68- KİTABUT-TALAK.. 3

1- Bâb: Hayız Görmekte Olan Kadın Hayız Hâlinde Boşanırsa, Kadın Meşru' Olmayan Bu Talâk Üzerine İddet Bekletilir 3

2- Karısını Boşa Yan Kimse(Ye Bu Boşama Caiz Olur Mu?) Ve Erkek, Nikâhlı Karısını Talâk İle Karşılar Mı? Babı 4

3- Yüce Allah'ın: "Boşama İki Defadır, (Ondan Sonrası) Ya İyilikle Tutmak, Ya Güzellikle Salmaktır..." (Ei-Bakara: 229) Kavlinden Dolayi Üç Talâk Vermeye Cevaz Veren Kimseler(İn Beyânı) Babı 5

4- Kadınlarını (Kendilerini Boşamaları Yâhud İsmette Devam Etmeleri Arasında) Muhayyer Kılan Kimse Bârı 6

5- Bâb: Erkek Karısına "Senden Ayrıldım" Yâhud "Seni Salıverdim" Yâhud "Sen Kocandan Boşsun" Yâhud "Uzaklaştırılansın" Yâhud Kendisiyle Talâk Kasdedilen Bir Söz Söylediği Zamân,Bu Kocanın İşi, Niyetine Göredir (Bu Sözlerle Boşamaya Niyet Etmişse Boşama Vâki' Olur, Değilse Vâki' Olmaz). 7

6- Zevcesine Hitaben "Sen Bana Haramsın" Diyen Kimse Babı 7

7- Bâb: 8

8- Bâb: Nikâhtan Önce Talâk Yoktur 9

9- Bâb: Erkek Zorlanmış Olduğu Hâlde, Karısı İçin: "Şu Kadın Benim Kızkardeşimdir" Dediği Zaman, O Erkek Üzerine Ne Talâk, Ne Zıhâr Nevinden Birşey Olmaz. 9

10- Öfke, Zorlama, Sarhoşluk Ve Delilik Hâllerinde Verilen Talâkın Hükmü; Sarhoşla Delinin İşlerinin Hükmü (Yânı Bunların Sözleri Ve İşlerindeki Hükümleri Bir Midir, Ayrı Mıdır?); Talâkta Meydana Gelen Yanılma Ve Unutmanın Hükmü; Yanılma Ve Unutmakla Meydana Gelen Şirkin Ve Diğer İşlerin Hükümlerinin Kişilerin Niyetlerine Bağlı Olduğu) Babı 10

11- Hul' Ve Hulu'da Talâk Nasıl Olur Babı 11

12- Karı-Koca Arasının Açılması, Zaruret Sırasında Hâkim Hulu' Yapmaya İşaret Eder Mi; Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 12

13- Bâb: Evli Cariyenin Satılması Talâk Olmaz. 13

14- Câriye, Kölenin Nikâhı Altında İken Hürriyete Kavuştuğunda Muhayyer Kılınması Babı . 13

15- Peygamber(S)'İn Berîre'nin Kocası Hakkında Şefaat Etmesi Babı 13

16- Bâb: 14

17- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 14

18- Müşrik Kadınlardan İslâm'a Girenlerin Nikâhı Ve İddetleri Babı 14

19- Bâb: Zımmînin Yâhud Harbînin Nikâhındaki Müşrike Yâhud Nasrâniyye Bir Kadın İslâm'a Girdiği Zaman (Hüküm Nasıldır? Sırf İslâm'a Girişi İle Aralarında Ayrılık Hâsıl Olur Mu Yâhud Kadına Muhayyerlik Mi Sabit Olur?) 15

20- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 16

21- Ailesi İçinde İken Kaybolan Kimsenin Vy. Malı İçinde İken Kaybolmuş Şeyin Hükmü Babı 16

22- Zıhâr Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 17

23- Talâkta Ve Diğer Şer'î İşlerde Anlatıcı İşaretin Hükmü Babı 18

24- Li'ân (Yânı La'netleşme) Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 19

25- Bâb: Erkek, Çocuğun Nefyini Ta'rîz Ettiği Zaman (Hükmünün Beyânı) 20

26- La'net Edecek Kimseye Yemîn Ettirmek (Yânı Bilinen La'netleşme Kelimelerini Söyletmek) Babı 21

27- Bâb: Erkek, La'netleşmeye Kadından Önce Başlar 21

28- La'netleşme Ve La'netleşmenin Ardından Kadını Boşayan Kimse Babı 21

29- Mescidde La'netleşme Babı 22

30- Peygamber(S)'İn: "Eğer ben beyyinesiz olarak bir kimseyi recm edici olsaydım, o zânîyi recm ederdim" Kavli Babı 22

31- La'netleşme Yapan Kadının Mehri Babı 23

32- İmâmın (Devlet Başkanının Yâhud Vekili Olan Hâkimin) La'netleşecek Karı-Koca Ya Hitaben:  "Şübhesiz ikinizden biriniz yalancıdır. Sizden tevbe edecek var mi?" Demesi Babı 23

33- La'netleşen Karı-Koca Arasını Ayırma Babı 23

34- Bâb: Çocuk, La'netleşme Yapan Kadının Soyuna Katılır 24

35- İMÂMIN La'netleşmede: "Yâ Allah (bu mes'eledeki hükmü) açıkla!' Kavli Babı 24

36- Bâb: Erkek Karısını Üç Talâkla Boşadığinda, Kadın İddetîni Beklemesinin Ardından Başka Bir Koca İle Evlense. Fakat İkinci Koca Kadınla Cinsî Münâsebet Yapmasa (Bu Hâlde Kadını Boşasa, Bu Kadın Birinci Kocaya Halâl Olur Mu)?. 24

37- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 24

38- Yüce ALLAH'IN: "Yüklü kadınların iddetleri ise yüklerini vazJ etmeleri(yle biter) " (et-Talâk: 4) Kavli Babı 25

39- Yüce Allah'ın: 'Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve’ Kavli Babı 25

40- Fâtımâ Bintu Kays Kıssası Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 25

41- Boşanmış Kadın, Kocasının Evinde İddetini Beklemesi Sırasında Kendisine Hücum Edilmesinden Yâhud Ailesi Aleyhine Kötü Sözler Söylenmesinden Korkulduğu Zaman (Bu Kadın Boşandığı Evden Başka Bîr Eve Geçebilir) Babı 27

42- Yüce ALLAH'IN: "... Boşanmış kadınlara, eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorlarsa, Allah'ın kendi 27

rahimlerinde yarattığını (hayız ve gebeliği) gizlemeleri halâl olmaz. " (el-Bakara: 228) Kavli Babı 27

43- Bâb: 27

44- (Kesin Olmayarak Boşanmış Olan) Hayızlı Kadına Dönüş Yapma Babı 28

45- Bâb: Kocası Vefat Etmiş Olan Kadın Dört Ay On Gün Süslenmeyi Ve Koku Sürünmeyi Terkeder 28

46- (Ölüm İddeti İçinde) Süslenmeyi Terketmekte Olan Kadının Gözüne Sürme Kullanmasının Hükmü) Babı 29

47- Ölüm İddeti Bekleyen Kadının Hayızdan Temizlendiği Sırada Kust Bitkisi Kullanması Babı 29

48- Bâb: Ölüm İddeti Bekleyen Kadın, Yemen'in Asb Kumaşından Yapılmış Elbise Giyebilir 29

49- Bâb: 30

50- Zinâ Ücretinin Ve Bozuk Nikâhın Hükmü Babı 30

51- Kendisiyle Zifaf Olunmuş Kadının Mehri, Duhûlün Nasıl, Yânî Ne İle Sabit Olacağı Ve Kadını Duhûlden Yâhud Cimâ'dan Önce Boşadığında Hükmün Nasıl Olacağı Babı 31

52- Kendisine Mehr Takdir Edilmeksizin (Ve Dokunulmaksızın) Boşanmış Olan Kadın İçin Mut'a (Yânî Bir Malla Fâidelendirmenin Vucûbu) Babı 31


 Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

 

68- KİTABUT-TALAK

(Boşamak-Boşanmak Kitabı) [1]

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Ey Peygamber, kadınları boşayacağınız vakit, onları iddetlerine doğru boşayın. O iddeti de sayın. Rabb 'iniz olan Allah'tan korkun. Onları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasınlar. Meğer ki apaçık bir kötülük meydana getirmiş olsunlar. Bunlar Allah 'in hudududur. Kim Allah'ın hududunu çiğneyip aşarsa muhakkak ki, kendisine yazık etmiş olur. Bilmezsin, olur ki Allah bunun arkasından bir iş peyda ediverir" (et-Taiâk: i) "Ahsaynâhu", "Biz onu muhafaza ettik ve saydık" demektir. Sünnete uygun boşama, kocanın kadınına, hayızdan temizlenmişken cinsî münâsebet yapmaksızın talâk vermesi ve bunu iki şahidin huzurunda yapmasıdır [2].

 

1-.......Bana Mâlik, Nâfi'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Umer (R) Rasûlullah zamanında karısını hayızlı hâlinde iken boşamıştı. Umer ibnu'l-Hattâb, oğlunun bu hareketinin hükmünü Rasûlul-lah(S)'a sorduğunda şöyle cevâb vermiştir: "Oğlun Abdullah'a em­ret de karısına geri dönsün. Sonra kadın o hayzından temizlenip tekrar hayız görünceye, sonra tekrar temizleninceye kadar onu yanında tut­sun (yânî onunla birlikte yaşasın). İkinci hayzından temizlendikten sonra dilerse o kadını yanında tutup aile hayâtını devam ettirsin ve dilerse -cinsi münâsebet yapmadan- onu boşasın. İşte kadının bu iki kirlenmesi ve temizlenmesi zamanı, kadınların boşanmaları için Al­lah'ın emrettiği iddet müddetidir" [3].

 

1- Bâb: Hayız Görmekte Olan Kadın Hayız Hâlinde Boşanırsa, Kadın Meşru' Olmayan Bu Talâk Üzerine İddet Bekletilir

 

(Çünkü hayız hâlinde talâk, haram ve günâh olmakla beraber, muteberdir.)

 

2-.......Enes ibn Şîrîn şöyle demiştir: Ben İbn Umer'den işit­tim, şöyle dedi: İbn Umer kendi karısını hayızlı hâlinde iken boşadı. Akabinde Umer bunu Peygamber'e zikretti. Bunun üzerine Peygamber  (S):

  "Abdullah karısına dönsün!'' buyurdu.

(Enes ibn Şîrîn dedi ki:) Ben, İbn Umer'e:

  Bu sana bir boşama sayılır mı? diye sordum. İbn Umer:

— Bu suâlden kendini tut (çünkü talâkın vukuunda şübhe yok­tur), dedi.

Ve Katâde'den; o da Yûnus ibn Cubeyr'den; o da İbn Umer'­den gelen rivayette şöyledir: İbn Umer: Peygamber, Umer'e:

  "Oğlun Abdullah 'a emret de karısına dönsün!" buyurdu, dedi. Yûnus ibn Cubeyr: Ben İbn Umer'e:

  Bu bir boşama sayılır mı? diye sordum. İbn Umer:

— Bana haber ver: Eğer İbn Umer acz gösterse yâhud ahmaklık etse (onun aczi veya ahmaklığından dolayı o talâkın sayılması mümte-ni' olur mu)? dedi.

Ve Ebû Ma'mer şöyle dedi: Bize Abdulvâris tahdîs etti. Bize Ey-yûb, Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti ki, İbn Umer:

  Bu, benim üzerime (Peygamber tarafından) bir boşama he-sâb edildi, demiştir [4].

 

2- Karısını Boşa Yan Kimse(Ye Bu Boşama Caiz Olur Mu?) Ve Erkek, Nikâhlı Karısını Talâk İle Karşılar Mı? Babı [5]

 

3-....... Bize el-Evzâî tahdîs edip şöyle dedi: Ben ez-Zuhrî'ye:

— Peygamber'in kadınlarından hangisi O'ndan Allah'a sığındı? diye sordum.

ez-Zuhrî cevâb olarak şöyle dedi:

— Bana Urve, Âişe(R)'den şöyle haber verdi: Cevn kızı (Umey-me),Rasûlullah(S'e nikâh olunup) huzuruna girdirildiği ve Rasûlul-lah da ona yaklaştığı zaman: "Senden Allah'a sığınırım!" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (S) ona: "Sen sânı büyük olan Allah'a sığındın, artık ailenin yanına git!" buyurdu [6].

Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Bu hadîsi Haccâc ibnu Ebî Menî', dedesi Ebû Menî' Ubeydullah (ibn Ebî Ziyâd)'dan; o da ez-Zuhrî'den rivayet etti ki, ona da Urve: Âişe şöyle dedi..., diye haber vermiştir [7].

 

4-.......Ebü Useyd (R) şöyle demiştir: Biz Peygamber'in bera­berinde çıktık, nihayet eş-Şavt denilen hurma bahçesine kadar yürü­dük. İki bahçeye ulaştığımızda onların arasında oturduk. Peygamber (S) bizlere:

  "İşte şuraya oturun!" buyurdu.

Ve kendisi bahçeye girdi. Oraya Cevniyye getirilmiş, hurmalık­taki bir eve, en Nu'mân ibn Şerâhîl'in kızı Umeyme'nin evine indi­rilmişti. O kadının beraberinde ebesi, dadısı da bulunuyordu. Pey­gamber o kadının yanma girince, ona:

  "Nefsini bana bağışla!" dedi. Umeyme:

  Hiç melike bir kadın nefsini kendi teb'asına hibe eder mi? diye karşıladı.

Râvî Ebû Useyd dedi ki: Bunun üzerine Peygamber, kadının si­nirliliğini yatıştırmak için elini uzatıp onun üzerine koymak istedi­ğinde, Umeyme:

  "Senden Allah'a sığınırım" dedi. Peygamber de:

  "Sen hakikaten sığınılacak YüceMakaam'asığındın!" buyurdu. Sonra Peygamber bizim yanımıza çıktı ve bana:

— "Yâ Ebâ Useyd! Sen bu Umeyme kadına râzıkıyye (denilen beyaz keten kumaştan biçilmiş) iki kat elbise giydir ve onu ailesinin yanına götürüp onların arasına koy" buyurdu.

Ve el-Huseyn ibnu'l-Velîd en-Neysâbûriyyu da, Abdurrahmân ibn Gasîl'den; o da Abbâs ibn Sehl'den; o da babası Sehl ibn Sa'd ile Ebû Useyd'den söyledi. Bu ikisi şöyle demişlerdir: Peygamber (S), Şerâhîl kızı Umeyme ile evlendi [8]. Bu kadın Peygamber'in huzuru­na girdirildiğinde, Peygamber elini kadına doğru uzatıp yaydı. Ka­dın bu hareketten hoşlanmamış gibi davrandı. Bunun üzerine Pey­gamber, Ebû Useyd'e o kadını çehizleyip hazırlamasını ve ona râzıkî denilen iki kat elbise giydirmesini emretti [9].

 

5- Bize Abdullah ibn Muhammed tahdîs etti. Bize Ibrâhîm ibnu Ebî'l-Vezîr tahdîs etti. Bize Abdurrahmân, Hamza'dan; o da babası Ebû Useyd'den ve Abbâs ibn Sehl ibn Sa'd'dan; o da babası Sehl ibn Sa'd'dan bu geçen hadîsi tahdîs etti [10].

 

6-.......Bize Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den tahdîs etti ki, Ebû Gallâb Yûnus ibn Cubeyr şöyle demiştir: Ben İbn Umer'e:

  Bir adam karışım hayızlı iken boşamış, dedim, îbn Umer de:

— Sen İbn Umer'i tanıyor musun? Şübhesiz İbn Umer karısını hayızlı iken boşadı. Akabinde Umer, Peygamber'e bunu zikretti. Pey­gamber (S) de ona: Abdullah'ın karısına dönmesini emretti de "Ka­dın temiz olduğu zaman onu boşamak isterse, işte o zaman boşasın" buyurdu.

Yûnus ibn Cubeyr dedi ki: Ben İbn Umer'e:

— Peygamber senin bu hayızlı iken yaptığın boşamayı bir talâk saydı mı? dedim.

tbn Umer:

  Bana re'yini haber ver: Eğer İbn Umer acz gösterse yâhud ahmaklık etse, onun bu hâllerinden dolayı o talâkın sayılması müm-teni' olur mu? dedi [11].

 

3- Yüce Allah'ın: "Boşama İki Defadır, (Ondan Sonrası) Ya İyilikle Tutmak, Ya Güzellikle Salmaktır..." (Ei-Bakara: 229) Kavlinden Dolayi Üç Talâk Vermeye Cevaz Veren Kimseler(İn Beyânı) Babı [12]

 

Abdullah ibnu'z-Zubeyr de karısını kesin olarak boşamış olan hasta bir kimse hakkında: Ben bu adamın kesin olarak, yânı üç talâk ile boşamış olduğu kadınının, bunun malına mîrâsçı olmasını düşünmem, demiştir. eş-Şa'bî ise: Kadın iddet içinde bulunduğu müddetçe, boşayan o adama mîrâsçı olur, demiştir. Kûfe'nin tabiî kaadısı Abdullah ibn Şubrume: Kadının iddeti sona erdiği zaman evlenebilir mi? Dîye sordu da, eş-Şa'bî: Evet evlenir, diye cevâb verdi. Bu sefer İbnu Şubrume, eş-Şa'bî'ye: Re'yini bana haber ver: Diğer kocası da ölse, yine ona da mîrâsçı olacak mı (böylece her iki kocadan beraberce bir defada mîrâs alması mı lâzım gelecek)! diye i'tirâz etti.

Bu i'tirâz üzerine eş-Şa'bî, kadın iddet içinde bulunduğu müddetçe o adama mîrâsçı olur demesinden geri döndü [13].

 

7-.......Sehl ibn Sa'd es-Sâidî (R) şöyle haber vermiştir: Uveymir el-Aclânî, Âsim ibn Adiyy el-Ensârî'ye geldi de ona:

— Re'yini bana haber ver: Bir adam karısının beraberinde bir adam bulsa, kadının kocası o adamı öldürür, siz de onu kisâsen Öl­dürür müsünüz, yoksa bu kimse nasıl yapmalı? Yâ Âsim, bu müşkil işi bir kerre benim için Rasûlullah'a soruver,. dedi.

Bunun üzerine Âsim bu mes'eleyi Rasûlullah'a sordu. Fakat Ra-sûlullah (S) bu soruları, hoşlanmayıp ayıpladı. O derece ki, Rasûlullah'tan işittiği sözler Âsım'a ağır geldi. AkabindeÂsım ailesine dön­düğü zaman Uveymir geldi ve:

  Yâ Âsim! Rasûlullah sana ne söyledi? dedi.

Âsim da:

  Sen bana hayır getirmedin. Rasûlullah, benim O'na sordu­ğum mes'eleyi çirkin gördü, dedi.

Uveymir:

— Vallahi ben çekinmem, bunu kendim Rasûlullah'a sorarım,

dedi.

Uveymir yönelip, insanların ortasında iken Rasûlullah'a geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Bir kimse kansıyle beraber bir kişiyi (zina üze­rinde) bulsa, kadının kocası o erkeği öldürmeli, sonra siz de (kısas olarak) onu öldürmeli misiniz? Yoksa bu adam ne yapmalı? diye

sordu.

Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Senin ve kadının hakkında Allah Kur'ân indirdi. Git o ka­dını getir!'* buyurdu.

Sehl dedi ki: Bu kan-koca (en-Nûr: 6-10 âyetinde öğretildiği üzere) birbirleriyle la'netleştiler. Ben de insanlarla beraber Rasûlullah'ın ya­nında idim, la'netleşmeleri bitince Uveymir:

— Yâ Rasûlallah! Eğer ben bu kadını nikâhımda tutarsam, ona yalan isnâd etmiş (bir yalancı) olurum! dedi ve Rasûlullah ona emir vermeden önce, o, kadınını üç talâk ile boşadı.

İbnu Şihâb: La'netleşmeden sonra karısına üç talâk verip boşa­mak ve hâkim tarafından infaz edilmek, la'netleşen çiftler hakkında bir kaanûn olageldi, demiştir [14].

 

8-....... İbnu Şihâb şöyle demiştir; Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verdi; ona da Âişe (R) şöyle haber vermiştir: Rifâa el-Kurazî'nin karısı Rasûlullah'a geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Rifâa beni boşamış ve boşamayı kesin yap­mıştı. Sonra ben de Abdurrahmân ibnu'z-Zubeyr el-Kurazî ile evlen­miştim. Fakat Abdurrahmân'm erliği şu elbise saçağı gibi(gevşek)dir, dedi.

Rasûlullah (S):

  "Sanırım ki sen (eski kocan) Rifâa 'ya dönmek istiyorsun. Fa­kat (ikinci kocan) Abdurrahmân senin balcağızından, sen de onun balcağızından tatmadıkça bu olmaz" buyurdu [15].

 

9-.......Ubeydullah şöyle demiştir: Bana el-Kaasım ibnu Muhammed, Âişe(R)'den şöyle tahdîs etti: Bir kimse karısını üç talâk ile bo­şamış. Sonra kadın başka bir erkekle evlenmiş. İkinci koca da (kadınla cima yapamadan) kadını boşamış. Bu ikinci koca kadını boşadıktan sonra, kadının ilk kocasına varması halâl olur mu? diye Peygamber'e soruldu.

Peygamber (S) de:

— "İkinci erkek kadının balçığından, birinci erkeğin tatması gi­bi tatmadıkça halâl olmaz" buyurdu [16].

 

4- Kadınlarını (Kendilerini Boşamaları Yâhud İsmette Devam Etmeleri Arasında) Muhayyer Kılan Kimse Bârı

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Ey Peygamber, zevcelerine şöyle söyle: Eğer siz dünyâ hayâtım ve onun zînetini istiyorsanız, gelin size boşama

bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle salıvereyim. (Yok eğer Allah % Rasûlü'nü ve âhir et yurdunu istiyorsanız, haberiniz olsun, Allah içinizden güzel hareket edenlere pek büyük bir mükâfat hazırlamıştır) (el-Ahzâb: 28-29) [17].

 

10-.......Bize Müslim ibn Subayh, Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (R): Rasûlullah (S) bizleri muhayyer kıldı da bizler Allah'ı ve Ra-sûlü'nü tercih ettik ve O bu muhayyer kamayı bizim üzerimize bir şey (yânî talâk) saymadı, demiştir [18].

 

11-.......Bize Âmir eş-Şa'bî tahdîs etti ki, Mesrûk şöyle demiş­tir: Ben Âişe'ye hıyereden (yânî erkeğin karışım talâk hususunda mu­hayyer kılmasından) sordum. Âişe (R):

— Peygamber (S) bizleri muhayyer kıldı, fakat bu bir talâk mı ol­du? dedi.

Mesrûk:

— Karım beni tercih edecek olduktan sonra, ben karımı bir ker-re yâhud yüz kerre muhayyer kılmaktan bir endîşe duymam, demiştir.

 

5- Bâb: Erkek Karısına "Senden Ayrıldım" Yâhud "Seni Salıverdim" Yâhud "Sen Kocandan Boşsun" Yâhud "Uzaklaştırılansın" Yâhud Kendisiyle Talâk Kasdedilen Bir Söz Söylediği Zamân,Bu Kocanın İşi, Niyetine Göredir (Bu Sözlerle Boşamaya Niyet Etmişse Boşama Vâki' Olur, Değilse Vâki' Olmaz).

 

Buna Azîz ve Celîl olan Allah'ın şu kavilleri delâlet etmiştir: "Kendilerini güzel bir şekilde salıverin.,." (el-Ahzâb: 49);

"Hepinizi güzellikte salıvereyim19 (el-Ahzâb: 28);

"Boşanma iki defadır. (Ondan sonra) ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salıvermektir..." (el-Bakara: 229);

"Sonra müddetlerini doldurfmaya yaklaştıkları zaman, onları ya güzellikle tutun, yâhud güzellikle kendilerinden

ayrılın ve içinizden adalet sahibi iki kişiyi de şâhid yapin... '- (et-Talâk: 2) [19]

Ve Âişe (R): Peygamber (S), ebeveynimin bana ondan ayrılmayı emretmeyeceklerini muhakkak bilirdi, demiştir [20].

 

6- Zevcesine Hitaben "Sen Bana Haramsın" Diyen Kimse Babı [21]

 

el-Hasen el-Basrî de: Bu sözde i'tibâra alınacak olan kocanın niyetidir, demiştir (yânî bu sözle talâka yâhud zıhâra niyet etmişse, niyet edilen şey vâki' olur, çünkü bunların ikisi de harâmhğı gerektirir) [22].

İlim ehli de: Erkek üç talâkla boşadığı zaman, artık o kadın başka bir erkekle evleninceye kadar, kendisine kesin olarak haram olmuştur, dediler. Alimler buna talâk yâhud ayrılma sözü açıkça telâffuz edilmiş olması sebebiyle haram ismini verdiler. Kadın hakkında zikredilen bu haram kılma, bir yiyecek maddesini kendi nefsine haram kılan kimse gibi değildir. Çünkü halâl olan yiyecek için haram denilmez (eğer halâl yiyecek ve içeceği haram ederse, bu boş bir sözdür). Hâlbuki boşanmış kadın için haramdır denilir. Bunun delîli Yüce Allah'ın üç talâk hakkında şöyle buyurmuş olmasıdır: "Eğer erkek zevcesini üçüncü defa olarak boşarsa, ondan sonra kadın, kendisinden başka bir ere nikahlanıp varıncaya kadar ona halâl olmaz..." (el-Bakara: 230).

İmâm el-Leys de Nâfi'den söyledi. İbn Umer, karısını üç talâk ile boşayan kimsenin hükmü sorulduğu zaman: "Eğer sen kadınını bir kerre yâhud iki kerre boşadıysan (senin karına dönme hakkın vardır). Çünkü Peygamber (S) bana bunu emretti. Eğer sen karını üç talâkla boşadıysan artık o kadın başka bir erkekle evleninceye kadar sana haram olmuştur" derdi [23].

 

12-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Bir adam karısını kesin olarak boşadı. Kadın da boş bir adamla evlendi. Akabinde o ikinci kocası da kadını boşadı. İkinci kocanın erkeklik âleti elbise saçağı gibi gev­şek idi. Bu sebeble arzu etmekte olduğu cinsî münâsebetten hiçbirşe-ye ulaşamadı. Bunun üzerine çok geçmeden kadını boşadı. Kadın, Peygamber'e geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Birinci kocam beni kesin olarak boşadı. So­nunda ben de ondan başka bir erkekle evlendim. Bu ikinci erkek be­nimle zifafa girdi, ondaki erkeklik âleti ancak elbisenin saçağı gibi gevşekti. O bana ancak bir defa yaklaştı, benden hiçbirşeye ulaşa­madı (yânî cima yapamadı). Şimdi ben ilk kocama halâl olur muyum? diye sordu.

Rasûlullah (S):

  "İkinci kocan senin balağından tadıncaya kadar, sen de onun balağından tadıncaya kadar sen birinci kocana halâl olmazsın" bu­yurdu [24].

 

7- Bâb:

 

"Ey Peygamber, sen zevcelerinin hoşnûdluğunu arayarak Allah'ın sana halâl kıldığı şeyi niçin (kendine) haram ediyorsun..." (et-Talâk: 1).

