Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“… Onlara verdiklerinizden bir şey almanız
size helal olmaz.
Eşler, Allah'ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından
korkarlarsa, o başka. Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından siz de
korkarsanız, kadının fidye verip
kendini kurtarmasında her ikisi için de bir günah yoktur. Bunlar Allah'ın
koyduğu sınırlardır. Onları aşmayın. Kim Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa,
işte onlar zalimlerdir.” (Bakara 2/229)
Evliliğin yürümeyeceği endişesine kapılan kadın,
durumu yetkililere bildirir. Onlar da aynı endişeyi duyarlarsa kadına iftidâ yetkisi
verirler. Kadın, ayrılmaya karar verirse, kocasından aldığını geri
verir. Âyette geçen, “Onlara verdiklerinizden...” ifadesi, kadının kocasından
aldığı mehrin tamamı olarak anlaşılabileceği gibi, bir kısmı
olarak da anlaşılabilir. Bunlardan ne kadarının geri verileceğine yetkililer
karar verirler. Kocanın suçu yoksa tamamını geri vermek gerekir.
Yetkili makam mahkemedir. Mahkemenin olmadığı yerde
hakeme başvurulur. Mahkeme de işi hakeme havâle edebilir. Aşağıdaki örneklerde
kadın, peygamberimize ve halife Ömer’e başvurmuştur.
Ensar’dan Sehl’in kızı Habîbe, Sâbit b. Kays ile evliydi. Bir gün Peygamberimiz sabah
namazına çıkmıştı. Habîbe’yi, alaca karanlıkta kapısının önünde buldu. “Sen
kimsin?” dedi. “Sehl’in kızı Habîbe’yim” diye cevap verdi. “Neyin var?” dedi.
“Sâbit ile birlikte olamayacağım” dedi. Kocası Sâbit gelince Peygamber ona: “İşte Habîbe! Allah ne
vermişse söyledi.” dedi. Habîbe dedi ki: “Ey Allah’ın Elçisi, onun bana
verdiklerinin hepsi duruyor.” Allah’ın Elçisi Sâbit’e dedi ki; “Al o malı
ondan”. O da aldı ve Habîbe ailesinin yanında oturdu[1].
Konu ile ilgili
farklı rivâyetler şöyledir:
“Sâbit b. Kays’ın eşi dedi ki:
Onu ahlak ve din yönünden suçlamıyorum ama müslüman olduktan sonra nankör olmak
istemem. Elimde değil[2], ondan nefret etmekten kendimi alamıyorum[3]. Allah’tan korkmasam
yanıma geldiğinde yüzüne tükürürüm[4].”
“Habîbe Peygamberin komşusu idi. Sâbit onu dövmüştü[5]. O, sert mizaçlı
biri idi[6]. O kocasından
olabildiğince nefret ediyor ama kocası onu çok seviyordu[7].”
“Allah’ın Elçisi; “Sana verdiği bahçeyi iade eder
misin?” dediğinde Habîbe, fazlasını dahi verebileceğini söyledi. Allah’ın
Elçisi: “Fazlasına hayır. Fakat bahçesini verirsin” dedi[8].”
Ömer b. el-Hattab’a kocasını
şikâyet eden bir kadın geldi. Kadın, içerisinde saman (çer-çöp) bulunan bir eve
hapsedildi ve geceyi orada geçirdi. Sabah olduğunda Ömer gecesinin nasıl
olduğunu sordu. Kadın “Böyle parlak bir gece geçirmedim” dedi. Bunun üzerine
Ömer kocası hakkındaki düşüncesini öğrenmek istedi. Kadın onu övdü ve ardından
“O yok mu o!? Fakat elimden başka bir şey gelmiyor!” dedi. Bunun üzerine Ömer
iftidâ hususunda ona izin verdi[9].
Ömer, kadının
kocasıyla birlikte yaşayıp yaşayamayacağını anlamak istemişti. Gerek Peygamberimiz
gerekse Ömer, nefretin nedenini sormamıştır.
Şu âyet, iftidâ konusuna açıklık getirmektedir:
“Müminler! Mümin kadınlar hicret ederek size gelirlerse onları imtihandan
geçirin. Onların imanlarını en iyi Allah bilir. Eğer mümin olduklarını öğrenirseniz,
onları kâfirlere geri çevirmeyin. Bunlar onlara helal olmazlar. Onlar da bunlara helal olmazlar.
