
edeceğimiz bir iş emretse-niz! dediler.
Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu:
— "Sizlere dört şey emrediyor ve dört
şeyden nehyediyorum: Allah'a îmân etmeyi, Lâ ilahe illellah = Allah'tan başka
hiçbir ilâh olmadığına şehâdet etmeyi; namazı dosdoğru kılmayı; zekâtı vermeyi;
ganimet aldığınız şeylerin beşte birini Allah'a tediye etmenizi emrediyorum. Ve
sizleri dubbâ, hantem, nakîr, müzeffet (denilen kaplara hurma yâhud üzüm şırası
koymak)^/? nehy ediyorum" [25].
20-.......
Abdullah ibn Umer (R)-şöyle demiştir: Ben Rasûlullah'tan işittim, kendisi
minber üzerinde bulunuyor ve doğu tarafa işaret ederek: "Muhakkak ki fitne
işte bu taraftadır, şeytânın boynuzunun doğacağı yerdendir" buyuruyordu [26].
21-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Kureyş, Ensâr
(Evs ve Hazrec), Cuheyne, Muzeyne, Eşlem, Gıfâr, Eşca' (kabileleri ferdleri)
benim hâlis yardımcılarımda. Onların da A ilah 'tan ve Rasûlullah 'tan başka
velîleri (himaye edicileri.) yoktur" [28].
22-.......Abdullah
ibn Umer şöyle haber vermiştir: Rasûlullah(S) minber üzerinde (hutbe yaparken)
şöyle buyurdu: "Allah Gıfâr kabilesini mağfiret etsin, Eşlem kabilesini de
Allah selâmette kılsın (barış içinde yaşatsın)/ Usayye (kabîlesi ferdleri) ise
Allah'a ve O'-nun Rasûlü'ne isyan ettiler" [29].
23-.......Ebû
Hureyre(R)'den: Peygamber (S): "Allah, Eşlem kabilesini selâmette kılsın,
Gıfâr'ı da mağfiret eylesin" buyurmuştur [30].
24-.......Abdurrahmân
ibnu Ebî Bekre, babasından: Peygamber (S):
— "Re'yiniz nedir bana haber verin: Eğer
Cuheyne, Muzeyne, Eşlem, Gıfâr kabileleriBenû Temim, BenûEsed, BenûAbdillah
ibni Gatafân, Benû Âmir ibn Sa'saa kabilelerinden hayırlı iseler (bu ikinciler
için eli boşluk ve ziyan değil midir)?" buyurdu.
Buna karşılık bir adam
(yânî Akra' ibn Habis):
— İkinciler eli boş olmuşlar ve ziyan
etmişlerdir, dedi. Peygamber de:
— "Onlar (yânî Cuheyne, Muzeyne, Eşlem,
Gıfâr kabileleri), Benû Temîm, Benû Esed, Benû Abdillah ibn Gatafân, Benû Âmir
ibn Sa'saa kabilelerinden hayırlıdırlar" buyurdu [31].
25-.......Muhammed
ibn Ebî Ya'kûb şöyle demiştir: Ben Abdurrahmân ibn Ebî Bekre'den işittim; o da
babasından ki, el-Akra' ibn Habis, Peygamber'e:
— Sana ancak Eşlem,
Gıfâr, Muzeyne -zannederim ki- Cuheyne -İbnu Ebî Ya'kûb şekk etmiştir-
kabîlelerinden hacıları soyan hırsızlar tâbi' olmuştur! dedi.
Peygamber (S) de ona:
— "Ey Akra', düşündün mü: Eğer Eşlem,
Gıfâr, Muzeyne -sanıyorum ki- ve Cuheyne kabileleri Benû Temîm, Benû Âmir,
Esed, Gatafân kabîlelerinden hayırlı iseler, bu ikinciler eli boş olmuş ve ziyan
etmiş değil midir?" buyurdu.
Akra':
— Evet, elleri boş olmuş ve ziyan etmişlerdir,
dedi.
Rasûlullah da:
— "Nefsim elinde olan Allah'ayemîn ederim
ki, onlar (yânî Eşlem, Gıfâr, Muzeyne, Cuheyne) bunlardan (yânî Benû Temîm,
Benû Esed, Benû Âmir, Gatafân'dan) elbette daha hayırlıdırlar" buyurdu [32].
26-.......Ebû
Hureyre (R): Rasûlullah (S): "Eşlem ve Gıfâr ile Muzeyne ve Cuheyne'den
bir kısmı - yâhud Rasûlullah: Cuheyne veya Muzeyne'den bir kısmı dedi- Allah
yanında -yâhud Rasûlullah: Kıyamet gününde dedi- Esed, Temîm, Havâzin ve Gatafân
'dan hayırlıdır" buyurdu [33].
"Bir kavmin
kızkardeşlerinin oğlu ve bir kavmin himayesinde bulunan âzâdlı kölesi
kendilerindendir"
27-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ensâr'ı çağırdı da:
— "İçinizde
sizden başka bir kimse var mı?" diye sordu. Ensâr:
— Hayır, bir kızkardeşimizin oğlundan başka
kimse yoktur, dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Bir kavmin kızkardeşlerinin oğlu,
kendilerindendir" buyurdu [34].
Bu bâbm içinde Ebû Zerr'in
İslâm'a girmesi de vardır [35].
28-.......Bana
Ebû Cemre tahdîs edip şöyle dedi: İbn Abbâs bize:
— Ebû Zerr'in İslâm'a
girişini size haber vereyim mi? diye sordu. Biz de:
— Evet, haber ver, dedik. İbn Abbâs şöyle
anlattı:
— Ebû Zerr şöyle dedi:
Ben Gıfâr kabilesinden bir kimse idim. "Mekke'de bir adam çıkmış,
peygamber olduğunu iddia ediyormuş" haberi bize ulaştı. Ben de
kardeşim(Uneys)e:
— Haydi (Mekke'ye) şu
adama git, görüş ve O'nun haberini bana getir, dedim.
Kardeşim gitti,
Rasûlullah'a kavuştu. Sonra dönüp geldi. Kardeşime:
— Sende ne haber var? diye sordum. O da:
— Vallahi bir adam
gördüm, O hayırla emrediyor, şerrden neh-yediyor, dedi.
Kardeşime:
— Gönlüme şifâ verir bir haber getirmedin!
dedim.
Ve kendim bir
dağarcık, bir de asâ aldım. Sonra Mekke'ye yöneldim. (Mescide girdim.) Fakat
ben Rasûlullah'ı tanımıyordum; O'nu başkasına sormak da istemiyordum. Zemzem
suyu içiyor, mescidde bulunuyordum.
Ebû Zerr devamla şöyle
dedi: Bu sırada yanıma Alî uğradı ve:
— Bu adam yabancı gibidir! dedi. Ben de:
— Evet yabancıyım, dedim. Alî;
— Öyleyse bizim eve buyur! dedi.
Ebû Zerr dedi ki:
Alî'nin beraberinde yürüdüm. (Sabaha kadar) o bana birşey sormadı. Ben de ona
haber vermiyordum. Sabahlayınca (kalktım), Rasülullah'ı sormak için kuşluk
vakti mescide gittim. Fakat hiç kimse bana O'na dâir birşey bildirmiyordu.
Ebû Zerr devam edip
dedi ki: Bana yine Alî uğradı ve:
— Bu adam için henüz
yerini öğrenmesi zamanı gelmedi mi (yâ-nî hâlâ garîb mi; bir yer bulup
yerleşemedi mi)? diye sordu.
Ben de:
— Hayır (burada ikaamet niyetinde değilim),
dedim. Alî:
— Beraberimde yürü (bize gidelim), dedi.
(Gittik. Evde) Alî:
— Senin işin nedir,
seni bu beldeye getiren şey nedir? diye sordu. Ben de:
— Gizli tutacağına
bana söz verirsen, sana haber veririm, dedim. Alî:
— Emîn ol, öyle yaparım, dedi. Ben de ona şöyle
anlattım:
— Burada peygamber
olduğunu iddia eden bir adam çıkmış olduğu haberi bize ulaştı. Onunla konuşmak
üzere kardeşimi gönderdim. Fakat
kardeşim dönüp geldi; getirdiği haber bana kanâat vermedi. Bunun üzerine kendim
bu zâta varıp yüzyüze kavuşmak istedim, (buraya geldim).
Alî:
— Şübhesiz sen
hidâyete mazhar oldun. (Bu zât Allah'ın Rasû-lü'dür. Sabahleyin ben O'nun yanma
gideceğim, sen de ardımca gel, dedi. Sabah olunca Alî:) İşte ben Rasûlullah'ın
yanma gidiyorum, arkamsıra gel, benim girdiğim yere sen de gir! Şayet ben
(yolda) sana zarar vereceğinden korktuğum birisini görürsem, ayakkabımı düzeltir
gibi bir duvara yönelik dururum. Sen (durma) git. (Ben yürüyüp nereye girersem,
sen de oraya gir!) dedi.
Alî gitti. Ben de onun
beraberinde gittim. Nihayet o, Peygam-ber(S)'in huzuruna girdi. Ben de
beraberinde girdim. Hemen Peygam-ber'e:
— Bana İslâm'ı öğret! dedim.
O da İslâm'ı telkîn
etti. Ben de bulunduğum yerde hemen müslü-mân oldum. Bunun üzerine Peygamber
bana:
— "Yâ Ebâ Zerr, bu işi gizli tut ve
memleketine dön git. Sonra sana bizim meydana çıktığımız haberi ulaşınca hemen
gel!" buyurdu.
Ben de:
— Seni hakk peygamber
olarak gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben bu Şehâdet Kelimesi'ni o
müşriklerin ortasında (muhakkak) haykıracağım! dedim.
Râvî İbn Abbâs dedi
ki: Kureyş mescidde toplu bir hâlde iken Ebû Zerr mescide geldi de:
— Ey Kureyş cemâati!
Eşhedu en lâ ilahe ille İlâh ve eşhedu en-ne Muhammeden rasûlallah = Ben
Allah'tan başka ibâdet edilecek hakk ma'bûd olmadığına şehâdet ediyorum;
Muhammed'in O'nun kulu ve rasûlü olduğuna da şehâdet ediyorum, dedi.
Kureyş müşrikleri de:
— Saldırın şu
Sâbiî'ye! dediler de kalktılar ve ölmem için sıra dayağına çekildim.
Bu sırada Abbâs bana
yetişip üzerime kapandı. Sonra onlara döndü de:
— Veyl sizlere
Gıfâr'dan bir adamı öldürüyorsunuz. Gıfâr ise sizin ticâret yeriniz ve yolunuz
Gıfâr üzerindedir, dedi.
Bunun üzerine
Kureyşliler benden çekildiler. Ertesi gün sabah vakti ben yine Mescide gittim.
Ve dünkü gibi yine İslâm şehâdetini i'lân ettim. Onlar da yine:
— Kalkın, şu Sâbiî'ye hücum edin! dediler.
Bana dün yapılanın
benzeri öldüresiye bir dayak daha atıldı. Abbâs yine imdadıma yetişip üzerime
kapandı. Kureyş'e dün söylediği makaalesinin benzerini söyledi.
. Râvî İbn Abbâs: İşte
zikredilen bu vak'a, Allah kendisine rahmet eylesin, Ebû Zerr'in İslâm'a
girmesinin evveli oldu, demiştir [36].
29-.......Ebû
Hureyre(R)'den: Peygamber (S): "Kahtân oğulları'ndan bir kişi çıkıp
insanları asâsıyle sevk ve idare etmedikçe kıyamet kopmayacaktır"
buyurmuştur [37].
30-.......Câbir
(R) şöyle diyordu: Biz Peygamber'in beraberinde gazveye (Mureysî seferine)
çıkmıştık. Muhacirlerden birtakım insanlar da toplanmış, Peygamber'in
beraberinde sefer etmişti. Hattâ Muhacirler (Ensâr'dan) çok oldular.
Muhacirlerden şakacı bir kimse vardı. Bu zât Ensâr'dan birisinin kıçına (şaka
olarak) vurmuştu. En-sârî bundan aşırı derecede öfkelendi. Nihayet (kavga
başladı) iki taraf da kendi kabilelerini imdada çağırdılar. Ensâr'dan olan
kimse:
— Ey Medîneliler, imdadıma koşunuz! diye feryâd
etti. Muhacir şakacı da:
— Ey Muhacirler, imdadıma geliniz! diye
bağırdı. Bu sesler üzerine Peygamber (S) çıktı ve:
— "Câhiliyet ahâlîsinin çığlığı ile
bağırmak ne oluyor?" buyurdu. Sonra da:
— "Onların işi nedir (neden câhiliyet
âdetiyle çağırışıyorlar)?" diye sordu.
Bir Muhâcir'in
Ensâr'dan birisine şaka ile vurduğu kendisine haber verildi.
Râvî dedi ki: Bunun
üzerine Peygamber:'
— "O Câhiliyet çığlığını bırakınız! Soyunu
çağırmak (onunla hakk kazanmak) kötü bir şeydir" buyurdu.
(Münafıkların başı
olan) Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl de:
— Şunlar bizim Medine
halkı üzerine Muhâcirler'i ayaklandırmak mı istiyorlar? Yemîn olsun eğer biz
Medine'ye dönüp varırsak, Medîne'nin en azîz olanı (gûyâ kendisi), onlardan en
zelîl olanı (gûyâ Peygamber'i) elbette ve muhakkak Medine'den çıkaracaktır,
dedi.
Bunun üzerine Umer, İbn
Übeyy için:
— Ey Allah'ın Elçisi! Şu habîsi öldürmez miyiz?
dedi. Peygamber:
— "İnsanlar
'Muhammed kendi sahâbîlerini öldürtür oldu'diye dedikodu etmesin!"
buyurdu [39].
31-.......Abdullah
ibn Mes'ûd(R)'dan: Peygamber (S): "Kim avuç içi ile yanaklarını, yüzünü
döver, yakalarını yırtar ve Câhiliyet âdeti üzere bağırır çağırırsa, o kimse
bizden değildir" buyurmuştur [40].
32-.......Bize
İsrâîl, Ebû Husayn'dan; o da Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi
ki, Rasûlullah (S): "Amr ibnu Luhayy ibniKam'a ibn Hındif, Huzâa
kabilesinin (büyük) babasıdır" buyurmuştur [42].
33-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den işittim, o şöyle dedi: Bahîra,
sütü tâğûtlara, şeytânlara âid olmak üzere sütünden insanların faydalanması
men' olunan yânı haram kılınan devedir. Artık bundan sonra bu devenin sütünü
insanlardan hiçbir kimse sağamazdı. Sâibe ise Câhiliye Arablan'nın taptıkları
putları için adayıp salıverdikleri devedir. Artık onun üzerine hiçbir yük
yüklenmez. Saîd ibnu'I-Müseyyeb dedi ki: Ebû Hureyre şöyle dedi: Peygamber
(S): "Ben (kusûf namazı kılarken) cehennemde Huzâalı Amr ibn Âmir ibn
Luhayy 'ı kendi bağırsaklarını ateş içinde sürükler hâlde gördüm. Çünkü o
develeri putlar için salma adağı yapanların ilki idi" buyurdu [43].
34-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Arab kavminin cahilliğini bilmen seni sevindirdiği
zaman el-En'âm Sûresi'ndeki yüzotu-zuncu âyetin üst tarafını oku:
"İlimsizlik yüzünden çocuklarını beyinsizce öldürenlerle Allah 'in
kendilerine ihsan ettiği (halâl) rızkı, Allah 'û iftira ederek, haram sayanlar
muhakkak ki maddî ve ma 'nevîen büyük zarara uğramıştır. Onlar şübhesiz ki,
sapmışlardır ve (ondan sonra) doğru yolu da bulamamışlardır" (ei-En'âm:
140) [45].
İbn Umer ile Ebû
Hureyre, Peygamber(S)'in şöyle buyurduğunu söylediler: "Kerîm oğlu, kerîm
oğlu kerîm oğlu kerîm, îbrâhîm Halîlullah oğlu, îshâk oğlu [46], el-Berâ
ibn Âzib de Peygamber(S)'in: "Ben Abdulmuttalib oğluyum" buyurduğunu
söylemiştir.
35-.......
Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: "Sen enyakın hısımlarını (Allah'ın
azabı ile) korkut" (eş-şuarâ: 214) âyeti indiği zaman, Peygamber (S)
Kureyş'in soylu boylarını: "Ey Fihr oğulları, ey Adiyy oğullan!.."
diye oymak oymak çağırmaya başladı [47].
el-Buhârî dedi ki:
Bize Kabîsa söyledi: Bize Sufyân es-Sevrî, Ha-bîb ibn Ebî Sâbit'ten; o da Saîd
ibn Cubeyr'den haber verdi ki, İbn Abbâs şöyle demiştir: ' 'Sen (ilkin) en
yakın hısımlarını Allah 'in azabı ile korkut" (eş-Şuarâ: 214) âyeti
indiği zaman, Peygamber (S) kendi aşiretini kabile kabîle çağırmaya başladı [48].
36- Bize
Ebû'l-Yemân tahdîs etti. Bize Şuayb haber verdi: Bize Ebû'z-Zinâd,
el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) - eş-Şuarâ:
214. âyeti indiği zaman- şöyle buyurmuştur: "Ey Abd Menâf oğulları!
Allah'tan kendinizi ibâdet bedelinde satın alarak kurtarınız! Ey Zubeyr
ibnu'l-Avvâm'ın anası ve Rasû-lullah'ın halası (Abdulmuttalib kızı Safiyye)/Ey
Muhammed'in kızı Fâîıma! Sizler de kendilerinizi Allah'tan ibâdet mukaabilinde
satın alınız da azabından kurtulunuz! Allah'ın azabından kurtulmanız için ben,
Allah tarafından verilmiş hiçbir nüfuza mâlik değilim. Malımdan istediğiniz
şeyi benden isteyin!"[49].
37-.......Bize
el-Leys, Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Urve'den; o da Âişe'den tahdîs
etti ki, Minâ günlerinde yanında şarkı söyleyen, def vurup def çalan iki kız
varken yanına Ebû Bekr girmiş. Bu sırada Peygamber de örtüsüne bürünmüş,
yatağına uzanmıştı. Ebû Bekr o kızları azarlamış. Peygamber (S) hemen yüzünden
örtüyü açmış ve Ebû Bekr'e hitaben:
— "Yâ Ebâ Bekr, onlara ilişme, çünkü bu
günler bayram günleridir; bu günler Minâ günleridir" buyurmuştur.
Yine bu senedle Âişe
şöyle demiştir: Ben Peygamber'i şu hâlde gördüm: Habeşliler mescidde oyun
oynuyorlar, ben de onlara bakıyordum, Peygamber de (ben oyunlarım seyredebileyim
diye kendi ri-dâsıyle -örtüsüyle-) beni perdeliyordu. Habeşliler'i Umer
azarlayıp kovmağa kalktı. Bunun üzerine Peygamber (S) Umer'e hitaben:
— "Bırak onlara" (Ve Habeşliler't
de:) "Emniyetli olarak oyununuza devam edin ey Er/ide oğulları!"
buyurdu [50].
38-.......Aişe
(R) şöyle demiştir: (Şâir) Hassan, Kureyş müşriklerini hicvetmek hususunda
Peygamber'den izin istemişti. Peygamber (S):
— "(Kureyş içindeki) benim nesebim nasıl
olacak?" diye sordu. Hassan:
— Hiç şübhesiz ben
Seni (yânî Sen'in soyunu) Kureyş soyları arasından, hamurdan kılın çekilmesi
gibi muhakkak çeker çıkarırım, diye cevâb verdi.
Ve Urve babasından
rivayet etti ki, babası Hişâm şöyle demiştir: Ben Aişe'nin yanında Hassân'a
sövmeye davrandım. Âişe hemen:
'Hassân'a sövme! Çünkü
o Peygamber'i müdâfaa eder idi" dedi [52].
"Muhammed
Allah'ın Rasûlü'dür. O'nun maiyyetinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin,
kendi aralarında
merhametlidirler..."
(ei-Feth; 29);
"Meryem oğlu îsâ
da bir zaman (şöyle) demişti: Ey İsrâîl oğulları, ben size Allah'ın rasûlüyüm.
Benden evvelki Tevrat'ı tasdik edici; benden sonra gelecek bir rasûlü de -ki
ismi Ahmed'dir- müjdeleyici olarak geldim..." (cs-saff- 6) [53].
39-.......Cubeyr
ibn Mut'ım (R) şöyle demiştinRasûluIlah (S) şöyle buyurdu: "Bana mahsûs
(ve ümmetlerce meşhur) beş isim vardır: Ben Muhammed'im ve Ahmed'itn. Ben o
MâhVyim ki, Allah benim -(peygamberliğim)/^ küfrü mahvedecektir. Ben o Haşirdim
ki (kıyamet gününde) insanlar beni ta'kıb ederek toplanacaklardır. Ben o
Âkıb'ım ki, peygamberlerin sonuncusuyum" [54].
40-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizler hayret
etmez misiniz? Bakınız Allah Kureyş'in sövmesini ve la'netlemesini benden
nasıl çevirip def ediyor? Ben Mu-hammed (adiyle tanınmış ve övülmüş) iken onlar
(bunu değiştirerek) Muzemmem diye sebbederler veMuzemmem diye la'net
ederler" [55].
41-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Benimle
peygamberler zümresinin benzeri, şu kimsenin benzeri gibidir: O kişi bir ev
yaptırmış ve binayı tamamlayıp süslemiş de yalnız bir tuğlası eksik kalmış. Bu vaziyette
insanlar binaya girip gezmeye başlarlar. Ve (o eksik yeri görüp) hayret
ederek: Şu bir tuğlanın yeri boş bırakılmış olmasaydı! derler" [57],
42-.......Ebû
Hureyre(R)'den; Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Şübhesiz benim
meselimle benden önceki peygamberler zümresinin meseli, şu kimsenin meseli
gibidir ki, o kimse bir ev yaptırmış ve onu süsleyip güzelleştirmiş; yalnız bir
köşede bir kerpiç yeri boş bırakılmış. Akabinde insanlar evi dolaşmaya, evi
takdirle beğenmeye ve: Keşke şu tek kerpiç de yerine konulsaydı! demeye
başlarlar". Rasûlullah: "îşte ben, o (yeri boş bırakılan) kerpicim;
ben Hâte-mu'n-Nebiyyîn'im (peygamberlerin sonuyum)" buyurdu [58].
43-.......Bizeel-Leys,
Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; odaUrve ibnu'z-Zubeyr'den; o da Âişe(R)'den,
Peygamber (S) altmış üç yaşında vefat etti, diye tahdîs etti.
(Yukarıda geçen sened
ile) İbn Şihâb: Ve bana Saîd ibnu'l-Müsey-yeb, yukarıki hadîsin benzerini haber
verdi, demiştir [59].
44-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) çarşıda idi. Bir kimse:
— Yâ Eba'l-Kaasım! diye seslendi. Peygamber ona
dönüp baktı da;
— "Benim öz adımla ad koyunuz. Fakat
künyemle künyelenme-viniz" buyurdu.
45-.......Câbir(R)'den:
Peygamber (S): "Benim (Muhammed, Ahmed gibi) bir adımla ad koyunuz, fakat
künyem ile künyelen-meyiniz" buyurmuştur.
46-.......îbn
Şîrîn şöyle demiştir: Ben Ebû Hureyre'den işittim, şöyle diyordu: Ebu'l-Kaasım
(S): "Benim ismimle ad koyunuz, fakat künyemle künyelenmeyiniz"
buyurdu [60].
(Bu, geçen bâbdan bir
fasıl gibidir.)
47-.......Bize
el-Fadl ibnu Mûsâ, el-Cuayd ibn Abdirrahmân'dan haber verdi (o, şöyle
demiştir): Ben es-Sâib ibn Yezîd'i doksan-dört yaşında, bünyesi sağlam, çevik,
boyu boşu dimdik olduğu hâlde gördüm. es-Sâib ibn Yezîd şöyle dedi: Pek iyi
bilmişimdir ki, (şu yaşımda) kulağımla, gözümle (işitip görerek)
faydalandırılmış olmam, ancak Rasûlullah'ın duası (bereketi) iledir. Hakîkaten
(çocukluğumda).teyzem beni Rasûlullah'ın huzuruna götürmüştü de O'na:
— Yâ Rasûlallah,
kızkardeşimin oğlu rahatsızdır. Onun için Allah'a duâ etseniz! demişti.
Râvî dedi ki: Bunun
üzerine Rasûlullah (S) bana duâ etti (de vücûdum zinde, duyu organlarım sağlam
olarak yaşıyorum) [61].
48-.......el-Cuayd ibn
Abdirrahmân şöyle demiştir: Ben es-Sâib ibn Yezîd'den işittim, şöyle dedi:
Teyzem beni Rasûlullah'ın yanına götürdü de:
— Yâ Rasûlallah,
kızkardeşimin oğlu hastadır, dedi.
Rasûlullah (S) başımı
sıvazladı ve bana bereketle duâ etti. Sonra abdest aldı. Ben de abdest
suyundan içtim. Sonra arka tarafında durdum. Ve iki küreği arasındaki
Peygamberlik Mührü'nü gördüm [62].
Ubeydullah:
"el-Hucle", at cinsinin iki gözü arasında olan beyazlıklardan bir
beyazlıktır, dedi. İbrâhîm ibn Hamza da: Peygamberlik Mührü, zifaf yânı gerdek
çadırının iri düğmesi hey'etinde ve mikdârmda idi, dedi [63].
49........
Ukbe ibnu'l-Hâris (R) şöyle demiştir: (Peygamber'in vefatından birkaç gün
sonra) Ebû Bekr (R) ikindi namazını kıldı. Sonra mescidden çıkıp (Alî'yle
beraber) yürüyordu. (Yolda Alî'nin oğlu) Ha-sen'i gördü. Hasen çocuklarla
oynuyordu. Ebû Bekr, Hasen'i omu-zuna aldı ve:
— Peygamber'e benziyen
Alî'ye benzemiyen (yavru), babam sana feda olsun! dedi.
Alî ise gülüyordu [65].
50-.......Bize
İsmâîl tahdîs etti ki, Ebû Cuhayfe (R): Ben Peygamber'i gördüm, el-Hasen O'na
çok benziyordu, demiştir.
51-.......Bize
İsmâîl ibn Ebî Hâlid tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Cuhayfe(R)'den işittim,
şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'i gördüm, el-Hasen ibn Alî O'na benzerdi.
Ebû Cuhayfe'nin râvîsi
îsmâîl ibn Ebî Hâlid dedi ki: Ben Ebû Cuhayfe'ye:
— Peygamber'i bana
vasıflayıp bildir, dedim. O da şöyle vasıfladı:
— Peygamber beyazdı.
Siyah saçına beyaz karışmıştı. Peygamber bize (yânî Benû Suvâe hey'etine) onüç
dişi deve (hediye) verilmesini emretti.
Râvî Ebû Cuhayfe dedi
ki:
— Fakat biz bu
develeri teslim almadan önce Peygamber (Tanrı dîvânına) alındı [66].
52-.......Bize
İsrâîl, Ebû İshâk'tan tahdîs etti ki, Vehb ibn Cuhayfe es-Suvâî (R): Ben
Peygamber(S)'i gördüm, O'nun alt dudağının altında biraz beyazlık gördüm,
demiştir [67].
53-.......Bize
Harîz ibnu Usmân tahdîs etti ki, kendisi Peygamber'in arkadaşı olan Abdullah
ibn Büsr'e:
— Sen Peygamber'i gördün mü, yaşlı mı idi? diye
sormuş. Abdullah ibn Büsr de:
— (Evet gördüm.) Alt dudağı ile çenesi arasında
birkaç beyaz saç teli bulunuyordu, demiştir [68]
54-.......Rabîa
ibnu Ebî Abdirrahmân şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik'ten işittim, o
Peygamber(S)'i vasıflıyor, şöyle diyordu: Peygamber kavminin orta boylusu idi.
Çok uzun da değil, kısa da değildi. Ezheru'I-levn idi (yânı teni kırmızı rengi
iyice emmiş beyazdı). Kireç gibi duru beyaz da değildi, kara yağız da değildi.
(Su'dânlılar gibi) kıvırcık, kısa saçlı değildi. Düz ve uzun saçlı da değildi.
O, mu'tedil sarkık saçlı idi. Ona kırk yaşında (vahy) indirildi. Vahy
indirilmekte olduğu hâlde Mekke'de on yıl ikaamet etti, Medine'de on yıl (yaşadı);
başında ve sakalında yirmi tel ak saç bulunmayarak.
Rabîatu'bnu Ebî
Abdirrahmân yukarıdaki senedle şöyle demiştir: Ben Peygamber'in saçından
birazını gördüm, kırmızı idi. Enes ibn Mâlik'e:
— Peygamber saçını
boyadı mı ki, bu gördüğüm saçlar kırmızı idi? dedim.
Bana:
— (Hayır boyamadı.) O
saçlar başına sürdüğü kokudan dolayı kırmızı olmuştur, denildi [69].
55-.......Rabîa,
Enes ibn Mâlik'ten şöyle derken işitmiştir: Rasûlullah (S) ifrat derecede uzun
da değil, kısa boylu da değildi. O süt gibi safî beyaz da değil, karayağız da
değildi. O kısa kıvırcık saçlı da değil, düz uzun saçlı da değildi. Kırk yaşını
doldurunca Allah O'-nu peygamber gönderdi. (Peygamberliğinde) on sene Mekke'de,
on sene de Medine'de ikaamet etti. Başında ve sakalında yirmi tel ak saç
bulunmayarak Allah onu vefat ettirdi [70].
