1- Yağmur İsteme Duası
ve Peygamber (S)'in Yağmur İsteme Duasına Çıkması Babı
4- Yağmur İsteme Duasında Üst Elbiseyi Tahvil Etme Babı
5- Yağmur İsteme Duasının Camş’ Olan Mescid İçinde (Dahi)
Yapılması Babı
6- Yağmur İsteme Duasının Kıbleye Yönelmeksizin Cumua
Hutbesi İçinde Yapılması Babı
7- Minber Üzerinde Yağmur İsteme Duası Babı
8- Yağmur İsteme Duası Halinde Cumua Namazı İle Yetinen
Kimse Babı
9- Yağmur Çokluğundan Yollar Kesildiği Zaman Dua Edilmesi
Babı
12- Bab: Kuraklık Sırasında Müşrikler Müslümanlardan
Şefaat Diledikleri Zaman?
14- Yağmur İsyeme Duasında Ayakta Dikilerek Dua Etmek
Babı
15- Yağmur İsteme Duası (Namazı) da Kıraati Açıktan Okuma
Babı
16- Bab: Peygamber (S) -Yağmur İsteme Duasında- Sırtını
İnsanlara Nasıl Çevirdi?
17- Yağmur İsteme Namazı İki Rek'attır Babı
18- Sahra Namazgahında Yapılan Yağmur İsteme Duası Babı
19- Yağmur İsteme Duasında Kıbleye Yönelme Babı
21- Yağmur İsteme Duasında İmamın Kendi Elini Yukarıya
Kaldırması Babı
22- Sema Yağmur Yağdırdığı Zaman Söylenecek Olan Söz Babı
24- Bab: Rüzgar Estiği Zaman (Ne Yapılır)?
25- Peygamber(S)in:"Ben sabo rüzgârı ile yardım
olundum" Sözü Babı
26- Zelzeleler ve Alametler (Büyük Hadiseler) Hakkında
Denilenler Babı
27- Yüce Allah'ın:Ve rızkınızı siz herhalde tekzibe mi
kalkışırsınız (el-Vakıa: 82) Kavli Babı
28- Bab; Allah'tan
Başka Hiçbir Kimse Yağmurun Ne Zaman Geleceğini Bilmez
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle
(Yağmur
Duası Kitabı) [1]
1-.......Abdullah
ibn Zeyd [3] şöyle
demiştir: Peygamber (R) yağmur isteme duası yapmak üzere (namazgaha) çıktı [4] ve
ridâsını tahvîl etti [5].
2-.......Bize
Mugîre ibnu Abdirrahmân, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rac'dan; o da Ebû
Hureyre'den tahdîs etti ki (o, şöyle demiştir): Peygamber (S) son rukû'dan
başını kaldırdığı zaman şöyle der idi: "Yâ Al/ah! Ayyaş ibn Rabta'yi
kurtar. Yâ Allah! Selemete'bne Hişâm 'ı kurtar. Yâ Allah! et- Velîd ibnu 7-
Vetîd'i kurtar. Yâ Allah! (Kâfirler elinde bunalıp) zaîf ve âciz görülen diğer
mü 'minleri kurtar! Yâ Allah! Mudâr (kâfirleri) üstüne baskını daha da
şiddetlendir. Yâ Allah! (İçinde bulundukları) bu yılları onlara Yûsuf
Peygamberin yılları gibi kıtllk yılları yap!" [6].
Ve yine Peygamber
şöyle dedi: "Ğıfâr kabilesine gelince Allah onlara mağfiret etsin. Eşlem
kabilesi ile de Allah musâlim olsun, yânı barışık gitsin"[7].
İbnu Ebî'z-Zinâd,
babası Ebu'z-Zinâd'dan olmak üzere: Bu duanın hepsi sabah namazı içinde idi,
demiştir.
3-.......Mesrûk
şöyle demiştir: Biz Abdullah ibn Mes'ûd'un yanında bulunuyorduk. O şöyle dedi:
Peygamber (S) insanlarda (yânî Kureyş'te İslâm'a karşı) aleyhdârlık görünce:''
Yâ Allah/Bunlar hakkındaki dileğim) Yûsuf Peygamber'in yedi kıtlık seneleri
gibi yedi senedir" dedi. Bunun üzerine onları öyle bir kıtlık yakaladı ki,
her şeyi kökünden kuruttu (bütün bitkileri yok etti). O derecede ki, her çeşit
hayvan derilerini, ölü hayvan etlerini hem de kokmuşlarını yediler. Onlardan
biri gökyüzüne bakınca açlıktan dolayı (gözleri ortalığı) duman görürdü.
Derken Ebû Sufyân Peygamber'in yanına geldi de: Yâ Muhammed, Sen Allah'a tâatı
ve hısımlara ilgiyi emredip duruyorsun. Kavmin ise helak oldu. Artık onlar
için Allah'a duâ et, dedi. Yüce Allah şöyle buyurdu: "O hâlde semânın
ap-âşikâr bir duman getireceği günü gözetle. (Öyle bir duman ki) insanları
saracaktır o. Bu pek yaman bir azâb (diyecekler). Ey Rabb 'imiz, bizden bu
azabı açıp kaldır. Çünkü biz îmân edeceğiz. Onlar için düşünüp, ibret almak
nerede? Kendilerine (hakikatleri) açıklayan bir Rasûl geldiği hâlde, yine
O'ndan yüz çevirdiler. Bir öğretilmiş, bir mecnûn dediler. Biz bu azabı biraz
açıp kaldıracağız. Fakat siz hiç şübhe yok ki, tekrar dönecek olanlarsınız.
Çok büyük bir şiddet ve savletle çarpacağımız gün, muhakkak ki biz (onlardan)
intikaam alıcılarız" (ed-Duhân: 10-16). Batşe, Bedr günü olandır. Demek ki
Duhân da, Batşe de, Li-zâm da, Rûm âyeti de (meydana gelmiş ve) geçmiştir [8].
4-.......Bize
Abdurrahmân ibnu Abdillah, babası Abdullah ibnu Dinar'dan tahdîs etti. O şöyle
demiştir: Ben Abdullah ibn U mer'i, Ebû Tâlib'in şu şiirini mesel
edinerek okuduğunu işittim:
(Hey babasız, ırz ve harîmi himaye eden, kötü
sözlü olmayıp kimseye de yük teşkîl etmeyen bir efendiyi bir kavmin terketmesi
nedir? O öyle bir seyyiddir ki, bembeyazdır; yüzü suyu hürmetine bulutlardan
yağmur istenir; yetimlerin yediricisi, dulların koruyucusudur) [9].
Ve Umer ibn Hamze
şöyle dedi [10]: Bize Salim, babası İbn
Umer'-den tahdîs etti. O şöyle demiştir: Peygamber(S)'in (Medine'de minbere
çıkıp) yağmur duası yaptığını ve daha inmesine mahal kalmadan olukların gürül
gürül coşup aktığım görünce, Rasûlullah'ın mübarek yüzüne baka baka o ma'lûm
şâirin:
Ve ebyadu
yusteskaa'J-gamâmu bi-vechihi Simâlu'I-yetâmâ, ısmetun li'1-erâmili...
sözünü nice defalar
hatırlamışımdır. (Râvî Abdullah ibn Dînâr el-Adevî dedi ki:) Bu söz Ebû
Tâlib'in sözüdür [11].
5-.......Bize
Muhammed ibnu Abdillah el-Ensârî tahdîs edip şöyle dedi; Bana babam Abdullah
ibnu'I-Musennâ, Sumâme ibnu Abdillah ibni Enes'ten; o da Enes ibn Mâlik'ten
olmak üzere tahdîs etti ki, halk yağmursuz kalıp kıtlığa uğradıkları zaman,
Umer ibnu'I-Hattâb (Peygamber'in amucası) Abbâs ibnu'l-Abdilmuttalib'i vesîle
edinerek [12] yağmur duası yapar ve
duada: "Yâ Allah, bizler Peygam-ber'imizi vesîle edinerek Sen'den niyazda
bulunurduk da, Sen bize yağmur ihsan ederdin. (Şimdi de) Peygamber'imizin
amucasını vesîle edinerek Sen'den niyaz ediyoruz; bize (yine) yağmur ihsan
eyle" der idi [13].
Râvî Enes: (Bu duanın akabinde) kendilerine yağmur ihsan olunurdu, demiştir [14].
6-.......Bize
Şu'be, Muhammed ibn Ebî Bekr'den; o da Abbâd ibn Temîm'den; o da Abdullah ibn
Zeyd'den haber verdi. O: Peygamber (S) yağmur isteme duası yaptı da ridâsım
(yânî üst elbisesini) geriye döndürüp tersine çevirdi, dedi [15].
7-.......Afabâd
ibn Temîm, kendi amucası Abdullah ibn Zeyd'den olmak üzere, babası Ebû Abdillah
ibn Ebî Bekr'e şöyle tahdîs ediyordu: Peygamber (S) namazgaha çıktı ve yağmur
isteme duası yaptı; akabinde kıbleye yöneldi, ridâsım kalb etti ve iki rek'at
namaz kıldırdı.
Ebû Abdillah el-Buhârî
der ki: Sufyân ibn Uyeyne, bu yağmur duası hadîsinin râvîsi, ezan sahibi olan
Abdullah ibn Zeyd ibn Abdi Rabbih'tir zannediyordu. Bu zann bir vehimdir. Çünkü
bu yağmur duası hadîsinin râvîsi olan zât, Abdullah ibn Zeyd ibn Âsim
el-Mâzinî'dir; Mazimi'1-Ensâr'dır [16].
8-.......Bize
Şerik ibnu Abdillah ibni Ebî Nemir tahdîs etti. O da Enes ibn Mâlik'ten şöyle
zikrederken işitmiştir [17]: Bir
kimse cumua günü Rasûlullah ayakta hutbe yaparken, minberin karşısında bulunan
bir kapıdan içeriye girdi ve Rasûlullah'ın karşısında ayakta dikelerek: Yâ
Rasûlallah, davarlar helak oldu, yollar kesildi. Binâenaleyh Allah'a duâ et de
imdadımıza yetişsin, dedi. Râvî dedi ki: Bu söz üzerine Rasûlullah hemen iki
elini kaldırdı da: "Ailâhumme es-kınâ; Allâhumme eskınâ; Allâhumme eskınâ
(= Yâ Allah bize yağmur ver; yâ Allah bize yağmur ver; yâ Allah bize yağmur
ver)" dedi[18]. Yine Enes şöyle dedi: Allah'a
yemîn ederim ki, o sırada biz gökyüzünde ne kalın, ne ince bulut; hiç, hiçbir
şey görmüyorduk. Bizimle Sel'i Dağı arasında o zaman hiçbir ev ve hiçbir konak
da yoktu. Enes dedi ki: Derken Rasûlullah'ın arka tarafından, kalkan şeklinde
bir bulut parçası çıkageldi. Semânın ortasına varınca yayıldı. Sonra yağmur
yağmağa başladı. Enes dedi ki: Allah'a yemînle söylüyorum, biz altı gün (yânı
bir hafta) güneşin yüzünü görmedik. Sonra öbür cu-mua günü yine Rasûlullah
ayakta hutbe yaparken, yine o kapıdan bir kimse girdi, Peygamber'in karşısına
geçti ve ayakta dikelerek: Yâ Rasûlallah, mallar helak oldu, yollar da kesilip
kapandı. Allah'a duâ et de artık bu yağmuru tutsun, dedi. Enes dedi ki: Bunun
üzerine Rasûlullah iki elini kaldırdı ve: "Yâ Allah, etrafımıza (yağsın),
üzerimize değil. Yâ Allah, tepelere, dağlara, kal'alara, bayırlara, derelere,
ağaçlıklara yağdır" diye duâ etti. Enes dedi ki: Bunun üzerine hemen
yağmur kesildi. Ve namazdan çıktığımızda güneşte yürür olduk [19].