 

13-.......Saîd ibn Cubeyr, İbn Abbâs'tan: Erkek, karısını ken­disine haram kıldığı zaman bu söz birşey (yânî talâk) değildir, derken işitmiş olduğunu haber vermiştir.

Ve yine İbn Abbâs (buna delîl getirerek): "And olsun Allah'ın Rasûlü'nde sizin için pek güzel bir örnek vardır..." (ei-Ahzâb:2i) âye­tini söylemiştir [25].

 

14-.......îbn Cureyc şöyle demiştir: Atâ ibn Ebî Rebâh, Ubeyd ibn Umeyr'den şöyle derken işittiğini söyledi: Ben Âişe(R)'den şöyle derken işittim: Peygamber (S) Zeyneb ibnetu Cahş'ın yanında eğle­nir ve onun yanında bal şerbeti içerdi. Bunun üzerine Hafsa ile ben birbirimizle şöyle tavsiyeleştik: İkimizden hangimizin yanına Peygam­ber gererse, O'na:

— Ben Sen'den megâfir kokusu duyuyorum, Sen megâfir mi ye­din? desin, dedik.

Peygamber iki kadından birinin yanına girince, o kadın bu sözü Peygamber'e söyledi. Peygamber de:

  "Hayır (ben megâfir yemedim). Fakat Zeyneb bintu Cahş'ın yanında bal şerbeti içtim. Artık bir daha onu içmeğe dönmem" dedi

İşte bunun üzerine şu âyetler indi: "Ey Peygamber! Sen zevce­lerinin hoşnûdluğunu arayarak Allah 'in sana halâl kıldığı şeyi niçin (kendine) haram ediyorsun? (Bununla beraber üzülme) Allah çok mağ­firet edici, çok merhamet eyleyicidir. Allah sizin için yeminlerinizin çö-zümlüğünü farz kılmıştır. Allah sizin yardımcınızdır ve O hakkıyle bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Hani Peygamber, zevcele­rinden birine gizli bir söz söylemişti. Bunun üzerine o açıklayınca, (Peygamber) bunun bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeç­mişti. Artık bunu kendisine söyleyince, o zevce: 'Bunu sana kim ha­ber verdi?' dedi. (Peygamber de:) 'Bana herşeyi bilen, herşeyden haberdâr olan Allah haber verdi' dedi. Eğer ikiniz de Allah 'a tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalbleriniz eğildi. Yok, onun aley­hinde birbirinize arka verirseniz, hiç şübhesiz Allah bizzat onun yar-dımcısıdır, Cebrail de, mü 'minlerin sâlih olanları da. Bunların ardın­dan bütün melekler de ona yardımcıdırlar" (et-Tahrîm: ı-4).

Bu âyetteki "Eğer tevbe ederseniz1"deki tesniye zamiri, Âişe ile Hafsa'ya âiddir. "Hani Peygamber zevcelerinden birine gizli bir söz söylemişti" fıkrası da "Hayır, ben bat şerbeti içtim" sözüne işaret­tir [26].

 

15-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûhıllah (S) balı ve tatlıyı severdi, ikindi namazından döndüğü zaman kadınlarının yanına girer ve onlardan birinin yanına yaklaşırdı. Bir gün Umer'in kızı Haf-sa'mn yanına girdi de, orada kalmakta olduğundan daha çok kaldı. Ben bunu kıskandım (ve bunun sebebini soruşturdum). Bana:

— Hafsa'ya, kavminden bir kadın küçük bir çömlek bal hediye etti, o da bu baldan Peygamber'e şerbet içirdi, denildi.

Ben de kendi kendime: Vallahi biz bunun için muhakkak bir hi­le yaparız! dedim.

Akabinde Şevde bintu Zem'a'ya şöyle dedim:

— Biraz sonra Rasûlullah muhakkak sana yaklaşacaktır. Sana yaklaştığında O'na: Sen megâfîr mi yedin? dersin, O da sana: Hayır, diyecektir. Bunun üzerine sen de O'na: Sen'den hissetmekte olduğum bu koku nedir? dersin. O da sanajnuhakkak: Hafsa bana bal şerbeti içirmişti! diyecektir. Sen de O'na:. O balın arısı urfut ağacından top­lamıştır! dersin. Bana geldiğinde ben de böyle söyleyeceğim. Yâ Sa-fiyye, sen de böyle söyle! dedim [27].

Âişe bu ta'lîmâtın tatbik suretini şöyle anlatmıştır: Şevde şöyle diyordu:

— Vallahi çok geçmedi Rasûlullah kapının önünde durdu. Yâ Âişe, senden korktuğum için bana emrettiğin sözü hemen Rasûlul-lah'a oracakta iken söylemek istedim.

(Âişe dedi ki:) Rasûlullah ona yaklaşınca, Şevde O'na:

— Yâ Rasûlallah, sen megâfîr zamkı mı yedin? demiş O da:

  "Hayır!" diye cevâb vermiş. Şevde:

  Sen'den hissetmekte olduğum bu koku nedir? demiş. Rasûlullah:

  "Hafsa bana bal şerbeti içirmişti!" buyurmuş. Şevde:

  O balın arısı urfut ağacında yayılmış! demiş.

Nihayet Rasûlullah benim odama dönüp geldiğinde ben de bu sözlerin benzerini söyledim. Safiyye'ye gittiğinde o da bunların ben­zerini söylemişti. Sonra Rasûlullah dönüp Hafsa'nın nevbetinde ya­nına vardığında, Hafsa:

— Yâ Rasûlallah! Sana o bal şerbetinden içireyim mi? diye sor­duğunda Rasûlullah:

  "Hayır, benim ona ihtiyâcım yoktur!" buyurdu. Âişe (rivayetine son vererek) dedi ki: Şevde bana:

— Vallahi biz Rasûlullah'ı bal şerbetinden mahrum ettik, diyor­du.

Ben de Sevde'ye:

— Sus! dedim (ve Hafsa hakkındaki hîle ve tedbîrimizin duyul­masını istemedim) [28].

 

8- Bâb: Nikâhtan Önce Talâk Yoktur

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Ey îmân edenler, mü'min kadınları nikahlayıp da sonra kendilerine dokunmadan, onları boşadığınız zaman sizin için üzerlerine sayacağınız bir iddet yoktur. O surette onları fâidelendirip, kendilerini güzel bir şekilde salıverin" (ei-Ahzâb: 49). İbn Abbâs da: Allah talâkı nikâhtan sonra kıldı, demiştir [29].

Ve nikâhın varlığından önce talâkın olmadığı hususunda Alî'den, Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den, Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den, Ebû Bekr ibnu Abdirrahmân ibni'l-Hâris ibn HişânVdan, Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe'den, Ebân ibn Usmân'dan, Alî ibnu'l-Htiseyin-(Zeyne'l-Abidîn)den, Kaadı Şurayh'den, Saîd ibn Cubeyr'den, el-Kaasım ibn Muhammed ibn Ebî Bekr es-Sıddîk*tan, Salim ibn Abdillah'tan, Tâvûs'tan, el-Hasen el-BasrîMen, İkrime'den, Atâ'dan, Amir ibnu Sa'd el-Becelî'den, Câbir ibn Zeyd'den, Nâfi' ibn Cubeyr(ibn Muf ım)'den, Muhammed ibnu Ka'b el-Karazfden, Süleyman ibnu Yesâr'dan, Mucâhid'den, el-Kaasım ibn Abdirrahmân (ibn Abdillah ibn Mes*ûd)'dan, Amr ibnu Herim el-Ezdî*den, eş-Şa'bî Amir ibn ŞerâmTden rivayet olunuyor ki, nikâhtan önce kadın boş olmaz [30].

 

9- Bâb: Erkek Zorlanmış Olduğu Hâlde, Karısı İçin: "Şu Kadın Benim Kızkardeşimdir" Dediği Zaman, O Erkek Üzerine Ne Talâk, Ne Zıhâr Nevinden Birşey Olmaz

 

Peygamber (S) şöyle buyurdu: "İbrahim Haiti Peygamber, karısı Sâre için: 'Bu benim kızkardeşimdir' dedi. İbrahim'in karısı için böyle söylemesi, Azız ve Celîl Allah'ın rızâsı hakkında (yânı O'nun rızâsıyle) olmuştu (çünkü Sâre, Allah'ın Dîni'nde onun kızkardeşi idi)" [31].

 

10- Öfke, Zorlama, Sarhoşluk Ve Delilik Hâllerinde Verilen Talâkın Hükmü; Sarhoşla Delinin İşlerinin Hükmü (Yânı Bunların Sözleri Ve İşlerindeki Hükümleri Bir Midir, Ayrı Mıdır?); Talâkta Meydana Gelen Yanılma Ve Unutmanın Hükmü; Yanılma Ve Unutmakla Meydana Gelen Şirkin Ve Diğer İşlerin Hükümlerinin Kişilerin Niyetlerine Bağlı Olduğu) Babı

 

Çünkü Peygamber(S)'in şu kavli vardır:

"Ameller ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan ancak odur..."[32]

eş-Şa'bî de (yanılan ve unutanın talâklarının vâki olmayacağına delîl getirici olarak): "Ey Rabb'imiz, unuttuk yâhud yanıldıysak, bizi tutup sorguya çekme.,. " (ei-Bakara: 286) âyetini okumuştur. Vesveseli kimsenin ikrarının caiz olmayacağı. Zîrâ Peygamber (S), kendisi aleyhine zina ikrarı yapan kişiye: "Sende delilik var mı?" buyurmuştur.

Alî ibn Ebî Tâlıb de şöyle demiştir:

Hamza yaşlı develerin böğürlerini yardı. Peygamber (S) Hamza'yı bu fiilinden dolayı kınamaya başladı. Bir de gördü ki, Hamza iki gözü kıpkızıl sarhoş olmuş. Sonra Hamza, Peygamber'e: Sizler başka değil, ancak babamın kölelerisiniz, dedi. Bu söz üzerine Peygamber, Hamza'nın çok sarhoş olduğunu bildi de yanından dışarı çıktı, biz de beraberinde çıktık (yânî Peygamber onu sarhoş iken işlediği suçlardan dolayı cezalandırmadı).

Usmân ibn Affân: Delinin ve sarhoşun talâkı yoktur (yânî vâki* olmaz), demiştir. İbn Abbâs da: Sarhoşun ve zorlanan kimsenin talâkı caiz değildir (yânî vâki' değildir), demiştir. Ukbetu'bnu Amir de: Vesveseli kişinin talâkı caiz (yânî vâki') olmaz, demiştir. Atâ ibn Ebî Rebâh: Boşamak istediği ve boşamaya başladığı zaman onun şartı olur (yânî bir şart koşması ve boşamayı bir şarta bağlaması lâzımdır), demiştir.

Nâfi' de şöyle dedi:

Bir adam karısını, eğer evden dışarı çıkarsa kesin olarak boşadığında hükmü soruldu da, ibn Umer:

Eğer kadın evden çıkarsa, o adamdan kat*î olarak kesilmiştir; evden dışarı çıkmazsa (şart bulunmadığı için) hiçbirşey olmaz, dedi. ez-Zuhrî de "Eğer şunu şunu yapmazsam karım üç defa boştur" diyen kimse hakkında şöyle demiştir: O kişi söylediğinden ve yemîn ettiği zaman bu yemini ile kalbini bağladığı şeyden sorulur. Eğer istediği bir müddet ismi söylemiş ve yemîn ettiği sırada kalbini ona bağlamış ise, bu onun dînine ve emânetine

bırakılır (yânî sözü tasdîk olunur ve Allah ile kendi arasındaki şeye mâlik olur).

İbrâhîm en-Nahaî de şöyle demiştir:

Eğer erkek karısına "Benim sende hiçbir hacetim yok" derse, niyeti mu'teber olur(Eğer talâk niyet etmişse kadın boşanmış olur, değilse olmaz). Her kavmin talâkı kendi dilleriyle olur. (Meselâ, Türkçe ile: "Boşadım seni bir talâk" dese, bir nc'î talâk vâki' olur; "İki talâk" dese, iki; "Üç talâk" dese, üç talâk vâki' olur.) Katâde şöyle dedi: Erkek karısına, her temizlik sırasında bir kerre cinsî münâsebet yaparak: "Eğer hâmile kalırsan sen üç defa boşsun" derse ve kadının gebeliği meydana çıksa, o adamdan kesin olarak boşanıp ayrılmış olur. el-Hasen el-Basrî de şöyle demiştir: Erkek karısına hitaben "Sen kendi ailene katıl" dediği zâmân, niyeti mu'teber olur (Eğer bu sözle talâk niyet etmişse, talâk vâki' olur; değilse olmaz). İbn Abbâs: 'Talâk (geçimsizlik gibi) bir hacetten dolayı yapılır, ıtâk ise kendisiyle Allah'ın rızâsı aranan bir iştir" demiştir. ez-Zuhrı de: Eğer erkek karısına   Sen benim karım değilsin" derse, niyeti mu'teber olur: Eğer bu sözle talâk niyet etmişse, ona niyet ettiği şey vardır,

demiştir. Alî de (Umer'e hitaben): Sen üç şeyden: iyileşinceye kadar deliden, bulûğa erişinceye kadar çocuktan,

uyanıncaya kadar uyuyan kimseden kalemin yazmaktan kaldırılmış olduğunu bilmedin mi? demiştir.

Yine Alî: Bunamiş kimsenin boşamasından başka her boşama caizdir (vâki'dir), demiştir [33].

 

16-.......Bize Katâde, Zurâre ibn Evfâ'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Şübhesiz Allah benim üm­metimden nefislerinin söylediği şeyleri (yânı gönüllerinden geçen yaramaz hâtıraları), kişi onları işlemedikçe yâhud diliyle söylemedikçe cezalandırmaktan vazgeçmiştir" buyurdu [34].

Ve Katâde: Kişi karısını gönlünde gizlice boşadığı zaman, onun bu boşaması hiçbirşey değildir, demiştir.

 

17-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân, Câbir ibn Abdillah(R)'tan şöyle haber verdi: Eşlem ka­bilesinden bir adam Peygamber (S) mescidde iken geldi de, kendisinin zina etmiş olduğunu söyledi. Peygamber ondan yüz çevirdi. Bu sefer o zât, Peygamberdin yüzünü döndürdüğü tarafa geçti ve kendi nefsi aleyhine dört kerre şehâdet etti. Bunun üzerine Peygamber onu ça­ğırdı da:

  "Sende delilik var mı? Sen evlendin mi?" diye sordu. O zât:

— Evet evlendim, dedi.

Bunun üzerine Peygamber, onun (bayram namazı kılınan) mu­sallada taşlanmasını emretti. Taşlar ona isabet edip ıztırab verince kaçtı, nihayet Harre'de yetişildi de öldürüldü [35].

 

18-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: BanaEbû Seleme ibnu Abdirrahmân ile Saîd ibnu'I-Müseyyeb haber verdiler ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) mescidde iken Eşlem kabilesinden bir adam geldi de, O'na nida edip:

— Yâ Rasûlallah! Şübhesiz bu hayırdan en geri (en alçak) olan adam -kendisini kasdediyor- zina etmiştir, dedi.

Rasûlullah, ondan yüz çevirdi. Bu sefer o zât, Rasûlullah'ın yü­zünü döndürdüğü tarafa geçti de yine:

— Yâ Rasûlallah! Şübhesiz ki bu en geri olan adam zina etmiş­tir, dedi.

Kasûlullah ondan yine yüz çevirdi. Bu sefer o zât yine Rasûlul­lah'ın yüzünü döndürmüş olduğu tarafa çekildi de, O'na karşı aynı sözü söyledi. Rasûlullah yine ondan yüz çevirdi. O zât da dördüncü defa olarak Rasûlullah'ın yüzünü döndürdüğü tarafa çekildi. Böyle­ce kendisi aleyhine dört kerre şehâdet edince, Rasûlullah onu çağırdı da:

  "Sende delilik var mı?" diye sordu. O zât:

  Hayır (yoktur), dedi. Bunun üzerine Peygamber:

  "Bunu götürünüz ve taşlayınız!" emrini verdi. O zât evlenmiş hâlde idi.

Ve yine ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Câbir ibn Abdillah el-Ensârî'den bir kimse haber verdi ki, Câbir şöyle demiştir: Ben o zâtı taşlayanların içinde bulundum. Hepimiz onu Medine'deki musalla­da taşladık. Taşlar isabet edip canını acıtınca hızlıca kaçtı. Nihayet biz ona Harre'de yetiştik ve taşladık, sonunda öldü [36].

 

11- Hul' Ve Hulu'da Talâk Nasıl Olur Babı [37]

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli: "...Kadınlara verdiğiniz birşeyi geri almanız sîze halâl olmaz. Meğer ki erkekle kadın, Allah'ın sınırlarım (evlilik haklarını) ayakta tutamayacaklarından korkmuş (ümîdlerini kesmiş) olsunlar. Eğer bu suretle siz de onların (karı-kocanın), Allah 'in sınırlarını hakkıyle muhafaza ve îfâ edemiyeceklerinden korkarsanız, o hâlde (kadının boşanmak için) fidye vermesinde ikisi üzerine de vebal yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Onları çiğneyip geçmeyin. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir” (el-Bakara: 229) [38].

Umer (R), devlet başkanı ve hâkim huzurunda olmaksızın yapılan hul'u geçerli kılmıştır. Usmân (R) de kadının saç bağından başka mâlik olduğu şeylerle yapmış olduğu hul'u geçerli kılmıştır.

Tâvûs da:

Kocanın karısından fidye alması, Allah'ın buyurduğu gibi, ancak Allah'ın karı-kocadan herbirine diğerine karşı muaşerette, sohbette farz kıldığı hususlarda "Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korktuklarında11 halâl olur, demiştir. Tâvûs'un oğlu da: Babam Tâvûs, beyinsizlerin söylediği "Kadın kocasına karşı: Ben seninle cünüblükten dolayı yıkanmam! deyinceye kadar hulu' halâl olmaz" sözlerini söylemedi (; Allah'ın buyurduğunu söyledi), demiştir [39].

 

19- Bize Ezher ibmı Cemîl tahdîs etti. Bize Abdulvahhâb es-Sakafî tahdîs etti. Bize Hâlid el-Hazzâ, İkrime'den; o da İbn Ab-bâs(R)'dan şöyle tahdîs etti: Sabit ibn Kays'ın karısı, PeygamDer(S)'e geldi de:

— Yâ Rasûlallah! (Kocam) Sabit ibn Kays; ben ona ne ahlâk, ne de dîn hususunda dar ılınıyorum. Lâkin ben (kocamı çirkin gör­düğümden) müslümânlık hayâtımda küfrü çirkin buluyorum (bu se-beble kocamdan ayrılmak istiyorum), dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (S):

  "Sen Sâbit'in vaktiyle mehr verdiği bustânını kendisine geri verir misin?" diye sordu.

Kadın:

— Evet (geri veririm)» dedi. Rasûlullah, Sabit ibn Kays'a:

  "Bahçeyi kabul et ve bu kadını bir talâk ile boşa!" buyurdu.

Ebû Abdillah el-Buhârî: Şeyhim Ezher ibnu Cemîl, bu hadîsi İbn Abbâs'a varan senedle rivayet etmesinde mutâbaa olunmuyor, dedi (Çünkü başkaları bunu İkrime'den mürsel olarak rivayet etmiş, İbn Abbâs'ı zikretmemişlerdir) [40].

 

20-.......Bize Hâlid et-Tahhân, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da İkrime'den (mürsel olarak): Abdullah ibn Ubeyy'in kızkardeşi şeklinde bu hadîsi tahdîs etti. Peygamber (S) o kadına:

  "Sen onun bahçesini kendisine geri verir misin?" diye sordu. Kadın da:

— Evet, deyip, bahçeyi kocasına geri verdi. Peygamber de kocasına kadını boşamasını emretti. İbrâhîm ibn Tahmân, Hâlid el-Hazzâ'dan o da İkrime'den; o

da İbn Abbâs'tan söyledi ki, İbn Abbâs şöyle demiştir: Sabit ibn Kays'-ın karısı, Rasûlullah'a geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Ben kocam Sâbit'e, dîn ve ahlâk hususların­da gücenip darılmıyorum. Lâkin ben (onu sevmediğimden dolayı, ge­çinmesinde) ona takat getiremiyorum, dedi.

Rasûlullah:

  "Öyleyse bahçesini Sâbit'e geri vereceksin!" buyurdu. Kadın da:

— Evet, dedi [41].

 

21-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Sabit ibn Kays ibn Şemmâs'ın karısı Peygamber'e geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Ben Sâbit'e dîn ve ahlâk hususunda ukubetle ceza vermiyorum, fakat ben kufrânu'1-aşîr yapmaktan (yânî koca­nın haklarında taksir yapmaktan) korkuyorum, dedi.

Rasûlullah (S) da:

  "Sâbit'e bahçesini geri verecek misin?' diye sordu. Kadın.

— Evet, deyip Sâbit'e bahçesini geri verdi, Rasûlullah da Sâbit'e kadınından ayrılmasını emretti.

 

22- Bize Süleyman ibn Harb tahdîs etti. Bize Hammâd, Eyyûb'-dan; o da îkrime'den Sâbit'in karısı Cemile... diye tahdîs edip hadî­sin tamâmım zikretti [42].

 

12- Karı-Koca Arasının Açılması, Zaruret Sırasında Hâkim Hulu' Yapmaya İşaret Eder Mi; Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"(Eğer kan ile kocanın) aralarının açılmasından endîşeye düşerseniz, o vakit kendilerine erkeğin ailesinden bir

hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse, Allah aralarında onları uyuşmaya

muvaffak buyurur. Şübhesiz ki, Allah hakkıyle bilicidir, haberdârdır" (en-Nisâ: 35) [43]

 

23-.......Bize el-Leys, Abdullah ibnu Ebî Muleyke'den; o dael-Mısver ibn Mahrame ez-Zuhrî'den tahdîs etti. O: Ben Peygam-ber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu, demiştir: "Mugtre oğullan ben­den Alî'nin, onların kızı ile nikâh olması hususuna izin istediler. Ben buna izin vermem..." [44].

 

13- Bâb: Evli Cariyenin Satılması Talâk Olmaz

 

24-.......Peygamberdin zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Berîre hakkında üç tane sünnet (yânî kaanûn) meydana gelmiştir: Bu sün­netlerin biri şudur: Berîre hürriyete kavuşturuldu da akabinde koca­sı hakkında muhayyer kılındı. (İkinci sünnet şudur:) Rasûlullah (S) Berîre hakkında: "Velâ hakkı, hürriyete kavuşturanındır"'buyurdu. Bir de Rasûlullah içeriye girdi. Tencerede ocak üstünde, içinde et kay­nıyordu. Rasûlullah'a evdeki katıklardan ekmekle bir katık yaklaştı­rıldı. Rasûlullah.

  "Ben içinde et pişen bir tencere görmedim mi?" buyurdu. Oradakiler:

— Evet, lâkin bu Berîre'ye sadaka verilmiş bir ettir. Sen de sa­daka yemezsin! dediler.

Rasûlullah:

  "O, Berîre'ye sadakadır, ondan da bize hediyedir" buyur­du [45].

 

14- Câriye, Kölenin Nikâhı Altında İken Hürriyete Kavuştuğunda Muhayyer Kılınması Babı [46].

 

25-.......Bize Şu'be ile Hemmâm ibh Yahya, Katâde'den; o da İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R), Berîre'nin kocası Mugîs'i kasdederek:

— Ben onu bir köle olarak gördüm, demiştir.

 

26-.......Bize Eyyûb es-Sahtıyânî, İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R), Berîre'nin kocasını kasdederek:

— Şu, Fulân oğullarının kölesi Mugîs'tir. Hâlâ gözümün önün­de ona bakıyor gibiyim: Mugîs, Medîne sokaklarında ayrılmasına ağ­layarak Berîre'nin arkasından giderdi.

 

27-.......Bize Abdulvahhâb, Eyyûb'dan; o da İkrime'den tah­dîs etti ki, îbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Berîre'nin kocası Fulân oğul­larına âid Mugîs denilen siyah bir köle idi. Hâlâ gözümün önünde görür gibiyim: Zavallı Mugîs, Medîne sokaklarında Berîre'nin arkasında do­laşır dururdu.

 

15- Peygamber(S)'İn Berîre'nin Kocası Hakkında Şefaat Etmesi Babı

 

28-.......Bize Hâlid el-Hazzâ, îkrime'den; o da İbn Abbâs'tan şöyle tahdîs etti: Berîre'nin kocası Mugîs denilen bir köle idi (Berî-re'yi çUgınca severdi.) Hâlâ gözümün önünde görür gibiyim: Zavallı Mugîs (onu razı edip de kendisini tercih etmesi için) ağlayarak ve göz­yaşları sakalının üzerinde akarak Berîre'nin arkasında döner dola­şırdı. Bir kerre Peygamber (S) babam Abbâs'a:

  "Yâ Abbâs Mugîs'in Berîre'ye olan aşırı sevgisine, Berîre'­nin deMugıs'e olan buğzuna, nefretine hayret etmez misin?" buyur­du.

Sonra da Peygamber, Berîre'ye:

  "Keski şu Mugîs'e dönsen olmaz mı?" buyurdu. Berîre de:

  Yâ Rasûlallah! Ona dönmemi emrediyor musun? dedi. Peygamber:

  "Hayır, ben (emretmiyorum) ancak şefaat ediyorum" buyur­du.

Berîre de:

  Öyleyse benim o adama ihtiyâcım yoktur! Dedi [47].

 

16- Bâb:

 

(Bu, önceki bâbdan bir fasıl gibidir.)

 

29-.......Bize Şu'be, el-Hakem ibn Uteybe'den; o da İbrâhîm erı-Nahaî'den; o da el-Esved ibn Yezîd'den haber verdi ki, Âişe (R), Berîre'yi satın almak istedi, fakat efendileri velâ hakkının kendileri­ne âid olmasını şart kılmalarından başka türlü satışa razı olmadılar. Âişe de bu vaziyeti Peygamber'e zikretti. Peygamber (S):

  "Sen Berîre 'yi satın al ve hürriyete kavuştur. Çünkü velâ hakkı ancak hürriyete kavuşturanındır" buyurdu.

Peygamber'in yanına bir et getirildi de:

  Bu, Berîre'ye sadaka verilen ettir, denildi. Bunun üzerine Peygamber:

   "O, Berîre'ye bir sadakadır, bize de (ondan) hediyedir"

buyurdu.

 

30- Bize Âdem ibn Ebî Iyâs tahdîs etti. Bize Şu'be tahdîs edip 'Berîre kocasından muhayyer kılındı" fıkrasını ziyâde etti [48].

 

17- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Allah'a eş tanıyan kadınlarla, onlar îmâna gelinceye kadar evlenmeyin. îmân eden bir câriye, müşrik bir kadından -bu sizin hoşunuza gitse de- elbet daha hayırlıdır..." (el-Bakara: 221) [49].

 

31- Bize Kuteybe tahdîs etti. Bize el-Leys, Nâfi'den tahdîs etti ki, İbn Umer'e Hrıstiyan ve Yahûdî kadınlarının nikâh edilmesinin hükmünden sorulduğunda:

— Şübhesiz Allah müşrik kadınlarını mü'min erkeklere haram kılmıştır. Ben, îsâ Allah'ın kullarından bir kul olduğu hâlde, bir ka­dının kendi Rabb'inin îsâ olduğunu söylemesinden daha büyük bir müşriklik bilmiyorum, der idi [50].