56-.......Ebû
İshâk şöyle demiştir: Ben el-BerâibnÂzib(R)'den işittim, şöyle diyordu:
Rasûlullah (S) sîmâca insanların en güzeli idi. (Ahlâk i'tibâriyle de en güzeli
idi.) Vücûd yaratılışı cihetiyle de insanların (insan tiplerinin) en güzeli
idi. O ne çok uzundu, ne de kısa boylu idi [71].
57-.......
Katâde şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik'ten:
— Peygamber (S) saçını boyadı mı? diye sordum.
Enes:
— Hayır boyamadi;
çünkü biraz beyazlık O'nun yalnız -iki gözüyle iki kulağı arasına dökülen iki
zülfünde vardı, dedi [72].
58-.......el-Berâ
ibnu Âzib (R) Peygamber'i şöyle vasfetmiştir:
Peygamber (S) uzunla
kısa boy arası mu'tedil bir endamda yaratılmıştı. O'nun iki omuzu arası
genişti. İki kulağı yumuşağına kadar inen gür saçı vardı. Ben bir defasında
Peygamber'i kırmızı (ve yeşil çubuklu) bir libâs içinde görmüştüm. Kat'î olarak
derim ki, ben güzellikte O'na denk olabilecek hiçbir şey görmedim.
Râvîlerden Yûsuf ibn
Ebî İshâk, babası Ebû Ishâk'tan: Kürek kemiği ile kol başının kavuştuğu yere
yânı omuz başlarına kadar uzanan gür saçı vardı, demiştir [73].
59-.......
Ebû İshâk şöyle demiştir: el-Berâ ibn Azib'e:
— Peygamber(S)'in yüzü
kılıç gibi (parlak) mı idi? diye soruldu.
— Hayır, kılıç gibi
değil, ay misâli (parlak ve toparlak çehreli) idi, dedi [74].
60-.......el-Hakem
ibn Uteybe şöyle demiştir: Ben Ebû Cuhayfe(R)'den işittim, o şöyle dedi: Rasûlullah
(S) güneşin en sıcak zamanı gün ortasında Bathâ mevkiine çıktı ve abdest aldı.
Sonra önünde ucu demirli bir harbe olduğu hâlde öğle ve ikindi namazlarını
ikişer rek'at kıldırdı.
el-Hakem senedde şunu
hatırladı: Avn, babasından; o da Ebû Cu-hayfe'den rivayet etti. O şöyle
demiştir: O harbenin ardından geçmekte olan kadın geçer idi. (Peygamber
çadırdan çıktı.) İnsanlar kalktılar ve Peygamber'in iki elini tutmaya,
yüzlerine sürmeye başladılar. Ebû Cuhayfe dedi ki: Bu sırada ben de
Peygamber'in yanma sokuldum, elini elime aldım ve onu yüzüme götürüp sürdüm.
Bir de gördüm ki, Peygamber'in eli (o sıcak zamanda) kardan daha serin, miskten
daha güzel kokulu idi [75].
6l-.......Abdullah
ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) insanların en cömerdi idi. En
cömert olması da ramazânda Cibril kendisine kavuştuğu zaman görülürdü. Cibrîl,
ramazânın her gecesinde Rasûlullah ile buluşur da kendisiyle Kur'ân'ı müzâkere
ederdi. Şüb-hesiz ki işte bundan dolayı Rasûlullah, insanların yararı için
gönderilen rüzgârdan daha cömert idi (Muhtaçlara daha çok ve daha çabuk
yetişirdi) [76].
62-.......Bana
İbnu Şihâb, Urve'den; o da Âişe'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) sevinmiş
olarak ve yüz çizgileri parlar bir hâlde Aişe'nin yanına girip şöyle
buyurmuştur:
— "(Yâ Âişe!)
Mudlic kabilesinden olan zâtın (iz sürücü Mü-cezziz'in) Zeyd ile Usâme için
söylediği sözü işitmedin mi? O (uyumakta olan) Zeyd ile Usâme'nin ayaklarını
gördü de: Muhakkak bu ayaklar birbirindendir, dedi" [77].
63-...,...
Abdullah ibn Ka'b şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn Mâlik'ten işittim. O Tebûk
seferinden geri kaldığı zamanı tahdîsederek şöyle dedi: Rasûlullah'a selâm
verdiğim zaman yüzü sevinçten şimşek çakar (gibi parlar) bir hâlde idi...
Esasen Rasûlullah Allah tarafından sevindirildiği zaman yüzü parlardı, hattâ o
yüz bir ay parçasına benzerdi. Biz de sevinçli bir vahiy geldiğim O'nun bu sevimli
sîtnâ-sından anlardık... [78].
64-.......
Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S)
şöyle buyurmuştur: "Ben devirden devire ve aileden aileye (süzüle süzüle)
geçen Âdem oğulları soylarının en temizinden naklolundum. Nihayet şu içinde
bulunduğum topluluktan (Hâşimî soyundan) meydana çıktım" [79].
65-.......Ibn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah, İbn Abbâs(R)'tan şöyle
haber verdi: Rasûlullah (S) alın saçlarını alnının üstüne bırakırdı. Müşrikler
ise başlarının saçlarını alnın iki tarafına ayırırlardı. Kİtâb ehli olanlar da
başlarının saçlarını alınlarına salıverirlerdi. Rasûlullah, hakkında hiçbirşey
ile emrolunma-dığı hâllerde kitâb ehline uygun olmayı severdi. Sonraları
Rasûlullah da başının saçını iki tarafa ayırıp bıraktı [80].
66-.......Abdullah
ibn Amr (R): Peygamber (S) sözünde, fiil ve hareketinde taşkınlık yapıcı
seciyede değildi. Taşkınlığı zorlanarak da yapıcı değildi, demiştir. Abdullah
herkese: İyi biliniz ki, sizin en güzel huylunuz, en hayırlı olanınızdır, der
idi [81].
67-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -dünyâ, işlerinden iki şey arasında muhayyer
kalındığında muhakkak onlardan -günâh olmadığı müddetçe- en kolay olanını
alırdı. Eğer günâh gerektirecek olursa, o kolay şeyden insanların en uzak
bulunanı Rasûlullah olurdu. Rasûlullah kendisi için kîn tutup öc almamıştır.
Ancak Allah'ın hürmetine saygısızlık edilmesi hâli müstesnadır. İşte bu hâlde
yapılan hürmetsizlik sebebiyle Allah için (öfkelenir), intikaam alırdı [82].
68-.......Enes
ibn Mâlik (R): Ben hayâtımda Peygamber(S)'in elinden daha yumuşak hiçbir ipeğe,
hiçbir dîbâca el sürmedim. Yine ben ömrümde Peygamber'in kokusundan daha hoş,
daha temiz bir koku da asla koklamadım, demiştir [83].
69-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R), haya cihetiyle kendi köşesinde oturan bakire kızdan daha çok
utangaçtı, demiştir [84].
70-.......Bize
Şu'be, senedi ve metni bundan evvelki hadîse benzeyen hadîsi tahdîs etti. Bu
rivayette şunu ziyâde etti: Rasülullah (S) birşeyden hoşlanmazsa (onu sahibinin
yüzüne vurmazdı), hoşnûdsuz-luğu (yalnız) yüzünde görülüp bilinirdi.
71-.......Ebû
Hureyre (R): Peygamber (S) hiçbir zaman hiçbir yemeği ayıplamadı. Yemeyi arzu ederse
onu yerdi, arzu etmezse bırakırdı, demiştir.
72-.......
Ibnu Buhayne (denmekle ma'rûf olan) Abdullah ibn Malık el-Esedî (R): Peygamber
(S) namaz kılarken secde ettiği zaman, koltuk altım göreceğimiz derecede
pazularımn arasını açardı, demiştir,.
Bu hadîsin
râvîlerinden îbnu Bukeyr de: Bize Bekr ibnu Mudar: Koltuk altı aklığını görecek
derecede... şeklinde tahdîs etti, demiştir.
73-.......
Bîze Saîd, Katâde'den tahdîs etti ki, onlara da Enes (R) şöyle tahdîs etmiştir:
Peygamber (S) hiçbir duasında ellerini yukarıya kaldırmazdı, yalnız yağmur
duasında kaldırırdı. Çünkü Peygamber bunda (ellerini) koltuklarının beyazı
görülünceye kadar kaldırırdı [85].
74-.......Mâlik
ibn Mığvel tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Avn ibn Ebî Cuhayfe'den işitittim.
O, babası Ebû Cuhayfe'nin şöyle dediğini zikretti: Ben Peygamber'in yanına
sokuldum. Peygamber el-Ebtâh mevkiinde bir kubbe yânî yuvarlak bir çadır içinde
idi, öğlenin sıcak zamanında Bilâl dışarı çıkıp namaza nida etmişti. Sonra içeri
girdi ve Rasûlullah'ın- abdest suyunun artanını dışarı çıkardı. İnsanlar o
suyun üzerine düşüp ondan bir parça alıyorlardı. Sonra Bilâl tekrar çadıra
girdi ve ucu demirli bir harbe çıkardı. Bu sırada Rasülullah da dışarıya çıktı.
Bacaklarının aklığı hâlâ gözümün önündedir. Bilâl o harbeyi çadırın dışında
bir yere dikti. Sonra Rasülullah (S) seferi olarak öğle namazım iki rek'at,
ikindi namazını da iki rek'-at kıldırdı. O sırada önünden eşek ve kadın geçerdi
[86].
75-.......Bize
Sufyân, ez-Zuhrî'den; o da Urve'den tahdîs etti ki, Âişe (R):
— Peygamber (S) bir
sözü, bir hâdiseyi tahdîs eder anlatırdı. Anlatırken O'nun sözlerini bir
sayıcı kişi saysaydı, muhakkak sayabilirdi, demiştir.
Ve el-Leys şöyle dedi:
Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan tahdîs etti ki, o şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr
haber verdi ki, teyzesi Âişe ona:
— Birşey anlatacağım,
bilmem sana hayret verir mi? diye şöyle söylemiş:
— Buraya Fulân'ın
babası (Ebû Hureyre) geldi. Odamın şu tarafına oturdu. (Sözüne hiç aralık
vermeksizin devamlı) Rasûlullah'-tan hadîs söyleyip, bunları bana duyurmak
istiyordu. Hâlbuki ben nafile namazı kılıyordum. Ben ibâdetimi bitirmeden
kalktı gitti. Eğer ben (ibâdetimi tamamlayıp da) ona yetişebilseydim, muhakkak
onu (böyle aralıksız söylemekten) men' edecektim. İyi bil ki, Rasûlullah, sözü
sizin sözünüzü zincirlediğiniz gibi birbirine ekleme suretiyle söyler değildi,
demiştir [87].
Bu hadîsi Saîd ibn
Mînâ, Câbir'den; o da Peygamber'den rivayet etmiştir [88].
76-.......
Ebû Seleme ibn Abdirrahmân, Âişe(R)'ye:
— Rasûlullah'ın
ramazândaki (gece) namazı nasıldı? diye sordu. Âişe:
— Rasûlullah (S) ne
ramazânda, ne de ramazândan gayrı (gecelerde onbir rek'at üzerine ziyâde eder
değildi. Rasûlullah (evvelâ) dört rek'at kılardı. Artık o rek'atlerin güzelliğinden
ve uzunluğundan sorma! (O, suâlden ve cevâbdan müstağnidir.) Sonra dört
(rek'at daha) kılardı. Bunların da güzelliğinden ve uzunluğundan sorma. Sonra
üç rek'at kılardı. Ben:
— Yâ Rasûlallah! Vitr namazından önce uyur
musun? diye sordum.
Rasûlullah:
— "Benim gözüm uyur, hâlbuki kalbim
uyumaz" buyurdu [89].
77-.......Şerîk
ibn Abdillah ibn Ebî Nemir şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik'ten işittim. O,
Peygamber'in Ka'be Mescidi'nden geceleyin yürütüldüğü geceyi, bize şöyle tahdîs
ediyordu: Kendisine vah-yedilmeden önce Harem Mescidi'nde uyurken üç kişi
gelmiştir. Onlardan birincisi:
— O (yânı Muhammed)
hangisidir? dedi. Diğeri:
— (Uyuyan) iki kişinin
ortalarındakidir; O uyuyan üç kişinin ha-yırhsıdir, dedi. (Çünkü Muhammed iki
kişi arasında uyumakta idi.)
O üç kişinin
sonuncusu:
— (Göklere yükseltmek için) onların hayırlısını
alınız! dedi.
İşte o gece ancak bu
söylenen kıssa vâki' oldu. Peygamber, kalbinin görmekte olduğu şeyler içinde
diğer bir gece onlar yine gelinceye kadar onları görmedi. Peygamber'in gözleri
uyur, kalbi uyumaz. Peygamberler böyledir; gözleri uyur, kalbleri uyumaz.
Müteakiben Cibril O'na yaklaştı, sonra O'nu göğe çıkardı [90].
78-.......Ben
Ebû Recâ'dan işittim, şöyle dedi: Bize İmrân ibn Husayn (R) tahdîs etti ki,
kendileri Peygamber'in beraberinde bir yolculukta bulunmuşlar. Bütün gece
yürümüşler. Nihayet sabahın yüzü yakın olduğu zaman gecenin sonunda
konaklamışlar. Akabinde gözleri kendilerine gâlib olup 'tâ güneş yükselinceye kadar
uyuyakalmışlar. Ebû Bekr uykusundan ilk uyanan kimse olmuş. Rasûlullah (S) kendiliğinden
uyamncaya kadar uykusundan uyandinlmazdı. Derken Umer uyandı. Ebû Bekr,
Rasûlullah'ın başının yanında oturup tekbîr getirmeye ve sesini yükseltmeye
başladı. Nihayet Peygamber uyandı. (Biraz yürüdükten sonra) konakladı ve
bizlere sabah namazını kıldırdı.
Bir adam topluluktan
ayrılmış, bizimle namaz kılmamıştı. Peygamber namazdan ayrılınca:
— "Yâ Fulân! Bizimle beraber namaz kılmana
mâni' olan nedir?" diye sordu.
O da:
— Bana cünüblük arız oldu, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber ona (temiz) toprakla teyemmüm etmesini emretti. Sonra o şahıs
teyemmüm edip namaz kıldı.
(Imrân şöyle devam
etti:) Rasûlullah beni önündeki binek hayvanına tahsis etti. Biz çok şiddetli
bir susuzluğa uğradık. Biz su aramak üzere önden yürüdüğümüz sırada devesi
üstünde iki büyük su kırbası ortasına oturup ayaklarını sarkıtmış bir kadınla
karşılaştık. Kadına:
— Su nerede? diye sorduk. Kadın:
— Burada su yoktur, dedi. Biz kadına:
— Senin ehlinle su arasında ne kadar mesafe
var? dedik. Kadın:
— Bir gündüz ve bir gece, dedi. Biz:
— Öyle ise Rasûlullah'ın yanma yürü! dedik.
Kadın:
— Rasûlullah nedir? dedi.
İmrân dedi ki: Biz o
kadının işinden hiçbirşeye mâlik olmaksızın nihayet onu Peygamber'in karşısına
getirdik.
Kadın, Peygamber'e de
bize söylediği şeylerin benzerini söyledi, şu kadar var ki, o, Peygamber'e
yetîm çocukların sahibesi olduğunu da söyledi. Akabinde Peygamber, kadının su
tulumlarının indirilmesini emretti. Kırbaların aşağı taraflarındaki iki ağzını
eliyle mesnetti. Biz çok susamış kırk kişi doyuncaya kadar su içtik ve
beraberimizde bulunan her su kırbasını ve su kabını da doldurduk. Şu kadar ki,
hiçbir deveye su içirmedik. Su tulumu ise, doluluktan hâlâ su sızdırır vaziyette
idi. Sonra Peygamber, yanında bulunanlara:
— "Yanınızdaki yiyecekleri getirin!"
buyurdu.
Kadın için yiyecek
parçaları ve hurmadan bir mikdâr toplandı (Bunlar bir bez içine konup kucağına
verildi). Kadın gecikmiş olarak ka-bîlesi halkına vardı ve:
— Ben insanların en
sihirbazına kavuştum; yâhud da O, dedikleri gibi bir peygamberdir, dedi.
Sonra Allah o kadın
yüzünden o kabileye hidâyet verdi de, kadın İslâm'a girdi; o evler topluluğu oba
halkı da İslâm'a girdiler [92].
79-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Bir kerresinde Peygamber (S) Zevrâ'da iken kendisine bir
kap su getirildi. Akabinde Peygamber elini kabın içine koydu. Hemen
parmaklarının arasından su fışkırmaya başladı. Orada bulunan cemâat abdest
aldılar.
Katâde dedi ki: Ben
Enes'e:
— Orada kaç kişi idiniz?
diye sordum.
O da: - Üçyüz, yâhud
üçyüz kadar, diye cevâb verdi [93].
80-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'ı şöyle gördüm: İkindi
namazının vakti yaklaşmıştı. Abdest suyu arandı, arayanlar suyu bulamadılar.
Derken Rasûlullah'a abdest suyu getirildi. Rasûlullah elini bu su kabının
içine koydu da insanlara bu kaptaki sudan abdest almalarını emretti. îşte bu
sırada ben Rasûlullah'ın parmaklarının altından suyu fışkırıyor gördüm.
İnsanlar, orada bulunanların en sonuna varıncaya kadar hepsi abdest aldılar.
81-.......Ben
el-Hasen el-Basrî'den işittim, şöyle dedi: Bize Enes ibn Mâlik tahdîs edip
şöyle dedi: Peygamber (S), beraberinde sahâ-bîlerinden bir grup insan olduğu
hâlde, seferlerinin birine çıktı. Topluluk yürüyerek hareket ettiler. Nihayet
namaz vakti geldi. Abdest alacakları bir su bulamadılar. Topluluktan bir kimse
gidip içinde birazcık su bulunan bir kapla geldi. Peygamber onu tuttu da
abdest aldı. Sonra dört parmağını o kap üzerine uzattı. Sonra: ''Kalkınız ve
abdest alınız" buyurdu. Bunun üzerine topluluk abdest aldılar, nihayet
hepsi almak istedikleri abdesti almaya ulaştılar. Abdest alan topluluk yetmiş
yâhud da yetmiş kadar idiler.
82-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Namaz vakti geldi. Evi mescide yakın olanlar kalkıp abdest
almaya gittiler. Abdesti olmayan birtakımları da kaldı. Peygamber(S)'e, içinde
biraz su bulunan bir taş tekne getirildi. Peygamber avucunu içine koydu. Fakat
tekne, içinde avucunu yayacak kadar geniş değildi; küçük geldi. Bunun için Peygamber
parmaklarını yumdu da elini kabın içine koydu. Oradaki topluluğun hepsi o
teknenin suyundan abdest aldılar.
Râvî Humeyd dedi ki:
Ben Enes'e: Abdest alanlar kaç kişi idiler? diye sordum. Enes: Seksen kişi
idiler, diye cevâb verdi [94].
83-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Hudeybiye günü insanlar çok susadı. Peygamber
(S) de önünde deriden bir su kabı olduğu hâlde abdest alıyordu. İnsanlar O'ndan
tarafa doğru koştular. Peygamber:
— "Sizlere ne oluyor?" buyurdu. Onlar
da:
— Yanımızda hiçbir su
yoktur. Abdest alamıyor, su da içemiyoruz. Yalnız Sen'in önündeki su var,
dediler.
Peygamber hemen elini
o deriden su kabının içine koydu, akabinde parmaklarının arasından su pınarlar
gibi kaynamağa başladı. Biz hem içtik, hem de abdest aldık.
(Râvî Salim ibn
Ebî'I-Ca'd dedi ki:) Ben Câbir'e:
— Sizler kaç kişi iöiniz? diye sordum. Câbir:
— Eğer biz yüz bin
kişi olsaydık, muhakkak o su bizlere yeterdi, biz binbeşyüz kişi idik, dedi [95].
84-....
el-Berâ (R) şöyle demiştir: Biz Hudeybiye günü bin dörtyüz kişi idik. Hudeybiye
bir kuyudur. Biz oraya varınca kuyunun suyunu tamamen çekmiştik de içinde bir
damla su bırakmamıştık. Peygamber (S) kuyunun kenarı üzerine oturdu. Akabinde
biraz su istedi. Getirilen su ile ağzını çalkaladı ve çalkantı suyu kuyunun içine
püskürdü. Bunun üzerine biz uzak olmayarak biraz bekledik. Sonra bizler suya
kanıncaya kadar su içtik, binek develerimiz de suya kandılar yâhud suya kanıp
kamp döndüler [96].
85-.......Bize
İmâm Mâlik, İshâk ibn Abdillah ibn Ebî Talha'dan haber verdi ki, o, Enes ibn
Mâlik'ten şöyle derken işitmiştir: Ebû Talha, Ümmü Suleym'e hitaben:
— Yemîn olsun ben bu
defa Rasûlullah'ın sesini zayıf olarak işittim. Kendisinde açlık olduğunu
biliyorum. Yanında yiyecek birşey var mı? dedi.
Ümmü Suleym:
— Evet var, dedi ve
arpadan yapılmış birkaç tane ekmek külçesi çıkardı.
Sonra bir baş örtüsü
çıkardı da, onun bir kısmı ile ekmekleri sarıp dürdü. Sonra bohçayı benim
elimin altına gizledi, örtünün bir kısmını da benim üstüme dürüp sarmaladı.
Sonra beni Rasûlullah'ın yanına gönderdi.
Enes dedi ki: Ben de
bunu götürdüm. Rasûlullah'ı mescidde buldum. Beraberinde insanlar vardı. Ben
onların yanma varıp dikeldim. Rasûlullah (S) bana:
— "Seni Ebû Talha mı gönderdi?" diye
sordu. Ben:
— Evet, dedim. Rasûlullah:
— "Yemek sebebiyle mi?" dedi. Ben:
— Evet, dedim.
Bunun üzerine
Rasûlullah beraberinde bulunanlara hitaben:
— "Kalkınız" buyurdu ve yürüdü; ben
de önlerinde yürüdüm. Nihayet Ebû Talha'ya geldim ve durumu ona haber verdim.
Ebû
Talha (annem) Ümmü
Suleym'e:
— Yâ Ümme Suleym!
Rasûlullah insanları getirmiştir. Hâlbuki onları doyurabileceğimiz birşey
yoktur, dedi.
Ümmü Suleym:
— Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dedi.
Müteakiben Ebû Talha
gitti, nihayet Rasûlullah'a kavuştu. Rasûlullah, Ebû Talha ile beraber geldi.
Ve: -
— "Yâ Ümme Suleym! Yanında ne varsa
getir!" buyurdu.
O da bu ekmekleri
getirdi. Rasûlullah emretti ve ekmekler parmakla küçük küçük parçalara
bölündü. Ümmü Suleym bir yağ tulumundan bu bölünen ekmek parçalarının üzerine
yağ sıktı ve onu bulayıp katık yaptı. Sonra Rasûlullah o katık hakkında
Allah'ın, söylemesini istediği şeyleri söyledi. Sonra:
— "On kişi için izin ver!" buyurdu.
Ebû Talha on kişiye
izin verdi. Onlar doyuncaya kadar yediler, sonra dışarı çıktılar. Sonra:
— "On kişiye daha izin ver!" buyurdu.
Ebû Talha onlara da
izin verdi. Onlar da doyuncaya kadar yedikten sonra dışarıya çıktılar. Sonra
Rasûlullah tekrar:
— "On kişiye daha izin ver!"
Böylece cemâatin hepsi
de yediler ve doydular. Hâlbuki bu topluluk yetmiş yâhud seksen kişi idi [97].
86-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Biz (sahâbîler) âdet hilafı olan işleri bereket
ve hayır sayardık. Siz ise bunlar(ın hepsi) korkutmak (için izhâr edilir)
sanıyorsunuz. Biz bir seferde Rasûlullah ile beraber bulunduk. Suyumuz
azalmıştı. Bunun üzerine Rasûlullah (S):
— "Haydi bana bir mikdâr su artığı bulup
getiriniz!" dedi. Sahâbîler, içinde az bir mikdâr su bulunan bir kap
getirdiler. Rasûlullah bu kabın içine elini koydu. Sonra sahâbîlere:
— "Haydi temiz ve mübarek suya geliniz!
Suyun artışı ise Allah'tandır" buyurdu.
Ve yemîn olsun ben
Rasûlullah'ın parmaklan arasından suyun kaynayıp aktığını gördüm. Ve yine yemîn
olsun ki, biz (Rasûlullah'ın yanında) yemek yenirken yemeğin Suhhânallah
dediğini işitirdik [98]
87-.......Câbir
ibn Abdillah (R), babasının, üzerinde borç olduğu hâlde vefat ettiğini tahdîs
edip şöyle demiştir: Ben Peygamber (S)'e gittim ve:
— Babam arkasında bir
borç bıraktı. Benim yanımda da onun hurmalığının çıkaracağı mahsûlden başka
birşey yoktur. O hurmalığın birkaç seneler çıkaracağı mahsûl de babamın
üzerindeki borcu ödemeye yetişmez. Onun için Sen benimle gel de, alacaklılar
bana çirkin söz söylemesinler, baskı yapmasınlar, dedim.
Nihayet Rasûlullah,
topladığım hurma harmanlarından bir harmanın etrafında yürüyüp dolaştı, duâ
etti. Sonra diğer bir yığının etrafında dolaşıp duâ etti. Sonra hurma
harmanının üzerine (yâhud yanma) oturdu da:
— "Borcu, bu harmandaki hurma yığınından
çekip çıkarınız!" buyurdu.
Nihayet onların
alacaklarını onlara tamamen ödedi ve onlara verdiği kadar da arttı [99].
88-.......Ebû
Bekr'in oğlu Abdurrahmân (R) şöyle tahdîs etmiştir: Ashâbu's-Suffe fakîr
insanlardı. Peygamber (S) bir kerresinde:
— "Yanında iki
kişilik yiyeceği olan (onlardan) bir üçüncüsünü; dört kişilik yiyeceği olan
bir beşincisini yâhud da altıncısını (alıp) birlikte götürsün" buyurdu.
Yâhud bu lâfızlara benzer lâfızla söyledi. Ebû Bekr (bunlardan) üçünü eve
getirdi. Peygamber on kişiyi birlikte (alıp evine) götürdü. Ebû Bekr de üç
kişiyi götürdü.
Abdurrahmân dedi ki: Bizim
ev halkı ben, babam, annem, bir de bizim ev ile Ebû Bekr'in evinde ortaklaşa
hizmet eden hizmetçiden ibaretti...
(Râvî Ebû Usmân
en-Nehdî:) 'Artık bir de benim zevcem" dedi mi, demedi mi bilemiyorum,
demiştir.
(Yine Abdurrahmân dedi
ki:) Ebû Bekr, Peygamber'in evinde (konuklarından ayrı olarak) akşam yemeğini
yedi. Arkasından yatsı namazını kılıncaya kadar orada kaldı. Sonra
(konuklarıyle birlikte kendi evine) döndü (ve konuklarını ağırlamasını ailesine
emredip) Rasûlullah akşam yemeğini yiyinceye kadar -yâhud Rasûlullah'ın uykusu
gelinceye kadar- yanında kaldı. (Sonra kendi evine döndü.) Geldiğinde gece
Allah'ın dilediği kadar haylî ilerlemişti. Hanımı ona:
— Seni konukların
yanında bulunmaktan alıkoyan nedir? diye sordu.
O da:
— Onlara yemek yedirdin mi? dedi. Oda:
— Sen gelmedikçe yemek yemiyeceklerini
söylediler; hizmetçiler onlara yemek çıkardılar, fakat onlar hizmetçilere
gâlib olup yemeği kabul etmediler.
(Abdurrahmân dedi ki:)
Ben savuşup saklandım. Ebû Bekr:
— Ey değersiz adam! dedi, beddua etti ve sövdü.
Sonra kızgınca:
— Yiyiniz! diye
emretti de: Ben bu yemekten ebeden verniyece-ğim, dedi.
Abdurrahmân dedi ki:
Allah'a yemîn ederim, biz (yerken) hiçbir lokmaya el uzatmazdık ki altından
yemek daha ziyâde çoğalmış olmasın. Nihayet doydular. Yemek de yenmezden
evvelki mikdârın-dan daha çok olarak duruyordu. Ebû Bekr yemeğe baktı. Bir de
gördü ki, olduğu gibi duruyor. Belki de artmış! Hanımına:
— Ey Firâs oğulları'mn kızkardeşi! Bu nedir?
dedi. O da:
— Ey gözümün nuru,
şimdi o muhakkak evvelkinden üç kat daha ziyâdedir, dedi.
Bunun üzerine Ebû Bekr
o yemekten yedi. Ve ettiği yemîni kas-dederek:
— O olan şey ancak şeytândan idi, dedi.
O yemekten bir lokma
yedikten sonra Peygamber'e gönderdi. Yemek Peygamber'in yanında sabaha kadar
durdu.
Bizimle bir kavim
arasında bir barış ahdi vardı. Müddet son bulmuştu. (Bunun üzerine Medine'ye
gelmişlerdi.) İçlerinden arîf (yânî kavminin söz sahibi) olarak oniki kişi
ayırdık. Herbirİ ile beraber kaç kişi olduğunu ancak Allah bilir. Şu var ki,
Rasûlullah o ariflerle, arkadaşlarının nasîbleri olan yemeği bu çanaktan
yolladı.
Abdurrahmân dedi kî:
İşte onların hepsi o yemekten yediler (de öyle ağırlandılar). Ebû Usmân: Yahûd
Abdurrahmân'ın söylediği gibi, demiştir [100]
89-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) zamanında Medîne ahâlîsine bir kıtlık (yânî
yağmursuzluk) isabet etti. Bir cumua günü Rasûlullah hutbe yaparken bir adam
ayağa kalktı da:
— Yâ Rasûlallah! At
sürüleri helak oldu, davar sürüleri mahvoldu. Allah'a duâ et de bize yağmur
versin! dedi.
