3- Malın En Çok Üçte Bir Mıkdârının Vasiyyet Edilmesi
Babı
6- Bâb: "Mirasçı İçin Vasiyyet Yoktur"
7- Ölüm Sırasında Sadaka (Yapmanın Cevazı) Babı
10- Bâb: Bir Şahıs Vakıf Yaptığı Yâhud Yakınlarına
Vasiyyet Yaptığı Zaman, Bu Yakınlar Kimlerdir?
12- Bâb: Vakıf Yapan Kişi Kendi Vakfı İle Faydalanır Mı?
18- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
20- Vakıf Ve Sadaka Yapmak İşlerinde Şâhid Göstermek Babı
21- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
22- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
24- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
25- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
28-Bâb" Bir Topluluk Ortak Ve Yaygın Hisseli Bir
Arazîyi Vakıf Yaptıklarında, Bu Vakıf Caizdir
30- Zengin İçin, Fakîr İçin, Zaîf İçin Vakıf Yapma(Nın
Cevazı) Babı
31- Mescid İnşâsı İçin Arazî Vakfetmedin Cevazı) Babı
32- Hayvanları, Atları, Ticâret Metâ'larını Ve Sessiz
Serveti (Yânî Altın Ve Gümüşü) Vakfetmek Babı
33- Vakfın İşlerine Bakıp Yürütecek Kimsenin Nafakası
(Yânî Ücreti) Babı
35- Bâb: Vakfedici Kimseler "Biz Onun Bedelini Ancak
Allah'tan İsteriz" Dedikleri Zaman, Bu Caizdir
36- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
37- Mirasçılar Hazır Bulunmaksızın Vasînin'ölünün Borcunu
Ödemesinin Cevazı) Babı
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Vasiyyetler
Kitabı)
Ve Peygamber(S)'in:
"Kişinin vasiyyeti yanında yazılmış(bullunmalı)dır" sözü [2].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Sizden birinize
ölüm gelip çattığı vakit -eğer mal bırakacaksa- ana, babaya, yakın akrabaya
meşru9 bir surette vasiyyette bulunmak takva sâhibleri üzerine bir hakk olarak
farz edildi. Artık kim bunu (ölünün bu vasiyyetini) işittikten sonra onu tebdü
ederse, herhalde vebali onu değiştirenlerin üzerinedir. Şübhesiz ki Allah hakkıyle
işitici, kemâliyle bilicidir. Bununla beraber, kim vasiyyet edenin haksızlığa
meylinden yâhud günâha gireceğinden endîşe edip de (alâkalıların) aralarını bulursa,
ona da hiçbir günâh yoktur. Şübhesiz ki Allah çok mağfiret edici, çok merhamet
eyleyicidir" (el-Bakara: 180-183) [3].
"Cenefen",
"Meylen"; "Mütecânif de "Meyledici"dir [4].
1-.......Bize
Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer (R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S)
şöyle buyurmuştur: "Vasiyyet edecek bir şeyi bulunan herhangi müsiümân bir
kimseye vasiyyeîi yanında yazılı bulunmadıkça iki gece geçirmesi asla caiz
olmaz".
Bu hadîsin aslını Amr
ibn Dinar'dan; o da İbn Umer'den; o da Peygamber'den rivayet etmekte İmâm
Mâlik'e, Muhammed ibn Müslim mutâbaat etmiştir [5].
2-.......
Rasûlullah'm kayın biraderi ve mü'minlerin anası Cuveyriye bintu'l-Hâris'in
erkek kardeşi olan Amr ibnu'l-Hâris şöyle demiştir: Rasûlullah (S), vefatı
zamanında ne dirhem, ne dînâr, ne (âzâdlanmamış) erkek ve dişi köle, ne de bir
şey (veya koyun) bıraktı. Yalnız beyaz dişi bir katırla harb silâhını, bir de
sadaka (yânî vakıf) yaptığı arazîyi bıraktı
[6].
3-.......Bize
Talha ibnu Musarrıf tahdîs edip şöyle dedi: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ(R)'ya:
— Peygamber (S) vasiyyet etti mi? diye sordum.
O:
— Hayır (vasiyyet etmedi), dedi. Bunun üzerine
ben:
— Öyleyse insanlar
üzerine vasiyyet etmek nasıl farz yazıldı, yâ-hud insanlar nasıl vasiyyet
etmekle emrolundular? dedim.
Abdullah ibn Ebî Evfâ:
— Rasûlullah, Allah'ın
Kitâbı'na tutunmak ve onunla amel etmeyi vasiyyet etti, dedi [7].
4-.......el-Esved
en-Nahâî şöyle demiştir: Bir kerre Âişe'nin yanında Alî'nin Peygamber'in
vasisi olduğunu (Peygamber'in ölüm hastalığında Alî'yi vasî ta'yîn ettiğini)
zikrettiler. Bunun üzerine Âişe:
— Rasûlullah, Alî'ye
ne zaman vasiyyet etmiş? Ben Rasûlullah'ı hayâtının son deminde göğsüme veya
elbiseme dayamıştım. Bu sırada bir tas istedi. Akabinde kucağımda bütün azası
sarkıverdi. (Meğer vefat etmişti.) Fakat ben O'nun öldüğünü hissetmedim,
anlamadım.
Şu hâlde Rasûlullah,
Alî'ye ne zaman vasiyyet etmiştir? diye onları reddetti [8].
5-.......Sa'd
ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir: Ben Mekke'de (Veda haccında yâhud fetih
sırasında hasta) iken, Peygamber (S) bana hasta ziyaretine geldi. Sa'd,
vaktiyle hicret ettiği bu toprakta ölmeyi istemiyordu. Peygamber:
— "Allah, Sa'd ibn Afrâ'ya merhamet eyjesin!"
diye duâ etti. Ben de:
— Yâ Rasûlallah! Ben
malımın hepsini vasiyyet etmek istiyorum, dim.
O:
— "Hayır (öyle yapma)/" buyurdu :
Ben:
— Yansım vasiyyet edeyim, dedim. Rasûlullah
yine:
— "Hayır" diye men' etti. Bu defa
ben:
— Malımın üçte birini vasiyyet edeyim, dedim Rasûlullah:
— "Evet, üçte bir kâfidir.Üçte bir de
(aşağısına nisbetle) çoktur. Çünkü ey Sa'd! Senin, mirasçılarını zengin
bırakman, onları insanlara avuç açarak dilenir, fakirler hâlinde bırakmandan
hayırlıdır. (Sen inşâallah yaşarsın.)O zaman senin yaptığın her harcama sadakadır.
Hattâ (gönlünü hoş etmek için) kadınının ağzının içine kaldırıp yedireceğin
bir tek lokma da bir sadakadır. Ey Sa'd, Allah'tan ümtd ederim ki, Allah seni
bu hastalıktan kaldırır da, sf?mn(fetihle-rin)/e birçok insanlar faydalanır ve
yine seninle diğer birçokları da zarar görür" buyurdu.
Rasülullah'ın böyle
söylediği günlerde Sa'd ibn Ebî Vakkaas'ın mîrâsçı olarak yalnız bir tek kızı
vardı [9].
el-Hasen el-Basrî:
Zimmî için de vasiyyet ancak malının üçte birinden caiz olur. Çünkü Yüce Allah:
"Aralarında
Allah'ın indirdiği ile hükmet,." (ei-Mâide: 49) buyurdu, demiştir [10].
6-....... İbn Abbâs (R): Keski insanlar vasiyyet hususunda üçte birden
azaltıp da dörtte bire gitseler! (Böyle yapmaları temenni olunur.) Çünkü
Rasûlullah (Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a): "Üçte bir (caiz olur), fakat üçte
bir de çoktur" yâhud "büyüktür" buyurdu, demiştir.
7-.......Sa'd
ibn Ebî Vakkaas(R) şöyle demiştir: Ben Mekke'de hastalandım. Peygamber bana
hasta ziyaretine geldi. Bu ziyarette ben:
— Yâ Rasûlallah! Beni
topuğum üzerine geri döndürmemesini (yânî beni hicret etmiş olduğum Mekke'de
öldürmemesini) Allah'a duâ ediver! dedim.
Rasûlullah (S):
— "Ümîd ederim ki, Allah seni bu
hastalıktan kaldıracak ve seninle birçok insanları fay dolandıracaktır"
buyurdu.
Ben:
— Ben malımı vasiyyet
etmek istiyorum. Çünkü (mîrâs payına sâhib olanlardan) benim ancak bir tane
kızım var, dedim ve: Ben malımın yarısını vasiyyet ediyorum, diye ilâve ettim.
Rasûlullah:
— "Yarısı çoktur" buyurdu. Ben:
— Üçte birini vasiyyet
edeyim, dedim. Rasûlullah:
— "Üçte bir (olur), fakat, üçte bir de
çoktur, yâhud büyüktür" )uyurdu.
Sa'd, yâhud
berisindeki râvî: İnsanlar üçte bir mikdarını vasiyyet ettiler, bu onlar için
caiz oldu, demiştir [11].
8-.......Peygamber'in
zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Utbe ibn Ebî Vakkaas, kardeşi Sa'd ibn Ebî
Vakkaas'a:
— Zem'a'mn cariyesinin
doğurduğu oğlu -Abdurrahmân- benim-gayrı meşru' münâsebetimden dünyâya
gelmiştir; bu çocuk bendendir. Sen bu çocuğu Zem'a'mn elinden al ve nesebini bana
kat, diye ahd ve vasiyyet etmiş idi.
Mekke fethi yılı
olunca Sa'd ibn Ebî Vakkaas, kardeşinin bu va-siyyetini yerine getirmek için
Abdurrahmân'ı tuttu ve:
— Bu çocuk benim kardeşimin oğludur, kendisi
beni bu çocuk hakkında vasî ta'yîn etmiş idi, dedi.
Fakat Zem'a'nın sulbî
oğlu olan Abd ibn Zem'a ayağa kalktı ve:
— (Hayır,) bu çocuk
benim kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur; babamın döşeği üzerinde
doğurulmuştur, dedi.
Sonra her iki taraf,
Rasülullah'ın huzuruna muhakemeye gittiler, Sa'd:
— Yâ Rasûlallah! Bu
çocuk, benim kardeşimin oğludur. Karde-im beni bu çocuk hakkında vasî ta'yîn
etmişti, dedi.
Abd ibn Zem'a da:
— Bu benim kardeşimdir
ve babamın cariyesinin oğludur, dedi. İki taraf böylece da'vâlarını ortaya
koyup savunmalarını yaptıktan sonra, Rasûlullah (S), Abd ibn Zem'a'nın lehine
hükmedip:
— ''Çocuk döşeğindir; zina edene mahrumiyet
düşer" buyurmuştur.
(Nazarî ve amelî
olarak İslâm hukukunda şer'î hüküm böyle olmakla beraber) sonra Rasûlullah, bu
zina mahsûlü olduğu iddia edilen çocuğun sîmâsında, zânî olduğu iddia edilen
Utbe ibn Ebî Vakkaas'a bir benzerlik gördüğünden, zevcesi Şevde bintu Zem'a'ya:
— "Sen bu Abdurrahmân'dan örtün" diye
emretti.
Artık Abdurrahmân,
Allah'a kavuşuncaya (yânı ölünceye) kadar Sevde'yi açık görmemiştir [13].
9-.......Bize
Hemmâm ibn Yahya, Katâde ibnDiâme'den;o da Enes(R)'ten tahdîs etti ki: Bir
Yahûdî (Ensâr'dan) bir cariyenin başını iki taş arasında ezmişti. Kadın,
Peygamber'in huzuruna getirilip: Bu cinayeti sana kim yaptı? Fulân mı, Fulân
mı? diye soruldu. Nihayet cinayeti işleyen Yahûdî'nin ismi anılınca, yaralı
câriye başıyle işaret etti. Bunun üzerine Yahûdî yakalandı, sorguya devam edildi.
Nihayet cürmünü i'tirâf etmesiyle Peygamber (S) emretti de, Yahûdî'nin başı
(kısas olarak) iki taş arasında ezildi [14].
10-.......O
da Atâ ibn Ebî Rebâh'tan tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: İslâm'ın
evvelinde kişinin malı, öldüğü zaman (mî-râs olarak) oğluna kalırdı. Vasiyyet
de ana ile babanın hakkı idi. Yalnız ana-babaya vasiyyet edilirdi. Sonra Allah
bundan irâde buyurduğu kısmını (en-Nisâ: 11-12. mîrâsâyetiyie) neshetti de
mîrâsı, erkeğe iki dişi payı kadar ta'yîn buyurdu. Ve ana ile babadan her
birisine (eğer çocuk varsa) altıda bir verdi. Yine kadına (çocuk bulunduğu
takdîrde) dörtte bir, zevc'e de (çocuk yoksa) yarı, (çocuk varsa) dörtte bir
hisse verdi [16].
11-.......
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e bir adam geldi ve:
— Yâ Rasûlullah! Hangi
sadaka daha faziletlidir? diye sordu. Rasûlullah:
— "Sadakanın en faziletli olanı, vücûdun
tamamen sıhhatte olup, mal toplamaya hırslı bulunduğun; zengin olmayı emel
edinir, fakirlikten de korkar olduğun hâlde verdiğin sadakadır. Sakın sen sadakanı
can boğaza ulaşıp da: Şu malım fulânındır,
bu malım da fulânındır, diye vasiyyet etmeye başladığın, hâlbuki o
malfulân mirasçının olduğu, hayâtının son demine kadar ihmâl edip geri bırakma!"
diye cevâb ve öğüt verdi [17].
