6- Zevcesine Hitaben "Sen Bana Haramsın" Diyen
Kimse Babı
8- Bâb: Nikâhtan Önce Talâk Yoktur
11- Hul' Ve Hulu'da Talâk Nasıl Olur Babı
13- Bâb: Evli Cariyenin Satılması Talâk Olmaz
14- Câriye, Kölenin Nikâhı Altında İken Hürriyete
Kavuştuğunda Muhayyer Kılınması Babı .
15- Peygamber(S)'İn Berîre'nin Kocası Hakkında Şefaat
Etmesi Babı
17- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
18- Müşrik Kadınlardan İslâm'a Girenlerin Nikâhı Ve
İddetleri Babı
20- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
21- Ailesi İçinde İken Kaybolan Kimsenin Vy. Malı İçinde
İken Kaybolmuş Şeyin Hükmü Babı
22- Zıhâr Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
23- Talâkta Ve Diğer Şer'î İşlerde Anlatıcı İşaretin
Hükmü Babı
24- Li'ân (Yânı La'netleşme) Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli
Babı:
25- Bâb: Erkek, Çocuğun Nefyini Ta'rîz Ettiği Zaman
(Hükmünün Beyânı)
26- La'net Edecek Kimseye Yemîn Ettirmek (Yânı Bilinen
La'netleşme Kelimelerini Söyletmek) Babı
27- Bâb: Erkek, La'netleşmeye Kadından Önce Başlar
28- La'netleşme Ve La'netleşmenin Ardından Kadını Boşayan
Kimse Babı
31- La'netleşme Yapan Kadının Mehri Babı
33- La'netleşen Karı-Koca Arasını Ayırma Babı
34- Bâb: Çocuk, La'netleşme Yapan Kadının Soyuna Katılır
35- İMÂMIN La'netleşmede: "Yâ Allah (bu mes'eledeki
hükmü) açıkla!' Kavli Babı
37- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
39- Yüce Allah'ın: 'Boşanmış kadınlar kendi kendilerine
üç hayız ve’ Kavli Babı
40- Fâtımâ Bintu Kays Kıssası Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli
Babı:
rahimlerinde yarattığını (hayız ve gebeliği) gizlemeleri
halâl olmaz. " (el-Bakara: 228) Kavli Babı
44- (Kesin Olmayarak Boşanmış Olan) Hayızlı Kadına Dönüş
Yapma Babı
45- Bâb: Kocası Vefat Etmiş Olan Kadın Dört Ay On Gün
Süslenmeyi Ve Koku Sürünmeyi Terkeder
46- (Ölüm İddeti İçinde) Süslenmeyi Terketmekte Olan
Kadının Gözüne Sürme Kullanmasının Hükmü) Babı
47- Ölüm İddeti Bekleyen Kadının Hayızdan Temizlendiği
Sırada Kust Bitkisi Kullanması Babı
48- Bâb: Ölüm İddeti Bekleyen Kadın, Yemen'in Asb
Kumaşından Yapılmış Elbise Giyebilir
50- Zinâ Ücretinin Ve Bozuk Nikâhın Hükmü Babı
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Boşamak-Boşanmak
Kitabı) [1]
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Ey Peygamber,
kadınları boşayacağınız vakit, onları iddetlerine doğru boşayın. O iddeti de
sayın. Rabb 'iniz olan Allah'tan korkun. Onları evlerinden çıkarmayın. Kendileri
de çıkmasınlar. Meğer ki apaçık bir kötülük meydana getirmiş olsunlar. Bunlar
Allah 'in hudududur. Kim Allah'ın hududunu çiğneyip aşarsa muhakkak ki, kendisine
yazık etmiş olur. Bilmezsin, olur ki Allah bunun arkasından bir iş peyda
ediverir" (et-Taiâk: i) "Ahsaynâhu", "Biz onu muhafaza
ettik ve saydık" demektir. Sünnete uygun boşama, kocanın kadınına, hayızdan
temizlenmişken cinsî münâsebet yapmaksızın talâk vermesi ve bunu iki şahidin
huzurunda yapmasıdır [2].
1-.......Bana
Mâlik, Nâfi'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Umer (R) Rasûlullah zamanında
karısını hayızlı hâlinde iken boşamıştı. Umer ibnu'l-Hattâb, oğlunun bu
hareketinin hükmünü Rasûlul-lah(S)'a sorduğunda şöyle cevâb vermiştir:
"Oğlun Abdullah'a emret de karısına geri dönsün. Sonra kadın o hayzından
temizlenip tekrar hayız görünceye, sonra tekrar temizleninceye kadar onu
yanında tutsun (yânî onunla birlikte yaşasın). İkinci hayzından temizlendikten
sonra dilerse o kadını yanında tutup aile hayâtını devam ettirsin ve dilerse
-cinsi münâsebet yapmadan- onu boşasın. İşte kadının bu iki kirlenmesi ve
temizlenmesi zamanı, kadınların boşanmaları için Allah'ın emrettiği iddet
müddetidir" [3].
(Çünkü hayız hâlinde
talâk, haram ve günâh olmakla beraber, muteberdir.)
2-.......Enes
ibn Şîrîn şöyle demiştir: Ben İbn Umer'den işittim, şöyle dedi: İbn Umer kendi
karısını hayızlı hâlinde iken boşadı. Akabinde Umer bunu Peygamber'e zikretti.
Bunun üzerine Peygamber (S):
— "Abdullah karısına dönsün!'' buyurdu.
(Enes ibn Şîrîn dedi
ki:) Ben, İbn Umer'e:
— Bu sana bir boşama sayılır mı? diye sordum.
İbn Umer:
— Bu suâlden kendini
tut (çünkü talâkın vukuunda şübhe yoktur), dedi.
Ve Katâde'den; o da
Yûnus ibn Cubeyr'den; o da İbn Umer'den gelen rivayette şöyledir: İbn Umer:
Peygamber, Umer'e:
— "Oğlun Abdullah 'a emret de karısına
dönsün!" buyurdu, dedi. Yûnus ibn Cubeyr: Ben İbn Umer'e:
— Bu bir boşama sayılır mı? diye sordum. İbn
Umer:
— Bana haber ver: Eğer
İbn Umer acz gösterse yâhud ahmaklık etse (onun aczi veya ahmaklığından dolayı
o talâkın sayılması mümte-ni' olur mu)? dedi.
Ve Ebû Ma'mer şöyle
dedi: Bize Abdulvâris tahdîs etti. Bize Ey-yûb, Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti
ki, İbn Umer:
— Bu, benim üzerime (Peygamber tarafından) bir boşama
he-sâb edildi, demiştir [4].
3-.......
Bize el-Evzâî tahdîs edip şöyle dedi: Ben ez-Zuhrî'ye:
— Peygamber'in
kadınlarından hangisi O'ndan Allah'a sığındı? diye sordum.
ez-Zuhrî cevâb olarak
şöyle dedi:
— Bana Urve,
Âişe(R)'den şöyle haber verdi: Cevn kızı (Umey-me),Rasûlullah(S'e nikâh olunup)
huzuruna girdirildiği ve Rasûlul-lah da ona yaklaştığı zaman: "Senden
Allah'a sığınırım!" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (S) ona: "Sen sânı
büyük olan Allah'a sığındın, artık ailenin yanına git!" buyurdu [6].
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: Bu hadîsi Haccâc ibnu Ebî Menî', dedesi Ebû Menî' Ubeydullah (ibn
Ebî Ziyâd)'dan; o da ez-Zuhrî'den rivayet etti ki, ona da Urve: Âişe şöyle
dedi..., diye haber vermiştir [7].
4-.......Ebü
Useyd (R) şöyle demiştir: Biz Peygamber'in beraberinde çıktık, nihayet eş-Şavt
denilen hurma bahçesine kadar yürüdük. İki bahçeye ulaştığımızda onların
arasında oturduk. Peygamber (S) bizlere:
— "İşte şuraya oturun!" buyurdu.
Ve kendisi bahçeye
girdi. Oraya Cevniyye getirilmiş, hurmalıktaki bir eve, en Nu'mân ibn
Şerâhîl'in kızı Umeyme'nin evine indirilmişti. O kadının beraberinde ebesi,
dadısı da bulunuyordu. Peygamber o kadının yanma girince, ona:
— "Nefsini bana bağışla!" dedi.
Umeyme:
— Hiç melike bir kadın nefsini kendi teb'asına
hibe eder mi? diye karşıladı.
Râvî Ebû Useyd dedi
ki: Bunun üzerine Peygamber, kadının sinirliliğini yatıştırmak için elini
uzatıp onun üzerine koymak istediğinde, Umeyme:
— "Senden Allah'a sığınırım" dedi.
Peygamber de:
— "Sen hakikaten sığınılacak
YüceMakaam'asığındın!" buyurdu. Sonra Peygamber bizim yanımıza çıktı ve
bana:
— "Yâ Ebâ Useyd!
Sen bu Umeyme kadına râzıkıyye (denilen beyaz keten kumaştan biçilmiş) iki kat
elbise giydir ve onu ailesinin yanına götürüp onların arasına koy"
buyurdu.
Ve el-Huseyn
ibnu'l-Velîd en-Neysâbûriyyu da, Abdurrahmân ibn Gasîl'den; o da Abbâs ibn
Sehl'den; o da babası Sehl ibn Sa'd ile Ebû Useyd'den söyledi. Bu ikisi şöyle
demişlerdir: Peygamber (S), Şerâhîl kızı Umeyme ile evlendi [8]. Bu
kadın Peygamber'in huzuruna girdirildiğinde, Peygamber elini kadına doğru
uzatıp yaydı. Kadın bu hareketten hoşlanmamış gibi davrandı. Bunun üzerine Peygamber,
Ebû Useyd'e o kadını çehizleyip hazırlamasını ve ona râzıkî denilen iki kat elbise
giydirmesini emretti [9].
5- Bize
Abdullah ibn Muhammed tahdîs etti. Bize Ibrâhîm ibnu Ebî'l-Vezîr tahdîs etti.
Bize Abdurrahmân, Hamza'dan; o da babası Ebû Useyd'den ve Abbâs ibn Sehl ibn
Sa'd'dan; o da babası Sehl ibn Sa'd'dan bu geçen hadîsi tahdîs etti [10].
6-.......Bize
Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den tahdîs etti ki, Ebû Gallâb Yûnus ibn Cubeyr şöyle
demiştir: Ben İbn Umer'e:
— Bir adam karışım hayızlı iken boşamış, dedim,
îbn Umer de:
— Sen İbn Umer'i tanıyor
musun? Şübhesiz İbn Umer karısını hayızlı iken boşadı. Akabinde Umer,
Peygamber'e bunu zikretti. Peygamber (S) de ona: Abdullah'ın karısına
dönmesini emretti de "Kadın temiz olduğu zaman onu boşamak isterse, işte
o zaman boşasın" buyurdu.
Yûnus ibn Cubeyr dedi
ki: Ben İbn Umer'e:
— Peygamber senin bu
hayızlı iken yaptığın boşamayı bir talâk saydı mı? dedim.
tbn Umer:
— Bana re'yini haber ver: Eğer İbn Umer acz
gösterse yâhud ahmaklık etse, onun bu hâllerinden dolayı o talâkın sayılması
müm-teni' olur mu? dedi [11].
Abdullah ibnu'z-Zubeyr
de karısını kesin olarak boşamış olan hasta bir kimse hakkında: Ben bu adamın
kesin olarak, yânı üç talâk ile boşamış olduğu kadınının, bunun malına mîrâsçı
olmasını düşünmem, demiştir. eş-Şa'bî ise: Kadın iddet içinde bulunduğu
müddetçe, boşayan o adama mîrâsçı olur, demiştir. Kûfe'nin tabiî kaadısı
Abdullah ibn Şubrume: Kadının iddeti sona erdiği zaman evlenebilir mi? Dîye sordu
da, eş-Şa'bî: Evet evlenir, diye cevâb verdi. Bu sefer İbnu Şubrume,
eş-Şa'bî'ye: Re'yini bana haber ver: Diğer kocası da ölse, yine ona da mîrâsçı
olacak mı (böylece her iki kocadan beraberce bir defada mîrâs alması mı lâzım
gelecek)! diye i'tirâz etti.
Bu i'tirâz üzerine
eş-Şa'bî, kadın iddet içinde bulunduğu müddetçe o adama mîrâsçı olur demesinden
geri döndü [13].
7-.......Sehl
ibn Sa'd es-Sâidî (R) şöyle haber vermiştir: Uveymir el-Aclânî, Âsim ibn Adiyy
el-Ensârî'ye geldi de ona:
— Re'yini bana haber
ver: Bir adam karısının beraberinde bir adam bulsa, kadının kocası o adamı
öldürür, siz de onu kisâsen Öldürür müsünüz, yoksa bu kimse nasıl yapmalı? Yâ Âsim,
bu müşkil işi bir kerre benim için Rasûlullah'a soruver,. dedi.
Bunun üzerine Âsim bu
mes'eleyi Rasûlullah'a sordu. Fakat Ra-sûlullah (S) bu soruları, hoşlanmayıp
ayıpladı. O derece ki, Rasûlullah'tan işittiği sözler Âsım'a ağır geldi.
AkabindeÂsım ailesine döndüğü zaman Uveymir geldi ve:
— Yâ Âsim! Rasûlullah sana ne söyledi? dedi.
Âsim da:
— Sen bana hayır getirmedin. Rasûlullah, benim
O'na sorduğum mes'eleyi çirkin gördü, dedi.
Uveymir:
— Vallahi ben
çekinmem, bunu kendim Rasûlullah'a sorarım,
dedi.
Uveymir yönelip,
insanların ortasında iken Rasûlullah'a geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Bir
kimse kansıyle beraber bir kişiyi (zina üzerinde) bulsa, kadının kocası o
erkeği öldürmeli, sonra siz de (kısas olarak) onu öldürmeli misiniz? Yoksa bu
adam ne yapmalı? diye
sordu.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Senin ve kadının hakkında Allah Kur'ân
indirdi. Git o kadını getir!'* buyurdu.
Sehl dedi ki: Bu
kan-koca (en-Nûr: 6-10 âyetinde öğretildiği üzere) birbirleriyle
la'netleştiler. Ben de insanlarla beraber Rasûlullah'ın yanında idim,
la'netleşmeleri bitince Uveymir:
— Yâ Rasûlallah! Eğer
ben bu kadını nikâhımda tutarsam, ona yalan isnâd etmiş (bir yalancı) olurum!
dedi ve Rasûlullah ona emir vermeden önce, o, kadınını üç talâk ile boşadı.
İbnu Şihâb: La'netleşmeden
sonra karısına üç talâk verip boşamak ve hâkim tarafından infaz edilmek,
la'netleşen çiftler hakkında bir kaanûn olageldi, demiştir [14].
8-.......
İbnu Şihâb şöyle demiştir; Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verdi; ona da Âişe
(R) şöyle haber vermiştir: Rifâa el-Kurazî'nin karısı Rasûlullah'a geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Rifâa
beni boşamış ve boşamayı kesin yapmıştı. Sonra ben de Abdurrahmân
ibnu'z-Zubeyr el-Kurazî ile evlenmiştim. Fakat Abdurrahmân'm erliği şu elbise
saçağı gibi(gevşek)dir, dedi.
Rasûlullah (S):
— "Sanırım ki sen (eski kocan) Rifâa 'ya
dönmek istiyorsun. Fakat (ikinci kocan) Abdurrahmân senin balcağızından, sen
de onun balcağızından tatmadıkça bu olmaz" buyurdu [15].
9-.......Ubeydullah
şöyle demiştir: Bana el-Kaasım ibnu Muhammed, Âişe(R)'den şöyle tahdîs etti:
Bir kimse karısını üç talâk ile boşamış. Sonra kadın başka bir erkekle
evlenmiş. İkinci koca da (kadınla cima yapamadan) kadını boşamış. Bu ikinci
koca kadını boşadıktan sonra, kadının ilk kocasına varması halâl olur mu? diye
Peygamber'e soruldu.
Peygamber (S) de:
— "İkinci erkek
kadının balçığından, birinci erkeğin tatması gibi tatmadıkça halâl olmaz"
buyurdu [16].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Ey Peygamber,
zevcelerine şöyle söyle: Eğer siz dünyâ hayâtım ve onun zînetini istiyorsanız,
gelin size boşama
bedellerini vereyim de
hepinizi güzellikle salıvereyim. (Yok eğer Allah % Rasûlü'nü ve âhir et yurdunu
istiyorsanız, haberiniz olsun, Allah içinizden güzel hareket edenlere pek büyük
bir mükâfat hazırlamıştır) (el-Ahzâb: 28-29) [17].
10-.......Bize
Müslim ibn Subayh, Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (R): Rasûlullah (S) bizleri
muhayyer kıldı da bizler Allah'ı ve Ra-sûlü'nü tercih ettik ve O bu muhayyer
kamayı bizim üzerimize bir şey (yânî talâk) saymadı, demiştir [18].
11-.......Bize
Âmir eş-Şa'bî tahdîs etti ki, Mesrûk şöyle demiştir: Ben Âişe'ye hıyereden
(yânî erkeğin karışım talâk hususunda muhayyer kılmasından) sordum. Âişe (R):
— Peygamber (S)
bizleri muhayyer kıldı, fakat bu bir talâk mı oldu? dedi.
Mesrûk:
— Karım beni tercih
edecek olduktan sonra, ben karımı bir ker-re yâhud yüz kerre muhayyer kılmaktan
bir endîşe duymam, demiştir.
Buna Azîz ve Celîl
olan Allah'ın şu kavilleri delâlet etmiştir: "Kendilerini güzel bir
şekilde salıverin.,." (el-Ahzâb: 49);
"Hepinizi
güzellikte salıvereyim19 (el-Ahzâb: 28);
"Boşanma iki
defadır. (Ondan sonra) ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salıvermektir..."
(el-Bakara: 229);
"Sonra
müddetlerini doldurfmaya yaklaştıkları zaman, onları ya güzellikle tutun, yâhud
güzellikle kendilerinden
ayrılın ve içinizden
adalet sahibi iki kişiyi de şâhid yapin... '- (et-Talâk: 2) [19]
Ve Âişe (R): Peygamber
(S), ebeveynimin bana ondan ayrılmayı emretmeyeceklerini muhakkak bilirdi, demiştir
[20].
el-Hasen el-Basrî de:
Bu sözde i'tibâra alınacak olan kocanın niyetidir, demiştir (yânî bu sözle
talâka yâhud zıhâra niyet etmişse, niyet edilen şey vâki' olur, çünkü bunların
ikisi de harâmhğı gerektirir) [22].
İlim ehli de: Erkek üç
talâkla boşadığı zaman, artık o kadın başka bir erkekle evleninceye kadar,
kendisine kesin olarak haram olmuştur, dediler. Alimler buna talâk yâhud
ayrılma sözü açıkça telâffuz edilmiş olması sebebiyle haram ismini verdiler. Kadın
hakkında zikredilen bu haram kılma, bir yiyecek maddesini kendi nefsine haram
kılan kimse gibi değildir. Çünkü halâl olan yiyecek için haram denilmez (eğer
halâl yiyecek ve içeceği haram ederse, bu boş bir sözdür). Hâlbuki boşanmış
kadın için haramdır denilir. Bunun delîli Yüce Allah'ın üç talâk hakkında şöyle
buyurmuş olmasıdır: "Eğer erkek zevcesini üçüncü defa olarak boşarsa,
ondan sonra kadın, kendisinden başka bir ere nikahlanıp varıncaya kadar ona
halâl olmaz..." (el-Bakara: 230).
İmâm el-Leys de
Nâfi'den söyledi. İbn Umer, karısını üç talâk ile boşayan kimsenin hükmü
sorulduğu zaman: "Eğer sen kadınını bir kerre yâhud iki kerre boşadıysan
(senin karına dönme hakkın vardır). Çünkü Peygamber (S) bana bunu emretti. Eğer
sen karını üç talâkla boşadıysan artık o kadın başka bir erkekle evleninceye
kadar sana haram olmuştur" derdi [23].
12-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Bir adam karısını kesin olarak boşadı. Kadın da boş bir
adamla evlendi. Akabinde o ikinci kocası da kadını boşadı. İkinci kocanın
erkeklik âleti elbise saçağı gibi gevşek idi. Bu sebeble arzu etmekte olduğu
cinsî münâsebetten hiçbirşe-ye ulaşamadı. Bunun üzerine çok geçmeden kadını
boşadı. Kadın, Peygamber'e geldi de:
— Yâ Rasûlallah!
Birinci kocam beni kesin olarak boşadı. Sonunda ben de ondan başka bir erkekle
evlendim. Bu ikinci erkek benimle zifafa girdi, ondaki erkeklik âleti ancak
elbisenin saçağı gibi gevşekti. O bana ancak bir defa yaklaştı, benden
hiçbirşeye ulaşamadı (yânî cima yapamadı). Şimdi ben ilk kocama halâl olur
muyum? diye sordu.
Rasûlullah (S):
— "İkinci kocan senin balağından tadıncaya
kadar, sen de onun balağından tadıncaya kadar sen birinci kocana halâl
olmazsın" buyurdu [24].
"Ey Peygamber,
sen zevcelerinin hoşnûdluğunu arayarak Allah'ın sana halâl kıldığı şeyi niçin
(kendine) haram ediyorsun..." (et-Talâk: 1).
13-.......Saîd
ibn Cubeyr, İbn Abbâs'tan: Erkek, karısını kendisine haram kıldığı zaman bu
söz birşey (yânî talâk) değildir, derken işitmiş olduğunu haber vermiştir.
Ve yine İbn Abbâs
(buna delîl getirerek): "And olsun Allah'ın Rasûlü'nde sizin için pek
güzel bir örnek vardır..." (ei-Ahzâb:2i) âyetini söylemiştir [25].
14-.......îbn
Cureyc şöyle demiştir: Atâ ibn Ebî Rebâh, Ubeyd ibn Umeyr'den şöyle derken
işittiğini söyledi: Ben Âişe(R)'den şöyle derken işittim: Peygamber (S) Zeyneb
ibnetu Cahş'ın yanında eğlenir ve onun yanında bal şerbeti içerdi. Bunun
üzerine Hafsa ile ben birbirimizle şöyle tavsiyeleştik: İkimizden hangimizin
yanına Peygamber gererse, O'na:
— Ben Sen'den megâfir
kokusu duyuyorum, Sen megâfir mi yedin? desin, dedik.
Peygamber iki kadından
birinin yanına girince, o kadın bu sözü Peygamber'e söyledi. Peygamber de:
— "Hayır (ben megâfir yemedim). Fakat
Zeyneb bintu Cahş'ın yanında bal şerbeti içtim. Artık bir daha onu içmeğe
dönmem" dedi
İşte bunun üzerine şu
âyetler indi: "Ey Peygamber! Sen zevcelerinin hoşnûdluğunu arayarak Allah
'in sana halâl kıldığı şeyi niçin (kendine) haram ediyorsun? (Bununla beraber üzülme)
Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir. Allah sizin için
yeminlerinizin çö-zümlüğünü farz kılmıştır. Allah sizin yardımcınızdır ve O
hakkıyle bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Hani Peygamber, zevcelerinden
birine gizli bir söz söylemişti. Bunun üzerine o açıklayınca, (Peygamber) bunun
bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Artık bunu kendisine
söyleyince, o zevce: 'Bunu sana kim haber verdi?' dedi. (Peygamber de:) 'Bana
herşeyi bilen, herşeyden haberdâr olan Allah haber verdi' dedi. Eğer ikiniz de
Allah 'a tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalbleriniz eğildi. Yok,
onun aleyhinde birbirinize arka verirseniz, hiç şübhesiz Allah bizzat onun
yar-dımcısıdır, Cebrail de, mü 'minlerin sâlih olanları da. Bunların ardından
bütün melekler de ona yardımcıdırlar" (et-Tahrîm: ı-4).
Bu âyetteki "Eğer
tevbe ederseniz1"deki tesniye zamiri, Âişe ile Hafsa'ya âiddir. "Hani
Peygamber zevcelerinden birine gizli bir söz söylemişti" fıkrası da
"Hayır, ben bat şerbeti içtim" sözüne işarettir [26].
15-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûhıllah (S) balı ve tatlıyı severdi, ikindi namazından
döndüğü zaman kadınlarının yanına girer ve onlardan birinin yanına yaklaşırdı.
Bir gün Umer'in kızı Haf-sa'mn yanına girdi de, orada kalmakta olduğundan daha
çok kaldı. Ben bunu kıskandım (ve bunun sebebini soruşturdum). Bana:
— Hafsa'ya, kavminden
bir kadın küçük bir çömlek bal hediye etti, o da bu baldan Peygamber'e şerbet
içirdi, denildi.
Ben de kendi kendime:
Vallahi biz bunun için muhakkak bir hile yaparız! dedim.
Akabinde Şevde bintu
Zem'a'ya şöyle dedim:
— Biraz sonra
Rasûlullah muhakkak sana yaklaşacaktır. Sana yaklaştığında O'na: Sen megâfîr mi
yedin? dersin, O da sana: Hayır, diyecektir. Bunun üzerine sen de O'na: Sen'den
hissetmekte olduğum bu koku nedir? dersin. O da sanajnuhakkak: Hafsa bana bal
şerbeti içirmişti! diyecektir. Sen de O'na:. O balın arısı urfut ağacından toplamıştır!
dersin. Bana geldiğinde ben de böyle söyleyeceğim. Yâ Sa-fiyye, sen de böyle
söyle! dedim [27].
Âişe bu ta'lîmâtın
tatbik suretini şöyle anlatmıştır: Şevde şöyle diyordu:
— Vallahi çok geçmedi
Rasûlullah kapının önünde durdu. Yâ Âişe, senden korktuğum için bana emrettiğin
sözü hemen Rasûlul-lah'a oracakta iken söylemek istedim.
(Âişe dedi ki:)
Rasûlullah ona yaklaşınca, Şevde O'na:
— Yâ Rasûlallah, sen
megâfîr zamkı mı yedin? demiş O da:
— "Hayır!" diye cevâb vermiş. Şevde:
— Sen'den hissetmekte olduğum bu koku nedir?
demiş. Rasûlullah:
— "Hafsa bana bal şerbeti içirmişti!"
buyurmuş. Şevde:
— O balın arısı urfut ağacında yayılmış! demiş.
