25.4. Namaz Bitince Yapılacak İşler
25.9. Cuma İçin Güzel Koku Sürünme
25.13. Hutbe Esnasında Namaz Kılınması
25.16. Hutbe Okunurken İmama Yakın Oturma
25.17. Cuma Günü
Duaların Kabul Edildiği Saat
25.18. Hanefi Mezhebine Göre Cuma Namazı
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Müminler! Cuma günü namaz için çağrı
yapıldığında hemen Allah'ı anmaya yönelin ve alım satımı bırakın. Bilseniz bu
sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince hemen yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lutfundan isteyin. Allah'ın adını çokça anın ki umduğunuza
kavuşanız.” (Cuma 62/9–10)
Ayetten, Cuma’nın herkese farz olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü alım satım belli yerlerde yapılır. Halbuki Müslümanlar her tarafa
dağılmışlardır. Namaza çağrıyı işitenler geleceğine göre bu namazın her müslümana şart olmadığı kolayca anlaşılır. Tarık b. Şihab’ın, Allah’ın Elçisi’den yaptığı şöyle bir rivayetten söz edilir. "Cuma namazı, bir topluluktaki her müslümana farzdır, dördü hariç; köle, kadın, çocuk ve hasta[1].” Ancak bu sözü rivayet eden Ebû Davûd. , Tarık b. Şihab. 'ın Resulüllah’ı gördüğünü ama
ondan bir şey işitmediğini not etmiştir. O zaman bu, mürsel
yani Peygamberden kimin duyduğu belli olmayan bir rivayettir. Böyle rivayetlere
dayanılarak, Cuma namazı şunlara farzdır, şunlara değildir, diye hükmü belirlenemez.
Abdullah b. Ömer Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Cuma namazı, müezzini işiten herkese farzdır."[2]
Namazlardan hiç biri için Kur’ân’da “daha
hayırlıdır” ifadesi geçmez.
Çünkü beş vakit namaz, her durumda kılınır ama Cuma, bazan
kılınmayabilir. Abdullah b. Abbâs yağmurlu bir günde müezzinine dedi ki, ezan
okurken "Eşhedü enne Muhammeden Resulullah"tan
sonra "Hayye ale's-salâh"
deme. "Namazınızı evlerinizde kılın." de. İnsanlar bu davranışı
yadırgar gibi oldular. Dedi ki, "Bunu benden daha hayırlı olan biri
yapmıştır.[3] Cuma bir
görevdir. Size sıkıntı vermek istemedim, yoksa çamurlu ve kaygan zeminde
yürüyecektiniz[4]."
Muaviye, Şam'da Zeyd b. Erkam'a "Allah’ın
Elçisi zamanında iki bayramın bir güne rastladığına şahid
oldun mu?" diye sordu, Zeyd "Evet"
dedi. "Nasıl davrandı?" dedi. Dedi ki: "Bayramı kıldırdı, Cumayı
serbest bıraktı, dedi ki, kılmak isteyen kılsın."[5]
Ebû Hureyre Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet
etti: "Bugün iki bayram
bir araya geldi, isteyen Cumayı kılmayabilir ama biz kılacağız[6]."
Atâ b. Ebî Rebah diyor ki, İbn'üz-Zübeyr cuma gününe rastlayan bir bayram günü bize
bayram namazını kıldırdı. Sonra Cuma’ya gittik; o camiye gelmedi. Biz de tek tek kıldık[7]. İbn Abbâs Taif'te idi, gelince
durumu anlattık dedi ki, "Sünnete uygun davranmış[8]."
"Müminler! Cuma günü namaz için çağrı
yapıldığında hemen Allah'ı anmaya yönelin ve alım satımı bırakın…” (Cuma
62/9) buyurulduğuna göre çağrı,
çarşısı ve pazarı olan bir yerde yapılmalı ki, alım satımı bırakıp namaza gitme
imkânı olsun.
Medine’nin çarşısı,
pazarı ve birden fazla camisi vardı. Ama Cuma namazı
Atâ b. Ebî Rebah dedi ki, eğer bir karye-i câmiada (yani her
türlü ihtiyacı kendi içinde görülen bir yerleşim bölgesinde) olursan ve cuma
günü namaz için ezan okunup çağrı yapılırsa, ezanı işitsen de işitmesen de
Cumaya gitmen boynunun borcudur. Enes iki fersah (
Ka'b b. Mâlik'in oğlu Abdurrahman dedi ki, babam cuma günü ezanı işitince Es'ad b. Zürâre'ye rahmet okurdu.
Dedim ki, "Ezanı işitince Es'ad b. Zürâre 'ye rahmet
okuyorsun?" Dedi ki, "Çünkü o, Nebit
düzlüğünde, Benî Beyâda[11] taşlığında Naki'ü'l-Hadmân adlı sulak yerde bize ilk defa Cuma namazı
kıldırmıştır. O gün kaç kişiydiniz? Diye sordum. "Kırk" dedi[12].
Ebû Hureyre Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Namaz kılınacağı zaman koşarak gelmeyin, sakin
sakin gelin; yetiştiğiniz rekâtları kılın, yetişemediğinizi
de tamamlayın[13].”
Ebû Musa el-Eşarî'nin bildirdiğine
göre Allah’ın Elçisi şöyle demiştir: “Cuma vakti, İmamın (minbere) oturmasıyla namazın bitmesine kadar olan
vakittir[14]." Cuma namazı iki rekâttır.” Abdullah b. Ömer radiyellahü
anh şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi Cuma namazından sonra mescitten ayrılıncaya kadar
namaz kılmaz, ayrılınca evinde[15] iki rekât kılardı[16].”
Ayette: “Namaz bitince
hemen yeryüzüne dağılın” buyrulduğuna
göre emre uymak gerekir. Abdullah b. Ömer, cuma günü,
mescitten çıkmadan iki rekât namaz kılan birini gördü ve onu iterek şöyle dedi: "Cumayı dört rekât mı kılmak
istiyorsun?" Abdullah b. Ömer evinde iki rekât namaz kılar ve derdi ki:
"Allah’ın Elçisi böyle yapardı[17].”
Abdullah Mekke 'de bulunur da
Cumayı kılarsa ileri geçer iki rekât kılar, sonra ileri geçer dört rekât
kılardı. Eğer Medine 'de ise Cumayı
kılar, sonra evine döner iki rekât kılardı. Mescitte kılmazdı. Derdi ki, "Allah’ın Elçisi böyle yapardı[18]."