 

18- Müşrik Kadınlardan İslâm'a Girenlerin Nikâhı Ve İddetleri Babı

 

32-.......Bize Hişâm es-San'ânî, İbn Cureyc'den haber verdi.Ve Atâ (el-Horâsânî), İbn Abbâs'tan söyledi: Peygamber (S) ile mü'-minlerce müşrikler iki menzile üzerinde bulunuyorlardı: Birincisi harb ehli olan müşriklerdi ki, Peygamber onlara mukaatele eder, onlar da Peygamber'e mukaatele ederlerdi. İkincisi ahd ehli olan müşriklerdi ki, Peygamber bunlara mukaatele etmez, onlar da Peygamber'e mu­kaatele etmezlerdi. Harb ehli olan müşriklerden bir kadın Medine'ye müslümân olarak hicret edince, üç hayız görünceye ve temizlenince­ye kadar evlenilmek üzere tâlib olunmazdı (Çünkü bu kadın, İslâm'a girmesi ve hicreti sebebiyle hürre kadınlardan olmuştu.) Temizlendi­ği zaman onunla nikâh yapmak halâl olurdu. Eğer o kadın Medine'­de başka erkekle nikâh etmeden önce eski kocası hicret edip gelirse, bu kadın ilk nikâhı ile kocasına geri verildi. Ve yine harb ehli olan müşriklerden erkek bir köle yâhud bir câriye hicret edip gelirlerse,

bunların her ikisi de hürdürler. Bunlara da (Mekke'den Medîne'ye hicret eden) Muhâcirler'e olan haklar (yânî tam İslâm hürmeti ve hür­riyet) vardı.

Sonra Atâ, ahd ehlinin kıssasından da Mucâhid'in hadîsi gibi zik­retti: O da şudur: Eğer ahd ehli olan müşriklerden bir erkek köle yâ-hud bir câriye hicret edip gelirse, bunlar o müşriklere geri verilmez de bunların kıymetleri bedelleri geri verildi [51].

Yine Atâ, geçen isnâdla İbn Abbâs'tan söyledi: Karîbe -yâhud Kureybe- bintu Ebî Umeyye -ki Ümmü Seleme'nin kızkardeşidir- Umer ibnu'l-Hattâb'ın nikâhında idi. Umer onu boşadı, müteakiben o ka­dınla Muâviye ibn Ebî Sufyân evlendi. Ebû Sufyân'ın kızı Ümmü'l-Hakem de -ki bu kadın Muâviye ile Ümmü Habîbe'nin baba bir kız-kardeşleri idi- Iyâd ibn Ganin el-Fıhrî'nin nikâhında idi. Bu Iyâd, Ümmü'l-Hakem'i boşadı. Akabinde bu kadınla Abdullah ibnu Us-mân es-Sakafî evlendi [52].

 

19- Bâb: Zımmînin Yâhud Harbînin Nikâhındaki Müşrike Yâhud Nasrâniyye Bir Kadın İslâm'a Girdiği Zaman (Hüküm Nasıldır? Sırf İslâm'a Girişi İle Aralarında Ayrılık Hâsıl Olur Mu Yâhud Kadına Muhayyerlik Mi Sabit Olur?)

 

Abdu'l-vâris, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da İkrime'den; o da İbn Abbâs(R)'tan olmak üzere söyledi: Nasrâniyye bir kadın, kocasından bir saat önce İslâm'a girdiğinde, o kadın, kocasına haram olmuştur. Ebû Dâvûd ibnu Ebfl-Furât da İbrâhîm es-Sâığ'dan söyledi ki, o şöyle demiştir: Atâ ibn Ebî Rebâh'a: Ahd ehli olan zımmîlerden bir kadın İslâm'a girse, ondan sonra da kadın daha iddet içinde iken kocası İslâm'a girse, kadın o kocanın karısı mıdır? diye soruldu.

Atâ: Hayır, ancak kadının yeni bir nikâh ve yeni bir sadak istemesi vardır (Çünkü İslâm, aralarını ayırmıştır), diye cevâb verdi.

Mucâhid ibn Cebr de: Kadın İslâm'a girdiği zaman, henüz iddeti içinde iken kocası da İslâm'a girse, kadını ile evlenir, demiştir. (Buhârî, Atâ'nın geçen sözünü kuvvetlendirmek için şu âyeti delîl getirdi:) Yüce Allah: "Bunlar onlara halâl değildir, onlar da bunlara halâl olmazlar" (el-Mumtehıne: 10) buyurdu (yânı kadın müslime olarak çıkışıyle, aralarında ayrılık vukû'a geldiği için, aralarında halâllık kalmamıştır). Hasen Basrî ile Katâde, İslâm'a giren karı-koca iki Mecûsî hakkında: Onlar kendi nikâhları üzeredirler. Onlardan biri diğerinden önce İslâm'a girer, öteki İslâm'a girmekten çekinirse, kadın kesin olarak ondan ayrılmıştır. Bu takdirde koca için kadın üzerine yeniden istemekten başka hiçbir yol kalmamıştır, demişlerdir.

İbn Cureyc de şöyle demiştir:

Ben Atâ'ya: Müşriklerden bir kadın müslümânlara geldiğinde, onun müşrik olan kocasına Yüce Allah'ın "Kâfir zevcelerin bu kadınlara sar/ettiklerini onlara verin,,." (ei-Mumtehine; ıo) kavlinden dolayı, kadının eski mehrinin bedeli verilir mi? diye sordum.

Atâ: Hayır verilmez, bu surette zikredilen verme, ancak Peygamber (S) ile, ahd ehli müşrikler arasında idi(; bugün ise hayır), diye cevâb verdi.

Mucâhid de:

Bunların hepsi, Peygamber ile Kureyş arasında yapılmış olan sulh müddeti içinde idi (sonra bu, fetih günü kesildi), demiştir [53].

 

33-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibu'z-Zubeyr ha­ber verdi ki, Peygamber'in zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Mü'min kadınlar (fetihten evvel Mekke'den) Peygamber'e muhacir olarak gel­dikleri zaman, Yüce Allah'ın "Ey îmân edenler, mü 'min kadınlar mu­hacir olarak geldikleri zaman, onlan imtihan ediniz..." (ei-Mumtehıne:io) kavliyle, Peygamber onları imtihan ederdi.

Âişe dedi ki: Mü'min kadınlardan bu âyetteki şartları ikrar eden­ler, imtihanı ikrar etmiş olurdu. Kadınlar sözleri ile bu şartları ikrar ettikleri zaman Rasûlullah (S) onlara:

— "Sizler ikrar ettiniz, artık gidiniz; ben sizlerle bey'atlaşmışım-dır" derdi.

Âişe dedi ki: Allah'a yemînle söylerim ki, hayır, Rasûhıllah'ın eli bu bey'atlaşmada kesin olarak hiçbir kadının eline dokunmadı. Rasûlullah kadınlarla sâdece sözle bey'at yapmıştır. Vallahi Rasûlullah kadınlar üzerine Allah'ın kendisine emrettiği taahhüdlerden başka bir taahhüd almadı. Kadınlardan bey'at ahdi aldığı zaman onlara hita­ben sâdece söz olarak: "Ben sizlerle bey'atlaştım" buyururdu [54].

 

20- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Kadınlarına yaklaşmamaya yemîn edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer erkekler (o müddet içinde keffâretle kadınlarına) dönerlerse, şübhe yok ki, Allah cidden mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (el-Bakara; 226). ıFe in fâW\ "Raca'û" (yânî "Dönerlerse") demektir [55].

 

34-.......Humeyd et-Tavîl, Enes ibn Malîk(R)'ten şöyle derken işitmiştir: Rasûlullah (S) kadınlarından ıylâ yemini yapmış, ayağı evin­den ayrılmış ve kendisine âid olan yüksekçe bir odada yirmidokuz gece ikaamet etmişti. Sonra aşağıya indi. Kendisine:

— Yâ Rasûlallah! Sen bir ay ayrı kalmaya yemîn etmiştin? de­diler.

Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Bu ay yirmidokuz gündür" buyurdu.

 

35-.......Bize el-Leys, Nâfi'den tahdîs etti ki, İbn Umer (R) ge­çen el-Bakara: 226. âyette Yüce Allah'ın ismini söylemiş olduğu "Iylâ" hakkında:

— O dört aylık müddetten sonra hiçbir kimseye ya iyilikle kadı­nı tutması yâhud da talâka azmetmesi şıkklarından başka birşey ha-lâl olmaz, nitekim Azîz ve Celîl Allah da böyle emretti, der idi.

Buhârî dedi ki: Ve bana îsmâîl ibn Ebî Uveys şöyle dedi: Bana Mâlik, Nâfi'den; o da İbn Umer'den şöyle tahdîs etti: "Iylâ" zama­nından i'tibâren dört ay geçince, erkek bizzat boşayıncaya kadar hüküm durdurulur. Erkek bizzat boşayıncaya kadar üzerine talâk vâki' olmaz, demiştir. İşte bu "erkek bizzat boşamadıkça talâk vâki' olmaz*' görüşü Usmân'dan, Alî'den, Ebu'd-Derdâ'dan, Âişe'den ve Peygam-ber'in sahâbîlerinden olan oniki kişiden de zikrolunuyor [56].

 

21- Ailesi İçinde İken Kaybolan Kimsenin Vy. Malı İçinde İken Kaybolmuş Şeyin Hükmü Babı

 

Saîd ibnu'l-Müseyyebr Erkek, Allah yolunda harb ederken safî içinde kaybedildiği zaman karısı bir sene bekler, demiştir. Abdullah ibn Mes'ûd da bir câriye satın aldı ve bir sene (bedelini ödemek için) onun sahibini aradı, fakat onu satanı bulamadı, o kaybolmuştu. Artık İbn Mes'ûd onun bedelini fakirler için çıkardı da ondan fakirlere bir dirhem, iki dirhem vermeğe ve: Yâ Allah! Bunu, onun sahibi adına kabul eyle! demeğe başladı. Ve eğer Fulân çekinirse -yâhud gelirse- sevâb banadır, onun bedelini ödemek de benim üzerimedir, dedi. Akabinde

İbn Mes'ûd: İşte bulunmuş eşyada Hânını yaptıktan sonra sizler de benim yaptığım gibi yapınız! dedi. İbn Abbas da İbn Mes'ûd'un sözü gibi söyledi. ez-Zuhrî, düşman arazîsinde esîr olmuş kimse hakkında: Mekânı bilinir, karısı evlenmez, malı taksim olunmaz. Onun haberi kesilince, onun hükmü de kaybolmuş kimsenin hükmüdür, demiştir [57].

 

36-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne, Yahya ibn Saîd'den; o da el-Munbais'in âzâdhsı Yezîd'den tahdîs etti: Peygamber(S)'e koyun yi­tiğinin hükmünden sorulduğunda:

  "Sen onu (i'lân etmek üzere) al. Çünkü o senin yâhud başka bir mü'min kardeşinin yâhud da kurdundur" buyurmuştur.

Peygamber'e deve yitiğinin hükmü soruldu da bu sefer Peygam­ber öfkelendi ve iki yanağı kızardı, akabinde:

  "Ondan sana ne? Onun gezecek pabucu ve su tulumu berâ-berindedir. Sahibi ona kavuşuncaya kadar, kendi kendine suyu içer, ağaçları (veya uzun otları) yer" buyurdu.

Peygamber'e yerde bulunmuş şeyin hükmü soruldu. Peygamber (S):

  "Ağzının bağını ve kabını iyice tanı, sonra onu bir sene i'lân et. Onu tanıyıp bilen kimse gelirse (kendisine verirsin), kimse gelmez­se onu kendi malına karıştır" buyurdu.

Sufyân ibn Uyeyne şöyle dedi: Ben Rabîa ibn Ebî Abdirrahmân'a kavuştum da ondan bu hadîsten başka birşey ezberlemedim. Ben ken­disine:

— el-Munbais'in âzâdhsı olan Yezîd'in bulunmuş hayvanın işi hakkındaki hadîsine ne dersin (yânî bana bu Yezîd'in, bulunmuş hay­van hakkındaki hadîsinden haber ver)! O hadîs Zeyd ibn Hâlid'den midir? diye sordum.

  Evet ondandır, diye cevâb verdi.

Sufyân dedi ki: Hadîsi bana mürsel olarak tahdîs eden Yahya ibn Saîd şöyle dedi: Ve Rabîa, el-Munbais'in âzâdhsı olan Yezîd'den; o da Zeyd ibn Hâlid'den şeklinde söylüyordu.

Sufyân dedi ki: Ben Rabîa'ya kavuştum da ona yukarıda geçen (Sen bu Yezîd'in bulunmuş hayvanın işi hakkındaki hadîsine ne der­sin?) sorusunu söyledim [58].

 

22- Zıhâr Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Zevci hakkında seninle direşip duran, Allah'a da şikâyet etmekte olan kadının sözünü Allah dinlemiştir. Allah sizin konuşmanızı zâten işitiyordu. Çünkü Allah hakkıyle işitici, kemâliyle görücüdür. İçinizden zıhâr yapagelenlerin karıları, onların anaları değildir. Anaları, kendilerini doğuranlardan başkası değildir. Şübhe yok

ki, onlar herhalde çirkin ve yalan bir lâf söylüyorlar. Muhakkak Allah çok affedici, çok mağfiret edicidir.

Kadınlarından zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra dediklerini geri alacaklara, birbiriyle temas etmezden evvel, bir köle âzâd etmek lâzımdır. îşte size bununla öğüt veriliyor. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır. Fakat kim bunu bulamazsa yine birbiriyle temas etmezden evvel, fasılasız iki ay oruç tutsun. Buna da güç yetiremezse altmış yoksul doyursun... " (el-Mucâdele: 1-4) [59].

 (el-Buhârî şöyle dedi:) Bana İsmâîl ibn Ebî Uveys söyledi. Bana Mâlik tahdîs etti ki, o İbn Şihâb'a kölenin zihânnın hükmünü sor­muş. O da: Hürr kimsenin zıhân gibidir, demiştir.

İmâm Mâlik: Kölenin (zıhâr keffâretindeki) orucu da iki aydır, demiştir.

el-Hasan ibnu'1-Hürr (ibni'l-Hakem en-Nahaî el-Kûfî): Hürr er­kek ve köle erkeğin hürre kadından ve cariyeden yaptıkları zıhâr mü­savidir, demiştir [60].

İkrime de: Eğer hürr erkek kendi cariyesinden zıhâr yaparsa, bu birşey değildir. Çünkü zıhâr ancak hürre kadınlardan yapılır, demiş­tir. (Hanefî ve Şafiî'nin mezhebleri de budur.)

el-Buhârî şöyle dedi: Arab kelâmından "Li-mâ-kaalû" kavli ben-zerindeki "Lam", "fi" ma'nâsında kullanılır. Yânî "Li-mâ-kaalû" demek, "Fî-mâ-kaalû" ve "Fî-ba'zı mâ-kaalû" veya "Fî nakzı mâ-kaalû" demektir. Bu terdîdde ikincisi daha üstün ve daha sahihtir. Çünkü o, evvelki sözünü bozacak bir fiile gelir ki, o da zıhân bozu­cu olan tutmaya azmetmektir. (Buhârî dedi ki:) Ve bu (Dâvûd ez-Zâhirî'nin "Âyetten murâd zahirî ma'nâsıdır, o da sözden dönme­nin zıhâr lafzını tekrar etmek suretiyle vâki' olmasıdır, böylece kef-fâret vâcib olmaz" görüşünden) evlâdır. Çünkü Yüce Allah, haram kılınan münker ve yalan söze delâlet etmez [61].

(Kitâbu't-Talâk'ın devamı onikinci cilddedir.)

 

23- Talâkta Ve Diğer Şer'î İşlerde Anlatıcı İşaretin Hükmü Babı [62]

 

Ve İbn Ömer şöyle demiştir:

Peygamber (S): "Allah gözyaşı ile (iç üzüntüsü ile) insanı azâb etmez -Ve eliyle dilini işaret etti de:- İşte bunun yüzünden azâb eder" buyurdu.

Ka'b ibn Mâlik de: Peygamber (S) bana: "Abdullah ibn Ebî Hadred el-Eslemî üzerindeki alacağının yarısını al!"

der gibi, eliyle işaret etti, demiştir.

Esma bintu Ebî Bekr de şöyle demiştir:

Peygamber (S) Güneş tutulması zamanında kusûf namazı kıldı.

Ben, Aişe namaz kılarken yanına gittim de: Bu insanlara ne oluyor? dedim. (Güneş tutulması meydana geldiğini anlatmak için) başı ile Güneş'i işaret etti. Ben: Bu bir âyet mi? diye sordum. Aişe cevaben başı ile "Evet" diye işaret etti.

Enes ibn Mâlik de:

Peygamber (S) eliyle Ebû Bekr'in namazda öne geçmesini işaret etti, demiştir. İbn Abbâs da: Haccda taşları atmadan, kurbân kesmeden sorulunca Peygamber (S) eliyle (Öne geçirme, sonraya bırakma hususunda) günâh yoktur   diye işaret etti, demiştir.

Ebû Katâde de şöyle demiştir:

Peygamber (S) ihrâmlıya hitaben avlanmış av hakkında:

"Sizden (Ebû Katâde'ye bu yaban eşeğini avlamasını) emredip onun üzerine sevkeden yâhud bu hayvanı işaret edip gösteren bir kimse var mıdır?" diye sordu.

İhrâmlılar: — Hayır yoktur! diye cevâb verdiler.

Peygamber: — "Öyleyse bu av etinden kalanını yiyiniz!1'buyurdu [63].

 

37-....... Bize İbrâhîm ibn Tahmân, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R): Rasûlullah (S) devesine bin­miş olarak tavaf etti ve el-Haceru'l-Esved'in bulunduğu köşeye her gelişinde, elindeki (mıhcen denilen çengelli) deynekle ona istilâm için işaret etti ve tekbîr getirdi... demiştir.

Ve Zeyneb ibnetu Cahş (R) da şöyle demiştir: Peygamber (S): — "Lâ ilahe ille'llâh, vukû'u yaklaşan bir şerrden vay Arab'ın hâline! Bu gün Ye'cûc ve Me'cûc'un şeddinden şunun ve şunun gibi bir delik açıldı!" buyurdu da (baş parmağıyle onu ta'kîb eden şehâ-det parmağını) halka şeklinde bağladı [64].

 

38-.......Bize Seleme ibn Alkame, Muhammed ibn Sîrîn'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ebû'l-Kaasım (S):

  "Cumuada öyle bir saat vardır ki, bir müslümân kul namaz­da bulunup ve o saate rast getirip Yüce Allah'tan bir hayır isterse, muhakkak Allah ona dilediğini verir" buyurdu ve o saatin kısa ol­duğunu anlatmak için eli ile ve baş parmağını orta ve adsız parmak­larının ortasına (yânî iç tarafına) koyarak İşaret etti.

Bizler:

  Peygamber bu işaretle onun süresini azaltıyor, dedik. Buhârî bundan sonra Abdulazîz el-Uveysî şöyle dedi diyerek, ge­lecek hadîsin isnadına başladı [65].

 

39-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bir Yahûdî, Rasûlullah (S) zamanında bir cariyeye saldırdı da üzerinde bulunan zîne"t eşyalarını aldı, başım da ezdi. Ailesi o cariyeyi Rasûlullah'a getirdi­ler. Câriye hayâtının son nefeslerinde idi, dili de tutulmuş hâldeydi.

Bu hâlde Rasûlullah ona, kendisini öldürenden başka bir kimse için:

  "Seni Fulân mı öldürdü?" diye sordu. Câriye başıyle "Hayır!" işareti yaptı.

Rasûlullah yine onu öldürenden başka bir diğer kimse için de sordu. Câriye yine başıyla "Hayır!" işareti yaptı. Rasûlullah bu defa onun kaatili için:

  "Seni Fulân kimse mi öldürdü?" diye sordu. Bu sefer kadın yine başıyle "Evet!" işareti yaptı.

Bunun üzerine Rasûlullah emretti de o Yahudi'nin başı iki taş arasında ezildi [66].

 

40-.......Abdullah ibn Umer (R): Ben Peygamber(S)'den eliyle doğu tarafına işaret ederek "Fitne işte şuradadır" buyururken işit­tim, demiştir [67].

 

41-.......Abdullah ibn Ebî Evfâ (R) şöyle demiştir: Biz bir se­ferde Rasûlullah'ın beraberinde idik. Güneş battığı zaman bir kim­seye:

  "Haydi bineğinden in de bana sevîk bulamacı yap!" buyur­du.

O zât:

  Yâ Rasûlallah! Akşama girseydin! dedi. Sonra Rasûlullah yine:

  "în de bana sevîk karıştır!" buyurdu. O zât yine:

— Yâ Rasûlallah! Akşama girseydin, çünkü üzerinde gündüz ay­dınlığı vardır! dedi,

Sonra Rasûlullah (S):

  "Haydi in de bana sevîk karıştır!" buyurdu.

Bunun üzerine o zât devesinden indi de üçüncü emirde Rasûlul­lah için sevîk karıştırdı, Rasûlullah da onu içti. Bundan sonra Rasû­lullah eliyle doğu tarafına işaret etti de:

  "Gecenin işte bu taraftan belirip gelmekte olduğunu gördü­ğünüzde oruçlu orucunu bozar" buyurdu.

 

42-.......Bize Yezîd ibn Zuray', Süleyman et-Teymî'den; o da Ebû Usmân'dan tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle de­miştir: Peygamber (S):

— "Sakın sizden hiçbir kimseyi Bilâl'ın nidası -yâhud: Ezânı-sahûryemeğinden men'etmesin. Çünkü o ancakkaaim olanınız* yâ-nî çalışanınızın geri dönmesi için nida eder -yâhud: Ezan okur-. O kimsenin sanki sabahı yâhud fecri sâdıkı kasdederek, sabah yâhud fecr olmuş demesi olmaz".

Râvî Yezîd ibn Zuray' yalancı fecri işaret için iki elini yukarı kal­dırdı, sonra da sâdık fecri işaret için, onlardan birini diğeri üzerine uzatmıştır.

Ve el-Leys şöyle dedi: Bana Ca'fer ibnu Rabîa, Abdurrahmân ibn Hürmüz'den tahdîs etti. O: Ben Ebû Hureyre'den işittim ki, Ra­sûlullah (S) şöyle buyurmuştur:

— "Cimri ile infâk eden cömerdin meseli, şu iki kişinin meseli gibidir: Bunların üzerlerinde iki memelerinden köprücük kemikleri­ne kadar demirden cübbeleri vardır. Cömerd olan infâk eder etmez o demir zırh, onun derisi üzerinde tâ ayak parmaklarını örtünceye ve izlerini silinceye kadar uzar. Cimriye gelince, o her harcama yap­mak istedikçe, zırhın herbir halkası kendi yerine yapışıp sıkışır. Ar­tık o cimri, sıkan zırhı genişletmeye çalışır, fakat zırh genişlemez".

Bunu söylerken parmağı ile boğazını işaret ediyordu  [68].

 

24- Li'ân (Yânı La'netleşme) Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Zevcelerine zina isnâd eden, kendilerinin kendilerinden başka şâhidleri de bulunmayan kimselere gelince, onlardan herbirinin yapacağı şâhidlik, kendisinin hakikaten sâdıklardan olduğunu Allah 'a yemin ile dört (defa tekrar edeceği) şâhidliktir. Beşinci de, eğer yalancılardan ise, Allah'ın la'neti muhakkak kendisinin üstüne(olmasını ifâde etmesi)dir. O kadının billahi zevcinin muhakkak yalancılardan olduğuna dört defa şehâdet etmesi, beşincide de eğer o sâdıklardan ise muhakkak Allah'ın gazabı kendisinin üzerine (olmasını söylemesi), ondan bu azabı (cezayı) def eder" (en-Nûr: 6-9) [69].

Dilsiz olan kimse karısına yazı ile yâhud ifâde edici el işaretiyle yâhud ma'rûf bir îmâ ile zina isnâd ettiği zaman, o dilsiz, isnâd tekellüm eden kimse gibidir (üzerine la'netleşme sabit olur). Çünkü Peygamber (S), farz kılınmış işlerde (acz hâlinde) işaretle yapmayı caiz kılmıştır. Bu işaretle amel etmek, bâzı Hicaz ehlinin ve onlardan başka ilim ehlinin kavlidir.

Ve Yüce Allah şöyle buyurdu:

"Bunun üzerine Meryem, çocuk isa'ya işaret etti. Onlar: 'Biz henüz beşikte bulunan bir sabi ile nasıl

konuşuruz?1 dediler..." (Meryem: 29).

Müfessir ed-Dahhâk: "Zekeriyyâ: 'Rabb'im bana bu hususta bir nişan ver' dedi. Allah: Senin nişanın sâde

bir remzden başka insanlara üç gün söz söyleyememendir... ** (Âiu imrân: 4i) âyetindeki "İllâ remzen", "İllâ işâreten" ma'nâsınadir, demiştir.

Ve insanların bâzısı da [70]:

(Dilsizden ve gayrısından işaretle) hadd de, li'ân da yoktur, demiş; sonra da: Yazı ile yâhud işaretle yâhud îmâ ile talâk caizdir, demiştir. Hâlbuki zina isnâdıyle talâk arasında fark yoktur. Eğer bu Ba'zu'n-nâs: Kazf (yânî zina isnadı), sözden başkasıyle olmaz, derse ona: Talâk da böyledir, ancak söz ile caiz ve vâki' olur. (Hâlbuki sen bunun sözsüz vukû'una muvafakat etmiştin, binâenaleyh sana li'ân ve hadd'de de bu görüşünün benzeri lâzım gelir). Yoksa {bunların hepsinde işaretin mu'teber olmamasıyle) talâk da, kazf da bâtıl olur. İşaretle yapılan ıtk da böyledir (O zaman kazf ile talâk arasını ayırmak delilsiz tahakkümdür) denilir. Sağır kişi de böyledir (; kendisine işaret edildiğinde anladığı zaman) la'netleşme yaptırılır. eş-Şa'bî ve Katâde: Dilsiz, karısına "Sen boşsun" demesi yerine parmaklarıyle işaret ettiği zaman, kadın ondan bu işaretiyle bâin talâkla boş olur, demişlerdir.

îbrâhîm en-Nahaî de:

Dilsiz kişi talâkı eliyle yazdığında, bu ona lâzım olmuştur, dedi. (Ebû Hanîfe'nin üstadı) Hammâd ibn Süleyman: Dilsiz ve sağır başıyle söylerse, yânî işaret ederse, caiz olur (işaret ettiği şey nafiz olur ve işaret, ibare yerine ikaame olunur), demiştir [71].

 

43-.......Bize el-Leys, Yahya ibn Saîd el-Ensârî'den tahdîs etti ki, o da Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle derken işitnıiştir: Rasûlullah (S):

  "Dikkat edin! Size Ensâryurtlarının, mahallelerinin (yânı ka­bilelerinin) hayırlılarını haber vereyim mi?" buyurdu.