Nihayet Rasûlullah
benim odama dönüp geldiğinde ben de bu sözlerin benzerini söyledim. Safiyye'ye
gittiğinde o da bunların benzerini söylemişti. Sonra Rasûlullah dönüp
Hafsa'nın nevbetinde yanına vardığında, Hafsa:
— Yâ Rasûlallah! Sana
o bal şerbetinden içireyim mi? diye sorduğunda Rasûlullah:
— "Hayır, benim ona ihtiyâcım
yoktur!" buyurdu. Âişe (rivayetine son vererek) dedi ki: Şevde bana:
— Vallahi biz
Rasûlullah'ı bal şerbetinden mahrum ettik, diyordu.
Ben de Sevde'ye:
— Sus! dedim (ve Hafsa
hakkındaki hîle ve tedbîrimizin duyulmasını istemedim) [28].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Ey îmân edenler,
mü'min kadınları nikahlayıp da sonra kendilerine dokunmadan, onları boşadığınız
zaman sizin için üzerlerine sayacağınız bir iddet yoktur. O surette onları
fâidelendirip, kendilerini güzel bir şekilde salıverin" (ei-Ahzâb: 49). İbn
Abbâs da: Allah talâkı nikâhtan sonra kıldı, demiştir [29].
Ve nikâhın varlığından
önce talâkın olmadığı hususunda Alî'den, Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den, Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den,
Ebû Bekr ibnu Abdirrahmân ibni'l-Hâris ibn HişânVdan, Ubeydullah ibnu Abdillah ibn
Utbe'den, Ebân ibn Usmân'dan, Alî ibnu'l-Htiseyin-(Zeyne'l-Abidîn)den, Kaadı
Şurayh'den, Saîd ibn Cubeyr'den, el-Kaasım ibn Muhammed ibn Ebî Bekr es-Sıddîk*tan,
Salim ibn Abdillah'tan, Tâvûs'tan, el-Hasen el-BasrîMen, İkrime'den, Atâ'dan,
Amir ibnu Sa'd el-Becelî'den, Câbir ibn Zeyd'den, Nâfi' ibn Cubeyr(ibn Muf
ım)'den, Muhammed ibnu Ka'b el-Karazfden, Süleyman ibnu Yesâr'dan, Mucâhid'den,
el-Kaasım ibn Abdirrahmân (ibn Abdillah ibn Mes*ûd)'dan, Amr ibnu Herim
el-Ezdî*den, eş-Şa'bî Amir ibn ŞerâmTden rivayet olunuyor ki, nikâhtan önce
kadın boş olmaz [30].
Peygamber (S) şöyle
buyurdu: "İbrahim Haiti Peygamber, karısı Sâre için: 'Bu benim
kızkardeşimdir' dedi. İbrahim'in karısı için böyle söylemesi, Azız ve Celîl
Allah'ın rızâsı hakkında (yânı O'nun rızâsıyle) olmuştu (çünkü Sâre, Allah'ın
Dîni'nde onun kızkardeşi idi)" [31].
Çünkü Peygamber(S)'in
şu kavli vardır:
"Ameller ancak
niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan ancak
odur..."[32]
eş-Şa'bî de (yanılan
ve unutanın talâklarının vâki olmayacağına delîl getirici olarak): "Ey
Rabb'imiz, unuttuk yâhud yanıldıysak, bizi tutup sorguya çekme.,. "
(ei-Bakara: 286) âyetini okumuştur. Vesveseli kimsenin ikrarının caiz
olmayacağı. Zîrâ Peygamber (S), kendisi aleyhine zina ikrarı yapan kişiye:
"Sende delilik var mı?" buyurmuştur.
Alî ibn Ebî Tâlıb de
şöyle demiştir:
Hamza yaşlı develerin
böğürlerini yardı. Peygamber (S) Hamza'yı bu fiilinden dolayı kınamaya başladı.
Bir de gördü ki, Hamza iki gözü kıpkızıl sarhoş olmuş. Sonra Hamza,
Peygamber'e: Sizler başka değil, ancak babamın kölelerisiniz, dedi. Bu söz
üzerine Peygamber, Hamza'nın çok sarhoş olduğunu bildi de yanından dışarı
çıktı, biz de beraberinde çıktık (yânî Peygamber onu sarhoş iken işlediği
suçlardan dolayı cezalandırmadı).
Usmân ibn Affân:
Delinin ve sarhoşun talâkı yoktur (yânî vâki* olmaz), demiştir. İbn Abbâs da:
Sarhoşun ve zorlanan kimsenin talâkı caiz değildir (yânî vâki' değildir),
demiştir. Ukbetu'bnu Amir de: Vesveseli kişinin talâkı caiz (yânî vâki') olmaz,
demiştir. Atâ ibn Ebî Rebâh: Boşamak istediği ve boşamaya başladığı zaman onun
şartı olur (yânî bir şart koşması ve boşamayı bir şarta bağlaması lâzımdır),
demiştir.
Nâfi' de şöyle dedi:
Bir adam karısını,
eğer evden dışarı çıkarsa kesin olarak boşadığında hükmü soruldu da, ibn Umer:
Eğer kadın evden
çıkarsa, o adamdan kat*î olarak kesilmiştir; evden dışarı çıkmazsa (şart
bulunmadığı için) hiçbirşey olmaz, dedi. ez-Zuhrî de "Eğer şunu şunu
yapmazsam karım üç defa boştur" diyen kimse hakkında şöyle demiştir: O kişi
söylediğinden ve yemîn ettiği zaman bu yemini ile kalbini bağladığı şeyden
sorulur. Eğer istediği bir müddet ismi söylemiş ve yemîn ettiği sırada kalbini ona
bağlamış ise, bu onun dînine ve emânetine
bırakılır (yânî sözü
tasdîk olunur ve Allah ile kendi arasındaki şeye mâlik olur).
İbrâhîm en-Nahaî de
şöyle demiştir:
Eğer erkek karısına
"Benim sende hiçbir hacetim yok" derse, niyeti mu'teber olur(Eğer
talâk niyet etmişse kadın boşanmış olur, değilse olmaz). Her kavmin talâkı
kendi dilleriyle olur. (Meselâ, Türkçe ile: "Boşadım seni bir talâk"
dese, bir nc'î talâk vâki' olur; "İki talâk" dese, iki; "Üç
talâk" dese, üç talâk vâki' olur.) Katâde şöyle dedi: Erkek karısına, her
temizlik sırasında bir kerre cinsî münâsebet yaparak: "Eğer hâmile
kalırsan sen üç defa boşsun" derse ve kadının gebeliği meydana çıksa, o
adamdan kesin olarak boşanıp ayrılmış olur. el-Hasen el-Basrî de şöyle
demiştir: Erkek karısına hitaben "Sen kendi ailene katıl" dediği zâmân,
niyeti mu'teber olur (Eğer bu sözle talâk niyet etmişse, talâk vâki' olur;
değilse olmaz). İbn Abbâs: 'Talâk (geçimsizlik gibi) bir hacetten dolayı
yapılır, ıtâk ise kendisiyle Allah'ın rızâsı aranan bir iştir" demiştir. ez-Zuhrı
de: Eğer erkek karısına Sen benim karım
değilsin" derse, niyeti mu'teber olur: Eğer bu sözle talâk niyet etmişse,
ona niyet ettiği şey vardır,
demiştir. Alî de
(Umer'e hitaben): Sen üç şeyden: iyileşinceye kadar deliden, bulûğa erişinceye
kadar çocuktan,
uyanıncaya kadar
uyuyan kimseden kalemin yazmaktan kaldırılmış olduğunu bilmedin mi? demiştir.
Yine Alî: Bunamiş
kimsenin boşamasından başka her boşama caizdir (vâki'dir), demiştir [33].
16-.......Bize
Katâde, Zurâre ibn Evfâ'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber
(S): "Şübhesiz Allah benim ümmetimden nefislerinin söylediği şeyleri
(yânı gönüllerinden geçen yaramaz hâtıraları), kişi onları işlemedikçe yâhud
diliyle söylemedikçe cezalandırmaktan vazgeçmiştir" buyurdu [34].
Ve Katâde: Kişi
karısını gönlünde gizlice boşadığı zaman, onun bu boşaması hiçbirşey değildir,
demiştir.
17-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân, Câbir ibn
Abdillah(R)'tan şöyle haber verdi: Eşlem kabilesinden bir adam Peygamber (S)
mescidde iken geldi de, kendisinin zina etmiş olduğunu söyledi. Peygamber ondan
yüz çevirdi. Bu sefer o zât, Peygamberdin yüzünü döndürdüğü tarafa geçti ve
kendi nefsi aleyhine dört kerre şehâdet etti. Bunun üzerine Peygamber onu çağırdı
da:
— "Sende delilik var mı? Sen evlendin
mi?" diye sordu. O zât:
— Evet evlendim, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber, onun (bayram namazı kılınan) musallada taşlanmasını emretti. Taşlar
ona isabet edip ıztırab verince kaçtı, nihayet Harre'de yetişildi de öldürüldü [35].
18-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: BanaEbû Seleme ibnu Abdirrahmân ile Saîd ibnu'I-Müseyyeb haber
verdiler ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) mescidde iken Eşlem
kabilesinden bir adam geldi de, O'na nida edip:
— Yâ Rasûlallah! Şübhesiz
bu hayırdan en geri (en alçak) olan adam -kendisini kasdediyor- zina etmiştir,
dedi.
Rasûlullah, ondan yüz
çevirdi. Bu sefer o zât, Rasûlullah'ın yüzünü döndürdüğü tarafa geçti de yine:
— Yâ Rasûlallah!
Şübhesiz ki bu en geri olan adam zina etmiştir, dedi.
Kasûlullah ondan yine
yüz çevirdi. Bu sefer o zât yine Rasûlullah'ın yüzünü döndürmüş olduğu tarafa
çekildi de, O'na karşı aynı sözü söyledi. Rasûlullah yine ondan yüz çevirdi. O
zât da dördüncü defa olarak Rasûlullah'ın yüzünü döndürdüğü tarafa çekildi.
Böylece kendisi aleyhine dört kerre şehâdet edince, Rasûlullah onu çağırdı da:
— "Sende delilik var mı?" diye sordu.
O zât:
— Hayır (yoktur), dedi. Bunun üzerine
Peygamber:
— "Bunu götürünüz ve taşlayınız!"
emrini verdi. O zât evlenmiş hâlde idi.
Ve yine ez-Zuhrî şöyle
demiştir: Bana Câbir ibn Abdillah el-Ensârî'den bir kimse haber verdi ki, Câbir
şöyle demiştir: Ben o zâtı taşlayanların içinde bulundum. Hepimiz onu
Medine'deki musallada taşladık. Taşlar isabet edip canını acıtınca hızlıca kaçtı.
Nihayet biz ona Harre'de yetiştik ve taşladık, sonunda öldü [36].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli: "...Kadınlara verdiğiniz birşeyi geri almanız sîze halâl olmaz.
Meğer ki erkekle kadın, Allah'ın sınırlarım (evlilik haklarını) ayakta
tutamayacaklarından korkmuş (ümîdlerini kesmiş) olsunlar. Eğer bu suretle siz
de onların (karı-kocanın), Allah 'in sınırlarını hakkıyle muhafaza ve îfâ
edemiyeceklerinden korkarsanız, o hâlde (kadının boşanmak için) fidye
vermesinde ikisi üzerine de vebal yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Onları
çiğneyip geçmeyin. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zâlimlerin tâ
kendileridir” (el-Bakara: 229) [38].
Umer (R), devlet
başkanı ve hâkim huzurunda olmaksızın yapılan hul'u geçerli kılmıştır. Usmân
(R) de kadının saç bağından başka mâlik olduğu şeylerle yapmış olduğu hul'u
geçerli kılmıştır.
Tâvûs da:
Kocanın karısından
fidye alması, Allah'ın buyurduğu gibi, ancak Allah'ın karı-kocadan herbirine
diğerine karşı muaşerette, sohbette farz kıldığı hususlarda "Allah'ın
sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korktuklarında11 halâl olur, demiştir.
Tâvûs'un oğlu da: Babam Tâvûs, beyinsizlerin söylediği "Kadın kocasına
karşı: Ben seninle cünüblükten dolayı yıkanmam! deyinceye kadar hulu' halâl olmaz"
sözlerini söylemedi (; Allah'ın buyurduğunu söyledi), demiştir [39].
19- Bize
Ezher ibmı Cemîl tahdîs etti. Bize Abdulvahhâb es-Sakafî tahdîs etti. Bize
Hâlid el-Hazzâ, İkrime'den; o da İbn Ab-bâs(R)'dan şöyle tahdîs etti: Sabit ibn
Kays'ın karısı, PeygamDer(S)'e geldi de:
— Yâ Rasûlallah!
(Kocam) Sabit ibn Kays; ben ona ne ahlâk, ne de dîn hususunda dar ılınıyorum.
Lâkin ben (kocamı çirkin gördüğümden) müslümânlık hayâtımda küfrü çirkin
buluyorum (bu se-beble kocamdan ayrılmak istiyorum), dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S):
— "Sen Sâbit'in vaktiyle mehr verdiği
bustânını kendisine geri verir misin?" diye sordu.
Kadın:
— Evet (geri veririm)»
dedi. Rasûlullah, Sabit ibn Kays'a:
— "Bahçeyi kabul et ve bu kadını bir talâk
ile boşa!" buyurdu.
Ebû Abdillah
el-Buhârî: Şeyhim Ezher ibnu Cemîl, bu hadîsi İbn Abbâs'a varan senedle rivayet
etmesinde mutâbaa olunmuyor, dedi (Çünkü başkaları bunu İkrime'den mürsel
olarak rivayet etmiş, İbn Abbâs'ı zikretmemişlerdir) [40].
20-.......Bize
Hâlid et-Tahhân, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da İkrime'den (mürsel olarak): Abdullah
ibn Ubeyy'in kızkardeşi şeklinde bu hadîsi tahdîs etti. Peygamber (S) o kadına:
— "Sen onun bahçesini kendisine geri verir
misin?" diye sordu. Kadın da:
— Evet, deyip, bahçeyi
kocasına geri verdi. Peygamber de kocasına kadını boşamasını emretti. İbrâhîm
ibn Tahmân, Hâlid el-Hazzâ'dan o da İkrime'den; o
da İbn Abbâs'tan
söyledi ki, İbn Abbâs şöyle demiştir: Sabit ibn Kays'-ın karısı, Rasûlullah'a
geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Ben
kocam Sâbit'e, dîn ve ahlâk hususlarında gücenip darılmıyorum. Lâkin ben (onu
sevmediğimden dolayı, geçinmesinde) ona takat getiremiyorum, dedi.
Rasûlullah:
— "Öyleyse bahçesini Sâbit'e geri
vereceksin!" buyurdu. Kadın da:
— Evet, dedi [41].
21-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Sabit ibn Kays ibn Şemmâs'ın karısı Peygamber'e geldi
de:
— Yâ Rasûlallah! Ben
Sâbit'e dîn ve ahlâk hususunda ukubetle ceza vermiyorum, fakat ben
kufrânu'1-aşîr yapmaktan (yânî kocanın haklarında taksir yapmaktan)
korkuyorum, dedi.
Rasûlullah (S) da:
— "Sâbit'e bahçesini geri verecek misin?'
diye sordu. Kadın.
— Evet, deyip Sâbit'e
bahçesini geri verdi, Rasûlullah da Sâbit'e kadınından ayrılmasını emretti.
22- Bize
Süleyman ibn Harb tahdîs etti. Bize Hammâd, Eyyûb'-dan; o da îkrime'den
Sâbit'in karısı Cemile... diye tahdîs edip hadîsin tamâmım zikretti [42].
"(Eğer kan ile
kocanın) aralarının açılmasından endîşeye düşerseniz, o vakit kendilerine
erkeğin ailesinden bir
hakem, kadının
ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse, Allah aralarında
onları uyuşmaya
muvaffak buyurur.
Şübhesiz ki, Allah hakkıyle bilicidir, haberdârdır" (en-Nisâ: 35) [43]
23-.......Bize
el-Leys, Abdullah ibnu Ebî Muleyke'den; o dael-Mısver ibn Mahrame ez-Zuhrî'den
tahdîs etti. O: Ben Peygam-ber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu, demiştir:
"Mugtre oğullan benden Alî'nin, onların kızı ile nikâh olması hususuna
izin istediler. Ben buna izin vermem..." [44].
24-.......Peygamberdin
zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Berîre hakkında üç tane sünnet (yânî kaanûn)
meydana gelmiştir: Bu sünnetlerin biri şudur: Berîre hürriyete kavuşturuldu da
akabinde kocası hakkında muhayyer kılındı. (İkinci sünnet şudur:) Rasûlullah
(S) Berîre hakkında: "Velâ hakkı, hürriyete kavuşturanındır"'buyurdu.
Bir de Rasûlullah içeriye girdi. Tencerede ocak üstünde, içinde et kaynıyordu.
Rasûlullah'a evdeki katıklardan ekmekle bir katık yaklaştırıldı. Rasûlullah.
— "Ben içinde et pişen bir tencere
görmedim mi?" buyurdu. Oradakiler:
— Evet, lâkin bu
Berîre'ye sadaka verilmiş bir ettir. Sen de sadaka yemezsin! dediler.
Rasûlullah:
— "O, Berîre'ye sadakadır, ondan da bize
hediyedir" buyurdu [45].
25-.......Bize
Şu'be ile Hemmâm ibh Yahya, Katâde'den; o da İkrime'den tahdîs etti ki, İbn
Abbâs (R), Berîre'nin kocası Mugîs'i kasdederek:
— Ben onu bir köle
olarak gördüm, demiştir.
26-.......Bize
Eyyûb es-Sahtıyânî, İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R), Berîre'nin
kocasını kasdederek:
— Şu, Fulân
oğullarının kölesi Mugîs'tir. Hâlâ gözümün önünde ona bakıyor gibiyim: Mugîs,
Medîne sokaklarında ayrılmasına ağlayarak Berîre'nin arkasından giderdi.
27-.......Bize
Abdulvahhâb, Eyyûb'dan; o da İkrime'den tahdîs etti ki, îbn Abbâs (R) şöyle
demiştir: Berîre'nin kocası Fulân oğullarına âid Mugîs denilen siyah bir köle
idi. Hâlâ gözümün önünde görür gibiyim: Zavallı Mugîs, Medîne sokaklarında
Berîre'nin arkasında dolaşır dururdu.
28-.......Bize
Hâlid el-Hazzâ, îkrime'den; o da İbn Abbâs'tan şöyle tahdîs etti: Berîre'nin
kocası Mugîs denilen bir köle idi (Berî-re'yi çUgınca severdi.) Hâlâ gözümün
önünde görür gibiyim: Zavallı Mugîs (onu razı edip de kendisini tercih etmesi
için) ağlayarak ve gözyaşları sakalının üzerinde akarak Berîre'nin arkasında
döner dolaşırdı. Bir kerre Peygamber (S) babam Abbâs'a:
— "Yâ Abbâs Mugîs'in Berîre'ye olan aşırı
sevgisine, Berîre'nin deMugıs'e olan buğzuna, nefretine hayret etmez
misin?" buyurdu.
Sonra da Peygamber,
Berîre'ye:
— "Keski şu Mugîs'e dönsen olmaz mı?"
buyurdu. Berîre de:
— Yâ Rasûlallah! Ona dönmemi emrediyor musun?
dedi. Peygamber:
— "Hayır, ben (emretmiyorum) ancak şefaat
ediyorum" buyurdu.
Berîre de:
— Öyleyse benim o adama ihtiyâcım yoktur! Dedi [47].
(Bu, önceki bâbdan bir
fasıl gibidir.)
29-.......Bize
Şu'be, el-Hakem ibn Uteybe'den; o da İbrâhîm erı-Nahaî'den; o da el-Esved ibn
Yezîd'den haber verdi ki, Âişe (R), Berîre'yi satın almak istedi, fakat
efendileri velâ hakkının kendilerine âid olmasını şart kılmalarından başka
türlü satışa razı olmadılar. Âişe de bu vaziyeti Peygamber'e zikretti.
Peygamber (S):
— "Sen Berîre 'yi satın al ve hürriyete
kavuştur. Çünkü velâ hakkı ancak hürriyete kavuşturanındır" buyurdu.
Peygamber'in yanına
bir et getirildi de:
— Bu, Berîre'ye sadaka verilen ettir, denildi.
Bunun üzerine Peygamber:
— "O, Berîre'ye bir sadakadır, bize de
(ondan) hediyedir"
buyurdu.
30- Bize
Âdem ibn Ebî Iyâs tahdîs etti. Bize Şu'be tahdîs edip 'Berîre kocasından
muhayyer kılındı" fıkrasını ziyâde etti [48].
"Allah'a eş
tanıyan kadınlarla, onlar îmâna gelinceye kadar evlenmeyin. îmân eden bir
câriye, müşrik bir kadından -bu sizin hoşunuza gitse de- elbet daha hayırlıdır..."
(el-Bakara: 221) [49].
31- Bize
Kuteybe tahdîs etti. Bize el-Leys, Nâfi'den tahdîs etti ki, İbn Umer'e
Hrıstiyan ve Yahûdî kadınlarının nikâh edilmesinin hükmünden sorulduğunda:
— Şübhesiz Allah
müşrik kadınlarını mü'min erkeklere haram kılmıştır. Ben, îsâ Allah'ın
kullarından bir kul olduğu hâlde, bir kadının kendi Rabb'inin îsâ olduğunu
söylemesinden daha büyük bir müşriklik bilmiyorum, der idi [50].
32-.......Bize
Hişâm es-San'ânî, İbn Cureyc'den haber verdi.Ve Atâ (el-Horâsânî), İbn
Abbâs'tan söyledi: Peygamber (S) ile mü'-minlerce müşrikler iki menzile üzerinde
bulunuyorlardı: Birincisi harb ehli olan müşriklerdi ki, Peygamber onlara
mukaatele eder, onlar da Peygamber'e mukaatele ederlerdi. İkincisi ahd ehli
olan müşriklerdi ki, Peygamber bunlara mukaatele etmez, onlar da Peygamber'e mukaatele
etmezlerdi. Harb ehli olan müşriklerden bir kadın Medine'ye müslümân olarak
hicret edince, üç hayız görünceye ve temizleninceye kadar evlenilmek üzere
tâlib olunmazdı (Çünkü bu kadın, İslâm'a girmesi ve hicreti sebebiyle hürre
kadınlardan olmuştu.) Temizlendiği zaman onunla nikâh yapmak halâl olurdu.
Eğer o kadın Medine'de başka erkekle nikâh etmeden önce eski kocası hicret
edip gelirse, bu kadın ilk nikâhı ile kocasına geri verildi. Ve yine harb ehli
olan müşriklerden erkek bir köle yâhud bir câriye hicret edip gelirlerse,
bunların her ikisi de
hürdürler. Bunlara da (Mekke'den Medîne'ye hicret eden) Muhâcirler'e olan
haklar (yânî tam İslâm hürmeti ve hürriyet) vardı.
Sonra Atâ, ahd ehlinin
kıssasından da Mucâhid'in hadîsi gibi zikretti: O da şudur: Eğer ahd ehli olan
müşriklerden bir erkek köle yâ-hud bir câriye hicret edip gelirse, bunlar o
müşriklere geri verilmez de bunların kıymetleri bedelleri geri verildi [51].
Yine Atâ, geçen
isnâdla İbn Abbâs'tan söyledi: Karîbe -yâhud Kureybe- bintu Ebî Umeyye -ki Ümmü
Seleme'nin kızkardeşidir- Umer ibnu'l-Hattâb'ın nikâhında idi. Umer onu boşadı,
müteakiben o kadınla Muâviye ibn Ebî Sufyân evlendi. Ebû Sufyân'ın kızı
Ümmü'l-Hakem de -ki bu kadın Muâviye ile Ümmü Habîbe'nin baba bir
kız-kardeşleri idi- Iyâd ibn Ganin el-Fıhrî'nin nikâhında idi. Bu Iyâd,
Ümmü'l-Hakem'i boşadı. Akabinde bu kadınla Abdullah ibnu Us-mân es-Sakafî
evlendi [52].
Abdu'l-vâris, Hâlid
el-Hazzâ'dan; o da İkrime'den; o da İbn Abbâs(R)'tan olmak üzere söyledi:
Nasrâniyye bir kadın, kocasından bir saat önce İslâm'a girdiğinde, o kadın,
kocasına haram olmuştur. Ebû Dâvûd ibnu Ebfl-Furât da İbrâhîm es-Sâığ'dan söyledi
ki, o şöyle demiştir: Atâ ibn Ebî Rebâh'a: Ahd ehli olan zımmîlerden bir kadın
İslâm'a girse, ondan sonra da kadın daha iddet içinde iken kocası İslâm'a girse,
kadın o kocanın karısı mıdır? diye soruldu.
Atâ: Hayır, ancak
kadının yeni bir nikâh ve yeni bir sadak istemesi vardır (Çünkü İslâm,
aralarını ayırmıştır), diye cevâb verdi.
Mucâhid ibn Cebr de: Kadın
İslâm'a girdiği zaman, henüz iddeti içinde iken kocası da İslâm'a girse, kadını
ile evlenir, demiştir. (Buhârî, Atâ'nın geçen sözünü kuvvetlendirmek için şu âyeti
delîl getirdi:) Yüce Allah: "Bunlar onlara halâl değildir, onlar da
bunlara halâl olmazlar" (el-Mumtehıne: 10) buyurdu (yânı kadın müslime
olarak çıkışıyle, aralarında ayrılık vukû'a geldiği için, aralarında halâllık
kalmamıştır). Hasen Basrî ile Katâde, İslâm'a giren karı-koca iki Mecûsî
hakkında: Onlar kendi nikâhları üzeredirler. Onlardan biri diğerinden önce
İslâm'a girer, öteki İslâm'a girmekten çekinirse, kadın kesin olarak ondan ayrılmıştır.
