34 - FİTEN VE MELAHİM KİTABI. 3

1. Fitneler Ve Belirtileri. 3

   Ehlâs Fitnesi:. 5

   Serra (Nimet) Fitnesi:. 5

   Karanlık Fitne. 6

2.Fitneye Koşmaktan Nehy. 17

3. Dili (Kötü Sözden) Korumak. 22

4. Fitne Esnasında Çöle Çekilmeye Ruhsat. 23

5. Fitne Esnasında Savaşmaktan Nehy. 24

6. Mü'mini Öldürmek Çok Büyük Günahtır. 24

7. Katlde Umulan Mağfiret. 28

 

 


34 - FİTEN VE MELAHİM KİTABI

 

Fiten: kelimesinin tekili (müfredı) olan fitne: Meşakkat, sıkıntı, rezlet ve azap mânâlarındadır.

Fitnenin aslında, imtihan mânâsına olduğu daha sonra meşakkat ve im­tihanın götürdüğü kötülük mânâsında kullanıldığı söylenmektedir. Bila­hare bu kelime, küfür, günah, rüsvayhk ve fisk-ü fücurdan her türlü kötü­lük için kullanılmaya başlanmıştır.

Ayrıca insanlar arasında vuku bulan ihtilâf, düşmanlık ve kavga mânâ­sında da kullanılmaktadır. Şu âyet-i kerimede, fitne bu son mânâda kulla­nılmaktadır.

"Öyle bir fitneden sakınınız ki, o hiç de sizden sadece zulmedenle­re dokunmakla kalmaz"[1]

Bu âyetteki fitneden maksat, ümmetin birlik ve beraberliğini bozan ve zararı suçlu suçsuz herkese dokunacak olan ihtilâf ve tefrikadır.

Zübeyr b. el-Avvem (r.a) Cemel Vak'ası meydana geldiğinde, "Hiç şüphem yok ki bu âyet, bu gün şu vaziyette bulunan müslümanlar hakkın­da nazil olmuştur." demiştir.

Melâhim; Melhame kelimesinin çoğuludur. Melhame, savaş meydanı demektir. Savaş meydanına bu ismin verilmesine sebep ya bu meydanda "lahm " etin bol bulunması, yada elbisenin " "(lühme)  ve sedasının (argaç ve direzisinin) biri birine girdiği gibi, insanların savaşta birbirine girmesidir. Ama birinci mânânın daha münâsip olduğu söylen­mektedir.

Kamûs'ta melhamenin büyük vak'a olduğu kaydedilir.[2]

 

1. Fitneler Ve Belirtileri

 

4240... Huzeyfe b.el-Yeman) (r.a) şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a) aramızda ayağa kalktı ve o zamandan kıyamete kadar ne olacaksa hiç bir şey bırakmadan hepsini haber verdi.

Onun Öğrenen öğrendi, unutan unuttu. Onları Rasûlullah'm şu sâhâbî-leri bilir. Bir adam birinden ayrılıp da sonra tekrar gördüğünde onu tanı­yıp yüzünü hatırladığı gibi ben de RasülullalVın bu söylediklerinden bir-şey meydana geldi mi hemen hatırlıyorum.[3]

 

 

Açıklama

 

Hadîsin, Buharı ve Müslim'deki rivayetlerinde Huzeyfe (r.a) Rasûlullah'in söylediklerinden unut­muş olduğu bir şeyi gördüğü zaman, bir adamın kendisinden uzağa giden birini gördüğünde hatırladığı gibi hatırladığını söylemiştir.Ebû Davud'un rivayetinde ise, Huzayfe'nin olan hadisleri hatırladığı söylenmekte, fakat onları unutmuş olduğundan bahsedilmemektedir.

Hâdis-i şerifte görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s.a) birgün ashabı içe­risinde ayağa kalkmış ve o andan itibaren kıyamete kadar meydana gele­cek ne kadar fitne varsa hepsini haber vermiştir. Sahâbîlerden bir kısmı, Rasûlullah'ın söylediklerini öğrenip zapt etmiş bir kısmı ise unutmuştur. Huzeyfe (r.a) de efendimiz'in söylediklerinin bazısını unutmuştur, ama hadiseler vuku buldukça hemen onları hatırlamaktadır.

Sahîh-i Müslim'deki başka bir rivayette Huzeyfe (r.a) Rasûlullah'ın başkasına söylemediği bazı şeyleri kendisine söylediğini ve kendisinin kı­yamete kadar olacak hadiseleri herkesten daha iyi bildiğini söylemiştir.

Yine Müslim'in, Ebû Zeyd'den yaptığı başka bir rivayette Efendimiz, bu hitabesi için sabah namazından sonra minbere çıkıp Öğlene kadar ko­nuşmuş, "öğle namazı için, inmiş, namazdan sonra yine çıkıp ikindiye ka­dar tekrar konuşmuş, ikindiden sonra tekrar minbere çıkıp güneş balınca-ya kadar konuşmasına devam etmiştir.[4]

Hâdis-i şerif, Rasûlullah (s.a)'in ilminin kemâline, Huzeyfe (r.a)'in Efendimiz'in ilmine gösterdiği ihtimama ve fitnelerden kaçındığına delâ­let etmektedir.

