1- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
2- Peygamber(S)'İn .Yemînînde- "Ve Eymuhlâhi"
Ta'bîrini Söylemesi Babı
3- Bâb: Peygamber(S)'İn Yemîn Etmesi Nasıl İdi?
5- Bâb: Lât İle, Uzzâ İle Ve Tâğûtlarla Yemîn Edilmez
7- İslâm Dîni'nden Başka Bir Dînle Yemîn Eden Kimse (Bu
Yeminle Kâfir Olur Mu, Olmaz Mı?) Babı
8- Bâb: İnsan Konuşması Arasında "Allah'ın Dilediği
Ve Benim Dilediğim" Sözünü Söylemez
12- Allah'ın İzzeti İle, Sıfatları İle Ve Kelimeleri İle
Yemîn Etmek Babı
15-Bâb: İnsan Yeminlerde Unutarak Yeminini Bozsa (Keffâret
Vâcib Olur Mu Olmaz Mı)?
17- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:
18- Mâlik Olmadığı Şey Hususunda, Ma'siyet Hususunda Ve
Öfke Hâlinde Yapılan Yemîn(İn Hükmü) Babı
23- Yemînlerde Niyet(İn Esâs Olduğu) Babı
25- Bab: Bir Şahıs Bir Yemeği Kendine Haram Kıldığı
Zaman?
27- Yaptığı Nezri Yerine Getirmeyen Kimsenin Günâh Babı
28- Tâat Yolunda Nezr Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı;
30- Üzerinde Bir Nezr Olduğu Hâlde Ölen Kimse Babı
31- Mâlik Olmayacağı Şey Hakkındaki Nezr İle Ma'siyet
Hakkındaki Nezr(İn Hükmü) Babı
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Yemînler
ve Nezirler Kitabı)
"Allah sizi
yemînlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz* Fakat kalblerinizin azmettiği
yemînler yüzünden muaheze eder. Bunun da keffâreti ailenize yedirmekte olduğunuzun
orta derecesinden on yoksulu doyurmak, ya onları giydirmek yâhud bir kul azâd
etmektir. Fakat kim bunları bulamazsa üç gün oruç (tutması lâzımdır).
İşte bu and ettiğiniz
vakit, yeminlerinizin keffâretidir. Yeminlerinizi muhafaza edin. Allah
âyetlerini size böylece açıklıyor.
Tâ ki
şükredesiniz" (ei-Mâide: 89) [1]
1-.......Bize Hişâm
ibn Urve, babası Urve'den; o da Âişe(R)'den
şöyle dediğini haber
verdi: Ebû Bekr, yaptığı herhangibir yeminden asla caymaz (onu muhakkak yerine
getirir) idi Nihayet Allah, ye-mîn keffâreti âyetini indirince:
— Ben herhangibir şeye
yemîn eder de, ondan başkasını yeminimden daha hayırlı görürsem, muhakkak o
hayırlı olanı yaparım ve yeminimden keffâret veririm, dedi.
2-.......Abdurrahmân
ibn Semure (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Peygamber (S) bana (bir kerre şöyle
öğüt verdi):
— "Yâ Abderrahmân
ibne Semure! Sakın sen (kendiliğinden) emirlik vazifesi isteme. Şübhesiz sen
eğer, senin istemenden dolayı sana emirlik ve başkanlık verilirse, istediğin
şey ile (yalnız) bırakılırsın (Allah'ın yardımına nail olmazsın). Eğer emirlik
ve başkanlık sana, sen istemeden verilirse (Allah tarafından) bu iş üzerine
yardım olunursun. Bir de sen birşeye yemîn edip de başkasını ondan daha hayırlı
gördüğünde, yemininden keffâret ver ve o hayırlı olan işi yap!" [2].
3-.......Ebû Mûsâ
el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Ben (Tebûk seferi hazırlığı yaptığı sırada) Eş'arîler'den
bir topluluk içinde Peygam-ber(S)'e gelip, bizlere binek ve yük devesi
vermesini istedim. Peygamber:
— "Vallahi ben
sizleri deveyeyükleyemem. Yanımda sizleri üzerine yükleyebileceğim deve
yoktur" buyurdu.
Ebû Mûsâ dedi ki:
Sonra bizler Allah'ın beklememizi istediği kadar bekledik. Sonra bize
hörgüçleri beyaz üç deve verildi. Bizler bunlar üzerine yüklerimizi yükledik.
Gittiğimiz zaman bizler yâhud bâzımız:
— Vallahi bu iş bize
bereketli ve mübarek olmaz. Biz Peygam-ber'e gelip, O'ndan bizi develere
yüklemesini istiyorduk, O bizi yük-lemeyeceğine yemîn etmişti. Haydin bizi
Peygamber'e döndürün de kendisine bu yemîm'ni hatırlatalım! dedik.
Akabinde Peygamber'e
gelip hatırlattık. Bunun üzerine Peygamber:
— "Sizlere develere yükleyen ben değilim.
Fakat sizleri develere Allah yüklemiştir. Bana gelince; vallahi eğer Allah
isterse, ben bir yemîn eder ve yemîn ettiğim şeyin başkasını, yemîn ettiğim
şeyden daha hayırlı görürsem muhakkak yeminimden keffâret verir ve o daha
hayırlı olan işi yaparım -yâhud: O daha hayırlı olan işi yapar ve yeminimden
keffâret veririm-" buyurdu [3].
4-.......Bize Ma'mer
ibn Râşid, haber verdi ki, Hemmâm ibn Münebbih şöyle demiştir: Bu, Ebû
Hureyre(R)'nin bize Peygam-ber(S)'den tahdîs ettiği hadîslerdendir. Peygamber:
"Biz müslümân-lar (dünyâ ümmetlerinin) sonuncularıyız, kıyamet gününde öne
geçecek olanlarız" buyurmuştur. Rasûlullah (hitabesine devamla):
"Vallahi sizin biriniz ailesi aleyhinde yemîn edip de yemîninde inâd ve
isrâr etmesi, (yeminini bozup) Allah'ın farz kıldığı keffâreti vermesinden daha
günahlıdır" buyurmuştur [4].
5-.......Ebû Hureyre
(R) şöyle dedi: Rasûlullah (S): "Her kim ailesi hakkındaki (onlara
zararlı) bir yemîn üzerinde ısrar ederse, onun bu ısrarı, yeminini bozmasından
daha büyük bir günâhtır. O kimse ısrarı terkedip hayır olan işi yapsın (yânî keffâret
versin)/" buyurmuştur [5].
6-.......İbn Umer (R)
şöyle demiştir: Rasûlullah (S- Rumlar üzerine göndermek için) bir ordu hazırlayıp
bunun başına Usâme ibn Zeyd'i kumandan ta'yîn etmişti. İnsanların bâzısı
Usâme'nin kumandanlığına i'tirâz ve dedikodu etmişlerdi. Bunun üzerine
Rasûlullah ayağa kalkıp bir hutbe yaptı da:
— "Sizşimdi
Usâme'nin kumandanlığı hususunda kötüleme yapmaktasınız. Sizler, bundan önce,
onun babasının kumandanlığına da dil uzatıyordunuz. 'Veeymu'Mhi - Allah'ayemîn
ederim ki', Zeyd ibn Harise kumandanlığa nasıl îamâmiyle lâyıksa ve o bana insanların
en sevimlilerinden biri olmuşsa, hiç şübhesiz şu Usâme de babasından sonra bana
insanların en sevimlilerindendir!" buyurdu [6].
Ve Sa'd ibn Ebî
Vakkaas: Peygamber (S): "Nefsim elinde olana yemin ederim" dedi,
demiştir.
Ebû Katâde de: Ebû
Bekr -Huneyn yılında-Peygamber'in yanında "Lâ hâ'llâhi izen" yânî
"Lâ vallahi izen" ta'bîrini söyledi, demiştir.
(el-Buhârî şöyle
dedi:) Yemînde "Vallahi" ve "Billahi" ve "Tallahi"
ta'bîrleri söylenilir [7].
7-.......Abdullah ibn
Umer (R): Peygamber(S)'in yemini çok defa "Lâ ve mukallibVl-kulûb (=
Hayır, kalbleri çeviren Allah'a yemîn ederim)" ta'bîri idi, demiştir [8].
8-.......Bize Ebû
Avâne, Abdulmelik'ten; o da Câbir ibn Abdillah(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber
(S): "Kayser helak olduğu zaman, ondan sonra (Rûm diyarında onun gibi hâkimiyet
sağlayan) bir kayser daha olmayacaktır. Kisrâ helak olduğu zaman da ondan sonra
bir daha kisrâ (saltanatı) olmayacaktır. Nefsim elinde bulunan(M-\ah)a yemîn
ederim ki, kisrâ ve kayserin hazîneleri, muhakkak Allah yolunda sarf
edilecektir" buyurmuştur.
9-.......Ebû Hureyre
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Kisrâ helak olduğu zaman, ondan sonra
kisrâ olmayacaktır. Kayser helak olduğu zaman, ondan sonra da kayser
olmayacaktır. Muhammed'in nefsi elinde bulunan(Allah)a yemîn ederim: Kisrâ ile
kayserin hazîneleri muhakkak Allah yolunda (cihâd eden mücâhidlere) sar olunacaktır"
buyurmuştur [9].
10-....... Bize Abde,
Hişâm ibn Urve'den; o da babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da Âişe(R)'den haber
verdi ki, Peygamber (S): "Ey Muhammed Ümmeti! Vallahi eğer sizler benim
bilmekte oldu-ğum şeyleri bilir olsaydınız, muhakkak çok ağlar ve muhakkak az
gülerdiniz!" buyurmuştur [10].
11-.......Abdullah ibn
Hişâm (R) şöyle demiştir: Biz Peygamber(S)'in
beraberinde bulunuyorduk. Peygamber
Umer ibnu'I-Hattâb'ın elinden
tutmuş hâldeydi. Umer ona:
— Yâ Rasûlallah, Sen
bana muhakkak ki, nefsimden başka her-şeyden daha sevimlisin! dedi.
Peygamber de ona:
— "Hayır (öyle söyleme)/ Nefsim elinde
bulunan(A\\ah)ayemîn ederim ki, ben sana hayâtından daha sevimli olmadıkça
(îmânın kemâle ermez)" buyurdu.
Bunun üzerine Umer de
ona:
— Şu anda Allah'a
yemîn ederim ki, Sen bana muhakkak nefsimden, yânı canımdan da daha
sevimlisin, dedi.
Peygamber de:
— "İşte şimdi oldu yâ Umer (îmânın kemâle
erdi)/" buyurdu [11].
12-.......Ebû Hureyre
ile Zeyd ibn Hâlid el-Cuhenî (R) şöyle haber vermişlerdir: İki hasım kimse
Rasûlullah(S)'a gelip da'vâlarını arzettiler. Şöyle ki, onlardan biri:
— (Yâ Rasûlallah!)
Aramızda Allah'ın Kitabı ile hüküm ver! dedi.
Bu ikisinin daha
anlayışlı ve dirayetli hâlde bulunan diğeri de:
— Evet yâ Rasûlallah,
aramızda Allah'ın Kitabı ile hüküm ver ve da'vâmı söylemek üzere bana izin ver!
dedi.
Rasülullah:
— "Söyle!" buyurdu. İkinci hasım söze
başlayıp:
— Benim oğlum bu
A'râbî'nin yanında ücretli (çoban) idi. -Râvî İmâm Mâlik: "el-Asîf",
"Ecîr" yânî "Ücretli"dir, demiştir.- Bunun karısıyle zina
etmiş. Bana, bu zina suçundan dolayı oğluma recm cezası lâzım geleceğini haber
verdiler. Ben bu adama yüz koyun ve bir de cariyemi fidye verip oğlumu
kurtardım. Sonra ben bunu ilim ehli olan kimselere sorduğumda, onlar bana,
(henüz bekâr olan) oğluna yüz deynek hadd ile bir sene gurbete sürgün gönderme
cezası, bunun karısına da ancak taşlanma cezası gerektiğini haber verdiler.
(Şimdi ne buyurursunuz yâ Rasûlallah?) dedi.
Bunun üzerine
Rasülullah:
— "Dikkat edip iyi dinleyin! Nefsim elinde
buluna n(A\lah)a ye-mîn ederim ki, ben elbette aranızda Allah'ın Kitabı ile
hüküm vereceğim: Koyunların ile cariyen sana geri verilir!" buyurdu,
oğluna da yüz deynek vurup bir sene sürgün etti.
(Sonra sahâbîlerden)
Uneys ibnu'd-Dahhâk el-Eslemiyye'ye, onun karısına gitmesi ve eğer suçunu
i'tirâf ederse onu taşlaması emredildi. Kadın, suçunu i'tirâf etti, Uneys de
ona taşlama cezasını uyguladı [12].
13-.......Bize Şu'be,
Muhammed ibn Ebî Ya'kûb'dan; o da Abdurrahmân ibn Ebî Bekre'den; o da
babasından tahdîs etti ki, Pey-gamber(S):
— "Re'y ettiniz
mi (bana haber veriniz); Eğer Eşlem, Gıfâr, Mu-zeyne, Cuheyne kabileleri Temim,
Âmir ibn Sa'saa, Gatafân veEsed kabilelerinden hayırlı iseler, bu ikinciler
elleri boş olmuş ve ziyan etmiş değiller midir?" buyurdu. Muhâtabları:
— Evet, eli boş olup
ziyan etmişlerdir, dediler. Bunun üzerine Peygamber:
— "Nefsim elinde bulunan(A\\ah)a yemîn
ederim ki, onlar (Eşlem, Gıfâr, Muzeyne, Cuheyne) bunlardan (yânîTemîm, Âmir,
Gatafân, Esed kabilelerinden) elbette daha hayırlıdırlar!" buyurdu [13].
14-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Urve haber verdi. Ona da Ebû Humeyd es-Sâidî (R) şöyle
haber vermiştir: Rasülullah (S) - Abdullah ibnu'l-Lutbiyye el-Ezdî isminde- bir
adamı zekât toplama me'mûru ta'ym etmişti. Bu me'mûr işini bitirdiği zaman
Rasû-lullah'a geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Şu
sizin zekât mahnızdır, bu da bana hediye verilmiştir, dedi.
Rasûluîlah da ona:
— "Sen babanın ve ananın evinde otursaydın
da sana hediye verilir miydi yâhud verilmez miydi baksaydın ya!*' buyurdu.
Akabinde zevalden
sonraki bir namaz ardında ayağa kalktı, şe-hâdet kelimelerini söyledi ve
Allah'ı lâyık olduğu sıfatlarla sena etti.'
Sonra "Ammâba'du
= Sözün bundan sonrası şudur" deyip şu hutbeyi söyledi:
— "Bu âmilin, yânı me'mûrun hâli nedir?
Ben onu bir işe me'~ mûr ta'yîn ediyorum, sonra bana gelip hesap verirken: Şu
sizin işinizdir, bu da bana hediye verildi diyor! O, babasının ve anasının
evinde otursaydı da ona hediye verilir miydi yâhud verilmez miydi baksaydı ya!
Muhammed'in nefsi elinde bulunan(A\lah)a yemîn ederim ki, her-hangibiriniz
devlet-millet malından hainlik yapıp haksız birşey alırsa, muhakkak kıyamet
gününde o çaldığı malı boynu üzerinde taşıyarak getirecektir. Öyle bir hâlde
ki, çaldığı şey bir deve ise, deveyi iniltisi olduğu hâlde; bir sığır ise,
bağırması ı olduğu1 hâlde; bir davar ise, yine melemesi olduğu hâlde bunların
herbirini boynunda
taşıyarak
getirecektir. Ben (emrolunduğum şeyi sizlere) tebliğ ettim!" buyurdu.-
Ebû Humeyd: Bundan
sonra Rasûlullah elini, bizim kendi koltuk altı beyazlığını göreceğimiz
derecede yukarı kaldırdı, dedi.