Ve zikrolunur ki,
Kaadı Şurayh, Umer ibn Abdilazîz, Tâvûs, Atâ ibn Ebî Rebâh, Basra Kaadısı
Abdurrahmân ibn Uzeyne hastanın borç ikrar etmesini caiz kılmışlardır [19].
el-Hasenu'1-Basrî:
Kişinin yaptığı sadakanın en haklısı, dünyâdan son günde ve âhiretten ilk günde
yaptığıdır,
demiştir [20].
İbrahim en-Nahaî ve el-Hakem ibn Uyeyne: Hasta kişi mirasçıyı borçtan temize
çıkardığında, mîrâsçı borçtan kurtulur, demişlerdir [21].
Râfi* ibn Hadîc,
karısı olan el-Fezâriyye Kadın'ın kapısı üzerine kapatılan evdeki mallardan ayrılmamasını
vasiyyet etmiştir [22].
el-Hasenu'1-Basrî: Bir şahıs ölümü sırasında kölesine: Ben seni âzâd etmiş
idim, dediğinde, kölenin âzâd olması caizdir, demiştir.
eş-Şa'bî: Kadın, ölümü
sırasında: Kocam benim hakkımı bana Ödedi, ben de ondan bunu teslîm aldım, dediğinde,
kadının bu ikrarı caiz olur, demiştir [23].
Bâzı Adem oğlu da: Hastanın, vârislerin bâzısı lehine olan bu ikrarı, diğer
vârisler için kötü zanna sebeb olacağından caiz olmaz, dedi de, sonra bu Adem
oğlu, bunu güzel görüp hastanın vedîayı, ticâret malını ve ticâret malının
kazancını ikrar ve i'tirâf etmesi caiz olur, dedi [24].
Peygamber (S):
"Sizleri
zannetmekten sakındırırım. Çünkü zann (ile ittihâm) sözlerin yalanı çok
olanıdır" buyurmuştur [25].
Peygamber'in
"Münâfıkın alâmeti: Kendisine birşey emânet edildiğinde ona hıyanet
eder" sözünden dolayı, vârislerden olan müslümânlann malı (ikrar edilse
de) halâl olmaz [26]. Ve Yüce Allah:
"Şübhesiz ki, Allah size emânetleri ehline vermenizi... emreder"
(en-Nisâ: 58) buyurdu da, hıyaneti terkte ve emâneti ehline verme vucûbunda mîrâsçı
ile gayrisi arasında bir tahsis ve ayırma yapmadı [27].
Bu münafık alâmeti
hadîsi hakkında Abdullah ibn Amr'ın da Peygatnber'den bir rivayeti vardır (Bu
da îmân'da geçmişti).
12-.......Ebû
Hureyre(R)'den: Peygamber (S): "Münâfıkın alâmeti üçtür: Söz söylediği
zaman yalan söyler; kendisine birşey emânet edildiğinde hıyanet eder; va'd
ettiği zaman va'dinden döner" buyurmuştur [28].
Ve Peygamber(S)'in,
vasiyyetten önce borcun : ödenmesiyle hükmettiği rivayet olunuyor [30]. Ve
Yüce Allah'ın şu kavli:
"Şübhesiz ki
Allah, size emânetleri ehline vermenizi... emreder" (en-Nisâ: 58). İşte bu
emirden dolayı emâneti yerine ödemek vucûbu gönüllü vasiyyetten daha haklıdır [31].
Peygamber (S) de: "Sadaka ancak bol maldan ayrılıp verilir' buyurdu [32]. İbn
Abbâs da: Köle ancak efendisinin izni ile vasiyyet eder, demiştir [33].
Peygamber (S) de:
"Köle, efendisinin malında bir çobandır" buyurdu [34].
13-.......Hakîmibn
Hızâm (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah'tan (dünyalık) istedim, O bana verdi.
Sonra kendisinden yine istedim, yine verdi. Sonra bana hitaben şöyle buyurdu:
— "Yâ Hakim! Şu
mal yeşil, tatlı bir meyvedir. Her kim bu malı nefis cömertliği ile (hırs
göstermeden) alırsa, o malda kendisi için bereket ve meymenet inşân olunur.
Kim de bu malı hırs ile alırsa, o malda alan için bereketlilik olmaz- O hırslı
kimse dâima yiyen ve doymayan bir kimse olmuştur. (Veren) yüksek el, (alan)
alçak elden hayırlıdır".
Hakîm dedi ki: Ben:
— Yâ Rasûlallah! Seni
hakk peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben şu dünyâdan ayrılıncaya
kadar Sen'den başka hiçbir kimseye, hiçbirşey için elimi uzatmam, dedim.
(Hakîkaten) Ebû Bekr
(halifeliği zamanında) Beytu'l-mâl'deki hakkını vermek için Hakîm'i da'vet
etmiş, fakat Hakîm, Ebû Bekr'-in bu atıyyesini kabulden çekinmiştir. Sonra Umer
de hakkını vermek için çağırmış; ondan da atıyye almaktan çekinmiştir. Bundan
sonra Umer (sahâbîlerin toplantısında):
— Ey müslümânlar
topluluğu! Ben harâc ve ganîmet malından Allah'ın kendisine taksim eylemiş
olduğu hakkını kendisine vermek için arzediyorum. O ise bunu almaktan
çekiniyor! dedi.
Ve (hakîkaten) Hakîm,
Rasûlullah'tan sonra, tâ ölünceye kadar hiç kimseden birşey almamıştır [35].
14-.......ez-Zuhrî
dedi ki: Bana Salim, babası İbn Umer'den;
o da babası
Umer(R)'den haber verdi ki, o şöyle demiştir: Ben Ra-sûlullah(S)'tan işittim;
şöyle buyuruyordu: "Herbirerleriniz gü-dücüdür (yânı elinin altındakileri
iyi korumakla vazifelidir) ve herbi-rerleriniz idaresi altındakilerden
sorumludur. Devlet adamları birer çobandır ve herbiri idare ettiklerinden
sorumludur. Erkek, ailesi içinde bir çobandır ve idaresi altındakilerden
sorumludur. Kadın da kocasının evinde bir çobandır ve o da idaresi
altındakilerden sorumludur. Hizmetçi de efendisinin malında bir çobandır ve
elinin altındakilerden sorumludur".
Râvî Rasûlullah'ın:
"İnsan babasının malında bir çobandır ve elinin altındakilerden
sorumludur" buyurduğunu zannediyorum, demiştir [36].
Ve Sabit, Enes'ten
söyledi ki, Peygamber (S) Ebû Talha'ya hitaben: "Sen o Beyruhâ bûstânını
kendi yakınlarının fakirlerine tahsîs et" buyurdu. Ebû Talha da o
bûstânını Hassan ibn Sâbit'e ve Ubeyy ibn Kaa tahsîs etti [38].
Ve Muhammed ibn
Abdillah el-Ensârî şöyle dedi [39]:
Bana babam Abdullah, Sumâme ibn Abdillah'tan; o da Enes'ten, Sâbit'in hadîsinin
benzerini tahdîs etti. Rasûlullah, Ebû Talha'ya: "Sen onu soy yakınlığın
olan fakîrlere tahsîs et" buyurdu. Enes dedi ki: Ebû Talha o bustânı
Hassan ile Ubeyy ibn KaVa tahsîs etti. Bu ikisi, Ebû Talha'ya benden daha yakın
idiler. Hassân'ın ve Ubeyy ibn KaVın yakınlığı, Ebû Talha tarafından idi. Ebû
Talha'nın ismi ise Zeyd ibnu Sehl ibm'l-Esved ibn Haram ibn Amr ibni Zeyd
Menâte'bni Adiyy ibn Amr ibn Mâlik ibni'n-Neccâr'dır. Hassan ibnu Sabit
ibni'l-Munzir ibn Haram, Ebû Talha ile Hassan, Harâm'da birleşirler. Bu Haram
ibn Amr, Ebû Talha ile Hassân'ın üçüncü babalarıdır (yânî babalarının
dedesidir). Ve Haram ibnu Amr ibn Zeyd Menâte'bni Adiyy ibn Amr ibn Mâlik
ibni'n-Neccâr; işte bu zât Hassân'ı, Ebû Talha'y» ve Ubeyy'i babalarından altıncı
babaya: Amr ibn MâhVe toplar. Şu da, Ubeyy ibnu Ka'b ibn Kays ibn Ubeyd ibn
Zeyd
ibn Muâviye ibn Amr
ibn Mâlik ibni'n-Neccâr'dır
(Ubeyy ibn KaVın ve
diğer ikisinin altıncı dedeleri öolan) bu Amr ibn Mâlik (bu üç kişiyi):
Hassân'ı, Ebû Talha'yı ve Ubeyy ibn KaVı kendisinde toplayıp birleştiriyor [40].
İnsanların bâzısı: Bir
kimse yakınlarına vasiyyet öyaptığı zaman, bu, İslâm içinde bulunmuş olan öbabalarına
olur, dedi [41].
15-.......Bize
Mâlik, İshâk ibn Abdillah ibn Ebî Talha'dan haber verdi ki, o, Enes(R)'in
şöyle dediğini işitmiştir: Peygamber (S) Ebû Talha'ya:
— "Ben bu bustânı senin kendi hısımlarına
tahsis etmeni daha uygun görüyorum" buyurdu.
Ebû Talha da:
— Ben de Sen'in uygun
gördüğün gibi yaparım yâ Rasûlallah, dedi.
Ve! Ebû Talha, Beyruhâ
bustânını akrabaları ve amca oğullan arasında taksim etti [42].
Ve tbn Abbâs şöyle
dedi: "Sen en yakın hısımlarım inzâr et" (eş-şuarâ: 214) âyeti indiği
zaman, Peygamber (S): "YâFıhr oğulları, yâ Adiyy oğulları!" diye
Kureyş'i oymak oymak çağırmaya başladı [43].
Ebû Hureyre de:
"Sen en yakın hısımlarım inzâr et "(eş-şuarâ: 214) âyeti indiği zaman
Peygamber (S): "Ey Kureyş topluluğu!" diye ni-dâ etti, demiştir [44].
16-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Azîz ve Celîl olan Allah: "Sen en yakın
aşiret ve kabile hısımlarını inzâr et" (eş-şuarâ: 214) âyetim indirdiği
zaman, Rasûlullah (S) kalktı da şöyle buyurdu: "Ey Kureyş topluluğu!
(Yâhud buna benzer bir kelime ile hitâb etti.) Canlarınızı, nefislerinizi
satın alınız (yânı İslâm'a girmek suretiyle nefislerinizi Allah'ın azabından
koruyunuz). Ben Allah'ın azabından hiçbirşeyi sizden def edemem. Ey Abde Menâf
oğulları! Ben sizden de Allah'ın azabından hiç bir şeyi def' edemem. Ey Abbâsu'bne
Abdilmuttalib! Senden de Allah'ın azabından hiçbir parçasını men'edemem. Ey
Allah Elçisi'nin halası olan Safiyye! Senden de ben Allah 'in azabından bir
kısmım olsun def edemem. Ey Muhammed'in kızı Fâ-tıma! Malımdan dilediğin şeyi
iste (vereyim, fakat) Allah'ın azabından hiçbir şeyi senden def edemem"[45].
Bu hadîsi Abdullah ibn
Vehb'den; o da Yûnus ibn Yezîd'den; o da İbn Şihâb'dan rivayet etmekte Esbağ
ibnu'I-Ferec, Ebû'l-Yemân'a mutâbaat etmiştir [46].
Umer ibnu'l-Hattâb,
Hayber'deki arazîsini vakfedişinde, "Vakfın işlerini üzerine alan kimsenin
öma'rûf surette ondan yemesinde üzerine günâh yoktur" diye şart kılmıştır [47].
Vakfın işlerini yürütmeyi bazen vakfedici de, başkaları da üzerine alır (ve
ondan faydalanırlar). Bir deveyi yâhud herhangibir şeyi Allah'a tahsis eden kişiler
de bunun gibidir: Allah'a tahsîs eden şahıs, bundan kendisinin faydalanmasını
şart kılmasa da, o şeyden başkalarının faydalanacağı gibi, kendisinin de
faydalanma hakkı vardır [48].
17-.......Bize
Ebû Avâne, Katâde'den; o da Enes(R)'ten şöyle tahdîs etti: Peygamber (S)
kurbanlık deve sevkeden bir adam gördü de, ona:
— "Bu deveye bin!" buyurdu.
O zât:
— Yâ Rasûlallah
Bu deve kurbanlıktır, dedi. Rasûlullah, üçüncü yâhud dördüncü defasında:
— "Helak olası -yâhud: yazık olası-, sen
bu kurbanlık devene hin!" buyurdu.
18- Bize Mâlik,
Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti:
Rasûlullah (S) kurbanlık devesini sevkeden bir adam gördü ve:
— "Deveye bin!" buyurdu.
O zât:
— Yâ Rasûlallah! Bu deve kurbanlıktır, dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah, ikinci yâhud üçüncü defasında:
— "Helak olası, bin şu kurbanlık
deveye!" buyurdu [49] .
Çünkü Umer (R)
Hayber'deki arazîsini vakfetti ve: "Vakıf işlerini üzerine alan kimsenin
örfe göre vakıftan
yemesinde üzerine
günâh yoktur" dedi de, onu Umer yâhud başkası mütevelli olursa diye bir
tahsis yapıp ayırmadı (Peygamber de onu elinden çıkarmasını emretmedi) [50].
Peygamber (S) Ebû
Talha'ya da: "Ben bu bustânı en yakın hısımlarına tahsis etmeni uygun
görüyorum" buyurdu.
Ebû Talha: Ben de öyle
yaparım, dedi de o Beyruhâ bustânını en yakın hısımları ve amca oğulları arasında
taksîm etti [51].
O şahıs evini böyle
vakfettikten sonra, en yakın hısımları arasına koysa (Müsternlf de: En yakın hısımlarına
verse) yâhud istediği yere koysa (hüküm nedir)?