Hadîsi Enes'ten rivayet eden Şerîk ibn Abdillah dedi ki: İkinci hafta gelen
adam, evvelki hafta gelen adam mıydı? diye Enes'ten sordum. Enes, bilmem,
dedi.
9-.......Bize
İsmâîlibnCa'fer, Serik'ten; o daEnesibnMâlik'ten tahdîs etti (O,.şöyle
demiştir): Bir kimse cumua günü Rasûlullah ayakta hutbe yaparken Dâru'I-Kadâ
tarafında vaktiyle mevcûd olan bir kapıdan içeriye girdi de, Rasûlullah'm
karşısında ayakta durdu [20].
Sonra: Yâ Rasûlallah, mallar helak oldu, yollar kesildi. Allah'a duâ et de
bizlere yağmur ihsan etsin, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah iki elini kaldırdı,
sonra: "Allâhumme eğısnâ, Allâhumme eğısnâ, Al-lâhumme eğısnâ (= Yâ Allah
bize yağmur ver, yâ Allah bize yağmur ver, yâ Allah bize yağmur ver)" dedi
[21].
Enes dedi ki: Allah'a yemîn ile söylüyorum, o sırada biz gökyüzünde ne kalın,
ne de ince bir bulut görüyorduk; bizimle Sel'ı Dağı arasında hiçbir ev ve
hiçbir konak da yoktu. Enes dedi ki: Derken Rasûlullah'ın arka tarafından
kalkan şeklinde bir bulut çıktı. O bulut semânın ortasına varınca yayıldı.
Sonra yağmur yağmağa başladı. Allah'a yemîn ediyorum ki, biz altı gün güneşi
görmedik. Sonra (öbür) cumua günü, yine Rasûlul-Iah ayakta hutbe yaparken, yine
o kapıdan bir kimse daha girdi; Ra-sülullah'ın karşısına geçip dikeldi. Ve: Yâ
Rasûlallah, mallar helak oldu, yollar kesilip kapandı. Allah'a duâ et de artık
bu yağmurları bizden tutsun, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah iki elini kaldırdı,
sonra: "Yâ Allah, etrafımıza (yağsın), üzerimize değil. Yâ Allah, tepelere,
bayırlara; derelerin içlerine, ağaç ve ot bitecek yerlere (yağdır)" diye
duâ etti. Enes dedi ki: Bu duâ üzerine hemen yağmur kesildi. Biz de mescidden
çıkıp, güneşte yürüyorduk.
Şerîk ibn Abdillah
dedi ki: Enes'e: İkinci hafta gelen zât, evvelki hafta gelen zât mıydı? diye
sordum da, o: Bilmiyorum, dedi.
10-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Cumua günü Rasûlullah (S) hutbe yaparken birdenbire bir
adam geldi ve: Yâ Rasûlallah, yağmur kıtaldi. Allah'a duâ et de bize yağmur
yağdırsın, dedi. Rasûlullah hemen duâ etti. Derken üzerimize yağmur yağmağa
başladı. Öyle ki, az daha evlerimize ulaşamıyacaktık. Ondan sonraki cumuaya
kadar üzerimize hep rahmet yağdı durdu. Enes dedi ki: Öbür cumua, bu adam
yâhud bir başkası ayağa kalktı ve: Yâ Rasûlallah, bu yağmuru bizden çevirmesi
için Allah'a duâ et de, bu yağmuru üzerimizden çevirsin, dedi. Bunun üzerine
Rasûlullah: "Yâ Allah, etrafımıza (yağdır), üzerimize değil" dedi.
Enes dedi ki: Yemîn olsun, bulutların sağa sola doğru parçalandıklarını ve
etraftakiler üzerine yağmur yağarken Me-dîne ahâlîsinin yağmur altında olmadıklarını
muhakkak görmüşümdür [22].
11-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e bir adam geldi de: Hayvanlar helak oldu,
yollar kesilip kapandı, dedi. Alcabinde Peygamber duâ etti. Artık bize o
cumuadan i'tibâren öteki cumuaya kadar yağmur verildi. Sonra bir daha geldi,
ve: Evler yıkıldı, yollar kesildi, hayvanlar helak oldu. Allah'a duâ et de şu
bulutların sağna-ğını tutsun, dedi. Bunun üzerine Peygamber: "Yâ Allah,
tepelere, bayırlara, derelere ve ağaç bitecek yerlere (ağaçlıklara
yağdır)" diye duâ etti. Bu duâ akabinde bulutlar, Medîne'nin üstünden
kumaş dü-rülür gibi dürüldü.
12-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'm yanına bir zât geldi de: Yâ
Rasûlallah, hayvanlar helak oldu, yollar kesildi; Allah'a dua ediver, dedi.
Rasûlullah hemen duâ etti. Duâ akabinde bir cumuadan diğer cumuaya kadar halkın
üzerine hep yağmur yağıp durdu. Nihayet bir zât yine Rasûlullah'a geldi ve: Yâ
Rasûlallah, evler yıkıldı, yollar kesildi, hayvanlar helak oldu, dedi. Bunun
üzerine Rasûlullah (S): "Yâ Allah, dağ başlarına, tepelere, vadilerin
içlerine ve ağaç bitecek yerlere (yağdır)" diye duâ etti. Bulutlar hemen
Medine'nin üstünden kumaş dürülür gibi dürüldü [23].
13-.......Bize
Muâfâ ibnu İmrân, el-Evzâî'den; o da İshâk ibn AbdiIIah'tan; o da Enes ibn
Mâlik'ten şöyle tahdîs etti: Bir şahıs Pey-gamber'e geldi de (su kıtlığı
sebebiyle) malların helakini, çoluk çocuğun meşakkatini şikâyetle arzetti.
Bunun üzerine Peygamber yağmur istemek üzere Allah'a duâ etti. (Enes'in râvîsi
İshâk ibn İbrâhîm yâ-hud onunla Buhârî arasındaki diğer bir) râvî dedi ki:
Enes, ne Peygamber'in dış elbisesini tahvîl ettiğini ve ne de kıbleye
yöneldiğini zikretti [25].
14-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bir kimse Rasûlullah'a geldi de: Yâ Rasûlallah,
hayvanlar helak oldu, yollar kesildi, Allah'a duâ ediver, dedi. Rasûlullah
Allah'a duâ etti. Derken o cumuadan öteki cumuaya kadar üzerimize yağmur yağıp
durdu. Nihayet bir zât Peygamber'e geldi de: Yâ Rasûlallah, evler yıkıldı,
yollar kesildi, hayvanlar helak oldu, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (S):
"Yâ Allah, dağların sırtlarına, tepeler üzerine, derelerin içlerine ve
ağaç ve ot bitecek yerlere (yağdır)!’ diye duâ etti. Bu duâ akabinde bulutlar,
Medine'nin üstünden kumaş dürülür gibi dürüldü [26].
15-.......Bize
Mansûr ile el-A'meş, Ebu'd-Duhâ'dan; o da Mesrûk'tan tahdîs etti. Mesrûk şöyle
demiştir: Ben İbn Mes'ûd'a geldim. O şöyle dedi: Kureyş kavmi İslâm'a girmekte
geciktiler. Bunun üzerine Peygamber (S) onların aleyhine duâ etti de onları
bir kıtlık yakaladı ki, o yıl helak oldular, ölü hayvan eti yediler ve
kemikleri kemirdiler. Ebû Sufyân, Peygamber'in yanına geldi de: Yâ Muham-med,
sen akrabayla ilgilenmeyi emrederek geldin. Senin kavmin ise helak oldular.
Artık Yüce Allah'a duâ et, dedi. Rasûlullah veya İbn Mes'ûd: "O hâlde
semânın apâşikâr bir duman getireceği günü gözetle... ""ted-Duhân:
ıo) âyetim okudu. Sonra Kureyşliler tekrar kâfirliklerine döndüler. Bu
dönüşlerinin cezası da Yüce Allah'ın şu kavlidir: "Çok büyük bir şiddet ve
savletle çarpacağımız gün muhakkak ki biz intikaam alıcılarız" (ed-Duhân:
16); bu gün, Bedr günüdür.
Buhârî şöyle dedi: Ve
Esbât ibn Nasr, Mansûr'dan isnâdiyle şunu ziyâde etti: Rasûlullah (S) duâ
yaptı da onlara yağmlır ihsan olundu. Yedi gün yedi gece adamakıllı ıslandılar.
Ondan sonra halk yağır u-run çokluğundan şikâyet ettiler. Bunun üzerine
Rasûlullah: "Yâ Allah, etrafımıza yağdır; üzerimize değil" diye duâ
etti de, başının üstünden bulut sıyrıldı, etraflarındaki halk yağmurdan
istifâde etmeye başladı [28].
16-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir cumua günü hutbe yapıyordu.
İnsanlar ayağa kalktılar ve: Yâ Rasû-lallah, yağmur kıtaldi, ağaçlar kıpkırmızı
olup kurudu, hayvanlar helak oldu. Allah'a duâ et de bize yağmur yağdırsın,
diye bağırdılar. Rasûlullah iki defa "Yâ Allah, bize yağmur ver; yâ Allah,
bize yağmur ver!" diye duâ etti. Allah'a yemîn ederim, o sırada biz
gökyüzünde hiçbir bulut parçası görmüyorduk. Hemen bir bulut çıktı ve yağmur
yağmağa başladı. Rasûlullah minberden indi de namaz kıldırdı. Namazdan çıktığı
zaman yağmur, ondan sonraki cumuaya kadar hep yağıp durdu. Öteki cumua
Peygamber (S) kalkıp hutbe yaparken, halk yine kendisine doğru: Evler yıkıldı,
yollar kesilip kapandı; Allah'a duâ et de bizden bulutları habsetsin, diye
bağırdılar. Bunun üzerine Peygamber (S) gülümsedi, sonra da: "Allâhumme
ha-vâleynâ velâ aleynâ (= Yâ Allah etrafımıza yağdır; üzerimize değil)"
diye duâ etti. Derken Medine'nin üstü sıyrıldı. Bulutlar Medine'nin etrafına
damlarken, Medine'ye bir damla düşmüyordu. Medine'ye baktım, o tâcia sarılmış
bir baş gibiydi. '
Ve bize Ebû Nuaym,
Zuheyr'den; o da Ebû İshâk'tan söyledi:
Abdullah ibnu Yezîd
el-Ensârî (yağmur duası için sahraya) çıktı. Yanında el-Berâ ibnu Azib ile Zeyd
ibnu Erkam (R) da varlardı.
