54-KİTÂBU'Ş-ŞURÜT. 2

1- İslâm Dîni'ne Girmekte, Hükümlerde, Alışveriş Muamelelerinde Caiz Olan Şartlar Babı 2

2- Bâb: Bir Şahıs, Erkek Çiçek Asılmış Olduğu Hâlde Hurma Ağacı Sattığı Zaman 3

3- Alım Satım İşlerindeki Şartlar Babı 3

4- Bâb: Satıcı Belli Bir Yere Kadar Binek Hayvanının Sırtını Kullanmayı Şart Kıldığında Bu Satış Caizdir 3

5- Her Çeşit Akid Muamelelerin Deki Şartlar(In Hükümlerini Beyân) Babı 4

6- Nikâh Düğümünü Bağlama Sırasında Ta'yîn Edilen Mehr Hakkındaki Şartlarfın Hükmünü Beyân) Babı 4

7- Ekicilik Akdindeki Şartlar Babı 5

8- Nikâh Akdinde Caiz Olmayan Şartlar Babı 5

9- Dînî Cezalarda Halâl Olmayacak Şartlar Babı 5

10- Kendisinin Hürriyete Kavuşturulması İçin Satın Alınmaya Razı Olduğu Zaman, Hürriyetini Satın Alma Yazışmasına Bağlanmış Olan Kölenin Şartlarından Caiz Olacak Şeyler Bârı 6

11- Boşama Hususundaki Şartlar Babı 6

12- (Şâhid Dikmeden Ve Yazıya Da Geçirmeden) İnsanlarla Sâdece Söz İle Yapılan Şartlar Babı 7

13- Velâ Hakkındaki Şartlar(In Hükmünü Beyân) Babı 7

14- Bâb: Arazî Sahibinin Ekicilik Anlaşmasında "İstediğim Zaman Seni Çıkarırım" Şartını Koyması 7

15- Cihâdda Ve Harb Ehli İle Yapılacak Barış Andlaşmalarında İleri Sürülecek Şartlar Ve Bu Şartların Yazılmasını Beyân) Babı 8

16- Ödünç Vermek Hususundaki Şartlar Babı 15

17- Hürriyeti Satın Alma Yazışmasına Bağlanan Kimsenin Hükmü İle Allah'ın Kitâbı'na Aykırı Nevi'den Halâl Olmayan Şartlar(In Hükmü) Babı 15

18- Şart Kılmak Ve Borç İkrarında İstisna Yapmak Nevinden Caiz Olanları Beyân İle İnsanların Kendi Aralarında Örf Edinip Tanıyageldikleri Şartları Beyân Babı 15

19- Vakıftaki Şartlar(In Hükmünü Beyân) Babı 16


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle «.-8  

 

54-KİTÂBU'Ş-ŞURÜT

(Şartlar Kitabı)

 

1- İslâm Dîni'ne Girmekte, Hükümlerde, Alışveriş Muamelelerinde Caiz Olan Şartlar Babı [1]

 

1-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr ha­ber verdi;o, Mervân ibnu'I-Hakem ve el-Misver ibn Mahrame(R)'den işitmiştir. Bu iki sahâbî, Rasûlullah'm diğer sahâbîlerinden naklen haber veriyorlardı. Bunlardan herbiri şöyle demiştir:

Süheyl ibn Amr [2] Hudeybiye barışı günü barış metnini yazma­ya girişince, Süheyl ibn Amr'ın Peygamber'e şart eylediği şeyler içinde şu da vardı: "Bizden sana bir adam gelirse, o senin dîninde dahî ol-

sa, onu muhakkak bize geri verirsin ve bizimle onun arasını boşaltırsın" dedi. Müslümanlar bu şartı beğenmeyip çirkin gördüler ve bu şarttan dolayı öfkelendiler. Kureyş elçisi Süheyl ise bu şartta diretti. Onun bunda dayatması üzerine, Peygamber de barış yazısını bu şart üzere yazdırdı. Peygamber o gün Mekke'den kaçıp gelmiş olan Ebû Cendel'i de, bu şart uyarınca ve Süheyl'in ısrarlı isteği ile, baba­sı Süheyl ibn Amr'e geri verdi. Bu barış anlaşması müddeti içinde, müslümân olarak gelmiş olsa da, Mekkeliler'den Peygamber'e gelen her erkeği Peygamber muhakkak geri verdi.

Ve sonra mü'min kadınlar da muhacirler olarak geldiler. Ve Ukbe ibn Ebî Muayt'ın kızı Ümmü Kulsüm de kadınlık çağma erişmiş ol­duğu hâlde, o gün Rasûlullah'm yanına çıkıp gelenlerden idi. Müte­akiben ailesi gelerek Peygamber'den Ümmü Kulsüm'ü kendilerine geri vermesini istediler. Fakat Peygamber Ümmü Kulsüm'ü ailesine ver­memiştir. Çünkü kendisine gelen bu kadınlar hakkında Allah şu âyeti indirmiştir:

'Ey îmân edenler! (Kendi ifâdelerince) mü 'min kadınlar muha­cirler olarak geldikleri zaman, onları imtihan edin [3]. Allah onların îmânlarını daha iyi bilir ya. Fakat siz de mü'min kadınlar oldukları­na bilgi edinirseniz, onları kâfirlere döndürmeyin. Bunlar onlara ha-lâl değildir. Onlar da bunlara halâl olmazlar. Kâfir zevçlerinin bu kadınlara sarfettikleri mehri onlara geri verin. Sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günâh yok­tur. Kâfir zevcelerinizi (nikâhınız altında) tutmayın. (Kâfirler de bu kadınlara) harcadıkları (mehri) istesinler.Bu,Allah'ın hükmüdür. Ara­nızda O hükmeder. Allah hakkıyle bilen tam hüküm ve hikmet Sahibidir"" (eS-Mümtehine: 10).

Urve dedi ki: Bana Âişe, Rasûlullah'm gelen kadınları şu âyet­ler ile imtihan edip dener olduğunu haber verdi:

"Ey îmân edenler! Mü 'min kadınlar muhacirler olarak size gel­dikleri zaman onları imtihan edin... Çünkü Allah çok mağfiret edi­ci, çok merhamet eyleyicidir" kavline kadar (ei-Mümtehine: 10-12) [4].

Urve dedi ki: Âişe şöyle dedi: İşte kadınlardan her kim bu âyetteki şartı ikrar ve i'tirâf etti ise, Rasûlulîah o kadına konuşmakta ol­duğu bir kelâm olarak: "Ben seninle bey 'at ettim "buyurdu. Allah'a yemîn ederim ki, Rasûlullah'm eli, bu bey'atlaşma töreninde asla hiçbir kadının eline dokunmadı. Rasûlulîah kadınlara ancak sözü ile bey'at etti [5].

 

2-.......Ziyâd ibn Ilaka şöyle demiştir: Ben Cerîr(R)'den işit­tim, şöyle diyordu: Ben, Rasûlulîah (S)'a (müslümân olmak üzere) bey'at ettim. O bana (şart kıldığı şeyler arasında) her müslümâna iyilik isteyici olmayı da şart kıldı. (Ben de bu şart üzerine bey'at ettim.)

 

3-.... Bana Kays ibnu Ebî Hazım, Cerîr ibn Abdillah(R)'tan tahdîs etti. O: Ben Rasûlullah(S)'a namazı devamlı kılmak, zekât vermek ve her müslümâna samimiyetle iyilik isteyici olmak üzere bey'at ettim, demiştir [6].

 

2- Bâb: Bir Şahıs, Erkek Çiçek Asılmış Olduğu Hâlde Hurma Ağacı Sattığı Zaman [7]

 

4-.......Abdullah ibn Umer (R)'den (şöyle demiştir): Rasûlul­îah (S): "Her kim erkek çiçeği asıldıktan sonra meyveli hurma ağacı­nı satarsa-, üstündeki mahsûlü satıcıya âiddir. Meğer ki mahsûlün sa­tışta dâhil olduğu, müşteri tarafından şart kılınmış olsun" buyurdu [8].

 

3- Alım Satım İşlerindeki Şartlar Babı

 

5-.......Âişe-(R), Urve'ye şöyle haber vermiştir: Berîre, hürri­yetini satın alma bedeli hakkında yardım istemek için Âişe'ye geldi.

Kendisi o güne kadar bu bedelden birşey ödememişti. Âişe, Berîre'ye:

— Sen efendilerine git (görüş). Velâ'n bana âid olmak üzere, se­nin nâmına hürriyet satın alma bedelini bir defada ödememi arzu eder­lerse vereyim, dedi.

Bu teklifi Berîre sâhiblerine bildirdi. Fakat onlar bunu kabul et­mediler ve:

— Âişe, hürriyet satın alma bedelini senin hesabına karşılıksız olarak vermek isterse, velâ'n bize âid olmak üzere versin, dediler.

Berîre:

— Ben bu mes'eleyi Rasûlullah'a arzettim, Rasûlullah, Âişe'ye: "Sen Berîre'yi satın al, sonra hürriyetine kavuştur! Veiâ dccmuhak-kak surette hürriyet verene âiddir' buyurdu  [9].

 

4- Bâb: Satıcı Belli Bir Yere Kadar Binek Hayvanının Sırtını Kullanmayı Şart Kıldığında Bu Satış Caizdir

 

6-....... Bize Zekeriyyâ tahdîs edip şöyle dedi: Ben Âmir eş- Şa'bî'den işittim, şöyle diyordu: Bana Câbir (R) şöyle tahdîs etmiş­tir: Câbir kendisine âid bir deve üzerinde yolculuk ediyordu. Devesi yorulmuştu. Peygamber yanına uğrayıp deveye vurmuş ve Câbir'e duâ etmiş. Bunun üzerine o yorgun deve, benzerini hiç yürümediği hızlı bir yürüyüşle yürümüş. Sonra Peygamber:

  "Bu deveyi bana (kırk dirhemlik) bir ûkıyye karşılığında sat" buyurdu.

Ben:

  Hayır satmam, dedim. Sonra Peygamber ikinci defa:

  "Bu deveyi bana ûkıyye mukaabilinde sat!" buyurdu.

Bu sefer ben deveyi O'na sattım, fakat beni ailemin yanma ka­dar sırtında taşımasını istisna edip» bunu şart kıldım. Medine'ye gel­diğimizde deveyi Peygamber'e getirdim. Peygamber (Bilâl eliyle) bana devemin bedelini verdi. Sonra ben dönüp giderken/Peygamber arkam­dan haberci gönderip, beni çağırttı (Yanına geldiğimde):

— "Ben senin deveni alıcı değilim. Sen bu deveni al; o senin malındır" buyurdu [10].

Şu'be, Mugîre'den; o da Âmir'den; o da Câbir'den [11] olan ri­vayetinde Câbir'in: "Rasûlullah beni Medine'ye kadar devenin sır­tında, omurga kemikleri üzerinde taşıdı" dediğim söylemiştir.

İshâk ibn Râhûye de Cerîr ibn Abdilhamîd'den; o da Mugîre'­den yaptığı rivayetinde, Câbir'in: "Ben deveyi Peygamber'e Medi­ne'ye ulaşmama kadar devenin sırt omurga kemiklerinin bana âid olması şartı üzere sattım" dediğini söylemiştir.

Atâ ibn Ebî Rebâh ile Câbir'den rivayet eden başkaları da Pey-gamber'in: "Medine'ye kadar devenin sırtı senindir" buyurduğunu söylemişlerdir.

Muhammed ibnu'l-Munkedir de Câbir'den yaptığı rivayetinde: "Câbir Medine'ye kadar devenin sırtını kullanmayı şart kıldı" de­miştir.

Zeyd ibn Eşlem de Câbir'den yaptığı rivayetinde Rasûlullah'in Câbir'e: "Medine'ye dönünceye kadar devenin sırtı sana âiddir" bu­yurduğunu söylemiştir.

Ebu'z-Zubeyr de Câbir'den rivayetinde Rasûlullah'ın Câbir'e: "Medine'ye kadar devenin sırtını sana, yük yükletmen ve binmen için ariyet verdik" buyurduğunu nakletmiştir.

el-A'meş de Salim ibn Ebi'l-Ca'd'dan; o da Câbir'den senediyle rivayetinde, Rasûlullah: "Devenin üzerinde ailene ulaş" buyurdu, de­miştir.

Ebû Abdillah Buhârî: Satış sırasındaki akidde şart kılındığım gös­teren hadîslerin tarikleri daha çok ve benim nazarımda bunlar satış sırasında şart kılındığına delâlet etmeyen rivayetlerden çıkış yönün­den de daha sahihtirler, dedi [12].

Ve Ubeydullah ile Muhammed ibnu İshâk, Vehb ibn Keysân'-dan; o da Câbir'den yaptıkları rivayetlerinde: "Peygamber, Câbir'­den deveyi bir ûkıyye mukaabilinde satın aldı" demişlerdir. Zeyd ibn Eşlem, Câbir'den yaptığı rivayetinde Vehb ibn Keysân'a mutâbaat etmiştir.

İbnu Cureyc de Atâ ibn Rebâh'tan ve diğerlerinden; onlar da Câbir'den olmak üzere yaptığı rivayetinde, Peygamber (S): "Ben de­veyi Câbir'den dört dînâr mukaabilinde aldım" buyurdu, demişler­dir. Bu dört dînâr bir dînârın on dirheme mukaabil olması hesabı üzere, bir ûkıyye olur.