Ebû Talha:
"Malımın bana en sevimli olanı (bâ'nin kesri ve fethiyle) Biyruhâ'dır.
Biyruhâ Allah için sadakadır" dediği zaman, Peygamber, Talha'ya: "Ben
onu yakınlarına tahsis etmeni uygun görürüm" buyurup, onun böyle ta'yînsiz
vakfını ona caiz kılmıştır [52].
Âlimlerin bâzısı da:
Vakfedici kimlere sarfedileceğini beyân etmedikçe, böyle mutlak vakıf caiz
olmaz, dedi. Evvelki, yânı cevaz görüşü daha sahîhtir [53].
19-.......Bize
İbnu Cureyc haber verip şöyle dedi: Bana Ya'lâ ibn Müslim haber verdi ki,
kendisi İkrime'den şöyle derken işitmiş-tir: Bana İbn Abbâs (R) şöyle haber
verdi: Sa'd ibnu Ubâde, anasından uzak bir yerde bulunduğu hâlde anası öldü.
Bunun üzerine Sa'd:
— Yâ Rasûlallah! Ben
anamdan uzakta iken anam vefat etti. Şimdi ben onun adına birşey sadaka etsem,
bu sadaka yapacağım şey ona fayda verir mi? dedi.
Rasûlullah:
— "Evet (onun adına yapacağın hayır, ona
fayda verir)" buyurdu.
Sa'd ibn Ubâde:
— Ben seni şâhid yapıyorum: Benim şu Mıhrâf
ismindeki duvarlı bustânım anamın üzerine sadakadır, dedi [55].
20-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Abdurrahmân ibn Abdillah ibn Ka'b haber verdi ki,
babası Abdullah ibn Ka'b şöyle demistir: Ben babam Ka'b ibn Mâlik'ten şöyle
dediğini işitmişimdir:
Ben:
— Yâ Rasûlallah!
(Günâhlarımdan tevbe ettim.) Bütün malımı Allah rızâsı ve Rasûlü'nün sevgisi
için sadaka yaparak, malımdan ta-mâmiyle sökülüp soyulmam da tevbemdendir (yânî
tevbemin tamam-layıcısıdır), dedim.
Rasûlullah (S):
— "Ya Ka'b! Sen malının bir kısmını kendi
üzerinde alıkoy. Bu senin için hayırlı bir harekettir" buyurdu.
Ben de:
— Hayber'de bulunan
hissemi üzerimde tutuyorum, dedim [56].
21- Ve
İsmail şöyle dedi: Bana Abdulazîz ibnu Abdillah ibn Ebî Seleme, îshâk ibn
Abdullah ibn Ebî Talha'dan -Buhârî: Ben bu hadîsi ancak Enes yolundan
biliyorum, demiştir-; o da Enes(R)'ten olmak üzere haber verdi. Enes ibn Mâlik
(R) şöyle demiştir: "Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya
kadar hâlis iyiliğe ermiş olmazsınız..*" (Âiu imrân: 92) âyeti inince
(üvey babam) Ebû Tal-ha, Rasûlullah'a geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Allah
Tebâr^ke ve Teâlâ kendi Kitâbı'nda "Siz sevdiğiniz şeylerden harcayıncaya
kadar hâlis iyiliğe ermiş olmazsınız" buyuruyor. Mallarımın bana en
sevgili olanı da "Bîruhâ"dır. -Râvî Enes dedi ki: Bu Bîruhâ,
Mescid'in karşısında bir bahçe idi. Rasûlul-lah bu Bîruhâ bahçesine girer,
orada gölgelenir ve onun içindeki .güzel sudan içer idi.- İşte bu Bîruhâ
bahçesi Azîz ve Celîl olan Allah ve O'nun Rasûlü yoluna sadakadır. Ben bu
sadakanın hayrını ve âhiret azığı olmasını ümîd ediyorum. Yâ Rasûlallah! Sen bu
bahçemi, Allah'ın sana gösterdiği yere koy, sarfet, dedi.
Bu söz üzerine
Rasûlullah (S):
— "Güzel, yâ Ebâ Talka! Bu, sahibine
kazanç getiren bir maldır. Biz bu malı senden kabul ettik ve onu tekrar sana
geri verdik. Sen onu en yakın hısımların arasına koy" buyurdu.
Ebû Talha da onu,
kendine hısımlık sahibi olanlar üzerine sadaka yaptı.
Enes dedi ki: Ubeyy
ibn Ka'b ve Hassan ibn Sabit o yakın hısımlardan idi. Enes dpdi ki: Hassan,
kendisine sadaka verilmiş olan bu maldaki hissesini Muâviye ibn Ebî Sufyân'a
sattı. Hassân'a bu konuda:
— Sen Ebû Talha'nın
sadaka ettiği malı mı satıyorsun? denildi de, Hassan:
— Dikkat edin! Ben bir
sâ' ölçeği hurmayı bir sâ' ölçeği dirhemler mukaabilinde satıyorum, dedi.
Enes dedi ki: Bu
bahçe, Muâviye ibn Ebî Sufyân'ın kurmuş olduğu Hudeyle oğulları kasrının bulunduğu
yerde idi [58].
"Mîrâs taksim
olunurken (mirasçı olmayan) hısımlar, yetimler, yoksullar da hazır bulunursa,
kendilerine ondan (birşey vererek) nzıklandırın; (gönüllerini hoş edecek) güzel
sözler de söyleyin" (en-Nisâ: 8) [59].
22-.......
İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Bir takım insanlar bu en-Nisâ: 8. âyeti
neshedildi diye iddia ediyorlar. Hayır, vallahi bu âyet neshedilmedi. Fakat bu
âyetin hükmü, insanların gevşeklik gösterip amel etmedikleri hükümlerdendir:
Terikede tasarruf edici ve terike işini üzerine alanlar, iki (türlü) vâlîdir:
Biri (meselâ asabe gibi) mala vâris olur; işte bu, taksîmde hazır bulunan
ihtiyâç sâhiblerini de n-zıklandırır. Bir diğer vâlî (meselâ yetîm velîsi gibi)
mîrâs almaz; bu da güzel sözler söyleyen kimsedir: Bu, o ihtiyâç sahihlerine:
Ben sana vermek için bu maldan hiçbirşeye'mâlik değilim (çünkü bu mal ancak şu yetimindir. Şayet bundan benim
birşeyim olaydı, muhakkak sana verirdim), der
[60].
23- Bize
İsmâîl tahdîs edip şöyle dedi: Bana Mâlik, Hişâm'dan; o da babası Urve
ibnu'z-Zubeyr'den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki, bir adam Peygamber(S)'e:
— Anamın canını Allah
ansızın giderdi. Ben öyle sanıyorum ki, eğer anam konuşabilseydi sadaka
yapacaktı. Şimdi ben anam adına sadaka yapayım mı? diye sordu.
Peygamber:
— "Evet, anan adına sadaka yap!"
buyurdu.
24- Bize
Abdullah ibn Yûsuf tahdîs edip şöyle dedi: Bize Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da
Ubeydullah ibn Abdillah'tan; o da İbn Ab-bâs(R)'tan haber verdi ki, Sa'd ibn
Ubâde (R) Rasûlullah (S)'tan fetva isteyip:
— Annem öldü; üzerinde
(ödeyemediği) adak borcu vardı? dedi.
Rasûlullah:
— "Sen o adağı
annen adına yerine getir!" buyurdu [61].
25- Bize
İbrâhîm ibn Mûsâ tahdîs edip şöyle dedi: Bize Hişâm ibn Yûsuf haber verdi ki,
onlara da İbn Cureyc haber verip şöyle demiştir: Bana Ya'lâ ibn Müslim haber
verdi ki, kendisi İbn Abbâs'ın himayesinde bulunan İkrime'den şöyle derken
işitmiştir: Bize İbn Ab-bâs haber verdi ki, Sâide oğulan'nın kardeşi olan SaM
ibn Ubâde uzak bir yerde iken annesi vefat etti. Akabinde Sa'd ibn Ubâde
Pey-gamber'e geldi ve:
— Yâ Rasûlallah! Ben
kendisinden uzakta iken annem vefat etti. Onun adına herhangi bir şey sadaka
etsem bu şey ona fayda verir mi? diye sordu.
Rasûlullah.(S):
— "Evet (fayda verir)" buyurdu. Sa'd
da:
— Ben Sen'î şâhid
yapıyorum ki, benim el-Mıhrâf adındaki duvarlı bustânım annem üzerine sadakadır
,(yânî annemin iyiliğine ve hayrına sarf edilecektir), dedi [62].
"Yetimlere (rüşde
ulaştıklarında) mallarını verin. Temizi murdara değişmeyin. Onların mallarını
kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Çünkü bu muhakkak büyük bir günâhtır. Eğer
yetim kızlar hakkında (adaleti yerine getiremeyeceğinizden) korkarsamz, sizin
için halâl olan diğer kadınlardan... nikâh edin"(en-Nisâ: 2-3)
26- Bize
Ebû'l-Yemân tahdîs edip şöyle dedi: Bize Şuayb, ez-Zuhrî'den haber verdi. O
şöyle demiştir: Urvetu'bnu'z-Zubeyr, Âişe (R)'ye: "Eğer yetim kızlar
hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsamz, sizin için halâl olan
diğer kadınlardan... nikâh edin" (en-Nisâ: 2-3) âyetinin tefsirini
sorduğunu tahdîs ediyordu. Urve (Âişe'den haber verici olarak; Ebû Zerr'de
Âişe) şöyle dedi: O, şu yetîm kızdır ki, velîsinin himayesinde bulunur. O velî,
onun güzelliğine ve malına rağbet eder ve o kızla, o kıza yakın olan kadınlara
verilmesi kaanûn olan mehirden daha az bir mehir vermek suretiyle evlenmek
ister. İşte (bu âyette) o çeşit velîlerin veliliği altındaki yetîm kızları,
haklarında onların mehirlerini kemâle ulaştırmak hususunda adalet yapmadıkça
nikâh etmeleri nehyolunup, bunlardan başka kendilerine halâl olan kadınlardan
nikâh etmeleri emrolunmuştur. Âişe, tefsirine devamla dedi ki: Sonra insanlar
bu (en-Nisâ: 2) âyetin inmesinin ardından, Rasûlullah'tan fetva istediler.
Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Allah şu âyeti indirdi:
"Senden kadınlar
hakkında fetva isterler. De ki: Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor:
Kendileri için yazılmış olanı (mîrâsı) onlara vermediğiniz ve nikâhlarını da
beğenip istemediğiniz yetîm kızlar ve küçük çocuklar hakkında, bir de yetimlere
karşı adaleti ayakta tutmanız hususunda Kitâb'da size karşı okunup duran
âyetler. Hayırdan daha ne yaparsanız şübhesiz Allah onu da hakkıyle
bilicidir" (en-Nisâ: 127)
Âişe dedi ki: İşte
Allah bu âyetin içinde şunu beyân etti: Yetîm kız güzellik ve mal sahibi olduğu
zaman, velîleri onun nikâhına rağbet ettiler, fakat onu, mehrini kemâle
ulaştırmak suretiyle akranlarına verilegelen mehir sünnetine katmadılar. Yetîm
kız mal ve güzellik azlığından dolayı nikâhına arzu edilmemiş olunca bu kızı
terkettiler ve ondan başka kadınları aradılar.
Râvî dedi ki: Nitekim
siz, kadınları, mal ve güzellik azlığından dolayı nikâhlarını arzu etmediğiniz
zaman, onları terkediyorsunuz. İşte böyle erkekler için malı ve güzelliğinden
dolayı nikâhlanmayı arzu ettikleri zaman bu kızları nikâh etmeleri hakkı
yoktur. Ancak onlar o mal ve güzellik sahibi olup, kendilerine rağbet edilmiş
bu kızlara en mükemmel mehir ta'yîn etmek ve haklarını kendilerine vermek suretiyle
onlara adalet yapmaları hâlinde, onlarla nikâh olmayı hakk ederler [64].
"Yetimleri nikâh
çağına erdikleri zamana kadar gözetip deneyin, O vakit kendilerinde bir akıl ve
olgunluk gördünüz mü, mallarını onlara teslim edin. Büyüyecekler de ellerine
alacaklar diye bunları israf ile
tez elden yemeyin.
Velîlerden kim zengin ise (yetimin malını yemeye tenezzül etmesin;) kaçınsın.
Kim de fakır
ise, o hâlde örfe göre
(birşey) yesin. Artık onlara mallarını teslim ettiğiniz vakit karşılarında
şâhid bulundurun. Tam bir hesâb sorucu olmak bakımından ise Allah yeter. Ana ve
baba ile yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere, ana ve baba ile yakın hısımların
bıraktıklarından kadınlara azından da çoğundan da farz kılınmış birer
nasîb olarak hisseler
vardır" (en-Nisâ: 6-7). Buhârî:"J/afiften", "Kâfiyen"
demektir, dedi [65].
27- Bize
Hârûn tahdîs edip şöyle dedi: Bize Hâşim oğullan himayesinde bulunan Ebû Saîd
tahdîs edip şöyle dedi: Bize Sahr ibnu Cuveyriye, Nâfi'den; o da İbn Umer'den
tahdîs etti ki, babası Umer, Rasûlullah zamanında (Medine'nin karşısında) kendi
öz malı olan ve "Semğ" denilen bir hurmalığı sadaka yapmak kararını
vermişti. Bu karar-ı üzerine Umer:
— Yâ Rasûlallah! Ben
nazarımda en güzel ve kıymetli bir hurmalığa mâlik bulunuyorum. Hâlis kazancım
olan bu malımı sadaka yapmak istedim, dedi.
