1- "Beyyine Datâcıya Âiddir" Hakkında Gelen
Nasslar Bâbı
3- Şâhidliği Yüklenme Sırasında Saklanıp Gizlenen
Kimsenin Şâhidliği (Caiz Olur Mu Olmaz Mı) Babı
5- Adaletli Şâhidlerün Beyânı) Babı
6- Kaç Kişinin Tezkiye Etmesi Caiz Olur? Babı
9- Bâb: Bir Kimse Zulüm Ve Haksızlık Üzerine Şâhid
Yapılmak İstenildiği Zaman, Şâhidlik Etmez
10- Yalan Şâhidliği Hakkında Söylenen Şeyler
(Ağırlaştırma Ve Tehdîdler) Babı
12-- Kadınların Şâhidliği(Nin Cevazı) Babı
13- Köle Kadınların Ve Köle Erkeklerin Şâhidliği Babı
14- Süt Emzirici Kadının Şâhidliği Babı
15- (Hüküm Verme İşinde) Kadınların Birbirlerini Tezkiye
Etmeleri Babı
16- Bâb: Bir Adam Diğer Bir Kimseyi Tezkiye Ettiği Zaman, Bu Tezkiye Ona Yeter
18- Çocukların Bulûğa Ermelerinin Sınırı Ve
Şâhidliklerifnin Hükmü) Babı
23- İkindiden Sonra Yapılan Yemîn Babı
26- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
27- Bâb: Nasıl Yemîn Verdirilir?
29- Va'dine Vefa Edip Yerine Getirilmesini Emreden Kimse
Babı
30- Bab: Şirk Ehlinden Şâhidlik Ve Diğer Şeyler
İstenilmez
31- Müşkil İşlerde Kur'a Çekme(Nîn Meşrû'luğu) Babı
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Şehâdetler
Kitabı) [1]
Çünkü bu konuda Yüce
Allah'ın şu kavli vardır [2]:
"Ey îmân edenler,
ta'yîn edilmiş bir vakte kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın.
Aranızda bir yazıcı da doğrulukla onu yazsın. Kâtib, Allah'ın kendisine
öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın.
Üzerinde hakk olan
borçlu da yazdırsın (borcunu ikrar etsin). Rabb'ı olan Allah'tan korksun, ondan
hiçbirşeyi eksik bırakmasın. Eğer üstünde hakk bulunan borçlu bir beyinsiz veya
bir zaîf olur yâhud da bizzat yazdırmaya gücü yetmezse, velîsi dosdoğru
yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şâhid yapın. Eğer iki erkek şâhid bulunmazsa
o hâlde râzî (ve doğruluğuna emîn) olacağınız şâhidlerden bir erkekle iki kadın
yeter. Bu suretle kadınlardan biri unutursa öbürünün hatırlatması (kolay olur).
Şâhidler (şehâdeti yerine getirmeye) çağırıldıkları vakit kaçınmasın. Az olsun,
çok olsun; onu vaydesiyle beraber yazmaktan üşenmeyin. Bu, Allah yanında
adalete daha uygun, şâhidlik için daha sağlam, şübheye düşmemenize daha
yakındır. Meğer ki aranızda (elden ele) devredeceğiniz ve peşin yaptığınız bir
ticâret olsun. O zaman bunu yazmamanızda size bir vebal yoktun Alışveriş
ettiğiniz vakit de şâhid tutun. Yazana da, şâhidlik edene de asla zarar
verilmesin. Bunu yaparsanız o kendinize dokunacak bir fısk olur.
Allah'tan korkun.
Allah size öğretiyor. Allah herşeyi hakkiyle bilendir" (el-Bakara: 282).
"Ey îmân edenler,
adaleti titizlikle ayakta tutan- (hâkim)lar ve Allah için şâhidlik eden
(insan)lar olun.
(O hükmünüz veya
şâhidliğiniz) velev ki kendinizin veya ana-babalarınızın veya yakın hısımların
aleyhinde olsun.
İsterse onlar zengin
veya fakır butunsun. Çünkü Allah ikisine de sizden daha yakındır. Artık siz
haktan dönerek hevânıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker veya yüz
çevirirseniz, şübhe yok ki, Allah ne yaparsanız "' hakkıyle haberdârdır"
(en-Nisâ: ı35) [3].
1-.......Ve
el-Leys şöyle dedi: Bana Yûnus el-Eylî, İbn Şihâb'dan tahdîs etti. O şöyle
demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr, İbnu'l-Müseyyeb, Alkame ibnu Vakkaas ve
Ubeydullah ibnu Abdillah (bu dört râvînin hepsi) Âişe hadîsinden bana haber
verdiler. Bunların bâzısının hadîsi bâzısını doğrulayıp tasdîk etmektedir.
(Âişe hadîsinin bu kısmı şöyledir): İftiracılar dediklerini dedikleri zaman,
Rasûlul-lah, Alî'yi ve Usâme'yi yanına çağırdı. Vahiy gecikince ehli ile ayrılması
hususunda bunlarla istişare ediyordu. Usâme'ye gelince o: Âişe senin ehlindir,
biz onun hakkında hayırdan başka birşey bilmeyiz, dedi. Berîre de: Ben Âişe'de
ayıplayacağım bir iş olarak şundan büyük birşey görmedim: Âişe, küçük yaşta
bir kadındı. Ev halkının hamurunu yoğururken uyurdu da evin besi koyunu gelir,
o hamuru yerdi, demiş. Bunun üzerine Rasûlullah (mescidde bir hutbe yaparak)
şöyle buyurdu: "Ev halkım hakkında bana eza eden bir şahıs hakkında, bana
kim yardım eder de, benim için ondan intikaam alır? Vallahi ben ehlim hakkında
hayırdan başka birşey bilmiş değilim. Bu iftiracılar o adamın ismini de
zikretmişlerdir ki, bu zât hakkında da ben hayırdan başka birşey bilmiyorum..."
[4]
Şâhidliği yüklenme
sırasında gizlenmeyi (küçük sahâbîlerden olan) Amr ibnu Hureys caiz kıldı ve:
"Yalancı, fâcir
kimseye böyle gizlenme şâhidliği yapılır" dedi [5].
eş-Şa'bî, Muhammed ibn
Şîrîn, Atâ ibn Ebî Rebâh, Katâde ibn Diâme: İşitmek şehâdettir, demişlerdir [6]. el-Hasen
el-Basrî de: Bir topluluktan bir şeyi işiten kimse hâkime gelir: Onlar beni bir
şey üzerine şâhid yapmadılar, fakat ben
onlan şöyle şöyle derlerken işittim der, demiştir [7].
2-.......
Salim şöyle dedi: Ben babam Abdullah ibnu Umer (R)'den işittirn, şöyle diyordu:
Rasûlullah (S) bir kerresinde Ubeyy ibn Ka'b el-Ensârî ile beraber, içinde İbn
Sayyâd'm bulunduğu bir hurmalığa kasdederek gittiler. Rasûlullah onu gafil
yakalamak ve İbn Sayyâd kendilerini görmeksizin, onun husûsî hayâtını görmek;
ondan birşey işitmek istiyordu. Rasûlullah onu kadîfe elbisesi içinde, yaygısı
üzerinde yan yatmış bir hâlde buldu. Hırka içinde genizden gelen bir hırıltı
vardı. Tam bu sırada bir hurma ağacının arkasına gizlenmiş bulunan İbn
Sayyâd'ın annesi, Peygamber'i gördü ve hemen İbn Sayyâd'a:
— Yâ Safi! İşte Muhammed geldi, dedi.
(Safi, İbn Sayyâd'ın
adıdır.) Annesinin bu sözü üzerine îbn Sayyâd hırıltısına son verip uyandı.
Rasûlullah (S):
— "Şu kadın oğlunu o hâlde bıraksaydı, o,
saçma sözleriyle ve tabiî olmayan hâli ile kendinin ne olduğunu bize açıklardı"
buyurdu [8].
3-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rifâa el-Kurazî'nin karısı Peygamber'e geldi ve:
— Ben Rifâa'mn
nikâhında idim. O beni boşadı ve boşanmamı kesinleştirdi. Ben de sonra
Abdurrahmân ibnu'z-Zubeyr ile evlendim. Fakat Abdurrahmân'da bulunan erkeklik
organı, ancak elbisenin saçağı gibi gevşek birşeyden ibarettir, dedi.
Peygamber, kadına:
— "Sen tekrar eski kocan Rifâa'ya dönmek
mi istiyorsun? Fakat ikinci kocan Abdurrahmân senin balcağızından, sen de onun
bal-cağızından tutmadıkça bu olamaz (ona varamazsın)" buyurdu.
Ebû Bekr, Peygamberdin
yanında oturmakta idi. Hâlid ibn Saîd ibni'1-Âs da kendisine izin verilmesini
bekler hâlde kapıda (oturmakta) bulunuyordu. Hâlid hemen Ebû Bekr'e hitaben:
— Şu kadının
Peygamber'in yanında açıktan söylemekte olduğu şeyleri işitmiyor musun? dedi [9].
4-
el-Hurneydî Abdullah bu hükme kaail oldu [11]
Nitekim Peygamber'in müezzini olan Bilâl, Peygamber'in Fetih Yılı'nda
Ka'be'-nin içinde namaz kıldığını haber verdi. Fadl ibnu Abbâs ise Peygamber'in
Ka'be'nin içinde namaz kılmadığını söyledi. İnsanlar Bilâl'ın şehâdetini
aldılar [12].
Eğer iki şâhid, Fulân
kimsenin Fulân kimse üzerinde bin dirhem alacağı var diye şâhidlik yaparlar,
diğer iki şâhid de binbeşyüz dirhem alacağı var diye şâhidlik yaparlarsa,
hüküm yine böyledir: Ziyâde olanla hüküm verilir [13].
5-.......Bana
Abdullah ibnu Ebî Muleyke, Ukbe ibnu'l-Hâris'ten haber verdi ki, Ukbe
ibnu'l-Hâris el-Kuraşî (R), Ebû İhâb ibnu Azîz'in kızı ile evlenmişti. Derken
yanına bir kadın gelip:
— Ukbe'ye de, evlendiği kadına da ben süt
emzirdim, dedi. Ukbe de ona:
— Senin beni
emzirdiğini bilmiyorum ve sen evvelce bunu bana haber de vermedin, dedi.
Ve Ukbe, Ebû İhâb
ailesine bir haberci yolladı da bu kadının sözünden onlara sordurdu. Onlar:
— Biz o kadının bizim
kızımızı emzirdiğini bilmiyoruz, dediler. Bunun üzerine Ukbe hayvanına binip
Medine'ye» Peygamber'in
yanma gitti ve
Peygamber'den bu vak'adaki hükmü sordu. Rasûlul-lah (S):
— "Nasıl olur? Bir kerre bu söz söylenmiş
bulundu" buyurdu (yânî bu söz söylendiği hâlde, sen bu kadına nasıl
yaklaşırsın? buyurdu).
Bunun üzerine Ukbe, o
kadından ayrıldı ve o kadın da başka bir kocaya vardı [14]
(Şâhidlerin adaletli
olması şarttır) Çünkü Yüce Allah'ın şu âyetleri vardır: 'Ve içinizden adalet
sahibi iki kişiyi de şâhid yapın.. (et-Talâk: 2);
"Erkeklerinizden
iki de şâhid yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa* o hâlde razı (ve doğruluğuna
emîn) olacağınız şâhidlerden bir erkekle iki kadın (yeter)" (el-Bakara:
282) [15].
6-.......
Abdullah ibn Utbe şöyle demiştir: Ben Umer ibnu'l- Hattâb(R)'dan işittim, o
şöyle diyordu: Bir takım insanlar Rasûlul-lah zamanında vahiy ile (sırları
meydana çıkar da) yakalanırlardı. Şimdi ise vahiy kesilmiştir. Biz şimdi ancak
sizleri amellerinizden bize açıklanan suçlar sebebiyle yakalarız. Böyle olunca
her kim bize bir hayır hâli meydana korsa, biz onu emîn kılarız ve onu
kendimize ya-kınlaştınrız. Onun gizli işlerinden hiçbirşey(i araştırmak) bize
âid değildir. Gizli işleri hususunda onu Allah hesaba çeker. Ve her kim de
bize bir kötülük ve şerr ortaya koyarsa, o, gizli işlerinin güzel olduğunu
söylese de, biz onu bir emîn saymaz ve onu doğrulayip tasdik etmeyiz [16].
7-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Peygamber'in önünden bir cenaze geçirildi. Sahâbîler bu
cenazeyi hayırla övdüler. Peygamber de: "Vâcib oldu" buyurdu. Sonra
başka bir cenaze daha geçirildi. Sahâbîler onun üzerine de şerr ile konuştular
yâhud râvî: Bunun gayrisini söyledi, demiştir. Peygamber yine: "Vâcib
oWw"buyurdu. Kendisine:
— Yâ Rasûlallah! Şu
cenaze için "Vâcib oldu" dedin; şu cCnâze için de yine "Vâcib
oldu" dedin? denildi.
Rasûlullah (S):
— "Mü'mirilerden meydana gelen kavmin
şehâdeli kabul edilmiştir. Mü'minler Allah'ın yeryüzündeki şâhidleridir"
buyurdu [18].
8-.......Ebu'l-Esved
şöyle demiştir: (Bir kerre Basra'dan) Medîne'ye geldim. O sırada Medine'de fena
bir hastalık vardı. İnsanlar çabuk bir ölümle ölüyorlardı. Ben Umer
ibnu'l-Hattâb'm yanına oturdum. Yanımızdan bir cenaze geçti. O cenaze hayırla
anıldı. Umer:
— Vâcib oldu, dedi.
Sonra diğer bir cenaze
daha geçirildi. O cenaze de hayırla anıldı. Umer yine:
— Vâcib oldu, dedi.
Sonra üçüncü bir cenaze
geçirildi. O da şerr ile anıldı. Umer buna da:
— Vâcib oldu, dedi. Ben:
— Ey Mü'minlerin
Emîri! Ne vâcib oldu? dedim. Umer:
— Ben Peygamber(S)'m
dediği gibi söyledim: "Hangi bir müs-lümân için dört mü'min kişi hayırla
şehâdet ederse, Allah o hayırla anılan kişiyi cennete girdirir". Biz
Peygamber'e: Üç kişi şehâdet ederse de böyle midir? diye sorduk. O: "Üç
kişi şehâdet ederse de böyledir" buyurdu. Biz: İki kişi şehâdet ederse de
böyle midir? dedik. Peygamber: "İki kişi şehâdet ederse de böyledir"
buyurdu. Bundan sonra biz Peygamber'e bir şâhidden sormadık [19]
Ve Peygamber (S):
"Beni de,
Zeyneb'in babası Ebû Seleme'yi de Suveybe Kadın emzirdi" buyurmuştur [20].
9-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Eflah -Hicâb Âyeti'nin inmesinden sonra- benim yanıma
girmek için benden izin istedi. Ben ona izin vermedim. Bunun üzerine Eflah: Ben
senin amcan iken benden perde arkasına mı çekiliyorsun? dedi. Ben: Bu amcalık
nasıl oluyor? dedim. O: Sana erkek kardeşim VâiTin karısı, kardeşimden dolayı
meydana gelen sütü içirdi, dedi. Âişe dedi ki: Ben bunu Rasülullah'a sordum.
Rasûlullah: "Eflah doğru söyledi; ona yanına girmesi için izin ver!"
buyurdu [21].
10-.......Ibn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Hamza'-
mn kızı hakkında:
"O bana halâl olmaz. Nesebden dolayı haram olan, sütten dolayı da haram
olur. Hamza'nın kızı, benim süt kardeşim Hamza'nın kızıdır" buyurdu [22].
