1- Sağlık Ve Boş Vakit Hakkında Gelen Şeyler Ve
"Yaşama, Ancak Âhiret Yaşamasıdır" Babı
2- Dünyânın Âhirete Nisbetle Meseli Ve Yüce Allah'ın Şu
Kavli Babı:
3- Peygamber(S)'İn: "Sen Dünyâda Bir Yabancı Yâhud
Bir Yolcu Gibi Ol!" Sözü Babı
4- Bâb: Emel Ve Emelin Uzunluğu Hakkındadır
5- Bâb: Allah, Altmış Sene Yaşayan Kimseye Ömür Hususunda
Ma'ziretini Giderip Reddetmiştir
6- (Gösteriş Ve Şöhret İçin Değil) Sırf Allah'ın Rızâsı
İstenilerek Yapılan Amelfin Fazileti) Babı
7- Dünyâ Nimetleri Ve Güzelliklerinden Ve Bunlara Aşırı
Rağbetten Sakınılması Babı
8- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
9- Sâlih Kimselerin (Ölümleriyle Bu Hayâttan) Gitmeleri
Babı
10- Mal Fitnesinden Sakınılması Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli
Babı;
12- "İnsanın Kendi Malından (Hayır Yollarına
Harcayıp) Önden Gönderdikleri, Kendisinindir" Babı
14- Peygamberdin: "Ben Uhud Dağı Kadar Altınım
Olmasını Arzu Etmem" Sözü Babı
18- (İfrat Ve Tefrit Arasındaki) Doğru Yolu Tutmak Ve
Salih Amele Devam Etmek Babı
19- Korkmakla Beraber Ümîdli Olmak (İkisinden Birine
Sıkışıp Kalmamak) Bâbî
20- Allah'ın Haramlarından Sabretmek Ve Azîz, Celîl Olan
Allah'ın Şu Kavli Babı:
22- Dedikodunun Çirkin Görülmesi Babı
23- Dili (Uygunsuz Konuşmaktan) Korumak Babı
24- Allah Saygısından Dolayı Ağlamak Babı
25- Azîz Ve Celîl Olan Allah'tan Korkma(Nın Fadlı) Babı
26- Ma'siyetlerden Vazgeçme(Nin Vucûbu) Babı
31- Bir Güzellik İşlemeyi Yâhud Bir Çirkinlik Yapmayı
Kasdeden Kimse Babı
32- Günâhların Küçük Görülenlerinden Sakınılması Babı
33- Bâb: Ameller (Ölüm Sırasındaki) Sonlarına Göre
Değerlendirilir Ve Onlardan Korkulacak Olanlar?
34- Bâb: Yalnız Yaşamak Kötü Topluluklara Karışmaktan
Rahatlıktır
35- (İnsanlardan) Emânetin Kaldırılması Babı
36- (Amellerde) Gösteriş Yapma Ve İşitilip Şöhret Kazanma
Düşkünlüğümün Kötülüğü) Babı
37- Allah'a Tâat Yolunda Nefsîyle Mücâhede Eden Kimse(Nin
Fazileti) Babı
38- Tevazu, Yânî Alçak Gönüllü Olma(Nın Fazileti) Babı
40- Bâb: (Güneşin Garbdan Doğması)
42- Ölümün (Aklı Giderici) Şiddetleri Babı
45- Bâb: Toplanma Nasıl Olacaktır?
46- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
47- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
48- Kıyamet Gününde Kısas Babı
49- "Kim Hesaba Çekilirse Azâb Edilmiş Olur"
Babı
51- Cennetin Ve Ateşin Sıfatları Babı
52-.Bâb: Sırat, Cehennem Köprüsüdür
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Kalbi
İnceltecek Şeyler Kitabı) [1]
1-.......
İbn Abbâs (R): Peygamber (S): "Sağlık ve boş vakit, insanlardan pekçoğunun
bunlardan faydalanmak hususunda aldan-dıkları iki büyük ni'mettir"
buyurdu, demiştir [2].
Abbâs el-Anberî şöyle
dedi: Bize Safvân ibnu îsâ, Abdullah ibn Saîd ibn Ebî Hind'den tahdîs etti ki,
babası Saîd: Ben, İbn Abbâs'-tan işittim; o Peygamber(S)'den geçen hadîsin
benzerini rivayet etti, demiştir.
2-.......
Bize Şu'be, Muâviye ibn Kurre'den; o da Enes(R)'ten tahdîs etti ki Peygamber (S
- Hendek kazılması sırasında, Abdullah ibn Revâha'ya âid olan-) şu beyti
söylemiştir:
"Alîâhumme lâ
ayşe illâ ayşu'l-âhire Fe-eslihi 'l-Ensâra ve 'UMuhâcire (Yâ Allah, yaşama
ancak âhiret yaşamasıdır. Sen Ensâr ve Muhâcirler'i iyileştir!)"
(Bunun benzeri hadîsi
Peygamber'den rivayet etmekte Sehl ibn Sa'd da Enes'e mutâbaat etmiştir.)' [3].
3-.......Bize
Sehl ibn Sa'd es-Sâidî (R) tahdîs edip şöyle dedi: Bizler Rasûlullah(S)'ın
maiyyetinde idik. Kendisi hendek kazıyor, bizler de toprak taşıyorduk.
Rasûlullah bizim yanımıza uğrar ve şu beyti söylerdi:
"Alîâhumme lâ
ayşe illâ ayşu'l-âhire
Fağfir lî'l-Ensârî
ve'l-Muhâcire
(= Yâ Allah, âhiret
yaşayışından başka gerçek yaşayış yoktur. Sen Ensâr'ı ve Muhâcirler'i mağfiret
eyle!)"
Bunun benzeri hadîsi
Peygamber'den rivayet etmekte Sehl ibn Sa'd, ona mutâbaat etmiştir [4].
"Bilin ki, dünyâ
hayâtı ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir süstür, aranızda bir Öğünüştür.
Mallarda ve evlâdlarda bir çoğalıştır. Bunun misâli, bitirdiği nebat ekincilerin
hoşuna giden bir yağmur gibidir. Sonra o bitki kurur da, sen onu sapsarı bir
hâle^ getirilmiş görürsün. Sonra da o, bir çer-çö'p olur. Âhirette çetin azâb
vardır, Allah'tan mağfiret ve rızâ vardır.
Dünyâ hayâtı bir
aldanış metâından (fâidesinden) başka birşey değildir" (el-Hadîd: 20) [5].
4-.......Sehl
ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber (S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
"Cennette bir kamçı kadar yer, dünyâdan ve dünyâdaki şeylerden daha
hayırlıdır. Sabahleyin veya akşamleyin -herhangibir zamanda- Allah yolunda
cihâd için bir yürüyüş, hiçşübhesiz dünyâdan ve dünyâdaki herşeyden daha
hayırlıdır" [6].
5-.......el-A'meş
şöyle demiştir: Bana Mucâhid ibn Cebr tahdîs etti ki, Abdullah ibn Umer (R)
şöyle demiştir: Rasûlullah (S) benim omuzumu tuttu da bana:
— "Abdullah, sen dünyâda yabancı kimse
gibi yâhud yolcu gibi ol!" buyurdu.
(Mucâhid dedi ki:) İbn
Umer de:
— "(Ey mü'min!)
Akşama eriştiğinde sabahı gözleyip bekleme, sabaha eriştiğinde de akşamı
gözleme (işlerini zamanında yap)! Sıhhatinden bir kısmını hastalık zamanına
ayır, hayâtından bir kısmını da ölümün için faydalı kıl!" diye vasiyet
ederdi [7].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavilleri: "(Her can ölümü tadıcıdır. Ecirleriniz muhakkak kıyamet günü
tastamam verilecektir.) O vakit kim o ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulursa,
artık o muhakkak muradına ermiş olur. Bu dünyâ hayâtı, aldanma metâından başka
(birşey) değildir" (Âlu İmrân: 185);
"Bırak onları;
yesinler, eğlensinler; onları emel oyalayadursun. Sonra bilecekler onlar"
(ei-Hıcn 3); "And olsun, sen onları (Yahûdîler'i) insanlardan, müşrik
olanlardan ziyâde hayâta düşkün bulacaksın.
Onlardan herbiri arzu
eder ki (kendisine) bin yıl ömür verilsin. Hâlbuki onun çok yaşatılması
kendisini azâbdan uzaklaştırıcı değildir. Allah, onlar ne işlerlerse hakkiyle
görücüdür" (el-Bakara: 96) [8].
Alî ibn Ebî Tâlib (R)
şöyle demiştir: Dünyâ arkasını dönerek göçüp gitti, âhiret ise yönelip gelmektedir.
Bunlardan herbirinin oğulları vardır.
Sizler âhiretin
oğullarından olunuz da dünyânın oğullarından olmayınız. Çünkü bu gün çalışma
var, hesaba çekilme yok; yarın ise hesaba çekilme var, amel yoktur [9].
6-.......Abdullah
ibn Mes'üd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) kum üzerine bir murabba', yânî
kare resmi çizdi. Sonra (başlangıcı) karenin ortasından olarak, kare dışına
uzanan bir çizgi çizdi. Sonra bu çizginin ortasından i'tibâren bu ortadaki
çizgiye dik açıyla dayanan birtakım küçük çizgiler çizdi. Sonra Peygamber (bu
çizgileri ta'-
rîf ederek):
— "Şu (karenin
ortasındaki uzun çizgi) insandır. Şu (kare de) eceldir, her tarafından onu
kuşatmıştır. Şu kare dışında uzanan çizgi de, insanın emelidir. Şu ufak
çizgiler de insana arız olan âfetler, musibetlerdir, îmdi insana şu âfet oku
hatâ eder, dokunmazsa, öbür âfet isabet eder, o da hatâ eder dokunmazsa, Öbürü
isabet eder (en sonu ecel -denilen ölüm- onu yakalar)" [10].
7-.......Bize
Hemmâm ibn Yahya, İshâk ibn Abdillah ibn Ebî
Talha'dan tahdîs etti
ki, Enes ibn Mâlik (R): Peygamber (S) birçok çizgiler çizdi de:
— "Şu (insanın
beslemekte olduğu) emeldir. Şu da insanın ece-l'ıdir... İnsan böyle uzak
emelinin talibi iken, kendisine en yakın olan çizgi birden ona geliverir!"
buyurdu [11].
O da kendisini
kuşatmakta olan kare şeklindeki ecel çizgisidir. Çünkü kendisini
Çünkü Yüce Allah:
"... Size iyice
düşünecek kimsenin düşünebileceği, öğüt kabul edebileceği kadar ömür vermedik
mi? Size korkutan da gelmişti... " (Fâtır: 37) buyurmuştur. (İbn Abbâs:)
Saç ağarmasını kasdediyor, demiştir [12].
8-.......Bize
Umer ibnu Alî, Ma'n ibn Muhammed el-Gıfârî'den; o da Saîd ibn Ebî Saîd
el-Makburî'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S): "Allah
Taâlâ altmış seneye kadar yaşatıp ölümünü geri bıraktığı (hâlde yaratanı ve
yaşatanı tanımayan) kimsenin özrünü izâle ve reddeder" buyurmuştur.
Bu hadîsi
el-Makburî'den rivayet etmekte Ebû Hazım ile İbnu Aclân da, Ma'n ibn Muhammed'e
mutâbaat ettiler [13].
9-.......İbnu
Şihâb şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb haber verdi ki, Ebû Hureyre (R)
şöyle demiştir: Ben RasüIullah(Sytan işittim: "İhtiyar kimsenin gönlü iki
huyda her zaman genç bir hâlde bulunur: Dünya sevgisinde ve emel
uzunluğunda!" buyuruyordu [14].
el-Leys: Bana Yûnus
tahdîs etti, dedi. İbn Vehb de yine Yûnus'-tan söyledi ki, İbn Şihâb: Bana Saîd
ibnu'l-Müseyyeb ile Ebû Seleme haber verdi, demiştir.
10-.......
Enes ibn Mâlik (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S): Âdem oğlu büyür, onunla beraber
şu iki şey de büyür: Mal sevgisi ve uzun ömür (temennisi)" buyurdu.
Bu hadîsi Şu'be,
Katâde'den rivayet etti.
11-.......
ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Mahmûd ibnu'r-Rabî' haber verdi ve bu Mahmûd,
Rasûlullah(S)'ı hatırladığını söyledi.
Yine bu Mahmûd,
Rasûlullah'm, onların yurdunda bulunan bir kuyudan ağzına su alıp bunu yüzüne
püskürttüğünü de hatırladığını söyledi.
Bu Mahmûd şöyle dedi:
Ben İtbân ibn Mâlik el-Ensârî'den işittim. Sonra Salim oğulları'nm birinden de
işittim, şöyle dedi: Rasûlullah (S) gün yükseldiği zaman benim yanıma geldi.
(İki rek'at nafile namaz kıldırdıktan sonra) şöyle buyurdu;
— "Kıyamet gününe
ıLâ ilahe illellah'1 tevhidini söyleyerek ve bununla da sırf Allah'ın rızâsını
isteyerek ulaşan mü'min kula, Allah muhakkak ateşi haram kılacaktır!" [15].
O hadîs Namaz Kitabı,
"Evlerde mescidler edinilmesi bâbi"nda uzun bir metinle geçmişti.
Oradaki hadîs bu Mahmûd tarafından rivayet edilmişti. Burada ise Mahmûd,
Itbân'ın râvîsi bulunuyor.
12-.......
Bize Ya'kûb ibn Abdirrahmân, Amr'dan; o da Saîd el-Makburî'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle demiştir: "Yüce Allah
şöyle buyurur; Mü'min kulumun dünyâdaki ailesinden en sevdiği birisini elinden
aldığımda, sonra o da benden ecrini istediğinde, benim katımda o kulumun
mükâfatı ancak cennettir!" [16].
13-.......Ensâr'dan
Amr ibn Avf-ki kendisi Âmir ibn Lueyy oğullan'nın yemînli dostu idi ve
RasûIullah(S)'m beraberinde Bedir'de hazır bulunmuştu- şöyle haber vermiştir:
Rasûlullah, harb etmeksizin Bahreyn ahâlîsiyle bir sulh akdi yapmış ve
üzerlerine Alâ ibn Hadra-mî'yi emîr ta'ynı etmişti. Toplanan cizye mallarını
getirmek üzere de bilâhare Rasûlullah, Ebû Ubeyde ibnu'I-Cerrâh'ı Bahreyn'e
gönderdi. Ebû Ubeyde onların cizye mallarını alarak Bahreyn'den Medine'ye
geldiğinde, Ensâr onun gelişini işitti. Onun bu gelişi, Ensâr'ın Rasû-lullah'la
beraber sabah namazı kıldıkları zamana denk gelmişti. Ensâr sabah namazını
kılınca, hemen Ebû Ubeyde'ye karşı çıktılar. Rasûlullah sahâbîleri bu hâlde
görünce gülümsedi de onlara:
— "Öyle sanıyorum ki, sizler Ebû
Ubeyde'nin gelişini ve onun birçok mal getirdiğini işitmişsiniz!" buyurdu.
Onlar da:
— Evet yâ Rasûlallah! dediler. Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Sevininiz ve sizi sevindirecek
nVmetleri (bundan sonra her zaman) ümîd ediniz! Vallahi ben bundan sonra sizin
üzerinize fakirlik geleceğinden korkmam. Fakat sizin üzerinize geleceğinden
korktuğum şey, sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünyâ ni'metlerinin yayıldığı
gibi sizin önünüze de yayılarak, onların birbirlerine hased ettikleri ve
nefsâniyet güttükleri gibi, sizin de birbirinize düşmeniz ve bunun onları
âhiret işlerinden alıkoyduğu gibi, sizleri de âhiret işlerinden
alıkoymasıdır" buyurdu [17].
14-.......
Bize el-Leys, Yezîd ibn Ebî Habîb'den; o da Ebû'l-Hayr'dan; o da Ukbe ibnu
Âmir(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) -vefatına yakın- bir gün çıktı da
Uhud şehîdleri üzerine ölüye namaz kılar gibi namaz kıldı. Sonra Medine'ye
dönüp minbere çıktı ve (dirilere ve ölülere veda eder gibi bir hutbe yapıp)
şöyle buyurdu:
— "Ben sizin
Kevser havuzuna önden gideniniz olacağım. Ben sizin Hakk yolundaki
hizmetlerinize şâhidlik edeceğim. Vallahi ben şu anda (cennetteki) havuzumu
görüyorum. Ve emîn olunuz ki, bana Arz hazînelerinin anahtarları -yâhud:
Arz'ın anahtarları- verilmiştir. Vallahi ben vefatımdan sonra sizlerin
müşrikliğe döneceğinizden hiç endîşe etmem. Fakat ben sizlerin dünyâya aşırı
düşkünlük yapıp nef-sâniyet yarışına kalkışmanızdan (birbirinizle
didişmenizden) korkarım!" [18].
15-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "Sizin üzerinize en çok korkmakta
olduğum şey, Allah'ın sizler için çıkaracağı Arz bereketleridir (dünyâ
zenginlikleridir)" buyurdu.
Kendisine:
— Arz bereketleri
nedir? diye soruldu. Rasûlullah:
— "Dünyâ çiçekleri, dünyâ
güzellikleridir" buyurdu. Bir sahâbî O'na:
— Hayır, şerr getirir
mi? diye sordu.
Bu soru üzerine Peygamber
sustu, hattâ biz üzerine vahiy indiriliyor olduğunu zannettik. Sonra
Rasûlullah alnından terlerini silmeye başladı da:
— "Soran kimse nerede?" buyurdu. O
zât;
— Benim (yâ Rasûlallah)! dedi.
Ebû Saîd dedi ki: Biz
and olsun, o adamı bu meydana çıktığı zaman övdük. Rasûlullah şöyle buyurdu:
— "Hayır, hayırdan başka birşey getirmez.
Şübhesiz bu dünyâ malı yeşildir, tatlıdır. Baharın bitirdiği şeylerin hepsi çok yiyen ve
karnını şişiren hayvanı öldürür yâhud da ölüme yaklaştırır. Ancak yeşil ot
yiyen hayvan böyle değildir, onu otlayan hayvan ölüm tehlikesinden uzaktır. Bu
hayvan o yeşil otu yer, nihayet iki böğrünü şişi-rince bahar güneşini karşılar.
Kolayca gübresini çıkarır, işer, genişler. Sonra yine otlamağa döner, ve bol
bol otlar. İşte bu dünyâ malı da (yeşil ot gibi) tatlıdır. Bundan hakkıyle alan
ve aldığını da hakkı olan yere koyup harcayan kimseye bu ne güzel bir
ni'mettir. Dünyâ malını haksız olarak hırsla alan kimseye gelince o da dâima
yiyen, fakat bir türlü doymayan obur kimse gibi olmuştur!" [19].
16-.......Zehdem
ibnu Mudarnb şöyle demiştir: Ben İmrân ibnu Husayn(R)'dan işittim ki, Peygamber
(S) şöyle buyurmuştur:
— "Sizin hayırlı olanlarınız, benim
asrımda yaşayanlarınızda. Sonra onların ardından gelenlerdir. Sonra onların
ardından gelenlerdir".
İmrân: Ben
Peygamber'in, kendi asrından sonra hayırlı nesiller olarak iki nesil mi, yâhud
üç nesil mi zikrettiğini bilmiyorum, demiştir. Peygamber devamla şöyle
buyurdu:
— "Onlardan sonra öyle bir kavim olur ki,
onlar kendilerinden şahidlik yapmaları islenilmeden şâhidlik yaparlar, hıyanet
ederler, bunlara güvenilmez. Bunlar nezr ederler, fakat nezrlerini ifâ
etmezler. Bunlar arasında (çok yemek yemek) semizlik, şişmanlık meydana çıkar
(hayâtın gayesi bu olur)/ [20].
17- Bize
Abdan, .... Abîde'den; o da Abdullah ibnu Mes'-ûd(R)'dan tahclîs etti.
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "İnsanların hayırlısı benim asrımdır.
Sonra onlara yakın olanlardır. Sonra onlara yakın olanlardır. Sonra onların
ardından bir kavim gelir ki, onlardan herbirinin şehâdetleri yeminlerinin,
yeminleri de şehâdetle-rinin önüne geçer!" [21].
18-.......Kays
ibn Ebî Hazım şöyle demiştir: Ben (bir hastalığında Habbâb'ı ziyarete
gitmiştim) Habbâb o gün karnında yedi kerre dağlama tedavisi yapmıştı. İşte o
gün Habbâb'dan işittim, o şöyle dedi:
— Eğer Rasûlullah (S)
bizi ölümü dua etmekten nehyetmiş ol-mayaydı, muhakkak ben ölümü çağırırdım.
Muhammed'in sahâbî-leri(nden bir kısmı) ölüp gittiler. Dünyâ onlardan (onların
âhiret saadetlerinden) bir şey eksiltmedi. (Çünkü darlık içinde yaşadılar.)
Bizler ise dünyâdan o kadar çok mala kavuştuk ki, bugün biz onu topraktan (yânı
bina yapmaktan) başka koyacak (sarfedecek) yer bulamıyoruz!
19-.......Kays
şöyle demiştir: Ben Habbâb'ın yanına geldim; o, kendisine âid bir duvar
yapmakla meşgul idi. Şöyle dedi:
— Bizden evvel geçip
giden arkadaşlarımız var ki, dünyâ onların (âhiret saadetlerinden) hiçbirşey
eksiltmedi. Bizler ise onların ardından öyle çok şeye (mala) kavuştuk ki, biz
onu topraktan başka koyacak yer bulamıyoruz!
20-.......Buradaki
râvî de: Habbâb ibnu'l-Erett (R): Biz Rasûlullah (S) ile beraber hicret ettik
dedi, diyerek, onun bu hadîsini nak-letmiştir [22].
"Ey insanlar,
şübhe yok ki Allah'ın va'di bir gerçektir. O hâlde sakın sizi dünyâ hayâtı aldatmasın.
Çok aldatıcı
olan (şeytân) da sakın sizi Allahfın hilmi ve
mühlet vermesi) ile aldatmasın. Çünkü şeytân sizin bir düşmanınızdır. Onun için
siz de onu bir düşman tutun.
O (kendisine tâbi'
olan) güruhunu ancak alevli cehennemin yaranından olmaları için da\et
eder" (Fâtır: 5-6) [23].
21-.......Usmân
ibn Affân'ın hizmetçisi Humran ibn Ebân haber verip şöyle dedi: Usmân
oturaklarda otururken ben ona abdest suyunu getirdim. Kendisi abdest aldı ve
abdest alışı güzel yaptı. Sonra şöyle dedi:
— Ben Peygamber(S)'in
bu mecliste otururken abdest aldığını ve abdest almayı güzel yaptığını gördüm.
Sonra: "Kim benim şu abdest alışım gibi abdest alır, sonra mescide gelir
de iki rek'at namaz kılar, sonra oturursa, onun geçmiş günâhları mağfiret
olunur" buyurdu.
Yine Usmân:
— Peygamber
"Aldanmayınız (yânî mağfirete aldanıp da günâh kazanmaya cür'et
etmeyiniz)/" buyurdu, demiştir [24]
"ez-Zihâb'\
"Yağmur"dur, deniliyor [25].
22-.......Mirdâs
el-Eslemî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Bu ümmetin
sâlih kulları birbiri ardınca bu hayâttan gider, geriye arpanın yâhud hurmanın
çalkantı kozalakları gibi değersizleri kalır ki, Allah onlara hiçbir değer
vermez."
Ebû Abdillah
el-Buhârî: "Hufâle"ve "Husâle"denilir (yânîbu iki kelime
bir ma'nâyadır), demiştir [26]
"Mallarınız da,
evlâdlannız da ancak birer imtihandır. Büyük mükâfat ise şübhesiz Allah
kalındadır" (el-Enfâl: 28; et-Teğâbun: 15) [27].
23-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Altın, gümüş ve
iyi cins elbise kulu olan kişiler kahrolsun! Böyle kişiye verilirse memnun
olur, verilmezse (Allah'ın takdirine kızar) razı olmaz!" [28].
24-.......Atâ
ibn EbîRebâh şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs(R)'tan işittim, şöyle diyordu: Ben
Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuru-yordu: "Âdem oğlunun iki vâdî
dolusu malı olsa, muhakkak bir üçüncüsünü ister. Âdem oğlunun iç boşluğunu
(hırslı gönlünü) topraktan başka birşey dolduramaz. Allah (ihtirastan) tevbe
eden kişinin tev-besinı kabul eder" [29].
25-.......
İbn Cureyc haber verip şöyle demiştir: Ben Atâ'dan işittim, şöyle diyordu: Ben
İbn Abbâs(R)'tan işittim, şöyle diyordu: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle
buyuruyordu:
— "Âdem oğlunun
bir vâdî gibi -yâhud: dolusu- malı olsa, muhakkak kendisine onun bir mislinin
daha olmasını arzu eder. Âdem oğlunun aç gözünü ancak toprak doldurur. Allah
tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder."
İbn Abbâs: Ben bu
lafız, tilâveti neshedilmiş Kur'ân mıdır yâhud değil midir, bilmiyorum!
demiştir.
Atâ da: Ben (Mekke'de)
minber üzerinde Abdullah ibnu'z-Zu-bey'rden: "Ben bu lafız Kur'ân'dan mı
yâhud değil mi, bilmiyorum" derken işittim, demiştir.
26-.......Bize
Abdurrahmân ibnu Süleyman ibni'l-Gasîl tahdîs etti ki, Abbâs ibnu Sehl ibn Sa'd
şöyle demiştir: Ben Abdullah ibnu'z-Zubeyr'den Mekke'de minber üzerinde hutbe
yaparken işittim; o şöyle diyordu:
— Ey insanlar!
Peygamber (S) şöyle buyurdu: "EğerÂdem oğluna altın ile dolu bir vâdî
verilseydi, o kendisine ikinci bir vâdî verilmesini arzu ederdi. Şayet
kendisine ikinci bir vâdî verilse, üçüncüsünü isterdi. Âdem oğlunun iç
boşluğunu ancak toprak kapatır. Allah da (hırstan) tevbe eden kimsenin
tevbesini kabul eder" [30].
27-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Enes ibn Mâlik haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle
buyurmuştur: "Âdem oğlunun altından bir vâdîsi olsa o kendisinin iki
vâdîsi olmasını ister. Onun ağzını topraktan başka birşey asla dolduramaz.
(Hırstan) tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder."
Buhârî şöyle dedi: Ve
bize Ebû'l-Velîd söyledi: Bize Hammâd ibn Seleme Sabit el-Bunânî'den; o da
Enes'ten tahdîs etti ki, Ubeyy ibn Ka'b (R): "el-Hâkumu't-tekâsüru"
Sûresi ininceye kadar biz "Lev kâne li'bniÂdeme" sözünü Kur'ân'dan
bir âyet sanırdık, demiştir [31].
Ve Yüce Allah da şöyle
buyurdu:
"Kadınlara,
oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma ve güzel atlara,
hayvanlara, ekinlere olan
ihtiraslı sevgi insanlar için bezenip
süslenmiştir. Bunlar, dünyâ hayâtının (geçici) birer fâidesidir. Allah ise, nihayet
dönüp varılacak yerin bütün güzelliği O'nun nezdindedir" (Mu imrân: m) [32].
Umer ibnu'l-Hattâb da
bu âyet hakkında:
Yâ Allah! Biz ancak
Sen'in bizler için zînetlediğin şeylerle ferahlanmaya muktedir oluyoruz. Yâ
Allah, ben Sen'den, malı haklı yerinde harcamama (muvaffak kılmanı) isterim!
Demiştir [33].
28-.......
Hakîm ibn Hızâm (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den istedim; O da bana
verdi. Sonra yine istedim, O da bana verdi. Sonra yine istedim, yine verdi.
Bundan sonra: "Bu mal... "buyurdu.
Bazen râvî Sufyân ibn
Uyeyne: Hakîm şöyle dedi, demiştir: Peygamber (S) bana: "Yâ Hakîm!
Şübhesiz bu mal yeşildir, tatlıdır. Her kim bu malı nefis güzelliği ile hırssız
olarak alırsa, o mal kendisi için bereketli, meymenetli kılınır. Kim de bunu
nefis düşkünlüğü ile, hırsla alırsa, mal alan için bereketli kılınmaz. O
ihtiraslı kişi yiyip yiyip de hiç doymayan (köpek açhğı hastalığına tutulmuş)
kimse gibi olur. Yüksek el, alçak elden hayırlıdır!" buyurdu [34]
29-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S)
— "Hanginize mirasçısının malı, kendi
malından daha çok sevimlidir?" diye sordu.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah!
Bizden herbir kişiye muhakkak kendi malı daha sevimlidir! dediler.
Rasûlullah:
— "Çünkü kişinin kendi malı, ölümünden
Önce hayır yoluna harcayıp önden gönderdiği malıdır. Mirasçının malı da
kişinin hayra sar-fetmeyip ölünceye kadar geri bıraktığı malıdır" buyurdu [35].
"(Mallarını Allah
yolunda harcamayıp) çoğaltanlar, (sevâblarmı) azaltanlardır"
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Kim dünyâ
hayâtını ve onun zînetini arzu ederse, onların yaptıklarının karşılığını burada
tamamen öderiz. Onlar bu hususta bir eksikliğe de uğratılmazlar. Onlar öyle
kimselerdir ki, âhirette kendilerine ateşten başkası yoktur.
Dünyâda işleyip
yaptıkları şeyler orada boşa gitmiştir. Zâten yapageldikleri şeyler hep
boştur" (Hûd: 15-16) [36].
30-.......Ebû
Zerr (R) şöyle demiştir: Ben gecelerden bir gece dışarı çıktım. Baktım ki,
Rasûlullah (S) da, yanında hiçbir insan olmayarak, tek başına yürüyor.
Ebu Zerr dedi ki: Ben
O'nu, beraberinde kimsenin yürümesini istemiyor sandım.
Ebû Zerr dedi ki:
Ay'ın gölgesinde yürümeye başladım. Rasûlullah dönüp beni gördü de:
— "Kimdir o?" diye sordu.
— Ebû Zerr'dir, Allah beni Sana feda eylesin!
dedim. O:
— "Yâ Ebâ Zerr! Gel!" diye çağırdı.
Ebû Zerr dedi ki: Ben
de O'nun beraberinde bir müddet yürüdüm. O:
— "Malı devamlı çoğaltanlar kıyamet
gününde sevabı azaltanlardır, ancak Allah'ın kendisine bir hayır (yânî mal)
verdiği, onun da bu malı sağına, soluna, önüne, arkasına veren ve bu malda
hayır yapan kimse böyle değildir."