Rasûlullah hemen
ellerini kaldırıp duâ etti.
Enes dedi ki: Gökyüzü
ayna gibi parlak iken bir rüzgâr esti, bulut inşâ etti. Sbnra bulut toplandı.
Sonra gökyüzü kırba ağızlarım salıverdi. Çıktık, evlerimize gelinceye kadar
suya dala dala yürüdük. Öteki cumuaya kadar üzerimize yağmur hep yağıp durdu.
Ertesi cumua yine o adam yâhud bir başkası Rasûlullah'a karşı ayağa kalktı da:
— Yâ Rasûlallah! Evler
yıkıldı, Allah'a duâ et de yağmuru habsetsin! dedi.
Rasûlullah gülümsedi,
sonra:
---"(Yâ Allah!)
Etrafımıza yağdır, üzerimize değil" diye duâ etti.
Ben bulutlara baktım,
Medîne'nin etrafı tâc gibi yarılıp sıyrıldi [101].
90-.......
Bize Ebû Hafs tahdîs etti. Onun ismi Umer ibnu'l- Alâ'dır; Ebû Amr
ibni'l-AIâ'mn kardeşidir. O şöyle demiştir: Ben Nâfi'den işittim, o da İbn
Umer(R)'den: Peygamber (S) bir hurma kütüğüne dayanarak hutbe yapar idi.
Minberi edinince o kütükten ayrıldı. Bu sırada kütük bir inleme sesi çıkardı.
Peygamber hemen onun yanına geldi ve elini o kütüğün üzerine koyup sıvazladı
(böylece inlemesi sustu) [102]. :
Ve Abdulhamîd şöyle
dedi: Bize Usmân ibnu Umer haber verdi: Bize Muâz ibnu'1-Alâ, Nâfi'den bu
hadîsi haber verdi.
Ve bu hadîsi Ebû Âsim
da İbnu Ebî Verrâd'dan; o da Nâfi'den; o da îbn Umer'den; o da Peygamber(SVden
olmak üzere rivayet etti [103].
91........
Ben babam Eymen el-Habeşî'den işittim; o da Câbir ibn Abdillah(R)'tan (şöyle
demiştir): Peygamber (S) cumua günü bir ağaca yâhud bir hurma kütüğüne
dikelir(öyle hutbe yapar)di. Ensâr'-dan bir kadın yâhud bir adam:
— Yâ Rasûlallah, Sana bir minber yapayım mı?
dedi. Rasûlullah:
— "İsterseniz yapın" buyurdu.
Ona bir minber
yaptılar. Cumua günü olunca Peygamber minbere çıkarıldı. Bu sırada ağaç
parçası çocuk gibi feryâd etti. Sonra
Rasûlullah inip onu
kucakladı. O sırada kütük, susturulan çocuk gibi hafîf hafîf inliyordu.
Rasûlullah:
— "O, yanında
edildiğini işittiği zikrullah için ağlıyordu" buyurdu [104].
92-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle diyordu: Mescid hurma ağaçlarının gövdeleri üzerinde
tavanlanmışü (yânî mescidin tavanı hurma kütükleri üzerine oturtulmuş idi).
Peygamber (S) hutbe yapmak istediğinde bu kütüklerden birine dayanıp ayakta söz
söylerdi. Peygamber için minber yapılınca, minberin üzerinde konuşur oldu. Bu
sırada biz bu kütükten gebe develerin iniltisine benzer bir ses (çıktığım)
işittik. Nihayet Peygamber, kütüğün yanma gelip elini onun üzerine koyunca
sustu [105].
93-.......Bize
Muhammed (ibn Ca'fer Gunder), Şu'be'den; o da Süleyman ibn Mihrân'dan tahdîs
etti. Süleyman şöyle demiştir: Ben Ebû Vâil'den işittim; o, Huzeyfe'den söyle
tahdîs ediyordu: Umer ibnu'l-Hattâb (R):
— Rasûlullah'in fitne
hakkındaki sözlerini kim ezberinde tutuyor? diye sordu.
Huzeyfe:
— Ben onu Rasûlullah'm
söylediği gibi ezberimde tutuyorum, dedi.
Umer:
— Getir bakalım, şübhesiz sen çok cesursun,
dedi. (Huzeyfe şöyle devam etti:)
— Rasûlullah (S):
"İnsanın ehli, malı, komşusu yüzünden uğradığı fitneye, namaz, sadaka,
iyiliği emretmek ve kötülükten neh~ yetmek keffâret olur" buyurdu.
Umer:
— Hayır, sormak
istediğim bu fitne değildir, lâkin ben denizin dalgalanması gibi dalgalanıp
kuduracak olan fitneyi soruyorum, dedi.
Bunun üzerine Huzeyfe:
— Yâ Emîre'l-Mü'minîn!
O fitneden sana bir zarar yok. Çünkü muhakkak seninle onun arasında kilitli bir
kapı vardır, dedi.
Umer, Huzeyfe'ye:
— Kapı açılacak mı, yoksa kırılacak mı? diye
sordu. Huzeyfe:
— Kapı açılmayacak, fakat kırılacak, dedi.
Umer:
— Bu (yânî kapının
kırılması) bir daha kilitlenmemeye daha elverişlidir, dedi.
Râvî Ebû Vâil şöyle
dedi: Biz Huzeyfe'ye:
— Umer kapıyı bildi mi?
dedik. Huzeyfe:
— Evet, yarından önce
bu gecenin geleceğini bildiği gibi. Ben Umer'e yalan yanlış olmayan
(Peygamber*den işittiğim dosdoğru) bir hadîs söyledim, dedi.
Râvî Ebû Vâil şöyle
dedi: Huzeyfe'ye kendimiz sormaya cesaret edemedik de Mesrûk ibnu'l-Ecda'a:
— Kapı kimdir? diye sordurduk. O da kapıyı
ondan öğrenip:
— Kapı Umer'dir, dedi [106].
94-.......
Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre (R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Siz ayakkabıları keçe olan bit kavimle
muharebe etmedikçe kıyamet kopmaz. Ve yine sizler, gözleri küçük, yüzleri
kırmızı, burunları basık, sanki yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar
gibi olan Türk'le muharebe etmedikçe kıyamet kopmaz. Ve siz insanların
hayırlısı, emir oluncaya kadar emirliği çok fena görenler (ve arzu etmeyen
kimseler) bulursunuz. İnsanlar ma'denler(gib\)dir (kimi hâlis, kimi
karışıktır). Onların Câhiliyet'te hayırlı olanları İslâm devrinde de hayırlı
kimselerdir. Sizin herhangi birinizin üzerine öyle bir zaman gelecek ki, onda
beni görmesi, ona kendisinin bir kat daha ehli ve malı olmasından daha sevgili
olacaktır" [107].
95- Bana
Yahya tahdis etti: Bize Abdurrazzak, Mamer ıbn Ra-şid'den; o da Hemmâm ibn
Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki: Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Bit (Arablar) yabancı milletler Hûz ve Kirman halkı ile
muharebe etmedikçe kıyamet kopmaz. Onların yüzleri kırmızı, burunları basık,
gözleri küçüktür; sanki yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar gibi
(kalın et\i)dir, ayakkabıları da yündür (yânî keçeden yapılmış çarıktır)" [108].
96-.......îsrnâîl
şöyle dedi: Bana Kays haber verip şöyle dedi:
Biz Ebû Hureyre(R)'nin
yanına geldik. O şöyle dedi: Ben Rasülul-lah ile üç yıl sıkıca beraber
bulundum. Ömrümde bu yıllardaki ka-. dar, söylerken kendisinden işittiğim
hadîsi ezber etmeye hırslı olmamışımdır. Rasûlullah (S) eliyle işaret ederek:
"Kıyametin önünde sizler ayakkabıları kıl olan bir kavimle muharebe
edeceksiniz. İşte o arzın boş yerinde (yahûd çölünde, müslümânlarla harb için)
ortaya çıkacak olan kavimdir" [109].
Râvî Sufyân bir
kerresinde: O harb edecek olanlar, ehlu'l-bâzir'dir, demiştir.
97-.......Amr
ibn Tağlîb (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle
buyuruyordu: "Kıyametten önce sizler kıldan ayakkabılar giyen bir kavimle
muharebe edersiniz. Ve yine sizler yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar
gibi (kalın etli) olan bir kavimle muharebe edersiniz" [110].
98-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu:
"Yahudiler sizlere karşı muharebe edecekler. Neticede sizler onlar
üzerine musallat kılınacaksınız. (Öldürme çok şiddetli olacak.) Sonra kaya
parçası: Ey Müslüman! Şu arkamdaki bir Yahudi'dir, (gel de) onu öldür I
diyecek" [111].
99-.......Câbir
ibn Abdillah ile Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki, gazve yaparlar. İçinizde Peygamber'e
sahâbî olan kimse var mı? denir. Onlar: Evet vardır, diye cevâb verirler. Bunun
üzerine onlara (zafer kapısı) açılır. Sonra (bir zaman daha gelir) insanlar
gazve yaparlar. Onlara da: İçinizde Rasûlullah 'a sahâbîlik yapan kimse ile görüşüp
beraber olan var mı? diye sorulur. Onlar de: Evet vardır, derler. Onlara da
fetih yolu açılır" [112].
100-.......Ad'yy
ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in yanında bulunduğum sırada
Peygamber'e bir adam gelip, O'na fakirlikten şikâyet etti. Sonra Peygamber'e
başka bir kimse geldi ve O'na yol kesilmesinden şikâyet etti. Peygamber (S):
— "Yâ Adiyyl Sen el-Hîre şehrini gördün
mü?" dedi. Ben:
— Ben onu görmedim,
fakat orası hakkında bana haber verildi, dedim.
Peygamber:
— "Eğer hayâtın uzun olursa muhakkak sen
hevdeci içinde yolculuk eden kadının el-Hîre'den hareket edip Allah'tan başka
hiÇkim-seden korkmayarak tâ Ka'be'yi tavaf edeceğini göreceksin" buyurdu.
Ben buna taaccüb
ederek kendi kendime: Beldelerde fitne ve fe-sâd ateşini tutuşturmuş olan o
Tayy kabilesinin yol kesicileri nerede olacak ki (kadın tek başına yolculuk
edecek)! dedim.
Peygamber devam-edip:
— "Yemîn olsun eğer sana hayât uzun
olursa, muhakkak Kis-râ'mn hazîneleri fetholunacaktır" buyurdu.
Ben:
— Kisrâ ibn Hürmüz'ün hazîneleri mi? dedim.
Peygamber şöyle dedi:
— "Kisrâ ibn Hürmüz'ün. Yemîn olsun eğer
senin hayâtın uzun olursa, muhakkak sen elinin dolusu altın yâhud gümüşü sadaka
olarak çıkarıp da bunu kendisinden kabul edecek kimse arayacak, fakat
kendisinden bunu kabul edecek hiçbir kimse bulamayacak olan kimseyi göreceksin.
Yine yemîn ederim ki, sizden biriniz Allah'a kavuşacağı gün, Allah ile kendi
arasında kelâmını terceme edecek bir tercüman bulunmayarak Allah'a kavuşacak,
Allah da ona:
— Ben sana bir Rasûl
göndermedim mi ve O sana tebliğ etmiyor muydu? diye soracak.
O kul da:
— Evet (gönderdin yâ
Rabb)! diye cevâb verecek. Bu sefer Allah:
— Ben sana mal
vermedim mi; bu suretle sana ihsanda bulunmadım mı? diye soracak.
Kul:
— Evet (verdin ve
ihsanda bulundun)/ diyecek.
Bu hâlde o kimse
sağına bakar cehennemden başka birşey göremez. Soluna bakar yine cehennemden
başka birşey göremez".
Adiyy dedi ki: Ben
Peygamber (S)'den işittim, şöyle buyuruyor-du: "Şimdi sizin herbiriniz bir
tek hurmanın yarısı ile; bunu da bulamazsa güzel sözle olsun kendinizi
cehennem ateşinden koruyunuz".
Adiyy şöyle demiştir:
Ben el-Hîre'den hevdeci içinde yolculuğa çıkıp, Allah'tan başka hiçkimseden
korkmayarak nihayet Ka'be'yi tavaf eden kadını gördüm. Ben kendim Kisrâ ibn
Hürmüz'ün hazînelerini fetheden ordunun içinde bulundum. Yemîn olsun eğer
sizle-
re hayât uzun olursa,
elbette sizler Peygamber Ebû Kaasım'm söylediği elinin dolusu altını sadaka
olarak çıkaracak olan o kimseleri göreceksiniz [113].
101-.......Bize
Muhill ibnu Halîfe tahdîs edip: Ben Adiyy'den işittim, Adiyy: Ben Peygamber(S)'in
yanında idim... dedi [114].
102-.......
Bize Leys, Yezîd ibn Ebî Habîb'den; o da Ebû'l-Hayr'dan; o da Ukbe ibn Âmir'den
şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) bir gün çıkıp, Uhud şehîdlerine meyyite namaz
kılar gibi namaz kıldı. Sonra (Medine'ye) gelip minbere çıktı. Ve (ölülere
dirilere veda eder gibi bir hutbe yapıp) şöyle buyurdu: "Ben sizin Kevser
havuzuna ilk erişeniniz olacağım. Sizin hakk yolundaki hizmetlerinize şehâ-det
edeceğim. Vallahi ben, şu anda (cennetteki) havuzumu görüyorum. Ve emîn olunuz
yine şu anda bana Arz'ın kilitlerinin hazîneleri verildi. Vallahi ben
vefatımdan sonra sizin müşrikliğe döneceğinizi düşünerek hiç endîşe etmem.
Yalnız sizin dünyâ hususunda nefsâni-yet güdüp didişmenizden korkarım" [115].
103-.......Usâme
ibn Zeyd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) yüksek bir yerden Medîne evleri
arasından yükselen köşklere baktı da: "Benim görmekte olduğum şeyleri
sizler görebiliyor musunuz? Ben evlerinizin aralarına dökülen fitnelerin
yerlerini şiddetli yağmur sellerinin açtığı yarlar gibi (gözümle)
görüyorum" buyurdu [116].
104-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr tahdîs etti; ona da Ebû Seleme'nin
kızı Zeyneb; ona da Ebû Sufyân'-ın kızı Ümmü Habîbe; ona da Zeyneb bintu Cahş
(R) tahdîs etmiştir: Peygamber (S) bir kerre telâşla Zeyneb'in yanına girerek:
— "Lâ ilahe
illeHlâh, vukû'u yaklaşan bir şerrden, büyük bir fitneden dolayı vay Arab'ın
hâline! Bu gün Ye'cûc ve Me'cûc şeddinden şunun gibi bir delik açıldı!"
buyurdu da başparmağı ile onu ta'kîb eden (şehâdet) parmağını halkaladı.
Cahş kızı Zeyneb dedi
ki: Ben:
— Yâ Rasûlallah!
İçimizde bu kadar sâlih (iyi) kimseler varken, biz helak olur muyuz? diye
sordum.
Rasûlullah (S):
— "Evet! Fâsıklık, fâcirlik, fuhş ve
ma'siyet çoğaldığı zaman (helak olursunuz)"diye cevâb verdi [117].
Ve yine Muhammed
ibnu'z-Zuhrî'den (o şöyle demiştir): Bana Hind bintu'l-Hâris tahdîs etti ki,
Ümmü Seleme (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) uykudan uyandı da:
"Subhânallah! Bu gece ne hazineler indirildi ve ne fitneler
indirildi!" buyurdu [118].
105-.......Ebû
Sa'saa(R)'dan: Ebû Saîd el-Hudrî (R) dedi ki:
Ebû Sa'saa bana şöyle
dedi: Ben seni koyunu seviyor ve koyun ediniyorsun görüyorum. Öyleyse
koyunları iyileştir ve onların burun akıntılarını da iyileştir. Çünkü ben
Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "İnsanlar üzerine öyle bir
zaman gelecek ki, onda koyun müslümânın hayırlı malı olacaktır. Müslüman koyun
sürüsünü, dînine sâhib olmak üzere fitneden kaçarak dağların başına -yâhud
hurma yapraklarına- yağmur sularının düşeceği yerlere (yânî vâdîle-rin
enginlerine) götürür" [119].
106-.......
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Yakın bir
gelecekte birtakım fitneler olacaktır. Fitne zamanında (o'na kanşmayıp) oturan
kişi, (karışmak üzere) ayakta durandan hayırlıdır. O hengâmede ayakta duran da
(fitne sebeblerini hazırlamağa) gidenden hayırlıdır. Bu yolda yürüyen de
bi'l-fîil fesada çalışandan hayırlıdır. Her kim fitne vukû'una muttali' olup
onu görmeye çalışırsa, muhakkak onun kahrına uğrar. Her kim o fitne zamanı
iltica edecek veya sığınacak bir yer bulursa, hemen oraya sığınsın
(fesâdcılara karışmasın)" [120].
Yine İbn Şihâb'dan:
Bana Ebû Bekr ibnu Abdirrahmân îbni'l-Hâris; o da Abdurrahmân ibn Mutî'
ibni'l-Esved'den; o da Nevfel ibn Muâviye'den şu Ebû Hureyre hadîsinin
benzerini tahdîs etti. Ancak Ebû Bekr bunda şunu ziyâde eder: "Namazdan
öyle bir namaz vardır ki, her kim onu kaçırırsa, sanki ailesini ve malını
kaybetmiş-(gibi büyük zarara uğramış)" [121].
107-.......
Bize Sufyân es-Sevrî, el-A'meş'ten; o da Yezîd ibn Vehb'den; o da Abdullah ibn
Mes'ûd(R)'dan haber verdi ki, Peygamber (S):
— "Benden sonra
yakın bir istikbâlde birtakım meşru' olmayan tercihler ve hoşlanmayacağınız
birçok işler meydana gelecektir" buyurdu.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! (Bu
vâki' olduğu zaman) bizlere ne yapmamızı emredersin? dediler.
Rasûlullah:
— "Kendi üzerinize edası vâcib olan haklan
eda eder yerine getirirsiniz, lehinize olan (mahrum bırakıldığınız) kendi
haklarınızı da Allah'tan istersiniz" buyurdu [122].
108-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "Kureyş'ten bâzı kimseler insanları
(fitne ile) ölüme sürükleyecekler" buyurdu.
Orada bulunan
sahâbîler:
— Bizlere ne (yolda
hareket etmemizi) emredersin? diye sordular. Rasûlullah:
— "Keski insanlar onlardan uzak
bulunsalar!" buyurdu. Mahmûd (ibn Gaylân) şöyle dedi: Bize Ebû Dâvûd
Süleyman et-
Tayâlisî tahdîs etti:
Bize Şu'be, Ebu't-Teyyâh'tan haber verdi, o: Ben, Ebû Zur'a'dan işittim,
demiştir [123].
109-.......(Saîd
ibn Amr ibni'1-Âs ibn Umeyye şöyle demiştir:)
Ben Mervân
(ibnu'l-Hakem ibn Ebî'l-Âs ibn Umeyye) ile Ebû Hu-reyre'nin beraberinde idim.
Ebû Hureyre'yi şöyle derken işittim:
— Ben kendisi
(fıtraten) doğru sözlü (olan ve Allah tarafından) doğruluğu tasdik edilen
Rasûlullah(S)'ın: "Ümmetimin ölümü Kureyş'ten birkaç gencin
ellerindendir!" buyururken işittim.
Mecliste bulunan
Mervân, Ebû Hureyre'ye:
— Gençler mi? dedi. Ebû Hureyre:
— İstersen Fulân
oğullan, Fulân oğulları diye adlarını anabilirim, dedi [124].
110-.......Huzeyfe
ibnu'l-Yemân (R) şöyle diyordu: İnsanlar, Rasûlullah (S)'tan (geleceğe âid)
hayır(lı işler)dan sorarlardı. Ben de (tersine İslâm Ümmeti'ne gelecek) şerrden
-o şerrin bana erişmesinden korkarak- sorardım. Bu endîşe ile bir kerre:
— Yâ Rasûlallah! Biz
vaktiyle bir câhiliyet ve şerr (yânî şirk) içinde idik. Sonra Allah bize şu
hayrı (Seni göndermek, İslâm temellerini kuvvetlendirmek, şirk ve dalâlet
temellerini yıkmak hayrını) getirdi. Bu hayır ve saadetten sonra gelecek bir
şerr ve fitne var mıdır? diye sordum.
Rasûlullah:
— "Evet
vardır" buyurdu. Ben:
— O şerr ve fitneden
sonra bir hayır ve iyilik var mıdır? dedim. Rasûlullah:
— "Evet, bir hayır ve iyilik vardır. Fakat
onun içinde bâzı şerr ve fesâd dumanı, bulanıklığı bulunacak" buyurdu.
Ben:
— O hayrın dumanı
(temizliğini bulandıran kiri) nedir? dedim. Rasûlullah:
— "O devrin âmirlerinden bir zümre, ümmeti
benim hidâyetim (sünnetim) hilâfına idare edecekler. Sen o devrin âmir ve
valilerinden bâzılarının hareketlerini ma'ruf bulup tasvîb, bâzılarının hareketlerini
de münker bulup reddedeceksin" buyurdu.
Ben:
— (Yâ Rasûlallah!) Bu karışık hayır devrinden
sonra, yine bir şerr ve fesâd devri gelecek midir? dedim.
Rasûlullah:
— "Evet gelecektir. O devirde birtakım
dâîler (da'vetçiler) halkı cehennem kapılarına çağıracak. Her kim onların
da'vetine icabet ederse, onu cehenneme atacaklar" buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasûlallah! Bu da'vetçileri bize vasfet!
dedim. Rasûlullah:
— "Onlar bizim milletimizden insanlardır.
Bizim dilimizle konuşurlar (hâlbuki gönüllerinde hayırdan eser yoktur)"
buyurdu. Ben:
— (Yâ Rasûlallah!) O
(uğursuz) devir bana yetişirse nasıl hareket etmemi emredersin? dedim.
Rasûlullah:
— "îslâm cemâatinden ayrılmaz ve onların
devlet başkanlarına itaat eylersin" buyurdu.
Ben:
— Onların cemâatleri
yoksa (bozgunculukla parçalanmışlarsa), başlarında devlet reisleri de yoksa?
dedim.
Rasûlullah:
— "O fırkaların hepsinden ayrıl (evine
çekil)/ Velev ki bu ayrılma, bir ağaç kütüğünü ısırman suretiyle (meşakkatli)
olsa bile, artık ölüm erişinceye kadar bu ayrılık üzere bulun" buyurdu [125].
111-.......Bana
Kays tahdîs etti ki, Huzeyfe (R): Arkadaşlarım hayrı öğrendiler, ben ise şerri
öğrendim, demiştir [126].
112-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: RasûluIIah (S): "Da'vâları bir olan (yânı
ikisi de İslâm veya haklı olduğu iddiasında bulunan) iki cemâat birbiriyle
harbetmedikçe kıyamet kopmaz" buyurdu [127].
113-.......Bize
Ma'mer, Hemmâm'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "İki ordu birbiri ile harbetmedikçe kıyamet kopmaz: Bu iki
cemâatin ikisi de bir iddiada oldukları (ikisi de İslâm ve hakk iddiasında
bulundukları) hâlde aralarında büyük bir harb olacaktır. Ve yine otuza yakın
çok yalancı olan deccâller gönderilmedikçe kıyamet kopmaz. Bu deccâllerin hepsi
kendilerinin Allah Rasûlü olduklarını iddia edeceklerdir" [128].
114-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Biz Rasûlullah'ın yanında bulunuyorduk.
Kendisi de ganimet taksimi yapmakta idi. Bu sırada yanına Zu'1-Huveyrisa
(denilen bir kimse) geldi. Bu, Temîm oğullarından bir adam idi. Bu adam:
— Yâ Rasûlallah! Adalet et, dedi. RasûluIIah
(S):
— "Sana veyl olsun! Eğer ben adalet
etmezsem kim adalet eder? Eğer ben adalet etmezsem (sen âdil olmayan bir insana
tâbi' olduğun için) muhakkak eli boş kalmış ve ziyan etmişsindir" buyurdu.
Bunun üzerine Umer:
— Yâ Rasûlallah! Bana
bu herîf hakkında izin ver de onun boynunu vurayım, dedi.
RasûluIIah:
— "Onu bırak! Onun birtakım avenesi vardır
ki, sizden biriniz onların namazı yanında kendi namazım, onların oruçları
yanında kendi orucunu muhakkak küçük görecek. Onlar Kur'ân da okuyacaklar.
Fakat Kur'ân(m feyzi) onların köprücük kemiklerinden öteye geçmeyecek. Onlar
okun avdan (delip) çıktığı gibi İslâm'dan çıkacaklar, (avı delip geçen) okunun
demirine bakılır, orada kan nâmına birşey bulunmaz. Sonra okun yaya giriş
yerine bakılır, orada da birşey bulunmaz. Sonra okun ağaç kısmına bakılır,
orada da birşey bulunmaz. Sonra okun yelesine -tüyüne- bakılır, orada da birşey
bulunmaz. Ok, avın işkenbesi içindeki şeylere ve kana girip çıkmış, fakat
onlardan hiçbirşey okayapışmamıştır. Onların alâmeti iki pazusundan biri kadın
memesi gibi yâhud öteye beriye gidip gelen büyük bir et parçası gibi olan siyah
bir adamdır. Onlar insanlar (müslümânlar) arasında bir ayrılma olduğu zaman
ortaya çıkarlar" [129].
Ebû Saîd şöyle dedi:
Ben bu hadîsi Rasûlullah'tan işitmiş olduğuma şehâdet ediyorum. Ve yine
şehâdet ediyorum ki, Alî ibnu Ebî Tâlib, ben de maiyyetinde iken bunlarla kıtal
yapmıştır. Alî bu hadîste tavsîf edilen adamın aranmasını emretti. Adam arandı,
neticede bulup getirildi. Hattâ ben ona baktım ve Rasûlullah'ın yaptığı tavsîf
üzere olduğunu gördüm.
115-.......Alî
(R) şöyle demiştir: Ben size Rasûlullah'tan birşey haber verdiğimde and olsun
ki, gökten düşmem, bana Peygamber'in dilinden yalan uydurmamdan daha
sevimlidir. Fakat benimle sizin aranızda olan mes'elede (konuştuğumuz zaman)
size birşey haber verdiğimde (ta'rîz etmiş olabilirim). Çünkü (muhavere de bir
harbdir,) harb bir hud'adır. Ben Rasûlullah(S)'tan şöyle buyururken işittim:
"Zamanın âhirinde yaşları küçük (tecrübeleri kıt), zayıf akıllı bir zümre
yetişecektir. Onlar halkın en hayırlısı olan Peygamber'in tebliğlerinden
söyleyecekler. Fakat bunlar okun avdan öteye çıkışı gibi İslâm 'dan
çıkacaklardır. Onların îmânları boğazlarından öteye geçmeyecektir. Siz onlara
nerede rast gelirseniz hemen öldürünüz. Çünkü (bunlar bozguncudur), bunları
öldürmekte öldüren kişiye kıyamet gününde ecir (yânî sevâb) vardır" [130].
116-.......Habbâb
ibnu'l-Erett (R) şöyle demiştir: (İslâm'ın ilk günlerinde) Rasûlullah,
Ka'be'nin gölgesinde kaftanını yastık yaparak dayandığı bir sırada kendisine
(Kureyş müşriklerinin işkencelerinden) şikâyet ettik:
— (Yâ Rasûlallah!)
Bizim için Allah'tan zafer dileyemez misin? (Bunların zulmünden) kurtulmamız
için Allah'a duâ edemez misin? dedik.
Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu:
— "Sizden önceki ümmetler içinde öyle
(mazlum) kişi bulunmuştur ki, müşrikler tarafından onun için yerde bir çukur
kazılır, o kişi bu çukura (başı meydanda kalarak) gömülürdü. Sonra büyük bir
testere getirilir, başı üstüne konulur, ikiye bölünürdü de (bu işkence) o
mü'mini dîninden döndüremezdi. (Bir başkasının da) demir taraklarla etinin
altındaki kemiği ve siniri taranırdı da bu işkence o mü'mini dîninden
çeviremezdi. Allah'a yemîn ederim ki, şu İslâm Dîni'ni muhakkak surette kemâle
erdirecektir. Öyle bir derecede ki, bir sü-vârî (yalnız başına) San'â'dan
Hadramevt'e kadar (selâmetle) gidecek, Allah 'tan başka hiçbirşeyden
korkmayacak yâhud koyun sahibi yolcu, koyunu üzerine kurt saldırmasından
korkacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz!" [131].
117-.......
Enes ibn MâIik(R)'ten (şöyle demiştir): Peygamber (S), bir ara Sabit ibn Kays'ı
kaybetmiş(görememiş)ti. Bir sahâbî:
— Yâ Rasûlaüah! Ben
Sâbit'e âid bilgiyi Sen'in için öğrenirim, dedi.
Ve o zât, Sâbit'e
gitti, onu evinde başını eğerek oturur bir hâlde bulmuş, ve:
— Ne hâldesin? diye sormuş. O da:
— Hâlim şerrlidir! Sabit
sesini Peygamber'in sesinden ziyâde yükseltir bir kimsedir. Onun şimdiye kadar
işlediği hayır ve ibâdet hiç olmuştur. Artık Sabit cehennemliktir! diye cevâb
vermiş.
Bu adam da
Rasûlullah'a geldi ve Sabit şöyle şöyle söyledi diye haber verdi.