Ömer Cumadan önce
namazı uzatır, Cumadan sonra eve gider, iki rekât kılar ve “Allah’ın Elçisi de
böyle yapardı[19].” derdi.
es-Sâib diyor ki, Muaviye ile birlikte maksure de (hünkar
mahfilinde) Cuma namazını
kıldık. İmam selam verince kalktım, aynı yerde namaza devam ettim. Muaviye bana birini gönderdi ve dedi ki, "Bu yaptığını bir daha yapma. Cuma
namazını kıldıktan sonra dışarı çıkmadan veya biraz konuşmadan başka namaz
kılma. Çünkü Allah’ın Elçisi bize böyle emretmişti. Konuşmadıkça veya dışarı
çıkmadıkça bir namazın diğerine eklenmemesini isterdi[20]."
Ebû Hureyre, Allah’ın
Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cumadan sonra namaz kılacak olursanız dört rekât kılın[21]."
Ebû Hureyre’nin, Allah’ın
Elçisi’nden şu sözleri işittiği rivayet edilmiştir: "Sonuncu ümmet olan bizler Kıyâmet
gününde öncüler olacağız. Hâlbuki diğer ümmetlere daha önce kitap verilmiştir.
Cuma günü de aslında onlara verilmişti ama ihtilafa düşmüşlerdi. Allah artık bu
günü bize verdi, diğer ümmetler de bizim arkamıza takılmış oldular. Yahûdi lerin günü yarın (yani cumartesi), Hıristiyanlarınki de
öbürüsü gün, (yani pazar günü)dür."[22]
Ebû Hureyre ve Huzeyfe tarafından rivayet edilen bir hadiste Allah’ın
Elçisi şöyle demiştir: "Allah
Teâlâ sizden öncekilere cumayı kaybettirdi. Cumartesi
Yahûdi lerin, pazar Hıristiyanların oldu. Allah bizi
dünyaya getirdi ve cuma gününü bize gösterdi. Böylece cuma, cumartesi ve pazarı
(kutsal günler) kıldı. Onlar Kıyâmet günü de bizim
arkamızdan geleceklerdir. Biz dünyada yaşayanların sonuncusu, Kıyâmet gününün öncüleriyiz. Bir de bütün
yaratıklardan önce hesabı tamamlanacak olanlarız[23]."
Ebû Hureyre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kim, cuma günü cünüplükten yıkanırcasına yıkanır da Cumaya giderse bir
deve kurban etmiş gibi olur. İkinci saatte giden bir sığır kurban etmiş gibi
olur. Üçüncü saatte giden boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi olur. Dördüncü
saatte giden bir tavuğu Allah rızası için vermiş gibi olur. Beşinci saatte
giden de bir yumurtayı Allah rızası için vermiş gibi olur. İmam hutbeye çıkınca
melekler hazır olur ve hutbeyi dinlerler."[24]
Selmân-i Fârisî Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir kişi cuma günü yıkanır, gücünün
yettiğince temizlenir, yağdanlığından yağlanır veya evinde bulunan bir güzel
kokuyu sürünür ve çıkar, iki kişinin arasını ayırmaz,
sonra kendine farz olan namazı kılar, imam konuşurken de susarsa diğer cumadan
o cumaya kadar olan günahları bağışlanır."[25]
Ebû Hureyre, Allah’ın
Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kim yıkanır, Cuma namazına gelir, belirli miktardaki (nafile) namazı
kılar, hutbe bitinceye kadar susar, sonra imamla birlikte Cuma namazını kılarsa
o cuma ile ondan önceki cuma arasındaki günahları bağışlandığı gibi üç gün de
ilave edilir.”[26]
Muhammed
b. Yahya Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir: “Eğer bulabilirseniz iş elbiselerinizden ayrı cuma için bir takım
elbise edinebilirsiniz.”[27]
Semüre b. Cündüb Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir: “Cuma günü abdest alan iyi yapar, ama yıkanırsa daha iyi olur.”[28]
Abdullah b. Ömer, Allah’ın
Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Sizden biri Cuma’ya geleceği vakit yıkansın.”[29]
"Hattab oğlu Ömer, cuma günü
hutbede ayaktayken Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin ashabının ilk muhacirlerinden bir zat içeri girdi[30]. Ömer ona şöyle seslendi: “Bu hangi saattir böyle?”
O zat dedi ki,
— İşlerim vardı,
ezan sesini duyuncaya kadar evime dönemedim. Sadece abdest
alabildim.
Ömer dedi ki, "Gene mi abdest?
İyi biliyorsun ki, Allah’ın Elçisi yıkanmayı emrederdi[31]."
Ebû Hureyre, Allah’ın
Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet ediyor: “Haftada bir kere, başını ve vücudunu yıkamak her müslümanın
görevidir.”[32]
Ebû Saîd el-Hûdrî, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şu
sözüne şahid olduğunu söyledi: “Cuma günü yıkanmak erginlik çağına girmiş
herkesin görevidir. Dişlerini temizlemek ve koku sürünmek de öyle.”[33]
Enes b. Malik, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin Cuma
namazını güneşin meyli[34] sırasında
kıldırdığını söylemiştir[35].
Enes b. Malik şöyle dedi: “Cumaları erken davranır, kayluleyi[36] Cumadan sonra
yapardık[37].” Enes b. Malik
dedi ki: Allah’ın Elçisi soğuk havalarda namazı yani Cumayı erken kıldırır,
sıcak havalarda da hararetin düşmesini beklerdi[38].”
Seleme b. el-Ekva' şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi ile beraber Cuma
namazını güneş batıya kaydığı zaman kılar sonra geri döner gölge arardık[39]."
Seleme b. el-Ekva 'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Allah’ın Elçisi ile
birlikte Cuma namazını kılar, döner duvar diplerinde gölgeleneceğimiz bir gölge
bulamazdık[40]."
es-Sâib b. Yezid şöyle dedi: “Cuma günü, imam oturduğu zaman
ezan okunurdu”[41].
es-Sâib b. Yezid demiştir ki; “Peygamberimiz, Ebû Bekr ve Ömer zamanında ilk ezan, imam minbere
oturduğu zaman okunurdu. Osman zamanında insanlar çoğalınca ez-Zevrâ üzerinde okunan üçüncü ezanı ilave etti[42].”