Onların bunlara harcadıklarını geri verin. Bu kadınların mehirlerini
kendilerine verdiğiniz zaman, onlarla evlenmenize engel yoktur. Kâfir kadınların ismetlerine yapışmayın; onlara harcadığınızı
isteyin. Onlar da harcadıklarını istesinler. Bu, Allah'ın size hükmüdür;
aranızda o hükmeder. Allah bilir, doğru karar verir.” (Mümtahine 60/10)
Peygamberimizin
Mekkeli müşriklerle yaptığı Hûdeybiye antlaşmasının
maddelerinden biri şöyleydi: “Senin
dininden de olsa, bizden hangi adam sana gelirse bize geri göndereceksin.” Sonra Hûdeybiye’de bir grup
Mekkeli Müslüman kadın çıka geldi. Bunun üzerine yukarıdaki âyet indi[10]. Antlaşma
şartında “adam” diye tercüme
ettiğimiz (رجل = racul, erkek) kelimesi vardı. Kadınlar o kapsama
girmediğinden Peygamberimiz, âyetteki şartlara uyan o kadınlarla biat etti ve
onları geri çevirmedi[11].
Âyet, evli olduğu
halde, inançları sebebiyle kaçıp Müslümanlara sığınan kadınları konu
etmektedir. Onların bu tavırları, kocalarından ayrılmaya karar verdiklerini
gösterir. Yoksa bu kararı vermediği için Mekke’de kalan
müslüman hanımlar da vardı. Hûdeybiye ile
ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Eğer
onların arasında olan ve henüz tanımadığınız mümin erkeklerle mümin kadınları
ezmeniz ve ondan dolayı size leke sürülmesi ihtimali olmasaydı Allah savaşı önlemezdi. Allah, dileyeni ikramı içine
almak için böyle yaptı. Eğer onlar
ayrılmış olsalardı, onların kâfir olanlarını acı bir azaba çarptırırdık.” (Fetih 48/25)
Mümtahine 10. âyeti bölümler halinde inceleyelim:
1-
“Müminler! Mümin kadınlar hicret ederek size gelirlerse onları imtihandan
geçirin. Onların imanlarını en iyi Allah bilir. Eğer mümin olduklarını öğrenirseniz,
onları kâfirlere geri çevirmeyin. Bunlar, onlara helal olmazlar. Onlar da bunlara helal olmazlar.”
Kadının hicret etmesi; eşini, ailesini ve yurdunu terk etmesi
anlamına gelir. Göç etmesinin sebebini tespit için imtihandan geçirilmesi
emredilmiştir. Bu, o kadınların gerçekten inançları sebebiyle göç edip
etmediklerini anlamak içindir. Bunun tespiti Müslümanlara maddi külfet
yükleyecektir. Çünkü o kadının kocasından, bu şekilde ayrılma kararının
onaylanması, bir iftidâ işlemidir.
Bu işlemden sonra o artık kocasına helal olmaz. Ama kararla birlikte kocanın kadına
yaptığı harcamayı iade etmek gerekir. Ayetin devamı bunu emretmektedir.
2-
“Onların bunlara harcadıklarını iade
edin.”
Bu, Habîbe’nin Sâbit
b. Kays’a yaptığı ödeme
gibidir. Hicret eden kadının malı olamayacağından ödemeyi
Müslümanların yapması emredilmiştir. Bundan sonra kadın, istediği erkekle evlenebilir.
Âyetin üçüncü bölümü onu göstermektedir.
3-
“Bu kadınların mehirlerini kendilerine
verdiğiniz zaman, onlarla evlenmenize engel yoktur.”
Âyet gösteriyor
ki, onların önceki kocalarına yapılan ödeme, Müslümanların bu kadınlara
bağışıdır. Yeniden evlenmeleri halinde yeni kocalarından alacakları mehirle o
borcu ödemeleri gerekmez.
Burada önemli bir
husus daha vardır: Ne bu âyet, ne bakara 229, ne de Habîbe hadisi, iftidâda bulunan kadına iddet bekleme
görevi yükler. Boşanmada iddet emri, birinci ve ikinci talaktan sonradır. Bu,
ailenin yeniden kurulması için alınmış bir tedbirdir, yoksa kadının rahminde
çocuk olmadığını tespit değildir. Bu tespit bir tek Âdet ve temizlik süresi ile
yapılabilir. Buna istibra denir. İftidâ da gerekli olan
da budur.
Bu âyet,
devletler hususi hukuku ile ilgili hükümler de içermektedir. Âyette müslüman
kadınlara tanınan hakların aynısı, Müslümanların nikahı altında bulunan müşrik kadınlara da tanınmıştır. Bunu âyetin diğer
bölümlerinden öğreniyoruz.