Bu takdirde koca için kadın üzerine yeniden istemekten başka hiçbir yol
kalmamıştır, demişlerdir.
İbn Cureyc de şöyle
demiştir:
Ben Atâ'ya:
Müşriklerden bir kadın müslümânlara geldiğinde, onun müşrik olan kocasına Yüce
Allah'ın "Kâfir zevcelerin bu kadınlara sar/ettiklerini onlara
verin,,." (ei-Mumtehine; ıo) kavlinden dolayı, kadının eski mehrinin
bedeli verilir mi? diye sordum.
Atâ: Hayır verilmez,
bu surette zikredilen verme, ancak Peygamber (S) ile, ahd ehli müşrikler arasında
idi(; bugün ise hayır), diye cevâb verdi.
Mucâhid de:
Bunların hepsi,
Peygamber ile Kureyş arasında yapılmış olan sulh müddeti içinde idi (sonra bu,
fetih günü kesildi), demiştir [53].
33-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibu'z-Zubeyr haber verdi ki, Peygamber'in
zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Mü'min kadınlar (fetihten evvel Mekke'den)
Peygamber'e muhacir olarak geldikleri zaman, Yüce Allah'ın "Ey îmân
edenler, mü 'min kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman, onlan imtihan
ediniz..." (ei-Mumtehıne:io) kavliyle, Peygamber onları imtihan ederdi.
Âişe dedi ki: Mü'min
kadınlardan bu âyetteki şartları ikrar edenler, imtihanı ikrar etmiş olurdu.
Kadınlar sözleri ile bu şartları ikrar ettikleri zaman Rasûlullah (S) onlara:
— "Sizler ikrar
ettiniz, artık gidiniz; ben sizlerle bey'atlaşmışım-dır" derdi.
Âişe dedi ki: Allah'a
yemînle söylerim ki, hayır, Rasûhıllah'ın eli bu bey'atlaşmada kesin olarak
hiçbir kadının eline dokunmadı. Rasûlullah kadınlarla sâdece sözle bey'at
yapmıştır. Vallahi Rasûlullah kadınlar üzerine Allah'ın kendisine emrettiği
taahhüdlerden başka bir taahhüd almadı. Kadınlardan bey'at ahdi aldığı zaman
onlara hitaben sâdece söz olarak: "Ben sizlerle bey'atlaştım"
buyururdu [54].
"Kadınlarına
yaklaşmamaya yemîn edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer erkekler (o
müddet içinde keffâretle kadınlarına) dönerlerse, şübhe yok ki, Allah cidden
mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (el-Bakara; 226). ıFe in fâW\
"Raca'û" (yânî "Dönerlerse") demektir [55].
34-.......Humeyd
et-Tavîl, Enes ibn Malîk(R)'ten şöyle derken işitmiştir: Rasûlullah (S)
kadınlarından ıylâ yemini yapmış, ayağı evinden ayrılmış ve kendisine âid olan
yüksekçe bir odada yirmidokuz gece ikaamet etmişti. Sonra aşağıya indi.
Kendisine:
— Yâ Rasûlallah! Sen
bir ay ayrı kalmaya yemîn etmiştin? dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Bu ay yirmidokuz gündür" buyurdu.
35-.......Bize
el-Leys, Nâfi'den tahdîs etti ki, İbn Umer (R) geçen el-Bakara: 226. âyette
Yüce Allah'ın ismini söylemiş olduğu "Iylâ" hakkında:
— O dört aylık
müddetten sonra hiçbir kimseye ya iyilikle kadını tutması yâhud da talâka
azmetmesi şıkklarından başka birşey ha-lâl olmaz, nitekim Azîz ve Celîl Allah
da böyle emretti, der idi.
Buhârî dedi ki: Ve
bana îsmâîl ibn Ebî Uveys şöyle dedi: Bana Mâlik, Nâfi'den; o da İbn Umer'den
şöyle tahdîs etti: "Iylâ" zamanından i'tibâren dört ay geçince,
erkek bizzat boşayıncaya kadar hüküm durdurulur. Erkek bizzat boşayıncaya kadar
üzerine talâk vâki' olmaz, demiştir. İşte bu "erkek bizzat boşamadıkça
talâk vâki' olmaz*' görüşü Usmân'dan, Alî'den, Ebu'd-Derdâ'dan, Âişe'den ve
Peygam-ber'in sahâbîlerinden olan oniki kişiden de zikrolunuyor [56].
Saîd ibnu'l-Müseyyebr
Erkek, Allah yolunda harb ederken safî içinde kaybedildiği zaman karısı bir
sene bekler, demiştir. Abdullah ibn Mes'ûd da bir câriye satın aldı ve bir sene
(bedelini ödemek için) onun sahibini aradı, fakat onu satanı bulamadı, o
kaybolmuştu. Artık İbn Mes'ûd onun bedelini fakirler için çıkardı da ondan
fakirlere bir dirhem, iki dirhem vermeğe ve: Yâ Allah! Bunu, onun sahibi adına
kabul eyle! demeğe başladı. Ve eğer Fulân çekinirse -yâhud gelirse- sevâb
banadır, onun bedelini ödemek de benim üzerimedir, dedi. Akabinde
İbn Mes'ûd: İşte
bulunmuş eşyada Hânını yaptıktan sonra sizler de benim yaptığım gibi yapınız!
dedi. İbn Abbas da İbn Mes'ûd'un sözü gibi söyledi. ez-Zuhrî, düşman arazîsinde
esîr olmuş kimse hakkında: Mekânı bilinir, karısı evlenmez, malı taksim olunmaz.
Onun haberi kesilince, onun hükmü de kaybolmuş kimsenin hükmüdür, demiştir [57].
36-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Yahya ibn Saîd'den; o da el-Munbais'in âzâdhsı Yezîd'den
tahdîs etti: Peygamber(S)'e koyun yitiğinin hükmünden sorulduğunda:
— "Sen onu (i'lân etmek üzere) al. Çünkü o
senin yâhud başka bir mü'min kardeşinin yâhud da kurdundur" buyurmuştur.
Peygamber'e deve
yitiğinin hükmü soruldu da bu sefer Peygamber öfkelendi ve iki yanağı kızardı,
akabinde:
— "Ondan sana ne? Onun gezecek pabucu ve
su tulumu berâ-berindedir. Sahibi ona kavuşuncaya kadar, kendi kendine suyu
içer, ağaçları (veya uzun otları) yer" buyurdu.
Peygamber'e yerde
bulunmuş şeyin hükmü soruldu. Peygamber (S):
— "Ağzının bağını ve kabını iyice tanı,
sonra onu bir sene i'lân et. Onu tanıyıp bilen kimse gelirse (kendisine
verirsin), kimse gelmezse onu kendi malına karıştır" buyurdu.
Sufyân ibn Uyeyne
şöyle dedi: Ben Rabîa ibn Ebî Abdirrahmân'a kavuştum da ondan bu hadîsten başka
birşey ezberlemedim. Ben kendisine:
— el-Munbais'in
âzâdhsı olan Yezîd'in bulunmuş hayvanın işi hakkındaki hadîsine ne dersin (yânî
bana bu Yezîd'in, bulunmuş hayvan hakkındaki hadîsinden haber ver)! O hadîs
Zeyd ibn Hâlid'den midir? diye sordum.
— Evet ondandır, diye cevâb verdi.
Sufyân dedi ki: Hadîsi
bana mürsel olarak tahdîs eden Yahya ibn Saîd şöyle dedi: Ve Rabîa,
el-Munbais'in âzâdhsı olan Yezîd'den; o da Zeyd ibn Hâlid'den şeklinde
söylüyordu.
Sufyân dedi ki: Ben
Rabîa'ya kavuştum da ona yukarıda geçen (Sen bu Yezîd'in bulunmuş hayvanın işi
hakkındaki hadîsine ne dersin?) sorusunu söyledim [58].
"Zevci hakkında
seninle direşip duran, Allah'a da şikâyet etmekte olan kadının sözünü Allah
dinlemiştir. Allah sizin konuşmanızı zâten işitiyordu. Çünkü Allah hakkıyle
işitici, kemâliyle görücüdür. İçinizden zıhâr yapagelenlerin karıları, onların
anaları değildir. Anaları, kendilerini doğuranlardan başkası değildir. Şübhe
yok
ki, onlar herhalde
çirkin ve yalan bir lâf söylüyorlar. Muhakkak Allah çok affedici, çok mağfiret
edicidir.
Kadınlarından zıhâr
ile ayrılmak isteyip de sonra dediklerini geri alacaklara, birbiriyle temas
etmezden evvel, bir köle âzâd etmek lâzımdır. îşte size bununla öğüt veriliyor.
Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır. Fakat kim bunu bulamazsa yine
birbiriyle temas etmezden evvel, fasılasız iki ay oruç tutsun. Buna da güç
yetiremezse altmış yoksul doyursun... " (el-Mucâdele: 1-4) [59].
(el-Buhârî şöyle dedi:) Bana İsmâîl ibn Ebî
Uveys söyledi. Bana Mâlik tahdîs etti ki, o İbn Şihâb'a kölenin zihânnın
hükmünü sormuş. O da: Hürr kimsenin zıhân gibidir, demiştir.
İmâm Mâlik: Kölenin
(zıhâr keffâretindeki) orucu da iki aydır, demiştir.
el-Hasan ibnu'1-Hürr
(ibni'l-Hakem en-Nahaî el-Kûfî): Hürr erkek ve köle erkeğin hürre kadından ve
cariyeden yaptıkları zıhâr müsavidir, demiştir [60].
İkrime de: Eğer hürr
erkek kendi cariyesinden zıhâr yaparsa, bu birşey değildir. Çünkü zıhâr ancak
hürre kadınlardan yapılır, demiştir. (Hanefî ve Şafiî'nin mezhebleri de
budur.)
el-Buhârî şöyle dedi:
Arab kelâmından "Li-mâ-kaalû" kavli ben-zerindeki "Lam",
"fi" ma'nâsında kullanılır. Yânî "Li-mâ-kaalû" demek,
"Fî-mâ-kaalû" ve "Fî-ba'zı mâ-kaalû" veya "Fî nakzı
mâ-kaalû" demektir. Bu terdîdde ikincisi daha üstün ve daha sahihtir.
Çünkü o, evvelki sözünü bozacak bir fiile gelir ki, o da zıhân bozucu olan
tutmaya azmetmektir. (Buhârî dedi ki:) Ve bu (Dâvûd ez-Zâhirî'nin "Âyetten
murâd zahirî ma'nâsıdır, o da sözden dönmenin zıhâr lafzını tekrar etmek
suretiyle vâki' olmasıdır, böylece kef-fâret vâcib olmaz" görüşünden)
evlâdır. Çünkü Yüce Allah, haram kılınan münker ve yalan söze delâlet etmez [61].
(Kitâbu't-Talâk'ın
devamı onikinci cilddedir.)
Ve İbn Ömer şöyle
demiştir:
Peygamber (S):
"Allah gözyaşı ile (iç üzüntüsü ile) insanı azâb etmez -Ve eliyle dilini
işaret etti de:- İşte bunun yüzünden azâb eder" buyurdu.
Ka'b ibn Mâlik de:
Peygamber (S) bana: "Abdullah ibn Ebî Hadred el-Eslemî üzerindeki alacağının
yarısını al!"
der gibi, eliyle
işaret etti, demiştir.
Esma bintu Ebî Bekr de
şöyle demiştir:
Peygamber (S) Güneş
tutulması zamanında kusûf namazı kıldı.
Ben, Aişe namaz
kılarken yanına gittim de: Bu insanlara ne oluyor? dedim. (Güneş tutulması meydana
geldiğini anlatmak için) başı ile Güneş'i işaret etti. Ben: Bu bir âyet mi?
diye sordum. Aişe cevaben başı ile "Evet" diye işaret etti.
Enes ibn Mâlik de:
Peygamber (S) eliyle
Ebû Bekr'in namazda öne geçmesini işaret etti, demiştir. İbn Abbâs da: Haccda taşları
atmadan, kurbân kesmeden sorulunca Peygamber (S) eliyle (Öne geçirme, sonraya
bırakma hususunda) günâh yoktur diye
işaret etti, demiştir.
Ebû Katâde de şöyle
demiştir:
Peygamber (S)
ihrâmlıya hitaben avlanmış av hakkında:
"Sizden (Ebû
Katâde'ye bu yaban eşeğini avlamasını) emredip onun üzerine sevkeden yâhud bu
hayvanı işaret edip gösteren bir kimse var mıdır?" diye sordu.
İhrâmlılar: — Hayır
yoktur! diye cevâb verdiler.
Peygamber: —
"Öyleyse bu av etinden kalanını yiyiniz!1'buyurdu [63].
37-.......
Bize İbrâhîm ibn Tahmân, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da İkrime'den tahdîs etti ki,
İbn Abbâs (R): Rasûlullah (S) devesine binmiş olarak tavaf etti ve
el-Haceru'l-Esved'in bulunduğu köşeye her gelişinde, elindeki (mıhcen denilen
çengelli) deynekle ona istilâm için işaret etti ve tekbîr getirdi... demiştir.
Ve Zeyneb ibnetu Cahş
(R) da şöyle demiştir: Peygamber (S): — "Lâ ilahe ille'llâh, vukû'u
yaklaşan bir şerrden vay Arab'ın hâline! Bu gün Ye'cûc ve Me'cûc'un şeddinden
şunun ve şunun gibi bir delik açıldı!" buyurdu da (baş parmağıyle onu
ta'kîb eden şehâ-det parmağını) halka şeklinde bağladı [64].
38-.......Bize
Seleme ibn Alkame, Muhammed ibn Sîrîn'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Ebû'l-Kaasım (S):
— "Cumuada öyle bir saat vardır ki, bir
müslümân kul namazda bulunup ve o saate rast getirip Yüce Allah'tan bir hayır
isterse, muhakkak Allah ona dilediğini verir" buyurdu ve o saatin kısa olduğunu
anlatmak için eli ile ve baş parmağını orta ve adsız parmaklarının ortasına
(yânî iç tarafına) koyarak İşaret etti.
Bizler:
— Peygamber bu işaretle onun süresini
azaltıyor, dedik. Buhârî bundan sonra Abdulazîz el-Uveysî şöyle dedi diyerek,
gelecek hadîsin isnadına başladı [65].
39-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bir Yahûdî, Rasûlullah (S) zamanında bir cariyeye
saldırdı da üzerinde bulunan zîne"t eşyalarını aldı, başım da ezdi. Ailesi
o cariyeyi Rasûlullah'a getirdiler. Câriye hayâtının son nefeslerinde idi,
dili de tutulmuş hâldeydi.
Bu hâlde Rasûlullah
ona, kendisini öldürenden başka bir kimse için:
— "Seni Fulân mı öldürdü?" diye
sordu. Câriye başıyle "Hayır!" işareti yaptı.
Rasûlullah yine onu
öldürenden başka bir diğer kimse için de sordu. Câriye yine başıyla
"Hayır!" işareti yaptı. Rasûlullah bu defa onun kaatili için:
— "Seni Fulân kimse mi öldürdü?" diye
sordu. Bu sefer kadın yine başıyle "Evet!" işareti yaptı.
Bunun üzerine
Rasûlullah emretti de o Yahudi'nin başı iki taş arasında ezildi [66].
40-.......Abdullah
ibn Umer (R): Ben Peygamber(S)'den eliyle doğu tarafına işaret ederek
"Fitne işte şuradadır" buyururken işittim, demiştir [67].
41-.......Abdullah
ibn Ebî Evfâ (R) şöyle demiştir: Biz bir seferde Rasûlullah'ın beraberinde
idik. Güneş battığı zaman bir kimseye:
— "Haydi bineğinden in de bana sevîk
bulamacı yap!" buyurdu.
O zât:
— Yâ Rasûlallah! Akşama girseydin! dedi. Sonra
Rasûlullah yine:
— "în de bana sevîk karıştır!"
buyurdu. O zât yine:
— Yâ Rasûlallah!
Akşama girseydin, çünkü üzerinde gündüz aydınlığı vardır! dedi,
Sonra Rasûlullah (S):
— "Haydi in de bana sevîk karıştır!"
buyurdu.
Bunun üzerine o zât devesinden
indi de üçüncü emirde Rasûlullah için sevîk karıştırdı, Rasûlullah da onu
içti. Bundan sonra Rasûlullah eliyle doğu tarafına işaret etti de:
— "Gecenin işte bu taraftan belirip
gelmekte olduğunu gördüğünüzde oruçlu orucunu bozar" buyurdu.
42-.......Bize
Yezîd ibn Zuray', Süleyman et-Teymî'den; o da Ebû Usmân'dan tahdîs etti ki,
Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):
— "Sakın sizden
hiçbir kimseyi Bilâl'ın nidası -yâhud: Ezânı-sahûryemeğinden men'etmesin. Çünkü
o ancakkaaim olanınız* yâ-nî çalışanınızın geri dönmesi için nida eder -yâhud:
Ezan okur-. O kimsenin sanki sabahı yâhud fecri sâdıkı kasdederek, sabah yâhud
fecr olmuş demesi olmaz".
Râvî Yezîd ibn Zuray'
yalancı fecri işaret için iki elini yukarı kaldırdı, sonra da sâdık fecri
işaret için, onlardan birini diğeri üzerine uzatmıştır.
Ve el-Leys şöyle dedi:
Bana Ca'fer ibnu Rabîa, Abdurrahmân ibn Hürmüz'den tahdîs etti. O: Ben Ebû
Hureyre'den işittim ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
— "Cimri ile
infâk eden cömerdin meseli, şu iki kişinin meseli gibidir: Bunların üzerlerinde
iki memelerinden köprücük kemiklerine kadar demirden cübbeleri vardır. Cömerd
olan infâk eder etmez o demir zırh, onun derisi üzerinde tâ ayak parmaklarını
örtünceye ve izlerini silinceye kadar uzar. Cimriye gelince, o her harcama yapmak
istedikçe, zırhın herbir halkası kendi yerine yapışıp sıkışır. Artık o cimri,
sıkan zırhı genişletmeye çalışır, fakat zırh genişlemez".
Bunu söylerken parmağı
ile boğazını işaret ediyordu [68].
"Zevcelerine zina
isnâd eden, kendilerinin kendilerinden başka şâhidleri de bulunmayan kimselere
gelince, onlardan herbirinin yapacağı şâhidlik, kendisinin hakikaten
sâdıklardan olduğunu Allah 'a yemin ile dört (defa tekrar edeceği) şâhidliktir.
Beşinci de, eğer yalancılardan ise, Allah'ın la'neti muhakkak kendisinin üstüne(olmasını
ifâde etmesi)dir. O kadının billahi zevcinin muhakkak yalancılardan olduğuna
dört defa şehâdet etmesi, beşincide de eğer o sâdıklardan ise muhakkak Allah'ın
gazabı kendisinin üzerine (olmasını söylemesi), ondan bu azabı (cezayı) def
eder" (en-Nûr: 6-9) [69].
Dilsiz olan kimse
karısına yazı ile yâhud ifâde edici el işaretiyle yâhud ma'rûf bir îmâ ile zina
isnâd ettiği zaman, o dilsiz, isnâd tekellüm eden kimse gibidir (üzerine
la'netleşme sabit olur). Çünkü Peygamber (S), farz kılınmış işlerde (acz
hâlinde) işaretle yapmayı caiz kılmıştır. Bu işaretle amel etmek, bâzı Hicaz ehlinin
ve onlardan başka ilim ehlinin kavlidir.
Ve Yüce Allah şöyle buyurdu:
"Bunun üzerine
Meryem, çocuk isa'ya işaret etti. Onlar: 'Biz henüz beşikte bulunan bir sabi
ile nasıl
konuşuruz?1
dediler..." (Meryem: 29).
Müfessir ed-Dahhâk:
"Zekeriyyâ: 'Rabb'im bana bu hususta bir nişan ver' dedi. Allah: Senin
nişanın sâde
bir remzden başka
insanlara üç gün söz söyleyememendir... ** (Âiu imrân: 4i) âyetindeki
"İllâ remzen", "İllâ işâreten" ma'nâsınadir, demiştir.
Ve insanların bâzısı
da [70]:
(Dilsizden ve
gayrısından işaretle) hadd de, li'ân da yoktur, demiş; sonra da: Yazı ile yâhud
işaretle yâhud îmâ ile talâk caizdir, demiştir. Hâlbuki zina isnâdıyle talâk
arasında fark yoktur. Eğer bu Ba'zu'n-nâs: Kazf (yânî zina isnadı), sözden
başkasıyle olmaz, derse ona: Talâk da böyledir, ancak söz ile caiz ve vâki' olur.
(Hâlbuki sen bunun sözsüz vukû'una muvafakat etmiştin, binâenaleyh sana li'ân
ve hadd'de de bu görüşünün benzeri lâzım gelir). Yoksa {bunların hepsinde
işaretin mu'teber olmamasıyle) talâk da, kazf da bâtıl olur. İşaretle yapılan
ıtk da böyledir (O zaman kazf ile talâk arasını ayırmak delilsiz tahakkümdür)
denilir. Sağır kişi de böyledir (; kendisine işaret edildiğinde anladığı zaman)
la'netleşme yaptırılır. eş-Şa'bî ve Katâde: Dilsiz, karısına "Sen
boşsun" demesi yerine parmaklarıyle işaret ettiği zaman, kadın ondan bu
işaretiyle bâin talâkla boş olur, demişlerdir.
îbrâhîm en-Nahaî de:
Dilsiz kişi talâkı
eliyle yazdığında, bu ona lâzım olmuştur, dedi. (Ebû Hanîfe'nin üstadı) Hammâd
ibn Süleyman: Dilsiz ve sağır başıyle söylerse, yânî işaret ederse, caiz olur (işaret
ettiği şey nafiz olur ve işaret, ibare yerine ikaame olunur), demiştir [71].
43-.......Bize
el-Leys, Yahya ibn Saîd el-Ensârî'den tahdîs etti ki, o da Enes ibn
Mâlik(R)'ten şöyle derken işitnıiştir: Rasûlullah (S):
— "Dikkat edin! Size Ensâryurtlarının,
mahallelerinin (yânı kabilelerinin) hayırlılarını haber vereyim mi?"
buyurdu.
Sahâbîler:
— Evet (haber ver) yâ Rasûlallah! dediler.
Rasûlullah:
— " (Evvelâ) Neccâr oğulları'dır. Sonra
onları ta'kîb eden Abdu'l-Eşhei oğulları'dır, sonra onların arkasından gelen el-Hâris
ibnu'l-Hazrec oğulları, sonra onları ta'kîbeden Sâide oğulları" buyurdu.
Bundan sonra da eliyle
şöyle işaret etti: Parmaklarını bir topladı, sonra da eliyle birşey atan kimse
gibi onları açıp yaydı, sonra:
— (Mertebeleri farklı
olsa da) "Ensâr yurtlarının hepsinde hayır vardır" buyurdu [72].
44-.......Ebû
Hazım şöyle demiştir: Ben bu hadîsi Rasûlullah'ın sahibi olan Sehl ibn Sa'd
es-Sâidî(R)'den işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S):
— "Kıyamet günü
ile ben sununla şunun yakınlığı gibi –yâhud da: Şu iki parmak gibi-
gönderildim" buyurdu da şehâdet parmağı ile orta parmağın arasını ayırdı [73].
45-.......Bize
Cebele ibnu Suhaym tahdîs etti: Ben İbn Umer'den işittim, şöyle diyordu:
Peygamber (S):
— '"(Otuz sayısını kasdederek) Ay şöyle,
şöyle, şöyledir" buyurdu.
Sonra da (yine iki
eliyle ve yirmidokuzu kasdederek):
— "Ve şöyle, şöyle, şöyledir"
buyurdu.
Bu el hareketleriyle
bir kerre otuzu, bir kerre de yirmidokuzu işaret ediyordu [74].
46-.......Ebû
Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) eliyle Yemen tarafına işaret etti de
iki kerrre:
— "îmân işte şu
taraftadır, îmân işte şu taraftadır. Dikkad edin! Katılık.ve kalblerin kabalığı
da yüksek sesli çığırtkanlardadır. Şeytânın iki boynuzunun doğacağı yer olan
Rabîa ve Mudar kabîlelerin-dedir" buyurdu [75].
47-.......Bize
Abdulazîz ibnu Ebî Hazım, babasından; o da Sehl ibn Sa'd(R)'dan haber verdi ki,
Râsulullah (S):
— "Ben, yetimin
işine bakan kimse ile cennette şöyle bulunacağız" buyurdu ve şehâdet
parmağıyle orta parmağım biraz açarak işaret etti (de insanlara gösterdi) [76].
48-.......
Bize İmâm Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Saîd ibnu'l- Müseyyeb'den; o'da Ebû
Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Çöl halkından bir adam Peygamber(S)'e geldi
de:
— Yâ Rasûlallah! Benim
siyah çocuğum oldu (karımdan şübhe-leniyorum), dedi.
Rasûlullah da:
— "Senin develerin var mı?" diye
sordu. Bedevi:
— Evet var! dedi. Rasûlullah:
— "O develerin renkleri nasıldır?"
diye sordu.
O da:
— Kırmızıdır, diye cevâb verdi. Rasûlullah:
— "Bunların içinde beyazı siyaha çalar boz
deve var mıdır?" dedi.
O da:
— Evet vardır! diye cevâb verdi. Rasûlullah:
— (<O boz renk nereden oldu?" diye
sordu. Bedevi:
— Belki soyunun bir damarı çekmiştir! dedi.
Rasûlullah da:
— "Senin bu oğlun da eski bir soy köküne
çekmiş olabilir!" buyurdu [78].
49-.......Bize
Cuveyriye, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Ensâr'dan bir
adam karısına zina isnadı yapmıştı da, Peygamber (S) onların ikisine de
la'netleşme yemini yaptırmış, sonra da aralarını ayırmıştır [79].
50-.......Bize
îkrime, Abbâs(R)'tan şöyle tahdîs etti: Hilâl ibn Umeyye kendi karısını zina
etmekle ittihâm etti. Akabinde Peygam-ber(S)'e geldi de (ittihâmmda doğru
söyleyenlerden olduğuna Allah adiyle) dört kerre şehâdet etti. Peygamber:
— "Şübhesiz ki,
Allah ikinizden birinizin yalancı olduğunu bilmektedir. İkinizden tevbe edecek
var mı?" buyuruyordu.