Bazı sapık mezhep sâlikleri bu hadisi delil alarak Hz. Peygamber (s.a)'in gaybı bildiğini iddia etmişlerdir, ama bu doğru değildir. Çünkü gaybı Allah'tan başka hiç kimse bilemez. Peygamberler, ancak Allah'tan aldıkları vahiyle bu bilgileri haber verirler.

Allah teâlanın kendisim "(aİimü'î ğayb)   "gaybı bilen" diye vasıflandırması buna delildir. Nitekim bir âyet-i kerimemde Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır:

"Gaybi bilen Allah, gayba kimseyi müttalî kılmaz. Ancak peygamber­lerden bildirmek istediği bunun dışındadır."[5]

Gaybı Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceğini isbat sadedinde Aliyyü'l Kâri El - Fıkhu'l-Ekber Şerhi'nde şunları söylemektedir.:

"Peygamberler, Allah'ın zaman zaman kendilerine bildirdiklerinin dı­şında gaybdan birşey bilmezler, Hanefîler, Rasûlullah'ın gaybı bildiği inancında olanın kafir sayılacağını açıkça söylemişlerdir. Çünkü bu inanç "Deki Göklerde ve Yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur"[6]

Ayet-i kerime'sine zıttır. Ulemâdan birisi, gaybı bilmenin Allah'a has bir bilgi oluşunun zarûrati dinnîyeden olduğunu söyler. Bu husustaki nasslar çoktur. Bunlardan bazıları şu ayet-i kerimelerdir.

"Gaybın anahtarları O'nun katındadir, onları ancak O bilir. Ka­rada ve denizde olanı bilir.[7]

"Kıyamef'vaktini bilmek ancak Allah'a mahsustur, yağmuru o in­dirir,[8]

Bu âyetler Allah'tan başka hiç bir kimsenin gaybı bilemeyeceğini gös­terir. Onun için, Allah'tan başka birisinin gaybı bildiğini söylemek caiz değildir. Nitekim Rasûlullah (s.a) yanında söylenen bir şiirde "Aramızda yarın ne olacağını bilen Nebî var.." denilince bunu söyleyeni kınamış ve "Bunu bırak, başka şey söyle." buyurmuştur.

Netice şudur; Allah'tan başka kimse gaybı bilemez. Ancak vahiy ve il­ham yoluyla Allah'ın bildirmeyi dilediği kişiler bilebilirler. Ama bu Al­lah'ın bildirmesi iledir.

Aliyyü'l Kârî'nin bu istidlal ve sözleri Allah'dan başka hiç kimsenin gaybı bilemeyeceğini açıkça göstermektedir.

Hattâ Peygamberler bile bu hükmün dışında değildirler. Durum böyle olunca fala ve falcıların söylediklerine inanmak asla caiz değildir.

Bu inanç, kişinin küfrüne sebep olup Allah'ın varlığını, Hz. Peygam­ber'in haberlerini, ahireti akıllarına aldıramayan, gördüğünden başka bir şeye inanmadığını söyleyen örümcekli kafaların, fala inanması, gazeteler­deki falları takip etmesi son derece hayret verici bir şeydir,

Hanefî fukuhasından İbn. Nüceym'in Bahru'r-Raîk adındaki fıkıh kita­bındaki şu sözleri de Aliyyü'l Kârî'nin söyledikleri ile aynı istikamettedir.

"Bir kimse Allah'ı ve Rasûlü'riû şahit tutarak evlense nikâh sahîh ol­maz ve bunu yapan kâfir olur. Çünkü bu Rasûlullah'ın gaybi bildiğine inanmaktır."[9]

 

Bazı Hükümler

 

1. Gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. Ancak Allah (c c) bilinmesini istediği şeyleri Peygamberlerine vahy yoluyla bildirir.

2. Yetkili kişinin fark ettiği tehlikeleri teb'âsına haber vermesi meşru­dur.[10]

 

4241... Abdullah (b. Mes'ud) (r.a)'den; Rasûlullah'ın (s.a)'in şöyle bu­yurduğu rivayet edilmiştir:

Bu ümmtte dört tane fitne meydana gelecektir. Onların sonunda yokluk vardır.[11]

Tahric: Sadece Ebu Davûd rivayet etmiştir.[12]

 

Açıklama

 

Hâdis-i Şerifi, İbn Mes'ud'dan rivayet eden sahabî'nin ismi mechûl'dür. Bu hal hadisin sıhhati açı­sından bir kusurdur.

