Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَمَثَلُ
الَّذِينَ
كَفَرُواْ
كَمَثَلِ الَّذِي
يَنْعِقُ
بِمَا لاَ
يَسْمَعُ
إِلاَّ
دُعَاء
وَنِدَاء
صُمٌّ بُكْمٌ
عُمْيٌ فَهُمْ
لاَ
يَعْقِلُونَ .
“Kâfirlik edip gerçekleri görmezlikten gelenler,
kavramadığı sese karşı öten karga gibidirler; kavradığı
Ayette geçen na’q (نعق
ينعِق); hem karganın ötmesi; hem de çobanın davara
bağırması ve onu engellemesi anlamına gelir[1]. Tefsirler
kelimeye ikinci anlamı vererek âyeti anlaşılamaz hale getirmişler sonra kendilerini,
metne uygun olmayan anlamlara zorlamışlardır. Türkçe meallerden örnekler verelim:
Diyanet Vakfı’nın meali:
(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin
durumu,
Bu mealde (نعق)’ye çobanın davara bağırması anlamı verilmiştir.
O zaman kafirleri çobana benzetmek gerekir, o bağırtıyı işiten hayvana değil.
Bu sebeple tercüme Arap dili bakımından kabul edilemez.
Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR:
“O
kâfirlerin meseli
Hiçbir varlık kulak ile haykıramayacağından bu tercüme de doğru değildir.
Ömer Nasuhi BİLMEN:
“Ve
kâfirlerin meseli, o hayvanların meseli gibidir ki, çağırmadan, bağırmadan
başka bir şey işitmeksizin haykırır durur; sağırdırlar, dilsizdirler,
kördürler. Artık onlar düşünemezler[4].”
cümlesi,الَّذِي
يَنْعِقُ
بِمَا لاَ
يَسْمَعُ
إِلاَّ دُعَاًءً
وَنِدَاءً
“…çağırmadan, bağırmadan başka bir şey
işitmeksizin haykırır durur;” şeklinde tercüme edilemez.
Suat YILDIRIM:
“İnkârcıları
hakka çağıranın durumu, tıpkı bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen
hayvanlara haykıran kimsenin durumu gibidir. Sağır, dilsiz ve kördür onlar.
Bundan ötürü akledip anlayamazlar[5].”
Bu mealde yukarıdaki hatalara düşülmemiş ama daha büyük bir hata
yapılmış; وَمَثَلُ
الَّذِينَ
كَفَرُواْ (ve
mesel’ullezîne keferû) ibaresi, “İnkârcıları hakka çağıranın durumu” şeklinde tamıtamına ters bir anlama
çekilmiştir.
Meallerin her biri, eski tefsirlerdeki hataları günümüze taşımışlardır.
Bu yanlışların sebebi, ayetler arası ilişkilere dikkat edilmemesidir. Eğer dikkat
edilseydi aşağıdaki ayette yer alan benzetmeden hareketle doğru anlama
ulaşılırdı. Allah Teâla, şöyle buyurur:
“Cinlerden ve insanlardan bir çoğunu
gerçekten Cehennem için yaratmış olduk. Onların kalpleri vardır, onunla
kavramazlar. Onların gözleri vardır, onlarla görmezler. Onların kulakları
vardır, onlarla işitmezler. Onlar en’am gibidirler; hayır, daha da düşüktürler[6].
Gafiller işte onlardır.” (A’raf 7/179)
En’âm, koyun, sığır ve
deve demektir[7]. Türkçe’de bunun
tek bir karşılığı yoktur. Bir çok meâl, “dört ayaklı” diye tercüme etmiştir.
Dört ayaklı tanımına kedi, köpek, vahşi hayvanlar vs. de gireceğinden bu
tercüme doğru olmaz.
Koyun, sığır ve
deve faydalı hayvanlardır. Kâfirler bunlardan da
düşük sayıldığına göre âyette en’âmdan düşük bir hayvana işaret aranmalıdır. Bakara
171’deki (ينعِق = yen’iqu) karganın ötmesi anlamına geldiğine göre
aranan hayvan bulunmuş olur.
Gerçekten de karga
en’âm’dan düşüktür. Çünkü leşle beslenir. Küçük kuşları, yumurtaları ve
civcivleri yer. Yiyecek aramak için çöplükleri karıştırır. Tahıl bitkilerine,
meyve ağaçlarına, sebzelere ve bağlara büyük zarar verir. Gelişmiş psişik
yetenekleri vardır, kolayca evcilleştirilebilir[8].
Kâfirleri
tanımlayan şu âyet onlarda, kargaya benzer özellikler görür: “…
İş başına geçti mi, ortalığı karıştırmak, kaynakları tahrip etmek ve nesilleri
bozmak için gayret gösterir.” (Bakara 2/205)
Âyetler arası ilişkiye dikkat etmeyenler, yukarıda geçen, A’raf 179.
âyete; “Onlar; bunlardan da
sapıktırlar” veya “Onlar; bunlardan
da şaşkındırlar” şeklinde anlam vermişlerdir. Koyun, sığır ve deveye, sapık veya şaşkın
demenin haklı gerekçesi olamayacağı için o meâl de yanlış olmuştur.
Kâfir –
karga ilişkisi, Habil –
Kabil olayında
da vardır. Yoldan çıkarak kardeşi Habil’i öldürmüş olan Kabil kendini, karga
kadar olamamakla suçlamıştır. Bu olayı anlatan âyetler şöyledir:
“Onlara, Adem'in iki oğlunun olayını anlat: Bir gün
birer kurban sundular; birininki
kabul edildi, diğerininki edilmedi. Kabul edilmeyen, "Ne olursa olsun,
seni öldüreceğim" dedi. Öteki: "Allah,
“İnan ki, beni öldürmek için elini kaldırsan, ben
seni öldürmek için el kaldırmam. Ben Allah’tan, varlıkların sahibinden korkarım".
İsterim ki,
hem benim günahımı, hem de kendi günahını yüklenip o cehennem ateşinin
arkadaşlarından olasın. Zalimlerin cezası budur".
Sonra ötekisi nefsine uydu ve kardeşini öldürdü… Kaybedenlere
karıştı gitti.
Derken
Allah, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. Bu
ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermesi içindi. "Yazık bana!”
dedi. “Şu karga kadar da mı olamadım ki, kardeşimin cesedini gömeyim?"
Nihâyet ettiğine pişman oldu.” (Mâide 5/27-31)
[1]
İbn Manzur, Lisanu’l-arab نعق mad.
[2] Ali Özek ve arkadaşları,
Kur’ânı
Kerim ve Açıklamalı Meâli.
[3]
Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, c. I, s.
582-583.
[4]
Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’ân-ı Kerim ve Meâl-i Âlisi, Ankara 1997.
[5]
Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meâli, İstanbul 1998.
[6]
Daha düşük diye tercüme edilen (الأضل)’in kökü olan dalâlet,
Arapça’da, yoldan çıkma ve düşük seviyede olma anlamınadır. (Lisanu’l-arab ضلل mad.)
[7]
Müfredât,
نعم mad.
[8] Büyük Larousse Sözlük Ve
Ansiklopedisi, İstanbul 1986, c. XI, s. 6423.