Sonra zevcesi ayağa
kalkıp o da (kocasının yalancılardan olduğuna Allah adiyle dört kerre) şehâdet
etti [80].
51 -.......Sehl
ibn Sa' d es-Sâidî şöyle haber vermiştir: Aclân oğullan'ndan Uveymir, Âsim ibn
Adiyy el-Ensârî'ye geldi de ona:
— Yâ Âsim, sen ne
düşünürsün, re'yini bana haber ver: Bir kimse karısının beraberinde bir adamı
(zina hâlinde) bulsa, kadının kocası o adamı öldürür, sonra siz de kendisini
kısas olarak Öldürür müsünüz, yoksa bu kimse nasıl yapmalı? (Dört şâhid
bulmaya gitse iş bitmiş olacak, sükût etse namusunda susmuş olacak?) Yâ Âsim,
sen bu müşkil mes'eleyi benim için Rasûlullah'a soruver, dedi.
Akabinde Âsim,
Rasûlullah'tan bunu sordu.Fakat Rasûlullah bu sorulan çirkin gördü ve ayıpladı.
Hattâ Rasûlullah'tan işittiği sözler Âsım'a ağır geldi.Âsim ailesinin yanına
dönünce, Uveymir ona geldi ve:
— Yâ Âsim! Rasûlullah sana ne söyledi? diye
sordu. Âsim da Uveymir'e:
— Sen bana hayır getirmedin.
Rasûlullah, benim kendisine sormuş olduğum soruları çirkin gördü, dedi.
Bunun üzerine Uveymir:
— Vallahi ben
vazgeçmeyeceğim, bunu Rasûlullah'a kendim soracağım, dedi.
Akabinde Uveymir döndü
ve Rasûlullah insanların ortasında iken yanına geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Bana
haber ver: Bir kimse, karısıyle beraber bir adamı bulsa, kadının kocası o adamı
öldürmen', sonra siz de kısas olarak onu öldürmeli misiniz? Yoksa bu koca ne
yapmalı? diye sordu.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S):
— "Senin ve kadının hakkında Allah (Kur'ân
âyeti) indirmiştir. Şimdi git, kadını getir!" buyurdu.
Sehl dedi ki: Kadını
getirince, bu karı-koca Rasûlullah'ın huzurunda la'netleştiler. Ben de
insanlarla beraber Rasûlullah'ın yanında idim. Bu karı-koca la'netleşmelerini
bitirince, kocası Uveymir:
— Yâ Rasûlallah! Eğer
ben bu kadını nikâhımda tutarsam, onun aleyhine yalan söylemiş olurum, dedi ve
Rasûlullah ona emretmeden önce kadım üç talâkla boşadı.
İbn Şihâb: Artık
Uveymir ile karısının bu ayrılmaları, la'netle-şen çiftlerin (-kocanın
talâkıyle- ayrılmalarının) sünneti (yânı âdeti, kaanûnu) oldu, demiştir [81].
52-.......Bize
İbn Cureyc haber verip şöyle dedi: Bana İbnu Şihâb, la'netleşmeden ve ondaki
sünnetten; Sâide oğulları'nın kardeşi Sehl ibn Sa'd hadîsinden şöyle haber
verdi: Ensâr'dan bir adam Rasûlullah'a geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Bana
haber ver: Bir kimse karısıyle beraber bir kişiyi (zina üzerinde) bulsa,
kadının kocası o adamı öldürmen' mi? Yoksa bu koca nasıl yapmalı? dedi.
Bunun üzerine Allah
onun şahsı hakkında la'netleşecek çiftin işinden Kur'ân'da zikrettiği âyeti
indirdi. Akabinde Peygamber (S) ona:
— "Allah senin ve zevcen hakkında
hükmetmiştir" buyurdu.
Sehl dedi ki: Bunun
ardından o karı-koca, ben de mescidde hâzır ve şâhid iken mescidde
la'netleştiler. La'netleşmeleri bitince o koca (yânı Uveymir):
— Yâ Rasûlallah! Eğer
ben bu kadını nikâhımda tutarsam,ona yalan iftira etmiş olurum, dedi ve
la'netleşmelerinden ayrıldıkları zaman, Rasûlullah ona emretmeden önce, o karısını
üç talâkla boşadı ve böylece Peygamber'in huzurunda o kadından ayrıldı,
Sehl yâhud İbn Şihâb:
îşte bu, la'netleşen her çift arasında olan ayırmadır, dedi.
İbn Cureyc şöyle
demiştir: İbn Şihâb şöyle dedi: Artık sünnet (yânı âdet ve kaanûn), bunların ardından
la'netleşen karı-koca arasının ayrılması oldu. La'netleşme yapan Havle kadın
(la'netleşme sırasında) hâmile idi. Doğurduğu oğlu anasına nisbetle çağrılır
oldu.
Râvî dedi ki: Sonra
la'netleşen kadının mîrâsı hususundaki sünnet de, kadının kendi nesebine
katılan o çocuğa vâris olması, çocuğun da Allah'ın kendisine farz kıldığı
mikdâr kadına vâris olması tarzında cereyan etti.
İbn Cureyc, İbn
Şihâb'dan; o da Sehl ibn Sa'd es-Sâidî'den olmak üzere bu hadîs şunu da
söyledi: Peygamber (S):
— "Eğer kadın kızılca keler gibi kırmızı
ve kısa bir çocuk getirirse, ben elbette kadının doğru söylemiş olduğunu ve
kocasının ona iftira ettiğini düşünürüm. Eğer kadın, vücûdu siyah, gözleri
geniş, kıçının iki yanı büyük bir çocuk doğurursa, elbette ben Uveymir'in bu
kadına zina isnadında doğru söylediğini sanırım" buyurdu.
Sonra kadın çocuğu, bu
tiplerden sevilmeyen vasıf üzere (yânî kocasını doğrulayıcı vasıf üzere)
getirdi [82].
53-.......Bana
el-Leys, Yahya ibn Saîd'den; o da Abdurrahmân ibnu'l-Kaasım ibni Muhammed'den;
o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti (ki, o şöyle demiştir): Peygamber'in yanında
la'netleşme zikro-lundu. Âsim ibn Adiyy de bu konuda (yakışmayacak derecede
sert)ı bir söz söyledi. Bundan sonra Âsim, Peygamber'in yanından ayrıldı.
Akabinde kendisine kendi kavminden birisi gelip, kansıyle berâber bir adam
bulduğunu ona şikâyet ediyordu. Bunun üzerine Âsim:
— Ben bu belâya başka
değil, ancak kendi sözümden dolayı uğratıldım, dedi.
Akabinde o adamı
Peygamber'e götürdü. O kimse de Peygam-ber'e kansıyle halvet hâlinde bulduğu
adamı haber verdi. Âsım'm getirdiği bu adam çok san, az etli, düz ve sarkık
saçlı idi. Bu adamın, karısının yanında bulunduğunu iddia ettiği adam ise iri
vücûdlu, esmer ve çok etli bir kimse idi. Peygamber (S):
— "Ya Allah! (Bu mes'elenin hükmünü) bize
beyân et!" dedi.
Sonra o kadın,
kocasının kadınla beraber bulduğunu zikrettiği adama benzer bir çocuk dünyâya
getirdi. Peygamber bu karı-koca arasında la'netleşme yaptırmıştı. Bir adam
mecliste İbn Abbâs'a:
— Bu kadın,
Peygamber'in "Eğer ben bir kimseyi delilsiz recm etseydim, bunu recm
ederdim" buyurduğu kadın mıdır? (Yânî bu Uveymir'in karısı mıdır?) diye
sordu.
îbn Abbâs:
— Hayır (bu o
değildir). Bu, İslâm içinde kötü fiili açığa çıkarmakta olan (fakat bu,
kendisinde beyyine ile sabit olmayan, i'tirâf da etmeyen başka) bir kadın idi,
dedi.
Leys ibn Sa'd'ın
kâtibi olan Ebû Salih ile Abdullah ibn Yûsuf, bu hadîsteki "Hadlen"
kelimesini noktalı hâ'nın fethi ve dâl'in kesri ile "Hadilen"
şeklinde söylemişlerdir [83].
54-.......İbn
Cubeyr şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Umer'e, karısına zina isnad eden kimse
hakkındaki hükmü sordum. İbn Umer bana şöyle cevâb verdi: Peygamber (S) Aclân
oğullarından bir karı-koca arasında zina töhmetinden dolayı ayırmakla hükmetti.
Şöyle ki: Peygamber (la'netleşmeden önce):
— "Allah, ikinizden birinizin yalancı
olduğunu bilmektedir. Binâenaleyh ikinizden tevbe edecek var mı?" diye
sordu.
İkisi de tevbe
etmekten çekindiler. Peygamber yine:
— "Allah ikinizden birinin yalancı
olduğunu biliyor. Sizden tevbe edecek var mı?" diye sordu.
Onlar tevbe etmekten
çekindiler. Peygamber üçüncü defa:
— "Allah, ikinizden birinizin yalancı
olduğunu bilmektedir. Binâenaleyh ikinizden tevbe edecek var mı?"
buyurdu.
Onlar bu sefer de
tevbe etmekten çekindiler. Bunun üzerine Peygamber (S), la'netleşmelerinin
ardından bu karı-koca arasını ayırdı.
Eyyûb es-Sahtıyânî geçen
senedle şöyle demiştir: Amr ibn Dînâr bana: Bu hadîsin içinde birşey daha
vardır (ben onu Saîd ibn Cubeyr'-den işitip ezber etmiştim) ki, seni onu tahdîs
eder görmüyorum, dedi:
Saîd şunu da
söylemişti: La'netleşen erkek:
— Benim (bu kadına
vermiş olduğum) malım ne olacak? dedi. ."** Yine Saîd dedi ki: Ona:
— "O mal sana âid değildir. Eğer sen zina
isnadında doğru olsan bile sen o kadınla o mal mukaabilinde cima etmiştin
(böylece kadın onun hepsini hakk etmiş oldu). Eğer sen zina isnadında yalancı
isen, o mal senden daha uzaktır" denildi [84].
55- Bize Alî
ibn Abdillah el-Medenî tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle
dedi: Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Saîd ibn Cubeyr'den işittim, o şöyle
dedi: Ben İbn Umer'e la'netleşen kan-kocanın hükmünden (bunların arası ayrılır
mı diye) sordum. İbn Umer şöyle cevâb verdi: Peygamber (S) la'netleşecek karı
ile kocaya hitaben:
— "Sizin hesabınız Allah'a âiddir. (Kulun
bildiği şudur:) İkinizden biri yalanadır" buyurdu.
La'netleşmeden sonra
kocaya:
— "Artık bu kadın üzerinde senin
hâkimiyetine hiçbir yol kalmadı" buyurdu.
Koca:
— Benim malım
(verdiğim mehr bedeli ne olacak)? diye sordu. Peygamber:
— "O mal senin değildir. Çünkü sen kadına
zina isnadında doğru söylemiş olsan bile, o malı sen kadının fercini kendine
halâl kılmak mukaabilinde vermiş idin, (mal da kadının olmuş idi). Eğer ona
sen zina isnadında yalan söylemiş isen, mehr malını istemek senden daha
uzaktır" buyurdu.
Râvî Sufyân: Ben bu
hadîsi Amr ibn Dinar'dan işitip ezberledim, demiştir.
Eyyûb es-Sahtıyânî de
şöyle dedi: Ben Saîd ibn Cubeyr'den işittim, şöyle dedi: Ben İbn Umer'e:
— Kansıyle la'netleşmiş kimse (ayrılır mı)?
dedim.
İbn Umer iki
parmağıyle işaret etti... Sufyân ibn Uyeyne de iki parmağı: Sebbâbe parmağı ile
orta parmağı arasını ayırdı.
Peygamber de Aclân
oğulları'ndan karı-kocanın arasını ayırdı da:
— "Allah ikinizden birinizin yalancı
olduğunu bilmektedir. Sizden îevbe edecek var mı?" diye üç kerre sordu.
Buhârî'nin şeyhi Alî
ibn Abdillah el-Medînî şöyle dedi: Bana Sufyân: Ben bu hadîsi Amr ibn
Dinar'dan ve Eyyûb'dan sana haber verdiğim gibi ezberledim, demiştir [85]
56-.......Bize
Enes ibnu Iyâd, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den tahdîs etti ki, ona da Abdullah
ibn Umer (R): Rasûlullah (S), karısına zina isnâd eden bir adamla karısını
ayrı ayrı yemîn ettirerek, aralarını ayırdı, diye haber vermiştir.
57-.......Ubeydullah
el-Umeri (şöyle demiştir): Bana Nâfi' haber verdi ki, İbn Umer (R): Peygamber
(S) Ensâr'dan bir kan-koca arasında la'netleşme yaptırdı da, bunların arasını ayırdı,
demiştir [86].
58-.....
Bana Nâfi', İbn Umer'den tahdîs etti ki, Peygamber (S), bir adamla karısı
arasında la'netleşme yaptırmıştır. Adam kadından doğacak çocuğu reddetmiş,
bunun üzerine Peygamber, o karı-kocamn arasını ayırıp, çocuğu da kadının
nesebine katmıştır [87].
59-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'ın huzurunda la'netleşen iki kişi
zikrolundu. Âsim ibn Adiyy de bu konuda -öyle bir kimseyi derhâl öldüreceği
nev'inden- bir söz söyledi. Sonra ona karısıyle beraber bir adam bulduğunu
zikretti. Bunun üzerine
Âsim:
— Benim bu işle belâya
uğratılmam, başka değil, ancak kendi sözüm (yânı olmamış şeyi sormam)
yüzündendir, dedi.
Ve o akrabasını
Rasûlullah'a götürdü. O da Rasûlullah'a karısıyle bir adamı yalnız bulduğunu
haber verdi. Âsım'ın hısımı olan bu adam çok san, az etli, düz saçlı bir kimse
idi. Bunun karısının yanında bulduğu kişi ise esmer, kalın bacaklı, çok etli ve
saçları çok kıvırcık bir kimse idi. Rasûlullah (S):
— "Yâ Allah, beyân eyle!" dedi.
Sonunda kadın,
kocasının yanında bulduğunu zikrettiği adama benzer bir çocuk doğurdu. Âsım'ın
hısımı, karısını yabancı biriyle halvette bulduğunu zikretmesinin ardından,
Rasûlullah o kan-koca arasında la'netleşme yaptırdı.
Bir adam bu mecliste
İbn Abbâs'a:
— Bu kadın, Rasûlullah'ın "Eğer ben bir
kimseyi delîlsiz olarak recm eder olaydım, elbette bu kadım recm ederdim
" buyurduğu kadın mıdır? diye sordu.
İbn Abbâs:
— Hayır, bu îslâm
içinde fahişeliği açıktan yapan (fakat i'tirâf etmeyen, aleyhine bu hususta
beyyine de dikilemeyen) bir kadındı, demiştir [88].
60- Bize Amr
ibn Alî tahdîs etti. Bize Yahya ibn Saîd el-Kat*tân tahdîs etti. Bize Hişâm
tahdîs edip şöyle dedi: Bana babam Urve ibnu'z-Zubeyr, Âişe'den; o da
Peygamber(S)'den olmak üzere tahdîs etti.
61- Bize
Usmân ibn Ebî Şeybe tahdîs etti. Bize Abdetu, Hişâm'-dan; o da babasından; o da
Âişe(R)'den şöyle tahdîs etti: Rifâa el-Kurazî bir kadınla evlendi. Sonra da o
kadını boşadı. Kadın da başka biriyle evlendi ."Sonra bu kadın
Peygamber'e geldi de, kocasının kendisiyle cinsî münâsebet yapamadığını ve
kocasının erkeklik âletinin ancak elbise saçağı gibi gevşek olduğunu zikretti.
Peygamber (S) kadına:
— "Sen ikinci
kocanın balçığından tatmadıkça, kocan da senin balçığından tatmadıkça, sen ilk
kocana dönemezsin" buyurdu [89].
"Kadınlarınız
içinden artık âdetten kesilmiş olanlarla henüz âdetini görmemiş bulunanların
iddetlerinde, eğer şübhe ederseniz, onların iddeti üç aydır... " (et-Talâk:
4) [90]
Mucâhid "Eğer
şübhe ederseniz" kavlinin tefsiri hakkında: Eğer siz kadınların hayız
görmekte yâhud görmemekte olduklarını ve hayızdan kesilip oturmuş olanları ve
henüz hiç hayız görmemiş olanları(n hükümlerini) bilemezseniz, onların
iddetleri üç aydır, demiştir [91].
62-.......Abdurrahmân
ibn Hürmüz el-A'rec şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme Abdurrahmân ibn Avf haber
verdi. Ona da Ebû Sele-me'nin kızı Zeyneb, Peygamber'in zevcesi olan annesi
Ümmü Sele-me'den şöyle haber vermiştir: Eşlem kabilesinden Subey'a denilen bir
kadın (Mekke'den hicret etmesinin ardından Mekke'de vefat eden) kocası Sa'd ibn
Havle'nin nikâhı altında idi. Bu Sa'd vefat ettiği zaman, kadın gebe idi.
(Doğurunca) bu kadına Ebu's-Senâbîl ibnu Ba'-kek evlenmek üzere tâlib oldu.
Kadın onunla nikâh olmayı kabyl etmedi. Ebu's-Senâbîl (onun başka isteyenler
için) süslendiğini görünce:
— Vallahi sen iki
müddetin sonuncusunu (yânî dört ay on günü) iddet beklemedikçe, o kimse ile
evlenmen uygun olmaz, dedi.
Kadın doğurmasının
ardından on geceye yakın durdu. Sonra Pey-gamber'e gelip sordu. Peygamber (S)
ona:
— "Nikâh et" (Çünkü iddetin doğurmanla
bitmiştir) buyurdu.
63-.......
el-Leys, Yezîd ibn Ebî Habîb'den tahdîs etti ki, İbn
Şihâb ona şöyle
yazmıştır: Ubeydullah ibn Abdillah, ona babasından (yânî Abdullah ibn Utbe ibn
Mes'ûd'dan) haber vermiştir ki, o İbnu Erkam'a, Subey'a el-Eslemiyye'den
Peygamber'in ona fasıl fetva verdiğini sormasını yazmış. Sorulduğunda kadın:
— Peygamber (S) bana,
çocuğu doğurduğum zaman nikâh olmama fetva verdi, demiştir.
64-.......Bize
Mâlik, Hişâm ibn Urve'den; o da babasından; oda el-Mısver ibn Mahrame'den şöyle
tahdîs etti: Subey'a el-Eslemiyye, kocasının ölümünün ardından birkaç geceler
sonra çocuk doğurdu. Akabinde Peygamber(S)'e geldi ve ondan nikâh olmak üzere
izin istedi. Peygamber de ona izin verdi, o da nikâh oldu [93].
Ve İbrâhîm en-Nahaî,
iddeti içinde iken bir kadınla evlenip de kadın bu kocanın yanında üç hayız
görmüş bulunan kimse hakkında: Bu kadın evvelki kocasından kesin olarak boş
olmuştur ve kadın bu hayızları, birinci kocadan sonraki koca için hesâb edemez,
demiştir.
ez-Zuhrî ise: Kadın bu
üç hayzı birinci için olduğu gibi ikincisi için de iddet hesâb eder (ikisine
bir tek iddet
yeter), demiştir. Sufyân
es-Sevrî'ye ise Zuhrî'nin bu sözü daha sevgilidir.
Ebû Ubeyde Ma'mer
ibnu'l-Musennâ: Kadının hayzı yakın olduğu zamanda da, temizliği yakın olduğu
zamanda da "Akraati'l-Meretu" denilir
(yânî bu kelime iki
zıdd ma'nâda kullanılır). Ve kadın karnında bir çocuk toplamadığı zaman
"Mâ karaat bi- selân kattu = Onun döl yatağı asla birşey toplamadı" denilir,
demiştir [94].
"... Boşanan
kadınları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Meğer ki, apaçık bir
kötülük meydana
getirmiş olsunlar.
Bunlar Allah 'in sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa muhakkak ki,
kendisine yazık etmiş olur. Bilmezsin olur ki, Allah bunun ardından bir iş
peyda ediverir" (et-Talâk: 1);
"Boşanan o
kadınları, gücünüzün yettiği kadar, ikaamet ettiğiniz yerin bir kısmında oturtun.
Evleri başlarına dar
etmek (onları çıkmaya
mecbur kılmak) için kendilerine zarar yapmayın. Eğer onlar yüklü iseler
yüklerini koyuncaya kadar nafakalarını verin. Eğer (kendilerinden olan
evlâdlarınızı) sizin fâidenize emzirirlerse onlara ücretlerini verin. Aranızda
güzelce müşavere edin. Eğer güçlüğe uğrarsanız o hâlde çocuğu erkeğin hesabına
bir başka kadın emzirecektir. Genişliği olan, nafakayı genişliğine göre versin.
Rızkı kendisine daraltılmış bulunan fakır de nafakayı Allah'ın ona verdiğinden
versin. Allah hiçbir nefse, ona verdiğinden başkasını yüklemez. Allah, güçlüğün
arkasından kolaylık ihsan eder" (et-Talâk: 6-7) [95].
65-......Bize
İmâm Mâlik, Yahya ibn Saîd'den; o da el-Kaasım ibn Muhammmed'den ve Süleyman
ibn Yesâr'dan tahdîs etti. Yahya ibn Saîd el-Ensârî, el-Kaasım ibn Muhammed ile
Süleyman ibn Yesâr'dan işitmiştir ki, onlar şöyle zikrediyorlardı: Yahya ibn
Saîd ibni'l-Âs, Abdurrahmân ibnu'l-Hakem'in kızını (Amre'yi) kesin olarak boşadı.
Kadının babası Abdurrahmân, onu boşanmış olduğu evinden nakletti. Mü'minlerin
annesi Âişe bu nakletmeyi işitince, kadının amcası olan Mervân ibnu'l-Hakem'e
şu haberi gönderdi: -Mervân o zaman Muâviye'nin Medine üzerindeki vâlîsi
bulunuyordu- Ve:
— Yâ Mervân, Allah'tan
sakın ve o kadını boşanmış olduğu evine geri gönder, dedi.
Mervân da, Süleyman
ibn Yesâr'ın hadîsinde Âişe'ye cevâb olarak:
— Abdurrahmân
ibnu'l-Hakem bana galebe etti (onu nakledenlere mâni' olmaya muktedir
olamadım), demiştir.
el-Kaasım ibn Muhammed
de kendi hadîsinde şöyle dedi: Mervân da Âişe'ye cevâb vererek:
— Sana Fâtıma bintu Kays'ın işi ulaşmadı mı?
dedi. Âişe de Mervân'a:
— Fâtıma hadîsini zikretmemen sana zarar
vermez, dedi. Mervân ibnu'l-Hakem de Âişe'ye:
— Eğer senin yanında
bir şerr (gerekçesi) varsa (yânî eğer sence Fâtıma bintu Kays'ın çıkma sebebi,
kendisiyle kocasının hısımları arasında vâki' olan şerr ise) bu ikisi (yânî
Amre ile kocası Yahya ibn Saîd) arasındaki şerr de (Amre'nin intikaalinin
cevazı hususunda) sana yeterli bir sebebdir, dedi [96].
66-.......BizeŞu'be,
Abdurrahmânibnu'I-Kaasım'dan; o da babasından tahdîs etti ki, Âişe: Fâtıma
bintu Kays'ın nesi var? Söylediği söz hususunda Allah'tan sakınmaz mı?
demiştir ki, bununla Fâtıma'nın, kesin boşanmış kadın için: Süknâ ve nafaka
yoktur, sözünü kasdetmektedir.
67-.......Bize
Sufyân es-Sevrî, Abdurrahmân ibnu'l-Kaasim'dan;
o da babasından tahdîs
etti ki, Urvetu'bnu'z-Zubeyr, Âişe'ye hitaben:
— Hakem'in kızı
Fulâne'yi görmedin mi? Kocası onu kesin olarak boşadı da bunun üzerine o kadın
hemen kocasının evinden dışarı çıktı, dedi.
Âişe de:
— D kadın dışarıya
çıkmakla kötü bir iş yapmıştır, dedi. Bu sefer Urve, Âişe'ye:
— Sen Fâtıma bintu
Kays'ın (kendisine boşandığı evden dışarı çıkmasına izin verildiği hakkındaki)
sözünü işitmedin mi? diye kar*-şıhk verdi.
Bunun üzerine Âişe:
— Dikkat et! Şu
muhakkak ki, o hadîsin zikrinde Fâtıma lehine hiçbir hayır yoktur (Çünkü o
hüküm ona hâss idi), dedi.
İbnu Ebi'z-Zinâd,
Hişâm'dan; o da babası Urve'den olmak üzere şunu ziyâde etti: Urve: Âişe,
Fâtıma bintu Kays'ı şiddetli şekilde ayıpladı ve:
— Şübhesiz Fâtıma
vahşî, yânî kimsesiz bir mekânda idi de bulunduğu tarafta üzerine endîşe
duyuldu. İşte bunun için Peygamber (S) ona, taşınmasına ruhsat verdi, demiştir [97].
68-.......Bize
îbnu Cureyc, İbn Şihâb'dan; o da Urve'den haber verdi ki, Âişe (R): Bu (kesin
boşanmış kadın için nafaka ve süknâ yoktur) görüşünü, Fâtıma bintu Kays'a karşı
redd ve inkâr etmiştir [98].
69-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -Veda Haccı'nin sonunda Mekke'den ayrılmak
istediği zaman Safiyye bintu Hu-yey'i çadırının kapısı önünde hüzünlü bir hâlde
gördü de ona:
— "Ey vuduna akr isabet edesi -yâhud:
Boğazı ağrıyasıca- kadın! Çünkü sen (hayızınla) muhakkak bizleri yolumuzdan
alıkoyu-cusunl Sen nahr günü farz, olan ifâde tavafını yaptın mı?"
buyurdu.