İlave edilen bu
ezan, öğle vaktinin girmesiyle okunan birinci ezandır. İkincisi imam minbere
çıktıktan sonra okunur Cumanın farzından önce okunan ikamete de ezan dendiği
için yapılan ilave üçüncü ezan olmaktadır[43].
ez-Zevrâ Medine çarşısında bir yer idi. İbn Battal bunun, Mescidin kapısında büyük bir taş
olduğunu söylemekte, İbn Mâce ve İbn Huzeyme bu konuda şu açıklamayı yapmaktadır: “Üçüncü
ezanı, çarşıda, ez-Zevrâ denilen bir binanın damında okutmaya başladı. [44]”
Ebû Umâme b. Sehl b. Huneyf şöyle anlatıyor: “Muaviye
minberde otururken müezzin ezan okuduğunda "Allahu
ekber Allahu ekber" deyince Muaviye de Allahu ekber Allahu ekber"
dedi. Müezzin "Eşhedü en lâilâhe
illallah" deyince Muaviye "Ben de"
dedi. Müezzin "Eşhedü enne
Muhammeden abduhû ve resûluhû" deyince Muaviye,
"Ben de" dedi. Müezzin ezanı tamamlayınca dedi ki, "Ey insanlar
ben Allah’ın Elçisi’nin bu yer üzerinde, müezzin ezan okurken benden
işittiğiniz sözleri söylediğini işitmiştim[45].”
Ammar b. Yasir dedi ki, "Allah’ın Elçisi bize hutbeleri
kısa okumayı emretmişti[46]."
Cabir b. Semüre şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi cuma günü hutbesini
uzatmazdı, söylediklerinin toplamı bir kaç kelimeden ibaretti[47].”
Cabir b. Semüre şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi ile beraber çok
namaz kıldım. Namazı da orta halli, hutbesi de orta halli idi[48]. Kur’ân'dan ayetler okur, insanlara görevlerini hatırlatırdı[49].”
Ebû Vail diyor ki, Ammar bize
hitabetti, kısa ve güzel konuştu. Aşağı inince dedik ki, "Ebû'l-Yakzân, güzel ve özlü
bir hutbe okudun, biraz daha nefes sarf etseydin ya?
Dedi ki, "Ben Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini işittim: “Kişinin namazının uzun, hutbesinin kısa
olması dini anladığını gösterir; namazınızı uzatın, hutbeyi kısa tutun. Çünkü
bazı konuşmalar büyüleyicidir[50]."
Abdullah b. Ömer şöyle dedi: "Allah’ın Elçisi iki hutbe
okurdu. Minbere çıktığında (ezan bitinceye kadar) otururdu. Müezzin ezan
okurken onu görür gibiyim. Sonra kalkar hitap eder sonra oturur, bir şey
konuşmaz, sonra kalkar hutbe okurdu[51]."
Abdullah b. Ömer şöyle dedi: "Allah’ın Elçisi cuma günü
hutbeyi ayakta okur, sonra oturur, tekrar ayağa kalkardı. Tıpkı şimdi
yaptığınız gibi[52]."
Cabir b. Semüre dedi ki, “Allah’ın Elçisi iki hutbe okur ve arada
otururdu. Kur’ân okur, insanlara görevlerini hatırlatırdı[53].”
Câbir b. Abdullah dedi ki, “Allah’ın Elçisi cuma günü hutbe
okurken bir adam geldi. Ona;
"Namaz kıldın mı?" dedi. O da "Hayır" dedi. Dedi ki,
"Kalk iki rekât kıl[54]."
Câbir b. Abdullah’ın Allah’ın
Elçisi’nden yaptığı bir başka rivayet de şöyledir: "Sizden biri, cuma günü imam (hutbeye)
çıkmışken gelirse iki rekât namaz kılsın[55]."
Câbir b. Abdullah şöyle dedi: “Cuma günü Allah’ın Elçisi hutbe
okurken Gatafan kabilesinden Süleyk çıkageldi ve hemen oturdu. Allah’ın Elçisi
şöyle dedi: "Süleyk! Kalk, iki rekât namaz kıl. Caiz olacak kadar (kısa)
olsun." Sonra şöyle devam etti:
"Sizden biri cuma günü imam hutbe okurken içeri girerse iki rekât namaz
kılsın ve onu caiz olacak kadar (kısa)
kılsın." [56]
Ebû Hureyre, Peygamberimizin
şöyle dediğini haber vermiştir:
“Cuma günü imam hutbe okurken arkadaşına "sus" dersen lağvde[57] bulunmuş olursun[58]."
Ebû Hureyre Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir: “Kim güzelce abdest alır, Cumaya gider, dinler ve susarsa o cumadan bir
önceki cumaya kadar olan günahları bağışlanır ve buna üç gün de ilave edilir.
Kim bir taşa dokunursa lağvde bulunmuş olur[59]."
Ali radiyellahü anhın Kufe 'de minberden
şöyle hitap ettiği rivayet edilir. "Cuma günü olduğunda şeytanlar
bayraklarıyla birlikte çarşı pazarı dolaşır insanları Cumaya gitmekten alıkoyacak
bir kısım bahaneler ortaya çıkarır. Melekler de erken çıkar, mescidin kapısında
oturur, imam minbere çıkıncaya kadar birinci saatte ve ikinci saatte gelenleri
kaydederler. Kişi imamı görüp işiteceği bir yere oturur, sesini çıkarmaz ve lağivde bulunmazsa iki sevap kazanır. İmamı görüp işiteceği
bir yere yerleşir de lağiv yapar, susmazsa bir günah
kazanır. Cuma günü arkadaşına "sus" diyen lağivde
bulunmuş olur. Lağivde bulunanın bu Cumadan alacağı
kalmaz." Ali sözünü
şöyle bitirdi: "Allah’ın Elçisi’nin böyle söylediğini işitmiştim[60]."