Hadis-i şerifte Rasûlullah'ın (s.a), bu ümmetin dört tane fitne ile karşı karşıya geleceği bunlardan sonuncusunda yokluk olacağı belirtilmektedir. Sarihlerin bildirdiğine göre "Fitne"den maksat büyük olaylardır. Sonun-cusundaki yokluktan maksat da dünyanın veya ümmetin yok olmasıdır.

Yani dördüncü büyük olaydan sonra, dünyada müslümanm kalmama­sı yahutta kıyametin kopmasıdır

Kenzü'l-Ummal'de bu hadisin ihtiva ettiği mânâ aynısıyla Hüzey-fe'den rivayet edilmiştir.Yine aynı eserde İmrân b. Husayn (r.a) kanalıy­la, Rasûlullah'ın (s.a)'in şöyle buyurduğu haber verilmiştir. "Dört tane fitne zuhur edecektir. Birincisinde kan; ikincisinde kan ve mal; üçün­cüsünde kan, mal ve helâl olacak, dördüncüsünde de Deccâl çıkacak­tır."

Kenzü'l Ümmal'daki bu hadisi Taberanî'de rivayet etmiştir. Bu son ri­vayet göz önüne alındığında, Deccâl'in çıkmasıyla meydana gelecek bü­yük hadisenin sonunun müslümanların veya dünyanın sonu olacağını söy­lememiz mümkündür.[13]

 

4242... Abdullah b. Ömer (r.a); şöyle demiştir;

Biz Rasûlullah'm (s.a)'in yanında oturuyorduk. Efendimiz, uzun uzadıya fitneleri (meydana gelecek büyük hadisleri) aniattı Ehlâs fitnesini zikretti.

Birisi:

Ehlâs fitnesi nedir, Yâ Rasûlullah'm ? dedi.

Efendimiz:

O, insanların birbirinden kaçması ve haksız yere malların alınma­sıdır. Sonra Serrâ (nimet) fitnesi vardır. Bu fitne, benim ailemden, ben­den olduğunu zanneden ama aslında benden olmayan bir adamın ayak­ları altından, yayılacaktır. Benim dostlarım ancak muttaki olanlardır. Sonra insanlar, kaburga üzerindeki oturak gibi (devam etmeyecek olan), bir adamla anlaşacaklar; daha sonra karanlık fitne çıkacak, bu ümmetten dokunmadığı kimse kalmayacak. Bitti, denildiğinde, devam edecek. O fitnede (esnasında) kişi, mümin olarak sabahlayacak akşama kâfir olarak çıkacak. İnsanlar iki çadırda (gurupta) olacaklar. Bunlar, içinde asla nifakın olmadığı iman çadırı ve imanın olmadığı nifak çadı­rıdır. Siz o güne ulaştığınızda o gün veya yarın Deccâli bekleyiniz.[14]

 

Açıklama

 

Hadis-i şeriften anladığımıza göre Hz. Peygamber (s.a) ashabına, ahir zamanda meydana gelecek birçok önemli hadiseleri yani fitneleri anlatmıştır. Râvî, Efendimiz’in anlat­tığı bu fitnelerden bazılarını ismen aktarmıştır. Şimdi biz bunlar hakkın­da sarihlerin söylediklerine bir göz atalım.[15]

 

Ehlâs Fitnesi:

 

Ehlas "Hıls” kelimesinin çoğuludur. Hıls, yere veya Hayvanın sırtına serilen çuldur. Anılan fitne­nin bu isime izafe ediliş sebebi iki şekilde açıklanmıştır. Bunlar:

a) Bu çul, kaldırılmadıkça serildiği yerde kalır. Yani orada devamlıdır. Rasûlullah (s.a) fitnenin devamlılığına işaret etmek için fitneyi bu kelime ile ifade etmiştir.

b) Bu çul siyah renktedir. Fitnelerin karışıklığı ve karanlığından dola­yı Hz. Peygamber bu tabiri kullanmıştır.

Rasûlullah'ı dinleyen sâhâbîlerden birisi kendisine, ehlâs fitnesinin ne olduğunu sormuş, Efendimiz de onun, "              " herab ve  harab olduğunu söylemiştir. Avnü'l Ma'bûd'da bu kelimeler şöyle izah edil­miştir.

Herab: Kişilerin aralarındaki düşmanlık ve savaştan dolayı birbirle­rinden kaçmalarıdır.

Harab: Bir insanın malını elinden almak ve onu eh boş bırakmaktır.

Hattabî, harab'ı mal ve ailenin yok olması diye açıklamıştır. Terceme - Avnü'l Ma'bud'daki izah gözönüne alınarak yapılmıştır.

Bezlü'l-Mechûd sahibi, bu fitnenin Hz. Osman'ın vefatıyla ortaya çı­kıp, Muâviye'nin hilâfetine kadar devam eden karışıklık olduğunu zan­nettiğini söyler.[16]

 

Serra (Nimet) Fitnesi:

 

AHyyü'l Kâri bu fitneyi şöyle izah et­mektedir:

Serra dan maksat; sıhhat, rahatlık, bolluk, hastalık ve belâlardan uzak kalma gibi insanı sevindiren nimetlerdir. Kişi elindeki bol nimetler sebebiyle ahireti unutup Allah'a isyana dalacağı için fitne bu ke­limeye izafe edilmiştir.