Râvî Mûsâ ibn Enes
dedi ki: O zât, son bir kerre daha Sâbit'in yanına büyük bir müjde ile dönüp
gitmiştir; şöyle ki: Rasûlullah, o sa-hâbîye:
— "Sâbit'e git, ona: Sen cehennemlik
kişilerden değilsin, fakat sen cennet ehlindensin, de!" buyurmuştur [132].
118-.......Ben,
el-Berâ ibn Azib (R)'den ısıttım, şöyle diyordu:
Bir kimse el-Kehf
Sûresi'ni okumuştu. Evinde da bir atı vardı. Bu sırada at ürkmeğe, deprenmeğe
başladı. Bunun üzerine sûreyi okuyan kimse (yânı Useyd ibn Hudayr):
— Yâ Rabb! Sen âfetten
selâmet ver! diye duâ etti. Hemen kendisini duman gibi birşey yâhud bir bulut
kapladı. Sonra o, bu olanları Peygamber'e söyledi. Peygamber (S):
— "Oku ey kişi (durma, her gece Kur'ân
oku)/ Çünkü o bulut gibi görünen şey es-Sekîne'dir. Kur'ân dinlemek için yâhud
Kur'ân 'ı tebcil için inmişti" buyurdu [133].
119-.......Ebû
îshâk tahdîs edip şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim, şöyle
diyordu: Ebû Bekr (R), babam evinde bu-lunuyorken yanına geldi de, ondan bir
binek devesi satın aldı. Ebû Bekr, babam Âzib'e hitaben:
— Benimle beraber
oğlunu gönder de bunu (benim eve kadar) nakletsin, dedi.
el-Berâ dedi ki: Bunun
üzerine ben onun beraberinde hayvanı naklettim. Babam da çıktı da devenin
bedelini alıyordu. Bu sırada babam, Ebû Bekr'e:
— Yâ Ebâ Bekr!
Rasûlullah ile beraber geceleyin yürüdüğün zaman nasıl yaptınız? Bana tahdîs
edip anlat, dedi.
Ebû Bekr şöyle dedi:
— Evet (anlatayım)!
Bütün gecemizi yürüdük. Nihayet güneş, gündüzün yarısına gelip dikildi. Yol
tamâmiyle boşaldı. Artık oradan hiçbir kimse geçmiyordu. O sırada gözümüze
uzun gölgeli bir kaya göründü. Onun üzerine henüz güneş gelmemişti. Onun
yakınında indik. Ben kayanın gölgesinde Peygamber'in uyuması için elimle bir
yeri düzeltip hazırladım. Sonra oraya bir posteki yaydım. Sonra:
— Sen uyu yâ
Rasûlullah! Ben etrafında olan şeyleri bakar araştırırım ki, buralarda bir
düşman olmasın, dedim.
Rasûlullah uyudu. Ben
oranın etrafım araştırıp gözetlemek için çıktım. Derken koyunlarını
bulunduğumuz kayaya doğru getirmekte olan bir koyun çobanı ile karşılaştım. O
da bizim gibi o kayanın gölgesinden faydalanmak istiyordu. Ben ona:
— Sen kimin çobanısın ey delikanlı? diye
sordum. O:
— Mekke ahâlîsinden
yâhud Mekke'den bir adamın çobanıyım, dedi.
Ben:
— Senin koyunlarda süt var mı? dedim, O:
— Evet vardır, dedi,
!i Ben:
— (Benim için) süt
sağar mısın? dedim. O:
— Evet sağarım, dedi
ve bir koyun tuttu. Ben ona:
— Memesi üzerindeki toprak, kıl ve pislikleri
silkele, dedim. (Râvî: Ben el-Berâ'yı elinin birini diğeri üzerine vurarak
silkip
temizlemeyi işaret ederken
gördüm, demiştir.) Çoban benim için, yanında bulunan iri ve kalın karınlı ağaç
çanağa bir adam kandıracak kadar az bir süt sağdı. Benim yanımda da Peygamber
için taşıdığım, Peygamber'in su ister, su içer ve abdest alır olduğu deriden
bir kap bulunuyordu. Ben müteakiben Peygamber'in yanına geldim. Fakat O'nu
uykusundan uyandırmak istemediğim için, kendi kendine uya-mncaya kadar
bekledim. Bu sırada sütün üstüne biraz su döktüm, hattâ kabın aşağısı biraz
soğudu. Uyanınca O'na:
— Yâ Rasûlallah, iç, dedim.
Rasûlullah içti. Ben
de bundan hoşnûd oldum. Sonra Rasûlullah:
— "Hareket etme zamanı gelmedi.mi?"
dedi. Ben:
— Evet, dedim.
Ve güneş ortadan
batıya meylettikten sonra hareket ettik. Bizim arkamıza Surâkatu'bnu Mâlik
düşüp ta'kîb etti. Ben:
— Yâ Rasûlallah, bizim
yanımıza gelindi (yânî yakalanıyoruz), dedim.
Rasûlullah:
— "Lâ tahzen inneHlâhe maana — Tasalanma,
çünkü Allah hiç şübhe yok bizimle beraberdir'\et-Tevbe. 40) dedi.
Ve Peygamber onun
aleyhine beddua etti. Bunun üzerine Surâ-ka'mn atı tökezleyip karnına kadar
yere battı. Zannediyorum biz bu sırada düz ve sert bir arazî üzerinde
bulunuyorduk.
Râvî Zuheyr şunu
şekkli söylemiştir: Surâka bu beliye üzerine:
— Ben kat'î bildim ki,
siz ikiniz benim aleyhime beddua ettiniz. Şimdi siz benim lehime duâ ediniz.
Allah şâhid olsun ki, ben sizin peşinizdeki arayışları sizden geri çevireceğim,
dedi.
Bu söz verme üzerine
Peygamber ona hayır duâ etti, o da kurtuldu. Sonra geriye döndü ve artık
kavuştuğu herbir arayıcı kimseye:
— Bu tarafları aramaya ben size kifayet
etmişimdir, dedi. Artık her kavuştuğu kimseyi muhakkak geriye çevirdi.
Ebû Bekr dedi ki:
Böylece de Surâka, bize yaptığı taahhüde vefa gösterdi [134].
120-.......BizeHâlid,
İkrime'den; o da İbn Abbâs(R)'tan şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) bir kerre lyâde
(hasta hatırı sormak) için bir Bedevi'yi ziyarete gitmişti. İbn Abbâs dedi ki:
Peygamber ıyâde için bir hastanın yanına gittiğinde ona:
— "Zararsız, geçmiş olsun, günâhlarına
keffârettir inşâallah" demek i'tiyâdında idi.
Bu A'râbî'ye de:
— "Hastalığın zararsız geçmiş olsun,
günâhlarına keffârettir inşâallah" duasında bulundu.
A'râbî ise
Peygamber'e:
— Sen, günâhlarına
keffârettir; geçmiş olsun diyorsun, fakat hiç de öyle (geçici bir hastalık)
değildir. Belki o ergin bir ihtiyar hasta üzerinde harareti feveran yâhud
galeyan edip duran ve onu kabirleri ziyarete götürecek olan humma hastalığıdır,
dedi.
Peygamber de:
— "O hâlde pek iyi (öyle olsun)/"
buyurdu [135].
121-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: (Neccâr oğulları'ndan) Hristiyan bir adam vardı.
Sonra müslümân olmuştu. el-Bakara ve Âlu İmrân sûrelerini okumuştu. Peygamber'e
vahiy kâtibliği de yapıyordu. Bu adam sonra Hristiyanlığa geri döndü. Bu
mürted:
— Muhammed birşey
bilmez, yalnız benim kendisine yazdığım şeyleri bilir, demeğe başladı.
Ve (aradan çok bir
zaman geçmeden) Allah onu öldürttü. Hris-tiyanlar onu gömdüler. Fakat sabah
olunca gömüldüğü yer onu dışarıya atmıştı. Bunun üzerine Hristiyanlar:
— Bu, Muhammed'in ve
sahâbîlerinin işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu dîn kardeşimizin
ölüsünden kefenini soydular ve onu (meydana) bıraktılar, diye iftira ettiler.
Ve onun için derin bir
çukur kazıp içine bıraktılar. Fakat sabah olunca gömüldüğü yer onu (yine)
dışına attı. Hristiyanlar yine:
— Bu, Muhammed ile
sahâbîlerinin işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu dîn kardeşimizin
ölüsünden kefenini soydular ve onu kabrin dışına bıraktılar, dediler.
Ve bir yerde yine ona
bir çukur kazdılar ve güçleri yettiği derecede derinleştirdiler. Fakat sabah
olunca bu yerin de onu dışına atmış olduğu görüldü. Bunun üzerine Hristiyanlar
bu işin insanlar tarafından yapılmadığını bildiler ve onu açıkta bıraktılar [136].
122-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kisrâ helak
olduğu zaman, artık ondan sonra hiçbir kisrâ yoktur. Kayser helak olduğu
zaman, artık onun ardında kayser de yoktur. Muhammed'in nefsi yedinde olana
yemîn ediyorum ki, Kisrâ ile Kayser'in hazînelerini muhakkak Allah yolunda
harcayacaksınız" [137]
123-.......Câbir
ibn Semure (R) şu hadîsi Peygamber'e yükseltti:
Peygamber (S):
"Kisrâ helak olduğu zaman ondan sonra hiçbir kisrâ yoktur. Kayser helak
olduğu zaman, artık onun ardında hiçbir kayser yoktur" buyurdu. Hadîsi,
geçen hadîs gibi zikretti de: "Yemîn olsun o ikisinin hazîneleri muhakkak
Allah yolunda harcanacaktır" buyurdu [138].
ederek sû'ikasde
başlamış, en sonunda fena bir akıbetle cezasını görmüştür. Kur'ân-ı Kerîm de bu
konuya İşaret etmiştir. "Kitâblıtardan bir güruh (şöyle) dedi:
Kendilerine indirilene (Kur'ân'a) îmân edenlere gündüzün evvelinde inanın,
âhirinde küfr (ve inkâr) edin. Olur ki (mü'minler dînlerinden) dönerler"
(Âlu
İmrân: 72).
124-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) zamanında Museylimetu'l-Kezzâb
(Medine'ye) geldi de:
— Eğer Muhammed
kendisinden sonra beni halef kılarsa kendisine uyarım! demeye başladı.
Museylime Medîne'ye
kendi kavminden kalabalık bir hey'et içinde gelmişti. Rasûlullah, Museylime'nin
yanına gitti. Rasûlullah'ın beraberinde (Rasûlullah'ın hatîbi denilen) Sabit
ibn Kays ibn Şemmâs da gitmişti. Rasûlullah'ın elinde hurma dalından bir deynek
bulunuyordu. Rasûlullah, kavmi içinde oturan Museylime'nin tâ karşısında
durdu. (Onunla İslâm hakkında konuştu. Museylime, peygamberlik payesinden
kendisine bir hisse verilmesini istedi.) Rasûlullah:
— "(Değil bir PaY)su dal parçasını benden
istesen onu bile sana vermem. Sen de Allah'ın hakkındaki hüküm ve takdîrini
tecâvüz edemezsin. Eğersen bana ve Hakk'a muhalefet edersen, Allah seni muhakkak
helak eder. Ve ben muhakkak sanırım ki, sen -onda gördüğüm şekillere göre-
ru'yâmda hana gösterilen (uğursuz) kişisin..."
îbn Abbâs (geçen
senedle) şöyle demiştir: (Ben Ebû Hureyre'ye, Rasûlullah'ın
Museylimetu'l-Kezzâb'a: "Benzeyişine göre sen, muhakkak bana ru 'yâmda
gösterilen uğursuz şahıs olacaksın " sözünün mâhiyetini sordum.) Ebû
Hureyre bana şöyle haber verdi:
— Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu: "Ben uyurken ru'yâmda iki kolumda iki altın bilezik gördüm.
Bunlar kadın zîneti olduğu için, bunların durumu beni kederlendirdi. Sonra
ru'yâmda bana bu bileziklere üflemekliğim vahyolundu. Ben de bunlara üfledim.
Bunların ikisi de uçtu. Ben bu iki bileziği benden sonra türeyecek iki yalancı
(peygam-
ber) ile te'vîl ettim
ki, bunun birisi el-Ansî (Esved) 'dir. Öbürüsü de Yemâtne'nin sahibi
Museylimetu'l-Kezzâb'dır" [139].
125-.......Ebû
Mûsâ(R)'dan -Buharı, şeyhinden Peygamber'e yükseltme sığasını işitip işitmediği
hususunda şekkedip: Zannederim Peygamber'den işitti, dedi- Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Ben ru 'yâmda kendimi Mekke 'den, hurmalıkları bol olan bir
yere muhacir gidiyor gördüm. Zihnim, o gitmekte olduğum yerin Yemâme yâ-hud
Hecer olduğu fikrine saptı. Bir de gördüm ki, o yer, Câhiliyet'te Yesrib
denilen Medine imiş [140].
Ben yine bu ru 'yâmda kendimi gördüm ki, bir kılıç hareket ettirdim de bu
kılıcın göğsü kırıldı. Bu da Uhud harbinde mü'minlerden isabet alanlara işaret
imiş. Sonra o kılıcı diğer bir defa daha hareket ittirdim. Bu sefer kılıç,
olduğundan daha güzel hâline döndü. Bu da fetih ve mü'minlerin toplanması
nev'-inden Allah 'in getirdiği neticeler imiş. Ben yine o ru 'yâda bir sığır(m boğazlandığım)
görmüştüm. Allah'ın yapağı en hayırlıdır. Bu da Uhud gününde şehîd olan mü'min
neferleri remzediyormuş. Bir de gördüm ki, asıl hayır Uhud günü musibete
uğramalarının ardından Allah'ın onlara hayır nev'inden getirdiği şeylerdir. Ve
Bedir gününden sonra AHah'ın bizlere verdiği doğruluk ve sebat
mükâfatıdır" [141].
126-.......Âişe
(R) şöyle demiştir; Fâtıma yürüyerek yönelip geldi. Fâtîma'nın yürüyüşü tıpkı
Rasûlullah'ın yürüyüşü gibidir. Peygamber (S):
— "Merhaba kızım'' dedi.
Sonra onu sağ tarafına
yâhud sol tarafına oturttu. Sonra kızına gizlece bir söz söyledi. Bunun üzerine
Fâtıma ağladı. Ben Fâtıma'ya:
— Niçin ağlıyorsun? dedim.
Sonra Fâtıma'ya
gizlice bir söz daha söyledi. Bu sefer Fâtıma güldü. Ben, kendi kendime:
Bugünkü gibi bir sevincin bir hüzne bu kadar yakın olduğunu görmedim, dedim.
Hemen Fâtıma'ya Peygam-ber'in ne söylediğini sordum. Fâtıma:
— Ben Rasûlullah'ın
sırrını, yânı gizli söylediği sözü açıklayıp ifşa edecek değilim, dedi.
Nihayet, Peygamber'in
ruhu kabzolunduğu zaman kendisine bu ağlama ve gülmenin sebebini sordum. Fâtıma
şöyle cevâb verdi:
— Rasûlullah bana:
"Cibril'in her sene bir kerre Kur'ân 'ı kendisi ile mukaabele eder
olduğunu, bu sene ise Cibril'in bu mukaabe-leyi kendisi ile iki defa
yaptığım" (haber verdi) ve: "Ben bundan ancak ecelimin gelmiş
olduğunu sanıyorum. Muhakkak ki sen, ailem içinden bana ilk yetişecek
kimsesin" buyurdu. İşte ben bundan dolayı ağladım. Akabinde Peygamber,
bana (gizlice): "Sen cennet ehli kadınlarının seyyidesi olmandan, yâhud
mü'minlerin kadınlarının sey-yidesi olmandajı razı olmuyor musun?"
buyurdu. İşte ben bundan dolayı da sevinip güldüm [142].
127-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ölüm sebebi olan hastalığı sırasında kızı
Fâtima'yı yanına çağırdı ve ona gizli bir-şey söyledi. Fâtıma ağladı. Sonra onu
bir daha çağırıp gizli birşey söyledi. Fâtıma bu defa güldü. Âişe dedi ki: Ben
Fâtıma'ya bu ağlama ve gülmenin sebebini sordum. Fâtıma:
— Peygamber bana vefat
sebebi olan bu hastalığı neticesinde ruhunun Hakk canibine alınacağını gizlice
haber verdi; ben bunun üzerine ağladım. Sonra bana ev halkından kendisinin
ardından ilk gelecek kimse ben olduğumu gizlice haber verdi; bundan dolayı da
güldüm, dedi [143].
128-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Umer ibnu'l-Hattâb, İbn Abbâs'ı meclisine
yaklaştırırdı. Abdurrahmân ibn Avf, Umer'e hitaben:
— Bizim de İbn Abbâs'a
akran oğullarımız vardır (onları meclisine yaklaştırmadın), dedi.
Umer de ona:
— Şu muhakkak ki sen onu meclisime hangi
sebebden yaklaştırdığımı biliyorsun (ilminden dolayı yaklaştırıyorum), dedi.
Akabinde Umer, İbn
Abbâs'aşu "tzâ câe nasrullâhi ve'l-fethu" (en-Nasn i) âyetinden
sordu. îbn Abbâs:
— O, Rasûhıllah(S)'ın
ecelidir. Allah O'na ecelinin geldiğini bildirdi, dedi.
Umer:
— Ben de bu sûreden,
senin bilmekte olduğundan başka bir ma'nâ bilmiyorum, dedi [144].
129-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) ölüm hastahğı içinde üzerinde bir örtü
ile ve (ağrıyan) başı üzerine de boz renkli bir kumaş parçası çatmış olduğu
hâlde (Mescide) çıktı, tâ minbere varıp üzerine oturdu. Akabinde Allah'a hamd
ve sena ettikten sonra "Amma ba'du" diye başladığı hutbesine şöyle
devam etti:
— "Hiç şübhesiz
müslümânlar çoğalıyor, fakat Ensâr (günden güne) azalıyor. Hattâ onlar, yemek
içindeki tuz derecesinde azalmış olacaklar. Şu hâlde (ey Muhacirler) sizden her
kim diğer kimselere zarar verebileck yâhud fayda verebilecek bir iş başına
geçerse, En-sâr'ın iyilerinin iyiliklerini alıp kabul etsin; kötülerinin kötülüklerini
de affetsin".
İbn Abbâs: İşte bu
oturum, Peygamber'in oturduğu son oturuş öldü, demiştir[145].
130-.......Ebû
Bekrete (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir gün el-Hasen(ibn Alî)'i mescide
çıkardı da onu minberin üzerine yükseltti. Akabinde: "Bu benim oğlumdur,
Seyyiddir (şeref sahibi bir efendidir). Umarım ki, Allah bu oğlum sebebiyle
müslümânlardan iki fırkanın arasını düzeltip iyileştirir" buyurdu [146].
131-.......Enes
ibn Mâlik(R)'ten; o: Peygamber (S) Ca'fer ibn
Ebî Tâlib ile Zeyd ibn
Hârise'nin ölüm haberleri gelmeden önce, gözleri yaş akıtarak onların öldürüldüğünü
haber verdi, demiştir [147].
132-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: (Câbir evlendiği zaman) Peygamber (S):
— "Câbir, etrafı saçaklı oda döşemeleriniz
var mı?" diye sordu. Ben:
— Bizde öyle döşemeler nereden olacak? diye
cevâb verdim. Peygamber:
— "Fakat ben yemin ediyorum ki, yakında
sizin öyle süslü döşemeleriniz olacaktır" buyurdu.
Câbir dedi ki: Ben
kadınıma:
— Şu süslü döşemelerini
gözümün önünden geri kaldır, derdim;
o da bana:
— Peygamber (S):
"Sizin yakında süslü ev ve yatak döşemeleriniz olacaktır" buyurmadı
mı? derdi.
Bu söz üzerine ben de
bu döşemeleri yerinde bırakırdım [148].
133-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Sa'd ibnu Muâz umre yapmak için Mekke'ye
gitmişti. Abdullah dedi ki: Mekke'ye vardığında Ebû Safvân, Umeyyetu'bnu
Halefin evine inmiş, ona konuk olmuştu. Umeyye de (ticâret) için Şam'a
gittiğinde Medî-ne'ye uğrar, Sa'd ibn Muâz'a konuk olurdu. (İkisi arasında bir
dostluk vardı.) Umeyye, Sa'd'a:
— Biraz bekle! Gündüz
yarı olduğu ve insanlar kuşluk uykusuna daldığı zaman git Ka'be'yi tavaf et,
dedi.
Sa'd bu suretle
hareket edip vaktinde tavafa başladı. (Umeyye, Sa'd'la beraber bulunduğu) bu
sırada Ebû Cehl çıkageldi ve:
— Ka'be'yi tavaf eden şu adam kimdir? diye
sordu. Sa'd da:
— Ben Sa'd ibn Muâz'ım, dedi. Ebû Cehl:
— Ey Sa'd, sen
Ka'be'yi emniyetle tavaf ediyorsun. Hâlbuki siz (Medîneliler) Muhammed'le
sahâbîlerini sığındırıyorsunuz (onlara yardım ediyorsunuz)! dedi.
Sa'd:
— Evet öyledir, diye
Ebû Cehl'i karşıladı ve aralarında bir çekişme ve husûmet başladı. Bunun
üzerine Umeyye, Sa'd'a:
— Ebû'l-Hakem'e (Ebû
Cehl'e) karşı sesini yükseltme! Çünkü o, Mekke vâdîsi halkının seyyididir,
dedi.
Sa'd-ibn Muâz, Ebû
Cehl'e hitâb ederek:
— Eğer sen beni
Ka'be'yi tavaf etmekten men' edersen, vallahi ben de sana (daha ağırım yapar,
Medine'deki) Şâm ticâret yolunu keserim! diye haykırdı.
Bu sırada Umeyye,
Sa'd'a:
— Sesini yükseltme, demeye ve Sa'd'ı tutmaya başladı.
Bunun üzerine Sa'd, Umeyye'ye öfkelenerek:
— Sen de (Ebû Cehl'i
koruyarak) beni tutma, bırak! Ben Muhammed'den işittim ki, kendisi seni
öldüreceğim söylüyordu, dedi.
Umeyye:
— Beni mi? diye sordu. Sa'd:
— Evet seni, dedi.
Bunun üzerine Umeyye:
— Vallahi Muhammed
birşey söylediği zaman yalan konuşmaz, dedi de (korku ve heyecan içinde) dönüp
karısına gitti. Ve:
— (Yâ Ümme Safvân!)
Yesribli kardeşimin bana ne dediğini bilir misin? diye yanıktı.
Karısı:
— Ne söyledi? diye
sordu. Umeyye:
— (Yesribli kardeşim)
Sa'd: Muhammed'in Umeyye'yi ben öldüreceğim dediğim işittim diyor, diye cevâb
verdi.
Ümmü Safvân:
— Allah'a yemîn ederim
ki, Muhammed yalan söylemez! diye Sa'd'ın haberini te'yîd etti.
(Bir müddet sonra
Bedir günü gelince) Mekkeliler'i bir nidâcı çağırıp onlar da Bedir'e
çıktıkları zaman, karısı Ümmü Safvân, kocası Umeyye'ye:
— Yesribli dostun
Sa'd'ın vaktiyle sana söylediği sözü hatırlamaz mısın? dedi.
Umeyye de:
— (Vallahi Mekke'den
çıkmam! diye) Kureyş ile Bedir'e çıkmamak istedi. Fakat Ebû Cehl, Umeyye'ye:
— Sen Mekke vadisinin
eşrâfmdansın, bir iki gün olsun sefere katılıp yürü! deyip kandırdı
Umeyye de onlarla iki
gün yürüdü. Neticede Allah onu öldürdü [149].
134-.......Abdullah
ibn Umer(Ryden. Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "(Ru'yâmda) ınsanıarî
bir meydanlıkta toplu olarak gördüm. O sırada Ebû Bekr kalktı. (Halkı sulamak
için kuyudan) bir yâhud iki kova su çekti. Fakat Ebû Bekr'in su çekmesinde za'f
ve güçlük vardı. Allah Ebû Bekr'i mağfiret etsin. Sonra bu kovayı Umer aldı. Ve
alınca bu kova Umer'in elinde büyük bir kovaya dönüştü. Ben, insanların içinde
Umer'in gördüğü işi işleyebilecek kuvvette kuvvetti ve kâmil bir kişi
göremedim. En sonu insanlar o meydanı develerin sulak ve eylekyeri edindiler
(yânî onun zamanında insanlar bir meydan bulup istirahat ettiler)".
Hemmâm ibn Münebbih de
Ebû Hureyre'den söyledi ki, Peygamber (S): "Ebû Bekr iki kova su
çekti" buyurmuştur [150].
135-.......Bize
Ebû Usmân Abdurrahmân en-Nehdî tahdîs edip şöyle dedi: Bana haber verildi ki,
Cibrîl aleyhi's-selâm (bir insan güzeli olan Dıhyetu'l-Kelbî suretinde)
Peygamber'in yanma gelmişti. Bu sırada Peygamber'in yanında (kadınlarından)
Ümmü Seleme bulunuyordu. Cibrîl, Peygamber'le konuşmağa başladı. Sonra kalkıp
gitti. Peygamber (S), Ümmü Seleme'ye: _
"Bu kimdir?" diye sordu, yâhud buna benzer bir soru söyledi.
Ümmü Seleme:
— Bu, Dıhye'dir, dedi.
Ümmü Seleme dedi ki:
Allah'a yemîn ediyorum, Peygamber'in Cibril'den (aldığı vahyi sahâbîlere) haber
vermek üzere yaptığı hutbesini işitinceye kadar ben Cibril'i hiç şübhesiz
Dıhye sandım.
Râvî: Ümmü Seleme
böyle veyâhud buna benzer bir söz söyledi, dedi.
in Süleyman ibn Tarhân dedi ki: Ben, Ebû
Usmân'a: __ Sen bu hadîsi kimden
işittin? diye sordum.
Ebû Usmân:
'"
— Usâmetu'bnu Zeyd'den
işittim, dedi [151].
'Kendilerine kitâb
verdiklerimiz Ofnu (Peygamber'i) öz oğulları gibi tanırlar. Öyle iken
içlerinden bir güruh, kendileri bilip durdukları hâlde, yine mutlakaa hakkı gülerler"
(el-Bakara: 146) [153]
136-.......Abdullah
ibn Umer(R)'den (şöyle demiştir): Birtakım Yahûdîler (Medine'de) Rasûlullah'a
geldiler de O'na içlerinden bir erkekle bir kadının zina ettiğini söylediler
(ve ne hükmedersin? dediler).
Rasûlullah (S) onlara:
— "Sizler recm hükmü hakkında Tevrat'ta ne
buluyorsunuz?" diye sordu.
Onlar:
— Biz zina edenleri teşhir ederiz, bunlar
deynekle de döğülür-ler, dediler.
Abdullah ibn Selâm
bunlara:
— Yalan söylediniz! Tevrat'la, recm (âyeti)
vardır, dedi. Bunun üzerine Tevrat'ı getirdiler ve kitabı açtılar. Yahûdîler'
den birisi (Abdullah
ibn Surya) elini recm âyeti üzerine koydu da ondan önceki ve sonraki âyetleri
okumağa başladı. Abdullah ibn Selâm, ona:
— Elini kaldır! dedi.
O da elini kaldırınca
recm âyeti görülüverdi.
Yahûdîler:
— Yâ Muhammed!
Abdullah ibn Selâm doğru söylemiştir: Tevrat la. recm âyeti vardır, dediler.
Akabinde subût üzerine
Rasûlullah bunların recm olunmalarına hüküm ve emretti.
Abdullah ibn Unıer:
Ben o Yahûdî erkeğini, taşlardan kadını korumak için kadının üzerine kapanıyor
hâlde gördüm, demiştir [154].
137-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R): Rasûlullah (S) zamanında ay iki yarıya bolünde de Peygamber
(S): "Şâhid olunuz!" buyurdu, demiştir.
138-.......(Buradaki
iki senedle gelen hadîste) Enes ibn Mâlik (R) râvîlerine: Mekke ehli
Rasûlullah(S)'tan, bir âyet (yânî bir mu'-cize) göstermesini istediler, O da
kendilerine ayın ikiye bölünmesini gösterdi, diye tahdîs etmiştir.
139-.......Abdullah
ibn Abbâs(R)'tan: O: Peygamber (S) zamanında ay ikiye bölündü, demiştir [156].
140-.......Bize
Enes (R) şöyle tahdîs eıti: Peygamber'in sahâbîlerinden iki kişi, karanlık bir
gecede Peygamber'in yanından çıktılar. Onların beraberlerinde önlerini
ışıklandıran iki kandil benzeri şeyler vardı ki, bu iki zât birbirlerinden
ayrıldıkları zaman onlardan herbi-rinin beraberinde tâ ailesine gelinceye kadar
bir ışık verici oldu [157].
141-.......Kays
(ibn Ebî Hazım) şöyle tahdîs etmiştir: Ben el-Mugîre ibn Şu'be'den işittim,
Peygamber (S): "Ümmetimden birtakım insanlar gâlib gelmekte devam
edeceklerdir. Onlar bu gâlib hâlde bulunurlarken, Allah'ın emri onlara
gelecektir" buyurmuştur [158].
142-.......Bana
Umeyr ibn Amr ibn Hânî' tahdîs etti ki, kendisi Muâviye'den şöyle derken
işitmiştir: Ben Peygamber (S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Benim
ümmetimden bir topluluk Allah'ın emirlerim yerine getirmekte devam edecektir.