11-.......Peygamberdin
zevcesi Âişe (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) Âişe'nin yanında iken,
Âişe, Hafsa'nın evinin önünde izin isteyen bir erkek sesi işitti. Âişe dedi
ki: Ben:
— Yâ Rasûlallah! Ben
onu Hafsa'nın süt amcası Fulân kimse zannediyorum, dedim.
Âişe dedi ki:
— Yâ Rasûlallah! Bu senin evine girmek için
izin isteyen bir adamdır, dedim.
Rasûlullah da:
— "Ben de onu Hafsa'nın süt amcası Fulân
kimse sanıyorum" dedi.
Âişe, Rasülullah'a
hitaben:
— Âişe'nin sütten
dolayı amcası olan Fulân'kimse hayâtta olsaydı, benim yanıma girebilecek
miydi? diye sordu.
Buna cevâb olarak
Rasûlullah:
— "Evet girebilirdi. Çünkü süt, doğum ve
nesebin haram kıldığı her şeyi haram kılar" buyurdu [23].
12-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Bir gün yanımda bir adam otururken Peygamber (S) içeriye
girdi ve:
— "Yâ Âişe! Bu zât kimdir?" dedi.
Ben:
— Bu benim sütten dolayı kardeşimdir, dedim.
Peygamber de:
— "Süt
kardeşlerinizin kim olduğunu iyi düşünüp dikkat ediniz. Çünkü süt emme ancak
açlıktan olur" buyurdu.
Bu hadîsi Sufyân'dan
rivayet etmekte Abdurrahmân ibnu Mehdî, Muhammed ibn Kesîr'e mutâbaat etmiştir [24].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Onların
şâhidliklerini ebedî kabul etmeyin. Onlar /âşıkların tâ kendileridir. Meğer ki,
bu hareketlerinden
sonra tevbe ve
hâllerini iyileştirirler. Çünkü Allah çok mağfiret edici, çok merhamet
eyleyicidir" (en-Nûr: 4-5) [25].
Ve Umer (R),
(birbirlerine hısım olan) Ebû Bekr Nakf ibnu'l-Hâris'e, Şibl ibn Ma'bed'e,
Nâfi' İbnu'l-Hâris'e,
Mugîre ibn Şu'be'ye
zina iftirası attıkları suçu ile deynek vurma cezası uyguladı, sonra onların
tevbe
etmelerini istedi de:
Kim tevbe ederse şâhidliğini kabul ederim, dedi [26].
Zina iftirası suçundan
cezaya çarpılmış kimsenin şâhidliğinin kabulü hükmünü, Abdullah ibn Utbe, Umer
ibn Abdilazîz [27], Saîd ibn Cubeyr, Tâvûs
ibn Keysân, Mücâhid ibn Cebr, eş-Şa'bî, ez-Zuhrî, Muhammed ibn Disâr, Kaadı
Şurayh ve Muâviye ibn Kurre caiz kılmışlardır [28].
Ebu'z-Zinâd da: Medine'de
bizim indimizde, zina iftiracısı, sözünden döndüğü ve Rabb'inden mağfiret istediği
zaman şâhidliği kabul edilir, demiştir [29].
eş-Şa'bî ile Katâde
de: Zina iftiracısı kendini yalanladığı zaman kamçılanır ve şâhidliği kabul
edilir, demişlerdir [30].
Sufyân es-Sevrî de: Köle kamçılandığı, sonra âzâd edildiği zaman, şâhidliği
caiz olmuştur. Ceza
uygulanmış kimse, iki
kişi arasında hüküm vermesi istense de hüküm verse, bu caizdir, demiştir [31].
Ve bâzı Adem oğulları
da (Ebû Hanîfe'yi kasdediyor): Zina iftirası yapanın şehâdeti (bu suçtan tevbe
etse de)
caiz olmaz, dedi.
Sonra da: Nikâh iki
şâhidle kıyılmadıkça caiz olmaz.
(Eğer zina
iftirasından dolayı) deyneklenmiş iki şahidin şâhidliği ile evlense, bu nikâh
caizdir (çünkü onlar şâhidliği yüklenmeye ehildirler). Eğer iki kölenin şâhidliği
ile evlenirse bu caiz olmaz, demiştir. Ve yine bu Adem oğlu: Hadd vurulanın,
erkek ve dişi kölenin ramazân hilâlinin görülmesi için olan sahiciliklerini (hu
haber yerinde olduğu için) câîz kılmıştır.
(Buhârî der ki:) Zina
iftiracısının tevbesi nasıl bilinecektir? Çünkü Peygamber (S) zina ediciyi bir sene sürgün etmiştir [32]. Ve
yine Peygamber, Ka'b ibn Mâlik ve iki arkadaşı (Hilâl ibn Umeyye, Merâre
ibnu'r-Rabî5) ile elli
gece geçinceye kadar konuşmaktan nehyetmiştir [33].
13-.......İbn
Şihâb şöyle dedi: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verdi ki: Bir kadın Fetih
gazvesinde hırsızlık yapmıştı. Akabinde bu kadın Rasûlullah'a getirildi. Sonra
Rasûlullah emretti de kadının eli kesildi. Âişe dedi ki: Sonra bu kadının
tevbesi güzel oldu ve evlendi. Bu kadın bundan sonra bana gelirdi, ben de onun
hacetini Ra-sûlullah'a yükseltirdim [34].
14-.... Zeyd
ibn Hâlid (R): Rasûlullah (S), evlenmemiş olduğu. hâlde zina eden kimse
hakkında yüz deynek vurulması ve bir yıl gurbete gönderilmesi ile emretti,
demiştir [35].
15-........
en-Nu'mân ibn Beşîr (R) şöyle demiştir: Annem Ravâha kızı Amre, babam Beşîr'den
kendi malından benim için bir parça hibe istedi. Evvelâ çekinmesinin ardından
babama hibe etmek fikri geldi ve bana bir hibe yaptı. Annem:
— Bu hibeye sen
Peygamber'i şâhid kılmadıkça ben razı olmam, dedi.
Bunun üzerine babam
elimden tuttu. Ben bir çocuktum. Beni Feygamber'e getirdi ve:
— Bunun anası Ravâha
kızı Amre, bu çocuk için benden hibe vermemi istedi, dedi.
Peygamber:
— "Senin bundan başka çocuğun var
mı?" diye sordu.
Babam:
— Evet vardır, dedi.
Nu'mân dedi ki: Ben
Peygamberin Beşîr'e:
— "Sen beni bir zulüm ve haksızlık üzerine
şâhid yapma!" buyurdu sanıyorum. eş-Şa'bî'den rivayet eden Ebû Harız:
"Ben bir zulüm ve haksızlık üzerine şâhidlik yapmam" şeklinde
söylemiştir [36].
16-.......İmrân
ibn Husayn (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):
"Sizin hayırlı
asrınız, benim içinde yaşadığım zamandır. Sonra benimle yaşayanlara yakın
olanlardır. Daha sonra onlara yakın olanlardır" buyurdu. İmrân: Peygamber
kendi asrından sonra hayırlı asır olarak iki asır mı, yoksa üç asır mı
zikretti; bilmiyorum, demiştir.
Peygamber (S) devamla
şöyle buyurdu: "Sizden sonra bir kavim gelecektir ki onlar hıyanet
edecekler, kimse bunlara i'timâd etmeyecek, bunlar şehâdet etmeleri istenmeden
şâhidlik edecekler; yine bunlar adak adayacaklar, fakat adaklarını yerine
getirmeyecekler. Artık bunlar arasında (tıka basa yemek içmek) semizlenmek
meydana çıkar (yânî onlara göre hayâtın gayesi bu işlerden ibaret olur)" [37].
17-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R)'dan (şöyle demiştir): Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"İnsanların hayırlısı benim asrım(daki sahâ-bîlerim)rfir. Sonra onlara
yakın olan (tâbiî)lardır. Sonra onlara yakın olanlardır (yânî tabiîlerin tâbi
Meridir). Sonra bir takım kavimler gelir ki, onlardan herhangi birinin
şehâdeti yemininin önüne, yemini de şehâdetinin önüne geçer" [38].
İbrâhîm en-Nahaî: Biz
çocuk iken velîlerimiz bizi: "Eşhedu billahi" ve "Allah-ile
ahdim olsun" sözlerini söylediğimizden dolayı döverlerdi, demiştir [39].
Çünkü Yüce Allah'ın şu
kavli vardır:
"Onlar ki yalan
şâhidlik etmezler... " (ei-Furkaan: 72>; Ve şâhidliği gizlemek ve
yerine getirmekten çekinmek
hakkında da:
"Şâhidliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse hakikat şudur ki, onun kalbi bir
günahkârdır. Allah ne
yaparsanız hakkıyle
bilendir" -kavli vardır- (ei-Bakara: 283)
"Şayet eğip
bükerseniz..' " (en-Nisâ: 135), şâhidlikte dillerinizi eğip bükerseniz;
doğruyu söylemezseniz demektir [40].
18-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber'e büyük günâhlardan soruldu. Peygamber
(S): "Allah'a ortak tanımak, ana-babaya ezâ etmek, (haksız olarak) insan
öldürmek, yalan şâhid-liği yapmaktır" buyurdu.
Bu hadîsi Şu'be'den
rivayet etmekte Gunder, Ebû Âmir, Behz ve Abdussamed, Vehb ibn Cerîr'e mutâbaat
etmişlerdir [41].
19-.......Bize
el-Guveyrî, Abdurrahmân ibn Ebî Bekre'den tahdîs etti. Babası Ebû Bekre (R)
şöyle demiştir: Peygamber (S) üç kerre:
— "Büyük günâhların en büyüğünü size haber
vereyim mi?" buyurdu.
Sahâbîler:
— Evet, haber ver yâ Rasûlallah! dediler.
Rasûlullah:
— "Allah'a ortak uydurmak; ana-babaya
eziyet vermek" buyurdu. Dayanmakta iken oturdu da: "İyi dinleyin!
Bir de yalan yere şâhidlik etmektir" buyurdu.
Râvî dedi ki:
Rasûluîlah bu son sözü tekrar etmekte o kadar devam etti ki, nihayet biz
(kendisine acıyarak) keski sussa diyorduk.
Ve îsmâîl ibnu İbrahim
şöyle dedi: Bize Cuveyrî tahdîs edip şöyle dedi: Bize Abdurrahmân tahdîs etti [42].
Kaasım ibn Muhammed,
el-Hasen el-Basrî, İbn Şîrîn, ez-Zuhrî, Atâ ibn Ebî Rebâh, körün şâhidliğini
caiz görmüşlerdir [43].
eş-Şa'bî: Kör,
akledici olduğu zaman şâhidliği caiz olur, demiştir. Hakem ibn Uyeyne de: Körün
şâhidliğinin caiz olacağı az şey vardır, demiştir [44].
ez-Zuhrî de şöyle
demiştir [45]: Düşündün mü ne dersin:
İbn Abbâs bir şehâdet
üzerine şâhidlik yapsaydı, kör olmuş
olmasıyle beraber sen onun şehâdetini reddeder misin? İbn Abbâs güneş battığı
zaman iftar için bir adam gönderir, araştırırdı da, onun haber vermesiyle
iftar ederdi. Fecrden
sorardı da kendisine Tecr doğdu" denilince iki rek'at namaz kılardı. Süleyman
ibn Yesâr şöyle demiştir: Ben Aişe'nin. yanına girmek için izin istedim. Âişe
sesimi tanıdı da:
Yâ Süleyman, gir!
Şübhesiz sen üzerinde hiçbir borç kalmamış mukâteb bir kölesin, dedi [46].
Semure ibn Cundeb de;
yüzü örtülü bir kadının şâhidliğini kabul etmiştir.
20-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) mesciddeKur'ân okuyan bir adamı işitti de:
"Allah bu adama rahmet etsin. Muhakkak o bana şu ve şu sûrelerden
unuttuğum şu şu âyetleri hatırlattı" buyurdu.
Ve Abbâd ibnu Abdillah
kendi rivayetinde şu ziyâdeyi verdi: Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S)
benim odamda teheccüd namazı kıldı. Bu sırada mescidde namaz kılmakta olan
Abbâd (ibn Bişr)'in sesini işitti de:
— "Yâ Âişe! Şu ses Abbâd'ın sesi
midir?" diye sordu. Ben:
:.
— Evet onun sesidir,
dedim. Peygamber:
— "Yâ Allah! Abbâd'a rahmet eyle!"
diye duâ etti [47].
21-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Bilâl ezanı
gece okur. Onun için sizler İbnu Ümmi Mektûm ezan okuyuncaya kadar -yâhud da şöyle
dedi: îbnu Ümmi Mektûm'un ezanını işitinceye kadar- sahur yemeğinizi yiyin
için!" buyurdu.
Râvî dedi ki: İbnu
Ümmi Mektûm kör bir kimse idi. Kendisine insanlar "Sabaha girdin"
deyinceye kadar, sabah ezanını okumazdı [48].
22-.......el-Mısver
ibn Mahreme (R) şöyle demiştir: Peygamberce birçok kaftanlar gelmişti. Babam
Mahreme bana: Haydi birlikte Peygamber'e gidelim. Belki o kaftanlardan bize de
birşey verir, dedi. Gittik. Babam kapının önünde dikeldi de orada konuştu. Peygamber
de onun sesini tamdı ve dışarıya çıktı. Peygamber'in beraberinde bir kaftan
vardı ve Peygamber, babama: "Bunusenin için sakladım; bunu senin için
sakladım" diyerek, babam Mahreme'ye o kaftanın güzelliklerini gösteriyordu
[49].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Eğer iki erkek
bulunmazsa, o hâlde râzî (ve doğruluğundan emin) olacağınız şâhidlerden bir
erkekle iki kadın. Kadınlardan biri unutursa, biri diğerine hatırlatır...
" (el-Bakara: 282) [50].
23-.......Ebû
Saîd el-Hudrî(R)'den (şöyle demiştir): Peygamber (S):
— "Kadının şehâdeti erkeğin şehâdetinin
yarısı değil midir?" diye sordu.
Biz:
— Evet öyledir, dedik. Peygamber:
— "İşte bu aklının eksikliğindendir"
buyurdu [51].
Enes: Erkek kölenin
şâhidliği adaletli ve doğru olduğu zaman caizdir, demiştir [52].
Erkek kölenin şâhidliğini
Kaadı Şurayh da caiz
kılmıştır [53]. Basra Kaadısı Zurâre ibnu Evfâ da bunu caiz kılmıştır.
Muhammed ibn Şîrîn de:
Kölenin şâhidliği caizdir, ancak kölenin, kendi efendisi lehine şâhidliği
müstesnadır, demiştir [54].
el-Hasen ile İbrahim
en-Nahaî, kölenin şâhidliğini hakîr şeylerde caiz kılmışlardır [55].
Kaadı Şurayh: Sizler hepiniz erkek ve dişi kölelerin oğullarısınız, demiştir [56].
24-.......îbnuCureyc
şöyle demiştir: Ben İbnEbîMuIeyke'den işittim, şöyle dedi: Bana Ukbe
ibnu'l-Hâris tahdîs etti, yâhud bu ha-' dîsi ben ondan işittim ki, o Ebû
İhâb'ın kızı Ümmü Yahya ile evlenmiş. O dedi ki: Siyah bir kadın köle geldi de
(Ukbe'yi ve evlendiği kadını kasdederek): Ben sizin her ikinize de süt
emzirdim, dedi. Uk-be dedi ki: Ben bu köle kadının söylediğini Peygamber'e
arzettim. Peygamber benden yüz çevirdi. Ukbe dedi ki: Ben bulunduğum taraftan
O'nun yüzü tarafına geçtim ve köle kadının sözünü kendisine tekrar söyledim.
Peygamber (S): "Bu nasıl olur, yâhud: Evliliğin devamı nasıl olur?