4-
Âyette geçen “و لا تمسكوا
بعصم الكوافر = İnkarcı kadınların
ismetlerine yapışmayın." ifadesindeki
(ısam = عصم), (ısmet = عصمة)’in
çoğuludur. Ismet Arapça’da engelleme ve koruma anlamlarına
gelir[12]. Kadın, kocanın koruması altındadır. Bu sebeple
onun, bazı davranışlarına engel olabilir. Burada müslüman kocadan ayrılıp
Mekke’ye gitmek isteyen kafir kadın konu edilmektedir. “İnkarcı kadınların ismetlerine yapışmayın” emri, bu
kadınlara engel çıkarmayın, anlamına gelir. Konunun devleti ilgilendiren tarafı da vardır.
Dolayısıyla âyet, “o kadınların ülkeyi terk etmesine engel olmayın” anlamına da
gelebilir. Ömer, bu âyetin
indiği gün, iki müşrik karısını serbest bırakmıştı. Onlar Mekke’ye gitti ve biri
Ebû Süfyan ile diğeri de Safvân b. Umeyye ile evlendi[13]. Ebû Süfyan Mekke’nin fethi
sırasında, Safvân b. Umeyye ise Huneyn savaşından sonra müslüman oldu[14].
Kafir kadının
müslüman koca ile yaşamak istememesi bir iftidâ talebidir. Bu talebin sonuçlanması, kocasından
aldığını iade etmesine bağlıdır. Âyetin ilgili hükmü şöyledir:
5-
“Onlara harcadıklarınızı isteyin.”
Bu kadınlar, müslüman kocalarından aldıkları mehirleri iade edince, Habîbe gibi serbest
kalırlar.
6-
“Onlar da kendi harcadıklarını
istesinler.”
Nasıl müslümanlar yaptıkları harcamayı
istiyorlarsa, müşrikler de kendi harcamalarını isteyebilirler. Yani onlara
böyle bir talep hakkı tanınır.
Müslümanların
müşrik eşleri kaçıp kendi dindaşlarının yaşadığı
ülkeye sığınır da kocaları onlardan, yaptıkları harcamayı alamazlarsa onlar
için aşağıdaki hüküm uygulanır:
“Eşlerinizden biri kâfirlere kaçar, sonra
onlardan öcünüzü alırsanız ganimetten, eşleri kaçıp gitmiş olanlara, harcadıkları
kadar ödeme yapın...” (Mümtahine 60/11)
Sonuç olarak
âyetler, kadına evliliği sona erdirme hakkı tanımış, Peygamberimiz,
uygulamasıyla konuya açıklık getirmiştir.
[1]
el-Muvatta, Talak 11.
[2]
Buhârî, Talâk 13.
[3]
İbn Mâce, Talak 22.
[4]
İbn Mâce, Talâk 22.
[5]
Darimi, Talâk, 7.
[6]
Muhammed İbn Sa’d, et-Tabâkâtu’l-kübrâ, Beyrut, tarihsiz., c. VII, s. 445.
(Ârim b. Fadl Hammad İbn Zeyd’den tahdisen, o Yahya b. Said b. Kays b. Amr b.
Sehl’den nakledilmiştir.)
[7]
Kurtubî, el-Cami’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, c. III, s. 95.
[8]
eş-Şevkânî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlânî, Fethu’l-kadir
el- câmi’ beyne fenney er-rivâye ve’d-dirâye, Beyrut tarihsiz., c. I, s. 240.
[9]
Mâlik b. Enes, el-Müdevvenetü’l-kübrâ, Mısır tarihsiz., c. I, s. 341.
[10]
Buhârî Şürut, 15.
[11]
Safiyyurrahman el-Mubarekfûrî, er-Rahîk’ul-mahtûm, Beyrut , 1408/1988, s. 314.
[12]
el-Firûzâbâdî, el- Besâir, عصم mad.
[13]
Buhârî Şürut 15. Buhârî, Ömer’in karısını boşadığını yazar. Biz, o kelimeyi
“serbest bıraktı” diye tercüme ettik. Çünkü hadis rivayet edenler, duydukları
kelimeleri değil, o kelimelerin zihinlerinde bıraktığı anlamı naklederler.
Buhârî hadis öğrenimine hicrî 205 yılında başlamıştır. Ölümü 256’dır. Yani olay
ile kendi arasında en az 220 yıl vardır. Daha önce görüldüğü gibi sahabe
döneminden sonra iftidâ unutulmuş, yerini muhâlaa almıştır. Böyle bir ortamda hadis nakleden
kişilerin karı-koca arasındaki her ayrılığı boşama diye algılamaları normaldir. Ayrıca Bakara
228, eşinden talak yoluyla ayrılan erkeğin, ona verdiklerini almasını
yasaklamaktadır. Mumtahine 10. âyet ise geri almayı emretmektedir. Bunun talak
olmadığı bu açıdan da açıktır.
[14]
Muvatta Nikah, 20.