Abdullah, sahrada
yağmur isteme duasını şöyle yaptı: Minber kurmaksızın cemâatle birlikte ayağa
kalktı, istiğfar (ve duâ) etti. Sonra kıraati açıktan okuyarak iki rek'at namaz
kıldırdı. Bunda ezan okutmadı, ikaamet de yaptırmadı.
Ebû İshâk: Bu Abdullah
ibn Yezîd, Peygamber(S)'i gördü, demiştir [30].
17-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Abbâd ibnu Temîm tahdîs etti ki, ona da amucası Abdullah
ibn Zeyd el-Mâzinî -ki o, Peygam-ber'in sahâbîlerinden idi- şöyle haber
vermiştir: Peygamber (S), kendileri için yağmur isteme duası yapmak üzere
insanları (namazgaha) çıkardı. Sahrada ayağa kalktı, ayakta dikelerek Allah'a
duâ etti. Sonra kıble tarafına yöneldi, üst elbisesini tahvil eyledi. Nihayet insanlara
yağmur ihsan olundu [31].
18-.......Abdullah
ibn Zeyd el-Mâzinî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) yağmur isteme duası
yapmak üzere (namazgaha) çıktı. Duâ etmek üzere kıbleye yöneldi ve ridâsmı (üst
elbisesini) tahvil etti. Sonra iki rek'at namaz kıldırdı, bu iki rek'at içinde
kıraati açıktan okudu.
19-.......Abdullah
ibn Zeyd el-Mâzinî (R) şöyle demiştir: Ben, yağmur isteme duası yapmak üzere
sahraya çıktığı gün Peygamber'i gördüm, Râvî dedi ki: Derken arkasını insanlara
döndürüp, duâ etmek üzere kıbleye yöneldi. Sonra ridâsını tahvîl etti. Sonra
bize, içlerinde kıraati açıktan okuyarak, iki rek'at namaz kıldırdı [32].
20-.......Bize
Sufyân (ibn Uyeyne), Abdullah ibn Ebî Bekr'den; o da Abbâd ibnu Temîm'den; o da
amucası Abdullah ibn Zeyd'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) yağmur isteme duası
yapmış ve ridâsını kalb etmiştir.
21-.......Bize
Sufyân (ibn Uyeyne), Abdullah ibn Ebî Bekr'den tahdîs etti. O da Abbâd ibn
Temîm'den işitmiştir; o da amucası Abdullah ibn Zeyd'den. O şöyle demiştir:
Peygamber (S), yağmur isteme duası yapmak üzere sahra namazgahına çıktı, orada
kıbleye yöneldi, iki rek'at namaz kıldırdı ve ridâsını tahvîl etti.
Sufyân dedi ki: Bana
el-Mes'ûdî, (mezkûr Abdullah'ın babası olan) Ebû Bekr'den haber verdi. O (kalb
etmeyi tefsîr ederek): Ridâ-sının sağ yanını sol yanı üzerine getirdi, demiştir
[33].
22-.......Abdullah
ibnu Zeyd el-Ensârî (R) şöyle haber vermiştir: Peygamber (S) namaz kıldırmak
üzere sahra namazgahına çıktı. Duâ ettiği yâhud duâ etmek istediği zaman
kıbleye yöneldi ve ridâsım tahvîl eyledi[34].
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: Bâb hadîsinin râvîsi olan bu Abdullah ibnu Zeyd, Mâzinî'dir. (Yağmur
isteme duasında ayakta dikilerek duâ etme bâbı'nda geçen) birinci râvî ise
Küfî'dir. O, Abdullah ibnu Yezîd el-Kûfî'dir[35].
23- Eyyûb
ibn Süleyman şöyle dedi: Bana Ebû Bekr ibn Ebî Uveys, Süleyman ibnu Bilâl'den
tahdîs etti., Yahya ibnu Saîd şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik'ten işittim, o
şöyle dedi: Sahra ahâlîsinden A'rabî bir adam cumua günü Rasûlullah'a geldi ve:
Yâ Rasûlallah, hayvanlar helak oldu, çoluk çocuk helak oldu, insanlar da helak
oldu, dedi. Rasûlullah (S) iki elini kaldırıp duâ etti: İnsanlar da
Rasû-lullah ile beraber ellerini kaldırıp duâ ettiler [36].
Enes dedi ki: Henüz mescidden çıkmamıştık ki, üzerimize yağmur yağmaya başladı.
Artık öteki cumua oluncaya kadar üzerimize hep yağmur yağdı durdu. O zât,
Allah'ın Peygamberi'ne geldi ve: Yâ Rasûlallah, yolcular yolların
kapalılığından artık usandı ve yollar geçilmez oldu, dedi.
Ve Uveysî şöyle dedi:
Bana Muhammed ibn Ca'fer, Yahya ibn Saîd ile Serik'ten tahdîs etti. O ikisi de
Enes'ten işitmişlerdir. Enes: Peygamber (S) iki elini, ben koltuk altlarının
beyazını görünceye kadar kaldırdı, demiştir.
24-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) hiçbir duasında ellerini yukarıya
kaldırmazdı, yalnız yağmur isteme duası müstesna. Çünkü Peygamber (bunda
ellerini) koltuk altlarının beyazı görününceye kadar kaldırırdı [38].
Ve İbn Abbâs: "Ke-sayyıbin";
yağmur'dur, dedi [40]. İbn
Abbâs'tan başkası da "Sâbe yesübu ve esâbe" dedi [41].
25-.......(Âişe
-R- şöyle demiştir:) Rasûlullah (S) yağmuru gördüğü zaman: "Allâhumme,
sayyıben nâfi'an (Yâ Allah, bize faydalı yağmur ver)" der idi [42].
Bu hadîsi
Ubeydullah'tan rivayet etmesinde ona el-Kaasım ibnu Yahya (197) mutâbaat
etmiştir ve bu hadîsi el-Evzâî ile Akîl de Nâ-fi'den rivayet etmişlerdir [43].
26-.......Enes
ibn Mâlik (R) tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlullah (S) zamanında insanlara bir
kıtlık isabet etti. Bir cumua günü Rasûlullah minber üzerinde hutbe yaparken,
A'râbî'nin biri ayağa kalktı ve: Yâ Rasûlallah, mallar helak oldu, çoluk çocuk
da aç kaldı. Bizim için Allah'a duâ et de, bizleri suya kandırsın, dedi. Enes
dedi ki: Ra-sûlullah iki elini kaldırdı. Bu esnada gökyüzünde hiçbir bulut
parçası yoktu. Enes dedi ki: Dağlar gibi bulutlar -yâhud bulutlar dağlar gibi-
gökyüzüne hücum etti. Sonra minberinden inmemişti, tâ ki ben yağmur tanelerinin
O'nun sakalı üzerinden aşağıya doğru yuvarlandıklarını gördüm [45].
Enes dedi ki: O günümüz, ertesi gün, daha ertesi gün ve onu ta'kîb eden gün;
tâ öteki cumuaya kadar hep üzerimize yağmur yağdı durdu. Ertesi cumua yine o
A'râbî, yâhud ondarr başka bîr kimse ayağa kalktı ve: Yâ Rasûlallah, artık
binalar yıkıldı, mallar suda boğuldu. Binâenaleyh bizim için Allah'a duâ
ediver, dedi. Bunun üzerine Rasülullah iki elini kaldırdı ve: "Yâ Allah,
etrafımı-' za (yağdır); üzerimize değil" diye duâ etti. Enes dedi ki:
(Bunu söylerken) eliyle semâdan hangi tarafa işaret ettiyse, orası açıldı ve
Medîne, üstü açık bir alan gibi oldu. Kanat Vâdîsi bir ay mütemadiyen aktı.
Herhangi taraftan kim geldiyse muhakkak bol bol yağmur yağdığını söyledi.
27-.......Bana
Humeyd et-Tavîl haber verdi ki, o, Enes (R) şöyle derken işitmiştir: Şiddetli
bir rüzgâr estiği zaman bundan dolayı Peygamber'in yüzünde (bir endîşe derhâl)
belli olurdu [46].
28-.......Bize
Şu'be, el-Hakem'den; o da Mucâhid ibn Cebr'den; o da ibn Abbâs(R)'tan tahdîs
etti. Peygamber (S): "Ben sabâ rüzgârı ile yardım olundum. Âd kavmi ise
batı rüzgârı ile ihlâk olundular" buyurdu [47].
29-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "İlim kabz
olunmadıkça, zelzeleler çoğalmadıkça, zaman yaklaşmadıkça, fitneler meydan alıp
gâlib gelmedikçe, öldürmek ve ancak öldürmekten ibaret olan here çoğalmadıkça,
sizlerde mal pek çoğalıp sel gibi akıp taşmadıkça kıyamet kopmaz" [49].
30-.......Bize
tbnu Avn, Nâfi'den; o da İbn Umer'den olmak üzere tahdîs etti. O, şöyle
demiştir: -Peygamber (S) [50]:
"Allâhum-me bârik lenâfîŞâminâ ve Yemeninâ (= Yâ Allah, Şam'ımızda ve
Yemen'imizde bize bereket ihsan et)" buyurdu. Bâzı kimseler: "Ve fî
Necdinâ (= Necd'imize de)" diye niyazda bulundular. Rasûlullah tekrar:
"Allâhumme bârik lenâ fî Şâminâ ve Yemeninâ" buyurdu. Onlar yine:
"Ve fî Necdinâ" deyince: "Zelzeleler ve fitneler işte oradadır.
Şeytânın karnı (yânî hizb ve ümmeti) de orada çıkacaktır" buyurdu [51].
İbn Abbâs,
("Rızkakum " yerine) "Şükrakum demiştir [53].
31-.......Zeyd
ibn Hâlid el-Cuhenî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Hudeybiye'de geceleyin
yağan yağmurdan sonra, bize sabah namazını kıldırdı. Namazdan çıkınca yüzünü
cemâate döndürdü de: "Bitir misiniz Rabb'ınız ne buyurdu?" diye
sordu. Allah ve Rasûlü en bilendir, dediler. Dedi ki: "Kullarımdan kimi
bana mü'min, kimi kâfir (olarak) sabaha ulaştı. Her kim Allah 'ınfadlı ve
rahmeti ile üzerimize yağmur yağdı dedi ise, işte o bana îmân etmiş; yıldıza
îmân etmemiştir. Her kim defulân vefulân yıldızın nev'i (yânî batıp doğması)
ile üzerimize yağmur yağdı dedi ise, işte o da bana îmân etmemiş; yıldıza îmân
etmiştir" buyurdu [54].