Yine Ebû Humeyd: Bu
hutbeyi benimle beraber Zeyd ibn Sabit de Peygamber'den işitmiştir; ona da
sorunuz! Dedi [14].
15-.......Bize Hişâm
-ki o, İbnu Yûsuf'tur- Ma'mer ibn Râşid'den; o da Hemmâm ibn.Münebbih'ten haber
verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ebû'I-Kaasım (S): "Muhammed'in
nefsi elinde bu-lunan(A\\ah)a yemîn ederim ki, eğer sizler benim bilmekte olduğum
şeyleri bilir olsaydınız, muhakkak çok ağlar ve elbette az gülerdiniz!"
buyurdu [15].
16-.......Ebû Zerr
el-Gıfârî (R) şöyle demiştir: Ben bir kerresinde RasûluIlah(S)'m huzuruna
vardım, o sırada kendisi Ka'be'nin gölgesinde: "Ka'be'nin Rabb'ineyemîn
ederim ki, muhakkak onlar çok hüsrandadırlar, Ka'be'nin Rabb'ine yemîn ederim
ki, muhakkak onlar çok zarardadırlar!" buyuruyordu.
Ben kendi kendime:
Benim hâlim nedir ki? Bende birşey mi görülüyor - Bir zabta göre: Acaba bende
hüsranı gerektirecek birşey mi görüyor-? Benim hâlim, şanım ne olabilir ki?
dedim.
Rasûlullah bu sözü
tekrarlayıp söylerken, ben de yanına oturdum. Susmağa da muktedir olamayıp
Allah'ın irâdesi beni kaplayarak:
— Yâ Rasûlallah! Babam
anam Sana feda olsun! Bu hüsranda (ve büyük ziyanda) olanlar kimlerdir? diye
sordum.
Rasûlullah:
— "Malları çok olanlardır (zenginlerdir).
Fakat bunlardan (ma-lındaki hakları) şöyle, şöyle, şöyle (etraflarındaki
fakirlere) verenler müstesnadırlar" buyurdu [16].
17-.......Ebû Hureyre
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Süleyman (Peygamber):
— Vallahi ben bu gece doksan kadına dolaşırım
da, onların her-biri Allah yolunda savaşacak birer süvârî getirir, diye yemîn
etti.
Arkadaşı kendisine:
— İnşâattahu de! dedi.
Süleyman 'İn şâallâh'
demedi ve bütün kadınlarına dolaştı. Neticede birtek kadın müstesna, onlardan
hiçbiri gebe kalmadı. Sonra o bir kadın da yarım bir çocuk getirdi. Muhammed'in
nefsi elinde o/a«(Allah)û yemîn ederim ki, eğer Süleyman 'İn şâattah' deseydi,
o çocukların hepsi de Allah yolunda birer süvârî olarak muhakkak cihâd
ederlerdi!" [17].
18-....... el-Berâ ibn
Âzib (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e ipekten bir kumaş parçası hediye edildi
de insanlar onu elden ele dolaştırmaya, güzelliğinden ve yumuşaklığından
hayret edip hoşlanmaya başladılar. Rasûlullah (S):
— "Siz bundan hayrete mi
düşüyorsunuz?" buyurdu. Sahâbîler:
— Evet yâ Rasûlallah, bu bizim çok hoşumuza
gitti, dediler. Rasûlullah:
— "Nefsim elinde bulunan(A\\ah)'a yemîn
ederim ki, Sa'd ibn Muâz'ın cennetteki mendilleri elbette bundan daha
hayırlıdır" buyurdu.
Şu'be ve İsrâîl, Ebû
İshâk'tan yaptıkları rivayetlerinde "Vellezî nefsî bi-yedihi"
fıkrasını söylemediler [18].
19-....... Âişe (R)
şöyle demiştir: Utbe ibn Rabîa kızı Hind:
— Yâ Rasûlallah!
Vaktiyle yeryüzünde bulunan hiçbir ev halkının zelîl olmaları, bana Sen'in ev
halkının zelîl olmaları derecesinde sevgili olmazdı. Sonra bu gün ise yer
üzerinde bulunan ev sâhiblerin-den hiçbirinin azîz olmaları, bana Sen'in ev
halkının azîz ve saâdetli olmasından daha sevimli değildir! dedi.
-Metinde
"Ahbâ" ve "Hıbâ" kelimelerini şekk ile söyleyen, râ-vî
Yahya ibn Bukeyr'dir.-Rasûlullah (S):
— "Muhammed'in nefsi elinde olan(Mlah)a
yemîn ederim ki (ben de sana nisbetle bunun gibiyim)" buyurdu.
Hind:
— Yâ Rasûlallah!
(Kocam) Ebû Sufyân çok sıkı, cimri bir kimsedir. Onun malından ailemize
yedirmemde bana bir günâh olur mu? diye sordu.
RasûluIIah:
— "Hayır, ancak ma'rûf ölçü ile
yedirmelisin" buyurdu [19].
20-.......Abdullah ibn
Mes'ûd (R) tahdîs edip şöyle demiştir:
RasûluIIah (S)
arkasını Yemen'in tabaklanmış derisinden kubbe şeklinde kurulmuş bir çadıra
dayandığı sırada, bir ara sahâbîlerine:
— "Sizler cennet ehlinin dörtte biri
olmanıza razı olur musunuz?" diye sordu.
Sahâbîler:
— Evet razı oluruz!
dediler. RasûluIIah:
— "Cennet ehlinin üçte birini teşkil
etmenize razı olmaz mısınız?" buyurdu.
Sahabıler:
— Evet razı oluruz!
dediler. Bu sefer RasûluIIah:
— "Muhammed'in nefsi elinde
bulunan{PA\ah)a yemin ederim ki, ben sizin muhakkak cennet ehlinin yarısı olmanızı
ümîd etmekteyim" buyurdu [20].
21-.......Ebû Saîd
eI-Hudrî(R)'den (o, şöyle demiştir): Bir kişi, diğer bir kişinin bütün gece
tekrarlayarak "Kulhuvellâhu ahad" Sûresini okur olduğunu işitti.
Sabah olunca RasûluIlah(S)'a gitti de, o kimsenin bütün gece bu sûreyi
okumasını azımsayarak, Rasûlullah'a zikretti. Bunun üzerine RasûluIIah:
— "Nefsim elinde
bulunan(A\lah)a yemîn ederim ki, bu sûreyi okumak, muhakkak bütün Kur'ân'ın üçte
birine denk olur" buyurdu [21].
22-.......Bize Enes
ibn Mâlik (R) tahdîs etti ki, kendisi Peygamber(S)'den işitmiştir:
"(Namazda) rukû'u vesucûdu tam yapınız. Nefsim elinde bulunan(A\\ah)a
yemîn ederim ki, ben, sizler rukû'a vardığınız zaman da, sucuda vardığınız
zaman da sırtımın arkasından sizleri muhakkak görmekteyim" buyuruyordu.
23-.......Şu'be, Hişâm
ibn Zeyd'den; o daEnes ibn MâIik(R)'ten şöyle haber verdi: Bir kerresinde
Ensâr'dan bir kadın, beraberinde çocukları olduğu hâlde Peygamber'e geldi (ve
bir hacetini söyledi). Peygamber(S): "Nefsim elinde bulunan(A\\ah)a yemin
ederim ki, siz Ensâr cemâati bana insanların muhakkak en sevimlilerisiniz"
buyurdu ve bunu üç kerre söyledi [22].
"Babalarınızın
ismiyle yemîn etmeyiniz"
24- Bize Abdullah ibn
Mesleme, Mâlik'ten; o da Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer'den şöyle tahdîs
etti: Rasûlullah (S) Umer ibnu'l-Hattâb'a yetişti. Umer bir kaafile içinde
ilerliyor ve babası ile yemîn ediyordu. Rasûlullah:
— "Dikkat edin!
Muhakkak ki, Allah sizleri babalarınızla yemîn etmenizden nehiy buyuruyor.
Artık kim yemîn edecekse, Allah adiyle yemîn etsin yâhud da sussun!"
buyurdu [23].
25-.......İbn Şihâb
dedi ki: Salim şöyle dedi: İbn Umer (R) şöyle dedi: Ben
Umer(ibnu'I-Hattâb)'den işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S) bana:
— "Şübhesiz Allah sizleri babalarınızla
yemîn etmenizden
nehyeder"
buyurdu.
Umer: Vallahi ben bunu
Peygamber(S)'den işittiğimden beri, ne bunu kasdedip söyleyerek, ne de
başkasından nakledici olarak, baba ismiyle yemîn etmedim, demiştir.
Mucâhid: "Ev
eseretin min ilmin.. " (ei-Ahkaaf: 4) kavlinin tefsirinde: "Bir ilim
naklederek" demektir, demiştir [24].
Bu hadîsi ez-Zuhrî'den
rivayet etmekte Ukayl, ez-Zubeydî, İs-hâk el-Kelbî de Yûnus'a mutâbaat
etmişlerdir. Sufyân ibn Uyeyne ile Ma'mer ibn Râşid de ez-Zuhrî'den; o da
Sâlim'den; o da İbn Umer'den; o da Umer'in Peygamber'den işitmiş olduğunu söylemişlerdir.
26-....... Bize
Abdullah ibn Dînâr tahdîs edip şöyle dedi: Ben Abdullah ibn Umer(R)Men işittim,
o: Rasûlullah (S): "Babalarınızla yemîn etmeyiniz!" buyurdu,
diyordu.
27-.......Zehdem ibn
Mudrib şöyle demiştir: Huzâa'dan bir fırka olan şu Cerm boyu ile Tayy
kabilesinden olan el-Eş'arîler arasında bir sevgi ve kardeşlik vardı. Biz,
(Usmân tarafından Küte Vâlîsi ta'-yîn olunduğu zaman) Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin
yanında bulunduk. O sırada ona, içinde tavuk eti bulunan bir yemek ikram
olundu. Yanında Teymullah oğullan'ndan kırmızı renkli bir adam vardı. Bu zât,
Mevlâ'lardan bir kimse gibi idi. Vâlî onu yemeğe da'vet etti. O zât:
— Ben tavuğu pis
birşey yerken gördüm de, ondan tiksindim ve artık onun etinden yememeğe yemîn
ettim, dedi.
Ebû Mûsâ ona şöyle
dedi:
— Kalk, yaptığın yemîn
hakkında ben sana bir hadîs tahdîs edeyim: (Rasûlullah, Tebûk seferi
hazırlığında bulunurken) ben Eş'arî-ler'den bir cemâat içinde Rasûlullah(S)'a
geldim de bize binecek ve eşyamızı yükleyecek develer vermesini istiyorduk.
Rasûlullah: "Vallahi ben sizleri develere yükleyemem, benim yanımda
sizleri üzerine yükleyecek deve yoktur" dedi. Bir süre geçince
Rasûlullah'a bir mikdâr ganimet devesi getirildi. Bunun üzerine Rasûlullah
bizden sorup: "Eş'-arîler cemâati nerede?" dedi. Akabinde bize
hörgüçleri beyaz beş tane deve verilmesini emretti. Biz yanından bu develerle
gittiğimizde, kendi aramızda: Biz ne yaptık! Rasûlullah bizleri develere
yükleye-meyeceğine, yanında yükleyecek develer bulunmadığına yemîn etmişti.
Sonra O bizlere deve verip yükledi Biz Rasûlullah'a yeminini unutturduk.
Vallahi biz ebediyyen felah bulmayız! dedik. Bu düşün-
ce üzerine hemen
kendisine döndük ve O'na: Biz Sana, bizlere deve verip yüklemen için gelmiştik
de Sen bizleri yüklemeyeceğine ve yanında yükleyecek deve bulunmadığına yemîn
etmiştin (şimdi bize develer verdin)? dedik. Rasûlullah: "Sizlere develer
verip yükleyen ben değilim, lâkin sizleri develere Allah yüklemiştir. Vallahi
ben birşeye yemin eder de akabinde yemîn ettiğim şeyden başkasını daha,hayırh
görürsem, muhakkak o hayırlı olan işi yaparım da yeminimden kef-fâretle çözülür
kurtulurum" buyurdu [25] ..
28-.......Bize Ma'mer
ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Humeyd ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Her kim
yemîn eder de yemininde 'Lât ve Uzzâ hakkı için' derse (bunun keffâreti olmak
üzere) hemen 'Lâ ilahe ille'ttâh' desin. Ve herhangidir kimse de arkadaşına
'Gel seninle kumar oynayalım' derse (o da ma'siyet sözden dolayı) fakirlere
sadaka versin!" [27].
29-.......Bizeel-Leys,
Nâfi'den, o da İbn Umer(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) altından bir
mühür yüzük yaptırdı. Bunu parmağına takar ve kaşım, yânî yazılı olan tarafını
elinin içine getirirdi. Bunu görünce insanlar da birtakım yüzükler yaptırdılar.
Sonra Rasûlullah minber üzerine oturdu, elinden bu mühür yüzüğü çekip çıkardı
da:
— "Ben bu mühür yüzüğü takınıyor ve bunun
yazılı kaşını da elimin içine getiriyordum" buyurdu ve o yüzüğü attı.
Sonra da:
— "Vallahi ben bunu ebediyyen
takmam!" buyurdu. Bunun üzerine insanlar da kendi yüzüklerini çıkarıp
attılar [28].
Peygamber (S): Lât ve Uzzâ ile yemîn eden kimseye "iâ
ilahe ille'llâh' desin1" buyurdu da, onu küfre nisbet
etmedi [29].
30-.......Sabit
ibnu'd-Dahhâk (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "İslâm
milletinden yânî İslâm Dîni'ninden başkasıy-le yemîn eden kimse, söylediği o
dîn sahibi gibidir. Her kim dünyâda kendisini birşeyle öldürürse, cehennem
ateşinde intihar ettiği nesne ile azab olunur. Mü'mine la'net etmek, onu
öldürmek gibidir. Her. kim de bir mü 'mine kâfirlik isnâd ederse, bu da onu
öldürmek gibidir" [30].
İnsan "Ben Allah
ileyim, sonra seninleyim" der mi?
31-.......Ebû Hureyre
(R) tahdîs edip Peygamber(S)'den şöyle buyururken işittiğini söylemiştir:
"îsrâtl oğulları'nda (abraş, kel ve kör) üç kişi vardı. Allah bunları
imtihan etmek istedi de onlara bir melek gönderdi...
Melek ikinci defa
abraş olan kimseye geldi de: — Ben yolcu garîb bir kimseyim, yol üzerinde iken
benden yaşama ve memleketime ulaşma sebebleri kesilmiştir. Bu gün benim için
muradıma ulaşabilmek ancak evvelâ Allah'ın yardımı iledir, sonra da senin
yardımın iledir." (Şimdi ben, sana güzel bir renk, güzel bir vücûd ve
birçok mal veren Allah rızâsı için senden bir deve isterim ki, bu seferimde
onun üzerinde muradıma ve vatanıma erişebileyim, dedi...) dedi ve hadîsin
tamâmını zikretti [32]...
Ve İbn Abbâs da şöyle
dedi: Ebû Bekr:
Vallahi yâ Rasûlallah,
ru'yâ ta'bîrinde hatâ ettiğim şeyi bana muhakkak söylesen! dedi.
Rasûlullah ona:
"Allah adına yemîn
ederek isrâr etme!" buyurdu [34]
32-.......el-Berâibn
Âzib (R): Peygamber (S) bizlere, bize karşı yemîn eden kimsenin yeminini kabul
etmemizi emretti, demiştir [35].