Safiyye:
— Evet yaptım, dedi. Rasûlullah:
— "O takdirde (Veda tavafı yapmamakta)
be's yoktur, haydi sen de yollan!" buyurdu [99].
''Kocaları bu bekleme
müddeti içinde barışmak isterlerse, onları geri almaya (herkesten) çok
haklıdırlar. Erkeklerin meşru* surette kadınlar üzerindeki hakları
gibi, kadınların da
onlar üzerinde hakları vardır..." (el-Bakara: 228).
Ve erkek, kadını bir
yâhud iki talâkla boşadığında, kadına tekrar dönmeyi nasıl yapar? [100]
70-.......Bize
Yûnus tahdîs etti ki, el-Hasen el-Basrî: Ma'kıl ibn Yesâr, kızkardeşini bir
adamla evlendirdi de, akabinde bu adam onun kızkardeşini bir talâkla boşadı,
demiştir [101].
71-.......Bize
el-Hasen şöyle tahdîs etti: Ma'kıl ibn Yesâr'in kız kardeşi bir adamın nikâhı
altında idi. Kocası onu boşadı. Sonra da kadından iddeti tamâm oluncaya kadar
ayrı kaldı. Sonra da onu kardeşi Ma'kü'dan tekrar istedi. Ma'kıl da boşayıp
tekrar istemesinden dolayı arlanarak kızdı, sonra ona:
— Kardeşimden uzak
dur! dedi.
Hâlbuki kocası iddeti
içinde iken ona dönmeye muktedir idi. Sonra adam Ma'kıl'dan onu tekrar istedi.
Ma'kıl da adam ile kadın arasına engel oldu. Bunun üzerine Yüce Allah:
"Kadınları boşadımz da iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru ' bir
surette anlaştıkları takdirde artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine
engel olmayın..."
(d-Bakara: 232)
âyetini indirdi. Akabinde Rasûlullah, Ma'kıFı çağırdı da ona karşı bu âyeti
okudu. Bunun üzerine Ma'kıl hamiyyeti, kızgınlığı bıraktı ve Allah'ın emrine
boyun eğdi [102].
72-.......Bize
el-Leys, Nâfi'den şöyle tahdîs etti: Umer ibnu'l- Hattâb'ın oğlu (R), hayız
hâlinde iken karısını bir boşama ile boşadı. Rasûlullah (S) .ona karısına
dönmesini, sonra kadın temiz oluncaya kadar onu tutmasını, sonra kendisinin
yanında kadının diğer bir hayız daha görmesini, sonra bu hayızdan da
temizleninceye kadar kadına yine mühlet vermesini, eğer kadını boşamak
isterse, onunla cinsî münâsebet yapmaksızın üçüncü defa temizlendiği zaman onu
boşamasını emretti ve:
— "İşte bu temizlik haleti, Allah'ın,
kadınların içinde boşanmalarını emrettiği iddettir" buyurdu.
Râvî dedi ki: Abdullah
ibn Umer, üç defa boşayacak kimsenin hükmü sorulduğunda, soranlardan herbirine:
— Eğer üç defa boşamış
isen, artık o kadın senden başka bir koca ile evleninceye kadar sana haram
olmuştur, der idi.
Kuteybe'den başkası bu
hadîste şunu ziyâde etti: el-Leys ibn Sa'd'-dan; o şöyle dedi: Bana Nâfi'
tahdîs etti ki, İbn Umer:
— Eğer bir kerre yâhud
iki kerre boşamış olaydın elbette kadına dönme hakkın vardı. Çünkü Peygamber
(S) bana bununla (yânî kadına dönmekle) emretti, demişti [103].
73-.......Bize
Muhammed ibn Şîrîn tahdîs etti. Bana Yûnus ibn Yezîd tahdîs edip şöyle dedi:
Ben tbn Umer'e (karısını hayızlı iken boşayan kimsenin hükmünü) sordum da o
(gâib sîgasıyle cevâb vererek):
— İbn Umer de karısını
hayızlı iken boşadı. Akabinde Umer bunu Peygamber'e sordu. Peygamber (S) ona,
oğlunun kadına dönmesini, sonra kadını iddetinin bitmesinin önünde (temizken
cima yapmadan) boşamasını emretti, dedi.
Râvî Yûnus ibn Cubeyr
dedi ki: Ben İbn Umer'e:
— Sen bu boşamanı bir
boşama sayıyor muydun? diye sordum. İbn Umer:
— Bana haber ver: Eğer İbn Umer âciz olmuş ve
ahmaklık etmişse (onu bir talâk olmaktan ne men' eder)? diye cevâb verdi [104].
Ve ez-Zuhrî: Ben
kocası ölmüş olup bulûğa ulaşmamış genç kadının da güzel kokuya yaklaşmasını
uygungörmem. Çünkü onun üzerine de bâliğa gibi iddet bekleme vardır, demiştir.
74-.......Ebû
Seleme'nin kızı Zeyneb şu üç hadîsi haber verip şöyle demiştir: Ben, babası Ebû
Sufyân ibn Harb vefat ettiği zaman Peygamber'in zevcesi Ümmü Habîbe'nin yanına
girmiştim. Derken Ümmü Habîbe içinde sarı renk de bulunan "halûk"
adındaki güzel kokulu karışık süslenme boyasını yâhud da diğer bir süslenme boyasını
istedi. Akabinde bu boyadan (eline sürdüğü boyayı azaltmak için) bir kıza
sürdükten sonra kendi iki yanağının safhalarına (ve kollarına) sürdü. Sonra
şöyle dedi:
— Vallahi benim böyle
koku ve boya ile süslenmeye hiç ihtiyâcım yoktur. Şu var ki, ben Rasûlullah(S)'tan
minber üzerinde şöyle buyururken işittim: "AHah'a ve son güne îmân eden
bir kadının kocasından başka bir ölü için yası, üç günden fazla sürdürüp
süslenmeyi terketmesi halâl olmaz. Lâkin
kadın kocasının ölümü üzerine dört ay on gün hüzünlü olup, zîneî ve
süsünü bırakır."
Zeyneb şöyle dedi:
Sonra bir kerre de ben erkek kardeşi vefat ettiği zaman Zeyneb bintu Cahş'ın
yanına girmiştim. O da bir koku isteyip bundan kendisine sürdü. Sonra şöyle
dedi:
— Dikkat edin! Vallahi
benim koku sürünmeye hiçbir ihtiyâcım yoktur. Şu kadar ki, ben Rasûlullah'tan
minber üzerinde şöyle buyururken işittim: "Allah'a ve son güne îmân eden
bir kadının, kocasından başka bir ölü için üç günden fazla matem tutup zînet
ve süsünü terketmesi halâl olmaz. Lâkin kadın kocasının ölümü üzerine dört ay
on gün hüzünlü kalıp zînet ve süsünü bırakır",
Zeyneb şöyle dedi: Ben
annem Ümmü Seleme'den şöyle derken işittim: Bir kadın Rasûlullah'a gelip:
— Yâ Rasûlallah!
Kızımın kocası vefat etti. Şimdi de gözleri rahatsız oldu. Bu durumda ben
kızımın gözlerine sürme çekeyim mi? diye sordu.
Rasûlullah (S):
— "Hayır!" buyurdu.
Kadın iki yâhud üç
defa bu isteğini tekrarladı. Rasûlullah da bunların hepsinde
"Hayır!" diyordu. Sonra Rasûlullah:
— "Kocası ölen kadının iddeti dört ay on
gündür. Câhiliyet zamanında sizden biriniz (bir sene beklerdi de) senenin
başına geldiğinde bir deve tezeği atardı (ve böylece matemden çıkardı)"
buyurdu.
Zeyneb'in râvîsi
Humeyd dedi ki: Ben Zeyneb'e:
— Bu, "Senenin
başında deve tersi atardı" sözünden maksad nedir? diye sordum.
Zeyneb şöyle cevâb
verdi:
— Câhiliye devrinde
kadın kocası Öldüğü zaman, evinin en küçük ve en hakir bir odasına (karanlık
bir köşesine) girer ve en kötü elbiselerini giyerdi de, artık bir sene
geçinceye kadar hiçbir koku sürünmez, hiçbir tuvalet ve temizlik yapmazdı.
(Böyle ağır bir hapis hayâtını tamamladıktan) sonra kadının yanma merkeb yâhud
koyun yâhud kuş nev'inden bir hayvan getirilirdi de kadın (efsûnlanır gibi) o
hayvanı kendi vücûduna sürterdi. Kadının böyle vücûduna sürte süite ezdiği
hayvan artık yaşayamaz ölürdü. Sonra kadın o çirkin hapis odasından çıkardı. Bu
defa kadının eline bir deve tersi verilirdi, o da bunu fırlatır atardı. Bu
merasimden sonra artık kadın temizlenir, yıkanır ve istediği gibi süslenerek
ortaya çıkar da evlenme teklif edecek isteyicilerine görünebilir, kendini
onlara arzederdi.
İmâm Mâlik'e -Allah
ona rahmet eylesin- "Tataddu bihi" ne demektir? diye soruldu. İmâm
Mâlik: Kadın onu cildine sürer demektir, diye cevâb verdi [105].
75-.......Bize
Humeyd ibnu Nâfi', Ümmü Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o da annesinden olmak üzere
şöyle tahdîs etti: Kocası ölen bir kadının yakınları, bu kadının gözlerinin
ağrımasından endîşe ettiler de Rasûlullah'a geldiler ve kadının gözlerine
sürme çekmek hususunda O'ndan izin istediler. Bunun üzerine Rasûlullah (S-
izin vermeyip) şöyle buyurdu:
— "Gözüne sürme çekme! Câhiiiyet zamanında
sizden herhangi biriniz (kocası öldüğünde) en kötü elbiseleri içinde -yâhud:
Evinin en kötü yerinde- (bir sene) beklerdi. Bir sene tamâm olup da yanından
bir köpek geçtiği zaman bir deve tezeği atardı (ve bu suretle id-detinden
çıkardı). Şimdi sen dört ay on gün geçinceye kadar sakın gözüne sürme
çekme!"
Humeyd geçen senedle
şöyle dedi: Ben Ümmü Seleme'nin kızı Zeyneb'den işittim, o ÜmmüHabîbe'den şöyle
tahdîs ediyordu: Peygamber (S):
— "Allah'a ve son güne îmân eder müslim
bir kadına, kocasından başka bir ölü üzerine üç günden fazla matem tutup zînet
ve süsünü terketmesi halâl olmaz. Kocasının ölümü üzerine dört ay on gün
süslenmeyi terkeder" buyurdu [106]
76-.......Bize
Seleme ibn Alkame, Muhammed ibn Sîrîn'den tahdîs etti ki Ümmü Atıyye: Bizler,
kocanın ölümü sebebiyle olmak müstesna, bir ölü için üç günden çok süslenmeyi
terketmemizden nehyo-lunduk, demiştir.
77-.......Ümmü
Atıyye (R) şöyle demiştir: Biz herhangi bir ölü üzerine üç günden fazla zînet
ve süslenmeyi terketmemizden nehyo-lunurduk. Ancak kocanın ölümü üzerine dört
ay on gün zînet ve süslenmeyi terkederdik. Bizler bu süre içinde gözlerimize
sürme çekmekten, güzel koku sürünmekten ve Yemen'in asb elbisesi müstesna, süs
için boyanmış elbise giymekten de nehyolunurduk. Fakat bizlere temizlenme
sırasında, bizlerden biri hayzından yıkanmak istediğinde Azfâr kustundan bir
parça kullanmamıza ruhsat verilmiştir. Biz kadınlar cenaze ardından gitmekten
de nehyolunurduk.
Ebû Abdillah el-Buhârî:
Kaaf ile "el-Kust" ve kef iIe"el-Küst", yine kef ve kaaf
harfleriyle olan "el-Kâfûr" ve "el-Kaafûr" gibidir;
"Nübzetun" da "Kıt'atun" ma'nâsınadır, dedi [107].
78-.......Ümmü
Atıvye (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Allah 'a ve son güne îmân eder
bir kadına kocasından başka bir 'ölü üzerine üç günden fazla zînet ve
süslenmeyi lerketmesi halâl olmaz. Şübhesiz o kadın bu süre içinde gözüne sürme
de çekmez, süs için boyanmış elbise de giymez, ancak Yemen'in asb denilen
çizgili kumaşını giyebilir" buyurdu.
(Buhârî'nin şeyhi olan
Muhammed ibn Abdillah ibni'l-Müsennâ) el-Ensârî söyle dedi: Bize Hişâm tahdîs
etti. Bize Hafsa bintu Şîrîn tahdîs etti. Bize Ümmü Atıyye şöyle tahdîs etti:
Peygamber (S) -geçen şeyleri- nehyetti ve:
— "O kadın güzel
koku da sürünmez. Ancak hayızdan temizlendiği sıralarda bir parçacık kustyâhud
tırnak kustu buhuru sürebilir" buyurdu.
Ebû Abdillah
el-Buhârî: "el-Kust" ve "el-Küst", "el-Kâfûr" ve
"el-Kaafûr" gibidir, dedi [108].
"İçinizden-ölenlerin
geride bıraktıkları zevceler, kendi kendilerine dört ay on gün beklerler. İşte
bu müddeti bitirdikleri zaman artık onların kendileri hakkında meşru' veçhile
yaptıkları şeyden dolayı size günâh yoktur. Allah ne işlerseniz hakkıyle
haberdârdır" (el-Bakara: 234).
79-.......Bize
Şibl ibn Ubâde, İbn Ebî Necîh'ten tahdîs etti ki, Mucâhid ibn Cebr
"İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları zevceler... "
(ei-Bakara:234) âyetinin tefsiri hakkında şöyle demiştir:
— Bu iddet (yânı
burada zikredilen dört ay on gün bekleme) kadının kocasının ev halkı yanında
beklemesi vâcib bir iş idi. Yüce Allah bundan sonra şunu indirdi: "Sizden
zevcelerini bırakıp ölecek , olanlar, eşlerinin kendi evlerinden çıkanlmayarak
yılına kadar fâi-delenmesini vasiyet etsinler. Bunun üzerine onlar
kendiliklerinden çı-
karlarsa, artık
onların bizzat yaptıkları meşru' işlerden dolayı size Sorumluluk yoktur...
" (el-Bakara:240).
Mucâhid dedi ki: Allah
bu ikinci âyette senenin tamâmını yedi ay yirmi gün olarak kadın için kocası
tarafından bir vasiyet yaptı. Eğer kadın isterse, kocasının kendisi için
yaptığı vasiyetinde oturur, isterse dört ay on günün sonunda çıkar gider. Ve
bu, Yüce Allah'ın ' 'Evlerinden çıkanlmayarak... eğer çıkarlarsa size günâh
yoktur '' kavlidir. Bununla bu (yedi ay yirmi günlük) iddet dahî olduğu gibi
kadın üzerine vâcibdir. Bu sözü râvî İbnu Ebî Necîh, Mucâhid'den olmak üzere
söylemiştir [109].
Atâ ibn Ebî Rebâh da
İbn Abbâs'ın şöyle dediğini söyledi: Bu birinci âyet, (ikinci âyette
zikredilen) kadının ailesi yanındaki iddeti-ni neshetti. Artık kadın istediği
yerde iddetini bekler (çünkü süknâ iddete tâbi'dir. Bir yıllık iddet dört ay on
gün ile neshedilince, süknâ da, yânı kocasının evinde oturma da
neshedilmiştir). Ve bunun gibi Yüce Allah'ın "Çıkarılmaksızın..."
kavli de neshedilmiştir.
Ve yine Atâ şöyle
dedi: Kocası ölen kadın isterse kendi (kocasının) ailesi yanında iddet bekler
ve kendisi hakkında yapılmış vasiyette oturur, isterse Yüce Allah'ın
"Kadınların kendi nefisleri hakkında yaptıkları meşru* işlerde size günâh
yoktur" kavlinden dolayı, çıkar giderler.
Atâ dedi ki: Sonra
mîrâs âyeti geldi ve süknâyı, yânî koca evinde oturma vücûbunu neshetti. Artık
kadın istediği yerde iddet bekler ve ona süknâ da yoktur [110].
80-.......Bana
Humeyd ibnu Nâfi', Ümmü Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o da Ebû Sufyân'ın kızı
Ümmü Habîbe'den olmak üzere şöyle tahdîs etti: Ümmü Habîbe, babasının ölüm
haberi gelince, (üçüncü günü içinde) bir koku istedi, bunu iki koluna sürdü ve
şöyle dedi:
— Benim güzel koku
sürünmeye hiç ihtiyâcım yoktur. Şu var ki, ben Peygamber(S)'den şöyle
buyururken işitmişimdir: "Allah'a ve son güne îmân eder hiçbir kadına,
kocasından başka bir ölü üzerine üç günden fazla kokulanma ve süslenmeyi
terketmesi halâl olmaz. Kadın ancak kocasının ölümü üzerine dört ay on gün
zîneti bırakır'' [111].
el-Hasenu'1-Basrî: Bir
kimse, kendisine haram kılınmış olan bir kadınla onun haram olduğunu bilmeyerek
evlendiği zaman, bu çiftin arası ayrılır ve kadına sâdece aldığı mehr vardır, ondan başka birşey
yoktur, demiştir.
Hasen Basrî:
Bundan sonra o kadına
mehri vardır (yânî mislinin mehri vardır), demiştir [112].
81-.......İbn
Mes'ûd (R): Peygamber (S) köpek bedelinden, kâhin ücretinden ve zina ücretinden
nehyetti, demiştir [113].
82-.......Bize
Avn ibnu Ebî Cuheyfe tahdîs etti ki, babası Ebû Cuheyfe (R) şöyle demiştir:
Peygamber (S) döğme yapıcıya, kendine döğme yaptırana, ribâ yiyicisine ve ribâ
yedirene la'net etti. Köpek bedelinden, zina kazancından nehyetti ve suret
yapıcılara da la'net etti.
83-.......BizeŞu'be,
Muhammed ibn Cuhâde'den; o da Ebû Hâzım'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs
etti ki, Peygamber (S) cariyelerin zina karşılığı olan kazancından
nehyetmiştir [114].
84-.......Saîd
ibn Cubeyr şöyle demiştir: Ben İbn Umer'e, karısına zina isnâd eden kimse
hakkındaki hükmü sordum. îbn Umer şöyle dedi: Peygamber (S) Aclân oğullarından
bir karı-koca arasında zina töhmetinden dolayı ayırma yaptı. Şöyle ki:
Peygamber la'netleşme-den önce:
— "Allah biliyor ki, ikinizden biriniz
yalancıdır, sizlerden tevbe edecek var mı?" dedi.
Onlar tevbe etmekten
çekindiler. Peygamber yine:
— "İkinizden birinizin yalana olduğunu
Allah bilmektedir, sizden tevbe edecek var mı?" diye sordu.
Onlar yine tevbeden
çekindiler. Bunun üzerine la'netleşmedenı sonra aralarını ayırdı.
Râvî Eyyûb şöyle dedi:
Amr ibn Dînâr bana: Bu hadîste birşey vardır, ben seni onu tahdîs ederken
görmüyorum, dedi. O da şöyle dedi: O adam:
— Benim kadındaki mehrim, malım var? dedi.
Peygamber (S):
— "Senin malın yoktur. Eğer iddianda doğru
söyleyici isen, kadına onun mukaabilinde zifaf ettin. Yok eğer yalancı isen, o
mal senden daha uzaktır" buyurdu [115].
Çünkü Yüce Allah'ın şu
kavilleri vardır: "Kendileriyle temas etmediğiniz yâhud kendilerine bir mehr
ta 'yîn eylemediğiniz kadınları boşamışsanız, (bunda) üzerinize vebal yoktur.
Onları -zengin olanınız kudretince, darda bulunanınız da hâlince olmak üzerema 'rûf
bir fâide ile fâidelendiriniz. Bu, iyilik etmek şiarında bulunanların üzerine
bir borçtur. Eğer siz onları kendilerine temas etmeden önce boşar, (fakat daha
evvelden) onlara bir mehr ta'yîn etmiş bulunursanız, o hâlde ta 'yîn ettiğiniz
o mehrin yarısı onlarındır. Meğer kiy kendileri vazgeçmiş olsunlar. (Ey erkekler!)
Sizin bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın.
Şübhesiz Allah, ne yaparsanız hakkıyle görücüdür" (el-Bakara: 236-237);
"Boşanan
kadınların da meşru* surette fâidelenmeleri haklarıdır ki, bu, Allah'tan
korkanlar için bir vazifedir.
İşte Allah akıllarınız
ersin diye size âyetlerini böylece açıklar" (el-Bakara: 241-242) [116].
Peygamber (S)
la'netleşmede koca, kadını boşadığı zaman, kadını için herhangibir
fâidelendirme zikretmemistir[117].
85-.......Bize
Sufyân ibnUyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da Saîd ibn Cubeyr'den; o da ibn
Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S), karı ile kocaya hitaben:
— "Hesabınız Allah'a âiddir. İkinizden
biriniz yalancıdır" (Ve la*netleşmeden sonra, kocaya:) "Senin kadın
üzerine hâkimiyetine hiçbir hukuk yolu kalmamıştır (yânî kadın üzerine senin
alâkan ve kocalık hakkın kalmamıştır, aynlmışsınızdır)" buyurdu.
Bunun üzerine koca:
— Yâ Rasûlallah! Benim
mehr olarak verdiğim malım ne olacak? diye sordu.
Rasûlullah:
— "O mal sana âid değildir. Çünkü sen
kadına zina isnadında doğru söylemiş olsan bile, o malt sen kadının /ercini
kendine halâl kılman mukaabilinde vermiştin (ve kadımn olmuştu). Eğersen ona
zina isnadında yalan söylemiş isen, mehr malını istemek sana daha uzaktır, senin
için ondan ayrılman daha da uzak olmuştur" buyurdu [118].
[1] Talâk, lügatte herhangi bağlı bir şeyin bağım çözmek
ma'nâsmadır.
islâm hukukunda Talâk,
Tatltk ma'nâsında bir isimdir. Tattık de nikâh bağını çözüp salıvermektir ki,
dilimizde boşamak ve boşanmak ta'bîr olunur. İslâm şerîati zaruret zamanında
talâkı hukukî bir çâre olarak kabul etmiş ve bu hakkı kocanın eline vermiştir.
Kan-koca arasındaki düşmanlık mahzurunun çözümlenmesi çârelerinden birisi olmak
hikmetiyle kullanılacaktır. O hâlde kadının bunda doğrudan doğruya bir tercîh
hakkı yoktur. Meğer ki, dilediği zaman kadın kendisini boşamakta muhtar
olduğuna dâir nikâh zamanında veya sonra erkek tarafından bir tefvîz yapılmış
olsun. Bu olmadığı surette, kadın ancak hul' ile kendisini kurtarmak için
müracaat edebilir (el-Bakara: 229)... Burada talâk ile nikâhı fesh, tamâmiyle
birbirinden farklıdır. Talâk, aile kurumunu teennî ile karı-kocanın kendi
elleriyle düzeltici bir sistemdir. Fesih ise mahkemelerde herkes huzurunda
da'vâlaşmak suretiyle tutulan kesin ayırıcı bir yoldur. Bu i'tibâr ile Talâk,
geçimsiz bir aile kadınına karşı bir tenbîh ve hatırlatma mahiyetindedir. Bu
ihtardan sonra koca tarafından iddet içinde kadına müracaat edip aile
dirliğinin eski hâline döndürülmesi emrolunuyor. Kadın, iki kerre tekrar edilen
bu İhtarlardan uyanmadığı takdirde, münâsebetin kesilmesi demek olan "Bâin
talâk" gerçekleşiyor. Rıc'îolan talâkta, talâk ile kadın, kocasından bütün
bütün ve derhâl ayrılmış değildir. Üç hayzın veya üç ayın sonuna kadar aile
geçimsizliği giderilebilir. Bunun için bu arada erkeğin ailesinden bir hakem,
kadının ailesinden de bir hakem ta'yîn edilip barıştırma çalışmaları yapılması
da emredilmiştir (en-Nisâ: 35).
[2] Buhârî burada âyetteki "tddeti sayınız"
sözünün ma'nâsım açıkladıktan sonra, Talâk'ın sünnî olanını ta'rîf etmiştir.
Bunun zıddı da bıd'î olan talâktır.
[3] Başlıktaki âyet ile bu hadîsin ma'nâlanna göre sünnete
uygun, yânî müstahsen olan talâk, kadının ay başında kirlendiği zaman değil,
temiz iken ve kendisiyle cinsî münâsebet yapılmadan verilen talâktır.
Binâenaleyh kadın hayız içinde hasta hâlde iken yâhud temiz hâlinde olan kadına
cinsî yaklaşma yapıp da boşamak haramdır. Buna şeriat örfünde Bıd'î talâk denir
ki, büyük günâhlardan sayılır.
"Size
nefislerinizden kendilerine ısınastmz diye zevceler yaratmış olması, aranızda
bir sevgi, bir merhamet yapması da onun âyetlerindendir..." (er-Rûm: 21)
âyeti gereğince aile kurumu içinde Allah'ın yarattığı sevgi, kadının temiz hâlinde
tam ve arızasız bulunur. Âİle kurumu çiftler arasındaki sevgi ve saygıya
dayandıkça gayet sağlamdır. Ufak tefek saygısızlıklarla bu metin bina sarsılmaz.
Fakat ailenin kurucuları arasındaki sevgi giderse, dayanaksız kalan bina
yıkılır ki, bu bir tabiî talâktır. Her iki tarafın kendilerine yeni birer yuva
kurabilmeleri için İslâm hukuku o tabiî talâkı şer'î bir talâk kabul ederek
şekil vermiştir.
Buhârî başlıktaki
âyetin sonunda sünnî talâkın ta'rîfini "Temizlik hâlinde ve cinsî
münâsebette bulunmaksızın iki şâhıd dikerek verdiği talâktır" şeklinde yapmıştır.^Bununla
"Sünnî" ta'bîri, farz mukaabili olan sünnete mensûb demek olmayıp,
bid'at mukaabili olduğuna işaret etmişti ki, müstahsen demektir. Talâk
haddizatında çirkin bir iş olmakla beraber, bunun nevi'leri arasında bu hadîste
emredilen şekline "Sünnî talâk" deniliyor ki, güzel ve meşru' talâk
demek oluyor.