Mugîre ibn Mıksem, eş-Şa'bî'den; o da Câbir'den olmak üzere yaptığı rivayetinde devenin bedelini beyân etmedi. Ve keza İbnu'l-Munkedir ile Ebu'z-Zubeyr de Câbir'den yaptıkları rivayetlerinde bu bedeli beyân etmemişlerdir.

Ve el-A'meş, Salim ibn Ebi'l-Ca'd'dan; o da Câbir'den "Bir ûkıy­ye altın" demiştir. Ebû İshâk, Sâlim'den; o da Câbir'den "İki yüz dirhem" demiştir. Dâvûd ibnu Kays, Ubeydullah ibn Mıksem'den; o da Câbir'den: "Peygamber o deveyi Tebûk yolunda satın aldı, ve Câbir'in: Dört ûkıyye mukaabilinde dediğini sanıyorum" demiştir. Ebu'n-Nadre de Câbir'den: "Peygamber deveyi yirmi dînâr mukaa­bilinde satın aldı" diye söylemiştir.

eş-Şa'bî'nin "Bir ûkıyye mukaabilinde" sözü rivayetler içinde daha çoktur; şart kılma hükmü de benim nazarımda çıkış kaynağı bakımından daha sahihtir. Bunu Ebû Abdillah el-Buhârî söyledi [13].

 

5- Her Çeşit Akid Muamelelerin Deki Şartlar(In Hükümlerini Beyân) Babı

 

7-........ Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ensâr (Muhacirler Me­dine'ye gelince), Peygamber'e:

— Hurmalıklarımızı bizimle Muhacir kardeşlerimiz arasında tak-sîm et, dediler.

Peygamber (S):

  "Hayır (öyle olmaz)/" buyurdu. Bunun üzerine Ensar:

— Bakım ve sulama külfetini sizler üzerinize alırsınız, biz de sizleri mahsûlde ortak yaparız, dediler.

Bu suretle Ensâr ve Muhacirler:

— (Peygamber'in bu husustaki emrini) işittik ve itaat ettik, de­diler (ve bu şart üzere uyuştular) [14].

 

8-.......Abdullah ibn Umer (R): Rasûlullah (S), Hayber arazîsi­ni, orada çalışmaları ve ekincilik yapmaları ve arazîden çıkacak mah­sûlün yarısı onların olması şartı üzere, Hayber Yahûdîleri'ne verdi, demiştir [15].

 

6- Nikâh Düğümünü Bağlama Sırasında Ta'yîn Edilen Mehr Hakkındaki Şartlarfın Hükmünü Beyân) Babı

 

Ve Umer ibnu'l-Hattâb:  Şübhesiz ki hakların kesilme yerleri şartların yanındadır ve senin için şart kıldığın

şey vardır, demiştir [16].

el-Mısver de şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim; kendisi bir damadını (yânı Zeyneb'in kocası

EbîH-As'ı) zikretti de, onu dâmâdlığım yürütüşü hususunda övdü ve güzel şeyler söyledi ve: "O bana söz söyledi ve bana doğru söz konuştu. Bana va'd etti ve va'dini yerine getirdi'' buyurdu [17]

 

9-.......Ukbe ibnu Âmir (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Ye­rine getirmeniz gereken şartların en haklısı, kendisi ile fercleri halâl kılmak istediğiniz şarttır" buyurdu [18].

 

7- Ekicilik Akdindeki Şartlar Babı

 

10-.......Ben Râfi' ibn Hadîc(R)'den işittim; o da şöyle diyor­du: Biz tarla (ve arazî) yönünden Ensâr'ın en çok mallısı idik. Biz arazîleri (kısımlara ayırıp) kiraya verirdik. Bazen bu arazî parçası mah­sûl çıkarırdı da, şu arazî parçası mahsûl çıkarmazdı. (Bazen ortağın, bazen arazî sahibinin zararı olurdu.) İşte bunun için bizler bu nevi' ekicilik anlaşmasından nehyolunduk, fakat gümüş para ile kiraya ver­mekten nehyolunmadık [19].

 

8- Nikâh Akdinde Caiz Olmayan Şartlar Babı

 

11-.......Ebû Hureyre (R)'den (şöyle demiştir): Peygamber (S): "Şehirli, köylünün malını onun adına satmaz. (Başkalarım kandır­mak için yalandan) -fiât kızıştırması yapmayınız. Hiçbir kimse (dîn ve toprak) kardeşinin alış-verişi üzerine artırma yapmasın. Ve yine hiç kimse kardeşinin istemekte olduğu kadını istemeye kalkmasın. Hiç­bir kadın da kendi (dîn ve toprak) kardeşi olan diğer bir kadının çanağının altını üstüne getirmek için onu boşaltmayı istemesi” buyurdu [20]

 

9- Dînî Cezalarda Halâl Olmayacak Şartlar Babı

 

12-.......Ebû Hureyre ile Zeyd ibn Hâlid (R) her ikisi şöyle de­mişlerdir: Bedevî Arablar'dan bir adam (hasmı ile birlikte) Rasûlul-lah'a geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Sana Allah'ın adiyle yemîn eder ve benim için yalnız Allah'ın Kitabı ile hükmetmeni dilerim, dedi.

Öbür hasım ise daha anlayışlı ve edebli idi. O da:

— Evet yâ Rasûlallah, aramızda Allah'ın Kitabı ile hükmet ve (söz söylemek üzere) bana izin ver, dedi.

Rasûlullah (S):

  "Söyle!" buyurdu.

Bu ikinci hasım söze başladı:

— Benim oğlum bu bedevinin yanında ücretli bir işçi idi. Bu ada­mın karısıyle zina etmiş. Bana, oğlum üzerine taşlama cezası lâzım geldiği haber verildi. Ben de bu adama yüz koyun ve bir de câriye fidye verip, oğlumu bu cezadan kurtardım. Sonra ben bunu ilim sa­hibi olanlara sordum. Onlar da bana: (Henüz bekâr olan) oğluma ancak yüz deynek vurma ile bir sene gurbete gönderme cezası düştü­ğünü; bunun karısına da taşlama cezası lâzım geldiğini haber verdi­ler (; Sen nasıl hükmedersin)? dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Nefsim elinde olan Allah'ayemîn ederim ki, ben, aranızda elbette Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğim: Câriye ile koyunlar sana geri verilir; oğluna da yüz deynek vurulup bir sene sürgün edilir" buyurdu.

(Sonra sahâbîlerden) Uneys'e de:

  "Yâ Uneys! Sen kuşluk vaktinde bu adamın karısına git. Eğer suçunu i'tirâf ederse, ona taşlama cezası uygula!" buyurdu.

Râvî: Uneys, kadına gitti. Kadın da suçunu i'tirâf etti. Rasûlul­lah kadının taşlanmasını emretti, kadın taşlandı, dedi [21].

 

10- Kendisinin Hürriyete Kavuşturulması İçin Satın Alınmaya Razı Olduğu Zaman, Hürriyetini Satın Alma Yazışmasına Bağlanmış Olan Kölenin Şartlarından Caiz Olacak Şeyler Bârı

 

13-.......Eymen şöyle demiştir: Ben Âişe (R)'nin yanına girdim,

o şöyle dedi:Berîre,hürriyeti satın alma yazışmasına bağlanmış köle bir kadın hâlinde iken benim yanıma girdi de:

— Ey Mü'minlerin Anası! Sen beni sahihlerimden satın al da, beni hürriyetime kavuştur. Çünkü sahihlerim beni satıyorlar, dedi.

Âişe dedi ki: (Ben ona):

— Evet (ben seni satın atjr ve sana hürriyet veririm, dedim). Berîre:

— Sahihlerim mîrâsa sebeb olan velâ hakkımın kendilerine âid olması şartını koyuyor ve bu şart kabul olmadıkça beni satmıyorlar, dedi.

Âişe dedi ki: Ben Berîre'ye:

— Benim için senin hakkında hiçbir ihtiyâç yoktur, dedim.

Bu konuşmamızı Peygamber işitti, yâhud bu konuşmamız Pey-gamber'e ulaştı da, O:

  "Berîre'nin işi nedir?" buyurdu.

Ben kendisine Berîre'nin durumunu anlattım. Bunun üzerine Pey­gamber (S) bana:

  "Sen Berîre'yi satın al da onu hürriyetine kavuştur. Onlar is­tedikleri şartı koysunlar" buyurdu.

Âişe dedi ki: Bu emir üzerine ben Berîre'yi satın aldım ve ona hürriyetini verdim. Sâhibleri de onun velâsının kendilerine âid olma­sını şart kıldılar.

Peygamber (S):

  "Velâ, hürriyety erene âiddir. İsterlerse yüz tane şart koşsunlar" buyurdu  [22].

 

11- Boşama Hususundaki Şartlar Babı [23]

 

Saîd ibnu'l-Müseyyeb, el-Hascn el-Basrî, Atâ ibn Ebî Rebâh şöyle demişlerdir:

Eğer boşama sözünü şarttan evvel söylese yâhud şarttan geri bıraksa (hükümde fark olmaz); o kimse kendi şartına daha haklıdır  [24].

 

14- Bize Muhammed ibn Ar'ara tahdîs edip şöyle dedi: Bize Şu'-be, Adiyy ibn Sâbit'ten; o da Ebû Hâzım'dan; o da Ebû Hurey-re'den tahdîs etti. Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bel­deye mal getiren süvarileri karşılamaktan; şehirde oturan muhacirin, bedevi adına bedevinin malını alıp satmaktan; kadının nikâh sırasın­da beşer kardeşi olan diğer bir kadını boşamayı şart kılmasından; ki­şinin beşer kardeşi olan diğer birisinin pazarlık etmesi aleyhine pazarlığa girişmesinden nehyetti. Ve yine Rasûlullah, başkalarını al­datmak için yalandan pazarlık sırasında fiât artırmaktan; keza alıcı­ları aldatmak için hayvanı sağmadan sütünü memede biriktirmekten de nehyetti.

Bu hadîsi Şu'be yolundan Peygamber'e yükseltmeyi açıkça söy­lemekte Muâz ibn Muâz ile Abdussamed, Muhammed ibn Ar'ara'ya mutâbaat etmişlerdir. Gunder ile Abdurrahmân "Nehyolundu" de­mişlerdir. Âdem ibn Ebî Iyâs ise "Biz nehyolunduk" demiştir, en-Nadr ile Haccâc ibnu Minhâl ise "Nehyetti" diye söylemişlerdir [25].

 

12- (Şâhid Dikmeden Ve Yazıya Da Geçirmeden) İnsanlarla Sâdece Söz İle Yapılan Şartlar Babı

 

15-.......İbn Cureyc şöyle dedi: Bana Ya'lâ ibnu Müslim ile Amr ibnu Dînâr, Saîd ibn Cubeyr'den haber verdi. Bu iki râvîden herbiri arkadaşının rivayeti üzerine artırma yapmaktadırlar. Bu iki râvîden başkaları şöyle haber verdi: İbnu Cureyc şöyle demiştir: Ben bu iki­nin başkasından işittim; o da Saîd ibn Cureyc'den tahdîs ediyordu ki, Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Bizler muhakkak İbn Abbâs'ın yanında bulunduk; o şöyle dedi: Bana Ubeyy ibn Ka'b tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlullah (S): "Allah'ın Rasûlü olan Mûsâ, İmrân oğlu Musa'dır; Kelîmulîah'tır; başka bir Mûsâ değildir" buyurdu da Mû-sâ ile Hızır kıssası hakkındaki hadîsi zikretti. Bu hadîste Hızır, Mû-sâ'ya: "Sen beraberimde asla sabredemedin demedim mi, dedi" Gerçekten bu birinci soru Mûsâ tarafından bir unutma eseri olmuş­tu. Orta soru ise söz ile bir şart olmuştu. Üçüncü soru ise kasden ol­muştu. Birinciye şu kavliyle işaret etti: "Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme, şu arkadaşlığımızda bana güçlük çıkarma, dedi".

Sözlü bir şart olan orta soruya şu sözle işaret etti: "Yinegittiler. Nihayet bir oğlan çocuğuna rast geldikleri zaman o hemen bunu öl­dürdü. .. Mûsâ; Eğer bundan sonra sana birşey sorarsam, benimle ar­kadaşlık etme, dedi".

Üçüncü soruya da sununla işaret etti; "Yine gittiler.... Derken yıkılmak isteyen bir duvar buldular. O bunu derhâl doğrultuverdi...". İbn Abbâs: "Gemiye gelince, o denizde iş yapan yoksullarındı. Onun için ben onu kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında her sağlam ge­miyi zorla almakta olan bir hükümdar vardı" (ei-Kehf: 79) âyetindeki "Verâehumi^ Arkalarında)" sözünü "Emâmehum melikun = Ön­lerinde bir melik vardı" şeklinde okumuştur [26].

 

13- Velâ Hakkındaki Şartlar(In Hükmünü Beyân) Babı

 

16-....... Âişe (R) şöyle demiştir: Berîre bana geldi de:

— Ben sâhiblerim ile her bir yılda bir ûkıyye ödemek üzere do­kuz ûkıyyeye kendi hürriyetimi satın alma yazışması yaptım. Bunun için bana yardım et, dedi.

Âişe:

— Eğer sahihlerin arzu ederlerse şöyle yaparım: Ben bu bedeli onlara peşin olarak sayarım, velâ'n da bana âid olur, dedi.

Bunun üzerine Berîre sâhiblerine gitti ve Âişe'nin dediği teklifi onlara söyledi. Onlar velânın Âişe'ye âid olmasını kabul etmediler. Berîre onların yanından Âişe'ye geldi. Bu sırada Rasûlullah, Âişe'­nin yanında oturuyordu. Berîre:

— Ben sahihlerime senin teklifini arzettim. Onlar, velânın ken­dilerine âid olması şartında dayattılar, dedi.