Hâlbuki bu köle kadın sizin her ikinize de süt emzirdiğini kesin olarak
söylemiştir?" buyurdu ve akabinde Ukbe'yi kadınından nehyetti [57]
25-.......Ukbe
şöyle demiştir: Ben bir kadınla evlendim. Sonra bir kadın geldi de: Ben sizin
her ikinize de süt emzirmişimdir, dedi. Akabinde ben Peygamber'e geldim.
Peygamber (S): "Bu söz söylendiği hâlde (evliliğin devamı) nasıl olur?
Sen kadınını kendinden bırak (yâhud; bunun benzeri bir söz)" buyurdu [58].
26-
BizeEbû'r-Rabf Süleyman ibnu Dâvûd tahdîs etti, ve haı sin ma'nâlanndan bâzıszm
(ve lâfızlarının maksadlannı) bana Ahm anlattı. Ahmed şöyle dedi: Bize Fulayh
ibnu Süleyman, İbnu Şih ez-Zuhrî'den; o da Urve ibnu'z-Zubeyr'den, Saîd
ibnu'l-Müseyyeb'de Alkame ibnu Vakkaas el-Leysî'den, Ubeydilîah ibn Abdillah
ibn t be'den; (bu dördü de) Peygamber'in zevcesi Âişe'den onun bu hadî ni, yânî
iftira sâhiblerinin Âişe için dedikleri yalanı dedikleri zamân Allah'ın Âişe'yi
bu iftiradan temize çıkarmış olduğu hadîsi tahdîs ettiler.
ez-Zuhrî şöyle dedi:
Ve bu râvîlerin herbiri Âişe hadîsinden bir taifeyi hana tahdîs ettiler.
Bunların bâzısı Âişe hadîsini diğer bâzısından daha iyi muhafaza edici ve
hadîsi aynen getirip nakletmekte daha sağlam tesbît edicidir. İşte ben bu
râvîlerin herbirinden, onların bana Âişe'den tahdîs ettikleri bu hadîsi iyice
belleyip muhafaza ettim. Bunlardan bâzısının hadîsi, diğer bâzısının hadîsini
tasdîk etmektedir. Bunlar kesin olarak söylediler ki, Âişe (R) şöyle demiştir:
Rasülullah (S) sefere
çıkmak istediği zaman kadınları arasında kur'a çeker idi.. Onlardan hangisinin
kur'ası çıkarsa, Rasülullah ile beraber o yola çıkardı. (Huzâa'dan Musta'lık
oğulları) gazasına gitmek istediği zaman da Rasülullah kur'a çekti ve benim
sehmim çıktı. Rasûlullah'ın beraberinde sefere çıktım.. Bu sefer, Hicâb âyeti
indirildikten sonra idi. Ben mahmil içinde yükletilir ve (konak yerinde)
mahmil içinde indirilirdim. Bu suretle gittik. Nihayet Rasülullah bu gazasından
ayrılıp da döndüğü ve Medine'ye yaklaştığımızda (bir konak yerinde indi.
Gecenin bir kısmını orada geçirdi. Sonra) göç edilmesini i'lân etti. Hareket
emrini i'lân ettikleri zaman ben kalktım ve (ihtiyâcımı yerine getirmek için
yalnız- başıma) ordudan ayrılıp gittim. İşimi yerine getirince konak yerime
geldim. Bu sırada göğsüme elimle dokundum. Birden Yemen'in göz boncuğundan
dizilmiş gerdanlığımın koptuğunu anladım. Hemen geri döndüm ve gerdanlığımı
aradım. Fakat onu aramak beni yolculuktan alıkoymuştu. (Ben, ordu bir ay
eğlense de benim devemi, ben mahmilimde bulunmadıkça sürüp gitmezler diye
düşünmüştüm.) Hâlbuki yolda bana hizmet edenler gelip mahmilimi yüklemişler ve
mahfemi bindiğim deve üzerinde götürmüşlerdi. Onlar beni mahfe içinde
sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif hafif idiler; ağır vucûdlu değillerdi.
Onları et bürümezdi. Çünkü onlar az yemek yerlerdi [59]. Bu
sebebden hizmetçiler mahfeyi yüklemek üzere kaldırdıklarında, mahfenin ağırlık
derecesinin farkına varmayarak yüklemişler. Ben o zaman küçük yaşta bir
kadındım. Bu sebeble deveyi sürüp yürümüşler. Ordu gittikten sonra ben
gerdanlığımı buldum. Onların konağına geldim; orada hiç kimse yoktu. Orada
evvelce bulunduğum konak yerine geldim. Onlar beni mahfilde bulamayacaklar da
dönüp bana gelecekler diye düşündüm. Ben bu düşünce ile oturduğum sırada,
gözlerim bana gâlib gelmiş de uyuyakalmışım.
Safvân ibnu Muattal
es-Sulemî sonra Zekvânî [60] (ki
arkadan gelerek askerlerin bıraktıkları şeyleri toplamağa ve konaklama yerine
götürüp sahihlerine vermeye me'mûr idi) askerin arkasından, sabaha yakın
bulunduğum yere gelmiş ve uyuyan bir insan karaltısı görmüş ve benim yanıma
gelmiş (ve beni tanımış). Bu zât beni kadınların perdelenmesi emrinden önce
görmüştü. Safvân devesini çöktürdüğü sırada "İnnâ Uttâhi ve innâ ileyhi
râciûn = Biz Allah'ın mülküyüz ve biz ancak O'na dönücüleriz"(ei-Bakara:
ise» istircâ âyetini söylemesiyle uyandım. Safvân devesinin ön ayağına bastı,
ben de deveye bindim. Safvân bindiğim deveyi çekerek önde yürüdü. Nihayet
kaafile konak yerine istirahat ediciler olarak indikten sonra, öğle sıcağında
orduya yetiştik. Bu arada (hakkımda iftira ederek) helak olan helak olmuş.
İftirayı ilk çıkaran ve başlatan ise Selûl kadının oğlu Abdullah ibn Ubeyy
olmuş [61].
Medine'ye geldiğimizde
ben bir ay hastalandım. İnsanlar iftira sahihlerinin sözlerini çoğaltıp
yayıyorlarmış. (Ben bunlardan habersizdim.) Yalnız hastalığımda bana şübhe
veren bir şey vardı: Peygam-ber'den, hasta olduğum başka zamanlarda görmekte
olduğum yumuşaklığı, bu hastalığımda görmüyordum. Ancak yanıma giriyor, selâm
veriyor, sonra (adımı söylemeden) "Hastanız nasıl?" diyordu. Benim
(iftiracıların dedikleri) hiçbir şeyden haberim yoktu. Nihayet iyileşme
devrine girmiştim.
Bir gece ben Mıstah'm
anasıyla ihtiyâç giderme yerlerimiz olan Menâsı' tarafına çıkmıştım. Biz buraya
ancak geceden geceye çıkardık. Bu âdet, evlerimizin yakınında halâlar
edinmemizden evveldi. O zamanlar bizim hâlimiz, çöldeki eski Arablar'ın (haceti
gidermek için) çölde dışarıya çıkmalarına yâhud (temizlenmek için) gezinmelerine
benziyordu. Ben, Ebû Ruhm'ın kızı ve Mıstah'ın annesi (Selmâ) ile hacet giderme
yerine doğru yönelip giderken, onun ayağı çarşafına takılmış, düşmüştü.
Arablar arasında felâket zamanında söylenmesi âdet olan "Düşmanım helak
olsun" bedduası yerine Selmâ kadın:
— Mıstah helak olsun! diye oğluna beddua etti.
Ben kadına:
— Ne fena söyledin!
Bedir'jJe hazır bulunan bir kişiye mi sövüyorsun? dedim.
Kadın bana:
— Hele şu saf teyzeye!
Sen ortada dönen iftiraları işitmedin mi? dedi ve iftira sahihlerinin sözlerini
bana haber verdi.
Bu yüzden hastalığımın
üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dönünce de RasûluIIah yanıma geldi,
selâm verdi ve:
— "Hastanız nasıldır?" diye sordu.
Ben de:
— Yâ Rasûlallah! Anam
ve babamın yanına gitmek üzere bana
izin ver! dedim.
Âişe: Ben bu haberi
anam ve babamdan sağlamca öğrenmek istiyordum, demiştir.
RasûluIIah bana izin
verdi. Ben de ebeveynimin yanına geldim
ve annem Ümmü Rûmân'a:
— İnsanların konuşmakta olduğu bu sözler nedir?
dedim.
Anam:
— Ey kızım! Kendini
üzme, sen nefsini ve sağlığını düşün. Vallahi bir kadın senin gibi güzelliğe
sâhib ve kocasının yanında sevimli olsun ve birçok da ortakları bulunsun da,
aleyhinde dedikoduyu çoğaltmasınlar; bu pek nâdirdir, dedi.
Ben de:
— Subhânallah!
İnsanlar hakîkaten bu sözleri söylüyorlar mı?
Doğrusu hayret olunur,
dedim.
Âişe dedi ki: Ben o
gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar '• gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku
da girmedi. Sonra sabaha eriştim. RasûluIIah da o sabah Alî ibn Ebî
Tâlib'i,Usâme ibn Zeyd'i yanına çağırmıştı. Vahiy gecikince ehli ile ayrılması
hususunda bunlarla istişare etmişti. Usâme, Ehlu Beyt için nefsinde bilmekte ve
gönlünde beslemekte olduğu sevgiyi Rasûlullah'a tavsiye ve işaret etti de:
— Yâ Rasûlallah! Ehlin
Âişe hakkında biz hayırdan başka bir şey bilmeyiz, dedi.
Alî ibn Ebî Tâlib'e
gelince, o da:
— Yâ Rasûlallah! Allah
sana dünyâyı dâr etmemiştir. Âişe'den başka kadın çoktur. Bununla beraber
Âişe'nin cariyesi Berîre'ye de sorunuz. O doğrusunu sana söyler, demişti.
Bunun üzerine
RasûluIIah, Berîre'yi çağırıp:
— "Yâ Berîre! Sen hanımın Âise'de sana
şübhe veren bîr hâl gördün mü?" diye sordu, Berîre de:
— Hayır görmedim. Seni
hakk Peygamber olarak gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben hanım efendimden
asla ayıp olarak çıkmış şundan büyük birşey görmedim: Âişe küçük yaşta bir
kadındı. Hamur yoğururken uyurdu da evin besi koyunu gelir, hamuru yerdi, demiş
[62].
Bunun üzerine
Rasûlullah o günü mesddde ayağa kalkıp bir hutbe yaptı da bu iftirayı en evvel
ortaya atan Abdullah ibn Ubeyy ibn Se-İûTden dolayı söz söylemekte ma'ziretli
tutulmasını isteyerek:
— "Ehlim hakkında bana eziyet veren bir
şahıs hakkında bana kim yardım eder de benim için ondan inîikaam alır? Vallahi
ben, ehlim hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim. Bu iftiracılar bir
adamın da ismini ortaya koydular ki, bu zât hakkında da ben hayırdan başka
birşey bilmiyorum. Bu (faziletli) kimse şimdiye kadar ehlimin yanma
girmemiştir, ancak benimle beraber girmiştir!" buyurmuştu.
Bunun üzerine (Evs
kabilesinin başkanı) Sa'd ibn Muâz ayağa kalktı da:
— Yâ Rasûlallah! Vallahi sana ben yardım
edeceğim. Eğer bu (iftirayı çıkaran) Evs'ten ise, biz onun boynunu vururuz.
Eğer Haz-rec kardeşlerimizden ise, ne yapmak lazımsa Sen emredersin, biz de
emrini yerine getiririz, demiş.
Bu defa da
(Hazrec'den) Sa'd ibn Ubâde ayağa kalkmış. Bu da Hazrec kabilesinin büyüğü idi.
Ve bu vak'adan evvel sâlih bir kimse idi. Fakat bu defa kabile hamiyyeti ve
kıskançlığı ile Sa'd ibn Mu-âz'a karşı:
— Sen yalan
söylüyorsun. Allah'ın ebedîliğine yemîn ediyorum ki, sen onu (Abdullah ibn
Ubeyy'i) öldüremezsin ve öldürmeye muktedir değilsin, demiş.
Bu defa da (Eşhelî ve
Evsî) Useyd ibnu'l-Hudayr ayağa kalkarak Sa'd ibn Ubâde'ye karşı:
— Allah'ın bekaa ve
ebediyetine yemîn ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz elbette onu
öldürürüz. Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar hesabına bizimle mücâdele
ediyorsun! diye mukaabele etmiş.
Bu suretle Evs ve
Hazrec kabileleri ayaklanmışlar. Hattâ birbirleriyle muharebe etmeye
kasdetmişler. Rasûlullah ise henüz minber üzerinde bulunuyormuş. Hemen
minberden inmiş ve bunları sükûnete kavuşturuncaya kadar onlara yumuşaklıkla
davranmış, kendisi de başka birşey söylemeyip, sükût etmiş.
(Bana gelince): Ben, o
gün ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve
anam yanıma geldiler. Ben bu suretle iki gece, bir gün ağladım. Hattâ
ağlamaktan ciğerim parçalanacak sandım.
Âişe dedi ki: Bir ara
ebeveynim yanımda oturdukları, ben de ağlamakta bulunduğum sırada Ensâr'dan
bir kadın izin istemişti, ben de izin vermiştim. O da oturup benimle ağlıyordu.
Biz bu vaziyette iken ansızın Rasûlullah içeriye girdi. (Yanıma) oturdu.
Hâlbuki Rasûlullah bundan evvel hakkımda dedikodu başladığı günden beri yanımda
oturmamıştı. Ve Rasûlullah bir ay beklediği hâlde kendisine hakkımda birşey
vahyolunmamıştı.
Âişe devamla şöyle
demiştir: Rasûlullah Şehâdet Kelimesi'ni söyledi, sonra (iftiracıların
iftirasından kinaye olarak):
— "Yâ Âişe! Hakkında bana şöyle şöyle
sözler erişti. Eğer sen bu isnâdlardan beri isen, yakında Allah seni temize
çıkarır. Yok eğer böyle bir günâha yaklaştınsa Allah'tan mağfiret dile ve
Allah'a îev-be et. Çünkü kul, günâhım i'tirâfve sonra tevbe edince Allah da ona
afv ile muamele buyurur" dedi.
Âişe devamla dedi ki:
Rasûlullah bu hitabesini bitirince (musibetin ifrat harâretiyle) gözümün yaşı
kesildi. Nihayet gözyaşından bir damla bulamıyordum. Hemen babama:
— Rasûlullah'm söylediği söze benim tarafımdan
cevâb ver!
dedim.
Babam:
— Vallahi kızım,
Rasûlullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi.
Sonra anama:
— Rasûlullah'm söylediği söze benim tarafımdan
cevâb ver!
dedim. O da:
— Vallahi ben de
Rasûlullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi.
Âişe devamla dedi ki:
Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur'-ân'dan çok bir kısmını (ezberden)
okuyamıyordum- Bu sebebden ben şöyle dedim:
— Vallahi ben bildim
ki, siz insanların dedikodusunu işittiniz; o sizin nefsinizde yerleşti ve siz
bu söze inanıp tasdik ettiniz. İmdi ben size: "Ben berî'im" desem
-Allah benim muhakkak beri olduğumu bilmektedir-, benim bu sözümü tasdik
etmezsiniz. Eğer ben size bir iş i'tirâf etsem -Allah kesin surette benim beri
olduğumu biliyor-, Siz muhakkak beni tasdik edersiniz. Vallahi bu vaziyette
benim ve Sizin için bir mesel bulamıyorum; ancak Yûsuf Peygamber'in babası Ya'kûb
aleyhi's-selâmi örnek buluyorum. Yûsuf'un kardeşleri, Yûsuf'un gömleği
üzerinde yalan bir kan lekesi getirdikleri zaman, Ya'kûb, oğullarına: "Fe
sabrun cemîlun. Vallâhu'l-mute'ânu ala matasıfûn = Hayır, nefisleriniz sizi
aldatıp (böyle büyük) bir işe sürüklemiş. Artık (bana düşen) güzel bir
sabırdır. Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak ise, ancak
Allah'tır" (Yûsuf: 18) demişti.