Nikâh ile kurulmuş olan
aile yuvasının çeşitli sebebler yüzünden devamı imkansızlaşır, bir ıztırab ve
huzursuzluk hâlini alırsa, kan-kocayı bu ıztırâbdan kurtarıp, taraflara yeni
bir aile kurma fırsatı tanıma çâresi olarak talâk müessesi meşru kılınmıştır.
Boşama ve boşanma hukuku ile İlgili bâzı Kur'ân âyetleri, Mushaf tertîbi-ne göre şunlardır: el-Bakara: 228-232, en-Nisâ: 35,130,el-Ahzâb: 49,et-Talâk; 1-7, et-Tahrîm: 5. Bunların çoğu daha sonraki başlıklarda ve hadîslerde gelecektir.
[4] Bu Abdullah ibn Umer hadîsi, rivayet yollarının
çokluğu ile meşhurdur. Metinde Peygamber'in Umer'e: "Oğlun Abdullah'a
emret de âdetini görmekte iken boşadığı karısına müracaat etsin" emrini,
İmâm Mâlik vucûba hamletmiş, kişinin âdet içinde boşadığı karısına müracaat
etmesi cebrolunur, demiştir. Diğer müctehidler bu emri mendûb kabul edip, o
kişiye karısına dönmesi emrolunur,< cebrolunmaz demişlerdir. Hayız hâlinde
talâk haramdır, fakat mu'teberdir, vâ-ki'dir. Zâhirîler'e göre vâki' değildir.
İmâm Ebû Hanîfe "Kişi karısını hayız hâlinde boşarsa günâh işlemiş olur.
Bu cihetle derhâl müracaat edip aile dirliğini düzeltmek îcâb eder. Bu
müracaatı yapmaz da İddet müddeti mürâcaatsız geçerse, kadın bir talâk ile boş
olur" demiştir.
İddet, nikâhın
zevalinden sonra kadının muayyen bir zaman için bekleme-sidir.
"Hayız hâlinde
talâk haram ve günâh olmakla beraber mu'teberdir" hükmünde birçok
âlimlerin görüş birliği vardır, buna yalnız Zahirîler, Haricîler ve Râfızîler muhalefet
etmişlerdir.
[5] Sarihler başlığın birinci kısmını da parantez içinde
yazıldığı gibi, bir suâl şeklinde takdîr etmişler ve ikinci soru cümlesini ona
atfetmişlerdir. Başlık bu takdîr ile daha iyi anlaşılmıştır. Başlığın ilk
kısmının cevâbı olumludur, yânî talâk müessesesi meşrû'dur. Çünkü Yüce Allah
nikâhı meşru' kıldığı gibi, talâkı da meşru' kılmıştır: Nitekim Yüce Allah
"Boşama iki defadır..." (el-Bakara: 229), "Ey Peygamber,
kadınları boşayacağınız vakit iddetlerine doğru boşayın... " (et-Talâk: 1)
buyurmuştur. Amma Ebû Davud'un Sünen'mde sahîh bir senedle rivayet edilmiş
olan "Allah'a talâktan daha sevimsiz hiçbirşey yoktur" hadîsine
gelince, bu sebebsiz olarak vâki' olduğu zamanki talâka hamledilmiştir
(Kastallânî). Başlığın ikinci kısmındaki sorunun cevâbı da gelecek hadîsteki
Peygamber'in fiili ile olumlu olarak cevablandirümıştır,
[6] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ailene katıl"
sözünden alınır.Çünkü bu söz, talâktan kinayedir. Peygamber (S) o kadına bu
sözle karşılık vermiştir. Bu da gerekçesi olduğu takdîrde nikahladığı karısını
böyle bir sözle karşılayıp boşamasının cevazına delâlet etmiştir... (Aynî).
[7] Buhârî bununla hadîsin diğer bir yoldan gelişini
göstermiştir.
[8] Râvî burada o kadını dedesine nisbetle söyledi.
Hâlbuki yukarıda geçtiği üzere, onun babasının adı en-Nu'mân'dır.
[9] Bu hadîslerin Talâk kitâbı'nda gösterilmesinin sebebi
"Ailenin yanına git", "Yâ Useyd! Bu kadını ailesinin evine
götür" emirlerinin kinaye suretiyle talâk olmasıdır.
Umeyme, Cevn
oğulları'ndan Nu'mân ibn-Şerâhîl'in kızıdır. Cevn oğulları, İbn Esîr'in
beyânına göre, Ezd soyundan bir kabiledir. Cevn oğulları, Kinde Emîrleri'nden
idi. Rivayete göre Kinde Emîrİ, Peygamber'le hısımlık kurmak için dul kızı
Umeyme'yi Peygamber'e arzetti, O da kabul etti. tbn Sa'd'm Hi-şâm'dan
rivayetine göre, Umeyme'nin nikâhı kıyılıp kesinlik kazanınca, Peygamber'in
kadınlarından Âişe ile Hafsa kıskanmışlar, Umeyme'nin yanma giderek, onun
başını tarayıp kınalamışlardı. Sonra Âişe, Umeyme'ye: Peygamber yanma
girdiğinde "Senden Allah'a sığınırım!" dersen bu sözden memnun olur,
diye böyle söylemesini tenbîh etti. O da böyle söyledi. Peygamber de aile
nizâmı üzerinde müessir olmamak için Umeyme'nin babası yanma götürülmesini
emretti.
Kinayeli lafızlar talâk
lafzı gibi sarîh olmadığından, bununla talâka hüküm vermek çok zordur.
Mütekellimin niyeti ile haricî ve zahirî karinelere ihtiyâç vardır. Talâkta
kinaye "Talâktan başka ma'nâya delâlet eden ve mütekellimin maksadı bu iki
ma'nâ içinde gizli bulunan lafızdır" diye ta'rîf edilir. Hadîsteki
"Ailenin yanına git" sözü, talâk kasdıyle söylendiği ve talâk ifâde
ettiği gibi, kadının aile ziyaretine gitmesine müsâade ma'nâsına da delâlet
eder. Bu cihetle kinayeli lafızlarla verilen talâklarda mütekellimin niyetine
ve zahir hâline i'ti-bâr olunur. Talâka niyet etmiş olmasıyle diyâneten talâk
vâki' olur. Fakat kazaen, yânı hukuken vâki' olmaz. Meğer ki koca, talâka
niyet ettiğim ortaya koyup i'tirâf eylemiş, zahirî ve haricî hâller de talâk
kasdıyle söylendiğine delâlet etmiş bulunsun. Nasıl ki Umeyme hadîsinde
"Senden Allah'a sığınırım" demesi üzerine Peygamber'in ona: "Sen
Büyük Allah'a sığındın" dedikten sonra, "Ailenin yanına git"
buyurması, bu muhavere delaletiyle Peygamber'in talâka niyet etmiş olmasıyle
talâk hükmünü ifâde ediyor.
[10] Buhârî burada aynı hadîsin başka bir geliş yolunu
vermiştir.
[11] Bu İbn Umer hadîsinin burada tekrar getirilmesi, İbn
Umer'in karısını, bir muhalefet sırasında boşamakla karşılamış olmasından
dolayıdır, denildi.
[12] Şârİh İbn Hacer ile Aynî, Buhârî'nin bu başlık ile
selef dediğimiz sahâbî, tabiî ve etbâu't-tâbiî âlimlerinden bir kısmının bir
arada verilen üç talâkın üçünün birden vukuunu caiz görmeyenlerin mezhebine
işaret ettiğini bildirmişlerdir. Buna göre pek kısa olan bu unvan ile Buhârî
şöyle demek istiyor: Karısını bir defada ve bir sözle "Üç kerre
boşsun!" diyerek boşayan kimsenin bu talâkını selef âlimlerinden caiz
görenler ve üç talâk vâki' olur diyenler olduğu gibi, caiz görmeyenler ve
yalnız bir talâk vâki' olur içtihadında bulunanlar da vardır.
Buhârî başlıkta cumhurun
görüşünü almış, bunu da "Boşama iki defadır..." âyetine
dayandırmıştır. Bu âyetle istidlal şekline gelince: "Talâk iki
defadır" sözünün zahirinden istifâde edilen hükme göre, karısına:
"Sen boşsun, sen boşsun!" diye ayrı ayrı iki talâk vermek caizdir,
sahihtir, vâki'dir. Bu yolda boşamak caiz olunca, iki talâkın ikisini birden
ve bir sözle "Sen iki kerre boşsun!" diyerek boşamak da caiz ve sahîh
olmak lâzım gelir. İki talâkın bu suretle bir arada bir sözle verilmesi sahîh
olunca "Sen üç kerre boşsun!" diyerek, üç talâkın birden verilmesi
de caiz olur. Şu kadar ki, bu talâklar ayrı ayrı zamanlarda üç temizlikte
verilmek îcâb ederken, bir mecliste ve bir arada cem'i ve bir sözle verilmesi
bıd'îdir, nehyedilmiştir, haramdır (Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân; Beydâ-vî,
Envâru't-Tenzîl).
[13] Bu üçüncü başlık altında Buhârî'nin kısaca naklettiği
müctehid imamların görüşleri, yerlerinde ve şerhlerde senedli olarak rivayet
edilmiştir.
[14] Hadîsle başlık arasındaki uygunluk "Uveymir,
kadınını üç talâkla boşadı" sö-zündedir. Çünkü Rasûlullah bu boşamayı
reddetmeyip tenfîz eylemiştir... (Kas-tallânî). Bu da üç talâkla boşayan
kimseye üç talâk vâki' olacağına delâlet etmiştir... Bu hadîsin bir rivayeti
en-Nûr Sûresi tefsirinde geçmişti (Aynî).
Hz. Umer de bu kaanûna
dayanarak üç talâk vukuuna tercîhan tutunmuş olacaktır. Çünkü Uveymir'in,
Peygamber emretmeden üç talâk vererek karısından kesin surette ayrılmaya
teşebbüs etmesi, üç talâk vukûunun yalnız Ia'-netleşmenin bir fer'i olmayıp,
yaygın bir âdet olduğunu ifâde eder. Umer'in hükmüne sahâbîlerin sükûtu bunu
te'yîd eder...
"Bu unvanın ifâde
ve delâlet ettiği üzere, bu mühim ve içtimaî mes'ele üzerinde üç nesil
dediğimiz sahabe, tâbiûn ve etbâu't-tabiîn devirlerinde ihtilâf cereyan etmiş
ve bu ihtilâf, Buhârî'nin yaşadığı üçüncü hicret asrı ortalarına kadar devam
edip gelerek, fıkıh mezhebleri âlimleri müsbet ve menfî ictihâdlarda bulunmuşlardır.
Hattâ burada durmayarak son asırlarda birçok tefsîr, hadîs, fıkıh âlimleri
eserlerinde bu bahsi incelemişler ve bir kısmı da müstakil eserler
yazmışlardır. Bilhassa Hanbelî şeyhlerinden ibn Teymiyye Fetvâ'sıyte şâir
te'Iîf-lerinde, tilmizi allâme tbnu'l-Kayyım t'lâmu'l-Muvakkıîn'de;
Şâfiîler'den Hafız İbn Hacer Tuhfetu'l-Mufttâc ile diğer eserlerinde;
Hanefîler'den İbnu Humâm Fethu'l-Kadîrinde, İbn Âbidîn Durru'l-Muhtâr
haşiyesi'nde; ÂIûsî de meşhur tefsirinde bu bahse dâir her iki tarafın
karşılıklı delillerini ve cevâblannı îzâh ile beraber, herbiri bir zümrenin
mezhebini tercih etmişlerdir.
Her devirde içtimaî
ehemmiyetini koruyan bu mes'ele, zamanımızda da ehemmiyetlidir... Ahmed Hamdî
Akseki tarafından da mükemmel bir eser yazılmış ise de henüz
basılmamıştır..." (Kâmil Miras, Tecrîd Tercemesi, II, 446 - 465).
Merhum üstâd bu
mes'eleyi burada güzel bir surette inceleyip özetlemiştir. Yerinden okunması
tavsiyeye değer.
[15] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rifâabeni boşamış ve
boşamayı kesin yapmıştı" sözünden alınır. Bu "Boşamayı kesin
yapmıştı" sözünün bir defada verilen üç talâka ihtimâli olduğu gibi, ayrı
ayrı verilen üç talâka da ihtimâli vardır. Birinci ihtimâle göre Peygamber
asrında bir defada verilen üç talâkın üç olarak mu'te-ber olduğuna delâlet
eder. Hadîsin başlığa delîl olarak sevkedilmesinin sebebi budur.
[16] Hadîsin başlığa uyguftluğu "Erkek karısını üç
talâkla boşadı" sözünden alınır. Bu sözün üç talâkın ayrı ayrı verilmiş
olması uzak olmamakla beraber, bir arada verilmiş olmasına delâleti daha
açıktır. İşte Âişe'nin bu iki hadîsi arasındaki mühim fark budur: Birincide
"Beni boşadı ve boşamayı kesin yaptı" suretinde; ikincide "Beni
üç talâk ile boşadı" ibaresiyle rivayet olunmasıdır. Hadîsin
"Balçağız" ta'bîri, cinsî temastan kinayedir.
[17] Zevceleri Peygamber(S)'den zînet elbiseleri ve ziyâde
nafaka istemişlerdi, bu âyetler bu sebeble indi. Bunun üzerine Rasûlullah,
Âişe'den başlayarak hepsini muhayyer kıldı. Âişe: Ben Allah'ı, Rasûlü'nü ve
âhiret yurdunu İsterim, dedi. Diğerleri de böyle söylediler... Burada bu
muhayyer kılma, sırf bir muhayyer kılmak mı idi? Yoksa irâdetin elinde olsun
gibi bir talâk tefvizi miydi? diye bîr bahis üzerinde ihtilâf etmişlerdir...
(Hakk Dîni, V, 3889).
[18] Hadîsin başlığa delâleti meydandadır. Bundan sonraki
de aynı hadîsin başka yoldan gelen rivayetidir. Bunda Âişe'nin "Bu bir
talâk mı oldu?" sözü, bunun bir talâk olmasını inkâr yollu bir soru ile
İfâde edilmiştir. Bu hadîsleri Müslim de Talâk'ta getirmiştir.
[19] Başlıktaki ta'bîrler talâk kinâyelerindendir. Bunlar
talâka ve talâktan başkasına muhtemil olur. Bunlarla talâk, ancak niyet
edilmişse vâki' olur. Çünkü bu ta'bîrler talâk için konulmuş değillerdir, fakat
hükümde daha umûmî olan ma'nâ için konulmuşlardır. Daha umûmî olan ise,
kullanma maddesinde kendisine sâdık olanların hepsine ihtimâlli olur. Onlardan
biri ancak ta'yîn edici tirşeyle teayyün eder. Bu işin kendisinde ta'yîn edici
ise, ancak niyettir (Kastallânî).
Buhârî bu kinayeli
ta'bîrlerin aynı zamanda talâk ma'nâsına ihtimâlli olarak Kur'ân'da da
kullanıldığım göstermek için bu ta'bîrlerin geçtiği bâzı âyetleri burada
zikretmiştir.
[20] Bu ta'lîk, el-Ahzâb Sûresi tefsirinin evvellerinde
geçmiş olan Muhayyer kılma hadîsinden bir parçadır. Bu Muhayyer kılma
hadîsi'nin bir rivayeti Nikâh Kitâ-bı'nda da geçmişti.
[21] Buhârî bâb altında zikrettikleriyle yetindi de buna
herhangi bir cevâb zikretmedi.
[22] Zıhâr (el-Ahzâb: 4; el-Mucâdile: 2-4 âyetlerinde
geçer): Bİr adamın kendi zevcesine "Sen bana anamın zahrı, yânî sırtı
gibisin" demesidir ki, "Anam bana nasıl haram ise sen de bana öyle
haramsın" demek olur. Bu söz, Câhiliyet devrinde ebedî boşamayı ifâde
ederdi. Yukarıda zikredilen âyetler Zıhâr'da ebedî harâmhk ve talâka keffâret
suretiyle muvakkat bir mâhiyet vermekte, Câhiliyet âdetini ma'-kûl bir şekilde
ıslâh etmektedir: Hakk Dîni, V, 3869; IV, 4775-4780.
[23] İbn Umer'in bu cevâbını, ilim ehlinin sözünü te'yîd
için getirmiştir ki, bununla başlık arasındaki münâsebet noktası burasıdır
[24] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sen birinci kocana
halâl olmazsın" sözünden alınır. Çünkü birinci kocası, onu üç talâkla
boşamıştı. Haram ta'bîri de şübhesiz üç talâkın ardından söylenir. Âişe'nin
rivayet ettiği bu Rifâa'nın karısı hadîsinin bir rivayeti yakında geçmişti ve
orada bâzı açıklamalar verilmişti... (Aynî).
[25] Bu hadîs Müslim'de daha açıktır: ... Saîd ibn Cubeyr,
İbn Abbâs'tan tahdîs ederek yazdı ki, İbn Abbâs R), kişinin kendi karısını
nefsine haram kılması hakkında: Bu söz keffâret vermesi lâzım gelen bir
yemindir (talâk değildir), der İdi. İbn Abbâs bunun ardından el-Ahzâb: 21.
âyetini söyledi (Müslim Ter., IV, 415-416).
İbn Abbâs delîl olarak
bu âyeti okumakla et-Tahrîm Sûresi'nİn inmesi se-beblerinden biri olmak üzere
rivayet edilen Peygamber'in cariyesi Mâriye'yi kendisine haram etmesi
kıssasına işaret etmek İstemiştir.
Şârih Hattâbî de:
Âlimlerin çoğu Rasûlullah'ın cariyesi Mâriye el-Kibtıyye'yi kendisine haram
kılması üzerine indiğini söylediler, demiştir. İnme sebebi birkaç hâdise olmuş
olabilir.
[26] Hadîsin başlıktaki âyetle uygunluğu meydandadır.
Rasûlullah'm halâl ve
mübâh olan birşeyi nefsine haram kılması ve bunun gizli kalmasına dikkat
etmesi, kadınlarını memnun etmek ve aralarında iki hi-zib hâlinde hissolunan
fıtrî kadınlık kıskançlığının aile nizâmı üzerinde aksi te'-sîr yapmasından
sakınmak içindi. Fakat bunun bir halâlı haram kılacak dereceye varması uygun
olmadığı açıkça bildirilmiştir. İşte bu hâdise, başlıktaki ve devamı olan
âyetlerin inmesinin sebebi olmuş oluyor.
[27] el-Mağâfîr, el-Mağâsîr ma'nâsmadır ki, Sumâm ve Urfut
gibi meşe ağaçlarından terleyip akan zamka benzer şıraya denir. Müfredi
"Minber" vezninde "Miğfer" ve "Mağfur", mimlerin
ötresiyle "Muğför" ve "Muğfîr"... gelir... (Kaamûs Ter.).
Bir bitkidir ki, yaprağı
geniş olup dikenleri vardır, yeryüzüne yayılır, meyvesi pamuk gibi beyaz ve
çirkin kokuludur. Bal ansı ondan yer... (Aynî).
[28] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde Peygamber'in
kendisini bal içmekten men' etmesinin bulunması bakımındandır. Bu men* de
Peygamber'in "Benim ona ihtiyâcım yoktur" sözünden anlaşılır. Bunu
Hişâm'ın rivâyetindeki "Ben yemin ettim, bunu kimseye haber verme"
dedi, akabinde "Ey Peygamber... "âyeti indi ziyâdesi te'yîd
etmektedir.
Tahrîm, İ'tikaadî veya
fiilî, aslî veya arızî, muvakkat veya gayrı muvakkat surette haram etmek, haram
kılmak veya men' eylemek, mahrum kılmak ma1-nâlanna gelebilir ki, ya ilâhî
teshir ile veya zorla veya akıl cihetinden yâhud şer'î cihetten yâhud resim ve
âdette emri sayılan biri tarafından yasak veya men' edilmek, mahrum kılınmak
suretlerini şâmil olup, talâk, zıhâr, îlâ gibi bâzı yemîn kısımları da buna
dâhil olur. Burada ise Peygamber'in kendine yaptığı bir haram kılma vak'asının
ismi olarak, bu sûre O'na muzâf kılınmıştır. Ve esasen haram kılma, Allah'a âid
olup, Allah'ın halâl kıldığım harâ;;ı kılmak iyi olmadığı anlatılmıştır.
Bu vak'anın hulâsası
burada nakledilen hadîslerde anlatılmıştır (Hakk Dîni, VI, 5084). Elmalıh
Muhammed Hamdı Yazır, Tahrîm Sûresi tefsirinin baş tarafında bu konuyu iyice
incelemiş, birçok hadîslerin tercümelerini verdikten sonra, bunlarla sûrenin
iniş sebeblerini ayrı ayrı irtibâtlamış ve bu konuda çok güzel doyurucu
bilgileri özetlemiştir: VI, 5084-5102.
[29] İbn Abbâs'ın bu sözünü, İbn Ebî Şeybe, Abdullah ibn
Numeyr'den; o da İbn Cureyc'den; o da Atâ'dan; o İbn Abbâs'tan "Talâk
ancak nikâhtan sonra, hürriyet vermek de ancak mâlik olmadan sonra vardır''
lafzıyle rivayet etmiştir. Bu, hakkında ihtilâf bulunmayan bir husustur.
Şübhesiz Allah da talâkı nikâhtan sonra kılmıştır (Aynî).
Kİrmânî de şöyle
demiştir: En yüksek fakîhlerden bu yirmiüç kişilik cemâatin isimlerini
saymaktan Buhârî'nin maksadı, kadının nikâhtan önce boşanmayacağı üzerinde
icmâ olmasının yakın bulunmasını bildirmektir (Kastallânî). .... Bu, meşhur
hilâfiyât mes'elelerindendir. Âlimlerin bu mes'elede mutlak olarak talâkın
vâki' olması, mutlak olarak vâki' olmaması, umûmî olanla husûsî olan arasında
tafsîl yapma gibi çeşitli mezhebleri vardır. Cumhur, talâkın vâki' olmayacağı
üzerindedir. Buhârî de bunu göstermiştir.... (Fethu'l-Bârî).
[30] Burada isimleri sıralanmış olan fakîhlerin görüşleri,
şerhlerde ve diğer ilgili yerlerde hep senedli olarak rivayet edilmiştir
[31] Fîr'aynlann âdetinden biri şu idi: Onlar boş kadına
ancak isteme ve rızâsı ile yaklaşırlardı, fakat evli kadına yaklaşmaları böyle
değildi. Onlar evli kadını sevdikleri zaman, onu kocasından zorla alırlardı
(Kastallâni).
Buhârî bu başlık
altında îbrâhîm kıssasını zikretmekle, zorlanma hâlinde böyle söyleyen kimseye,
tbrâhîm kıssasında vâki' olana kıyâs ederek bu sözün kendisine zarar
vermeyeceğine delîl getirmek istemiştir. Çünkü İbrâhîm'e, Fir'-avn'ın
arzularında kendisine muhalefet edenleri öldürmekte olduğu tahakkuk ediyordu.
Onun o vakitte hâli, zorlanmış olan kimsenin hâli gibidir. Hattâ daha kuvvetli
idi. Çünkü bu Fir'avn'ın kâfirliği, zulmü ve en küçük birşeyde kendisine
muhalefet edenlere azabı çok şiddetli idi... (Aynî).
Buhârî, İbrahim'in bu
kıssasının anlatıldığı hadîsi Hibe, Ikrâh, ve Peygamberler Kitâbları'nda da
getirmiştir.
[32] Buhârî bu bâbda, öfke, zorlama, sarhoşluk, delilik,
hâllerinde kasd ve irâdeye bitişik olmayarak verilen talâkların şer'î ve hukukî
kıymeti olmadığını birçok sahâbî ve tabiî âlimlerinden nakletmektedir. Iğlâk
kelimesinin ma'nâsmda ihtilâf edilmiştir. Bunun aslı olan Ğalak, kapı kapamak
ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.) Hicaz âlimleri Iğlâk'ı İkrah ile; Irak âlimleri
Gadab ile tefsir etmişlerdir. İbn Esîr de en-Nihâye'de Ğalak\, göğüs darlığı ve
sabır azlığı diye tefsîr etmiştir, tbn Hacer; Buhârî'nin "Bâbu't-Talâk
fi'1-Iğlâk ve'1-Kurh" başlığındaki "el-Kurh" kelimesini Iğlâk
üzerine atfetmiş olması, Iğlâk ile Gadab ma'nâsını kas-dettiğine açıkça delâlet
eder, demiştir.
İkrah, "İnsanın
tab'an veya şer'an istemediği şeye sevk ve icbar edilmesi" diye ta'rîf
olunduğuna ve Gadab da gayrı iradî meydana gelen heyecanlanmadan ibaret
bulunduğuna göre, Öfkeli hâldeki ve zorlanma hâlindeki talâklar, irâdeye
bitişik olmamakta birleşirler. Şerhlerde Mukreh, "Zâilu'l-irâde";
Sarhoş da "Zâilu'1-akl" olarak ta'rîf olunuyor. Bu ta'lîle göre,
zorlanan kişinin ve sarhoşun talâkı da mu'teber olmamak gerektir.
Buhârî bunların
talâklarının mu'teber olmadığına meşhur niyet hadîsini delîl getirmiştir. Bu
hadîs gereğince kişinin her türlü söz, fiil ve hareketlerinin kıymeti ancak
niyetine bağlıdır. Niyetin her türlü hareket ve işler üzerinde pek büyük
te'sîri vardır. İşte böyle yüksek bir hakikati bildirmekte olduğu içindir ki,
Buhârî, Sahîh'ini de bu hadîsle başlatmıştır. Özetle ifâde edilirse, bu hadîste
vicdanî temayüllerimizin, medenî münâsebetlerimizin hayır veya şerre yakın, iyi
veya fena olmasının tek mi'yârı, niyetlerimiz olduğu ve her fiil ve hareketin
îcâb veya terkinde niyetin hâkim bulunduğu teblîğ buyurulmuştur.