Peygamber de bunu işitti. Âişe de bunu Peygamber'e haber ver­di. Bunun üzerine Peygamber, Âişe'ye:

  "Sen Berîre'yi (satın) at! Velâyı da onlara şart kıl. Çünkü ve-lâ ancak hürriyet verenindir" buyurdu.

Âişe bu satın alma ve âzâd etme işlerini yaptı. Sonra Rasûlullah (S) (mescidde) insanlar içinde ayağa kalktı. Allah'a hamd etti ve lâ­yık olduğu sıfatlarla övdü. Bundan sonra şu hutbeyi yaptı:

  "Bir takım insanların hâli nedir ki, onlar Allah'ın Kitâbı'-nda bulunmayan birçok şartları şart kılıyorlar? Allah 'in Kitabı 'nda bulunmayan herhangi bir şart bâtıldır; hükümsüzdür. İsterse yüz kerre şart edilmiş olsun (onun hükmü yoktur). Allah'ın hükmü en haklı­dır; Allah 'in şartı en sağlamdır. Velâ ancak hürriyet verenindir!" bu­yurdu [27].

 

14- Bâb: Arazî Sahibinin Ekicilik Anlaşmasında "İstediğim Zaman Seni Çıkarırım" Şartını Koyması

 

17-.......İbn Umer (R) şöyle demiştir: Hayber ahâlîsi Abdullah ibn Umer'in bir organını kırdıkları zaman bir hutbe yaparak şöyle dedi:

— Şübhesiz Rasûlullah, Hayber Yahudileri'ne, fetihten önce ken­dilerinin olan malları mülkleri üzerinde ortaklık muamelesi yapmış ve: "Sizleri bu arazîler üzerinde Allah'ın sizleri burada bıraktığı müd­detçe bırakıyoruz" buyurmuştur. Abdullah ibn Umer, Hayber'deki malına çıkıp gitmişti. Geceleyin kendisine zulmedildi de, iki eli ve iki ayağı burkuldu. Bizim o Hayber arazîsinde Yahûdîler'den başka düş­manımız yoktur. Onlar bizim düşmanlarımızdır. Biz bu suçla onları ittihâm ediyoruz. Ve ben onları Hayber'den sürüp çıkarmayı düşün­düm, dedi.

Umer onları çıkarmaya karar verince, kendisine Yahûdî başkan­larından Ebû Hukayk oğulları'ndan biri geldi de:

— Ey Mü'minlerin Emîri! Muhammed bizleri burada bırakmış, mallar üzerine bizimle ortaklık anlaşması yapmış ve bizleri vatanı­mızda bırakmayı şart kılmış iken, sen bizleri çıkarıyor musun? dedi.

Umer de:

— Sen benim, Rasûlullah'ın sana söylediği şu sözü unuttuğumu mu sandın: "Hayber'den çıkarıldığın zaman uzun bacaklı, yürüyüşe sabırlı dişi deven seni geceden geceye akıtıp götürürken, senin hâlin nice olur!" buyurmuştu, dedi.

Yahûdî, Umer'e:

  Bu söz Ebû'l-Kaasım'dan bir şakacık idi, dedi.

Umer:

— Yalan söyledin ey Allah'ın düşmanı! dedi ve onları Hayber'­den sürüp çıkardı ve onlara mahsûlden olan haklarının kıymetini mal olarak, deve olarak, deve semerleri, ipler ve daha başka şeylerden me-tâ'lar olarak kendilerine verdi.

Bu hadîsi Hammâd ibn Seleme, Ubeydullah'tan; sanıyorum ki o da Nâfi'den; o da İbn Umer'den;; o da Umer'den; o da Peygam-ber(S)'den rivayet etti ve hadîsi Hammâd kısalttı [28].

 

15- Cihâdda Ve Harb Ehli İle Yapılacak Barış Andlaşmalarında İleri Sürülecek Şartlar Ve Bu Şartların Yazılmasını Beyân) Babı

 

18-.......Bize Ma'mer ibn Râşid haber verip şöyle dedi: Bana ez-Zuhrî haber verip şöyle dedi: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr, el-Mısver ibn Mahrame ile Mervân ibnu'l-Hakem'den haber verdi. Bu iki râvî-den herbiri arkadaşının hadîsini doğrulayarak şöyle demişlerdir [29]

Rasûlullah (S), Hudeybiye zamanında (Medine'den yola) çıktı. Yolun bir kısmına vardıklarında Peygamber, sahâbîlerine:

  "Hâlid ibnu'l-Velîd bir takım Kureyş süvarisi ile öncü ve gözcü olarak Ganîm mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafım tutunuz!" buyurdu.

Vallâhî Hâlid, Peygamber ile beraberindekilerin hareketini se­zemedi. Nihayet Hâlid, Peygamber ordusunun kaldırdığı kara tozu gördü de, hayvanını ayağı ile vurup koşturarak (Peygamber'in geldi­ğini) Kureyş'e bildirmek üzere sür'atle gitti. Peygamber de (sahâbî-leriyle) yürüdü. Nihayet Seniyye mevkiine gelmişti ki, oradan Kureyş (karargâhı) üzerine inilirdi. Peygamber'in binek devesi burada çök­tü. İnsanlar:

  Kalk yürü, kalk yürü! diye azarlama yaptılar. Fakat deve çökmekte ısrar etti. Bu sefer insanlar:

  Kasvâ çöküp kaldı! Kasvâ çöküp kaldı! dediler. Bunun üzerine Peygamber:

  "Kasvâ çöküp kalmaz; onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle fîli (Mekke'ye girmekten) men' eden Allah, şimdi Kasvâ'yı men' etti" buyurdu.

Bundan sonra Rasûlullah:

  "Hayâtım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş, Al­lah 'in (Harem içinde) muhterem kıldığı şeyleri ta 'zîm kasdederek ben­den ne kadar müşkil istekte bulunursa, ben onu muhakkak onlara vereceğim" buyurdu.

Sonra Kasvâ'yı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvî dedi ki: Bu defa Rasûlullah, Kureyş tarafından saptı da, nihayet suyu az olan "Semed*' kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin en so­nuna indi. Bu az suyu, insanlar birer parça alıyor ve insanların ora­da eğlenip ikaamet etmeleri için su bırakmıyor da kuyunun suyunu kamilen çekiyorlardı. Şimdi Rasûlullah'a susuzluktan şikâyet edildi. Bunun üzerine Rasûlullah ok mahfazasından bir ok çıkardı. Sonra onlara bu oku Semed kuyusuna koymalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmağa başladı. Suyun bu fışkırması» Rasûlullah'ın sahâbîleri oradan dönünceye kadar, onları suya kandırmak için de­vam etti.

Rasûlullah ile sahâbîleri bu hâlde iken, Budeyl ibn Verkaa el-Huzâî, kendi kabilesi olan Huzaa'dan birkaç kişi ile çıkageldi. (Mekke ve havalisindeki) Tihâme kabileleri arasında Huzaalılar, öteden beri Rasûlullah'ın sırdaşı idiler. (Müslim olsun, müşrik bulunsun bütün Huzaalılar, Mekke'de olup biten herşeyi Rasûlullah'tan saklamazlar, gizlice bildirirlerdi -îbn İshâk-.) Budeyl gelince, Peygamber'e:

— (Haberiniz olsun! Kureyş'in) Ka'b ibn Luey ile Âmir ibn Luey kabileleri Hudeybiye sularının en zengin kaynaklarına kondular. Sütlü ve yavrulu develeri (kadınları ve çocukları) da yanlarında bu­lunuyor. Şimdi ben onları bu hâlde bıraktım, geliyorum. Bunlar mu­hakkak size karşı harb edecekler, dedi.

Rasûlullah şöyle buyurdu:

— ' 'Fakat biz hiçbir kimse ile harb etmek için gelmedik. Biz yalnız umre yapmak niyetiyle geldik. Bununla beraber harb, Kureyş'in mad­dî ma'nevî kuvvetlerini zayıflatmış ve onları zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse, ben onlarla aramızda barış için bir müddet ta'-yîn ederim. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasım serbest bırak­sınlar. Eğer ben Arablar'a gâlib olursam, Kureyş müşrikleri de insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse (kendi arzûlarıy-le) girebilirler. Şayet ben (müşriklerin sandıkları gibi) Arablar'a gâ­lib gelmezsem, bu ihtimâle göre de müşrikler (benimle harb etmek zahmetinden kurtulup) rahata ererler.

Eğer Mekkeliler böyle bir mütârekeyi kabul etmez ve diğer Arab-lar'la beni kendi hâlimize bırakmayıp, müdâhale etmek isterlerse, ha­yâtım elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, şu müdâfaa ettiğim müslümânlık uğrunda başım vücûdumdan ayrılıncaya kadar Mekke-liler'e karşı cihâd edeceğim, bu muhakkaktır. Şu kesindir ki, (o za­man) Allah, Kur'ân'daki nusrat va'dini yerine getirecektir".

Bunun üzerine Budeyl, Rasûlullah'a:

— Şimdi ben senin bu söylediklerini muhakkak Kureyş'e tebliğ edeceğim, dedi.

Ve râvînin beyânına göre, gidip Kureyş karargâhına vardı. Ve:

— Şimdi ben yanınıza şu adamın yanından geliyorum. Onu şöy­le bir söz söylerken işittik; eğer sizler bizim o sözleri sizlere arzetme-mizi isterseniz arzederiz, dedi.

Kureyş'in beyinsizleri:

  Senin bize ondan birşey haber vermene ihtiyâcımız yoktur, diye karşıladılar.

Fakat içlerinden re'y sahibi olan birisi:

  Haydi ondan söylerken işittiğin sözü getir, dedi. Budeyl:

— Ben O'ndan şöyle şöyle sözleri söylerken işittim, diyerek, Pey-gamber'in söylediği sözleri birer birer anlattı.

Bunun üzerine Urve ibn Mes'ûd ayağa kalktı ve Kureyş'e şunla­rı söyledi:

  Ey kavmim! Siz benim babam yerinde değil misiniz? diye

sordu.

Kureyşliler:

  Evet, diye doğruladılar. Bunun üzerine Urve ibn Mes'ûd:

  Ben de sizin oğlunuz [30] mesabesinde değil miyim? dedi. --Onlar:                                                                         

  Evet, diye tasdik ettiler. Sonra Urve:

— Sizler beni bir kabahat ile ittihâm ediyor musunuz? diye sordu. Onlar buna da:

  Hayır, diye cevâb verdiler. Bu defa Urve ibn Mes'ûd:

— Ukâz halkını size toptan yardıma çağırdığımı ve onların bu yardımdan çekinmeleri üzerine kendim ailem ve çocuklarımla ve ba­na itaat eden tâbi'lerimle size yardıma koştuğumu pekâlâ bilirsiniz değil mi? dedi.

Onlar da (bir ağızdan):

  Evet; biliriz, diye tasdik ettiler. (Bu te'mînâtları aldıktan sonra) Urve:

  Bu adam size hayır ve iyilik yolu gösteriyor. O yolu kabul ediniz! Ve beni bırakınız O'na gideyim! dedi.

Mekkeliler:

  Haydi git, diye izin verdiler.

Urve ibn Mes'ûd, Peygamber'e geldi ve O'nunla olanları konuştu. Peygamber de Urve'ye, Budeyl'e söylediği sözlere benzer bir surette fikirler beyân etti. (Bu arada Peygamber: "Bir mütâreke kabul et­mezlerse, Kureyş ile Ölünceye kadar harb edeceğim" buyurunca) Ur­ve ibn Mes'ûd:

— Ey Muhammed! Sen kavminin kökünü kazıdığını farzetsek, ne düşünürsün, bana söyle! Senden evvel Arab'dan kendi kavmim toptan helak eden bir kimse işittin mi? Ya mesele diğer şekilde mey­dana gelirse (Kureyş'in size ne kötü muamele edecekleri, size gizli de­ğildir). Vallahi ben aranızda ileri gelenlerden bâzı kimseler görüyorum, bu muhakkak olmakla beraber, yine ben bir takım kabilelerden toplanmış karışık kimseler de görüyorum ki, bunlar harb sırasında kaçıp, Seni yalnız bırakabilecek kaabiliyettedirler, dedi.

Ebû Bekr, (Urve'nin, Peygamber'in sahâbîlerini harbden kaç­makla ittihâm etmesine dayanamadı da) Urve'ye:

— Haydi sen, Lât putunun fercini yala! Biz mi harbden kaçıp Ra-sûlullah'ı yalnız bırakacağız (hâşâ)! diye sövüp reddetti [31].

Urve:

  Bu kimdir? diye sordu. Sahâbîler:

  Ebû Bekr'dir, dediler. Urve:

— Dikkat et Ebû Bekr! Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ede­rim ki, eğer üzerimde henüz ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı, el­bette ben de sana cevâb verirdim, dedi [32].

Râvî dedi ki: Urve, Peygamber'e söz söylemeye devam etti. Ve (konuşma arasında Arab âdeti üzere) her söz söyledikçe eliyle Pey­gamber'in sakalını tutuyordu. Hâlbuki bu sırada Mugîre ibn Şu'be -ki Urve'nin kardeşinin oğludur-, başında miğfer ve yalın kılıç bir hâlde Peygamber'in başı üzerinde duruyor, O'nu koruyordu. Ve Urve her ne zaman Peygamber'in sakalına eliyle uzanıp okşamaya girişirse, der­hâl Mugîre kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye:

  Rasûlullah'ın sakalından elini çek! diyordu. Mugîre'nin bu hareketi üzerine Urve başını kaldırdı da:

  Bu da kimdir? diye sordu. Sahâbîler:

  Mugîre ibn Şu'be'dir, dediler. Bunun üzerine Urve:

— Ey gaddar! Ben hâlâ senin (Câhiliyet'teki) gadr ve hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim? dedi.