Ebû Zerr dedi ki:
Sonra Rasûîullah beni, etrafı taşhk bir meydanda oturttu da:
— "Ben sana dönünceye kadar burada
otur!" buyurdu. Ebû Zerr dedi ki: Sonra kara taşlık arazî içinde ben
kendisini
görmez oluncaya kadar
gitti. Ve bana dönmesi epey gecikti ve gecikmeyi uzattı. Sonra ben O'nun
gelmekte olduğunu işittim. Gelirken: "Hırsızlık yapsa ve zina etse de
mi?" sözlerini söylüyordu. Ebû Zerr dedi ki: Rasûlullah gelince
sabredemeyip:
— Ey Allah'ın
Peygamberi, Allah beni Sana feda etsin. Sen taşlık yerin kenarında birisiyle
konuşuyordun, fakat ben Sana cevâb veren bir kimse işitmedim, dedim.
— "Bu, Cibril aleyhi's-seiâmdır. Harre'nin
yanında bana geldi de: Ümmetini müjdele: Her kim Allah 'a hiçbirşeyi ortak
kılmayarak (tevhîd inancıyle) ölürse, cennete girer, dedi. Ben: Yâ Cibril! O
kimse hırsızlık yapsa ve zina etse de mi? dedim. Evet, dedi. Ben yine:
Hırsızlık yapsa ve zina etse de mi? dedim. O da: Evet; şarâb içmiş olsa da,
dedi" [37].
Nadr ibn Şumeyl şöyle
dedi: Bize Şu'be tahdîs etti. Ve bize Ha-bîb ibnu Ebî Sabit, el-A'meş,
Abdulazîz ibnu Rufey' üçlüsü de tahdîs edip: Bize Zeyd ibnu Vehb bu hadîsi
tahdîs etti, dediler.
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: Ebû Salih'in Ebû'd-Derdâ'dan olan hadîsi mürseldir, sahîh olmaz.
Biz sâdece bunun ondan rivayet edildiğini tanıtmak istedik. Sahîh olan, Ebû
Zerr'in hadîsidir.
Ebû Abdillah'a Atâ ibn
Yesâr'ın, Ebu'd-Derdâ'dan olan hadîsi soruldu.
Ebû Abdillah yine:
— O da mürseldir,
sahîh olmaz. Sahîh olan, Ebû Zerr'in hadîsidir, dedi.
Yine Buhârî:
— Siz Ebu'd-Derdâ'mn
şu "İnsan ölüm sırasında Lâ ilahe itte'-llah sözünü söyleyip öldüğü
zaman" hadîsinin üzerine ibtâl çizgisi vurunuz (çünkü o, mürseîlerdendir),
dedi [38].
31-.......Ebû
Zerr (R) şöyle demiştir: Ben (bir kerresinde) Medine'nin Harre mevkiinde
Peygamber(S)'in beraberinde yürüyordum. Uhud Dağı bizim karşımıza çıkınca,
Peygamber:
— "Yâ Ebâ Zerr!" diye seslendi. Ben:
— Lebbeyke yâ Rasûlallah! (Buyur!) dedim. Rasûlullah:
— "Benim yanımda şu Uhud Dağı kadar altın
olup da, ondan benim yanımda bir dînâr altın bulunduğu hâlde üzerimden üç gün
geçmesi beni sevindirmez. Ancak borç için hazırlamakta olduğum mik-dâr altın
müstesnadır. Beni sevindiren, ancak o kadar çok altını Allah'ın kulları
uğrunda şöyle, şöyle ve şöyle verip dağıtmamdır!" buyurup sağına, soluna
ve arkasına eliyle verme işaretleri yaptı.
Sonra yürüdü. Yine:
— "Malları çok olanlar kıyamet gününde
sevâbları az olanlardır, ancak sağına, soluna, arkasına şöyle, şöyle ve şöyle
verip hayır yollarına harcayanlar müstesnadır. Bu cömert insanlar da ne kadar
azdırlar!" buyurdu.
Sonra bana:
— "Ben senin yanma gelinceye kadar olduğun
yerde dur, oradan ayrılma!" buyurdu.
Sonra gecenin
karanlığı içinde görünmez oluncaya kadar gitti. Bu sırada ben yüksekçe bir ses
işittim de Peygamber'e bir musibet arız olmuş olmasından korktum ve hemen O'nun
yanına gitmek istedim. Fakat O'nun bana "Ben sana gelinceye kadar
yerinden ayrılma!" diye tenbîhlediği sözünü hatırladım da yerimden
ayrılmadım. Nihayet benim yanıma geldi. Ben:
— Yâ Rasûlallah, bir
ses işittim de üzerine korkup endişelendim, diye vaziyeti kendisine zikrettim.
Rasûlullah:
— "O sesi sen de işittin mi?"
buyurdu. Ben de:
— Evet işittim, dedim. Rasûlullah:
— "O, Cibril'di; bana geldi de: Ümmetinden
Allah'a hiçbirşeyi ortak kılmayarak Ölen kimse cennete girer, dedi. Ben: O
kimse zina etse ve hırsızlık yapsa da mı? diye sordum. Cibril: Zina etse ve hırsızlık
yapsa da! diye cevâb verdi!" [39].
32-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Benim Uhud Dağı kadar
altınım olsa, ondan yanımda bir parça şey bulunduğu hâlde üzerimden üç gecenin
geçmemesi beni sevindirir, ancak bir borç ödemek için ayırıp hazır tutmakta olduğum
mikdâr hâriçtir" buyurdu [40].
"Asıl zenginlik
kalb zenginliğidir"
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Onlara
verdiğimiz mal ve evlâd ile bizim kendilerinin hayırlarına acele ettiğimizi mi
sanıyorlar? Hayır, onlar (işin) farkına varmıyorlar. Hakîkaten Rabb 'lerini
büyük tanıyıp O'nun korkusuyla incelenler, Rabblerinin âyetlerine îmân etmekte
sebat gösterenler, Rabb 'lerine eş tutmaz olanlar, Rabb 'terinin huzuruna
döneceklerinden yürekleri korkarak vergilerini verenler; işte bunlardır ki, hayırlarda
sür'at yarışı yaparlar ve bunlar onun için tâ önde gidenlerdir. Biz hiçbir
kimseye gücü yeteceğinden başkasını teklîf etmeyiz. Nezdimizde hakkı söyleyen
bir kitâb vardır. Onlar asla haksızlığa uğratılmazlar. Hayır, onların
(kâfirlerin) kalbleri bundan cehalet içindedirler. Hem onların bundan başka
bizzat işlemekte oldukları daha nice (kötü) amelleri de vardır" (el-Mü'minûn:
56-63).
Sufyân ibn Uyeyne
(tefsirinde):
Onlar o kötü işleri
henüz yapmadılar, fakat ölümlerinden önce onları muhakkak yapacaklardır (da
aleyhlerine azâb kelimesi gerçekleşecektir), diye tefsir etmiştir.
33-.......Bize
Ebû Salih, Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) "Zenginlik
mal çokluğundan meydana gelir değildir. Lâkin asıl zenginlik, insanın gönül
zenginliğidir" buyurmuştur [41].
34-.......Sehl
ibn Sa'd es-Sâidî (R) şöyle demiştir:~Rasûlullah(S)'ın yanından bir adam geçti.
Rasûlullah yanında oturmakta olan bir adama:
— "Şu adam hakkındaki görüşün nedir?"
diye sordu. O adam:
— Bu, insanların
eşrafından (şeriflerinden) bir adamdır. Vallahi bu zât bir kadınla
nikâhlanmaya tâlib olsa nikâh olunmaya; birisi hakkında şefaat etse şefaati
kabul edilmeye lâyık bir kimsedir, dedi.
Rasûlullah sükût etti.
Sonra oradan diğer bir adam daha geçti. Rasûlullah yine yanında oturana:
— "Bu adam hakkındaki re'yin, görüşün
nedir?" diye sordu. O da:
— Yâ Rasûlallah! Bu,
müslümânların fakirlerinden bir adamdır. Bu, bir kadınla nikâhlanmaya tâlib
olsa, nikâh olunmamaya; birisi hakkında şefaat ederse şefaati kabul edilmemeye;
bir re'y söylerse sözü dinlenmemeye lâyık bir kimsedir, dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "İşte bu (fakîr) zât, öteki zengin gibi
dünyâ dolusu insandan hayırlıdır!" buyurdu [43].
35-.......el-A'meş
tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Vâil'den işittim, şöyle dedi: Bizler
Habbâb(R)'a hasta ziyaretine gitmiştik. O şöyle dedi:
— Bizler Allah
rızâsını isteyerek Peygamber(S)'le beraber Medine'ye hicret ettik. Artık ecir
ve mükâfatımız (va'di gereği) Yüce Allah üzerine vâki' olmuştur. Biz
Muhâcirler'den bâzı kimseler bu hicretin dünyâ ücretinden (ganimetlerden)
hiçbirşey almadan geçip gittiler. İşte onlardan biri de Mus'ab ibn Umeyr'dir.
Mus'ab, Uhud günü şe-hîd edildi ve arkasında çizgili yün bir kumaştan başka
birşey bırakmadı. Biz o tek kumaş ile onu kefenlemeye çalıştık. Başını örttüğümüz
zaman ayakları meydana çıkıyor, ayaklarını örttüğümüzde başı meydana
çıkıyordu. (Bu yokluk karşısında) Peygamber bize şehidin başını örtmemizi ve
ayaklarının üstrne de ızhır otundan bir mikdâr koymamızı emretti. Biz
Muhâcirler'den kimi de hicretin meyvelerini toplama zamanına ulaştı ve o şimdi
bu meyveleri toplamaktadır! [44].
36-.......Bize
Ebû Recâ, İmrân ibn Husayn(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Ben
(Mi'râc gecesi) cennete üzerinden baktım da, cennet ehlinin çoğunun fakirler
olduğunu gördüm. Cehenneme de baktım. Cehennemdekilerin çoğunu da kadınlar
gördüm!" buyurmuştur.
Bu hadîsi rivayet
etmekte Ebû Recâ'ya Eyyûb es-Sahtıyânî ile Avf el-A'rabî mutâbaat etmişlerdir.
Dahr ile Hammâd ibnu
Necîh de Ebû Recâ'dan; o da İbn Ab-bâs'tan olmak üzere söylemişlerdir [45].
37-.......Enes
ibn Mâlik (R): Peygamber (S) ölünceye kadar yüksek bir masa üzerinde yemek
yemedi, yine ölünceye kadar inceltilmiş (hâlis buğday unundan) yufka ekmeği de
yemedi, demiştir.
38-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Vallahi Peygamber (S) vefat etti. Öyle bir hâlde ki, o
zaman benim rafımda herhangi bir ciğer sahibinin yiyeceği yarım vesk arpadan
başka birşey yoktu. Ben, bana âid olan bu raf içindeki arpadan yemeğe devam
ettim. Nihayet bunu yemek bana uzun geldi de, ben o arpayı ölçtüm, sonra
tükendi [46].
39- Ebû
Nuaym Fadl ibn Dukeyn, bu hadîsin yansından bir kısmını tahdîs etti. Bize Umer
ibnu Zerr tahdîs etti. Bize'Mucâhid ibn Cebr tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R)
şöyle der idi: Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemîn ederim ki [47] ,
muhakkak ben (bazen) açlıktan karnımı yere dayardım, bazen de açlıktan karnıma
taş bağlardım. Bir gün ben (Rasûlullah ile sahâbîlerinin mescidden) çıkıp
gittikleri yol uğrağı üzerine (aç ve mecalsiz) oturdum. Bu sırada Ebû Bekr
geçti. Ona Allah'ın Kitâbı'ndan bir âyet sordum. Bu soruşum ancak (beni
doyurmak üzere) kendisini ta'kîb etmemi istemesi içindi. Fakat geçti gitti;
ümîd ettiğim çağırmayı yapmadı. Sonra Umer uğradı. Ona da Allah'ın Kitâbı'ndan
bir âyet sordum. (Maksadım âyeti öğrenmek değildi, çünkü âyeti ben iyi
biliyordum.) Yine Umer'in (beni doyurmak üzere) benim kendisini ta'kîb etmemi
istemesi içindi. Umer de geçti gitti, benim ümîd ettiğim çağırmayı yapmadı.
Sonra bana Ebû'l-Kaasim (S) uğradı ve beni gördüğü zaman, bendeki hâlsizliği ve
yüzümdeki açlık alâmetini anladı da gülümsedi. Sonra bana:
— "Yâ Ebâ Hırr!" dedi. Ben de:
— Lebbeyke yâ
Rasûlallah ( = Buyur, emrine hazırım yâ Rasû-lallah)! dedim.
Rasûlullah:
— "Ardımsıra gel!" buyurdu, yürüdü.
Ben de O'nu ta'kîb
ettim. Eve girdi. Ben de izin istedim. Bana da izin verildi. Rasûlullah
girdiğinde bir bardak içinde süt buldu.
— "Bu süt nereden geldi?" diye sordu.
— Onu Sana fulân kimse
yâhud fulân kadın hediye ettiî dediler. Rasûlullah da bana:
— "Yâ Ebâ Hırr!" diye seslendi. Ben
de:
— Buyur yâ Rasûlallah, emrine hazırım! dedim.
— "Haydi Suffa ehline git de onları bana
çağır!" buyurdu.
Ebû Hureyre dedi ki:
Suffa ehli, İslâm konuklan idiler. Sığınacak aileleri, malları ve dayanacak
bir kimseleri yoktu. Rasûlullah bir sadaka geldiğinde, sadaka malını onlara
gönderirdi. Kendisi sadaka malından birşey almazdı. Bir hediye geldiğinde de
bunu Suffa ehline gönderirdi. Hediyeden kendisi de alır ve Suffa ehlini onda
ortak yapardı.
Ebû Hureyre dedi ki:
Suffa ehlini (süt ziyafetine) çağırmak bana fena geldi. (Kendi kendime) dedim
ki: "Suffa halkı içinde şu bir bardak süt nedir ki! Lâyık olan, şu sütten
bana bir yudum isabet etmeli idi de kuvvet kazanmalı idim. Da'vet edilmelerine
me'mûr olduğum Suffa halkı şimdi gelip onlara dağıttığında, bu bir bardak
sütten bana ne düşecek?" diye endişeleniyordum.
Fakat Allah'a ve
Rasûlü'ne itaatten başka çâre yoktu. Bu sebeble gittim, Suffa halkını da'vet
ettim. Geldiler, izin istediler, tzm verilmesi üzerine evin içinde baştan başa
yerlerini aldılar [48].
Bunun üzerine Rasûlullah bana:
— "Yâ Ebâ Hırrl" diye seslendi. Ben
de:
— Buyur yâ Rasûlallah! Emrine hazırım! dedim.
Rasûlullah:
— "Şu süt bardağını al, konuklara
ver!" buyurdu.
Ben de bardağı alıp
vermeğe başladım. Bir kişiye veriyordum, o kanıncaya kadar içiyordu, sonra
bardağı bana veriyordu. Ben de bardağı alıp diğer bir kişiye veriyordum. O da
kanıncaya kadar içiyor, sonra bardağı bana veriyordu. Bu suretle bütün halk
kana kana içip bardağı bana vererek tâ Rasûlullah'a kadar gelip dağıtım işi
sona erdi. Artık da'vetlilerin hepsi süte kanmışlardı.
Şimdi süt bardağını
Rasûlullah aldı, elinde tutarak bana bakıp gülümsedi [49] ve:
— "Yâ Ebâ Hırrl" buyurdu. Ben de:
— Emret yâ Rasûlallah, emrine hazırım! dedim.
Rasûlullah:
— "Süt içmedik bir ben, bir de sen
kaldın!" buyurdu. Ben de:
— Doğru buyurdun yâ Rasûlallah! dedim.
Rasûlullah bana:
— "Haydi otur da iç!" buyurdu. Ben de
oturup içtim. Rasûlullah tekrar:
— "İç!" buyurdu. Ben de içtim.
Rasûlullah tekrar:
— "İç!" diye emrediyordu (Ben de
içiyordum). En sonu:
— Yâ Rasûlallah!
İçemiyeceğim! Seni hakk ile gönderen Allah'a yemîn ederim ki, süt gidecek bir
yol bulamam! dedim.
— "Öyle ise
bardağı bana ver!" buyurdu. Ben de verdim. Rasûlullah da Allah'a hamd etti
ve Besmele çekip geri kalan sütü içti [50].
40-.......Bize
Kays ibn Ebî Hazım tahdîs edip şöyle dedi: Ben Sa'd ibn Ebî Vakkaas(R)'tan
işittim, şöyle diyordu. Muhakkak ki, ben Allah yolunda ilk ok atan Arab
mücâhidiyim. Ben kendimizi pek iyi bilirim ki, biz, Allah yolunda gaza
ettiğimiz sıra huble ağacı ve şu semer ağacı denilen dikenli bâdiye ağaçlarının
yapraklarından (ve yemişlerinden) başka yiyeceğimiz yoktu. Ve herbirimiz
muhakkak davarların gübre çıkarışı gibi hiç birbirine karışmayan kuru gübre
çıkarır olmuştuk. Sonra görüyorum ki, Esed oğulları kabilesi bana İslâm
hükümleri ve âdabı üzerine öğretme ve doğrultma yapar oldular. (İslâm'daki
öncülüğümle beraber dîn rükünlerini bana Esed oğulları öğretmeğe kalkarsa) o
takdirde ben ziyan etmiş, geçmişte yaptığım çalışmalarım da zayi' olmuş
gitmiştir! [51].
41-.......Âişe
(R): Medine'ye geldiğinden vefatı zamanına kadar Muhammed(S)'in aile halkı üç
gün arka arkaya buğday ekmeğinden karnını doyurmadı, demiştir.
42-.......Âişe
(R): Muhammed(S)'in aile ferdleri bir günde iki öğün yemek yemedi; yediği iki
öğünden biri muhakkak hurma idi, demiştir.
43-.......Âişe
(R): RasûlulIah(S)'m döşeği tabaklanmış deriden idi, içi de hurma lifi dolu
idi, demiştir.
44-.......Bize
Katâde tahdîs edip şöyİe dedi: Biz (Basra'da) Enes ibn Mâlik(R)'in yanına
giderdik, ekmekçisi yanıbaşında ayakta dururken bize:
— Yiyiniz, ben
Peygamber(S)'in Allah'a kavuşuncaya kadar ne inceltilmiş hâlis buğday unundan
yapılmış yufka ekmeği gördüğünü, ne de gözüyle kızartılmış davar gördüğünü
bilmiyorum, dedi.
45-.......Âişe
(R): Üzerimize ay gelir geçerdi de evimizde yemek pişirecek bir ateş yakmazdık.
Bizim yemeğimiz, sâdece hurma ile sudan ibaretti. Ancak bize bir parça et
verilmesi müstesna, demiştir.
46-.......
Âişe (R), Urve'ye hitaben:
— Ey kızkardeşimin
oğlu! Biz Peygamber ailesi iki ay içinde üç hilâl görürdük de RasûIullah(S)'ın
evlerinde bir ateş yakılmazdı, demişti.
Urve de:
— Teyzeciğim, sizleri ne yaşatırdı? diye
sorunca da:
— İki siyah şey: Hurma ile su! diye cevâb verip
şunu ilâve etmiştir:
— Ancak Rasûlullah'ın
Ensâr'dan birtakım komşuları vardı. Bu komşuların da sağımlı develeri olurdu.
Onlar evlerinden bu sağımlı develerden sağıp geri vermek üzere Rasûlullah'a
ariyet verirlerdi de, böylece onların sütlerini bize içirirlerdi, demiştir [52]
47-.......Ebû
Hureyre (R): Rasûlullah (S): "Allâhumme urzuk âle Muhammedin kûten (= Yâ
Allah! Muhammed ailesine geçinecek kadar rızk ihsan eyle)/" diye duâ
ederdi, demiştir [53].
48-.......Eş'as
şöyle dedi: Ben babam EbûVSa'saa'dan işittim, şöyle dedi: Ben Mesrûk'tan
işittim, şöyle dedi: Ben Âişe(R)'ye:
— Peygamber(S)'e amelin
hangisi daha sevimli idi? diye sordum. Âişe:
— (Yapıcısının devam ettiği) devamlı amel!
dedi. Mesrûk dedi ki: Ben Âişe'ye:
— Rasûlullah (gece namazına) ne zaman kalkardı?
dedim. Oda:
— Rasûlullah, horoz sesini işittiği zaman
kalkardı, dedi.
49-.......Âişe
(R): Rasûlullah(S)'m en çok sevdiği amel, sahibinin üzerinde devam eder olduğu
ameldi, demiştir.
50-.......
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "Sizden hiçbirinizi asla kendi ameli
kurtaramaz!" buyurdu. Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! Seni de mi amelin kurtaramaz?
diye sordular.
— "Evet, beni de kendi amelim kurtaramaz.
Ancak Allah beni rahmetiyle bürüyüp korur. Sizler doğru yolu tutun, ifrat
etmeyin, gündüzün ilk ve son saatlerinde yürüyün, gecenin sonundan da bir mikdâr
faydalanın. Ve sizler (her hâl ve hareketinizde) i'tidâle tutunun, i'tidâle
tutunun ki, maksadınıza eresiniz" buyurdu [54].
51-.......
Bize Süleyman ibn Bilâl, Mûsâ ibn Ukbe'den; o da Ebû Seleme ibn
Abdirrahmân'dan; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): * 'Doğru yolu
tutunuz, (işleriniz ve ibâdetlerinizde) ifrat etmeyiniz. Şunu iyi biliniz ki,
sizlerden hiçbirinizi kendi ameli cennete girdiremiyecektir. Amellerin Allah'a
en sevgili olanı da, az olsa bile en devamlı yapılanıdır" buyurmuştur.
52-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Bir kerresinde Peygamber(S)'e:
— Amellerin hangisi
Allah'a daha sevimlidir? diye soruldu da,
Peygamber:
— "Az olsa da en devamlı yapılanıdır"
buyurdu ve: "Sizler amellerden takat yetirebileceğiniz kadarını üzerinize
alınız!" tavsiyesini de ilâve etti.
53-.......
Alkame şöyle demiştir: Ben mü'minlerin anası Âişe(R)'ye:
— Ey mü'minlerin
anası! Peygamber'in ameli nasıl idi? O herhangi bir şeyi günlerden birine
tahsîs eder miydi? diye sordum.
Âişe:
— Hayır, tahsîs
etmezdi. O'nun ameli devamlı olurdu. Sizin hanginiz Peygamber (S)'in güç
yetirmekte olduğu kadar amele güç yetirebilir? Dedi [55].
54-.......Bize
Mûsâ ibn Ukbe, Ebû Seleme ibn Abdirrahmân'dan; o da Âişe(R)'den tahdîs etti
ki, Peygamber(S):
— "Doğru yolu tutunuz, amellerde ifrata
gitmeyiniz, (ameller üzerine sevâbla) müjdeleyip sevdiriniz. Şu muhakkak ki,
hiçbir kimseyi kendi ameli cennete girdiremez" buyurdu.
Sahâbîler:
— Seni de mi kendi
amelin girdiremez yâ Rasûlallah?diye sordular.
Rasûlullah:
— "Evet beni de, ancak Allah beni bir
mağfiret ve bir rahmetle bürüyüp korumuştur" buyurdu.
(Buhârî'nin üstadı)
Alî ibn Abdillah el-Medînî: Ben bu hadîsi Ebu'n-Nadr'dan; o da Ebû Seleme'den;
o da Âişe'den senediyle bilmekteyim, demiştir.
Affân ibn Müslim de
şöyle dedi: Bize Vuheyb tahdîs etti ki, Mûsâ ibn Ukbe şöyle demiştir: Ben Ebû
Seleme'den işittim; o da Âişe'den ki, Peygamber (S): "Doğru yolu tutunuz,
müjdeleyip sevdiriniz" buyurmuştur.
Mucâhid ibn Cebr de
(en-Nisâ: 8; el-Ahzâb: 70 âyetlerindeki "Kavlensedîden"hakkında:)
"Sedâd"ve "Sedîd", "Doğru" ma'-nâsınadır,
demiştir.
55-.......Hilâl
ibn Alî şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle diyordu:
Rasûlullah (S) bir gün bizlere namaz kıldırdı, sonra minbere çıktı ve eliyle
mescidin kıble tarafına işaret edip göstererek
şöyle buyurdu:
— "Şimdi sizlere
namaz kıldırdığımdan beri mescidin şu kıble duvarı önünde cennet ve ateş,
misâllendirilmiş olarak bana gösterildi. Ben hayır veşerrde bugünkü gibisini
görmedim, ben hayır veşerrde bugünkü gibisini görmedim!" buyurdu [56].
Sufyân ibn Uyeyne:
Bana göre Kur'ân-ı Kerîm'de şu âyetten daha şiddetli bir âyet yoktur, demiştir:
"Ey kitâb ehli!)
Tevrat'ı, İncîVi ve Rabb'inizden size indirileni (Kur'ân'ın hükümlerini) dosdoğru
tatbik ve icra edinceye kadar siz hiçbirşey üzerinde değnizdir... "
(el-Mâide: 68) [57].
56-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben RasûruHah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu:
"Allah, (kullarının birbirine rahmet ede-geldikleri) rahmeti yarattığı
gün, onu yüz rahmet olarak yarattı da kendi yanında doksan dokuz rahmeti tutup
alıkoydu, geri kalan tek bir rahmeti de bütün mahlûkları arasına salıverdi.
Eğer kâfir, Allah yanında bulunan rahmetin hepsini bilir olsaydı, cennetten
ümidini kesmezdi. Eğer mü'min de Allah yanındaki azabın hepsini bilir olsaydı,
ateş azabından emîn olmazdı!" [58].
"Ancak
sabredenlere ecirleri hesâbsız ödenecektir" (ez-Zumer: ]0).
Umer ibnu'l-Hattâb da:
Biz yaşayışımızın hayrını sabırla bulduk, demiştir [59].
57-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle haber vermiştir: Ensâr'dan bâzı kimseler
RasûIullah(S)'tan (mal) istediler. Onlardan isteyen herbir kimseye Rasûlullah
muhakkak verdi de, nihayet yanındaki mallar tükendi. Elleriyle infâk ettiği
şeylerin hepsi tükendiği zaman, onlara şöyle buyurdu:
— "Yanımda
bulunan hayırdan (yânı maldan) hiçbirşeyi sizlerden alıkoymuyorum. Şu muhakkak
ki, kim (istemeyip) iffetli kalmak isterse, Allah onu iffetli kılar. Kim de
sabretmeye çalışırsa, Allah ona da sabır ihsan eder. Kim insanlardan müstağni
olmak isterse, Allah onu müstağni kılar. Sizlere sabırdan daha hayırlı ve
sabırdan daha geniş hiçbir atıyye asla verilmemiştir!" buyurdu [60].
58-.......el-MugîreibnŞu'be(R)
şöyle diyordu: Peygamber (S) iki ayağı şişinceye yâhud kabarıncaya kadar gece
namazı kılardı. Kendisine (Allah Sen'in gelmiş, gelecek bütün günâhlarını
mağfiret ettiği hâlde bu yorucu ibâdetin sebebi nedir?) denildiğinde:
— "Ben çok
şükredici bir kul olmayayım mı?" diye cevâb verirdi [61].
"Kim Allah'a
güvenip dayanırsa o, kendisine yetişir... " (et-Talâk: 3) [62].
er-Rabf ibnu Huseym
de; "Kim Allah'a korunursa, Allah ona bir çıkış yeri ihsan eder"
(et-Taiâk: 2) kavli hakkında: "İnsanlar üzerine sıkışıklık yapan
herşeyden" demiştir [63].
59-.......Bize
Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Ben Husayn ibn Abdirrahman'dan işittim, şöyle
dedi: Ben Saîd ibn Cubeyr'in yanında oturuyordum. O İbn Abbâs(R)'tan söyledi:
RasûluIIah (S): "Ümmetimden yetmişbin kişi cennete hesaba çekilmeden
girerler, onlar efsun yapmazlar, uçan hayvanlarla uğursuzluk olacağı görüşüne
gitmezler ve her hususta Rabb'lerine güvenip dayanırlar" buyurmuştur [64].
60-.......Bize
birden çok kimseler haber verdi. Onlardan biri Mugîre ibn Mıksem, biri fulân
kimse, üçüncüsü de bir adamdır. Bunların üçü de eş-Şa'bî'den; o da el-Mugîre
ibn Şu'be'nin kâtibi olan Verrâd'dan şöyle dediğini naklettiler. Muâviye ibn
Ebî Sufyân, el-Mugîre'ye:
— Benim için Rasühıllah(S)'tan
işitmiş olduğun hadîsi yaz! diye mektûb yazıp yolladı.
Verrâd dedi ki: Bunun
üzerine el-Mugîre de Muâviye'ye şunları
yazdı:
— Ben Rasûlullah'ın
namazdan çıkması akabinde üç kerre şunları söyler olduğunu işittim; "Lâ
ilahe ille 'llâhu vahdehu lâ şerike le-hu lehu 'l-mulku ve lehu H-hamdu ve huve
ala kullî şey 'in kadîr''. Ve
yine RasûluIIah,
"Kîle ve kaale( = Denildi ve dedi)" den, çok çok suâl sormaktan, mal
telef etmekten, analara itaatsizlik etmekten, kızları diri diri gömmekten
nehyederdi, diye yazdı.
Ve Huşeym'den: Bize
Abdulmelik ibnu Umeyr haber verip şöyle dedi: Ben Verrâd'dan işittim; o bu
hadîsi el-Mugîre'den; o da Pey-gamber'den olmak üzere tahdîs ediyordu [65]
Ve Peygamber(S)'in:
"Allah'a ve son güne îmân eden hayır söylesin yâhud sussun!" kavli
ile Yüce Allah'ın şu kavli:
'İnsan bir söz
atmayadursun, mutlak yanında hazır bir gözcü vardır" (Kaaf: ıs) [66].
61-.......Bize
Amr ibnu Alîtahdîs etti, kendisi Ebû Hâzım'dan işitmiştir. O da Sehl ibn
Sa'd(R)'dan ki, Rasûhıllah (S): "Her kim iki çene kemiği arasındaki dilini
ve iki budu arasında bulunan organını (şerrden korumayı) bana te'mîn ederse,
ben de ona cenneti te'-mîn ederim!" buyurmuştur [67].
62-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Allah 'a ve son
güne îmân eden hayır söylesin yâhud sussun. Allah 'a ve son güne îmân eden
komşusuna ezâ etmesin. Allah 'a ve son güne îmân eden, konuğuna ikram
etsin!"
63-.......
Ebû Şurayh el-Huzâî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bu hadîsi tebliğ ederken
(benim iki gözüm yüzünü gördü) iki kulağım söylediklerini işitti ve kalbim de
ezberledi. Peygamber:
— "Konukluk üç gündür. Onlardan biri gelip
geçici olandır" buyurdu.
— Konuğun caize olanı,
yânî gelip geçici olanı nedir? denildi. Peygamber:
— "(Onun gelip geçicisi) bir gün ve bir
gecedir. Kim Allah 'a ve son güne îmân ediyorsa, konuğuna ikram etsin. Kim
Allah 'a ve son güne îmân ediyorsa hayır söylesin yâhud sükût etsin!'' buyurdu [68].