[33] Bundan önceki haşiyede de belirtildiği gibi, Buhârî
Sahîh'mm en başında yazmış olduğu Niyet hadîsi ile burada zikredilen şeylerde
niyetin mu'teber olduğuna işaret etmiştir. Çünkü aslında hüküm ancak âkil,
muhtar, kasdedici, hatırlayıcı olan kimselere yönelir. Zorlanan, muhtar değildir.
Sarhoş, sarhoşluğu içinde âkil değildir. Mecnûn da deliliği hâlinde böyledir.
Yanılan ve unutan da hatırla-yıcı değildir (Aynî).
"Sende delilik var
mı?" hadîsi, Mutehâribûn ve Hudûd'da senediyle getirilen hadîsin bir
parçasıdır. Hamza'nın sarhoşluğu hadîsi Mağâzî'de, Bedir harbi bâbı'nda
senediyle geçmişti.
"Her kavmin talâkı
kendi dilleriyle olur" fıkrasında Aynî, Farsça ve Türkçe talâk
ta'bîrlerini yazarak misâl vermiştir ki, bu, kendisinin üç dili çok iyi bildiğinin
şâhidlerindendir.
Bu başlık altında
isimleri ve sözleri verilmiş olan sahâbî, tabiî fakîhlerinin bu görüşleri
şerhlerde hep senedleriyle birlikte rivayet edilmiştir.
[34] Bu hadîste vesveseden ibaret olan nefsî hâtıralar ve
temayüller, zihnî varlıklar dan ibaret olduğu için, bunların ma'siyet olmakta
hiç te'sîrleri yoktur. Bunlar haricî vücûd ile fiilen veya kavlen meydana
çıkmakla mes'ûjiyet sabit olur. Şu kadar ki, bu hâtıralar gelip geçici olmakla
şartlanmıştır, bir de var ki ma'siyet hâtırası üzerine gönülden silinmez bir
surette ısrar edilirse artık bu hâl, kalb için bir âfet ve ma'siyet olduğundan,
buna uhrevî mes'ûliyet ve ceza terettüb eder.
[35] Hadîsi burada getirmekten maksad "Sende delilik
var mı?" sorusudur. Çünkü bunun gereği şayet o zât deli olsaydı, kendi
ikrârıyle amel edilmeyecekti. Bu sorudan da murad, "Sen bazen cinnet
getirir, bazen ayılır mısın?" demektir. Çünkü Peygamber ona hitâb
ettiğinde, o ayıktı yâhud hitâb ona, soru orada hazır bulunanlaradır
(Kastallânî).
[36] Bu da Mâiz kıssası hakkında Ebû Hureyre'den gelen diğer
bir hadîstir. Bu kendi nefsi aleyhine dört kerre şehâdet edip de hukuken suçu
sabit olan ve akabinde taşlanan kimse Mâiz ibn Mâlik el-Eslemî'dir. Buhârî bu
bâbda getirdiği bu iki hadîsi Muhâribûn Kitâbı'nda da; Müslim ise Hudûd
Kitâbı'nda getirmiştir
[37] eî-Hal\ hâ'nın fethi ve lâm'ın sükûnu ile esvâb
makûlesini soyup çıkarmak, nez' ma'nâsınadır...
el-Hul'u, hâ'nın
ötresiyle zevç ve zevcesini kendinden ya başkasından bedel mukaabilînde talâk,
yânî nikâhından izâle eylemek ma'nâsınadır. el-Muhâlea ve't-Tehâlu': Zevç,
zevce hul'u edişmek; el-Ihtılâ', iftiâl vezninde hatun mehri-ni bahş yâhud
gayrı bedel verip, zevcinden boş olmak ma'nâsınadır... (Kaamûs Ter.)
Bununla ta'bîr edilmesi,
erkekle kadının birbirine libâs olmasındandır: el-Bakara: 187.
[38] Bu âyette hulu'da yapılacak şeyin beyânı vardır. Bu,
kocasından bedel verip ayrılmış olan Sabit ibn Kays'ın karısı hakkında
inmiştir ki, İslâm'da ilk yapılan hulu'dur. Bu suretle, huF olup nikâhtan
sıyrılmak caizdir ve bu bir bâin talâk olur ve talâkın da böyle ric'at caiz
olmaz bâin nev'i vardır (Hakk Dîni, I, 787).
[39] Umer, Usmân ve Tâvûs'un uygulama ve sözleri şerhlerde
ve yerlerinde senedli olarak rivayet edilmiştir.
[40] Hadîsin başlığa uygunluğu, hulu'da talâkın nasıl
yapılacağının beyânı bulunması yönündendir. Hadîste de görüldüğü gibi, mal
mukaabilinde zevcin nikâhı izâle etmesine islâm hukukunda "Huiu'"
denir. Kan-kocanın nikâhı feshetmelerine de "Muhölea" denir.
Rasûlullah'ın Sabit ibn Kays'a: Bustânı al talâkını ver! buyurması, îcâbî bir
emir değildir. Sevimsiz vaziyette nikâhın devamı her iki taraf için fesadı
gerektireceğinden, iki tarafın hallerini iyileştirmek için verilmiş irşâdî bir
emir ve tavsiyeden ibarettir, denilmiştir
[41] Buhârî bunları yukarıda geçen "Ezher bunda İbn
Abbâs'tan diye mutâbaa olunmuyor" sözünü te'yîd için zikretmiştir...
(Aynî).
[42] Buhârî bu rivayetle Sabit ibn Kays'la hulu'laşan
kadının isminin Cemile olduğuna işaret etmiştir...
[43] Hakemi seçme hakkı evvelâ zevç ve zevceye âiddir. Ve
bunun her iki taraftan aKrabâlannın müşâveresiyle yapılması müstehâb olacağı da
"Min ehlihî" ve "Min ehlihâ" kayıdlarının işaretinden
anlaşılıyor. Zira akrabaları onların iç yüzlerini daha iyi bilirler ve
salâhlarını daha ziyâde arzu ederler. O hâlde akrabaları bulunmadığı veya
yabancılardan olmaları kendilerince uygun görüldüğü surette şübhesiz caiz olmak
lâzım gelir.
Bu hakemlerin selâhiyet
dereceleri ne olacaktır? Te'lîf veya ayırma, her ikisini de yapabilirler mi?
Bu noktada müctehidler ayrı ayrı görüşler ileri sürmüşlerdir... Şübheyokki,
âyetin siyakı, te'lîf üzerindedir. Ayırmadan bahis münâsib görülmeyip, ondan
sükût edilmiş ve bunun için bir ictihâd konusu olmuştur (HakkDîni, II, 1353).
[44] Hadîsle başlık arasında uygunluk şöyledir: Fâtıma'nın,
Alî'nin başka bir kadınla evlenmesine razı olmaması, Alî ile aralarında vukû'u
beklenen şikaak olmuştu. Peygamber (S) îmâ ve işaretiyle Alî'yi bu ikinci
evlilikten men' etmesiyle aralarında aynhk meydana gelmesini önleyip savmıştır
(el-Kirmânî ve diğerleri).
[45] Başlıkla uygunluğu şöyledir: Hürriyete kavuşturmak
için talâk olmayınca, satış evleviyetle talâk olmaz. Şayet hürriyet verme bir
talâk olsaydı, Rasûlullah Berî-re'yi muhayyer kılmazdı (Aynî).
[46] Buhârî, âdeti olduğu üzere bu başlığın, burada
getirdiği Berîre kıssası hadîslerinin bâzı tarîklerinde mevcûd olduğuna işaret
etmek istemiştir... (Aynî).
[47] Hadîsin başlığa delîlliği "Ben ancak şefaat
ediyorum" sözündedir.
[48] Berîre kıssasının bu rivayetinde, Berîre'nin köle olan
kocasından ayrılmak hususunda muhayyer kılındığı ziyâdesi gelmiştir.
Köleyi hürriyete kavuşturanın
velâsı (velilik hakkı) alınıp satılmaz ve hibe edilemez... Bundan bilinir ki,
âzâd edilen şahıs öldüğünde ona, âzâd eden veya âzâd edenin mirasçıları vâris
olurlar.
[49] Âyetin devamı: "Müşrik erkeklere de, onlar îmân
edinceye kadar (mü'min kadınları) nikahlamayın. Mü 'min bir kul müşrikten, o
sizin hoşunuza gitse de elbette hayırlıdır. Onlar sizi cehenneme çağırırlar,
Allah ise kendi iradesiyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara
âyetlerini apaçık söyler. Tâ ki iyice düşünüp
ibret alsınlar".
"Nikâh, lügatte
zammetmek ma'nâsından alınmış olarak, Örfte sifâhın, yânî zinanın zıddı olan
cinsî münâsebeti meşru' kılan akd ma'nâlarında kullamır. Şer'an "Muta'
müki üzerine cereyan eden bir akd" diye ta'rîf olunur ki, burada murâd
budur.
Müşrik, Kur'ân dilinde
iki ma'nâya gelir ki, biri zahirî, diğeri hakîkîdir. Zahirî müşrik, açıktan
açığa Allah'a şerik koşan, ilâhın birden fazla olmasına kaail olanlardır. Bu
ma'nâca kitâb ehline müşrik denmez. Hakîkî müşrik de hakîkaten tevhîde ve
İslâm Dîni'ne kâfir olanlar, yânî mü'min olmayan gayrı müslim-lerdir. Bu
ma'nâca kitâb ehli olan Yahûdî ve Hristiyanlar dahî müşriktirler. Zîrâ bunlar
zahiren tevhîd iddialarına rağmen, hakikatte Allah'a çocuk isnâd ederler.
Nasârâ "Teslîs"e kaaildirler ve "Mesîh, ibnu'llahtır"
(et-Tevbe: 30) derler. Yahûdîler de "Uzeyr ibnu'llahtır'*(et-Tevbe: 30)
demişlerdir. Böyle demekle beraber Tevhîd de İddia ederler. Binâenaleyh her
ikisi de zahirde müşrik değilseler de hakikatte (gizli) müşriktirler. Bunun
için mutlak olarak müşrik denildiği ve bilhassa îmân mukaabili zikredildiği
zaman ıtlak üzere cereyan eder ve umumiyetle kâfirleri şâmil olur. "Kitâb
ehlinden olan kâfirler de, müşrikler de size Rabb'inizden hiçbir hayır
indirilmesini istemezler..." (el-Bakara: 105) gibi mutlak küfr ile
bi't-tekaabül zikredildiği zaman da, müşrik, kâfirden daha husûsî olarak kitâb
ehlinden mâadasına hâss olur. Bu âyette de müşrikât ve müşrikin mü'min
mukaabili olarak mutlak ve eliflâm ile süklenmiş olarak en şâmil, istif-râklı,
âmm bir lafızla zikredilmiş bulunduğundan zahirî ve hakîkî bütün müşrikleri,
yânî umûm kâfirleri şâmildir... Bunda hürmetin şiddetine tenbîh için umûmî
olarak gayrı mü'minlere müşrik denilmiş "Onlar ki sana indirilene de,
senden evvel indirilenlere de inanırlar. Âhirete ise onlar, şübhesiz bir bilgi
ve inanç beslerler" (çi-Bakara: 4) medlûlünce Muhammedî teblîğât veçhile
mü'min muvahhid olmayanların hepsinde, zahiren olmasa bile hakîkaten bir
müşriklik bulunduğu ve bunlarla nikâhın ateşe atılmak demek olduğu da bilhassa
hatırlatılmıştır ki, hürmetin şiddetine tenbîhtir. Ancak "Sizden evvel
kitâb verilenlerden hürr ve iffetli kadınlar..." (el-Mâide: 5) âyeti
beyânıyle, bu âyetin birinci fıkrasından kitâb ehli kadınları İstisna olunarak,
kitâb ehlinden kız almaya kerahetle ruhsat verilmiş ve fakat ikinci fıkra
muhkem olarak kalmış ve kız vermek hiçbir surette tecvîz edilmemiştir..."
(Hakk Dîni, I, 770 - 774).
[50] Hadîsin başlığa uygunluğu, İbn Umer'in başlıktaki
âyetin umûmu ile amel et miş ve onu ne tahsis edilmiş, ne de neshedilmiş olarak
görmemiş olması yönün-dendir. "Ekber" sözü Hristİyanlar'ın
"Mesîh ibnullahtır" demelerine ve Yahûdîler'in "Uzeyr
ibnu'ilahtır" (et-Tevbe: 30) demelerine işarettir... (Aynî).
[51] O müşriklere verilen bu bedeller, müslümân esirlerin
fidyeleri nev'indendi, artık onlara mâlik olmaları caiz değildi. Çünkü
onlardaki köle edilme sebebi olan küfür kalkmıştı.
[52] Hadîs, Buhârî'nin yalnız olarak rivayet
ettiklerindendir. Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır, çünkü hadîs bu husustaki
uygulamaları içine almaktadır. Bu hadîsteki uygulamalar şu âyetteki hükümlere
göre yürütülmüştür: "Ey îmân edenler, mü'min kadınlar muhacir olarak
geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların îmânlarını daha iyi
bilendir. Fakat siz de mü 'min kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz, onları
kâfirlere döndürmeyin. Bunlar onlara halâl değildir. Onlar da bunlara halâl
olmazlar. Kâfir zevcelerinin sarf ettikleri mehri onlara geri verin. Sizin
onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde üzerinize bir günâh
yoktur. Kâfir zevcelerinizi tutmayın. Sarf ettiğiniz mehri isteyin. Kâfirler de
(size hicret eden mü'min kadınlara) harcadıklarını istesinler. Bu Allah'ın hükmüdür.
Aranızda O hükmeder. Allah hakkıyle bilendir, tam hüküm ve hikmet
sahibidir" (el-Mumtehıne: 10).
Bu Ümmü'l-Hakem,
Peygamber, Ümmü Seleme ile evlendiği zaman orada hazır bulunmuştu. Ümmü'l-Hakem
Mekke fethi günü müslümân oldu. ''Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın...
"âyeti indiği zaman, bu kadın Iyâd ibn Ganm el-Fıhrî'nin nikâhında idi. O
zaman Ümmü'l-Hakem'i boşadı da onunla Abdullah ibn Usmân es-Sakafî evlendi.
Sonra bu zât, Cezîre beldelerinin çoğunu fethetti ve Rumlar üzerine ilk asker
birlikleri geçiren de bu zât idi. Şam'da yirminci hicret yılında altmış
yaşında iken Öldü... (Aynî).
[53] Başlıkta İşaret edilmiş olan soruların cevâbları,
başlık altında getirilmiş bulunan nakillerle verilmiştir. Burada getirilmiş
olan görüşlerin hepsi şerhlerde ve yerlerinde senedli olarak rivayet
edilmiştir.
[54] Hadîsin başlığa uygunluğu, bunda başlığın içine aldığı
mes'elenin aslına ilgisi bulunması yönündendir. Bu kadar ilgi de kâfidir.
Buhârî bunu burada iki se-nedle getirmiştir. Bunlardan biriyle gelen hadîs
Şartlar Kitâbı'nda geçmişti... (Aynî).
Buna "Kadınlar
Bey'atı"denir; birçok defalar yapılmıştır: Medine ye hicretten sonra da,
Mekke fethi günü de bu şartlarla kadınlardan bu şekilde bey'at alınmıştır.
[55] Iyîâ, esasen yemîn etmek ma'nâsınadır. Şer'an
zevcesine cima etmemek üzere yemîn etmektir...
Iylâ ile dönme yapmayıp,
talâka azmetmek mes'elesinde selef üç suretle ihtilâf etmişlerdir: İbn Abbâs:
Talâkın azimeti dört ayın bitmesidir, demiştir, tbn Mes'ûd, Zeyd ibn Sabit ve
Usmân ibn Affân'ın kavilleri de budur. Bunlar bir bâin talâk vâki' olur
demişlerdir. Alî, İbn Umer ve Ebu'd-Derdâ'dan İki rivayet vardır ki, biri
evvelkiler gibidir. Biri de müddet geçtikten sonra ya rucû' etmek veya boşamak
üzere koca tevkîf olunur ki, Âişe'nin kavli de budur. Üçüncü kavil Saîd ibn
Museyyeb, Salim ibn Abdİllah, Ebû Bekr ibn Abdirrahmân, Zuhrî,. Atâ, Tâvûs
kavlidir ki, dört ay geçtiğinde bir rıc'î talâk vâki' olur. Hanefîler
evvelkine, Şafiî ve Mâlİkîler de ikinciye kaail olmuşlardır. Talâk lafzı sarîh
olup, rıc'i ifâde ederse de azimeti talâk ta'bîri kinaye gibi beynûnette
(ayrılıkta) zahirdir. Sonra azm, kalbî işlerden olduğu için ayrıca telâffuzu
gerekir değildir. Iylâ yemini buna kâfidir. Bir de bu âyette ıylâ için rucû'
veya talâk arasında başka bîr şıkk yoktur. Binâenaleyh bu yemini bozmamak,
onunla talâka azimdir. Bu azm ile ıylâ, talâka niyet edilen kinayeli lafızlar
kabîlinden olmuş olur ki, bunlarla da bir bâin talâk vâki' olur. Iylâda artık
koca başkaca bir de boşama yapsın diye beklenerek, üçüncü bir şıkk ihdas
olunamaz" {Hakk Dîni, I, 781-782).
[56] Hadîslerin başlıkla ilgileri gizli değildir.
Buhârî buradaki zâtların
görüşlerini de senedli olarak Târihinde rivayet etmiştir... (Aynî).
[57] Başlığın birinci fıkrası talâk konusuyla doğrudan
ilgilidir. Buhârî kayıp eşyalar ve mallara âid olan ikinci fıkrayı ise istidrâd
olarak zikretmiştir.
Lukata, yerde bulunan ve
sahibi bilinmeyen maldır. Dâlle, kaybolmuş canlı hayvan ma'nâsında kullanılır.
[58] Bu son sözlerden hâsıl olan -Fethu'l-BârT de de ifâde
edildiği gibi-şudur: Yahya ibn Saîd bu hadîsi el-Munbais'in âzâdhsı Yezîd'den
mürsel olarak tahdîs etti. Sonra Sufyân'a, Rabîatu'r-Re'y'in bunu el-Munbais'in
âzâdhsı Yezîd'den; o da Zeyd ibn Hâlid'den şeklinde tahdîs ettiğini söyledi,
böylece hadîsi ona ulaştırıyordu. Sufyân bunu, Rabîa'ya kavuşması ve ona
bundan sorması; onun da bunu ikrar etmesi üzerine yüklenmiştir.
Hadîsin başlığa
uygunluğu şu bakımdandır: Kaybolmuş hayvan, kaybolmuş kimse gibidir. Kaybolmuş
hayvanda mâlikin mülkiyeti devam ettiği gibi, nikâhın da karı-koca arasında
bakî olması vâcib olur. Bu hadîs Lukata Kİtâ-bı'nda birkaç kerreler geçmiştir
(Kastallânî).
[59] Sırt ve arka demek olan "Zahr" kelimesinden
alınmış olan Zıhâr veya Muzâ-hara, bir kimsenin zevcesine "Sen bana anamın
zahn, yânî arkası gibisin" demesi veya onun bir uzvunu kendine mahrem
olan kadınlardan birinin karın, bel, kasık gibi bakmak haram olan bir uzvuna
benzetmesidir ki, halâlı haram kılan çirkin bir sözdür. Bu ma'nâca Zıhâr ve
Muzâhara bir ayrılma ma'nâsını içine aldığından, "Zahîr olmak"
ma'nâsına "Muzaheret"ten ayırmak için "Miti" ile
kullanılır. Onun için "Yuzâhırûne nisâehum" denilmeyip
"Yuzâhırune min nisâihîm" buyurulmuştur. Evvel emirde bu, söylenmesi
caiz olmayan bir mün-ker, bir cinayet, bir yalandır... Ve haberleri olsun ki
onlar, o zıhâr sözünü söyleyenler herhalde münker, yânî gayrı meşru', çirkin
bir lakırdı ve bir yalan söylüyorlardır. Yalandır; çünkü kadınları anaları
değildir. Hem başkasına zarar verici bir yalandır, bir tezvirdir. Kadının
gönlünü kırar ve hukukunu haleldar eder. Bununla beraber Allah'ın halâl
kıldığım haram kılmak gibi bir küstahlıkla Allah haklarına tecâvüzdür. O hâlde
ağıza alınmaması lâzım gelen bir cinayet, bir günâhtır. Fakat söylenince de
hükümsüz kalamaz. Yalan ihbarı olmakla beraber, gerektirmesiyle bir hürmet
inşâsından hâli de olamaz. Öyle ki, erkeğin ağzından çıkan bu çirkinlik,
kadının hayız zamanındaki ezaya benzer bir hürmet ifâde eder... (Hakte Dîni,
VI, 4778-4779)
[60] Bu el-Hasen ibnu'1-Hurr, büyük bir fakîhtir.
Buhârî'nin ondan Sahih içinde bundan başka rivayeti yoktur.
[61] " Veüezîne yuz&hirûne min nisâihim summe
yeûdûne li-mâ-kaalû = Kadınlarından Zihâra kalkışıp da sonra dediklerini telâ/î
için dönecek olanlar", yânî söylediklerini geri alıp evvelki gibi
zevcesiyle geçinmek, zevciyet muamelesi yapmak isteyenler ki, bunu
istemelidirler. Fakat kendilerini kirletmiş olan o çirkinliği telâfi edip
temizleyebilmek için sâdece niyet etmek veya sözü geri almak kâfi gelmeyip,
ona keffâret olacak güzel bir amel yapmak da lâzımdır. Onun için yânî zi-hârdan
dönmek için çâre, bir köle âzâd etmektir... Bu âyetteki "Avdet"in
ma'nâsında birkaç vecih söylenmiş ise de, muhtar olan ma'nâ "Ade'l-ğaysu
alâ mâ efs^dehû" meselinde olduğu gibi, bozduğunu ıslâh ve telâfi için
düzeltmek üzere dönmek demektir. {Hakk Dîni, aynı yer).
Zıhâr hakkında Ebû
Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî'de birçok hadîsler vardır. Buharı kendi şartı üzere
olmadıkları için onları zikretmemiştir (Kastallânî).
[62] Âlimler topluluğu, işaret anlatıcı olduğu zaman
konuşma yerine geçeceği görüşüne gitmişlerdir
[63] Buhârî bu başlık altında işaretin talâkta ve diğer
işlerde konuşma yerine geçeceğine tenbîh için çeşitli hükümlere işaretlerin
zikrini içine alan birçok hadîsler zikretmiştir. Burada birer parçasıyle
zikredilen bu hadîslerden İbn Umer'inki Cenâzeler'de, Ka'b'mki Mulâzeme'de,
Esmâ'nmki Kusûf'ta, Enes'înki Namaz Kitâbı'nda, İbn Abbâs'ınki İHm'de ve
Hacc'da, Ebû Katâde'ninki de Hacc'da senedleriyle geçmiştir.
[64] İbn Abbâs hadîsinin bir rivayeti Hacc Kitâbı'nda,
Zeyneb ibnetu Cahş hadîsinin bir rivayeti Nübüvvet Alâmetleri'nde geçmişti.
[65] Ebû Hureyre hadîsinin bir rivayeti Cumua Kitâbı'nda
geçti.
Peygamber'in bu işareti
icabet müddetinin pek kısa olduğuna açıkça delâlet ederse de, bâzıları
Peygamber'in baş parmağını elinin ortasına tesadüf eden diğer İki parmağına
bastığına bakarak, o saatin mübhem olduğuna işaret ettiğine hükmetmişlerdir.
[66] Bu hadîsle Şâfiîler, Mâlikîler, Hanbelîler kaatilin
öldürdüğü şekilde öldürülmesine delîl getirmişlerdir.
Ebû Hanîfe, "La kavede illâ bi's-seyf" hadîsinden dolayı, ancak
kılıçla öldürülür demiştir.
[67] Bunun bir rivayeti Fiten'de gelecektir.
[68] Bunlardan Abdullah ibn Ebî Evfâ'nın hadîsinin bir
rivayeti Oruç Kitâbı'nda; Abdullah ibn Mes'ûd'un hadîsi Namaz Kitâbı'nda; Ebû
Hureyre'nin hadîsinin bir rivayeti Zekât'ta geçmiştir.
Bunların hepsinde el İle
işaret ederek anlatma fıkrası mevcûd olduğu için, başlığa delâletleri
apaçıktır. Bunları bu kadar güzel bir tertîbie sıralayarak konuyu birçok
delillerle en kuvvetli şekilde tesbît eden İmâm Buhârî'ye kıyamete dek gelecek
nesiller adına teşekkürler ve Yüce Allah'tan bol rahmetler!... (M. Sofuoğlu)
[69] Bu (en-Nûr: 6-9) âyetlerinde bildirilen li'ân
müessesesi, Tefsîr kısmında da geçtiği gibi, karısına zina isnâd edip de ne
erkek iddiasını, ne de kadın berâetini şâ-hidlerle isbât edemedikleri takdirde,
iki tarafın la'netleşmeleri, yânî la'nete bitişik yemîn ile te'kîd edilmiş
şehâdetleriyle, onlar için ve kıyamete kadar gelecek benzerleri için hukukî
bir çâre, bir çözüm yoludur.
[70] Buradaki "Ba'zu'n-nâs", Kûfeliler'dir,
onların içinde Ebû Hanîfe de vardır. Bu, daha önce geçen "Bu bâzı Hicaz
ehlinin kavlidir" fıkrasına münâsibdir (Kastallânî).
[71] Buhârî bu sözlerinin hepsi İle dilsizin li'ân ve hadd
mes'elesinde hükmü konusunda Hicaz ehli ile Kûfeliler arasındaki ihtilâfı
beyân etmek istemiştir.. (Aynî).
[72] Başlığa uygunluğu "Sonra eliyle işaret
etti..." sözündedir. Bu hadîsin bir rivayeti Ensâr'ın Menkabeleri'nde
geçmişti, fakat oradaki rivayette "Sonra eliyle işaret etti: Parmaklarını
topladı, sonra da eliyle birşey atan kimse gibi onları yaydı" fıkrasını
söylemedi.