Sahâbîler:

  Evet (haber ver) yâ Rasûlallah! dediler. Rasûlullah:

   " (Evvelâ) Neccâr oğulları'dır. Sonra onları ta'kîb eden Abdu'l-Eşhei oğulları'dır, sonra onların arkasından gelen el-Hâris ibnu'l-Hazrec oğulları, sonra onları ta'kîbeden Sâide oğulları" bu­yurdu.

Bundan sonra da eliyle şöyle işaret etti: Parmaklarını bir topla­dı, sonra da eliyle birşey atan kimse gibi onları açıp yaydı, sonra:

— (Mertebeleri farklı olsa da) "Ensâr yurtlarının hepsinde ha­yır vardır" buyurdu [72].

 

44-.......Ebû Hazım şöyle demiştir: Ben bu hadîsi Rasûlullah'ın sahibi olan Sehl ibn Sa'd es-Sâidî(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ra­sûlullah (S):

— "Kıyamet günü ile ben sununla şunun yakınlığı gibi –yâhud da: Şu iki parmak gibi- gönderildim" buyurdu da şehâdet parmağı ile orta parmağın arasını ayırdı [73].

 

45-.......Bize Cebele ibnu Suhaym tahdîs etti: Ben İbn Umer'den işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S):

  '"(Otuz sayısını kasdederek) Ay şöyle, şöyle, şöyledir" buyur­du.

Sonra da (yine iki eliyle ve yirmidokuzu kasdederek):

  "Ve şöyle, şöyle, şöyledir" buyurdu.

Bu el hareketleriyle bir kerre otuzu, bir kerre de yirmidokuzu işaret ediyordu [74].

 

46-.......Ebû Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) eliyle Yemen tarafına işaret etti de iki kerrre:

— "îmân işte şu taraftadır, îmân işte şu taraftadır. Dikkad edin! Katılık.ve kalblerin kabalığı da yüksek sesli çığırtkanlardadır. Şeytâ­nın iki boynuzunun doğacağı yer olan Rabîa ve Mudar kabîlelerin-dedir" buyurdu [75].

 

47-.......Bize Abdulazîz ibnu Ebî Hazım, babasından; o da Sehl ibn Sa'd(R)'dan haber verdi ki, Râsulullah (S):

— "Ben, yetimin işine bakan kimse ile cennette şöyle bulunaca­ğız" buyurdu ve şehâdet parmağıyle orta parmağım biraz açarak işaret etti (de insanlara gösterdi) [76].

 

25- Bâb: Erkek, Çocuğun Nefyini Ta'rîz Ettiği Zaman (Hükmünün Beyânı) [77]

 

48-....... Bize İmâm Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Saîd ibnu'l- Müseyyeb'den; o'da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Çöl hal­kından bir adam Peygamber(S)'e geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Benim siyah çocuğum oldu (karımdan şübhe-leniyorum), dedi.

Rasûlullah da:

  "Senin develerin var mı?" diye sordu. Bedevi:

  Evet var! dedi. Rasûlullah:

  "O develerin renkleri nasıldır?" diye sordu.

O da:

  Kırmızıdır, diye cevâb verdi. Rasûlullah:

  "Bunların içinde beyazı siyaha çalar boz deve var mıdır?" dedi.

O da:

  Evet vardır! diye cevâb verdi. Rasûlullah:

  (<O boz renk nereden oldu?" diye sordu. Bedevi:

  Belki soyunun bir damarı çekmiştir! dedi. Rasûlullah da:

  "Senin bu oğlun da eski bir soy köküne çekmiş olabilir!" bu­yurdu [78].

 

26- La'net Edecek Kimseye Yemîn Ettirmek (Yânı Bilinen La'netleşme Kelimelerini Söyletmek) Babı

 

49-.......Bize Cuveyriye, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Ensâr'dan bir adam karısına zina isnadı yapmıştı da, Peygamber (S) onların ikisine de la'netleşme yemini yaptırmış, sonra da aralarını ayırmıştır [79].

 

27- Bâb: Erkek, La'netleşmeye Kadından Önce Başlar

 

50-.......Bize îkrime, Abbâs(R)'tan şöyle tahdîs etti: Hilâl ibn Umeyye kendi karısını zina etmekle ittihâm etti. Akabinde Peygam-ber(S)'e geldi de (ittihâmmda doğru söyleyenlerden olduğuna Allah adiyle) dört kerre şehâdet etti. Peygamber:

— "Şübhesiz ki, Allah ikinizden birinizin yalancı olduğunu bil­mektedir. İkinizden tevbe edecek var mı?" buyuruyordu.

Sonra zevcesi ayağa kalkıp o da (kocasının yalancılardan oldu­ğuna Allah adiyle dört kerre) şehâdet etti [80].

 

28- La'netleşme Ve La'netleşmenin Ardından Kadını Boşayan Kimse Babı

 

51 -.......Sehl ibn Sa' d es-Sâidî şöyle haber vermiştir: Aclân oğullan'ndan Uveymir, Âsim ibn Adiyy el-Ensârî'ye geldi de ona:

— Yâ Âsim, sen ne düşünürsün, re'yini bana haber ver: Bir kimse karısının beraberinde bir adamı (zina hâlinde) bulsa, kadının kocası o adamı öldürür, sonra siz de kendisini kısas olarak Öldürür müsü­nüz, yoksa bu kimse nasıl yapmalı? (Dört şâhid bulmaya gitse iş bit­miş olacak, sükût etse namusunda susmuş olacak?) Yâ Âsim, sen bu müşkil mes'eleyi benim için Rasûlullah'a soruver, dedi.

Akabinde Âsim, Rasûlullah'tan bunu sordu.Fakat Rasûlullah bu sorulan çirkin gördü ve ayıpladı. Hattâ Rasûlullah'tan işittiği sözler Âsım'a ağır geldi.Âsim ailesinin yanına dönünce, Uveymir ona geldi ve:

  Yâ Âsim! Rasûlullah sana ne söyledi? diye sordu. Âsim da Uveymir'e:

— Sen bana hayır getirmedin. Rasûlullah, benim kendisine sor­muş olduğum soruları çirkin gördü, dedi.

Bunun üzerine Uveymir:

— Vallahi ben vazgeçmeyeceğim, bunu Rasûlullah'a kendim so­racağım, dedi.

Akabinde Uveymir döndü ve Rasûlullah insanların ortasında iken yanına geldi de:     

— Yâ Rasûlallah! Bana haber ver: Bir kimse, karısıyle beraber bir adamı bulsa, kadının kocası o adamı öldürmen', sonra siz de kısas olarak onu öldürmeli misiniz? Yoksa bu koca ne yapmalı? diye sor­du.

Bunun üzerine Rasûlullah (S):

  "Senin ve kadının hakkında Allah (Kur'ân âyeti) indirmiştir. Şimdi git, kadını getir!" buyurdu.

Sehl dedi ki: Kadını getirince, bu karı-koca Rasûlullah'ın huzu­runda la'netleştiler. Ben de insanlarla beraber Rasûlullah'ın yanında idim. Bu karı-koca la'netleşmelerini bitirince, kocası Uveymir:

— Yâ Rasûlallah! Eğer ben bu kadını nikâhımda tutarsam, onun aleyhine yalan söylemiş olurum, dedi ve Rasûlullah ona emretmeden önce kadım üç talâkla boşadı.

İbn Şihâb: Artık Uveymir ile karısının bu ayrılmaları, la'netle-şen çiftlerin (-kocanın talâkıyle- ayrılmalarının) sünneti (yânı âdeti, kaanûnu) oldu, demiştir [81].

 

29- Mescidde La'netleşme Babı

 

52-.......Bize İbn Cureyc haber verip şöyle dedi: Bana İbnu Şi­hâb, la'netleşmeden ve ondaki sünnetten; Sâide oğulları'nın kardeşi Sehl ibn Sa'd hadîsinden şöyle haber verdi: Ensâr'dan bir adam Ra­sûlullah'a geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Bana haber ver: Bir kimse karısıyle beraber bir kişiyi (zina üzerinde) bulsa, kadının kocası o adamı öldürmen' mi? Yoksa bu koca nasıl yapmalı? dedi.

Bunun üzerine Allah onun şahsı hakkında la'netleşecek çiftin işin­den Kur'ân'da zikrettiği âyeti indirdi. Akabinde Peygamber (S) ona:

  "Allah senin ve zevcen hakkında hükmetmiştir" buyurdu.

Sehl dedi ki: Bunun ardından o karı-koca, ben de mescidde hâ­zır ve şâhid iken mescidde la'netleştiler. La'netleşmeleri bitince o koca (yânı Uveymir):

— Yâ Rasûlallah! Eğer ben bu kadını nikâhımda tutarsam,ona yalan iftira etmiş olurum, dedi ve la'netleşmelerinden ayrıldıkları za­man, Rasûlullah ona emretmeden önce, o karısını üç talâkla boşadı ve böylece Peygamber'in huzurunda o kadından ayrıldı,

Sehl yâhud İbn Şihâb: îşte bu, la'netleşen her çift arasında olan ayırmadır, dedi.

İbn Cureyc şöyle demiştir: İbn Şihâb şöyle dedi: Artık sünnet (yânı âdet ve kaanûn), bunların ardından la'netleşen karı-koca ara­sının ayrılması oldu. La'netleşme yapan Havle kadın (la'netleşme sı­rasında) hâmile idi. Doğurduğu oğlu anasına nisbetle çağrılır oldu.

Râvî dedi ki: Sonra la'netleşen kadının mîrâsı hususundaki sün­net de, kadının kendi nesebine katılan o çocuğa vâris olması, çocu­ğun da Allah'ın kendisine farz kıldığı mikdâr kadına vâris olması tar­zında cereyan etti.

İbn Cureyc, İbn Şihâb'dan; o da Sehl ibn Sa'd es-Sâidî'den ol­mak üzere bu hadîs şunu da söyledi: Peygamber (S):

  "Eğer kadın kızılca keler gibi kırmızı ve kısa bir çocuk geti­rirse, ben elbette kadının doğru söylemiş olduğunu ve kocasının ona iftira ettiğini düşünürüm. Eğer kadın, vücûdu siyah, gözleri geniş, kıçının iki yanı büyük bir çocuk doğurursa, elbette ben Uveymir'in bu kadına zina isnadında doğru söylediğini sanırım" buyurdu.

Sonra kadın çocuğu, bu tiplerden sevilmeyen vasıf üzere (yânî kocasını doğrulayıcı vasıf üzere) getirdi [82].

 

30- Peygamber(S)'İn: "Eğer ben beyyinesiz olarak bir kimseyi recm edici olsaydım, o zânîyi recm ederdim" Kavli Babı

 

53-.......Bana el-Leys, Yahya ibn Saîd'den; o da Abdurrahmân ibnu'l-Kaasım ibni Muhammed'den; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti (ki, o şöyle demiştir): Peygamber'in yanında la'netleşme zikro-lundu. Âsim ibn Adiyy de bu konuda (yakışmayacak derecede sert)ı bir söz söyledi. Bundan sonra Âsim, Peygamber'in yanından ayrıl­dı. Akabinde kendisine kendi kavminden birisi gelip, kansıyle berâber bir adam bulduğunu ona şikâyet ediyordu. Bunun üzerine Âsim:

— Ben bu belâya başka değil, ancak kendi sözümden dolayı uğ­ratıldım, dedi.

Akabinde o adamı Peygamber'e götürdü. O kimse de Peygam-ber'e kansıyle halvet hâlinde bulduğu adamı haber verdi. Âsım'm ge­tirdiği bu adam çok san, az etli, düz ve sarkık saçlı idi. Bu adamın, karısının yanında bulunduğunu iddia ettiği adam ise iri vücûdlu, es­mer ve çok etli bir kimse idi. Peygamber (S):

  "Ya Allah! (Bu mes'elenin hükmünü) bize beyân et!" dedi.

Sonra o kadın, kocasının kadınla beraber bulduğunu zikrettiği adama benzer bir çocuk dünyâya getirdi. Peygamber bu karı-koca arasında la'netleşme yaptırmıştı. Bir adam mecliste İbn Abbâs'a:

— Bu kadın, Peygamber'in "Eğer ben bir kimseyi delilsiz recm etseydim, bunu recm ederdim" buyurduğu kadın mıdır? (Yânî bu Uveymir'in karısı mıdır?) diye sordu.

îbn Abbâs:

— Hayır (bu o değildir). Bu, İslâm içinde kötü fiili açığa çıkar­makta olan (fakat bu, kendisinde beyyine ile sabit olmayan, i'tirâf da etmeyen başka) bir kadın idi, dedi.

Leys ibn Sa'd'ın kâtibi olan Ebû Salih ile Abdullah ibn Yûsuf, bu hadîsteki "Hadlen" kelimesini noktalı hâ'nın fethi ve dâl'in kesri ile "Hadilen" şeklinde söylemişlerdir [83].

 

31- La'netleşme Yapan Kadının Mehri Babı

 

54-.......İbn Cubeyr şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Umer'e, karısına zina isnad eden kimse hakkındaki hükmü sordum. İbn Umer bana şöyle cevâb verdi: Peygamber (S) Aclân oğullarından bir karı-koca arasında zina töhmetinden dolayı ayırmakla hükmetti. Şöyle ki: Peygamber (la'netleşmeden önce):

  "Allah, ikinizden birinizin yalancı olduğunu bilmektedir. Bi­nâenaleyh ikinizden tevbe edecek var mı?" diye sordu.

İkisi de tevbe etmekten çekindiler. Peygamber yine:

  "Allah ikinizden birinin yalancı olduğunu biliyor. Sizden tevbe edecek var mı?" diye sordu.

Onlar tevbe etmekten çekindiler. Peygamber üçüncü defa:

  "Allah, ikinizden birinizin yalancı olduğunu bilmektedir. Bi­nâenaleyh ikinizden tevbe edecek var mı?" buyurdu.

Onlar bu sefer de tevbe etmekten çekindiler. Bunun üzerine Pey­gamber (S), la'netleşmelerinin ardından bu karı-koca arasını ayırdı.

Eyyûb es-Sahtıyânî geçen senedle şöyle demiştir: Amr ibn Dînâr bana: Bu hadîsin içinde birşey daha vardır (ben onu Saîd ibn Cubeyr'-den işitip ezber etmiştim) ki, seni onu tahdîs eder görmüyorum, dedi:

Saîd şunu da söylemişti: La'netleşen erkek:

— Benim (bu kadına vermiş olduğum) malım ne olacak? dedi. ."**   Yine Saîd dedi ki: Ona:

  "O mal sana âid değildir. Eğer sen zina isnadında doğru ol­san bile sen o kadınla o mal mukaabilinde cima etmiştin (böylece ka­dın onun hepsini hakk etmiş oldu). Eğer sen zina isnadında yalancı isen, o mal senden daha uzaktır" denildi [84].

 

32- İmâmın (Devlet Başkanının Yâhud Vekili Olan Hâkimin) La'netleşecek Karı-Koca Ya Hitaben:  "Şübhesiz ikinizden biriniz yalancıdır. Sizden tevbe edecek var mi?" Demesi Babı

 

55- Bize Alî ibn Abdillah el-Medenî tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Saîd ibn Cubeyr'den işittim, o şöyle dedi: Ben İbn Umer'e la'netle­şen kan-kocanın hükmünden (bunların arası ayrılır mı diye) sordum. İbn Umer şöyle cevâb verdi: Peygamber (S) la'netleşecek karı ile ko­caya hitaben:

  "Sizin hesabınız Allah'a âiddir. (Kulun bildiği şudur:) İki­nizden biri yalanadır" buyurdu.

La'netleşmeden sonra kocaya:

   "Artık bu kadın üzerinde senin hâkimiyetine hiçbir yol kalmadı" buyurdu.

Koca:

— Benim malım (verdiğim mehr bedeli ne olacak)? diye sordu. Peygamber:

  "O mal senin değildir. Çünkü sen kadına zina isnadında doğ­ru söylemiş olsan bile, o malı sen kadının fercini kendine halâl kıl­mak mukaabilinde vermiş idin, (mal da kadının olmuş idi). Eğer ona sen zina isnadında yalan söylemiş isen, mehr malını istemek senden daha uzaktır" buyurdu.

Râvî Sufyân: Ben bu hadîsi Amr ibn Dinar'dan işitip ezberle­dim, demiştir.

Eyyûb es-Sahtıyânî de şöyle dedi: Ben Saîd ibn Cubeyr'den işit­tim, şöyle dedi: Ben İbn Umer'e:

  Kansıyle la'netleşmiş kimse (ayrılır mı)? dedim.

İbn Umer iki parmağıyle işaret etti... Sufyân ibn Uyeyne de iki parmağı: Sebbâbe parmağı ile orta parmağı arasını ayırdı.

Peygamber de Aclân oğulları'ndan karı-kocanın arasını ayırdı da:

  "Allah ikinizden birinizin yalancı olduğunu bilmektedir. Siz­den îevbe edecek var mı?" diye üç kerre sordu.

Buhârî'nin şeyhi Alî ibn Abdillah el-Medînî şöyle dedi: Bana Suf­yân: Ben bu hadîsi Amr ibn Dinar'dan ve Eyyûb'dan sana haber ver­diğim gibi ezberledim, demiştir [85]

 

33- La'netleşen Karı-Koca Arasını Ayırma Babı

 

56-.......Bize Enes ibnu Iyâd, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den tahdîs etti ki, ona da Abdullah ibn Umer (R): Rasûlullah (S), karısı­na zina isnâd eden bir adamla karısını ayrı ayrı yemîn ettirerek, ara­larını ayırdı, diye haber vermiştir.                      

 

57-.......Ubeydullah el-Umeri (şöyle demiştir): Bana Nâfi' ha­ber verdi ki, İbn Umer (R): Peygamber (S) Ensâr'dan bir kan-koca arasında la'netleşme yaptırdı da, bunların arasını ayırdı, demiştir [86].

 

34- Bâb: Çocuk, La'netleşme Yapan Kadının Soyuna Katılır

 

58-..... Bana Nâfi', İbn Umer'den tahdîs etti ki, Peygamber (S), bir adamla karısı arasında la'netleşme yaptırmıştır. Adam ka­dından doğacak çocuğu reddetmiş, bunun üzerine Peygamber, o karı-kocamn arasını ayırıp, çocuğu da kadının nesebine katmıştır [87].

 

35- İMÂMIN La'netleşmede: "Yâ Allah (bu mes'eledeki hükmü) açıkla!' Kavli Babı

 

59-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'ın huzurun­da la'netleşen iki kişi zikrolundu. Âsim ibn Adiyy de bu konuda -öyle bir kimseyi derhâl öldüreceği nev'inden- bir söz söyledi. Sonra ona karısıyle beraber bir adam bulduğunu zikretti. Bunun üzerine

Âsim:

— Benim bu işle belâya uğratılmam, başka değil, ancak kendi sözüm (yânı olmamış şeyi sormam) yüzündendir, dedi.

Ve o akrabasını Rasûlullah'a götürdü. O da Rasûlullah'a karı­sıyle bir adamı yalnız bulduğunu haber verdi. Âsım'ın hısımı olan bu adam çok san, az etli, düz saçlı bir kimse idi. Bunun karısının yanında bulduğu kişi ise esmer, kalın bacaklı, çok etli ve saçları çok kıvırcık bir kimse idi. Rasûlullah (S):

  "Yâ Allah, beyân eyle!" dedi.

Sonunda kadın, kocasının yanında bulduğunu zikrettiği adama benzer bir çocuk doğurdu. Âsım'ın hısımı, karısını yabancı biriyle halvette bulduğunu zikretmesinin ardından, Rasûlullah o kan-koca arasında la'netleşme yaptırdı.

Bir adam bu mecliste İbn Abbâs'a:

  Bu kadın, Rasûlullah'ın "Eğer ben bir kimseyi delîlsiz ola­rak recm eder olaydım, elbette bu kadım recm ederdim " buyurduğu kadın mıdır? diye sordu.

İbn Abbâs:

— Hayır, bu îslâm içinde fahişeliği açıktan yapan (fakat i'tirâf etmeyen, aleyhine bu hususta beyyine de dikilemeyen) bir kadındı, demiştir [88].

 

36- Bâb: Erkek Karısını Üç Talâkla Boşadığinda, Kadın İddetîni Beklemesinin Ardından Başka Bir Koca İle Evlense. Fakat İkinci Koca Kadınla Cinsî Münâsebet Yapmasa (Bu Hâlde Kadını Boşasa, Bu Kadın Birinci Kocaya Halâl Olur Mu)?

 

60- Bize Amr ibn Alî tahdîs etti. Bize Yahya ibn Saîd el-Kat*tân tahdîs etti. Bize Hişâm tahdîs edip şöyle dedi: Bana babam Urve ibnu'z-Zubeyr, Âişe'den; o da Peygamber(S)'den olmak üzere tah­dîs etti.

 

61- Bize Usmân ibn Ebî Şeybe tahdîs etti. Bize Abdetu, Hişâm'-dan; o da babasından; o da Âişe(R)'den şöyle tahdîs etti: Rifâa el-Kurazî bir kadınla evlendi. Sonra da o kadını boşadı. Kadın da baş­ka biriyle evlendi ."Sonra bu kadın Peygamber'e geldi de, kocasının kendisiyle cinsî münâsebet yapamadığını ve kocasının erkeklik âleti­nin ancak elbise saçağı gibi gevşek olduğunu zikretti. Peygamber (S) kadına:

— "Sen ikinci kocanın balçığından tatmadıkça, kocan da senin balçığından tatmadıkça, sen ilk kocana dönemezsin" buyurdu [89].

 

37- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Kadınlarınız içinden artık âdetten kesilmiş olanlarla henüz âdetini görmemiş bulunanların iddetlerinde, eğer şübhe ederseniz, onların iddeti üç aydır... " (et-Talâk: 4) [90]

Mucâhid "Eğer şübhe ederseniz" kavlinin tefsiri hakkında: Eğer siz kadınların hayız görmekte yâhud görmemekte olduklarını ve hayızdan kesilip oturmuş olanları ve henüz hiç hayız görmemiş olanları(n hükümlerini) bilemezseniz, onların iddetleri üç aydır, demiştir [91].

 

38- Yüce ALLAH'IN: "Yüklü kadınların iddetleri ise yüklerini vazJ etmeleri(yle biter) " (et-Talâk: 4) Kavli Babı [92]

 

62-.......Abdurrahmân ibn Hürmüz el-A'rec şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme Abdurrahmân ibn Avf haber verdi. Ona da Ebû Sele-me'nin kızı Zeyneb, Peygamber'in zevcesi olan annesi Ümmü Sele-me'den şöyle haber vermiştir: Eşlem kabilesinden Subey'a denilen bir kadın (Mekke'den hicret etmesinin ardından Mekke'de vefat eden) kocası Sa'd ibn Havle'nin nikâhı altında idi. Bu Sa'd vefat ettiği za­man, kadın gebe idi. (Doğurunca) bu kadına Ebu's-Senâbîl ibnu Ba'-kek evlenmek üzere tâlib oldu. Kadın onunla nikâh olmayı kabyl etmedi. Ebu's-Senâbîl (onun başka isteyenler için) süslendiğini gö­rünce:

— Vallahi sen iki müddetin sonuncusunu (yânî dört ay on gü­nü) iddet beklemedikçe, o kimse ile evlenmen uygun olmaz, dedi.

Kadın doğurmasının ardından on geceye yakın durdu. Sonra Pey-gamber'e gelip sordu. Peygamber (S) ona:

  "Nikâh et" (Çünkü iddetin doğurmanla bitmiştir) buyurdu.

 

63-....... el-Leys, Yezîd ibn Ebî Habîb'den tahdîs etti ki, İbn

Şihâb ona şöyle yazmıştır: Ubeydullah ibn Abdillah, ona babasın­dan (yânî Abdullah ibn Utbe ibn Mes'ûd'dan) haber vermiştir ki, o İbnu Erkam'a, Subey'a el-Eslemiyye'den Peygamber'in ona fasıl fetva verdiğini sormasını yazmış. Sorulduğunda kadın:

— Peygamber (S) bana, çocuğu doğurduğum zaman nikâh ol­mama fetva verdi, demiştir.

 

64-.......Bize Mâlik, Hişâm ibn Urve'den; o da babasından; oda el-Mısver ibn Mahrame'den şöyle tahdîs etti: Subey'a el-Eslemiyye, kocasının ölümünün ardından birkaç geceler sonra çocuk doğur­du. Akabinde Peygamber(S)'e geldi ve ondan nikâh olmak üzere izin istedi. Peygamber de ona izin verdi, o da nikâh oldu [93].

 

39- Yüce Allah'ın: 'Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve’ Kavli Babı

 

Ve İbrâhîm en-Nahaî, iddeti içinde iken bir kadınla evlenip de kadın bu kocanın yanında üç hayız görmüş bulunan kimse hakkında: Bu kadın evvelki kocasından kesin olarak boş olmuştur ve kadın bu hayızları, birinci kocadan sonraki koca için hesâb edemez, demiştir.

ez-Zuhrî ise: Kadın bu üç hayzı birinci için olduğu gibi ikincisi için de iddet hesâb eder (ikisine bir tek iddet

yeter), demiştir. Sufyân es-Sevrî'ye ise Zuhrî'nin bu sözü daha sevgilidir.

Ebû Ubeyde Ma'mer ibnu'l-Musennâ: Kadının hayzı yakın olduğu zamanda da, temizliği yakın olduğu zamanda da "Akraati'l-Meretu" denilir

(yânî bu kelime iki zıdd ma'nâda kullanılır). Ve kadın karnında bir çocuk toplamadığı zaman "Mâ karaat bi- selân kattu = Onun döl yatağı asla birşey toplamadı" denilir, demiştir [94].

 

40- Fâtımâ Bintu Kays Kıssası Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"... Boşanan kadınları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Meğer ki, apaçık bir kötülük meydana

getirmiş olsunlar. Bunlar Allah 'in sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa muhakkak ki, kendisine yazık etmiş olur. Bilmezsin olur ki, Allah bunun ardından bir iş peyda ediverir" (et-Talâk: 1);

"Boşanan o kadınları, gücünüzün yettiği kadar, ikaamet ettiğiniz yerin bir kısmında oturtun. Evleri başlarına dar

etmek (onları çıkmaya mecbur kılmak) için kendilerine zarar yapmayın. Eğer onlar yüklü iseler yüklerini koyuncaya kadar nafakalarını verin. Eğer (kendilerinden olan evlâdlarınızı) sizin fâidenize emzirirlerse onlara ücretlerini verin. Aranızda güzelce müşavere edin. Eğer güçlüğe uğrarsanız o hâlde çocuğu erkeğin hesabına bir başka kadın emzirecektir. Genişliği olan, nafakayı genişliğine göre versin. Rızkı kendisine daraltılmış bulunan fakır de nafakayı Allah'ın ona verdiğinden versin. Allah hiçbir nefse, ona verdiğinden başkasını yüklemez. Allah, güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder" (et-Talâk: 6-7) [95].