Aliyyü'l Kârî'nin bu İzah'ı aynen Avnii'l Ma'bud'da ve Bezlü'l Mechûd'da nakledilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a) bu fitnenin, kendi sülâlesinden ama kendi yolun­da olmayan bir adamın ayağının altından yayılacağını söylemiştir. Bu mâ­nâyı da "Benim ailemden, benden (benim yolumdan) olduğunu zanne­den ama aslında benden (benim yolumdan) olmayan...." diye ifade bu­yurmuş daha sonra da kendi dostlarının muttâkiler olduğunu söylemiştir.

Fitne'nin kendi ailesinden bir adamın ayağının altında çıkmasından maksat o şahsın bu fitneyi yayacağı, böyle bir fitnenin yayılması için onun gayret göstereceğidir. Hadiste bu mânâ  (Dehan)  kelimesi ile ifâdelendirilmiştir. Bu kelime, duman mânâsındaki dühan kelimesi ile aynı köktendir. Duman ateşin yandığı yerden çıkıp koyu bir renkle yayıl­dığı için, fitne bu kelime ile ifâdelendirilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a) fitnenin zuhuruna sebep olacak şahsın, neseben kendi soyundan olmasına rağmen, gerçekte kendisinden olmadığını ifade etmiştir. Bunun bir benzeri şu âyet-i kerimedir.

"Ey Nuh! o senin ailen sayılmaz, çünkü o kötü bir iş yaptı dedi."[17]

Sonra insanlar kaburga üzerindeki bir oturak gibi,

Bu tâbir bir darb'ı meseldir. Maksat adamın saltanımn sürekli ve düz­gün olmayacağının ifadesidir. Oturak ağır, kaburga kemiği dayanıksız ol­duğu için, oturağın kemik üzerinde uzun süre kalması o kemiğin ağırlığa tahammül etmesi mümkün değildir. İşte insanın, idaresi uzun sürmeyecek ve düzenli olmayacak birisini başlarına getirmelerini Efendimiz bu sözle­riyle ifade buyurmuştur.

Bezlü'l Mechûd müellifi Seharenfûrî, Rasûlullah'ın (s.a)'in haber ver­diği bu halin hicri 1334 (m. 1915) yılında Hicazda meydana geldiğini söy­ler. Seharenfûrî'niıı bahsettiği bu hadise'nin özeti şudur.

Osmanlı idaresi altındaki Mekke emiri Şerif Hüseyin, İngilizlerle giz­lice anlaşıp, Osmanlılar'a başkaldırır. Mekke'deki Türk askerlerini öldü­rüp, ailelerini esir eder. Sonra kendisini Hicaz meliki olarak ilân eder. An­cak saltanatı düzensiz ve kısa ömürlü olur.

Şüphesiz bu bir şahsın görüşüdür. Hadiste anlatılan mânâyı belirli bir hadiseye nisbet etmek uygun değildir. Söylediklerinin doğru olması da yanlış olması da muhtemeldir.[18]

 

Karanlık Fitne

 

Hz. Peygamber (s.a) daha sonra insanların karanlık fit­nelere düşeceğini, bu fitnenin dokunmadık kimse bırakmayacağını söyle­miştir. Fitnenin insanlara dokunmasını da, Türkçe karşılığı tokat vurmak olan bir kelime ile ifadelendirmiştir. Efendimiz'in haberine göre, bu fit­neyi insanlar, onun bittiğini zannettikleri bir zamanda, tekrar görecekler­dir. O dönemde bazı insanlar, sabahları müslüman oldukları halde, akşam kafir olacaktır. Sarihlerin bildirdiğine göre buna sebep, kişilerin sabahla­rı diğer müsümanlann kanlarını mallarını ve ırzlarını haram kabul ettikle­ri halde, akşam olunca onları helâl saymalarıdır.

Yine Rasûlullah'ın haberine göre, insanlar iki kampa ayrılacaklardır. Efendimiz, bu kampları çadır mânâsına gelen "Fûstât" kelimesi ile ifâde etmiştir. Bazı alimler, fustat kelimesinin, burada, şehir mânâsında olduğu­nu söylerler. Biz tercemeyi kelimenin hakiki mânâsına göre yaptık ve maksada izah bölümünde işaret etmeyi uygun bulduk.