Ve Ebû Hureyre,
Peygamber(S)'den şunu söyledi: "(Gaybdan) beş şey var ki, onları Allah'tan
başkası bilmez"[56]
32-.......İbn
Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Gaybın anahtarı
beştir ki, onları Allah'tan başkası bilemez: Yarın ne olacağını hiçbir kimse
bilemez. Rahimlerde olacak şeyi hiçbir kimse bilemez. Hiçbir nefs yarın (hayr
ve şerr) ne kazanacağını bilemez. Keza hiçbir nefs hangi arzda öleceğini
bilemez. Hiçbir kimse de yağmurun ne zaman geleceğini bilemez"[57].
[1] Ebu'1-Vakt ile Asîlî nüshalarında Kitâbu'l-îstiskaa,
Ebû Zerr'in el-Müstemlî'den gelen rivayetinde Ebvâbu'l-îstiskaa şeklindedir.
Bâzı rivayetlerde müfred olarak Bâbu'l-İstiskaa şeklinde ve Besmele'sizdir
(İbn Hacer, Kastallânî).
[2] es-Sakyu, et-Teskıyetu ve'l-îskaau bir ma'nâyadır,
suvarmak ve su içirmek demektir. Bâzıları bunları farkedip, saky ve teskıye,
su içirmeğe; iskaa ise suya delâlet etmeye mahsûstur dediler..
el-îstiskaa, bir adamın
karnında es-sıkyu dedikleri, zikrolunan su birikmekle müsteskaa olmak
ma'nâsınadir ki, bir hastalıktır; tıb kitâblarında açıklanmıştır. Ve bir adamdan
içecek su istemek ma'nâsınadır... (Kaamûs Ter.).
Burada maksûd olan
beldeleri ve kullan feyizli ve bereketli yağmurlarla suya kandırmasını Razzâku
Alem olan Allah Taâlâ'dan niyaz eylemekten ibarettir. Bu diyar ahâlîsi ona
"Yağmur Duası" der. İhtiyaç zamanında Rabbu'l-Âlemîn'in nihayetsiz
lütuf ve kereminden böyle niyazda bulunmak, dînimizde meşru kılınmış
hususlardandır.
Mü'minin hacetini arz
edeceği yegâne merci' Allah'tır. Duanın kendisi ve Hâlık'a fakirliğini arzetmek
ibâdettir. Yüce Allah, Kitâb'ında: "Bana duâ ediniz ki, dileğinizi
vereyim. Duâ ile olsun ibâdet etmekten yüksünenler, sonra zelil ve hakir
olarak cehenneme gireceklerdir" (Gâfir: 60); keza: "Muztarr kalanın
duâ ve istirham ettiğinde imdadına yetişen, duasına cevâb veren O'ndan başka
kimdir ki" (en-Neml: 62) buyurmuştur.
Bu duâ için hazırlık
olmak üzere, dargınların barışmaları, herkesin istiğfar ve ettiklerine tevbe,
köle âzâdı ve sadaka gibi hayır vecihlerine yönelip Allah'a yaklaşmaya
çalışmaları, zulümlerden vazgeçmeleri, yânî can, ırz ve mal gibi kullarla
ilgili haklardan dolayı halâllaşmalan mendûbdur. Zîrâ Yüce Allah, Kitâ-bı'ında,
Hûd Peygamber'den: "Ey kavmim, Rabb 'inizden mağfiret dileyiniz, sonra O
'na tevbe ediniz ki, üzerinize yağmuru bol bol yağdırsın "(Ey insanlar)
artık Rabb 'inizden mağfiret dileyin. Çünkü O çok mağfiret edicidir. (O
sayede) gök üstünüze bol yağmur salıverir. Sizin mallarınızı, oğullarınızı da
çoğaltır; size bağlar, bostanlar verir; size ırmaklar akıtır" <Nûh:
10-12) buyuruyor.
Binâenaleyh -arasıra
edilen yağmur isteme dualarında olduğu gibi- günâhlar ve ma'siyetlerimizden ve
bilmediğimiz bir hikmetten dolayı tevbe ve istiğfarımız, niyaz ve istirhamımız
istenen semereyi vermese de, yine Allah'a karşı tezellül ve aczimizi ikrar
fâidesi vardır ki, o da yaratılış gayemize göre hareket ve kemâl gayemize göre
doğru bir adım daha yaklaşmak demektir. Bununla beraber ilâhî rahmete gönül
bağlamak, icrası mu'tâd olan tabiî sebeblerin hiçbirini geri bırakmayı
gerektirmez.. (Tecrîd Ter.,III,249-262).
Yağmur isteme duası,
namazı ve hutbesi ile bu husustaki diğer işler ve bunlarla İlgili tafsîlât,
geniş şerhlerden ve fıkıh kitâblanndan okunabilir.
[3] Bu Abdullah ibn Zeyd, ezan hadîsinde geçen Abdullah
ibn Zeyd ibn Abdi Rab-bih değildir. Bu zât, Abdullah ibn Zeyd ibn Âsim ibn Ka'b
el-Mâzenî el-Ensârî'dir (Buhârî, aynı kitâb, 7. hadîs).
[4] Bu söz, yağmur isteme duasının meşruiyetini isbât
eder. Nitekim mesnûn olduğu müslümânlar arasında, üzerinde icmâ edilmiş bir
husustur. Buhârî'nin diğer rivayetlerinde "Namazgaha çıktı ve yağmur
isteme duası yaptı" denildiği için, tercemede "namazgaha" sözü
parantez içinde olarak ilâve edildi.
[5] Buhârî'nin diğer iki ve Müslim'in bir tarîkinden gelen
rivayetlerde "havvele" yerine, hemen hemen aynı ma'nâya olan
"kallebe" ta'bîri kullanılmıştır. Ebû Davud'un Zuhrî rivayetinde
"Rİdânın sağ yanını, sol cepkeni; sol tarafını da sağ cepkeni üzerine
getirerek kalbetti" denildiğine göre, "kalb" rivayetleri de
"havvele" ma'nâsınadır.
[6] Yûsuf Peygamber'in haber verdiği bu kıtlık yıllan, Yûsuf
Sûresi, 43-49. âyetlerinde geçmektedir.
[7] Bu hadîsin yağmur duâsıyle münâsebeti, Buhârî'ye göre,
şudur:
Bâzr kabileler ile
muayyen şahıslar aleyhine, diğer bir takımlarının lehine duâ buyurulmasından,
kâfirler aleyhine duanın ve yağmur duasında da böyle yapmanın caiz olduğunu
anlatmak içindir. Kunût duasında ve şâir vakitlerde olduğu gibi, yağmur isteme
duasında da İslâm ve müslümânlar aleyhinde olanların aleyhine duâ, meşrû'dur.
Kâfirlerin kıtlığa uğramaları, zaîf olmalarını ve binâenaleyh müslttmânlara
tecâvüze vakit bulamamalarını intâc eder. Buhârî bu hadîsi burada İşte bu
mülâhaza ile tekrar etmiştir. Yoksa hadîste yağmur duasına dâir bir söz
geçmiyor.
Hadîsin en son
cümlelerindeki mâzî sigâları, ihbârî ma'nâsına da, duâ ma'-nâsma da gelebilir.
Hadîsin Üst tarafı duâ olması karînesiyle, mâba'dı da duâ olarak terceme
edilmiştir.
[8] Burada dört âyet zikredilmiştir; hâlbuki İbn Mes'ûd'un
diğer rivayetlerinde o zaman beş âyetin geçmiş olduğu haber verilmektedir:
Lizâm, Rûm, Batşe, Kamer, Duhân. Duhân ile Batşe'nin ne olduğu görüldü. Lizâm,
Kureyş reislerinden yetmişinin müslümânlara esîr düşmesidir. Kamer, ayın ikiye
ayrılmasıdır
Rûm da er-Rûm:l-2
âyetinde haber verilen, Rûm'un İranlilar'a gaiebesidir.
Bu hadîsin de mevridi
Kur'ân'daki Duhân âyetinin tefsiridir. Ebû Sufyân'ın "Onlar için Allah'a
duâ et" niyazı üzerine yağmur duası yapılmış olması münâsebetiyle
"Yağmur İsteme Duası Kitabı" bâblan arasına mükerre-ren katılmıştır.
[9] Beyitteki''lâfzı ref' ve nasb ile rivayet olunduğu
gibi ve lâfızlarıma sıfat ba'de's-sıfat olmak üzere, mansub veya merfû'dur.
Ref'in vehi takdirinde mahzûf mubtedâmn haberi olması, nasbin vechi ise
kasidenin bundan evvelki beytindeki lâfzına ma'tûf olmasıdır.
"yteij"nun başındaki vâv, "Rubbe" ma'nâsına olarak bu
lâfızları mecrûr okuyanlar da vardır. Fakat bu vech, o kadar vecîh
sayılmamıştır.
Bu kasideyi Ebû Tâlib,
eş-Şi'b de Benû Hâşim ve Benû Muttalib ile birlikte mahsur olduğu sırada
söylemiştir. Ebû Tâlib Benû Hâşim ile Benû Muttalib'i yanına alarak Şı'bu Ebî
Tâlib'e kapandı ve orada üç sene kadar kardeşinin oğlu Muhammed Rasûlullah'ı
himaye ederek, akraba ve yakınları ile beraber her türlü meşakkat ve
mahrumiyete katlandı. Bu muhasaranın tafsilâtına siyer ve İslâm târihi
kitâblarmdan bakılabilir.
Ebû Tâlib, 110 beyit
kadar olup 93 beyit kadarı İbn Hişâm'ın es-Sîre'sinde bulunan bu kasideyi işte
o zaman söylemiştir. Ebû Tâlib bu uzun kasidesinde Kureyş'in ileri gelenleriyle
eskiden beri aralarında mevcûd olan samimiyet ve sevgiden bahsettiği gibi,
bazen kadrlerini yükseltir, bazen tehdîd eder, bazen na-sîhat, bazen tevbîh
eder. Rasûlullah'ın faziletlerinden bahseder. Peygamber'in zâtına olan şiddetli
mahabbetini beyân ile kendisi de, akrabası da toptan mah-volmadıkça
düşmanlarına teslim etmiyeceğini söyler. Hulâsa kaside, Kureyş ileri
gelenlerinin teker teker isimlerini zikrederek, o zaman İslâm'a en büyük düşmanlıkların
kimler tarafından açığa çakarıldığını bizlere gösterir (İbn Hişâm, es-Sîre, II,
"Şi'ru Ebî Tâlib fi ıstftâfi Kureyş", 272-280).
[10] İbn Umer'in
bahsettiği bu yağmur duasının bir istek üzerine vâki' olduğunu Enes'ten rivayet
olunan bundan sonraki hadîsin devamı daha ziyâde isbât etmektedir.