33-.......Bize Âsim
el-Ahvel haber verdi: Ben Ebû Usmân'dan işittim; o Usâme'den şöyle tahdîs
ediyordu: Rasûlullah(S)'ın bir kızı haber gönderdi. Rasûlullah'ın beraberinde
Usâme ibn Zeyd, Sa'd ibn Ubâde, Ubeyy ibn Ka'b bulunuyorlardı. Kızı:
— Oğlum ölmeye yaklaştı, hemen bize geliniz!
diyordu. Rasûlullah kızına selâm söylüyor ve:
— "Allah'ın aldığı ve verdiği herşey
kendisine âiddir. Veherşe-yin Allah katında ta'yîn edilmiş bir ömrü vardır.
Sabret ve sabrın sevabını Allah'tan bekle!" buyuruyordu.
Akabinde kızı tekrar
haber yollayıp, bu sefer yemîn vererek muhakkak gelmesini istedi. Bunun
üzerine Rasûlullah kalktı, biz de O'-nunla beraber kalktık. Rasûlullah kızının
evine varıp oturunca hasta çocuk kendisine verildi. Rasûlullah çocuğu kucağına
oturttu. Çocuğun nefsi gidip geliyor, can çekişiyordu. Rasûlullah'ın iki gözü
yaş döküyordu.
Sa'd ibn Ubâde:
— Yâ Rasûlallah! Bu yaş, bu ağlama nedir? dedi.
Rasûlullah:
— "Bu (sessiz) ağlama ve gözyaşı, Allah'ın
kullarından dileyeceği kimselerin gönüllerine koyduğu (ilâhî) bir rahmettir.
Allah ancak kullarından merhametli olanlara merhamet eder -yâhud: Allah bunu
ancak kullarından merhametli olan gönüllere ihsan eder-" buyurdu [36].
34-.......Bana Mâlik,
İbn Şihâb'dan; o da İbnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Müslümanlardan üç çocuğu ölen kimseye
cehennem ateşi dokunmaz, ancak Allah'ın yemini yerini bulacak kadar görür"
[37].
35-.......Harise ibnu
Vehb el-Huzâî (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim: "Size
cennet ehline delâlet edip bildireyim: Her zat/olan, insanlar tarafından zaîf
görülen (mütevazı') mü'mindîr. O şayet Allah üzerine birşeye yemîn etse, Allah
muhakkak onu yemininde gerçek çıkarırdı. Size cehennem ehlini de bildireyim;
Onlar da her katı yürekli, kibirli ve hileci, ululuk taslayan kimselerdir"
buyuruyordu [38].
36-....... Abdullah
ibn Mes'üd (R) şöyle demiştir: Peygamberce:
— İnsanların hangisi hayırlıdır? diye soruldu.
Peygamber:
— "insanların hayırlısı, benim asnmdır.
Sonra onlara yakın olanlardır, sonra onlara yakın olanlardır. Sonra bir kavim
gelir ki, onlardan bîrinin şehâdeti yemininin önüne geçer, yemini de
şâhidliğinin önüne geçer" buyurdu.
Râvî İbrahim en-Nahaî:
Bizim sahihlerimiz (yânî büyüklerimiz), bizler oğlanlar hâlinde iken bizlere
şehâdet ve ahd ile yemîn etmemizi nehyederlerdi, demiştir [40].
37-....... Bize İbnu
Ebî Adiyy, Şu'be'den; o da Süleyman'dan ve Mansûr'dan; onlar da Ebû Vâil'den; o
da Abdullah ibn Mes'-ûd(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Her kim
birmüslümân kişinin -yâhud: bir kardeşinin- malını koparıp almak için yalan
bir yemîn ederse, kıyamet gününde Allah'a, kendisine öfkelenmiş olarak kavuşur"
buyurdu.
Bunun üzerine Allah,
Rasülü'nü tasdîk olarak şu "Hakikat, Allah 'a olan ahidlerine ve
yeminlerine bedel az bir bahâyı satın alanlar; işte onlar; onlar için âhirette
hiçbir nasîb yoktur... " (Âiu imrân: 77) âyeti indirdi.
Süleyman ibn Mıhrân,
kendi hadîsinde şöyle dedi: el-Eş'as ibnu Kays meclise uğradı da:
— Abdullah size ne tahdîs ediyor? diye sordu.
Oradakiler ona bu hadîsi söylediler. Bunun üzerine el-Eş'as:
— Bu âyet, benim ve
benim bir sahibim hakkında aramızda olan bir kuyu ihtilâfı üzerine inmiştir,
dedi [41].
İbn Abbâs: Peygamber
(S):
"Senin izzetine
sığınırım" derdi, demiştir.
Ebû Hureyre de
Peygamberden şunu söyledi:
"Cennetle
cehennem arasında bir adam kalır. O adam:
Yâ Rabb, benim yüzümü
ateşten çevir! Hayır, Sen 'in izzetine yemîn ediyorum ki, Sen 'den bundan başka
birşey istemem, der".
Ebû Saîd de
Peygamber(S)'in şöyle dediğini nakletti:
"Yüce Allah o
kula: Bu ve bunun on misli senindir, buyurdu". Eyyûb Peygamber de:
"İzzetine yemin
ederim ki, Sen'in bereketinden müstağni kalacağım yok!" demiştir [42].
38-.......Bize Katâde,
Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Cehennem dâima: Daha ziyâde var mı? der durur. Nihayet Rabbu'l-İzzet (=
İzzetin Rabbi) olan Allah ona ayağını koyar. Bunun üzerine cehennem: İzzetine
yemîn ederim ki, yetişir, yetişir! der. Ve bâzısı bâzısına toplanıp
dürülür".
Bunu Şu'be de
Katâde'den rivayet etti [43].
İbn Abbâs:
"Le-amruke"."Le-ayşuke" ma'nâsınadır, dedi [44].
39-.......Buradaki iki
senedde ez-Zuhrî şöyle demiştir: Ben, Urve ibnu'z-Zubeyr'den, Saîd
ibnu'l-Müseyyeb'den, Alkame ibnu Vakkaas'-tan, Ubeydullah ibn Abdillah'tan bu
hadîsi işittim. Onlar da bunu Peygamber'in zevcesi Âişe'den işitmişlerdir.
İftira ehli onun için söyledikleri iftirayı söyledikleri ve sonra Allah onu
bundan berî kıldığı zaman, kendisi bu hadîsi anlatmış, bunlar da kendisinden
işitmişlerdir. Bu dört kişiden herbiri bana bu hadîsten bir kısmını tahdîs
etti:
Peygamber (S)
-mescidde- ayağa kalktı da, bu iftirayı ilk evvel ortaya çıkaran Abdullah ibn
Ubeyy ibn Şehirden ötürü söz söylemekte ma'zûr tutulmasını istedi. (Ve
"Ehlim hakkında bana ezâ eden bu adam hususunda bana kim yardım eder de
benim için ondan inti-kaam alır?" dedi.)...
Useyd ibn Hudayr ayağa
kalktı da Sa'd ibn Ubâde'ye hitaben: — "Le amrullâhi le naktulennehu( -
Allah'ın bekaa ve ebediyetine yemîn ederim ki, biz onu muhakkak öldürürüz)!
Dedi [45]...
"Allah, sizi
yemînlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat sizi kalblerinizin
azmedip kazandığı
yeminler yüzünden
sorumlu tutar. Allah çok mağfiret edicidir, halimdir" (ei-Bakara: 225).
40-.......Hişâm şöyle
demiştir: Bana babam Urve haber verdi ki, Âişe (R): * 'A Hah sizi
yemînlerinizdeki lağv ile sorumlu tutmaz..."
âyeti, kişinin
"Hayır vallahi, evet vallahi" sözleri hakkında indirildi, demiştir [46].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavilleri:
'... Hatâ
ettiklerinizde ise üstünüze bir vebal yoktur. Fakat kalblerinizin kasd ve
taammüd ettiğinde
(el-Ahzâb: 5);
41-....... Bize Zurâre
ibnu Ebî Evfâ, Ebû Hureyre'den tahdîs etti. Ebû Hureyre bunu Peygamber'e
yükseltiyordu: Peygamber (S): "Yüce Allah ümmetim için gönüllerinin
vesveselerinden -yâhud: nefislerinin konuştuğu şeylerden- kendileri bunları
fiilen yapmadıkları yâhud dilleriyle konuşmadıkları müddetçe vazgeçip
affetmiştir" buyurmuştur [48].
42-.......Abdullah ibn
Amr ibni'I-Âs (R) şöyle tahdîs etmiştir:
Peygamber (S) kurban
bayramının birinci günü (Minâ'da devesi üzerinde) hutbe yaparken, bir adam
O'na doğru kalktı ve:
— Yâ Rasûlalîah! Ben
şu ve şu işleri şu ve şu işlerden evvel zannediyordum, dedi.
Sonra diğer biri ayağa
kalktı ve:
— Yâ Rasûlalîah! Ben
şu ve şu işleri; şu üç işi (tıraş olma, kurban kesme, cemre taşlama işlerini)
şöyle zannediyordum, dedi.
Bu sorular üzerine
Peygamber:
— "Yap, bu gün bu
işlerin öne geçirilmesi ve geri bırakılmasından dolayı hiçbir günâh
yoktur" buyurdu.
Abdullah: Peygamber'e
o gün (taş atmak, kurban kesmek, tıraş olmak, tavaf etmek gibi birinci gün
işlerinden öne geçirilmiş veya geri bırakılmış) her ne şey sorulduysa,
cevâbında muhakkak: "Yap, günâhı yok" buyurdu, demiştir [49].
43-.......İbn Abbâs
(R) şöyle demiştir: Bir adam Peygamber'e:
— Ben cemreye taş
atmamdan önce Ka'be'ye gidip ziyaret tavafım yaptım, dedi.
Peygamber (S):
— "(Yap) bunda sana bir günâh yok!"
buyurdu. Diğer bir adam:
— Ben kurban kesmeden önce tıraş oldum, dedi.
Peygamber ona da:
— "Bunda sana günâh yok!" buyurdu.
Bir başka kimse:
— Ben cemre taşlamadan evvel kurban kestim,
dedi. Peygamber:
— "Bunda sana hiçbir günâh yoktur!"
buyurdu [50].
44-....... Bize
Ubeydullah ibn Umer, Saîd ibn Ebî Saîd'den; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle
tahdîs etti: Rasûlullah (S) mescidin bir tarafında oturmakta iken bir adam
mescide girdi de namaz kıldı. Sonra gelip Rasûlullah'a selâm verdi. Rasûlullah
(selâmını aldı da) ona:
— "Dön yeniden namaz kıl, çünkü sen namaz
kılmış olmadın" buyurdu.
O kimse dönüp (evvelce
kıldığı gibi tekrar) namaz kıldı. Sonra gelip selâm verdi. Rasûlullah:
— "Senin üzerine de selâm olsun! Geri dön
de yine namaz kıl. Çünkü sen namaz kılmış olmadın!" buyurdu.
(Adam dönüp yine namaz
kild; da) üçüncü defasında:
— Yâ Rasûlallah! Bana
doğrusunu öğret! dedi. Rasûlullah:
— "Namaza kalkmak istediğinde güzelce
abdest al. Sonra kıbleye dönüp ihram tekbîrini al. Sonra ne kadar kolayına
gelirse o kadar Kur'ân oku. Sonra rükû 'a varıp bedenin yatışıncaya kadar dur.
Sonra başını kaldır, ayakta büsbütün doğruluncaya kadar dur. Sonra secdeye
var, tâ sükûnete varıncaya kadar dur. Sonra başım kaldır, dümdüz oturuncaya ve
sükûnete varıncaya kadar otur. Sonra yine secde et, sükûnete varıncaya kadar
secdede kal. Sonra başını kaldır, dümdüz oluncaya kadar kalk. Sonra bunu
namazın bütününde böylece yap!" buyurdu [51].
45-.......Âişe (R)
şöyle demiştir: Uhud harbinde müşrikler evvelâ bozguna uğratıldılar, bu
bozgunluk onlarda biliniyordu. Bu sırada İblîs (müslümânlara):
— Ey Allah'ın kulları,
arka tarafınızda bulunanlardan sakının! diye bağırdı (Bununla müslümânların
birbirlerini öldürmelerini istiyordu).
Bunun üzerine
Öndekiler, arkadakileri müşrikler sanarak geri döndüler. Onlarla arkadakiler
arasında çetin bir vuruşma oldu. Bu sırada Huzeyfe ibnu'l-Yemân baktı ki,
orada babası var ve müslümânlar onu müşriklerden sanarak öldürecekler. Huzeyfe
onlara:
— O babamdır, o babamdır (öldürmeyin)! diye
bağırdı. Âişe dedi ki: Vallahi ondan ayrılmadılar, nihayet onu öldürdüler.
Huzeyfe de (onların onu tanıyamadıkları özrünü kabul ederek):
— "Allah sizleri
mağfiret eylesin. (O merhamet edenlerin en mer-hametlisidir)" (Yusuf: 92)
demekle yetindi.
Râvî Urve: Vallahi
Huzeyfe'de tâ Allah'a kavuşuncaya kadar babasının öldürülmesinden dolayı bir
hüzün bakiyyesi mevcûd olmakta devam edip durmuştur, dedi [52].
46-.......Ebû Hureyre (R)
şöyle demiştir: Peygamber (S): "Her kim oruçlu olduğu hâlde unutarak
yerse, orucunu (bozmayıp) tamamlasın. Çünkü ona ancak Allah yedirmiş ve
içirmiştir" buyurdu [53].
47-.......Abdullah ibn
Buhayne (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir defasında bize öğle namazı
kıldırdı. Bu namazda ilk iki rek'-atten sonra teşehhüde oturmaksızın -secdeden
üçüncü rek'ate- kalktı ve namazına devam etti. (İnsanlar da O'nunla beraber
namaz kılmaya devam ettiler.) Namazını bitirmeye yaklaşıp insanlar selâm vermesini
bekledikleri sırada, oturduğu yerden tekbîr alıp selâm vermeden önce yanılma
secdesi yaptı. Sonra başını secdeden kaldırdı, sonra tekrar Allâhu Ekber diye
tekbîr alıp secdeye vardı. Sonra başını kaldırıp selâm verdi [54].
48-.......Bize Mansûr,
îbrâhîm en-Nahaî'den; o da Alkame ibn Kays'tan; o da İbn Mes'ûd(R)'dan şöyle
tahdîs etti: Peygamber (S) onlara öğle namazı kıldırdı da namazda artma yâhud
eksilme meydana geldi. Mansûr: Ben, İbrâhîm mi vehmetti yâhud Alkame mi vehmetti,
bilmiyorum, demiştir. İbn Mes'ûd dedi ki:
— Yâ Rasûlallah! Namaz
kısaldı mı yâhud Sen mi unuttun? diye soruldu.
Rasûlullah:
— "Bu soru neden?" dedi. Sahâbîler:
— Şöyle şöyle kıldırdın da ondan! dediler.
îbn Mes'ûd dedi ki:
Bunun üzerine Rasûlullah cemâate iki secde yaptırdı. Sonra:
— "Bu iki secde, namazında fazla yâhud
eksiklik yapan kimse içindir. Bu kimse (zihninde) doğru olanı araştırıp
("Doğrudur" diye verdiği karara göre) namazından kalan kısmı
tamamlar. Sonra iki secde eder" buyurdu
[55].
49-.......Saîd ibn
Cubeyr şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs'a: Bize (şu âyetten yâhud mutlak olarak)
tahdîs et, dedim. O da şöyle dedi: Bize Ubeyy ibn Ka'b tahdîs etti ki, kendisi
Rasûlullah(S)'tan şöyle dediğini işitmiştir:
"Mûsâ o zâta:
Unuttuğum şeyden dolayı beni muâhaze etme, şu arkadaşlığımızda bana güçlük
yükleme, dedV (ei-Kehf: 7).