Mugîre Câhiliyet'te Mâlik oğulları'ndan bâzı kimselerle yol ar­kadaşlığı yapmış ve yolda bunları öldürüp mallarını almış, sonra Me­dine'ye gelip müslümân olmuştu [33]. (Bu mallan Peygamber'e arzet-tiğinde) Peygamber:

  "islâm olmana gelince, bunu kabul ediyorum. Mallara ge­lince (bunlar gadrdır); ben bunlardan hiçbir şeyi de (alıcı) değilim" [34] buyurdu.

Sonra Urve, Peygamberdin sahâbîlerini iki gözü ile iyice tedkîke başladı. (Ve arkadaşlarına:)

— (Bu ne ta'zîmdir!) Vallahi Rasülullah ağzından birşey atarsa bu muhakkak sahâbîlerinden bir adamın avucuna düşüyor ve o adam bunu yüzüne ve bedenine sürüp ovalıyor. Onlara birşey emredince, sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldı­ğı zaman da abdest suyunun artanını almak için birbirlerini öldür­meye yaklaşıyorlar. Peygamber söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahâbîler seslerini alçaltıyorlar (yânı O'na alçak sesle cevâb ve­riyorlar). O'nu ta'zîm için yüzüne dikkatle bakamıyorlar, dedi.

Müteakiben Urve, Kureyş'in yanına geldi ve gördüklerini şöyle bildirdi:

— Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna sefir olarak çıktım. Rûm meliki Kaysar'ın, Fars meliki Kisrâ'nın, Ha­beş meliki Necâşî'nin dîvânlarına elçilikle girdim. Vallahi bunlardan hiçbir melikin adamlarını, Muhammed'in sahâbîlerinin Muhammed'i ta'zîm ettikleri derecede hükümdarlarını asla ta'zîm eder görmedim. Muhammed'in. sahâbîleri, O'nun tükürüğü ile bile teberrük ediyor­lar! O birşey emredince, O'nun sahâbîleri derhâl emrini yerine getir­meye koşuşuyorlar. O abdest aldığı zaman da, abdest suyunun fazlasını birbirlerinin üzerine yığılarak paylaşıyorlar. O söz söylediği zaman sahâbîleri hafif bir sesle O'nu tasdîk edip cevâb veriyorlar. Muham­med'in sahâbîleri O'nu ta'zîm için, O'nun yüzüne dikkatle bakamı­yorlar.

Şimdi Muhammed size güzel bir barış ve iyilik yolu arzetti. Bunu kabul edin! dedi.

Bunun üzerine Kinâne oğulları'ndan birisi Kureyş'e hitaben:

— Beni bırakınız, bir kerre de Muhammed'in yanma ben gide­yim, dedi.

Onlar da:

— Pekâlâ git! dediler.

Bu Kinânlı zât, Peygamber'in sahâbîlerine doğru giderken, Ra-sûlullah:

  "Bu gelen fulan kimsedir. O öyle bir kabiledendir ki, onlar hacc ve umre kurbanlarını ta'zîm ederler.Gerdanlıklı kurban devele­rini bu zâtın gözü önüne salıverin!" buyurdu.

Sahâbîler bütün kurbanlık develeri onun geleceği yolun üzerine salıverdiler; sahâbîler de yüksek sesle Lebbeyk, Aüâhumme lebbeyk diyerek Kinânî'yi karşıladılar. Kinânî zât kurban develerini ve sahâ-bîlerin telbiye ile karşılamalarını görünce hayret ederek:

— Subhânallahl Bu zâtların Beyt'i ziyaretten men' edilmeleri, bunlara yakışmayan bir harekettir, dedi.

Kureyş'in yanına döndüğünde de:

— Ben bunların umre için kesecekleri kurban develerini kılâde-lenmiş ve alâmetlendirilmiş bir hâlde gördüm. Ben bunların Beyt'i ziyaretten men' edilmelerini uygun görmem, dedi.

Sonra Kureyşliler arasından Mıkrez ibn Hafs denilen birisi kalktı ve:

— Bana müsâade edin de Muhammed'e bir de ben gideyim, dedi. Onlar da:

— Haydi git! dediler.

Mıkrez sahâbîlere doğru gelirken, Peygamber (S):

  "Şu gelen Mıkrez'dir, gaddar bir kimsedir" buyurdu. Mıkrez Peygamber ile konuşmağa başladı. Peygamber ona söz

söyleyeceği sırada, Süheyl ibnAmr çıkageldi.

Râvî Ma'mer dedi ki1: Bana Eyyûb es-Sahtiyânî, îbn Abbâs'm âzâdhsı İkrime'den haber verdi ki, Süheyl ibn Amr gelince, Peygam­ber bu isim ile tefe'ül ederek, sahâbîlere:

  "Artık işiniz size bir dereceye kadar kolaylaştı" buyurdu. Ma'mer ibn Râşid dedi ki: ez-Zuhrî, kendi hadîsinde şöyle dedi:

Süheyl ibn Amr gelince, Peygamber'e:

— Haydi (yazı malzemesi) getir; bizimle sizin aranızda bir barış mektubu yaz! dedi.

Bunun üzerine Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Alî ibn Ebî Tâlib'i) çağırdı. Ve:

  "Bismülâhirrahmânirrahîm yaz!" buyurdu.

Süheyl (Câhiliyet koruyuculuğu sevkı ile) Peygamber'e:

— Rahman ismine gelince, vallahi ben onun mâhiyetini bilmi­yorum. Fakat vaktiyle Senin de yazdırdığın gibi "Bismikellâhumme '= Yâ Allah, Senin isminle yazmağa başlarım)" diye yaz! Dedi [35].

Müslümanlar da bir ağızdan:

— Vallahi biz onu yazmayız, ancak Bismillâhirrahmânirrahîm

Iazılmasını isteriz, dediler. Peygamber (Alî'ye hitaben): — "Haydi Bismikellâhumme yaz!" buyurdu. Sonra da:

  "Bu, Muhammed Rasûiuliah'ın, üzerinde barış andlaşması yaptığı hükümler kitabıdır'* diye yazmasını emretti.

Bu sefer de Süheyl (buna karşı koyarak):

— Vallahi biz Senin Allah'ın Rasûlü olduğunu biliyor ve tasdîk ediyor olaydık, biz Seni Beyt'ten men' etmez ve Sana karşı harbe 'girişmezdik. Fakat Sen "Muhammed ibn Abdillah" yaz! dedi.

Bu teklif üzerine Peygamber:

  '' Vallahi siz yalanlasanız da ben şübhesiz A Hah Rasûlü 'yüm'' buyurdu ve Alî bin Ebî Tâlib'e: "Haydi (Rasûlullah lâfzını sil de) Muhammed ibn Abdillah yaz!" diye emretti.

(Alî: Vallahi ben Sen'in Rasûlullah unvanını kat'iyyen silmem, dedi. Bunun üzerine Peygamber kitabı eline alıp o ta'bîri sildi ve Mu­hammed ibn Abdillah yazdırdı.) [36]

ez-Zuhrî şöyle demiştir: Peygamber'in gerek Besmele'nin, gerek barış mektubunun unvanının yazılma sureti hakkında Süheyl ibn Amr'ın teklîfîerine uyması, Peygamber'in evvelce: "Kureyş, Allah'­ın Harem içinde muhterem kıldığı şeyleri ta'zîm kasdederek, benden ne kadar müşkil istekte bulunursa bulunsun, ben onu muhakkak on­lara vereceğim" suretinde verdiği kararın netîcesi ve tecellîsidir.

Barış yazısının başlığı: "Yâ Allah, Sen'in isminle başlarım.. Bu Muhammed ibn AbdiHah'm üzerinde barış andlaşması yaptığı hükümler kitabıdır" suretinde kararlaşıp, böyle yazıldıktan sonra, Peygamber anlaşma şartlarını teklif ederek, Süheyl ibn Amr'e:

  "Siz bizimle Beyt arasını serbest bırakacaksınız; biz de Beyt'i tavaf edeceğiz" buyurdu.

Süheyl bu teklife de i'tirâz edip:

— Vallahi sizinle Beyt arasını boş bırakamayız. Çünkü Arab mil­leti cebren ve kahren isti'lâ olunduk diye hakkımızda dedikodu eder; şu kadar ki, bu boşaltma işi gelecek seneden i'tibâren başlasın, dedi.

Ve (bu suret kabul olundu da) Alî bunu yazdı.

Şimdi Süheyl ibn Amr da şu maddeyi teklîf etti:

— Sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse Sen'in dîninde olsa bile, onu bize geri vereceksin! dedi.

Bu teklife müslümânlar hayret ederek:

  Subhânallah! İslâm camiasına sığınan bir müslümân, müş­riklere nasıl geri verilir? dediler.

Onlar bu hâlde iken, Süheyl ibn Amr'ın oğlu Ebû Cendel, ayak­lan bukağılı olarak seke seke çıkageldi. (Ebû Cendel müslümân ol­muş, bu yüzden Mekke'de habs olunmuştu.) Mekke'nin aşağısındaki habsedildiği yerden kaçmış ve nihayet kendisini müslümânlar arası­na atmıştı. Bunun üzerine Süheyl:

  İşte yâ Muhammed! Sana karşı imza edeceğim anlaşmanın birinci maddesi uyarınca bunu bana geri vermelisin! dedi.

Peygamber:

  "Biz barış yazısını henüz yazıp bitirmedik (imza etmedik)" buyurdu.

Süheyl:

— O takdirde vallahi ben de Sen'inle hiçbir madde üzerinde ba­rış anlaşması yapmam, dedi.

Peygamber:

  "Haydi şu Ebû Cendel'i bana bağışla da imza et" buyurdu. Süheyl:

— Ben bunu Sana bağışlamayı asla caiz görmem, diye reddetti. Peygamber:

  "Hayır, bu işi benim hatırım için yap!" buyurdu. Süheyl ısrar edip:

— Asla yapmam, dedi.

Mıkrez ibn Hafs da (temsilci olduğu için) Peygamber'e hitaben:

— Bunu Sana caiz kıldık, dedi. (Fakat imzaya yetkili olan Sü­heyl kabul etmedi.)[37]

Şimdi Ebû Cendel, babasının inadından üzülerek:

— Ey Müslümanlar cemâati! Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim karşılaştığım şu kötü hâli görmüyor musunuz? diye haykırdı.

Hakîkaten zavallı Ebû Cendel, Allah yolunda Kureyş'in şiddetli işkencesiyle azâb olunmuştu.

(îbn İshâk burada şu ziyâdeyi rivayet etmiştir: Rasûlullah: "Yâ Ebâ Cendel! Sabr et, Allah'tan ümtdli ol!Biz müslümânlar mağdur ve mağlûb olmayız. Yüce Allah yakında sana da kurtuluş yolu bahşede­cektir" (buyurdu.) [38]

Bu müşkil vaziyetten üzülen Umer ibnu'l-Hattâb şöyle demiş­tir: Bunun üzerine ben Peygamber'e vardım ve:

  Sen Allah'ın hakk peygamberi değil misin? dedim. Peygamber:

  "Evet, Allah'ın hakk peygamberiyim!" buyurdu. Ben:

— Biz müslümânlar hakk üzerinde; düşmanlarımız ise bâtıl üze­rinde bulunmuyorlar mı? dedim.

Peygamber:

  "Evet, öyledir" buyurdu. Ben:

— O hâlde dînimiz hakkında bu aşağılık hâli niçin kabul ediyo­ruz? dedim.

Peygamber:

  "Muhakkaksurette ben Allah'ın Rasûlü'yüm ve ben (bu an­laşmayı kabul etmekle) Allah 'a isyan etmiş değilim. Allah benim yar­dımcımda!" buyurdu.

Ben yine:

— Vaktiyle Sen bize: "Yakında Ka'be'ye.varıp tavaf edeceğiz!" diye haber vermez miydin? dedim.

Rasûlullah:

  "Ben sana (vakit ta'yîrı ederek) 'Bu sene varıp tavaf edece giz!' diye haber verdim mi?" buyurdu.

Ben de:

— Hayır, dedim. Rasûlullah:

  "Muhakkak sen (yakın zamanda) Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu.

Umer ibn Hattâb dedi ki: Bunu müteâkıb ben, Ebû Bekr'e var­dım ve:

— Yâ Ebâ Bekr! Bu adam Allah'ın hakk peygamberi değil mi­dir? dedim.

Ebû Bekr de:

  Evet, hakk peygamberidir, dedi. Ben:

— Biz müslümânlar hakk üzerinde; düşmanlarımız bâtıl üzerin­de bulunmuyor mu? dedim.

O da:

— Evet öyledir, diye cevâb verdi. Ben tekrar:

  Öyle ise niçin biz dînimize küçüklük veriyoruz? dedim. Ebû Bekr:

— Behey adam! Muhammed muhakkak Allah'ın Rasûlü'dür. O, Rabb'ine âsî değildir. Allah O'nun yardımcısıdır. Sen hemen O'nun emrine sarıl! Vallahi Muhammed hakk üzeredir, dedi.

Ben tekrar:

— O bize Medîne'de "Beyt'e varacağız, tavaf edeceğiz" demedi mi? diye sordum.