Peygamber de:
— "Sen bu malın kökünü sadaka (yânı vakıf)
yap. Artık o satılmaz, hibe edilmez, mîrâs olunmaz; fakat onun mahsûlü infâk
olunur (ihtiyâç sâhiblerine yedirilir)" buyurdu.
Umer de bu malını o
suretle sadaka (yânî vakıf) etti. Ve Umer'-in bu sadakası Allah yolunda gaza
eden mücâhidlere, esirlikten kurtulmak isteyen kölelere, fakirlere, konuklara,
yolculara, vakfedenin yakın hısımlarına harcanır idi. Bununla beraber bu vakfın
işini yürütmeyi üzerine alan mütevellinin bu maldan mal biriktirici ve aslına
tecâvüz edici olmayarak, yalnız gelirinden örfe göre yemesinde ve dostuna
yedirmesinde günâh yoktur [67].
28-.......Âişe
(R): (Velîlerden) kim zengin ise (yetîmin malını yemeye tenezzül etmesin)
kaçınsın. Kim de fakır ise, o hâlde örfe göre (birşey) yesin... "
(en-Nisâ: 6) âyeti, yetîm vâlîsi hakkında indirildi. Yetîm malının vâlîsi
muhtâc bir kimse olduğu zaman, malının mik-dârına göre ve ma'rûf surette
yetîmin malına nail olması hakkında indirildi, demiştir [68]
"Gerçek*
yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler, karınlarına ancak bir
ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir" (en-Nisâ: ıo).
29- Bize
Abdulazîz ibnu Abdillah tahdîs edip şöyle dedi: Bana Süleyman ibn Bilâl, Sevr
ibn Zeyd el-Medenî'den; o da Ebu'l-Gays'tan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs
etti ki, Peygamber (S):
— "Helak edici olan yedi şeyden
çekininiz" buyurdu. Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! Bu yedi şey nedir? diye
sordular. Rasûlullah:
— Allah'a ortak
tanımak, 2- Sihir yapmak, ^Allah'ın haram kıldığı bir cam öldürmek; haklı
öldürülen müstesna, 4Ribâ (yânî faiz kazancı) yemek, 5Yetîm malı yemek, 6-
Düşmana hücum sırasında harbden kaçmak, 7- Zinadan kal'aya girmişçesine
korunmuş olup hatırından bile geçirmeyen mü'min kadınlara zina iftirası
atmak" buyurdu [69].
"Bir de sana
yetimleri sorarlar. De ki: Onları yararlı ve iyi hâle getirmek hayırlıdır.
Şayet kendileriyle bir arada yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah
salâha çalışanlarla fesâd yapanları bilir. Eğer Allah düeseydi, sizi muhakkak
zahmete sokardı. Şübhesiz Allah mutlak gâlibdir. Tam hüküm ve hikmet
sahibidir" (ei-Bakara: 220) [70]. (Buhârî
şöyle dedi:)
"Le-a'netekum",
"Sizi muhakkak zahmete sokar ve sizin üzerinize darlık yapardı"
demektir. "Anet" ise
"Unuvv" ve
"Anâ" masdarından olup dördüncü bâbdan "Esîr olmak, alçalmak,
itaat etmek" ma'nâsınadır [71]. (Buhârî
dedi ki:) Ve bize Süleyman ibn Harb söyledi: Bize Hammâd Eyyûb'dan; o da
Nâfi'den tahdîs etti. O: İbn Umer, hiçbir kimseye karşı vasiyyeti geri
çevirmedi, demiştir [72]. İbn
Sîrîn'e yetîm malı hususunda işlerin en sevimli olanı, yetimin nasîhatçıları ve
velîlerinin onun yanına toplanmaları ve yetime hayırlı olan şeye bakıp düşünmeleri
idi.
Tâvûs ise, kendisine
yetimlerin işinden herhangibir şey sorulduğu zaman "Allah salâha çalışanla
fesâd yapanı bilir" (ei-Bakara:
220) âyetini okurdu.
Atâ ibn Ebî Rebâh da
yetîmler hakkında: Küçük büyük her velî (bir zabtta: her vâlî) onlara harcama yapar.
Her insan üzerine kendi hâline yakışan mikdârla, kendi hissesinden harcama
yapmak vazîfedir, demiştir [73].
30-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Medine'ye geldi kendisinin hiçbir hizmetçisi
yoktu. (Üvey babam) Ebû Talha beni elimi den tuttu da, beni Rasûlullah'a
götürdü ve: Yâ Rasûlullah! Enes akıllı bir oğlandır; Sana hizmet etsin, dedi. Enes
dedi ki: Artık ben bundan sonra seferde ve hazarda devamlı surette
Rasûlullah'a hizmet ettim.O bana bunca hizmetim süresince yaptığım birşey için
"Sen buniı niçin böyle yaptın?" demedi. Yapmadığım birşey için de
"Bunu niçin böyle yapmadın" da demedi [74].
Sadaka lâfzı ile vakıf
yapmak da bunun gibi caizdir.
31- Bize
Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da İshâk ibn Ah dillah ibn Ebî Talha'dan
tahdîs etti ki, o, Enes ibn Mâlik(R)'ten şö> le derken işitmiştir: Ebû Talha
hurmalık mal yönünden Medîne'd Ensâr'm en zengini idi. Malının ona en sevimli
olanı da Mescid'i karşısında bulunan Biyruha bustânı idi. Peygamber (S)
Beyruhâ'y girer ve onun içindeki güzel sudan içerdi.
— Yâ Rasûlallah! Şübhesiz ki Allah "Siz
sevdiğiniz şeylerden harcayıncaya kadar kesin olarak hâlis iyiliğe ermiş
olmazsınız" buyuruyor. Ve yine şübhesiz ki, mallarımın bana en sevimli
olanı da (<Biyruhâ"dır. İşte bu Biyruhâ bustânı Allah için sadakadır.
Ben bu sadakanın hayrını ve Allah katında âhiret azığı olmasını umarım. Şimdi
Sen, bu bustânımı Allah'ın sana gösterdiği yere koyup sarfet, dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S):
— "Ne kadar güzel! Bu kazanç getirici- râvî
Abdullah ibn Mesleme şekk edip: Yâhud: Bu gidici- bir maldır. Ben senin
söylediğin sözü işittim. Ben senin bu bustâmnı yakın hısımların arasında bırakmanı
uygun görüyorum" buyurdu.
Bunun üzerine Ebû
Talha:
— Yâ Rasûlallah! Ben
de Sen'in bu arzun üzere yaparım, dedi. Akabinde Ebû Talha Biyruhâ'yı yakın
hısımları ve amca oğulları arasında taksim etti [75].
İsmâîl ibn Ebî Uveys,
Abdullah ibn Yûsuf, Yahya ibn Yahya: bunların üçü de İmâm Mâlik'ten yaptıkları
rivayette "yâ" harfi \\t "Rayımın ( = Bol, geniş bir mal)"
diye söylemişlerdir [76].
32- Bize Muhammed ibnu
Abdirrahîm tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ravh ibnu Ubâde haber verip şöyle dedi:
Bize Zekeriyyâ ibnu İshâk tahdîs edip şöyle dedi: Bana Amr ibnu Dînâr,
İkrime'den; o da İbn Abbâs(R)'tan şöyle tahdîs etti: Bir adam Rasûlullah'a
anasının vefat ettiğini (söyleyip): Eğer onun adına sadaka yaparsam, bu sadaka
anama fayda verir mi? dedi. Rasûlullah: "Evet (fayda verir)" buyurdu.
O zât: Benim "Mıhrâf" adında bir bustâmm vardır. Ben Sen'i şâhid
tutuyorum ki, ben de bustânımı anam adına sadaka yap-mışımdır, dedi [77].
33- Bize
Müsedded tahdîs edip şöyle dedi: Bize Abdulvâris, Ebu't-Teyyâh'tan tahdîs etti
ki, Enes (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Mescid'in bina olunmasını emretti
de:
— "Ey Neccâr oğullan! Şu arsanızın
bedelini bana söyleyin!" buyurdu.
Onlar ise:
— Vallahi olmaz! Biz
onun bedelini ancak Allah'tan isteriz! dediler [78].
34-.......İbn
Umer (R) şöyle demiştir: Umer, Hayber'de bir arazîye nail oldu. Akabinde
Peygamber'e geldi ve:
— Ben mal olarak ondan daha iyisini asla elde
etmediğim bir arazîye sâhib oldum. Bana bu mal ile ilgili nasıl emredersin?
dedi.
Peygamber (S):
— "istersen hurmalığın kökünü habset de,
bu habsedilmiş arazîyi sadaka yap" buyurdu.
Bunun üzerine Umer o
arazîyi aslı satılmaz, hibe olunmaz, mî-râs edilmez surette fakirlere,
yakınlara, esirlikten kurtulmak isteyen kölelere, Allah yolunda savaşan
mücâhidlere, konuklara, yolculara tahsîs etti. Bununla beraber bu vakıf
arazînin işlerini yürütmeyi üzerine alan kimseye, mal biriktirip mülk edinici
olmayarak, bunun gelirinden ma'rûf suretle yemesi yâhud dostuna yedirmesinde
günâh yoktur [79].
35- Bize Ebû
Âsim tahdîs edip şöyle dedi: Bize İbnu Avn, Nâ-fi'den; o da İbn Umer'den şöyle
tahdîs etti: Umer (R) Hayber'de bir mal buldu. Akabinde Peygamber'e geldi de o
mal ile ilgili kararını ve sözlerini Peygamber'e haber verdi. Peygamber (S) de
"İstersen onun aslını sadaka yap!" buyurdu. Umer de bu arazîyi
fakirlere, yoksullara, yakınlığı olan hısımlara ve zaîflere sadaka yaptı [80].
36-.......Bize
Ebu't-Teyyâh tahdîs edip şöyle dedi: Bana Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etti:
Rasûlullah (S) Medine'ye geldiği zaman mescid kurulmasını emretti ve:
— "Ey Neccâr oğullan, şu arsanızın
bedelini bana söyleyiniz!" buyurdu.
Onlar da:
— Olmaz vallahi, biz
onun bedelini ancak Allah'tan isteriz, dediler [81].
ez-Zuhrî şöyle bir
kimse hakkında şunu söylemiştir: Bin dînârı Allah yolunda harcamaya tahsis
edip, bunu kendisinin tacirlik yapan kölesine bu para ile ticâret yapmak üzere
teslim eden ve o paranın kazancını fakirlere ve yakın hısımlara sadaka yapan
kimse hakkında Zuhrî'ye: Bu şekilde sadaka yapan kişinin bu bin dînârın
kazancından birşey yemek hakkı var mıdır? O bin dînârın kazancını fakirlere
sadaka, yapmış olmasa da ondan birşey yemek hakkı var mıdır? sorusuna Zuhrî: O
kimse fakirlere tahsis etmese de, o sadakadan yemek hakkı yoktur, demiştir [83].
37-.......İbn
Umer (R)'den (şöyle demiştir): Umer kendisine âid olan bir at üzerine bir
kimseyi Allah yolunda cihâd etmesi için bindirdi. O atı Umer, üzerine bir
mücâhid kişiyi bindirmesi için Rasû-lullah'a vermişti. (Yâhud, bir zabta göre:
Rasûlullah atı ona bu maksadla vermişti.) Sonra Umer'e, o adamın atı durdurup
satmaya kalktığı haberi verildi. Umer Rasûlullâh'a, bu atı ondan satın almayı
sordu. Bunun üzerine Rasûlullah (S): "Sen bu atı satın alma ve sakın
yapmış olduğun sadakana bir daha dönme!" buyurdu [84].
38- Bize
Abdullah ibn Yûsuf tahdîs edip şöyle dedi: Bize Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da
el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre (R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S):
"Benim mirasçılarım bir tek dinarı dahî paylaşmasınlar. Bıraktığım şeyin
kadınlarımın nafakasından ve işçimin ücretinden geri kalanı sadakadır
(vakıftır)" buyurmuştur [86].
39- Bize
Kuteybe ibnu Saîd tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ham-mâd, Eyyûb'dan; o da
Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Umer ibnu'l-Hattâb (R), kendi vakfı
hususunda, onun işlerini yürütmeyi üzerine alan kimsenin ondan mal edinici
olmayarak yemesini ve dostuna yedirmesini şart kılmıştır [87].
Enes ibn Mâlik
Medine'deki bir evini, Medine'ye geldiği zaman oraya inip ikaamet etmek
şartıyle vakfetti.
Zubeyr ibnu'l-Avvâm da
evlerini sadaka yapmış ve: Kızlarından boşanmış olanın, eve zarar verici olmayarak,
kendisi de bu ev (sebebi) ile zararlanmayarak bu evde oturması, eğer ileride
bir koca ile evlenip de bu evden müstağni olursa artık evde oturma hakkı
olmayacağı şartlarını söylemiştir.
Abdullah ibn Umer de,
Umer ibnu'l-Hattâb'ın evinden olan payını, Abdullah'ın çocuk ve torunlarından oturma
evine muhtâc olanların ikaametine -satılmamak, hibe edilmemek üzere-
vakfetmiştir [88].
40- Ve Abdan
şöyle dedi: Bana babam Usmân ibn Cebele, Şu'-be'den; o da Ebû İshâk'tan; o da
Ebû Abdirrahmân'dan şöyle haber verdi: Usmân ibn Affân (R) Mısırlılar
tarafından kuşatıldığı sırada evinin üstüne çıktı da, aşağıdakilere (hitâb
ederek) şöyle dedi [89]:
— Allah aşkına size
sorarım. Ve kimseye sormam, ancak Pey-gamber'in sahâbîlerine sorarım. Sizler
bilmez misiniz ki, Rasûlullah (S) "Rûme kuyusunu kim kazarsa onun için
cennet vardır" buyurmuştu da ben hemen o kuyuyu kazmıştım. Yine bilmez
misiniz ki, Rasûlullah: "Ceyşu'l-usreyi (yânî zorluk ordusunu: Tebûk
seferine çıkacak orduyu) kim teçhiz ederse, onun için cennet vardır" buyurmuştu
da, ben hemen o orduyu techîz etmiştim.