Onlara yardımdan çekinenler ve onlara muhalefet edenler bu taifeye zarar
veremiyecek, Allah'ın (kıyamet) emri onlara gelinceye kadar, onlar bu gâlib ve
muzaffer hâl üzere olacaklardır".
Umeyr dedi ki: Mâlik
ibn Yuhâmir şöyle dedi: Muâz ibn Cebel: O Allah'ın emrini yerine getirenler
Şam'da ikaamet edecekler, dedi.
Muâviye ibn Ebî
Sufyân: Bu Mâlik ibn Yuhâmir, Muâz'dan: "Onlar Şam'da olacaklar"
derken işittiğini söylüyor, demiştir [159].
143-.......Bize
Şebîb ibnu Garkade tahdîs edip şöyle dedi: Ben (Yemen'deki Bârık kabîlesine
mensûb) bir topluluktan işittim; onlar Urvetu'bnu'1-Ca'd el-Bârıkî(R)'den şöyle
tahdîs ediyorlardı: Peygamber (S) kendisine bir koyun satın alması için Urve
el-Bânkî'ye bir dî-nâr vermiş. O da bir dînâr ile iki koyun satın almış, sonra
bu koyunların birisini bir dînâra satmış, Peygamber'e bir dînâr ve bir koyunla
gelmiş. Bunun üzerine Peygamber, Urve'ye alım satımında bereket olması
suretiyle duâ etmiş. Artık Urve bundan böyle toprak satın alsa, ondan da
muhakkak kazanır olmuştur [160].
Sufyân ibn Uyeyne dedi
ki: el-Hasen ibnu Umâre bu hadîsi bize Şebîb ibn Garkade'den getirirdi.
el-Hasen ibn Umâre: Bu hadîsi Şebîb, Urve el-Bârıkî'den işitti, demiştir.
Sufyân şöyle dedi: Ben Şe-bîb'e geldim. Şebîb: Ben bu hadîsi Urve el-Bârıkî'den
işitmedim, fakat ben hadîsi el-Bârıkîler topluluğundan işittim, onlar hadîsi
Urve'den
haber veriyorlardı,
dedi. Yine Şebîb: (Ben geçen hadîsi Urve'den işitmedim) lâkin ben Urve'den
şöyle derken işittim: Ben Peygam-ber(S)'den işittim: "Atın alnına dökülen
saçlarında kıyamet gününe kadar hayır düğümlüdür (hayır; ecr ve
ganîmettir)" buyuruyordu. Şebîb: Ben Urve'nin evinde yetmiş tane at
görmüşümdür, dedi. Sufyân: Urve el-Bârıkî, Peygamber'e kurbanlık bir koyun
satın alıyordu, demiştir.
144-.......İbn
Umer(R)'den: Rasûlullah (S): "Atların alınlarına dökülen saçlarında
kıyamet gününe kadar hayır düğümlüdür" buyurmuştur.
145-.......Ebu't-Teyyâh
şöyle demiştir: Ben Enes(R)'ten işittim;
Peygamber (S):
"Atların alınlarına dökülen saçlarında hayır düğümlüdür" buyurmuştur
[161].
146-.......
Ebû Hureyre(R)'den: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"At ırkı üç sınıf
kimse içindir; Bir adam için sırf ecirdir. Bir adam için (ihtiyâcına) bir
perdedir. Bir adam için de günâhtır. At kendisi için ecir ve sevâb olan kimse,
öyle bir kimsedir ki, o, atını Allah yolunda (cihâd için) bağlamıştır. Atının
ayağının bağını da bol otlu geniş bir sahada veya çayırlıkta uzatmıştır. Bu
bol otlu sahadan veya çayırlıktan atın bu uzun ipinde iken yediği her ot, at
sahibi için birer hasenedir; iyiliktir. Hele bir de atın ipi kopsa da
şahlanarak (ön ayaklarını kaldırıp) bir veya iki mil çeviklikle koşsa, yerde
tırnaklarının bıraktığı izleri ve onun gübreleri de sahibi için hasenat olur.
Bir de hayvan (bu arada) bir nehre uğrayıp da ondan içerse, -sahibi sulamak
istememiş olsa bile- bu su da sâhibî için haseneler olur; bu da onun için büyük
bir sevâbdır.
Bir kimse de atını
(onunla kazanmak), halktan müstağni olmak, iffetini muhafaza etmek için bağlar
da sonra o kimse gerek hayvanlarının üzerindeki Allah hakkı(o\an zekâtı)m,
gerek arkalarına gücünden fazla yüklememeyi unutmazsa, bu at da o kimse için
(fakirliğe karşı) bir perdedir.
Bir kimse de atını
öğünmek için, riya için, müslümânlara düşmanlık için bağlar; bu hayvan da onun
için büyük bir vebaldir".
Peygamber'e eşekler
soruldu da, Peygamber (S): "Eşekler hakkında bana her hükmü cami* bir
vecize olan şu âyetten başka birşey indirilmedi: İşte kim zerre ağırlığınca bir
hayır yapıyor idiyse onu görecek. Kim de zerre ağırlığınca şerr yapıyor idiyse
onu görecek"
(ez-Zilzâl: 7-8) [162].
147-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle diyordu: Rasûlullah (S) Hayber'e erkenden baskın yaptı.
Hayberliler (başlarına geleceklerden habersiz) kazma ve kürekleriyle
tarlalarına doğru çıkmışlardı. Rasûlul-lah'ı görünce:
— İşte Muhammed ve ordu! dediler ve koşa koşa
kalelerine döndüler.
Bu sırada Peygamber
(S) ellerini kaldırdı da:
— "Attâhu Ekber
(Allah büyüktür), Hayber harâb oldu (yâhud: Harâb olsun)! Biz bir kavmin
yurduna indik mi, inzâr edilmiş olanların hâli yaman olur1' buyurdu [163].
148-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir:
— Yâ Rasülallah! Ben
Sen'den birçok hadîs işittim, akabinde onları unutuyorum, dedim.
Rasûlullah (S):
— "Ridânı yay!" buyurdu.
Yaydım. Kendisi eliyle
birşey avuçlayıp ridânın içine attı. Sonra:
— "Topla!" diye emretti.
Ben ridâmı topladım.
İşte ondan sonra artık hiçbir hadîsi unutmadım [164]
[1] el-Menkabe, mîm'in ve kâfin fethasiyle mefhar
ma'nâsınadır ki, iftihara sebeb olacak fadl, hüner ve meziyet makûlesine denir.
Araştırılıp anılmaya lâyık olacak haberler, eserler ve mefharelerden ibarettir
ki, el-Meslebe'nin zıddıdır. "O menkabe sahibidir" denilir (Kaamûs
Ter.).
Bazı nüshalarda
"Bâbu'l-Menâkıb" şeklinde gelmiştir. "Kitâbu'l-Menâkıb"
başlığı daha lâyıktır. Çünkü "Kitâb", "Bâb"ları toplar.
Burada ise çok şeylerle ilgili birçok bâblar vardır.
[2] el-Buhârî bu âyeti "eş-Şuûb",
"el-KabâîV ve bunlarla ilgili şeylerin tefsîrini bina etmek için
zikretmiştir. Âyetteki "eş-Şuûb", "eş-Şa'b"m cem'idir.
eş-Şa'b, biriktirmek ve toplamak ma'nâsına olup sonradan ırk i'tibâriyle büyük
insan toplulukları ve milletler ma'nâsında kullanılmıştır. Türk, Arab, Acem,
Rûm camiaları birer şa'b'dır. el-Kabâil de bir babadan üreyen insan
kümesidir... Âyet, babalar ve kabilelerin övünmek için değil, övünme sebebinin
ancak Allah'a tâ-atle ve ma'siyetten çekinmekle kazanılacağını takrîr
etmektedir.
[3] Bu âyet, insanların Âdem ile Havva'dan yâhud herbir
insanın bir ana ve bir babadan yaratıldığını; hepsinin bu yaratılışta müsâvî
olduklarını, soyla sopla böbürlenmeye bir sebeb olmadığını bildiriyor. Zîrâ
ruhlar ancak takva İle, ma'nevî meziyetlerle olgunlaşır, şahıslar onunla
yükselir.
Bu âyet, İnsanın
nesebini, hısımlarını, akrabasını öğrenip tanımasını ve hısımlık ilişkilerini,
bağlarını koparmaması lâzım geldiğini öğretmektedir.
[4] Bu kısım dahî bâb başlığı üzerine atfedilmiştir.
Bundan ölü arkasından bağırıp çağırmak, feryâdla ağlamak veya babasından
başkasına nisbet edilmek gibi İslâm'ın nehyettiği câhiliyet âdetleri
kasdedilmiştir. Bunlara âid yakında bir bâb gelecektir.
[5] Hadîsin başlıktaki âyete uygunluğu meydandadır. Çünkü
âyette "Şuûb" ve "Kabâil"zikredilmiş, İbn Abbâs da
"Şuûb"u "Büyük büyük kabîleler'Me, "Ka-bâil"\
de"Batn"larla tefsîr etmiştir. Bu isimler hakkında şu açıklama
yapılmıştır: Şuûb, Şa'b'm cem'i; "Kabâil", Kabîle'nin cem'idİr.
Arablar cemiyet tak-sîmâtını insan bedeninin hilkatini esâs alarak yapmışlardır.
Şöyle ki: İnsanın kafatasını teşkil eden baş kemiklerinden her birine Kabile ve
toplamına Kabâil denir, ve baş kemiklerinin birbirine kavuşup bitiştiği eke de
Şa'b denilir. Bir babanın sulbünden şu'belenen kesretli bir cemâate, bundan
alınmış olarak Kabile dendiği gibi, birçok kabileleri cami' olan ve mecmû-i
hey'eti bir asl'a men-sûb bulunan büyük cemiyete de "Re's" ve
"Şa'b" ismi verilir. Bu suretle bir asla mensûb olan cemiyetlerin
hepsinin başı ve büyüğü olan cemiyet Şa'b'dır ki, kabileleri ihtiva eder.
Kabîle "Atnâre'lerİ ihtiva eder ki, "Sadr", yânî
"Göğüs" mesabesindedir. "Amâre" "Batn'lan ihtiva eyler
ki, Türkçemizde "Göbek" ta'bîrine benzer. "Batn"
"Fas'ları ihtiva eder; "Fahz" da "Fasî-le"\eri ihtiva
eder, mecmû'u altı tabaka eder. Bâzıları "Fasîle"den sonra yedinci
olarak "Aşiret "\ saymışlardır... (Hakk DM, VI, 4478).
[6] Peygamber'in alçak gönüllülük edip Yûsuf'u kendisinin
de önüne geçirerek: "Yûsuf bütün insanların en şerefiisidir" demesi,
Yûsuf'un azız bir peygamber olması ve bir soydan, bir sırada fasılasız
gönderilmiş olan dört peygamberin dördüncüsü bulunmasmdandır. İnsanlık
târihinde böyle peygamber oğlu peygamber oğlu, peygamber oğlu peygamberin
Yûsuf'tan başka birisinin bilinmemiş olmasındandır.
[7] Hadîsin râvîyesi olan Zeyneb'in anası Ümmü Seleme,
Peygamber'in kadınlarındandır. Ümmü Seleme, ilk zevciyle birlikte Habeş
diyarına hicret etmiş, Zeyneb de orada doğmuştu. Kocasının Habeşistan'da
vefatı üzerine kizıyle beraber Habeşe'den geldiklerinde Peygamber, Ümmü
Seleme'yi nikâh etmiş, bu suretle Zeyneb de üvey kızlık şerefini kazanmıştır.
Hadîste adı geçen Mudar,
Nızâr ibn Ma'd ibn Adnan'ın oğludur. Ve en büyük bir kabilenin babasıdır.
Hadîsteki Nadr ibn Kinâne de -İbn Huzeyme ibn Müdrike ibn İlyâs ibn Mudar
silsilesiyle- Mudar'a dayanıp, birçok kabileleri bulunan Mudar'm Nadr ibn
Kinâne soyudur. Mudar, bir "şa'b"dır. Nadr da o şa'bm kabilelerinden
birisidir. Böylece hadîste Rasûlullah'm uzak yakın; büyük küçük mensûb olduğu
iki kabîle haber verilmiş bulunuyor.
[8] Bu hadîs dahî geçen hadîsin başka bir tarikidir.
Hadîslerin başlığa
uygunluğu; "Peygamber Mudar'dan idi..." sözündedir. Çünkü Mudar,
şa'blardandır.
Bu hadîslerin
getirilmesi, nesebleri, yânî uzak yakın hısımları bilmenin zarurî olduğuna
delâlet etmektedir.
[9] Hadîsin baş tarafında şu fikir anlatılmaktadır:
İnsanlar ma'den cevherleri gibi kimisi hâlis ve kıymeti çok, kimisi de karışık
ve kıymeti azdır. İnsanların câhiliyet devrinde faziletli ve keremli olanları,
İslâm'ı anlayıp amel ettikleri zamanda da faziletli ve keremli olmuşlardır.
Çünkü İslâm'da fazilet, takva iledir. Buna neseb şerefi de eklenince fazileti
daha da çok olmuştur.
Hadîsin sonunda da iki
yüzlü münâfıkın her devirde kötü olduğu bildirilmiştir. Müslim'in Abdullah ibn
Umer'den gelen bir hadîsinde münafık, iki davar sürüsü arasında gidip gelen
bir koyuna benzetilmiştir. Bu şaşkın koyunun iki sürüden bazen birisine, bazen
de öbürüsüne koştuğu gibi, münafık da cemiyet içinde kâh bir halk zümresine,
kâh öbür halk zümresine koşar (el-Câmi'u's-Sahîh, "Sıfatu'I-munâfıkîn ve
ahkâmuhum" 17-"2784").
Kur'ân'-ı Kerîm'de de
münafıkların hâlleri pekçok âyette anlatılır. Bunlardan biri şudur:
"Hakikat münafıklar (akıllarınca) Allah 'a oyun etmek isterler. Hâlbuki
O, kendi oyunlarım başlarına geçirendir. Onlar namaz kıldıkları vakit üşenç
üşene kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah'/ ancak birazcık hatıra
getirirler. Onlan(küfüT jlelmân) arasında bocalayan bir sürü kararsızlardır.
Ne onlara, ne bunlara (mal olurlar). Allah kimi şaşırtırsa, artık ona bîr yol bulamazsın''
(en-Nisâ: 142-143).
[10] Bu da zikredilen Ebû Hureyre hadîsinin başka bir
tarîkidir.
Bu hadîsi Müslim de
el-Magâzî'de ve el-Fadâil'de tahrîc etmiştir. Hadîsin birinci kısmı Câhiliyet
devrine âİd ict'İmâî ve siyâsî vaziyeti hikâye etmektedir. Bu sebeble nâs
ta'bîri, Arab kabilelerini; müslim ta'bîri de Câhiliyet devrindeki Hanîfler'i
ifâde etmektedir. Buna göre hadîs, Arablar arasında İslâm'dan evvelki ve
sonraki emaret şeklini işaret etmektedir.
[11] Bu âyette zikrolunan "el-Kurbâ( = Yakınlık)
"dan murad, bâzılarına göre Pey gamber'e olan hısımlıktır. Onun yakın
hısımları Alî, Fâtıma, Hasen, Hüseyin'dir. Bâzıları bu hısımlığı, herbiri
Peygamber'e hısım olan Kureyş batn'larına teşmîl etmişlerdir. İbn Abbâs
bunlardandır. Bir de denildi ki, "el~Kurbâ", Allah'a takarrubdur.
Buna göre âyetin meali şöyle olur: "De ki: Ben bu tebliğime karşılık sizin
tâat ve iyi amellerinizle A ilah 'a îakarrub, O 'na ve Rasûlü 'ne sevginizden
başka hiçbir mükâfat istemiyorum" (Beydâvî, Medârik).
[12] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rabıa
veMudar'dadır" kavlinden alınabilir. Çünkü bunlar iki kabiledir.
[13] Bu hadîsin başlığa uygunluğu da bundan önceki gibidir.
Hadîsin sonunda Bu-hân, o ta'bîrlere âid bilgiler vermiştir.
[14] Kureyş, Peygamber'in büyük babalarından Fihr İbn
Mâlik'in adıdır. Fihr, onun lakabıdır. Kureyş kabilesinin bütün soyları buna
nisbet olunur. Neseb zinciri şöyledir: Fihr İbn Mâlik ibn Nadr ibn Kinâne ibn
Huzeyme ibn Müdrike ibn İlyâs ibn Mudar.
İbn Hişâm'a göre Kureyş
adı, Fihr'in değil, Nadr'mdır. Nadr'm çocukları ve torunları Kureyşî'dir.
Âlimler cumhuruna göre de böyledir.
[15] Hadîsin açıklaması: Rivayete göre Abdullah ibn Amr,
Tevrat okur ve orada gördüğü şeyleri hikâye ederdi. Şu kadar ki, Abdullah ibn
Amr bunları Rasûlullah'a İsnâd ederek hikâye etmezdi. O, bunları bir Tevrat
haberi olarak naklederdi. Bu arada Kahtân'dan bir melik çıkacağını da
nakletmişti. Muâvİye emirliği zamanında bunu işitmiş ve buna sinirlenerek
yanında bulunan Kureyş hey'etine hitaben metindeki konuşmayı yapmıştır.
[16] Şârih Aynî bundan önceki hadîsle ilgili bâzı
mukaayeseli açıklamalar yaptıktan sonra, Ahmed ibn Hanbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî
ve Nesâî'nin Rasûlullah'ın kölesi Sefîne'den rivayet ettikleri şu mealdeki
hadîsi naklediyor: RasûluIIah (S): "Benden sonra hilâfet ancak otuz sene
devam edecektir. Ondan sonra melik devri gelir" buyurmuştur. Diğer
rivayete göre: "Otuz seneden sonra Allah, mülkünü o kullarının idaresini
dilediği kimseye verir" buyurmuştur. Rasûlullah'ın dört halîfesi ile
torunu Hz. Hasen ibn Alî'nin altı ay kadar halifelik zamânla-nyle, bu otuz sene
tamam oluyor. Hicretin kırkıncı yılında Hasen, Muâviye hesabına hilâfetten
çekilmiş bulunuyor ve bu târihten i'tibâren imamet, emaret, saltanat devri
başlıyor...
Hilâfette Kureyşli
Olmanın Şart Kılınmasında Hikmet ve Sakıt
Olmasının Keyfiyeti
"Hilâfetten esâs
gaye olan şeriat hükümlerini tenfîz ve ümmetin işlerini tan-zîm, kuvvet ve
iktidara dayalı bulunduğundan hilâfetin şartlarından asi ve akdemi kuvvet ve
kudrettir. İslâm'ın evvelinde Kureyş kabilesi büyük bir aşîret idi ki, şeref,
haseb, neseb, sayı çokluğuna ve mülkün, muhafazasına; ümmetin işlerini
görmekte, şeriat hükümlerini infazda kuvvet ve kudret cihetinden diğer
kabilelerden daha üstün durumda idi. Binâenaleyh hilâfet vazifesini icraya Kureyş
kabilesinde fevkalâde liyâkat ve isti'dâd bulunmaktaydı. İşte bundan dolayıdır
ki Peygamber "İmâm Kureyş'tendir" hadîsi ile hilâfet işini Kureyş
kabilesine tahsîs buyurmuştur. Yoksa bu hadîsten maksad, Kureyş'in, sırf
Pey-gamber'in sülâlesine'intisâblan demek değildir. Çünkü "Biz
peygamberler mî-râs bırakmayız"hadîsi ile, peygamberlerin mîrâs
bırakmadıkları açıklanmıştır. Binâenaleyh birinci hadîs ile hilâfet ve imametin
Kureyş kabîlesine tahsîs buyu-- rulmasi, o hilâfetin en önde gelen şartı olan
kuvvet ve kudretin onlarda tamamen mevcûd bulunmasına dayanmakta idi.
^ Peygamber vefat
ettiği gün, Kureyş ile Ensâr, halîfe seçimi için Benû Sâide sakîfesinde
toplandıktan sonra, Ensâr: "Kureyş'ten bir emîr, Ensâr'dan bir emîr ta'yîn
olunmak" fikrini ortaya atmışlarsa da, Kureyş kabîlesi o sırada hilâfetin
hem sıhhat ve hem
evleviyetinin şartlarını tamamen hâiz olup, her cihetten hilâfete ehliyet ve
istihkaaklan bulunduğundan, Ebû Bekr: "imâm Kureyş'tendir" hadîsini
hüccet getirerek Ensâr'ı susturup, hem Muhacirler hem de Ensâr topluluğu
beraberce Ebû Bekr'e bey'at etmişlerdi. Bu şekilde hilâfet makaamı Kureyş'in
idaresine geçmiş oldu. Bu târihten i'tibâren hilâfet makaamı Râşid Halîfeler
zamanında kamilen (noksansız), Emevîler ve Abbasîler zamanlarında da noksan
olarak Kureyş kabilesinin uhdesinde bulundu. Fakat Abbasî saltanatının
sonlarında şevket ve satvetlerine, kuvvet ve kudretlerine bir zayıflık ve
bozukluk arız olarak, hilâfetin ilk önde gelen şartını kaybettiler. O sırada nüfuz
ve iktidar kazanmış olan Deylem ve Selçuk kabîleleri, bunca zamandan beri
Kureyş kabîlesinin uhdesinde devam etmiş olan İslâm hilâfetini (siyaseten) uhdelerine
aldılar.
Daha önce arz edilen
Hilâfetin Hâşim ve Kureyş kabilelerine mensûb olması, hilâfetin sıhhatinin
şartı olmayıp, evleviyetinin şartı olduğundan, ihtiyâç ânında sakıt olacağına
ve binâenaleyh Kureyş kabîlesine mensûb olmayan halı-. fenin de HilâfetM sahîh
olduğuna İslâm âlimlerinin pekçoğu kaail olmuşlardır. Sahîh-i Müslim'de de
"Sizin üzerinize başı kuru üzüm gibi siyah Habeşli bir köleta'yîn olunsa,
onu dinleyip itaat ediniz"ve "Sizleri, Allah'ın Kitabı'na göre idare
edecek olan emîriniz Habeşli bir köle olsa bile ona itaat ediniz"
hadîsleri .... ile Kureyşli olma şartının ortadan kalkarak, Kureyşli olmayan
halîfenin hilâfeti sahîh olduğunu açıklamışlardır.
Binâenaleyh Emevî ve
Abbasî halîfelerinin hilâfeti nasıl sahîh ise, sıhhatinin şartları
bulunduğunda Osmanlı pâdişâhlarının hilâfetleri de sahîh olmuştur...
Şu kadar var ki, gerek
Emevî ve Abbasî ve (gerekse diğer halîfelerin), hilâfetin hem sıhhat ve hem
evleviyetinin şartlarını tamamen üzerlerinde toplama-mış olduklarından, Râşid
Halîfeler devrinde olduğu gibi Hilâfet'leri kâmil değildir. Bunda ise Osmanlı
Halîfesi ile Abbasî ve Emevî Halîfesi arasında asla fark yoktur... Binâenaleyh
gerek Emevî, Abbasî olsun gerekse Osmanlı olsun bir halîfeye bey'at olunduktan
sonra "Allah'a ve Rasûlü'ne ve sizden olan emîr sahihlerine itaat
ediniz" (en-Nisâ: 59) âyeti gereğince bütün müslümânlann ve himâyesi
altında bulunan gayrı müslimlerin halîfeye İtaat ve boyun eğmeleri vâ-cibdir.
(İskilibli Mehmed Atıf, Şeriat Medeniyeti, İstanbul, 2. baskı, s. 25-28; Prof.
Muhammed Hamîdullah, RasûluIIah Muhammed, İstanbul 1973 adlı eserin 323 vd.
sahîfesinde bu hadîsle ilgili güzel bir tevcîh daha vardır).
îbn Haldun diyor ki:
"Hilâfet mansıbının şartlan beş olup dördünde büyük dîn imamları ittifak
ettikten sonra vakt-i hacette sükûtuna dahî zâhib olup, ve beşinci şartta
ihtilâfa düştüler. Birinci şart: İlm-i ictihâd; ikinci şart: Adl-i dâd; üçüncü:
Kifâye ve şecaat ve dördüncü: Havâss ve azanın re'y ü amelde halel ve noksanını
mûcib ilel ve afattan salim olmasıdır. Beşinci şart, neseb-i Kureyşt olup büyük
dîn imamlarının bâzıları bu şartı umûm üzere i'tibâr ve bâzıları dahî terk ve
ihmâl ettiler" (İbn Haldun, Mukaddime; s. 187'den naklen Prof. Dr. Ahmet
Reşit Turnagil, İslâmiyet ve Milletler Hukuku, İst. 1972, s. 40, dipnot: 45).
İbn Haldun bunları belirttikten sonra halîfenin Kureyş'ten olması konusundaki
şartı da ele alıp, yukarıdakilere benzer mütâlâalar beyân ediyor, aynı zamanda
muhtelif mezheblerin görüş ve tenkitlerini naklediyor.
[17] Bu hadîs, ayniyle Humus Kitâbı'nda ayrı bir tarîkle
geçmişti.
Hadîsin sonundaki ta'lîk
biraz sonra gelecek hadîsin kısaltılmışıdır. Rasûlullah'm onlara hısımlığı: a.
Anası Âmine cihetindendir; çünkü o, Âmine bintu Vehb ibn Abdi Menâf ibn Zuhre
ibn Kilâb ibn Murre'dir. b. Ve Peygamber'in dedesinin babasının dedesi olan
Kusayy ibn Kilâb cihetindendir. Çünkü onlar Kusayy'ın erkek kardeşleridir
(Kastallânî).
el-Buhârî'nin Humus
Kitâbı'nda ibn İshâk'tan muallak bir surette rivayetine göre Muttalib, Hâşim,
Abdu Şems ana bir kardeştirler; anaları da Âtike bintu Murre'dir. Nevfel ile de
bu üçü baba bir kardeşlerdir; babalan da Abdu Menâf'tır. Nevfel'in anası ise
Vâkıde bintu Amr'dır.
[18] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır.
[19] Bu muttasıl hadîs, bundan önce geçen muallak hadîsi
açıklıyor: Şöyle ki: Abdullah ibnu'z-Zubeyr ibni'l-Avvâm, Âişe'nin
kızkardeşinin oğludur. Çünkü Abdullah'ın anası Ebû Bekr'in kızı Esmâ'dır.
Esmâ'nın anası da Ümmü'1-Uzzâ Kayle yâhud Kuteyle bintu Abdi'l-Uzzâ'dir.
Âişe'nin anası Ümmü Rûmân bin-tu Âmir'dir. Esma, Âişe'nin baba bir
kizkardeşidir. Âişe, Abdullah'ı çok seviyordu... (Aynî).
Aİşe: "Üzerime adak
olsun" yerine "Üzerime bir k^!_ âzâd etmek yâhud bir ay oruç tutmak
adak olsun" gibi belli bir iş söylemiş olmamı temenni ettim ki, keffâreti
de belli ve muayyen olsun; bu yapılınca da yemînden kurtulunsun, demiş oluyor.
Çünkü "Üzerime adak olsun" mübhem bir yemîndir. Bu söz yaptığı
keffâretlerden daha çoğunu da muhtemel olur. Onun için kalbi bir, iki ve daha
çok köle âzâd etmekle yatışmadı. Bu, Âişe tarafından kesin şekilde zimmetten
berî olmak hususunda ihtiyat ve içtihadın kemâlinde bir mübalağadır. Belki
Âişe'ye "Nezr keffâreti, yemîn keffâretidir" tarzındaki Müslim hadîsi
ulaşmamıştı. Eğer bu hadîs kendisine ulaşsaydi, Âişe, keffârette böyle
mübalağa yapmazdı (Kastallânî).
[20] el-Buhârî burada Usmân'ın mushaflar yazdırmayı
emretmesi hakkındaki Enes hadîsinin bir tarafını getirdi. Bu hadîs Kur'ân'ın Faziletleri
Kitâbı'nda geniş olarak gelecektir. Hadîsin Kureyş'in Menkabeleleri Kitâbı'na
girmesi sebebi meydandadır (İbn Hacer).
Yüce Allah ' 'Biz hiçbir
peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyîe göndermedik ki, onlara apaçık
antetsin... " (İbrâhîm: 4) buyurdu. Peygamber, Ku-reyş'tendir. Bu sebeble
Kur'ân da Kureyş dilinde indirildi.
[21] Rabîa ile Mudar'ın İsmail'e nisbeti üzerinde ittifak
edilmiştir. Yemen ehline gelince,
onların nisbetlerİnin topluluğu Kahtân'a ulaşır.
[22] Rasûlullah'a göre Arablar'ın hepsi İsmâîl Peygamber
evlâdından olduklarını İbn Sa'd, Alî ibn Rebâh'tan rivayet etmiştir. Bu
cihetle-Eşlem oğullan'na İsmâîl oğulları diye hitâb etmiştir.
[23] Unvanlı başlığa uygunluğu, tezâd ve mukaabele
yönündendir. Çünkü eşya, zıd-dıyle tebeyyün eder. Zîrâ hadîste hakîkî sahîh
nesebin zikri vardır; bunda ise bâtıl olan nesebin zikri vardır. Bu hadîste
bâtıl neseb iddia edene men' ve azarlama vardır (Aynî).
[24] Bu hadîsin uygunluk ciheti de bundan önce geçen
hadîsin başında zikrettiğimizin benzeridir. Bu hadîste bu üç şeyde yalanın
şiddetlendirilmesi hükmü vardır.
[25] Bu hadîsin başlığa uygunluğu belki Rabîa ve Mudar
kabîle isimlerinin zikri sebebiyle olabilir. Çünkü bu iki kabilenin İsmâîl'e
nisbetleri hususunda söz yoktur. Hadîs, biraz farklı sened ile îmân Kitâbı'nda da geçmişti.