Ebû Bekr:

— Evet öyledir. Fakat sana "Bu sene varıp tavaf edersin** dr/e mi haber verdi? dedi.

Ben de:

  Hayır, dedim. Ebû Bekr:

— (Dur bakalım!) Sen muhakkak yakın bir zamanda Beyt'e va­rıp onu tavaf edeceksin! dedi.

ez-Zuhrî dedi ki: Umer (R): Bu itirazlarımdan dolayı keffâret olarak sonra birçok iyi işler yapmışımdır, demiştir.

Râvî dedi ki: Rasûlullah barış andlaşmasının yazım ve imzasını bitirip ayrıldığı zaman, sahâbîlere [39]:

  "Haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin!" buyurdu.

Râvî dedi ki: Vallâhî sahâbîlerden bir kişi olsun kalkmadı. Hat­tâ Rasûlullah bu emri üç kerre söyledi. Sahâbîlerden hiçbirisi kalk­mayınca, Rasûlullah zevcelerinden Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve sahâbîlerden gördüğü kayıdsızlığı ona söyledi [40].

Ümmü Seleme:

— Ey Allah'ın Peygamberi! Sen bu emri yerine getirmek istiyor musun? O hâlde şimdi dışarı çık, sonra tâ kurbanlık develerini ke-sinceye ve berberini çağırıp, o seni tıraş edinceye kadar sahâbîlerin-den hiçbirisine bir kelime bile söyleme! dedi [41].

Bunun üzerine Peygamber, Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve sahâbîlerinden hiçbirisi ile konuşmayarak, umre ibâdetlerini yerine getirdi. Kurbanlık develerini kesti ve berberi (Huzaalı Hırâş ibn Umey-ye'yi) çağırıp tıraş oldu. Sahâbîler Peygamber'i bu hâlde görünce, on­lar da hemen kalkarak kurbanlarını kestiler, birbirlerini tıraş etmeye başladılar, hattâ (icabet çabukluğunun meydana getirdiği sıkışıklık­tan) birbirlerini Öldüreyazdılar.

Rasûlullah tıraş olduktan sonra huzuruna bir takım mü'min ka­dınlar geldi. Bu hususta, yânı kadınlar hususunda yapılacak işleri öğ­retmek için de Yüce Allah şu âyetleri indirdi: "Ey imân edenler, mü'min kadınlar muhacirler olarak size geldikleri zaman onları im­tihan edin. Allah onların îmânlarını daha iyi bilendir ya. Fakat siz de mü'min kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz, onları kâfirlere dön­dürmeyin. Bunlar onlara halâl değildir. Onlar da bunlara halâl ol­mazlar. Sarf ettikleri mehri onlara geri verin. Sizin onları nikâhla al­manızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günâh yoktur. Kâfir kadınların ismetlerini nikâhınızda tutmayın..." (ei-Mumtehme: ıo).

Bu âyetin inmesi üzerine Umer, müşrik hâlde bulunan iki karı­sını boşadı. Bunlardan birisini (Kureybe'yi) Muâviye ibn Ebî Sufyân, diğerini de Safvân ibn Umeyye zevceliğe aldı.

Sonra Peygamber (S) Medîne'ye döndü. Akabinde Kureyş'in ye-mînli dostu olan Ebû Basîr (Utbe es-Sakafî) müslümân olarak geldi. Bunu istemek üzere de Kureyş iki kişi gönderdi. Bunlar Peygamber'e:

  Bize karşı imza ettiğin ahdi hatırlatırız, dediler. Peygamber de (muahede gereğince) Ebû Basîr'i bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebû Basîr ile yola çıktılar. Nihayet Zu'1-Huleyfe'ye eriştiler. (Dağarcıklarmdaki) hurmadan bir mikdârını yemek için oraya indiler. Ebû Basîr bu iki kişiden birisine (Huneys'e):

— Yâ Fulân! Vallahi ben senin şu kılıcını emîn ol çok güzel gö­rüyorum, dedi.

(Kılıcın sahibi olan) o birisi de, kılıcı kınından çekip:

— Evet, vallahi bu kılıç çok iyidir. Onu ben birçok kerre tecrü­be ettim, dedi.

Ebû Basîr de:

— Müsâade et de bakayım, dedi.

Ve bir fırsat bulup elinden aldı. Hemen de Huneys'e vurdu. Hu-neys nihayet öldü. Öbür arkadaşı (bir rivayette Huneys'in kölesi Kev­ser) kaçarak tâ Medîne'ye vardı. Mescide koşarak girdi. Rasûlullah onun telâşla koşup geldiğini görünce:

— "Muhakkak bu adam bir korku görüp geçirmiştir " buyurdu. Kevser, Peygamber'e yaklaşınca, O'na:

— Vallahi sahibim öldürüldü. (Men' etmezseniz) muhakkak ben de öldürüleceğim, dedi.

Bu sırada Ebû Basîr de geldi ve:

— Ey Allah'ın Peygamberi! Vallahi Allah sana ahdini îfâ ettir­di; beni müşriklere geri verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı, dedi.

Bunun üzerine Peygamber, sahâbîlere hitaben:

  "Anası helak olası Ebû Basîr'e hayret olunur! Bu adam harb gelberisidir, eğer bunun fikrine yardım eden bulunsa (o fırın karıştı­rır gibi harbi ateşleyecek, sulhu bozacak)/" buyurdu.

Ebû Basîr Peygamber'in bu sözlerini işitince kendisini müşrik­lere hemen geri vereceğini anladı. Peygamber'in yanından çıktı ve deniz sahiline kadar kaçtı; "Iys" mevkiine yerleşti [42].

Râvî dedi ki: Süheyl'in oğlu Ebû Cendel de (yetmiş süvari müs­lümân ile birlikte) müşrikler arasından kaçarak Ebû Basîr'e katıldı. Şimdi artık müslümân olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebû Basîr'e katılmaya başladı. Nihayet Ebû Basîr'in başında mühim bir kuvvet toplandı. Vallahi bunlar, Kureyş'in Şam'a bir ticâret kaafile-sinin gittiğini duyar duymaz, hemen onları çevirirlerdi. Kendilerini öldürüp mallarını alırlardı.

Kureyş, kendisini korkutan bu vaziyet üzerine Peygamber'e (Ebû Sufyân'ı husûsî yetki ile) gönderdi. Şimdi Kureyş, Peygamberden Al­lah rızâsı için ve aradaki yakınlığa hürmeten Ebû Basîr cemâatinin baskın ve yağmalarının men' edilmesini ricaya başlamıştı. "Artık bun­dan böyle Mekke'den Medine'ye kim giderse emindir (geri getirilme­yecektir)" diye haber gönderdiler.

Peygamber (S), Ebû Basîr cemâatine mektûb gönderdi (Medî-ne'ye gelmelerini bildirdi) [43].

Bunun üzerine Yüce Allah şu âyetleri indirmiştir:

"O, sizi Mekke'nin karnında, onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi. Allah ne yaparsanız hakkıyle görücüdür. Onlar, küfreden, sizi Mescidi Hâ-. ram'dan ve alıkonulmuş hediyelerin mahalline ulaşmasından men* edenlerdir.Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mü'min erkeklerle mü 'min kadınları bilmeyerek çiğneyip de o yüzden size bir vebal isabet edecek olmasaydı (Allah size fetih için elbette izin verirdi). Bunu, kimi dilerse onu rahmetine kavuşturmak için yaptı. Eğer on­lar, seçilip ayrılmış olsalardı, biz onlardan küfredenleri muhakkak elem verici bir azaba uğratmıştık bile. O küfredenler kalblerine o ta­assubu, o cahillik taassubunu yerleştirdiği sırada idi ki, hemen Al­lah, Rasûlü'nün ve mü'minlerin üzerine ma'nevî kuvvetini indirdi; onları takva sözü üzerinde durdurdu. Onlar da buna çok lâyık ve buna ehil idiler. Allah herşeyi hakkıyle bilendir" (ei-Feth: 24-26) [44]

Müşriklerin hamiyyetleri: Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğunu ikrar etmemeleri, Bismillahirrahmâhirrahîmr\ ikrar etme­meleri, müslümânlarla Beyt arasına engel olmalarıdır.

Ebû Abdillah el-Buhârî dedi ki: "Maarratun", uyuz illeti demek olan "el-Urrun"dur, "Tezeyyelû", ayrılıp seçilselerdi demektir. "Hameytu'l-kavme" demek, "onları koruma olarak men' ettim" demektir.Ve "Ahmeytu'1-hımâ", "onu içine girilmez bir koruluk yaptım" demektir. Kendisini iyice kızdırdığım zaman: "Ahmeytu'l-hadîde" ve "Ahmeytu'r-racule" derim [45].

Ve Ukayl, ez-Zuhrî'den söyledi: Urve şöyle demiştir: Bana Âişe (R) haber verdi ki, Rasûlullah (S) mü'min kadınlardan hicret edip gelenleri (yemîn vererek ve diğer deliller ve emarelere bakarak) imti­han ederdi.

ez-Zuhrî dedi ki: Bize şu haber ulaştı: Yüce Allah, müşriklerin mü'min olup da hicret etmiş bulunan kadınlarına yaptıkları mehir harcamalarını onlara geri vermeleri (ei-Mtimtehme: ıo) âyetini indir­diği ve yine bu âyette "Kâfir kadınları nikâhlarında tutmamalarını'1 müslütnânlar üzerine hükmedince, Umer, henüz müşrik hâlde bulu­nan iki karısını birden boşamıştır. Bunlardan birisi Kureybe -yâhud Karîbe- bintu Ebî Umeyye [46], diğeri de Ümmü Kulsüm ibnetu Cer-vel el-Huzâfdir -ki bu kadın Abdullah ibn Umer'in anasıdır-. Bu bo­şama akabinde Kureybe'yi Muâviye ibn Ebî Sufyân zevceliğe almış; diğer kadın Ümmü Kulsüm'ü de Ebû Cehm zevceliğe almıştır (ki o sırada Muâviye ile Ebû Cehm müşrik hâlde idiler).

Kâfirler -' 'Sarfeniğinizi isteyin, kâfirler de sarfettiklerini istesin-fer"(ei-Mümtehıne:io) âyeti gereğince- müslümânlarm, zevcelerine yap­tıkları harcamaları ödemeyi ikrar ve kabul etmekten çekindikleri zaman Yüce Allah: ' 'Eğer zevcelerinizden bir şey sizden kâfirlere ka­çar da, siz de muharebede ganimete kavuşursanız, zevceleri gitmiş olan müslümânlara harcadıkları (mehir) kadar verin... "(ei-Mümtehine:ii) âye­tini indirdi. Bu âyetteki "el-Akbu", müslümânlarm, karısı müslü­mânlara hicret etmiş olan kâfir erkeklere ödeyecekleri masraftır.îşte Allah, müslümânlardan karısı dînden, çıkarak kâfirlere gitmiş olan kimselere de, kâfirlerin müslümânlara hicret etmiş olan kadınlarına vermiş oldukları mehrin benzerinin verilmesini emretti. Fakat biz îmân etmesinden sonra dîninden dönmüş hiçbir muhacir kadın bilmiyoruz [47].

ez-Zuhrî şöyle dedi: Yine bize ulaştı ki, Ebû Basîr ibnu Esîd es-Sakafî, Peygamber'İn huzuruna bu barış müddeti için bir mü'min mu­hacir olarak gelmiştir. Bunun üzerine el-Ahnes ibnu Şerîk de Pey­gamber'e bir mektûb yazıp, Ebû Basîr'i (barış maddesi gereğince kendilerine) geri göndermesini istiyordu. Bu iş için iki de adam gönderdi­ler., diyerek yukarıda geçen hadîsi zikretti [48].

 

16- Ödünç Vermek Hususundaki Şartlar Babı

 

19-.......Ebû Hureyre (R) tahdîs etti. Rasûlullah (S) şöyle zik­retmiştir: "Bir kimse hrâil oğulları'nın bâzısından ödünç olarak kendişine bin dînâr vermesini istedi. O da bu parayı belli bir müddet sonunda ödemesi şartıyla ona verdi..." (Borç alanın bu parayı bir odun içine koyup denize atması suretiyle ödemesi hadîsi) [49].

Abdullah ibn Umer ile Atâ ibn Ebî Rebâh: Ödünç vermede, borç veren kimse belli bir müddet ta'yrn ettiği zaman, bu müddet ta'yîni ile ödünç vermek caiz olur, demişlerdir [50].

 

17- Hürriyeti Satın Alma Yazışmasına Bağlanan Kimsenin Hükmü İle Allah'ın Kitâbı'na Aykırı Nevi'den Halâl Olmayan Şartlar(In Hükmü) Babı

 

Câbir ibn Abdillah (R) hürriyeti satın almaya bağlanan hakkında: Bu hürriyeti satın alma mukaavelesine bağlananlar ile bunların efendileri arasındaki şartlar mu'teberdir, demiştir [51].

İbn Umer yâhud Umer (R) de: "Allah'ın Kitâbı'na muhalif olan her şart, yüz kerre şart kıhnsa da bâtıldır. Hiçbir hüküm ifâde etmez'* demiştir. Ebû Abdillah Buhârî: Bu söz her ikisinden: hem Umer'den, hem de İbn Umer'den olmak üzere söyleniyor, dedi [52].

 

20-.......Aişe (R) Berîre'nin kendisine geldiğini ve kendisinden hür­riyetini satın alma yazışması hususunda yardım istediğini zikretti. Âişe, Berîre'ye:

— "Eğer istersen ben senin sahihlerine bu bedeli vereyim, ve se­nin üzerindeki velâ da benim olur, dedi.