Ben bu sözü söyledim.
Sonra yatağıma doğru uzandım. Ben yalnız Allah'ın beni temize çıkarmasını umar
dururdum. Lâkin vallahi hakkımda okunur bir vahiy indirmesini hiç düşünmezdim
ve ben, bana âid bir mes'ele için Kur'ân diliyle kelâm edilmesinden elbette çok
ha-kîr bulunuyordum. Fakat şunu muhakkak surette umardım ki: Ra-sûlullah
uykusunda bir ru'yâ görsün de Allah beni o ru'yâ ile temize çıkarsın! Vallahi
Rasûlullah yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiçbiri odadan çıkmamıştı.
Nihayet Rasûlullah üzerine vahiy indirildi ve O'nu vahyin ağırlık ve
şiddetinden terlemek gibi vahiy eserleri kapladı. Hattâ O'ndan vahiy esnasında
kış günleri bile inci tanesi gibi ter dökülürdü. Rasûlullah'tan vahiy eserleri
gidince, O sevincinden gülüyordu. Ve bana ilk söylediği söz şu oldu:
— "Yâ Âişe! Allah 'a hamd et! Allah seni
(iftiracıların isnadından) kat'î surette temize çıkardı".
Bunun üzerine anam
bana:
— Kızım kalk da Rasûlullah'a teşekkür et! dedi.
Ben:
— Hayır, ben O'na
kalkmam. Ben yalnız Allah'a hamd ederim, dedim.
İşte Yüce Allah!
(Benim berâetim-hakkında) şu âyetleri indirdi: ' 'O uydurma haberi getirenler
içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şerr sanmayın. BiVakis o sizin için
bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günâh vardır. Onlardan günâhın
büyüğünü üzerine alan o adama da büyük bir azâb vardır. Ne vardı onu
işittiğiniz vakit erkek mü 'minlerle kadın mü 'minler kendi kendilerine güzel
zann etselerdi de; 'Bu açık bir iftiradır' deselerdi ya! Ona dört şâhid
getirselerdi ya! Madem ki bu şâhidleri getiremediler, o hâlde onlar Allah
indinde yalancılardan ibarettirler. Eğer dünyâda ve âhirette Allah'ın fadlı ve
rahmeti üstünüzde olmasaydı, içine daldığınız bu yaygaradan dolayı sizi
herhalde büyük bir azâb çarpardı. O zaman siz o iftirayı dillerinizle birbirinize
yetiştiriyordunuz. Hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz ve
bunu kolay sanıyordunuz. Hâlbuki bu Allah yanında büyük bir vebaldir. Onu
işittiğiniz vakit: 'Bunu söylemek bize yakışmaz; hâşâ bu büyük bir bühtandır*
deseydiniz ya! Eğer siz imân eden kimseler iseniz, böyle birşeye hayâtta bulunduğunuz
müddetçe bir daha dönmeyeşiniz diye Allah size öğüd veriyor. Ve sizin için
âyetlerini açık açık bildiriyor. Allah hakkıyle bilen, tam hüküm ve hikmet
sahibidir. Kötü sözlerin îmân edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu
edenler, dünyâda da âhirette de onlar için pek elemli bir azâb vardır. Allah
bilir, siz bilmezsiniz. Ya üzerinizde Allah'ın fadlı ve rahmeti olmasaydı, ya
hakikat Allah çok re'fetli, çok merhametli olmasaydı (hâliniz nereye varırdı)?
Ey îmân edenler! Şeytânın adımları ardınca gitmeyin. Kim şeytânın adımlarına
uyarsa şübhesiz ki o, kötülüğü ve meşru11 olmayanı emreder. Eğer üzerinizde A
ilah 'in fadlı ve rahmeti olmasaydı, içinizden hiçbiriniz ebedî temize
çıkamazdı. Ancak Allah 'tır ki kimi dilerse temize çıkarır. Allah hakkıyle
işiten, hakkıyle bilendir"^ Nün ıı 21).
Allah bu âyetleri
benim berâetim hakkında indirince babam Ebû Bekr, hısımlığından ve
fakirliğinden dolayı infâk etmekte bulunduğu Mıstah ibn Usâse için:
— Kızım Âişe'ye bu
iftirayı söyledikten sonra vallahi ben de Mıs-tah'a birşey vermem! diye yemîn
etti.
Bunun üzerine Yüce
Allah:
' 'Sizden fazilet ve
servet sahibi olanlar, hısımlarına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere
vermelerinde kusur etmesin, afvetsin; aldırış etmesin. Allah'ın size mağfiret
etmesini arzu etmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merhamet
eyleyicidir" (en-Nûn 22) âyetini indirdi.
Bu âyetin inmesi
üzerine Ebû Bekr:
— Vallahi ben,
Allah'ın beni mağfiret etmesini muhakkak severim, dedi ve Mıstah'a veregeldiği
nafakayı vermeye döndü.
Rasûlullah, Zeyneb
bintu Cahş'a da benim hâlimden sorup:
— "Yâ Zeyneb! Âişe hakkında ne bildin ve
ne gördün?" demişti. Zeyneb de: •
— Yâ Rasûlullah! Ben
kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza ederim. Vallahi ben
Âişe hakkında hayırdan başka birşey bilmem, diye güzel şehâdet etmiştir.
Bu hususta Âişe:
Zeyneb (Peygamber'in kadınları arasında güzelliği ve Peygamber'in yanındaki
mevkii bakımından) bana rekaa-bet eden bir kadındı. Fakat Allah onu takvası
sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu, demiştir [63].
Buhârî'nin şeyhi olan
Ebu'r-Rabî' Süleyman şöyle dedi: Bize Fulayh, Hişâm ibn Urve'den; o da
Urve'den; o da Âişe'den ve Abdullah ibnu'z-Zubeyr'den, Fulayh'm Zuhrî'den
rivayet ettiği hadîsin benzerini tahdîs etti.
H yine Ebu'r-Rabî'
şöyle dedi: Ve bize Fulayh, Rabîa ibn Ebî Abdirrahmân'dan ve Yahya ibn
Saîd'den; o da el-Kaasım ibn Mu-hammed ibn Ebî Bekr'den bunun benzeri olan
hadîsi tahdîs etti (Yâ-nî Fulayh bu hadîsi şu dört kişiden rivayet etmiştir) [64].
Ve Ebû Cemile Suneyn
şöyle demiştir: Ben bir çocuk bulmuştum. Umer beni görünce
"Asâ'l-güveyru ebûsen"
meselini söyledi. Sanki o bununla bu zina çocuğu benim sulbî çocuğum imiş de
nafaka istiyormuşum diye, beni ittihâm
ediyordu. İşbilir ; adamım:
Hayır Ebû Cemile iyi
bir kimsedir, dedi.
(Umer,. arife: Madem ki iyi bir kişidir, haydi
git. O buluntu çocuğun nafakası bize âiddir, dedi [65].
27-.......Abdurrahrnân
ibn Ebî Bekre'den babası. Ebû Bekre ,(R) şöyle demiştir; Peyamber'in huzurunda
bir kimse diğer bir kimseyi övdü. Bunun üzerine Peygamber (S) birkaç kerre:
"Yazık olsun sana! Sen arkadaşının boynunu kestin, sen arkadaşının boynunu
kestin" buyurdu. Sonra da: "Sizden her kim (dîn) kardeşini çaresiz
medhedici mevkiinde bulunuyorsa: Fulân kimseyi (görünüşüyle) iyi sanırım. Onun
hesaba çekicisi Allah'tır. Ben, Allah'a karşı kimseyi (sîretiyle) tezkiye
edemem. Onu şöyle şöyle kimse zannederim, desin! Bunu da (hakîkaten) o kimseyi
bu suretle biliyorsa öyle söylesin" buyurdu [66].
28-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir kimsenin diğer bir kimseyi övdüğünü
ve onu medihde ileri gittiğini işitti de: "Siz o adamı (aldatıp)
öldürdünüz"; yâhud: "(Onu şişirerek) adamın arkasını yardınız!"
buyurdu [67].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Sizden olan
çocuklar bulûğ çağına ulaştığı zaman, kendilerinden evvelkilerin izin istediği
gibi izin istesinler... " (en nûf: 59) [68]; ve
Mugîre: Ben oniki yaşında iken ihtilâm oldum, demiştir [69].
Kadınların bulûğu ise hayz iledir. Çünkü bu konuda Azız ve Celîl Allah'ın şu
kavli vardır:
"Kadınlarınız
içinden artık âdetten kesilmiş olanlarla henüz âdetini görmemiş bulunanların
iddetin)de eğer
şübhe ederseniz,
onların iddeti üç aydır. Yüklü kadınların iddetleri ise, yüklerini koymaları
(ile biter)"
(et-Talâk: 4) [70].
Ve Hasen ibn Salih
şöyle demiştir: Komşumuz bir kadına eriştim. O yirmibir yaşında nine olmuştu [71].
29-.......Bana
Nâfi' tahdîs edip şöyle dedi: Bana İbn Umer (R) şöyle tahdîs etti, demiştir:
Rasûlullâh (S) Uhud günü (3. hicret yılının Şevvâl'inde) ondört yaşında
bulunan Abdullah ibn Umer'i gözden geçirdi de (ben İbn Umer'e küçüktür diye
harbe katılmaya) izin vermedi. Sonra Hendek günü beni gözden geçirdi. O sırada
ben on-beş yaşında idim. Bu defa bana izin verdi.
Nâfi' şöyle demiştir:
Ben bir kerre Halifeliği zamanında Umer ibn Abdilazîz'in yanına geldim. Bu İbn
Umer hadîsini kendisine tahdîs ettim. O bana: "Bu onbeş yaş büyükle küçük
arasında bir sınırdır. Küçük yaşın nihayeti, bulûğun başlangıcıdır" dedi.
Ve bütün vilâyetlerdeki vâlîlerine onbeş yaşma ulaşanlara vazife ve maaş
tah-sîs etmeleri emrini yazdı [72]
30-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şu hadîsi Peygamber'e ulaştırıyordu: Peygamber (S):
"Her baliğ olan kimseye cumua günü yıkanmak vâcibdir" buyurmuştur [73]
31-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) bir mecliste: Rasûlullah (S):
— "Her kim müslümân bir kimsenin malını
koparmak için yemininde yalancı olarak yemîn ederse, kıyamet gününde o kimse
Allah'ın öfkesine uğrayarak Allah'a kavuşur" buyurdu, dedi.
İbn Mes'ûd şöyle dedi:
Bu sırada meclise el-Eş'as ibnu Kays geldi de:
— Vallahi bu benim
hakkımda söylenmiştir. Şöyle ki: Benimle Yahûdîler'den bir adam arasında
(Yemen'de) bir arazî vardı. O benim hakkımı inkâr etti. Ben de bu adamı
Peygamberdin yanma getirdim. Rasûlullah (S) bana hitâb ederek: "Senin
beyyinen var mı?" diye sordu.
Eş'as dedi ki: Ben:
— Hayır (benim beyyinem yoktur), dedim.
Eş'as dedi ki: Bunun
üzerine Rasûlullah o Yahudi'ye hitaben:
— "Sen yemîn et!" buyurdu. Eş'as dedi
ki: Ben:
— Yâ Rasûlallah! Ona
yemîn et dediğin takdirde bu Yahûdî yemîn eder ve benim malımı alıp götürür,
dedim.
Eş'as dedi ki: İşte
bunun akabinde Yüce Allah şu âyeti indirdi: "Hakikat Allah'a olan
ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı (hasîs bir menfaati) satın
alanlar! İşte onlar: Onlar için âhirette hiçbir nasîb yoktur. Allah kıyamet
günü onlarla konuşmaz, onlara baknaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek
acıklı bir azâb vardır (Alû İmrân: 77) [74].
Ve Peygamber (S)
da'vâcıya:
(Senin da'vânı isbât
edecek) senin iki şahidindir yâhud (da'vâlıyı temize çıkaracak) onun yemîn
etmesidir"
buyurmuştur [75].
Ve Kutebetu'bnu Saîd
şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne, Abdullah ibn Şubrume(öl. 144)'den tahdîs
etti. O şöyle demiştir: (Me-dîne Kaadısı olan) Ebu'z-Zinâd benimle şahidin
şehâdeti ve da'vâcımn yemîni(nin cevazı sözü) hakkında konuştu. Ben
Ebu'z-Zinâd'a karşı hüccet getirici olarak: Yüce Allah: "Erkeklerinizden
iki şâhidyapın. Eğer iki erkek bulunmazsa o hâlde razı olacağınız şâhidierden
bir erkekle iki kadın. (Bu suretle) kadınlardan biri unutursa, onlardan biri
öbürüne hatırlatır" (ei-Bakara: 282) buyurdu, dedim ve: Şahidin şehâdeti
ve da'vâcımn yemini ile yetinildiği zaman, iki kadından birinin diğerine
hatırlatmasına ihtiyâç olmaz. Bu kadının diğerine hatırlatması ile ne yapılıyor
idi? [76].
32-.......îbn
Ebî Muleyke: Ibnu Abbâs (bana): Peygamber (S) yenimin müddeâ aleyhe üzerine,
yânı da'vâlıya âid olmasıyle hükmetti, ı diye yazdı demiştir [77].
33-......
Ebû Vâil Şakîk ibn Seleme şöyle demiştir: Abdullah ibn Mes'ûd: "Her kim
bir yemin eder ve bu yemini ile başkasına âid bir mala hakk kazanırsa, Allah
kendisine öfkeli olduğu hâlde Allah'a kavuşur" hadîsini söyledi. Sonra
Azız ve Celîl olan Allah bunun tasdiki olarak: "Hakikat, Allah'a olan
ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı satın alanlart işte onlar: Onlar
için âhirette hiçbir nasîb yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara
bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek elemli bir azâb vardır"
(Âiu im-râm 77) âyetini indirdi, dedi. Sonra oturduğu yerden bizim yanımıza
Eş'as ibn Kays çıkıp geldi ve:
— Ebû Abdirrahmân (ibn
Mes'ûd) sizlere ne tahdîs ediyor? diye sordu.
Biz de ona İbn
Mes'ûd'un bize söylediği hadîsi söyledik. Bunun üzerine Eş'as şunları söyledi:
— İbn Mes'ûd doğru
söyledi: Bu âyet, muhakkak ki benim hak-kımda indirildi. Şöyle ki: Benimle
başka bir adam arasında bir şey hususunda bir çekişme vardı. Biz da'vâmızı
Rasûlullah'a götürdük. Rasûlullah (S): (r(Senin üzerine) senin iki şahidin,
yâhud (onun üzerine) kendi yemini düşer" buyurdu. Ben de Rasûlullah'a:
Hasmım olan zât yeminin ehemmiyetine aldırmayarak yemîn eder olduğu zaman?
dedim. Bunun üzerine-Peygamber (S): ''Herkim bir yemin eder ve o yemininde
yalancı olduğu hâlde bir malı almaya hakk kazanırsa, o kimse Allah'a,
kendisine öfkeli olduğu hâlde kavuşur" buyurdu. Sonra Allah bunun tasdiki
olmak üzere o âyeti indirdi. Sonra Peygamber bu Âlu İmrân: 77. âyetini
okudu [79].
34-.......Bize
îkrime, İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Hilâl ibn Umeyye, Peygamberin
huzurunda kendi karısına Şerîk ibn Sehmâ ile zina etti dedi de, karısı üzerine
zina suçu attı. Peygamber (S) hemen Hilâl'e hitaben:
— "Sana (dört şâhidlik) beyyine lâzımdır,
yâhud (beyyine getirmediğin takdirde) sırtında hadd cezası vardır"
buyurdu.