[11] Bu ta'lîk, Ahmed ibn Hanbel ile İbn Mâce tarafından
mevsûlen rivayet edilmiştir. Buhârî'nin bunu getirmesi, daha evvel zikrettiği
mevsûl hadîsten biraz daha tafsillİ olmasından ve bir de bunda Peygamber'in
zikredilmiş olmasından ileri gelmişe benziyor. Çünkü mevsûl hadîste yalnız İbn
Umer'in bu beyit ile temes-sül ettiği zikredilmiş olup, Peygamber'in yağmur duası zikredilmiyor. Muallak hadîsi
rivayet eden zât, İbn Umer'in torunu Umer ibn Hamze'dir. Hakkında Ahmed ile Nesâî
söz etmiş oldukları için, rivayetini Buhârî ta'lîk etmiş demek oluyor. Lâkin bu
zât birçok hadîs münekkidi imamlara göre sıkaattandır. Yalnız bazılarınca
arasıra rivayette hatâ eder diye, hıfzı cihetinden biraz ma'lûl sayılır. Bu
gibi râvîlerin haberleri mutâbaa ve muâdade (yardımlaşma) tarîkiyle "sahîh
li-gayrihi" merteb'esine varabilir. Nitekim Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve
tbn Mâce hadîslerini tahrîc etmekte be's görmemişlerdir... (İbn Hacer, Ay: nî,
Kastallânî).
[12] el-Vesîle, ve'l-Vdsile: Paye, rütbe ve yakınlığa denir
ki, melikler yanında i'tibâr olunur. Melik yanında onun için vesîle ve vasile
vardır denilir; yânî menzile, derece ve kurbet. Müellif el-Basâir'de dedi ki,
vesîle hakikati kendisiyle bir nesneye rağbetle ulaşılacak nesneden ibarettir ve
bu tavassuldan daha husûsîdir. Zîrâ bu, rağbeti mutazammındır, ba'dehu bu
münâsebetle paye ve menzilet de kullanıldı.
et-Tevsîl: Hakk Taâlâ
dergâhına takarrub edecek amel İşlemek..
et-Tevessül: Tefa'ul
vezninde tevsîl m&'nâs\nw\\T..(Kaamûs Ter.),
Tevessül, vesîle
edinmek demektir. Vesîle de, Cevherî'nin beyânına göre âhare takarruba bâdî
olan şeye ıtlak olunur. Şevket ve kudretinden dolayı kendisine yanaşmak müşkil
olan bir zâttan matlûbunu kolaylıkla elde etmek İçin sevdiği bir zâtı araya
koymak gibi ki, o aradaki zât (vesîle), işini gördürmek isteyen kimsenin onu
araya koyması da, o kudret sahibi olan zâta aradaki vâsıta ile (tevessül)
olmuş olur. Allah'a takarrub için hüsnü zann olunan sâlihler ile tevessül
edildiği gibi, sâlih ameller ile de tevessül edilir. Vesîle lâfzı, Kur'ân-ı
Kerîm'de (el-Mâide:35 ile el-tsrâ:57'de) de zikredilmektedir.
"Ey îmân edenler,
Allah'tan korkun, ona (yaklaşmaya) vesttearaytn ve O'nun yolunda savaşm. Tâ ki
muradınıza gresiniz" (el-Mâide:35).
[13] Abbâs ibnu Abdilmuttalib, Peygamber'in babası Abdullah
ibnu Abdİlmutta-lib'in ana baba bir kardeşi olduğu için, Rasûlullah'a neseben
en yakın olan zât idi. Umer'in bunca sahabe arasında onunla tevessül edişi,
işte bu yakınlığı do-layısiyle oluştu.
[14] Bu hadîsteki kıssa âmmu'r-Ramâde adiyle ma'rûf olan
büyük kıtlık senesi içinde vâki1 olmuştur. Bu kıtlık, hicretin onsekizinci
senesinde hacc dönüşü başlayıp dokuz ay sürmüştür. Ramâde, ya ihlâk ma'nâsına
olan ramd'den, yâhud da kül ma'nâsına olan remâd'dan türemiştir. O sene Arab
Yanmadası'na yağmur yağmadı. Yerler kupkuru kalıp, topraklar kül gibi
savruldu. İnsanlar da, hayvanlar da aç kaldı. Umer, Medîne ahâlîsini açlıktan
kurtarmak için etraftaki emirlere yazıp, zahire istedi. Suriye Emîrİ Ebû
Ubeyde'nin gönderdiği dört bin yük zahire ile Filistin Emîri Amr ibn Âs'ın
Mısır'dan ve denizden gönderdiği bir gemi yükü buğday, Medîneliler'in
sıkıntısını biraz hafifletti.!Bir taraftan da yağmur duası gibi ma'nevî
tevessüllerden geri durulmayip, hadîs metninde zikredildiği üzere, Peygamber'in
amucası ile istişfâ* yoluna müracaat edilmişti.
Rivayete göre yağmur
duası günü Umer, Abbâs'ı da birlikte alıp,'Medine ahâlîsini narnâzgâha
çıkarmış. Abbâs'ı minbere beraber çıkarıp ve bileğinden tutup ayağa kaldırmış,
kendisi de gözlerini semâya dikip: "Yâ Allah, biz sana Peygamber'in
amucası ile tevessül ederek takarrub etmek istiyoruz. Kitâb'ında "Dıvâra
gelince, bu, o şehirde iki yetim oğlancığındı. Altında da onlara âid bir
define vardı. Babalan iyi bir adamdı... (el-Kehf: 82) buyurdun. Buyuruğun
hakktır, doğrudur. Haber verdiğin bu iki yetîmi babalarının salâhı yüzünden
korudun. Peygamber'inin de hatırını amucası dolayısiyle hoş et.Zîrâ biz O'nu
şefaate vesîle edinerek, günâhlarımızdan da istiğfar ederek Sana
yaklaşıyoruz" diye duâ ettikten sonra hâzır bulunanlara hitâb ederek:
Rabb'inizden mağfiret dileyin. Çünkü O çok mağfiret edicidir. (O sayede) gök,
üstümüze bol yağmur salıverir. Sizin mallarınızı, oğullarınızı çoğaltır; size
bağlar, bostanlar verir; size ırmaklar akıtır" (Nûh: 10-12) âyetlerini
tilâvet etti... Yağmur duasında istiğfar, bundan dolayı meşru' olmuştur.
[15] Buhârî'nin burada arka arkaya getirdiği iki hadîste ve
Müslim'in bir tarîkinden gelen hadîste " Sf- " yerine " çjî
" fiili kullanılmıştır. Bu fiilin ma'nâsı hakkında şu bilgiler
verilmiştir:
el-Kalbu: Kaaf'ın fethi
ve lâm'ın sükûnuyle, bir nesneyi geri döndürmek ve çevirmek ve bir nesneyi
tersine çevirmek ve içerisini taşra döndürmek ma'nâ-smadır... Basâir'de
istifâde edildiği üzere, kalb bir nesneyi hılkîya tabiî ya ca'lî cihetten
çevirip döndürmek, aks ve tahvil ma'nâsınadır; bunun beş sureti vardır:
Aşağısını yukarıya ve dışını içine döndürmek ki, tersine çevirmek ta'bîr
olunur...
et-Taklîb,\Tef'î\
vezninde, bu dahi bir nesneyi cihetinden geri döndürmek ma'nâsınadır... Ve bir
şeyin tersini çevirmek ma'nâsmadır... (Kaamûs Ter.).
Ebû Davud'un Zuhrî
rivayetinde: "Ridâsınm sağ yanım sol cepkeni; sol tarafını da sağ cepkeni
üzerine getirerek kalb etti" denildiğine göre, bu "kalebe"
rivayetleri de "havvale" ma'nâsınadır.
Elbisenin eteğini omuz
tarafına ve omuz tarafını etek tarafını çevirmek "Tenkis" dedikleri
şeydir. Bahis konusu olan bu rida, Umman dokumalarından olup, boyu dört arşın
bir karış, eni de iki arşın bir karış; Vâkıdî'nin naklincgöre boyu altı arşın,
eni dört arşın bir karış olup ızârı da dört arşın bir karış ve iki arşın bir
karış eninde idi ki, bu hülleyi (ridâ ile ızârdan meydana gelen bu bir takım
elbiseyi) Peygamber, cumua günleri ile bayramlarda giyerdi. Başka vakitlerde
dürülür saklanırdı.
Tahvil ve tenkîs'teki
hikmet, tefe'üldür. "Yâ Rabb, bizim hâl ve kıyafetimiz şimdi nasıl
değişti ise, içinde bulunduğumuz darlık ve kıtlık hâli de öyle değişsin"
gibi bir ma'nâ ifâde eder.
Yine Buhârî'nin biraz
sonra aynı sahâbîden ve Müslim'in de yine ondan rivâyetlerîyle te'yîd edilmiş
bulunan hadîse göre, bu ridâyı tahvîl işi duaya başlanacağı sırada vukua
gelmiştir. Buna binâen cumhura göre ridâ tahvîli sünnettir. Yalnız Ebû Hanîfe
sünnet olduğuna kaail olmayıp, Peygamber'in bu fiili, sünneti beyân için değil,
yalnız kıtlığın bolluğa dönüşmesine işaret olmak üzere tefe'ül kasdıyle vâki'
olmuştur, der.
[16] Bu yağmur isteme duası hadîsinin râvîsi,Abdullah ibn
Zeyd ibn Âsim el-Mâzinî el-Ensârî'dir. Bâzılarının zannettiği gibi ezan
hadîsinin râvîsi olan Abdullah ibn Zeyd ibn Abdi Rabbih de değil, Abdullah ibn
Yezîd el-Hatmî de değildir. İşte Buhârî, yanlışlıkları önlemek için bu bilgiyi
vermek gereğini duymuştur (Bu-hârî, İstiskaa, Bâbu'd-duâ fi'1-istiskaa
kaaimen).
[17] Bu yağmur duası hadîsini Enes'ten rivayet edenler,
ma'nâları yakın çeşitli lâfızlarla rivayet etmişler, Buhârî ile Müslim de
hadîsi çeşitli tarîklerden ayrı ayrı mes'elelere delîl olmak üzere çok kerreler
tekrar etmişlerdir.
Bir hafta evvel
susuzluktan dolayı sığırlar, davarlar helak oldu diye şikâyet edilirken, bu
sefer de suyun bolluğundan şikâyet ediliyor. Çünkü hayvanlar artık mer'aya
çıkamıyor; çıkanlar da yağmurdan barınacak yer bulamıyorlar. Bir hafta evvel de
yolların kapandığından şikâyet edilmişti. Çünkü hayvanlar su ve mer'a
bulamadıkları için sefere çıkmaya takatleri yoktu. Şimdi ise sellerden geçit
bulamadığı için yollar kesilmiş, kapanmış oluyor (Tecrîd Ter., III, 295).
[18] Duâ ederken elleri gökyüzüne yöneltmek, Azîz ve Celîl
olan Rabb'e karşı tezel ma'nâsmi ifâde ettiğinden, duâ âdâbmdandır.