Peygamber:
— "Vakıada Musa'nın bu ilk muhalefeti
dalgınlık eseri idi. Yine gittiler..." dedi [56].
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: Bana Muhammed ibn Beşşâr şöyle yazdı: Bize Muâz ibn Muâz tahdîs
etti. Bize İbnu Avn tahdîs etti ki, eş-Şa'bî şöyle demiştir: el-Berâ ibn Âzib
(R), yanlarında kendi konukları olduğunu, kendisi bayram namazından dönmeden
önce konukların et yemeleri için hayvanı boğazlamalarını ailesine emrettiğini
söyledi. Bunun üzerine ailesi bayram namazından önce hayvanı kestiler. Akabinde
hayvanı namazdan önce kestiklerini Peygamber'e zikrettiler. Peygamber (S) de
ona, kesmeyi tekrar etmesini emretti. O da:
— Yâ Rasûİallah!
Yanımda erken doğmuş dişi bir süt oğlağı var ki, o iki et davarından daha hayırlıdır,
dedi.
Râvî İbnu Avn, Şa'bî
hadîsinin burasında dururdu. Ve Muhammed ibn Sîrîn'den bu hadîsin benzerini
tahdîs eder de yine bu mekânda dururdu (yânî tamamlamayı terkederdi). Ve bu
gelişkin dişi cebisin kurban edilmesi ruhsatı el-Berâ'dan başkasına sirayet
etti mi, etmedi mi, bilmiyorum! derdi.
Bu hadîsi Eyyûb
es-Sahtıyânî, İbn Sîrîn'den; o da Enes'ten; o da Peygamber(S)'den rivayet
etmiştir.
50-.......Esved ibn
Kays şöyle demiştir: Ben Cundeb ibn Becelî(R)'den işittim, şöyle dedi: Ben
kurban bayramı günü Peygam-ber(S)'in huzurunda bulundum. Bayram namazını
kıldırdı. Sonra hutbe yaptı da: "Her kim namazdan evvel kestiyse, onun
yerine bir daha kessin! Her kim de kesmemişse, Allah 'in ismiyle (teberrük ederek)
kessin!" buyurdu [57].
"Yeminlerinizi
aranızda hile ve fesada vesile edinmeyin. Çünkü sapasağlam yerleştikten sonra
bir ayak kayar ki, Allah'ın yolundan saptığınıza karşılık (dünyâda) fena bir
azâb tadacaksınız» (Ahirette de) size büyük bir azâb Olur" (en-Nahl: 94).
"Dahalen",
"Mekren ve hiyâneten"dir.
51-.......Bize Firâs
tahdîs edip şöyle dedi: Ben eş-Şa'bî'den işittim; o da Abdullah ibn Amr(R)'dan
ki, Peygamber (S): "Büyük günâhlar: Allah'a ortak kılmak, ana-babaya isyan
etmek, insan öldürmek, gamûs yemini yapmaktır" buyurmuştur [59].
"Hakikat, Allah'a
olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahayı satın alanlar; işte onlar:
Onlar için ahirette hiçbir nasîb yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz»
onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz.
Onlar için pek acıtıcı
bir azâb vardır" (âlu imrân: 77),
"Allah'ı,
yeminlerinizden dolayı iyilik etmenize, (fenalıklardan) sakınmanıza, insanların
arasını bulmaya
engel yapmayın. Allah
hakkıyle işiticidir, kemâliyle bilicidir" (el-Bakara: 224);
"Allah'ın ahdini
az bir bahaya satıp değişmeyin. Allah indindeki, sizin için hayırlı olan ancak
odur, eğer
bilirseniz!."
(en-Nahl: 95);
"Karşılıklı
muahede yaptığınız vakit Allah'ın ahdini yerine getirin. Sapasağlam ettiğiniz
yeminleri bozmayın. Üzerinize Allah'ı kefil yapmışsınızdır. Şüphe yok ki, Allah
ne yapacağınızı bilir!" (en-Nahi: 91) [60].
52-.......Bize İbnu
Ebî Adiyy, Şu'be'den; o da Süleyman'dan; o da Mansûr'dan; o da Ebû Vâil'den; o
da Abdullah ibn Mes'-ûd(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
— "Her kim bir müslümân kişinin -yâhud:
bir kardeşinin- malını koparıp almak için yatan bir yemîn ederse, Allah 'a,
kendisine ga-dabh olduğu hâlde kavuşur".
Bunun üzerine Allah,
Rasûlü'nün bu teblîğini tasdik olarak "Ha-kîkat Allah 'a olan ahidlerine
ve yeminlerine bedel az bir bahâyı satın alanlar; işte onlar: Onlar için
âhirette hiçbir nasîb yoktur..." (Âiu im-rân: 77) âyetini indirdi.
Süleyman ibn Mihrân
kendi hadîsinde şöyle dedi: el-Eş'as ibn Kays meclise uğradı da:
— Ebû Abdirrahmân size ne tahdîs ediyor? diye
sordu. Oradakiler ona:
— Şöyle şöyle olan hadîsi söyledi, dediler.
Bunun üzerine
el-Eş'as:
— Bu âyet benim
hakkımda indi. Şöyle ki: Bir amca oğlumun arazisinde bana âid bir kuyu vardı.
(Bu kuyuda ihtilâf ettik.) Ben Ra-sûlullah'a gidip da'vâmı arzettim.
Rasûlullah: "(Kuyunun sana âid olduğuna dâir) beyyinen hazır olsun yâhud
onun yemini olur" buyurdu. Ben: Yâ Rasûlallah! Bu takdirde o zât bu
kuyunun kendisinin olduğuna yalan yere yemîn eder, dedim. Bunun üzerine
Rasûlullah: "Her kim müslümân bir kişinin malını koparıp almak için
yalancı olduğu hâlde bir yemîn-i sabr üzerine (yânî kendini yalana habseden bir
yemîn üzerine) yemîn ederse, o kimse kıyamet gününde Allah 'a, Allah kendisine
gadab etmiş olduğu hâlde kavuşacaktır" buyurdu [61].
53-.......Ebû Mûsâ
el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Arkadaşlarım Eş'arîler (Tebûk seferinde)
kendilerine binek ve yük hayvanı istemek üzere beni Peygamber(S)'e
gönderdiler... Peygamber:
— "Vallahi ben sizleri hiçbir hayvana
bindiremem!" buyurdu. O sırada ben kendisini öfkeli bir hâlde bulmuştum...
(Kederli bir hâlde geri döndükten bir süre sonra ben Bilâl tarafından
Peygam-ber'in yanma çağrıldım.) Bu sefer Peygamber'e geldiğimde bana:
— "Arkadaşlarına git ve onlara: Allah
yâhud Rasûlullah sizleri develere yükleyecektir! de!" buyurdu.
54-....... Bize Yûnus
ibn Yezîd el-Eylî tahdîs edip şöyle dedi:
Ben ez-Zuhrî'den
işittim, şöyle dedi: Ben Urve ibnu'z-Zubeyr'den, Saîd ibnu'I-Müseyyeb'den,
Alkame ibn Kays'tan, Ubeydullah ibn Ut-be'den Peygamber'in zevcesi Âişe'nin
hadîsini, yânı iftira sâhibleri-nin kendisi aleyhinde söylediklerini
söyledikleri zaman, Allah'ın Âişe'yi onların dedikodularından temize çıkarıp
berî kılması hadîsini işittim. Bu dört zâtın herbiri bana bu hadîsten bir
kısmını tahdîs ettiler. Âişe (R) şöyle demiştir: Allah "O uydurma haberi
getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şerr sanmayın. BiVakis o
sizin için bir hayırdır... "(en-Nûn ıi-2i) âyetlerini; bu on âyeti
indirdi. Bunların hepsi benim berâetim hakkındadır. İşte Allah benim berâetim
hakkında bu âyetleri indirince, babam Ebû Bekr es-Sıddîk hısımlığından dolayı,
nafaka vermekte bulunduğu Mıstah ibn Usâse hakkında:
— Kızım Âişe'ye bu
iftirayı söyledikten sonra vallahi ben Mıstah'a ebediyyen birşey vermem! diye
yemîn etti.
Bunun üzerine Allah:
"Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar hısımlarına, yoksullara, Allah
yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin, affetsin..." (en-Nûn
22) âyetini indirdi.
Bu âyetin inmesi
üzerine Ebû Bekr:
— Vallahi ben Allah'ın
beni mağfiret etmesini muhakkak severim, dedi ve Mıstah'a veregeldiği nafakayı
tekrar vermeğe başladı.
Ve:
— Ben bu nafakayı ondan ebediyyen koparmam!
dedi.
55-.......Zehdem ibn
Mudrıb şöyle demiştir: Biz Ebû Mûsâ el- Eş'arî(R)'nin yanında bulunuyorduk.
Kendisi şöyle dedi: Ben Eş'a-rîler'den bir topluluk içinde Rasûlullah(S)'a
geldim. Ben O'nu bu sırada öfkelenmiş hâlde buldum. Kendisinden bizleri
develere yüklemesini istedik. Rasûiullah bizleri.yüklemiyeceğine yemîn etti.
Bir müddet sonra da:
— "Vallahi
inşâallah ben birşeyeyemîn eder ve sonra ondan başkasını yemîn ettiğim şeyden
daha hayırlı görürsem, muhakkak o hayırlı olanı yapar, yeminimi de keffâretle
çözer kurtulurum " buyurdu.
Ve Peygamber (S):
"Kelâmın en
faziletlisi dörttür: Subhânallâhi, el-Hamdu littâhi, Lâ ilahe illeUlâhu, Allâhu
Ekber" buyurmuştur [64].
Ebû Sufyân: Peygamber
(S) Hirakliyus'a, "Ey kitâblılar, hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi
bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbirşeyi ortak
kılmayalım, Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabb'ler edinmeyelim... "
(âiu imrân: 64) âyetini yazıp gönderdi, dedi [65].
Mucâhid de:
"Kelimetu't-takvâ" (ei-Feth: 26), ilLâ ilahe itte'Uah"ttr,
demiştir [66].
56-.......Müseyyeb ibn
Hazen (R) şöyle demiştir: Ebû Tâlib'e ölüm alâmetleri geldiği zaman Rasûlullah
(S) onun yanına girdi de:
— (Amca!) "Lâ
ilahe üle'ttâh kelimesini söyle ki, bununla Allah katında senin için hüccet
getireyim" buyurdu [67].
57-.......Ebû Hureyre
(R): Rasûlullah (S): "Subhânallâhi ve bi-hamdihi, SubhânallâhVl-azîm dile
hafif, mizanda ağır, Rahmân'a sevgili iki kelimedir" buyurdu, demiştir.
58-.......Abdullah ibn
Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir kelime söyledi, ben de diğer bir
kelime söyledim. O: ''Allah'a bir-şeyi menend kılarak ölen kimse ateşe girdir
ilecektir" buyurdu.
Ben de şu diğer
kelimeyi söyledim: "Allah'a hiçbirşeyi menend kılmayarak ölen kimse
cennete girdirilir'* [68].
59-.......Enes (R)
şöyle demiştir: Rasûlullah (S) ailelerinin yanlarına bir ay girmemeye yemîn
etti. Ayağı da çıkmıştı. Yirmidokuz gece yüksekçe bir şerbetlikte ikaamet etti.
Sonra ailelerinin yanına indi.
— Yâ Rasûlallah! Sen
bir ay ailelerinin yanlarına girmemeye yemîn etmiştin? dediler.
— "Ay, yirmidokuz da olur!" buyurdu [70].
60-.......Bana babam,
Ebû Hazım, Sehl ibn Sa'd(R)'dan şöyle haber verdi: Peygamber(S)'in sahâbîsi
olan Ebû Useyd, evlendi de Peygamber'i düğün aşma da'vet etti. Yeni gelin olan
karısı da da'-vetlilere hizmet etmekte idi. Sehl, kendilerine hadîs söylemekte
olduğu topluluğa:
— Sizler o gelinin
Peygamber'e ne içirdiğini bilir misiniz? diye sordu da şöyle dedi:
— Kadın geceden tevr
denilen bir kap içinde bir mikdâr hurma ıslattı, sabah olunca işte bu tatlı
şırayı O'na içirdi [72].
61-.......Peygamber(S)'in
zevcesi Şevde (R) şöyle demiştir: Bizim bir davarımız vardı, öldü, biz de onun
derisini tabakladık. Sonra biz o tabaklanmış derinin içinde eskiyinceye kadar
nebîz şırası kurmakta devam ettik.
62-.......Bize Sufyân ibn
Uyeyne, Abdurrahmân ibn Âbis'ten;
o da babası Abis ibn
Rabîa en-Nahaî'den tahdîs etti ki, Âişe (R):
— Muhammed'in ailesi,
kendisi Allah'a kavuşuncaya kadar üç gün üst üste katiklandırılmış buğday
ekmeğinden karnını doyurmadı, demiştir.
İbn Kesîr şöyle dedi:
Bize Sufyân haber verdi. Bize Abdurrahmân, babasından tahdîs etti ki, Abis,
Âişe'ye bu hadîsi söylemiştir (yânî Âişe'ye kavuştuğu zaman bunu kendisinden
sormuştur) [74].
63-.......Enes ibn
Mâlik (R) şöyle demiştir: Ebû Talha, Ümmü Suleym'e hitaben:
— Ben bu defa
Rasûlullah(S)'m sesini zayıf olarak işittim, kendisinde bir açlık olduğunu
biliyorum, yanında yiyecek birşey var mı? dedi.
Ümmü Suleym:
— Evet var, dedi ve
arpadan yapılmış birkaç tane ekmek külçesi çıkardı. ,
Sonra kendi baş örtüsünü
aldı da onun bir kısmı ile ekmekleri sarıp dürdü. (Sonra bohçayı benim
elbisemin altına gizledi.) Sonra beni Rasûlullah'ın yanına gönderdi. Ben de
gittim. Rasûlullah'ı mes-cidde oturur hâlde buldum. Beraberinde insanlar vardı.
Ben onların yanma varıp dikildim. Rasûlullah (S):
— "Seni Ebû Talha mı gönderdi?" diye
sordu. Ben:
— Evet, dedim.
Bunun üzerine
Rasûlullah beraberinde bulunanlara hitaben:
— "Kalkınız!" buyurdu.
Onlar da kalkıp
yürüdüler, ben de aralarında yürüdüm. Nihayet Ebû Talha'ya geldim ve durumu
ona haber verdim. Ebû Talha, (annem) Ümmü Suleym'e:
— Yâ Ümme Suleym!
Rasûlullah insanlarla gelmektedir. Hâlbuki yanımızda onları doyurabileceğimiz
birşey yoktur, dedi.
Ümmü Suleym:
— Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dedi.
Müteakiben Ebû Talha gitti,
nihayet Rasûlullah'a kavuştu. Rasûlullah, Ebû Talha ile beraber geldi ve ikisi
içeriye girdiler. Rasûlullah:
— "Yâ Ümme Suleym! Yanında ne varsa
getir!" buyurdu. O da bu ekmekleri getirdi.
Enes dedi ki:
Rasûlullah emretti, bu ekmekler parmak ile küçük küçük parçalara bölündü. Ümmü
Suleym bunun üzerine kendine âid yağ tulumundan biraz yağ sıktı ve onu bulayıp
katık yaptı. Sonra Ra-
sûhıUah o katık
hakkında Allah'ın söyletmek istediği şeyleri söyledi (yânî duâ etti). Sonra:
— "On kişi için izin ver!" buyurdu.
Ebû Talha on kişiye
izin verdi. Onlar doyuncaya kadar yediler ve sonra dışarı çıktılar. Sonra:
— "On kişiye daha izin ver!" buyurdu.