Bunun üzerine Hilâl:
— Yâ Rasûlallah!
Bizden herhangi birimiz kendi karısının üstünde bir erkek gördüğü zaman
beyyine, yânî şâhid aramağa mı gidecek? (Şâhid getirinceye kadar o kimse işini
bitirip savuşmaz mı?) diye i'tirâz etti.
Rasûlullah da:
— "Sen şâhidlerini hazırla, yoksa sırtında
(seksen- deynek olan) zina iftirası atma cezası vardır" demeye devam etti.
Ve İbnu Abbâs, (tamâmı
Nûr Sûresi'nin tefsirinde gelecek olan) bu Liân Hadîsi'ni zikretti [80].
35-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Üç (şahıs
vardır ki) Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları
temizlemez ve onlar için elemli bir azâb da vardır: Biri ki, onun yol üstünde
(ihtiyâcından) fazla suyu bulunur da yolcuları ondan men' eder. ikincisi ki, o
da devlet başkanına yalnız dünyâ metâ'ı için (itaat etmeye) bey'at eder;
devlet başkanı onun istemekte olduğu dünyalığı verirse ona yaptığı itaat bey
'atına vefa eder, vermezse ahdine vefa etmez- Üçüncü kimse şudur: Malını
ikindiden sonra pazara çıkarır da: Allah'a yemin ederim ki ben bu mala muhakkak
şöyle şöyle para vermişimdir, şeklinde yemin ederek bir müşteri ile pazarlığa
girişir. Müşteri de bunu doğru sanarak o fiatla malı satın alır'* [81].
Medine Vâlîsi Mervân:
Zeyd ibn Sabit üzerine minber üstünde yemîn etmekle hükmetti. Zeyd de: Ben onun
için bulunduğum yerde
yemîn ederim, dedi ve yemîn etmeye başladı; minber üstünde yemîn etmeyi kabul etmedi.
Mervân da Zeyd'in bu hâlinden hayret etmeye başladı [82]. Ve
Peygamber (S), Eş'as ibn Kays'a:
"Senin üzerine
iki şahidin yâhud hasmın üzerine ise onun yemini düşer" buyurdu da, bir
mekânı bırakıp diğer bir mekânı tahsîs ve ta'yîn etmedi [83].
36-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R)'dan: Peygamber (S): "Her kim yemini ile bir malı kesip
almak için yalan bir yemîn ile yemin ederse, Allah'a, kendisine öfkeli olduğu
hâlde kavuşur" buyurmuştur " [84]
37-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid,Hemmâm'dan; o da Ebû Hureyre (R)'den haber verdi ki: Peygamber
(S) bir cemâate yemîn teklif etmişti de hepsi birden çabuklukla yemîn etmeye
davranmışlardı. Bunun üzerine Peygamber, hangilerinin (diğerlerinden önce)
yemîn edeceği hususunda kur'a atmalarım emretmiştir [86].
'Hakikat, Allah 'a
olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı satın alanlar.., " (âiu
imrân: 77)
38-.......Bana
İbrâhîm Ebû îsmâîl es-Seksekî tahdîs etti. O, Abdullah ibn Ebî Evfâ(R)'dan
şöyle derken işitmiştir: Bir kimse çarşıda metâ'ını satmaya arzetti (ve malına
bir alıcı çıktı. Pazarlık esnasında) satıcı müşterisine Allah adiyle yemîn etti
de, müşterinin vermediği fıatı, muhakkak kendisinin o malı alırken vermiş
olduğunu söyledi. İşte (bu gibi yemînler üzerine) "Hakikat, Allah'a olan
ahidlerine ve yeminlerine karşılık az bir bahâyı satın alanlar..." (Âiu
imrân: 77) âyeti indi.
Geçen sened ile
Abdullah ibn Ebî Evfâ (R): "en-Nâcişu", ribâ yiyicisi ve hâin'dir,
demiştir [87].
39-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R)'dan (şöyle demiştir): Peygamber (S) şöyle buyurdu; "Her
kim bir insanın (yâhud dîn kardeşinin demiştir) malını kesip almak için yalancı
olarak bir yemîn üzerine yemin ederse, Allah'a, Allah ona öfkelenmiş olduğu
hâlde kavuşur". Ve Allah, Kur'ân'da bunun tasdikini indirdi:
"Hakikat, Allah 'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı
satın alanlar... "(Âiu lmrân: 77).
(Râvî Ebû Vâil dedi
ki): Bana el-Eş'as kavuştu da: Abdullah ibn Mes'ûd bu gün size ne tahdîs etti?
dedi. Ben de: Şu ve şu hadîsleri söyledi, dedim. el-Eş'as: Bu (Âiu imrân: 77)
âyeti benim hakkımda indirildi, dedi [88].
Yüce Allah: "Size
gelirler, gönlünüzü hoş etmek için Allah'a yemin ederler..." <et-Tevbe:
62), Ve Azîz-Celîl
Allah'ın şu kavli:
"Sonra: Biz iyilikten ve ara bulmaktan başka bir şey arzu etmedik, diye
Allah'a and ederek sana geldiler" (en-Nisâ: 62) [90].
"Billahi,
Tallahi, Vallahi" denilir [91].
Peygamber (S): "Ve bir kimse de şudur ki, ikindiden
sonra yalancı olarak
Allah'a and eder" [92]. Ve
Allah'tan başkası ile yemîn verdirilmez [93].
40-.......Mâlik
ibn Ebî Âmir, Talha ibn Ubeydillah'tan işitmiştir; o şöyle diyordu: Bir kimse
Rasûlullah'a geldi. Bir de gördük ki, o Rasûlullah'a İslâm'ın ne olduğunu
soruyor. Bu suâle karşı Rasû-lullah (S):
— "Bir gün ve bir gece içinde beş
namaz" buyurdu. O zât:
— Üzerimde bu namazlardan başkası olacak mı?
dedi. Rasûlullah:
— "Hayır, ancak kendiliğinden
kılarsın*" buyurdu. Ondan sonra Rasûlullah:
— "Bir de ramazân orucu1' buyurdu. O zât:
— Üzerimde bundan başkası da olacak mı? dedi.
Rasûlullah:
— "Hayır, ancak kendiliğinden tutarsın1'
buyurdu. Talha dedi ki: Rasûlullah zekâtı da ona söyledi. O zât yi
— Üzerimde bundan başkası da olacak mı? diye
sordu. Rasûlullah yine:
— "Hayır, kendiliğinden verebilirsin"
buyurdu. Bunun üzerine o zât:
— Vallahi bunun üzerine artırmam da, eksiltmem
de, diyerek arkasına dönüp gitti.
(Bunu duyunca)
Rasûlullah (S):
— "Eğer doğru söylüyorsa felah buldu
gitti" buyurdu [94].
41-.......Nâfi',
Abdullah(R)'tan zikretti ki, Peygamber (S): "Yemin edecek olan kimse
Allah 'a yemîn etsin yâhud sussun" buyurmuştur [95].
Ve Peygamber (S):
"Belki sizden bâzımı (haksızken) hüccetini diğerinden daha düzgün söyler,
ben de onun
lehine
hükmedebilirim../' buyurdu [97]
Tâvûs ibn Keysân,
İbrâhîm en-Nahaî ve Kaadı Şurayh de: Adil ve razı kılıcı beyyine, yalan
yeminden haklıdır, demişlerdir [98].
42-.......Peygamber'in
zevcesi Ümmü Seleme (R)'den: Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Sizler
bana çekişmenizi arzedip muhakeme oluyorsunuz. Belki sizin bâzınız (haksızken)
hüccetini diğerinden daha düzgün ifâde eder (ben de onun lehine
hükmedebilirim). Bu se-beble ben kimin lehine onun sözüne tutunarak kardeşinin
hakkından birşey hükmetmiş isem, ben ona ancak ateşten bir parça kesmişim-dir.
Sakın o (hükmümle kestiğim) bu parçayı almasın"[99].
Ve el-Hasen bu va'di
infaz etme fiilini yapmıştır. ' Azîz
ve Celîl olan Allah da kendi Kitâb'ında İsmail'i
zikredip: "Çünkü
o sözünde sâdıktı" (Meryem: 54) buyurmuştur.
Küfe Kaadısı
ıbnu'1-Eşa', va*din infaz edilmesi ile hükmetti de, kendisi bu hükmünün
SemureMen
olduğunu söyledi [100]. Mısver
ibn Mahreme de şöyle demiştir: Ben
Peygamber(S)*den
işittim. Peygamber bir yakınım (yânî kızı Zeyneb'in kocası olan Ebu*l-Âs'ı)
zikretti de:
"O bana va'd etti
de, bana olan va'dine vefa etti" buyurdu [101].
Ebû Abdillah Buhârî
dedi ki: Ben İshâk ibn İbrahim'i gördüm. O İbn Eşva'ın (Semure'den rivayet
ettiği) hadîsi ile va'din infazının vucûbuna hüccet getiriyordu.
43-......Abdullah
ibn Abbâs (R) haber yerip şöyle demiştir: Bana Ebû Sufyân şöyle haber verdi:
Hırakliyus Ebû Sufyân'a: Ben sana Muhammed ne emrediyor? diye sordum. Sen O'nun
namaz kılmakla, doğru olmakla, iffetli olmakla, ahde vefa etmekle, emâneti
yerine edâ etmekle emrediyor olduğunu söyledin, dedi ve: "İşte bunlar
peygamber sıfatıdır" diye ilâve etti [102].
44-.......Ebû
Hureyre (R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah (S):
"Münâfıkın
alâmeti üçtür; Söz söylediği zaman yalan söyler; kendisine birşey emniyet
edildiği zaman hıyanet eder; va "d ettiği zaman sözünde durmaz"
buyurmuştur [103].
45-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) vefat ettiği zaman Ebû Bekr'e
(Bahreyn'den) el-Alâ ibn el-Hadramî tarafından birçok mal geldi. Ebû Bekr:
"Her kimin Peygamber üzerinde bir alacağı yâhud Peygamber tarafından
kendisine yapılmış bir va'd varsa bize gelsin!" dedi.
Câbir dedi ki: (Bu
i'lân üzerine ben Ebû Bekr'e gittim ve): Rasûlullah (S) bana şöyle şöyle şöyle
vermeyi va'd etmişti, dedim. Ebû Bekr üç kerre iki elini açıp yaydı. Câbir dedi
ki: Ebû Bekr benim elimin içine beş yüz saydı. Sonra beş yüz saydı. Sonra beş
yüz saydı [104].
46-.......Saîd
ibn Cubeyr şöyle demiştir: Hîve şehri ahâlîsinden bir Yahûdî bana: Mûsâ
Peygamber, Şuayb Peygamber'in teklif ettiği iki müddetin hangisini yerine
getirmiştir? diye sordu. Ben Yahü-dî'ye: Bilmiyorum; Mekke'ye, Arab'ın âliminin
yanına gideyim de bunu ondan sorup öğreneyim, dedim. Sonra Mekke'ye geldim ve
bunu İbn Abbâs'a sordum. İbn Abbâs: Mûsâ o iki müddetten en çok ve Şuayb'a en
hoş olanım yerine getirmiştir. Çünkü Allah elçisi söylediği zaman onu yapar,
dedi [105].
eş-Şa'bî de şöyle
demiştir:
Diğer dînler
sahihlerinin bâzısının diğer bâzısı üzerine şâhidliği caiz olmaz. Çünkü Yüce
Allah'ın şu kavli vardır:
"Biz de aralarına
kıyamet gününe kadar düşmanlığı ve kîni yapıştırdık... " (ei-Mâide: 14)[106].
Ebû Hureyre de
Peygamber(S)'den şu hadîsi söyledi:
"Sız kitâb
ehlinin sözlerini tasdik etmeyin; onları tekzîb de etmeyin. Siz şunu söyleyin:
Biz Allah'a inandık ve
bize indirilene;
îbrâhîm'e, ismail'e, İshâk'a, Ya'kûb'a ve torunlarına indirilenlere; Musa'ya,
isa'ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rabb 'teri katından verilen kitâblara
îmân ettik; onlardan hiçbirini diğerinden
ayırmayız. Biz Allah'a
teslim olmuşlarız" (ei-Bakara: i36) [107].
47-.......İbni
Abbâs (R) şöyle demiştir: Ey müslümânlar topluluğu! Sizler kitâb ehline nasıl
soru soruyorsunuz? Hâlbuki Peygam-ber'inizin üzerine indirilmiş olan Kitâb'mız,
Allah katından indirilen haberlerin en yenisidir. Sizler O'nu hiç
karıştırılmamış olarak okumaktasınız. Ve hâlbuki Allah (kendi Kitabı içinde)
sizlere, kitâb ehli milletlerin Allah'ın yazdığı şeyleri tebdil ettiklerini ve
kendi elleriyle Allah Kitâbı'nı değiştirip başkalaştırdıklarmı ve karşılığında
az bir bahâyı satın almaları için "Bu Allah kalındandır" dediklerini
kat'-iyyetle söylemiştir (ei-Bakara: 79). Size gelmiş olan ilim, onlara herhangi
birşey sormaktan sizleri nehyetmiyor mu? Allah'a yemîn ederim ki biz onlardan
hiçbir kimseyi asla sizin üzerinize indirilmiş olan Ki-tâb'dan sorar
görmemişizdir [108].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Bunlar sana
vahyetmekte olduğumuz gayb haberindendir. Meryem 7 onların hangisi himayesine alacak
diye kalemlerini atarlarken, sen yanlarında yoktun" (Âlu İmrân: 44) [109].
İbn Abbâs da: Onlar
kur'alarını attılar. (Ürdün Nehri'ne attıkları) kalemler, suyun akışıyle
beraber aktılar. Zekeriyyâ'nın kalemi ise suyun akışına üstün geldi ve
Zekeriyyâ, Meryem'i himayesine aldı, demiştir. Allah'ın: "Fe sâheme fe
kâne mine mudhadıyn" (es-safmt: i4i) kavlindeki "Sâheme",
"Kur'a attı"; "Mine'l-mudhadıyn",
"Mine'l-meshûmiyn(yânî kur'a çekilip yenilenlerden oldu)" demektir [110].
Ebû Hureyre: Peygamber
(S) bir topluluğa yemîn teklif etti. Hepsi yemîn etmeye davrandılar. Bunun
üzerine
Peygamber, evvelâ
hangisinin yemîn edeceğini belirlemek üzere, aralarında kur'a çekilmesini
emretti, demiştir [111].
48-.......en-Nu'mân
ibn Beşîr (R) şöyle diyordu: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Allah'ın
sınırları hususunda gösteriş yapıp onları zayi' eden ve onların içine düşen
kimselerin benzeri, şu topluluğun benzeri gibidir: Onlar bir gemi üzerine
kur'a attılar. Neticede bâzıları geminin aşağı katında, diğer bâzıları da
geminin yüksek katında oldular. Geminin alt katındakiler suya, üst kattakilerin
üzerinden geçiyorlardı. Üsttekiler onların bu gidiş gelişleriyle eziyet
duyuyorlardı. Derken su getirenlerden biri bir balta aldı da geminin aşağısını
delmeye başladı. Gemidekiler onun yanına gelip: Sen ne yapıyorsun? dediler.
Oda: Sizler benim yüzümden eziyettendiniz. Benim için de sudan ayrı kalmak
kaabil değil, dedi. İşte bu durumda eğer o gemidekiler bu kişinin elleri
üzerinden yakalar da onu men' ederlerse, hem onu kurtarmış olurlar, hem de
kendilerini kurtarırlar. Eğer onu serbest bıraksalardı, hem onu helak etmiş,
hem de kendilerini helak etmiş olurlar" [112].