[73] Bunun bir rivayeti en-Nâziât Sûresi tefsirinde geçti.
[74] Müslim'in rivayeti daha tafsîllidir: Rasûlullah iki
elinin on parmağını açarak: "Bir ay şöyledir, şöyledir" buyurdu ve
üçüncüsünde baş parmağını kısarak "Ve şöyledir. Bâzı ay da şöyle, şöyle,
şöyledir" buyurup, on parmağıyleüç defa işaret etti (Oruç Kitabı).
[75] Mudar ve Rabîa, meşhur iki kabiledir.
[76] Peygamber'in iki parmağının arasını biraz açarak
cemâate göstermesi, Peygam-ber'le ümmet ferdleri arasındaki derece farkına
işaret içindir.
[77] ez-Zemahşerî: et-Ta'nz, birşey zikretmendir ki, sen
onunla zikretmediğin bir-şeye delâlet edersin. Kinaye ise şeyi, konulmuş olduğu
lafzının gaynsıyle zikretmendir, demiştir.
[78] Başlığa uygunluğu "Benim siyah bir
çocuğum'oldu" sözünden alınır. Çünkü bunda çocuğu kendinden nefyetmeye bir
ta'rîz vardır. Ben beyazım, bu çocuk siyahtır; binâenaleyh benden olmaz demek
istemiştir. Buharı bunun bir rivayetini Muhâribûn Kitâbi'nda da getirmiştir.
Hudûd'da da gelecektir.
Dâvûdî:
"Lealle" burada tahkik içindir, "Belki" ma'nâsma değildir,
dedi. Kûfeliler ve Şafiî bu hadîsle delîl getirdiler de ta'rîzde hadd yoktur,
li'ân da yoktur. Çünkü Peygamber, karısına bu ta'rîzi yapan adam üzerine haddi
vâcib kılmadı. İmâm Mâlik ta'rîzde hadd ve li'ânı vâcib kıldı...
İbnu'l-Arabî de: Bu
hadîste benzeriyle kıyâs ve i*tibârın sahîhliğine kesin bir delîl vardır...
demiştir... (Aynî).
[79] Hadîsin başlığa delîlliği açıktır.
[80] Bâşhğa uygunluğu, la'netleşmeyi ve buna başlayanın
erkek olduğunu içine alması yönündendir.
[81] Başlığa uygunluğu "Uveymir, Rasûlullah emretmeden
önce kadını üç talâkla boşadı" sözündedir. Şübhe yok ki Uveymir, kadını
la'netleşme yapmasının ardından boşamıştı.
Bu mes'elede fakîhler
arasında görüş ayrılığı vardır. Bâzıları bu ayrılığın sırf li'ân ile, bâzıları
kocanın boşaması ile, bâzıları hâkimin hükmü i!e kesinleştiğini; bâzıları da
li'ân ile beraber kocanın boşamasiyle kesinleştiğini söylemişlerdir. Li'ânın
hükmünün, li'ân ile veya hâkimin ayırması ile karı-koca ayrılığı olduğunda
ittifak etmişlerdir.
[82] Başlığa uygunluğu "Akabinde o karı-koca mescidde
birbiriyle la'netleştiler" sözü ndedir.
el-Vahara:... yeşil ve
zehirli kelere benzeyen bir nevi' keler ismidir, bir kavle göre kertenkeleden
bir nev'in ismidir ki, basıp gezdiği yeri zehirler. Ve Vahara, kısa yapılı
deveye ve siyah, çirkin, bed-endâm, alâ kavlin kızıl çehreli bodur hatuna
denir (Kaamûs Ter.)
[83] Başlığa uygunluğu meydandadır. Buhârî bunun bir
rivayetini Muhâribûn'da; Müslim de Li'ân'da getirmiştir
[84] Başlığa uygunluğu "O senin malın
değildir..." sözlerinden alınır. Çünkü bu mal İle murâd, erkeğin kadına
vermesi gereken ve onun mukaabilinde evlenmiş bulunduğu mehr'dir. tcmâ, zifaf
olmuş kadının mehrin hepsini hakk edeceği üzerinedir. İhtilâf ise, zifaf
olmamış kadın hakkındadır. Cumhur onun da duhûlden evvel boşanmış diğer
kadınlar gibi, mehrin yarısını alacağı görüşü üzerindedir... (Aynî).
[85] Yânî bu hadîsi Sufyân, Amr ibn Dinar'dan ve Eyyûb
es-Sahtıyânî'den; onların ikisi de İbn Umer'den rivayet etmiştir. Hadîsin
başlığa uygunluğu bundan evvelki gibi olup, meydandadır.
[86] Bu, bir önceki hadîsin başka yoldan bir rivayetidir.
Başlığa delâletleri meydandadır.
[87] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî bunun bir
rivayetini Farâiz'de; Müslim de Li'ân'da getirmiştir.
Bu hadîs, üç hükmü
şâmildir: Birincisi la'netleşmedir ki, bunda ihtilâf yoktur. Âlimler bunun
sahîhliği ve meşrû'luğu üzerinde ittifak etmişlerdir. İkincisi ayırmadır, bunda
âlimler, bunun nasıl olacağı hususunda ayrı ayrı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Yakında zikredilmişti ki, Mâlik ile Şafiî ayrılmanın sırf la'netleşme ile
olacağını, Ebû Hanîfe de ayrılmanın ancak hâkimin ayırması ile olacağını
söylemiştir. Üçüncüsü de hadîsin zahirine göre çocuğun anaya katılmasıdır...
(Aynî).
[88] Başlığa uygunluğu "Yâ Allah, beyân
ey/e/"dedi. Sonra kadın... doğurdu..." sözlerinden ahmr... Bunun bir
rivayeti dört bâb önce geçmişti.
İbnu'l-Arabî:
Rasûlullah'ın "Yâ Allah, beyân eyle!" duasının ma'nâsı, yalnız
kan-kocadan birinin doğruluğunun sübîitunu istemek değildir, fakat bunun
ma'nâsı kadının benzerliği açıklayacak bir çocuk doğurmasını ve doğurmaktan
çekinmemesini istemektir... demiştir (Kastallânî).
[89] Buhârî hadîsi burada iki senedle getirdi. Hadîs
başlıktaki mes'eleyi açıklamaktadır. Bunun bir rivayeti "Üç talâka cevaz
veren kimse bâbı"nda geçmişti. Bu hadîsierdeki "Balçağız"
ta'bîri, cinsî münâsebetten kinayedir
[90] Şârih İbn Battâl'ın yanındaki Buhârî nüshasında bu
başlıktan önce "Kitâbu'l-îdde Bâbu kavli'llâhi
Taâlâ" şeklinde vâki' olmuştur.
[91] Bu iddet mes'elesiyle ilgili bâzı tafsilât el-Bakara:
228. âyetin tefsirinde de geçmişti. Buradaki "Eğer
şekkediyorsanız"kaydı, ihtirazı bir kayıd değil, bu mes'-eleyi soranların
veya soracak olanların vuku' bulan veya bulacak olan suâllerine nazaran
vukû'îdir. Bu mu'tarıza cümlesi demektir. Yoksa hayızdan kesilip kesilmediklerinde
şekk ediyorsanız dernek değildir. Zîrâ "Yeisne" sîgasıyle ye'sin
ma'lûm olduğu söylendikten sonra, yeiste şübhe ediyorsanız demek olmayacağı
bellidir. Binâenaleyh ma'nâ şu olur: Bunların iddetleri nasıl olacağını
kestire-meyip de müşkil görüyor, işkilleniyor, soruyorsanız, biliniz ki
"Onların iddetleri üç aydır", üç ay beklerler, bu müddet zarfında
bir gebelik belirmezse, nihâyetinde evvelkiler gibi "Onları ya iyilikle
tutun yâhud iyilikle aynhn"dn. Hayız âdeti görmeyenler de öyle üç aydır...
Bunlar gerek onyedi yaşından küçük olup henüz bulûğa ermemiş olduklarından
dolayı hayız görmemiş olanlar ve gerek bulûğ yaşının a'zamîsi olan onyedi
yaşını geçmiş ve binâenaleyh yaş i'tibâriyle baliğ bulunmuş oldukları hâlde
hayız âdeti olmamış bulunanları şâmildir (Hakk Dîni, VI, 5065-5066).
[92] Bu, et-Talâk: 4. âyeti "İçinizden ötenlerin
geride bıraktıkları zevceler kendi kendilerine dört ay on gün beklerler...
" (el-Bakara: 234) âyetinden sonra inmiş olduğu için, onun zevci vefat
eden kadınların iddeti hakkındaki dört ay on gün âyetinin umûmundan gebelere
âîd olan cihetini bu et-Talâk: 4. âyeti açıkça beyân etmiş bulunuyorki, böyle
sonraki târîh ile olan beyân, usûl ilminde tebdîl beyânı denilen nesh kısmına
dâhil olduğundan, bu hâmil âyetinin umûmu, o vefat âyetinin umûmundan bir
noktasını ta'dîl suretiyle nesheylemiştir... Binâenaleyh gebe kadınların
talâkta da, vefatta da iddetleri, doğurmakla tamâm olur (Hakk Dîni, VI, 5069).
[93] Hadîslerdeki bilgiler ve uygulama, başlığa uygundur.
Hadîsler de ayrı ayrı yollardan gelen rivayetlerdir.
temizlenme müddeti
beklerler... " (ei-Bakara: 228)
[94] "Kurû'"ve "Akra"',
"Kar'"mcem''vlu ki, zıdd ma'nâlı kelimelerden olup hayız ve temizlik
ma'nâları arasında müşterek bir lafızdır, binâenaleyh mücmeldir. Ma'nâsının
ta'yîni taleb ve araştırma ile beyâna bağlıdır. İmâm Mâlik ve Şafiî bunu Tahur
ile, Hanefîler Hayız ile tefsir etmişlerdir...(Hakk Dînî, I, 784). es-Selâ, asâ
vezninde şol yufka deriye denir ki, ana karnında çocuk onda doğar ve ekseri
beraberce çıkar, eğer doğduğu anda yüzünden sıyırıp alınmaz ise çocuk helak
olur. İnsanda ve hayvanlarda olana denir. Türkçedc "Eş" ve
"Son" ta'bîr ederler... (Kaamûs Ter.).
[95] Vucd, insanın vus'u, gücünün yetebildiği varlığı
demektir. Binâenaleyh kadının kocasına gücünün yetmeyeceği bir süknâ teklif
etmeğe de hakkı yoktur. Sonra belli ki, bu emirler sağ olanlaradır. Zevci vefat
eden kadının iddetinde süknâ ve nafaka talebine hakkı yoktur. O, vârisler
arasında bulunduğu için, terîkeden hissesi ne ise onu alır.
Bu âyetler boşanan
kadınların nafaka mes'elesi hususundaki asılları, düstûrları değişmez ve asla
eskimez kaanûnların bâzılarını ihtiva etmektedirler. Başlıkta işaret edilen
Fâtıma bintu Kays kıssasını anlatan hadîslerde bunların bâzı uygulamaları
görülecektir.
[96] Bu hadîsin başlığa uygunluğu, içinde Fâtırtıa bintu
Kays kıssasından bir fıkranın bulunması bakımındandır.
Bu Abdurrahmân
ibnu'l-Hakem, o sırada Medine Emîri bulunan Mervâp ibnu'l-Hakem'in kardeşi idi.
O, Fâtıma bintu Kays hadîsinin hükmünü umûmî kılmakta yanılmıştır. Çünkü Fâtıma
hadîsindeki süknâ ve nafaka olmaması hükmü, kendisinde bulunan bir özürden
dolayı ancak şahsına hâss bir hüküm idi Bu hüküm Amre'nin durumuna teşmil
edilemez ve uygulanamazdı. Zâten Kur'ân ve diğer hadîsler buna mâni' idi.
[97] Peygamber, Fâtıma bintu Kays'a bu şahsî durumu ve
zarûretli hâlinden dolayı boşandığı evden çıkmasını emretmiş ve nafakası da
olmadığını bildirmişti. Fâ-tıma'ya bu şahsî illet ve zaruretleri için mübâh
kılınmış olan durum, elbette başkalarına teşmîl edilemezdi. Zâten Kur'ân ve
diğer hadîsler buna mâni' idi. İşte Âişe, Fâtıma'nın şahsiyle ilgili bir hükmü,
illetini bildirmeksizin umûmî imiş gibi yayıp fetva vermesini ayıplamış, bunu
redd ve inkâr etmiştir.
İmâm Müslim bu Fâtıma
bintu Kays kıssasını anlatan hadîslerin yirmiden fazla rivayetini Sahîh'ine
alıp, birbirini açıklayacak bir tertîble çok güzel şekilde sıralamıştır:
Müslim Tercemesi, IV, 436-448, Talâk, "Üç talâkla boşanan kadına nafaka
yoktur babı".
[98] Buharı geçen hadîsi burada başka bir yoldan
kısaltılmış olarak getirdi. Bunun açıklaması daha önceki haşiyede kısmen verilmişti.
[99] Hadîsin başlığa uygunluğu kadınların hayız nev'inden
iddia ettikleri hususta tas-, dîk edilmeleri lehine bir şâhid bulunması
bakımındandır. Görmez misin Rasûlullah, Safiyye'yi sözü hakkında imtihan
etmedi de, yalanlamadı da... Bunun bİT rivayeti Hacc, "Temettü'
bâbı"nda da geçmişti... (Aynî).
[100] Buûle, Ba'P'm cem'idir. Ba'l, bir zamanlar tapınılan
bir putun ismi olduğu gibi, yükseklik ma'nâsıyle "Seyyid" ve
"Mâlik", yânî "Efendi", "Zevç" ve
"Zevce" ma'nâlarına da gelir. Erkeklere muzâf olursa hanımları,
kadınlara muzâf olunca da efendileri, kaaim zevçleri demek olur ki, burada
böyledir. O hâlde meali: Ve o boşananların efendileri, yânî onları boşayan ve
fakat rıc'î talâk ile boşayıp henüz efendiliğini muhafaza eden kocaları onlara
bu müddet zarfında dönme ile yine nikâhlarına döndürmeye herkesten haklıdırlar.
Hattâ iddet zarfında erkek sözle veya fiille dönmek ister de kadın razı
olmazsa, söz erkeğindir... (Hakk Dîni, I, 785).
[101] Buhârî hadîsi burada iki yoldan getirmiştir ki,
birincideki kısalığı, ikinci hadîs gidermektedir
[102] Hadîsin başlığa uygunluğu "Kadından kendini
boşalt" sözündedir. Bunun bir rivayeti Tefsir Kitâbı'nda da geçmiş ve
orada bâzı açıklamalar verilmişti.
[103] Bu hadîsin de bir rivayeti Talâk evvelinde geçmişti.
[104] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır, bunun bir rivayeti
Talâk Kitâbi'nın evvellerinde de geçmişti.
[105] el-Ihdâd, kadının kocası yâhud hısımlarından birinin
ölümü sebebiyle zînet ve süsü bırakıp yas ve matem hâlinde kalmasıdır. Kadının
deve tersi atması keyfiyeti bir yıllık uzun ve çok sıkıntılı iddet hayâtını
bir deve tersi kadar ehemmiyetsiz geçirdiğine işaret sayıldığı bildiriliyor.
Peygamber: Ey kadınlar,
Câhiliyet'te böyle iken, şimdi İslâm'ın bu dört ay on gün iddetini çok
görmeyin, demek istiyor.
Bu hadîsin böyle bir
rivayeti Cenazeler Kitâbi'nda geçti. Müslim de bunu Talâk'ta böylece
getirmiştir
[106] Bu göze sürme çekme isteğinin sırf tedâvî maksadıyle
yapılmamış olduğu sanılır. Eğer öyle olsaydı tedâvî zarureti, iddet içinde de
olsa tedaviyi mübâh hattâ vazife kılardı. Demek ki Rasûlullah o genç kadının bu
müracaatında böyle bir tedâvî zarureti tesbît etmemiş, bil'akis başka maksadlar
sezmiştir. Onun için izin vermemiştir.
[107] Hadîsin başlığa uygunluğu "Azfâr kustundan bir
parça... " sözündedir. Kaaf ve kef harfleriyle yazılan bu kelimeler
hakkında şöyle deniliyor: '!^_r", "^ir", " j»-j" üçü
de lügattir. Bu isim ile ma'rûf bir köktür, iki nev'i olur, birine "Hind
kustu", birine "Arab kustu" derler...
el-Azfâr vt ez-Zafâr,
"Sehâb" vezninde koku aksâmındandir. Dibinden derisi soyulmuş tırnak
tarzında olur... Türkçe'de "Şeytan tırnağı" ve "Tırnak
buhuru" dedikleri güzel kokulu şeydir... (Kaamûs Ter, II, 590).
- Buna "Kustu
Azfâr" denildiği gibi "Kustu Zafâr" da derler. Zafâr, Aden
sahilinde bir şehrin adıdır ki, tırnak şeklinde olan Hind kustu Hindistan'dan
evvelâ oraya gelir. Bundan dolayı Arab kadınlarının yıkanma sırasında kötü kokuyu
gidermek için kullandıkları bu ıtıra "Kustu Azfâr" ve "Kuşta
Zafâr" da derler.
Bu hadîsin bu sened ve
metinle aynısı HayzKitâbı'nda da geçmiş ve orada bâzı açıklamalar verilmişti.
[108] Başlığa uygunluğu "Yalnız Yemen'in asb kumaşından
yapılmış elbise giyebilir" sözündedir.
Asb, Yemen
kumaşlarındandır, çizgili kumaştır da denildi. Bu kumaş siyah beyaz iplikle
dokunur ve çizgileri devamlı kalırmış. İbnu'1-Esîr: Ölüm idde-ti bekleyen
kadın, dokunduktan sonra boyanmış kumaşlardan nehyedilmiş oluyor, demiştir...
(Aynî).
Âsim Molla da: Ve Asb,
Yemen kumaşlarından bir türlü kumaşın adıdır... demiştir.
Buhârî hadîsin sonunda
"Küsf've "Kust" kelimelerini açıklayıp, bunlar
"el-Kâfûr" ve "el-Kaafûr" kelimelerinde olduğu gibi kef
harfiyle de, kaaf harfiyle de söylenir demiştir
[109] Onu bu sözü söylemeye sevkeden sebeb el-Hattâbî'nin de
dediği gibi, neshedici-nin mensûhtan önce olmasını müşkil görmesidir. Böylece
o, bu âyetin kullanılmasının da mümkin olduğunu düşünmüştür... (Kastallânî).
[110] Müfessirler topluluğu İşbu el-Bakara: 240 âyetinin
inmesi, 234. âyetten evvel olduğunu ve fakat tilâvette geri bırakıldığını
söylemişlerdir. Maamâfîh târîh mü-beyyen değildir, evvelkisi iddet, bu da
nafaka içindir. Bu 240. âyette nekre olarak "Ma'rûf" evvelkinde
"BiV-maV«/" buyurulması, bunun İnmesi önden, öbürününki sonradan
bulunduğundan dolayı olduğuna işarettir diyorlar. Dışarı çıkma hâlinde günâhı
nefyetme gösterir ki, bu bir sene tamamen iddet değil-dir. Zîrâ iddet olsa idi,
çıkmaları günâh olurdu. Binâenaleyh bu âyet evvelkinden inmede dahî müteahhir
olsa idi,.dört ay on gün iddet müddetiyle müteânz olmazdı. O hâlde mukaddem
olduğundan dolayı nafakaya âid olan bu müddetin İddet müddetiyle mensûh veya
tahsis edilmiş olması gerekmezdi. Lâkin şurası unutulmamak lâzım gelir ki, bu
bir seneye kadar intifa hakkı, vasiyet veya vasiyet hükmünde olarak sabittir.
Hâlbuki ileride görüleceği üzere kadın da dörtte bir veya sekizde bir hisse ile
kocaya vâris olacaktır. Bu suretle mîrâs âyetlerinin inmesinden sonra vârise
vasiyet, mensûh olduğundan, bu vasiyet de mensûh-tur. Binâenaleyh zevci vefat
eden zevcelere kendi mîrâs hisselerinden başka bir de nafaka vâcib değildir. Bu
âyet, İslâm'ın evvelinde zevceye mîrâs yok iken inmiş ve sonra mîrâs
hükümleriyle neshedilmiştir. Ve bu nesh, zevcenin aleyhine değil, lehine
olmuştur. "Bir sene"de iddet ma'nâsı mülahaza edenler, bu neshin,
nüzûlu sonra olan iddet âyetiyle olduğuna da kaail olmuşlardır. Demek ki, her
iki takdirde mensûhtur. Ancak Mucâhid'den süknâ hakkında mensûh olmadığına
dâir münferid bir kavil vardır. İmâm Şafiî de ona kaail olarak bunlara nafaka
yoktur, fakat bir sene süknâ hakkı vardır, demiş; süknâ dahî nafakadan
sayıldığından, bu telâkkî rivâyeten vedirâyeten zayıftır (Hakk Dîni, I,
816-817).
[111] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde iddet bekleyen
kadınla ilgili söz bulunması bakımındandır; bunun bir rivayeti yakında geçti.
[112] el-Hasen'in bu sözünü İbn Ebî Şeybe senediyle getirmiştir.
[113] Bunun başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir
rivayeti Buyu' Kitabı, "Köpek bedeli bâbı"nda da geçmişti.
[114] Câriyenin kazancıyla murâd, zina karşılığında aldığı
bedeldir; bu da zina mehri hükmündedir.
[115] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sen kadına zifâfettin
" sözünden alınır. Buhârî bu sözün mantûkundan mehrin kemâlini istinbât
etti. Hadîs bu isnâd ve metinle "La'netleşenin mehri bâbı"nda da
geçmişti.
[116] Buhârî 236-237. âyetlerle mutlak olarak her boşanan
kadın için mut'anin vucûbuna istidlal etmiştir. Bu Saîd ibn Cubeyr'in ve
başkasının kavlidir. İbn Cerîr de bunu tercih etmiştir.
Buhârî 241-242.
âyetlerinin umumîliği ile de yine mutlak olarak boşanmış herbir kadın için
mut'anın, yânî birşeyle faydalandırmanın vucûbuna istidlal etmiştir... (Aynî).
[117] Bu da Buhârî'nin sözündendir. Bununla Peygamber'in,
kendinden la'netieşme hakkında rivayet edilmiş hadîslerde mut'a zikretmediğini
belirtmek istemiştir. Sanki Buhârî bununla la'netleşmede kadın için bir mut'a
yoktur görüşüne tutunmuş gibidir.
Kirmanı de şöyle demiştir:
Buhârî'nin kelâmından anlaşılan, her boşanan kadın için bir mut'a olduğu,
la'netleşen kadının ise boşanmış kadınlar toplulu-ğuna dâhil olmadığıdır. Sonra
dedi ku "Tallakuhâ" lafzı, onun boşanmış olduğu hususunda sarihtir
dedi, sonra buna ayrılmanın sırf la'netleşme ile hâsıl olmasıyle cevâb verdi.
Çünkü Peygamber, kocaya: "Senin onun aleyhine hiçbir hukuk yolun
yoktur" buyurdu. Kocanın onu boşaması, Peygamber'in emriyle olmamıştır...
(Aynî).
"Talâk" ve
"îddet" mes'eleleri böyie arzu ve nikâh talebine müteallik ince
birtakım vazifeler ve içtimaî âdaba müntehî olunca, hukuk bakımından da bâzı
beyâna ihtiyâç hissedilir. Nikâhlananlar evvel emirde iki kısımdır: Mehr farz
ve takdir edilmiş olan, olmayan. Bunlardan herbiri de iki kısımdır: Nikâhtan
sonra duhûl vâki' olan, olmayan. Binâenaleyh boşanmışlar da bu suretle dört
kısımdır: Evvelkisi medhûlün bihâ ve mehr ta'yîn edilmiş olan ki,
bunların
. hükmü yukarıda
zikredilmiş, talâk üzerine zulmen hiçbirşey alınmayıp mehirle-rinin tamamen
te'diyesi ve üç "kar"' iddet beklemeleri lüzumu beyân olunmuş idi.
İkincisi medhûlün bihâ olup mehri tesmiye edilmemiş bulunandır. Bunlara da aynı
şekilde "Ve lehûnne mislü'llezîaleyhinne bi'l-ma'rûfi" (el-Bakara:
228) medlûlünce mehri misil lüzumu iş'âr kılınmış idi ki, bununla alâkalı daha
bâzı beyânlar gelecektir. Üçüncüsü ne medhûlün bihâ, ne mehri farz kılınmış
olma-. yan; dördüncüsü de medhûlün bihâ olmayan vefakat mehri farz kılınmış
bulunandır ki, bu ikisi de gelecek iki âyetle, bir de el-Ahzâb'da "Sizin
kadınlar üzerini;
\'~ •"=
sayacağınız bir iddet yoktur" (Âyet: 49) âyetiyle beyân olunacaktır... Her
nikâhın kadına mâlî bir fâide ile neticelenmesi lâzımdır. Mehr tesmiye
edilmeden nikâhın sahîh olması mutlak olarak hiçbirşey lâzım gelmez demek
değildir. O zaman "Ve lehünne mislu llezîaleyhinne bVl-ma'rûf ma'nâsız
kalmış olurdu. Buna binâen mehr tesmiyesi olmadığı hâlde duhûl bulunmuş olsa
idi, mehri misil lâzım gelecek idi. Duhûlden önce boşanmış olunca, bu
mahrumiyete mukaa-bil bir mut'a olsun verilmek gerekir... (Hakk Dîni, I,
804-805).
... Zevç onu vermeli;
vermezse müslümânların hâkimleri alıvermelidir. Bu meta', medhûlün bihâ olanlar
için iddet nafakası, olmayanlar için de mut'a'-dır... (Hakk Dîni, I, 817).
[118] Buhârî, yakında "La'netleşenin mehri
bâbı"nda geçmiş olan bu hadîsi "Peygamber la'netleşmede bir mut'a
zikretmedi" sözünü kuvvetlendirmek İçin getirmiştir. Çünkü bunda mut'a
için bir girişme yoktur... (Aynî).