Râvî dedi ki: Oradaki
sahâbîler Usmân'ın bu söylediklerini doğ-ruladılar [90].
Ve Umer ibnu'l-Hattâb
kendi vakfı hakkında: "Vakfın işlerini yürütmeyi üzerine alan kimseye
vakıftan yemesinden günâh yoktur" demiştir.
Buhârî dedi ki: O
vakfa, vakfedenin kendisi de, başkaları da mütevelli olabilir. Onun için
vakıf, vakfediciden ve başkasından olan herkesi kaplayıcı, içine alıcıdır [91].
41-.......Bize
Abdulvâris, Ebu't-Teyyâh'tan; o daEnes (R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S):
— "Ey Neccâr oğulları! Arsanızın bedelim
bana söyleyiniz!" buyurdu.
Neccâr oğulları:
— Biz onun bedelini hiçbir kimseden istemeyiz,
ancak Allah'tan isteriz, dediler [92].
"Ey îmân edenler!
Herhangi birinize ölüm hâli geldiği o vasiyyet zamanı aranızdaki şehâdet ya
kendinizden adalet sahibi iki adam veya yolculuk ediyordunuz da ölüm musibeti
başınıza geldiyse sizin gayrınızdan iki diğeridir. Bunları namazdan sonra
akkorsunuz, şübhelendiğiniz takdirde şöyle yemîn ederler: 'Billahi hısım da
olsa yeminimizi hiçbir bedele değişmeyiz, Allah'ın (emrettiği) şâhidliği
gizlemeyiz. Biz o takdirde şübhesiz günâha girenlerden oluruz\ Eğer bu iki
şahidin bir günâha hakk kazanmış olduklarına bir bilgi elde edilirse, o vakit
evlâ olan, bu ikinin yerine, bunların aleyhlerinde bulundukları mukaabil
taraftan diğer iki kişi dikilir, şöyle yemîn ederler: 'Billahi bizim şâhidliğimiz
o iki kişinin şâhidliğinden daha doğrudur.
Biz hakkı aşmadık.
Çünkü bu takdirde muhakkak ki zâlimlerden oluruz'. İşte bu hüküm, şâhidliği
olduğu
gibi dosdoğru edâ etmelerine
veya yeminlerinden sonra yeminlerinin reddedilmesinden korkmalarına en yakın bir
çâredir. Allah 'tan korkun ve emirlerini iyi dinleyin.
Çünkü Allah fâşıklar
güruhunu doğru yola çıkarmaz" (el-Mâide: 106-108) [93].
42- Ve bana
Alî ibnu Abdillah söyledi: Bize Yahya ibn Adem tahdîs edip şöyle dedi: Bize
İbnu Ebî Zaide, Muhammed ibn Ebî'l-Kaasım'dan; o da Abdulmelik ibn Saîd ibn
Cubeyr'den; o da babası Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R)
şöyle demiştir: Benû Sehm'den (müslümân) bir kişi (Hristiyan) Temîm ed-Dârî ve
Adiyy ibn Beddâ ile birlikte sefere çıkmış ve müslümân bulunmayan bir yerde
ölmüştü. Bu iki hrıstiyan kişi Sehmî'nin terikesiyle mirasçılarının yanına
geldiklerinde, mirasçılar eşya arasında altın kakmalı gümüş bir bardağı bulamadılar.
(İki yoldaşın inkârı ve da'vâmn Ra-sûlullah'a arzı üzerine) Rasûlullah bu iki
hrıstiyan kişiye yemîn ettirdi. Sonra o bardak Mekke'de bulundu. Ve bardağın
yeni sahihleri:
— Biz bunu Temîm ile Adiyy'den satın aldık,
dediler. Bunun üzerine Sehmî'nin velîlerinden iki kişi kalktılar ve:
— Bizim şehâdetimiz
onların şehâdetinden şübhesiz daha haklıdır. Ve bu bardak kesin surette ilk
sâhiblerine (yânî Sehmî'nin mirasçılarına) âiddir, diye yemîn ettiler.
İbn Abbâs: İşte bu
"Ey îmân edenler..." (ei-Mâide: 105-108) âyeti bu kıssadakiler
hakkında indi, demiştir [94].
43-.......Şa'bî
şöyle dedi: Bana Câbir ibn Abdillah el-Ensârî (R), babası Abdullah'ın Uhud günü
şehîd edildiğini, geriye altı tane kız ile bir mikdâr borç bıraktığını tahdîs
edip, şöyle dedi: Hurma mahsûlünün kesim ve toplama zamanı geldiğinde ben
Rasûlullah'ın huzuruna vardım ve:
— Yâ Rasûlallah! İyice
bilmişsindir ki, babam Abdullah Uhud günü şehîd düştü, arkasında birçok borç
bıraktı. Ben bu alacaklıların Seni görmelerini arzu ediyorum, dedim.
Rasûlullah (S):
— "Sen git, hurmaları topla, her cins
hurmayı ayrı ayrı yerlere yığıp ayrı ayrı harman et (sonra gelip bana haber
ver)" buyurdu.
Ben bu işleri
yaptıktan sonra Rasûlullah'ı da'vet ettim. (Geldi; alacaklılar da geldi.)
Alacaklılar bu saatte Rasûlullah'ı orada gördüklerinde isteklerini artırıp
beni sıkıştırdılar. Rasûlullah onların yaptıkları ısrarı görünce, hurma
harmanlarının en büyüğünün etrafında üç defa dolaştı, sonra onun yanına oturdu.
Sonra:
— "Şu alacaklıları çağır!" buyurdu.
Akabinde alacaklarına
mukaabil onlara Ölçüp ölçüp hurma vermeye devam etti. Nihayet Allah babamın
borçlarını tamamen ödedi. Vallahi ben, Allah babamın borçlarını tamamen ödesin
de kızkardeş-lerime bir tek hurma ile dönüp gitmemeye razı idim. Allah'a yemîn
ederim ki, hurma yığınlarının hepsi kurtuldu. Ben, Rasûlullah'ın yanına
oturduğu yığına bakıp duruyordum. (Rasûlullah alacaklılara bu harmandan verdiği
hâlde) sanki ondan bir tek hurma eksilmemiş gibi idi [95].
Ebû Abdillah Buhârî
dedi ki: "Uğru bî'% "Benim üzerime iyice düştüler; yânî bana karşı
isteklerini artırdılar" demektir. Kur'ân'dan şahidi şudur: "Biz de
aralarına kıyamet gününe kadar düşmanlığı, kin ve buğzu yapıştırdık
"(ei-Mâide: i4) [96].
[1] el-Vesâyâ, Vasiyyet'in cem'idir. Vasiyyet lügatte
"Evsâ yûsî"den masdardır.
el-Isâ, hemzenin
kesriyle ve't-Tavsiye, tef ile vezninde, bir nesnenin işlemesini bir adama
siparişle üzerine aldırmak ma'nâsınadır... Ve asıl îsâ lügatte bir kimse kendi
yokluğunda bir başka adamdan bir işin işlenmesini taleb etmeye denir. Ve
şerîatte vefatından sonra işlemesini talebden ibarettir.
Ve işbu îsâ maddesi lam ile ve ilâ kullanılır. "Evsâ li fulânin
bi-kezâ = Fu-lân için şu malı vasiyyet eylediği kimseye vasiyyet eyledi"
demektir. İlâ ile: "Evsâ fulânin ilâ fulânin- Fulânı mutlaka malına vasî
nasbetti" demektir (Kaamûs Ter.)
Demek ki îsâ ve
Tavsiye, bir kimsenin gerek sağlığında, gerek vefatı üzerine mevcûd
bulunmadığı, yokluğu hâlinde diğer bir kimseye bir iş görmesini sipariş etmesi
demektir ki, Türkçe'de ısmarlamak ta'bîr olunur. Lâm ile kullanıldığında,
öldükten sonra malını başkasına temlîk; ilâ ile kullanıldığında ise öldükten
sonra malında ve çocuklarının işlerinde tasarrufu bir kimseye havale etmektir,
el-Vasyu, ikinci
bâbdan, bir nesne diğer nesneye bitişik olmak ve bir nesneyi diğer şeye
ulaştırmak ma'nâsına olduğundan, vasiyyete bu ismin verilmesi, ölünün hayâtında
mâlik olduğu bir aynı veya menfaati vasiyyet sebebiyle vefatından sonra nail
olacağı hayır ve sevaba ulaştırmasıdır,
[2] îbn Hacer: "Bu, babın birinci hadîsinin ma'nâ ile
rivayeti olmalıdır; bu lâfızla bulamadım. Çünkü el-Mer'u,
"er-Raculu"demektir" demiştir (Fethu'l-Bârî).
[3] İmâm Buhârî bu üç âyeti burada vasiyyetin meşrû'luğuna
Kur'ân'dan delîl olmak üzere getirmiştir.
İslâm'ın evvelinde
vasiyyet suretiyle te'sîs buyurulan ana, baba ve yakınlara mal bırakma ve
tahsis etme vecîbesi, en-Nisâ: 11-12'deki mîrâs âyetleriyle bâzı kayıdlara ve
tahsislere tâbi' tutulmuştur.
Bu vasiyyet âyetlerinde ana, baba ve yakınlara ma'rûf veçhile yardımın
ve mal tahsis etmenin mikdârım ta'yîn, vasiyyet edenin re'yine bırakılmıştı.
Mîrâs âyetlerinde ise herbir mîrâsçının alacağı mikdâr, bizzat Allah tarafından
ta'yîn buyurulmuş ve mîrâs sâhibleri o suretle meşru' paylarını almaya
başlamışlardır. Ve bu hâlde vasiyyet edicinin bundan sonra ebeveyne ve mîrâsta
pay sahibi olan akrabaya vasiyyet külfetini yüklenmesine luzûm kalmamış ve
hısımlar arasında bu yüzden meydana gelebilecek niza ve ihtilâflar da bertaraf
edilmiştir.
[4] Bu, Buhârî'nin tef şirindendir. Bu tefsîri Taberî,
Atâ'dan nakletmiştir.
[5] Hadîsteki "İki gece" kaydı hudûdlandırma
değil, te'kîddir. Az bir zaman olsa bile o müddetin vasiyyetsiz geçmesi uygun
değildir, ,'herhâlde vasiyyetnâmesi yanında yazılı bulunmalıdır, demektir.
Bu hadîste vasiyyete
rağbetiendirme vardır. Zahirîler bunu hüccet yaparak, vasiyyet vâcibdir
demişlerdir. Selef âlimlerinden vâcib ve mendûb olduğu görüşünde olanlar
vardır.
Dahhâk İleTâvûs: Dîn ayrılığı gibi bir mâni' sebebiyle mîrâs almayan ana
babaya ve yakın akrabaya vasiyyet, Kur'ân nassıyle vâcibdir, demişlerdir.
Ye-men'in büyük âlimi Tâvûs: "Her kim fakîr akrabası varken onu mahrum
eder de, yabancıya vasiyyet ederse, vasiyyet olarak verilen mal, yabancıdan
alınır da akrabaya verilir" demiştir.
[6] Hadîsin başlığa uygunluğu, ancak arazînin menfaatini
sadaka yapma yönünden olabilir, çünkü böyle sadaka yapmanın hükmü, vakıf
hükmüdür; o da ölümden sonra bakî kaldığı için vasiyyet ma'nâsmadır.
Bu beyaz dişi katırı
Mukavkıs hediye etmişti. Buna "Düldül" denirdi. Siyer âlimlerinin
beyânına göre, Peygamber'in ölümünden sonra bu beyaz katır Alî'nin yanında
bulunmuş, onun ölümünde Abdullah ibn Ca'fer'e geçmiştir. Bu sırada hayvan iyice
yaşlandığı için, arpa, kırma hâlinde verilirmiş, Muâviye zamanında yaşamış,
nihayet Yenbû'da ölmüştür (Aynî).
[7] İbnu Ebî Evfâ, Peygamber vefatında mal vasiyyet
etmedi, demek istemiştir. Talha ibn Musarrıfm: Öyle ise insanlara vasiyyet
nasıl yazıldı? sorusuna Abdullah'ın: Allah'ın Kitâbı'na tutunmakla vasiyyet
etti, suretindeki cevâbı ile "Sizden birinize ölüm gelip çattığında ...
vasiyyet etmek farz yazıldı" (el-Bakara:180) kavline işaret etmiş
olabilir.
[8] Bu hadîs, Peygamber'in ölüm hastalığında vasiyyet
etmediğine en kuvvetli rivayetlerden biridir. Buharı bu hadîsi burada
Şiîler'in bu, Alî'ye vasiyyet iddialarını yalanlamak için getirmiştir. Alî'nin
kendisi de böyle bir vasiyyet olmadığını kesin olarak bildirmiştir. Buhârî,
Fadâilu'l-Medîne; "Medîne Haremi babı" 3. hadîs.
[9] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır.