64-.......Ebû
Hureyre (R), Rasûlullah (S) şöyle buyururken işitmiştir: "Kul bazen
içinde ne olduğu belli olmayan (yânî kötülüğünü ve ne sabit olacağını
düşünmeden) bir söz söyler de, o söz sebebiyle ateşin içinde, güneşin doğduğu
yer ile battığı yer arasından daha uzak bir derinliğe kayıp gider!"
65-.......Bize
Abdurrahmân ibnu Abdillah, yânı İbn Dînâr, babası Abdullah'tan; o da Ebû
Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den tah-dîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Bir kul, Allah'ın hoşnûd olduğu kelimelerden bir kelimeyi
ehemmiyet vermiyerek söyler de Allah o kimseyi bu kelime sebebiyle birçok
derecelere yükseltir. Bir kul da Allah 'ı öfkelendirecek kelimelerden bir
kelimeyi, hiç ehemmiyet vermeden söyler de, kendisi o kelime sebebiyle
cehennemin içine düşer!" [69].
66-........
Ubeyduüah şöyle dedi: Bana Habîb ibnu Abdirrahmân, Hafs ibrrÂsım'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Yedi sınıf insan vardır
ki, Allah onları (kıyamet gününde) gölgelendirecektir: Biri (lisânen yâhud
kalben) Allah 'ı anıp da iki gözü yaş akıtan kişidir..." buyurmuştur [70].
67-.......Bize
Cerîr, Mansûr'dan; o da Rıb'î'den; o da Huzeyfe(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Sizden önce geçen ümmetlerden bir kişi
vardı. Amelinin kötülüğünü düşünerek ailesine şöyle vasiyet etti:
— Ben öldüğüm zaman
sizler benim cesedimi alın ve beni küçük küçük zerrelere parçalayın da sıcak
bir günde denize serpip dağıtın! dedi.
Ölünce ailesi ferdleri
onu dediği şekilde yaptılar. Allah onun zerrelerini topladıktan sonra, ona:
— Seni bu yaptığın işe sevkeden nedir? diye
sordu. O kul da:
— Beni bu işi yapmaya
sevkeden, ancak Sen 'den korkmamdır, dedi.
Bunun üzerine Allah
onu mağfiret eyledi!" [71].
68-.......Bize
Katâde, Ukbe ibnu Abdilgâfir'den; o da Ebû Saîd(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle zikretmiştir: "Sizden önce geçenler içinde yâhud
sizden önceki ümmetlerden bir adam vardı. Allah ona mal ve evlâd getirmişti,
yân? ona mal vermişti."
Dedi ki:
"Kendisine ölüm yaklaşınca oğullarına:
— Ben sizler için
hangi çeşit bir baba oldum? dedi. Oğulları:
— Sen bize hayırlı bir baba oldun, dediler.
Oda:
— Şu muhakkak ki, bu
baba, Allah yanında bir hayır biriktir-memiştir, dedi."
Katâde bu "Lem
yebteir..." sözünü, "Allah yanında bir hayır biriktirmedi" diye
tefsir etmiştir. "Baba şöyle devam etti:
— Bu baba, Allah
huzuruna vardığında Allah onu azâb edecektir. Bunun için bakınız! Ben öldüğüm
zaman siz beni yakınız, kapkara kömür olduğum zaman beni ezip öğüterek
ufalayınız -yâhud: Beni iyice inceltiniz-. Sonra şiddetli esen bir rüzgâr
olduğu zaman benim zerrelerimi rüzgâra verip uçurunuz, dedi ve oğullarından bu
söylediklerini -yapacaklarına dâir:
— Rabb'ime yemîn olsun
ki, yapacağız! diye kesin ahd ve mî-sâklarım aldı.
Sonra oğulları onun
kendilerine söylediği bu işleri yaptılar. Allah Taâlâ o kimseye
"Ol!" buyurdu, o da hemen bir adam olup ayakta durdu. Sonra Allah
ona:
— Ey kulum, bu
yaptığın vasiyete seni sevkeden nedir? diye sordu.
O zât:
— Sen'in mahâfetin -yâhud: Sen'den korkmaktır-,
dedi. Allah:
— Kusuru -yâhud: Elden
kaçan fırsatı- Allah'ın merhamet et-
mesi telâfi eder,
buyurdu."
Süleyman et-Teymî
yâhud Katâde şöyle dedi: Ben bu hadîsi Ebû Usmân'a tahdîs ettim. O da: Ben bunu
Selmân el-Fârisî'den; o da Peygamber'den tahdîs ediyordu. Ancak o şunu ziyâde
etti: "O adam: Benim zerrelerimi denize serpin, dedi" yâhud Ebû
Saîd'in tahdîs ettiği gibi. Muâz da şöyle dedi: Bana Şu'be tahdîs etti ki,
Katâde: Ben Ukbe'den işittim, demiş; Ukbe de: Ben Ebû Saîd'den işittim; o da
Peygamber'den, demiştir [72].
69-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Benim
meselim ve beni kendisiyle Allah 'in peygamber gönderdiği şeyin meseli, şu
kimsenin meseli gibidir: O bir kavme, geldi de:
— Ben şurada
gözlerimle bir ordu gördüm (onlar beni soydular, ben kaçtım). Ben çıplak bir
korkutucuyum. Hemen kurtulmaya, hemen kaçmaya bakın! dedi.
Bu haber üzerine
kavimden bir taife ona itaat edip sözünü tutarak bütün gece vakaar ve
haysiyetleriyle kaçıp kurtuldular.
Kavimden bir taife de
onu yalanladılar. Bunun üzerine sabahleyin ansızın ordu onları basıp hepsini
öldürdü" [73].
70-.......Bize
Ebu'z-Zinâd, Abdurrahmân'dan tahdîs etti. O da Ebu'z-Zinâd'a Ebû Hureyre(R)'den
işittiğini tahdîs etmişti. Ebû Hu-reyre de RasûlulIah(S)'tan şöyle buyururken
işitmiştir: "Benim meselimle insanların meseli, ancak şu adamın meseli
gibidir: O bir ateş yaktı da, ateşin ışığı etrafını aydınlattığı zaman küçük
kelebekler ve ateşin içine düşer olan şu hayvanlar ateşin içine düşmeğe
başladılar. O adam da bu hayvancıkları geri çekmeye başladı. Fakat hayvanlar
ona gâlib gelip hepsi de ateşin içine düşüyorlardı. İşte ben de sizlerin izâr
bağlarınızdan tutuyor ve sizleri ateşten çekip kurtarmaya çalışıyorum, insanlar
ise ateşe giriyorlar!" [74].
71-.......Âmir
eş-Şa'bî şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Amr'dan işittim, şöyle diyordu:
Peygamber (S): "Müslüman, dilinden ve elinden müslümânların selâmette
kaldığı kimsedir. Muhacir de Allah'ın nehyettiği şeyleri terkedendir"
buyurdu [75].
72-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle der idi: Rasûlullah (S): "Benim bilmekte olduğum
hakikatleri sizler bilir olsaydınız, muhakkak az güler, çok ağlardınız"
buyurdu [76].
73-.......
Enes ibn Mâlik (R) de: Peygamber (S): "Benim bilmekte olduğum şeyleri
sizler bilir olsaydınız, elbette az güler, çok ağlardınız" buyurdu,
demiştir [77].
"Cehennem, şehvet
perdeleriyle örtülmüştür
74-.......Bana
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o dael-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti
ki, Rasûlullah (S): "Ateş, şehvet perdeleriyle perdelenip örtüldü. Cennet
de nefsin hoşlanmadığı mükellefiyetlerin zorluklarıyle perdelenip
örtüldü" buyurmuştur [78].
'Cennet sizin
herbirinize kendi nalınının tasmasından daha yakındır. Ateş de bunun gibi
yakındır".
75-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R): Peygamber (S): "Cennet sizin herbirinize, kendi ayağındaki
ediğin tasmasından daha yakındır. Ateş de bunun gibi yakındır" buyurdu,
demiştir [79].
76-.......Bize
Şu'be, Abdulmelik ibn Umeyr'den; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre(R)'-den
tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Şâir sınıfının söylediği en doğru beyit:
Ela kullu şey'in mâ
halâîlâhe bâtüu
(Ve kullu naîmin îâ mâ
hâlete zâilu)
(= Allah'tan başka
herşey bâtıldır,
Ve her ni'met çaresiz
zail olucudur) beytidir" buyurmuştur [80].
"İnsan (dünyâ
ni'meti hususunda) kendinden aşağıda olan kimseye baksın da, kendinin üstünde
olana bakmasın".
77-.......Bana
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o dael-A'rec'den; oda Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti
ki, Rasûlullah (S): "Sizden birinizya-ratıhş, mal ve evlâd hususunda
kendisinden üstün kılınmış kimselere baktığı zaman (üzülmesin), hemen
kendisinden aşağı (hâili) kimselere baksın" buyurmuştur [81].
78-.......Bize
Ebû Recâ el-Utâridî, İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti. Peygamber (S) Azîz ve Celîl
olan Rabb'inden rivayet ettiği bir hadîsinde şöyle dedi: "Şübhesiz Yüce
Allah (eşyadaki) güzellikleri ve çirkinlikleri takdir edip yazdı. Sonra
güzellerin güzelliğini, fenaların ve kötülerin de çirkinliklerini beyân edip
açıkladı. Her kim bir güzel iş yapmak diler de onu yapamazsa, Allah o kimse
hesabına kendi dîvânında (meleklerine) tam bir hasene (sevabı) yazdırır. Eğer o
kimse güzel bir iş yapmak ister ve yaparsa Allah o kimse lehine kendi dîvânında
on hasene sevabından yediyüz misline ve daha çok emsaline kadar hasene sevabı
yazdırır. Bir kimse de çirkin bir iş yapmayı kas-deder ve onu işlemezse, Allah
kendi dîvânında onun lehine tam bir hasene sevabı yazdırır. Eğer o kimse fena
bir iş yapmak ister de o fenalığı yaparsa, Allah onun aleyhine bir tek kötülük
yazdırır" [82].
79-.......
Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Sizler muhakkak birçok ameller yapmaktasınız
ki, onlar sizin gözlerinizde kıldan incedir. Şu muhakkak ki, bizler
Peygamber(S)'in zamanında onları helak edici günâhlar sayardık.
Ebû Abdillah
el-Buhârî: Enes, bu "Mûbikaat" sözüyle "Muh-likât"ı
kasdediyor, demiştir [83].
80-.......
Sehl ibn Sa'd es-Sâidî (R) şöyle dedi: Peygamber (S) Hayber harbinde
müşriklerle mukaatele etmekte olan bir adama baktı. O adam savaştaki yeterlilik
bakımından müslümânlann en büyükleri derecesinde idi. Ona baktı da:
— "Her kim cehennem ehlinden bir adama
bakmak isterse, şu adama baksın!" buyurdu.
Peygamber'in bu sözü
üzerine sahâbîlerden bir zât hiç ayrılmak-sızın o adamı ta'kîb edip gözledi. O
adam sonunda yaralanınca çabuk ölmek isteyerek kendi kılıcının sivri ucunu iki
memesinin arasına koydu. Sonra üzerine dayanıp yüklendi, kılıç iki küreği
arasından dışarı çıktı (ve öldü). Onun bu işi Peygamber'e ulaşınca:
— "Kul, insanların görüşünde cennet
ehlinin amelini yapar, hâlbuki o, muhakkak ateş ehlindendir. Yine kul
insanların görüşünde ateş ehlinin amelini yapar, hâlbuki o, cennet ehlindendir.
Ameller ancak (ölüm sırasındaki) sonlarına göre değerlendirilir" buyurdu [84].
81-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Bir bedevî Arab Peygamber(S)'e geldi de:
— Yâ Rasûlallah! İnsanların hangisi hayırlıdır?
diye sordu. Rasûlullah:
— "Caniyle, maliyle (Allah yolunda) cihâd
eden adamdır ve bir de vadilerden bir vâdî içinde (yalnızlığa çekilerek)
Rabb'ine ibâdet eden ve insanları şerrinden rahat bırakan adamdır"
buyurdu.
Bu hadîsi ez-Zuhrî'den
rivayet etmekte Şuayb'e, ez-Zubeydî, Süleyman ibn Kesîr ve en-Nu'mân mutâbaat
etmişlerdir. Ve Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Atâ ibn Yezîd'den yâhud
Ubeydullah'tan; o da Ebû Saîd'den; o da Peygamber'den olmak üzere söyledi.
Yûnus, îbnu Musâfir,
Yahya ibn Saîd üçlüsü de İbn Şihâb'dan; o da Atâ ibn Yezîd'den; o da
Peygamber'in bâzı sahâbîlerinden; onlar da Peygamber(S)'den söylediler [85].
82-.......
Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle diyordu: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle
buyuruyordu: "İnsanlar üzerine Öyle (sıkıntılı) bir zaman gelir ki, onda
müslümân kişinin hayırlı malı koyun sürüşüdür. Müslümân o koyun sürüsünü dağ
başlarına ve yağmur düşen vadilere götürür, böylece dîni yüzünden olacak
fitnelerden kaçar kurtulur!" [86].
83-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S- bir A'râbî'nin sorusuna cevâb
olarak):
— ''Emânet zayi' edildiği zaman kıyameti
bekle!" buyurdu. A'râbî:
— Emâneti zayi' etmek
nasıl olur yâ Rasûlallah? diye tekrar sorunca:
— "İş ehli olmayan kimseye havale edilip
dayandırıldığı zaman kıyameti bekle!" buyurdu [88].
84-.......Huzeyfe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bize iki hâdise haber verdi. Bunlardan
birisini gördüm, öbürüsünü görmeyi gözlüyorum. Rasûlullah bana (emânetin nasıl
indirildiğini şöyle) haber verdi: "Emânet (yânı dîn duyguları, adalet ve
emniyet umdeleri ilk önce) sâlih kimselerin gönüllerinin derinliğine indi.
(Böylece emânet fıtrî oldu.) Sonra o kullar Kur'ân 'dan bilgi aldılar, sonra
sünnetten bilgi aldılar (bu da kesbî oldu)."
Rasûlullah bize
emânetin geri kaldırılmasını da haber verip şöyle buyurdu: "(Fıtrî ve
kesbî duygular sahibi olan) bilgili kişi, bir uyku uyur. O uyurken emânet
kalbinden silinip alınır da, emânetin eseri (izi, yeri), rengi uçuk bir nokta
hâlinde yanık yeri gibi kalır. Sonra o bilgin kişi bir uyku daha uyurken,
emânetin (geri kalan kısmı da) alınır. Bunun eseri ve yeri de balta sallayan
bir işçinin avucundaki kabarcık gibi kalır (bir zaman sonra o da söner gider).
Şu hâlde (o mübarek) emânet, senin ayağına düşürdüğün bir ateş parçasının düştüğü
yeri şişirip senin onu bir kabarcık şeklinde görmen gibidir. Hâlbuki bu
kabarcıkta (bedenin hayâtı üzerinde te'sîrli) birşey yoktur (bir zaman sonra
söner gider). Şu vaziyette halk birbirleriyle alışveriş etmek ve medenî
münâsebette bulunmak için (müşkil bir günün) sabahına erişmiş bulunur. Hiçbir
kimse emâneti edâ etmek imkânım bulamaz. Şöyle ki, bazen 'Fulân oğulları içinde
emîn bir kimse vardır (emâneti ona verelim)' denilir. Bazen birisinin lehine:
'O ne akıllıdır, ne tedbirlidir; o ne zerâfetli zâttır, o ne kahramandır!'
diye şehâdet olunur. Hâlbuki hakkında propaganda yapılan şahsın kalbinde
hardal dânesi kadar îmândan bir eser yoktur. "
Huzeyfe dedi ki: Bana
öyle bir zaman karşı geldi (öyle bir zamanda yaşadım) ki, o (saâdetli ve
emânetli) devirde ben kiminle alışveriş edeceğim diye tasalanmazdım. Çünkü
medenî münâsebette
bulunacağım kimse
müslümânsa, onu İslâm Dîni (bana hıyanet etmekten) men' ederdi. Eğer Hnstiyân
(ve Yahûdî) ise, onu bulunduğu yerin vâlîsi hıyanetten men* ederdi. (Bu
suretle o devirde umûmî bir emniyet vardı.) Bu gün ise, ben fulân ve fulândan
başka kimse ile alışveriş edemez oldum! [89].
85-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Ben RasûlulIah(S)'tan işittim: "İnsanlar
ancak yüz deve gibidirler; içlerinde hemen hemen kâmil sıfatlı, kullanışlı bir
tane iyi binek devesi bulamazsın!" buyuruyordu [90].
86-.......Seleme
ibn Kuheyl şöyle demiştir: Ben Cundeb ibn Abdillah'tan işittim. Peygamber (S)
şöyle buyurdu, diyordu.
Seleme dedi ki: Ben
(bu zamanda) Cundeb'den başka kimseden "Peygamber (S) şöyle buyurdu"
derken işitmedim. Cundeb'e yaklaştım ve onun şöyle demekte olduğunu işittim:
Peygamber (S): ''Kim (işlediği hayrı şöhret için) insanlara duyurursa, Allah
onun (gizli işlerini) duyurur. Kim de (herhangibir hayrı) gösterişçe yaparsa,
Allah da onun gösterişçiliğini meydana çıkarır" buyurdu [91].
87-.......
Bize Enes ibn Mâlik (R) tahdîs etti. Muâz ibn Cebel (R) şöyle demiştir: Ben
bineği üzerinde iken Peygamber(S)'in arka tarafına binmiş, O'nunla aramda ancak
semerin ağacı olup beraber yol aldığımız sıra bana:
— "Yâ Muâz!" diye nida etti. Ben:
— Lebbeyke yâ
Rasûlallahi ve sa'deyke (= Buyur yâ Rasûlallah, tekrar tekrar emrine hazırım,
tekrar tekrar yardıma hazırım)! dedim.
Sonra bir müddet
yürüdü. Sonra yine:
— "Yâ Muâz!" diye seslendi. Ben:
— Buyur yâ Rasûlallah,
tâate hazırım, yardıma hazırım! dedim. Sonra bir müddet daha yürüdü. Sonra
yine:
— "Yâ Muâz ibne Cebel!" diye
seslendi. Ben:
— Buyur yâ Rasûlallah,
itaatine ve yardım etmeye hazırım! dedim.
— "Allah'ın kulları üzerinde ne hakkı
vardır bilir misin?" diyre sordu.
Ben:
— Allah ve Rasûlü en
bilendir, dedim.
— "A ilah 'in kullan üzerinde sabit olan
hakkı, kulların Allah 'a itaat ve ibâdet etmeleri ve Allah'a hiçbirşeyi ortak
kılmamalandır" buyurdu.
Sonra bir süre daha
yürüdü. Sonra:
— "Yâ Muâz ibne Cebel!" dedi.
Ben yine:
— Lebbeyke yâ Rasûlallahi ve sa'deyke! dedim.
— "Kullar bu
tevhîd ve ibâdeti yaptıkları zaman, kulların Allah üzerindeki hakları nedir
bilir misin?" diye sordu.
Ben:
— Allah ve Rasûlü en bilendir! dedim.
— "Kulların Allah üzerindeki hakkı,
Allah'ın onları azâb etmemesidir" buyurdu [92].
88-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah(S)'ın Adbâ ismi verilen bir dişi binek
devesi vardı. (Koşuda ve seferde) onun önüne geçilmezdi. Bir ara genç bir yük
devesi üstünde bir bedevî geldi. (Yapılan koşuda) bu yük devesi Adbâ'yı geçti.
Ve bu geçiş, müs-lümânlar üzerine ağır geldi ve:
— Adbâ'nm önüne
geçildi! dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Allah 'in
dünyâdan yükselttiği herbir şeyi muhakkak alçalt-ması hakk bir kaanûndur!"
buyurdu [93].
89-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Allah şöyle
buyurdu: Her kim beni tanıyan ve ihlâs ile bana ibâdet eden bir kuluma düşmanlık
ederse, ben de ona harb i'-lân ederim. Kulum bana, kendisine farz kıldığım
şeylerden daha sevgili olan birşeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibâdetlerle
de yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim. Ben kulumu sevince de artık
onun işitir kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı mesabesinde olurum (ve
bu organlarıyle meydana gelmesini arzu ettiği bütün dileklerini veririm).
Diliyle de her ne isterse muhakkak onları da kendisine ihsan ederim. Bana
sığınmak isteyince de muhakkak kulumu sığındırır, korurum. Ben yapmasını
dilediğim hiçbirşey hakkında, mü 'minin ölümü karşısındaki tereddüdüm gibi
tereddüt etmedim. Fakat bunda kulum ölümden hoşlanmıyordu, ben de kuluma acı gelen
şeyi sevmiyordum " [94].
"Göklerin ve
YerHn gaybı Allah'a mahsûstur. Saat (kıyamet) hâdisesi de ancak göz kırpma
gibidir. Yâhud o, daha yakındır. Çünkü Allah herşeye hakkıyle kaadirdir"
(en-Nahi: 77) [95].
90-.......Sehl
ibn Sa'd (R): Rasûlullah (S) iki parmağını (şehâdet parmağı ile orta parmağını)
uzatıp işaret ederek: "Kıyamet günü ile ben şu ikisi gibi ba's
olundum" buyurdu, demiştir.
91-.......Bize
Şu'be, Katâde'den; o da Ebu't-Teyyâh'tan; o da Enes(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "Kıyamet günü ile ben işte şu iki parmak gibi yanyana ba's
olundum" buyurmuştur.
92-.......BizeEbûBekr
ibn Ayyâs, Ebû Husayn'dan; o daEbû Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den haber
verdi ki, Peygamber (S), iki parmağını kasdederek: "Ben ve kıyamet, şu iki
parmak gibi birbirine yakın olarak gönderildim" buyurmuştur.
Bu hadîsi Ebû
Husayn'dan rivayet etmesinde İsrâîl ibn Yûnus, Ebû Bekr'e mutâbaat etmiştir [96].
93-.......Bize
Ebu'z-Zinâd, Abdurrahmân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Güneş batıdan doğuncaya kadar kıyamet
kopmaz- Güneş batıdan doğduğu zaman, insanların hepsi onu görürler de toptan
hepsi îmân ederler. İşte bu, *... Rabb Hnin âyetlerinden biri geldiği gün, daha
evvelden îmân etmiş veya îmânında bir hayır kazanmış olmayan hiçbir kimseye (o
günkü) imânı asla fayda vermez...n (ei-En'âm: 158) olduğu zamandır. Muhakkak
ki, kıyamet şübhesiz kopacaktır; öyle bir hâlde ki, alım-satım için satıcı ile
müşteri aralarında kumaşlarını yaymış olacaklar da alım-satım yapamadan ve
kumaşlarını da düremeden ansızın kopacaktır. Yine muhakkak kıyamet kopacaktır.
Şöyle ki: Kişi sağımlı devesinin sütünü sağıp getirdiği hâlde, onu tadıp
içmeden ansızın kopacaktır. Yine kıyamet şübhesiz kopacaktır. Öyle bir hâlde
ki, kişi su havuzunu sıvayıp tamir edecek, fakat kıyamet ansızın kopacak da
havuzun suyunu kullanmak nasîb olmayacaktır. Kıyamet muhakkak kopacak; öyle bir
çabuklukta ki, sizden herhangibiriniz yemek yerken, lokmasını ağzına
kaldıracak, fakat kıyamet ansızın kopacak da o lokmasını yiyemeyecektir" [98].
'Allah'a kavuşmayı
arzu eden kimseye Allah da kavuşmasını sever".
94-.......Bize
Katâde, Enes ibn Mâlik'ten; o da Ubâde ibnu's- Sâmit(R)'ten tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
— "Her kim Allah'a kavuşup görmeyi arzu
eder severse, Allah da ona kavuşup görmeyi sever. Her kim de Allah 'a
kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz."
Âişe yâhud
Peygamberdin kadınlarından biri:
— (Yâ Rasûlallah!)
Bizler ölümden elbette hoşlanmayız! dediler.
Peygamber, kadınlara:
— "Ölüm sizin bildiğiniz gibi değil, lâkin
bu şöyledir: Mü 'mine ölüm hâli gelince, Allah'ın o kuldan hoşnûdluğu, Allah'ın
ikram ve ihsanı ile müjdelenir. Bu müjde üzerine artık mü'mine (ölüm gibi)
kendisini karşılayacak hâllerden daha sevimli birşey olamaz. O anda mü'min
Allah 'a kavuşmayı arzu edip ister, Allah da mü'min kuluna kavuşmayı sever.
Fakat kâfir öyle değildir: Ona ölüm hâli hazır olduğunda, Allah'ın azabı ve
ukubeti müjdelenir. O anda kâfire, önündeki ölüm gibi hâllerden daha çirkin
bir hâl olamaz. Bu suretle kâfir, Allah'a kavuşmayı fena görür, Allah da onunla
buluşmayı çirkin görür."
Bu hadîsi Ebû Dâvûd Süleyman
et-Tayâlisî ile Amr ibnu Mer-zûk, Şu'be'den kısaltarak rivayet ettiler.
Saîd ibn Ebî Arûbe,
Katâde'den; o da Zurâre ibn Ebî Evfâ'dan; o da Sa'd ibn Hişâm'dan; o da
Âişe'den; o da Peygamber(S)'den olmak üzere söyledi [99].
95-.......Bize
Ebû Usâme, Bureyd'den; o da Ebû Burde'den; o da Ebû Mûsâ(R)'dan tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "Her kim Allah 'a kavuşmayı severse, Allah da ona
kavuşmayı sever. Her kim de Allah'a kavuşmayı sevmezse, Allah da onunla
buluşmayı istemez" buyurmuştur.
96-.......
İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'I-Müseyyeb ile Urvetu'bnu'z-Zubeyr,
ilim ehlinden birçok adamlar içinde haber verdiler ki, Peygamber(S)'in zevcesi
Âişe (R) şöyle demiştir: Rasû-lullah (S) sıhhatte iken:
— "Hiçbir peygamberin ruhu, cennetteki
durağını görmedikçe kabzolunmaz. Sonra (ölümle hayât arasında) muhayyer
kılınır" buyurur dururdu.
Hastalanıp ruhu
kabzolunmak zamanı gelince, başı benim dizimin üstünde bulunduğu bir sırada
kendisine bir süre baygınlık geldi. Sonra ayıhnca gözünü tavana doğru dikti.
Sonra:
— "Yâ Allah, en yüksek refiki
isterim" diye duâ etti. Bunun üzerine ben: "Artık Rasûlullah şimdi bizleri ihtiyar
etmiyor" dedim.
Ve bildim ki, Rasûlullah'm bu duası sıhhatli zamanında bize söyleyegeldiği
haber(in kendisinde tecellîsi)dir.
Âişe: Peygamberdin
tekellüm ettiği en son kelime, işte bu "Allâ-humme er-Refîkal-Alâ"
duası oldu, demiştir [100].
97-.......Âişe
(R) şöyle derdi: RasûIullah(S)'ın ölüm hastalığı müddetince ön yanında deriden
yâhud ağaçtan, içi su dolu bir kap dururdu -terdîdli söyleyen râvî Umer ibn
Saîd'dir-. Rasûlullah ellerini suyun içine sokmaya ve ıslak elleriyle yüzünü
meshetmeye başlar ve "Lâ ilahe illeHlâh! Ölümün birçok şiddetleri,
sadmeleri vardır" diyordu.
Sonra elini kaldırdı
da tâ ruhu alınıncaya kadar: "Yâ Allah, beni en yüksek refik camiasında
kıl!" diye duâ etmeye başladı. Ve bu duâ ile Peygamber'in mübarek eli
düştü. (Allah O'na salât ve selâm eylesin!) [102].
98-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Çöl Arablarından kaba ve câhil birtakım adamlar vardı.
Bunlar Peygamber(S)'e gelirler ve:
— Kıyamet ne zaman
kopacak? diye sorarlardı. Rasûlullah da bunların en küçük yaşlısına bakar da:
— "Şu genç yaşarsa, buna ihtiyarlık
erişmeden sizin başınıza kıyametiniz kopar (hepiniz ölürsünüz)"
buyururdu.
Hişâm ibn Urve:
Peygamber "Kıyametiniz kopar" sözüyle, onların ölümlerini
kasdediyordu, demiştir [103].
99-.......EbûKatâdeRıb'îel-Ensârî(R)
şöyle tahdîs ederdi: RasûlulIah(S)'in yânından bir cenaze geçirilmişti. Bunun
üzerine Rasûlullah:
— "Kendisi rahat/ayan veya kendisinden
kurtulunmuş olandır" buyurdu.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah!
Rahatlayan veya kendisinden rahatlanan nedir? diye sordular.
Rasûlullah:
— "Mü'min olan kul, dünyânın
yorgunluklarından ve ezalarından Azız ve Celîl olan Allah'ın rahmetine gidip
istirahat eder. Fâcir olan kula gelince ondan da diğer kullar, şehirler,
ağaçlar ve hayvanlar kurtulup istirahat ederler" buyurdu.
100-.......Muhammed
ibn Amr ibn Halhala şöyle demiştir: Bana Ma'bed ibn Ka'b, Ebû Katâde'den tahdîs
etti ki, Peygamber (S): "(Ölmekle) istirahat eden ve kendisinden
istirahat edilendir. Mü'min dünyâ yorgunluğundan istirahat eder"
buyurmuştur [104].
101-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle diyordu: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ölüyü üç şey
ta'kîb edip kabre kadar gider de ikisi tekrar geri döner, biri orada onunla
beraber kalır: Ölüyü ailesi, malt ve ameli ta'kîb eder. Neticede ailesi ve malı
geriye döner de, kendisiyle beraber sâdece ameli kalır " [105].
102-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizden biriniz
vefat ettiği zaman, sabah akşam ona oturacağı yer arz olunup gösterilir.
Ateşten olan ve cennetten olan oturağı gösterilir de ona tâ diriltileceği vakte
kadar: İşte burası senin durağındır! denilir" [106].
103-.......Âişe
(R): Peygamber (S): "Sizler ölülere sövmeyiniz. Çünkü onlar önden
göndermiş oldukları amellerin karşılıklarına ulaşmışlardır" buyurdu,
demiştir [107].
Mucâhid İbn Cebr: "SÛr" (el-Kehf: 100; Yâsîn: 51;
ez-Zumer: 68; Kaaf: 20), boru hey'eti gibidir. "Zecretun" (es*saffât:
19; en-Nâziât: 13), "Sayha" ma'nâsınadır, demiştir.
İbn Abbâs da:
"en-Nâkûr" (ei-Müddessir: 7), "Siir"duT.
"er-Râcife"
(en-Nâziât: 6), birinci üfürmedir. "er-Râdîfe" (en-Nâziât: 7) de
ikinci üfürmedir, demiştir [108].
104-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Biri müslümânlardan, biri de Yahûdîler'den olan iki
adam birbirleriyle sövüştüler. Müslüman, Yahudi'ye:
— Muhammed'i âlemler
üzerine seçip tercih eden Allah'a yemîn ederim ki! dedi.