 

65-......Bize İmâm Mâlik, Yahya ibn Saîd'den; o da el-Kaasım ibn Muhammmed'den ve Süleyman ibn Yesâr'dan tahdîs etti. Yahya ibn Saîd el-Ensârî, el-Kaasım ibn Muhammed ile Süleyman ibn Ye­sâr'dan işitmiştir ki, onlar şöyle zikrediyorlardı: Yahya ibn Saîd ibni'l-Âs, Abdurrahmân ibnu'l-Hakem'in kızını (Amre'yi) kesin olarak bo­şadı. Kadının babası Abdurrahmân, onu boşanmış olduğu evinden nakletti. Mü'minlerin annesi Âişe bu nakletmeyi işitince, kadının am­cası olan Mervân ibnu'l-Hakem'e şu haberi gönderdi: -Mervân o za­man Muâviye'nin Medine üzerindeki vâlîsi bulunuyordu- Ve:

— Yâ Mervân, Allah'tan sakın ve o kadını boşanmış olduğu evine geri gönder, dedi.

Mervân da, Süleyman ibn Yesâr'ın hadîsinde Âişe'ye cevâb ola­rak:

— Abdurrahmân ibnu'l-Hakem bana galebe etti (onu nakleden­lere mâni' olmaya muktedir olamadım), demiştir.

el-Kaasım ibn Muhammed de kendi hadîsinde şöyle dedi: Mer­vân da Âişe'ye cevâb vererek:

  Sana Fâtıma bintu Kays'ın işi ulaşmadı mı? dedi. Âişe de Mervân'a:

  Fâtıma hadîsini zikretmemen sana zarar vermez, dedi. Mervân ibnu'l-Hakem de Âişe'ye:

— Eğer senin yanında bir şerr (gerekçesi) varsa (yânî eğer sence Fâtıma bintu Kays'ın çıkma sebebi, kendisiyle kocasının hısımları ara­sında vâki' olan şerr ise) bu ikisi (yânî Amre ile kocası Yahya ibn Saîd) arasındaki şerr de (Amre'nin intikaalinin cevazı hususunda) sana yeterli bir sebebdir, dedi [96].

 

66-.......BizeŞu'be, Abdurrahmânibnu'I-Kaasım'dan; o da ba­basından tahdîs etti ki, Âişe: Fâtıma bintu Kays'ın nesi var? Söyledi­ği söz hususunda Allah'tan sakınmaz mı? demiştir ki, bununla Fâtıma'nın, kesin boşanmış kadın için: Süknâ ve nafaka yoktur, sö­zünü kasdetmektedir.

 

67-.......Bize Sufyân es-Sevrî, Abdurrahmân ibnu'l-Kaasim'dan;

o da babasından tahdîs etti ki, Urvetu'bnu'z-Zubeyr, Âişe'ye hita­ben:

— Hakem'in kızı Fulâne'yi görmedin mi? Kocası onu kesin ola­rak boşadı da bunun üzerine o kadın hemen kocasının evinden dışarı çıktı, dedi.

Âişe de:

— D kadın dışarıya çıkmakla kötü bir iş yapmıştır, dedi. Bu sefer Urve, Âişe'ye:

— Sen Fâtıma bintu Kays'ın (kendisine boşandığı evden dışarı çıkmasına izin verildiği hakkındaki) sözünü işitmedin mi? diye kar*-şıhk verdi.

Bunun üzerine Âişe:

— Dikkat et! Şu muhakkak ki, o hadîsin zikrinde Fâtıma lehine hiçbir hayır yoktur (Çünkü o hüküm ona hâss idi), dedi.

İbnu Ebi'z-Zinâd, Hişâm'dan; o da babası Urve'den olmak üzere şunu ziyâde etti: Urve: Âişe, Fâtıma bintu Kays'ı şiddetli şekilde ayıp­ladı ve:

— Şübhesiz Fâtıma vahşî, yânî kimsesiz bir mekânda idi de bu­lunduğu tarafta üzerine endîşe duyuldu. İşte bunun için Peygamber (S) ona, taşınmasına ruhsat verdi, demiştir [97].

 

41- Boşanmış Kadın, Kocasının Evinde İddetini Beklemesi Sırasında Kendisine Hücum Edilmesinden Yâhud Ailesi Aleyhine Kötü Sözler Söylenmesinden Korkulduğu Zaman (Bu Kadın Boşandığı Evden Başka Bîr Eve Geçebilir) Babı

 

68-.......Bize îbnu Cureyc, İbn Şihâb'dan; o da Urve'den ha­ber verdi ki, Âişe (R): Bu (kesin boşanmış kadın için nafaka ve sük­nâ yoktur) görüşünü, Fâtıma bintu Kays'a karşı redd ve inkâr etmiş­tir [98].

 

42- Yüce ALLAH'IN: "... Boşanmış kadınlara, eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorlarsa, Allah'ın kendi

rahimlerinde yarattığını (hayız ve gebeliği) gizlemeleri halâl olmaz. " (el-Bakara: 228) Kavli Babı

 

69-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -Veda Haccı'nin sonunda Mekke'den ayrılmak istediği zaman Safiyye bintu Hu-yey'i çadırının kapısı önünde hüzünlü bir hâlde gördü de ona:

  "Ey vuduna akr isabet edesi -yâhud: Boğazı ağrıyasıca- ka­dın! Çünkü sen (hayızınla) muhakkak bizleri yolumuzdan alıkoyu-cusunl Sen nahr günü farz, olan ifâde tavafını yaptın mı?" buyurdu.

Safiyye:

  Evet yaptım, dedi. Rasûlullah:

  "O takdirde (Veda tavafı yapmamakta) be's yoktur, haydi sen de yollan!" buyurdu [99].

 

43- Bâb:

 

''Kocaları bu bekleme müddeti içinde barışmak isterlerse, onları geri almaya (herkesten) çok haklıdırlar. Erkeklerin meşru* surette kadınlar üzerindeki hakları

gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır..." (el-Bakara: 228).

Ve erkek, kadını bir yâhud iki talâkla boşadığında, kadına tekrar dönmeyi nasıl yapar? [100]

 

70-.......Bize Yûnus tahdîs etti ki, el-Hasen el-Basrî: Ma'kıl ibn Yesâr, kızkardeşini bir adamla evlendirdi de, akabinde bu adam onun kızkardeşini bir talâkla boşadı, demiştir [101].

 

71-.......Bize el-Hasen şöyle tahdîs etti: Ma'kıl ibn Yesâr'in kız kardeşi bir adamın nikâhı altında idi. Kocası onu boşadı. Sonra da kadından iddeti tamâm oluncaya kadar ayrı kaldı. Sonra da onu kar­deşi Ma'kü'dan tekrar istedi. Ma'kıl da boşayıp tekrar istemesinden dolayı arlanarak kızdı, sonra ona:

— Kardeşimden uzak dur! dedi.

Hâlbuki kocası iddeti içinde iken ona dönmeye muktedir idi. Son­ra adam Ma'kıl'dan onu tekrar istedi. Ma'kıl da adam ile kadın ara­sına engel oldu. Bunun üzerine Yüce Allah: "Kadınları boşadımz da iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru ' bir surette anlaştıkları tak­dirde artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın..."

(d-Bakara: 232) âyetini indirdi. Akabinde Rasûlullah, Ma'kıFı çağırdı da ona karşı bu âyeti okudu. Bunun üzerine Ma'kıl hamiyyeti, kızgınlı­ğı bıraktı ve Allah'ın emrine boyun eğdi [102].

 

72-.......Bize el-Leys, Nâfi'den şöyle tahdîs etti: Umer ibnu'l- Hattâb'ın oğlu (R), hayız hâlinde iken karısını bir boşama ile boşa­dı. Rasûlullah (S) .ona karısına dönmesini, sonra kadın temiz olun­caya kadar onu tutmasını, sonra kendisinin yanında kadının diğer bir hayız daha görmesini, sonra bu hayızdan da temizleninceye kadar ka­dına yine mühlet vermesini, eğer kadını boşamak isterse, onunla cin­sî münâsebet yapmaksızın üçüncü defa temizlendiği zaman onu boşamasını emretti ve:

  "İşte bu temizlik haleti, Allah'ın, kadınların içinde boşan­malarını emrettiği iddettir" buyurdu.

Râvî dedi ki: Abdullah ibn Umer, üç defa boşayacak kimsenin hükmü sorulduğunda, soranlardan herbirine:

— Eğer üç defa boşamış isen, artık o kadın senden başka bir koca ile evleninceye kadar sana haram olmuştur, der idi.

Kuteybe'den başkası bu hadîste şunu ziyâde etti: el-Leys ibn Sa'd'-dan; o şöyle dedi: Bana Nâfi' tahdîs etti ki, İbn Umer:

— Eğer bir kerre yâhud iki kerre boşamış olaydın elbette kadına dönme hakkın vardı. Çünkü Peygamber (S) bana bununla (yânî ka­dına dönmekle) emretti, demişti [103].

 

44- (Kesin Olmayarak Boşanmış Olan) Hayızlı Kadına Dönüş Yapma Babı

 

73-.......Bize Muhammed ibn Şîrîn tahdîs etti. Bana Yûnus ibn Yezîd tahdîs edip şöyle dedi: Ben tbn Umer'e (karısını hayızlı iken boşayan kimsenin hükmünü) sordum da o (gâib sîgasıyle cevâb vere­rek):

— İbn Umer de karısını hayızlı iken boşadı. Akabinde Umer bunu Peygamber'e sordu. Peygamber (S) ona, oğlunun kadına dönmesi­ni, sonra kadını iddetinin bitmesinin önünde (temizken cima yapma­dan) boşamasını emretti, dedi.

Râvî Yûnus ibn Cubeyr dedi ki: Ben İbn Umer'e:

— Sen bu boşamanı bir boşama sayıyor muydun? diye sordum. İbn Umer:

  Bana haber ver: Eğer İbn Umer âciz olmuş ve ahmaklık et­mişse (onu bir talâk olmaktan ne men' eder)? diye cevâb verdi [104].

 

45- Bâb: Kocası Vefat Etmiş Olan Kadın Dört Ay On Gün Süslenmeyi Ve Koku Sürünmeyi Terkeder

 

Ve ez-Zuhrî: Ben kocası ölmüş olup bulûğa ulaşmamış genç kadının da güzel kokuya yaklaşmasını uygungörmem. Çünkü onun üzerine de bâliğa gibi iddet bekleme vardır, demiştir.

 

74-.......Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb şu üç hadîsi haber verip şöyle demiştir: Ben, babası Ebû Sufyân ibn Harb vefat ettiği zaman Peygamber'in zevcesi Ümmü Habîbe'nin yanına girmiştim. Derken Ümmü Habîbe içinde sarı renk de bulunan "halûk" adındaki güzel kokulu karışık süslenme boyasını yâhud da diğer bir süslenme boya­sını istedi. Akabinde bu boyadan (eline sürdüğü boyayı azaltmak için) bir kıza sürdükten sonra kendi iki yanağının safhalarına (ve kolları­na) sürdü. Sonra şöyle dedi:

— Vallahi benim böyle koku ve boya ile süslenmeye hiç ihtiyâ­cım yoktur. Şu var ki, ben Rasûlullah(S)'tan minber üzerinde şöyle buyururken işittim: "AHah'a ve son güne îmân eden bir kadının koca­sından başka bir ölü için yası, üç günden fazla sürdürüp süslenmeyi terketmesi halâl olmaz. Lâkin   kadın kocasının ölümü üzerine dört ay on gün hüzünlü olup, zîneî ve süsünü bırakır."

Zeyneb şöyle dedi: Sonra bir kerre de ben erkek kardeşi vefat ettiği zaman Zeyneb bintu Cahş'ın yanına girmiştim. O da bir koku isteyip bundan kendisine sürdü. Sonra şöyle dedi:

— Dikkat edin! Vallahi benim koku sürünmeye hiçbir ihtiyâcım yoktur. Şu kadar ki, ben Rasûlullah'tan minber üzerinde şöyle bu­yururken işittim: "Allah'a ve son güne îmân eden bir kadının, koca­sından başka bir ölü için üç günden fazla matem tutup zînet ve süsü­nü terketmesi halâl olmaz. Lâkin kadın kocasının ölümü üzerine dört ay on gün hüzünlü kalıp zînet ve süsünü bırakır",

Zeyneb şöyle dedi: Ben annem Ümmü Seleme'den şöyle derken işittim: Bir kadın Rasûlullah'a gelip:

— Yâ Rasûlallah! Kızımın kocası vefat etti. Şimdi de gözleri ra­hatsız oldu. Bu durumda ben kızımın gözlerine sürme çekeyim mi? diye sordu.

Rasûlullah (S):

  "Hayır!" buyurdu.

Kadın iki yâhud üç defa bu isteğini tekrarladı. Rasûlullah da bun­ların hepsinde "Hayır!" diyordu. Sonra Rasûlullah:

  "Kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür. Câhiliyet za­manında sizden biriniz (bir sene beklerdi de) senenin başına geldiğin­de bir deve tezeği atardı (ve böylece matemden çıkardı)" buyurdu.

Zeyneb'in râvîsi Humeyd dedi ki: Ben Zeyneb'e:

— Bu, "Senenin başında deve tersi atardı" sözünden maksad ne­dir? diye sordum.

Zeyneb şöyle cevâb verdi:

— Câhiliye devrinde kadın kocası Öldüğü zaman, evinin en kü­çük ve en hakir bir odasına (karanlık bir köşesine) girer ve en kötü elbiselerini giyerdi de, artık bir sene geçinceye kadar hiçbir koku sü­rünmez, hiçbir tuvalet ve temizlik yapmazdı. (Böyle ağır bir hapis ha­yâtını tamamladıktan) sonra kadının yanma merkeb yâhud koyun yâhud kuş nev'inden bir hayvan getirilirdi de kadın (efsûnlanır gibi) o hayvanı kendi vücûduna sürterdi. Kadının böyle vücûduna sürte süite ezdiği hayvan artık yaşayamaz ölürdü. Sonra kadın o çirkin hapis odasından çıkardı. Bu defa kadının eline bir deve tersi verilirdi, o da bunu fırlatır atardı. Bu merasimden sonra artık kadın temizlenir, yı­kanır ve istediği gibi süslenerek ortaya çıkar da evlenme teklif ede­cek isteyicilerine görünebilir, kendini onlara arzederdi.

İmâm Mâlik'e -Allah ona rahmet eylesin- "Tataddu bihi" ne de­mektir? diye soruldu. İmâm Mâlik: Kadın onu cildine sürer demek­tir, diye cevâb verdi [105].

 

46- (Ölüm İddeti İçinde) Süslenmeyi Terketmekte Olan Kadının Gözüne Sürme Kullanmasının Hükmü) Babı

 

75-.......Bize Humeyd ibnu Nâfi', Ümmü Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o da annesinden olmak üzere şöyle tahdîs etti: Kocası ölen bir kadının yakınları, bu kadının gözlerinin ağrımasından endîşe et­tiler de Rasûlullah'a geldiler ve kadının gözlerine sürme çekmek hu­susunda O'ndan izin istediler. Bunun üzerine Rasûlullah (S- izin vermeyip) şöyle buyurdu:

  "Gözüne sürme çekme! Câhiiiyet zamanında sizden herhan­gi biriniz (kocası öldüğünde) en kötü elbiseleri içinde -yâhud: Evinin en kötü yerinde- (bir sene) beklerdi. Bir sene tamâm olup da yanın­dan bir köpek geçtiği zaman bir deve tezeği atardı (ve bu suretle id-detinden çıkardı). Şimdi sen dört ay on gün geçinceye kadar sakın gözüne sürme çekme!"

Humeyd geçen senedle şöyle dedi: Ben Ümmü Seleme'nin kızı Zeyneb'den işittim, o ÜmmüHabîbe'den şöyle tahdîs ediyordu: Pey­gamber (S):

  "Allah'a ve son güne îmân eder müslim bir kadına, kocasın­dan başka bir ölü üzerine üç günden fazla matem tutup zînet ve sü­sünü terketmesi halâl olmaz. Kocasının ölümü üzerine dört ay on gün süslenmeyi terkeder" buyurdu [106]

 

76-.......Bize Seleme ibn Alkame, Muhammed ibn Sîrîn'den tah­dîs etti ki Ümmü Atıyye: Bizler, kocanın ölümü sebebiyle olmak müs­tesna, bir ölü için üç günden çok süslenmeyi terketmemizden nehyo-lunduk, demiştir.

 

47- Ölüm İddeti Bekleyen Kadının Hayızdan Temizlendiği Sırada Kust Bitkisi Kullanması Babı

 

77-.......Ümmü Atıyye (R) şöyle demiştir: Biz herhangi bir ölü üzerine üç günden fazla zînet ve süslenmeyi terketmemizden nehyo-lunurduk. Ancak kocanın ölümü üzerine dört ay on gün zînet ve süs­lenmeyi terkederdik. Bizler bu süre içinde gözlerimize sürme çekmek­ten, güzel koku sürünmekten ve Yemen'in asb elbisesi müstesna, süs için boyanmış elbise giymekten de nehyolunurduk. Fakat bizlere te­mizlenme sırasında, bizlerden biri hayzından yıkanmak istediğinde Azfâr kustundan bir parça kullanmamıza ruhsat verilmiştir. Biz ka­dınlar cenaze ardından gitmekten de nehyolunurduk.

Ebû Abdillah el-Buhârî: Kaaf ile "el-Kust" ve kef iIe"el-Küst", yine kef ve kaaf harfleriyle olan "el-Kâfûr" ve "el-Kaafûr" gibidir; "Nübzetun" da "Kıt'atun" ma'nâsınadır, dedi [107].

 

48- Bâb: Ölüm İddeti Bekleyen Kadın, Yemen'in Asb Kumaşından Yapılmış Elbise Giyebilir

 

78-.......Ümmü Atıvye (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Al­lah 'a ve son güne îmân eder bir kadına kocasından başka bir 'ölü üze­rine üç günden fazla zînet ve süslenmeyi lerketmesi halâl olmaz. Şübhesiz o kadın bu süre içinde gözüne sürme de çekmez, süs için boyanmış elbise de giymez, ancak Yemen'in asb denilen çizgili ku­maşını giyebilir" buyurdu.

(Buhârî'nin şeyhi olan Muhammed ibn Abdillah ibni'l-Müsennâ) el-Ensârî söyle dedi: Bize Hişâm tahdîs etti. Bize Hafsa bintu Şîrîn tahdîs etti. Bize Ümmü Atıyye şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) -geçen şeyleri- nehyetti ve:

— "O kadın güzel koku da sürünmez. Ancak hayızdan temiz­lendiği sıralarda bir parçacık kustyâhud tırnak kustu buhuru sürebilir" buyurdu.

Ebû Abdillah el-Buhârî: "el-Kust" ve "el-Küst", "el-Kâfûr" ve "el-Kaafûr" gibidir, dedi [108].

 

49- Bâb:

 

"İçinizden-ölenlerin geride bıraktıkları zevceler, kendi kendilerine dört ay on gün beklerler. İşte bu müddeti bitirdikleri zaman artık onların kendileri hakkında meşru' veçhile yaptıkları şeyden dolayı size günâh yoktur. Allah ne işlerseniz hakkıyle haberdârdır" (el-Bakara: 234).

 

79-.......Bize Şibl ibn Ubâde, İbn Ebî Necîh'ten tahdîs etti ki, Mucâhid ibn Cebr "İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları zevceler... " (ei-Bakara:234) âyetinin tefsiri hakkında şöyle demiştir:

— Bu iddet (yânı burada zikredilen dört ay on gün bekleme) ka­dının kocasının ev halkı yanında beklemesi vâcib bir iş idi. Yüce Al­lah bundan sonra şunu indirdi: "Sizden zevcelerini bırakıp ölecek , olanlar, eşlerinin kendi evlerinden çıkanlmayarak yılına kadar fâi-delenmesini vasiyet etsinler. Bunun üzerine onlar kendiliklerinden çı-

karlarsa, artık onların bizzat yaptıkları meşru' işlerden dolayı size Sorumluluk yoktur... " (el-Bakara:240).

Mucâhid dedi ki: Allah bu ikinci âyette senenin tamâmını yedi ay yirmi gün olarak kadın için kocası tarafından bir vasiyet yaptı. Eğer kadın isterse, kocasının kendisi için yaptığı vasiyetinde oturur, isterse dört ay on günün sonunda çıkar gider. Ve bu, Yüce Allah'ın ' 'Evlerinden çıkanlmayarak... eğer çıkarlarsa size günâh yoktur '' kav­lidir. Bununla bu (yedi ay yirmi günlük) iddet dahî olduğu gibi kadın üzerine vâcibdir. Bu sözü râvî İbnu Ebî Necîh, Mucâhid'den olmak üzere söylemiştir [109].

Atâ ibn Ebî Rebâh da İbn Abbâs'ın şöyle dediğini söyledi: Bu birinci âyet, (ikinci âyette zikredilen) kadının ailesi yanındaki iddeti-ni neshetti. Artık kadın istediği yerde iddetini bekler (çünkü süknâ iddete tâbi'dir. Bir yıllık iddet dört ay on gün ile neshedilince, süknâ da, yânı kocasının evinde oturma da neshedilmiştir). Ve bunun gibi Yüce Allah'ın "Çıkarılmaksızın..." kavli de neshedilmiştir.

Ve yine Atâ şöyle dedi: Kocası ölen kadın isterse kendi (kocası­nın) ailesi yanında iddet bekler ve kendisi hakkında yapılmış vasiyet­te oturur, isterse Yüce Allah'ın "Kadınların kendi nefisleri hakkında yaptıkları meşru* işlerde size günâh yoktur" kavlinden dolayı, çıkar giderler.

Atâ dedi ki: Sonra mîrâs âyeti geldi ve süknâyı, yânî koca evin­de oturma vücûbunu neshetti. Artık kadın istediği yerde iddet bekler ve ona süknâ da yoktur [110].

 

80-.......Bana Humeyd ibnu Nâfi', Ümmü Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o da Ebû Sufyân'ın kızı Ümmü Habîbe'den olmak üzere şöyle tahdîs etti: Ümmü Habîbe, babasının ölüm haberi gelince, (üçün­cü günü içinde) bir koku istedi, bunu iki koluna sürdü ve şöyle dedi:

— Benim güzel koku sürünmeye hiç ihtiyâcım yoktur. Şu var ki, ben Peygamber(S)'den şöyle buyururken işitmişimdir: "Allah'a ve son güne îmân eder hiçbir kadına, kocasından başka bir ölü üzeri­ne üç günden fazla kokulanma ve süslenmeyi terketmesi halâl olmaz. Kadın ancak kocasının ölümü üzerine dört ay on gün zîneti bıra­kır'' [111].

 

50- Zinâ Ücretinin Ve Bozuk Nikâhın Hükmü Babı

 

el-Hasenu'1-Basrî: Bir kimse, kendisine haram kılınmış olan bir kadınla onun haram olduğunu bilmeyerek evlendiği zaman, bu çiftin arası ayrılır ve kadına  sâdece aldığı mehr vardır, ondan başka birşey yoktur, demiştir.

Hasen Basrî:

Bundan sonra o kadına mehri vardır (yânî mislinin mehri vardır), demiştir [112].

 

81-.......İbn Mes'ûd (R): Peygamber (S) köpek bedelinden, kâhin ücretinden ve zina ücretinden nehyetti, demiştir [113].

 

82-.......Bize Avn ibnu Ebî Cuheyfe tahdîs etti ki, babası Ebû Cuheyfe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) döğme yapıcıya, kendine döğme yaptırana, ribâ yiyicisine ve ribâ yedirene la'net etti. Köpek bedelinden, zina kazancından nehyetti ve suret yapıcılara da la'net etti.

 

83-.......BizeŞu'be, Muhammed ibn Cuhâde'den; o da Ebû Hâzım'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) ca­riyelerin zina karşılığı olan kazancından nehyetmiştir [114].

 

 

51- Kendisiyle Zifaf Olunmuş Kadının Mehri, Duhûlün Nasıl, Yânî Ne İle Sabit Olacağı Ve Kadını Duhûlden Yâhud Cimâ'dan Önce Boşadığında Hükmün Nasıl Olacağı Babı

 

84-.......Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Ben İbn Umer'e, karı­sına zina isnâd eden kimse hakkındaki hükmü sordum. îbn Umer şöyle dedi: Peygamber (S) Aclân oğullarından bir karı-koca arasında zina töhmetinden dolayı ayırma yaptı. Şöyle ki: Peygamber la'netleşme-den önce:

  "Allah biliyor ki, ikinizden biriniz yalancıdır, sizlerden tev­be edecek var mı?" dedi.

Onlar tevbe etmekten çekindiler. Peygamber yine:

  "İkinizden birinizin yalana olduğunu Allah bilmektedir, siz­den tevbe edecek var mı?" diye sordu.

Onlar yine tevbeden çekindiler. Bunun üzerine la'netleşmedenı sonra aralarını ayırdı.

Râvî Eyyûb şöyle dedi: Amr ibn Dînâr bana: Bu hadîste birşey vardır, ben seni onu tahdîs ederken görmüyorum, dedi. O da şöyle dedi: O adam:

  Benim kadındaki mehrim, malım var? dedi. Peygamber (S):

  "Senin malın yoktur. Eğer iddianda doğru söyleyici isen, kadına onun mukaabilinde zifaf ettin. Yok eğer yalancı isen, o mal sen­den daha uzaktır" buyurdu [115].

 

52- Kendisine Mehr Takdir Edilmeksizin (Ve Dokunulmaksızın) Boşanmış Olan Kadın İçin Mut'a (Yânî Bir Malla Fâidelendirmenin Vucûbu) Babı

 

Çünkü Yüce Allah'ın şu kavilleri vardır: "Kendileriyle temas etmediğiniz yâhud kendilerine bir mehr ta 'yîn eylemediğiniz kadınları boşamışsanız, (bunda) üzerinize vebal yoktur. Onları -zengin olanınız kudretince, darda bulunanınız da hâlince olmak üzerema 'rûf bir fâide ile fâidelendiriniz. Bu, iyilik etmek şiarında bulunanların üzerine bir borçtur. Eğer siz onları kendilerine temas etmeden önce boşar, (fakat daha evvelden) onlara bir mehr ta'yîn etmiş bulunursanız, o hâlde ta 'yîn ettiğiniz o mehrin yarısı onlarındır. Meğer kiy kendileri vazgeçmiş olsunlar. (Ey erkekler!) Sizin bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın. Şübhesiz Allah, ne yaparsanız hakkıyle görücüdür" (el-Bakara: 236-237);

"Boşanan kadınların da meşru* surette fâidelenmeleri haklarıdır ki, bu, Allah'tan korkanlar için bir vazifedir.

İşte Allah akıllarınız ersin diye size âyetlerini böylece açıklar" (el-Bakara: 241-242) [116].

Peygamber (S) la'netleşmede koca, kadını boşadığı zaman, kadını için herhangibir fâidelendirme zikretmemistir[117].

 

 

85-.......Bize Sufyân ibnUyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da Sa­îd ibn Cubeyr'den; o da ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S), karı ile kocaya hitaben:

  "Hesabınız Allah'a âiddir. İkinizden biriniz yalancıdır" (Ve la*netleşmeden sonra, kocaya:) "Senin kadın üzerine hâkimiyetine hiçbir hukuk yolu kalmamıştır (yânî kadın üzerine senin alâkan ve kocalık hakkın kalmamıştır, aynlmışsınızdır)" buyurdu.

Bunun üzerine koca:

— Yâ Rasûlallah! Benim mehr olarak verdiğim malım ne ola­cak? diye sordu.