[26] Rasûlullah, fitnenin çıkış yerinin doğu taraf olduğunu
bildirmektedir. Hakîkaten târihte bunu doğrulayan hâdiseler hep doğu tarafta
vukû'a gelmiştir, belki istikbâlde meydana gelecek büyük beşerî fitne ve
felâketlerin çıkış yerine de işaret etmektedir. Bu hadîs de İblîs'in Sıfatı
kısmında geçmişti.
[27] Bu beş kabîle Câhiliyet devrinde diğerlerinden ayrı
olarak kuvvet ve şeref içinde idiler, tslâm gelince en sür'atli şekilde
İslâm'a girdiler. Bu sebeble şeref onlarda oldu.
[28] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Hadîs Kureyş'in
Menkabeleri'nde de geçmişti. Son cümle ilk cümleyi takrîr edicidir. Bunda bu
kabîleler lehine apaçık bir fazîlet vardır.
[29] Usayye kabîlesinin Allah'a ve Rasûlü'ne isyanı,
bunlara dîn ve Kur'ân öğretmeni olarak gönderilen kırk kişilik ilim
topluluğunu Maûne Kuyusu yakınında kılıçtan geçirmeleridir. Rasûlullah bu
hâinlere kırk sabah la'net etmiş ve "Usayye, Allah'a ve Rasûlü'ne âsî
olmuştur" buyurmuştur.
[30] Ey muhâtab! "Gıföru, Gafara'llâhu lehâ..."
sözündeki cinasa bak, ne kadar güzeldir, kulağa ne kadar lezzet vericidir!
Kalbi ne kadar düşündürücüdür! Te-kellüften ne kadar da uzaktır...
(Kastallânî).
[31] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. el-Buhârî bu hadîsi
iki tarîkten getirdi.
[32] Bu hadîslerde sayılan kabileler, Arablar'm en
cem'iyetlİ soylarıdırlar. Bunlardan dört evvelkiler, sonrakilerden daha önce
ve harbsiz, kendi arzûlanyle müs-lümân oldukları ve fıtratan güzel ahlâklı ve
ince kalbli oldukları için, Peygamber, öbürlerinden daha hayırlı olduklarını
yemîn ile te'yîd ederek bildirmiştir. Böyle iken Akra' ibn Hâbis'in bunları
hacı vurgunculuğu ile itham etmesi, asabiyyet gayretinden ve müslümânlıkta
ötekilerin öne geçmiş bulunmalarından ileri gelmiştir. Nitekim Akra'nın
kendisi de Mekke'nin fethi sırasında müslümân olmuş ve "ei-Muetlefetu
kuiûbuhum" (et-Tevbe: 60) zümresinden bulunmuştur. Kendisi Benû Temîm
şerîflerindendir. Huneyn'de ve Tâîf muhasarasında bulunmuş, Peygamber ona yüz
deve ihsan eylemişti.
[33] Bu, Ebû Hureyre üzerine mevkuf bir tariktir. Bunu
Müslim, merfû' olarak tah-rîc etmiştir.
[34] Başlığın birinci kısmına uygunluğu meydandadır.
el-Buhârî başlıkta zikrettiği hâlde "Bir kavmin âzâdlısı
kendilerindendir" hadîsini metîn olarak getirmedi. Bunu Farâİz'de Enes
hadîsinden olmak üzere getirmiştir; lafzı şöyledir: "Bir kavmin âzâdlısı
kendilerindendir". Burada onu getirmemesi, orada zikretme-siyle
yetinmedir.
[35] el'Câmi'u's-Sahth'in Kerîme ve diğer nüshalarında
başlık bu şekilde gelmiştir. Ebû Zerr nüshasında ise "Bâbu kıssatı
Habeş" şeklinde vâki' olmuştur. Bâzı nüshalarda başlıkların sırasında öne
geçme ve geri kalma şeklinde değişiklikler vardır. Birçok nüshalarda Zemzem
kıssası, Ebû Zerr'in İslâm'ı kıssasıyle birlikte getirilmiştir. Zemzem'in, Ebû
Zerr'in kıssasıyle ilgisi, Ebû Zerr'in Mekke'de ikaamet ettiği müddetçe Zemzem
suyu ile yetinmesi vâkıasıdır (İbn Hacer).
[36] Hadîsin başlıktaki hususlara uygunluğu meydandadır.
Çünkü içinde Ebû Zerr'in İslâm'a girişi ve Mescidde kaldığı müddetçe Zemzem
suyunu içmekle yetinmesi zikredilmektedir. Hadîs Müslim'de daha geniştir.
Ebû Zerr el-Gıfârî, İlk
müslümân olan beş zâtın beşincisi olduğu, İslâm'ı kabulü da'vetsiz, kendi
arzusu ile ve yüksek bir irâdenin eseri bulunduğu için, İbn Abbâs gibi büyük
bir sahâbî âlimi onun bu İslâm'a girme menkabesini taf-sîlâtıyle rivayet etmiş,
İmâm el-Buhârî de bu rivayeti müstakil bir bâb açarak Sahth'ine almıştır.
Ebû Zerr ilimde, zühd
ve takvada, harb ve cihâdda, doğru ve düzgün söz söylemekte, ihlâs ve
samimiyette başlı başına bir şahsiyet idi. İlimde Abdullah ibn Mes'ûd'a denk
idi. Yalnız idarî ve mâlî işlerde garîb İctihâdlan vardı. Meselâ, bir kişinin
iki dirhem ve iki dînâra mâlik olmasını, Kur'ân'da kötülenen "Kenz "
(et-Tevbe: 35-36) cümlesinden sayardı. Beytu'l-mâlden verilen dörtyüz dînâr
hissesini aldığı gün hepsini fakirlere dağıtırdı. İhtiyâç zamanı için muhafaza
etmezdi: Azîz Dostum (S) bana "Çıkınlayıp ağzı bağlanan her altın, gümüş
birer ateş parçasıdır. O -Allah rızâsı için muhtaçlara verilinceye
kadar-sâhibiniyakar" diye vasiyyet etti, derdi. Peygamber'in vefatından
sonra Şam'da ikaamet etti. Muâviye'nin emirliği zamanında bu ictihâdlan ve
Muâviye'nin saltanat sistemli idaresini açıktan tenkîd ettiği ve bu tenkîdlerin
halka te'sîr etmesi üzerine evvelâ Medîne'de, sonra da Rebeze'de oturtuldu. 32
yılında orada vefat etmiştir.
[37] Kahtân, îsmâîl zürriyetinden mi, yoksa değil mi;
ihtilaflıdır. Himyer, Kinde, Hemdân ve diğerlerinden olan Yemen nesebleri,
Kahtân'a varıp dayanır.
Hadîsin başlığa
uygunluğu Kahtân isminin zikredilmesindedir. el-Buhârî bunu Fiten'de de
getirmiştir. Hadîs, oradan çıkacak melikin sert ve zalimane idaresini ifâde
etmektedir.
[38] Câhiliyet da'vâsı, Câhiliyet çağrısı demektir ki,
Arab'ın kendi kabîlesinden im-dâd İçin: Ey Fulân oğulları, yetişiniz! diye
bağırmasıdır. Bu çığlığı işiten kabîle halkı toplanarak yardım isteyene zâlim
olsa bile yardım ederlerdi. İslâm böyle zorbalıkla, kavim-kabîle kuvvetiyle
hakk alma da'vâsını kaldırıp, medenî bir adalet nizâmı ortaya koymuştur.
[39] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bu Câhiliyet da'vâsı
ne oluyor?" sözündedir.
Hadîste bildirilen
Abdullah ibn Ubeyy'in o kötü sözü Kur'ân'da da nakledilmiştir: "Onlar
'Eğer Medine'ye dönersek, and olsun en şerefli ve kuvvetli olan, oradan en
hakir olanı muhakkak çıkaracaktır' diyorlardı. Hâlbuki şeref, kuvvet ve galibiyet
Allah'ındır, Peygamberinindir, müzminlerindir. Fakat münafıklar (bunu)
bilmezler" (el-Munâfıkûn: 8).
[40] Hadîsin başlığa delîlliği meydandadır. el-Buhârî, bunu
Cenazeler Kitâbı'nda da getirmişti
[41] Huzâa, en eski bir Arab soyu olan Ezd şa'bımn bir şu'besidir.
Evs ve Hazrec, Ezd şa'bından ayrılan ve Seylu'l-Arîm'in meydana gelmesi üzerine
Yemen'deri Medine'ye hicret eden bir soy oldukları gibi, Huzâa da Mekke'ye göç
edip gelen bir Ezd soyudur.
Ensâb ilminin ilk
müelliflerinden er-Rİşâtî'nin beyânına göre Huzâa, Amr ibn Rabîa'dır ki, Rabîa,
Luhayy ibn Harise diye de anılır. Bu silsile ensâb âlimlerinden "Huzâa
Yemenli'dir" diyenlerin mezhebidir. Huzâa'nm Mudar'dan olduğunu ileri
sürenlere göre de, Huzâa, Amr ibn Rabîa ibn Kam'a ibn Hm-dif'tir. Bu zümre gelecek
olan Ebû Hureyre hadîsini hüccet getirmişlerdir. Şu hâlde her iki zümreye göre
Huzâa'nm adı Amr'dır; Huzâa, lakabıdır. Babasının adı da Rabîa'dır, Luhayy
diye de anılır. Bunda ensâb âlimlerinin İhtilâfı yoktur. İhtilâf yalnız
büyükbabasındadır. Huzâa'nm Yemenli olduğunu kabul edenlere göre büyükbabası,
Harise ibn Amr'dır. Mudar'a nisbet edenler de dedesi Kam'a ibn Hındif tir
dediler.
Bâzı ensâb âlimleri de
bu iki görüşü şöylece birleştirirler:' 'Kam'a ibn Hın-dif'in karısı, oğlu
Luhayy'e gebe iken Kam'a ölmüştür. Bunun üzerine kadın, Yemen'e, Harise ibn
Amr'ın yanma gitmiş ve orada doğurmuştur. Bu sebebîe Harise, Luhayy'ı evlâd
edinerek kendisine nisbet etmiştir" demişlerdir.
Amr ibn Rabîa'ya Huzâa
denilmesinin sebebine gelince, müelliflerin bildirdiklerine göre, Yemen'in
Me'rib şehrindeki su bendi yıkılıp Seylu'1-Arîm de nilen âfetin meydana gelmesi
üzerine susuz kalan Ezdiler etrafa dağıldıkları sırada, diğer Ezd
kabilelerinden ayrılarak, oğlu İle birlikte Hicaz'a gelmiş ve Mekke civarına
yerleşmiş olmasıdır. Çünkü Huzâa kelimesi, birşeyden ayrılmış parçaya denir.
Huzâa, Mekke'ye
yerleştikten sonra, orada İsmâîl Peygamber zamanından beri mekân tutmuş ve
Mekke'nin idaresini, Ka'be'nin bütün vazifelerini ellerine almış olan
Cürhümîler'i oradan kovup, idareyi eline almıştır. Bir müddet sonra
Peygamberdin dedelerinden Kusayy ibn Kilâb, Huzâî başkanlarından HuleyPİn kızı
Hıbâ ile evlendiği için, Peygamber'in dedeleriyle ve Ka'be'nin hakîkî bir
vârisi ile hısımlık kazanmışlardır. Fakat Huleyl'in vefatından sonra Kusayy,
Mekke'nin idaresine ve Ka'be'nin bütün vazifelerine hakk kazanarak eline almış
ve üçyüz küsur sene devam eden Huzâî idaresine son vermiştir (Bâzı
kısaltmalarla Aynî'den),
[42] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır.
Hındif, kabîlenin
anasıdır. Handefe, yânı hervele ile yürüdüğü için bununla lakablandırıldı. Bu
kadının oğullan, babalarına değil de analarına nisbetle meşhur oldular. Kam'a
da anasına nisbet edilmiştir. Yoksa onun babasının ismi İlyâs ibn Mudar'dır.
Hadîsteki Ebû Huzâa kavli, o Ezd'den bir soydur demektir (Aynî).
[43] Amr ibn Luhayy, Sâibe ve Bahîra bid'atlerinden başka,
İbrahim ve oğlu İsmâîl Peygamberler'in tebliğ ettikleri tevhîd dînini ilk bozan
ve ilk put diken; Vasîle, Hânı adaklarını ilk îcâd eden kimsedir. Bir ara Amr,
Mekke'den Şam'a gitmiş, Belkaa mıntıkasmdaki eski Maâb şehrine vardığında
Amâlika'nm putlara taptıklarını görmüştü. Bu putlardan kurak zamanlarında
yağmur, harb ve felâket zamanlarında yardım dilediklerini öğrenmiş; onlardan
isteyip aldığı Hubel adlı putu götürüp Ka'be'ye dikti. Halkı buna ta'zîm ve
ibâdete da'vet etti... (İbn İshâk).
Aynî'nİn bildirdiğine
göre, târihte meşhur olan Lât putu da Huzâa'nın eseridir.
İşte Amr ibn Luhayy
tarafından ortaya konulan bu bid'atler, Kur'ân'da da bildirilip reddedilmiştir:
"Allah ne Bahîre'den, ne Sâibe'den, ne Vasîle'den, ne de Hâm 'dan
hiçbirini (meşru') kılmamıştır. Fakat o küfredenler Allah 'a karşı (bize
bunları o emretmiştir diye) yalan düzerler. Onların çoğunun (avâmm) ise
akılları ermez" (el-Mâide: 103).
Ulaştığımız Onbeşincİ
Hicret Asrı'nda da maalesef Amr İbn Luhayy zihniyetinde birtakım putçu ve
bid'atçı zümreler hâlâ mevcûddur!...
[44] Başlık Ebû Zerr nüshasında böyle gelmiştir.
Başkalarında ise sâdece "Arab'ın Cahilliği Babı" şeklindedir. Doğru
olan da bu ikincisidir. Çünkü burada Zemzem ve onunla ilgili birşey
zikredilmemiştir. Bâzı nüshalarda ise bu bâbdan ön ce Ebû Zerr'in İslâm'a
girmesi babı vâki' olmuştur (Aynî).
[45] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Arab'ın
cahilliği" sözündedir. Hadîste başr lığın birinci kısmına âid birşey
yoktur.
İbn Abbâs, Saîd ibn
Cubeyr'e Arab'ın cahilliğini apaçık gösteren âyetleri ta'rîf edip öğretmiştir
ki, bunlar el-En'âm Sûresi'nin 136. âyetinden i'tibâren 140. âyetine kadar
devam eden âyetlerdir. İbn Abbâs bunlardan sonuncusunu okumak suretiyle son
hududu belirtmiş oluyor:
' 'Onlar A Hah için, O
'nun yarattığı ekin ve meyvelerle hayvanlardan bir hisse ayırdılar da kendi boş
zannlannca 'Şu Allah 'm' dediler, 'Şu da ortaklarımız (olan putlar)zrt'.
Ortaklarına âid olanlar Allah 'a ulaşmaz amma, Allah 'a âid olanlar; (evet)
onlar ortaklarına gider! Hükmedegeldİkleri bu şeyler ne kötüdür! Bunun gibi
onların ortakları (olan o putların hizmetçileri), müşriklerden birçoğuna -hem
onları helake düşürmek, hem kendilerine karşı dînlerini karmakarışık etmek
için- öz evlâdlarını (kendi elleriyle) öldürmesini hoş göstermiştir. Eğer Allah
dileseydi bunu yapmazlardı. Artık sen onları düzmekte devam ettikleri o
yalanlarla başbaşa bırak. Onlar bâtıl zannlarıyle dediler ki: 'Bu davarlarla
ekinler haramdır. Onları bizim dilediklerimizden başkası yiyemez. Şu davarların
da sırt-Iarı{n3. binmek) haram edilmiştir \ Birtakım davarlar da vardır fii,
üzerlerine Allah *m ismini anmazlar onlar. (Besmelesiz öldürüp veya ölü olarak
yerler. Bütün bunları) O'na (Allah'a) karşı (böyle emrediyor diye) iftira
ederek (uydurdular). O (Allah), bunları, yapmakta oldukları İftiraları yüzünden
cezalandıracaktır. Bir de (şöyle) dediler: 'Şu davarların karınlarında
bulunan(yavru)lar (canlı doğarsa) sâde erkeklerimiz için (halâldır),
kadınlarımıza haram kılınmıştır. Eğer o, ölü (doğar) ise onlar bunda
ortaktırlar'. (Allah) onların (bu halâldır, bu haramdır yollu) vasıflarının
cezasını verecektir. Şübhesiz ki O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyle
bilendir. İlimsizlik yüzünden çocuklarını beyinsizce öldürenlerle Allah 'in
kendilerine ihsan ettiği (halâl) rızkı, Allah 'o iftira ederek, haram sayanlar
muhakkak ki maddî ve ma 'nevî en büyük zarara uğramıştır. Onlar şübhesiz ki
sapmışlardır ve (ondan sonra) doğru yolu da bulamamışlardır" (el-En'âm:
136-140).
[46] Hadîsin başlığın İlk kısmına uygunluğu meydandadır.
Çünkü Peygamber Yûsuf'u babalarına nisbet edince, bunun diğerlerinde de
cevazına delîl olmuştur.
İbn Umer ile Ebû
Hureyre'nin burada ta'Iîk şeklinde verilen rivayetleri Ehâ-dîsu'l- Enbiyâ'da
senediyle geçmişti. el-Berâ'nin hadîsi de mevsûl ve uzun bir metin hâlinde
Cihâd Kitâbı'nda, "Hezîmet sırasında sahâbîlerinî saff yapan kimse
bâbi"nda geçmişti. el-Berâ hadîsi de başlığın ikinci kısmına delîl
olmuştur. Çünkü Peygamber kendisini, dedesi Abdulmuttalib'e nisbet etmiştir.
[47] Bu hadîsin de başlığa uygunluğu, Peygamber'in kendi
aşiretini, her kabîleyi babalarına nisbet ederek zikretmesi yönündendir.
[48] Bu hadîs de yukarıdaki hadîsin diğer bir tarikidir.
[49] Bundan Önceki hadîslerde olduğu gibi, burada da
RasûluIIah Kureyş oymaklarını husûsî surette ve ma'lûm olan baba adlarıyle
birer birer çağırıp hitâb etmiştir. Peygamber, Kureyş soylarını bir formül ve
birbirinin aynı olan bir cümle ile da'vet etmiştir. Çünkü bu dînî bir akiddir,
bir ahd ve misâktır. Bu sebeble Peygamber her kabîleyi andıkça "İbâdet ve
ubudiyet mukaabilinde kendinizi Allah'tan satın alınız!" buyurmuştur.
Binâenaleyh bu tekrar, akdin ve ahdin îcâ-bıdır, edebî üslûba aykırı bir ıtnâb
(yânî uzatma) değildir, tamâmiyle hukuk üslûbuna uygundur.
[50] Buradaki iki hadîsin başlıktaki kısımlara uygunluğu
bellidir. Bu hadîsler Kitâbu'l-lydeyn'de tam ve açıklamalı olarak geçmişti.
el-Habeşu, el-Habeşetu,
el-Uhbuşu, karalar taifesinden bir cins nâsın ismidir, evvelkilerin cem'i
Hubşân gelir, üçüncüsünün cem'i Ehâbiş gelir... (Kaa-mûs Ter.)
Er/ide, bu kavmin dedesi
veya ninesidir.
[51] Yânî soyuna, ana-babasına ve dedelerine sövülmemesini,
kötülenmemesini, onlara ilgi ve muhabbet beslenerek söz gelmesine karşı
kıskanç olmak isteyen kimse babı.
[52] Başlık ile hadîs arasındaki uygunluk noktası
Rasûlullah'ın Hassân'a: "Kureyş obaları arasında benim soyum da vardır,
onlar nasıl olacak?" buyufmasıdır. Pey-gamber'in bu sorusundan, hiciv ve
kötüleme şekillerinin çoğu kişinin soyuna eksiklik vereceği anlaşılır.
Peygamber, Hassân'a
istediği izni verdi. Ve Ebû Bekr'e git, Kureyş soylarını o daha iyi bilir...
buyurdu. Hassan da Ebû Bekr'e gitti. Sonra geldiğinde: Yâ Rasûlallah! Hakîkaten
Ebû Bekr nesebiniz Hâşim oğulları'nı Kureyş'in yüz kızartan ayıplarından
ayırmak için bana çok kıymetli bilgiler verdi, demiştir. Peygamber, Hassân'ı
Kureyş şâirlerine karşı mukaabeleye teşvik etmiş. "Hassan, Rasûlullah
nâmına İslâm'ı müdâfaa için güzel kokulu nefesini sarf et -tikçe Cebrail onunla
beraberdir" demiştir. Hattâ şiir yarışının ateşlendiği günlerde:
"Allah'ım, Hassân'ı Rûhu'1-Kuds ile kuvvetlendir!" diye duâ etmiştir.
[53] Buhârî iki âyetin bu iki cümlesini bu baba unvan
yapmakla, Rasûlullah'ın en meşhur isimleri Muhammed ve Ahmed olduğuna işaret etmiştir.
Bu iki isim Hamd maddesinden alınmıştır ki, kişinin fazîletini anarak
övmekten'ibârettir. Şu hâlde Ahmed, Allah'ı yüce sıfatlarıyle ve kudret
eserleriyle öven ve övmesini bilen kimse demektir. Muhammed de fazilet ve
güzellikleri anılarak övülmüş kimse demektir. Peygamber'in Ahmed adı, geçmiş
peygamberlerin kitâblarmda zikredilmiş; Muhammed adı ise Kur'ân'da verilmiş
olup, her ikisi de en güzel iki isimdir. Gelecek hadîste kasdolunan da bu
alemiyettir.
[54] Hadîsin başlığa uygunluğu bellidir. Hadîsteki beş
adedi -adet mefhûmunun kıymeti olmadığı ilmî esâsı gereğince- ziyâde sayıyı
reddetmez. Bir de bu beş adın eski kitâblarda bulunmaları ve geçmiş ümmetlerce
tanınmış olmaları cihetiyle tahsis ile ifâde edilmiş denilebilir.
[55] Kureyş, Peygamber'i kötüleyecek bir husus bulamayınca
gülünç şeyler uyduruyorlardı. Onlardan biri de bu hadîste haber verildiği
üzere, "Medholunmuş" demek olan "Muhammed"i,
"Zemmolunmuş" demek olan "Muzemmem"le değiştirmeleridir.
Bunu değiştiren Ebû Leheb'in karısı ve Ebû CehPin kızkar-deşi Avrâ'dır
(Kastallânî).
[56] Bu başlık, Kur'ân diliyle Peygamber'e verilmiş olan en
sevimli bir adı daha bildirmektedir:
"Muhammed,
adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın Ra-sûlü ve
peygamberlerin sonuncusudur. Allah herşeyi hakkıyle bilendir " {el-Ahzâb:
40).
. "Hâlem, Âsim
kıraatinde tâ'nın fethiyle, diğerlerinde kesriyle okunur. Kesr ile Hâlim, fail
isim olup hatmeden, nihayete erdiren yâhud mühürleyen demek olur. Feth İle
Hâtem de âlet ismi olup mühür demektir. Mühür de bir şeyin tev-sîk ve tasdiki
için nihayete basıldığından hem âhir ma'nâsını, hem tasdîk ma'-nâsmi içine
alır. Şu hâlde iki kıraat Hâtemu'n- Nebiyyîn vasfının iki mefhûmunu ayrı ayrı
hatırlatıyor. Yânî Muhammed Rasûlullah hem peygamberleri hitâma erdiren son peygamberdir...
hem de bütün peygamberleri tasdîk ve tevsîk eden ilâhî bir mühürdür. Eğer o
gelmese idi diğer peygamberler unutulup gidecek, târihte onların
mevcudiyetlerini ve nübüvvetlerinin hakkıyyetini ilmen isbât müm-kin
olmayacaktı. Çünkü diğer peygamberlerin hayât ve mevcudiyetleri târîhin
sînesinde Mulıammed'İn hayâtı gibi vuzuh ve vusûk ile ma'lûm değildir. Öyle ki
bugün Kur'ân olmasa idi, Mûsâ ile îsâ'nın bile varlıkları ciddiyetle isbât olunamazdı.
Muhammed'in hayâtı ve peygamberliğinin târîhte vuzuh ve kat'iyetle ma'lûm
olması sayesindedir ki, diğer peygamberlerin de mâzîdeki nübüvvetlerini tasdîk
için bir vesîka elde edilmiş bulunuyor. Aynı zamanda Muhammed (S) diğer
peygamberlerin kendisi hakkındaki beşaretlerini tahakkuk ettirmek i'-tibâriyle de
onların nübüvvetini mühürleyen ilâhî bir damgadır. Muhammed'in nübüvveti ile
beşeriyet dîn bakımından tekâmül gayesine ermiştir. Ondan sonra başka peygamber
beklememeli, Muhammedi nuru ta'kîb eylemelidir" (Hakk Dîni, V, 3906).
[57] Hadîsin başlığa uygunluğu ma'nâsından alınır. Çünkü
hadîsin el-İsmâîlî'deki tarîklerinin birinde Usmân; o da Selîm ibn Hayyân
rivayetinde "Ben o kerpicin yerindeyim, geldim ve peygamberleri sona
erdirdim" ifâdesi vardır.
[58] Bu da Hâtemu'l-Enbiyâ hadîsinin diğer bir sahâbîden
gelen tarîkidir.
Peygamber'in hâiz olduğu
Hâtemu'l-Enbiyâ sıfatını temsilî bir uslûb ile mü-rekkeb bir temsil hâlinde
ifâde etmesi, san'at bakımından çok beliğdir. Mürek-keb teşbih, bütün müşebbeh
manzumesinden alman bir vasfın müşebbehun bih manzumesine kıyâs ve tatbikinden
İbarettir. Ve cazibeli edebî bir san'attir. Hadîste halkı ahlâk güzelliklerine
irşâd etmek gayesiyle gönderilen peygamberler camiası, esâsı kurutmuş,
duvarları yükselmiş ve bütün inşâ eksiklikleri ve süsle-yicileri tamamlanmış,
yalnız bir tuğlanın yerine konulması eksik kalmış bir binaya benzetilmiştir.
O, konulması geri kalan tuğla da benim ve bu cihetle peygamberlerin bir
tamamlayacisıyım buyurulmuştur. "Ben ancak ahlâk güzelliklerini ve
insanlık faziletlerini tamamlamak için gönderildim " hadîsi de bu hakikatin
bir ifadesidir.
[59] Bu başlık Ebû Zerr nüshasında böyle vâki' olmuştur.
Nesefî nüshasında mev-cûd değildir. Bu başlığı el-İsmâîlî de zikretmemiştir. Bu
başlığın burada sabit olmasında i'tirâz vardır. Çünkü bunun yeri, geleceği üzere
el-Mağâzî'nin sonudur. Zahir olan şu ki musannif bu Âişe hadîsini burada
getirmekle, sâdece Peygamber'in ömrünün mikdârıni beyân etmek istemiştir.
Husûsiyle.vefat zamanını değil. Bu husustaki ihtilâf ileride gelecektir... (İbn
Hacer)
Sarihlerin verdikleri
izahları özetlersek, deriz ki, Peygamberlerin sonu olan Peygamberimiz, bu fânî
hayâttan ebediyet âlemine geçtiğinde en kuvvetli riva yete göre 63 yaşında İdi.
Yine en kuvvetli rivayete göre Rebîu'l-evvel ayında bir pazartesi günü vefat
etmişti. Bu pazartesi, cumhura göre ayın oniktsinde; buna en yakın ve kamerî
haseblara uygun rivayete göre ayın sekizine tesadüf etmişti (Tecrîd Ter,, 9,
299).
[60] el-Kinâye: Kitabe vezninde bir başka nesneye istidlal
olunacak bir kelâm söylemek ma'nâsınadır, refes ve gâit gibi...
el-Künye: Kâf'm kesri
ve dammı ile bir adama eb, um, ibn, bint kelimelerinin birini muzâf ederek
tesmiye eylemek ma'nâsınadır ki, onunla isimden tevriye edilmiş olur...
et-Tekniye ve el-îknâ:
Bunlar da bir adama künye vaz' eylemek ma'nâsınadır... (Kaamûs Ter.).
Bu hadîslerdeki
nehiyler, tenzîhî nehiylerdir. Bu hadîsler sırasıyle Buyu' ve Cihâd
Kitâblarfnda da geçmişlerdi.
[61] Bu hadîs, Peygamber'in künyesi konusuna bir lahika,
bir ek olarak getirilmiştir. Peygatnber, büyük oğlu Kaasım'm adiyle künyelenmiştir,
kendisine Ebü'l-Kaasım denilirdi. Medine'de Mâriye'den doğan İbrâhîm adındaki
diğer oğlu ile de künyelendiği vâki'dir...
[62] Hâtem kelimesi hakkında biraz önce bilgi verilmişti.
Her iki okunuşa göre Nübüvvet Hâtemi demektir. Nübüvvet silsilesi sona
erdiğine ve Hz. Muhammed'-den sonra hiçbir peygamber gelmeyeceğine delâlet eden
eser demektir. Beydâvî, Tef şîrînde Peygamberlik mührü, Peygamber'in iki küreği
arasında bir eserdir ki, o, eski ümmetlerin mukaddes kitâblarında bildirilen
alâmet olmuştur. Yazılı vesikaların damgalanması nasıl içindekilere i'tirâzdan
onu korursa, bu peygamberlik nişanesi de va'd edilmiş peygamberi kötülemekten
o suretle koruyacaktır, demiştir.