Yahûdî de müslümâna
hitaben:
— Musa'yı âlemler
üzerine seçip tercih eden Allah'a yemîn ederim ki! dedi.
Ebû Hureyre dedi ki:
Yahûdî bu yemini yaptığı sırada müslü-mân öfkelendi de Yahudi'nin yüzüne bir
tokat vurdu. Bunun üzerine Yahûdî, RasûIullah(S)'ın yanına gitti de, kendisinin
ve müslümân kişinin işinden olup biten şeyleri Rasûlullah'a haber verdi. Bunun
üzerine Rasûlullah:
— "BeniMûsâ üzerine daha hayırlı
kılmayınız! Çünkü insanlar kıyamet gününde hep çarpılıp bayılacaklardır.
(Onlarla beraber ben de çarpılıp bayılırım.) Fakat ben ilk ayılan kimseler
içinde olurum. O anda Musa'yı Arş'ın bir tarafına sıkıca tutunmuş hâlde
görürüm. Bilmiyorum, Mûsâ da bayılanların içinde idi de benden evvel mi ayıldı
yâhud bayılmaktan Allah'ın müstesna kıldığı kimselerden mi idi?" [109].
105-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Bayılıp
düşecekleri zaman insanlar hep bayılıp düşerler. Kalkışta ben, ayağa
kalkanların ilki olurum. Bir de görürüm ki, Mûsâ Arş'a sıkıca tutunmuş
durmaktadır. Artık ben Mûsâ da bayılanların içinde miydi (yâhud değil miydi)
bilemiyorum."
Bu hadîsin aslını Ebû
Saîd de Peygamber'den rivayet etmiştir.
"Allah kıyamet
günü bütün yer tabakalarını kabzeder" Bu hadîsi Nâfi\ Ibn Umer'den; o da
Peygamber(S)'den
rivayet etmiştir [110]
106-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: BanaSaîd ibnu'l-Müseyyeb, Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "Allah (kıyamet günü) bütün yer tabakalarını kabzasına
alır, gökleri de sağ eli içine dürer büker. Sonra (mahşer halkına): İşte ben
kâinatın Melik'iyim! Yeryüzünün melikleri nerede? diye hitâb eder"
buyurmuştur.
107-.......Ebû
Saîdel-Hudri (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Kıyamet
gününde bütün Arz, tandırda pişirilen bir tek ekmek (gibi) olur. Cebbar olan
Allah, onu kudret eliyle evirir çevirir (düzelinceye kadar) altüst eder. Sizin
biriniz yolculukta bazlamasını (tandıra koyup pişirinceye kadar) evirip
çevirdiği gibi. (Bu muazzam ekmek, uzun müddet mahşerde bekleyen) cennet ehli
için yolcu konuk azığı olarak hazırlanır."
Ebû Saîd dedi ki: Bu
sırada bir Yahûdî geldi de:
— Yâ Ebâ'l-Kaasım!
Rahman Sana mübarek kılsın! Cennet ehlinin kıyamet günü yol azığının ne
olduğunu Sana haber vereyim mi? dedi.
Rasûlullah:
— "Evet" buyurdu. Yahûdî:
— Rasûlullah'ın
söylediği gibi, Arz bir tek ekmek yapılır! dedi. Bunun üzerine Rasûlullah bize
baktı. Sonra (taaccüb edip hoşlanarak) son dişleri meydana çıkıncaya kadar
güldü. Sonra Yahûdî:
— Sana cennet ehlinin ekmeklerinin katığını da
haber vereyim mi? dedi" ve şöyle devam etti:
— Cennet ehlinin katıkları Bâlâm ve Nûn'dur,
dedi.
Sahâbîler:
— Bunlar nedir? diye sordular. Yahûdî:
— Öküzle balıktır! Bu
iki hayvanın ciğerlerinin en nefis uç parçalarını cennet ehlinden yetmiş bin
kişi yiyecektir, diye cevâb verdi [111].
108-.......Sehl
ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
"Kıyamet günü insanlar, beyaz, duru beyaz ve kepekten arınmış undan
yapılan çörek gibi bir saha üzerinde toplanırlar."
Sehl ibn Sa'd'ın yâhud
başka birisinin rivayetinde: "O sahada bir kimseye delâlet edecek, yol
gösterecek (dağ taş gibi) hiçbir alâmet yoktur" demiştir [112].
109-.......
Bize Vuheyb, Abdullah ibn Tâvûs'tan; o da babası Tâvûs ibn Keysân
el-Yemânî'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur:
"İnsanlar
(mahşerde) üç fırka olarak toplanırlar. Birinci fırka gelecek hayâtı özleyen,
(geride kalan dünyâ hayâtından) nefret eden zümredir. (Bunlar azık ve binekleri
bol olanlardır). İkinci fırka ikisi bir deve, üçü bir deve, dördü bir deve, onu
bir deve üzerinde sevko-lunurlar. Bunların bakıyyesini (ki üçüncü fırkadır) bir
ateş hasredip toplar. Onlar nerede istirahat ederlerse o ateş de beraberlerinde
istirahat eder, onların geceledikleri yerde onlarla beraber geceler, onların
sabahladıkları yerde beraberlerinde sabahlar. Ve onlarla beraber yürüyüp
onların akşamladıkları yerde onlarla beraber akşamlar" [113].
110-.......BizeEnes
ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etti: Bir adam:
— Ey Allah'ın
Peygamberi! Kâfir kıyamet günü yüzü üzerinde nasıl haşr olunur? diye sordu.
Rasûlullah (S):
— "Dünyâda onu iki ayağı üzerinde yürüten
Allah, kıyamet gününde yüzü üzerinde yürütmeye kudretli değil midir?"
diye cevâb verdi.
Râvî Katâde:
— Evet, Rabb'imizin
izzetine yemîn ederim ki, kudretlidir! demiştir [114].
111-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Saîd ibn
Cubeyr'den işittim. Ben İbn Abbâs(R)'tan işittim. Ben Peygamber(S)'den işittim:
"Muhakkak ki, sizler Allah 'a yalınayaklılar, çıplaklar, yayalar ve
sünnetsizler olarak kavuşacaksınız" buyuruyordu, demiştir.
Sufyân ibn Uyeyne: Bu
hadîs, bizim İbn Abbâs'ın Peygamber(S)'-den işittiğini saymakta olduğumuz
hadîslerdendir, demiştir.
112-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Amr'dan; o da Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs
(R) şöyle demiştir: Ben Rasûlul-lah(S)'tan işittim, O, minber üzerinde hutbe
yapıyor: "Muhakkak ki, sizler Allah'a yalınayaklılar, çıplaklar,
sünnetsizler olarak kavuşacaksınız" buyuruyordu.
113-.......Bize
Şu'be, el-Mugîre ibnu'n-Nu'mân'dan; o da Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti ki,
İbn Abbâs (R) şöyle demiştir. Peygamber (S) bizim aramızda ayağa kalktı da
hutbe yaparak şöyle buyurdu: "Muhakkak sizler yahnayaklılar, çıplaklar
olarak toplanacaksınız. '...İlk yaradışa nasıl başladıksa, üzerimizde hakk bir
va 'd olarak yine onu iade edeceğiz* Hakikatte failler biziz!' (el-Enbiyâ:
104) Mahlûklar içinde kıyamet gününde ilk olarak elbise giydirilecek kimse
İbrahim'dir. Şu da muhakkak ki ümmetimden birtakım adamlar getirilecek de
onlar yakalanıp sol tarafa (cehennem tarafına) götürülecekler. Hemen ben:
— Yâ Rabb! Onlar benim sahâbîlerimdir! derim.
Allah bana:
— Sen onların senden
sonra dînde ne bid'atler meydana getirdiklerini bilmezsin! der.
Ben de Allah'ın sâlih
kulunun (Meryem oğlu îsâ'nın) dediği gibi (şöyle) derim: 'Ben içlerinde
bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir murâkıb idim. Fakat vaktâ ki Sen beni
(içlerinden) aldın, üstlerinde murakib ancak Sen kaldın. Ve zâten Sen herşeye
hakkıyle şâhidsin. Eğer kendilerine azâb edersen, şübhe yok ki, onlar Sen Hn
kullarındır. Eğer onları mağfiret edersen, yine şübhesiz ki, mutlak gâüb ve
yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da Sen'sin!' (ei-Mâide: 117-118)."
Dedi ki: "Bunun
üzerine bana:
— Bunlar ökçelerine
basarak geri dönmüş mürtedler olmakta devam etmişlerdir, denilir".
114-.......Abdullah
ibn Ebî Muleyke şöyle demiştir: Bana el- Kaasım ibn Muhammed ibn Ebî Bekr
tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Sizler yahnay
aklılar, çıplaklar, sünnetsiz-ler olarak toplanacaksınız" buyurdu.
Âişe dedi ki: Ben de:
— Yâ Rasûlallah!
Erkekler ve kadınlar birbirlerine (avret yerlerine) bakarlar?! dedim.
Rasûlullah:
— "Haşr işi, onların bunu düşünmelerinden
bile çok şiddetli ve çetindir" buyurdu.
115-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Biz (kırk kişi kadar bir topluluk) bir kubbenin
içinde Peygamber(S)'in beraberinde bulunuyorduk. Peygamber (S):
— "Sizler cennet ehlinin dörtte biri
olmanıza razı olur musunuz?" buyurdu.
Bizler:
— Evet! dedik. Peygamber:
— "Cennet ehlinin
üçte biri olmanıza razı olur musunuz?" diye sordu.
Biz tekrar:
— Evet! diye cevâb verdik. Peygamber:
— "Cennet ehlinin yarısı olmanıza razı
olur musunuz?" buyurdu.
Bizler yine:
— Evet! dîye cevâb verdik. Peygamber:
— "Muhammed'in
nefsi elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, ben sizin cennet ehlinin yarısı
olmanızı kuvvetle ümîd ediyorum. Şu da muhakkak ki, cennete müslümân nefisten
başkası girmeyecektir. Sizler şirk ehline nisbetle siyah öküzün derisi
üzerindeki beyaz kıl mesabesinden başka değilsiniz. Yâhud da sanki kırmızı
öküzün derisi üzerindeki siyah kıl mesabesinde!" buyurdu [115].
116-.......Bana
kardeşim Abdulhamîd, Süleyman ibn Bilâl'den; o da Sevr'den; o da
Ebû'l-Gays'tan; o da Ebû Hureyre(R)'den tah-dîs etti ki, Peygamber(S) şöyle
buyurmuştur: "Kıyamet günü ilk çağrılacak kimse Âdem Peygamber'dir.
Zürriyeti ona arz olunup görürler. Onlara:
— Bu, babanız Âdem
'dir! denilir. Âdem:
— Lebbeyke ve sa'deyke (yâ Rabb)/ der. Allah
ona:
— Zürriyetinden
cehennem kaafilesini çıkar (gönder)/ buyurur.
Âdem:
— Yâ Rabb! Ne kadar çıkarayım? der. Allah:
— Her yüz kişiden
doksandokuzu çıkar! buyurur".
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlajlah!
Bizlerin herbir yüz kişisinden doksandokuz kişi alındığı zaman, bizden ne
kadarı geri kalacak? dediler.
Peygamber:
— "Benim ümmetim,
diğer ümmetler içinde siyah öküzdeki beyaz kıl gibidir!" buyurdu [116].
"Ey insanlar,
Rabb'inizden sakınım Çünkü o saatin zelzelesi büyük birşeydir" (ei-Hacc:
i)
Yaklaşan
yaklaŞtl" (en-Necm: 57) "Saat
yaklaştı" (ei-Kamer: 1) ma'nâsınadır.
117-.......Ebû
Saîd (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Allah Taalâ:
— Yâ Âdem! buyurur.
Adem hemen cevâb olarak:
— YâRabb, mükerreren icabet eder, her emrini
yerine getirmeye dâima kıyam eylerim. Ve her hayır Sen'in iki elinde(tmir ve neh-yinde)dirr
der.
Allah Taâlâ:
— Ateşe girecekleri
(halk arasından) çıkarıp gönder! der.
Âdem:
— Yâ Rabb, ateşe gönderileceklerin mikdârı ne
kadardır? diye
sorar.
Allah Taâlâ:
— Her bin kişiden
dokuzyüzdoksandokuzu! diye cevâb verir.
Allah Âdem'e böyle buyurduğu
sıra, (bunun verdiği şiddetli korkudan) çocuğun ihtiyarlayacağı 'Ve her gebe
kadının çocuğunu düşüreceği zamandır. Ve onda mahşer halkım sarhoşlar hâlinde
görürsün. Hâlbuki onlar hiç de sarhoş değillerdir. Fakat Allah'ın azabı çok
Şiddetlidir' (el-Hacc:
2)".
Oradakilere bu haber
ağır geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Bu
(binde bir) kişi hangimizdir? diye sordular.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Size müjdeler olsun! Muhakkak ki,
sizden bir kişiye mukaa-bil Ye'cûc ve Me'cûc'den bin kişi (cehenneme gönderilecektir)/**
buyurdu.
Sonra da:
— "Nefsim elinde bulunan Allah'ayemîn
ederim: Ben sizlerin cennet ehlinin üçte biri olmanızı kuvvetle tama'
etmekteyim" buyurdu.
Râvî dedi ki: Bunun
üzerine bizler Allah'a hamdettik ve tekbîr
getirdik. Sonra
Rasûllulah:
— "Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim
ki, ben sizlerin cennet ehlinin üçte biri olmanızı kuvvetle tama'
etmekteyim" buyurdu.
Râvî dedi ki: Bunun
üzerine biz yine Allah'a hamdettik ve tekbîr getirdik. Bundan sonra
Rasûlullah:
— "Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin
ederim ki, ben sizlerin cennet ehlinin yarısı olmanızı kuvvetle tama'
etmekteyim. Çünkü ümmet/ere nisbetle sizin meseleniz, siyah öküzün derisi
üzerindeki beyaz kıl gibidir. Yâhud da eşeğin ön ayaklarının iç taraflarında
bulunan dâire şeklindeki mühre gibidir" buyurdu [117].
"Sahiden onlar
(öldükten sonra) diriltileceklerini sanmıyorlar mı? Büyük günde. Âlemlerin
Rabbi için insanların kalkacağı günde" (et-Tatfîf: 4-6) [118].
İbn Abbâs:
"Aralarındaki ipler de parçalanıp kopmuştur" (ei Bakara: 166)
âyetindeki "îpler", dünyâda birbirleriyle olan bağlar, münâsebetler
ma'nâsınadır, demiştir [119].
118-.......Bizeİbnu
Avn, Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"İnsanlar Âlemlerin Rabbi için ayağa kalkacakları gün, onlardan herbiri
kulaklarının yarılarına kadar kendi terleri içinde ayağa kalkacaklar"
buyurmuştur.
119-.......Bize
Süleyman ibn Hilâl, Sevr'den; o da İbn Zeyd'- den; o da Ebû'I-Gays'tan; o da
Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü insanlar mahşer yerinde (sıkışmaktan, şiddetten, güneşin
yaklaşmasından) terleyecektir. Öyle bir derecede ki, dökülen ter yetmiş zira'
derinliğinde yere geçecek ve onların ağızlarına yükselip gemliyecek, hattâ
kulaklarına ulaşacaktır".
Kıyamet
"Hâkka"dır. Çünkü sevâblar ve işlerin sabit olan hakikatleri ondadır.
"el-Hakkatu" ve"I-Hâkkatu" bir ma'nâyadır [121]
'el-Kaaria",
"elrĞâşiye", "es-Sâhha" (Abese: 33), "et-Teğâbun"
(Saîdler, şakilerin yerlerine inmeleri sebebiyle) cennet ehlinin cehennem
ehlini aldatmasıdır [122].
120-.......Abdullah
ibn Umer (R): Peygamber (S): "Kıyamet günü insanlar arasında verilen ilk
hüküm, kan da'vâları hakkındadır" buyurdu, demiştir [123].
121-.......
Bana Saîd el-Makburî, Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle
buyurmuştur: "Kimin yanında kardeşine âid haksız alınmış bir hakk varsa, o
haksızlıktan dolayı hakk sahibiyle halâllaşsın. Muhakkak olan şu ki, kıyamette
hiçbir dînâr ve hiçbir gümüş yoktur. Kardeşinin hakkı için kendi hasenelerinden
alınmadan evvel, dünyâda onunla halâllaşsın. Âhireîte zâlimin o hakkı
karşılayacak haseneîeri bulunmazsa, kardeşinin seyyielerinden alınır da o
zâlimin üzerine atılır" [124].
122-.......Bize
Yezîd ibn Zuray' tahdîs edip şu ''Biz onların göğüslerindeki kîni söküp
atacağız..-" (ei-A'râf 43; ei-Hıcr: 47) âyetini okudu ve şöyle dedi: Bize
Saîd ibn Ebî Arûbe, Katâde'den; o da Ebu'l-Mutevekkil en-Nâcî!den tahdîs etti
ki, Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Kıyamet günü mü'-minler (sırattan geçerek) ateşten kurtulurlar da
cennetle ateş arasındaki bir köprü üzerinde durdurulurlar. Orada, dünyâda iken
aralarında meydana gelmiş haksızlıklar birbirlerinden kısas yapılır. Nihayet
haksızlıklardan temizlendikleri ve pampâk oldukları zaman onlara cennete
girmelerine izin verilir. Muhammed'in nefsi elinde bulunan Allah 'a yemin
ederim ki, o mü 'mirilerden herbiri cennetteki menziline, dünyâdaki
meskeninden daha doğru yol bulur" [125].
123- Bize
Ubeydullah ibn Mûsâ, Usmân ibnu'l-Esved'den; o da Abdullah ibnu Ebî
Muleyke'den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S):
— "Kim hesaba çekilirse azâb edilmiş
olur" buyurmuştur. Âişe dedi ki: Ben:
— Yüce Allah "O, kolayca bir hesâb ile
hesaba çekilecek" (ei-inşikaak: 8) buyurmuyor mu? dedim.
Peygamber:
— "Bu senin söylediğin âyetteki 'Kolay
hesâb \ arzdır" buyurdu [126].
124-.......Bize
Yahya ibn Saîd, Usmân ibnu'l-Esved'den tahdîs etti: Ben İbnu Ebî Muleyke'den
işittim, şöyle dedi: Ben Âişe(R)'den işittim, şöyle dedi: Ben Peygamber (S)'den
işittim, dedi.
H ve Usmân
ibnu'l-Esved'e bu hadîsi İbnu Ebî Muleyke'den; o da Âişe'den; o da
Peygamber'den senediyle rivayet etmesinde İbnu Cureyc, Muhammed ibn Suleym,
Eyyûb es-Sahtıyânî, Salih ibn Rüstem dörtlüsü de mutâbaat etmişlerdir.
125-.......Bize
Abdullah ibn Ebî Muleyke tahdîs etti. Bana el- Kaasım ibnu Muhammed tahdîs
etti: Bana Âişe (R) tahdîs etti. Ra-sûlullah (S):
— "Kıyamet günü hesaba çekilen bir kimse,
başka değil, muhakkak helak olur" buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasûlallah! Allah
Taâlâ: "O vakit kitabı sağ eline verilen kimseye gelince; o kolayca bir
hesâb ile hesaba çekilecek *' buyurmuş değil mi? dedim.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Bu (senin söylediğin) ancak bir arzdır.
Kıyamet günü ince hesaba çekilecek kimse muhakkak azâb olunur" buyurdu [127].
126-.......(Buradaki
senedlerden biriyle) bize Saîd ibn Ebî Arûbe, Katâde'den tahdîs etti. Bize Enes
ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etti: Allah'ın Peygamberi (S) şöyle der idi:
"Kıyamet günü kâfir kişi getirilir de ona:
— Re'yini haber ver:
Senin yer dolusu altının olsaydı şu azâb-dan kurtulmak için onu feda eder
miydin? diye sorulur.
Oda:
— Evet feda ederim!
der. Bunun üzerine ona:
— Fakat senden, bundan
daha kolay olan şey (yânî Tevhîd) istenilmişti! denilir" [128].
127-.......Adiyy
ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Sizlerden
herbir kişiye kıyamet gününde Allah muhakkak kelâm söyleyecektir. Öyle bir
hâlde ki, kendisiyle Allah arasında hiçbir tercüman bulunmaz. Sonra o kimse
bakar, fakat önünde hiçbirşey göremez. Sonra önüne bakar, kendisim ateş
karşılar. Sizlerden her kim bir tek hurma yarısıyle olsun ateşten korunmağa gücü
yeterse bunu yapsın!"
el-A'meş dedi ki: Bana
Amr ibn Murre, Hayseme'den tahdîs etti ki, Adiyy ibn Hatim şöyle demiştir:
Peygamber (S) ateşi zikretti de:
— "Ateşten kendinizi koruyunuz!"
buyurdu. Sonra yüzünü döndürüp çekti. Sonra:
— "Ateşten korununuz!" buyurdu.
Sonra yüzünü bulunduğu
yönden çevirip çekti. Bunu üç defa yaptı. Hattâ biz kendisini ateşe bakıyor
zannettik. Sonra yine:
— "Bir hurma yarısıyle de olsa ateşten
korununuz. Bunu da bulamayan, güzel bir sözle kendini ateşten korusun!"
buyurdu [129].
'(Ümmetimden) yetmiş
bin cennete hesaba çekilmeden girecektir".
128-.......Husayn
ibn Abdirrahmân şöyle dedi: Ben Saîd ibn Cubeyr'in yanında idim, şöyle dedi:
Bana İbn Abbâs (R) tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"Bütün ümmetler bana ar-zolunup gösterildi. Bir peygamber, yanına bir
ümmet alıp geçiyordu. Bir peygamber, beraberinde bir toplulukla geçiyordu. Bir
peygamber, beraberinde on kişiyle geçiyordu. Bir peygamber, beraberinde beş
kişiyle geçiyordu. Bir peygamber de yalnız başına geçiyordu. Ben uzakta büyük
bir karaltı gördüm de:
— Yâ Cibril! Bunlar benim ümmetim mi? diye
sordum. O:
— Hayır değildir,
lâkin şu ufka bak! dedi.
Ben oraya bakınca çok
büyük bir karaltı gördv ı. Cibril:
— İşte bunlar senin
ümmetindir. Bunların yetmiş bin olan öncüleri, üzerlerinde hiçbir hesâb ve
azâb yoktur, dedi.
Ben:
— Niçin bunlara hesâb
ve azâb yoktur? dedim. Cibril:
— Onlar ateşle dağlama tedavisi yapmazlar,
rukye yapmazlar, eşya ve kuşlarla uğursuzluk inancına gitmezler, onlar ancak
Rabb'~ lerine dayanıp güvenirlerdi, dedi".
Peygamber bunu
söyleyince Ukkâşe ibn Mıhsan kendisine doğru ayağa kalktı da:
— (Yâ Rasûlallah!)
Beni onlardan kılması için Allah'a duâ edi-ver! dedi.
Rasûlullah:
— "Yâ Allah! Bunu onlardan kıl!" diye
duâ etti. Sonra O'na diğer bir adam kalktı da o da:
— Beni de onlardan kılması için Allah'a duâ
ediver! dedi.
— "Bu hususta Ukkâşe senden öne
geçti" buyurdu [130].
129-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb tahdîs etti; ona da Ebû Hureyre (R)
tahdîs edip şöyle demiştir: Ben RasûluIIah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu:
— "Ümmetimden bir zümre (cennete) girer
ki, onlar yetmişbin-dir. Onların yüzleri ayın ondördüncü gecesindeki parlaması
gibi parlar".
Ebû Hureyre dedi ki:
Bunun üzerine Ukkâşe ibnu Mıhsân el-Esedî, üstünde bulunan kaplan postu gibi
siyah beyaz çizgili elbiseyi kaldırarak ayağa kalktı ve:
— Yâ Rasûlallah! Beni
onlardan kılması için Allah'a duâ edi-ver! dedi.
Rasûlullah:
— "Yâ Allah, bunu onlardan kıl!" diye
duâ etti. Sonra Ensâr'dan bir adam ayağa kalktı ve:
— Yâ Rasûlallah! Beni
de onlardan kılması için Allah'a duâ edi-ver! dedi.
Rasûlullah:
— "Bunda Ukkâşe senin önüne geçti!"
buyurdu.
130-.......Sehl
ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Muhakkak ki,
ümmetimden yetmiş bin yâhudyediyüzbin (bunların hangisini söylediğinde Ebû Hazım
şekk etmiştir) -kişi veya zümre hesâb ve ikaab görmeksizin ilk defa olarak
cennete- girecektir. Bunlar birbirlerine tutunmuşlar olarak, bâzısı bâzısına
tutmuş vaziyette cennete girerler. Bu ilk zümrenin sondakileri cennete
girinceye kadar öndekileri girmez (yânî, bir saff hâlinde hepsi birden gireceklerdir).
Bunların yüzleri, bedir gecesinde ayın ışığı üzeredir".
131-.......BizeNâfi',
İbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuşur: "Cennet
ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme girdikleri zaman, sonra bir i'lâncı
ayağa kalkar da aralarında: Ey ateş ehli, artık ölüm yoktur! Ey cennet ehli,
artık ölüm yok, ebedîlik vardır! diye nida eder".
132-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Cennet ehline
hitaben: Ey cennet ehli, artık ebedîlik vardır, ölüm yoktur! Ateş ehline
hitaben de: Ey ateş ehli, artık ebedîlik vardır, ölüm yoktur! denilir".
Ve Ebû Saîd el-Hudrî:
Peygamber (S): "Cennet ehlinin yiyeceği ilk taam, balık ciğerinin ziyâdesidir"
buyurdu, demiştir.
"Cennâtu Adn{-
Adn cennetleri)" (Birçok yerde geçer): İkaamet cennetleri, ebedîlik
manasınadır. "Adentu bi~ardın", "Bir yerde ikaamet ettim"
demektir. "Ma'din" lafzı da bundandır. "Ma'dini sıdkın",
''Menbiti sidkin" ta'bîrleri de bundan, yânî "İkaamet etmek"
ma'nâsındadır [132].
133-.......Bize
Avf, Ebû Recâ'dan; o da İmrân'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Cennete
çıktım da ahâlîsinin çoğunun fakirler olduğunu gördüm; cehenneme çıktım, onun
ahâlîsinin çoğunu da kadınlar olarak gördüm" buyurdu [133].
134-.......Bize
Süleyman et-Teymî, Ebû Usmân'dan; o da Usâme'den haber verdi ki, Peygamber (S)
şöyle buyurmuşun "Ben cennetin kapısı önünde durdum, oraya girenlerin
çoğu fakirler idi. Zenginlik sahihleri (fakirlerle beraber cennete girmekten)
alıkonulmuşlardı. Lâkin ateş ehli, ateşe girmeye emrolunmuşlardı. Ben
cehennemin kapısı önünde de durdum. Oraya girenlerin çoğunun kadınlar olduğunu
gördüm!"
135-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Cennet ehli
cennete, cehennem ehli de cehenneme ayrılıp gidince, ölüm (mefhûmuna bir koç
suretinde vücûd verilerek) getirilir. Tâ cennetle cehennem arasında yatırılır.
Sonra kesilir. Sonra bir nidâcı: Ey cennet ehli, artık ölüm yoktur! Ey
cehennem ehli, ölüm yoktur! diye nida eder. Cennet ehlinin ferahına bir ferah
daha ziyâde olunur. Cehennem ehlinin hüzün ve kederine bir hüzün daha
artırılır!"
136-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle haber verdi:
"Mübarek ve Yüce Allah cennet ehline:
— Ey cennet ehli! diye
hitâb eder. Onlar da:
— Ey Rabb'imiz, buyur,
emrini yapmaya hazırız, ubûdiyyette dâimiz! derler.
Yüce Allah:
— Bu hâlinizden razı mısınız? buyurur. Onlar
da:
— Rabb'imiz, nasıl
razı olmayalım? Sen bize, halkından hiçbir kimseye vermediğin bunca ni'metleri
ihsan eyledin! derler.
Allah;
— Ben size bunlardan
daha şerefli bir ni'met vereceğim! buyurur.
— Yâ Rabb! Bunlardan daha üstün hangi ni'met
var ki? derler. Allah:
— Sizden razı ve
hoşnûd olmaklığımın şerefi size lâyık kılındı. Artık bundan sonra ebedî olarak
size darılmayacağım! buyurur".
137-.......
Humeyd et-Tavîl, şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle diyordu:
Harise ibn Surâka Bedir harbinde vurulup şehîd oldu. O genç bir oğlandı. Annesi
er-Rubeyy' bintu'n-Nadr, Peygamber(S)'e geldi de:
— Yâ Rasûlallah!
Hârise'nin benim yanımdaki menzilesini bil* mektesindir. Eğer o cennette ise,
onun acısına sabrederim ve sabrımın sevabım Allah'tan umarım. Eğer (cennette
değil de) diğer bir yerde ise, yapacağım ağlamayı görürsün (yâhud ne yapmamı
re'y edersin)? dedi.
Rasûlullah:
— "Yazık sana! Sen aklını mı kaçırdın?
Cennet bir tane midir? Cennet, şübhesiz birçok cennetlerdir. Şu muhakkak ki,
senin oğlun elbette Firdevs Cenneti'ndedir!" buyurdu.
138-.......
Bize el-Fudayl, Ebû Hâzım'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki,
Peygamber (S):
— "(Kıyamet
gününde) kâfirin iki omuzu arası, sür'atli birsüvâ-rî yürüyüşü ile üç günlük
mesafedir" buyurmuştur [134].
el-Buhârî dedi ki: Ve
İshâk ibn İbrâhîm şöyle dedi: Bize el-Mugîre ibnu Seleme haber verdi. Bize
Vuheyb, Ebû Hâzım'dan; o da Sehl ibn Sa'd(R)'dan tahdîs etti ki, Rasûlullah
(S): "Cennette bir ağaç vardır ki, bir süvârî, onun gölgesinde yüz sene
yürür de, onun gölgesini geçip bitiremez" buyurmuştur.
Ebû Hazım şöyle dedi:
Ben bu hadîsi en-Nu'mân ibn Ebî Ay-yâş'a tahdîs ettim de o şöyle dedi: Bana Ebû
Saîd tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Cennetin içinde şübhesiz öyle bir
ağaç vardır ki, iyi cins, ta'lîmli ve çok sür'atli bir atın binicisi yüz yıl
onun gölgesinde yürür de yine onun gölgesini kesip bitiremez" buyurmuştur.
139-.......
Bize Abdulazîz, Ebû Hâzım'dan; o da Sehl ibn Sa'd(R)'dan tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak benim ümmetimden yetmişbin
yâhud yediyüzbin (kişi veya zümre hesâb ve ikaab görmeksizin ilk defa olarak)
cennete girecektir." -Bu iki sayının hangisini söylediğini Ebû Hazım
bilemiyor.-
Sehl dedi ki:
"Bunlar sımsıkı saff olmuşlar, birbirlerine tutunmuşlardır. Bu ilk
zümrenin sondakileri cennete girinceye kadar, öndeki-leri girmeyecektir (yânî
saff hâlinde hepsi birden gireceklerdir). Bunların yüzleri, ayın ondördüncü
gecesindeki kamerin sureti üzere parlaktırlar".