Bu kelimeyi ister çadır, ister şehir mânâsına alalım, maksat bu mahal­lerin kendisi değil, içindekilerdir. Yani, Mahal zikredilmemiş içinde olan­lar kasdedilmiştir. Buna göre, insanların bir kısmı gerçek mânâ'da mü'min olacak, içlerinde en ufak bir nifak bulunmayacak bazıları da tam manâsıyla münafık olacak, içlerinde hiç bir iman kırıntısı olmayacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, Hz. Peygamber'in imansızları kâfir diye değil, münafık diye ifâde etmesidir. Bundan anlıyoruz ki, anı­lan fitne geldiğinde kimi insanlar gerçekte mümin olmadıkları halde ken­dilerini mümin olarak göstereceklerdir. İşte bu halin zuhuru, Deccal'in başka bir ifadeyle kıyametin habercisidir. Çünkü, Deccâl kıyametin bü­yük âlâmetlerindendir.[19]

 

Bazı Hükümler

 

1- Hz. Peygamber (s.a) Cenâb-ı Alah'in iz geleceJc bir takım hadiselerden haberdar olur.

2- Müslümanlar zaman içerisinde bir takım fitne ve olaylarla karşıla­şacaklardır. Bu fitnelerden bazılarına metinde işaret edilmiştir.[20]

 

4243... Hüzeyfe b. el-Yemân (r.a) şöyle demiştir: Vallahi, arkadaşla­rım unuttular mı, yoksa unutmuş mu göründüler; bilmiyorum; Vallahi. Rasûlullah (s.a) Dünyâ'nm sonu gelinceye kadar çıkacak; olan tâbîlerinin sayısı üçyüze ve daha fazlaya varan fitne liderlerinin hiçbirini bırakma­dan; hepsini, bize, adı baba adı ve kabilesinin admı anarak haber verdi.[21]

 

Açıklama

 

Anlaşıldığına göre, Hüzeyfe (r.a), Sâhâbîlerin Rasûlullah (s.a)'in haber verdiği fitneler konusunda konuşmayıp susmalarından yakınmakta ve onların bu suskunluklarına se­bebin Rasûlullah'dan duyduklarını unutmaları mı, yoksa bir maslahata bi­naen unutmuş görünmeleri mi olduğunu, bilmediğini, söylemektedir. Bila­hare Hüzeyfe, kıyamete kadar çıkacak olan ve peşinden gelecekler üçyüz ve daha fazla kişi olacak olan tüm fitne çıkarıcıları, Hz. Peygamber'in şüp­heye mahal bırakmayacak şekilde açıkça haber verdiğini bildirmektedir.

Avnü'l Ma'bûd müellifi Kârî'den naklen "Fitne lideri"nden maksadın insanları sapıklığa çağıran, bid'ate sevk eden İslâm düşmanları olan ve müslümanlarla savaş edenler olduğunu söyler. El Ezhâr'da da fitne lider­lerinin, fitne çıkaran ve insanları ona davet eden liderler olduğu ifade edil­mektedir.

Allame el Erdebilî, Hüzeyfe'nin bu hadisi ile ilgili olarak Hz. Peygamber'in; tabileri üçyüz ve daha fazla olacak olan fitne liderlerini haber ver­diğini, ama tâbîleri daha az olanları anmadığını söyler. Aynı zat, bu hadi­sin Hz, Peygamber (s.a)'in ümmetine olan şefkat ve merhametine, onun ilmine delâlet ettiğini ve bunun bir mucize olduğunu ilâve eder.[22]

 

4244... Sübey b. Hâlid şöyle demiştir:

Tüster feth edildiği zaman[23] Küfe'ye gelmiştim. Oradan katır getiri-yordum. Mescide girdim, bir de ne göreyim: İnsanlardan bir topluluk ve aralarında bir adam oturuyor. Onu gördüğümde Hicazlılar'dan birisi oldu­ğun hemen anladım.

"Bu (zat) kim?" dedim. Oradakiler bana asık bir suratla dik dik baktı­lar ve,

"Sen bunu bilmiyor musun? Bu Rasûlullah'ın (s.a)'in arkadaşı Huzeyfe b. El Yamân'dır" dediler.

Hüzeyfe (r.a): "İnsanlar Rasûlullah'ın (s.a)'j (Ümmeti için) hayırlı olan şeyleri sorarlardı. Ben ise şer olanını sorardım." dedi. Halk ona göz­lerini dikti. (Dikkatle dinlemeye başladı.)

Hüzeyfe devamla şöyle dedi: Ben size hoşlanmayacağınız şeyler haber vereceğim, Ben Rasûlullah (s.a)'e

"Yâ Rasûlullah, Allah'ın bize verdiği bu hayırdan sonra yine eskisi gi­bi şer olacak mı? Bana haber ver" dedim.

Evet, karşılığını verdi,

Ondan korunma(nın yolu) nedir?

Kılınç (Savaş),

Peki sonra ne olacak Yâ Rasûlullah?

Eğer yeryüzünde Allah'ın bir halifesi olursa, sırtına (haksız yere) vursa malını alsa bile ona itaat et, ama eğer Allah'ın halifesi bulun­mazsa, o zaman ağaç kökü kemirerek (Issız bir yerde öl).