[19] Bundan zararı def için yapılan duanın tevekküle aykırı
olmadığı anlaşılır. Bir de duanın burasındaki Peygamber'in edebi de dikkate
değer ki, yağmurun mutlaka kesilmesine duâ etmemiştir. Zîrâ olabilir ki,
yağmura olan ihtiyâç büsbütün gidememiştir. Binâenaleyh menfaatin ikbaa ve
devam ettirilmesini niyaz etmekle beraber, yalnız zararın giderilmesini niyaz
etmiştir.
Gerek buradaki, gerek
diğer rivayetteki sözler, hep Peygamber'in duasının Allah katında sür'atle
kabul olunduğunu gösterir. Duayı müteâkib hemen bulut peyda olmuş ve daha
hutbe tamamlanmadan yağmur yağmağa başlamıştır.
Bu hadîsten, cumua
namazım kılarken ayrıca bir de yağmur isteme namazı kılmaya hacet olmadığı,
yağmur isteme duâsmm, cumua hutbesi içindeki duaya idhâl edilebileceği
anlaşıldığı gibi, ridâyı tahvil ve kıbleye yönelmenin de yağmur isteme
duasında şart olmadığı anlaşılıyor. Keza bu hadîs istiskaanın namazsız olarak,
yalnız duâ ve istiğfardan ibaret olduğuna kaail olup, cemâatle namazın sünnet
olduğuna kaail olmayan Ebû Hanîfe'ye de hüccettir.
[20] Dâru'1-Kadâ, Uıner'İn, borçlarını ödemek için
satılmasını vasiyyet ettiği evi İdi. Evvelleri "Dâru Kadâı deyni Umer =
Umer'in borcunun ödenmesine âİd ev" denilirken gitgide kısaltılarak
"Dâru'1-Kadâ" denilmeğe başlanmıştır. Diğer rivayete göre Dâru'1-Kadâ,
Abdurrahmân ibn Avf'un evi imiş; şûra geceleri oraya kapanıp halk ile
konuşmadan hükmünü vermiş olduğu için, bu isimle adlandırılmıştır. Bir aralık
dîvânlar, yânî hükümetin resmî kayıdları ile Beytu'l-Mâl orada korunurdu. Sonra
Seffâh'ın gününde Mescid'e avlu yapıldı. Bu ev hakkında evvelce de bilgiler
verilmişti.
[21] Bu duâ, "bize yağmur ver" ma'nâsına da,
"bizim imdadımıza yetiş" ma'nâsı-na da gelir. Çünkü el-Gavs, feryâd
ederek meded istemeğe, ve meded ve nusra-ta ıtlak olunur; el-Gays ise yağmura
denir. Bunlardan if'âl babına nakledildiğinde, ayrı ayrı yukarıda verilen
ma'nâlara gelir.
[22] Bu hadîsin hangi rivayetine bakılırsa Rahmeten
lil-Âlemîn olan Peygamber'i-mizin bahir bir mu'cizesi olarak, evvelki cumuada
olduğu gibi, bu cumuada da duasının sür'atle kabul edilmiş olduğunu
göstermektedir.
[23] Allah'ın rahmetinden ibaret olan yağmurun kıtalması ve
yokluğu sırasında yağmur isteme duasının meşru' olduğu gibi, bol yağdığı ve
taşkınlara sebebiyet verdiği zaman kullardan zararın def edilmesi için de duâ
etmek caizdir ve meşrû'-dur. Askalânî buna "(Havayı açma niyazı)"
demiştir.Ancak bu ikinci duanın kerem ve ni'met bolluğundan usanç gelmişcesine
edilmeyip, rahmeî ve ni'metin bekaa ve devamını istirham ile beraber, yalnız
vebal ve zararın kaldırılmasını istemek tarzında olması şükran âdâbındandır.
[24] Yânî dış elbiseyi tahvîl etmek veya etmemek şıklarının
her ikisinin aslı vardır; her ikisi de Peygamber'den sabit olmuştur. Bu hadîs,
cumua namâzındaki yağmur duasında dış elbisenin tahvîl edilmediğine delîl
olmuş oluyor.
[25] Dış elbisenin tahvîli hakkmdaki sahîh rivayetler
Buhârî'de hep ibn Zeyd tarî-. kindendir. Enes'ten olan rivayetlerde bundan
bahsetmediği sabit oluyor. Nitekim bu hadîsin sonunda, Enes'in râvîsi İshâk ibn
Abdillah yâhud onunla Buhârî arasındaki diğer bir râvî: Enes, ne Peygamber'in
dış elbisesini tahvîl ettiğini ve ne de kıbleye yöneldiğini zikretti, demiştir.
Ancak Enes'in bu konuyu zikretmemesi, diğer râvînin yalancılığını yâhud
hatâsını gerektirmediği gibi, Enes'in dış elbiseyi tahvîl ve kıbleye yönelmeyi
inkâr ettiğine de delâlet etmez. Nitekim Ta-berânî, el-Mu'cemu'l-Evsat''ında,
Enes'ten, Rasûlullah'm yağmur duası yaptığını, namazdan evvel hutbe îrâd
ettiğini ve kıbleye yönelerek, dış elbisesini tahvîl , ettikten sonra inip, iki
rek'at namaz kıldığını ve yalnız iftitâh tekbîri ile yetindiğini rivayet
etmektedir
[26] Bir hafta evvel gelip yağmur duası isteyen kimse,
yağmursuzluktan hayvanların helak olduğu, yolların kapandığı gerekçesini ileri
sürmüştü. İkinci hafta ise yağmur çokluğundan dolayı evlerin yıkıldığı,
yolların kapandığı ve hayvanların helak olduğu gerekçesi ile duâ taleb etmiştir. Peygamber her iki talebi de yerine
getirmiştir; reddetmemiştir.
[27] Yânî bâb altındaki hadîslerde "Rasûlullah yağmur
duası etti. Onlara yağmur ihsan olundu..." sözleri bulunduğu için,
müslümânlar onlara da icabet edip, onlar için şefaat isterler.
[28] Hadîsin ikinci isnâd ile gelen kısmından, Peygamber'in
kendi düşmanları için duâ ettiği, hem de duasının semeresinin hâsıl olduğu
anlaşılıyor. Ancak bu kısımda isnâd bakımından bir karıştırma ihtimâli vardır.
Mekke'deki duâ ile Medine'deki yağmur dualarından biri, bu tarîkde
karıştırılmışa benziyor.. Sarihler bu hususla ilgili olarak ayrı ayrı îzâhlar
yapmışlardır.
[29] Bundan maksadı, yağmur bolluğu sırasında duayı bu
lâfızlar ve benzerlerine hasretmektir. Bunun sebebi de: Çünkü yağmur, Yüce
Allah'tan bir rahmettir. Binâenaleyh mutlak olarak tutulmasını istemek münâsib
olmaz. Münâsib olan, yağmurun faydalarım celb, zararlarını def etmek isteğidir.
İşte "Allâhumme havâleynâ velâ aleynâ" sözünün ma'nâsı budur (Şâh
Veliyyullah).
[30] Bu Abdullah ibn Yezîd (R) 17 yaşında Hudeybiye'de
hâzır bulunmuştur. Hicrî 64 târihinde, Abdullah ibn Zubeyr tarafından Küfe
Vâlîsi iken, ibn Zubeyr'in emri ile yağmur isteme duası için Küfe ahâlîsini
sahraya çıkarmış, yanında Berâ ibnu Âzib ile Zeyd ibn Erkam da olduğu hâlde,
yağmur isteme duası yapmıştır.
Yağmur isteme duası
hakkında Peygamber'den rivayeti yoktur. Lâkin yanında kıdemli sahâbîlerden İki
zât olduğu hâlde onların i'tirâzma hedef olmaması, yağmur isteme duasının
meşru' ve mesnûn vech üzere yapıldığını gösterir.
[31] Başlıktaki rivayetle hadîs arasındaki fark,
birincisinde iki rek'at namaz kıldırıl-dığı zikredilmişken, ikincisinde namaz
zikredilmemiştir; fakat siyaktan namaz kılındığı anlaşılmaktadır.
Bu rivayetlerden
namazgaha çıkma, ayakta duâ etme, kıbleye yönelip cemâatle iki rek'at namaz
kılmanın sünnet olduğu sabit oluyor. Bu hadîs, müteâ-kib bâbda daha tafsîlli
olarak gelecektir.
[32] Arka arkaya gelen bu iki bâb başlığına âid
mes'elelere, alt taraflarında aynı sa-hâbî tarafından rivayet edilip yazılmış
bulunan hadîsler delîl kılınmıştır. Bu hadîs ve râvîsi hakkında daha önce
geçen bâblarda gerekli açıklamalar yapılmış idi.
[33] Hadîsin bu iki babında gelen rivayetlerinde
"Havvele" yerine "Kalebe" fiili kullanılmıştır. Kalebe
fiili de çevirmek, altını üstüne getirmek ma'nâlarma gelir. Ebû Davud'un
es-Sünen'indeki Zuhrî rivayetinde: "Ridâsının sağ yanını sol cepkeni, sol
yanını da sağ cepkeni üzerine getirerek kalb etti" denildiğine göre,
"Kalebe" rivayetleri de "Havvele" ma'nâsınadır.
Bu hadîsten, imâm ile
beraber memleket halkının da belli bir günde Allah'a tevazu ile şehir hâricine
çıkıp, hep birlikte yağmur isteme duasında bulunmalarının sünnet olduğu
istidlal edilmiştir. Dört Sünen ile Ahmed ibn Hanbel'in Müsned'ınûz rivayet
olunan İbn Abbâs rivayetinde Peygamber, o gün mütebez-zil, yânî i'tinâsız
giyinmiş olarak tevazu' ve tadarru' ile dışarıya çıkmış, namazgaha gelince
minbere çıkmıştır... Maamâfîh şehir hâricine çıkmaksızın, mescidde cumua
hutbesi esnasında yağmur isteme duası ile yetinildiği de, daha önceki bâblarda
zikredilmişti.
[34] Bu hadîs, daha önce de birkaç defa tekrar etmişti.
Burada, yağmur isteme duasında kıbleye yönelme mes'elesine hüccet olmak üzere
getirilmiştir.
[35] Buhârî, râvîlerin birbirine karıştırılmamasma çok
ehemmiyet verdiği için, burada da adı geçen râvîleri nisbetleriyle zikrederek
belirtmiş olmaktadır. Daha önce de bu belirtmeyi yapmıştı.