140-.......
Bize Abdulazîz, babası Ebû Hazım Seleme ibn Dînâr'dan; o da Sehl(R)'den tahdîs
etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Cennet ehli cennette
kendilerinden yükseklerdeki köşkleri (mesafe uzaklığından dolayı) güçlükle
görebilirler. Sizin gökyüzündeki yıldızı güçlükle görür olduğunuz gibi!"
(Abdulazîz şöyle
dedi:) Babam Ebû Hazım şöyle dedi: Ben bu hadîsi en-Nu'mân ibn Ebî Ayyâş'a
tahdîs ettim, o: Ben şehâdet ediyorum ki, Ebû Saîd'den işittim, o bu hadîsi
tahdîs ediyor ve bunda şu ziyâdeyi getiriyordu: "Nasıl ki gündüz doğu ve
batı ufkundaki ışıklı kalan parlak yıldızı -aradaki mesafe uzunluğundan dolayı-
zorlukla görebilirsiniz!"
141-.......
Bize Şu'be tahdîs etti ki, Ebû İmrân şöyle demiştir:
Ben Enes ibn
Mâlik(R)'den işittim, Peygamber (S) şöyle demiştir: "Yüce Allah kıyamet
gününde ateş ehlinin en hafif azâblısına hitaben:
— Eğer senin Arz'daki
herşeyden malın olsa, bu azaba karşılık fidye verir miydin? buyurur.
O kul:
— Evet, fidye verirdim, der. Yüce Allah:
— Sen Âdem'in sulbünde
iken ben senden bundan daha kolay
olanını istemiştim:
Bana hiçbirşeyi ortak kılmamanı istemiştim. Fakat sen bana ortak kılmana devam
edip durdun! buyurur".
142-........
Bize Hammâd ibn Zeyd, Amr ibn Dînâr'dan; o da Câbir(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "Şefaatle ateşten sanki seârîr gibi çıkarlar" buyurdu.
Hammâd dedi ki: Ben
Amr'a:
— "es-Seârfr" nedir? diye sordum.
Amr:
— "ed-Dağâbîs"dir, dedi.
Amr ibn Dînâr'ın
dişleri düşmüş, bu sebeble ağzı da düşmüştü (Bu sebeble noktalı şîn ile olan
kelimeyi böyle üç noktalı sâ ile telâffuz etmişti) [135].
Hammâd dedi ki: Ben
Amr ibn Dînâr'a:
— Yâ Ebâ Muhammedi Sen
Câbir ibn Abdillah'tan: Ben Pey-gamber'den işittim, O "Şefaatle (bir
kavim) ateşten çıkar" buyururken işittim, dediğini bizzat işittin mi?
diye sordum.
O:
— Evet bunu söylerken
kendisinden bizzat işittim, dedi [136].
143-.......Bize
Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etti: Peygamber (S): "Bir kavim,
kendilerine cehennem ateşi dokunduktan sonra sımaları kırmızımsı siyah bir
renkte olarak cehennemden çıkacak ve cennete girecekler de cennet ehli bunlara
'Cehennemlikler" diye isim vereceklerdir" buyurdu.
144-.......Bize
Amr ibnu Yahya, babası Yahya ibn Umâre'den; o da Ebû Saîd eI-Hudrî(R)'den
tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Cennet ehli cennete,
dûzah ehli dûzaha girdikten sonra Yüce Allah:
— Kimin kalbinde bir
hardal tanesi ağırlığınca îmân varsa, ateşten çıkarınız! diye ferman
buyuracaktır.
Bunun üzerine (bu
gibiler) simsiyah yanmış ve kömüre dönmüş oldukları hâlde çıkacaklar da hemen
hayât nehrinin içine atılacaklar ve orada seyl uğrağında -yâhud seylin kokmuş
kara çamuru içinde-kalan yabanı reyhan tohumları nasıl sür'atle biterse öylece
bitecekledir".
Ve Peygamber (S):
"Görmez misiniz, bu tohumlar (ne güzel) sapsarı olarak ve iki tarafına
salınarak çıkıp sürerler!" buyurdu [137].
145-.......Bize
Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû İshâk'tan işittim, şöyle dedi: Ben en-Nu'mân
ibn Beşîr(R)'den işittim, şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle
buyuruyordu: "Kıyamet gününde cehennem ehlinin azâbca en hafif ceza göreni
o kimsedir ki, onun iki ayağı altının çukurlarına iki ateş parçası konulacak,
bunların te'-sîriyle onun beyni (tencere gibi) kaynayacaktır".
146-.......En-Nu'mân
ibn Beşîr (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
"Şübhesiz kıyamet gününde ateş ehlinin en hafif azâblısı şöyle bir adamdır
ki, onun iki ayağı altının çukurlarında iki ateş parçası vardır da, bunların
sıcaklığından onun beyni bakır tencere ve dar boğazlı olup içinde su ısıtılan
kumkuma adındaki ma'denı kabın kaynaması gibi kaynayacaktır".
147-.......Bize
Şu'be, Amr ibn Murre'den; o da Hayseme'den;
o da Adiyy ibn Hâtim(R)'den
şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) ateşi zikredip yüzünü geri çekti ve bakındı
da, ondan taavvuz edip Allah'a sığındı. Sonra yine ateşi zikretti, yüzünü geri
çekip sakındı, yine ateşten taavvuz edip Aliah'a sığındı. Sonra: "Sizler
tek hurmanın yarısıyle, bunu da bulamayan güzel bir sözle olsun ateşten
korununuz" buyurdu.
148-.......Bize
Abdulazîz ibnu Ebî Hazım ile ed-Derâverdî, Yezîd ibn Abdillah'tan; o da
Abdullah ibnu Habbâb'dan; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den tahdîs etti ki, o,
Rasûlullah(S)'tan işitmiştir: Rasû-lullah, yanında amcası Ebû Tâlib anıldı da:
— "Umarım ki,
benim şefâatim kıyamet gününde amcama fayda verir. Şefaatimle amcam,
topuklarına ulaşabilen ateşten bir çukura konulur da o çukurdan dimağının aslı
kaynar" buyurdu [138].
149-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Allah kıyamet
gününde insanları toplar. Onlar:
— İçinde bulunduğumuz
şu sıkıntılı durumdan bizleri kurtarması için Rabb'imize karşı şefaat istesek!
derler.
Müteakiben Âdem(S)'e
gelirler ve:
— Sen, Allah'ın kendi
eliyle yarattığı, sana kendi ruhundan hayât verdiği, meleklere emredip de
meleklerin senin için secde ettikleri kimsesin. Sen bizim için Rabb'in
huzurunda şefaat et! derler.
Âdem de:
— Ben buna ehil
değilim, der ve o işlemiş olduğu hatîesini zikreder. Siz, Allah'ın gönderdiği
ilk resul olan Nuh'a gidin, der.
Sonra onlar Nuh'a
gelirler. Nûh; işlemiş olduğu hatîesini anar da:
— Ben buna ehil
değilim. Siz, Allah'ın kendisini bir haltl edindiği İbrâhîm(S)'e gidin, der.
Akabinde onlar İbrahim
'e gelirler. îbrâhîm de, işlediği hatîesini anarak:
— Ben buna ehil değilim. Siz isa'ya gidin, der.
Akabinde isa'ya gelirler: O da:
— Ben buna ehil
değilim, siz Muhammed(S)'e gidin. Allah O'-nun geçmiş ve geri kalmış bütün
günâhlarını mağfiret buyurmuştur! der.
Bunun üzerine insanlar
bana gelirler. Ben Rabb 'imin huzuruna izin isterim. O'nu görünce hemen
secdeye-kapanırım. Allah dilediği kadar beni bu vaziyette bırakır. Sonra Allah
tarafından bana:
— Başını kaldır! îste,
sana verilir; söyle, sözün dinlenir; şefaat et, şefaatin kabul olunur!
buyurulur.
Ben secdeden başımı
kaldırır ve Rabb'imin bana öğreteceği bir tahmîd ile Rabb'ime hamd ederim.
Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır ta'yîn buyurur. Sonra ben insanları
ateşten çıkarır ve cennete girdiririm. Sonra döner yine evvelki gibi secdeye
kapanırım. Böylece nihayet üçüncü yâhud dördüncü defada:
— Yâ Rabb! Ateş içinde Kur'ân 'in
habsettiklerinden başka (yânî ebedîlik vâcib olanlardan başka) kimse kalmıyor!
derim".
Katâde: Bu
"Kur'ân'm habseîtikleri" sözünün yanında, yânı üzerine
"Huiûd" (yânı ebedîlik) vâcib olanlar sözünü söylerdi [139].
150-.......Bize
İmrân ibnu Husayn (R) tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Muhammed'in şefaati
ile bir kavim ateşten çıkar da cennete girerler. Onlar 'Cehennemlikler' diye
isimlendirilirler" buyurmuştur.
151-.......Bize
îsmâîl ibn Ca'fer, Humeyd'den;odaEnes(R)'ten şöyle tahdîs etti: Hârise'nin
anası Rubeyy' bintu'n-Nadr, Rasûlul-lah(S)'a geldi. Oğlu Harise ibn Surâka
Bedir harbinde, atanı bilinmeyen serseri bir ok isabeti ile öldürülmüştü.
Geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Sen
oğlum Hârise'nin kalbimdeki mevkiini bil-mişsindir. Eğer oğlum cennette ise ben
(onun acısına sabredip) ağlamam. Cennette değilse, ona nasıl ağlama yapacağımı
görürsün! dedi. Rasûlullah da ona:
— "(Ey kadın!) Sen aklını mıyitirdin?
Cennet bir tane midir? Şübhesiz ki, cennet birçok cennetlerdir (birçok
derecelerdir)/ Ve muhakkak ki, senin oğlun elbette en yüksek olan Firdevs
cennetindedir"
buyurdu.
Ve yine Rasûlullah
şöyle buyurdu:
— "Sabahleyin veya akşamleyin herhangibir
zamanda Allah yolunda bir yürüyüş hiç şübhesiz dünyâdan ve dünyâdaki şeylerin
hepsinden hayırlıdır. Ve elbette cennette herhangibirinizin yayının arası
kadar veya ayağının yeri kadar olan bir kısım dünyâdan ve dünyâdaki herşeyden
hayırlıdır. Şayet cennet ehli kadınlardan bir kadın Arz'a çıkmış olaydı,
muhaflkak yer ile gök arasını aydınlatır ve ikisi arasını güzel bir koku
doldururdu. Ve elbet o kadının nasîfi, yânı baş örtüsü dünyâdan ve dünyâdaki
herşeyden hayırlıdır" [140].
152-.......Ebû
Hureyre (R) dedi ki: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Cennete girecek herbir
kişiye, düny_âda iken kötü amel yapmış olduğu takdirde cehennemdeki oturağı
kendisine muhakkak gösterilecektir. Bu da şükrünün artması içindir. Cehenneme
girecek herbir kimseye de, dünyâda iken güzel işler işlemiş olaydı cennetten
olacak oturağı kendisine muhakkak gösterilecektir. Bu da kendisi aleyhine bir
hasret olması içindir!"
153-.......
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben bir kerre:
— Yâ Rasûlallah! Kıyamet
gününde Sen'in şefaatin en ziyâde kime olacak? diye sordum,
Rasûlullah (S):
— "Yâ Ebâ Hureyre! Hadîs (bellemek) için
sende gördüğüm hırsa göre, bu hadîsi senden evvel kimsenin bana sormayacağını
zâten îah-mîn ediyordum. Kıyamet gününde halk içinde şefaatime en ziyâde mazhar
olacak kimse, kalbinden ve gönlünden hâlis ve samîmi olarak 'La ilahe
illefilâh' diyen kimsedir" buyurdu [141].
154-.......BizeCerîr,
Mansûr'dan; o da İbrahim'den; odaAbîde'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan
tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Ben ateş ehlinin
cehennemden son çıkacak ve cennet ehlinin cennete son girecek olanını bilip
duruyorum. Bu bir kimsedir ki, cehennemden emekliye emekliye çıkar. Yüce Allah
ona:
— Git, cennete gir! buyurur.
O kimse cennete varır,
ona öyle bir hayâl gelir ki, cennet dop-doludur (herkes kendilerine âid
yerlerini almış, açık bir yer kalmamıştır). Dönüp:
— Yâ Rabb! Ben cenneti dopdolu buldum! der.
Allah yine:
— Git, cennete gir! buyurur,
O kimse cennete varır.
Yine cennet ona dopdolu gibi hayâl ettirilir. Dönüp:
— Yâ Rabb! Cenneti ben dopdolu buldum! der.
Allah ona:
— Git, cennete gir! Dünyâ kadar ve dünyânın on
misli kadar yer senindir -yâhud: Dünyânın on misli kadar yer senindir-!
buyurur.
O kul:
— Sen yegâne Melik
olduğun hâlde benimle alay mı ediyorsun -yâhud: Bana gülüyor musun-? der".
Râvî dedi ki: (Bu
ilâhî va'di o kimse alaya hamlettiğinden dolayı) Vallâhî Rasûlullah'm gerideki
dişleri belirinceye kadar güldüğünü gördüm. Sahâbîler arasında:
— Cennet ehlinin en
aşağı menzil sahibi, işte bu kimsedir! denilirdi [142].
155-.......
Abbâs (R) Peygamber(S)'e:
— Sen amcan Ebû
Tâlib'e herhangi birşeyle fayda verdin mi? diye sordu [143].
156-.......
Buradaki iki senedde Ebû Hureyre (R) haber verip şöyle demiştir: Bir defasında
birtakım insanlar:
— Yâ Rasûlallah!
Kıyamet gününde biz Rabb'imizi görecek miyiz? diye sordular.
Rasûlullah (S):
— "Önünde görmeye engel hiçbir bulut
yokken güneşi görmeniz hususunda itişip kakışma suretiyle bir zarar ve sıkışıklığa
düşer misiniz?" diye sordu.
Sahâbîler:
— Hayır yâ Rasûlallah, dediler. Rasûlullah
tekrar:
— "Önünde engel hiçbir bulut yok iken ayın
ondördüncü gecesi kameri görmek hususunda itişip kakışma suretiyle bir zarar ve
sıkışıklığa uğrar mısınız?" diye sordu.
Sahâbîler:
— Hayır yâ Rasûlallah
(bunda da sıkışıklık yapılmaz), deyince Rasûlullah:
— "İşte şübhesiz sizler O'nu kıyamet
gününde böyle apaçık, sı-kışıksız olarak göreceksiniz. Allah bütün insanları
bir araya toplayacak da: Her kim her neye tapıyor idiyse onun ardına düşsün!
buyuracak (yâhud Allah'ın emriyle bu sözü diyen diyecek). Artık güneşe
tapmakta olan güneşin ardına düşer; kamere tapmakta olan kamerin ardına düşer;
tâğûtlara tapmakta olanlar onların ardına takılıp gidecek. Yalnız bu ümmet,
içlerinde münafıkları da olduğu hâlde yerinde durup kalacak. Allah onlara,
evvelce tanıdıklarından başka surette gelip: Ben sizin Rabb'inizim! buyuracak.
Onlar (Rabb'lerini o tecellî ile tanıyamadıkları için); Biz Sen 'den Allah 'a
sığınırız, Rabb '-imiz bize gelinceye kadar bizim yerimiz burasıdır,
(yerimizden ayrılmayız). Rabb'imiz bize geldikte, biz O'nu tanırız!
diyecekler. Allah onlara bu defa da tanıdıkları surette gelip: Ben sizin
Rabb'inizim! buyuracak. Onlar da: Sen bizim Rabb'imizsin! diyecekler. Ve
(O'-nun daVeti üzerine) O'na tâbi' olacaklar [144]. Ve
cehennem köprüsü kurulur".
Rasûlullah buyurdu ki:
— "Ümmetini onun üstünden en evvel
geçirecek, ben olacağım. O gün rasûllerin duaları 'Allâhumme! Sellim settim (=
Yâ Allah, selâmet ver, selâmet ver) '(den ibaret) olacaktır. Sırat Köprüsü
'nde sa '-dân dikenlerine benzer birçok çengeller vardır. Sizler sa'dân
dikenlerini gördünüz mü?"
Sahâbîler:
— Evet görmüşüzdür yâ
Rasûlallah! dediler. Rasûlullah devamla dedi ki:
— "İştebu
çengeller sa'dân dikenler ine benzerler. Ancak şu var ki, ne kadar büyük
olduklarını yalnız Allah Taâlâ bilir, tşte bu çengeller insanları (kötü)
amellerinden dolayı kapıp alırlar. Kimi kötü ameli sebebiyle helak olur. Kimi
hardal gibi ezik ezik ezildikten sonra kurtulur. Nihayet Allah Taâlâ kulları
arasında hüküm ve adaletini tamamlayıp sırf ilâhî rahmeti olarak, nâr ehlinden
dilediklerini cehennemden çıkarmayı irâde ettiğinde meleklerine, ilâhî rahmete
nâi-liyetleri murâd olanlardan Allah'a birşeyi ortak edinmemişleri, 'Lâ ilahe
ille 'ilâh * diye şehâdet etmişleri cehennemden çıkarsınlar diye ferman
buyuracaktır. Melekler bunları cehennemde, üzerlerindeki su-cûd izleri,
alâmetleriyle tanıyıp çıkaracaklardır. Allah Âdem oğlu'ndan sucûd eserini
yemeyi ateşe haram kılmıştır. Melekler onları ateşten kavrulup kapkara olarak
çıkaracaklar. Sonra üzerlerine hayât suyu denilen bir su dökülecek de sel
uğrağında biten yabanî reyhan tohumları nasıl çabuk biterlerse (yeniden) öyle
biteceklerdir. Ve onlardan yüzü ateşe dönük bir kimse kalır ki, o:
— Yâ Rabb! Beni şu ateşin kokusu zehirleyip
duruyor, yalım beni yakıp duruyor, benim yüzümü bu ateşten döndür! diyecek.
O kimse mütemadiyen
yüzünü ateşten çevirmesi için Allah'a duâ edip duracak. Sonunda Allah ona:
— Senin istemekte
olduğun şeyi sana verirsem, ondan başka bîr-şey daha istemen olacak mı?
buyuracak.
O kul:
— İzzetineyemîn ederim
ki, Sen'den, ondan başkasını istemem! diyecek.
Allah onun yüzünü
ateşten döndürecek. Sonra bunun ardından o kul:
— Yâ Rabb, beni cennetin kapısına yanaştır!
diyecek. Allah:
— Sen ondan başka
birşey istemeyeceğine azmedip kesin söz vermiş değil miydin? Yazık sana ey
Âdem oğlu! Sen ne kadar sözünde durmaz, ahdine vefa etmez kişisin! buyuracak.
O kul Allah'a devamlı
duâ edip duracak. Allah:
— Bu isteğini sana
verirsem, ondan başkasını ister misin? buyuracak.
O kul:
— Hayır, izzetine
yemîn ederim ki, ondan başka birşey istemem! deyip, ondan başka hiçbir şey
istemeyeceğine dâir Allah'a birçok ahidler ve mîsâklar verecek.
Bunun üzerine Allah
onu cennetin kapısına yaklaştıracak. O kimse cennet kapısına yanaşıp da ondaki
güzellikleri görünce Allah'ın dilediği kadar bir müddet sükût edecek. Sonra:
— Yâ Rabb! Beni cennetin içine girdir! diyecek.
Sonra Allah da:
— Sen ondan başka
hiçbirşey istemeyceğine kesin söz vermiş değil miydin? Yazık sana ey Âdem oğlu!
Sen ne sözünde durmaz kimsesin! buyuracak.
Oda:
— Yâ Rabb! Beni mahlûkaatının en bedbahtı
kılma! diyecek ve bu söz üzerine duâ ve niyazını tekrar ede ede nihayet Allah
Taâlâ ona
Gülecek [145].
Allah ona gülünce de, o kimseye, cennete girmesine izin vermiş olacaktır.
Cennete girdiği zaman da o kula:
— Fulân şeyden temenni
eti denilir, o da temenni edecek. Sonra ona:
— Fulân şeyden de
temenni eti denilecek.
O da uzun uzun
temennilerde bulunacak. Nihayet bütün temennileri kesilince, Allah Taâlâ ona:
— Bunların hepsi ve
bir o kadar dahası da hep senindir.' buyuracaktır".
Ebû Hureyre: Bu kimse,
cennet ehlinin cennete en son girecek
kişisidir, demiştir.
Hadîsi Ebû Hureyre'den
rivayet edenlerden birisi olan Atâ ibn Yezîd el-Leysî dedi ki: Ebû Hureyre bunu
rivayet ederken, Ebû Saîd el-Hudrî de Ebû Hureyre'nin beraberinde oturuyor ve
Ebû Hurey-re'nin dediklerinden hiçbir şeyi değiştirmeye lüzum görmüyordu. Tâ
"Bunların hepsi senin ve bir o kadar dahası da hep senindir" sözüne
gelince, Ebû Saîd, Ebû Hureyre'ye:
— Ben
Rasûlullah(S)'tan "Bunların hepsi ve daha on misli de senindir,
buyuracaktır" derken işittim, dedi.
Ebû Hureyre de:
— Ben Rasûlullah'tan
yalnız "Bunlar ve beraberinde bir misli daha senindir" buyurduğunu
belledim, dedi [146].
Abdullah ibn Zeyd de:
Peygamber (S):
"Havz başında bana kavuşmanıza kadar sabrediniz" buyurdu, demiştir [148]
157-.......BizeEbû
Avâne, Süleymanibn Mihrân'dan; odaEbû Vâil Şakîk'tan; o da Abdullah ibn
Mes'ûd(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Ben havz başına sizden önce
varacak olan öncünüzüm " buyurmuştur [149].
Ve bana Amr ibnu Alî
tahdîs etti. Bize Muhammed ibn Ca'fer tahdîs etti. Bize Şu'be tahdîs etti ki,
el-Mugîre ibn Mıksem şöyle demiştir: Ben Ebû Vâil Şakîk'tan işittim; o da
Abdullah ibn Mes'ûd'-dan ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Ben sizin
havz üzerine ilk erişeniniz ve sizin orada karşılayıcınızım. Ve muhakkak orada
benim yanımda sizlerden birtakım adamlar kaldırılacaklar. Sonra onlar
muhakkak benim önümden sürüklenecekler (de havzdan uzaklaştırılacaklardır).
Ben:
— Yâ Rabbt Onlar benim sahâbîlerim! derim.
Bana:
— Sen onların Sen 'den
sonra (dînde) ne bid'atler çıkardıklarını bilmezsin! denilecektir".
Bu hadîsi Ebû Vâil'den
rivayet etmekte Âsim, el-A'meş'e mutâ-baat etmiştir.Ve Husayn da Ebû Vâil
Şakîk'tan; o da Huzeyfe'den; o da Peygamber'den olmak üzere söyledi.
158-.......BanaNâfi',
İbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Önünüzde bir havuz vardır
ki, (büyüklüğü) Cerbâ ile Ezruh arası gibidir" buyurmuştur [150].
159-.......Bize
Ebû Bişr ile Atâ ibnu's-Sâib, Saîd ibn Cubeyr'den haber verdi ki, İbn Abbâs
(R): Kevser, Allah Taâlâ'mn O'na, yânî Rasûlü'ne ihsan buyurmuş olduğu çok
hayırdır, demiştir.
Ebû Bişr dedi ki: Ben
Saîd ibn Cubeyr'e:
— Birçok kimseler
Kevser'in cennette bir nehir olduğunu söylüyorlar, dedim.
Bunun üzerine Saîd ibn
Cubeyr:
— Cennetteki o nehir
de Allah Taâlâ'mn O'na ihsan buyurduğu hayırdandır, cevâbını verdi [151].
160-.......Abdullah
ibn Amr (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Benim havzım
(açıları müsâvî olarak) bir aylık yol genişliğindedir. Onun suyu sütten daha
beyaz, kokusu miskten daha hoştur. Bardakları da gökyüzünün yıldızları gibi
çoktur. Her kim ondan içerse, o kimse artık ebediyyen susamaz".
161-.......
İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Enes ibn Mâlik (R) tahdîs etti ki, Rasûlullah
(S) şöyle buyurmuştur: "Şübhesiz havzımın (sahası) mikdârı Eyle ile Yemen
'in San 'â şehri arasındaki mesafe gibidir. Muhakkak ki, havzda semânın
yıldızları sayısınca ibrikler vardır" [152].
162-.......Bize
Enes ibn Mâlik (R) tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Ben
cennette yürüdüğüm sırada bir nehir gördüm, iki tarafında inciden oyulmuş
kubbeler vardı. Yâ Cibril! Bu nedir? diye sordum. Cibril: Bu nehir, Rabb'inin
Sana vermiş olduğu Kevser'dir, diye cevâb verdi. Ben gördüm ki, onun toprağı
-yâhud kokusu- keskin ve temiz misk idi".
Şekkeden Buhârî'nin
üstadı Hudbe ibnu Hâlid'dir.
163-.......Bize
Abdulazîz, Enes(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Sahâbîlerimden birtakım insanlar muhakkak havz başında benim yanıma
geleceklerdir. Nihayet ben onları görüp tanıdığım zaman onlar benim önümden
çekilip götürülürler. Ben: Onlar benim sahâbîlerim! derim. (Allah tarafından
vazîfeli melek) bana: Sen onların, Senden sonra (havzdan mahrûmluğa sebeb olacak
ma'siy etlerden) neler meydana getirdiklerini bilmezsin! der".
164-.......Bize
Muhammed ibn Mutarnf tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ebû Hazım tahdîs etti ki,
Sehl ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben sizin
havz başında öncünüzüm. Benim yanıma gelen ondan içer, ondan içen de ebediyyen
susamaz. Ve muhakkak benim yanıma birtakım kavimler gelecekler ki, ben onları
tanırım, onlar da beni tanırlar. Sonra benimle onların arasına bir perde
konulur".
Ebû Hazım şöyle dedi:
Ben bu hadîsi kendilerine tahdîs ederken bunu benden en-Nu'mân ibnu Ebî Ayyaş
işitti de:
— Sen bu hadîsi Sehl'den bu şekilde söylerken
işittin mi? diye sordu.
Ben de:
— Evet böylece işittim, dedim. Bunun üzerine
en-Nu'mân:
— Ben Ebû Saîd
el-Hudrî üzerine şehâdet ediyorum ki, muhakkak ben de ondan bu hadîsi
işitmişimdir. O bu hadîste şunları da ziyâde ederek, Peygamber'in şöyle
buyurduğunu söylüyordu: "Ben;
— Onlar bendendirler, derim. Bana:
— Sen onların Sen'in ardından neler ortaya
çıkardıklarını bilmezsin, denilir.
Ben de:
— Benden sonra dînde
değiştirme yapanlar uzak olsunlar, uzak olsunlar! derim".
İbnAbbâs:
"Suhkan", "Bu'den( = Uzak olsunlar)" ma'nâsma-dır.
"Sahîkun", "Baîdun( = Uzak olun)", "Sahakahu" ve
"Esha-kahu", "Eb'adehu", yânî "Onu uzaklaştırdı"
şeklinde söylenir, demiştir [153].
Ve Ahmed ibnu Şebîb
ibn Saîd el-Habatî şöyle dedi: Bize babam Şebîb, Yûnus ibn Yezîd'den; o da İbn
Şihâb'dan; o da Saîd ibnu'1-Müseyyeb'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre şöyle
tahdîs ederdi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kıyamet günü benim yanıma
sahâbt-lerimden bir zümre gelecek de onlar benim havzımdan geri döndürülüp
koyulacaklardır. Ben de:
— Yâ Rabb! (Onlar benim) sahâbîlerim! derim.
— Senden sonra onların ne bid'atler ortaya
çıkarmış oldukları hakkında Sen 'in hiçbir ilmin yoktur. Muhakkak onlar
arkaları üzere dönüp gerisin geri dînden çıkmışlardır, buyurur".
165-.......Saîd
ibnu'l-Müseyyeb, Peygamber'in sahâbîlerinden şöyle tahdîs ediyordu: Peygamber
(S) şöyle buyurdu: "Havz başına sahâbîlehmden birtakım adamlar gelecekler
de havzdan uzaklaştırılıp koyulacaklardır. Ben de:
— Yâ Rabb! Onlar benim sahâbîlerimdir! derim.
Bana:
— Sen'in ardından
onların (dînde) çıkardıkları bid'atler hakkında Sen'in hiçbir bilgin yoktur.
Onlar arkalarına dönüp gerisin geri dînden çıkmış kimselerdir, buyurur".
Şuayb, ez-Zuhrî'den
söyledi ki, Ebû Hureyre, Peygamber (S)'den "Yuclevne{ — Uzaklaştırılırlar)"
lafzıyle tahdîs ederdi. Ukayl de "Yuhalleûne" şeklinde hemzeli olarak
söylemişir. ez-Zubeydî de ez-Zuhrî'den; o da Muhammed ibn Alî'den; o da
Ubeydullah ibn Ebî Râfi'den; o da Ebû Hureyre(R)'den; o da Peygamber(S)'den
olmak üzere bu hadîsi böyle rivayet edip söylemiştir.
166-.......Bana
Hilâl ibn Alî, Atâibn Yesâr'dan; o daEbû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Ben (havz başında) dikilip durduğum
sırada bir zümre görürüm. Nihayet onları tanıdığım zaman benimle onlar arasından
bir adam (bir melek) ortaya çıktı da onlara:
— Geliniz! dedi. Ben ona:
— Bunları nereye
götürüyorsun? dedim. Melek:
— Vallahi cehneneme götürüyorum! diye cevâb
verdi.
— Bunların hâli,
günâhı nedir? dedim. Melek:
— Bunlar Sen 'in
ardından kıçları üzerine dönüp (dînlerine) arkalarını çevirerek irtidâd
ettiler! dedi.
Sonra ben havz başında
bir zümre daha gördüm. Nihayet onları tanıdığım zaman yine benimle onlar
arasından bir adam daha ortaya çıktı da bu topluluğa:
— Geliniz! dedi. Ben ona da:
— Bunları nereye
götürüyorsun? diye sordum.
— Vallahi ateşe götürüyorum, diye cevâb verdi.
— Bunların günâhı
nedir? dedim. Melek:
— Sen'den sonra bunlar
kıçları üzerine dönüp dînlerine arkalarını çevirerek gerisin geri dînden
çıkmışlardır! dedi.
Ben bu havza yaklaşıp
da geriye çevrilenlerden hiçkimsenin cehennemden kurtulacağım sanmıyorum.
Ancak çobansız yolunu şaşıran deve sürüsünden yolunu bulanlar misâli bunlardan
da (tek tük) cehennemden kurtulanlar olabilir!"