Rasûlullah:

  "O mal sana âid değildir. Çünkü sen kadına zina isnadında doğru söylemiş olsan bile, o malt sen kadının /ercini kendine halâl kılman mukaabilinde vermiştin (ve kadımn olmuştu). Eğersen ona zina isnadında yalan söylemiş isen, mehr malını istemek sana daha uzaktır, senin için ondan ayrılman daha da uzak olmuştur" buyur­du [118].



[1] Talâk, lügatte herhangi bağlı bir şeyin bağım çözmek ma'nâsmadır.

islâm hukukunda Talâk, Tatltk ma'nâsında bir isimdir. Tattık de nikâh ba­ğını çözüp salıvermektir ki, dilimizde boşamak ve boşanmak ta'bîr olunur. İs­lâm şerîati zaruret zamanında talâkı hukukî bir çâre olarak kabul etmiş ve bu hakkı kocanın eline vermiştir. Kan-koca arasındaki düşmanlık mahzurunun çözümlenmesi çârelerinden birisi olmak hikmetiyle kullanılacaktır. O hâlde ka­dının bunda doğrudan doğruya bir tercîh hakkı yoktur. Meğer ki, dilediği za­man kadın kendisini boşamakta muhtar olduğuna dâir nikâh zamanında veya sonra erkek tarafından bir tefvîz yapılmış olsun. Bu olmadığı surette, kadın an­cak hul' ile kendisini kurtarmak için müracaat edebilir (el-Bakara: 229)... Bura­da talâk ile nikâhı fesh, tamâmiyle birbirinden farklıdır. Talâk, aile kurumunu teennî ile karı-kocanın kendi elleriyle düzeltici bir sistemdir. Fesih ise mahke­melerde herkes huzurunda da'vâlaşmak suretiyle tutulan kesin ayırıcı bir yol­dur. Bu i'tibâr ile Talâk, geçimsiz bir aile kadınına karşı bir tenbîh ve hatırlatma mahiyetindedir. Bu ihtardan sonra koca tarafından iddet içinde kadına müra­caat edip aile dirliğinin eski hâline döndürülmesi emrolunuyor. Kadın, iki kerre tekrar edilen bu İhtarlardan uyanmadığı takdirde, münâsebetin kesilmesi demek olan "Bâin talâk" gerçekleşiyor. Rıc'îolan talâkta, talâk ile kadın, kocasından bütün bütün ve derhâl ayrılmış değildir. Üç hayzın veya üç ayın sonuna kadar aile geçimsizliği giderilebilir. Bunun için bu arada erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden de bir hakem ta'yîn edilip barıştırma çalışmaları yapılması da emredilmiştir (en-Nisâ: 35).

[2] Buhârî burada âyetteki "tddeti sayınız" sözünün ma'nâsım açıkladıktan son­ra, Talâk'ın sünnî olanını ta'rîf etmiştir. Bunun zıddı da bıd'î olan talâktır.

[3] Başlıktaki âyet ile bu hadîsin ma'nâlanna göre sünnete uygun, yânî müstahsen olan talâk, kadının ay başında kirlendiği zaman değil, temiz iken ve kendisiyle cinsî münâsebet yapılmadan verilen talâktır. Binâenaleyh kadın hayız içinde hasta hâlde iken yâhud temiz hâlinde olan kadına cinsî yaklaşma yapıp da boşamak haramdır. Buna şeriat örfünde Bıd'î talâk denir ki, büyük günâhlardan sayılır.

"Size nefislerinizden kendilerine ısınastmz diye zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi, bir merhamet yapması da onun âyetlerindendir..." (er-Rûm: 21) âyeti gereğince aile kurumu içinde Allah'ın yarattığı sevgi, kadının temiz hâ­linde tam ve arızasız bulunur. Âİle kurumu çiftler arasındaki sevgi ve saygıya dayandıkça gayet sağlamdır. Ufak tefek saygısızlıklarla bu metin bina sarsıl­maz. Fakat ailenin kurucuları arasındaki sevgi giderse, dayanaksız kalan bina yıkılır ki, bu bir tabiî talâktır. Her iki tarafın kendilerine yeni birer yuva kura­bilmeleri için İslâm hukuku o tabiî talâkı şer'î bir talâk kabul ederek şekil ver­miştir.

Buhârî başlıktaki âyetin sonunda sünnî talâkın ta'rîfini "Temizlik hâlinde ve cinsî münâsebette bulunmaksızın iki şâhıd dikerek verdiği talâktır" şeklinde yapmıştır.^Bununla "Sünnî" ta'bîri, farz mukaabili olan sünnete mensûb de­mek olmayıp, bid'at mukaabili olduğuna işaret etmişti ki, müstahsen demektir. Talâk haddizatında çirkin bir iş olmakla beraber, bunun nevi'leri arasında bu hadîste emredilen şekline "Sünnî talâk" deniliyor ki, güzel ve meşru' talâk de­mek oluyor.

Nikâh ile kurulmuş olan aile yuvasının çeşitli sebebler yüzünden devamı imkansızlaşır, bir ıztırab ve huzursuzluk hâlini alırsa, kan-kocayı bu ıztırâbdan kurtarıp, taraflara yeni bir aile kurma fırsatı tanıma çâresi olarak talâk müesse­si meşru kılınmıştır.

Boşama ve boşanma hukuku ile İlgili bâzı Kur'ân âyetleri, Mushaf tertîbi-ne göre şunlardır: el-Bakara: 228-232, en-Nisâ: 35,130,el-Ahzâb: 49,et-Talâk; 1-7, et-Tahrîm: 5. Bunların çoğu daha sonraki başlıklarda ve hadîslerde gele­cektir.

[4] Bu Abdullah ibn Umer hadîsi, rivayet yollarının çokluğu ile meşhurdur. Metin­de Peygamber'in Umer'e: "Oğlun Abdullah'a emret de âdetini görmekte iken boşadığı karısına müracaat etsin" emrini, İmâm Mâlik vucûba hamletmiş, kişi­nin âdet içinde boşadığı karısına müracaat etmesi cebrolunur, demiştir. Diğer müctehidler bu emri mendûb kabul edip, o kişiye karısına dönmesi emrolunur,< cebrolunmaz demişlerdir. Hayız hâlinde talâk haramdır, fakat mu'teberdir, vâ-ki'dir. Zâhirîler'e göre vâki' değildir. İmâm Ebû Hanîfe "Kişi karısını hayız hâlinde boşarsa günâh işlemiş olur. Bu cihetle derhâl müracaat edip aile dirliği­ni düzeltmek îcâb eder. Bu müracaatı yapmaz da İddet müddeti mürâcaatsız ge­çerse, kadın bir talâk ile boş olur" demiştir.

İddet, nikâhın zevalinden sonra kadının muayyen bir zaman için bekleme-sidir.

"Hayız hâlinde talâk haram ve günâh olmakla beraber mu'teberdir" hük­münde birçok âlimlerin görüş birliği vardır, buna yalnız Zahirîler, Haricîler ve Râfızîler muhalefet etmişlerdir.

[5] Sarihler başlığın birinci kısmını da parantez içinde yazıldığı gibi, bir suâl şeklin­de takdîr etmişler ve ikinci soru cümlesini ona atfetmişlerdir. Başlık bu takdîr ile daha iyi anlaşılmıştır. Başlığın ilk kısmının cevâbı olumludur, yânî talâk mü­essesesi meşrû'dur. Çünkü Yüce Allah nikâhı meşru' kıldığı gibi, talâkı da meşru' kılmıştır: Nitekim Yüce Allah "Boşama iki defadır..." (el-Bakara: 229), "Ey Pey­gamber, kadınları boşayacağınız vakit iddetlerine doğru boşayın... " (et-Talâk: 1) buyurmuştur. Amma Ebû Davud'un Sünen'mde sahîh bir senedle rivayet edil­miş olan "Allah'a talâktan daha sevimsiz hiçbirşey yoktur" hadîsine gelince, bu sebebsiz olarak vâki' olduğu zamanki talâka hamledilmiştir (Kastallânî). Başlığın ikinci kısmındaki sorunun cevâbı da gelecek hadîsteki Peygamber'in fiili ile olumlu olarak cevablandirümıştır,

[6] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ailene katıl" sözünden alınır.Çünkü bu söz, ta­lâktan kinayedir. Peygamber (S) o kadına bu sözle karşılık vermiştir. Bu da ge­rekçesi olduğu takdîrde nikahladığı karısını böyle bir sözle karşılayıp boşama­sının cevazına delâlet etmiştir... (Aynî).

[7] Buhârî bununla hadîsin diğer bir yoldan gelişini göstermiştir.

[8] Râvî burada o kadını dedesine nisbetle söyledi. Hâlbuki yukarıda geçtiği üzere, onun babasının adı en-Nu'mân'dır.

[9] Bu hadîslerin Talâk kitâbı'nda gösterilmesinin sebebi "Ailenin yanına git", "Yâ Useyd! Bu kadını ailesinin evine götür" emirlerinin kinaye suretiyle talâk ol­masıdır.

Umeyme, Cevn oğulları'ndan Nu'mân ibn-Şerâhîl'in kızıdır. Cevn oğulla­rı, İbn Esîr'in beyânına göre, Ezd soyundan bir kabiledir. Cevn oğulları, Kinde Emîrleri'nden idi. Rivayete göre Kinde Emîrİ, Peygamber'le hısımlık kurmak için dul kızı Umeyme'yi Peygamber'e arzetti, O da kabul etti. tbn Sa'd'm Hi-şâm'dan rivayetine göre, Umeyme'nin nikâhı kıyılıp kesinlik kazanınca, Pey­gamber'in kadınlarından Âişe ile Hafsa kıskanmışlar, Umeyme'nin yanma giderek, onun başını tarayıp kınalamışlardı. Sonra Âişe, Umeyme'ye: Peygam­ber yanma girdiğinde "Senden Allah'a sığınırım!" dersen bu sözden memnun olur, diye böyle söylemesini tenbîh etti. O da böyle söyledi. Peygamber de aile nizâmı üzerinde müessir olmamak için Umeyme'nin babası yanma götürülme­sini emretti.

Kinayeli lafızlar talâk lafzı gibi sarîh olmadığından, bununla talâka hüküm vermek çok zordur. Mütekellimin niyeti ile haricî ve zahirî karinelere ihtiyâç vardır. Talâkta kinaye "Talâktan başka ma'nâya delâlet eden ve mütekellimin maksadı bu iki ma'nâ içinde gizli bulunan lafızdır" diye ta'rîf edilir. Hadîsteki "Ailenin yanına git" sözü, talâk kasdıyle söylendiği ve talâk ifâde ettiği gibi, kadının aile ziyaretine gitmesine müsâade ma'nâsına da delâlet eder. Bu cihetle kinayeli lafızlarla verilen talâklarda mütekellimin niyetine ve zahir hâline i'ti-bâr olunur. Talâka niyet etmiş olmasıyle diyâneten talâk vâki' olur. Fakat ka­zaen, yânı hukuken vâki' olmaz. Meğer ki koca, talâka niyet ettiğim ortaya koyup i'tirâf eylemiş, zahirî ve haricî hâller de talâk kasdıyle söylendiğine delâlet et­miş bulunsun. Nasıl ki Umeyme hadîsinde "Senden Allah'a sığınırım" demesi üzerine Peygamber'in ona: "Sen Büyük Allah'a sığındın" dedikten sonra, "Ai­lenin yanına git" buyurması, bu muhavere delaletiyle Peygamber'in talâka ni­yet etmiş olmasıyle talâk hükmünü ifâde ediyor.

[10] Buhârî burada aynı hadîsin başka bir geliş yolunu vermiştir.

[11] Bu İbn Umer hadîsinin burada tekrar getirilmesi, İbn Umer'in karısını, bir mu­halefet sırasında boşamakla karşılamış olmasından dolayıdır, denildi.

[12] Şârİh İbn Hacer ile Aynî, Buhârî'nin bu başlık ile selef dediğimiz sahâbî, tabiî ve etbâu't-tâbiî âlimlerinden bir kısmının bir arada verilen üç talâkın üçünün birden vukuunu caiz görmeyenlerin mezhebine işaret ettiğini bildirmişlerdir. Buna göre pek kısa olan bu unvan ile Buhârî şöyle demek istiyor: Karısını bir defada ve bir sözle "Üç kerre boşsun!" diyerek boşayan kimsenin bu talâkını selef âlim­lerinden caiz görenler ve üç talâk vâki' olur diyenler olduğu gibi, caiz görme­yenler ve yalnız bir talâk vâki' olur içtihadında bulunanlar da vardır.

Buhârî başlıkta cumhurun görüşünü almış, bunu da "Boşama iki defadır..." âyetine dayandırmıştır. Bu âyetle istidlal şekline gelince: "Talâk iki defadır" sözünün zahirinden istifâde edilen hükme göre, karısına: "Sen boşsun, sen boş­sun!" diye ayrı ayrı iki talâk vermek caizdir, sahihtir, vâki'dir. Bu yolda boşa­mak caiz olunca, iki talâkın ikisini birden ve bir sözle "Sen iki kerre boşsun!" diyerek boşamak da caiz ve sahîh olmak lâzım gelir. İki talâkın bu suretle bir arada bir sözle verilmesi sahîh olunca "Sen üç kerre boşsun!" diyerek, üç talâ­kın birden verilmesi de caiz olur. Şu kadar ki, bu talâklar ayrı ayrı zamanlarda üç temizlikte verilmek îcâb ederken, bir mecliste ve bir arada cem'i ve bir sözle verilmesi bıd'îdir, nehyedilmiştir, haramdır (Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân; Beydâ-vî, Envâru't-Tenzîl).

[13] Bu üçüncü başlık altında Buhârî'nin kısaca naklettiği müctehid imamların gö­rüşleri, yerlerinde ve şerhlerde senedli olarak rivayet edilmiştir.

[14] Hadîsle başlık arasındaki uygunluk "Uveymir, kadınını üç talâkla boşadı" sö-zündedir. Çünkü Rasûlullah bu boşamayı reddetmeyip tenfîz eylemiştir... (Kas-tallânî). Bu da üç talâkla boşayan kimseye üç talâk vâki' olacağına delâlet etmiştir... Bu hadîsin bir rivayeti en-Nûr Sûresi tefsirinde geçmişti (Aynî).

Hz. Umer de bu kaanûna dayanarak üç talâk vukuuna tercîhan tutunmuş olacaktır. Çünkü Uveymir'in, Peygamber emretmeden üç talâk vererek karı­sından kesin surette ayrılmaya teşebbüs etmesi, üç talâk vukûunun yalnız Ia'-netleşmenin bir fer'i olmayıp, yaygın bir âdet olduğunu ifâde eder. Umer'in hükmüne sahâbîlerin sükûtu bunu te'yîd eder...

"Bu unvanın ifâde ve delâlet ettiği üzere, bu mühim ve içtimaî mes'ele üze­rinde üç nesil dediğimiz sahabe, tâbiûn ve etbâu't-tabiîn devirlerinde ihtilâf ce­reyan etmiş ve bu ihtilâf, Buhârî'nin yaşadığı üçüncü hicret asrı ortalarına kadar devam edip gelerek, fıkıh mezhebleri âlimleri müsbet ve menfî ictihâdlarda bu­lunmuşlardır. Hattâ burada durmayarak son asırlarda birçok tefsîr, hadîs, fı­kıh âlimleri eserlerinde bu bahsi incelemişler ve bir kısmı da müstakil eserler yazmışlardır. Bilhassa Hanbelî şeyhlerinden ibn Teymiyye Fetvâ'sıyte şâir te'Iîf-lerinde, tilmizi allâme tbnu'l-Kayyım t'lâmu'l-Muvakkıîn'de; Şâfiîler'den Hafız İbn Hacer Tuhfetu'l-Mufttâc ile diğer eserlerinde; Hanefîler'den İbnu Humâm Fethu'l-Kadîrinde, İbn Âbidîn Durru'l-Muhtâr haşiyesi'nde; ÂIûsî de meşhur tefsirinde bu bahse dâir her iki tarafın karşılıklı delillerini ve cevâblannı îzâh ile beraber, herbiri bir zümrenin mezhebini tercih etmişlerdir.

Her devirde içtimaî ehemmiyetini koruyan bu mes'ele, zamanımızda da ehemmiyetlidir... Ahmed Hamdî Akseki tarafından da mükemmel bir eser ya­zılmış ise de henüz basılmamıştır..." (Kâmil Miras, Tecrîd Tercemesi, II, 446 - 465).

Merhum üstâd bu mes'eleyi burada güzel bir surette inceleyip özetlemiştir. Yerinden okunması tavsiyeye değer.

[15] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rifâabeni boşamış ve boşamayı kesin yapmıştı" sözünden alınır. Bu "Boşamayı kesin yapmıştı" sözünün bir defada verilen üç talâka ihtimâli olduğu gibi, ayrı ayrı verilen üç talâka da ihtimâli vardır. Birinci ihtimâle göre Peygamber asrında bir defada verilen üç talâkın üç olarak mu'te-ber olduğuna delâlet eder. Hadîsin başlığa delîl olarak sevkedilmesinin sebebi budur.

[16] Hadîsin başlığa uyguftluğu "Erkek karısını üç talâkla boşadı" sözünden alınır. Bu sözün üç talâkın ayrı ayrı verilmiş olması uzak olmamakla beraber, bir ara­da verilmiş olmasına delâleti daha açıktır. İşte Âişe'nin bu iki hadîsi arasındaki mühim fark budur: Birincide "Beni boşadı ve boşamayı kesin yaptı" suretinde; ikincide "Beni üç talâk ile boşadı" ibaresiyle rivayet olunmasıdır. Hadîsin "Balçağız" ta'bîri, cinsî temastan kinayedir.

[17] Zevceleri Peygamber(S)'den zînet elbiseleri ve ziyâde nafaka istemişlerdi, bu âyet­ler bu sebeble indi. Bunun üzerine Rasûlullah, Âişe'den başlayarak hepsini mu­hayyer kıldı. Âişe: Ben Allah'ı, Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu İsterim, dedi. Diğerleri de böyle söylediler... Burada bu muhayyer kılma, sırf bir muhayyer kılmak mı idi? Yoksa irâdetin elinde olsun gibi bir talâk tefvizi miydi? diye bîr bahis üzerinde ihtilâf etmişlerdir... (Hakk Dîni, V, 3889).

[18] Hadîsin başlığa delâleti meydandadır. Bundan sonraki de aynı hadîsin başka yoldan gelen rivayetidir. Bunda Âişe'nin "Bu bir talâk mı oldu?" sözü, bunun bir talâk olmasını inkâr yollu bir soru ile İfâde edilmiştir. Bu hadîsleri Müslim de Talâk'ta getirmiştir.

[19] Başlıktaki ta'bîrler talâk kinâyelerindendir. Bunlar talâka ve talâktan başkası­na muhtemil olur. Bunlarla talâk, ancak niyet edilmişse vâki' olur. Çünkü bu ta'bîrler talâk için konulmuş değillerdir, fakat hükümde daha umûmî olan ma'nâ için konulmuşlardır. Daha umûmî olan ise, kullanma maddesinde kendisine sâ­dık olanların hepsine ihtimâlli olur. Onlardan biri ancak ta'yîn edici tirşeyle teayyün eder. Bu işin kendisinde ta'yîn edici ise, ancak niyettir (Kastallânî).

Buhârî bu kinayeli ta'bîrlerin aynı zamanda talâk ma'nâsına ihtimâlli ola­rak Kur'ân'da da kullanıldığım göstermek için bu ta'bîrlerin geçtiği bâzı âyetle­ri burada zikretmiştir.

[20] Bu ta'lîk, el-Ahzâb Sûresi tefsirinin evvellerinde geçmiş olan Muhayyer kılma hadîsinden bir parçadır. Bu Muhayyer kılma hadîsi'nin bir rivayeti Nikâh Kitâ-bı'nda da geçmişti.

[21] Buhârî bâb altında zikrettikleriyle yetindi de buna herhangi bir cevâb zikretme­di.

[22] Zıhâr (el-Ahzâb: 4; el-Mucâdile: 2-4 âyetlerinde geçer): Bİr adamın kendi zevcesine "Sen bana anamın zahrı, yânî sırtı gibisin" demesidir ki, "Anam bana nasıl haram ise sen de bana öyle haramsın" demek olur. Bu söz, Câhiliyet devrinde ebedî boşamayı ifâde ederdi. Yukarıda zikredilen âyetler Zıhâr'da ebedî harâmhk ve talâka keffâret suretiyle muvakkat bir mâhiyet vermekte, Câhiliyet âdetini ma'-kûl bir şekilde ıslâh etmektedir: Hakk Dîni, V, 3869; IV, 4775-4780.

[23] İbn Umer'in bu cevâbını, ilim ehlinin sözünü te'yîd için getirmiştir ki, bununla başlık arasındaki münâsebet noktası burasıdır

[24] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sen birinci kocana halâl olmazsın" sözünden alı­nır. Çünkü birinci kocası, onu üç talâkla boşamıştı. Haram ta'bîri de şübhesiz üç talâkın ardından söylenir. Âişe'nin rivayet ettiği bu Rifâa'nın karısı hadîsi­nin bir rivayeti yakında geçmişti ve orada bâzı açıklamalar verilmişti... (Aynî).

[25] Bu hadîs Müslim'de daha açıktır: ... Saîd ibn Cubeyr, İbn Abbâs'tan tahdîs ederek yazdı ki, İbn Abbâs R), kişinin kendi karısını nefsine haram kılması hakkında: Bu söz keffâret vermesi lâzım gelen bir yemindir (talâk değildir), der İdi. İbn Abbâs bunun ardından el-Ahzâb: 21. âyetini söyledi (Müslim Ter., IV, 415-416).

İbn Abbâs delîl olarak bu âyeti okumakla et-Tahrîm Sûresi'nİn inmesi se-beblerinden biri olmak üzere rivayet edilen Peygamber'in cariyesi Mâriye'yi ken­disine haram etmesi kıssasına işaret etmek İstemiştir.

Şârih Hattâbî de: Âlimlerin çoğu Rasûlullah'ın cariyesi Mâriye el-Kibtıyye'yi kendisine haram kılması üzerine indiğini söylediler, demiştir. İnme sebebi bir­kaç hâdise olmuş olabilir.

[26] Hadîsin başlıktaki âyetle uygunluğu meydandadır.

Rasûlullah'm halâl ve mübâh olan birşeyi nefsine haram kılması ve bunun gizli kalmasına dikkat etmesi, kadınlarını memnun etmek ve aralarında iki hi-zib hâlinde hissolunan fıtrî kadınlık kıskançlığının aile nizâmı üzerinde aksi te'-sîr yapmasından sakınmak içindi. Fakat bunun bir halâlı haram kılacak dereceye varması uygun olmadığı açıkça bildirilmiştir. İşte bu hâdise, başlıktaki ve deva­mı olan âyetlerin inmesinin sebebi olmuş oluyor.

[27] el-Mağâfîr, el-Mağâsîr ma'nâsmadır ki, Sumâm ve Urfut gibi meşe ağaçların­dan terleyip akan zamka benzer şıraya denir. Müfredi "Minber" vezninde "Miğfer" ve "Mağfur", mimlerin ötresiyle "Muğför" ve "Muğfîr"... gelir... (Kaamûs Ter.).

Bir bitkidir ki, yaprağı geniş olup dikenleri vardır, yeryüzüne yayılır, mey­vesi pamuk gibi beyaz ve çirkin kokuludur. Bal ansı ondan yer... (Aynî).

[28] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde Peygamber'in kendisini bal içmekten men' etmesinin bulunması bakımındandır. Bu men* de Peygamber'in "Benim ona ih­tiyâcım yoktur" sözünden anlaşılır. Bunu Hişâm'ın rivâyetindeki "Ben yemin ettim, bunu kimseye haber verme" dedi, akabinde "Ey Peygamber... "âyeti indi ziyâdesi te'yîd etmektedir.

Tahrîm, İ'tikaadî veya fiilî, aslî veya arızî, muvakkat veya gayrı muvakkat surette haram etmek, haram kılmak veya men' eylemek, mahrum kılmak ma1-nâlanna gelebilir ki, ya ilâhî teshir ile veya zorla veya akıl cihetinden yâhud şer'î cihetten yâhud resim ve âdette emri sayılan biri tarafından yasak veya men' edil­mek, mahrum kılınmak suretlerini şâmil olup, talâk, zıhâr, îlâ gibi bâzı yemîn kısımları da buna dâhil olur. Burada ise Peygamber'in kendine yaptığı bir ha­ram kılma vak'asının ismi olarak, bu sûre O'na muzâf kılınmıştır. Ve esasen haram kılma, Allah'a âid olup, Allah'ın halâl kıldığım harâ;;ı kılmak iyi olma­dığı anlatılmıştır.

Bu vak'anın hulâsası burada nakledilen hadîslerde anlatılmıştır (Hakk Dî­ni, VI, 5084). Elmalıh Muhammed Hamdı Yazır, Tahrîm Sûresi tefsirinin baş tarafında bu konuyu iyice incelemiş, birçok hadîslerin tercümelerini verdikten sonra, bunlarla sûrenin iniş sebeblerini ayrı ayrı irtibâtlamış ve bu konuda çok güzel doyurucu bilgileri özetlemiştir: VI, 5084-5102.

[29] İbn Abbâs'ın bu sözünü, İbn Ebî Şeybe, Abdullah ibn Numeyr'den; o da İbn Cureyc'den; o da Atâ'dan; o İbn Abbâs'tan "Talâk ancak nikâhtan sonra, hürriyet vermek de ancak mâlik olmadan sonra vardır'' lafzıyle rivayet etmiş­tir. Bu, hakkında ihtilâf bulunmayan bir husustur. Şübhesiz Allah da talâkı ni­kâhtan sonra kılmıştır (Aynî).

Kİrmânî de şöyle demiştir: En yüksek fakîhlerden bu yirmiüç kişilik cemâ­atin isimlerini saymaktan Buhârî'nin maksadı, kadının nikâhtan önce boşan­mayacağı üzerinde icmâ olmasının yakın bulunmasını bildirmektir (Kastallânî). .... Bu, meşhur hilâfiyât mes'elelerindendir. Âlimlerin bu mes'elede mut­lak olarak talâkın vâki' olması, mutlak olarak vâki' olmaması, umûmî olanla husûsî olan arasında tafsîl yapma gibi çeşitli mezhebleri vardır. Cumhur, talâ­kın vâki' olmayacağı üzerindedir. Buhârî de bunu göstermiştir.... (Fethu'l-Bârî).

[30] Burada isimleri sıralanmış olan fakîhlerin görüşleri, şerhlerde ve diğer ilgili yer­lerde hep senedli olarak rivayet edilmiştir

[31] Fîr'aynlann âdetinden biri şu idi: Onlar boş kadına ancak isteme ve rızâsı ile yaklaşırlardı, fakat evli kadına yaklaşmaları böyle değildi. Onlar evli kadını sev­dikleri zaman, onu kocasından zorla alırlardı (Kastallâni).