Ebû Talha onlara da
izin verdi. Onlar da doyuncaya kadar yediler. Sonra dışarı çıktılar.
Rasûlullah:
— "On kişiye daha izin ver!" buyurdu.
Nihayet böylece
topluluğun hepsi de yediler ve doydular. Hâlbuki bu topluluk yetmiş yâhud
seksen kişi idi [75].
64-.......Ben Umer
ibnu'l-Hattâb(R)'dan işittim, şöyle diyordu: Ben RasûIulIah(S)'tan işittim,
şöyle buyuruyordu: "Amellerim kıymeti) ancak niyete göredir. Herkesin
niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan ancak odur. Her kimin hicreti A Hah 'a
ve Rasûlü 'ne yönelik ise, hicreti Allah'a ve Rasûlü'ne varıcıdır. Her kimin de
hicreti nail olacağı dünyâya (dünyâ malına) veya evleneceği bir kadından dolayı
ise, onun hicreti de, hicretine sebeb olan şeyedir" [76].
65-.......îbn Şihâb
şöyle demiştir: Bana Abdurrahmân ibn Abdillah ibn Ka'b ibn Mâlik haber verdi.
Bu Abdullah, babası Ka'b ibn Mâlik'in gözleri görmez olduğu zaman oğulları
arasında onun yedi-cisi idi.
Abdullah: Ben, babam
Ka'b ibn Mâlik(R)'ten -Tebûk gazvesinde geri kalması kıssası hakkındaki uzun-
hadîsini işittim:
"(Savaştan) geri
bırakılan (ve haklarındaki hüküm geciken) üç kişiye (tevbelerini kabul etti-
Âyet: 106-) yeryüzü bunca genişliğine rağmen, onlara dar gelmiş, vicdanları
kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah Han, yine Allah 'tan başka
sığınacak hiçbir yer olmadığını anladılar. Sonra Allah onları da eski
hâllerine dönsünler diye tev-beye muvaffak buyurdu... " (et-Tevbe: ıis>
âyetinin şükrü olmak üzere hadîsinin sonunda:
— (Yâ Rasûlallah!)
Allah ve Rasûlü'nün rızâsı yolunda hâlis bir sadaka olmak üzere malımın
hepsinden sıyrılıp çıkmam tevbemden-dir (yânî malımın hepsini sadaka etmek
istiyorum), dedi.
Rasûlullah (S):
— "(Hayır!) Malının bir kısmını kendinde
tutup alıkoy, bu senin için daha hayırlıdır" buyurdu [78]...
Ve Yüce Allah'ın şu
kavilleri:
"Ey Peygamber,
sen zevcelerinin hoşnûdluğunu arayarak, Allah'ın sana halâl kıldığı şeyi niçin
kendine haram ediyorsun? (Bununla beraber üzülme;) Allah çok mağfiret edici,
çok merhamet eyleyicidir. Allah yeminlerinizin (keffâretle) çözülmesini size
farz
kllmiŞtir..."
(et-Tahrîm::l-2).
"Ey îmân edenler,
Allah'ın size halâl ettiği o en temiz ve güzel şeyleri (nefsinize) haram
kılmayın. Haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez" (el-Mâide: 87)
[80].
66-....... Bize Haccâc
ibn Muhammed el-Mıssîsî tahdîs etti ki, İbn Curecy şöyle demiştir: Atâ ibn Ebî
Rebâh, Ubeydu'bnu Umeyr^-den şöyle derken işittiğini söyledi: Ben Âişe(R)'den
işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S), Zeyneb bintu Cahş'ın yanında eğlenir ye
onun yanında bal şerbeti içerdi. Bunun üzerine ben ve Hafsa, birbirimizle şöyle
sözleştik: Peygamber (S) ikimizden hangimizin yanma girerse: "Ya Rasûlallah!
Megâfîr mi yedin; Sen'de megâfîr kokusu duyuyorum?" desin diye söz
birliği yaptık. İkimizden birimizin yanma girince, O'na bu sözü söyledi.
Peygamber:
— "Hayır, ben
megâfîr yemedim. Yalnız Zeyneb bintu Cahş'ın yanında bal şerbeti içmiştim. Artık
bir daha onu içmem!" diye yemîn etti.
Bunun üzerine:
"Ey Peygamber, sen zevcelerinin hoşnûdluğu-nu arayarak A ilah 'in sana
halâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun... Eğer her ikiniz de Allah
'a tevbe ederseniz (ne alâ), çünkü hakîkaten sizin kalbleriniz kaymıştır. Onun
aleyhinde birbirinize arka verirseniz, hiç şübhesiz Allah bizzat onun
yardımcısıdır, Cebrail de, mü 'minlerin sâlih olanları da. Bunların ardından
bütün melekler de ona yardımcıdır..." (et Tahrîm: ı-5) âyetleri indi. Bu
"Eğer ikiniz tev-be ederseniz" kavimdeki hitâh, ÂişeileHafsa'yadır.
Buradaki "Hani Peygamber zevcelerinden gizli bir söz söylemişti... "
(Âyet: 3) fıkrası da, Peygamber'in: Hafsa'ya: "Fakat ben bal şerbeti
içmiştim, artık onu bir daha içmem!" dediği ve bunun gizli kalmasını
istediği sözüne işarettir.
Buhârî geçen senedle
şöyle dedi: Ve bana İbrâhîm ibn Mûsâ, Hi-şâm ibn Yûsuf'tan: "Bir daha bal
şerbeti içmem. İşte yemîn de ettim. Artık sakın bunu başka bir kimseye haber
verme!" diye tenbîh buyurdu, diye söyledi [81].
67-....... Bize Saîd ibnu'I-Hâris tahdîs etti ki, kendisi îbn Umer(R)'den işitmiştir; o şöyle
diyordu:
— Onlar nezretmekten
nehyolunmadılar mı? Şübhesiz Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Muhakkak ki,
nezr, hiçbirşeyi mukadderin önüne geçirmez, kaderden geriye de bırakmaz. Ancak
nezr sebebiyle cimriden (fakirler lehine) mal çıkarılır".
68-.......Bize
Abdullah ibnu Murre, Abdullah ibn Umer(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S)
nezrden nehyetmiş ve: "Şu muhakkak ki, nezr hiçbirşeyi geri çevirmez.
Lâkin nezr sebebiyle cimri kimseden mal çıkarılır" buyurmuştur.
69-.......Ebû Hureyre
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Nezr, Âdem oğluna,
kendisine takdir edilmemiş birşey getirmez. Lâkin nezr onu kendisi için takdir
edilmiş olan kadere sürükler. Ve bu nezr sebebiyle Allah cimriden mal çıkarır.
Artık o kimse, nezrine sebeb olan iş üzerine, daha önceden vermez olduğu malı
getirip verir" [83]
70-.......Zehdem ibnu
Mudarnb tahdîs edip şöyle dedi: Ben İmrân ibn Husayn(R)'dan işittim; o,
Peygamber(S)'in şöyle buyurduğunu tahdîs ediyordu:
— "Sizin en hayırlılarınız, benim içinde
bulunduğum nesildir. Sonra onlara yakın olanlardır. Sonra, onlara yakın
olanlardır".
İmrân: Peygamber (S)
kendi asrından sonra hayırlı kam olarak iki karn mı, yoksa üç karn mı zikretti,
bilmiyorum, demiştir. Peygamber devamla:
— "Sonra bir kavim gelir ki, onlar nezrederler
ve nezrlerini yerine getirmezler; hıyanet ederler ve kendilerine i'timâd
edilmez; bunlar şâhidlik yapmaları istenmediği hâlde şâhidlik ederler. Bunlar
arasında (bol bol yemek içmek hayâtın gayesi olduğundan) şişmanlık ve semizlik
meydana çıkacaktır" [84].
"Nafakadan her ne
harcadınız yâhud adaktan ne adadınızsa, muhakkak Allah onu bilir. Zâlimlerin
hiçbir yardımcıları yoktur*'* (el-Bakara: 270)
71-.......Bize Mâlik,
Talha ibn Abdilmelik'ten; o da el-Kaasım'dan; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "Her kim Allah 'a itaat etmeyi nezrederse, Allah 'a itaat
etsin. Her kim de Allah 'a karşı ma'siyet işlemeyi nezrederse, sakın Allah'a
âsî olmasın!" buyurmuştur [85].
72-.......Bize
Ubeydullah ibn Umer, Nâfı'den; o da İbn Umer(R)'den haber verdi ki, Umer (R):
— Yâ Rasûlallah! Ben
Câhiliyet devrinde Mescidi Harâm'da bir gece i'tikâf etmeyi nezretmiştim (ne
yapayım)? dedi.
Rasûlullah (S):
— "Nezrini yerine getir!" buyurdu [86].
İbn Umer, annesi
Küba'da namaz kılmayı nezretmiş olan bir kadına: Annen adına bu namaz nezrini
yerine getir! diye emretmiştir. İbn Abbâs da İbn Umer'in sözü gibi söylemiştir [87].
73-.......Abdullah ibn
Abbâs (R) şöyle haber vermiştir: Sa'dibn
Ubâde el-Ensârî,
anasının üzerinde bir nezr olduğunu, fakat bunu yerine getiremeden vefat
ettiğini Peygamber(S)'e söyleyip fetva istedi. Peygamber de ona: Anası adına o
nezri kaza edip yerine getirmesi fetvasını verdi.
ez-Zuhrî: Bu (yânî
vârisin mevrûs üzerindeki nezri ödemek) tiînde meşru' bir kaanûn oldu, demiştir
[88].
74-.......İbn Abbâs
(R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e bir adam geldi de:
— Kızkardeşim hacc
yapmayı nezretmişti, nezrini yerine getiremeden vefat etti, dedi.
Peygamber:
— "Şayet
kırkardeşinin üzerinde bir borç olaydı sen o borcu öder miydin?" buyurdu.
O zât:
— Evet öderdim, dedi. Peygamber:
— "Öyleyse Allah'a olan borcu da öde,
Allah hakkı ödenmeye daha haklıdır" buyurdu [89].
75-.......Âişe (R)
şöyle demiştir: Peygamber (S): "Her kim Allah'a itaat etmeyi nezrederse,
o kişi Allah'a itaat etsin. Her kim de Allah'a karşı ma'siyet olacak bir iş
nezrederse, o da Allah'a âsî olmasın (nezrinden keffâretle vazgeçsin)"
buyurdu.
76-...... Bize Yahya
ibn Saîd, Humeyd et-Tavıl'den; o da Sâbıt el-Bunânî'den; o da Enes(R)'ten
tahdîs etti ki, Peygamber (S) iki oğlu arasında (hacc yolunda) yürümekte olan
bir ihtiyarı gördüğünde:''Allah, bu ihtiyarın kendi nefsini azâblandırmak
suretiyle yaptığı ibadetten elbette müstağnidir" buyurmuştur (ve
ihtiyarın binmesini emretmiştir).
el-Fezârî de
Humeyd'den söyledi ki, o: Bana Sabit, Enes'ten tah-dıs etti, demiştir.
77- Bize Ebû Âsim, İbn
Cureyc'den; o da Süleyman el-AhveF-den; o da Tâvûs'tan; o da İbn Abbâs(R)'tan
tahdîs etti ki, Peygamber (S) Ka'be'yi bir yular veya yulardan başka bir bağ
ile tavaf etmekte olan bir adam gördü de o bağı kopardı.
78-.......İbn Cureyc
haber verip şöyle demiştir: Bana Süleyman el-Ahvel haber verdi; ona da Tâvûs,
İbn Abbâs(R)'tan şöyle haber vermiştir: Peygamber (S) Ka'be'yi tavaf ederken
bir insanın yanına uğradı ki, o insan burnundan bir yularla bağlanmış olan
diğer bir insanı önünden çekerek tavaf ettiriyordu. Peygamber hemen o yuları
kendi eliyle kopardı. Sonra yanındaki adama onu eliyle tutmak suretiyle yederek
tavaf ettirmesini emretti [90].
79-.......îbn Abbâs
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) hutbe yaparken güneşte dikilmiş bir adam
gördü de, onun ismini ve hâlini sordu. Sahâbîler:
— O Ebû İsrail'dir, ayakta dikilmeye,
oturpamaya, güneşten gölgelenmemeye, konuşmamaya ve bu suretle oruç tutmaya
nezret-miştir, dediler.
Bunun üzerine
Peygamber o zâta:
— "Konuşsun, gölgelensin, otursun ve
orucunu tamamlasın!" diye emretti.
Abdulvahhâb şöyle
dedi: Bize Eyyûb es-Sahtıyânî, İkrime'den; o da Peygamber'den olmak üzere
(mürselen) tahdîs etti [91].
80-.......Bize Hâkim
ibn Ebî Hurre el-Eslemî tahdîs etti ki, kendisi Abdullah ibn Umer(R)'den işitmiştir:
İbn Umer'e üzerine gelecek herbir günde muhakkak oruç tutacağını nezreden ve
bu orucu da kurban veya ramazân bayramı gününe tesadüf eden kimsenin hükmü
soruldu. Bunun üzerine İbn Umer şöyle dedi:
—' 'And olsun ki,
Allah *m Rasûlü 'nde sizin için güzel bir örnek vardır,.." (ei-Ahzâb: 2i).
Rasülullah (S) kurban bayramı gününde ve ramazân bayramı gününde oruç
tutmazdı. Biz O'nun bu günlerde oruç tutmasını (doğru) görmeyiz [93].
81-.......Ziyâd ibn
Cubeyr şöyle demiştir: Ben İbn Umer(R)'in beraberinde idim. Bir adam ona:
— Ben yaşadığım
müddetçe her salı yâhud her çarşamba günü oruç tutmaya nezrettim ve oruç
günümde şu kurban bayramı gününe rastgeldim, deyip bunun hükmünü sordu.
İbn Umer:
— Allah Taâlâ nezri
îfâ etmeyi emretti. Peygamber tarafından da kurban bayramı günü oruç tutmaktan
nehyolunduk, dedi (hüküm vermedi).
Bu sefer o soran zât
sorusunu tekrar etti. İbn Umer de hiçbirşey artırmayarak evvelki sözünün
benzerini aynen söyledi [94].
îbn Umer de şöyle
dedi:
Umer, Peygamber(S)'e:
Ben hurmalı bir arazîye nail oldum ki, şimdiye kadar ondan daha kıymetli bir mala
nail olmamıştım, dedi. Peygamber de ona:
"İstersen aslını
habs (yânî vakf) edersin, gelirini de sadaka yaparsın" buyurdu.
Ebu Talha da Peygamber
e:
Mallarımın bana en
sevimli olanı, mescidin karşısında bulunan Beyruhâ bustânıdir, demiştir [95].
82-.......Ebû Hureyre
(R) şöyle demiştir: Bizler Rasûrullah(S)'ın beraberinde Hayber günü yola
çıktık. Biz Hayber'de ne altın, ne gümüş ganimeti aldık. Biz oradan birçok
mallar (yânî hayvan sürüleri), elbiseler ve eşyalar ganimet aldık. Dubayb
oğulları'ndan bir adam kendine âid olan Rifâa ibn Zeyd adında bir köleyi Rasûlullah'a
hediye etti. Bu hizmetçi oğluna Mıd'am da denilirdi. (Siyah bir köle idi.)
Rasülullah bunu Medine yakınındaki Vâdi'l-Kurâ'ya doğru yollandırdı.
Vâdi'l-Kurâ'da bulunduğu zaman bu Mıd'am'a, Rasûlullah(S)'ın eşyasını
indirirken, kimin attığı bilinmeyen bir ok isabet etti ve öldürdü. Bunun
üzerine insanlar:
— Cennet ona mübarek
olsun! dediler.
