“Yakub
ölüm döşeğinde iken, orada olmalıydınız. O gün oğullarına: "Benden sonra neye
kul olacaksınız?" diye sordu.
Onlar: "Senin İlahına kul olacağız! Ataların İbrahim, İsmai l ve
İshak'ın İlahına; o tek İlaha. Biz, zaten, ona teslim olmuş kimseleriz"
dediler.” (Bakara
2/133)
Soru, bir şeyi ya öğrenmek ya da kabul ettirmek için sorulur. Öğrenmek
için sorulana tasavvur, diğerine tasdik sorusu denir. Mesela “Hasan. mı geldi?” sorusu, gelenin kim olduğunu öğrenmek
için sorulabileceği gibi Hasan’ın gelip gelmediğini onaylatmak için de
sorulabilir.
Daha farklı amaçlarla da soru sorulabilir. Bunların Arap dilinde en
yaygın olanları şunlardır:
1-
Bir şeyin varlığını pekiştirmek için soru
(İstifham-ı ikrârî). Babanın
oğluna, “Ben senin baban mıyım?” diye sorması böyledir.
2-
Bir şeyin yokluğunu pekiştirmek için soru
(İstifham-ı inkârî). Yabancı
birine, “Ben senin baban mıyım?” diye sorulması böyledir.
3-
Örnek vermek için soru (İstifhâm-ı temsîlî) .Bu türden sorular, anlatılacak
olaya muhatabın ilgisini çekmek için sorulur. Mesela “Bize yanlış yapana nasıl
ders verdiğimizi öğrenmek ister misin?” sorusu böyledir. Arapça’da buna,
tenbîh, vaîd veya tehdît ... amaçlı soru denir[1]. İstifham-ı
temsîlî terimi, bunların hepsini içerdiği için, tercih edilmiştir.
Kur’ân’da bu tür sorular çoktur. Yukarıdaki âyette de böyle bir soru vardır. Bu gibi âyetlere meâl verilirken, sorunun şekline değil, amacına dikkat edilmelidir.
[1]Bkz.
Sa’d et-Taftazânî, Mes’ud b. Ömer, Muhtasar’ul-meânî, (Muhammed b. Abdurrahman
el-Ğazvînî’in Telhis adlı kitabının şerhi) İstanbul 1304/1887, s. 197 vd.