Bu hadîs Cenazeler Kitâbı'nda "Peygamber'in Sa'd İbn Havle'ye
mersiyesi bâbı"nda da geçmişti. Orada Sa'd ibn Ebî Vakkaas'ın anasının
adı Havle, burada ise Afra olarak geçmektedir. Bu iki rivayeti birleştirmek
için sarihler, Sa'd ibn Ebî Vakkaas'ın anasının iki adı olduğunu, bunun
birisinin öz adı, diğerinin de soy adı olduğunu kabul etmişlerdir. Bu hadîste
Peygamber'in birkaç mu'cizesi sabit olmuştur: a. Sa'd, bu ümîdsiz hastalıktan
iyileşip kalkmış ve kırk seneden fazla yaşamıştır, b. Sa'd kumandan olarak
fetihler yapmış, müslümân-ları hesâbsız ganimetlerle faydalandırıp, düşmanlara
zararlar vermiştir, c. Sa'd, bu hastalıktan şifâ bulup kalktıktan sonra, birçok
erkek ve kız çocukları dünyâya gelmiş ve Peygamber'in haber verdiği gibi
birçok mîrâsçıları olmuştur
[10] Buhârî bu bâbda terikenin üçte birinden fazlasını
vasiyyet etmenin caiz olmadığını İsbât etmek istemiştir. Bunun için
el-Hasen'in sözünü getirmiştir. Bunun ma'nâsı şudur:
Zımmî dahî terikenin
üçte birinden fazlasını vasiyyet etse, ancak üçte biri caiz olur; fazlası
yerine getirilmez, demektir.
el-Hasen el-Basrî, Zımmî hakkında da İslâm kaanûnu ile hükmedileceğim
el-Mâide: 49. âyetine dayandırmıştır ki, âyetin buna delâleti açıktır.
[11] Hadîslerin başlığa uygunlukları gizli değildir.
Âlimler terikenin Üçte bir mikdârıni vasiyyet etmenin cevazında ittifak
etmişlerdir. Bundan aşağıda vasiyyet etmeyi; yânî dörtte bir; beşte bir
mikdârını vasiyyet etmeyi tavsiye edenler de olmuştur.
[12] Bu başlığın daha açık ifâdesi: "Kişinin çocuğuna
vasî ta'yîn etmesi ve gerektiğinde bu vasinin çocuk hesâbma da'vâ açabilme
hakkı"dır.
[13] Hadîs başlıktaki iki hükme de uygun fıkraları
taşımaktadır.
Sevde'ye örtünme emrine gelince: Şevde, Zem'a'nın kızı idi. Babasının cariyesinin
doğurduğu bu piç çocuk, zahire göre, yânî hukukî hükme göre Sev-de'nin kardeşi
oluyordu. Fakat zânînin sımasına benzeyişi, bu zahirî hâle aykırı geliyordu.
İşte Rasûlullah bu sebebden dolayı ihtiyaten Sevde'ye örtünmekle emretmiştir.
[14] Hadîsin bastığa delîlliği "Yahûdî'nin ismi
anılınca kadın başıyle açıklayıcı bîr işaret yaptı" sözündedir. Bu işaret
ve sanığın i'tirâfı ile kısas yapılmıştır
[15] Buhârî başlığa "Vârise vasiyyet yoktur"
hadîsini senedsiz olarak bir unvan hâlinde zikretmekle yetinmiştir. Hâlbuki bu
hadîsi Dört Sünen sâhiblerİ ve diğer hadîsçiler senediyle rivayet etmişlerdir.
Buhârî'nin bunu senedİe rivayet etmemesi, kabul ettiği sıhhat şartlarına
uymadığı içindir. Buhârî'nin sahîhlik şartları, diğer bütün hadîsçilerin
şartlarından daha ağırdır. İşte Buhârî bu yüzden Sahîh'te birinciliği
kazanmıştır. Buhârî şartına uymadığı için bunu, senediyle getirmemekle beraber,
hadîsin sahâbîler arasında yaygın oluşundan ötürü ter-ketmeyi de uygun
bulmadığından, bir unvan hâlinde zikretmekle yetinmiştir.
[16] Başlığa uygunluğu, ana babanın ve mîrâsı olan erkek ve
dişi yakın akrabanın irsî hisseleri, Kur'ân'la tesbît edildikten sonra,
vasiyyet yalnız uzak akrabaya münhasır olarak müstehâb olması yönündendİr. İşte
İbn Abbâs'ın bu hadîsi, mirasçılara vasiyyet etmenin caiz olmadığına açıkça
delâlet eder.
Ebû Umâme (R) şöyle
demiştir: Rasûlullah(S)'tan Veda Haccı'nda hutbe yaparken işittim: "Yüce
Allah her hakk sahibine hakkını vermiştir. Artık bundan sonra mirasçıya
vasiyyet yoktur" buyuruyordu (Ebû Dâvûd ve Tİrmizî).
Amr ibn Hârice (R)
şöyle demiştir: Peygamber (S), Kasvâ adındaki dişi binek devesi üzerinde hutbe
yaparken, ben devenin boynunun altında İdim. Deve geviş getiriyordu. Ağzının
köpüğü iki omuzumun arasına dökülüyordu. Bu hâlde iken ben Rasûlullah'm:
"Azız ve Celîl olan Allah her hakk sahibine hakkını verdi. Artık mirasçıya
vasiyyet yoktur. Çocuk da döşek sahibine âiddir. Zina ediciye mahrûmluk
düşer" buyurduğunu işittim. (Tirmizî: Bu hadîs hasendir, sahihtir, dedi.)
İbn Abbâs,
Rasûlullah'm: "Vârise vasiyyet caiz değildir. Meğer ki mirasçılar isteyip
uygun görürler" buyurdu, demiştir (Dârakutnî).
Bunlardan başka Enes
ibn Mâlik, Alî İbn Ebî Tâlib, Amr ibn Şuayb'm da aynı mealde rivayetleri vardır
ki, bunları îbn Ebî Şeybe ve diğerleri rivayet etmişlerdir (Aynî).
[17] Buhârî bunu Zekât'ta da getirmişti. İki rivayet
arasında az fark vardır. Hadîs: "En faziletti olan sadakanın, kişinin
vücûdu zinde ve bütün beden kuvvetleri yerinde olduğu hâlde... verdiği
sadaka" olduğunu açıkça belirtmektedir. "Can boğaza gelme"
ta'bîri, ölümün son derece yaklaşması zamanım ifâde etmektedir.
[18] Buhârî'nin bu âyeti başlık yapmaktan maksadı, lehine
ikrar yapılan mîrâsçı olsun, yabancı olsun, müsâvî olarak mutlak surette
hastanın borç ikrarının cevazına hüccet getirmek gibidir. Bâzıları da delâlet
ciheti, Allah mîrâsın önüne geçirmekte vasiyyet ve borcu müsâvî yaptı ve
aralarında bir ayırma yapmadı. Böylece vâris için olan vasiyyet delîl ile hâriç
oldu da, borç ikrarı hâli üzere bakî kalmıştır, dedi (Aynî).
[19] Bunların sözlerini İbn Ebî Şeybe senedli olarak
rivayet etmiştir.
[20] Hasen'in bu hükmünü Dârimî rivayet etti.
[21] Ibrâhîm ile Hakem'in hükümlerini îbn Ebî Şeybe rivayet
etti.
[22] Aynî dedi ki: Zahir olan maksadı, kadın kocasının
ölümünden sonra taarruz edilmez. Çünkü evinin içindekilerin hepsi, kocası buna
şâhid dikmemiş olsa da, kadınındır. Şâhid dikmeğe ve ikrara, ancak kadın fakîr
iken evlendiği bilindiği zaman ihtiyâç vardır.
[23] Hasen ile Şa'bî'nin bu hükümleri aslı üzere hastanın
ikrarının mutlak olarak geçerli olduğunu ifâde etmektir.
[24] Buhârî'nin bu "Ba'zu'n-nâs" ta'bîri ile Ebû
Hanîfe ve onun içtihadında olanları kasdettiğini Kirmânî ve diğerleri
belirtmişlerdir. Ancak buradaki i'tirâzda vârislerin bâzısı lehine olan ikrar
ile hastanın vedîa, ticâret malı ve ticâret malının getireceği kazançta
ortaklık demek olan "Mudârebe"yi ikrarı arasında fark olduğu; bu son
üç şeyi ikrar ile birinciyi ikrar etmenin aynı şey olmadığı; bunun için Ebû
Hanîfe'nîn görüşünde bir tenakuz bulunmadığı ortaya konulmuştur.
[25] Bu, Buhârî'nin Edeb'de getirdiği hadîsin bir
parçasıdır. Bunu burada hastaya kötü zann edip de kendi malında tasarrufu men'
edenleri redd için getirmiştir. Bu da "Ba'zu'n-nâs"ın kötü zann ile
ta'lîline karşı getirilmiştir.
[26] Buhârî bunu îmân'da getirdi. Kirmânî dedi ki: Bu
hadîsin delâlet ciheti nedir dersen, ben şöyle cevâb veririm: Hıyaneti terk
vâcib olunca, üzerinde bulunan hakkı i'tirâf etmek de vâcib olmuştur, tkrâr
edince de, ikrarının mu'teber olması zarurî olur. Yoksa ikrarın vâcib
kılınmasında hiçbir fâide yoktur.
[27] Yânî hıyaneti terkte ve emâneti yerine ödeme vucûbunda
vâris ile gayrisi arasında bir fark yapmayınca, vârise ve gaynsına ikrarı
sahîh olur (Kastallânî).
[28] Abdullah ibn Amr hadîsi de, bu Ebû Hureyre hadîsi de
îmân Kitâbı'nda geçmiştir, Buhârî bunları burada hıyanetin harâmlığına, yânî
üzerindeki hakkı ödememenin ve ödenmesini vasiyyet etmemenin harâmlığına delîl
için getirmiştir.
[29] Yânı borcun ödenmesi, vaşiyyeti yerine getirmekten
önce yapılmakla beraber, zikirde vasiyyetin borçtan önce getirilmesindeki
maksadı beyân. Bu suretle bu başlığı tekrar etmekteki incelik meydana çıkıyor
(İbn Hacer).
İbn kesîr: Eski ve sonraki bütün âlimler borcun vasiyyetten Önce yerine
getirileceği, ondan sonra vasiyyet, ondan sonra mîrâs işi geleceği üzerinde
ittifak etmişlerdir. Bakışı derinleştirme sırasında da âyetin ma'nâsından bu
anlaşılır, demiştir.
[30] Bunu Ahmed bin Hanbel, Tirmizî, ibn Mâce, Alî ibn Ebî
Tâlib'den rivayet ettiler.
[31] Bu âyetteki emir, Mekke fethi günü Usmân ibn Talha
hakkında inmiş olmakla beraber, bütün mükelleflere hitâb ve bütün emânetleri
şâmil olur.
[32] Bu, Zekât'ta getirdiği hadîsin bir parçasıdır.
Peygamber bu sözü ile: "Sadaka ancak kuvvetli bir servetten ayrılıp
verilir ve bu sadaka hayırlıdır" buyurmuş oluyor. Yoklukla ve ihtiyâç
içinde verilen sadaka, kâmil değil demek oluyor. Bu "Lâ sadakate..."
nefiyi, böylece sadakayı değil, kemâli nefyetmiş oluyor
[33] ibn Abbâs'ın bu sözünü İbn Ebî Şeybe rivayet etmiştir.
[34] Bu da Itk Kitâbı'nda geçen hadîsin bir parçasıdır.
[35] Hakîm, Muâviye emirliğinin onuncu yılında ölmüştür. Bu
hadîsin başlığa uygunluğu yönü bana zahir olmadı. Sarihlerin zikrettikleri
vecihler ise büyük bir zorlamadan hâlî değildir. Allah en bilendir.
Bu hadîs, Zekât'ta da
geçmişti (Kastallânî).
[36] Sarihlerden hiçbiri bu hadîsin başlığa girmesi yönünü
zikretmedi. Bundaki vec-hin, Rasûlullah'ın: "Köle, efendisinin malında bir
çobandır" sözünde olması mümkün olur. Hizmetçi, köleyi de şâmil olur
(Aynî).
[37] Buhârî akrabaların kimler olduğu hususunda âlimler
arasında görüş ayrılıkları bulunduğu İçin, cevâbı zikretmedi.
[38] Bu, Müslim'in rivayet ettiği hadîsin bir parçasıdır.
"Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla
hâlis iyiliğe ermiş olmazsınız..." (Âlu tmrân: 92) âyeti inince, Ebû
Talha, bu Beyrûhâ bahçesini Allah yolunda vakfetmeyi Peygamber'e danıştığında,
Peygamber ona metindeki emri vermiştir. Bu hadîsin başlığa delîlliği açıktır.
Bunun Buhârî'de Zekât Kitâbı'nda, yine Enes'ten diğer ve daha geniş bir
rivayeti geçmişti. Bu hadîsteki uygulamaya göre, "Yakınlar" ta'bîri,
çok genişlemiş oluyor.
[39] Bu hadîsi Buhârî Âlu îmrân: 92, âyetin tefsirinde
kısaltılmış olarak senediyle getirmiştir.
[40] Buhârî burada getirdiği bu hadîs ile Ebû Talha, Ubeyy
ibn Ka'b ve Hassan ibn Sâbit'in altıncı babalarına varıncaya kadar soylarını ve
hısımlarını çok güzel bir surette ve sağlamlıkta tesbît etmiş bulunuyor.
Buhârî'nin dediği gibi Amr ibn Mâlik, Hassân'ı, Ebû Talha'yı ve Ubeyy'i
kendisinde toplamaktadır
[41] Buhârî bu "insanların bâzısı" ta'bîriyle Ebû
Hanîfe ve onun görüşünde olan imamları kasdetmektedir ki, biz babın başında
âlimlerin bu hususta görüş ayrılığında olduklarını söylemiştik.
[42] Bu hadîsin, Zekât Kitâbı'nda uzun bir rivayeti
geçmişti.
[43] İbn Abbâs'm bu hadîsini Buhârî, Kureyş'in
Menâkıbı'nda, bir de eş-Şuarâ Sûresi tefsirinde senedli olarak getirmiştir.