Sonra Ne olacak, (Yâ Rasûlullah)?

Sonra Deccâl çıkacak. Onunla birlikte bir nehir ve bir ateş bulu­nacak. Onun ateşine düşene Ecri (sevabı) verilecek, günahı silinecek, nehrine düşene ise günahı verilecek ve sevabı silinecek

Daha sonra ne var?

Daha sonra kıyamet kopacak.[24]

 

Açıklama

 

Hâdis-i şerifte geçen bazı tâbirlerin açıklanmasına ihtiyaç var.

Önce bunlara bir göz atalım. Daha sonra da hadis konusunda ileri sü­rülen görüşlere geçelim:

"insanlardan    bir topluluk"     Bu   cümlenin    karşılığı olan "ifâdesini, başka türlü anlayanlar da vardır.

Bu anlayış farkları, kelimenin okunuşundan da kaynaklanabilir.Bizim tercememiz Kamûs'taki (Sadi1)  okunuşuna göre yapılmıştır.

Mecmâ'da; dâl harfi sakin okunarak "(Sad')" şeklinde "iki kişi arasında bir adam" diye îzah edilmiştir. Yine aynı eserde dâl'm hareke­si ile "Mutedil genç" mânâsına da işaret edilmiştir.

Hattabî, Mecmâ'dan nakledilen mânâlardan ikincisine, İbnü'l Esir'de birincisine işaret etmişlerdir.

Bu rivayetleri birleştirerek 'İnsanlardan bir gurup içerisinde mutedil bir genç" demek mümkündür.

"...Bana asık bir suratla baktılar" Bu tâbir, Hüzeyfe (r.a) tanımadığı için oradakileri Sübey'a olan hoş­nutsuzluklarını ifâde için kullanılmıştır. Nihâye'de bu cümlenin karşılığı olan "(fe tecehhemenî) " kelimesi, "beni katı ve kerih bir yüzle karşıladılar" diye izah edilmiştir.

"Ağaç kökü kemirerek öl" sözünden maksat, Sindî'ye göre müslümanların başında Allah adına hüküm veren bir halife bulunmadığında, halktan ayrılıp uzlete çekil" demektir.

Beydâvî ise bu konuda şöyle demektedir: "Yer yüzünde halife olmadı­ğı zaman, insanlardan ayrıl ve zamanın sıkıntılarına tahammül et. Ağaç kökünü kemirmek, sıkıntıya katlanmaktan kinayedir. Bu, acıdan, taşı ısır­dı, demeye benzer. Yada maksat, ona sarılmaktır. Başka bir hadisteki, onu azı dişlerinizle ısırınız, sözüne benzer"

Onunla birlikte bir nehir ve bir ateş bulunacak"

Bu cümle Deccâl'le birlikte iki hendek bulunacağını, bunlardan birin­de su, öbüründe ateş olacağını bildirmektedir. Bu sözlerin hakikî mânâya kullanılmış olması muhtemel olduğu gibi, bunun bir sihir ve hayâle işaret olması da muhtemeldir. Yani bir hendeğin su ile, öbürünün de ateş ile do­lu imiş gibi gösterileceği ve Decca'lin insanları suya davet edeceğinin an­latılmış olması muhtemel olabilir.

Bu kelimelerden; su, dünya zevk ve eğlencelerinden, ateş de taâtlerden ve meşru olmayan zevkleri terkten kinaye olabilir.

Kanaatimizce Efedimiz'in maksadı budur. Rasûlullah, bu sözleri ile Deccal çıktığı zaman; ümmetini, ona uymamaya, onun sevimli gösterdiği şeyin zıddını almaya teşvik etmektedir. Bu mânâya da Deccal'in teşvik ettiği nehre girenin günah işlemiş olacağı ve eski sevaplarının silineceği­ni, Deccal'in kötü gösterdiği ateş'e girenin ise sevap kazanacağı ve eski günahlarının silineceğini söyleyerek işaret etmiştir.

Hüzeyfe (r.a)'ın, Rasûlullah'a fitnelerle ilgili olarak sorduklarının ilki, "Allah'ın bize verdiği bu hayırdan sonra, yine eskisi gibi şer olacak mı?" sorusudur. Buradaki hayırdan maksat İslâm Dini, şer'den maksat şirktir. Yani maksat, İslâmdan sonra insanların bir daha küfre dönüp dönmeye­ceklerini anlamaktır.

Hz. Peygamber (s.a) Hüzeyfe'nin bu sorusuna "Evet" cevabını vermiş ve o fitneye silâhla karşı çıkılmasını emretmiştir. Katâde; Hüzeyfe'nin, Rasûlullah'tan naklen haber verdiği bu fitnenin Rasûlullah'ın vefatından sonraki riddet (dinden dönme) olayları olduğunu söyler. Bu olaylar Hz. Ebu Bekir'in hilâfeti esnasında olmuştur.