49-.......Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Hârice ibn Zeyd el-Ensârî tahdîs etti ki: Ensâr kadınlarından
ve Peygamber'e bey'at etmiş olan Ümmü'1-Alâ ona şöyle haber vermiştir: Ensâr,
Muhacirlerdi evlere yerleştirme kur'ası çektikleri zaman, Usmân ibn Maz'ün'un
yerleşme kur'ası bize düştü. Onun için Usmân ibn Maz'ûn bizde ikaamet etti.
Fakat Usmân bir müddet sonra hastalandı. Biz ona evimizde has-tabakıcılık
yaptık. Nihayet öldü. (Yıkadıktan sonra) onu kendi elbisesi içine koyup
kefenledik. Rasûlullah yanımıza girdi. Ben (cenazeyi tezkiye olarak):
— Yâ Ebâ Saib!
Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun! Senin hakkında bildiğim ve bu cemâate
bildirmek istediğim şudur ki: Allah sana (âhirette) muhakkak ikram etmiştir,
dedim.
Peygamber (S) bana
hitaben:
— "Allah 'in bu ölüye ikram ettiğini sana
bildiren nedir?" dedi. Ben de:
— Babam, anam sana
feda olsun yâ Rasûlallah, ben bunu bilmiyorum, dedim.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Usmân ibn Maz'ûn'a gelince, vallahi
şimdi ona yakîn, yânî ölüm gelmiştir. Ben de onun için elbette hayır ve saadet
umarım. Yine Allah'a ye mîn ederim ki, ben Allah'ın Rasûlü iken, bana (yarın
Allah tarafından) ne muamele edileceğini bilmem" buyurdu.
Ümmü'1-Alâ dedi ki:
Vallahi ben bundan sonra ebediyyen hiçbir kimseyi tezkiye etmem. Rasûlullah'm
bu sözü beni hüzünlendirdi. Yine Ümmü'İ-Alâ: Sonra ben uyudum. Ru'yâmda bana
Usmân'a âid devamlı akan bir pınar gösterdiler. Akabinde ben Rasûrullah'a
geldim ve bu ru'yâmı kendisine haber verdim. Rasûlullah (S):
— "Bu pınar onun (kesilmeyen)
amelidir" buyurdu [113].
50-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah bir sefere gitmek istediğinde kadınları arasında
kur'a çekmek i'tiyâdında idi. Kadınlardan hangisinin kur'ası çıkarsa,
Rasûlullah beraberinde o kadın olarak yola çıkardı. Ve yine Rasûlullah,
kadınlarından her kadının-gününü ve gecesini ayırırdı. Yalnız Şevde bintu
Zem'a, gününü ve gecesini, bununla Rasûlullah'm hoşnûdluğunu istemek için,
Peygam-ber'in zevci Âişe'ye hibe etmişti [114].
51-.......Ebû
Hureyre(R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "İnsanlar
ezö/z(okumak)cfo ve birinci saf/ta bulunmakta ne(hayır ve bereket)ter olduğunu
bilselerdi, onlara nail olmak için kur'a atmaktan başka bulamasalar, muhakkak
kur'a atarlardı. Her namazın ilk vaktinde{k\ cemâatlerde) olan fazileti
bilselerdi, onlara yetişmek için muhakkak birbirleriyle yarış ederlerdi. Yatsı
ile sabah namâzlarındaki ilâhî lûtufları bilselerdi, emekleye emekleye (veya
kıç üstünde sürüne sürüne) de olsa, muhakkak onlara giderlerdi" [115].
[1] eş-Şehâdet; Dördüncü ve beşinci bâbdan masdardır. Bir
nesnenin hakikatine muttali' olup, kesin bilmek ma'nâsmadır... Müellifin Basâir'de
beyânına göre Şuhûd ve Şehâde, Müşahede ile beraber huzur ma'nâsma konulmuştur.
Ve o basar ile ve basiret ile olur ki, ilim olacaktır (Kaamûs Ter,},
Cevheri, lügat yönünden
Şehâdet, kesin haberdir, demiştir. Şeriat ıstılahında Şehâdet, görülüp bilinen
şeyden Şehâdet lâfzıyle hâkimin huzurunda haber vermektir ki, bu ihbar bir
kimsenin diğer kimse üzerindeki hakkını isbât için olur. Bu muhbire Şâhid, o
kimseye Meşhudun leh, diğer kimseye de Meşhudun aleyh ve o hakka da Meşhudun
bih denilir.
İhbarlar üç nev'e
ayrılır: a. Bir kimsenin diğer bir kimse üzerindeki hakkını ihbar olur ki, bu
Şehâdet'tir. b. Muhbirin başkası üzerindeki hakkını ihbar olur ki, bu da
Da'vo'dır. c. Bunun aksine olarak başkasının muhbir üzerindeki hakkını ihbar
olur ki, bu da İkrâr'du (Ta'rîfâtu Seyyid).
[2] Buhâri bir hadîs metni olan bu başlıktan sonra, delil
getirmenin da'vâlı üzerine vâcib olduğu hususunda Kur'ân nassmdan el-Bakara:
282. âyetiyle en-Nisâ: 135. âyetlerini tam olarak getirmiştir.
[3] el-Bakara: 282. âyeti, Kur'ân'ın tam bir sahîfesİnİ
dolduran en uzun âyettir; bu "Mudâyene (= Borçlaşma) âyeti"
denilmekle meşhurdur. Bu âyet borçlaşma sırasında bir adalet kâtibi, yânî noter
huzurunda tesbît edilmesi gerek bütün hukukî esasları toplayıp Öğretmektedir.
Bu âyetin başlığa
delîlliği şöyledir: Beyyinesiz da'vâhnın sözüne i'tibâr olun-saydı kitabete,
imlâya, şâhid tutmaya luzûm görülmezdi. Madem ki bu beyyi-neîere luzûm ve
ihtiyâç olduğu bu borçlaşma âyetiyle öğretilmiştir, o hâlde da'-vâcıya beyyine
getirmesi gerekir.
en-Nisâ: 135. âyetinin
başlığa delîlliği de şöyle belirtilmiştir: Allah bu âyetle mü'minlere
nefislerine âid olsa bile doğruluktan ayrılma-yıp, hakk ve hakikati i'tirâf
etmelerini emrediyor. Bu hâlde müddeinin iddiası karşısında -ister tasdîk,
İster tekzîb etsin- da'vâhnın sözü mu'teber oluyor. Şayet da'vâlı, da'vâcının
sözünü yalanlarsa, beyyine getirmek müddeiye, yânî da' vâcıya yönelir.. (Aynî).
Buhârî, bu başlık
altında bu âyetlerle yetinip, başka bir hadîs getirmedi,
esasen başlık bir hadîs
metnidir.
[4] Hadîsin başlığa uygunluğu "Biz onun hakkında
hayırdan başka bir şey bilmiyoruz..." sözündedir.
Buhârî bu meşhur hadîsi
Sahîh'inin, Şehâdetler, Mağâzî, Tefsîr, Eymân, Nuzur, Tevhîd Kitâbları'nda
sevkettiği çeşitli mes'elelere delîl olmak üzere ayrı sened ve metinlerle
getirmiştir.
Burada bu hadîsi kısaca
getirip, başlığın cevâbını vermek istemiştir. Bu hadîsi Müslim de Tevbe
Kitâbı'nda getirmiştir.
[5] Amr ibn Hureys'in bu sözünü Beyhakî rivayet etmiştir.
Yânî borcunu açıkta i'tirâf etmeyen, fakat alacaklı ile yalnız kaldığı zaman
i'tirâf eden fâcır kimsenin bu İ'tİrâfmı, gizlenmiş olan bir kimse işitir de,
onun bu işitmesıyle amel olunur. Şafiî, Mâlik, Ahmed de buna kaail oldular.
Ebû Hanîfe bunu kabul etmez
[6] Bunların bu fetvalarını İbn Ebî Şeybe senedli olarak
rivayet etmiştir.
[7] el-Hasen el-Basrî'nin bu sözünü de İbn Ebî Şeybe
senedli olarak rivayet etmiştir.
[8] Hadîsin başlığa uygunluğu "RasûSullah, İbn
Sayyâd'ı gafil yakalamak ve İbn Sayyâd kendini görmeksizin onun husûsî hayâtını
görmek, ondan herhangi birşey işitmek istiyordu" sözünden alınır.
Bu hadîs Cenazeler
Kitâbi'nda da geçmişti.
[9] Hadîsin başlığa uygunluğu, kapının dışında bulunan
Hâlid'in, içerdeki kadının Peygamber'in yanında erkeklik âletini dile getirerek
açık saçık konuşmalarını işitmesi ve Ebû Bekr'e hitâbla kadının sözlerini
çirkin saydığını ifâde etmesidir. İşte bu nokta başlığa delildir. Çünkü Hâlid,
kapının dışından, kadınla perdelenmiş iken bu sözleri İşitmiş; Ebû Bekr'e
hitâb etmiş; Peygamber onun dışarıda iken bu sözleri işittiğine İ'timâd
ederek, onu reddetmemiştir. Bu hadîsi Müslim de Nikâh Kitâbi'nda getirmiştir.
[10] Çünkü bu müsbettîr; müsbet ile menfînin önüne
geçirilir.
[11] Buhârî el-Humeydî'nin bu görüşünü bildiren hadîsi
Zekât Kitâbi'nda "Onda bir vergisi bâbı"nda senedli olarak uzun bir
metin ile getirmişti. Hurma toplayan bir kadının bahçesinin mahsûlünün mikdârı
tahmîn edilmişti.
[12] Yânî Bilâl'in şehâdetini, Fadl'ın rivayetinden üstün
tuttular. Çünkü şehâdette bir üim ziyâdeliği vardır. Bu şöyle sûretîendirilir:
Fadl'm "Namaz kılmadı" sözünün ma'nâsı, Fadl, Peygamber'in namaz
kıldığını bilmedi; belki o duâ ve benzeri birşeyle meşgul bulunuyordu da bu
sebeble Peygamber'in namaz kıldığını görmedi ve zannryle amel ederek namaz
kılmasını nefyetti.
[13] Çünkü başkasının bilmemesi, onu bilenin bilgisine
engel olmaz.
[14] el-Kirmânî şöyle dedi: Peygamber: "Bu söz
söylenmişken nasıl olur?" sözüyle ayrılmayı emretti. Bu da hüküm gibi
oldu. Emziren kadının haber vermesi de şehâdet gibi oldu. Bâzıları şöyle dedi:
Kadın emzirmeyi isbât etti. Ukbe bunu nefyetti. Peygamber kadının sözünü işitti
de Ukbe'ye ayrılmayı emretti. Bu emir ya vucûbendir, ya da takva yolu üzere
nedb olaraktır.. (Aynî).
Buhârî bu hadîsi îlim
Kitabı, "Meydana gelen bir mes'eleyİ sormak hususunda yolculuk etmek
bâbı"nda getirmişti.
[15] Buhârî bu âyetlerden birincisini, adaletin şâhidlerde
şart olduğuna; ikincisini, şehâdetten men' edici bir sebebden dolayı
şahîdlerden razı olunmazsa, şehâdet-lerinin kabul edilmeyeceğine delîl olarak
getirmiştir.
[16] Hadîsin başlığa uygunluğu, adaletli kimse, kendisinde
hiçbir şübhe bulunmayan kişi olması yönündendir.
Bu hadîs, Buhârî'nin
Müslim'den ayrı olarak rivayet ettiklerindendir.
[17] Mes'elede görüş ayrılıkları olduğu için Buhârî hükmü
açıkça söylemedi. Mâlik ile Şafiî cerhde ve ta'dîlde iki.kişiden aşağısı kabul
olunmaz dediler. Ebû Hanî-fe bir kişinin tezkiyesi kabul olunur, dedi. Muhammed
ibn Hasen de Şafiî ile beraberdir (Aynî).
[18] Hadîsin başlığa uygunluğu Ebû Hanîfe'nin tezkiyede bir
kişi yeter görüşü üzeredir. Çünkü mü'minler sözü elif lâm ile söylenmiştir.
Elif lâm cem'e girince, cem'iyeti ibtâl edip, cinsiyeti bırakır. Cinsiyetin
en.azı da birdir. Bu da Umer'in sözü ile kuvvet buluyor (Aynî).
[19] Bunun da başlığa uygunluğu, bundan evvel geçenin
uygunluğu gibidir. Bu hadîsler Cenazeler Kitâbı'nda da geçmişti.
[20] Bu, Buhârî'nin Radâa Kitâbı'nda ulanmış olarak
getirdiği Ümmü Habîbe hadîsinden bir parçadır. Buhârî bu parçayı burada,
başlıkta süt emme sözü olduğu için getirmiştir
[21] Hadîs başlıktaki "Süt işinde teennî edip subûtu
araştırma" kısmına uygundur. Bu uygunluk şöyledir: Çünkü Âişe, kendisi ile
Eflah arasındaki süt emme hükmünde teennî edip subûtunu araştırmıştır.
Âişe'nin teennisine delîl ise, bunu Ra-sûlüllah'tan soruncaya kadar Hakem'e
izin vermemesidir.
[22] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde süt emme hükmü
bulunması yönündendir. Buhârî bunu Nikâh Kitâbı'nda da getirmiştir.
[23] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde süt emme hükmü
bulunması yönündendir
[24] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir.
Hadîsteki son cümle
edebî ve hukukî bir vecizedir ve: "Kendisiyle harâmlık sabit olan emme,
yalnız açlığını sütle telâfi edebilen emzik çağındaki çocuk hakkında
mu'teberdir" demektir. Çocuğun bedenî gelişmesi yalnız sütle olduğu için,
çocuk emziren kadının kendi doğurduğu çocuğu gibi kendisinin bir cüz'ü ve vücûdunun
bir parçası oluyor.
Hadîsin sonundaki
mutâbaayı Müslim rivayet etmiştir.
[25] Bu âyetteki istisna, tevbe ettiği zaman zina
iftiracısının şâhidliğini caiz kılanların dayanağıdır.
[26] Bunu Şafiî, ulaştırılmış olarak rivayet etti.
[27] Bu ikisini Taberî, senedleriyle rivayet etti.
[28] Bunları ŞâfİÎ, Taberî, Bagavî rivayet ettiler.
[29] Ebu'z-Zinâd'm sözünü Saîd Mansûr rivayet etti.
[30] Bunu Taberî rivayet etti.
[31] Bu, Sevrî'nin kendi Câmfinde bulunan rivayetlerdendir.
[32] Bu hadîs, biraz sonra ulaştırılmış olarak gelecektir.
[33] Bu da Tebûk gazvesi İle Berâe Sûresi tefsirinde senedü
olarak gelecektir.
Buhârî, bu "Bâzı
Âdem oğulları" ta'bîriyle Ebû Hanîfe'den naklolunan görüşlerde ihtilâf
bulunduğuna işaret etmiş gibidir (îbn Hacer).
[34] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sonra tevbesi güzel
oldu" sözünden alınır. Çünkü bunda, hırsız tevbe ettiği ve hâli güzel
olduğu zaman şâhidliğinin kabul edileceğine delâlet vardır. Buhârî kendi
görüşünde arada fark olmadığı için zina iftiracısını hırsıza katmıştır.
[35] Bu hadîsi Müslim de Hudûd'da getirmiştir.
[36] Hadîsin başlığa delîl olan yeri son cümleleridir. Bu
hadîs biraz farklı bir lafız ile Hibe Kitâbı'nda da geçmişti
[37] Hadîsin başlığa uygunluğu "Şâhidlik etmeleri
istenmeden şâhidlik edecekler" sözündedir. Çünkü şâhidlik istenmeden evvel
şâhidlik yapmakta zulüm ma'nâ-sı vardır.