İbn Mes'ud, Allah’ın
Elçisi’nin hutbe okurken söze şöyle başladığını rivayet etmektedir:
"اَلْحَمْدُ
للهِ نَسْتَعِينُهُ
وَنَسْتَغْفِرُهُ،
ونَعُوذُ بِاللهِ
مِنْ شُرُورِ
أَنْفُسِنَا،
مَنْ يَهْدِهِ
اللهُ فَلاَ مُضِلَّ
لَهُ، وَمَنْ
يُضْلِلْ فَلاَ
هَادِيَ لَهُ
وَأَشْهَدُ أَنْ
لاَّ إِلَهَ إِلاَّ
اللهُ، وَأَشْهَدُ
أَنَّ مُحَمَّدًا
عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
أَرْسَلَهُ بِالْحَقِّ
بَشِيرًا وَنَذِيرًا
بَيْنَ يَدَيِ
السَّاعَةِ،
مَنْ يُطِعِ
اللهَ وَرَسُولَهُ
فَقَدْ رَشَدَ،
ومَنْ يَعْصِهِمَا
فَإِِنَّهُ
لاَ يَضُرُّ إِلاَّ
نَفْسَهُ، وَلاَ
يَضُرُّ اللهَ
شَيْئًا".
“Allah’a hamdolsun,
ondan yardım ister, bağışlanma talep eder, nefislerimizin şerrinden ona
sığınırız. Allah kime hidayet verirse onu saptıracak yoktur. Kimi de sapık sayarsa
onu doğru yolda sayacak yoktur. Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik
ederim. Muhammed’in Allah'ın kulu ve resulü olduğuna da şahitlik ederim. Onu,
müjdeleyici ve uyarıcı olarak Kıyâmetin önü sıra göndermiştir. Kim Allah'a ve
Resulüne boyun eğerse olgunlaşmıştır. İsyan eden de
İbn Şihâb yukarıdaki duaya şunu eklemektedir: "Rabbimiz olan Allah'tan bizi
kendisine ve Peygamberine boyun eğen, rızasının peşinde olan ve onu üzecek
şeylerden sakınanlardan eylemesini niyaz ederiz. Varlık sebebimiz Allah’tır ve
biz onunuz[62]."
Semüre b. Cündüb, Allah’ın Elçisi
salallahü aleyhi ve sellemin
şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Hutbede hazır bulunun ve imama yaklaşın. Çünkü devamlı uzak duran, Cennete
girse bile gerilerde kalır[63].”
Câbir b. Abdullah Allah’ın Elçisi’nin şöyle
dediğini rivayet ediyor: “Cuma
günü on iki(saat)tir. Bir müslüman o saatte Allah'tan
bir şey isterse muhakkak verir. Onu İkindinin son saatinde arayın[64]."
Enes b. Malik, Allah’ın
Elçisi’nin şöyle dediğini rivayet ediyor: "Cuma günü umut saatini İkindiden sonra güneş batıncaya kadar
arayın[65]."
Ebû Hureyre radiyellahü anh, Peygamber sallallahu aleyhi
ve sellemin cuma gününden bahsederek şöyle dediğini
haber veriyor: "Cuma
gününde bir zaman vardır ki, o saatte bir müslüman
namaz kılarken Allah'tan bir şey isterse muhakkak verir." Peygamber eliyle
bu zamanın kısa olduğunu işaret etmiştir[66].”
Hanefi mezhebinde Cumayı
kılmanın farz olması için bazı şartlar aranır. Bunlardan biri, Cumayı kıldıran
imamın sultan veya onun görevlendireceği bir kişi olmasıdır.
Bu görüşün sebebini bilmeyenler, Sultanı devlet başkanı olarak anlamışlar ve
Hanefî mezhebine göre Cumayı, müslüman devlet
başkanının veya onun görevlendireceği bir kişinin kıldırması gerektiğini zannetmişlerdir.
Buna, bazı hayali gerekçeler ekleyenler, Hanefî mezhebinin Cuma namazı için
belirlediği şartların Türkiye 'de oluşmadığını öne sürmüşlerdir. Bu iddia
şöyle özetlenebilir: "Türkiye laik tir. Burada
devlet başkanının Cuma kıldırması söz konusu olamaz. Cuma İslâmî
egemenliğin simgesidir. Laik yönetim İslam'ın egemen olmasını kabul etmez.
Bu sebeple böyle bir yönetimin görevlendireceği imamların arkasında Cuma namazı
kılınmaz."
Çoğunluğu genç
olan bir çok müslüman bu görüşün etkisine girmiş,
Cuma namazı kılmamaya başlamış ve bunu İslam'ın egemen olması uğruna yapılan
bir cihad olarak değerlendirmiştir.
Hanefî mezhebi böyle bir tavrı asla kabul etmez. Bu gerekçelerle
ortaya çıkanlar, Cuma namazına engel oldukları için ağır bir vebal
altındadırlar.
Cuma ile ilgili
Hanefîlerin delil aldıkları hadis şudur:
Câbir b. Abdullah Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellemin bir gün şöyle bir konuşma
yaptığını naklediyor: "Ey
insanlar! Ölmeden önce tevbe edip Allah'a yönelin.
Meşguliyetler bastırmadan iyi işler yapmak için elinizi çabuk tutun. Sık sık hatırlayarak, gizli ve açık, bol bol
Şunu iyi bilin ki, Allah Teâlâ
şu bulunduğum yerde, bu günümde, bu ayımda, bu yılımdan Kıyâmet gününe kadar
devam edecek bir farz olarak size Cuma namazını farz kılmıştır. Ben hayatta
iken ya da benden sonra kim, âdil veya zâlim bir
başkanı varken, önemsemeyerek veya farzlığını kabul etmeyerek Cumayı kılmazsa,
Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin. Allah onun işini
bereketlendirmesin. Bakın! Böyle
birinin ne kıldığı namaz, ne verdiği zekat, ne gittiği hac, ne tuttuğu oruç ne
de yaptığı iyilik kabul edilir. Tevbe ederse o başka. Tevbe
edenin tevbesini Allah kabul eder[67]."
Aşağıda
görüleceği gibi bu hadis, Hanefîlerden Şemseddin es-Serahsî (ö.483 h.) Alaüddin
el-Kasânî (ö.587 h.) ve Kemalettin
b. Hümam (ö. 593 h.) tarafından Cuma namazının Sultan
veya onun görevlendireceği biri tarafından kıldırılmasının delili sayılmıştır.
Ancak hadisi
rivayet edenlerden Abdullah b. Muhammed el-Adevî ile Ali b. Zeyd b. Ced'ân zayıf kişiler olduğundan hadis, senet yönünden
zayıf görülmüş[68] ve bazı Hanefî
fıkıh kitapları tarafından sultan konusu için delili sayılmamıştır. el-Hidâye, bu
kitaplardandır.