Rasûlullah da:
— "Hayır! Nefsim elinde bulunan Allah 'a
yemin ederim ki, Hay-ber gününde ganimetler bölüşülmeden almış olduğu bir örtü,
şimdi onun üzerinde bir ateş olup yanmaktadır" buyurdu.
İnsanlar bunu işitince
(korktular), bir adam bir tane yâhud iki tane ayakkabı tasmasını getirdi.
Peygamber:
— "Ateşten bir ayakkabı tasması yâhud
ateşten iki tane ayakkabı tasması!" buyurdu [96].
[1] Yemîn âyetinin biri de şudur: "Allah sizi
yemînlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat sizi kalblerinizin
azmettiği yeminler yüzünden muâhaze eder. Allah çok mağfiret edicidir,
halimdir" (el-Bakara: 225).
Yemîn, lügatte sağ el,
yümn, bereket ve kuvvet ma'nâlarına gelir. Şübhesiz ki sağ el, sol elden
kuvvetlidir, istilânda yemîn, vücûdu lâzım olan birşeyi Allah adını anarak
sağlamlaştırmaktır ki, Türkçe'de "And içmek" diye ifâde edilir.
Nezr de mübâh olan
birşeyi ibâdet maksadıyle kendi nefsine vâcib kılmak demektir ki, bu Türkçe'de
"Adak" diye ifâde edilir. Bunun hükmü de yemîn gibidir.
Yemîn üç türlüdür:
a. Gamûs Yemini: Kasden yalan yere edilen yemîndir. Gamûs, çok daldıran
demektir. Bu yemîn, sahibini günâha yâhud cehenneme daldırdığı için ona bu isim
verilmiştir. Buna "Yemîn-i Zûr", "Yemîn-i Fâcire",
"Yemîn-i Sabr" ve "Yemîn-i Masbûre" gibi muhtelif isimler
de verilir. Bâzı âlimlere göre bunun keffâreti yoktur. Bunun günâhından
keffâretle dahî kurtulunmaz. Bunun için Allah'a tevbe ve istiğfar edilir...
b. Lağv Yemini: Lağv,
i'tibâr derecesinden düşük olan kelâm demektir. Lağv yemîni bir ahd ve kasd
bulunmayan yemindir. Bu da birşeye kanâatine göre yemîn etmek ve sonra
hilâfına olduğu anlaşılmaktır ki, bunda yalan kasdı yoktur. Fakat İmâm Şafiî,
lağv yemîni lisânda "Hayır vallahi, evet vallahi" gibi sırf te'kîd
için söylenip, yemîn ma'nâsı hatıra gelmeyen yemîn lâfızlarına hamletmiş ve
bunda keffâret lâzım gelmeyeceğine hükmetmiştir. Lâkin âyetteki muâ-hazeden
murâd, uhrevî muâhaze olup dünyevî muâhaze olan keffâret demek olmadığı
zahirdir...
c. Mun 'akide Yemîn:
İleride bir işi yapmak veya yapmamak için edilen yemindir. Bu suretle ta'lîkî
bir akd yapılır. "Fulân şeyi yaparsam şöyle olsun; şunu vallahi
yapmayacağım" yâhud "Vallahi yapmayacağım" tarzında yapılan yeminler
"Mun'akide", yânî düğümlenip bağlanan, sağlamlaştırman yeminlerdir
{Hakk Dîni, I, 780-783). Mun'akide yemîni bozan kimseye keffâret yapması vâcib
olur.
Yemîn keffâreti, yukarıda zikredilen âyette açıklanmıştır.
[2] Abdurrahmân ibn Semure, Mekke'nin fethi günü müslümân
olmuştur. Abdu'ş-Şems oğulları'ndan ve Mekke'nin şerîflerinden olduğu için
İslâm camiasında emîrlik gibi şerefli vazîfelerde bulunmaya aday bir kimse idi.
Peygamber ona kendiliğinden emirliğe tâlib olmamasını, fakat millet tarafından
bu vazîfe verilirse kabul etmesini ve bu suretle Allah'ın yardımına nail
olacağını vasiyet etmiştir. Nitekim Abdurrahmân, Irak fetihlerinde çalışmış,
Sîcistân ile Kabil bunun eliyle fethedilerek, buralarda teklîf olunan
emirliklerde bulunmuştur. Hicretin ellinci yılında vefat etmiştir.
Hadîsteki emirlikten
maksad, devlet nufûz ve kudretini temsil eden büyük idarî makaamlardır. Hadîste
bu makaamlarm peşinde koşan hırslı kimselerin bu makaamlara geçirilmemesine
işaret vardır. "Tâlibu't-tevliyeti lâ yuvellâ = Âmme velayet ve nüfuzunu
almak talebinde bulunan bir kişiye âmme velayeti tevcih olunmaz" düstûru,
İslâm İdare Hukukunun en mühim umdelerinden dir.
Hadîsteki ikinci düstûr da bir iş işlemeğe yâhud işlemeyip bırakmağa yemîn
edip de aksini daha hayırlı gören kişinin, yemîni bozup keffâret vermesidir.
İmâm Şafiî ile İmâm Mâlik hadîsin zahirine göre, yemîn keffâretinin yemîni
bozmadan verilmesini hükmetmişlerdir. Ebû Hanîfe ise: Yemîni bozmak bir cinayet
olup keffâret, bu cinayeti kapatmak için teşrî' kılındığından, evvelâ yemîn
bozulur, sonra keffâret verilir, demiştir.
[3] "Sizleri ben yüktemedim, sizleri develere Allah
yükledi"közünün ma'nâsı, ben sizlere bu develeri ancak Allah'ın malından
yâhud Allah'ın emriyle verdim demektir. Çünkü kendisi vahy ile vermekte idi.
Peygamber'in bu
yemininden keffâret verdiğine dâir hadîste bir kayıt yoktur. Hadîsin başka bir
rivayetinde "Tahalleltuhâ = Ben o yeminimi istisnâlı
yapmıştım"ziyâdesi vardır. Yâhud Peygamber'in bu yemîni, Allah'ın dilemesine,
yânî •iinşâa!lâhu"demiş olmakla ilâhî meşîette ta'lîk edilmiş olduğundan
keffâret gerekmemiştir. Allah'ın meşîet ve irâdesine ta'lîk edilen yemîne
"İstisnâlı yemîn" denir. Meselâ: "Allah dilerse vallahi şu işi
işlerim" demek istisna ile yapılan bir yemindir.
[4] Peygamber "Biz müslümânlar dünyâda ümmetlerin
sonuncularıyız" demekle "Biz müslümânlar beşeriyetin en çok tekâmül
edip İlerlediği bir devrinde gelmiş ve yaşamakta bulunmuş olduğumuzdan her
ümmetten daha medenî ve aile haklarına daha hürmetli olmamız îcâb eder'' buyurmuş
oluyor.
[5] Çünkü ehline zarar vermek, yeminden dönmekten daha
büyük günâhtır. Hadîste ehl zikredilmesi ekseriyet üzere olmasındandır. Yoksa
hüküm, İllet bulunduğu zaman ehli ve ehilden başkalarını şâmildir...
(Kastallânî).
[6] Bunun bir rivayeti Zeyd ibn Hârise'nin menkabeleri
bâbi'nda geçmişti. Orada da açıklandığı üzere, bu ordu içinde Ebû Bekr, Umer,
Ebû Ubeyde, Sa'd ibn Ebî Vakkaas, Saîd ibn Zeyd, Katâde, Seleme ibn Eşlem gibi
Muhâcirler'in ve Ensâr'ın büyükleri de bulunuyordu. Bâzı kimseler ordu içinde
bunca büyükler varken bir genç köle bunların başına nasıl kumandan yapılır
demişlerdi. Rasûlullah bu Usâme ordusunu hazırlarken hasta idi. Hastalığı
devam edince ordunun hareketi geri bırakıldı. Rasûlullah'ın vefatı üzerine
O'nun bu arzusunu Ebû Bekr yerine getirdi.
Hadîsin başlığa delîlliğİ, Rasûlullah'm bu hitabesinde "Ve
eymullâhi" yemîn ta'bîrini kullanmasıdır. Buta'bîr "LeamruMhi",
"Veahdullâhi" gibi yemîn lafızlanndandır. Kelime mübtedâlıkla merfû'
olup, haberi hazfedilmiştir.
[7] Sa’d'm bu hadîsi Umer ibnu'l-Hattâb'ın menkabeleri
bâbi'nda; Ebû Katâde'-nin hadîsi Beşte bir Kitâbı'nda geçmişti.
Buhârî burada yemîn harflerinin üç tane olduğuna işaret etmiş ve
bunların "Vav, tâ, bâ" harfleri olduğunu bildirmiştir
[8] Bunun bir rivayeti yakında geçti.
[9] Bu Cabir ibn ve Ebü Hureyre hadîslerinin birer
rivayeti de Beşte bir Kitabı’nda geçmiştir
[10] Bunun bir rivayeti Rikaak'ta geçmişti.
[11] Bunun az farklı bir rivayeti Umer'in Menkabeleri
bâbı'nda geçmişti.
[12] Buhârî bunu Sulh, Ahkâm, Vekâlet, Vahidin Haberi,
İ'tisâm Kitâbları'nda getirmiştir. Altı Kitâb sâhibleri de rivayet
etmişlerdir. Buradaki başlığa delîlliği "Nefsim etinde bulunana yemin
ederim ki... " sözleridir.
[13] Bunun bir rivayeti Peygamber Gönderilmesi Bâbı'nda
geçti ki, Peygamber bunda birinci grup kabilelerin islâmiyet'e hizmetleri
sebebiyle ikincilerden hayırlı bulunduklarını "Nefsim elinde bulunana
yemin ederim ki... " yeminiyle bildirmiştir.
[14] Buhârî bunun uzunca birer rivayetini Zekât ve Hibe'de
de getirdi. Başlığa uygunluğu "Muhammed'in nefsi elinde bulunan(Allah)a
yemîn ederim ki..." söz-lerindedir.
[15] Hadîsin metni bu bâbda Âİşe'den de geçmişti.
[16] Bu hadîsi Buhârî ile Müslim Zekât'ta da getirdiler.
Buradaki başlığa uygunluğu "Ka'be'nin Rabb'ine yemîn ederim ki..."
şeklinde yemîn etmesidir.
[17] Bu hadîsin birer rivayeti Cihâd, "Cihâd için
çocuk istemek bâbı"nda; Enbiyâ'-da "Biz Davud'a Süleyman'ı hibe
ettik" <Sâd: 30) kavli'nde geçmişti. Oralarda da ifâde edildiği üzere,
Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'de istikbâle âid sözler ve yapılacak işler hakkında
Peygamber'inin şahsında bütün mü'minlere şu tavsiyeyi
bildirmiştir:
Hiç-birşey hakkında Allah 'm meşkti ile kayıtlamadan: 'Ben bunu yarın muhakkak
yaparım' deme. Ve unuttuğun vakit Rabb'ini an... " (el-Kehf: 23-24)
Çünkü insanın azim ve
irâdesi bir şeyin meydana gelmesi için kâfî sebeb değildir, zira: "Hiçbir
kimse yarın ne kazanacağını bilmez..." (Lukmân: 34). Ancak Allah'ın
dilemesi müstesna. O vakit yapabilirsin. Binâenaleyh istikbâle âid bir fiile
azmederken, işi Allah'ın irâdesine bağlamalı, "İnşâallah " demeyi
unutmamalı. Beşeriyet îcâbı unutmuş bulunursan, hatırladığın zaman
"tnşâallah" diyerek Allah'ı zikret ki, bu suretle sözün hükmü
değişmezse de kusura keffâ-ret olur... {Hakk Dîni, IV, 3242-3243).
Bu Ebû Hureyre hadîsinin başlığa uygunluğu "Ve eymullezî nefsu
Muham-medin..." şeklindeki yemîn olmakla beraber, yeminde "İnşâallah
" diyerek bir istisna yapmanın da meşrû'luğunu göstermektedir... Müslim
Ter., V, 218-221, "Yeminde istisna bâbı"nda bunun birkaç rivayeti
vardır
[18] Şu'be'nin rivayeti Menâkıb'da, îsrâîPin rivayeti
Libâs'ta geçti.
[19] Hadîsin bâzı rivayetleri Bed'u'1-Halk ve Nafakalar'da
geçti. RasûluIIah bununla yemîn edip sevgisinin daha da artacağını
bildirmiştir. Çünkü îmân kalbde yerleşip kuvvetlendikçe, Rasûlullah'a ve
sahâbîlerine olan sevgi artacaktır. Yâhud RasûluIIah yeminle "Ben de sana
nisbetle bunun gibiyim" demek istemiştir (Kas-tallânî).
[20] Hadîsin bir rivayeti Rikaak'ta, "Haşr nasıf
olacak bâbı"nda geçti.
[21] Çünkü Kur'ân'ın muhtevası kıssalar, hükümler ve
Allah'ın sıfatları olarak üç büyük kısma ayrılır. Bu sûre, bunlardan sırf
Allah'ın sıfatlarını içine almakta olduğu için, Peygamber bunu okuyanın,
Kur'ân'ın üçte birini okuyanın sevabına denk sevâb alacağını bildirmiş oluyor.
Bunun bir rivayeti Kur'ân'ın Fazîletleri'nde geçmişti.
[22] Bu Enes hadîslerinden 22 rakamlısı, Namâz'da, 23
rakamlısı da Ensâr'ın Fad-lı'nda gemişti.
[23] Âlimler: Allah'tan gayrı ile yemîn etmekten nehyin
hikmeti, kendisi ile yemîn edilen varlığın ta'zîmini gerektirdiğin dendir.
Hâlbuki azametin hakikati Yüce Allah'a mahsûstur. Hiçbir varlık, yemîn ile de
ta'zîm edilmez (en-Nevevî).
[24] Âyetin tamâmının meali şöyledir: "De ki: Allah 'ı
bırakıp da tapmakta olduklarınızın neydiğini bana haber verin. Onların yerden
hangi şeyi yarattıklarım bana gösterin. Yoksa onların göklerde bir ortağı mı
var? Bundan evvel bir kitab yâhud bir ilim artığı varsa, da'vânızda doğrucular
iseniz, bana getirin!"
Yânî putların kendilerini Allah'a yaklaştıracağı yolundaki da'vâlarının
ve onlara tapmalarının hakk olduğuna dâir (Beydâvî, Medârik, Celâleyn).
[25] Başlık, babalarla yemîn hakkında olunca, buna uygun
iki hadîs getirdi, sonra da yemîn babalarla olmadığı zaman, bunun gibi ancak
Allah lafzıyle olur ma'-nâsını tenbîh için bunu zikretti (Aynî).
[26] Lât, Uzzâ ve Menât, islâm devrine kadar Hicaz'da
ibâdet edilen üç meşhur put adıdır. Bu putlar Kur'ân'da da zikredilmiştir:
"Siz de gördünüz değil mi Lât ve Uzzâ'yı? Üçüncü olarak da Menât-ı
Uhrâ'yı... " (en-Necm: 19-20).
Kaadı Beydâvî, bu
putlar hakkında özetle şu bilgiyi veriyor. Lât, Tâif'te Sakîf kabilesine yâhud
Nahle'de Kureyş kabilesine âid taştan düzülmüş bir put idi. Bu kabileler halkı
onu ziyarete gelirler ve tavaf ederlerdi. Dokuzuncu hicret yılında Tâif
halkının islâm'a girmeleri üzerine Lât tahrîb edilmiştir. Uzzâ da Semure denilen
sakız ağacı idi. Bu da Gatafân kabilesine âid olup bu ağaca ibâdet ederlerdi.
Rasûlullah Hâlid ibn Velîd'i gönderip bu ağacı kestirdi. Menât da Huzeyl ve
Huzâa yâhud Sakîf kabilelerine âid taştan düzülmüş put İdi. Bu kabileler de
Menât'a ta'zîm edip adına kurban keserler ve yağmur dilerlerdi... (Necm Sûresi
tefsiri).