[44] Bu Ebû Hureyre hadîsi de bundan sonraki bâbda senedli
olarak gelecektir.
[45] Buhârî bu hadîsi Kureyş'in Menkabeleri ve eş-Şuarâ
Sûresi tefsîrinde de getirmiştir. eş-Şuarâ tefsîrindeki rivayette bu âyet
indikten sonra Rasûlullah'ın Safa Tepesi'ne çıkıp, bu hutbesini orada söylediği
ziyâdesi vardır. Bu hadîsleri rivayet eden Ebû Hureyre ile İbn Abbâs, bu
toplantılarda hazır değillerdi. Çünkü Ebû Hureyre Hayber'in fethi sırasında
müslümân olmuş; İbn Abbâs da o zamân ya henüz doğmamış, ya da yeni doğmuştu.
Bunlar, bu ilk da'vete âid olan bu toplantı ve hutbeyi diğer sahâbîlerden
almışlardır. Diğer bir îzâh şekli de, bu da'vet ve toplantıların Medine'de
tekrarlanmış olmasıdır.
Buhârî'nin hadîsi
burada getirme sebebi, kadınların ve çocukların en yakın hısımlara dâhil
bulunduklarını isbâttır. Bu da'vette Peygamber'in kızı Fâtı-ma'nın ve halası
Safiyye'nin bulunması, en yakın hısımlar ta'bîrinde kadınların ve çocukların
dâhil olduğunu isbât etmektedir.
"Bu toplantıda
Peygamber, ikinci batındaki babası Abdulmuttalib'den i'-tibâren tâ yedinci
batma kadar, neseb silsilesi üzerideki bütün dedelerinde ne-seb yönünden
kendisine kavuşan Kureyşliler'in hepsini İslâm'a da'vet etmiştir"
(Tahâvî).
[46] Bu mutâbaatı Müslim de bu vak'a ile ilgili olarak
rivayet etmiştir
[47] Bu, Şartlar Kitâbı'nda sonunda geçen Umer'in
Hayber'deki bir arazîsini vakfetmesi kıssası hadîsinin bir parçasıdır.
[48] Buhârî, Umer'in bu şartından evvelâ vakfedicinin kendi
vakfıyle faydalanacağı hükmünü çıkarmış, sonra da bu hükmü daha da
kuvvetlendirmiştir. Böylece başlıktaki soruya müsbet bir cevâb vermiş oluyor.
[49] Bu hadîsler vakıf yapanın kendi vakfı ile
faydalanacağına delâlet eder. Çunku Mekke'ye kurbanlık hediye ettiği hayvanla,
o hayvan şartsız olarak mülkünden çıktıktan sonra ondan faydalanmayı caiz kılınca,
şart ile faydalanma cevazı daha lâyık olur.
Bu hadîsler Hacc Kitâbı'nda da geçmişti (Kastallanı).
[50] Peygamber'in Umer'i bu işinde takrîr buyurması,
kendisine vakfedilen kimse vakfı teslîm almasa da böyle vakfın sahîhliğine
delâlet edicidir.
[51] Bunun başlığa delâletinde müşkillik görülmüş. İbnu
Munîr bu delâleti şöyle açıklamıştır: Ebû Talha, arazîsini mutlak olarak
sadaka yaptı, sarf yerini Peygam-ber'e havale etti. Peygamber ona: "Ben
onu yakınlarına tahsis etmeni uygun görürüm" deyince, Ebû Talha'ya. onu
yakınları arasında taksîm etmeyi havale etmiş oldu. Böylece o mal, sadaka olup
geçtikten sonra Peygamber o malın Ebû Talha'ntn elinde olmasını kararlaştırmış
gibi oldu (Kastallânî).
[52] Müellif Buhârî, bu hadîsten cevaz hükmünü anlayarak:
Peygamber (S) bu ta'yînsiz mutlak vakfı caiz kıldı, demiştir.
[53] Buhârî sarf yeri ta'yîn edilmeyen vakfın cevazı ve
caiz olmadığı hususunda âlimler arasında görüş ayrılığı olduğunu bildirip,
cevaz görüşünün daha sahîh olduğuna işaret etmiştir. Buhârî bu başlıklarda sahîh
hadîslerin kısa kısa parçalarını getirmekle yetinmiştir.
[54] Bu başlık da bundan önce geçen başlık gibidir; ancak
bu başlıkta kendisi adına sadaka yapılan kimseyi ta'yîn edip belirtmiştir.
[55] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir, ölmüşler
adına yapılan sadakaların, hayırların ve duaların onlara Allah katında fayda
vereceğim bildiren daha başka birkaç sahîh hadîs mevcûd olduğu gibi, bu hususa
delîl olan âyetler de vardır: Ölülere yapılan duâ ve sadakalar onlara fayda
verir. Delilleri:
a. İnsan öldüğü zaman ameli kesilir; ancak üç
şeyden kesilmez; Akıp duran
sadakadan, yâhud
faydalanılan bir ilimden yâhud kendisi için duâ eden sâlih bir çocuktan "
(Müslim, el-Vasıyye, Bâbu mâ yalhaku' İnşâna mine's-sevâb ba'de vefâtihi).
b. Kabir ziyaretlerinde Ölüler için yapılan duâ:
Ey Rabb'imiz, bizi ve îmân ile daha önden bizi geçmiş olan (dîn) kardeşlerimizi
mağfiret eyle, îmân etmiş olanlar için kalblerimizde bir kin bırakma. Ey
RabbHmiz! Şübhesiz ki sen çok re'fetlisin, çok merhametlisin" (el-Haşr:
10)
c. Melekler Rabb Herine hamd ile tesbîh ediyorlar. Yerdeki kimseler için
istiğfar ediyorlar. Gözünüzü açın. Şübhesiz ki Allah çok mağfiret edicidir, çok
merhamet eyleyicidir" (eş-Şûrâ: 5)
[56] Buhârî bu hadîsi, malın hepsini sadaka yapmanın
kerahetine ve taşınır malların da vakfedilmesinin cevazına delîl getirmiştir.
Hadîsin baslığa delîlliği açıktır. Buhârî burada hadîsi kısaltılmış olarak
getirdi. Mağâzî'de tamâmını getirecektir (Kastallânî).
[57] Bu başlık ve onun ardından gelen hadîs, ancak Ebû
Zerr'in el-Kuşmeyhenî'den gelen nüshasında mevcûddur. Diğer Buhârî nüshalarında
bu başlıkla hadîs mevcûd değildir.
[58] Hadîsin başlığa uygunluğu, Rasûlullah'm: "Biz bu
malı senden kabul ettik ve onu tekrar sana geri verdik" sözündedir.
Muhammet! ibn Hasen el-Mahzûmî'nin Medine Haberleri'nde Ebû Bekr ibn
Hazm yolundan, Hassân'm hissesinin bahâsı yüzbin dirhem olduğu ve bu bedeli
Hassân'm Muâviye'den teslîm aldığı rivayet edilmiştir.
Muâviye, Hassân'm bu
hissesini satın aldığı zaman, Umeyye oğullan'nm kendi aralarında rahatça toplanıp
konuşabilecekleri bir kale olması için bu binâyı yaptırmıştır. Bu binayı
Muâviye hesabına yapmayı et-Tufeyl ibn Ubeyy ibn Ka'b üzerine almıştır. Bunu
Medine Haberleri'nde Umer ibn Şeybe söyledi... (Fethu't-Bâri).
Hassân'm bu hisseyi
satmasından bunun ona vakıf değil, mülk edilmiş olduğu anlaşılır.
[59] Bu, İslâm'ın başlangıcında vâcib idi; müstehâb idi de
denildi. Sonra bu âyetin mensûh olup olmadığı hakkında İki görüş üzerine
ihtilâf ettiler. Bir taife bu âyet muhkemdir; mensûh değildir, dediler. Mucâhid,
Ebu'l-Âliye, Şa'bî, el-Hasen,
İbn Şîrîn, Saîd ibn
Cubeyr, MekhÛl, İbrahim en-Nahaî, Atâ ibn Ebî Rebâh, ez-Zuhrî, Yahya ibn Ya'mer
bu taifedendirler. Bunlar bu âyetin hükmü vâcib-dir, dediler.
Diğer taife de bu âyet mensûhtur, dediler. Saîd ibnu'l-Müseyyeb de buna
kaail oldu.
[60] Hadîsin başlıktaki âyete uygunluğu, İbn Abbâs'ın
başlıktaki âyetin kendi nazarında mensûh olmadığım kesîn olarak belirtmiş
olması yönündendir (Aynî),
[61] Hadîslerin başlığa delîlliği açıktır. Âişe hadîsini
en-Nesâî de Vasiyyetler Kitâ-bı'nda getirmiştir. Nesâî'deki rivayette şu ziyâde
vardır: Hangi sadakayı (yapayım)? dedim. Peygamber: "Su içirmek"
buyurdu.
İbn Abbâs hadîsinin
Nesâî'deki Süleyman ibn Kesîr rivayetinde şu da vardır: Annem adına köle âzâd
etmekliğin\, ondan bu borcu öder mi? dedim, Rasûlullah: "Sen annen adına
âzâd et" buyurdu.
Bu hadîslerde sadakanın ölüye fayda vereceğine delâlet vardır
(Kastallânî).
[62] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ben seni, bustânımm
sadaka olduğuna şâhid yapıyorum" sözündedir. Buhârî bunda, vakfı sadaka'ya
katmıştır. Bu "Uşhi-duke = Seni şâhid yapıyorum" kavlinin mu'teber
olan şâhid gösterme irâdesini yâhud İ'lâmı muhtemi! olur diye buna i'tirâz
edildi. el-Muhalleb vakıf ve sadakada şâhid göstermeyi Yüce Allah'ın:
"Alışverişyaptığınız vakit de şâhîd-ler tutun" (el-Bakara:282)
kavliyle delîl getirdi. Çünkü kendisine ivaz ve bedel bulunan satış akdinde
şâhid tutmakla emredince, hiçbir İvaz bulunmayan vakıfta şâhid tutmanın meşru'
olması evleviyetle olur.
Bu hadîs üç bâb öncesinde de geçmişti (Kastallânî).
[63] Bu bâb ve bundan sonraki üç bâb, Kur'ân'dan âyetlerle
başlıklandmlmiştır. Buharı bunları Vasiyyetler Kİtâbı'nÜa zikredilmiş olan
Vakıf Bâbları arasına girdirdi. Hâlbuki bu âyetlerin burada zikrine gerekli
olacak bir vecih yoktur. Fakat vakıflardaki emir ve onlara bakmak, işlerini
mütevellilere vermek, yetimlere bakmak, işlerini velîlere vermek gibi
kılınması yönünden bir benzerlik ve cihet vardır. Kısaca vakıf işlerine
bakmak, gözetmek emirjeri, yetimlerin iyiliklerini, haklarını gözetmek ve emânetlerim
korumak emirleri nev'inden sayılmış gibidir (Aynî).
[64] Bu hadîs "Yetimin ortaklığı... bâbı"nda
geçmişti. en-Nisâ Sûresi'nin tefsîrinde de gelecektir. Bu rivayetlerde
mü'minlerin annesi Âişe, âyetteki ma'nâlan gayet güzel bir surette tefsir
etmiştir. Allah kendisinden razı olsun.
[65] Saîd ibn Cubeyr ile Katâde şöyle demişlerdir:
Müşrikler arasında mîrâs, yalnız ailenin büyük erkeğine âid idi. Kadınlarla
çocuklar hiçbirşeye vâris olmazlardı. Allah bu en-Nisâ:7. âyeti indirip,
kadınları ve çocukları da mirastan nasîbli kıldı (Aynî).
CâhiIİyet devrinde müşrikler kadınlara ve çocuklara mîrâs vermezlerdi.
(O hak anca"k harb eden, ganimet alan, memleketini müdâfaa eden kimselere
mahsûstu.) Allah bu âyeti, onların bu fiillerini kaldırmak için indirdi. Sonra
Yüce Allah, en-Nisâ: 11-12. âyetleriyle de mirasçılardan herbirinin pay
mikdârlarım beyân eyledi (Kastallânî).
[66] Bu başlık, Buhârî nüshalarında farklı şekilde
gelmiştir: Bâzısında "Bâb" sözü ve devamı vardır. Çoklarında
"Bâb" sözü yok, diğerleri var. Ebû Zerr'in nüshasında birinci
"Mâ" yoktur. Ebû Zerr'in rivayeti "Mâ"nın hafiye olmadığına
delâlet eder.
Bunlar âlimler arasında
ihtilaflı mes'elelerdir. Bâzısı vasinin yetîm malından yemesi caiz olur dedi.
Bâzısı: Yetîm malından ancak ihtiyâç zamanında yer, dedi. Daha başka görüşler
ve tafsiller de vardır (İbni Hacer, Aynî).
Şâfiîler, vasî, çalışması ve sarfından bunların en azını alır, dediler
(Kastallânî).
[67] Vakfa âİd olan bu İbn Umer hadîsinin yetîm malları ve
yetîm vasilerine âid emirler ihtiva eden daha yukarıdaki başlıktaki âyetlerle
münâsebetini bâzı sarihler şu yönde görmüşlerdir: Buhârî yetîm vasîsini vakıf
nazırına benzetmiş; benzeme ciheti de vakıf nazırının kendilerine vakfedilmiş
olan fakîrlere, zaîflara bakması, vasinin yetîmlere bakması gibi ehemmiyetli
bulunmasıdır.Fakat bu tevcîh, sonraki sarihlerin şöyle i'tirâzına uğramıştır:
Ibn Umer hadîsi ile âyetin medlulü arasında uygunluk yoktur. Çünkü Umer,
vakfettiği malın faydalarına mâlik İdi. Vasinin ise, öldükten sonra mal
üzerinde hiçbir alâkası kalmaz; mülkiyet
jAllah taksîmi ile
yetîmlere geçer demişlerdir.