[36] Duâ ederken elleri gökyüzüne yöneltmek, Azîz ve Celîl
olan Rabb'a karşı tezel-lül ma'nâsını ifâde ettiğinden, duâ âdâbmdandır. Ancak
duanın bu edebi hak kında küçük bir ihtilâf da vardır: Müslim ile Tirmizî'nin
rivayetlerinde Umâre ibn Rueybe es-Sakafî (R), Irak Vâlîsi Bişr ibn Mervân'ın
minber üzerinde ellerini kaldırmış, duâ ettiğini görünce: "Şu kısacık
ellerin Allah belâsını versin. Vallahi ben Rasûlullah'ı duâ ederken gördüm. Şu
kabarcıktan ziyâde ellerini kaldırmıyordu" demiş ve söylerken şehâdet
parmağı ile ölçüsünü göstermiştir. İşte bu rivayete dayanarak imâm Mâlik -bir
rivayete nazaran- duâ esnasında ellerini kaldırmanın mekruh olduğuna kaail
olmuştur. Diğer âlimler ise, herhangi duada elleri kaldırmak caizdir, derler.
Buhârî de cumhurun kaail olduğu bu cevazı te'yîd için, bu hadîsi bu başlık altında
tekrar etmiştir.
Duâ âdabından biri de
sonunda ellerini yüze sürmektir. Bunun delili, Tir-mizî'de Abdullah ibn Umer'in
rivayet ettiği hadîstir.
[37] Bu bâb başlığından maksûd olan, imâmın ellerini nereye
kadar kaldıracağım isbâttır. Bundan önceki bâb başlığından maksûd ise, duada el
kaldırmanın aslıdır. Binâenaleyh tekrar yoktur (Şâh Veliyyullah).
[38] Yağmur isteme duasından başka münâsebetlerle elleri
kaldırarak duâ buyurul-duğu hakkında Buhârî, Müslim ve diğer sahîh kitâblar ve
sünen'lerde birçok rivayetler vardır. Enes'in metindeki haberi, ya ellerin
ziyâde ve meselâ yüz veya baş hizasına kadar kaldırılması yağmur isteme duasına
mahsûs olduğunu ifâde etmek maksadıyle vâki' olmuştur, yâhud da Enes, yağmur
isteme duasından başka vakitte Peygamber'în ellerini kaldırdığına tesadüf
etmemiştir.
Hâlbuki Peygamberdin
başka dualarda ellerim yukarıya kaldırdığı vâkı'dır
[39] Buradaki "ma", mevsûle yâhud mevsûfe yâhud
da istifhâmiyye olabilir. Buna göre tercemesi: "Semâ yağmur yağdırdığı
zaman söylenecek şey", "Semâ yağmur yağdırdığı zaman söylenecek olan
hangi şeydir", "Semâ yağmur yağdırdığı zaman ne söylenecek
"tir.
[40] Bu ibn Abbâs'ın "Ev ke-sayyıbin... = Yâhud semâdan boşanan bir yağmur gibidir
ki..." (el-Bakara: 19) âyetinin tefsiridir. Cumhur kavli de budur. Onun bu
tefsirini Ebû Ca'fer et-Taberî, Alî ibn Ebî Tâlib tarîkrnden mevsûlen rivayet
etmiştir: İbnu'l-Münîr şöyle dedi: İbn Abbâs'ın bu haberinin Âişe hadîsiyle münâsebeti,
babın merfu' hadîsinde "Sayyıben" lâfzı bulunmasıdır. Musannif
Buhârî, bâb başlığında bu lâfzın tefsirini takdîm etmiştir. Bu, Buhârî'nin kitabında
çok olur (İbn Hacer).
[41] Burada kelimenin türediği asıl olan, sülâsî ve ziyâde
fiillerine işaret edilmiş oluyor.
[42] "Allâhumme sayyıben nâfi'an" rivayetinden başka, "Allâhumme sabben nâfi'an"
rivayeti de vardır. Sabb, yukarıdan aşağıya akıtmak demek olduğundan, ma'nâsı
"Yâ Allah, üzerimize yağmuru nâfı' olarak akıt" olur. Sayyıb, yağmurun
faydalısına da, zararlısına da şâmil olduğundan, nâfi' ile
vasıflandırıl-masmdaki hikmet açıktır.
[43] el-Evzâî'nin rivayetini en-Nesâî "Amelu yevm ve
leyle" kitabında; Ahmed ibn Hanbel de el-Müsned'de tahrîc etti. Bu mutâbaa
ve rivayetlerde küçük lâfız farkı vardır.
[44] et-Tamattur, tefa'ul vezninde... ve yağmura tutulmak,
bir kavle göre serinlemek için yağmura çıkmak ma'nâsınadir (Kaamûs Ter.).
Belki Buhârî bu
başlıkla, Müslim'in Ca'fer ibn Süleyman'dan; o da Sâbıt -' ten; o da Enes'ten
tarikiyle tahrîc ettiği şu mealdeki hadîse işaret etmek ıstemış-:™, tir: Enes
dedi ki: Bir defa biz Rasûlullah ile beraber iken yağmura tutulduk. Rasûlullah
ridâsmı çıkardı, vücûduna yağmur değdi. Bunu niçin yaptın? dediğimizde,
"Bu rahmet, Yüce olan Rabb'ının henüz yeni yarattığı bir rahmettir; * onun
iç in " cevâbını verdi.
Buhârî, yağmur tanelerinin
Peygamber'in sakalı üzerinden yuvarlanmalarının tesadüfi olmadığım, bunun
kendi iradesiyle olduğunu beyân etmek ıste-. mise benziyor,İşte bunun için bâb
başlığını "Tamattara, yânî yağmurun kendi üzerine düşmesini kasdeden
kimse" şeklinde yazdı. Çünkü iradesiyle olmasaydı, başlangıcında
minberden inerdi. Lâkin o hutbeyi yağmurun çoğalması ve sakalı üzerinden
akmasına kadar uzattı (Askalânî).
[45] Bulutların hücumunu gördüğünde hutbeyi kesmek ve
namazı hemen kıldırıp cemâati evlerine göndermek varken, ıslanmcaya kadar
minberde kalması tesadüfi değildir. Allah'ın lûtfunun eserini kendi vücûdunda
görmek ve bu yağmurun bİ'1-fiil vücûduna değmesini arzulamasından ileri
gelmiştir.
[46] Müslim'in Âişe'den rivayetinde " Hava rüzgârlı ve
bulutlu olduğu vakit" denilmiştir. Bundan, Peygamber'in ümmet için
geçirdiği korkunun yalnız rüzgâra münhasır olmadığı; bulut belirdiğinde de
böyle bir korku geçirdiği anlatılmaktadır. Hz. Âişe o hadîsinde Peygamber'in o
hâlini daha taf-sîlli anlatmaktadır.
Peygamber, eski ümmetlerden
bâzısı böyle rüzgârla helak edildiği, icâ bet mevkiinde bulunan ümmetin
isyanı yüzünden onlannkîne benzer bir tabiî azâb olabileceği ihtimâlinden
endişeleniyordu. Bu hâlde Allah'a sığmıyor, Al-$1 lah'a duâ ediyordu.
[47] es-Sabâ, doğudan esen rüzgârın ismidir, gün doğuşudur.
Batıdan esen rüzgârın ,v adı da ed-Debûr'dur. Kuzeyden esen rüzgâra -şîn'in
fethiyle- Şemâl, onun mu-',- kaabili olan rüzgâra da -cîm'in fethiyle- Cenûb
denir. Bu aslî rüzgârların arala-1, rında
da dört rüzgâr vardır.
^ Peygamber'in "Sabâ rüzgârı ile
yardım olundum" buyurması, Ahzâb har-11 ** bine âid olan " i*j>: p
by^-j Uj 'f+i* ÜCju j>4 ^^ üt = Size birçok ordular -* geldiği zaman,
onların üzerine şiddetli bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz bir takım ordular
gönderdik "(e\-Ahzâb:9) âyetine işarettir.
Âd kavminin helaki
kıssası Kur'ân'ın birkaç yerinde haber verilmiştir: "Ad'e ■*Ö
gelince, onlar da uğultulu azgın bir fırtına ile helak edildiler. Allah onu
yedi -f gece sekiz gün ardı ardınca üzerlerine musallat etti... "(eI-Hakkaa:6-9).
Ancak Ad îi£ kavminin İhlâkına me'mûr olan Debûr, yânî batı rüzgârı, Hûd
Peygamber'e îmfin Ki etmeyenlerin hepsini öldürmüş iken, Ahzâb'ın dağılmasına
sebeb olan Sabâ'da kimse ölmemiştir. Sabâ'nın esmesi Peygamber'e nusrat olmuş
ve korkularından kaçan müşrik Arablar, dört beş sene sonra toptan İslâm'a
girmişlerdir. He-zîmete uğramalarıyle beraber vucûdlarımn yok edilmemesindeki
hikmet de budur.
[48] Şiddetli rüzgârın esmesi huşûa ve Allah'a yönelmeye
götüren korkuyu gerekti-' rince,
zelzeleler ve benzeri büyük tabiat hâdiseleri buna daha lâyıktır. Hassaten
haberde zelzelelerin çoğa varması, kıyamet alâmetlerinden olduğu beyân edilmişken.
Zeyn ibnu'l-Munîr şöyle
dedi: Bu bâb başlığının yağmur isteme bâbları arasına konmasının sebebi,
zelzelenin ve benzeri büyük hâdiselerin meydana gelmesi, ekseriya yağmur
inmesiyle beraber vâki* olmasındandır... (tbn Hacer).
[49] Hadîsteki "Takarrubu'z-zamân - Zamanın
yaklaşması" ta'bîrinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür: Bu, gece ile
gündüz zamanlarının biribirlerine yaklaşması demektir; bununla murâd kıyamet
kopmasının yaklaşmasıdır... gibi. Bu ta'bîre âid güzel bir açıklama, Kaamûs
Tercemesi, I, 426-428. sahîfelerinden okunmaya değer.
[50] Bu hadîs, buradaki metinde Peygamber'e nisbet
edilmeksizin, İbn Umer üzerine mevkuf olarak rivayet edilmiştir. Hakikatte ise
hadîs, merfû' ve mevsûldür. , Zîrâ Abdullah ibn Avn'm oğlu Ubeydullah ibn Avn
ile Ezher es-Semmân'ın yine Abdullah ibn Avn tarîkinden gelen rivayetlerinde
Peygamber'in ismi anılmıştır. Zâten hadîsin muhtevası re'y ile bilinecek
şeylerden olmadığı düşünülürse, duaların ve sonunda geçen ihbarın Peygamber'in
lâfzı olduğuna şübhe kalmaz. Bununla beraber Buhârî, başka yerde, başka
tarîkden bu hadîsi merfû' olarak tahrîc etmiş olduğu gibi, Tirmizî es-Sünen'inde,
İsmâîlî de Buhârî üzerindeki el-Mustahrac'm da böyle tahrîc etmişlerdir.
[51] "Nazartu yemneten veşe'meten" ta'bîri
"Sağıma ve soluna baktım" demektir.
Yemen, arkasını Ka'be
kapısına veren kimsenin sağ tarafına, Şâm da sol tarafına düştüğüne göre, burada
Hicaz'ın güney ve kuzeyinde bulunan bütün diyarlar kasdedilmİş olabileceği
gibi, hassaten Yemen ve Şâm adlarıyle anılan iki kıt'a da kasdolunmuş olabilir.