Hadis'in izahını Hafızın şu sözleriyle bitirelim:

"Hadiste, Allahm kullar hakkında hikmetlerine işaret edilmiştir: Şaha-bilerden çoğuna, tatbik etmeleri ve başkalarına tebliğ etmeleri için hayır yollarını sormayı sevdirmiştir.Hüzeyfe'ye ise kaçınması ve Allah'ın kur­tulmasını dilediği kullarını korumaya sebep olması için, şer olan şeyleri sormayı sevdirmiştir. Ayrıca bu hadiste, Rasûlullah'm gönlünün genişli­ğine ve onun tüm hikmet yönlerini bildiğine işaret vardır. Efendimiz, her soru sorana, uygun bir şekilde cevap verirdi. Bunlardan her birini seven kişi, o konuda başkalarından daha üstündür. Bu yüzden Huzeyfe Rasûlul­lah'm sırlarına vakıf idi. O başkalarının bilmediklerini bildirdi. İleride olacak birçok hadiseleri ve Münafıkların isimlerini sadece Huzeyfe bilir­di."[25]

 

Bazı Hükümler

 

1- Dini konuları konuşmak için,câmide toplanıp oturmak caizdir.

2- Gayr-i meşru olmamak kaydı ile herkesin ayrı konulara ilgi duyma­sı normaldir.

3- Hz. Peygamber (s.a)'in vefatından sonra bir takım kargaşaların çı-kacağj daha önceden  Hz. Peygamber tarafından haber verilmiştir.

4- Yeryüzünde Allah'ın hâlifesi bulunmadığı, ahkâmının uygulanma­dığı zamanlarda uzlete çekilmek caizdir.

5- Müslümanlar, dünyanın cazip görünen zevklerine dalmamak, zor da görünse Allah'ın rızasına uygun filleri işlemelidir.[26]

 

4245... Bize Muhammed b. Yahya b. Farîs haber verdi. Bize Ma'mer-den naklen Abdurrezzak haber verdi. Ma'mer, Katâde; Katade, Nasr, b. Asım'dan; o da, Halid b. Halid el - Yeşkürî'den bu (önceki) hadisi haber verdi. (Bu rivayette) Huzeyfe dedi ki:

(Rasûlullah'a) Kılıçtan sonra (ne olacak)? dedim,

"(Kalplerde) fesat kalıntısı ve duman üzerinde bir sulh" buyurdu.

(Ma'mer) Hadisin kalanını söyledi, ve şöyle dedi:

"Katâde bunu, Hz. Ebu Bekir zamanındaki riddet (dinden çıkma) olay­larına hamlederdi. Yine katâde (metindeki) ala akzâın (kelimesi)nin  (kazaen) kir hüdnetün (kelimesi)nin de. "Kinler üzerine yapılan sulh " olduğunu söyler.[27]

 

Açıklama

 

Bu rivayet önceki hadisin değişik bir şeklidir.Burada, öbür rivayette olmayan bazı kelimeler vardır. Bu kelimeler, "(Kalplerde) fesat kalıntısı" ve "duman içerisinde bir sulh" şeklinde terceme ettiğimiz tâbirlerdir. Rivayetin sonunda Ma'mer, bu ke­limelerin ne mânâya geldiklerini Kata'deden nakletmiştir. Ama yine de daha izaha ihtiyaç vardır.

"...Fesat Kalıntısı" diye terceme ettiğimiz " terkibini Avnü'l Ma'bûd müellifi şu şekilde tefsir etmiştir: Yâni insanlar kalplerindeki fesat üzere kalacaklar. "kelimesi ".............   "(kazâûn) kelimesinin çoğuludur. O da göz ve su üzerindeki toz ve kir tabakasıdır. Fesâd bu kire benzetilmiştir.

"Duman üzerinde bir sulh" Duman kelimesi ile ifade edilmek istenen, hile nifak ve ihanettir. Yani kılıçla hâili gereken bu fitneden sonra, görü­nüşte sulh, ama aslında kalpte hiyânet, hile ve nifak olan bir hâdise ola­caktır.

Bundan sonra gelecek olan rivayete göre. bu tabiri, bizzat Rasûluliah (s.a) Efendimiz '"Milletlerin kalpleri eskiden olduğu hâle dönmez" di­ye tefsir etmiştir. Yâni aralarında sulh bile olsa, daha Önceki dostluk ve samimiyet kalmaz.

Hattabî bunu, "kin kalıntıları üzerinde sulh" diye izah eder.

Aliyyü'l Kâri, bizim şeyh AbdülhamıcTın tâlikına tebaen "duman" di­ye terceme ettiğimiz" "dehan" kelimesinin aslında bulanıklık, si­yaha çalan renk mânâsında olduğunu bunun da içerisinde fesat karışık olan sulhu hissettirdiğini söyler.