Hadîsteki "Karn =
Asr" sözünün ta'yîninde 20, 30, 60, 70, 80, 100 ve 120 şeklinde çeşitli
görüşler İleri sürülmüş. Yüz senedir diyenler Peygamber'in bir çocuğun başına
el sürerek "Sen bir kam yaşa" diye duâ etmesi ve bu çocuğun da 100
sene yaşamış olması hadîsini delîl yapmışlardır.
[38] Hadîsin başlığa uygunluk noktası, bu üç asır halkından
sonra geleceği bildirilen bir takım kavimlerin dînî, ahlâkî kaaidelere
bağlanmayarak, bazen önce şehâdet, sonra yemîn etmeleri; bazen evvelâ yemîn,
sonra şehâdet eylemeleridir ki, bunlara ehemmiyet vermemek ise bir zulüm ve
haksızlıktır.
[39] İbrahim'in bu sözü de geçen senedle ulaştırılmıştır.
Buhârî, ibrahim'in bu sözünü ilk asırlarda şâhidlik ve yemîn mes'elelerine
verilen ehemmiyeti göstermek için getirmiştir
[40] Buhârî buradaki el-Furkaan: 72. âyetini yalan
şâhidliği hakkında ağırlaştırma ve tehdîd konusuna delîl olmak üzere;
el-Bakara: 283.
âyetinin bir kısmını da "Şâhidliği gizlemek ve yerine getirmemek"
hakkında delîl olmak üzere;
en-Nisâ: 135. âyetinin
bir cümlesini de, şâhidlikte dilleri eğip bükmemek, doğruyu olduğu gibi
söylemek gerektiği hakkında bir delîl olmak üzere getir mistir. Âyetlerin bu
konulara delîlliği yerindedir. Son âyet hakkında getirdiği ma'nâ, Alî ibn Ebî
Talha el-Hâşimî yoluyla İbn Abbâs'tan gelen bir tefsîrdir
[41] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yalan şâhidliği
yapmak" fıkrasındadır. Hadîsin sonundaki mutâbaalar, Buhârî ve diğer hadîs
imâmlannca çeşitli yerlerde rivâ yet edilmişlerdir
[42] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir. Sondaki
mutâbaaları Buhârî ve diğer hadîs imamları rivayet etmişlerdir. Burada
Abdurrahmân'm tahdîsİni göstermek için getirmiştir.
[43] Burada isimleri verilen bu büyük âlimlerin bu görüş ve
sözlerini Saîd ibn Man-sûr, İbn Ebî Şeybe senedleriyle rivayet etmişlerdir
[44] eş-Şa'bî ile el-Hakem'in bu sözlerini İbn Ebî Şeybe
rivayet etmiştir.
[45] ez-Zuhrî'nin bu naklini el-Karâbîsî Edebu'l-Kadâ'da
senediyle getirmiştir.
[46] Süleyman ibn Yesâr'in bu hadîsi hakkında söz, Itk
Kıtâbı'nın sonlarında geçmişti. Bu hadîste Aişe'nin ister kendi mülkiyetinde,
ister başkasının mülkiyetinde olsun, müsâvî olarak köleye karşı örtünmeyi
terketme görüşünde idi. Burada Âİşe'nin, onu, dışarıda olduğu için görmediği
hâlde sesinden tanıması, başlığa uygun olan bir rivayettir.
[47] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber, şahsım görmediği
hâlde mescid içinde Kur'ân okuyan adamın sesine i'timâd etmiş olmasıdır.
Burada ayrı ayrı iki
hadîs getirilmiştir, ikinci hadîs Abbâd yoluyla Âişe' den gelen ziyâde
rivayettir. İkinci hadîsin metninde, hadîsin gelme sebebi olan zâtın ismi de
Abbâd olduğu için, ikisinin bir zât olduğu sanılmamalıdır. Sened-deki Abbâd,
Abbâd ibn Abdillah ibn Zubeyr'dir; tabiîdir. Abbâd ibn Bişr ise sahâbîdir;
Bedir ehlİndendir.
[48] Hadîsin buraya delîlliği: Sahâbîlerin körün sesine
i'timâd eder olmaları yönüdür. Hadîs, Ezan Kitâbı'nda "Körün ezan okuması
bâbi"nda da geçmişti.
[49] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'in şahsını
görmeden Mahreme'yi sesinden tanıyıp, bu sese i'timâd ederek kaftanı alıp
dışanya çıkması yönündendir. Hadîsin bir rivayeti Hİbe'de de geçmişti
[50] Buhârî bâb başlığında âyetin bu kısmını zikretti.
Çünkü âyetin bu parçası kadınların erkeklerle beraber şâhidliğinin cevazına
delâlet etmektedir.
[51] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir. Bu hadîs daha
uzun bir metin ile Hayz Kitâbı'nda da geçmişti.
Kadın hayız, nifâs gibi
kadınlara mahsûs hâllerde yan hasta sayılır. Bu hâllerde ruhî bakımdan da
zayıftır. İşte bu sebeble kadın, bilhassa bu sırada zabt ve eda yönünden
eksiktir. Peygamber bu hakikati ifâde etmiş oluyor.
[52] Enes'in bu sözünü îbn Ebî Şeybe senedli olarak rivayet
etti.
[53] Şurayh'm sözünü İbn Ebî Şeybe ile İbn Mansûr rivayet
ettiler.
[54] İbn Sîrîn'in bu sözünü imâm Ahmed'in oğlu Abdullah
rivayet etmiştir.
[55] el-Hasen ile îbrâhîm'in bu sözünü îbn Ebî Şeybe
senedli olarak rivayet etmiştir.
[56] Kaadı Şurayh'ın bu sözünü îbn Ebî Şeybe senediyle
rivayet etmiştir. îbnu's-Seken'in rivayetinde bu söz "Hepiniz erkek ve
dişi kölelersiniz" şeklinde olup "Oğullan" lâfzı yoktur.
Üç imâm, kölenin
şâhidliğini mutlak olarak kabul etmemekte ittifak etmişler ve: Çünkü köle,
eksik hâili ve aldırması azdır. Onun için bu emânet ona elverişli olmaz,
demişlerdir. Hanbelîler kölenin şâhidliğini haddlerde bile kabul etmişlerdir
(Kastallânî).
[57] Hadîsin başlığa uygunluğu şu yöndedir: Anılan dişi
kölenin şâhidliği kabul edilmiş olmasaydı, onun sözüyle amel edilmezdi. İşte
kadın kölenin şâhidliğinden dolayı, Peygamber Ukbe'ye, bu köle kadının sözü
sebebiyle karısından ayrılmayı emretmiştir (Aynî).
[58] Süt emziren kadının tek başına yaptığı şehâdeti kabul
edenler, bu hadîsi delîl edinmişlerdir.
Cumhur ise geçen
hadîsteki "Onu o kadından nehyetti" sözündeki nehyi, tenzîhe; bu
hadîsteki "O kadım kendinden terket" emrini de irşada
hamletmiş-lerdir (Kastallânî).
[59] Demek ki o yıllarda da bu zamanki, yânı 1399/1979
yıllarındaki gibi ince kadın modası revaçta imiş. Bu kadınların.zamân zaman
şişmanlık ve zayıflık model' lerine özendikleri, bu özentinin kadınlığın
cibillî ve fıtrî meyilleri olduğu anlaşılıyor.
[60] Safvân ibn Muattal, Selemli'dir, sonra Zekvân'da
ikaamet etmiştir. Kıdemli ve faziletli sahâbflerdendir. Birçok gazalarda hazır
bulunmuştur. RasûluIIah tarafından medhedilmiştir. Umer'İn devlet başkanlığı
devrinde 17. hicret yılında Er-meniye fethinde şehîd olmuştur.
[61] Abdullah ibn Ubeyy, münafıkların başkanıdır. Selûl,
Huzâa kabilesinden bir kadındır. Abdullah, Câhiliyet devrinde Hazrecliler'in
başkanı idi. Hicretten sonra görünüşte müslümân olmuştu. Fakat teşkîl ettiği
münafık bir hizbin başkanlığında, açık ve gizli her türlü şerr ve fesâd
yapmaktan geri kalmıyordu. Müslümânların en müşkil zamanlarında İslâm
topluluğunu çözülmeye uğratacak fırsatlar kollardı. Câhiliyet'te Hazrec
kabilesinin başkanı bulunduğundan, nifakçı hareketleri kabilesi halkı üzerinde
te'sîrli oluyordu. Bunun idare ettiği zümrenin hâlleri ayrı bir sûrede;
el-Münâfıkûn Sûresi'nde tafsîlâtıyle anlatılmaktadır.
[62] Berıre'nın bu samîmi ve sâfiyâne şehâdetini Taberânî
şu tafsil ile rivayet etmiştir: Berîre demiştir ki: Ben Âişe'nin hizmetinde
bulunduğum zamanda kusur sayılacak bir hareketini görmedim. Yalnız ben bir
kerre hamur yoğurmuştum. Kendisine şu hamuru gözet de ben bunu pişirmek için
ate^ yakayım dedim. Ben gittikten sonra Âişe gaflet etmiş, besi koyunu gelip
hamuru yemişti
[63] Hadîsin başlığa uygunluğu, bunda Peygamber'in
Berîre'ye ve Zeyneb bintu Cahş'a Âişe hakkında sorması ve onların da herbirinin
Âişe üzerine hayırla övgüleri bulunması yönündendir. İşte bu, kadınların
bâzısının, diğer bâzısının adaletini ortava kovması ve tezkive etmesidir
(Aynî).
[64] Buhârî bu Ifk Hadîsi'ni Mağâzî, Tefsir, Eymân
ve'n-Nuzur, İ'tisâm, Cihâd, Tev-hîd Kitâbları'nda da getirmiştir. Müslim de
Tevbe Kİtâbı'nda getirmiştir. Bu Ifk Hadîsi, rivayet asılları bakımından en
kuvvetli hadîslerindendir. Buhârî'nin yalnız bu Şehâdetler Kitâbı'ndaki
rivayetinde dört senedi vardır ki, bu sened-lerde râvî Fulayh, îbnu Süleyman
Ifk Hadîsi'ni şu dört şeyhinden rivayet etmektedir: a.
İbn Şihâb ez-Zuhrî, b. Hişâm ibn Urve, c. Rabîa ibn Ebî Abdirrahmân, ki İmâm Mâlik'in
şeyhidir, d. Yahya ibn Saîd el-Ensârî... (Aynî, Kastallânî).
[65] Buhârî bu ta'lîki, İbrâhîm ibn Musa'dan; bize Hişâm
tahdîs etti; o da Ma'mer'-den; o da Zuhrî'den; o da Ebû Cemîle'den... diye
senediyle de vermiştir... (Aynî).
Umer'in burada
söylediği mesel, akıbeti meçhul ve kendisinden zarar gelmesi beklenen işler
hakkında söylenir. Guveyr, Gâr'm küçültme ismidir. Ebûs da Be's'in cem'idir;
şiddet ma'nâsınadır. Menbûz, yola atılmış çocuk, zina çocuğu... ma'nâlarına
gelir. Arif, nakîb ve reîs demektir.
Hadîsin başlığa delîlliği;
Ebû Cemîle, arifi tarafından "Bu iyi adamdır" diye tezkiye edilince,
Umer'in bu tezkiyeyi kabû! edip o çocuğa beytü'l-mâldan nafaka vermesidir. Bu,
Umer'in bir tek kişinin tezkiyesini kabul edip bununla yetindiğine delâlet
etmektedir.
[66] Hadîsin başlığa uygunluk yönlerinden biri,
Peygamber'in tezkiyenin nasıl olacağına irşâd etmiş olmasıdır...
(Kirmanı).
Bu hadîsteki
"Veyl", aslında hüzün, helak, meşakkat ma'nâlannadır. Taaccüb ve
birdenbirelik ma'nâlannda da kullanılır.
[67] Hadîsin başlığa uygunluğu "Medîhde ileri
giden" sözündedir, bu apaçıktır. Hadîste "Medhedicİ, bilmekte
olduğunu söylesin" fıkrası yoksa da, başlığın bu kısmına hadîsin
ma'nâsmdan bir münâsebet bulunmaktadır.
[68] Buhârîbâb başlığının "Çocukların bulûğ
sının" kısmım beyân için en-Nûr: 59. âyeti getirmiştir. Bu âyette
çocukların, ana-babanın birlikte bulundukları odaya girmek istedikleri zaman
izin istemeleri emri, bulûğa ermiş olmaları zamanına bağlanmıştır ki, erkeklerin
İbâdet, haddler, izin isteme ile mükellef olmaları çağıdır.
[69] Şârih Aynî ve Kastallânî de bunun gibi Amr ibn Âs ile
oğlu Abdullah arasında oniki senelik bir yaş farkı olduğunu nakletmişlerdir.
[70] Euhârî başlığın "Kadınların bulûğu hayz
iledir" kısmına da et-Talâk: 4. âyetini delil olarak getirmiştir. Bu
âyette kurû'larla iddet, hayzın vukuuna ta'lîk edilmiştir. Bu cihetle
kadınların hakkında hayz, bulûğ sayılmıştır. Fethu'l-BârVde İbn Hacer, bu
konuda âlimlerin ittifakı bulunduğunu bildirmiştir.
[71] Sarih Aynî bu vak'ayi şöyle tasvîr etmiştir: İbn
Salih'in bildirdiği bu kadın dokuz yaşında hayz görmüş, on yaşında
doğurmuştur. Doğurduğu kız da dokuz yaşında hayz görmüş, on yaşında doğurmuş ve
yirmibirinci sene bunun anası nine olmuştur. Aynî, İmâm Şafiî'nin Yemen'de
böyle yirmibir yaşında nine olmuş bir kadın gördüğünü rivayet ettiğini
naklediyor... (Umdetu'l-Kaarî).
Buhârî Hasen ibn
Salih'ten getirdiği bu rivâyetiyle gebe kalma vakitlerinin en azı dokuz yaş
olduğuna işaret eimiştir.
[72] Hadîsin sonundaki Nâfi'in rivayetini İbn Mâce de
Hudûd'da getirmiştir. Nâfi'-in ikinci rivayeti birincisini çocuğun bulûğu onbeş
yaş içindedir şeklinde açıklamaktadır. Çünkü Peygamber İbn Umer'e onbeş
yaşında izin vermiştir. Bu da bulûğun onbeş yaşında başladığına delâlet etmiştir.
[73] Hadîsin başlığa delîlliği ma'nâsmdan alınır. Çünkü
ihtilâm olan bulûğ İle sıfat-lanmasaydı, kendisine hiçbir şey vâcib olmazdı
(Aynî).
[74] Hadîsin başlığa uygunluğu "Senin beyyinen var mı?
buyurdu. Ben: Hayır yoktur, dedim..." sözündedir.
Buhârî bu hadîsi aynı
isnâdla fakat bâzı lâfız değişikliği ile Husûmetler Kİ-tâbı, "Hasımların
bâzısının bâzısına kelâmı bâbı"nda da getirmişti.
Burada da'vâcmın
beyyinesi bulunmadığı surette, hakk sahibi sıfatıyle da'-vâlıdan yemîn istemese
bile, hâkimin da'vâliya yemîn teklifine hakkı bulunduğu hükmü sabit oluyor.
[75] Buhârî bu ta'lîki babın sonunda Eş'as ibn Kays
hadîsinden ulaştırılmış olarak getirecektir. Bu, da'vâcı üzerine düşenin
beyyine, da'vâh üzerine düşenin de yemîn olduğunda sarihtir.
[76] Bunun ma'nâsı şudur: Şâhid ve yemîn ile yerinilmek
caiz olduğu zaman, iki kadından birinin diğerine hatırlatmasına ihtiyâç olmaz.
Çünkü yemîn onların yerine geçer. Öyleyse Kur'ân'daki hatırlatma zikrinin
faydası nedir? Buna şöyle cevâb verildi: Birşey üzerine nasslaştırmadan, onun
mâadasından nefyi lâzım gelmez...