Yemen ile Şam'ın faziletlerine âid olan diğer hadîslerden ikinci ihtimâl daha
kuvvetli görünür.
Hicaz ile Yemen'in
sahil tarafları Tıhâme'dir. Hicaz'ın doğusundan i'tibâ-ren Irak'a kadar uzanan
yaylaya da Necd denir.
Kam, bir asırda yaşayan
insanların tabakası; içlerinden bir peygamber çıkıp bir müddette yaşamış
olanlar; ilim ehlinden bir tabaka... ma'nâlarına gelir. Nitekim
"Hayru'l-kurûnikarni., "hadîsinde "Benim karn'ım"dan Peygamber'in
muradı, kendisini görmüş olan sahâbîler tabakasıdır. Binâenaleyh "Şeytân'm
karn'ı", şeytânın hizbi ve ümmeti demek olur.
Peygamber'in duasında
Yemen ile Şam'ın bilhassa zikredilmesi, bu iki ik-lîmin mübarek olduğuna
delâlet eder. Necd'in, yânî doğu halkının duadan mahrum bırakılmasmdaki hikmet
de, hadîs metninde beyân edilmiştir. Orasının İlâhî gadab asarından olan
şiddetli zelzeleler yatağı, fitne ocağı, şeytân hizbi yuvası olduğu
Peygamber'ce bilindiği için, kendisi Rahmeten lil-Âlemîn iken, orası lehine
duâ etmeye dili varmamıştır. Çünkü geçmiş olan ilâhî kaderi bilip dururken
onun hilâfına duâ etmemek gibi yüce ve ince bir edeb gözetmiştir.
Bu hadîsin Buhârî tarafından
yağmur isteme hadîslerinin sonunda getirilmesindeki hikmet şudur: Kıtlık ve
pahalılık gibi büyük musibetlerde, azab emaresi sayılabilecek şiddetli gök
gürültüsü ve şimşek esnasında tevbe, istiğfar ve Hakk'a dönüş sünnet olduğu
gibi, zelzele ve benzeri -tekerrür ve çoğalması kıyametin yaklaşmasına alâmet
olup, bâzı eski ümmetlere azab olmuş- müdhiş hâdiselerin zuhurunda da Allah'a
sığınmanın meşru' ve sünnet olmasıdır.
[52] Bu başlığı yağmur isteme bâbları arasına girdirme
vechi, bu âyetin, yağmur istemenin yıldızlarla olacağına kaail olanlar
hakkında inmesidir, denilmiştir (Tef-sîru Abd İbnİ Humeyd).
Bu kelâmın baba
uygunluğu şöyledir: Çünkü onlar fiilleri Allah'tan başkasına nisbet ediyorlar
ve yıldızların onlara yağmur verdiğini; rızık verdiğini zannediyorlardı. Bu
ise onların tekzîbi idi. Allah, kullan ve beldeleri için hayât sebebi kıldığı
yağmurları yıldızlara nisbet etmekten onları nehyetti ve bunu kendisine izafe
etmelerini -çünkü yağmur Allah'ın onlara ni'metidir- ve bu ni'mete karşılık şükrü
O'na tahsîs eylemelerini emretti (Aynî).
[53] Bu ta'Iîkı, Abd ibn Humeyd kendi Tefsir7inde mevsülen
rivayet ettiği gibi, Mansûr ibn Saîd de sahîh bîr isnâdla rivayet etmiştir. îbn
Abbâs bu lâfzı, ya "Şukra rızkıkum" şeklinde hazfu muzâf üzere veya
rızkı zikredip lâzımı olan şükrü irâde etme kabilinden bir mecaz saymıştır.
[54] Bu hadîste "Fulân ve fulân yıldızla yağmura
kavuştuk" demenin küfr olması iki ma'nâyadır. Biri şirk ma'nâsına küfrdür.
Çünkü mukaabili îmân olarak beyân edilmiştir. Yağmurun ve diğer kevnî
hâdiselerin yıldızların fiili olduğuna kaail olarak söyledikleri için.
Bir ma'nâsı da ni'mete
küfrân, yânî nankörlük olabilir ki, bu da verici ve mâni' olucu olduğuna
îmânları olup, nail oldukları rızktan dolayı Allah'ın fadl ve rahmetini anmayı
unutmakla şirk ehline benziyerek yıldızlardan bahsedenler hakkında sâdık olur.
Her iki ma'nâca ilâhî
lütuf ve ni'metleri yıldızlara atf ve isnâd eylemek, dînen yasaktır. Çünkü
birinci ma'nâya göre küfr, sarîhdir. İkinci ma'nâya göre fahiş hatâdır. Bununla
beraber ne şirk, ne de küfrân maksûd olmaksızın, yalnız yağmurun hangi zamanda
yağdığım beyân için: "Şu yıldız zamanında üzerimize yağmur yağdı"
demekte hiçbir harâmhk yoktur. Zîrâ bunu söyleyen kimse, hesâb ehlinin fulân
yıldızın nev'i dedikleri vakitlerde yağmur yağdırmak Allah'ın carî âdetidir
demek ister (Tecrîd Ter., II, 842)
[55] Geçen babın ardından bunu ta'kîb ettirdi. Çünkü o
bâbda yağmurun ancak AlIah'ın kazası ile ineceği ve yağmur indirmede
yıldızların hiç te'sîri olmadığı vardı. Bunun kaziyyesİ İse, yağmurun ne zaman
geleceğini, Allah'tan başkasının bilemiyeceğidir (Askalânî).
[56] Buhârî bunu Kitâbu'I-Imân'da, ve Lukrhân:31. âyetinin
tefsîrinde "Fî hamsin = (Bunlar, Allah'tan başkasının bilemiyeceği) beş
şey içindedir" lâfzıyle rivayet etmiştir.
el-Cinn Sûresi âyetinde
yalnız rasûller istisna edilmiş olmasını Mu'tezile, evliyanın kerametini inkâra
delîl edinmek istemişlerdir. Fakat bir rasûle tâbi' !- olan velînin, Allah'ın bildirmesiyle gayb
işlerinden birine muttali' olması da-kendisi hakkında keramet olmakla beraber-
tâbi' olduğu rasûlün mu'cizesidir. s_
Arada bir fark varsa, o da nebî ve rasûlün gayba ıttılâı, vahyin her
nevi' ile olabildiği hâlde, velî yalnız ru'yâ veya ilham yoluyla muttali'
olabilmesinden ve -. peygamberin
ihbarı tahaddî yânî nübüvvet da'vâsına mukaarin olmasından ibâ-\ rettir. Evliyanın ale'l-ıtlak kerameti,
Meryem'in Allah katından merzûk olması j'
ve Âsaf ibn Berhıyâ'nın Belkıs'in tahtını bir anda celb etmesi
hakkındaki âyet-i lerle de sabit
olduğu gibi, bâzı kulların Allah'ın ilhâmiyle bâzı gayblara muttali'
olabilmeleri, Buhârî'nin Ebû Hureyre'den rivayet ettiği şu hadîsle de sabittir:
"Hiç şübhe
etmeyiniz ki, sizden evvelki ümmetlerde peygamber değilken mu-haddes yânî
mülhem olanlar vardı. Benim ümmetimde de böylesi varsa, Umer'dir".
Müslim de Âişe'den bu
hadîsi, yakın bir lâfızla rivayet etmiştir ki, bunda muhaddeslik Umer'e kasr
edilmemiştir:
"Benim ümmetimde de
onlardan varsa, şübhesiz Umer ibnu'l-Hattâb da onlardan biridir" (Tecrîd
Ter., III,308-310'dan özetlendi).
[57] Gayb Bilgisi Hakkında Bâzı Âyetler ve Bir özetleme:
"Gaybın
anahtarları O'nun yanındadır. Kendinden başkası bunları bilmez.
Karada, denizde ne
varsa hepsim O bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin
karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey müstesna olmamak
üzere, hepsi apaçık bir kitâbdadır" (el-En'âm: 59).
"De ki; Göklerde
ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez; onlar da ne zaman
diriltileceklerini bilmezler''*(en-NemI:65).
"O saatin ilmi
şübhesiz ki Allah 'in nezdindedir. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O
bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde
öleceğini bilmez- Şübhesiz Allah (herşeyi) bilendir; herşeyden
haberdârdır"(Lukmân:34).
Binâenaleyh, bahis
konusu şu beş şeyi bilmek, hiçbir kimsenin tama' edebileceği hususlardan
değildir. Taberî'nin rivayetine göre Âişe: Allah'tan başka her kimin gaybı
bilebileceğini söyleyen kimse, yalan söylemiş ve Allah'a büyük bir iftirada
bulunmuştur. Çünkü gaybı bilmek Allah'a mahsûstur. "Gaybı zann
etmeye" gelince, ondan bahsetmekte be's yoktur. Zîrâ zannın mertebesi ne
olursa olsun, hiçbir vakitte ilim mertebesini bulamaz. Çünkü ta'yîn ifâde
etmez. "Şübhesiz zann, hakk'tan hiçbir şeyin yerini tutmaz"(Yûnus:36;
en-Necm:28). İlâhî ilimde olup da Allah'tan başka kimseye ma'lûm olmayan
mugayyebât hudûdsuz olup, el-En'âm'daki âyette mutlak olarak gayb ilmi
Allah'tan başkasından nefy olunmuştur. Lukmân âyeti ile bu hadîste ise,
mugayyebâttan yalnız "mefâtîhu'1-gayb" nâmı verilen bu beşi bahis
konusu olmuştur. Demek ki, ikincisini birincisi tefsîr etmekte ve
evvelkisindeki mutlaklık, beriki kayıdlarla mülâhaza edilmek gerekmektedir.
Nitekim el-Cinn Sûresi'ndeki "Allah bütün gaybı bilendir. O gaybına
kimseyi muttali' kılmaz. Meğer ki beğenip seçtiği bir kimse ola. Çünkü O bunun
önünden, ardından gözetleyiciler dizer... "(el-Cinn:26-27) âyeti de, gaybm
Allah'a hass olmakla beraber, Allah'ın dilediği bir kuluna mu'-cize veya
keramet olarak, vahy veya ilham tarikiyle bâzı mugayyebâtı bildirdiğini
gösterir.
Gayb ilminin Allah'a
mahsûs olması, Allah'ın bildirmesi ile bâzı kullarının bâzı mugayyebâta
muttali' olabilmelerine munâfî gelmediği, Allah'ın, Yûsuf Peygamber'den
hikâyeten: "Her ikinize (gerek ru'yâda, gerek uyanıkken) rızkınız olacak
hiçbir taam gelmez ki, o taam size gelmeden te 'vîtini (yânî ne key-fiyyette
bir taam olduğunu) size evvelden haber vermiyeyim "(Yûsuf:37), ve îsâ
Peygamber'den hikâyeten: "Bir de yiyeceğiniz ve evlerinizde
biriktirdiğiniz şeyleri size haber verebilirim "(Âlu Imrân:49) âyetleriyle
de te'yîd edilmiştir.