Alaüddin el-Kâsânî’ye göre
"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin, dört görevin valilere (yöneticilere) ait olduğunu
söylediği ve cumayı bunlar arasında saydığı, rivayet edilmiştir." Ancak Kemâlüddin b. Hümâm, bu sözün
tabiînden Hasan-ı Basrî 'ye ait olduğunu
belirtmiştir.[69] İmam Serahsî bu sözü hadis değil, eser olarak zikretmiştir.
Sahabinin veya selefin sözlerine eser dendiği için[70] Mebsut'un ifadesi İbn-i Hümâm 'ı destekler. Biz
de hadis kitaplarında böyle bir hadise rastlayamadık.
Hanefîlerin
dayandıkları esas delil maslahattır. Maslahat, bir işin iyi ve
hayırlı olmasına sebep olan şeydir. Karşıtı mefsedettir.
İslam, koyduğu hükümlerinde maslahatları hep dikkate almıştır. Bu sebeple İslamın her hükmü hikmete uygun, yani daha iyisi olamayacak
şekilde yerli yerindedir.
Maslahata kamu
yararı denebilir. Cuma namazını Sultanın veya Sultan tarafından görevlendirilecek bir kişinin kıldırmasında
kamunun yani müslümanların yararı vardır. Şöyle ki,
Cuma namazı, bir yerleşim bölgesinde, erginlik çağına girmiş bütün müslüman erkeklerin bir araya gelerek kıldıkları namazdır.
Bu namazı kıldıracak kişi önceden belli
olmazsa aşağıda daha açık olarak belirtileceği gibi insanlar bu hususta
anlaşmazlıklara ve ölümle sonuçlanabilecek çatışmalara girebilirler. Okunacak
hutbe, insanları fitne ve fe
Böyle bir
maslahata uyulmasının zararı da yoktur. Çünkü Cuma imamı, imamlık için gerekli
asgari şartları taşıyorsa onun işgal ettiği veya tayin edildiği makamın
kusurları namaza mani olmaz. Sultan veya onun yerine geçecek
bir kişi yoksa müslümanların kendi aralarında
belirleyecekleri bir imamın arkasında namaz kılmaları mümkündür. Bu sebeple
sultan şartı Cumanın terk edilmesine yol açmaz.
Cuma namazını
hayatı boyunca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kıldırmıştır. O, hem peygamber hem de devlet başkanı
idi. Ondan sonra da merkezde halifeler, taşrada oranın en yetkili yöneticileri
kıldırmıştır. Dolayısıyla sultan şartı, öteden beri var olan uygulamanın
tespiti mahiyetindedir.
Bu şartları
ihtiva eden bir maslahat, Hanefî mezhebine göre şer'î delillerden sayılır ve
ona dayanılarak hükümler konabilir.[71] Cuma namazı ile ilgili sultan şartı bu şekilde
konmuştur.
Aşağıdaki
açıklamalardan anlaşılacağı gibi sultan,
cuma namazı kılınan yerin en yetkili amiri demektir. İlçenin sultanı kaymakam,
ilin sultanı vali, ülkenin sultanı devlet başkanıdır. Eğer yetkili kişinin
olmaması yahut anarşi ve terör sebebiyle yetkili amirin yetkisini kullanamaması
söz konusu ise o zaman müslümanlar kendi aralarından birini imam seçerek cuma namazını kılarlar. Şimdi Hanefîlerin
temel kaynaklarında konunun nasıl ele alındığına bakalım:
Şemsüddin es-Serahsî 'nin (ö.483 h.) el-Mebsût adlı eseri, Hanefî mezhebini sonraki nesillere
aktaran İmam Muhammed 'in altı
kitabının[72] şerhidir. Bu altı
kitaptaki görüşlere zahirü’r-rivaye
denir. Bu görüşler güvenilir yollarla bize ulaşmış kabul edilir. el-Mebsut’un konu ile ilgili ifadeleri şöyledir:
"Bize göre
sultan Cumanın şartlarındandır. Allah ondan razı olsun, İmam Şafiî bu görüşte değildir. O, Cuma namazını diğer
farz namazlara kıyaslayarak sultan ile halkı bu konuda aynı kabul etmiştir.
Bizim delilimiz Cabir radiyellahü anhın rivayet ettiği, " ... zalim veya adil bir imamı
(başkanı) olduğu halde Cumayı terk eden..." ifadelerini taşıyan hadisidir.
Bu hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Cumayı terk edenin cezayı hak etmesi için imamının yani başkanının olmasını şart
koşmuştur. Eserde (yani sahabeden birine ait bir sözde) "Dört görevin yöneticilere
ait olduğu, Cumanın bunlardan biri bulunduğu" belirtilmiştir. Bir de
insanlar Cumayı kılabilmek için küçük cemaatleri bırakarak bir yere
toplanırlar. Sultan şartı olmasa fitne çıkar. Çünkü bazı kimseler önceden
camiye gelip kendilerince geçerli bir maksatla Cumayı kılabilirler. Bu durumda
arkadan gelen cemaat Cumayı kaçırmış olur. Burada açık bir fitne vardır. Bu
sebeple Cuma namazı, insanların işleri ve onların arasında adaletli davranma
ile görevli imama (başkana) bırakılmıştır. Bu, fitnenin yatışması için daha
uygun olur[73]."
Alaüddin el-Kâsânî 'nin (öl.. 587 h.) el-Bedaiu’s-sanai' fî tertîbi’ş-şerai' adlı eseri Hanefî mezhebinin güvenilir kaynaklarındandır.
el-Bedâî’nin konu ile ilgili ifadeleri şöyledir:
"Bize göre sultan,
Cumanın edasının şartıdır. Öyle ki, sultan veya naibi (görevlisi) bulunmazsa Cumayı kılmak caiz olmaz. İmam
Şafiî sultanın şart olmadığını söylemiştir. Ona göre
Cuma farz bir namazdır, diğer namazlarda olduğu gibi bunun kılınması için de
sultanın varlığı şart değildir. Bizim delillerimiz şunlardır: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem "
... âdil veya zâlim bir imamı (başkanı) varken..." ifadelerini taşıyan
hadisinde, Cumayı kılmayanın cezayı hak etmesi için imamın (yani yöneticinin)
bulunmasını şart koşmuştur. Ayrıca
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin "Dört görevin valilere (yöneticilere) ait
olduğunu söylediği ve Cumayı bunlar arasında saydığı " rivayet edilmiştir.