[77] Hadîsin başlığa delîlliği gizli değildir. Bu hadîs
Rehn'de de geçmişti. Tefsîr'de Âlu İmrân'm tefsirinde de gelecektir. Orada da
belirtileceği gibi, İbn Ebî Muleyke iki kadın arasında meydana gelen da'vâdan
olayı İbn Abbâs'a bir mektûb yazıp görüşünü sormuş; o da cevâbında Peygamber'in
bu hükmünü yazıp göndermiştir.
[78] Şimdiye kadar çok geçtik ki, bâb, unvansız olarak
zikredilmiş olduğu zaman, bu, kendinden önceki bâbdan bir fasıl gibi olur. Yine
zikretmiştik ki, "Kitâb" lâfzı, "bâb"lan toplar;
"bâb"lar da "fasıP'ları toplar.
[79] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'in "Senin
iki şahidin..." sözünden alınır. Çünkü Peygamber, da'vâcı olan Eş'as'a
bununla hitâb etmiş ve beyyineyi ona âid kılmıştır... (Aynî)..
[80] Hadîsin başlığa uygunluğu "Beyyine aramaya
gider" sözündedir. Burada mak-sad, suç atan kimsenin sırtını 80 deynekten
kurtarması için zina fiili üzerine beyyine, yânî dört şâhid getirmeye muktedir
olmasıdır. Bu şâhidleri getiremediği takdirde sırtına zina iftirasının cezası
olan seksen deynek vurulacaktır: "Namuslu ve hürre kadınlara (zina ile)
iftira atan, sonra dört şâhid getirmeyen kimselere (her birine) seksen deynek
vurun. Onların ebedî şâhidliklerini kabul etmeyin. Onlar /âşıkların tâ kendileridir"
(en-Nûr:4).
[81] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir. Bu hadîs
Şirb'de de geçmişti.
Bu tavcı insanların
metâ'larını ikindiden sonra pazara getirmelerine gelince, bu ikindi kaydı,
hadîste bir ihtirazı kayıd olarak getirilmemiştir. Fakat bu nevi' zâlimce
pazarlıkların ve satışların gündüzün sonunda vâki' olmasından dolayıdır. Çünkü
bu sırada çarşı pazar dağılır da bu cemiyet hâinleri saf kimseleri aldatmak
için tenhâ bir zemîn bulurlar.
[82] Muâviye'nin Medine Vâlîsi olan Mervân ibmı'l-Hakem'in
bu hükmünü îmânr Mâlik el-Muvatta'inda senedli olarak rivayet etmiştir.
Zeyd ibn Sabit ile
Abdullah ibn Muti' bir ev hususunda vâlîye muhâkem olmuşlardı.
[83] Buhârî da'vâhnm kendisine yemîn etmek vâcib olan her yerde yemîn etmesi görüşüne gidince, görüşüne bu hadîsle hüccet getirdi. Buhârî bu görüşünde (mezhebinde) Hanefîler'e uygun olmuştur. Bu ta'lîk, senedli olarak Eş'as hadîsinden olarak, yukarıda geçmişti.
[84] Hadîs yakında geçmişti. Şeyhu'l-İslâm Zekeriyyâ,
hadîsin başlığa uygunluğu, hükmü bir mekânla bağlamamış olmasındandır, demiştir
(Kastallânî).
[85] Buhârî başlıktaki "İzâ"nm cevâbını, hadîs
açıklayacağı için zikretmemiştir. Yânî "Aralarında kur'a çekilir",
onun cevâbıdır.
[86] Hadîs başlıktaki suâle cevâb verdiği için, aradaki
münâsebet açıktır.
Bu hadîs ma'nâsi müşkil
olan hadîslerden bîridir. Bunun için hadîs şârihleri kur'a ile yemîn hususu,
muhâsımlardan hiçbirinin el koymuş olmadığı ve bey-yineleri de bulunmadığı bir
mal hakkında çekişen ve topluca yemîn etmeye davranan cemâate âiddir,
demişlerdir.
[87] Hadîsin başlığa uygunluğu, âyetten dolayıdır. Çünkü bu
âyet, malı çarşıya çıkarıp yalan yemîn eden kimseler hakkında inmiştir. Hadîs,
Buyû'da da geçmişti.
Hadîsin sonundaki
"Nâciş" kelimesine İbn Ebî Evfâ'mnbir tefsîri vardır. Bu kelime
hakkında şu bilgiler verilmiştir:
en-Necş: Nûn'un fethi
ve cîm'in sükûnu ile meta' sahibi müşteriye metâ'ını medh ve vasf ederken,
revâc vermek için bir kimse dahî sahibine muvafakat eylemek, yâhî beraberce
medh ve vasf eylemek, bir kavle göre satın almak istemezken ziyâde bahâ İle
satılmak için uydurma olmak üzere metâ'a ziyâde bahâ ile müşteri olmak
ma'nâsınadır ki, bu metâ'a bakan kimse o bahâya tutulup alsın..
îşte en-Nâciş, bu kökten
fail isimdir (Kaamûs Ter.)
[88] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir. Yakında da
geçmişti.
[89] Yânî kendisine yemîn etmek düşen kimseye hâkim nasıl
yemîn verdirir?
[90] Ebû Zerr'in el-Kuşmeyhenî'den gelen nüshasında şu
âyetler de vardır:
"Hakikat, onlar
muhakkak sizden olduklarına (dâir) Allah 'a and da ederler. Hâlbuki onlar
sizden değildir" (et-Tevbe: 56)
"... Binâenaleyh
vallahi bizim şâhidliğimiz o iki kişinin şâhidliğinden daha doğrudur. Biz hakkı
aşmadık. Çünkü bu takdirde muhakkak zâlimlerden oluruz diye Allah'a yemîn
ederler" (el-Mâide: 107).
içlerinde Allah'a yemîn
bulunan bu âyetleri zikretti ki, bunlar başlığa uygundur.
İbnu Hacer: Buhârî'nin
bunları zikirden maksadı, yemini ayrıca söz söyleme fiili ile sertleştirip
kuvvetlendirmenin vâcib olmadığını göstermektir, dedi. * Ben derim ki, Buhârî'nin bu âyetleri
getirmekten maksadı, yemînin aslının Allah lâfzıyle olması olduğuna
işâretetmektir... (Aynî).
[91] Buhârî bunlarla yemîn edilecek isrni ve yemîn
harflerini işaret etmiştir. Kendisiyle yemîn edilecek olan isim, Allah
lâfzıdır. Yemîn harfleri de "Bi", "Tâ", "Vav"dır.
Bunların hepsi de Kur'ân'da gelmiştir: en-Neml: 49, Yûsuf: 91, el-En'âm: 23.
[92] Bu, "İkindiden sonra yemîn bâbı"nda Ebû
Hureyre'den rivayet ettiği hadîsin bir parçasıdır. Bununla maksadı
"Allah'a yemîn eder" sözüdür
[93] Bu kısım Buhârî'nin sözüdür, o bunu başlığı
tekmillemek için zikretmiştir.
[94] Hadisin başlığa uygunluğu "Vallahi bunun üzerine
artırmam.." sözündedir. İşte "Allah ismi" lâfzı İle ve
"Bâ" harfi ile yemîn etmenin sureti budur.
Bu hadîs aynı isnâd ile
îmân Kitabı, "Zekât İslâm'dandır bâbi"nda da geçmiştir.
[95] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'in "Allah
ismine yemîn etsin" sözündedir. "Allah'a yemîn etsin" demek,
Allah'ın ismine yâhud sıfatlarından bir sıfata yemîn etsin, demektir.
Bu hadîse göre
Peygamber'e, Ka'be'ye, Cibril'e, sahâbîlere yemîn gibi, mahlûka yemîn etmek
mekruhtur. Çünkü Peygamber: "Allah sizi babanıza yemîn etmekten nehiy
buyurdu" demiştir (Buhârî, Müslim).
[96] Buhârî, âdeti olduğu üzere görüş ayrılığı bulunan
hususlarda cevâbı açıkça söylemiyor. Cumhur bu sorunun cevâbını "Kabul
edilir" diye vermişlerdir.
[97] Bu, bâb altında getirdiği Ümmü Seleme hadîsinden bir
parçadır. Bu hadîsi az farkla Mezâlim'de de getirmişti.
[98] Kaadı Şurayh'ın buna yakın bir sözünü Bağavî rivayet
etmiştir (ibn Hacer).
[99] Bu hadîsten başlığın istinbât yeri şöyledir: Peygamber
(S) yalan olan yemini, hakkîı olanın hakkını kesici kılmamıştir. Fakat
yalancıyı yemininden sonra onu almaktan nehyetmiştir. Binâenaleyh hakk sahibi
bir beyyîneye zafer bulursa, o bu beyyineyi getirme hakkında bakîdir...
(Kastallânî).
Hadîs, Mezâlim'de
"Bile bile bâtılda çekişen kimsenin günâhı bâbı"nda da geçmişti
[100] Bu İshâk ibn Râhûye'nin tefsirinde bulunmuştur.
[101] Ebu'l-Âs, Peygamber'in dâmâdı idi. Müşrikler ondan
Peygamber'in kızı Zey-neb'i boşamasını İstediler, fakat o bunu kabul etmedi.
Peygamber de ona bundan dolayı bu övgüyü yaptı. Peygamber onu Bedir esirleri
arasında serbest bıraktığı zaman Zeyneb'i Medine'ye yollamasını şart kılmıştı.
Ebu'l-Âs Mekke'ye dönünce Zeyneb'i Medine'ye yolladı. İşte bunun üzerine
Peygamber: "O benimle konuştu, doğru söyledi; bana va'd etti, va'dini
yerine getirdi" demiştir (Kastallânî).
[102] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ahde vefa" (yânî
va'dine sâdık idi) sözündedir.
Bu ei-Câmi'u's-Sahîh'in
başındaki uzun Hırakliyus hadîsinin bir parçasıdır
[103] Başlığa uygunluğu "Va'd ettiği zaman va'dînden
döner" sözündedir. Çünkü bunun zıddı va'd ettiği zaman sözünde durup,
nifakın bir taifesinden selâmete çıkandır. Bu hadîs îmân Kitâbı'nda da
geçmişti.
[104] Başlığa uygunluğu "Yâhud Peygamber tarafından
kendi lehine bir va'd olan kimse" sözünden alınır. Bu hadîs Kefâlet'de de
geçmişti.
[105] Başlığa uygunluğu "Allah elçisi söylediği zaman
onu yapar" sözünden alınır. . Çünkü Allah elçisi Mûsâ yâhud başkası olsun,
va'dinİ yerine getirmek, onun ahlâk güzelliklerindendir. Rasûllerin
va'dlerinden dönmesi yoktur. Burada sorulan iki müddet, el-Kasas: 28-29.
âyetlerinde Şuayb'm Musa'ya teklif ettiği çobanlık seneleri süresidir.
[106] eş-Şa'bî'nin bu hadîsini İbn Ebî Şeybe ile Saîd ibn
Mansûr rivayet etmiştir.
[107] Buhârî bu Ebû Hureyre hadîsini el-Bakara: 136. âyetinin
tefsiri sırasında da getirmiştir. Burada bundan maksad, doğruluğu onlardan
başkaları cihetinden bilinmeyen
şeylerde kitâb ehlini
tasdîk etmekten nehiydir. Bu
da onların şâhidliklerini redde
ve kabul edilmemesine delâlet eder (Aynî).
[108] Başlığa uygunluğu şöyledir: Bunda kitâb ehlinden
birşey sormayı redd vardır. Çünkü onların haberleri, kitabı elleriyle
değiştirmiş olmalarından dolayı kabul olunmaz. Haberleri kabul edilmeyince
şâhidlikleri de evleviyet yoluyla kabul edilmez. Zîrâ şehâdet kapısı, rivayet
kapısından daha da dardır. Buhârî bu hadîsi İ'îisâm ve Tevhîd'de de getirdi
(Aynî).
[109] Buhârî, Meryem kıssası hakkındaki bu Âlu İmrân: 44.
âyetini, kur'a ile hükmetmenin, sahîhliğine delîl yerinde zikretti. Çünkü
bizden öncekilerin kaanûnu, Allah onu bize inkârla nakletmediği müddetçe bizim de kaanûnumuzdur. Bunun
meşruluğunda inkâr yoktur.
[110] İbn Abbâs'ın bu tefsirlerini İbn Cerîr et-Taberî, Alî
ibn Ebî Talha yoluyla rivayet etmiştir. Bu es-Saffât: 141. âyeti de Yûnus
Peygamber'in kıssası hakkındadır: Buhârî bu kıssayı da kur'a çekmenin
sahîhliğine delîl olarak zikretti
[111] Bu hadîs yakında senedli olarak geçmişti. Bu da kur'a
çekmenin meşruluğuna delâlet etmektedir.
[112] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bir gemi üzerine kur'a
çektiler" sözündedir.
Bu hadîs Şerîket
Kitâbı'nda "Taksîmde kur'a çekilir mi bâbı"nda da geçmişti (Aynî).
Bu hadîsin
fâidelerinden biri, hükmün mesel getirmekle beyân edilmesidir. Şerîket'te Âmir
eş-Şa'bî'den bir rivayette "Allah'ın sınırları üzerinde duran ile o
sınırlar içine düşen kimsenin meseli" şeklindedir.
İbn Hacer
Fethu'l-Bâri'de: Bu en doğru olandır, deyip şöyle beyân etti: Çünkü bu
sınırlar hususunda mudhin, yânî murâî olan ile sınırlar içine düşen, hükümde
birdir. Sınır üzerinde duran ise onların mukaabilidir.
İsmâîlî'nin
Şerîket'teki rivayetinde: "Allah'ın sınırları, üzerinde duran ile o
sınırların içine düşen ve o sınırlar hususunda murâî olanın benzeri"
şeklindedir. Yine İsmâîlî'de "Allah'ın sınırları içine düşen ve o
sınırlardan nehyedenin meseli" şeklindedir. İşte bu beyân edilen mesele
uygun olandır. Çünkü bunda ancak iki fırka zikredilmiştir. Lâkin mudhin ile
sınırlar içine düşen kötülenmekte ortak olunca, bunların ikisi de bir fırka
menzilesinde olurlar. Bu üç fırkanın getirilen meselde beyânı şöyledir: Gemiyi delmek isteyenler, Allah'ın haram kıldığı sınırlar içine
düşenlerdir. Sonra bunlardan başka kimseler ya münkir, yânı kötülükleri
reddedicidir, ya susucu, yânî münkerden nehy çalışması yapmayanlardır. Bu
sonuncular mudhin ve murâîdirler (Kastallânî).
[113] Hadîsin başlığa uygunluğu, Muhâcirler'in Medine'de
evlere yerleştirilmeleri hususunda Ensâr'ın kur'a çekmeleri ve Muhacirleri bu
suretle yerleştirmeleridir.
Rasûlullah'm "Ben
Allah'ın elçisi iken Allah tarafından bana âhirette ne muamele edileceğini
bilmiyorum" sözü "Deki: Ben peygamberlerden ilk defa (gelmiş biri)
değilim. Bana ve size ne yapılacağım bilmem... " (el-Ahkâf: 9) nazmına
uygun düşmüştür.
Bu hadîs, Cenazeler
Kitâbı'nda da geçmişti.
[114] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir. Bu hadîs
Hibe Kitâbı'nda da geçmişti.
[115] Hadîsin başlığa uygunluğu iki defa geçen
"Muhakkak kur'a atarlardı" sözün-dedir. Bu hadîsler, eşit şartlan
hâiz olan hakk sâhiblerinden birini veya bir kaçını tercîh için kur'a çekmenin
meşrû'luğuna delâlet ederler.
Bu hadîs Namaz Vakitleri
Kîtâbi'nm "Ezan hususunda kur'a çekme bâ-bı"nda da geçmişti