Lât, Uzzâ, Menât onların taptıkları putlardan idi. Onun için Abdullât,
Ab-duluzzâ, Abdu Menât diye isimler koyar "Bismi'llâti ve'1-Uzzâ"
diye yeminler ederlerdi...
[27] Hadîste Lât ve Uzzâ gibi putlar adına and içilirse, bu
and putlara ta'zîm ifâde edeceğinden -tevbe ve istiğfar ederek- "Lâ ilahe
Me'llâh" denilmesi emrolun-muştur. Bu ve buna benzer sözlerle yemîn
edilirse tevbe ve istiğfar edilerek "Lâ ilahe ille'llâh" demek ve
böyle sakat sözlerden uzaklaşmak zarurîdir.
[28] Hadîsin bir rivayeti Kitâbu'l-Libâs'ta geçmişti.
[29] Buhârî İslâm Dîni'nden başkasıyla yemîn eden kimse ile
ilgili hükmü, Peygam-ber'den rivayet ettiği hadîsle vermiş ve başkaca bir
cevâba gerek görmemiştir
[30] Bunun da birer rivayeti Cenâzeler'de ve Edeb'de
geçmişti.
[31] Kirmânî: Bunların herbirini yalnız olarak söylemek
caiz olmakla beraber, "Mâ şâallâhu" kavli ile "Ve şi'tu"
kavli arasını birleştirmez, demiştir. Başkası da: Vav iki ma'nâ arasını ortak
yapar, hâlbuki bu. edebden değildir. Bu konuda Rasûluüah(S)'tan
"Herhangibiriniz 'Mâ şâallâhu ve şâe fulânun{ = Allah diledi, fulân da
diledi)' demesin. Lâkin 'Mâ şâallâhu summe mâ şâe fulanun( = Allah diledi,
sonra fulân kimse diledi)' desin!" buyurduğunu Nesâî ve Ibn Mâ-ce rivayet
etmişlerdir. Bu iki ta'bîr arasında vav yerine "Summe" girmesi caiz
olur. (Vav, mutlak cem', "Summe" sonralık ifâde eder). Çünkü Allah'ın
meşî-eti, mahlûkaattnın meşîetinden öncedir. Yüce Allah "Allah dilemeyince
siz dileyemezsiniz..." (el-însân: 30) buyurmuştur. İşte bu edebdendir.
Başlığın ikinci
kısmındaki şekilde söylemek caizdir... (Aynî)
[32] Hadîsin tamâmı İsrâîl oğullan bölümünde geçti.
el-Mühelleb şöyle dedi: Buhârî bu hadîsteki "Ben evvelâ ancak
Allah'ın yardımı ile, sonra da senin yardımın ile muradıma erişebilirim "
kavli ile istidlal ederek ' 'Mâ şâallâhu summe şi 'tu'' demenin caiz olduğunu
bildirmek istemiştir (Kastallânî).
[33] Bu şekilde yemîn ettikleri en-Nahl: 38; en-Nûr: 53 ve
Fâtır: 42. âyetlerinde de geçmektedir. Bunların kimini müşrikler, kimini de
münafıklar yapmışlar ve bâzı şeyler istemişlerdir.
[34] Bu, Ru'yâ Ta'bîri Kitâbı'nda uzunca bir metinle
gelecek olan hadîsten bir parçadır. Ebû Bekr, Rasûiullah'a gördüğü bir ru'yâyı
anlatan kimsenin ru'yâsıni Rasûlullah'ın izni ile ta'bîr ettikten sonra; Yâ
Rasûlallah, bu ta'bîrimde isabet mi ettim, hatâ mı ettim, bana haber ver!
demişti. Rasûlullah: "Bâzısında isabet, bâzısında hatâ ettin"
buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bekr yemîavererek hatâsını bildirmesini istemiş,
Rasûlullah da buradaki fıkrayı buyurmuştur.
[35] Bu, Buhârî'nin Cenazeler, Mezâlim, Tıbb, İsti'zân,
Libâs, Nikâh, Eşribe'de getirdiği hadîsin bir parçasıdır.
[36] Başlığa uygunluğu "Kızı yemîn vererek muhakkak
gelmesini istedi..." sözün-dedir. Bunun bir rivayeti Cenâzeler'de ve daha
sonraki kitâblarda geçmişti.
[37] Bunun bir rivayeti de Cenâzeler'de geçmişti.
"Tahılletu'l-kasemi", "Allah'ın yeminini halâl kılan cehennem
ateşi" demektir. Bu yemîn, Allah'ın şu kavlinde mukadder olan yeminidir:
"Sizden hiçbiriniz müstesna olmamak üzere ille oraya (cehenneme)
uğrayacaktır. Bu, Rabb 'inin üzerine vâcib kıldığı, kaza ettiği birşeydir"
(Meryem: 71). Bu uğrayış, geçerken yol uğrağı görüşten veya günâhı kadar orada
kalmak şeklinde olur... Hadîsteki bu müjde, çocuklarının hayâtı ve sağlığı
üzerinde titredikleri hâlde ecel gereği kaybettikleri çocuklarının üzüntüsüne
sabredenler içindir.
[38] Bu, Nûn Sûresi tefsirinde geçmişti.
[39] Evet, Hanefîler ve Hanbelîler indinde bu
"Billahi" demese de bir yemindir. Çünkü Allah "Münafıklar sana
geldikleri zaman; 'Biz şehâdet ederiz ki, sen Allah '-in Rasûlü'sün' derler...
" (el-Munâfikûn: 1). Bu onların bunu yeminde kullandıklarına delâlet
etmiştir...
[40] Bunun birer rivayeti Şehâdetler'de ve Rikaak'ta geçti.
[41] Hadîsteki âyette ''Allah'ın ahdine; Allah'a olan
ahidlerine" sözü geçtiği için Buhârî bunu yemîn ma'nâsına almasıyle
yetinip, hükmü açıkça bildirmemiştir. Yânî o, bu âyetle gelmiş olan bu
"Ahdu'llâh" ta'bîrine dayanmıştır.
[42] Buhârî, İbn Abbâs'in hadîsini Tevhîd'de, Ebû
Hureyre'nîn hadîsini Rikaak'ta "Hasrın sıfatları bâbı"nda; Ebû
Saîd'in hadîsini yakında "Sırat, cehennem köprüsüdür bâbı"nda; Eyyûb
Peygamber'in bu sözünü de Ebû Hureyre'den Gusl'-de senedli olarak getirmiştir.
Eyyûb'un bu sözünü
anlatan hadîs şöyledir:
Ebû Hureyre dedi ki: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Eyyûb çıplak
yıkandığı sırada üzerine altın çekirgeler üstü. Eyyûb avuç avuç alıp
elbisesine atmaya başladı. Rabb'i: Eyyûb! Şu gördüğünden seni ganî kılmadım
mı? diye nida edince: Evet (yâ Rabb)/ Sen'in izzetine yemîn ederim ki (beni
ganî kılmıştın), lâkin Sen'in bereketinden müstağni kalacağım yok! cevâbını
verdi".
[43] Bunun bir rivayeti Kaaf: 30 tefsirinde geçti. Bunun
birkaç rivayetini Müslim de Cennet ve Sıfatı naîmihâ... Kitabı, "Cehennem
cebbarların gireceği, cennet ise zaîflerin gireceği yerdir bâbı"nda
getirmiştir: Müslim Ter., VIII, 370-382, "2848".
[44] "Le amrullâhi"ta'bîriy\e yemîn, Kur'ân'da da
vardır: "Senin hayâtına yemîn ederim ki, onlar sarhoşlukları içinde
muhakkak serseri bir hâldedirler" (el-Hicr: 72).
Bu kelimedeki ayn
harfinin üstün okunması, kelimenin çok kullanılmasm-dandır. İbn Abbâs'm
"Le-amruke", "Le ayşuke"dir şeklindeki tefsirini İbn Ebî
Hatim senedli olarak rivayet etmiştir.
"Umr",
"Hayât" ve "Ayş" bir ma'nâyadır.
[45] Bu uzun Ifk hadîsi, birçok yerde: Şehâdetler, Mağâzî,
TefsîrMe... geçti. Tevhîd ve I'tisâm'da da gelecektir. Burada getirilen
kısımdan maksad, Useyd ibn Hu-dayr'm: "Leamrullâhi{ = Allah'ın ebediyetine
yemîn ederim ki), biz onu muhakkak öldürürüz!" ta'bîriyle yemîn
etmesidir.
[46] Lağv kelimesi, çeşitli suretlerde tefsîr edilmiştir:
Ebû Hanîfe: "Bir kişinin bir-şeyi doğru zannıyle yemîn ettikten sonra,
onun hilafının meydana çıkmasıdır" demiştir. Şafiî: "Yemîn
kasdetmeksizin bir sözü te'kîd için "Lâ vallahi, belâ vallahi
demesidir", demiştir. Beydâvî: Dilin sürçmesiyle yanılarak edilen
yemîn-dir, demiştir. Âyet bu ma'nâlann hepsini şâmildir.
Âişe vahye şâhid olduğu için, bundan muradın ne olduğunu daha iyi bilir
olduğu ve bunun böyle ta'bîrler hakkında indiğini açıkça söylediği için, Şafiî,
Âişe'nin bu hadîsine tutunmuştur.
[47] Buhârî, âdeti üzere hükmü belirtmeyip, âyetlerin
zahiriyle cevâb alma yoluna gitmiştir.
Musa: Unuttuğum şeyden dolayı beni muâhaze etme. Şu arkadaşlığımızda
bana güçlük çıkarma, dedi. "
[48] Nefsî hâtıralar ve temayüller zihnî varlıktan ibaret
olduğu için, bunların ma'siyet olmakta hiç te'sîrleri yoktur. Bunlar haricî bir
varlık ile fiilen veya kavlen meydana çıkmadıkça, mes'ûliyet sabit olmaz...
[49] Başlığa uygunluğu, Buhârî'nin "Hısbân" ykm
"Zannetmek" fiilini "Nisyân ( = Unutmak)" fiiline kalması
yönündendir. Çünkü bunların ikisi de kalbin ame-lindcndir (Aynî).
Bu hadîsin birer rivayeti İlim ve Hacc Kitâbları'nda geçti.
[50] Bunun da başlığa uygunluğu -içinde yemîn zikri
bulunmakla beraber- unutanla yanılandan kalemin kaldırılmasını beyân olması
yönündendir. Ve bu öne ve arkaya alınmış işlerde günâh ve sorumluluk
olmamasıdır.
[51] Bu hadîsin Namaz Kitabı, "İmâma ve me'mûma
kıraatin vucûbu bâbı"nda geçen rivayetinde o zât: Seni hakk ile gönderen
Allah'a yemîn ederim ki, ben bunun başka türlüsünü bilmiyorum, bana doğrusunu
öğret, demiştir. İşte başlığa uygunluk hadîsin bu fıkrasıyledir. Buhârî hadîsi
burada o ziyâdeden soyulmuş olarak getirdi. Bundan maksadı, zihinleri
keskinleştirmektir. Allah ona rahmet eylesin! Ne kadar ince görüşlüdür!
(Kastallânî).
"Böylece"den maksad, tekbîri, kıraati, rükû' vesucûdu ta'rîfe
uygun olarak edâ et demektir. Bütün namazda bunu yapmaktan maksad da, bunları
her rek'atte böylece tekrar etmektir.
[52] Hueyfe, Yemân Iakabıyle meşhur olan Hısl veya Huseyl
ibn Câbir el-Absî'nin oğludur. Baba-oğul Bedir harbine müşriklere verdikleri
bir ahid sebebiyle katılamamışlar. Uhud harbine katılmışlar. Fakat hadîste
anlatıldığı üzere, bir yanlışlıkla Yemân orada öldürülmüştür. Hâl tercemesî,
Tecrîd Ter., II, 382 "316" hadîsin haşiyesinde özetlenmiştir.
Hadîsin başlığa uygunluk ciheti, Huzeyfe'nin yemîn etmesi, bir de
Peygam-ber'in, onu tanıyamadıkları için öldürenlere serzeniş etmemesi ve
bîlmemezliği burada nisyân gibi saymış olmasıdır, denildi
[53] Hattâbî: Unutmak bir zarurettir. Zarurî fiiller, hüküm
hususunda failine izafe edilmez ve faili bu gibi zarurî fiillerinden dolayı
muâhaze edilmez, demiştir.
[54] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde unutarak birinci
oturuşun terkedilmesi bulunmasıdır. Bunun bir rivayeti Namaz Kitabı sonlarında
yanılma sucûdu bâbı'-nda geçmişti.
[55] Başlığa uygunluğu "Unuttun mu?" sözündedir.
Bu hadîs, geçen hadîsin ardından bir istidrâd olarak zikredilmiştir de
denildi. Bunun da bir rivayeti Namaz Kitâbı'nda, "Secdeden kıbleye
yönelme bâ-bı"nda geçmişti. Peygamber'in "Doğruyu araştırsın"
sözü doğruya en lâyık olanı tercîh etsin demektir..
[56] Başlığa uygunluğu, hiçbir şeyle kayıtlamak sızın, sırf
unutmayı zikretmesinde-dir.
Bu hadîs İlim'de ve el-Kehf Sûresi tefsîrinde uzun metinlerle geçmişti.
Bu-hârî bu hadîsten kısaltma yaparak buradaki başlığa delîl olan kısmını
getirdi.
[57] Buhârî bunların birer rivayetini Iydeyn'de ve
Uhdıyeler'de de getirdi. İbn Ha-cer: Bu zebh vakti hususunda câhil ile unutan
arasında hükümdeki müsâvîliğe işarettir, iyi düşün demiştir (Kastallânî).
[58] el-Lams, Lams vezninde, suya daldırmak ma'nâsma İkinci
bâbdan masdardır.
el-Gamûs, Sabûr
vezninde, daldıncı şeye denir. Bu münâsebetle bilerek, kasten ve haksız yere
yapılan yemine vasıf oldu. Sahibini günâha, daha sonra cehennem ateşine
daldırdığı için. Bir kavle göre, başkasının hukukunu kat' ve ibtâl için olan
yalan yemine denilir. Şârih dedi ki: "Gamûs yemini yurtları bomboş
bırakır" hadîsi bundandır... Buna "el-Masbûre Yemini" de denilir
ki, ye-mîn terettüb eden adam, onun üzerine habsolunmuş olur ve o yemini edâ
edinceye kadar mahbûs olur... (Kaamûs Ter.)
Bu Iugat bilgileri özetlenirse, geçmişe yâhud hâle âid bir iş için bile
bile yalan yere yapılan yemîne "Yemîn-i Gamûs" denir ki, sahibini en
ağır günâha daldıran yemîn demektir. Bu en büyük günâhlardandır. Bunun günâhı
keffâretle de karşılanamaz. Evleri yıkan, aileleri harâb eden bir yemindir.
Kul hakkiyle ilgili olursa, o hakkı verip halâllaşmak vâcib olur.
[59] Gamûs yemîmne "Yemîn-i Sabr", "Yemîn-i
Masbûre", "Yemîn-i Fâcire" isimlerinin verildiği hadîslerde de
gelmiştir: Müslim, îmân, 47. ve 61. bâblar, "110" ve "138"
rakamlı hadîsler; Müslim Ter., I, 157-184-185.
[60] Buhârî bu âyetleri, yemînin ehemmiyetini, Allah'a
karşı bir ahd olduğunu ve şahıslara büyük sorumluluk yüklediğini bildirmekte
oldukları için başlığa koymuştur.