Bir de Cuma namazının edası için sultan şartı olmasaydı fitne çıkardı. Çünkü Cuma, büyük kalabalıklarla kılınan bir
namazdır. Şehrin bütün halkının önüne geçip namaz
kıldırmak bir şeref, itibar ve saygınlık kabul edilir. Saygınlık kazanma ve
başkan olma hevesinde olanlar Cumayı kıldırmak için birbirleriyle yarışa
girerlerdi, bundan dolayı aralarında çekişme ve anlaşmazlıklar çıkardı. Bu da
ölümle sonuçlanacak çatışmalara yol açardı. Onun için bu görev valiye
bırakılmıştır ki, Cumayı ya kendi kıldırsın ya da bu iş için yetkili gördüğü bir kimseyi tayin
etsin. Bu durumda ya
valinin emrine uymayı vacip gördüklerinden veya cezalandırılma korkusundan
dolayı bazı kimseler imam olmak için
niza’ çıkarmaktan kaçınırlar.
Görev sultana
bırakılmazsa camiye gelen her grup, namazı ayrı ayrı
kılarak Cumadan beklenen faydanın kaybolmasına yol açabilir. Çünkü Cuma namazı,
tam bir fazilet elde etmek için insanların bir araya gelerek kıldıkları namazdır.
Ya da namaz
Sultan yoksa
Anarşi veya ölüm
gibi bir sebeple imamın (en yetkili
kişinin) bulunmaması veya yeni valinin henüz göreve başlamamış olması halinde, İmam Kerhî, halkın kendilerine
namaz kıldıracak bir kişinin imamlığı üzerinde anlaşmalarında sakınca görmemiştir.
el-Uyûn adlı kitapta İmam Muhammed 'in de bu görüşte
olduğu kaydedilmiştir. Çünkü Osman'ın etrafı anarşistler tarafından sarılınca
halk Ali'ye gitti, o da onlara Cumayı kıldırdı.
el-Uyûn'da Ebû Hanîfe 'den şöyle bir
görüş de rivayet edilmiştir: Bir şehrin valisi ölse, ölüm haberi Cumaya kadar
halifeye ulaşmasa, Cuma namazını, ölenin vekili veya Emniyet Müdürü yahut kadı
kıldırsa namaz sahih olur. Fakat bu durumda halk bir başkasını imamlığa
geçirirse olmaz. Çünkü bu görevliler vali hayatta iken onun yerine namaz
kıldırma yetkisine sahip kimselerdir. Ölümünden sonra halife, valilik görevini bir başkasına verinceye
kadar yetkileri devam eder.
Nevâdiru’s-salât adlı kitapta şu bilgiler vardır: "Önceki sultan hutbe okurken yeni tayin
edilen sultan çıkagelse de hutbenin tamamlanmasını istese, bu hutbeden sonra
yeni sultanın cumayı kıldırması caiz olur. Çünkü eski sultan hutbeyi onun müsaadesiyle
okumuş ve onun naibi (görevlendirdiği kimse) durumuna gelmiş olur. Yeni gelen
sultan, öncekinin hutbeyi tamamlamasını istemeden sessizce bekledikten sonra geçip
Cumayı kıldırmak istese caiz olmaz. O,
Yeni atanan sultan geldiğinde birincisi hutbeyi tamamlamışsa
namazı kıldırması caiz olmaz. Çünkü okunan, görevden alınmış imamın (sultanın)
hutbesidir. İkincisi de kendi hutbesini okumamıştır. Hutbe Cuma namazının
şartıdır. Bütün bunlar birinci sultanın ikinciden haberdar olması halinde
geçerlidir. Eğer birinci ikincinin geldiğini bilmez de hutbeyi okuyup namazı
kıldırır ve yeni gelen de sesini çıkarmazsa namaz geçerli olur. Çünkü birinci,
ikincinin geldiğini öğrenmeden görevden alınmış olmaz. Ama görevden alındığına dair bir yazının veya
habercinin gelmesiyle de birincinin görevi sona erer.
Bir köle, sultan
(yönetici) olsa, kendisi veya görevlendireceği bir kişi Cumayı kıldıracak olsa
namaz geçerli olur. Yolculuk halinde (seferî) olan sultan da aynıdır. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
Mekke'yi fethettiği sene, yolcu durumunda olmasına rağmen orada Cumayı
kıldırmıştır. Hatta bir gün öğlen namazını iki rekat olarak kıldırdıktan sonra
Mekkelilere şöyle seslenmişti: "Mekkeliler! Siz namazını tamamlayınız, biz
seferiyiz." Köle konusunda da Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellemin
şu sözüne dayanırız: "Başınıza burnu kesik Habeşli bir köle, sultan
(yönetici) olarak tayin edilse ona boyun eğiniz. " Eğer böyle bir kimsenin imam olması caiz olmasaydı ona boyun
eğmek farz kılınmazdı.
Kadının veya
erginlik çağına girmemiş akıllı bir çocuğun Cuma namazını kıldırmaları caiz
değildir. Bunlar diğer namazlarda da imamlık yapamadıklarına göre Cuma
imamlığını öncelikle yapamazlar. Kadın, sultan (yönetici) olsa da uygun bir
kişiyi imam olarak görevlendirse ve bu kişi Cumayı kıldırsa sahih olur. Çünkü
kadının sultan veya kadı olması genelde sahihtir[74]."
Bürhanüddin Ali b. Ebîbekr el-Merğinânî'nin (ö. 593 h.) el-Hidaye adlı
kitabının konuyla ilgili ifadeleri aşağıya alınmıştır. Bu kitap da mezhebin
güvenilir kaynaklarındandır.
"Cuma namazını sultan veya onun görevlendireceği kişiden başkası kıldıramaz.
Çünkü bu namaz büyük bir cemaatle kılınır. Böyle bir cemaatin önüne kimin geçeceği, kimin Cumayı kıldıracağı hususunda ya da başka hususlarda anlaşmazlık çıkabilir. Dolayısıyla Cuma namazının tam olarak kılınabilmesi için bu şartın
yerine getirilmesi kaçınılmazdır[75]."
Dikkat edilirse
sultanın şart koşulmasının gerekçesi olarak bir ayet veya hadisten
bahsedilmemekte
Kemalüddin b. Hümâm (ö. 681 h.) şöyle der:
“Bir şehrin
valisi öldüğü zaman ikinci vali göreve başlayıncaya kadar birincinin
görevlendirdiği kişi veya emniyet müdürü yahut kadı namazı kıldırır.