[63] Buhârî bu eserin şekli ve büyüklüğü hakkında iki
şeyhinin tefsirini buraya koymuştur. Bunun bir et beninden yâhud iki et
beninden birleşerek güvercin yumurtası kadar büyümüş olmasından İbaret
olduğuna dâir rivayetler de vardır. Bunlar o eserin şekil ve mâhiyeti hakkında
güvenilir haberlerdir. Bunun dışında birtakım efsânevî rivayetler de vardır ki,
bunlar İbn Dıhye, Zehebî, İbn Hacer, Kastallânî gibi intikadcı âlimler
tarafından reddedilmiştir. İbn Hacer el-Heytemî de: Râvîler, nübüvvet hâtemi
ile Peygamber'in mührünü karıştırmışlardır, demiştir.
Râvî es-Sâib ibn Yezîd
Medine'de en son vefat eden sahâbîdir. Hicretin 91. yılında 96 yaşında vefat
etmiştir.
[64] Yânî Peygamber'in vücûdu ve huyları hakkındaki mübarek
vasıflarını beyân babı.
et-Vasf ve's-Sıfa:
İkinci bâbdan masdardır. Bir nesneyi sıfatlamak ma'nâ-smadır ki, halkan ve hulkan
alâmetlerini saymak ve beyân eylemekten ibarettir (Kaamûs Ter.).
[65] Hadîsin başlığa uygunluğu Ebû Bekr'in Hasen'i hilkatçe
Peygamber'e benzetmesi yönündendir ki, bu da Peygamber'i sıfatlamaktır.
Hasen ibn Alî hicretin
üçüncü senesi ramazânında doğduğu için, vakıa sırasında yedi yaşında ve iyiyi
kötüyü ayırdedecek bir çağda idi. Bu cihetle vasıtasız, doğrudan doğruya
dedesi Rasûlullah'tan rivayeti vardır. Bu hadîsten anlaşıldığı üzere bütün
tabakaat kitâblarında Hasen'in, Rasûlullah'a çok benzediği yazılmıştır.
Rasûlullah'a sîmâcı
benzeyenlerin Ca'fer ibn Ebî Tâlib, Hasen ibn Alî Kuşem ibn İyâs, Ebû Sufyân
ibn Haris, Sâib ibn Ubeyd olduğu da nakledilmiştir. Afirât'ta Rasûluİlah'a en
çok benzeyen sahâbînin Enes ibn Rabîa olduğu bildirilmiştir. Enes ibn Mâlik,
İbn Rabîa'yı her gördüğünde onun boynuna sarılıp ağlar ve: Her kim Rasûlullah'i
görmek isterse, bu zâtın yüzüne baksın! dermiş.
[66] Bu hadîs de bundan önceki hadîsin başka bir tarîkidir.
Ebû Cuhayfe Vehb İbn
Abdillah, Suvâe ibn Âmir kabîlesindendir. Suvâe oğulları tarafından
Rasûlullah'a gönderilen hey'et içinde idi. Veda Haccı'na katılmışlardı.
Rasûlullah'ın bunlara verilmesini emrettiği develeri sonra Ebû Bekr verip, bu
emri yerine getirmiştir.
[67] Bu da Abdullah ibn Recâ'dan gelen diğer bir tarîktir.
[68] el-İsmâîlî rivayetinde hadîsin şevkinde şu ziyâde
vardır: İbn Büsr'ün râvîsi Harız ibn Usmân şöyle demiştir: Hımıs'ta insanların
Abdullah ibn Büsr'den sorup müşkillerini çözdüklerini gördüm. Genç bir
delikanlı olduğum hâlde ben de yanma yaklaştım ve:
— Rasûlullah'i gördün mü? diye sordum. O da:
— Evet gördüm, dedi. Ben:
— Rasûlullah ihtiyar mı idi yoksa genç mi idi?
dedim. İbnu Büsr beni okşayarak:
— Alt dudağı ile çenesi arasında biraz beyaz
teller vardı, dedi.
Şârih Kirmanı: Hadîsin
metnindeki "Şaarât = Saç telleri" lafzının azlık ifâ de eden bir
cemi' sîgası olduğuna ve on sayıdan az adedde kullanıldığına bakarak:
Rasûlullah'm çenesindeki beyaz kıllar on sayısından fazla olamaz, demiştir.
Şârih Aynî de: Bâzı büyük rivayet üstâdlarınin "onyedi" dediklerini
işittim, diyor.
Bu hadîsin rivayet ilmi
bakımından bir özelliği ve kıymeti, Buhârî'nin stt-lâsiyyâtından olmasıdır,
yânî bunu Rasûlullah'tan üç vâsıta İle rivayet etmiş bulunmasıdır. Buradaki
vâsıtalar: İsâm ibn Hâlid, Harîz ibn Usmân, Abdullah ibn Büsr'dür. Buna
"Â/î isnâd" denilir. Bu nevi' rivayetin yüksekliği râvî ile Peygamber
arasındaki vâsıtanın azlığından ve hatâ ihtimâli olmamasındandır. Bu Abdullah
İbn Büsr hadîsi, Buhârî'deki yirmiüc sülâsiyyâtın onüçüncüsüdür.
[69] Rabîa ibn Ebî Abdirrahmân, Medine'nin en yüksek tabiî
fakîhlerindendir. Rabîatu'r-Re'y denilmekle tanınmıştır. 136 târihinde vefat
etmiştir.
Bu saç tellerini Umer
ibn Abdilazîz de görmüş, o da Enes ibn Mâlik'e bunun sebebini sormuş. Enes ona
da: Rasûlullah saçma koku sürmek i'tiyâdinda idi, ondan kızarmıştır, demiştir.
RasûluIIah'ın beyaz
saçının sayısına kadar zabtedilip incelenerek asırdan aşıra nakledilip gelmesi,
başka hiçbir târihî şahsa müyesser olmayan bir vakıadır. Amiyane bir bakışla
lüzumsuz bir mesaî sanılan bu rivâyetlerdeki ve onların inçelenmesindeki
kıymet ve ehemmiyeti târihî vakıaların vesikalarını arayan ve inceleyen
tarihçilere sormalıdır...
[70] Bu, Rabîa yolundan gelen Enes hadîsinin diğer bir
tarîkidir. 19. Bâb'daki 43 rakamlı Âişe hadîsinde Peygamber'in altmışüç yaşında
vefat ettiği bildirilmişti. Müslim'in Enes ibn Mâlik'ten gelen diğer bir
rivayet tarîkinde de altmışüç yaş bildirilmiş olması, Âişe hadîsini te'yîd
etmektedir. Bu sebeble âlimler cumhuru Peygamber'in altmış üç yaşında vefat
ettiğine hükmetmişlerdir.
el-İsmâîlî bu iki
rivayet arasındaki sayı farkına bakarak, şübhesiz bunlardan yalnız birisinin
sahîh olması gerekir demiştir. Aynî de bunu naklettikten sonra: Bu iki
rivayetin ikisi de sahihtir. Aralarındaki sayı farkına gelince, altmış rivayet
eden râvînin doğum ve vefat taraflarındaki kesirleri atarak rivayet ettiğine
hamlolunur demiştir.
[71] İki tire arasındaki ibare, metindeki kelimenin damme
ile "Hulk" okunuşuna göredir. Nüshaların çoğunda bu kelime fetha ile
"Halk" şeklinde gelmiştir.
[72] Peygamber'in saçını sakalını boyamadığını bildiren
rivayetlerin çokluğu karşısında Buhârî ile Müslim'in Sa/z;7*'lerinde, Abdullah
ibn Umer'in Rasûlullah'ın boyadığını gördüğüne dâir hadîsi, boyamanın bir
defaya; boyamadiğı rivayetleri ise diğer vakitlerdeki umûmî i'tiyâdına
hamledilerek te'lîf edilmiş ve her iki rivayet sahîh sayılmıştır.
[73] İbn Humâm hadîsteki bu hülleyi: Kırmızı ve yeşil
çubuklu olarak dokunmuş Yemen kumaşından ma'mûl iki kat elbisedir, diye ta'rîf
etmiş ve sırf kırmızı kumaş olmadığını bildirmiştir. Çünkü sırf kırmızı
kumaştan biçilmiş libâsın kullanılması nehyedİlmiştir. İbn Melek gibi sarihler
"Fî hulletin humrâ" lâfzını "İçinde kırmızı çizgiler
bulunan" diye kayidlamışlardır. Hadîs zahire hamledilse bile, bununla
kırmızı giymenin cevazına istidlal edilmez, belki Peygamber bunu ne-hiyden
evvel giymiştir.
[74] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır.
[75] Bu hadîs, Abdest, Namaz, Siyer bölümlerinde bâzı küçük
farklarla rivayet edilmiştir. Hadîsin buradaki kısmı Peygamber'in sıhhî
vaziyetinin çok iyi olduğunu, en sıcak zamanlarda bile mizacının i'tidâlde
bulunduğunu, sefer hâlin'de dahî temizliğine çok ehemmiyet verip miskten daha
güzel koktuğunu bildirmektedir.
[76] Başlığa uygunluğu Peygamber'in cömertlikle vasıflanmış
olmasıdır. Bu hadîs Vahy ve Oruç Kitâbları'nda da geçmişti.
[77] Başlığa uygunluğu "Yüz çizgileri parlar bir
hâlde" sözündedir. Çünkü bu, Peygamber'in sıfatlan cümlesindendir.
Bu hadîsi Müslim, Süt
Emzirme Kitâbı'nda getirmiş, değişik senedleri ve metinlerini orada
sıralamıştır (Müslim Ter., IV, 384).
[78] Başlığa uygunluğu "Yüzü parlardı"
sözündedir. Ka'b'm bu hadîsi, onun meşhur tevbesinden bir parçadır. Bu uzun
bir metinle Mağâzî'de gelecektir. Buhârî bunu kısa ve uzun metinlerle birçok
yerlerde getirmiştir: Vesâyâ'da, Cihâd'da, Vufûdu'l-Ensâr'da,Tefsîr'de,
Ahkâm'da...
[79] Kam kelimesi ümmet, cemâat, soy ma'nâlarına da gelir;
bu hadîste soy ma'nâsı kasdedilmiştir. Hadîste Âdem oğulları'nın teşkil
ettikleri soylar batından batına, aileden aileye temiz bir intikal ile
süzüleceği ve Rasûlullah'm zâtı da aralarına hiç sifâh (zina) karışmayarak
temiz babaların sulbünden, halâl anaların pâkize rahmine intikal ettiği ve en
sonu bütün kabilelerin hürmet ettiği en temiz Hâşimî soyundan meydana geldiği
bildirilmiş oluyor. Belli bir hakikattir ki, Muham-med'in intikali keyfiyeti
târîhen zabtedilmiş olarak İsmâîl Peygamber'in evlâdının sulbünden başlar.
Sonra Kinâne'den, sonra Kureyş'ten, sonra Hâşimî oğulları'n-dan intikal ederek
gelir.
"Karnen fe
karnen" lafzındaki "Fâ" edatı, fazilette tertibe delâlet ettiğinden,
Peygamber'in neseb zincirine âid faziletin bir tertîb içinde uzaktan yakına
doğru geldikçe terakki ederek arttığım İfâde eder.
[80] Rasûlullah, vahiy gelmeyen hususlarda kitâb ehline
uymayı müşriklere benzemeye tercih ederdi. Bu da kitâb ehlinin müşriklerden ve
putperestlerden ziyâde hakka, hakikate yakın olmalarından ve hiç değilse bir
peygamberin şerîati ba-kıyyesine vâris bulunmalarından idi. Bu sebeble
haklarında vahiy gelmemiş vâk'-alarda geçmiş şerîatlerin Allah tarafından reddedilmemiş
hükümleriyle amel edilmesi bir düstûr olarak emrolunmuş ve bu şer'î ve fer'î
bir delil olmuştur. Peygamber'in yüksek vazifelerinin başında şirkle,
putperestlikle mücâhede bulunduğundan dolayı kıyafet, saç şekli, giyim,
kuşam... gibi hârici şekille ilgili hususlarda bile onlara benzemekten
çekinirdi. Putperestlik nizâmı tamâmıyle yıkıldıktan sonra müşriklere benzemek
sakıncası kalmayınca Peygamber saçlarını iki bukle hâlinde iki tarafa
bırakmağa başlamıştır.
[81] Ebû Abdillah Cedî şöyle demiştir: Ben Âişe'den
Rasûlullah'ın ahlâkını sordum da o bana şöyle cevâb verdi: Rasûlullah fahiş,
mutefahhış değildi; yâni O, ne çarşıda pazarda çığırtkanlık yapardı, ne de
kötülüğe kötülükle karşılık verirdi. Bil'akis O, kusuru affederdi. Bir yerde
bir eksiklik görürse yüzünü öbür tarafa çevirirdi (et-Tirmizî).
Hakîm ibn Eflah ile Sa'd
ibnu Hişâm, Âişe'ye gittiler. Sa'd dedi ki: Ben Âişe'ye: Ey Mü'minlerin Anası!
Bana Rasûluüah'm ahlâkından haber ver, dedim. Âişe: Sen Kur'ân okumuyor musun?
dedi. Evet, okuyorum, dedim. Allah'ın Peygamberi'nin ahlâkı Kur'ân'dan ibaret
idi, dedi... -Yânî: O darıhrsa Kur'ân darıldığı için darılır, beğenirse Kur'ân
beğendiği için beğenirdi-. (Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn ve kasrına, Câmiu
salâti'1-leyl babı; Müslim Ter., II, 384-387, Gece namazını... cami olan bâb)
[82] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Buharı bunu
Edeb'de; Müslim de Fa-dâil'de getirmiştir.
[83] Başlığa uygunluğu bellidir, çünkü içinde zikredilen,
Peygamber'in vasıflarından bir kısmıdır.
[84] Bu hadîste Peygamber'in yüce sıfatlarından haya sıfatı
en beliğ şekilde belirtilmiştir: Şübhesiz ki cemiyetin en hayâlı sınıfı, kendi
ismet örtüsü içinde faziletle yaşayan bakir kızlardır. Peygamber'in bunlardan
da utangaç-olması, müşebbe-hin müşebbehun bih'ten üstünlüğünü ifâdedir vç çok
beliğdir.
[85] Bu ta'rîf olunan hey'ete Tecnîh, îciinâh ... denir...
el-îctinâh fî's-Sucûd:
Musallî iki ellerinin ayalarına çöküp kollarını yere yaymayarak yerden
yukarıca dirseklerini kaldırıp ve karnının iki tarafına kıstırmayarak
koltuklarını koğuşça tutarak, ayniyle kanat şeklinde tutmak ma'nâsınadır ki, bu
vaziyet üzere şer'î emir sâdır olmuştur (Âsim Efendi, Kaamûs Ter.).
Hafız Ebû Nuaym:
Rasûlullah'ın koltuk altlarının beyaz olması Peygamberlik alâmetlerinden
biridir, demiştir.
[86] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bacaklarının aklığı
hâlâ gözümün önündedir" sö-zündedir. Bu hadîs Abdest Alma Kitâbı'nda ve
diğer birçok yerde küçük farklılıklarla geçmişti.
[87] el-lsmâîlî
rivayetinde: "O, sözü ayıra ayıra söylerdi, dinleyenlerin gönüllerine
sinerdi" ziyâdesi de vardır.
Hadîs, Peygamber'in
konuşma şeklinin ağır ağır, tane tane olduğunu; saymak isteyen kişi O'nun
kelimelerini, harflerini şaşırmadan sayabileceğim bildiriyor. Böylece
Peygamber'in anlatma ve öğretmedeki hârika bir sıfatı gösterilmiş oluyor.
[88] Başlıktaki bu hadîsi el-BuKâri İ'tisâm Kitâbı'nda
senediyle getirmiştir.
[89] Başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü gözünün uyuyup
kalbinin uyumaması, azametli sıfatlardan ve ulu hasletlerdendir. Bu hadîs
Teheccüd Kitâbı'nda da geçmişti.
[90] Buhârî bunu burada kısaltılmış olarak getirdi.
İnşâallah yerinde daha geniş gelecektir. Bunu Müslim, îmân'da getirmiştir.
Hadîsin şevkinden ve
beyân tarzından, bunun Mi'râc vak'ası olmadığı anlaşılıyor. Bu kıssanın
Peygamber'e vahy ve peygamberlik gelmeden evvel vuku' bulduğu hadîsin metninde
açıkça belirtilmiştir. Hâlbuki Mi'râc bir haylî rivayetlere göre hicretten üç
yâhud İki yâhud da bir sene evvel vuku' bulmuştur.
[91] el-Alâmât, el-Alâmet'in cem'idir. Burada peygamberlik
mu'cizeleri demedi. Çünkü alâmet, mu'cizeden ve kerametten daha umûmîdir.
Alâmet onları da şâmildir. Aralarındaki fark açıktır. Çünkü mu'cize ancak
meydan okuma sırasında olur... (Aynî).
Alâmet burada
peygamberlik iddia eden zâtın da'vâsmda doğruluğuna ve Allah tarafından
insanların hayırlarına, saadetlerine âid umdeleri tebliğe me'-mûr bulunduğuna
delâlet eden burhan demektir. Peygamberlik konusunda bir de mu 'cize ta'bîri
vardır ki, peygamberlik delilleri olan o i'câzkâr hârikalar, Pey-gamber'i
inkâra kalkışan hasımları âciz ve kudretsiz bırakmak için ortaya konulduklarından
mu'cize denilmiştir.
Mu'cize medlulünde
umûmî telâkkî, âfâkî ve maddî olan mu'cizelerdir. Bu nevi' mu'cizeler ya
inkarcı müşriklerin İsteği üzerine, yâhud bir luzûm ve İhtiyâç üzerine izhâr
olunmuştur ve umumiyetle avam faydalanmıştır. Enfüsî mu'-tizeler ise hakîkî
mü'minlere, fikir ve istidlal sahibi aydınlara âid peygamberliğin doğruluğu
burhanlarıdır. Bununla beraber âfâkî mu'cizeler ânî, enfüsî mu'cizeler ise
daimî olan âyetlerdir. Bu cihetle her asırda mütefekkirler, Peygamber'in seciye
ve şahsiyetiyle, teblîğ ettiği Kitâb'ı tedkîk ederek, peygamberliğinin doğruluğunu
istidlal etmişlerdi. İlk müslümân olan Hadîce, O'nun peygamberliğine âfâkî
hiçbir delîl aramadan O'nun yüksek seciyesiyle istidlal ederek inanmıştı
(Buhârî, Vahy Kitabı).
Peygamber'in hayâtına
yakından vâkıf olan sahâbîler hep O'nun doğrulu ğuna ve teblîğ ettiği Kitâb'ın
yüksekliğine i'timâd etmişler ve zahirî hiçbir mu'cize aramamışlardı. Esasen
Kur'ân'da da istidlal yolu öğretilmiştir: el-Ankebût: 49-50. âyetlerinde avamın
mu'cize isteklerine karşı Rasûlullah'm şöyle cevâb vermesi emrolunmuştur:
"O'na Rabb 'inden (başkaca) âyetler indirilmeli değil miydi? dediler. Dedi
ki: O âyetler ancak Allah 'in nezdindedir. Ben sâde apâşikâr haber verenim.
Sana indirdiğimiz o Kitâb -ki karşılarında okunup duruyor- onlara kâfî gelmedi
mi? Onda îmân edecek bir kavim İçin elbette bir rahmet ve bir Öğüt
var" (el-Ankebût:
49-50).
Kur'ân'ın buna benzer
birçok âyetlerinde zahirî ve âfâkî mu'cizelerin Allah'a ve Allah'ın kudretine
âid olduğu bildirilmiştir.
Avam müşriklerin
istedikleri mu'cizeler, onların idrâk ve irfan seviyelerini göstermek üzere,
şöyle bildiriliyor:
"And olsun ki, biz
bu Kur'ân'da insanlar için her ma'nâdan nice türlüsünü açıklamışızdır.
İnsanlardan pekçoğu ise ille gâvurlukta ayak dirediler. Biz, dediler, sana kat
'iyyen inanmayız. Tâ ki bizim için şu yerden bir pınar akıtasın. Yâhud senin
hurmalıklardan, üzümlüklerden bir bahçen olsun da aralarından şarıl şarıl
ırmaklar akıtasın. Yâhud dediğin gibi gökyüzünü üstümüze parça parça düşmesin
veya Allah 'i ve melekleri kefil gösteresin. Yâhud altından bir evin olsun,
yâhud semâya çıkasın. Ona çıktığına da asla inanmayız â! Tâ ki üstümüze
okuyacağımız bir Kitâb indiresin. De ki: Rabb 'imin sânı yücedir. Ben Allah 'in
Rasûlü bir beşerden başkası mıyım ki!" (el-Isrâ: 89-93).
Görülüyor ki mu'cize,
Kur'ân'a göre Rasûlullah'm zâtı ve hâiz bulunduğu nübüvvet sıfatı haricindedir
ve ilâhî kudrete âiddir...
Rasûlullah'm hayatiyle,
seciye ve şahsiyetiyle nübüvvetine istidlal yolu en sağlam yoldur.
Rasûluİlan'ın en yüksek seciyesi, doğruluğu ve bütün insanî fa-zîletleri
nefsinde toplamış bulunmasıdır. Rasûlullah'm en büyük mu'cizesi, Kur'ân'da
bildirildiği gibi, Kur'ân-ı Kerîm'dir. Saadet Asrı'ndan zamanımıza; 1401/1981
yılma kadar bir kelimesi bile taarruza, tahrife uğramayarak gelmiş, bu husus
her asırda muhalif muvafık bütün mütttefiklerince kabul edilmiş, kıyamete
kadar da böyle devam edeceği ilâhî te'mînâta bağlanmıştır: "Kur'ân't biz
indirdik biz; onun koruyucuları da şübhesiz ki biziz!" (el-Hıcn 9). İmâm
el-Buhârî, kelâma ve felsefecilerin nübüvvet alâmetleri hakkındaki çeşitli
görüşlerine karşı bu bahse "İslâm'da peygamberlik alâmetleri"
başlığını koymakla çok isabetli bir seçme yapmıştır.
[92] Hadîsin başlığa uygunluğu, az mikdâr suyun,
Peygamber'in bereketiyle çoğal-masmdadır. Bu hadîs Teyemmüm Kitâbı'nda da
bundan daha geniş bir metinle geçmişti.
Zarar verme suretinde
olmasa da, o kadının malına muvakkaten tasarruf edilmesi yüzünden, müslümânlarm
kendisine ve kavmine ettikleri riâyetin feyz ve bereketinin te'sîri ne kadar
büyük olduğuna, hadîsin sonu beliğ bir şâhiddir.
[93] Bu ve benzeri hâdiseler usulen ahâd yoluyla
nakledilmiş olup, şeklen zann ifâde ederlerse de vakıada üçyüz kadar sahâbî
bulunup, doğruluk ve adaletleri muhakkak olan bunların hiçbirisi tarafından
redd ve İnkâr edilmemiş bulunması, herhalde zannın üstünde bir kesinlik İfâde
eder. Tabiî ve etbâu tabiî devirlerinde ise rivayet yollan çoğalmış ve Buhârî
zamanına kadar bu râvîlerden hiçbirisinde şübheyi gerektirecek cüz'î bir
muhalefet bulunmamıştır. Şu'hâlde bu i'câzkâr vakıanın, âdetin hilâfında bir
hakikat olduğu kabul edilmek îcâb eder. Bu cihetle bu haber tabîate aykırıdır
diye reddedilemez. Çünkü büyük bir kalabalık tarafından muhalefetsiz
naklolunan ve vukû'u muhakkak bulunan bir vak'-ayı redd ve inkâr etmek delilsiz
inatçılık olur.
[94] Burada arka arkaya getirilen bu hadîsler Enes ibn
Mâlik hadîsinin ayrı ayrı se-nedler ve bâzı farklılıklarla rivayetleridir.
Bunlar vak'amn birkaç defa tekerrürünü gösterir. Bunların bir kısmı Abdest
Alma Kitâbı'nda da geçmişti.
79 rakamlı hadîste
belirtildiği üzere bu vak'aların biri Medine'nin pazar yeri olan Zevrâ'da vâki'
olmuştur. Peygamber'e getirilen su, bir kişinin abdestine yetecek mikdârda idi.
Peygamber'in o hareketinden sonra parmaklan arasından öylece su fışkırmaya
başlamıştır. Bu da koca bir pazar halkını İhtiva eden büyük kalabalık huzurunda
vâki' olmuştur. O gün o sudan abdest alanların sayısı sahîh olarak
zabtedilmemiş ise de çeşitli rivayetlere göre yetmiş ile üçyüz arasındadır.
îşte şâhidlerin önünde meydana gelen akıllara hayret verecek parlak bir
mu'cize rivayetidir ki, rivayet edenler hep Buhârî'nin güvenilir, sağlam
râvîleridir..
[95] Bu Câbir hadîsi ile bundan sonra gelen el-Berâ hadîsi,
Peygamber'in nübüvvet alâmetlerinden olan su çoğalması hâdisesini açıkça ortaya
koymaktadır. Başlığa uygunluğu bu yönden meydandadır.
[96] Siyer âlimlerinin ihtilafsız olarak beyânlarına göre
Rasûlullah (S) Hudeybiye seferine Medine'den, altıncı hicret yılının
zü'I-ka'desinin ikisine tesadüf eden bir pazartesi günü çıkmıştır. Zuhrî,
Nâfi', Katâde, Mûsâ ibn Ukbe, Muhammed ibn İshâk gibi rivayet âlimleri, hareket
gününü hep bu suretle tesbît etmişlerdir. Bu Câbir ve el-Berâ hadîslerinde
verilen sayıların ayrı ayrı oluşu İbn Mü-seyyeb'e göre o seferdeki Muhacir ve
Ensâr'a, yolda katılan Arablar'ı ve diğer kişileri seferdekilerin sayısına
ilâve etmek veya etmemekten ileri gelmiştir (Aynî).
[97] Bu hadîsi Buhârî, el-Et'ıme Kitâbı'nda; Müslim de
el-Eşribe'de rivayet farkla-rıyle birlikte getirmişlerdir. Müslim Ter,, -VI,
268 "2040".
Bunun bütün rivayet
tarîklerinde, az olan yiyecek maddesinin birçok kimselere yetmesi, biraz da
artması vardır
[98] Bu hadîste de az olan suyun Rasûlullah'ın parmakları
arasından kaynayıp çoğalması ve yemeğin tesbîh etmesi haber verilmiştir.
Birçok kimselerin müşahede edip bizzat yaşadıkları bu hâli olduğu gibi
şâhidlerle haber vermeleri ve bu haberlerin de bütün İlmî şartlar ve
vesikalarla nakledilmiş bulunmaları, artık bunların reddedilmesine ilmen yol
bırakmamıştır.
[99] Başlığa uygunluğu Peygamber'in parmakları arasından
suyun kaynaması ile kendileri işitir hâlde Önlerindeki yemeğin tesbîh etmesi
husûsundadır.
Buhâri bu hadîsi uzun ve
kısa metinlerle İstikraz, Cihâd, Şurût, Buyu' ve Vesâyâ Kitâblan'nda da getirmiştir.
[100] Bu bereket, yânî yemeğin çoğalması, Rasûlullah'ın
mu'cizesinin eseri olarak Ebû Bekr'in elinde zahir olmuş bir keramettir. Sonra
Peygamber'in yanında artma daha çok olmuştur. Hadîsin başlığa delîlliği bu
cihettendir denilmiştir.
Buhârî bu hadîsi
Mevâkîtu's-Salât Kitâbı'nm sonlarında "Aile halkı ve konuklarla uyanık
kalma bâbf'nda çok az lâfız farkıyle getirmişti.
[101] Başlığa uygunluğu meydandadır. Evvelki cumuada olduğu
gibi ikinci cumuada da duasının çabuk kabul edilmesi, Peygamber'in parlak bir
mu'cizesidir.
Buhârî bu hadîsi uzun ve
kısa metinlerle İstiskaa Kitâbı'nda on tarîkten getirmişti.
[102] Hadîsin başlığa uygunluğu kütüğün İnlemesidir.
Bu hadîsi Th-mizî
Salât'ta getirmiştir
[103] Abdulhamîd'in hadîsini ed-Dârimî, kendi Müsned'inde;
Ebû Âsım'ın hadîsini ise el-Beyhakî ile Ebû Dâvûd rivayet etmişlerdir.
[104] Bu hadîs, Buyû'da "Neccâr bâbi"nda da
geçmişti
[105] Bu hadîs Cumua Kitabı, "Minber üzerinde hutbe
bâbı"nda da geçti. Jbn Ebî Hatim Menâktb 'ında naklettiğine göre,
eş-Şâfiî: Allah, Peygamberimiz Muham-med'e verdiği mu'cizeyi başka hiçbir
peygambere vermedi, demiştir. Kendisine: îsâ'ya ölüleri diriltme mu'cizesi
verdi, denilince, eş-Şâfiî: Allah, Muhammed'e kütüğün İnlemesi mu'cizesi verdi
de onun sesi işitildi. Bu, ölüleri diriltmekten daha büyüktür, demiştir
(Kastallânî).
[106] Hadîsin başlığa uygunluğu, bunda Peygamber'in
kendisinden sonra olacak işleri haber vermesi yönündendir. Bu da O'nun
mu'cizelerindendir (Aynî).
Bu hadîs ar farkla
Namaz Vakitleri Kitabı, "Namaz keffârettir" bâbmda da geçmişti.
Bu fitne, Usmân'm
öldürülmesiyle başlayıp Muhammed Ümmeti'nin birbirine girmesine sebeb olan
büyük fitnedir ki, o günden bu güne kadar sönmemiştir.