167-.......Bize
Enes ibn Iyâd, Ubeydullah'tan; o da Hubeyb,'den; o da Hafs ibn Âsim'dan; o da
Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): "Evimle minberim
arasındaki saha, cennet bahçelerinden bir bahçedir, minberim de havzimın
üzerindedir" buyurmuştur [154]
168-.......Abdulmelik
ibn Umeyr şöyle dedi: Ben Cundeb(R)'den işittim, şöyle dedi:Ben
Peygamber(S)'den işittim: "Ben havz başında sizin öncünüzüm"
buyuruyordu.
169-.......
Bize el-Leys, Yezîd ibn Ebî Habîb'den; o da Ukbe ibn Âmir(R)'den şöyle tahdîs
etti: Peygamber (S) birgün dışarı çıkıp Uhud (harbi) şehîdleri üzerine ölüye
cenaze namazı kılar gibi namaz kıldı. Sonra (Medîne'ye) dönüp minbere çıktı ve
(ölülere, dirilere veda eder gibi bir hutbe yapıp) şöyle buyurdu: "Ben
sizin, havz başına ilk ulaşanınız olacağım. Ve sizin hakk yolundaki hizmetlerinize
şe-hâdet edeceğim. Vallahi ben şu anda muhakkak (cennetteki) havzı-ma bakıp
görüyorum. Şuöhesiz bana Arz 'in hazînelerinin anahtarları yâhud: Arz'ın
anahtarları- verilmiştir. Vallahi ben, benden sonra sizin üzerinize müşrikliğe
dönmenizden korkmam. Lâkin ben sizin bu hazîneler (yâhud dünyâ) hususunda
birbirinizle nefsâniyet yarışına girişip didişmenizden korkarım" [155].
170-.......Bize
Şu'be, Ma'bed ibn Hâlid'den tahdîs etti. O da Harise ibn Vehb'den şöyle derken
işitmiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim: Ve kendisi havzı zikretti de:
"(Onun büyüklüğü) Medine ile San'â arasındaki saha gibidir" buyurdu.'
Ve İbnu Ebî Adiyy,
Şu'be'den; o da Ma'bed ibn Hâlid'den; o da Hârise'den: Onun Peygamber'den
işittiğini ve "Onun havzı, Me-dfne ile San 'â arasındaki mesafe sahası
kadardır" dediğini ziyâde etmiştir.
el-Mustevrid, râvîye:
— Sen ondan "Kapları" söylediğini
işitmedin mi? dedi. Râvî:
— Hayır, diye cevâb verdi. Bunun üzerine
el-Mustevrid:
— "Orada yıldızlar gibi kaplar
görülür" dedi [156].
171-.......Esma
bintu Ebî Bekr (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben havz
başında olacağım. Hattâ sizden bana gelmekte olanları gözetlerken, benim önümde
birtakım insanlar yakalanacak. Bunun üzerine ben:
— Yâ Rabb! (Onlar) benden ve benim ümmetimdendir,
derim.
(Buna cevaben:)
— Sen onların Sen 'den
sonra neler yaptıklarını bildin mi? Vallahi onlar Sen 'den sonra ayak
topukları üzerinde dönmekten hiç mi hiç ayrılmadılar, denilir".
Râvî dedi ki: Abdullah
ibn Ebî Muleyke:
— Yâ Allah! Biz
topuklarımız üzerinde dönmemizden yâhud dînimizden fitnelere uğratılmamızdan
Sana sığınırız! diye duâ ederdi.
"Alâ a'kaabihim
yenkisûn", "Topuk üzerinde geriye dönüyorlar" demektir. Bir
rivayette âyetteki gibi gelmiştir: "Fe kuntum ala a'kaabıkum
tenkısûn" (ei-Mu'minûn: 66) "Topuklarınız üzerinde geriye
dönüyordunuz" demektir.
[1] er-Rikaak, "Rakîk'"m cem'idir.
"Raktk", "Rikkaf'ten alınmış bir sıfattır, yufka şeye denir.
"Rikkat", şefkat ve merhamet ma'nâsmadır ki, kalb inceliğinden
meydana gelen sevgidir. Rikkat ile Dikkat bir ma'nâya olmakla beraber, aralarında
şöyle bir fark da vardır: Rikkat, derinliği i'tibâriyledir ki, yufkalık ta'bîr
olunur; Gılzat, yânî kabalık mukaabili kullanılır. Meselâ "Fulânın kalbi
rakîktir" dediğimizde, katı yürekli değildir, yufka yüreklidir demek olur.
Dikkat de etrafı ve eni i'tibâriyledir ki, bundan da incelik'le ta'bîr olunur.
Meselâ "Fulân dikkatli nazar sahibidir" dediğimizde, ince ve etraflı
görüşlü, demiş oluruz. Bu bilgilere göre "Kitâbu'r-rikaak", kalbde
bir nevi' yufkalık ve incelikler meydana getirecek özellikteki hadîsleri
toplayan kitâb demektir.
[2] Bu hadîsteki iki ni'met, sıhhat ve ferâğ'dir.
Hakîkaten insanların derin bir gafletle devam edip gidecek sandığı, fakat
günün birisinde uçup gittiğini görerek aldandığı iki büyük ni'mettir. Beden
sağlığı bütün işlerin yapılması, bütün vazifelerin görülmesi ancak kendisiyle
mümkin olan herşeyin başı ve dayanağı bulunan en büyük bir ni'met olduğu
şübhesizdir. Sağlık olmadan ne dünyevî, ne uhrevî hiçbir iş tam yapılamaz.
Ferağ: Bir işten
meşguliyeti terk ile kurtulup boş olmak ma'nâsınadır.
Dînî ve hayâtı çalışmalar için boş vakit demektir. Bu zaman fırsatının
ne büyük bir ni'met olduğunu haylazlar değil, çalışma sâhibleri takdîr eder. Bu
iki ni'metten istifâde edememek, yufka yürekle ve kalb inceliğiyle acınacak
hâllerdir.
[3] Bu iki parantez arasına aldığımız mutâbaat, bunu
ta'kîb eden hadîsten sonra yazılmıştır, fakat yeri burası gibi görünüyor. Bu
hadîsin bir rivayeti Ensâr'm Menkabeleri bölümünde de geçmişti. Rasûlullah bu
beyitleri okuyarak zorluk ve yorgunluk içinde hendek kazmakta çalışan
sahâbîleri şevklendirip yorgunluklarını hafifletmeye çalışırdı.
[4] Bu mutâbaat, bâzı Buhârî nüshalarında var, bâzılarında
yoktur. Telvîh sahibinin dediği gibi, bunun burada bulunması, uzun bir
düşünmeye muhtâc olur. Onun için bâzıları bunun buradan düşürülmesi lâzımdır,
demişlerdir.
[5] Dünyâ hayâtı, yânî âhiret kazancı için sarf edilmeyen,
bekaa âlemi ni'metleri-nin kazanılmasına vâsıta kılınmayan fânî hayât, sırf
çocukları aldatan ve yorgunluktan başka netîcesi olmayan şu hâllerden
ibarettir:... Dünyâ hayâtı, aldanma metâından başka birşey değildir... Ancak
Saîd ibn Cubeyr'den rivayet edildiği üzere aldanma metâı olması, âhiret
talebinden alıkoyması cihetiyle-dir. Amma Allah'ın rıdvânına ve âhiret
taleblerine vesîle edinilmesi i'tibâriyle ne güzel meta', ne güzel vesîledir. O
hâlde insan olanlar, dünyâ-hayâtm geçici zevklerine kendilerini kaptırmayip,
sonundaki o firak ile bir taraftan o şiddetli azabı, bir taraftan da o mağfiret
ve ndvânı düşünmeli de yalnız azâb korkusuyle değil, o mağfiret ve ndvâna lâyık
bir neş'e, bir aşk ve mahabbetle âhiret için çalışmalı, o büyük murada
ermelidir (Hakk Dîni, VI, 4750-4752).
Bu âyet asıl dünyâyı değil, dünyânın kötü taraflarını îzâh etmekte,
onlardan kaçınılmasını tavsiye etmektedir. Çünkü dünyâ da, dünyâda olanlar da
boşuna yaratılmamıştır (el-Mu'minûn: 115; Sâd: 27). Hayât, ni'metlerin aslıdır
(el-Bakara: 28). Dünyâ hayâtı kötülenmiş değildir. Kötülenmiş olan, onu Allah'a
ve Peygamber'e itaate, güzel amellere sarfetmemek, âhireti insanlığı unutup
sırf dünyâya ve dünyânın fenalıklarına tapmaktır (Meâl-i Kerîm).
[6] Hadîsten maksad, cennette az mikdâr yerin dünyâdan ve
dünyâdaki herşeyden daha hayırlı olduğudur. Çünkü cennet bakî, dünyâ ve
içindekiler fânidir. Onun için hayâtı, âhireti kazanma yolunda harcamahdır.
[7] Bu hadîs dâima hatırda tutulmaya, hattâ levha yapılıp
dâima göz önünde bulundurulmaya lâyık son derece kıymetli bir hayât
düstûrudur. İbn Umer'in tavsiyesi de bu hadîsin en güzel bir tefsiri
mahiyetindedir.
el-Hâkİm de İbn
Abbâs'tan şu hadîsi rivayet etmiştir:
Peygamber (S) va'z
ederken, bir adama hitaben şöyle buyurdu "Beş şeyden evvel beş şeyi
ganimet bil: İhtiyarlığından önce gençliğini, hastalığından önce sağlığını,
fakirliğinden önce zenginliğini, meşgûllüğünden önce boş vaktini, ölümünden
evvel hayâtını!"
Çünkü akıllı olan
kimse, akşama girdiği zaman sabahı beklemez; sabaha girdiği zaman da akşamı
beklemez, fakat bunlardan evvel ecelinin kendisine erişeceğini düşünür de
ölümünden sonra faydasına kavuşacağı işleri yapar, sağlık günlerinde iyi
işlere koşar. Zîrâ hastalık ansızın gelir de onu amelden men' edebilir...
Şu sözleri söyleyen ne kadar güzel söylemiştir:
İzâ hebbet nyâhuke
feğtenimbâ
Fe-inne li külli
hâfıkahn sükûnu
Ve lâ tağM ani'l-ihsâni
fihâ
Fe mâ tediî's-sukûne
meta yekunu
îzâ zafiret yedâke
felâtuhassır
Fe-inne'd-dehre âdetuhû
yekûnu
(= Rüzgârın estiği
zaman onu ganimet edin. Çünkü her hareket edenin sükûnu vardır. Sakın onda
ihsandan gâfıl olma, zîrâ sen sükûnu ne zaman olacak bilmezsin. Ellerin zafere
ulaştığı zaman kusur yapma, çünkü dehrin âdetidir, hainlik yapar.) (Kastallânî)
[8] Başlıktaki bu âyetler, yaradılış sırrından habersiz
olanların sırf dünyâya yönelik emellerinin ve bunların kötülük ve boşluğunun
delilleridir.
[9] Buhârî bunu böyle Alî'nin sözü olarak getirdi. Bunu
İbnu'l-Mubârek ez-Zühd de birçok yollarla tsmâîl ibn Ebî Hâlid'den, Zubeyd'den,
Âmir oğullan'ndan olan bir adamdan rivayet etmiştir. İbn Ebî Şeybe ve Hılye'de
Ebû Nuaym da bunu rivayet etmişlerdir. Ebû Nuaym'm rivayetinin baş tarafında
şunlar vardır: "Üzerinize korktuğum şeylerin en korkuncu hevâya uymanız
ve tulu emeldir. Hevâya uymak, Hakk'tan men' eder. Emel uzunluğuna gelince, o
da insana âhir eti unutturur. Dikatedin! Dünyâ arkasına dönerek gitti...
dedi". Hakimlerin bâzısı da Alî'nin bu sözünden olarak: Dünyâ arkasına
dönüp gidicidir, âhiret ise gelmektedir. Dönüp gitmekte olana yönelip de
gelmekte olana arka dönen kimseye hayret olunur! demiştir... (Kastallânî).
Biz Hz. Alî'nin bu
büyük ve hikmetli sözünü el-Bakara: 96. âyetinden sonraya almak suretiyle
küçük bir yer değişikliği yaptık.
Emel ve recâ hakkında güzel bir açıklama: Hakk Dîni, V, 3579'da vardır.
[10] Peygamber'İn bu hadîste anlattığı çizgilerini sarihler
çeşit çeşit îzâh etmişlerdir.
[11] Bunlardan en uygun sanılan resim, şöyledir:
Peygamber kazâ-kader,
tabiî ölüm, zamansız ölüm gibi karmaşık mes'eleleri en sâde zihinlere de
yaklaştırmak için çizgiler ve resimlerle tasvir edip anlatmıştır.
Emel, uzun ömür ve bol
mal gibi nefsin hoşlandığı şeyleri ümîdlenmektir ki, Türkçe'de
"Ummak" ta'bîr olunur.
Ma'nâca emele yakın
olan "Temenni" ve "Recâ" ta'bîrleri de vardır. Bunlar
arasında bâzı farklar vardır: Emel, bir kişinin meydana gelmesi mümkin olan
şeyi elde etmek istemesidir. Meydana gelmeyince kişi o arzu ettiği şeyi temenni
eder, demişlerdir. Recâ da gönlün sevdiği bir şeye -müstakbelde hâsıl olması
için-takılmasıdır. Dilciler "Temenni" ile "Recâ" arasında
şöyle bir fark da bildirirler: "Temenni", sahibine tenbellik verir
ve arzusunun meydana gelmesi için ciddî bir ehemmiyetle çalışmaz.
"Recâ" sahibi ise, bunun aksine, maksadının husulü için çalışır. Bu
bakımdan "Recâ", sahibi için bir fazilettir, övülmüştür.
"Temenni" ise emel gibi kötülenmiştir.
Hayır îfâ etmeye,
maişet te'mîn etmeye yönelik emeller hayırlı emellerdir. Bu nevi' hayır
emellere aykırı olan emeller kötülenmiştir.
Bâzı hakîmler: Bu nevi'
uzun emeller aklı yıpratır, dîni bozar, kanâati giderir, demişlerdir. her
taraftan kuşatmakta olan bu kare şeklindeki çizginin ondan dışarıya doğru
uzanan çizgiden daha yakın olduğunda hiç şübhe yoktur.
Bu hadîs dahî insanoğlu
uzun emel ile yaşarken, günün birinde kendisine en yakın olan ecelin pençesine
düştüğünü tasvîr etmektedir.
[12] Bu âyet, gafil yaşayan, hâlini ve gidişini düzeltmeyen
kimseler için bir tevbîh, yânî azarlamadır. Bu azarlamanın uzun yaşlılar
hakkında daha da büyük olacağı şübhesizdir.
Tecrübe zamanı dahî
ta'bîr olunan bu müddeti yaşayan bir kimse için Ya-ratan'ım bilmekte özür
kalmamıştır. Bu müddet hakkında muhtelif rivayetler gelmiştir: Altmış,
kırkaltı, kırk, bulûğ yaşı, yirmi. Yirmiden altmışa kadar denilmiş ise de
hakikatini Allah bilir. Bulûğdan sonra her vefat eden hakkında bu müddet
tahakkuk etmiş demektir. Altmış, Peygamber'den rivayet edilmiş olduğu üzere
a'zamîsi demektir. Yânî bundan sonra küfre hiç ma'ziret kalmıyor demektir
(Hakk Dini, V, 3994)
Bu satırların nâçiz yazarı Mehmed Sofuoğlu 25 Mart 1984/24 Cumâda'l-âhir
1404 târihinde altmış yaşını tamamlayıp altmışbir yaşını işlemektedir. Yüce
Allah'tan şu niyazda bulunur: "Ey Rabh'im, bana ve ana-babama lütfettiğin
ni'metine şükretmemi ve (geri kalan ömrüm içinde) Sen 'in razı olacağın iyi
işler yapmamı bana ilham et. Rahmetinle beni de sâlih kullarının arasına sok!
(en-Neml: 19).
[13] Allah'ı bilmek, dînî ve dünyevî hayır ve saadet
yollarını öğrenmek için tecrübe zamanı demek olan bu müddet, bu hadîste altmış
yaş olarak sınırlandırılmıştır ki, artık bu yaşa varan kimsenin kusurları
hakkındaki özürlerini Allah reddediyor. Bundan sonra ancak tevbe ve istiğfar
etmek ve bütün varlığı ile Allah'a yönelmek yolu açık bulunuyor...
[14] Bu Ebû Hureyre hadîsi ile ondan sonra gelen Enes
hadîsi de insanoğlunun mal hırsını ve uzun ömür hayâl ve temenni etmesini pek
güzel belirtmiştir.
[15] Mahmûd ibnu'r-Rabî' küçük sahâbîlerdendir.
Rasûlullah'm onun yüzüne su püskürtmesi, beş yaşında iken olmuştu. Bu vak'ayı
anlatan hadîsi Vudû' Kitâbı'nda geçmişti.
itbân ibn Mâlik el-Hazrecî, es-Sâlimî, Rasûlullah'a gelip: Yâ
Rasûlallah, gözlerimde hayır kalmadı, kavmime namaz kıldıran benim. Mescİdlerine
gidip namaz kıldıramaz oluyorum. Gönlüm ister ki, bana gelip evimde namaz
küdırsan da Sen'in namaz kıldığın yeri namazgah edinsem! dedi. Rasûlullah:
"tnşâaüahyaparım" dedi... İşte burada kıldırdığı namaz, bu
va'dettiği namazdır...
[16] Safıyyehû", kulun ana-baba, kan-koca, evlâd,
kardeş gibi sevdiği bir kimsesi ma'-nâsınadır. Buradaki "îhtisâb" da,
sevdiği birinin ölümü üzerine, Allah için sabredip sabrının ecrini yalnız
Allah'tan istemek ma'nâsınadir.
[17] Bu hitâbıyle Rasûlullah sahâbîleri ve onların
şahıslarında gelecek nesilleri dünyâya ve dünyâ servetlerine aşın rağbet
etmekten ve dünyâ maliyle çok meşgul olup âhiret işlerini ihmâlden ve dünyâ
malı yüzünden birbirlerine düşüp kötüleşmekten sa-kmdırmıştır. Bunun bir
rivayeti son fıkranın farklilığıyle Cizye'de "Zimmet ehliyle mütâreke
bâbı"nda geçmişti.
[18] Bunun bir rivayeti Cenazeler Kitabı, "Şehîd
üzerine cenaze namazı bâbı"nda geçmişti.
[19] Zekât'ta "Yetimlere sadaka vermek bâbı"ndaki
rivayetin sonunda "Kıyamet gününde bu mal, kendi sahibinin cimriliğine
şehâdet edecektir" ziyâdesi vardır.
[20] Bunlar yemelerde, içmelerde genişleme ve çok yemeleri
sebebiyle semizleyip şişmanlarlar, semizlik ve şişmanlığı severler, onların
hayât gayeleri böyle bol bol yiyip içmek ve semizlenmekten ibaret olur. Bunun birer
rivayeti Şehâdetler'de ve Menâkıbu's-Sahâbe'de geçmişti.
[21] Bu da aynı hadîsin başka yoldan bir rivayetidir. Daha
sonra gelecek insanların ahlâk yönünden düşüklüklerini ifâde ediyor.
[22] Habbâb'ın her üç hadîsteki bu sözleri, fetihler ve
fetihlerde elde edilen ganimetlerin çokluğu sebebiyle zenginliklerinin
arttığım, bunun da bâzı kimseleri meşgul edip âhiret yolundan alıkoyduğunu,
âhiret saadetlerini eksilttiğini açıkça belirtmektedir!
[23] O hâlde sakın dünyâ hayâtı sizi aldatmasın... Dünyâya
dalıp da uhrevî vazifelerinizi unutmayın, dünyâ için âhiretinizi feda etmeyin.
Çünkü gençlik uçup ihtiyarlık çöktüğü gibi, dünyâ her ne olsa bir rü'yâ gibi
gelir geçer; âhiret ebedî olmak üzere gelir çatar. Ve sakın o çok aldatıcı
şeytân sizi Allah ile de aldatmasın... Yânî Allah Kerîm'dir, Allah Gafûr'dur,
Rahîm'dir, Allah herşeye vekîl-dir diyerek günâhlara, tenbelliklere,
sefâhetlere sevketmesin... Fi'1-vâki' Allah öyledir. Fakat öyledir diye
aldanmak, Allah saygısını duymamak, izzet ve celâlini hesaba almamak, Allah'ın
îkaabını tanımamak gibi bîr cinayet ve aynı zamanda Allah'ın îmân ile çalışan
sâlih kullarına va'd edilen ni'metlerden mahrumiyettir. Çünkü küfür ve küfrân
edenlere şiddetli azâb, îmân ile sâlih amellere çalışanlara mağfiret ve büyük
ecir vardır (Hakk Dîni, V, 3975).
[24] Hadîsin başlığa uygunluğu, bu "Aldanmaymız!"
fıkrasmdadir. Bu hadîsin birkaç rivayetini Müslim de Tahâret'te getirmiştir.
[25] Yânî ez-Zehâb, zây'ın fethasıyle gitmek, geçmek;
zây'ın kesresiyle ez-Zihâb ise yağmur ma'nâsmadır.
[26] Bunun bir rivayeti Mağâzî'de de geçmişti. Bunun bâzı
rivayetlerinde "İyi kulların ruhları birer birer kabzolunur..."
lafzıyle, yine bâzılarında "Hufâle" ve "Husâle"
lafızlarıyledir. Sâlih kulların bu fânî hayâttan birer birer çekilip gitmeleri
ve değersiz insanların çok olması, kıyametin yaklaşması alâmetlerinden olduğu
bildirilmiştir.
[27] "Mallarınız ve evlâdlarınız bir fitnedir";
yânî sizi meftun edip birtakım zahmetlere ve günâhlara sokmağa sebeb olan ve
birtakım hayırlardan, tâatlerden alıkoyun bir ibtilâ ve mihnettir. Hâlbuki
büyük ecir Allah kalındadır. Onun için Allah mahabbetini, Allah zikr ve tâatini
mal ve evlâd mahabbetine dahî tercih etmeli, mal ve evlâd kaygılarıyle
uğraşırken Allah için ibâdet ve tâati bozmamalıdır (ffakk Dîni, VI,
5037-5038).
[28] Bunun bir rivayeti Cihâd'da, "Gazvede nevbetçilik
bâbı"nda geçmişti.
Hadîs, mal ve menfaat düşkünü hırslı kimselerin rûh hâllerini ifâde
etmektedir. Hadîsin son fıkrasını te'yîd eden bir âyet meali şudur:
'"içlerinden sadakaların taksimi) hususunda seni ayıplayacaklar da var.
Çünkü eğer içlerinden kendilerine verilirse hoşlanırlar. Şayet yine
kendilerinden onlara (diledikleri şey) verilmezse, derhâl kızarlar"
(et-Tevbe: 58).
[29] Hadîsin "Mal fitnesinden sakınılması"
başlığına uygunluğu açıktır. İslâm Dîni mal kazanmaktan ve ihtiyâç zamanı için
mal biriktirmekten men' etmiş değildir; bil'a-kis bunu teşvik etmiştir.
Zenginlik ve fakirliğin, sâhiblerinin hâl ve hareketlerine göre iyi yönleri de,
kötü yönleri de olabilmektedir. Zenginliğin fena yönü bu hadîste bildirildiği
üzere, ihtiras derecesinde insanlık faziletine engel olan nev'idir. Allah'a
kul olma yerine altın, gümüş ve diğer mallara kul köle olacak derecede hırsla
zenginliklere bağlanmak, insanlara ve Allah yollarına harcamayı bırakıp serveti
kendini ebedî kılacakmışçasına doymaz ve aç gönüllü yaşamaktır...
Bu hadîsteki "Altın, gümüş ve değerli elbise kulu " ta'bîri,
bu servetlere, âzâd kabul etmez bir köle gibi bağlanan, hayırdan, içtimaî
yardımdan uzaklaşan ihtiraslı kimsenin vaziyetini en belîğ bir uslûb ile
tasvir etmektedir!...
[30] Bu İbn Abbâs hadîsi, rivayet yollan çok olan
hadîslerdendir. Buhârî bu bâbda beş yol ile İbn Abbâs'tan, İbnu'z-Zubeyr'den,
Enes ibn Mâlik'ten getirmiştir.
Mişkât şerhinde şöyle dedi: Bunun ma'nâsı şöyledir demek mümkin olur:
Adem oğlu mal sevgisi, mal kazanmaya çalışma sevgisi ve bundan doymama üzerine
cİ-bîllendirilmiştir. Ancak Allah'ın koruduğu ve bu cibilleyi nefsinden izâleye
muvaffak kıldığı kimseler müstesnadır; bunlar da ne kadai azdır. "Allah
tevbe edenin tevbesini kabul eder" sözünü şunu bildirmek için tam yerine
koydu. Bu zikredilen cibillet kötülenmiştir, günâh yerinde câridir; bunun
izâlesi mümkindir, lâkin bu da Allah'ın muvaffak kılması ve doğrultmasıyle
olur. Bunun benzeri Yüce Allah'ın "Kim nefsinin aşırı cimriliğinden
korunursa, işte onlar felah bulanların tâ kendileridir" (el-Ha$n 9;
et-Tegâbun: 16). Burada ince bir nükte de şudur: Âdem oğlunun zikrinde onun
topraktan yaratıldığına ve tabmda ondan bir kabza, yânî tutma olduğuna, bunun
izâlesinin de Allah'ın tevfîk bulutlarından yağdırmasıyle mümkin olup semere
vereceğine İşaret vardır... (Kastallânî).
[31] Bu et-Tekâsür Sûresi de çok mal toplama hırsını daha
belîğ bir uslûbla kötülediği için, sahâbîler "Lev kâne... " sözünün,
Peygamber'in sözünden olup, Kur'ân olmadığını bildiler...
[32] ...İşte böyle şehevât mahabbetini pek güzel birşey
zannetmeleri, kendilerini her fenalığa sürükler. Bunlara böyle mahabbet ise
göründüğü gibi güzel birşey değildir. Bunların emel gayesi edilmeye değerleri
yoktur. Nihayet bunlar alçak bir hayât me-tâıdır.
"İnsan bırakır
hepsini hîn-i seferinde"
Dönüp dolaşıp
varılacak, emel gayesi edinilecek şey bunlarda değil, Allah ya nindadir ki, bu
dünyâ hayâtından geçilip Allah'a varıldığı zaman erilir. O şehevât, . dünyâ
hayâtı geçirmek üzere verilmiş, vâsıta olmak i'tibâriyle Allah tarafından birer
ni'met iseler de, bu alçak hayâta ve bunun metâı olan şehvetlere mahabbet etmek
ve bu yüzden Allah yanındaki hüsnü metâı feda eylemek ne kadar budalalıktır,
ne kadar alçaklıktır!... (Hakk Dîni., II, 1052)
[33] Umer'in bu duasını ed-Dârakutnî, Mâlik'in Garibeleri
Kitâbı'nda; İsmâîl ibn Ebî Uveys'ten; o da Mâlik'ten; o da Yahya ibn Saîd
el-Ensârî yolundan rivayet etmiştir.
[34] Hadîsin birer rivayeti Vasiyetler'de ve Beşte bir'de
de geçmişti: Yüksek el, dâima veren eldir; alçak el de verileni almak için
daha aşağıda açılan eldir. Bu, eskimez tslâmî düstûrlardandır.
[35] Bu hadîs de hakîkaten iyi düşünenlerde kalb inceliği
ve uyanma meydana getirecek yüce ve çok kuvvetli sözlerden biridir!
[36] Bundan anlaşılan şudur ki, dünyâda insanlar amelde
müsabaka ve imtihan için yaratılmış olduklarından, her amelin üzerine sabit
olacak iyi ve kötü bir semere vardır. Her çalışan sa'y ve ameli mukaabilinde
muhakkak bir semereye erer. ''Muhakkak sa'yigörülecek" (en-Necm: 40) demek
olur ki, bu semere, kendi istediği muradı kadar olmasa bile herhalde amelinin
değerinden de aşağı olmaz... Ve herhangi bir amelin asıl semeresi, Allah
katında ona tertîb ve takdîr edilmiş olan neticesidir. En büyük hakkı da bundan
sahibinin gözetmiş olduğu maksad ve gayeyi geçmemektir. Onun için en büyük
murâdları fânî olan dünyâ hayât ve zînetinden ibaret bulunanların amellerinin
ecri de dünyâ hayâtından ileri geçmez, bâkîyâta ermez. Bunlar, maksad ve
niyetlerine göre, sa'y ve amellerinin bütün mükâfatını dünyâda almış tüketmiş
bulunurlar... Çünkü dünyâ hayâtı zâten fânî olduğundan, onu tutmak veya tezyîn
etmek için ne yapılsa boştur. Ecel gelince hepsini siler süpürür. Allah'tan
başkası fânî olduğundan, Allah için yapılmayan her amel de bâtıldır {Hakk Dîni,
IV, 2771-2772).
[37] Hadîs, bâzı ziyâde ve noksanlarla İstikraz ve
İsti'zân'da ve daha başka yerlerde geçti. Müslim de Zekât'ta getirdi.
[38] Buhârî burada hadîs ilminin hârika inceliklerinden
bâzılarını ortaya koymaktadır. Allah ona bu derin ve ihatalı ilmine karşılık
büyük mükâfatlar ihsan eylesin (Âmîn)!
[39] Fâsik, fışkından, günahkâr günâhından tevbe etmek
suretiyle temizlendikten yâ-hud Allah hakları ile küf haklarından dolayı
mukadder olan azabı çekerek temizlendiklerinden sonra cennete girecektir,
denilmiş oluyor. Yânî böyle büyük günâhlar, mü'minin sonunda cennete girmesine
mâni' olmaz demektir.
[40] Bu hadîsin bir rivayeti İstikrâz'da geçmişti.
[41] Bu hadîste "Mal"a "Araz"
denilmesi, sahibine sonradan geldiğinden dolayıdır. Çünkü bir zaman ânz, sonra
da zail olur.
[42] Bundan murâd, Allah'ın kendisi için taksim ettiğine
razı, fakirliğin sıkıntılarına sabredici, kendisinden Allah'ı gücendirecek
hiçbir söz ve fiil çıkmayan, kazanmayı terketmeyen, dilenmekle de hiç
uğraşmayan İffetli fakirdir. Yoksa maksad, fakîrliğin mutlak olarak
zenginlikten hayırlı olduğu değildir. Çünkü insanı türlü sıkıntılara, borçlara
ve hattâ günâhlara düşürecek olan fakirlikten, Rasûlullah, Allah'a sığınmıştır.
[43] Rasûlullah'm burada övdüğü fakîr de iffetli, sabırlı,
ahlâklı, dürüst bir kimse ve ilk müslümânlardan bir mücâhid idi.