Bir kimse şehrin
idaresine zorla el koyup hakimiyeti ele geçirerek tam bir vali gibi davranırsa
onun bulunmasıyla Cuma kılınabilir. Çünkü böylece sultanlığı gerçekleşmiş ve
şart yerine gelmiş olur. "[76]
İbn-i Abidin diye şöhret bulmuş olan Muhammed Emîn b. Ömer
( ll98-l252 h.) l9. asırda yaşamış Osmanlı alimlerindendir. Asıl adı "Reddü’l-muhtar ale'd-dürri’l-muhtar" olan eserinde şöyle der:
"et-Tatarhâniye adlı fetva kitabında, "Cuma namazını
kıldıracak imamı görevlendiren sultanın müslüman
olması şart değildir. " şeklinde
bir fetva yer almaktadır. "Kafir valilerin yönetimi altında olan
beldelerde müslümanların Cuma ve bayram namazlarını
kılmaları caizdir."[77]
Sultanın şart
koşulmasının sebebi bir fitne çıkmadan Cumanın huzur içinde kılınması olduğuna
göre Cuma imamını tayin eden makamın müslüman
olmasının şart koşulmaması normaldir. Çünkü böyle bir sultanın tayin ettiği
imamın görevine de kimse mani olamaz. Böylece Cuma namazı huzur içinde kılınır.
Sultan kelimesinin anlamı:
Sultan, bir yerin
en yetkili amiri anlamındadır. İlçenin sultanı kaymakam, ilin sultanı vali,
ülkenin sultanı devlet başkanıdır. Devlet başkanları bulundukları şehrin
sultanı olduklarından başkentte Cuma namazını kıldırma yetkisi onlarındır.
Ömer Nasuhi BİLMEN sultanla ilgili olarak şu ifadeleri kullanır:
"Cuma namazını ya en büyük veliyyülemr veya onun izniyle diğer bir zat kıldırmalıdır[78]. "
Veliyyülemr, yetkili kişi
demektir. En büyük veliyyülemr de en yetkili kişi
anlamına gelir. Bu, namaz kılınan yer itibariyledir.
Cuma namazı salih bir imamın arkasında kılınabileceği gibi günahkar
imamın arkasında da kılınabilir. Bir zat Muhammed b. en-Nadr 'a gelerek dedi
ki, "Benim komşularım var,
kendi arzularına uyarak Cuma namazına gelmiyorlar?
en-Nadr dedi ki ,
" Baksana, Ebû Bekr ve Ömer 'e
karşı gelen kişi hakkında ne dersin ?"
- Kötü adam.
- Peygamber sallallahu
aleyhi ve selleme karşı gelirse ?
- Kafir sayılır.
- Ya yüce Allah'a
karşı gelirse ne olur ?
Bir süre kendinden geçti, aklı başına
gelince şöyle devam etti :
"Kendinden
başka ilah olmayan Allah aşkına siz de ona karşı durun. Çünkü Allah Teâlâ şöyle demiştir : "Müminler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında hemen Allah'ı
anmaya yönelin." Allah Teâlâ Abbâsîlerin
yönetimi ele geçireceklerini biliyordu. Cuma namazı İslam’ın açık
simgelerindendir. Onu yöneticiler kıldırır, başkaları değil. Bu namazı onların
arkalarında kılmamak namazın tamamen kılınmamasına sebep olur[79]."
[1] Ebû Davûd, Cuma 1067.
[2] Ebû Davûd, Cuma 1056. Bunu Peygambere isnad
eden
[3]
“Benden daha hayırlı olan biri “ifadesiyle
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemi kasdetmiştir. (Bedruddin el-Aynî, Umdet’ül-kârî şerhu sahihi’l-Buhari, Mısır 1972, c. V, s. 280)
[4] Buharî, Cuma 14.
[5] Ebû Davûd Cuma 1070. Hadisi Neseî Îyd l592'de, İbn Mâce Salat
1310'da tahric etmiştir.
[6] Ebû Davud Cuma 1073, İbn Mace Salat
l311. Ebû Davud'u şerhedenlerden Hattâbî’ye göre
“Bu hadisin isnadında şüpheler (mekal) vardır. Eğer hadis
sahih ise anlamının şöyle olması daha uygundur: "İsteyen Cumaya
gelmeyebilir ama öğle namazından sorumluluğu devam eder. Bana göre İbnü’z-Zübeyr'in yaptığı caiz
değildir. Ama Cuma namazının zevalden önce kılınabileceği görüşüne hamledilirse
başka. Böyle bir görüş İbn Mes'ud'dan
rivayet edilmiştir. Ama İbn Abbas'tan
rivayet edildiğine göre İbnü’z-Zübeyr'in
davranışı kendisine iletildiğinde bunun sünnete uygun olduğunu ifade etmiştir.
Ata şöyle dedi: Her bayram kuşlukta (kılınır), Cuma, Kurban ve Ramazan. İbn İshak'ın İbn
Mansur'dan, onun da Ahmed
b. Hanbel'den naklettiğine göre Ahmed
b. Hanbel'e “Cuma zevalden önce midir, yoksa sonra
mı?” diye soruldu, o da zevalden önce kılarsan ayıplamam.“ dedi. İshak da öyle demiştir. Buna göre İbnü’z-Zübeyr bayram namazı vaktinde kıldığı iki rekât ile Cumaya
niyet etmiş, bayram namazını da ona tabi
kabul etmiş olabilir. (el-Hattâbî, Hamd b. İbrahim, Kitâbü meâlimi’s-sünen, İstanbul 1981, Ebu
Davud'un şerhi olup onun hamişinde yer alır. c. I, s.
647-648)
[7]
Cuma namazı cemaatle kılındığı için öğle namazını kıldıkları anlaşılmaktadır.
[8] Ebû Davûd Cuma 1071.
