14. AKLINI KULLANMAYANIN HALİ

 

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُواْ كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لاَ يَسْمَعُ إِلاَّ دُعَاء وَنِدَاء صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ .

 “Kâfirlik edip gerçekleri görmezlikten gelenler, kavramadığı sese karşı öten karga gibidirler; kavradığı sadece bağırtı ve çağırtıdır. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar akıllarını kullanmazlar.”  (Bakara 2/171)

Ayette geçen na’q (نعق ينعِق); hem karganın ötmesi; hem de çobanın davara bağırması ve onu engellemesi anlamına gelir[1]. Tefsirler kelimeye ikinci anlamı vererek âyeti anlaşılamaz hale getirmişler sonra kendilerini, metne uygun olmayan anlamlara zorlamışlardır. Türkçe meallerden örnekler verelim:

Diyanet Vakfı’nın meali:

 (Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler[2].

Bu mealde (نعق)’ye çobanın davara bağırması anlamı verilmiştir. O zaman kafirleri çobana benzetmek gerekir, o bağırtıyı işiten hayvana değil. Bu sebeple tercüme Arap dili bakımından kabul edilemez.

Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR:

“O kâfirlerin meseli sade bir çağırma veya bağırmadan başkasını duymaz bir kulakla haykıranın hâline benzer, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler[3].”

Hiçbir varlık kulak ile haykıramayacağından bu tercüme de doğru değildir.

 Ömer Nasuhi BİLMEN:

“Ve kâfirlerin meseli, o hayvanların meseli gibidir ki, çağırmadan, bağırmadan başka bir şey işitmeksizin haykırır durur; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar düşünemezler[4].”

  cümlesi,الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لاَ يَسْمَعُ إِلاَّ دُعَاًءً وَنِدَاءً

 “…çağırmadan, bağırmadan başka bir şey işitmeksizin haykırır durur;” şeklinde tercüme edilemez.

Suat YILDIRIM:

“İnkârcıları hakka çağıranın durumu, tıpkı bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen hayvanlara haykıran kimsenin durumu gibidir. Sağır, dilsiz ve kördür onlar. Bundan ötürü akledip anlayamazlar[5].”

Bu mealde yukarıdaki hatalara düşülmemiş ama daha büyük bir hata yapılmış; وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُواْ (ve mesel’ullezîne keferû) ibaresi, “İnkârcıları hakka çağıranın durumu” şeklinde tamıtamına ters bir anlama çekilmiştir.

Meallerin her biri, eski tefsirlerdeki hataları günümüze taşımışlardır. Bu yanlışların sebebi, ayetler arası ilişkilere dikkat edilmemesidir. Eğer dikkat edilseydi aşağıdaki ayette yer alan benzetmeden hareketle doğru anlama ulaşılırdı. Allah Teâla, şöyle buyurur:

“Cinlerden ve insanlardan bir çoğunu gerçekten Cehennem için yaratmış olduk. Onların kalpleri vardır, onunla kavramazlar. Onların gözleri vardır, onlarla görmezler. Onların kulakları vardır, onlarla işitmezler. Onlar en’am gibidirler; hayır, daha da düşüktürler[6]. Gafiller işte onlardır.” (A’raf 7/179)

En’âm, koyun, sığır ve deve demektir[7]. Türkçe’de bunun tek bir karşılığı yoktur. Bir çok meâl, “dört ayaklı” diye tercüme etmiştir. Dört ayaklı tanımına kedi, köpek, vahşi hayvanlar vs. de gireceğinden bu tercüme doğru olmaz.

Koyun, sığır ve deve faydalı hayvanlardır. Kâfirler bunlardan da düşük sayıldığına göre âyette en’âmdan düşük bir hayvana işaret aranmalıdır. Bakara 171’deki (ينعِق = yen’iqu) karganın ötmesi anlamına geldiğine göre aranan hayvan bulunmuş olur.

Gerçekten de karga en’âm’dan düşüktür. Çünkü leşle beslenir. Küçük kuşları, yumurtaları ve civcivleri yer. Yiyecek aramak için çöplükleri karıştırır. Tahıl bitkilerine, meyve ağaçlarına, sebzelere ve bağlara büyük zarar verir. Gelişmiş psişik yetenekleri vardır, kolayca evcilleştirilebilir[8].

Kâfirleri tanımlayan şu âyet onlarda, kargaya benzer özellikler görür: “… İş başına geçti mi, ortalığı karıştırmak, kaynakları tahrip etmek ve nesilleri bozmak için gayret gösterir.” (Bakara 2/205)

Âyetler arası ilişkiye dikkat etmeyenler, yukarıda geçen, A’raf 179. âyete; “Onlar; bunlardan da sapıktırlar” veya “Onlar; bunlardan da şaşkındırlar” şeklinde anlam vermişlerdir. Koyun, sığır ve deveye, sapık veya şaşkın demenin haklı gerekçesi olamayacağı için o meâl de yanlış olmuştur.

Kâfir – karga ilişkisi, Habil – Kabil olayında da vardır. Yoldan çıkarak kardeşi Habil’i öldürmüş olan Kabil kendini, karga kadar olamamakla suçlamıştır. Bu olayı anlatan âyetler şöyledir:

“Onlara, Adem'in iki oğlunun olayını anlat: Bir gün birer kurban sundular; birininki kabul edildi, diğerininki edilmedi. Kabul edilmeyen, "Ne olursa olsun, seni öldüreceğim" dedi. Öteki: "Allah, sadece sakınanlarınkini kabul eder" dedi.

“İnan ki, beni öldürmek için elini kaldırsan, ben seni öldürmek için el kaldırmam. Ben Allah’tan, varlıkların sahibinden korkarım".

İsterim ki,  hem benim günahımı, hem de kendi günahını yüklenip o cehennem ateşinin arkadaşlarından olasın. Zalimlerin cezası budur".

Sonra ötekisi nefsine uydu ve kardeşini öldürdü… Kaybedenlere karıştı gitti.

Derken Allah, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. Bu ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermesi içindi. "Yazık bana!” dedi. “Şu karga kadar da mı olamadım ki, kardeşimin cesedini gömeyim?" Nihâyet ettiğine pişman oldu.” (Mâide 5/27-31)

 



[1] İbn Manzur, Lisanu’l-arab نعق  mad.

[2] Ali Özek ve arkadaşları, Kur’ânı Kerim ve Açıklamalı Meâli.

[3] Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili,  c. I, s. 582-583.

[4] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’ân-ı Kerim ve Meâl-i Âlisi, Ankara 1997.

[5] Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meâli, İstanbul 1998.

[6] Daha düşük diye tercüme edilen (الأضل)’in kökü olan dalâlet, Arapça’da, yoldan çıkma ve düşük seviyede olma anlamınadır. (Lisanu’l-arab ضلل mad.)

[7] Müfredât, نعم  mad.

[8] Büyük Larousse Sözlük Ve Ansiklopedisi, İstanbul 1986, c. XI, s. 6423.