[44] Hadîs metnindeki "Nemîre" kelimesini
Kurtubî, cariyelerin giydiği; Sa'leb de yaşlı kadınların giydikleri çizgili bir
sevb diye tefsîr etmişlerdir. Buna göre bu bez, Mus'ab ibn Umeyr'in bir koca-karı
libâsını giyecek derecede fakirlik ve ih tiyâç içinde geçen fedakâr hayâtını
daha belîğ ifâde eden bir husus olmuştur. Hâlbuki Mus'ab, Mekke'de servet ve
ni'met içinde idi. Hicret edince fakîrliğe düşmüştü. Bu hadîste Mus'ab'ın
fazileti ve onun bu fakîrliğiyle beraber, âhiret sevabından hiçbirşey
eksilmediği hakikati vardır. Bunun bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda da
geçmişti.
[45] Fakirlerin cennette çoğunluğu oluşturması şöyle tevcîh
edilmiştir: Birçok ma'-siyetleri işlemeye sevkeden maldır, malın verdiği
azgınlıktır. Dünyâda maldan mahrum fakirler çoğunlukta olduklarından, dünyâda
dînî vazifelerine bağlı bir hayât yaşayan fakîrler cennette çoğunluğu teşkil
etmişlerdir...
Kadınların cehennemde çoğunluğu oluşturmaları ise, kadınların tab'an erkeklerden
asabi olmaları, zînete ve dünyâ gösterişine düşkün bulunmaları, ekseriyetle
kocalarına karşı isyancı ve nankör olmaları gibi sebeblere bağlanmıştır.
[46] Bu hadîsler, bütün Arabistan'a hâkim olmuş ve en
mükemmel bir idare kurmuş devlet başkanı olarak vefat eden Peygamber'in evinde
yaşanan mütevazı' hayâtı göstermektedir. Böylece hadîsler başlığa uygun olup,
bâzı hâllerde fakîrliğin tercîh edildiğine ve fazîletine delâlet etmişlerdir.
[47] Hadîs, metnin başındaki "Âllâhu'llezî"
lafzındaki hemzenin yemîn vâv'ı ma'-nâsına oiduğu, Hafız Ebû Zerr'den Yûnûniyye
nüshasında naklolunmuştur.
[48] Suffa ehlinin eve gelen mikdârı bildirilmemiştir.
Bâzıları yetmişten fazla olduğunu rivayet etmiştir. Biıhârî, Namaz
Kitâbi'ndaki hadîste Suffa ehlinin kadrosu yetmiş olduğunu, Ebû Hureyre'den
rivayet etmiştir. Hılye'dt yüze yakın bir sayı bildiriliyor. Bu konuda en
isabetli söz Ebû Nuaym'ın, Suffa ehlinin muayyen bir kadrosu olmadığına dâir
rivayetidir. Suffa ehli, mescidin bitişiğinde "Suffa" denilen bir
sundurmada oturup, hazarda Kur'ân ile, seferde rihâd ile meşgul olduklarından,
hâlin gerektirmesine göre sayıları bazen artar, bazen eksilirdi.
[49] Rasûlullah'm gülümsemesi, Ebû Hureyre'nin "Bana
süt kalmayacak" sanarak endîşelenmesindendir.
[50] Rasûlullah'm burada hamdetmesi, az süte Allah
Taâlâ'nın çok bereket ihsan buyurmasındandır.
Bu hadîste, Peygamber'in ve sahâbîlerinin yaşayışlarının nasıl olduğunun
en güzel beyânı vardır. Bu hadîsin bir kısmı kısaca Isti'zân'da geçti. Sonra
onu burada Ebû Nuaym Fadl ibn Dukeyn'den yalnız olarak uzun metinle tekrar etti.
Bunu Tirmizî, ez-Zuhd'de; Nesâî de er-Rıkaak'ta rivayet etti. el-Kirmânî şöyle
dedi: "Hadîsin yarısından bir mikdârını'' sözüyle Buhârî, Taamlar
Kİtâbı'nda Yûsuf ibn îsâ yolundan zikrettiği hadîse dayanmıştır. O, bu hadîsin
yansına yakındır... Böylece hadîsin hepsi müsned olur... Bu hadîste düşünüp
çıkarabilecekler için birçok fâideler vardır (Aynî).
[51] Esed oğulları, Peygamber'in vefatından sonra dînden
çıkmış, o sırada peygamberlik iddia eden reîsleri Tuleyha ibn Huveylid el-Esedî'ye
tâbi' olmuşlardı. Ebû Bekr zamanında Hâlid ibn Velîd kumandasında gönderilen
ordu ile tenkil edilmişler, geri kalanları da İslâm'a dönmüşlerdi. Bunların
çoğu Kûfe'de oturmayı tercih etmişlerdi. Bunların başkanları, Sa'd ibn Ebî
Vakkaas Küfe vâlîsi bulunduğu sırada Umer'e, dîn ve ibâdet işleri hakkında
birtakım şikâyetlerde bulunmuş ve valilikten azledilmesine sebeb olmuşlardı.
Sa'd ibn Ebî Vakkaas, hadîsteki bu serzenişlerini bu vak'a ürerine söylemiştir.
Bu hadîsin bâzı
rivayetleri Sa'd'ın faziletleri ile Et'ime'de de geçmişti. Müslim de bunu
kitabın sonunda getirmiştir.
[52] Hz. Âişe'den gelen bu altı hadîs ve diğerleri,
Peygamber'in ve ailesi ferdlerinin yaşayışlarındaki sadeliği; dünyâ
lezzetlerinden uzak, ölmeyecek derecede az yeme ve içme suretiyle hayât
sürdüklerini en güzel şekilde belirtmektedir. Hâlbuki Peygamber ve ailesi
ferdleri, isteseydi bundan daha bol beslenme ve yüksek yaşama yapabilirlerdi.
[53] el-Kût:... Bedeni tutacak mikdâr, yânî insan bedeni
kendisiyle ölümü kapatıp yaşamasını sürdüreceği gıda demektir.
[54] Bu hadîsler gerek ibâdet ve tâatlerde ve gerek diğer
her türlü çalışma ve hareketlerde ifrat ve tefritten sakınıp, orta yolu
tutmanın, i'tidâlîi olmanın fazîleti-ne ve sevimliliğine delâlet etmektedirler.
Doğru yolu tutmak ve i'tidâlîi olmak, mü'minin hiç değişmez hayât düstûrları
olmalıdır.
[55] Bu hadîslerin bâzı rivayetleri daha önce Oruç ve Namaz
Kitâbları'nda geçmişti. Başlığa delâletleri meydandadır.
İktisâd, lügatte
"Amelde i'tidâl" demektir ki, "Kasd"dan alınmıştır. Çünkü
matlûbunu iyi tanıyan bir kimse, onu hiç eğilip bükülmeden, istikaamet üzere
kasdeder. Maksûdunun mevzii ve mevkiini bilemeyen ise, tahayyür içinde kalır.
İfrat ve tefrit ile kâh sağa, kâh sola bocalar, çabalar durur. İşte bu sebeble
iktisâd, maksûda götüren amel demek olmuştur. Mâlî işlerdeki îktisâd'm da esâsı
budur... (Hakk Dîni, II, 1736).
[56] Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı, "İmâma
doğru göz kaldırmak bâbı"nda geçmişti. Bunda namaz kılan kişiye, gözleri
önünde cennet ve cehennemin misâllerini getirmesi ve böylece şeytânın
hatırlatmasından meydana gelecek fikirlerden korunması tenbîhi vardır...
Başlık ile hadîs arasındaki uygunluk, bu
bakımdandır.
Bu babın hadîslerinin çoğu tekrar edilmiştir, bâzısında diğeri üzerine
ziyade de vardır (Kastallânî).
[57] Ey kitâb ehli, siz hiçbirşey üzerinde
değilsiniz"; yânî diyanetiniz yok; dîn nâmını verdiğiniz, gittiğiniz yol
birşey değildir. Tâ ki Tevrat'ı, ve Inctl i ve Rabb'-inizden size
indirilenlerin hepsini -ki Kur'ân ve Kur'ân'ın bu âyeti de bu cümledendir-
ikaame edesiniz, bunlara hakkıyle riâyet edesiniz. Önden geleni sonradan
gelenin tasdikinden geçirerek, mecmû'unun hâsılına göre Allah'ın ahid-lerini ve
akidlerini tanıyıp îfâ edesiniz. İşte o zaman bir şey üzerinde bulunmuş, bir
dîne sâhib olmuş olursunuz. Yoksa bu gidişiniz dinsizlikten, yolsuzluktan başka
birşey değildir.. (Hakk Dîni, II, 1738).
[58] Hadîsle âyet arasındaki münâsebet şu bakımdandır: Âyet
"İndirilmiş olan Kitabın" içindekilerle amel etmeyene, kurtuluş hâsıl
olmayacağı ve emredilen amelleri işlemeksizin kuru kuruya olan ümidinin ona
fayda vermeyeceğine delâlet etmektedir. Korkmakla beraber ümîdli olmak
ma'nâsını ifâde eden bir âyet: "Onların taptıkları da, hangisi Rabb
'terine daha daha yakın (olacak) diye vesî-le arayıp duruyorlar, O 'nun
rahmetini umuyorlar, O ''nun azabından korkuyorlar. Çünkü Rabb'inin azabı
korkunçtur" (el-isrâ: 57)
[59] Umer'in bu sözünü Ahmed ibn Hanbel Zühd Kitâbı'nda,
Mucâhid'den sahîh bir senedle rivayet etmiştir.
Ma'lûm ki, sabr, nefsin iyi bir iş yapmak veya fenalıktan kaçınmak için
acıya, meşakkate tahammül kuvvetidir. Başlıca iki olarak düşünülür1: Birisi
elem ve külfete sabırdır ki, bununla tâat ve mucâhedenin ve güzel amellerin
meşakkatlerine tahammül olunarak yüksek himmet sâhiblerinin nail oldukları
başarılara erilir. Birisi de lezzet ve şehvetlere karşı sabırdır ki, bununla
da nehyedilen-lerden ve hoş görünüp de sonu fena olan aldatıcı, tehlikeli,
maddeten ve ma'-nen zararlı şeylerin zararlarından sakınılır, korunulur...
Sabrın derecesi hususunda fıtrî kaabiliyetin bir hükmü bulunduğu
reddedilmemekle beraber, terbiyenin, i'tiyâdm, azim ve irâdenin ve onun için de
îmânın ehemmiyeti çok büyüktür... (Hakk Dîni, VIII, 6081-6082).
[60] Çünkü sabır, bütün ahlâk güzelliklerini toplayan güzel
bir melekedir.
[61] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber(S)'in Allah'ın
bunca ni'metlerine karşı şükür için ayaklan şişinceye kadar tâatin zorluğuna
sabr etmesidir.
[62] Âyetin devamı şöyledir: "Kim Allah'a korunursa.
Allah ona bir çıkış yeri ihsan eder. Onu hatır ve hayâline gelmeyecek bir
cihetten de nzıklandmr. Kim Allah 'a güvenip dayanırsa, O, kendisine yetişir.
Şübhesiz ki, Allah emrini yerine getirendir, Allah herşey için bir ölçü ta'yîn
etmiştir" (et-Talâk: 2-3).
[63] Aynî, Rabî' İbn Huseym'in bu tefsîriyle "Kim
Allah 'a güvenip dayanırsa o ken dişine yetişir1* kavlini açıklamak istemiştir,
demiştir. Hakîkaten bu söz her iki âyetin de tefsiri olabilir.
[64] Hadîsin uzunca bir rivayeti Tıbb'da, 42. Bâb, 67.
hadîste; kısa bir rivayeti Peygamberler Kitâbı'nda geçmişti. Tıbb'da geçtiği
yerdeki 71. haşiyede bu hadîs hakkında İbnu'l-Kayyım'dan güzel bir te'Iîf de
nakletmiştik.
[65] Hadîsin bâzı rivayetleri Namaz, Dualar, Kader, 1'tisâm
Kitâbları'nda da gelmiştir.
Kîle ve kaale: Dedi-kodu demektir. Bu iki kelime, birincisi meçhul, ikincisi
ma'lûm olmak üzere ya iki fiildir yâhud iki masdardır. Her iki takdîre göre
şerhlerde birtakım lisânı bilgiler verilmiştir... Şârih Hattâbî bunun ilmî
medlulü hakkında: Kîle ve kaale, meclislerde, toplantı yerlerinde ve
insanların dillerinde "Fulân hakkında şöyle denildi, fulân da böyle
dedi" suretinde meydana gelen fuzûlî muvâverelerdir ki, dünyevî ve uhrevî
hiçbir ciddî fâidesi yoktur, demiştir.
[66] Bundan önceki iki âyet şöyledir: "And olsun
insanı biz yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu da biz
biliriz. (Çünkü) biz ona şâh damarından daha yakınız. Hatırla ki (İnsanın) hem
sağında, hem solunda oturan, onun amellerini tesbît etmekte olan iki de (melek)
vardır" (Kaaf: 16-17).
Yânı her insanın söylediğini alıp zabta me'mûr iki melek vardır. İfâdesini
zabteder dururlar... Gerek hayra ve gerek şerre dâir ağzından ne çıkarsa herhalde
yanında bir rakîb, ne yaptığını, ne söylediğini gözeten bir murâkıb hazır.
Hiçbir dediğini kaçırmadan kaydederlerken Allah ona her yakından daha yakındır.
O sırada insanın nefsinde onların dahî vâkıf olamayacakları gizlilikleri bilir,
dilediği te'sîri yapabilir. Şu hâlde meleklerin zabt ve hıfzı O'nun ihtiyâcından
değil, kulların istikbâli için hikmete mebnîdir... Bu âyetin zahirinden anlaşıldığına
göre, bu melekler ağızdan çıkan her sözü yazarlar, bunun delâletinden fiilleri
de yazdıkları anlaşılır... {Hakk Dîni, VI, 4513-4514).
[67] Bilhassa dil ile ferci zikretti. Çünkü bu ikisi,
dünyâda insan üzerine en büyük belâdırlar. Bunların şerrlerinden korunan,
şerrlerin en büyüğünden korunmuş olur. Bu, her ân hatırda tutulup günlük
hayâtta uygulanacak çok kıymetli bir hayât düstûrudur.
[68] Bunun bir rivayeti Edeb Kitâbı'nda da geçmişti.
[69] Bu hadîsler dâima az konuşmayı teşvîk etmektedir. Bir
söz söyleneceği zaman, onun ne ma'nâlara geleceği ve ne te'sîrler icra edeceği,
zararı, faydası enine boyuna tefekkür ve tezekkür edilmelidir. Nitekim belki
de Allah, kişinin dinlemesi, söylemesinin iki katı olsun diye, insanda iki
kulak ile bir dil yaratmıştır
[70] Bu, Ezân'ın Başlaması ve Zekât Kitâbı'nda tam olarak
geçen hadîsten bir parçadır.
Hâkim'in Enes'ten
rivayetinde "Her kim Allah'ı zikredip de gözyaşları Allah haşyetinden yere
akacak derecede gözleri sulanırsa, kıyamet gününde azab o/m/ı-maz.'"
buyurulmuştur. Halvette Allah'ı zikretmek ihlâsa yakın ve riyadan uzak olduğu
için makbuldür.
[71] Bunun bir rivayeti İsrâîl oğullan'nın zikri'nde geçti.
[72] Bunun birkaç rivayetini Müslim, Tevbe'de getirmiştir.
Müslim Ter., VIII, 247-250 "2756-2757".
[73] Buhârî bunun bir rivayetini 1'tisâm'da, Müslim de
Peygamber'in fazîletleri bölümünde getirdi. Hadîste ma'siyetlere düşmekten
sakındırma ve ma'siyetlerden vazgeçme gerektiği apaçık meydandadır.
[74] Bunun bir rivayeti Peygamberler Kitabı; "Biz
Davud'a (oğlu) Süleyman 'j ihsan ettik..." (Sâd: 30) kavli'nde de,
kısaltılmış olarak geçmişti.
Bu ateş yakan adam temsili, el-Bakara: 17. âyette de biraz farklı olarak
geçmektedir.
[75] Bu hadîs de Peygamber'in cevâmi'u'l-kelim denilen
câmiâlı sözlerindendir. Bunda Mekke fethi ile Medîne'ye hicret etme sevabına erişemeyenlerin
gönüllerini hoş etme yüksek müjdesi vardır.
Bunun bir rivayeti îmân'da da geçmişti.
[76] Rabb'ini daha çok bilen kimse, Rabb'inden daha çok
korkulu olur. Korku şiddetinin alâmeti de ceza gerektiren bir günâh işlediği
zaman kalbin devamlı ürper-mesi, bedenin değişmesi, haşyet ve ağlamaktır.
"İlâhî azametin ne olduğunu, cürüm ehlinin uğrayacakları ilâhî
intikaa-mın şiddetini, kıyamet hâllerini, ateş azabının dehşetini
bilseniz" demektir ki, bunları müşahede eden kimsede dünyâ neşvesi ve
sevinci kalmayacağı açıktır. "Az gülerdiniz" demek "Gülmeye hiç
mecaliniz kalmazdı" demek olur.
[77] Yüce Allah Kur'ân'da da şöyle buyurmuştur: "Artık
işlemekte oldukları günâhın cezası olmak üzere az gülsünler, çok ağlasınlar
onlar!" (et-Tevbe: 82).
[78] Bu hadîs de Peygamber'in câmialı sözlerindendir.
Nefisler şehvetlere îneyletse de şehvetleri kötülemekte, nefislere hoş gelmeyip
meşakkatli olsa da tâatlere teşvîkte çok beliğdir.
[79] Yânî tâatler cennete, ma'siyetler cehenneme
yaklaştırır.
[80] Bu, Lebîd ibn Rabîa el-Âmirî'nin kasidesinden bir
beyittir. Lebîd'i Buhârî, 1b-nu Ebî Hayseme ve diğerleri sahâbîlerden
saymışlardır. Lebîd, Usmân'ın devrine kadar yaşamış, yüzyirmi yâhud yüzelli
yaşında Kûfe'de vefat etmiştir. Beytin başlığa uygunluğu, dünyâda Allah'a tâate
dönmeyen ve O'na yaklaştırmayan herşey bâtıl olunca, onlarla uğraşmak, insana
ayakkabının bağı kadar yakın olmakla beraber cennetten uzaklaştırıcı olması
bakımındandır... (Kastallânî).
[81] Kirmanı: Dünyâ zînetleri hususunda kişi, kendi
noksanı, kolay olması, Allah'ın in'âm ettikleriyle ferahlaması ve onlara
şükretmesi için kendinden aşağıda olana baksm. Dîn işlerinde âhiretle ilgili
hususlarda ise faziletler kazanmakta rağbetinin artması İçin kendinden üstün
kimselere baksm demiştir.
[82] Bu hadîste, Allah'ın bu ümmet üzerindeki fadhnın
genişliğinin beyânı vardır. Çünkü böyle olmayaydi, hemen hemen cennete kimse
giremezdi. Zîrâ kulların çirkinlikler işlemeleri, haseneler işlemelerinden daha
çoktur. Bunu Müslim de îmân'da getirmiştir.
Güzel amellere on katından yediyüz katına ve daha çoğuna kadar sevâb
verileceği, Kur'ân'da da va'd edilmiştir: (el-Bakara: 245, 261; el-En'âm: 160).
[83] Hadîsin ma'nâsı, Yüce Allah'ın şu kavline dönücüdür:
"... Siz onu kolay ve küçük sanıyordunuz. Hâlbuki o, Allah katında
büyüktür" (en-Nûr: 15).
[84] Hadîsin bir rivayeti Cihâd, "Fulân şehîddir
denilmez bâbı"nda geçmişti. Ka-der'de de gelecektir.
[85] Hadîsteki "Bir vâdî içinde yalnızlığa
çekilerek" ta'bîri, umûmî ahlâkın bozulduğu fitne zamanlarında İslâm
umdelerini korumak için kendi evinde veya çalışma sahasında münzevî bir hayât
yaşama tarzı tercîh edilmesinin hayırlı olduğunu bildirmektedir. Arzu edilen,
halkın dedikodusundan çekinerek mü'minin kendi bucağında Islâmî düstûrlar
İçinde yaşamasıdır. Bu hâlde dahî dîn ve devletin korunması için içtimaî
dayanışmanın en belirgin görünüşü olan cihâda katılmanın en güzel uslûb ile
emredilmesi de, hadîste hedef alınan gayenin bir anarşistlik değil, sâde bir
inziva olduğunu gösterir.
[86] Bunun bir rivayeti îmân'da da geçmişti
23 Ağustos 1954'te
Nazilli'de Kestane Câmii'nden iki sokak aşağıdaki köşede, oğlu Hâlis'in
dükkânı önünde, baba dostu Hafız Hacı Alî Şeyh Efendi , isteğim üzerine:
a. Kur'ân'Ia çok meşgul ol.
b. Her işinde ve hareketinde Allah rızâsını
gözet.
c. Ekseriya uzleti tercîh et!
öğütlerini vermişti. Bu
zât Arabça bilir, hafız, âlim ve ma'nevî ilimlerde mütehassıs idi. Tab'ıma
uyan bu üç Öğüdü bütün hayâtımda uygulamaya çalıştım. Resmî vazifelerimde de,
husûsî durumlarımda da bu öğütlerden çok faydalar gördüm. Allah ona rahmetler
ihsan etsin. Beni bunları uygulayacak bir vazîfe-de kullanan Allah'a da hadsiz
hamd ve senalar olsun! (Mehmed Sofuoğlu)
[87] Emânet, bir adam emîn ve i'timâd edilir olmak
ma'nâsınadır. Bu ma'nâda isim de olur. "O emânet ehlidir" denilir ki,
onda hıyanet yoktur demektir. Emânet, emîn kimsenin uhdesine vedîa kılınan şeye
de denir. "Biz emâneti göklere, Yer'e ve dağlara arz (ve teklif) ettik de
onlar bunu yüklenmekten çekindiler..." (e\-Ahzâb: 72) âyetindeki
"Emânet", farz kılınan farzlardır... Müellifin Basâîr'dc beyânına
göre, bâzıları emâneti Tevhîd Kelimesi'yle, bâzıları adalet ile ve bâzıları
hecâ harfleri ile, bâzıları akıl ile tefsir eylediler... Bâzıları indinde
tabüyye ve ihtiyâriyyeyi şâmil ilâhî tâattir, lâkin ekser olan akıl ve
tekliftir.. (Kaamûs Ter,).
[88] Buradaki "Emânet'le murâd, devlet nufûz ve
kudreti dediğimiz âmme velayetidir denilmiştir... Kur'ân'da bu siyâsî vazife
daha şümullü olarak şöyle ifâde edilmiştir: "Şübhesiz ki Allah sizlere
emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle
hükmetmenizi emreder... " (en:Nisâ: 58). Bu hadîsin bir rivayeti İlim
Kitâbı'nın evvelinde geçmişti.
[89] Huzeyfe ibnu'l-Yemân, Peygamber'in istikbâle âid bâzı
sırrlar, incelikler bildirdiği bir sahâbîdir. Onun için Huzeyfe'den rivayet
edilen yüz kadar hadîs, hep böyle ince işaret ve remizler ihtiva eder. Nitekim
bu hadîs de öyledir.
Emânet, Kur'ân'da,
hadîslerde zikrolunduğu konulara göre, birkaç ma'-nâya gelir: Hepsinde Emânet,
umûmî bir ta'bîr ile "Hıyanet" mukaabili kullanılmıştır. Bu hadîsin
baş tarafındaki emânetin fıtrî dîn duygusu ile kesbî ilim, ibâdet, adalet ve
medeniyet umdeleri olduğu açık olarak anlaşılmaktadır. Bu kutsal duygunun,
Allah'a karşı kulluk vazifelerinin, insanlar arasında içtimaî bir nizâm ve
emniyet te'mîn eden umdelerin Allah tarafından insan gönüllerine nasıl ilham ve
vahyolunup, sonra bunların birer birer nasıl silinip gittiğini Huzeyfe, en
belîğ bir uslûb ile Peygamber'in nübüvvet lisânından nakletmiştir. Bir cümle
ile, islâm nurunun nasıl doğduğunu, nasıl zayıflayıp söndüğünü bildirmiştir.
Hadîsin ikinci
fıkrasında da İslâm nuru doğduğu ve yaşadığı müddetçe ziyasını saçtığı
yerlerde müslim, gayrimüslim bütün ferdler arasında umûmî bir emniyet ve
i'timâd teessüs ettiği, o nurun zayıflamasıyle de bütün gönülleri umûmî bir
emniyetsizlik karanlığı kapladığı tasvîr olunmuştur.
Hadîsin son fıkrasında
Huzeyfe, hem bu emniyet devrinde yaşadığını, hem de İçtimaî nizâmın bozulup
emniyetsiz bir muhît içinde kalarak fulândan ve fulândan başka kimse ile
medenî muamelede bulunmadığını bildiriyor. Huzeyfe, Usmân'ın şehîd edilmesinden
kırk gün sonra, yânî hicretin otuzaltıncı yılında vefat ettiğine göre, o
günlerin siyâsî, içtimaî çalkantılarını belirtmiş oluyor.
Buhârî bu hadîsi bu sened ve metinle Fitneler Kitâbı'nda; Müslim de
îmân'da getirmiştir.
[90] Hadîsin başlığa uygunluğu şöyledir: İnsanlar çok fakat
onlardan Allah tarafından razı olunmuşlar azdır. Nitekim yüz deve içinde
binilecek asîl devenin bir tane oluşu da böyledir. Razı olunmayanlar, farzları
zayi' edenlerdir. Ibn Abbâs Emânetr\, "Farzlar"la tefsîr etmiştir.
Yüce Allah şöyle buyurdu: "Lâkin insanların çoğu bilmezler" (Pek çok
yerde geçer); "Fakat onların çoğu cahillik ederler" (el-En'âm: 111).
[91] es-Sum'a: İşitilsin kasdıyle bir iş işlemeğe denir;
Riya, görülsün kasdıyle işlemeğe denir.. Sîn'in dammıyle ve fethiyle lügattir,
muşhûru damme iledir (Kaamûs Ter.).
İşitilsin ve görülsün
kasdıyle şöhret ve riya için yapılan işler, Allah rızası kasdıyle yapılmadığından
makbul ve sevâblı olmazlar. Böyle işitilme ve gösteriş kasdıyle iş yapanlar
Kur'ân'da kötülenmiştir: "... Onlar namaza kalktıkları vakit üşene üşene
kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Allah >ı ancak birazcık hatıra
getirirler" (en-Nisâ: 142); "Onlar insanlara gösteriş
yapanlardır" (el-Mâûn: 6).
İmâm Râgıb Müfredât'mda şöyle dedi: İnsanın dîn hususundaki şirki iki
türlüdür: a. Büyük şirk ki, o Allah'a ortak tanımaktır. Bu en büyük küfürdür
(çn-Nisâ: 48). b. Küçük şirktir ki, bâzı işlerde Allah'tan başkasını Allah ile
birlikte tanımaktır. Bu, riyadır, münafıklıktır..
[92] Başlığa uygunluğu, içinde tevhîd hususunda nefisle
mücâhede ve kişinin kendi nefsi ile cihâdı bulunmasıdır ki, bu en büyük
cihâddır. Nefsiyle mücâhede kötü huylan giderir, güzel huylan meydana getirir.
Yüce Allah şöyle buyurdu: "Bizim uğrumuzda mücâhede edenlere; biz onlara
elbette yollarımızı gösteririz. Şübhe-siz ki, Allah muhakkak ihsan erbâbıyle
beraberdir" (el-Ankebût: 69); "Amma kim Rabb 'inin makaamından
korktu, nefsini hevâdan alıkoydu ise işte muhakkak ki, cennet onun varacağı
yerin tâ kendisidir" (en-Nâziât: 40-41). Bu hadîsin birer rivayeti İlim,
Namaz, Cihâd, Libâs'da da geçti.
[93] Başlığa uygunluğu, Allah'ın bu kaanûnundadır. Çünkü
bunda tevâzu'u teşvîk, yukarı kalkmak ve yukarı kaldırmayı da kötüleme vardır.
Bunun bir rivayeti Cihâd'da "Peygamber'in dişi devesi bâbi"nda da
geçmişti.
[94] Bu Ebû Hureyre hadîsi, mecazî ve temsîlî ifâdeler
ihtiva etmektedir. Başlığa uygunluğu hakkında el-Kirmânî: Nafile ibâdetlerle
Rabb'e yaklaşmak ancak tevazu' ve tezellülün en son derecesiyle olur...
demiştir...
Mü'minin hayâtının son
demindeki tereddüd ta'bîrini sarihler, ölüm meleğinin tereddüdü ile te'vîl
etmişlerdir. Nitekim Azrâîl, Musa'nın ruhunu almaya me'mûr olup geldiğinde, Mûsâ
Peygamber Azrail'i tokatlamıştı. Bunun üzeri ne bu melek birkaç defa gidip
gelmişti. Azrail'in bu tereddünü Yüce Allah kendisine izafe buyurmuştur.
[95] Ayet, kıyametin kopması denilen o saat hâdisesinin ne
kadar çabuk ve ansızın vukü'a geleceğini pek belîğ ifâde etmektedir. Kur'ân'da
bunu belirten başka âyetler de vardır...
[96] Bu hadîslerin birkaç rivayetini Müslim de Fiten'de,
"Kıyametin yaklaşması bâ-bı"nda getirmiştir: Müslim Ter., VIII,
504-507, "2949-2953".
[97] Ebû Zerr'in Kuşmeyhenî'den gelen nüshasında bu başlık:
"Güneşin batıdan doğması babı" şeklindedir.
[98] Bu hadîs Fitneler Kitabı'nın sonunda gelecek olan uzun
hadîsten kısaltılmıştır. Ölümün yaklaştığı anda olduğu gibi, o gün artık
teklifin zamanı geçmiş mes'-ûliyet zamanı başlamış, îmân ile kazanılması mümkin
hiçbir hayır kalmamış olur. "Fakat hışmımızı gördükleri zaman îmânları
fâide verecek değildi. Allah 'in, kulları hakkında carî olagelen âdeti budur.
İşte kâfirler burada hüsrana uğradı" (el-Mu'min: 85) medlulü üzere, be'sin
gözle görüldüğü böyle ye's zamanında îmân kabul edilmez ve hiçbir fayda
vermez. îmânın makbul olması, hazır ve şâhid olunana değil, gaybe ve istikbâle
ilgilenmesinde, ıyânî değil, burhânî olmasında ve istikbâl için bir hayır
kazanmaya imkân bulunacak kadar önden bulunmasındadir... (Hakk Dîni, III,
2104-2109).
[99] Hattâbî şöyle dedi: Allah'a kavuşmak birkaç vech
üzeredir. Bunlardan biri "Allah yın huzuruna çıkmayı yalan sayanlar,
gerçek en büyük ziyana uğramışlardır..." (en-En'âm: 31; Yûnus: 45)
kavimdeki gibi, öldükten sonra dirilmek ma'nâsınadır. Biri de "Kim Allah'a
kavuşmayı umarsa, şübheyok ki, Allah'ın ta'yîn ettiği o vakit, herhalde
gelecektir..." (el-Ankebût: 5) kavlindeki gibi, ölüm ma'nâsınadır.