Âişe dedi ki: Rasûlullah (S) gelince bunu kendisine hatırlattım. Peygamber bana:

  "Berîre'yi satın al ve ona hürriyet ver. Şübhesiz velâ hakkı hürriyet verene âiddir" buyurdu.

Bundan sonra Rasûlullah minber üzerinde ayakta durdu ve şun­ları söyledi:

  "Bir takım insanlara ne oluyor ki, onlar Allah'ın Kitabı 'nda olmayan birçok şartları şart koşuyorlar. Her kim Allah'ın Kitabı'-nda bulunmayan (ve ona aykırı olan) bir şartı şart kılarsa, -isterse böyle yüz şart kılmış olsa da- o şartın kendi lehine hiçbir fâidesi yoktur"[53].

 

18- Şart Kılmak Ve Borç İkrarında İstisna Yapmak Nevinden Caiz Olanları Beyân İle İnsanların Kendi Aralarında Örf Edinip Tanıyageldikleri Şartları Beyân Babı

 

Bir kimse: Fulân'ın benim üzerinde bir yâhud iki müstesna, yüz alacağı var, dediği zaman (bu, sahîh olur)? [54]

îbn Avn da îbn Sîrîn'den söyledi. O: Bir adam, hayvan kiraya vericiye: "Binek deveni avluna girdir, ben şu ve şu günler seninle beraber ona bineyim" dese de "Şu, şu günler seninle yolculuk etmezsem sana yüz dirhem var'* dese ve o gün çıkmasa, Kaadı Şurayh: Kim nefsine kendiliğinden, hiç zorlama olmaksızın bir şey şart kılarsa, o şart ona lâzım olur, demiştir [55].

Eyyûb es-Sahtıyânî de îbn Sîrîn'den söyledi ki, İbn Şîrîn: Bir adam başka birine buğday satsa ve müşteri satıcıya: Eğer sana çarşamba günü gelmez isem seninle aramda satış yoktur, dese de gelmese.

Kaadı Şurayh (muhakeme sırasında müşteriye): Sen va'dinden döndün, dedi de onun aleyhine satışı kaldırmakla hükmetti[56].

 

21-....... Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre (R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): "Allah'ın yüzden bir eksik olarak doksan dokuz ismi vardır. Bu isimleri kim (tamamen) sayarsa cen­nete girer" buyurmuştur [57].

 

19- Vakıftaki Şartlar(In Hükmünü Beyân) Babı

 

22-.......Bize İbnu Avn Abdullah el-Basrî tahdîs edip şöyle de­di: Bana Nâfi', İbn Umer'den haber verdi ki, Umer ibnu'l-Hattâb (R) Hayber'de Semg denilen kıymetli bir arazîye sâhib olmuş. Sonra Peygamber'e gelip o arazîyi nasıl kullanacağı hususunda istişare ederek:

— Yâ Rasûlallah! Ben Hayber'de öyle bir arazîye sâhib oldum ki, benim yanımda asla ondan daha güzel hiçbir mala sâhib olmamı-şımdır. Şimdi bana bu mal hakkında ne emredersin? dedi.

Rasûlullah (S):

  "İstersen onun kökünü, aslını habsedersin ve oradan gelecek mahsûlü de sadaka yaparsın!" buyurdu,

Râvî dedi ki: Umer de bu arazîyi o suretle vakfetti. Umer:

  Artık o satılmaz, hibe edilmez, mîrâs yapılmaz, dedi. Umer bu malın gelirini de fakîrlere, yakınlara, köle ve esirleri

hürriyete kavuşturma yolunda ve Allah yolunda mücâhede edenlere, yolculara ve zaîflara sadaka yaptı. Bununla beraber vakfa mütevelli ta'yîn edilen kimsenin, vakfın köküne tecâvüz etmeyerek, yalnız ge­lirinden örfe göre yemesinde ve dostuna yedirmesinde üzerine günâh yoktur [58].

İbn Avn dedi ki: Ben bu hadîsi İbn Sîrin'e tahdîs ettim. İbn Şî­rîn: "Gayre müteessilin mâlen", yânı ''mal toplayıcı olmayarak" diye söyledi.



[1] Bu kitâb ve bâb unvanları Ebû Zerr nushasmındır. Diğerleri umûmî kitâb başlı­ğı yerine, husûsî olan bâb başlığını rivayet etmişlerdir. .

eş-Şartu ve'ş-Şarîtatu: Alışverişte ve şâir muamelelerde haricî bir unsur ola­rak öne sürülen ve tutulan hükme denir: O muamele ona bağlanmış olduğu için onun dayanağı olur; ona alâmet mesabesindedir. Cem'i: Şurût gelir... Ve Şart, birinci ve ikinci bâbdan masdar olur ki, ilk ma'nâsıdır; muamelelerde bir nes­neyi dayanak kılmak ma'nâsmadır...

eş-Şaratu, iki fetha ile, nişan ve alâmet ma'nâsmadır. Bunun da cem'i Ef­rattır....

el-îşrât, (hemzenin kesriyle): Deveyi, satılık olduğunu bildirmek için alâ-metlemek; nesneyi satışa hazırlamak; bir kimse kendi nefsini bir işe nasb ve ta'-yîn kılmak ma'nâlarınadır... el-tştirât da şart eylemek ma'nâsmadır... (Kaamûs Ter.).

Fıkıh ıstılahında Şart: "Bîr şeyin vücûdu kendisine dayanan ve fakat o şe­yin mâhiyetinde dâhil olmayan şeydir". Bâzı âlimler bundan başka ta'rîfler de ileri sürmüşlerdir.

Bu bâb başlığındaki "hükümler" ile maksad, bütün akidler, fesihler ve di­ğer muamelelerdir. Buradaki "Mubayaa = Alışveriş" sözü de, hâss'ı âmm üze­rine atıf kabîlindendir ve akidlerde dâhildir.

[2] islâm târihinin mühim bir dönüm noktası olan Hudeybiye barış anlaşmasını Ku-reyş adına imzalayan, bu Süheyl ibn Amr'dır. Bu zât Kureyş'li ve Âmirî'dir. Kureyş'İn en belîğ ve hakîm hatîblerinden sayılır. Mekke fethi günü müslü-mân olmuş ve Peygamber kendisine Huneyn'i ganîmet vermiştir. Bu zât, Umer'in halifeliği zamanında bütün akrabası ile Şam'ın fethine katılmış, hemen hepsi bu gazada şehîd olmuşlardır. Kendisi Yermuk harbinde şehîd düşmüştür.

[3] Ne zevcelerine öfkelenmekten, ne bir memleketten diğer memlekete gidip gez­mek sevdasından, ne dünyalık aramaktan, ne bir hâdise çıkarmış olmaktan, ne de müslümânlardan birine aşkından dolayı değil; sırf müslümânlığa rağbetin­den dolayı hicret ettiğine yemîn ettirmek suretiyle."Nitekim, Rasûlullah böyle yapmıştır (Celâleyn, Şeyh-zâde).

[4] Hadîsin başlığa uygunluğu "Süheyl ibn Amr'ın şart kıldığı şeyler içinde şu da vardı... Sonra mü'min kadınlar muhacir olarak geldi" sözüne kadar kısmından alınır..

Barış anlaşması yazılıp imza edildikten sonra içindekilere müslümânlardan ve müşriklerden bir takım kimseler şâhid yapılmışlardır. Müslümanlardan Ebû Bekr, Umer, Alî, Abdurrahmân; müşriklerden Mıkrez ibn Hafs. (İbn Hişâm, es-Sîre).

[5] Rasûlulîah, erkeklerin bey'atını bitirdikten sonra kadınların da bey'atını kabul etmiştir. Kadınlarla olan bey'atlaşmasi el tutmak suretiyle değil, söz ile olmuş-.tur (Beydâvî),

Bâzı rivayetlerde: Rasûlulîah, kadınların bey'atı zamanlarında eline bez ko­yardı; bâzılarındada: Bir kaba su koyup, elini kaldırır; sonra da kadınlar elleri­ni daldırırlardı, diye gelmiştir. Meşhur ve i'timâd edilen budur ki, kadınlarla musâfaha etmemiştir. Bununla beraber Rasûlullah'm kadınlardan bey'at alma­sı bir kerre değil, birçok kerre olmuştur. Medîne'de de olmuş, fetihten sonra Mekke'de de olmuştur (Hakk Dîni, VI, 4916).

[6] Buhârî, Cerîr ibn Abdillah'ın bu hadîsini burada ayrı ayrı iki senedle getirdi. Hadîslerin başlığa delîlliği açıktır: Bu hadîslerdeki şart, İslâm'a girişte tutulma­sı caiz olan şart oluyor.Bunun muhalifi, dîn kardeşine iyilik isteyici olmamayı şart kılmaktır ki, bu caiz olmuyor. İkinci hadîsteki namaz kılmak, zekât ver­mek şartları caiz oluyor da bunların muhalifleri caiz olmuyor.

[7] "İzâ"nın cevâbı hazfedilmiştir. Takdîri şudur: Mahsûl satıcınındır, ancak müş­terinin şart kılması hâlinde, müşterinindir.

[8] Hadîs başlıktaki eksikliği de yetirdiği için uygunluk tam olmuştur. Hadîs böyle meyveli ağaç satışlarında bu ve benzeri şartların satıcı ve müşteri tarafından ko­nulabileceğine delâlet etmektedir.

[9] Hadîsin başlığa uygunluğu şu yönelendedir: Bu hadîs birkaç vecihle rivayet edil­miştir. Bu vecihlerden biri İbnu Ebî Leylâ'nın Hişâm ibn Urve'den; o da baba­sından; o da Âişe'den. Rasûlullah (S): "Sen Berîre'yi satın al ve velâyı onlara şart kıl; böyle şart kılıma da ve/ö, hürriyet verenindir" buyurmuştur. İşte bun­da satış sırasında bir şart vardır. Uygunluk vechi de bundadır. îbn Ebî Leylâ bu hadîs ile delîl getirerek: Bir kimse bir şeyi şart kılar da bir şey satın alırsa, bu satış caiz; şart bâtıldır, demiştir. Ebû Hanîfe: Şart ve satış; her ikisi de bâtıl­dır, demiştir. İbn Şubrume: ikisi de caizdir, demiştir... (Aynî).

Velâ, Buyu' ve Itk Kitâbları'nda da bildirdiğimiz üzere, kişinin mâlik bu­lunduğu bir şahsı âzâd etmesi sebebiyle, âzâd edenle âzâd edilen arasında de­vam eden hükmî bir yakınlıktır ki, bu yakınlık sebebiyle âzâd eden kimse, âzâd edilenin mîrâsma hakk kazanır.

[10] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ben deveyi Peygamber'e sattım, fakat ailemin ya­nına varıncaya-kadar beni taşımasını istisna ettim" sözündedir. Çünkü bu sa­tış, İçinde belli bir yere, yânî Medine'ye kadar hayvana binmek şartı bulunan bir satıştır. Oradan Medine'ye kadar daha üç günlük yol vardı (Aynî).

[11] Buhârî buradan İ'tibâren getirdiği ayrı ayrı senedlerle, Câbİr hadîsinin lâfızları­nın ihtilâflarını ortaya koymuştur. Bu senedlerle gelen hadîslerin bir kısmını Bu­hârî, kendi Sahih 'inin çeşitli yerlerinde senedli olarak rivayet etmiş; bir kısmını da diğer hadîs imamları rivayet etmişlerdir. Bunları kimlerin nerede rivayet et­tikleri, Buhârî şerhlerinde görülebilir.

[12] Buhârî bu sözüyle râvîlerin, Câbir'in bu satış akdi mes'elesindeki ihtilâflarına işaret etmiştir: Bu satış sırasındaki akidde şart kılma vâki1 oldu mu, yâhud Câ­bir'in satışından sonra deveye binmesi, deveyi satın aldıktan sonra Peygamber tarafından ariyet yoluyla bir mübâh kılma mı olmuştur? Buhârî bu akidde şart kılma hadîslerinin tarîkleri daha çok ve benim nazarımda kaynakları yönünden de daha sahihtir, demiştir. İşte bu da tercîh vecihlerinden bir yöndür... (Aynî).

[13] Buhârî'nin bu sözü yakında da geçmişti.

Buhârî buradaki rivayetlerde Câbir'in devesinin bedeli hakkındaki ihtilâf­ları ortaya koymuştur. Bu devenin kaça satıldığı hususunda bu rivayetlerde de görüldüğü üzere, ihtilâflar çoktur. Kaadı Iyâz bu ihtilâfların sebebi, hadîsin ma'-nâ i'tİbâriyle nakledilmiş olmasıdır, demiştir. Bu rivayetler arasında Peygam­ber asrında yürürlükte olan iktisadî vaziyete göre, en ma'kûl olan rivayet, Buhârî'nin "Bir ûkıyye" rivayeti olmak îcâb eder. O zaman devenin zekât nisa­bı beş deve idi. Gümüşün nisabı da ikiyüz dirhem olduğuna göre, bir devenin Peygamber devrinde ortalama kıymetinin kırk dirhem olduğu anlaşılır. Buhâ­rî'nin de işaret ettiği gibi, bu rivayet daha sahîh olur.

[14] Hadîsin başlığa uygunluğu "Siz bakım ve sulama işini yaparsınız, biz de sizleri mahsûlde ortak yaparız" sözünden alınır. Çünkü bu söz "Siz bu işleri yaparsa­nız, biz de sizi mahsûlde ortak yaparız" takdirindedir. Bu ise lugavî bir şarttır; Peygamber bunu i'tibâra almıştır.