[107] Hadîsin birinci kısmı Cihâd Kitabı, "Türk'le
Kıtal bâbı"nda geçti. İkinci kısmı da Menâkıb'a geçti
[108] Bu, Ebû Hureyre hadîsinin diğer bir vecihten başka bir
tarîkidir.
Hûz, coğrafya
kitâblarmda Hûzistan diye tanınır, Evhâz ile Tuster şehirlerini içine alan bir
mıntıkadır. Eski îrân'ın merkezi olan Sus şehri de bu mıntıkada olup, bugün
harabe halindedir. İbn Esîr, en~Nihâye'sinde: Hûzistan sakinleri ma'rûf bir
cîldir, diye tavsif ettiğine göre, vaktiyle kuvvetli bir kabile olduğu
anlaşılır. -
Kirman da İran'ın
güneydoğu sonunda ve Horasan ile Hind Denizi, Irâk-ı Acem'le Sicistân arasında
geniş bir kıt'adır.
[109] Bu da aynı hadîsin başka bir tarîkidir... Bunlar
bârez'de, yânî sahrada oturan Fars ehli yâhud Kürdler yâhud Deylemliler'dir,
denildi (Kastallânî).
[110] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in vukuundan Önce iki
kavimle muharebe yapılacağını haber vermesi yönündendir. Bu hadîs Cihâd'da
"Türk'le muharebe bâ-bı"nda da geçti.
[111] Başlığa uygunluğu bunda da Peygamber'in istikbâlde
vukua gelecek bir işi haber vermesi yönündendir. Bu da peygamberlik
alâmetlerindendir. Bunun benzeri Cihâd'da, "Yahûdîler'le muharebe bâbi"nda
geçti.
[112] Bunun başlığa uygunluğu da geçen hadîsinki gibidir. Bu
da Cihâd'da "Harbde zaıfler ve ıyı kimseler ile Allah'tan yardım isteme
bâbı"nda geçti
[113] Peygamber'in bir mu'cize olarak haber verdiği yollarda
emniyetin gerçekleşeceği müjdesi, kendi hayâtında gerçekleşmeye başlamış, Ebû
Bekr, Umer... devirlerinde de kemâlini bulmuştur. Peygamber'in haber verdiği
fetihler de sahâbîler devrinde gerçekleşip, ondan sonraki devirlerde ardı arası
kesilmeksizin sürüp gitmiştir.
[114] Buhârî'nin bu senedle bildirmek istediği hadîs, Zekât
Kitabı, "Geri çevrilmeden önce sadaka bâbı"nda geçmişti.
[115] Hadîsin başlığa uygunluğu üç yerden alınır:
"Vallahi ben şimdi havuzumu görüyorum... " Bunlar zekî kimseye gizli
olmaz (Aynî).
Peygamber'in endîşesi
ümmetinin dünyâ ihtiraslarına kapılarak aralarında hasedleşme ve birbirlerinden
uzaklaşma doğuran tenâfüs idi.
Tenöfüs, münâfese
ma'nâsmadır. Münâfese; kıymetli bir şeye, en önce elde ederek imtiyaz kazanmak
için muâraza suretiyle o nefis şeye rağbet edişmek-tir..r (Kaamûs Ter.).
[116] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu, içinde İnsanlara
gizli ve gayb olan işlerden haber verme bulunmasıdır.
Bu mu'cize de ayniyle
meydana gelmiştir. Hz. Usmân'ın şehîd edilmesiyle başlayan bu fitneler,
musîbetler aralıksız devam etmiş, Harre Vak'ası gibi birtakım elîm vak'alar
bunları ta'kîb etmiştir.
[117] Hadisin başlığa uygunluğu, içinde insanlara gâıb olan
bir işin haber verilmesi yönündendir.
Hadîsin senedinde üç
tane sahâbîye kadın vardır. Bunların ikisi Peygam-ber'in hanımları, biri de
üvey kızıdır.
Bu hadîs
Ehâdîsu'l-Enbiyâ'da da geçmişti.
[118] Bu da geçen hadîsteki ez-Zuhrî üzerine atıftır ve
isnâdda ona bitişiktir. Buhârî bunu burada kısaltılmış olarak getirdi, tamâmını
Fiten Kitâbı'nda getirecektir.
[119] Başlığa uygunluğu "İnsanlar üzerine öyle bir zaman
gelecek ki... "sözündedir.
[120] Başlığa uygunluğu yakın gelecekte vâki' olacak
birtakım fitnelerden haber vermesi yönündedir. Bunlar peygamberlik
alâmetlerindendir.
[121] Bu da Ebû Hureyre'nin ez-Zuhrî'ye varan hadîsinin
isnâdiyledir. Bunda bir namazın, belki ikindi namazının ehemmiyetini belirten
kısım getirilmiştir.
[122] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde istikbâlde vâki'
olacak birtakım işlerden haber verme bulunması yönündendir. Buhârî bunu
Fiten'de; Müslim ise İmâre'de getirmiştir. Hadîsin son fıkrası "Allah'ın
hakkını Allah'a, kralın hakkını krala veriniz" şeklindeki meşhur söze
uygun düşmüştür. Bu söz Hz. îsâ'ya da nîsbet edilir: Luka İncili, Bâb: 20,
Âyet: 26.
[123] Mahmûd ibn Gaylân, Buhârî'nin üstâdlanndan bindir.
Buhârî bu seneddeki hadîsi tahrîc etmemiş, sâdece istişhâden zikretmiştir. Bu
senedi sevketmekten maksadı, Ebu't-Teyyâh'm bu hadîsi Ebû Zur'a ibn Amr'dan
işitmesini açıkça belirtmektir (Aynî ve Kastallânî).
[124] Başlığa uygunluğu açıktır. Buharı bunu Fiten
Kitâbı'nda daha geniş bir metinle getirecektir.
İbn Ebî Şeybe'nin bir
rivayetine göre Ebû Hureyre çarşıda pazarda gezerken: Yâ Rabb, beni hicretin
altmışıncı yılına ve çocukların emirliği zamanına eriştirme! diye duâ edermiş.
Şârih İbn Hacer, Fethu'l-BörVde şöyle diyor: Ebû Hureyre'nin bu sözünde
oğlancıkların ilk emareti, hicretin altmışıncı yılında vuku' bulacağına işaret
vardır. Ve târihin seyri de bu suretle gerçekleşmiştir. Altmış târihinde
Muâviye'nin--ilk defa velîahd ta'yîn ettiği- oğlu Yezîd, saltanat makaa-mına
geçmiş ve dört sene hükümrân olarak türlü çirkinlikler İşlemiştir.
Taybî'nin bildirdiğine
göre Rasûlullah (S) bir kerre ru'yâsında Mervân'ın babası Hakem ibn Ebi'1-Âs'm
çocuklarının, kendi minberi üzerinde top oynar gibi oynadıklarını görmüştü.
Peygamber'in minberi, Nübüvvet ve Hilâfet Ma-kaamı idi. Bu ru'yâ günün birinde
Mervânîler'in Hilâfet Makaamı'na geçeceklerinin ve ümmetin riyaset makaamını
çocuk oyuncağına çevireceklerinin bir remzi idi. Ve böyle olmuştur... Hakem,
Rasûlullah zamanında işlediği çirkinlikler sebebiyle Taife sürülmüş ve Mervân
orada dünyâya gelmişti. Ebû Bekr ve Umer zamanlarında da sürgün hayâtı yaşayan
bu baba oğul, Usmân halîfe olunca -Hakem, Halîfe'nin amcası olduğundan-
Medine'ye gelmelerine müsâade edilmişti. Ve en sonunda Peygamber'in hadîsi
gerçekleşerek, Mervân, Hilâfet Makaamı'na geçmiş, Muhammed Ümmeti arasında
türlü tefrikalara sebeb olmuştur (Tecrîd Ter., 9, 342).
[125] Huzeyfe, Rasûlullah'm sırlarına vâkıf idi. Olmuş,
olacak; bütün vakıaları, fitneleri, münafıkları Rasûhıllah kendisine
bildirmişti. Huzeyfe'nin, Peygamber'-in sırr mahremi olduğuna, bu hadîsi de
delâlet etmektedir. Rasûlullah'ın mutlak surette hayır ve saadet olan
zamanlardan sonra geleceğini haber verdiği fitneler, musibetler, Ustnân'm
öldürülmesi ile başlamış; Cemel, Sıffîn, Kerbelâ, Harre, Ka'be'nin yıkılması
faciaları birbirini ta'kîb etmiştir.
Bunlardan sonra geleceği
bildirilen şerr ile karışık hayır devrini Kaadı Iyâd, Umer ibnu'l-Abdilazîz'in
halifeliği zamanıdır, demiştir. Bu sebeble Umer ibn Abdilazîz, Emîru'l-Mü'minîn
unvanı ile anılır. İdareyi tamâmıyle îslâm umdelerine göre yürüttüğü için
"İkinci Umer" diye anılır ve iki buçuk seneye yakın halifeliği
zamanı, Râşid Halîfeler devrine katılarak, hakîkî hilâfet devri kapanır.
Bundan sonra Emaret ve Saltanat devirleri başlar.
[126] Bu, Huzeyfe hadîsinin diğer bir tarîkidir. Bu hadîsi
el-İsmâîlî bu tarîk ve bu lâfızla getirmiştir. Şu kadar ki, o
"Arkadaşlarım" sözü yerine "Rasûlullah'ın sahâbîlerİ"
sözünü getirmiştir.
Huzeyfe: Arkadaşlarım
hayır kapılarından sorar ve hayrı öğrenirlerdi. Ben ise nefsime şerr
erişmesinden korkuyordum. Bunun için hayrı çekecek ve şerri def edecek şeyleri
öğrendim, demiş oluyor.
[127] Başlığa uygunluğu açıktır.
[128] Bu, zikredilen Ebû Hureyre hadîsinin başka bir
tarîkidir. Bunda biraz daha taf-sîl vardır.
[129] Başlığa uygunluğu meydandadır. Buhârî bunu Edeb'de ve
Mürtedlerin Tevbe-ye Çağrılması bölümlerinde de getirmiştir.
Hadis sarihleri
bunların başsız yaşamak isteyen ve ümmetin içtimaî dağı nılıklığım seçen
Haricîler olduğunu bildiriyorlar. Haricîler ilk defa Siffîn Vak'a-sı
netîcesinde, bu ihtilâf hakeme havale edilince ortaya çıktılar. "Allah
'tan başka hakem olmaz" diyerek Hz. Alî'ye isyan ettiler ve onu tekfîr
eylediler.
"Allah'tan başka
hakem yoktur" sözü, Kur'ân'ın meali (el-En'âm: 57; Yûsuf: 40, 67) ise de,
Haricîler bu hakk söz ile bâtılı kasdettiler ve netîcede millet için bir
başkana lüzum ve ihtiyâç olmadığını iddia ederek bozgunculuğu bir esas kabul
ettiler. O zamanki bu anarşist zümre birçok defalar tenkil edilmiştir. Hadîs,
belki de istikbâlde onları sönük bırakacak daha çetin zümrelerin çıkacağına
nebevi bir ihtar da olabilir!
[130] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun hakkında açıklama
ileride gelecektir.
[131] Râvî Habbâb, ilk müslümân olanlardandır ve müslümân
olanların onaltincısı-dır. Hadîste rivayet ettiği şikâyet, İslâm'ın ilk
günlerine âid vakıalardandır. Peygamber'in yemîn ile ve en kuvvetli te'kîd
edâtlarıyle sağlayarak haber verdiği, bu kudret ve hâkimiyet, ilk çeyrek asır
İçinde gerçekleşmiş ve müslü-mânhğın adalet nuru Arab Yarımadası'nın en
karanlık yerlerine kadar girmiştir. Bu ise hiç şübhesiz hârika ve büyük bir
mu'cizedir. Bu hadîsin bu bâbda zikredilmesinin sebebi de budur.
[132] Sabit ibn Kays, Ensâr'dandır; Uhud ve diğer gazvelerde
bulunmuş, Ebû Bekr zamanında Yemâme harbinde şehîd düşmüştür.
Sabit ibn Kays'ı
cehennemlik olduğu şübhesine düşüren ve kendisini evinde habsettiren sebeb,
el-Hucurât Sûresi'nin 2. âyetinin inmesidir: "Ey îmân edenler,
seslerinizi Peygamber'in sesinden yüksek çıkarmayın. O'na sözle birbirinize
bağırdığınız gibi bağırmayın ki, siz farkına varmadan amelleriniz boşa
gider".
Sabit yüksek sesli bir
hatîb kişi İdi. Benü Temîm kabilesinden gelen yetmiş seksen kişilik hey'ete
karşı hatîbükle vazîfelendirilmişti.
Bu hadîsin Nübüvvet
Alâmetleri Bâbı'nda getirilmesi, Peygamber'in Sâbit'in cennetlik olduğunu
müjdelemesi ve Sâbit'in Yemâme harbinde şehîd olarak vefatı üzerine bu
müjdenin gerçekleşmiş olması yönündendir. Çünkü bu, Peygamber'den başkasının
bilemeyeceği bir İştir. Peygamber ona: Hamîd olarak yaşıyacağmı ve şehîd
olarak öleceğini haber vermişti.
[133] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in, Kur'ân okunması
sırasında es-Sekîne'nin inmesini haber vermesindedir.
[134] Bu hadîsin başlığa uygunluğu, içinde düşünen kimseye
gizli olmayan parlak bir mu'cize bulunması yönündendir. Ebû Bekr için de büyük
bir fazileti ihtiva etmektedir.
Hicret kıssasının uzun
bir rivayeti Hz. Âİşe'den gelmektedir. Buhârî bunu Menâkıb Kitabı;
"Peygamber'in ve sahâbîlerinin Medine'ye hicreti bâbı"nda ve yine
aynı kitabın "Peygamber'in ve sahâbîlerinin Medîne'ye girmeleri
bâbı"n-da getirmiştir.
Buradaki hadîsi Müslim
de getirmiştir: Müslim Ter., VIII, 572-575, 75 ''2009".
[135] Taberânî'nin ve daha başkalarının rivayet tarîklerinde
hadîs şöyle bir ziyâde ile bitiyor: Rasülullah:
— "Madem ki sen
hakkındaki dileğimizi kabulden çekmiyorsun; şu hâlde senin dediğin olacaktır ve
Allah'ın takdiri yerini bulacaktır" buyurmuştur.
Hakîkaten hasta Bedevî,
hastalığından iyi olmamış ve ertesi günü akşamına erişemeden Peygamber'in
haber verdiği üzere o hastalıktan ölmüştür.
Bu hadîsin başlığa
uygunluğu, o şahsın öldürülmesi ve sonunun Peygamber'in haber verdiği gibi
olmasıdır. Bu, onu görenlere hüccet olması ve Şârİ'in doğruluğuna delâlet
etmesi için böyle olmuştu
[136] Peygamber Medîne'ye hicret ettikten sonra Medine
Yahudileri İle Hristiyanlar, Müslümanlığı İçinden yıkmak için şöyle bir
sû'ikasd tertîb ettiler: Bunlar, zahirde müslümân oluyorlardı. Bir zaman
geçtikten sonra irtidâd ederek ayrılıyorlardı. Maksadlan diğer müslümânlan
dînden çıkmaya sevketmekti. Hadîste bildirilen Hristiyan da böyle bir hainlikle
müslümân görünmüş, sonra irtidâd
[137] Hadîsin başlığa uygunluğu çok açıktır. Bu, Humus
Kitabı'nda da geçmişti.
[138] Bu da Humus'ta, başka bir senedle geçmişti.
Hz. Umer, İran
zaferinin ardından söylediği bir hitabede: Artık bugün İran Devleti
mahvolmuştur, diyerek Rasûlullah'ın vaktiyle verdiği haberin gerçekleştiğine
işaret etmiştir. Bu vak'a Peygamber'in en bariz mu'cizelerinden birisidir: Bu
mu'cizenin bir eki olarak, Peygamber'in: İran saltanatı yıkıldıktan sonra bir
daha eski istiklâl ve İhtişâmıyle kurulmayacaktır rha'nâsma "Kisrâ
yoktur" ihbarını da, târihen gerçekleşmiş bir vakıa olarak görüyoruz.
Kayser'in Rûm
beldelerinden kovulup uzaklaştırılması Türk ve İslâm mü-câhidlerinin
süngüleriyle birkaç asırda gerçekleşmiştir...
[139] Başlığa uygunluğu "Ben bu iki bileziği benden
sonra çıkacak iki yalancı ile te'vîl ettim..," sözlerinden alınır. Çünkü
bunda Peygamber tarafından bâzısı kendi günlerinde, bâzısı da kendisinden sonra
vâki' olmuş bir işi haber verme vardır. Zîrâ el-Ansî, Peygamber'in sağ olduğu
günlerde Öldürülmüştür. Museylime ise Peygamber'den sonra Yemâme vak'asında
öldürüldü. Onu Hamza'nın kaatili Vahşî öldürdü. Eğer: Benden sonra çıkacak
dedi; Museylime Peygamber'den sonra çıktı; el-Ansî ise, o, Peygamber'in günlerinde
çıktı dersen, şöyle cevâb veririm: Benden sonra demek, Peygamberliğimin
subûtundan sonra yâhud Peygamberlik da'vâmdan sonra demektir (Aynî).
[140] Yesrib, Medine'nin Câhiliyet devrindeki ismidir.
Nitekim Allah, Kur'ân'da onu bu isimle hikâye etmiştir: "O zaman onlardan
bir grup: Ey Yesrib ahâlîsi, sizin için burada durmak yok. Hemen dönün!
demişlerdi.. " (el-Ahzâb: 13).
Sonra Allah onun ismini
Medine yaptı: et-Tevbe: 101, 120; el-Ahzâb: 60; el-Munâfıkûn: 8.
Rasûlullah da ahâlîsinin
zihinleri ve vicdanları tayyib olduğu için oraya Tay-yibe ve Tâbe ismini
vermiştir
[141] Elbette ki cihâd yolunda şehîd olanlar için Allah'ın
hazırladığı mükâfatlar daha hayırlıdır. Şehîd olmayanlar için ise Bedir'den
sonra müslümânların kalble-rinin İslâm'da tesbîti ve daha sonraki Hayber ve
Mekke fetihleri -ki bunlar hep Allah'ın getirdiği şeylerdir- hep hayırlı
şeylerdir. Peygamber, ru'yâmn son kısmını işte böyle yormuş olmaktadır.
Hadîsin başlığa
uygunluğu, içinde Peygamber'in sâdık ru'yâsı ve bu ru'yâ-mn, Peygamber'in yorumladığı
gibi vukû'unu haber verme bulunması yönün-dendir.
Bu hadîsi Müslim de
Ru'yâ Kitâbı'nda, bu sened ve lâfızla getirmiştir: Müslim Ter., VII, 147-20
"2272". .
[142] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'in kendi ecelinin
gelmesini, bir de kızı Fatıma'mn, ailesinden ilk ölecek kişi olup, cennet ehli
kadınlarının seyyidesi olduğunu haber vermiş olması yönündendir.
[143] Bu geçen Âişe hadîsinin diğer bir vecîhten başka bir
tarîkidir. Bu vak'alar, Peygamber'in haber verdiği gibi gerçekleştiğinden,
Nübüvvet âyeti ve alâmeti olmuştur.
[144] Bu sûrenin Peygamber'in ecelini ihtiva ettiğini de İbn
Abbâs'a Peygamber haber vermiş oluyor. Bu da vukû'undan evvel haber vermedir.
Bu da haber verildiği gibi vâki' olmuştur (Kastallânî).
[145] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in kendisinden sonra
müslümânların çoğalacağını, Ensâr'ın azalacağını ve müslümânlardan,
müslümânların idarî işlerini üzerine alacak kimselerin olacağım... haber
vermesi yönündendir. Bunlar gaybları haber verme ney'inden olan mu'cizelerdir.
Hakîkaten Ensâr, gitgide azalmış ve zamanın geçmesiyle Ensâr'm mikdân, insanlar
içinde yemekteki tuz mesabesine inmiştir.
[146] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in torunu el-Hasen'in
müslümânlardan iki fırkanın arasında sulh yapacağını haber vermesi
yönündendir. Hakîkaten haber verdiği gibi vâki' olmuştur. Çünkü el-Hasen
halifeliği Muâviye'ye bıraktı, böylece iki taife arasındaki çejcişme kalktı.
[147] Başlığa uygunluğu Peygamber'in, Ca'fer ibn Ebî Tâlib
ile Zeyd ibn Hârise'nin öldürüldüklerini, onlar henüz Mûte'de iken ve haberleri
de germeden önce haber vermesi yönündendir. Bu nübüvvet alâmetlerindendir.
Bunun beyânı Mûte harbi bölümünde inşâallah geniş olarak gelecektir.
[148] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in, Câbir'e: "Sizin
de yakında süslü döşemeleriniz olacaktır" diye haber vermesi ve hakîkaten
bunun aynen gerçekleşmiş olması yönündendir.
[149] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in Umeyyetu'bnu Halefin
öldürülmesini haber vermesi yönündendir. Umeyye, Bedir vak'asında öldürüldü.
Onu Ensâr'dan Mazin oğullan'ndan bir adam öldürdü.
îbn Hişâm: Onu Muâz İbn
Afra, Hâricetu'bnu Zeyd ve Habîb ibn İsaf Öldürdüler; öldürmede bunlar iştirak
ettiler, dedi (Aynî).
İşte Peygamber'in ilk
gazvesinin Umeyye'nin ölümüne vesîle olacağım vu-kû'undan evvel haber vermesi,
bir mu'cize olduğundan, Nübüvvet Alâmetleri Bâbı'nda zikredilmiştir. Buhârî
bunu Magâzî'nin baş tarafında da getirmiştir
[150] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in kendi ru'yâsmda Ebû
Bekr ile Umer'in haiî-felikleri hakkında gördüğü şeyi haber vermesi
yönündendir. Bunlar, Peygamber'in haber verdiği gibi vâki' olmuştur.
Ebû Bekr'in bir ıKf kova
su çekmesine mukaabil, Umer'in koca bir kırba ile ve tam bir kuvveti* su çekip
halkı kana kana sulamasında, hattâ bu kuyu başının develer için sulak ve eylek
yeri edinilmesinde, Ebû Bekr zamanında irti-dâd ve irtica gâilesiyle uğraşması
ve hilâfetinin az devam etmesi sebebleriyle İslâm fetihlerinin azlığına,
Umer.zamâmnda ise hiçbir mania olmaksızın uzun zaman fetihlerin devam etmesine
ve İslâm adalet ve hürriyetinden halkın kana kana faydalanmasına işaret vardır,
denilmiştir.
[151] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde Cibril'in zikri
bulunması yönündendir. O Cibrîl ki, Peygamber'e gayb olan işleri haber verir
idi. İşte bu da peygamberlik alâmetlerinden bir alâmet olmuştur.
Dıhye, sahâbîlerin
büyüklerinden idi. Bedir'de ve diğer gazvelerde Peygamber'in yanında bulundu.
Peygamber, komşu devletlere İslâm'a da'vet mektubu gönderdiğinde Rûm Kayseri'ne
de Dıhye eliyle göndermişti. Çok defa Cibrîl, Peygamber'e, Peygamber'in pek
sevdiği Dıhye suretinde gelirdi. Cibril'i Um-mü Seleme'den başka birçok sahâbî
de bu surette görmüşlerdir.
[152] Bâzı nüshalarda bu babın başında Besmele vardır. Ebû
Zerr nüshasında bu Besmele yoktur. Şârih ibn Hacer, Ebû Zerr nüshasını esas
almış olduğundan, onda da Besmele yoktur. Aynî İle Kastallânî'.nin esas
aldıkları nüshada Besmele mev-cûddur.
[153] Âlim, câhil herkesin kendi çocuğunu bilmesinden üstün
bir bilgi bulunmadığından, Arablar arasında bir şeyin şahinliği hakkında,
babanın oğlunu bilmesin-deki isabetle temsîl edilegelmiştir. Bu âyet de o örfe
göre-'nâzil olmuştur.
[154] Bu bâb ve bu hadîsin Nübüvvet Alâmetleri konusuyla
münâsebeti, Rasûlullah'-ın Tevrat hükümlerine vâkıf olmadığı hâlde, zina
hükmünün Tevrat'ta bulunmasını sanması ve neticede bu hükmün Tevrat'ta
bulunmasıdır.
Abdullah ibn Selâm
aslında îsrâîl oğulları neslinden ve Yahûdî dîninde iken, Rasûlullah'ın
Medine'ye hicretinde müslümân olmuştu. Bu yüzden Tevrat hakkında derin bilgisi
vardı
[155] Ayın ikiye bölünmesi şübhesiz hissedilen, âfâkî ve
âdet hârici olan büyük bir mu'cizedir. Şârih el-Hattâbî şöyle demiştir: Kamerin
yarılması mu'cizesi, bütün peygamberlere verilen âyetlerden hiçbiri kendisiyle
kıyas olunamayacak derecede büyüktür. Çünkü bu mu'cize, gökyüzündeki cirimler
içinde parlak bir surette göze çarpan bir kürre üzerinde ortaya çıkmıştır. Bu
cihetle insan üzerindeki te'sîr en büyük; bununla burhan en açıktır. Çünkü o
âlemdeki unsurların tabîatlerinin cümlesinden hâricdir (Aynî).
Ayın yarılması
Kur'ân'da şöyle zikrediliyor: "Saat yaklaştı. Ay (ikiye) yarıldı. Onlar
bir mu 'cize görürlerse yüz çevirirler ve: Müstemir bir büyüdür, derler''
(el-Kamer: 1-2).
Bâzı müfessirler
âyetteki mâzî sîgasını mecazen muzârîye hamlederek: "Ay, kıyamet günü
bölünecek" ma'nâsına gitmişlerdir... Hasen Basrî'ye nisbet edilen bu
tefsir, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan da nakledilmiştir. Elmalıh Muhammed Ham-dî Yazır,
Hakk Dîni Kur'ân Dili'nde (VI, 462f-4638) iki büyük tabiî âlimine isnâd olunan
bu tefsîri uzak sayıp tevcih ederek Özetle şöyle der: "Bu iki tabiî imâmı,
âyette ve hadîste meşhur olan mâzîdekİ inşikaakı inkâr etmiş değil, âyetin
diğer bir delâletini tavzîh ve tefsir eylemişler ve vâki' olan inşikaakı kamer
mu'rizesinden ileride kamerin büsbütün yarılıp kıyametin kopacağı ma'nâsını
anlamak lüzumunu hatırlatmışlar ve "Ve seyenşakku fi'1-yame" demekle
bu şevki göstermişlerdir..."
Daha fazla bilgi için,
işaret edilen yere dönülmelidir.
[156] Ayın yarılması hadîsi, râvîlerin çokluğu ve şöhreti
yönünden seçkin hadîslerdendir.
[157] Bunlar Usayd ibn Hudayr ile Abbâd ibn Bişr'dir.
Sahâbîlerden yâhud daha sonrakilerden kimselerin kerameti, Peygamber'in
mu'cizelerindendir ve mu'cizele-re katılır.
[158] Bu, Peygamberlik Alâmetleri Bâbları'na eklenmiştir,
bunda parlak bir mu'cize vardır. Çünkü bu vasıf -Allah'a hamd olsun- Peygamber
zamanından şimdiye kadar vardır ve Allah'ın emri gelinceye kadar da var
olacaktır (Aynî).
[159] Hadîsin birinci kısmı hakkındaki söz, geçen hadîsinki
gibidir. İkinci kısmı, yâ-nî Mâlik ibn Yuhâmir'in hadîsi merfû' değildir.
[160] Buhârî burada hadîsin farklı rivayetlerini de
getirmiştir.
Hadîsin başlığa uygunluğu,
Peygamber'İn Urve el-Bârıkî'ye hayır ve bereketle duâ etmesi ve bir mu'cize
olarak onun da toprak alıp satsa altın olmak derecesinde kazanç talihinin
açılmasıdır. Hadîsin son fıkrası olan "Toprağa sa-rılsa altın olur"
cümlesi, Türk mesellerindendir ve hadîsin bediî bir ifâde tarzıdır. Bu mesel,
kazanç talihi açık olan kimse için söylenir.
Urve el-Bârıkî,
sahâbîlerin âlimlerinden idi. Kûfe'de oturmuştur. Umer'in devlet başkanlığı
zamanında Kûfe'ye kaadı ta'yîn olunmuştur. eş-Şa'bî'nin rivayetine göre, Urve,
Kûfe'nin ilk kaadısıdır.
[161] Hadîslerin buraya uygunluğu, bunlarda Peygamber'İn
kıyamet gününe kadar devam edecek bir hayırdan haber vermesidir.
[162] Bunu, Peygamberlik Alâmetleri Bâbları ardından
zikretmesinde şöyle denilmek mümkin olur: Çünkü bunda da haber verip de haber
verdiği gibi vâki' olan şeylerden vardır!..
[163] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'in Hayber'in
harâb olacağını haber vermesi ve haber verdiği gibi vâki' olmasıdır.
Peygamber'in hadîsteki
son sözü şu âyeti hatırlatıyor: "Şimdi onlar çabucak bizim azabımızı mı
istiyorlar? Fakat bu onların bölgesine çökünce (gelecek tehlikelerle öteden
beri) korkutulan onların sabahı ne kötü(o\acak)dür'' (es-Sâffât: 176-177).
[164] Bu hadîs İlim Kitâbı'nda da geçmişti.
Ebû Hureyre'den
unutmanın kaldırılması, Peygamber'in sayısız mu'cize-lerinden biridir. Ona
salât ve selâm olsun