İbnu'1-Esîr, en-Nihâye'de: Burada Allah'a kavuşmaktan murâd, âhiret yurduna
dönmek ve Allah katındakileri istemektir; bununla garaz ölmek değildir, çünkü
ölümden herkes hoşlanmaz... demiştir (Aynî).
[100] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in ölüm ile hayât
arasında muhayyer kılındığı sırada Allah'a kavuşmayı tercîh İle ölmeyi tercih
etmiş olmasıdır. Bu hususta onun sünnetine ittibâ' etmek yakışır. Bunun bir
rivayeti Dualar Kitâbı'nda da geçmişti. Müslim de bunu Duâlar'da getirdi.
[101] Ölüm sekreteri, ölümün akü gideren şiddetleridir. Bu
"Ölüm sekresi" ta'bîri Kur'-ân'da da gelmiştir: "(Bir gün
bakarsın ki) ölüm sekresi (ölüm baygınlığı) gerçek olarak gelmiş, işte bu senin
kaçıp durduğun şeydir (denilmiştir)" (Kaaf: 19).
[102] Bu, Mağâzî'nin sonunda "Peygamber'in ölümü
bâbı"nda geçen hadîsin kısaltılmış bir kısmıdır.
[103] Şübhesiz bu, Rasûlullah'ın câhil bedevilere verdiği
hikmetli bir cevâbdır. Bu ce-vâbla şunu demek istemiştir: Siz büyük kıyametten
sormayı bırakınız, onun zamanını ancak Allah bilir. Size lâzım olan, kendi
ölümünüz zamanını sormak ve onun için hazırlıklı bulunmaktır!.. Her insanın
Ölümü, küçük kıyametin kop-masıdır. Büyük kıyamet ise, insanların hepsinin ölüp
kabirlerinden kalkmaları ve hesaba çekilmeleridir! (Hakk Dîni, VI, 4325-4326'da
"Saat" hakkında güzel bir özet vardır).
[104] Bunu Müslim de Cenazeler Kitâbı'nda getirmiştir.
[105] Bunu Müslim de Zühd ve'r-Rekaaık'ta getirdi.
[106] Müslim'in "Nâr'ın sıfatı bâbı"ndaki bir
rivayetinde şu ziyâde vardır: "Sonra ölüye: İşte burası, kıyamet günü
gönderileceğin karargâhındır! denilir".
[107] Hadîsteki "Sövmek"ten maksad, ölünün
kötülüklerini sayıp dökerek hayırsız bir kimse olduğunu ortaya koymaktır.
Ölüleri bu suretle kötülüklerİyle anmak, bu hadîsle nehyedilmiştir. Ebû Dâvûd
ile Tirmizî'nin Sönenlerinde Abdullah ibn Umer'den rivayetlerinde Rasûlullah
(S): "Ölülerinizin iyilik/erini anınız, kötülüklerinden dilinizi
tutunuz" buyurmuştur.
[108] Son iki kelimenin geçtiği âyet: "O gün sarsan
sarsacak. Onun ensesine binecek olan da ardından gelecek!" Tefsiri için
bk. Hakk Dîni, VII, 5556.
"Sûr", ekser müelliflerin kavlince ise bâzı hadîslerde geldiği
üzere büyük boru gibi birşeydir ki, üç defa nefh olunacaktır: Biri Feza =
Korkutma ne/hası, ikincisi Sa'k — Yere çarpıp öldürme; üçüncüsü de Kıyam —
Kalkma nefhast'dn. Ve buna me'mûr olan melek ise İsrafil'dir. en-Neml: 87.
âyetteki birincisi, ez-Zumer: 68'deki ikinci; Yâsîn: 51 ve 68'deki de üçüncü
üfürmelerdir... (Hakk Dîni, V, 3707-3708)
[109] Bütün insanların bayılıp düşecekleri ve ölecekleri bu
büyük kıyamet hâdisesini söyleyen âyetlerden biri şudur: "Sûr'a üfürülmüş,
artık Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde kim var, yerde kim
varsa hepsi düşüp ölmüştür. Sonra ona bir daha üfürülmüştür. O anda görürsün ki
(ölüler dirilip) ayakta bakınıp duruyorlar!" (ez-Zumer: 68).
Bu âyetin delâletine
göre, üfürme ikidir: Birincisi Ölüm üfürmesi, İkincisi Diriltme üfürmesi'dh.
Cumhur, üfürmenin üç olduğunu söylemişlerdir. Birincisi Feza'' = Korku
üfürmesi'&u. Nitekim en-Neml: 87'de bu açıkça söylenmiştir. Allah'ın
istisna ettikleri, bâzılarına göre Cebrâîl, Mîkâîl, israfil, Azrâîl, Arş'ı
taşıyan melekler, Rıdvan melekleri, cennetin hazinedarı Mâlik, cehennem
bekçileridir.
Bu hadîslerin bâzı rivayetleri Husûmetler ve Enbiyâ'da da geçmişti
[110] İbn Umer'in bu hadîsi Tevhîd Kitâbı'nda ve Müstemlî
nüshasında burada da sabittir.
Başlıktaki ifâdeye yakın bir âyet şudur: "Allah 'ı hakk olduğu
veçhile tak-dîr etmediler. Hâlbuki kıyamet günü Arz toptan (ancak) onun bir
kabzasıdır. Gökler de onun sağ eliyle toplanıp dürülmüşlerdir. O, katmakta
devam ettikleri ortaklardan münezzehtir, çok yücedir" (ez-Zumer: 67).
[111] Bunun bir rivayeti Tefsîr'de, ez-Zumer: 67'de de
geçmişti. Bunu Müslim de Tev-be'de getirmiştir.
Hadîs, Yahudiler arasındaki eski peygamberlerden alıp geldikleri bir
telâk-kîyi beyân etmektedir. Bu telâkkî vahy ile Rasûlullah'a bildirilip bir
mu'cize olarak tebliğ edilmiştir. Bilâhare aynı meclise gelen bir Yahûdî
hahamı tarafından da bu mu'cize te'yîd olunmuş ve aralarındaki bu telâkkî îzâh
ve tafsîl edilmiştir. Rasûlullah bu te'yîdden hoşlanarak gülmüştür.
[112] Bunda Dünyâ Arzının gideceğine ve bütün alâkaların kesileceğine
bir ta'rîz vardır. Abdurrazzâk, Abd ibn Humeyd ve Taberî tefsirlerinde,
Beyhakf de Şuayb'-ın da îbn Mes'ûd'dan "O günkü yer başka bir yere, gökler
de (başka göklere) tebdil olunacaktır. (İnsanlar) bir olan, kahhâr olan Allah
'in huzurunda toplanacaklardır" (ibrâhîm: 48) âyeti hakkında buna yakın
bir hadîs rivayet etmişlerdir... (Kastallânî).
[113] Bu hadîsi Müslim de Kitâbu'I-Cenne ve sıfatı
naîmiha...'da "İnsanlar üç fırka üzere toplanırlar bâbi"nda getirdi.
[114] Buhârî bunun bir rivayetini Tefsîr'de, el-Furkaan:
34'te; Müslim de Tevbe'de getirdi. İlgili âyet şöyledir: "O yüzleri üstü
cehenneme toplanacaklar; işte onların yeri çok kötü, yolu çok sapıktır"
(el-Furkaan: 34).
"Selâsu tarâık"\n "Üç fırka" ma'nâsina gelmesinin
Kur'ân'dan şahidi el-Cinn: 11. âvetidir.
[115] Buhârî bunun bir rivayetini Nezirler1 de; Müslim'de
îmân'da getirmiştir. Müslim Ter., I, 299-301 "221,222".
Hadîsin başlığa uygunluğu, bu ümmetin cennet ehlinin yansı olması ancak
haşrdan sonra olması yönündendir.
[116] Bunun benzeri bir rivayet Ebû Saîd el-Hudri'den,
Peygamberler Kitabı, "Ye' cûc ve Me'cûc kıssası bâbı"nda geçmişti.
[117] Hadîs, Enbiyâ'da "Ye'cûc ve Me'cûc
kıssası"nda ve Müslim'de îmân'da geçti.
[118] Arz'ın ziizâli, zelzelesi, Yer'in, Arz hareketi
dediğimiz zıngır zıngır sarsıntısı-dır. Zell, hareket ma'nâsı ifâde ettiği
için, zelzele ve zilzâl onun katlanmışı olarak tekerrürü ifâde eder. Bu
el-Hacc Sûresi âyetinde, el-Vâkıa'da ve daha birçok sûrelerde beyân ve ihbar
edilmiş olan kıyamet zelzelesidir...
[119] İbn Abbâs'm bu tefsirini Abd ibn Humeyd ve İbn Ebî
Hatim rivayet etmişlerdir.
[120] Kısas, lügatte birşeyi misliyle mukaabele, herhangibir
hakkı misliyle takas etmek demektir.
[121] el-Hâkka, el-Vâkıa, es-Sâa gibi kıyamet gününün
isimlerinden olduğunda ihtilâf yoktur. Fakat Hakk, Hakka, Hakikat, Hâkk,
Tahakkuk mefhûmlanyle alâkasına ve vasıfliktan isimliğe nakline göre, bu
kelimenin ne gibi bir mefhûm ifâde ettiği hakkında ondan fazla vecih
nakledilmiştir:
*Hakk, sabit ve vâcib
ma'nâsına olarak el-Hâkka, vukû'u vâcib, geleceği hiç şübhesiz sabit olan saat
demektir.
* Hakk, birşeyi
hakikati üzere tanımak ve tanıtmak ma'nâsına masdar olarak el-Hâkka, kendisinde
işler hakîkatiyle tanınacak, yânî eşyanın hakikatini keşf ve izhâr edecek saat
demektir. Bu ma'nâ "Baldırın açılacağı gün.. " (el-Kalem: 42)'den
anlaşılan mefhûma da muvafıktır.
*el-Hâkka, işlerin
havakkım hâvî, yânî kendisinde sıdk ve tahakkuku vâcib sabit umur ve ahvâl
vâki' olan demektir ki, kıyamette vukû'u ve vücûdu vâcib olan sevâb ve ikaab ve
şâire gibi kat'î işleri ifâde eder.
* Hakka,
"Hakka" ma'nâsınadır. Hakka,
"Hukûk"un müfredi olan "Hakk"tan daha husûsîdir.
"Hâzihi hakkı" denir ki, "Bu benim hakkım" demek olur.
* Hakka, şaşmaksızm
inen ve yapacağını yalansız yapan musibet demektir ki, "Onun vukû'una
hiçbir yalancı yoktur" (el-Vâkıa: 2) ma'nâsınadır.
* Kavim üzerine vukû'u hakk olan vakit demektir
ki, birinci ma'nâya yakındır.
* Herbir doğruluğa
eğriliğe, iyiliğe kötülüğe ceza ve mükâfatın hâkk olduğu, diğer deyişle her
âmile amelinin hakk olduğu vakit demektir ki, o, kıyamettir.
* Mükelleflerin amellerinin hepsinin eserleri tamâmıyle tahakkuk edip,
bekleme sınırından çıktığı hakk saat demektir. Çünkü bütün sevâb ve ikaab o
gün husule gelir.
* "Hâkaktuhu ve
hakkaktuhu = Ben onunla haklaştım da ben yendim" denilmesinde olduğu gibi,
haklamak ma'nâsınadır. Çünkü o, Allah'a dîninde bâtılla yarışa kalkanları hep
haklar, mağlûb eder...
Bunların herbirinden
bir ma'nâ anlaşılmakla beraber, demek oluyor ki, el-Hâkka, "Ve ne bildirdi
sana o hakka nedir?" (el-Hâkka: 7) buyurulduğu üzere, dirayetle bilinir
birşey değildir!.. Yânî o Hakka öyle büyük, öyle müdhiş bir hâiledir ki, onun
şiddet ve fezâatinin azameti mahlûkaattan birinin dirâyetİyle, tahmîn ve
takdiri ile bilinmez, kimsenin tasavvuruna, ihatasına sığmaz. Onun ne olduğunu
bi'1-fiil vukû'u anlatır... (Hakk Dîni, VII, 5310-5313).
[122] el Kaaria: Dehşetleriyle kalbleri vuran; el-Ğâşiye:
Şiddetleri insanları kaplayıp bürüyen; es-Sâhha: Kulakları sağır edici kuvvetli
ses.
[123] Başlığa uygunluğu, kıyamet günündeki hükmün kısastan ibaret
olması yönün-dendir.
[124] Başlığa uygunluğu, dünyâda ödenip halâliaşılmayan
hakların âhirette kısas yapılıp ödetilmesi, eğer zâlimin hasenesi yoksa,
mazlumun seyyielerinden alınıp ona yükseltilmek suretiyle kısasın yapılmasıdır.
[125] Seneddeki râvîlerin isimleri arasında bu âyetin
okunması, hadîs metninin bu âyetin tefsiri gibi olduğunu beyân etmek içindir
(Kastallânî).
Âyetlerin tamâmı
şöyledir: Kinden göğüslerinde (dünyâdan kalma) ne varsa söküp atacağız.
Altlarından ırmaklar akacaktır, ffamd olsun Allah 'û ki, bizi buna hidâyetle
kavuşturdu, eğer Allah bize hidâyet etmeseydi, kendiliğimizden bunun yolunu
bulamazdık. And olsun ki, Rabb İmizin rasûlleri gerçeği getirmişlerdir,
derler..." (el-A'râf: 43);
"Biz onların
göğüslerindeki kîni söküp atacağız. Hepsi kardeşler hâlinde, karşı karşıya
tahtları üzerine dayanarak oturacaklardır" (el-Hıcr: 47).
Bu hadîslerin birer rivayeti Mezâlim Kitâbı'nda da geçmişti.
[126] "Hİsâben yesîren": Hiç münâkaşa edilmeyen
kolay bir hesâb ki, Rasûlullah bunu "Arz" ve "Sâde kitaba
bakılıp geçiştirilmek" ile tefsîr etmiştir.
[127] Arz'dan maksad, amelleri tartılmak üzere insanların
mîzâna yâhud amellerin sahihlerine arz olunmasıdır. Arz günündeki hesâb, sağ
taraf sahihleri denilen bahtiyarlar hakkında pek kolay geçeceği Kitâb'm nassı
ile bilinmiştir. Ehl-i ye-mîn muhasebeye arz olundukları gün gufran ile
müjdelenip, amellerinin kendilerine arzında, kusûrlanyle beraber nail
oldukları büyük ni'metlere muttali' olacaklardır. Mağfiret müjdesine bitişmeyen
muhasebe ise ağırdır. Haseneler-den sanılan nice amellerin kabul olunmadığı
hesâb münâkaşası esnasında meydana çıkacağından, bu münâkaşa azaba götürücü
yâhud başbaşa selâmete erişilse de münâkaşanın kendisi azâb olmuş olur.
[128] Bunun bir rivayeti Peygamberler Kitâbı'nda, el-Bakara:
30'da geçmişti.
[129] Bunun bir rivayeti Zekât'ta geçmişti. Müslim de bunu
Zekât'ta getirdi: Müslim Ter., III, 204-206
"1016".
Hadîste birçok fâideler olduğu gizli değildir
[130] Bunun kısa bir rivayeti Peygamberler Kitabı'nda ve
Tıbb'da geçmişti. Bunun birkaç rivayetini Müslim de îmân'da getirmiştir: Müslim
Ter., I, 295-299 "216, 220".
[131] Bed'u'l-Halk'ta "Cennetin sıfatı hakkında gelen
şeyler babı" ve "Ateşin sıfatı babı" şeklinde vâki' oln.uştu.
[132] Mi,da ‘yle
geçer: "Şübhesiz ki, takva sahihleri ^e, ırmaklarda, hakk meclisinde,
kudret sahibi, mülkü çok yüce olan Allah'ın yanındadırlar" (el-Kamer:
54-55)
[133] Bunun bir rivayeti yakında geçti.
[134] Kâfir vücûdunun bu genişliği, fazla ölçüde azâb
olunması içindir.
[135] es-Seârîr: Cemi' bünyesiyle kuşkonmaz otuna benzer bir
nebat adıdır. Ve burunda meydana gelen çatlaklara denir...
eş-Şu'rûre: Şîn'in
dammryle küçük acura denir ki, hıyarın biraderi olan acurun hurda nev'idir;
cem'i "Şeârîr"gelir ve "Şeârîr" perakende ve târmâr
ma'-nâsında kullanılır.
ed-Dağâbîsu: Dâd'ın fethi ve noktalı ğayn ile "Duğbûs"un
cem'idir. "Duğ-bûs", "Usfûr" vezninde acur dedikleri
sebzenin hurda nev'ine denir ki, Arabistan'da olur, küçük acurlar ma'nâsınadır
ve "Sumâm" dedikleri nebatın ve dikenli nebatın yenilen şahlarına
denir, bir kavle göre kuşkonmaz otuna benzer bir nebat adıdır.. (Kaamûs Ter.)
[136] Müslim'in îmân'da getirdiği bu hadîsin bir rivayeti
şöyledir:... Hammâd dedi ki: Amr ibn Dînâr'a: Sen Câbir ibn Abdillah'ın
"Şübhesiz Allah Taâlâ bir kavmi şefaatle ateşten çıkarır" sözlerini
Rasûlullah'tan tahdîs ederken işittin mî? diye sordum. Evet diye cevâb verdi.
(Müslim Ter., I, 265-266 "191").
[137] Bunun bir rivayeti îmân, "îmân ehlinin
birbirlerinden üstün oluşları bâbı"nda geçmişti.
[138] Bunun bir rivayeti "Ebû Tâlib kıssası
bâbi"nda da geçmişti. Ebû Tâlib hayâtı boyunca Peygamber'i himaye edip
büyük yardımlarda bulunmakla beraber açıkça îmân etmeden vefat ettiği için
azabı hakk etmiş bulunuyordu. Peygamber'in onun hizmetlerinin mükâfatı olarak
yapacağı şefaati ile bu hafif azâb ile cezalandırılacaktır.
[139] Bunun bir rivayeti el-Bakara Sûresi'nin evvelinde,
Enes'ten; el-lsrâ Sûresi'nde Ebû Hureyre'den daha uzun metinlerle geçmiştir.
Üzerine "Hulûd" vâcib olanlar: "Şübhesiz ki, Allah kendisine
ortak koşulmasını mağfiret etmez, ondan başkasını dileyeceği kimse için
mağfiret eder... " (en-Nisâ: 47, 116) gibi (Kastallânî).
[140] Bu hadîsin bir rivayeti yakında bu babın evvelinde
geçti. Buradaki rivayette son kısım ziyâde olmuştur.
Hârise'nin anası Rubeyy' bintu Nadr'dır, aynı zamanda Enes ibn Mâlik'in
halasıdır. Oğlu Harise ibn Surâka küçük olduğu için harbe alınmamış, orada su
içmek üzere havuz başına geldiğinde atılan bir ok Hârise'nin boğazına isabet
ederek onu öldürmüştü. Harise şehâdeti zamanında erlik çağma varmamış bir
oğlandı. Bedir harbine, seyre gelmişti.
[141] Bunun bir rivayeti İlim Kitabı, "Hadîs bellemeye
hırs bâbı"nda geçmişti. "Mu-hammeden Rasûlullah"bu tevhidin
tamamlayıcısıdır. Bunların ikisi birbirinden asla ayrılmaz, Muhammed(S)'in
şefaatinden faydalanmayacak kimse yoktur. Çünkü O, âlemlere rahmet için gönderilmiştir
(el-Enbiyâ: 107). O, bütün halkın korkunç mevki'den rahat bulması için umûmî
bir şefaati olduğu gibi, bâzı kâfirlerin azabının hafifletilmesi, azabı hakk
etmiş bâzı mü'minlerin cehennem ateşinden necatı, cahîme girmiş mü'minlerin
kurtulması, bâzı mü'minlerin hesâbsız, ikaabsız cennetlere girmesi, keza
cennetlere giren mü'minlerin derecelerinin yükselmesi için çeşit çeşit
şefaatleri vardır. Bu şefaatler içinden en ziyâde faydalanacakların muhlis
mü'minler olduğunda şübhe yoktur. Yukarıda verilen âyetin tefsirinde
Peygamber'in âlemlere rahmet olarak gönderilmesi ve bunun dünyâda ve âhirette
nasıl gerçekleştiğini okumalıdır!..
[142] Buhârî bunun bir rivayetini Tevhîd'de, Müslim de
îmân'da ayrı bir başlıkta getirmiştir. Müslim Ter., I, 258-259 "186".
[143] Buhârî bunu burada kısaltarak ve Peygamber'in cevâbını
hazfederek getirdi. Ebû Tâlib kıssası'nda ve Edeb'de şöyledir: Abbâs ibn
Abdilmuttalib (R), Pey-gamber(S)'e: Amcan Ebû Tâlib'den Seni nasıl bir hiss
alıkoydu? O seni her zaman saldırıdan korurdu ve Sen'in için düşmanlarına
karşı öfkelenirdi? dedi.
Peygamber de ona:
"Ebû Tâlib şimdi topuklarına kadar bir ateş çukuru içindedir. Eğer benim
şefaatim olmasaydı, muhakkak o, cehennemin en derin çukurunda bulunurdu"
diye cevâb verdi.
Bu bâbda yirmiüç hadîs
vardır, bunların çoğu ateşin sıfatı hakkındadır (Aynî).
[144] Kaadı Iyâd'm tefsirine göre, emrine yâhud bu hususa
tevkfl edilen meleklerine tâbi' olacaklar, demektir.
[145] Bu "Dihk", Allah'ın zâtına göre fiilî
sıfatlardan bir sıfattır. Birçokları bunu rızâ ve hayır irâdesi ile tefsir
etmişlerse de, "Dıhk" müteşâbih bir sıfattır deyip, duraklamadan îmân
etmek te'vîlden daha salim bir yoldur...
[146] Başlığa uygunluğu "Sonra cehennem köprüsü
kurulur" sözündedir ki, o Sırat 'tan ibarettir. Sırat, cehennem köprüsüdür,
dedi. Çünkü Namaz Kitabı, "Sucûdun fadlı bâbı"nda "Sonra Sırat
kurulur" demişti. Buradaki başlıkta her iki lafzı birleştirmiş oldu.
Buhârî bu hadîsin bâzı
rivayetlerini değişik sahâbîlerden Tefsir de (en-Nısa: 39; el-îsrâ: 3),
Tevhîd'de,... getirdi. Müslim de îmân'da getirmiştir: Müslim Ter., I, 246-250
"182".
Bu ru'yet hadîsi, rivayet yollarının çokluğu ile meşhur hadîslerdendir.
Uzun kısa birçok ve birbirlerini îzâh eder mâhiyette metinlerle rivayet
olunmuştur...
[147] Bu babın hadîslerinde, Peygamber'in bir havzı olduğu
beyân edilmiştir. Bu havz, yine Peygamber tarafından sütten daha beyaz, baldan
daha tatlı, genişliği ve uzunluğu şuradan şuraya kadar..., ondan içen bir daha
susamaz gibi vasıflarla tavsîf edilmiştir. Bir de Kevser Sûresi'nde Peygamber'e
ihsan olunduğu ifâde edilen Kevser vardır. Bu ikisinden murâd bir midir? Havz,
nehrin menbâı veya döküldüğü yer midir? Yoksa ayrı mıdır? diye tedkîk
edilmiştir. Meşhuru, havz mahşerdedir; bâzıları mîzândan ve sırattan evveldir
demişler, diğer bâzıları da onlardan sonra cennetin kapısına yakın ve Muhammed
ümmetinden cennetlik olanların aralarındaki haklan halâllaşmak için habs olu
nacakları yerde olduğunu söylemişlerdir. Âlûsî der ki: Buna göre havz, tebdîl
olunacak arzda demek olur...
Kaadi Zekeriyyâ, Peygamber'in biri sırattan evvel, biri de sırattan
sonra olmak üzere iki havzı olup, ikisine de "kevser" denildiğini
nakletmekle beraber, sahîhi, havzın sırattan sonra ve Kevser'in cennette
olduğuna ve onun döküldüğü yer olduğu için havz'a da "Kevser" denilmiş
bulunduğunu söylemiştir... Tirmizî'nin hadîsinde: "Her peygamberin bir
havzı vardır ve hep onlar hangisinin gelicisi daha çok diye övünme yarışı
yaparlar. Ve ben muhakkak onların en çok gelicisi olacağımı umarım "
buyurulmuştur. Bu hadîs, Tirmizî'nin dediği gibi, hasen garîbdir. Onun için bu
havzlara îmân ve i'tikaad vâcib değildir. Fakat Muhammed aleyhi's-selâmm
havzına dâir olan hadîsler tevatüre yakın derecede meşhur olduğu için, sünnet
ehli indinde ona îmân vâcib olduğu akaaid . kitâblarında zikredilmiştir...
Şübhesiz Kevser Sûresi mucibince Rasûluilah'a Kevser'in verilmiş olduğuna
îmânın ittifakla vâcib olduğunda söz yoksa da, onun bir nehir veya havz
olmasına i'tikaad sahîh olmakla beraber, vâcibdir denilemez. Zîrâ diğer
kaviller de vardır (Hakk Dîni, VII, 6181-6182).
[148] Bu, Huneyn gazvesi bâbı'nda geçen hadîsin bir
parçasıdır. Biraz yukarısından şöyledir: "Ey Ensâr cemâati! Benden sonra
yakında sizler (dünyâ işlerind'e) başkalarının size tercih edileceği zamana
ulaşacaksınız. Bununla beraber sizler sabrediniz. Nihayet (kıyamet günü) havz
başında bana kavuşacaksınız!"
[149] et-Farat ve el-Fönt, su başına kaafileden önce gidip
havzları, kovalan ve su alma İşlerinden benzer tedbîrleri alıp hazırlık
yapacak kimseye denir. Ben sizin faratınızım demek, sizden önce havzm başına
gidip onu hazırlayıcıyım demektir (en-Nevevî).
[150] Ibnu'1-Esîr, en-Nihöye'sinde, Cerbâ ile Ezruh Şam'da
iki köy adıdır, aralarında üç günlük mesafe vardır, demiştir. Bu hadîsin Ebû
Hureyre'den gelen rivayetinde "Sizinle Cerbâ ve Ezruh arasında"
denildiğine göre, İbn Umer'in bu rivayeti "Bulunduğunuz Medîne ile
Şam'daki Cerbâ ve Ezruh kasabaları ara sındaki mesafe kadar" diye tefsîr
olunur. Bu suretle bir aylık mesafe rivayetine uygun olur.
[151] Bu cevâb, aynen İbn Abbâs'm kendisinden de
nakledilmiştir.
Kevser 'in cennette bir nehir olduğu hakkındaki sahih hadîslere karşı,
bunda diğer ma'nâ ve ihtimâllerden bahsedilmesi, çok hayır mefhûmunun kat'iyet
ve şümulüyle beraber, hadîslerin bir misâl ile tefsîr olması ihtimâlidir... Bu
konuda Hakk Dîni, VIII., 6186-6188 okunmaya değer.
[152] Eyle, Kızıldeniz'in Akabe Körfezi sonunda bir
kasabadır. Peygamber "devrinde ma'mûr bir ticâret merkezi idi. Ahâlîsi
muahede İle îslâm tâbi'iyyetini kabul etmişti.
Havuzun uzunluk ve genişliğine dâir sahâbîler tarafından çeşitli
mesafeler nakledilmiştir. Rasûlullah birçok hutbelerinde ayn ayrı vak'alar
üzerine "Havz"-dan bahsetmiş ve bunlarda başka başka şehirler
arasındaki mesafeyi havuzun mesaha ölçüsü olarak kullanmıştır. Bu uzaklıklarla
havuzun büyüklüğünü mu-hâtabların bilip tanımakta oldukları uzaklıklarla
misâllendirmiştir
[153] Suhkan, sîn'in Ötresi ile- uzaklaşmak ve ırak olmak
yâhud helak olmak ma'nâ-sına "Bu'd" gibi mâderdir. " î^ c*Xü UT
^'Jui u* Vı = Haberiniz olsun ki, Semûd kavmi ilâhî rahmetten nasıl uzaklaştıysa
Medyen 'e de öylece bir uzaklık" (Hûd: 95) âyetindeki gibi mukadder fiilin
te'kîdî mef'ûlü mutlakı olarak, makaa-mina kaaİm bir duâ cümlesi hâlinde ve
"Kahrolsun" tarzında bir zecr ifâde eyler. Fiilin takdîrinde iki
şekil vardır: Birisi "Fe ashakahumu'llâhu ıshâkan" takdirinde olarak
"Allah onları rahmetinden uzaklaştıran da uzaklaştırsm" demektir ki,
bu suretle "Suhkan " müteaddî olan "Ishâk" ve
"İb'âd" ma'nâsma olmuş olur. Birisi de "Feashakahumu'llâhu
fesahıkusuhkan" takdîrinde olup "Allah onları rahmetinden
uzaklaştırsm da, onlar da uzaklaştıkça uzaklaşsın, kahrolsunlar" demek
olur (Hakk Dîni, VII, 5219).
[154] Kaadı Iyâd: "Minberim havzım üzerindedir"
cümlesi hakkında şöyle dedi: Âlimlerin çoğu bu fıkrayı zahirine hamlederek,
minberi Allah aynen Peygamber'in havzı üzerinde iade buyurur, demişlerdir. Bu
cümleden açıklıkla anlaşılan ma'-nâ da budur. Bâzı âlimler de: Bu, Peygamber'in
havzı üzerinde bir minber bulunduğunu ifâdedir, demişlerdir.
Hattâbî de: Bu mübarek arz parçasında ibâdet, sahibini cennete
ulaştırır. Minber yakınında ibâdet de cennette Peygamber'in havzından içmeye
vesîle olur, ma'nâsı kasdedilmiştir, demiştir.
[155] Bunun bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda geçmişti.
Müslim de bunu Peygamber'in Faziletleri bâbı'nda getirmişti. Müslim'deki bir
rivayetin sonunda: Ukbetu'bnu Amir: İşte bu görüşüm Rasûlullah'ı minber
üzerinde son görüşüm oldu, demiştir (Müslim Ter., VII, 177-178).
Tenâfus; lügatte, kıymetli birşeyi en önce elde etmek üzere yarışmak
ma'-nâsınadır.
[156] Buhârî'nin bu bâbda getirdiği hadîslerin çoğunu Müslim
de Fadâil Kitabı, "Peygamberimizin havzını ve sıfatlarını isbât
bâbı"nda getirmiştir. Müslim Ter., VII, 172-186, "2289-2305". Bu
son iki hadîsi de aynı bâbda, "2298" ve "2293"
ra-kamlarıyle getirmiştir.
Yâ Allah.bizleri hatime
sırasında tuzaklara düşürme! Bizleri kendilerine hiçbir korku olmayan ve
mahzun da olmayacak olanlardan kıl! Ve bizlere Peygamberimiz Muhammed(S)'ir.
havzmdan Tahmetinb içir yâ Erham='r-Râhimîn, ya Rabbe'l-Âlemîn! (Âmîn!)