[15] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü Peygamber (S) Hayber arazîsini, ora­daki Yahûdîler'e ancak orada çalışmaları ve orada ekincilik yapmaları ve mah­sûlün yansı onlara âid olmak şartı üzere vermiştir. Bu da bir ekincilik akdidir.

[16] Umer'in bu eskimez ve vecîz hukuk düstûrunu İbn Ebî Şçybe el-Musannafmds. senedli olarak rivayet etmiştir. Umer bunu kendisine yükseltilen bir karı koca da'vâsmda, kadının nikâhta nikâhı feshetme şartını koyduğunu ve bunun için nikâhın feshini istediğini bildirdiği zaman, kocasına karşı söylemiştir: Umer:

  "Kadının şartı, kazanılmış hakkıdır" diye hükmetmiştir. Kocası İ'tirâz ederek:

  O takdîrde kadınlar, biz kocaları boşarlar, demiş. Bunun üzerine Umer:

  Hukukun durak yerleri, hiç şübhesiz şartların yanındadır, demiştir. Bu "Hakların durak yerleri, şübhesiz şartların yanındadır" şeklinde de terceme edilir.

[17] Bu Mısver hadîsi yakında geçmişti. Buhârî bunu Hums Kitâbı'nda ve^Nikâh Ki-tâbı'nda senedli olarak getirecektir. Bu hadîste Peygamber'in Ebû'l-Âs hakkın­daki bu övgüsü ve va'dini yerine getirdiğini bildirmesi, buradaki başlığa uygun olan noktasıdır. Hadîsin bu kısmı, burada getirilmesinin sebebidir.

[18] Hadîsin başlığa uygunluğu, ma'nâsmdan alınır. O da; vefa edilmeye en haklı olan şartlar, erkeğin, kendisi ile kadının fercini halâl kılmak istediği şarttır; o da nikâh sırasında ta'yîn edilen mehrdir. Başlık da nikâh sırasında ta'yînİ, kem-miyeti, peşin ve taksitli olacağı ve benzeri mehr mes'eleleri hakkındaki şartların beyânı hakkındadır. Onun için bâzıları bu hadîsin ma'nâsını "îfâ etmeniz vâ-cib olan şartların en haklı olanı, kendisiyle fercleri halâl kılmak istediğiniz ka­dının mehr şartıdır" şeklinde almıştır. Bâzıları da bunu yalnız mehr şartına sıkıştırmayıp, bu sırada konulup, taraflarca kabul edilecek her türlü meşru' şart­lara şumûllendirmiştir. Bu ma'nâ, hadîsin lâfzına daha uygundur.

[19] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde şart bulunması yönündendir. Bu şartı Râfi' ibn Hadîc Muzâraa Kitâbı'nda, "Muzâraada mekruh olan şartlar bâbV'nda daha genişçe beyân etmiştir.

nagının altını üstüne getirmek için, onu boşatmayı istemesin   buyurdu

[20] Hadîsteki "Bir kadın diğer kadının çanağım devirmek için onun kocasının onu boşamasını istemesin" sözü, başlıkta ifâde edilen caiz olmayan şartların en mü­him bir örneğini vermiştir. Bu hadîsteki kardeş ta'bîri neseb, süt, dîn ve vatan kardeşini şâmil olduğu gibi, insan olmak bakımından beşer kardeşi ma'nâsına da gelir. Âlimlerin bâzısı bunun hükmünün bu suretle kâfir ve kâfire'yî de şâ­mil bulunduğuna kaail olmuşlardır.

Bir kadının diğer bir kadının kocasını elde etmek için, onun aile nİ'metini almaya kalkışması, ni'met çanağım devirmekle ifâde edilmiştir ki, bu gerçekten çok ağır beşerî bir haksızlık ve ahlâksızlıktır.

[21] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yüz koyun ile bir câriye fidye verip, oğlumu bu cezadan kurtardım" sözündedir. Çünkü onun oğluna yüz deynek ile bir sene gurbete gönderme cezası; kadına da taşlama cezası vardı. Onlar, dînî ceza hak­kında yüz koyun ve bir cariyeyi fidye yaptılar. Bu sûrelle onlar kendilerinden dînî cezanın düşmesi için bir şart imza etmiş oldular. Hâlbuki dînî cezalarda bu, halâl olmaz. Buhârî bu hadîsi kısa ve uzun olarak Sulh, Ahkâm, Muhârib-ler, Vekâle, î'tisâm, Vâhid Haberi Kitâbları'nda getirmiştir. Bu hadîsi hadîsci-ler cemâatinin bakıyyesi de rivayet etmişlerdir (Aynî, Kastallânî).

[22] Hadîsin başlığa uygunluğu, Berîre'nin Âişe'ye karşı, Âişe kendisini satın aldığı takdîrde hürriyetini vermesini şart kılmış olmasındadır. Hadîs birçok yerlerde geçti. Bu, onlardan onüçüncüsüdür.

[23] Yânî boşamayı bir şeye ta'lîk etme hususundaki şartların hükmünü beyân babı.

[24] Bunların sözünü Abdurrazzâk senedli olarak rivayet etmiştir.

Boşama sözünü şarttan evvel söylese, yânî sen boşsun eğer bu eve girersen, dese; yâhud boşama sözünü şarttan geri bıraksa, yânî eğer sen bu eve girersen boşsun dese, bu iki türlü söyleyiş arasındaki hükümde hiçbir fark olmaz.

[25] Hadîsin başlığa uygun yeri "Kadının nikâh sırasında beşer kardeşi olan diğet bir kadını boşamayı şart kılmasından nehyetti" sözüdür. Çünkü bunun mefhû­mu, kadın bunu şart kıldığı zaman adam o kadını boşamış olur, talâk vâki' olur. Eğer bunda talâk vâki' olmasaydı, bunu nehyetmenin hiçbir ma'nâsı olmazdı (İbn Battal).

Buhârî hadîsin sonunda getirdiği mutâbaalarla bu rivâyetlerdeki bâzı lâfız farklarını ortaya koymuş oluyor.

Peygamber bu hadîsinde, yalnız müslümânların değil, bütün insanlığın de­vamlı olan birçok içtimaî hastalıklarına dokunup, bunların tedâvî yollarını be­yân etmiştir.

[26] Bu, İbn Abbâs'm Ubeyy ibn Ka'b'dan rivayet ettiği Mûsâ ile Hızır kıssası hadî­sinin kısaltılmış bir rivayetidir. Burada bu hadîsten kasdedilen, "Birincisi unut­ma, ortasındaki şart ve üçüncüsü kasden olmuştu" sözleridir. Şart ile Musa'nın: ' 'Eğer bundan sonra sana birşey sorarsam benimle arkadaşlık etme. (O takdir­de) tarafımdan muhakkak özre utaşmışsmdır" (el-Kehf: 76) sözüne işaret etmiş­tir. Mûsâ bu sözlü şartı taahhüd etti. Onlar bu .şartı bir yazıya geçirmediler, ve buna şâhid de dikmediler.

Bunda şartın delâlet ettiği şeyin gereği ile amel etmeye delâlet vardır. Çün­kü Mûsâ bu şarta sâdık kalmayıp sözünden döndüğü zaman, Hızır, Musa'ya: "îşte bu benimle senin ayrılışımızdir" (el-Kehf: 78) dedi de, Mûsâ Peygamber bunu redd ve inkâr etmedi (tbn Hacer).

Buhârî bu hadîsi pekçok yerde uzun ve kısa olarak getirmiştir. Bu Mûsâ -Hızır kıssası, el-Kehf: 60-82. âyetlerinde geçmektedir.

[27] Başlığa uygunluğu, Berîre'nin sahihlerinin velâyı kendilerine şart kılmaları, Peygamber'in de Âişe'ye "Velâ ancak hürriyet verenindir" sözüyle beraber, velâyı onlara şart kılmasını emretmesi yönündendir. Hadîs, pekçok yerde geçti. Bura­sı Berîre haberinin zikredildiği ondördüncü yerdir (Aynî).

[28] Hadîsin başlığa uygunluğu "Biz sizi burada, Allah'ın sizleri burada bıraktığı müddetçe bırakırız" sözündedir. Biz bunun ma'nâsının, Allah'ın takdîr ettiği müddetçe sizleri burada bırakırız; istediğimiz zaman gelince sizleri çıkarırız de­mek olduğunu söylemiştik (Aynî).

Umer, oğluna yapılan zulmün kısasım istemedi. Çünkü bu saldırı Abdul­lah'a geceleyin uyurken yapılmış ve Abdullah, kimin yaptığım tanıyamamıştı (Kastallânî).

Buhârî bu hadîsi Ekİcilik Kitâbi'nda biraz farklı lâfızla getirmişti. Burada bilhassa şu iki husus vardır: Abdullah ibn Umer'e Yahûdîler'in sû'ikasdı ve Pey-gamber'in bir mu'cizesi. Yahûdîler'in sû'ikasdini Buhârî, Hammâd ibn Sele-me'den'ta'lîkan şöyle rivayet etmiştir: Umer'in halifeliği zamanında Hayber Yahudileri müslümânlara hıyanet ettiler ve bir ara, Hayber'de bulunan Abdul­lah ibn Umer'i, yatmakta bulunduğu evin üst katından aşağı bırakmışlardı da elleri ayakları kırılıp, eğri büğrü olmuştu (Buhârî).

Peygamber'in mu'cizesi, Hayber'İn fethi üzerine Yahûdîler'i çıkarmayıp, yarıcı olarak orada kalmaları için anlaşma yaptığı zaman "Günün birinde oradan çıkarılacaklarını" haber vermiş olması've bunun Umer devrinde gerçekleş­miş olmasıdır. Bu mu'cize, Umer'in Yahûdî Hukayk oğlu'na karşı söylediği sözde apaçık belirtilmiştir.

[29] İbn Hişâm, es-Stre'sinde Hudeybiye vak'asıni rivayette şu başlığı koymuştur:

Altıncı hicret yılının sonunda Hudeybiye gazası ve Rıdvan Bey'atı'nın zikri, Ra­sûlullah ile Süheyl ibn Amr arasında barış anlaşması."

Siyer âlimlerinin hiç ihtilâf etmeksizin beyânlarına göre Peygamber Hudey­biye seferine Medine'den, altıncı hicret yılının Zu'1-Ka'de ayının ikisine tesadüf eden bir pazartesi günü çıkmıştı. Zuhrî, Nâfi', Katâde, Mûsâ ibn Ukbe, Mu-hammed ibn İshâk gibi rivayet ehli hareket gününü hep bu suretle tesbît etmiş­lerdir (Aynî).

[30] Ebû Zerr rivayetinde böyle "Oğul" lâfzıyledir. Bâzı rivayetlerde bu da yine "Baba" lâfzıyledir. Buna göre: "Ben de sizin babanız mesabesinde değil mi­yim?" demiş, onlar da bunu tasdîk etmişlerdir.

[31] Lât, Kureyş'in ve Sakîf kabilesinin ibâdet ettikleri putlardan biridir. Arablar arasında "Li-yamsas bazra ummihî- Anasının fercinin dilciğini emsin!" diye sövmek âdettir. Ebû Bekr de Urve'nin sahâbîlere kaçma isnâd etmesine çok öf­kelendiği sırada, bu Arab âdetinden istifâde ve Urve'nin anası kadar ta'zîm et-tİğİ Lât putunu, anası yerine ariyet ederek: "Haydi sen Lât putunun fercinin dilciğini em!" diye kaba bir surette sövmüş, onun sözünü reddetmiştir.

" jkpi = el-Bazru": Bâ'nın fethi ve noktalı zâ'nın sükûnuyle avret fercinin iki dudaklarının arasında olan fazla ete denir ki, Dılak ve Dilcik ta'bır olunur; cem'i "jJŞ=el-Buzûr" gelir.. (Kaamûs Ter.).

[32] Zuhrî'den gelen rivayete göre Ebû Bekr'in Urve üzerindeki iyiliği, bir diyet mes'-elesinden dolayı Urve borçlandığında, Ebû Bekr ona mühim bir yardımda bu­lunmuştu. Vâkıdî'nin rivayetinde bu yardım, on deve vermek suretiyle vuku' bulmuştu (Fethu'i-Bârî).

[33] Rivayete göre Mugîre İbn Şu'be, Sakîf ten ve Mâlik oğulları'ndan bâzı kimse­lerle Mısır Meliki Mukavkıs'ı ziyaret etmek üzere Mekke'den çıkmış, Mukav-kıs, Mugîre'nin arkadaşlarına ihsan etmiş, Mugîre'yi mahrum bırakmış. Bundan içlenen Mugîre yolda, şarâb içildiği, arkadaşları sarhoşplup uyuduğu sırada bun­ları tamamen öldürmüş ve mallarını alıp Medine'ye gelerek müslümân olmuştu.

Mugîre'nin Sakîflılar'a yaptığı bu gadr üzerine Sakîfhlar, Mugîre'nin aile­sine karşı harbe giriştikleri sırada Urve müdâhele etmiş, Mugîre'nin Öldürdüğü onüç kişinin diyetini ödemeyi üzerine almıştı; bu borcu ödemekle meşguldü. Bu­nun için Urve, kardeşinin oğluna "Gaddar" diyordu.