Buhârî bu başlık altında îbrâhîm kıssasını zikretmekle, zorlanma hâlinde böyle söyleyen kimseye, tbrâhîm kıssasında vâki' olana kıyâs ederek bu sözün kendisine zarar vermeyeceğine delîl getirmek istemiştir. Çünkü İbrâhîm'e, Fir'-avn'ın arzularında kendisine muhalefet edenleri öldürmekte olduğu tahakkuk ediyordu. Onun o vakitte hâli, zorlanmış olan kimsenin hâli gibidir. Hattâ da­ha kuvvetli idi. Çünkü bu Fir'avn'ın kâfirliği, zulmü ve en küçük birşeyde ken­disine muhalefet edenlere azabı çok şiddetli idi... (Aynî).

Buhârî, İbrahim'in bu kıssasının anlatıldığı hadîsi Hibe, Ikrâh, ve Peygam­berler Kitâbları'nda da getirmiştir.

[32] Buhârî bu bâbda, öfke, zorlama, sarhoşluk, delilik, hâllerinde kasd ve irâdeye bitişik olmayarak verilen talâkların şer'î ve hukukî kıymeti olmadığını birçok sahâbî ve tabiî âlimlerinden nakletmektedir. Iğlâk kelimesinin ma'nâsmda ihti­lâf edilmiştir. Bunun aslı olan Ğalak, kapı kapamak ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.) Hicaz âlimleri Iğlâk'ı İkrah ile; Irak âlimleri Gadab ile tefsir etmişlerdir. İbn Esîr de en-Nihâye'de Ğalak\, göğüs darlığı ve sabır azlığı diye tefsîr etmiştir, tbn Hacer; Buhârî'nin "Bâbu't-Talâk fi'1-Iğlâk ve'1-Kurh" başlığındaki "el-Kurh" kelimesini Iğlâk üzerine atfetmiş olması, Iğlâk ile Gadab ma'nâsını kas-dettiğine açıkça delâlet eder, demiştir.

İkrah, "İnsanın tab'an veya şer'an istemediği şeye sevk ve icbar edilmesi" diye ta'rîf olunduğuna ve Gadab da gayrı iradî meydana gelen heyecanlanma­dan ibaret bulunduğuna göre, Öfkeli hâldeki ve zorlanma hâlindeki talâklar, irâ­deye bitişik olmamakta birleşirler. Şerhlerde Mukreh, "Zâilu'l-irâde"; Sarhoş da "Zâilu'1-akl" olarak ta'rîf olunuyor. Bu ta'lîle göre, zorlanan kişinin ve sar­hoşun talâkı da mu'teber olmamak gerektir.

Buhârî bunların talâklarının mu'teber olmadığına meşhur niyet hadîsini delîl getirmiştir. Bu hadîs gereğince kişinin her türlü söz, fiil ve hareketlerinin kıy­meti ancak niyetine bağlıdır. Niyetin her türlü hareket ve işler üzerinde pek bü­yük te'sîri vardır. İşte böyle yüksek bir hakikati bildirmekte olduğu içindir ki, Buhârî, Sahîh'ini de bu hadîsle başlatmıştır. Özetle ifâde edilirse, bu hadîste vicdanî temayüllerimizin, medenî münâsebetlerimizin hayır veya şerre yakın, iyi veya fena olmasının tek mi'yârı, niyetlerimiz olduğu ve her fiil ve hareketin îcâb veya terkinde niyetin hâkim bulunduğu teblîğ buyurulmuştur.

[33] Bundan önceki haşiyede de belirtildiği gibi, Buhârî Sahîh'mm en başında yaz­mış olduğu Niyet hadîsi ile burada zikredilen şeylerde niyetin mu'teber olduğu­na işaret etmiştir. Çünkü aslında hüküm ancak âkil, muhtar, kasdedici, hatırlayıcı olan kimselere yönelir. Zorlanan, muhtar değildir. Sarhoş, sarhoşluğu içinde âkil değildir. Mecnûn da deliliği hâlinde böyledir. Yanılan ve unutan da hatırla-yıcı değildir (Aynî).

"Sende delilik var mı?" hadîsi, Mutehâribûn ve Hudûd'da senediyle geti­rilen hadîsin bir parçasıdır. Hamza'nın sarhoşluğu hadîsi Mağâzî'de, Bedir harbi bâbı'nda senediyle geçmişti.

"Her kavmin talâkı kendi dilleriyle olur" fıkrasında Aynî, Farsça ve Türkçe talâk ta'bîrlerini yazarak misâl vermiştir ki, bu, kendisinin üç dili çok iyi bildi­ğinin şâhidlerindendir.

Bu başlık altında isimleri ve sözleri verilmiş olan sahâbî, tabiî fakîhlerinin bu görüşleri şerhlerde hep senedleriyle birlikte rivayet edilmiştir.

[34] Bu hadîste vesveseden ibaret olan nefsî hâtıralar ve temayüller, zihnî varlıklar dan ibaret olduğu için, bunların ma'siyet olmakta hiç te'sîrleri yoktur. Bunlar haricî vücûd ile fiilen veya kavlen meydana çıkmakla mes'ûjiyet sabit olur. Şu kadar ki, bu hâtıralar gelip geçici olmakla şartlanmıştır, bir de var ki ma'siyet hâtırası üzerine gönülden silinmez bir surette ısrar edilirse artık bu hâl, kalb için bir âfet ve ma'siyet olduğundan, buna uhrevî mes'ûliyet ve ceza terettüb eder.

[35] Hadîsi burada getirmekten maksad "Sende delilik var mı?" sorusudur. Çünkü bunun gereği şayet o zât deli olsaydı, kendi ikrârıyle amel edilmeyecekti. Bu sorudan da murad, "Sen bazen cinnet getirir, bazen ayılır mısın?" demektir. Çünkü Peygamber ona hitâb ettiğinde, o ayıktı yâhud hitâb ona, soru orada hazır bulunanlaradır (Kastallânî).

[36] Bu da Mâiz kıssası hakkında Ebû Hureyre'den gelen diğer bir hadîstir. Bu ken­di nefsi aleyhine dört kerre şehâdet edip de hukuken suçu sabit olan ve akabin­de taşlanan kimse Mâiz ibn Mâlik el-Eslemî'dir. Buhârî bu bâbda getirdiği bu iki hadîsi Muhâribûn Kitâbı'nda da; Müslim ise Hudûd Kitâbı'nda getirmiştir

[37] eî-Hal\ hâ'nın fethi ve lâm'ın sükûnu ile esvâb makûlesini soyup çıkarmak, nez' ma'nâsınadır...

el-Hul'u, hâ'nın ötresiyle zevç ve zevcesini kendinden ya başkasından be­del mukaabilînde talâk, yânî nikâhından izâle eylemek ma'nâsınadır. el-Muhâlea ve't-Tehâlu': Zevç, zevce hul'u edişmek; el-Ihtılâ', iftiâl vezninde hatun mehri-ni bahş yâhud gayrı bedel verip, zevcinden boş olmak ma'nâsınadır... (Kaamûs Ter.)

Bununla ta'bîr edilmesi, erkekle kadının birbirine libâs olmasındandır: el-Bakara: 187.

[38] Bu âyette hulu'da yapılacak şeyin beyânı vardır. Bu, kocasından bedel verip ay­rılmış olan Sabit ibn Kays'ın karısı hakkında inmiştir ki, İslâm'da ilk yapılan hulu'dur. Bu suretle, huF olup nikâhtan sıyrılmak caizdir ve bu bir bâin talâk olur ve talâkın da böyle ric'at caiz olmaz bâin nev'i vardır (Hakk Dîni, I, 787).

[39] Umer, Usmân ve Tâvûs'un uygulama ve sözleri şerhlerde ve yerlerinde senedli olarak rivayet edilmiştir.

[40] Hadîsin başlığa uygunluğu, hulu'da talâkın nasıl yapılacağının beyânı bulunması yönündendir. Hadîste de görüldüğü gibi, mal mukaabilinde zevcin nikâhı izâle etmesine islâm hukukunda "Huiu'" denir. Kan-kocanın nikâhı feshetmelerine de "Muhölea" denir. Rasûlullah'ın Sabit ibn Kays'a: Bustânı al talâkını ver! buyurması, îcâbî bir emir değildir. Sevimsiz vaziyette nikâhın devamı her iki taraf için fesadı gerektireceğinden, iki tarafın hallerini iyileştirmek için verilmiş irşâdî bir emir ve tavsiyeden ibarettir, denilmiştir

[41] Buhârî bunları yukarıda geçen "Ezher bunda İbn Abbâs'tan diye mutâbaa olunmuyor" sözünü te'yîd için zikretmiştir... (Aynî).

[42] Buhârî bu rivayetle Sabit ibn Kays'la hulu'laşan kadının isminin Cemile oldu­ğuna işaret etmiştir...

[43] Hakemi seçme hakkı evvelâ zevç ve zevceye âiddir. Ve bunun her iki taraftan aKrabâlannın müşâveresiyle yapılması müstehâb olacağı da "Min ehlihî" ve "Min ehlihâ" kayıdlarının işaretinden anlaşılıyor. Zira akrabaları onların iç yüzlerini daha iyi bilirler ve salâhlarını daha ziyâde arzu ederler. O hâlde akrabaları bu­lunmadığı veya yabancılardan olmaları kendilerince uygun görüldüğü surette şübhesiz caiz olmak lâzım gelir.

Bu hakemlerin selâhiyet dereceleri ne olacaktır? Te'lîf veya ayırma, her iki­sini de yapabilirler mi? Bu noktada müctehidler ayrı ayrı görüşler ileri sürmüş­lerdir... Şübheyokki, âyetin siyakı, te'lîf üzerindedir. Ayırmadan bahis münâsib görülmeyip, ondan sükût edilmiş ve bunun için bir ictihâd konusu olmuştur (HakkDîni, II, 1353).

[44] Hadîsle başlık arasında uygunluk şöyledir: Fâtıma'nın, Alî'nin başka bir ka­dınla evlenmesine razı olmaması, Alî ile aralarında vukû'u beklenen şikaak ol­muştu. Peygamber (S) îmâ ve işaretiyle Alî'yi bu ikinci evlilikten men' etmesiyle aralarında aynhk meydana gelmesini önleyip savmıştır (el-Kirmânî ve diğerleri).

[45] Başlıkla uygunluğu şöyledir: Hürriyete kavuşturmak için talâk olmayınca, satış evleviyetle talâk olmaz. Şayet hürriyet verme bir talâk olsaydı, Rasûlullah Berî-re'yi muhayyer kılmazdı (Aynî).

[46] Buhârî, âdeti olduğu üzere bu başlığın, burada getirdiği Berîre kıssası hadîsleri­nin bâzı tarîklerinde mevcûd olduğuna işaret etmek istemiştir... (Aynî).

[47] Hadîsin başlığa delîlliği "Ben ancak şefaat ediyorum" sözündedir.

[48] Berîre kıssasının bu rivayetinde, Berîre'nin köle olan kocasından ayrılmak hu­susunda muhayyer kılındığı ziyâdesi gelmiştir.

Köleyi hürriyete kavuşturanın velâsı (velilik hakkı) alınıp satılmaz ve hibe edilemez... Bundan bilinir ki, âzâd edilen şahıs öldüğünde ona, âzâd eden veya âzâd edenin mirasçıları vâris olurlar.

[49] Âyetin devamı: "Müşrik erkeklere de, onlar îmân edinceye kadar (mü'min ka­dınları) nikahlamayın. Mü 'min bir kul müşrikten, o sizin hoşunuza gitse de el­bette hayırlıdır. Onlar sizi cehenneme çağırırlar, Allah ise kendi iradesiyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara âyetlerini apaçık söyler. Tâ ki iyice düşünüp

ibret alsınlar".

"Nikâh, lügatte zammetmek ma'nâsından alınmış olarak, Örfte sifâhın, yânî zinanın zıddı olan cinsî münâsebeti meşru' kılan akd ma'nâlarında kullamır. Şer'an "Muta' müki üzerine cereyan eden bir akd" diye ta'rîf olunur ki, bura­da murâd budur.

Müşrik, Kur'ân dilinde iki ma'nâya gelir ki, biri zahirî, diğeri hakîkîdir. Zahi­rî müşrik, açıktan açığa Allah'a şerik koşan, ilâhın birden fazla olmasına kaail olanlardır. Bu ma'nâca kitâb ehline müşrik denmez. Hakîkî müşrik de hakîka­ten tevhîde ve İslâm Dîni'ne kâfir olanlar, yânî mü'min olmayan gayrı müslim-lerdir. Bu ma'nâca kitâb ehli olan Yahûdî ve Hristiyanlar dahî müşriktirler. Zîrâ bunlar zahiren tevhîd iddialarına rağmen, hakikatte Allah'a çocuk isnâd eder­ler. Nasârâ "Teslîs"e kaaildirler ve "Mesîh, ibnu'llahtır" (et-Tevbe: 30) derler. Yahûdîler de "Uzeyr ibnu'llahtır'*(et-Tevbe: 30) demişlerdir. Böyle demekle be­raber Tevhîd de İddia ederler. Binâenaleyh her ikisi de zahirde müşrik değilseler de hakikatte (gizli) müşriktirler. Bunun için mutlak olarak müşrik denildiği ve bilhassa îmân mukaabili zikredildiği zaman ıtlak üzere cereyan eder ve umumi­yetle kâfirleri şâmil olur. "Kitâb ehlinden olan kâfirler de, müşrikler de size Rabb'inizden hiçbir hayır indirilmesini istemezler..." (el-Bakara: 105) gibi mut­lak küfr ile bi't-tekaabül zikredildiği zaman da, müşrik, kâfirden daha husûsî olarak kitâb ehlinden mâadasına hâss olur. Bu âyette de müşrikât ve müşrikin mü'min mukaabili olarak mutlak ve eliflâm ile süklenmiş olarak en şâmil, istif-râklı, âmm bir lafızla zikredilmiş bulunduğundan zahirî ve hakîkî bütün müş­rikleri, yânî umûm kâfirleri şâmildir... Bunda hürmetin şiddetine tenbîh için umûmî olarak gayrı mü'minlere müşrik denilmiş "Onlar ki sana indirilene de, senden evvel indirilenlere de inanırlar. Âhirete ise onlar, şübhesiz bir bilgi ve inanç beslerler" (çi-Bakara: 4) medlûlünce Muhammedî teblîğât veçhile mü'min muvahhid olmayanların hepsinde, zahiren olmasa bile hakîkaten bir müşriklik bulunduğu ve bunlarla nikâhın ateşe atılmak demek olduğu da bilhassa hatırla­tılmıştır ki, hürmetin şiddetine tenbîhtir. Ancak "Sizden evvel kitâb verilenler­den hürr ve iffetli kadınlar..." (el-Mâide: 5) âyeti beyânıyle, bu âyetin birinci fıkrasından kitâb ehli kadınları İstisna olunarak, kitâb ehlinden kız almaya ke­rahetle ruhsat verilmiş ve fakat ikinci fıkra muhkem olarak kalmış ve kız ver­mek hiçbir surette tecvîz edilmemiştir..." (Hakk Dîni, I, 770 - 774).

[50] Hadîsin başlığa uygunluğu, İbn Umer'in başlıktaki âyetin umûmu ile amel et miş ve onu ne tahsis edilmiş, ne de neshedilmiş olarak görmemiş olması yönün-dendir. "Ekber" sözü Hristİyanlar'ın "Mesîh ibnullahtır" demelerine ve Yahûdîler'in "Uzeyr ibnu'ilahtır" (et-Tevbe: 30) demelerine işarettir... (Aynî).

[51] O müşriklere verilen bu bedeller, müslümân esirlerin fidyeleri nev'indendi, ar­tık onlara mâlik olmaları caiz değildi. Çünkü onlardaki köle edilme sebebi olan küfür kalkmıştı.

[52] Hadîs, Buhârî'nin yalnız olarak rivayet ettiklerindendir. Hadîsin başlığa uygun­luğu açıktır, çünkü hadîs bu husustaki uygulamaları içine almaktadır. Bu ha­dîsteki uygulamalar şu âyetteki hükümlere göre yürütülmüştür: "Ey îmân edenler, mü'min kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların îmânlarını daha iyi bilendir. Fakat siz de mü 'min kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz, onları kâfirlere döndürmeyin. Bunlar onlara halâl değildir. Onlar da bunlara halâl olmazlar. Kâfir zevcelerinin sarf ettikleri mehri onlara geri ve­rin. Sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde üzerinize bir günâh yoktur. Kâfir zevcelerinizi tutmayın. Sarf ettiğiniz mehri isteyin. Kâfirler de (size hicret eden mü'min kadınlara) harcadıklarını istesinler. Bu Allah'ın hük­müdür. Aranızda O hükmeder. Allah hakkıyle bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir" (el-Mumtehıne: 10).

Bu Ümmü'l-Hakem, Peygamber, Ümmü Seleme ile evlendiği zaman orada hazır bulunmuştu. Ümmü'l-Hakem Mekke fethi günü müslümân oldu. ''Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın... "âyeti indiği zaman, bu kadın Iyâd ibn Ganm el-Fıhrî'nin nikâhında idi. O zaman Ümmü'l-Hakem'i boşadı da onunla Ab­dullah ibn Usmân es-Sakafî evlendi. Sonra bu zât, Cezîre beldelerinin çoğunu fethetti ve Rumlar üzerine ilk asker birlikleri geçiren de bu zât idi. Şam'da yir­minci hicret yılında altmış yaşında iken Öldü... (Aynî).

[53] Başlıkta İşaret edilmiş olan soruların cevâbları, başlık altında getirilmiş bulu­nan nakillerle verilmiştir. Burada getirilmiş olan görüşlerin hepsi şerhlerde ve yerlerinde senedli olarak rivayet edilmiştir.

[54] Hadîsin başlığa uygunluğu, bunda başlığın içine aldığı mes'elenin aslına ilgisi bulunması yönündendir. Bu kadar ilgi de kâfidir. Buhârî bunu burada iki se-nedle getirmiştir. Bunlardan biriyle gelen hadîs Şartlar Kitâbı'nda geçmişti... (Aynî).

Buna "Kadınlar Bey'atı"denir; birçok defalar yapılmıştır: Medine ye hic­retten sonra da, Mekke fethi günü de bu şartlarla kadınlardan bu şekilde bey'at alınmıştır.

[55] Iyîâ, esasen yemîn etmek ma'nâsınadır. Şer'an zevcesine cima etmemek üzere yemîn etmektir...

Iylâ ile dönme yapmayıp, talâka azmetmek mes'elesinde selef üç suretle ih­tilâf etmişlerdir: İbn Abbâs: Talâkın azimeti dört ayın bitmesidir, demiştir, tbn Mes'ûd, Zeyd ibn Sabit ve Usmân ibn Affân'ın kavilleri de budur. Bunlar bir bâin talâk vâki' olur demişlerdir. Alî, İbn Umer ve Ebu'd-Derdâ'dan İki riva­yet vardır ki, biri evvelkiler gibidir. Biri de müddet geçtikten sonra ya rucû' et­mek veya boşamak üzere koca tevkîf olunur ki, Âişe'nin kavli de budur. Üçüncü kavil Saîd ibn Museyyeb, Salim ibn Abdİllah, Ebû Bekr ibn Abdirrahmân, Zuhrî,. Atâ, Tâvûs kavlidir ki, dört ay geçtiğinde bir rıc'î talâk vâki' olur. Hanefîler evvelkine, Şafiî ve Mâlİkîler de ikinciye kaail olmuşlardır. Talâk lafzı sarîh olup, rıc'i ifâde ederse de azimeti talâk ta'bîri kinaye gibi beynûnette (ayrılıkta) za­hirdir. Sonra azm, kalbî işlerden olduğu için ayrıca telâffuzu gerekir değildir. Iylâ yemini buna kâfidir. Bir de bu âyette ıylâ için rucû' veya talâk arasında başka bîr şıkk yoktur. Binâenaleyh bu yemini bozmamak, onunla talâka azim­dir. Bu azm ile ıylâ, talâka niyet edilen kinayeli lafızlar kabîlinden olmuş olur ki, bunlarla da bir bâin talâk vâki' olur. Iylâda artık koca başkaca bir de boşa­ma yapsın diye beklenerek, üçüncü bir şıkk ihdas olunamaz" {Hakk Dîni, I, 781-782).

[56] Hadîslerin başlıkla ilgileri gizli değildir.

Buhârî buradaki zâtların görüşlerini de senedli olarak Târihinde rivayet etmiştir... (Aynî).

[57] Başlığın birinci fıkrası talâk konusuyla doğrudan ilgilidir. Buhârî kayıp eşyalar ve mallara âid olan ikinci fıkrayı ise istidrâd olarak zikretmiştir.

Lukata, yerde bulunan ve sahibi bilinmeyen maldır. Dâlle, kaybolmuş canlı hayvan ma'nâsında kullanılır.

[58] Bu son sözlerden hâsıl olan -Fethu'l-BârT de de ifâde edildiği gibi-şudur: Yahya ibn Saîd bu hadîsi el-Munbais'in âzâdhsı Yezîd'den mürsel olarak tahdîs etti. Sonra Sufyân'a, Rabîatu'r-Re'y'in bunu el-Munbais'in âzâdhsı Yezîd'den; o da Zeyd ibn Hâlid'den şeklinde tahdîs ettiğini söyledi, böylece hadîsi ona ulaştırı­yordu. Sufyân bunu, Rabîa'ya kavuşması ve ona bundan sorması; onun da bu­nu ikrar etmesi üzerine yüklenmiştir.

Hadîsin başlığa uygunluğu şu bakımdandır: Kaybolmuş hayvan, kaybol­muş kimse gibidir. Kaybolmuş hayvanda mâlikin mülkiyeti devam ettiği gibi, nikâhın da karı-koca arasında bakî olması vâcib olur. Bu hadîs Lukata Kİtâ-bı'nda birkaç kerreler geçmiştir (Kastallânî).

[59] Sırt ve arka demek olan "Zahr" kelimesinden alınmış olan Zıhâr veya Muzâ-hara, bir kimsenin zevcesine "Sen bana anamın zahn, yânî arkası gibisin" de­mesi veya onun bir uzvunu kendine mahrem olan kadınlardan birinin karın, bel, kasık gibi bakmak haram olan bir uzvuna benzetmesidir ki, halâlı haram kılan çirkin bir sözdür. Bu ma'nâca Zıhâr ve Muzâhara bir ayrılma ma'nâsını içine aldığından, "Zahîr olmak" ma'nâsına "Muzaheret"ten ayırmak için "Miti" ile kullanılır. Onun için "Yuzâhırûne nisâehum" denilmeyip "Yuzâhırune min nisâihîm" buyurulmuştur. Evvel emirde bu, söylenmesi caiz olmayan bir mün-ker, bir cinayet, bir yalandır... Ve haberleri olsun ki onlar, o zıhâr sözünü söy­leyenler herhalde münker, yânî gayrı meşru', çirkin bir lakırdı ve bir yalan söylüyorlardır. Yalandır; çünkü kadınları anaları değildir. Hem başkasına za­rar verici bir yalandır, bir tezvirdir. Kadının gönlünü kırar ve hukukunu halel­dar eder. Bununla beraber Allah'ın halâl kıldığım haram kılmak gibi bir küstahlıkla Allah haklarına tecâvüzdür. O hâlde ağıza alınmaması lâzım gelen bir cinayet, bir günâhtır. Fakat söylenince de hükümsüz kalamaz. Yalan ihbarı olmakla beraber, gerektirmesiyle bir hürmet inşâsından hâli de olamaz. Öyle ki, erkeğin ağzından çıkan bu çirkinlik, kadının hayız zamanındaki ezaya ben­zer bir hürmet ifâde eder... (Hakte Dîni, VI, 4778-4779)

[60] Bu el-Hasen ibnu'1-Hurr, büyük bir fakîhtir. Buhârî'nin ondan Sahih içinde bun­dan başka rivayeti yoktur.

[61] " Veüezîne yuz&hirûne min nisâihim summe yeûdûne li-mâ-kaalû = Kadınlarından Zihâra kalkışıp da sonra dediklerini telâ/î için dönecek olanlar", yânî söyledik­lerini geri alıp evvelki gibi zevcesiyle geçinmek, zevciyet muamelesi yapmak is­teyenler ki, bunu istemelidirler. Fakat kendilerini kirletmiş olan o çirkinliği telâfi edip temizleyebilmek için sâdece niyet etmek veya sözü geri almak kâfi gelme­yip, ona keffâret olacak güzel bir amel yapmak da lâzımdır. Onun için yânî zi-hârdan dönmek için çâre, bir köle âzâd etmektir... Bu âyetteki "Avdet"in ma'nâsında birkaç vecih söylenmiş ise de, muhtar olan ma'nâ "Ade'l-ğaysu alâ mâ efs^dehû" meselinde olduğu gibi, bozduğunu ıslâh ve telâfi için düzeltmek üzere dönmek demektir. {Hakk Dîni, aynı yer).

Zıhâr hakkında Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî'de birçok hadîsler vardır. Bu­harı kendi şartı üzere olmadıkları için onları zikretmemiştir (Kastallânî).

[62] Âlimler topluluğu, işaret anlatıcı olduğu zaman konuşma yerine geçeceği görü­şüne gitmişlerdir

[63] Buhârî bu başlık altında işaretin talâkta ve diğer işlerde konuşma yerine geçece­ğine tenbîh için çeşitli hükümlere işaretlerin zikrini içine alan birçok hadîsler zikretmiştir. Burada birer parçasıyle zikredilen bu hadîslerden İbn Umer'inki Cenâzeler'de, Ka'b'mki Mulâzeme'de, Esmâ'nmki Kusûf'ta, Enes'înki Namaz Kitâbı'nda, İbn Abbâs'ınki İHm'de ve Hacc'da, Ebû Katâde'ninki de Hacc'da senedleriyle geçmiştir.

[64] İbn Abbâs hadîsinin bir rivayeti Hacc Kitâbı'nda, Zeyneb ibnetu Cahş hadîsi­nin bir rivayeti Nübüvvet Alâmetleri'nde geçmişti.

[65] Ebû Hureyre hadîsinin bir rivayeti Cumua Kitâbı'nda geçti.

Peygamber'in bu işareti icabet müddetinin pek kısa olduğuna açıkça delâ­let ederse de, bâzıları Peygamber'in baş parmağını elinin ortasına tesadüf eden diğer İki parmağına bastığına bakarak, o saatin mübhem olduğuna işaret ettiği­ne hükmetmişlerdir.

[66] Bu hadîsle Şâfiîler, Mâlikîler, Hanbelîler kaatilin öldürdüğü şekilde öldürülme­sine delîl getirmişlerdir. Ebû Hanîfe, "La kavede illâ bi's-seyf" hadîsinden do­layı, ancak kılıçla öldürülür demiştir.

[67] Bunun bir rivayeti Fiten'de gelecektir.

[68] Bunlardan Abdullah ibn Ebî Evfâ'nın hadîsinin bir rivayeti Oruç Kitâbı'nda; Abdullah ibn Mes'ûd'un hadîsi Namaz Kitâbı'nda; Ebû Hureyre'nin hadîsinin bir rivayeti Zekât'ta geçmiştir.