[9] Buharî, Cuma 11. Cüvâsâ, Bahreyne bağlı köylerdendir. İbnü’t-Tîn,
Şeyh Ebu'l-Hasen'den,
oranın bir şehir olduğunu rivayet etmiştir. el-Cevherî'nin es-Sıhâh adlı eserinde ve ez-Zemahşerî'nin el-Büldân adlı
eserinde burasının Bahreyn'de bir kale olduğu
yazılıdır. Ebû Abîd,
burasının Bahreyn'de Abdülkays kabilesine ait bir
şehir olduğunu söylemiştir. (el-Aynî, Umdet'ül-kârî,
c. V, s. 270)
[10] Buhârî, Cuma 15. Zaviye Basra'nın dış mahallelerinden bir
yerin adıdır. Basra’ya uzaklığı iki fersahtır. Bir Fersah üç mil, bir mil dörtbin
adımdır.(el-Aynî, Umdet'ül-Kârî, c. V, s. 281-282)
Bugünkü uzunluk ölçülerine göre bir fersah 7500 mimari arşınıdır. Bir mimari
arşını
[11]
Burası Medine'ye bir mil uzaklıkta bir yerleşim yeridir. (Hattâbî,
Kitâbü Meâlimi’s-Sünen, c. I, s. 645).
[12] Ebû Davûd, Cuma 1069.
[13] Buhârî, Cuma l8.
[14]
Müslim Cuma 16; Ebû Davûd,
Cuma 1048.
[15]
"Evinde” ifadesi Müslim'de geçmektedir.
[16] Buhârî Cuma 39, Müslim Cuma 71.
[17] Ebû Davûd Cuma 1127.
[18] Ebû Davûd Cuma 1130.
[19] Ebû Davûd Cuma 1128.
[20]
Müslim Cuma 73, Ebû Davûd
Cuma 1128.
[21]
Müslim Cuma 67-68; Ebû Davûd
Cuma 1131; Tirmizi Cuma 523.
[22] Buhârî, Cuma 1; Müslim, Cuma 21.
[23]
Müslim, Cuma 22.
[24] Buhârî Cuma 4; Müslim Cuma 10.
[25] Buhârî, Cuma 6.
[26]
Müslim, Cuma 27.
[27] Ebû Davûd, Cuma 1078.
[28] Tirmizi, Cuma 497.
[29] Buhârî ve Müslim, Cuma 2.
[30] Ebû Hureyre'den gelen bir
rivayette bu zatın Osman olduğu belirtilmektedir. (Müslim, Cuma 4)
[31] Buhârî Cuma 2; Müslim Cuma 3.
[32] Buhârî Cuma 12; Müslim Cuma 9.
[33] Buhârî Cuma 3.
[34]
Güneşin meyli, tam tepe noktasından batıya doğru kaymasına denir. Bu vakit öğle
vaktinin başlangıcıdır.
[35] Buharî, Cuma 16; Ebû Davûd Cuma 1084;Tirmizî Cuma 503.
[36] Kaylule, gündüz vakti bir miktar uyumaktır. Genellikle
sıcağın şiddetli olduğu saatlerde yapılır.
[37] Buharî, Cuma 16.
[38] Buharî, Cuma 17.
[39]
Müslim Cuma 31.
[40]
Müslim Cuma 32.
[41] Buhârî, Cuma 24.
[42] Buhârî, Cuma 21.
[43]
el-Aynî, Umdet’ül-kârî , c. V, s. 298.
[44]
el-Aynî, Umdet’ül-kârî , c. V, s. 299.
[45] Buhârî, Cuma 23.
[46] Ebû Davûd, Cuma 1106.
[47] Ebû Davûd, Cuma 1107.
[48]
Buradan sonraki kısım Ebû Davûd'da
geçmektedir.
[49]
Müslim, Cuma 41, Ebû Davûd,
Cuma 1101.
[50]
Müslim, Cuma 47.
[51] Ebû Davûd Cuma 1092.
[52] Buhârî, Cuma 27, Müslim Cuma 33.
[53]
Müslim, Cuma 34; Ebû Davûd,
Cuma 1094; Neseî, Cuma 1419; İbn
Mâce, Cuma 1106.
[54] Buhârî, Cuma 33; Müslim, Cuma 55. Buhari’de,
"iki rekât kıl.” ifadesi geçiyor, "Kalk”
ifadesi Müslimin rivayetinde vardır.
[55]
Müslim, Cuma 57.
[56]
Müslim, Cuma 60.
[57] Lağv, değersiz
faydasız ve uygunsuz söz, davranış vs. anlamına gelir.
[58] Buhârî, Cuma 36; Müslim, Cuma 11.
[59] Ebû Davûd, Cuma 1050.
[60] Ebû Davûd, Cuma 1051.
[61] Ebû Davûd, Cuma 1097.
[62] Ebû Davûd, Cuma 1098.
[63] Ebû Davûd, Cuma 1108.
[64] Ebû Davûd, Cuma 1048.
[65] Tirmizî, Cuma 489.
[66] Buhârî, Cuma 37; Müslim, Cuma 13.
[67] İbn Mâce, İkametü’s-salah
78.
[68] İbn Mâce, İkâmetu’s-salah,
78.
[69] Kemalüddin b. Hümâm, Fethü’l-kadîr, Mısır l3l5/1897, c. I, s. 412.
[70] Ömer
Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiyye Kamusu, c. I, s. 26.
[71]
Ömer Nasuhi Bilmen, a.g.e. c. I, s. 199-200.
[72] İmam
Muhammed'in altı kitabı şunlardır : 1- el-Asl (diğer
adı el-Mebsût) 2- ez-Ziyâdât,
3- el-Camiu’s-sağîr, 4- el-Camiu’l-kebîr, 5- es-Siyerü’s-sağîr, 6- es-Siyerü’l-kebîr.
[73] Şemsüddin
es-Serahsî, el-Mebsût,
Mısır l324/1906, c. II, s. 24.
[74] Alaüddin
el-Kâsânî, el- Bedâi'üs-sanâi fi tertibi’ş-şerâi’, Beyrut l394/l974, c. I, s. 261-262.
[75] Burhaneddin
Ali b. Ebîbekr el-Merğinânî,
(öl.593 h.) el-Hidâye, c.I,s. 412, Fethü’l-kadîr ile birlikte.
[76] Kemalüddin
b. Hümâm, Fethü’l-kadîr, c.
I, s. 412.
[77] İbn Abidîn, Haşiyetü
reddi’l-muhtar ale’d-dürri’l-muhtar, K. Kaza, Matbaa-i Âmire , c. IV, s. 427.
[78]
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali , İstanbul
l962, s. 210.
[79] İbn Kudâme, el-Muğnî, Beyrut 1404/1984, c. II, s. 27.