[34] Çünkü müşriklerin malları yalnız harbde ve kahr Üzerine ganimet alınırsa halâl olurdu. Emân zamanında müşrik malını almak halâl değildi

[35] Hakîkaten Peygamber, İslâm'ın başlangıcında Arablar'm Câhiliyet devrinde yaz­dıkları gibi, yazıların başlığında "Bismikellâhumme" kullanırdı. Sonra en-Neml âyeti denilen "înneha min Süleymâne ve innehu bismillâhirrahmânirrahîm = O gerçek Süleyman'dır ve o, hakîkaten Rahman ve Rahim olan Allah'ın adiyledir" (en-NemI:30) âyeti indikte Bismillâhirrahmânirrahîm yazılmaya baş­landı. İşte bu sebeble Süheyl: Vaktiyle Senin de başlık olarak kullandığın Bis­mikellâhumme yazılsın, demiştir

[36] Bu iki parantez arasındaki kısım, Buhârî'nin Sulh Kitâbı'nın 9. bâbmdaki 13 rakamlı hadîste böylece sabit olmuştur. Onun için burada onu bu şekilde gös­termekte bir be's görmedik.

[37] İslâm târihinin mühim bir dönüm noktası olan Hudeybiye barış yazısını Kureyş adına imzalayan Süheyl ibn Amr.Kureyşli ve Âmirî'dir. Kureyş'in en belîğ ve hakîm hatîblerinden sayılır. Mekke fethi sırasında müslümân olmuş ve Peygamber kendisine Huneyn ganimetlerinden büyük bir pay vermiştir. Bu zât kâfir iken Mekke'de Peygamber aleyhine hutbe yapardı. Bedir'de esîr düştüğü zaman, Umer bu fırsattan istifâde, Peygamber'e: Müsâade et de aleyhimize söylediği sözlerin cezası olarak Süheyl'in iki ön dişlerini sökeyim de aleyhimize bir daha hutbe yapmasın, demişti. Peygamber buna izin vermeyip, onun ileride İslâm lehine hutbe yapacağım bildirmişti. Bu, gerçekleşmiştir. Süheyl, Umer zamanında Şâm fethi sırasında bütün ailesiyle beraber şehîd olmuştur.

[38] Kastallânî, İrşâdu's-Sârt.., IV, 433; hadîse âid şerhin içinde.

[39] Barış andlaşması yazıldıktan sonra içindekilere mtrslümânlardan Ebû Bekr, Umer ibn Hattâb, Alî ibn Ebî Tâlib, Abdurrahmân ibn Avf; müşriklerden de Mıkrez ibn Hafs şâhid yapılmıştır (İbn Hişâm, es-Stre).

[40] Sahâbîler'in Peygamber'in emrine icabet etmekte ağır davranmaları, şartlarını ağır buldukları bu barışın bir vahiy ile ibtâl edilmesi ve böylece kendileri için umre ibâdetinin yapılması müyesser olması ümidine dayanıyor idi. Ve şübhesiz Peygamber'e karşı muhalif bir hareket mâhiyetinde değildi. Peygamber'in emri mutlak İdi; binâenaleyh hemen acele yerine getirilmesi gerekmediği sahâbîlerce bilinmişti.

[41] Ümmü Seleme'nin müstesna zekâ ve fazileti bu hâdiseden pek açık olarak anla­şılır. Bunu Îmâmu'l-Harameyn Nihâye'de: "Ümmü Seleme'nin Hudeybiye'de gösterdiği dirayet ve fetâneti İslâm târihinde hiçbir kadın göstermemiştir, denildiğini" kaydederek pek güzel belirtmiştir (tbn Hacer, Kastallânî).

[42] " iJe*& = el-Iys", Şam'a giden Mekkeliler'in yolu üzerinde bir mevki'dir.

[43] Peygamber'İn bu mektubu Ebû Basîr'e ulaştı, fakat bu ateşli mucâhİd ölmek üzere İdi. Okudu ve mektûb elinde olduğu hâlde ruhunu teslim etti. Ebû Cen-del, bu kahraman başkanını öldüğü yere gömdü ve kabrinin yanına bir mescid inşâ etmek suretiyle son vazifesini de yerine getirdi.

Zuhrî, sonra Ebû Cendel'İn beraberindekilerle birlikte Medine'ye geldiğini ve mücâhİd olarak Şam'a gidinceye kadar Medine'den ayrılmadığını ve Umer zamanında, Şam'ın fethi sırasında şehîd olarak vefat ettiğini rivayet etmiştir. (Mûsâ ibn Ukbe'nin Zuhrî'den rivâyeti-İbn Hacer).

[44] Bu âyetler, Hudeybiye hadîsinde Ebû Basîr vak'asının arkasından zikrolundu-ğuna göre, zahiren Ebû Basîr hakkında indiği zannolunabilir; fakat bunda dü­şünmeye meydan vardır. Meşhur olan, bunların, Kureyş'ten müslümânlan ansızın yakalamak isteyen, fakat müslümânlarca yakalanıp Peygamber'e getirilen sek­sen silâhlı kişi hakkında indiğidir. Peygamber bu baskıncı müşrikleri affetti. Mekkeliler bunun üzerine barışa yöneldiler.

Bu hadîsi Müslim ve diğerleri rivayet etmiştir (Kastallânî).

[45] Bu, Ebû Zerr'in el-Müstemlî'den gelen nüshasında vardır. Burada Buhârî, Ebû Ubeyde'nin Mecâzu'İ-Kur'ân 'ından bu âyetlerdeki bâzı garîb lâfızların tefsirini vermektedir.

[46] Bu kadının adı hem kâfin dammesi, hem de fethasi ile zabtolunmuştur. Yânı bu kadının ismi Kureybe ve Karîbe şeklinde okunmuştur.

[47] Bu, ez-Zuhrî'nin sözüdür. Bununla şuna işaret etmek İstemiştir: Âyette iki ca­nibe nisbetle zikrolunan muâkaba, ancak bir tek cânibden vâki' olmuştur. Çünkü mü'min kadınlardan hiçbirinin-müşriklere kaçtığı biIİnmemiştir. Ama bunun aksi olmuştur, yânî müşrik kadınlar müslümânlara kaçmışlardır (îbn Hacer).

[48] Bu uzun hadîsin başlığa uygunluğu, bunda harb ehli olan müşriklerle barış an­laşması ve şartlarının yazılması bulunması yönündendir. Bu, şöyledir:

Peygamber bu Hudeybiye seferinde harb ehli olan Mekkeliler'le barış an­laşması yapmış ve kendisi ile onlar arasında bir takım şartlan da yazmıştır (Aynî).

Hudeybiye barış andlaşmasmın ve şartlarının yazılma tarzının zamâmmız-daki devletler hukuku kaaidelerine göre değerlendirilmesini Mahmûd Es'ad Efen-di'nin Târîh-i Dîn-i İslâm adlı eserinin "Medeniyet" cildinden özetleyerek ve sâdeleştirerek nakledelim:

"Hudeybiye barış anlaşmasının devletler hukuku bakımından ehemmiye­ti: Müslümanlar ile Kureyş arasında akdedilen bu barış anlaşması, hicretin al­tıncı senesinin tesadüf ettiği 628 milâdî senesinde imza edilmiş olduğundan, kıdemi (yânî eskiliği) yönünden ehemmiyeti hâiz olduğu gibi, mezhebî ve siyâsî muahede olmak hasebiyle de devletler hukuku yönünden incelenmeye lâyıktır, Bilhassa şu dört yönü nazar-ı dikkate isabet eder:

Birincisi, yazılma tarzında teşrifat kaaidelerine ve merasime riâyet edilme­si ve selîsliği ile beraber, vecîz bir yolda yazılmış olmasıdır. Şöyle ki buna Al­lah'ın ismiyle başlanmıştır. Zamanımızda akdedilen muahedelerde de bu kaaide yürürlüktedir. Bundan sonra: "Bu, üzerinde Muhammed ibn Abdillah ile Süheyl ibn Amr'ın anlaştıkları hükümler kitabıdır" fırkasıyle maksada girilmiş, bun­dan sonra da iki tarafa âid karşılıklı taahhüdler aynı lâfızlar tekrar edilerek ile­ride kötü tefsîre uğratılmak ihtimâli ortadan kaldırılmıştır. Bu usûl bu zamanda da böyledir.

İkincisi; on senelik muvakkat bir mütârekeyi ihtiva etmesi ve bu yoldaki son muahedelerde görülen kaaidelere ve şartlara uygun bulunması.

Üçüncüsü; iki taraftan İltica edenlerin geri verilmesi hükmü ile, bu imtiya­zın yalnız Kureyş ferdlerine tahsîs edilmesidir. Hakîkaten mültecinin geri veril­mesi Arab ahlâk ve âdetinde makbul birşey değilse de, burada maksad yalnız islâm'a girme olduğundan, Peygamber'in bunu kabule tenezzül buyurması, yü­celiği güneş gibi aşikâr olan İslâm Dîni'nin bu gibi mâni'lere karşı her türlü te'-sîrden ârî olduğunu gösterme hikmetine dayalı idi. Anlaşmanın işte bu hükümleri zamânımızdaki "Suçluları geri verme" kaaidesine uygun olmadığı açıktır. An­cak şimdiki usûl nice tecrübeler ve incelemeler netîcesinde meydana gelen bir keyfiyettir.

Dördüncüsü: Diğer kabilelere "Muhayyerlik hakkı" verilmesidir ki, ister­lerse Peygamber'in emâmna, isterlerse Kureyş'in ahdine girmekte muhayyer bı­rakılmışlardır. Eski zamanlarda tamamen mechûl olan bu "Muhayyerlik hakkı" mes'elesi, bu asırda Avrupa devletler hukukuna girmiş ve pek büyük bir ehem­miyet kazanmıştır" (Kâmil Mîrâs, Tecrid Ter., VIII, 205-206).

[49] Buhârî bu hadîsi Zekât ve Ödünç Verme'de, Kefalet bölümlerinde getirmişti. Hadîsin başlığa delîlliğİ açıktır.

[50] ibn Umer ve Atâ'nın bu sözleri ödünç Verme Kİtâbı'nda senedli olarak geçmiştir

[51] Câbir'in bu sözünü Sufyân es-Sevrî, Farâiz Kİtâbı'nda senediyle rivayet etmiştir.

[52] imâm Buhârî bu sözün hem Umer, hem de oğlu Abdullah tarafından olmak üzere söylendiğini, bu tesbîti ile bildirmiştir. Bu sözlerin başlığa uygunluğu bun­ların halâl olmayan şartlan açıklıkla belirtmiş olmalarıdır.

Bundan sonra Buhârî Umer'in umûmî bir kaaide hâlindeki bu sözünü te'-yîd etmek için, Âişe'nin meşhur Berîre hadîsinin bir rivayetini getirmiştir.

[53] Bu, Âişe hadîsi şimdiye kadar birçok kerreler geçti. Hadîsin başlığa uygunluğu gayet açıktır

[54] Buçuktan azın istisnası olduğu için, bunun sahîhliğinde ihtilâf yoktur. Üzerim­de yüzden bir eksik borç vardır dediğinde doksan dokuz; yüzden iki eksik borç vardır dediğinde doksan sekizlik bir borç İkrarı yapmış olur. Böyle istisnâh sayı söylemenin Kur'ân'dan delili cl-Ankebût: 14. âyetidir: "O, aralarında elli yıl müstesna bin yıl kaldı".

[55] İbn Avn ile Eyyûb es-Sahtıyânî'nin buradaki nakillerini Saîd ibn Mansûr se-nedli olarak rivayet etmiştir.

[56] İmâm Buhârî bâb başlığını açıklamak için selef imamlarından bu iki zâtın uy­gulamalı örneğini burada getirmiştir. Bunların özeti şöyledir:

a. Bir kimse mekkâreciye: "Şu hayvanı benim İçin evinde sakla! Ben binip seninle fulân gün yolculuk edeceğim. Şayet o gün gelip seninle yolculuk etmez­sem, sana yüz Hra borcumdur" dese de o ta'yîn edilen gün gelip mekkâreci ile yola çıkmasa, bu şartın mu'teber olduğunu İbn Avn, îbn Sîrîn'den rivayet et­miştir. Kaadı Şurayh da: Her kim, kimsenin icbâriyle değil de kendi hür irade­siyle nefsine herhangi birşeyi şart kılarsa, o şartı îfâ etmesi lâzım gelir, demiştir.

b.  Eyyûb es-Sahtıyânî de yine Muhammed ibn Sîrîn'den: Bir kimse diğer bir kimseye bir mikdâr buğday satsa da müşteri satıcıya: "Ben çarşamba günü gelmezsem, benimle senin arandaki satış yoktur, kaldırılmıştır" dese, bu mes'-ele hakkında da Kaadı Şurayh, bir muhakemesinde, müşteriye: "Artık sen va'-dinden döndün" deyip, satışı kaldırmakla hüküm vermiştir.

[57] Hadîsin başlığa uygunluğu, doksan dokuz sayısını hem doğrudan vermek, hem de "yüzden bir eksik" ta'bîriyle vermektir. Sayıyı böyle istisna ile vermenin sa-hîhliğine, Kur'ân'da da delîl vardır: "And olsun ki, biz Nûh 'w kavmine pey­gamber göndermişizdir de o aralarında elli yıl müstesna olmak üzere bin sene kalmıştır" (el-Ankebût:14)

[58] Hadîsin başlığa uygunluğu Umer'in: "Artık bu mal satılmaz, hibe edilmez, mî­râs olunmaz..." sözündedir. Bunlar vakfın aslî şartlan oluyor. Buhârî bu hadîsi Vasİyyetler Kitâbı'nda da getirdi Müslim de Vasiyyet Kitâbı'nda getirdi