Bunların hepsinde el İle işaret ederek anlatma fıkrası mevcûd olduğu için, başlığa delâletleri apaçıktır. Bunları bu kadar güzel bir tertîbie sıralayarak ko­nuyu birçok delillerle en kuvvetli şekilde tesbît eden İmâm Buhârî'ye kıyamete dek gelecek nesiller adına teşekkürler ve Yüce Allah'tan bol rahmetler!... (M. Sofuoğlu)

[69] Bu (en-Nûr: 6-9) âyetlerinde bildirilen li'ân müessesesi, Tefsîr kısmında da geçti­ği gibi, karısına zina isnâd edip de ne erkek iddiasını, ne de kadın berâetini şâ-hidlerle isbât edemedikleri takdirde, iki tarafın la'netleşmeleri, yânî la'nete bitişik yemîn ile te'kîd edilmiş şehâdetleriyle, onlar için ve kıyamete kadar gelecek ben­zerleri için hukukî bir çâre, bir çözüm yoludur.

[70] Buradaki "Ba'zu'n-nâs", Kûfeliler'dir, onların içinde Ebû Hanîfe de vardır. Bu, daha önce geçen "Bu bâzı Hicaz ehlinin kavlidir" fıkrasına münâsibdir (Kastallânî).

[71] Buhârî bu sözlerinin hepsi İle dilsizin li'ân ve hadd mes'elesinde hükmü konu­sunda Hicaz ehli ile Kûfeliler arasındaki ihtilâfı beyân etmek istemiştir.. (Ay­nî).

[72] Başlığa uygunluğu "Sonra eliyle işaret etti..." sözündedir. Bu hadîsin bir riva­yeti Ensâr'ın Menkabeleri'nde geçmişti, fakat oradaki rivayette "Sonra eliyle işaret etti: Parmaklarını topladı, sonra da eliyle birşey atan kimse gibi onları yaydı" fıkrasını söylemedi.

[73] Bunun bir rivayeti en-Nâziât Sûresi tefsirinde geçti.

[74] Müslim'in rivayeti daha tafsîllidir: Rasûlullah iki elinin on parmağını açarak: "Bir ay şöyledir, şöyledir" buyurdu ve üçüncüsünde baş parmağını kısarak "Ve şöyledir. Bâzı ay da şöyle, şöyle, şöyledir" buyurup, on parmağıyleüç defa işa­ret etti (Oruç Kitabı).

[75] Mudar ve Rabîa, meşhur iki kabiledir.

[76] Peygamber'in iki parmağının arasını biraz açarak cemâate göstermesi, Peygam-ber'le ümmet ferdleri arasındaki derece farkına işaret içindir.

[77] ez-Zemahşerî: et-Ta'nz, birşey zikretmendir ki, sen onunla zikretmediğin bir-şeye delâlet edersin. Kinaye ise şeyi, konulmuş olduğu lafzının gaynsıyle zikret­mendir, demiştir.

[78] Başlığa uygunluğu "Benim siyah bir çocuğum'oldu" sözünden alınır. Çünkü bunda çocuğu kendinden nefyetmeye bir ta'rîz vardır. Ben beyazım, bu çocuk siyahtır; binâenaleyh benden olmaz demek istemiştir. Buharı bunun bir rivaye­tini Muhâribûn Kitâbi'nda da getirmiştir. Hudûd'da da gelecektir.

Dâvûdî: "Lealle" burada tahkik içindir, "Belki" ma'nâsma değildir, de­di. Kûfeliler ve Şafiî bu hadîsle delîl getirdiler de ta'rîzde hadd yoktur, li'ân da yoktur. Çünkü Peygamber, karısına bu ta'rîzi yapan adam üzerine haddi vâcib kılmadı. İmâm Mâlik ta'rîzde hadd ve li'ânı vâcib kıldı...

İbnu'l-Arabî de: Bu hadîste benzeriyle kıyâs ve i*tibârın sahîhliğine kesin bir delîl vardır... demiştir... (Aynî).

[79] Hadîsin başlığa delîlliği açıktır.

[80] Bâşhğa uygunluğu, la'netleşmeyi ve buna başlayanın erkek olduğunu içine al­ması yönündendir.

[81] Başlığa uygunluğu "Uveymir, Rasûlullah emretmeden önce kadını üç talâkla boşadı" sözündedir. Şübhe yok ki Uveymir, kadını la'netleşme yapmasının ar­dından boşamıştı.

Bu mes'elede fakîhler arasında görüş ayrılığı vardır. Bâzıları bu ayrılığın sırf li'ân ile, bâzıları kocanın boşaması ile, bâzıları hâkimin hükmü i!e kesinleş­tiğini; bâzıları da li'ân ile beraber kocanın boşamasiyle kesinleştiğini söylemiş­lerdir. Li'ânın hükmünün, li'ân ile veya hâkimin ayırması ile karı-koca ayrılığı olduğunda ittifak etmişlerdir.

[82] Başlığa uygunluğu "Akabinde o karı-koca mescidde birbiriyle la'netleştiler" sö­zü ndedir.

el-Vahara:... yeşil ve zehirli kelere benzeyen bir nevi' keler ismidir, bir kavle göre kertenkeleden bir nev'in ismidir ki, basıp gezdiği yeri zehirler. Ve Vahara, kısa yapılı deveye ve siyah, çirkin, bed-endâm, alâ kavlin kızıl çehreli bodur ha­tuna denir (Kaamûs Ter.)

[83] Başlığa uygunluğu meydandadır. Buhârî bunun bir rivayetini Muhâribûn'da; Müslim de Li'ân'da getirmiştir

[84] Başlığa uygunluğu "O senin malın değildir..." sözlerinden alınır. Çünkü bu mal İle murâd, erkeğin kadına vermesi gereken ve onun mukaabilinde evlenmiş bu­lunduğu mehr'dir. tcmâ, zifaf olmuş kadının mehrin hepsini hakk edeceği üze­rinedir. İhtilâf ise, zifaf olmamış kadın hakkındadır. Cumhur onun da duhûlden evvel boşanmış diğer kadınlar gibi, mehrin yarısını alacağı görüşü üzerindedir... (Aynî).

[85] Yânî bu hadîsi Sufyân, Amr ibn Dinar'dan ve Eyyûb es-Sahtıyânî'den; onların ikisi de İbn Umer'den rivayet etmiştir. Hadîsin başlığa uygunluğu bundan ev­velki gibi olup, meydandadır.

[86] Bu, bir önceki hadîsin başka yoldan bir rivayetidir. Başlığa delâletleri meydan­dadır.

[87] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî bunun bir rivayetini Farâiz'de; Müs­lim de Li'ân'da getirmiştir.

Bu hadîs, üç hükmü şâmildir: Birincisi la'netleşmedir ki, bunda ihtilâf yok­tur. Âlimler bunun sahîhliği ve meşrû'luğu üzerinde ittifak etmişlerdir. İkincisi ayırmadır, bunda âlimler, bunun nasıl olacağı hususunda ayrı ayrı görüşler ileri sürmüşlerdir. Yakında zikredilmişti ki, Mâlik ile Şafiî ayrılmanın sırf la'netleş­me ile olacağını, Ebû Hanîfe de ayrılmanın ancak hâkimin ayırması ile olacağı­nı söylemiştir. Üçüncüsü de hadîsin zahirine göre çocuğun anaya katılmasıdır... (Aynî).

[88] Başlığa uygunluğu "Yâ Allah, beyân ey/e/"dedi. Sonra kadın... doğurdu..." sözlerinden ahmr... Bunun bir rivayeti dört bâb önce geçmişti.

İbnu'l-Arabî: Rasûlullah'ın "Yâ Allah, beyân eyle!" duasının ma'nâsı, yal­nız kan-kocadan birinin doğruluğunun sübîitunu istemek değildir, fakat bunun ma'nâsı kadının benzerliği açıklayacak bir çocuk doğurmasını ve doğurmaktan çekinmemesini istemektir... demiştir (Kastallânî).

[89] Buhârî hadîsi burada iki senedle getirdi. Hadîs başlıktaki mes'eleyi açıklamak­tadır. Bunun bir rivayeti "Üç talâka cevaz veren kimse bâbı"nda geçmişti. Bu hadîsierdeki "Balçağız" ta'bîri, cinsî münâsebetten kinayedir

[90] Şârih İbn Battâl'ın yanındaki Buhârî nüshasında bu başlıktan önce "Kitâbu'l-îdde Bâbu kavli'llâhi Taâlâ" şeklinde vâki' olmuştur.

[91] Bu iddet mes'elesiyle ilgili bâzı tafsilât el-Bakara: 228. âyetin tefsirinde de geç­mişti. Buradaki "Eğer şekkediyorsanız"kaydı, ihtirazı bir kayıd değil, bu mes'-eleyi soranların veya soracak olanların vuku' bulan veya bulacak olan suâllerine nazaran vukû'îdir. Bu mu'tarıza cümlesi demektir. Yoksa hayızdan kesilip ke­silmediklerinde şekk ediyorsanız dernek değildir. Zîrâ "Yeisne" sîgasıyle ye'sin ma'lûm olduğu söylendikten sonra, yeiste şübhe ediyorsanız demek olmayacağı bellidir. Binâenaleyh ma'nâ şu olur: Bunların iddetleri nasıl olacağını kestire-meyip de müşkil görüyor, işkilleniyor, soruyorsanız, biliniz ki "Onların iddet­leri üç aydır", üç ay beklerler, bu müddet zarfında bir gebelik belirmezse, nihâyetinde evvelkiler gibi "Onları ya iyilikle tutun yâhud iyilikle aynhn"dn. Hayız âdeti görmeyenler de öyle üç aydır... Bunlar gerek onyedi yaşından kü­çük olup henüz bulûğa ermemiş olduklarından dolayı hayız görmemiş olanlar ve gerek bulûğ yaşının a'zamîsi olan onyedi yaşını geçmiş ve binâenaleyh yaş i'tibâriyle baliğ bulunmuş oldukları hâlde hayız âdeti olmamış bulunanları şâ­mildir (Hakk Dîni, VI, 5065-5066).

[92] Bu, et-Talâk: 4. âyeti "İçinizden ötenlerin geride bıraktıkları zevceler kendi kendilerine dört ay on gün beklerler... " (el-Bakara: 234) âyetinden sonra inmiş ol­duğu için, onun zevci vefat eden kadınların iddeti hakkındaki dört ay on gün âyetinin umûmundan gebelere âîd olan cihetini bu et-Talâk: 4. âyeti açıkça be­yân etmiş bulunuyorki, böyle sonraki târîh ile olan beyân, usûl ilminde tebdîl beyânı denilen nesh kısmına dâhil olduğundan, bu hâmil âyetinin umûmu, o vefat âyetinin umûmundan bir noktasını ta'dîl suretiyle nesheylemiştir... Binâ­enaleyh gebe kadınların talâkta da, vefatta da iddetleri, doğurmakla tamâm olur (Hakk Dîni, VI, 5069).

[93] Hadîslerdeki bilgiler ve uygulama, başlığa uygundur. Hadîsler de ayrı ayrı yollardan gelen rivayetlerdir.

temizlenme müddeti beklerler... " (ei-Bakara: 228)

[94] "Kurû'"ve "Akra"', "Kar'"mcem''vlu ki, zıdd ma'nâlı kelimelerden olup hayız ve temizlik ma'nâları arasında müşterek bir lafızdır, binâenaleyh mücmeldir. Ma'nâsının ta'yîni taleb ve araştırma ile beyâna bağlıdır. İmâm Mâlik ve Şafiî bunu Tahur ile, Hanefîler Hayız ile tefsir etmişlerdir...(Hakk Dînî, I, 784). es-Selâ, asâ vezninde şol yufka deriye denir ki, ana karnında çocuk onda doğar ve ekseri beraberce çıkar, eğer doğduğu anda yüzünden sıyırıp alınmaz ise çocuk helak olur. İnsanda ve hayvanlarda olana denir. Türkçedc "Eş" ve "Son" ta'bîr ederler... (Kaamûs Ter.).

[95] Vucd, insanın vus'u, gücünün yetebildiği varlığı demektir. Binâenaleyh kadının kocasına gücünün yetmeyeceği bir süknâ teklif etmeğe de hakkı yoktur. Sonra belli ki, bu emirler sağ olanlaradır. Zevci vefat eden kadının iddetinde süknâ ve nafaka talebine hakkı yoktur. O, vârisler arasında bulunduğu için, terîkeden hissesi ne ise onu alır.

Bu âyetler boşanan kadınların nafaka mes'elesi hususundaki asılları, düs­tûrları değişmez ve asla eskimez kaanûnların bâzılarını ihtiva etmektedirler. Baş­lıkta işaret edilen Fâtıma bintu Kays kıssasını anlatan hadîslerde bunların bâzı uygulamaları görülecektir.

[96] Bu hadîsin başlığa uygunluğu, içinde Fâtırtıa bintu Kays kıssasından bir fıkra­nın bulunması bakımındandır.

Bu Abdurrahmân ibnu'l-Hakem, o sırada Medine Emîri bulunan Mervâp ibnu'l-Hakem'in kardeşi idi. O, Fâtıma bintu Kays hadîsinin hükmünü umûmî kılmakta yanılmıştır. Çünkü Fâtıma hadîsindeki süknâ ve nafaka olmaması hük­mü, kendisinde bulunan bir özürden dolayı ancak şahsına hâss bir hüküm idi Bu hüküm Amre'nin durumuna teşmil edilemez ve uygulanamazdı. Zâten Kur'ân ve diğer hadîsler buna mâni' idi.

[97] Peygamber, Fâtıma bintu Kays'a bu şahsî durumu ve zarûretli hâlinden dolayı boşandığı evden çıkmasını emretmiş ve nafakası da olmadığını bildirmişti. Fâ-tıma'ya bu şahsî illet ve zaruretleri için mübâh kılınmış olan durum, elbette baş­kalarına teşmîl edilemezdi. Zâten Kur'ân ve diğer hadîsler buna mâni' idi. İşte Âişe, Fâtıma'nın şahsiyle ilgili bir hükmü, illetini bildirmeksizin umûmî imiş gibi yayıp fetva vermesini ayıplamış, bunu redd ve inkâr etmiştir.

İmâm Müslim bu Fâtıma bintu Kays kıssasını anlatan hadîslerin yirmiden fazla rivayetini Sahîh'ine alıp, birbirini açıklayacak bir tertîble çok güzel şekil­de sıralamıştır: Müslim Tercemesi, IV, 436-448, Talâk, "Üç talâkla boşanan kadına nafaka yoktur babı".

[98] Buharı geçen hadîsi burada başka bir yoldan kısaltılmış olarak getirdi. Bunun açıklaması daha önceki haşiyede kısmen verilmişti.

[99] Hadîsin başlığa uygunluğu kadınların hayız nev'inden iddia ettikleri hususta tas-, dîk edilmeleri lehine bir şâhid bulunması bakımındandır. Görmez misin Rasû­lullah, Safiyye'yi sözü hakkında imtihan etmedi de, yalanlamadı da... Bunun bİT rivayeti Hacc, "Temettü' bâbı"nda da geçmişti... (Aynî).

[100] Buûle, Ba'P'm cem'idir. Ba'l, bir zamanlar tapınılan bir putun ismi olduğu gibi, yükseklik ma'nâsıyle "Seyyid" ve "Mâlik", yânî "Efendi", "Zevç" ve "Zevce" ma'nâlarına da gelir. Erkeklere muzâf olursa hanımları, kadınlara muzâf olun­ca da efendileri, kaaim zevçleri demek olur ki, burada böyledir. O hâlde meali: Ve o boşananların efendileri, yânî onları boşayan ve fakat rıc'î talâk ile boşayıp he­nüz efendiliğini muhafaza eden kocaları onlara bu müddet zarfında dönme ile yine nikâhlarına döndürmeye herkesten haklıdırlar. Hattâ iddet zarfında erkek sözle veya fiille dönmek ister de kadın razı olmazsa, söz erkeğindir... (Hakk Dîni, I, 785).

[101] Buhârî hadîsi burada iki yoldan getirmiştir ki, birincideki kısalığı, ikinci hadîs gidermektedir

[102] Hadîsin başlığa uygunluğu "Kadından kendini boşalt" sözündedir. Bunun bir rivayeti Tefsir Kitâbı'nda da geçmiş ve orada bâzı açıklamalar verilmişti.

[103] Bu hadîsin de bir rivayeti Talâk evvelinde geçmişti.

[104] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır, bunun bir rivayeti Talâk Kitâbi'nın evvelle­rinde de geçmişti.

[105] el-Ihdâd, kadının kocası yâhud hısımlarından birinin ölümü sebebiyle zînet ve süsü bırakıp yas ve matem hâlinde kalmasıdır. Kadının deve tersi atması keyfi­yeti bir yıllık uzun ve çok sıkıntılı iddet hayâtını bir deve tersi kadar ehemmi­yetsiz geçirdiğine işaret sayıldığı bildiriliyor.

Peygamber: Ey kadınlar, Câhiliyet'te böyle iken, şimdi İslâm'ın bu dört ay on gün iddetini çok görmeyin, demek istiyor.

Bu hadîsin böyle bir rivayeti Cenazeler Kitâbi'nda geçti. Müslim de bunu Talâk'ta böylece getirmiştir

[106] Bu göze sürme çekme isteğinin sırf tedâvî maksadıyle yapılmamış olduğu sanı­lır. Eğer öyle olsaydı tedâvî zarureti, iddet içinde de olsa tedaviyi mübâh hattâ vazife kılardı. Demek ki Rasûlullah o genç kadının bu müracaatında böyle bir tedâvî zarureti tesbît etmemiş, bil'akis başka maksadlar sezmiştir. Onun için izin vermemiştir.

[107] Hadîsin başlığa uygunluğu "Azfâr kustundan bir parça... " sözündedir. Kaaf ve kef harfleriyle yazılan bu kelimeler hakkında şöyle deniliyor: '!^_r", "^ir", " j»-j" üçü de lügattir. Bu isim ile ma'rûf bir köktür, iki nev'i olur, birine "Hind kustu", birine "Arab kustu" derler...

el-Azfâr vt ez-Zafâr, "Sehâb" vezninde koku aksâmındandir. Dibinden derisi soyulmuş tırnak tarzında olur... Türkçe'de "Şeytan tırnağı" ve "Tırnak buhuru" dedikleri güzel kokulu şeydir... (Kaamûs Ter, II, 590).

- Buna "Kustu Azfâr" denildiği gibi "Kustu Zafâr" da derler. Zafâr, Aden sahilinde bir şehrin adıdır ki, tırnak şeklinde olan Hind kustu Hindistan'dan evvelâ oraya gelir. Bundan dolayı Arab kadınlarının yıkanma sırasında kötü ko­kuyu gidermek için kullandıkları bu ıtıra "Kustu Azfâr" ve "Kuşta Zafâr" da derler.

Bu hadîsin bu sened ve metinle aynısı HayzKitâbı'nda da geçmiş ve orada bâzı açıklamalar verilmişti.

[108] Başlığa uygunluğu "Yalnız Yemen'in asb kumaşından yapılmış elbise giyebilir" sözündedir.

Asb, Yemen kumaşlarındandır, çizgili kumaştır da denildi. Bu kumaş si­yah beyaz iplikle dokunur ve çizgileri devamlı kalırmış. İbnu'1-Esîr: Ölüm idde-ti bekleyen kadın, dokunduktan sonra boyanmış kumaşlardan nehyedilmiş oluyor, demiştir... (Aynî).

Âsim Molla da: Ve Asb, Yemen kumaşlarından bir türlü kumaşın adıdır... demiştir.

Buhârî hadîsin sonunda "Küsf've "Kust" kelimelerini açıklayıp, bunlar "el-Kâfûr" ve "el-Kaafûr" kelimelerinde olduğu gibi kef harfiyle de, kaaf har­fiyle de söylenir demiştir

[109] Onu bu sözü söylemeye sevkeden sebeb el-Hattâbî'nin de dediği gibi, neshedici-nin mensûhtan önce olmasını müşkil görmesidir. Böylece o, bu âyetin kullanıl­masının da mümkin olduğunu düşünmüştür... (Kastallânî).

[110] Müfessirler topluluğu İşbu el-Bakara: 240 âyetinin inmesi, 234. âyetten evvel olduğunu ve fakat tilâvette geri bırakıldığını söylemişlerdir. Maamâfîh târîh mü-beyyen değildir, evvelkisi iddet, bu da nafaka içindir. Bu 240. âyette nekre ola­rak "Ma'rûf" evvelkinde "BiV-maV«/" buyurulması, bunun İnmesi önden, öbürününki sonradan bulunduğundan dolayı olduğuna işarettir diyorlar. Dışa­rı çıkma hâlinde günâhı nefyetme gösterir ki, bu bir sene tamamen iddet değil-dir. Zîrâ iddet olsa idi, çıkmaları günâh olurdu. Binâenaleyh bu âyet evvelkinden inmede dahî müteahhir olsa idi,.dört ay on gün iddet müddetiyle müteânz ol­mazdı. O hâlde mukaddem olduğundan dolayı nafakaya âid olan bu müddetin İddet müddetiyle mensûh veya tahsis edilmiş olması gerekmezdi. Lâkin şurası unutulmamak lâzım gelir ki, bu bir seneye kadar intifa hakkı, vasiyet veya vasi­yet hükmünde olarak sabittir. Hâlbuki ileride görüleceği üzere kadın da dörtte bir veya sekizde bir hisse ile kocaya vâris olacaktır. Bu suretle mîrâs âyetlerinin inmesinden sonra vârise vasiyet, mensûh olduğundan, bu vasiyet de mensûh-tur. Binâenaleyh zevci vefat eden zevcelere kendi mîrâs hisselerinden başka bir de nafaka vâcib değildir. Bu âyet, İslâm'ın evvelinde zevceye mîrâs yok iken inmiş ve sonra mîrâs hükümleriyle neshedilmiştir. Ve bu nesh, zevcenin aleyhine değil, lehine olmuştur. "Bir sene"de iddet ma'nâsı mülahaza edenler, bu nes­hin, nüzûlu sonra olan iddet âyetiyle olduğuna da kaail olmuşlardır. Demek ki, her iki takdirde mensûhtur. Ancak Mucâhid'den süknâ hakkında mensûh ol­madığına dâir münferid bir kavil vardır. İmâm Şafiî de ona kaail olarak bunla­ra nafaka yoktur, fakat bir sene süknâ hakkı vardır, demiş; süknâ dahî nafakadan sayıldığından, bu telâkkî rivâyeten vedirâyeten zayıftır (Hakk Dîni, I, 816-817).

[111] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde iddet bekleyen kadınla ilgili söz bulunması bakımındandır; bunun bir rivayeti yakında geçti.

[112] el-Hasen'in bu sözünü İbn Ebî Şeybe senediyle getirmiştir.

[113] Bunun başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti Buyu' Kitabı, "Kö­pek bedeli bâbı"nda da geçmişti.

[114] Câriyenin kazancıyla murâd, zina karşılığında aldığı bedeldir; bu da zina mehri hükmündedir.

[115] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sen kadına zifâfettin " sözünden alınır. Buhârî bu sözün mantûkundan mehrin kemâlini istinbât etti. Hadîs bu isnâd ve metinle "La'netleşenin mehri bâbı"nda da geçmişti.

[116] Buhârî 236-237. âyetlerle mutlak olarak her boşanan kadın için mut'anin vucûbuna istidlal etmiştir. Bu Saîd ibn Cubeyr'in ve başkasının kavlidir. İbn Cerîr de bunu tercih etmiştir.

Buhârî 241-242. âyetlerinin umumîliği ile de yine mutlak olarak boşanmış herbir kadın için mut'anın, yânî birşeyle faydalandırmanın vucûbuna istidlal etmiştir... (Aynî).

[117] Bu da Buhârî'nin sözündendir. Bununla Peygamber'in, kendinden la'netieşme hakkında rivayet edilmiş hadîslerde mut'a zikretmediğini belirtmek istemiştir. Sanki Buhârî bununla la'netleşmede kadın için bir mut'a yoktur görüşüne tutunmuş gibidir.

Kirmanı de şöyle demiştir: Buhârî'nin kelâmından anlaşılan, her boşanan kadın için bir mut'a olduğu, la'netleşen kadının ise boşanmış kadınlar toplulu-ğuna dâhil olmadığıdır. Sonra dedi ku "Tallakuhâ" lafzı, onun boşanmış ol­duğu hususunda sarihtir dedi, sonra buna ayrılmanın sırf la'netleşme ile hâsıl olmasıyle cevâb verdi. Çünkü Peygamber, kocaya: "Senin onun aleyhine hiç­bir hukuk yolun yoktur" buyurdu. Kocanın onu boşaması, Peygamber'in em­riyle olmamıştır... (Aynî).

"Talâk" ve "îddet" mes'eleleri böyie arzu ve nikâh talebine müteallik ince birtakım vazifeler ve içtimaî âdaba müntehî olunca, hukuk bakımından da bâzı beyâna ihtiyâç hissedilir. Nikâhlananlar evvel emirde iki kısımdır: Mehr farz ve takdir edilmiş olan, olmayan. Bunlardan herbiri de iki kısımdır: Nikâh­tan sonra duhûl vâki' olan, olmayan. Binâenaleyh boşanmışlar da bu suretle dört kısımdır: Evvelkisi medhûlün bihâ ve mehr ta'yîn edilmiş olan ki, bunların

. hükmü yukarıda zikredilmiş, talâk üzerine zulmen hiçbirşey alınmayıp mehirle-rinin tamamen te'diyesi ve üç "kar"' iddet beklemeleri lüzumu beyân olunmuş idi. İkincisi medhûlün bihâ olup mehri tesmiye edilmemiş bulunandır. Bunlara da aynı şekilde "Ve lehûnne mislü'llezîaleyhinne bi'l-ma'rûfi" (el-Bakara: 228) medlûlünce mehri misil lüzumu iş'âr kılınmış idi ki, bununla alâkalı daha bâzı beyânlar gelecektir. Üçüncüsü ne medhûlün bihâ, ne mehri farz kılınmış olma-. yan; dördüncüsü de medhûlün bihâ olmayan vefakat mehri farz kılınmış bulu­nandır ki, bu ikisi de gelecek iki âyetle, bir de el-Ahzâb'da "Sizin kadınlar üzerini;

\'~ •"= sayacağınız bir iddet yoktur" (Âyet: 49) âyetiyle beyân olunacaktır... Her nikâ­hın kadına mâlî bir fâide ile neticelenmesi lâzımdır. Mehr tesmiye edilmeden nikâhın sahîh olması mutlak olarak hiçbirşey lâzım gelmez demek değildir. O zaman "Ve lehünne mislu llezîaleyhinne bVl-ma'rûf ma'nâsız kalmış olurdu. Buna binâen mehr tesmiyesi olmadığı hâlde duhûl bulunmuş olsa idi, mehri mi­sil lâzım gelecek idi. Duhûlden önce boşanmış olunca, bu mahrumiyete mukaa-bil bir mut'a olsun verilmek gerekir... (Hakk Dîni, I, 804-805).

... Zevç onu vermeli; vermezse müslümânların hâkimleri alıvermelidir. Bu meta', medhûlün bihâ olanlar için iddet nafakası, olmayanlar için de mut'a'-dır... (Hakk Dîni, I, 817).

[118] Buhârî, yakında "La'netleşenin mehri bâbı"nda geçmiş olan bu hadîsi "Pey­gamber la'netleşmede bir mut'a zikretmedi" sözünü kuvvetlendirmek İçin ge­tirmiştir. Çünkü bunda mut'a için bir girişme yoktur... (Aynî).