Urda: Gergi ve mania
yâhud açıktan hedef gibi birşeye ma'rûz olup duran demektir... Yânî Allah'a çok
yemîn etmeyiniz yâhud yeminleriniz bahanesiyle iyilik etmenize, fenalıktan
korunmanıza, dargınları barıştırmanıza Allah'ı ortada bir engel, bir sed gibi
tutmayın. Bu gibi güzel işleri yapmayacağınıza yemîn edip de Allah'ı bunlara
mâni' tutmaya kalkışmayın. Evvelâ böyle yeminler etmeyin, ikinci olarak böyle
hayrı terkle ilgili yeminlerinizde durmak, Allah rızâsına muvafıktır
sanmayın... (Hakk Dîni, I, 781).
Yaptıkları yeminlerine
sâdık kalmayıp, bozanlar şu âyette pek güzel bir benzetme ile
kötülenmişlerdir:
"İpliğini sağlamca
büktükten sonra söküp bozan kadın gibi olmayın. Bir ümmet, diğer bir ümmetten
(mal ve sayıca) daha çoktu diye, yeminlerinizi aranızda bir hîle vefesâd
vesilesi edinir misiniz? Herhalde Allah sizi bununla imtihan eder. Hakkında
ihtilâfa düşmekte olduğunuz şeyi ise, O, kıyamet gününde elbette size
açıklayacaktır" (en-Nahh 92).
[61] Hadîsin bir rivayeti 11. bâb altında 36 rakamıyle
geçmişti.
Bu hadîsin pekçok
fâideleri Şurb, Husûmât Kitâbları'nda geçmişti. İnşâal-lah Ahkâm'da da
gelecektir.
Burada yemîn, sabr vasfiyle açıkça vasfedilip "Yemîn-i sabr"
şeklinde gelmiştir. Başlığa uygunluğu bu bakımdandır. Buhârî, hadîs yakında
geçmişken, bu ta'bîrden dolayı burada tekrar getirmiştir
[62] Buhârî bu başlıkta, kişinin mâlik olmadığı birşey
hakkında yemîn etmesi, ma'-siyet hakkında yemîn etmesi ve öfke hâlinde yemîn
etmesinin hükmünü beyân edici bir ifâde getirdi. Sonra da üç hadîs zikretti. Bu
üç hadîsten herbirinden sıra ile başlıktaki konuların hükmü anlaşılır: Birinci
hadîs, mâlik olmadığı bir-şey hakkındaki yemîndir. Bu hadîsin bir rivayeti, bu
isnâd ile Tebûk gazvesi bâbi'nın evvelinde geçmişti.
İkinci hadîs
"Vallahi ben Mıstah'a ebederi'jbirşey İnfâk etmem" yeminini ihtiva
etmektedir. Bu ma'siyette yemîni terketmek hükmüne uygundur. Çünkü Ebû Bekr,
Âişe aleyhindeki sözünden dolayı Mıstah'a fayda vermemeye yemîn etmişti,
böylece bir tâati terke yemîn edici olmuştu. Tâati terketmeğe yapılan yeminde
devam etmek ise, nehyedilmiştir. Netîcede bu nehy, ma'siyet işlemeye yemînden
evleviyet yoluyla nehy oluyor.
Buhârî bu parçayı iki
senedle getirdiği uzun Ifk hadîsinden çıkarmıştır. Bu hadîs, Mağâzî, Ifk hadîsi
bâbı'nda geçti.
Üçüncü hadîs de birinci
hadîsin başka bir rivayeti olup, bu da öfke hâlinde yemînin hükmünü
bildirmektedir ki o da öfkeli iken yemîn ettiği şeyden, başkasının daha
hayırlı olması takdirinde yemîninden keffâretle vazgeçip, o hayırlı olanı
yapmasıdır... (Aynî).
[63] Eğer arfî kelâmı kasdettiyse, bunları söylemekle
yeminini bozmuş olmaz, eğer umûmu kasdetmişse, yemînini bozmuş olur. Hiçbirine
niyet etmemişse cumhura göre hânis olmaz.
[64] Bunu en-Nesâî, Ebû Hureyre'den rivayet etmiştir.
Buhârî'nin bunu burada sev-ketmekten maksadı, bu gibi zikirlerin kelâm oiduğu
ve bunlarla hânis olacağını beyândır (Kastallânî).
[65] Kelime lafzı, cüz'ün küll ma'nâsma kullanılması
bâbındandır.
[66] Yüce Allah, bunu, birçok kelimeleri şâmil bulunmakla
beraber "Kelime" diye isimlendirdi.
[67] Hadîs, Sahâbîlerin Fazîletleri'nin sonunda Ebû Tâlib
kıssasında geçmişti.
[68] Bir günâh sebebiyle ateşe girdirilse bile sonunda
cennete girmesi muhakkaktır, kaçınılmazdır. îbn Mes'ûd bu sözü şunun için
söylemiştir: Çünkü şirk yok olunca, o sebeble ateşe girmek de yok olur. Bu
hadîsin bir rivayeti Cenâzeler'de geçti. Bu iki hadîste "Kelime" sözü
"Kelâm" ma'nâsında kullanılmıştır.
[69] Sonra yirmidokuzda ailesinin yanına girse, o zât
İttifakla yemininden dönmüş olmaz.
[70] Bu hadîs Oruç ve îlâ'da da geçti.
[71] Burada zikredilen içecekler hakkında Eşribe Kitâbı'nda
bilgiler verilmişti.
Hadîsteki "İnkâ"' lâfzı da kuru üzüm ve hurmayı ıslatarak
hoşaf ve şıra yapmaktır. Gece islatılırsa gündüz içilir, gündüz ıslatılırsa
gece içilirdi ve taham-mur ettirilmezdi. Bu cihetle şıra ve hoşaf makûlesi
meşrubat, İmâm Ebû Hanî-fe'ye göre kükreyip, kükremesi şiddet kazanarak
üzerindeki kaymağını tortusuna atmadıkça tahammur etmez.
[72] Bunun bir rivayeti Eşribe, "Nebîz kurma
bâbı"nda geçti.
[73] Buhârî, başlıktaki bu iki sorunun cevâbı olan hükmü,
hükümleri nasslardan çıkarıcı olan kimseye bırakarak zikretmedi.
[74] Kirmanı, bu hadîs başlığa nasıl delâlet etmiştir? dedi
de sonra şöyle cevâb verdi: Hurma, azıklarının çoğu olup Rasûlullah'ın evinde
mevcûd olduğu ve onlar hurmadan doymuş olunca bundan ekmekle hurma yemenin
katıkla ekmek yemek olmadığı bilindi yâhud da hadîsi bu bâbda ednâ mulâbese,
yânî en az ilgi bulunduğu için zikretmiştir ki, o da "Me'dûm (=
Katıklanmış)" lafzıdır, başka şey zikretmemiştir... (Aynî, Kastallânî).
[75] Bu hadîs, Peygamberlik Alâmetleri'nden bir alâmettir.
Bunda Ümmü Suleym için de büyük bir menkabe vardır. Buhârî bunu Namaz,
Alâmâtu'n-Nübüvve, Et'ime Kitâblan'nda da getirdi. Müslim de birkaç rivayetini
Eşribe'de getirmiştir. Müslim Ter., VI, 268-273 "2040".
Hadîsin başlığa uygunluğu "Edemethu = O yağı parçalanmış ekmeklere
bulaştırıp karıştırarak katık yaptı" sözünden alınır. Buna göre ancak
yağlı ve etli şeyler katık olmaktadır.
[76] Buhârî bu çok mühim olan niyet hadîsini
el-Câmi'u's-Sahîh'imn yedi yerinde başka başka senedler ve küçük lafız
farklarıyle getirdi. Kitabına da birinci hadîs olarak bununla başladığı
görülmüş ve orada bâzı bilgiler verilmişti. Geçtiği yerler şöyledir:
a. 1-Bed'u'I-Vahy, 1. hadîs;
b. 2-îmân, 41. bâb;
c. 49-Itk, 6. bâb;
d. 63-Menâkıbu'l-Ensâr, 45. bâb;
e. 67-Nikâh, 5. bâb;
f. 83-Eymân ve'n-Nuzûr, 23. bâb;
g. 90-Hıyel, 1. bâb. (el-Lu'lüü ve'l-Mercân
mukaddimesi).
Buradaki lafızla olanı
Müslim, Kitâbu'l-İmâre, 45. bâbda getirmiştir. Felhu'l'Bârt'de İbn Hacer şöyle
dedi: Hadîsin bu başlıkta zikredilmesi sebebi, yeminin ameller cümlesinden
olduğu ve bununla lafızların zaman ve mekân bakımından niyete tahsis ve
istidlal edilmesidir. Hernekadar lafızda bunu gerektiren birşey bulunmasa da.
Meselâ bir ay veya bir sene Zeyd'in evine girmeyeceğine yemîn eden yâhud
Zeyd'le konuşmayacağına yemîn eden ve başka yerde değil de evinde konuşmamayı
irâde eden kimse, birinci şıkta bir ay sonra veya bir yıl sonra girse, ikinci
şıkta ise başkasının evinde onunla konuşsa hânis olmaz (yânî yemînini bozmuş olmaz)...
(Kastallânî).
[77] Buharı buraya kadar Yemînleri zikredip tamamlayınca,
buradan i'tibâren Nezr bâblarma başladı.
Nezr, başta da kısaca bildirildiği üzere, ahd ve adak demektir, ki bir
kimsenin üzerine vâcib olmayan hayırlı bir işi kendine vâcib kılarak yapayım
diye taahhüd etmesidir. Aynı zamanda adanan şey ma'nâsına da isim otur.
Kur'ân-i Kerîm'de Nezr hakkında âyetler vardır: "Nafakadan ne harcadınız
yâhud adaktan ne adadınızsa, muhakkak Allah onu bilir. Zâlimlerin hiçbir
yardımcıları yoktur" (el-Bakara: 270); "Sonra kirlerini gidersinler.
Adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atîkh tavaf etsinler" (el-Hacc:
29); "Müzminler içinde Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice
erler vardır... " (d-Ahzâb: 23); "Onlar adağım yerine getirirler...
" (ed-Dehr: 7).
[78] Hadîsin tamâmı Mağâzî, "Tebûk gazvesi
bâbı"nda geçti. Buradaki kısmın başlığa uygunluğu hakkında şöyle denilir:
Maldan sıyrılıp çıkmak isteği ve kararı, bunu yapmayı taahhüd ma'nâsmadır. Bu
taahhüdde de nezr ma'nâsı vardır... (Aynî).
[79] "Şu yemek yâhud şu içecek bana haram olsun"
demek suretiyle, veya "Ben şu yemeği yememeğe yâhud şu içeceği içmemeğe
Allah için nezrettim" demek suretiyle. Buhârî âdeti üzere cevâbı
zikretmedi. Cevâb, bu nezr yemîn olur ve bunu bozduğunda üzerine yemîn keffâreti
vâcib olur (Aynî).
[80] Buhârî bu iki âyeti, başlıkta zikrettiği mübâh olan
birşeyi haram kılmanın yemîn olduğuna ve bozulduğunda bundakeffâret olduğuna
işaret etmek için getirmiştir. Nitekim Müslim de Ukbe ibn Âmir'den:
Rasûlullah: "Nezrin keffâreti, yemîn keffâretidir" buyurdu, diye
rivayet etmiştir: Müslim Ter., V, 200-201 "1645".
[81] Hadîs bu isnâd ve metinle Talâk'ta geçmişti.
[82] Nezr, tâatle ilgili olduğu zaman vefa etmenin vucûbu
üzerinde icmâ sabit olmuştur. Çünkü Yüce Allah "Ey îmân edenler, bağlandığınız
ahidleri yerine getiriniz" (el-Mâİde: I) buyurmuştur.
[83] Bu hadîslerin bâzı rivayetleri Kader Kitâbı'nda
geçmişti.
[84] Başlığa uygunluğu "...Onlar nezrederler ve
nezrlerini yerine getirmezler... "sözünde olduğu açıktır. Bunun bâzı
rivayetleri Cihâd, Fadâil, Rikaak'ta da geçmişti.
[85] Ma'nâ şudur: Kim Allah'a tâat yapmayı nezrederse,
yaptığı nezrini yerine getirmesi üzerine vâcib olmuştur. Allah'a isyan etmeyi
nezredene ise, nezrini yeri-negetirmesi haramdır. Çünkü nezrin şer'î anlamı
mübâh olar şeyi kendisine vâcib kılmaktır. Bu ise ancak tâatlerde gerçekleşir.
Ma'siyetlere gelince, onlarda mübâh birşey yoktur ki, nezri yerine getirmek
vâcib olsun, Bu sebeble ma'si-yetlerde nezr tahakkuk etmez... (Kastallânî).
[86] Başlığa uygunluğu "Nezriniyerine getir"
sözünden alınır. Çünkü bu söz, kâfirin nezrinin sahîh olduğuna, İslâm'a
girdiğinde buna vefa etmek gerektiğine delâlet eder. Bu konuda bâzı farklı
görüşler de vardır.
[87] İbn Umer ve İbn Abbâs'ın bu sözlerini Mâlik,
Muvatta'da. rivayet etmiştir, tbn Umer'in bu emri, bastıktaki hükmü
açıklamaktadır. Bu konuda fakîhier arasında bâzı görüş ayrılıkları vardır.
[88] Bu hadîs ve sonunda nakledilen Zuhrî'nin sözü de
başlıktaki hükmü açıklamaktadır.
[89] Bunun bir rivayeti Hacc'da, "Niyabet
bâbı"nda geçmişti.
[90] Peygamber bu hareket ve emriyle Allah Taâlâ'nın
mükerrem ve en şerefli olarak yarattığı insanın hayvan gibi iple yedilmesini
insanlık şerefine aykırı bir vahşîlik eseri olduğuna işaret etmiş oluyor.
[91] Peygamber bu emirleriyle şunu öğretmiş oluyor: Bu
nezrler içinde yerine getirilmesi lâzım olan, yalnız oruç ibâdetidir. Ötekiler
nefsi azâblandıran şeyler olduğundan mu'teber değildirler.
[92] Buhârî ekseriya âdeti üzere hükmü bildirmeyip, soru
hâlinde bırakmıştır. Bunu ya bâbdaki hadîslerin bildirmesiyle yetinerek yâhud
da istinbât edici kimsenin bunu anlayacağına i'timâd ederek böyle yapmaktadır..
(Aynî)
[93] Son cümle gâib zamiri ile de rivayet edilmiştir. Buna
göre: Peygamber bayram günlerinde oruç tutmayı caiz görmüyordu, demek olur.
[94] İbn Umer, "Aliah nezri yerine getirmekle
emretti" sözü ile "Sonra kirlerini gider-sinler, adaklarını yerlerine
getirsinler ve o Beyt-i Atîk'ı tavaf etsinler" (el-Hacc: 29) âyetini
kasdetti. "Bizler bayram günlerinde oruç tutmaktan nehyolunduk"
sözüyle de Peygamber'in
bu günlerde oruç tutmaktan nehyettiğini kasdetmiş-tir. İbn Umer kendisince bu
deliller birbiriyle çatıştığından dolayı, kesin bir ce-vâb vermekten çekinerek
duraklamıştır.
Nezreden için en ihtiyatlı o-Ian ise, nezrini bu bayram günleri
geçtikten sonra kaza etmesidir. Böylece Allah'ın emriyle Peygamber'in emrini
cem'etmiş olur
[95] Umer ile Ebû Talha'nın bu hadisleri, uzunca birer
metinle Vasiyetler Kitâbı'n-da geçmişti.
[96] Buhâri bunun bir rivayetini Mağâzî, "Hayber
gazvesi bâbı"nda; Müslim de îmân, "Devlet malı çalmanın ağır bir suç
olduğu bâbı"nda getirmiştir; Müslim Ter. I, 161, 162 "114 115".