Şârih Kirmânî şöyle
demiştir:
Buhârî'nin bu
benzetmeden maksadı, yetîm velîlerinden fakîr olanların ye-Itîm malından ma'rûf
derecede ücret almalarının câİ2 olduğu gibi, vakfa bakanların da ma'rûf
derecede vakıf maldan faydalanmalarının caiz olduğunu beyândır. Nitekim bu
cihet Umer'in: "Vakfın işini yürütmeyi üzerine alan kimsenin örfe göre
vakıf maldan yemesinde günâh yoktur" sözünden de çıkarılabilir.
Aynî ve Kastallânî, Kirmânî'nin bu tevcîhini beğenmişlerdir.
[68] Âişe hadîsinin başlığa uygunluğu gizli değildir.
Bu hadîsin Müstemlî'den gelen Ebû Zerr nüshasında "Yetîmin
vâlîsi" sözü "Yetîmin malının vâlîsi" şeklinde gelmiştir. Bu
hadîsi Müslim de getirmiştir.
[69] Başlıktaki âyet, haksız ve haram olarak yetîm malı
yiyenler hakkında en şiddetli bir tehdîddir. Buhârî râvîlerinden Dâvûdî:
"Bu âyet, Kur'ân'da mü'minlere karşı gelmiş haberlerin en
şiddetlisİdir" demiştir. Bu haliyle âyet, yetîm mallarının çok titizlikle
korunmalarını; hiçbir surette ziyana ve eksiltmeye terkedil-memelerini; dâima
iyileştirilip artırılmalarım emredici durumdadır. Bu başlık ile hadîs
arasındaki uygunluk "Yetîm malı yemek" fıkrasında apaçıktır.
Helak edici kötü huyların ve ma'siyetlerin bu hadîste yedi olarak sayılması,
bunların daha fazla olmasını men' etmez. Nitekim diğer rivayetlerde: komşunun
karısıyle zina, anaya babaya isyan, yalan yere yemin etmenin de helak edici
günâhlardan olduğu bildirilmiştir.
[70] Âyet, yetimler hakkında insanlık için en güzel ve en
câmialı öğütleri toplamıştır.
[71] Bu, İbn Abbâs'ın tefsiridir. Îbnu'l-Munzir bunu Alî
ibn Ebî Talha yoluyla tbn Abbâs'tan rivayet etmiştir.
[72] İbn Hacer: Bu, mevsûl bir hadîstir. Süleyman,
Buhârî'nin şeyhlerindendir, Bu-hârî'nin âdeti çok kerre mevkuflarda, nadiren
mutâbaalarda bu "Kaale" sigası ile getirmektir... dedi(Fethu'l-Bârî).
[73] Tâvûs'un bu fiilini Sufyân ibn Uyeyne kendi
tefsirinde, Atâ'nın sözünü ise İbn Ebî Şeybe senedli olarak rivayet etmiştir.
Atâ'nın bu sözündeki küçük büyük kelimeleri, hem kesre, hem de ötre ile
zabtedilmiştir. Velî sözü de bir zabtta vâlî şeklindedir
[74] Bu, Peygamber'in büyük ahlâkının güzelliklerindendir.
Hadîsin başlığın "Seferde ve hazarda" kısmına uygunluğu, "Ben
Rasûlullah'a seferde ve hazarda hizmet ettim" sözündedir. "Ananın
yetime bakması" kısmına uygunluğu ise, Enes dedi ki: "Siz sevdiğiniz
şeylerden (Allah yolunda) harca yıncaya kadar asla hâlis iyiliğe ermiş
olmazsınız." (Âiu imrân: 92) âyeı inince Ebû Talha ayağa kalktı ve:
Enes'i Rasûlullah'a
götürme işini üvey babası Ebû Talha, anası Ümmü Suleym'İ rızâsını aldıktan
sonra yapmış olması yönündendir. "Anasının kocasının yet me bakması"
kısmına uygunluğu, üvey babası Ebû Talha'nm Enes'in elinde tutup götürmesi
yönündendir. Hadîs, başlıktaki hükümlerin tam cevâbı ve bt yânı olmuştur.
Buhârî bu hadîsi Diyetler'de; Müslim ise Peygamber'in fazîle lerinde
getirmiştir.
[75]
Hadîsin başlığa uygunluğu "Sadaka da bunun gibidir" sözünde
apaçıktır. Hadîsin başlığın birinci kısmına uygunluğu
ise vakıf lâfzıyle sadaka lâfzının ma'-nâda birbirine yakın olmaları ve
hükümlerinin de bir olması yönündendir.
Hadîs, Zekât'ta;
"Yakınlara zekât bâbı"nda-4a geçmişti.
[76] Buradaki üç üstadın hadîslerini Buhârî sırasıyle
Tefsîr, Zekât, Vekâlet Kitâbla-n'nda, senedli olarak getirmiştir.
[77] Rasûlullah'a gelip bu sözleri söyleyen zâtın,
Ensâr'dan Hazrec kabîlesinin büyüğü olan Sa'd ibn Ubâde (R) olduğu diğer
rivayetlerde açıkça belirtilmiştir.
Hadîsin buradaki
başlığa uygunluğu da bundan önceki hadîs gibidir
[78] Bu sözün zahiri, onların bu arazîyi Allah için sadaka
etmek istedikleri; Peygam-ber'in de onların bu niyetlerini kabul etmesidir.
Fakat Peygamber onların bu arazîsini on dînâr Ödeyip satın almıştır. Hadîsin
başlığa uygunluğu, Peygam-ber'in Neccâr oğullan'nm sözünü takrîr edip, onlara
karşı reddetrhemesidir. Eğer şuyû'lu vakıf caiz olmasaydı, onları bundan açıkça
men' eder ve onlara hükmü beyân ederdi (İbn Hacer).
Bu hadîs uzunca bir metinle Namaz Kitâbı'nın evvellerinde geçmişti.
[79] Hadîsin başlığa uygunluğu "İstersen kökünü
habset..." sözlerindedir. Çünkü bunda bir takım şartlar vardır ki,
bunların hepsi vakıf kitabında yazılır. Umer bu vakfının kitabını, kâtibi
Muaykıb'ın el yazısı ile ve Abdullah ibn Frkam'ın şâhidliği ile yazdırmıştır.
Bunu Ebû Dâvûd rivayet etti: Sureti şöyledir: "Bis-millâhirrahmânirrahîm.
Bu Abdullah ibn Umer'in Semğ arazîsi hakkında yazdığı kitâbdır...".
[80] Hadîsin başlığa uygunluğu "Fakirlere,
yoksullara" sözünde açıktır. "Zengin için" kısmına uygunluk ise
hadîsteki "yakınlığı olan hısımlara" sözünden alınır. Çünkü bu söz
onların zengin ve fakır olmalarından daha umûmîdir.
[81] Hadîsin başlığa uygunluğu biraz önce geçtiği yerde de
belirtildiği gibi açıktır. Mescid yapılmak üzere arazî vakfetmek caizdir. Bunun
gibi, diğer herhangi bir hayır kurumu meydana getirmek, meselâ okul, İmaret, kütübhâne
yapmak üzere de arazî vakfedilir.
[82] Buhârî bu başlıkla nakledilebilen eşya ve malların
vakfının cevazına işaret etmiştir.
[83] ez-Zuhrî'nin bu sözünü İbnu Vehb, kendi Muvatta'mda
rivayet etmiştir. Bunun başlıktaki "Sessiz servet" sözüne uygunluğu
apaçık meydandadır.
[84] Hadîsin başlığa uygunluğu "Kendisine âid bîr at
üzerine Allah yolunda cihâd etmek üzere bir adamı bindirdi" sözündedir.
Bir de başlığa, hadîsin sonunda Peygamber'in Umer'e söylediği "Sen
sadakana dönme" sözü delâlet.etmektedir. Bu sözde atın sadaka olduğu;
Allah yolunda kullanmaya tahsis edildiği açıktır.
Bu hadîs Hibe'de de geçmişti.
[85] Vakfın işlerini yürütecek kimse ta'bîrine vakfın
kayyımı, ücretli işçisi, nâzın, vekili girer.
[86] Bu hadîsteki "Lâyaktastm" fiili bâzı
rivayetlerde cezimli, bâzılarında Ötreli olarak gelmiştir. Cezimlide
"Paylaşmasınlar"; ötrelide "Paylaşmazlar" demek olur.
Şârih ibn Battal:
Rasûlullah'ın muradı Benû Nadîr, Fedek, Hayber hurmalıklarında çalışan
işçilerin ücretleridir. Buhârî bâb başlığı ile buna işaret etmiştir, demiştir
(Aynî).
Şârih Hattâbî şöyle dedi: İbn Uyeyne'nin şöyle dediği bana ulaştı:
Rasûlullah'in zevceleri müslümânlann anaları oldukları için ümmet tarafından
nikâh edilmeleri ebediyyen caiz olmadığından, iddet bekleyen kadınlar
hükmündedirler. Bunun için kendilerine hayâtta oldukları müddetçe nafaka tahsis
olunmuş, odaları da kendilerine suknâ yânî oturma hakkı olarak bırakılmıştır
(Aynî).
[87] Hadîsin başlığa delîlliği "Umer .... şart
kılmıştır" sözündedir. Her iki hadîs de vakıf işlerini yürütenlerin
vakıftan ücret almalarının meşrû'luğuna delildir.
[88] Buhârî, başlıktaki cevaz hükmünü isbât edip
kuvvetlendirmek için, bu üç sahâ-bînin böyle kendilerinin de faydalanmaları
şartıyle mülklerini vakfettiklerini arka arkaya getirmiştir.
Bunlardan Enes'in
haberini Beyhakî senedli olarak; Zubeyr'in haberini ed-Dârimî kendi
Müsned'inde-t Abdullah ibn Umer'in haberini de îbn Sa'd Taba-kaat'ında senedli
olarak rivayet etmişlerdir.
Şârih ibn Battal:
Vakfeden kimsenin vakfettiği şeyin faydalarından gerek kendisi, gerek vârisleri
için faydalanmayı şart kılsa, bunun caiz olduğunda âlimler arasında ihtilâf
yoktur, demiştir (Aynî).
[89] Senedde de görüldüğü üzere, bu hadîsin asıl râvîsi
Usmân ibn Affân değildir. Bunun râvîsi Abdurrahmân ibn Habîb es-Sulemî
el-Kûfî'dir. Sahâbî oğlu sahâ-bî olan bu zât Halîfe Hz. Usmân'm kuşatılması
sırasında orada bulunmuş ve Usmân'ın sözlerinden ezberinde tutabildiklerini
rivayet etmiştir. Hadîsin buradaki rivayeti çok kısadır ve yalnız vakıf
mes'elesiyle İlgili kısmı getirilmiştir.
[90] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ben hemen Rûme
kuyusunu kazdım" sözündedir. Çünkü kuyu vakfının faydalarından herkes
gibi, vakfeden de yararlanmayı şart kılar ve yararlanır. Bunun cevazında görüş
ayrılığı yoktur.
[91] Müellif Buhârî başlıkta zikrettiği hükme, yânî kişinin
kendi vakfından kendisinin de faydalanmasını şart kılmasının cevazına bu
hadîslerle delîl getirmişti. Ancak bu cevaz hükmü, mescid yaptığı bir arazî
parçasında namaz kılmak, vakfettiği bir kuyudan su içmek gibi faydalanmanın
umûmî olduğu zamanki şeylerle ka-yıdlıdır. Müslümanlara okumaları için
vakfettiği kitâb da bunun gibidir. Umûmî olanla husûsî olan arasındaki fark;
umûmî olan, husûsînin aksine, herkes için faydalanma mübâhlığı olan şeydir
(Kastallânî).
[92] Hadîs başlığı aynen ihtiva ettiği için, uygunluk
tamdır.
îbri Munîr: "Buhârî'nin maksadı, yalnız olarak veya bir karîne ile
vakfa delâlet hangi lâfızla olursa olsun, vakfın sahîh olacağıdır" dedi.
Vakfın lâfızları "Şunu vakfettim, habsettim, sebîl kıldım" yâhud
"Arazîm vakfedilmiştir, habsedilmiştir, sebîl kılınmıştır" gibi
lâfızlarla olursa, bunlar sarîh lâfızlardır. "Şu arazî parçasını sakinleri
için haram kıldım", yâhud "Onu ebedî kıldım" yâhud "Evim
haram kılınmıştır, ebedî kılınmıştır" lâfızları da kinayedir. "Bunu
sakinlerine sadaka yaptım" dese de vakfa niyet eylese, iki görüş vardır.
En sahîhi, niyetin lâfızla kavuşup vakıf olmasıdır... (Kastallânî).
[93] ez-Zeccâc el-Maânfinde: Bu üç âyet i'râb, hüküm ve
ma'nâca Kur'ân'daki en müşkil âyetlerdendir, demiştir (İbn Hacer)
[94] Hadîsin zikredilen üç âyete uygunluğu açıktır. Çünkü
bu hadîs o âyetlerin, hadîsin içinde anılan kimseler hakkında indiğini beyân
etmiştir.
[95] Hadîsin başlığa uygunluğu, Câbir ibn Abdillah'ın
babasının borcunu, mirasçılardan olan kızkardeşleri hazır bulunmadan Ödemiş
olması yönündendir.
[96] Buhârî buradaki el-Iğrâ'nm tefsirini vermiş ve Ebû
Ubeyde'nin Mecâzu'l-Kur'ân'da "Iğrâ"mn tefsirine şâhid getirdiği
âyeti de zikretmiştir.