Yukarıya aktardığımız izahlar eski âlimlerin söyledikleridir. Bezlü 1 Mechûd müellifi ise üstâd Muhammed Yahya'nın hocasının ders takririn­den şunları yazdığını söylemektedir. dan maksat, bir miktar hayrın kalması ama bunun önceki hayır gibi temiz olmayıp, içerisinde biraz kötülük ve bulanıklığın bulunmasıdır.

Bu izah, hayırdan sonra gelecek ve kılıçla defedilecek olan şerrin, Hz. Ebû Bekir dönemindeki riddet olduğu tarzındaki anlayışa uygun değildir. Çünkü, riddet hadisesi bastırıldıktan sonra herhangi bir karışıklık kalmamış­tır. Aksine karışıklıklar, Hz. Osman'ın vefatından sonra baş göstermiştir.

Bezi müellifi Sehârânfûrî, bu izahları göz önüne alarak hadisteki "kı­lıçla" sözünü, Hz. Osman'ın katli sebebiyle ortaya çıkan savaşlara ham­letmenin daha uygun olacağını söyler. Buradaki silâha doğrudan sarılma­nın da fitne çıkarmak olmayacağını, çünkü fitnenin doğru ile yanlışın ay­rılmadığı yerde olacağını hata belli olunca doğruya yardımın şart olduğu­nu ekler.

Kanaatimizce, bu tür hadisleri belirli olaylara tahsis etmek uygun de­ğildir. Çünkü Rasûlulla'm muradının ne olduğunu kesin olarak bilmek mümkün değildir.[28]

 

4246... Nasr. b. Asım el-Leysî şöyle demiştir:

Benû Leys'ten bir heyet içerisinde el Yeşkürî'ye[29] geldik.

El-Yeşkûrî:

"(Bu) heyet kim"? dedi.

"(Biz) Benû Leys'(iz)- Sana Hüzeyfe hadisini sormaya geldik" dedik.

El Yeşkûrî hadisi şöyle aktardı:

Hüzeyfe:

" YaRasûlullah bu hayırdan sonra şer var mı?" dedi.

Rasûlullah: "Fitne ve şer..."

Hüzeyfe:

"Yâ Rasûlullah, bu serden sonra hayır var mı?" dedi.

Rasûlullah üç defa:

"Yâ Hüzeyfe, Allah'ın Kitab'ını öğren ve içindekilere uy (bu so­ruyu bırak)"[30]

Hüzeyfe:

"Yâ Rasûlullah, bu serden sonra hayır var mı?"

Hz. Peygamber:

"Duman üzerinde bir suh ve içerisinde fitneler olan bir toplum."

Hüzeyfe:

"Yâ Rasûlullah duman üzerindeki Sulh nedir?"

Hz. Peygamber:

"Milletlerin kalpleri eskiden olduğu hale dönmez (Eski sevgi kal­maz)."

Hüzeyfe:

"Ya Rasûlullah, bu hayırdan sonra şer var mı?"

Rasûlullah:

"Kör ve sağır fitne... cehennemin kapılarında fitneye çağıran da-vetçilef olacak. "Yâ Hüzeyfe, senin bir kök ısırarak (yiyerek) ölmen o fitnecilerden birisine uymandan daha hayırlıdır."[31]

 

Açıklama

 

Hadisin İbn Mâce'deki rivayetinde, buradaki rivâyetin sa(jece son tarafı vardır. İbn Mâce'nin hadisi şu şekildedir. "Fitneler olacak, onların kapılarında, cehennem ateşine çağıran davetçiler bulunacak, Senin bir ağacın kökünü ısırarak öl men onlardan birisine uymandan daha hayırlıdır."

Hadîsin Sahîh-i Müslim'de de buradakinden hayli farklı bir rivayeti vardır.[32]

Hâdis-i şeriften anladığımıza göre; Hüzeyfe b. El-Yemân, Hz. Pey­gamber (s.a)'e içerisinde bulundukları hayırlı durumdan sonra tekrar es­kisi gibi kötülüklerin gelip gelmeyeceğini sormuş, Hz. Peygamber (s.a) de bir takım fitnelerin çıkacağını haber vermiştir. Hüzeyfe, çıkacak fitne­lerin bastırılıp tekrar iyi ve hayırlı günlerin gelip gelmeyeceğini sormuş, Efendimiz sanki bu tür soruları lüzumsuz görmüş ve "Yâ Hüzeyfe, sen (bu gibi sorularla uğraşma) Allahın Kitab'ını öğren ve içindekilere uy" buyurmuştur. Ancak Hüzeyfe soru sormaktan vazgeçmemiştir.

Hüzeyfe'nin sorduğu soru ve aldığı cevaplardan anlıyoruz ki, Müslü­manlar arasında çıkan fitneler, yatıştırılacak ve tekrar sulh ve sükûn do­ğacak; ama bu sulh, samimiyetten uzak, kin ve düşmanlıklar gizli; her an hortlayacak tipte olacak, birlik içerisinde olanları birleştiren de onların imanı ve dinlerinden ziyâde bir takım kötülükler ve günahlar olacaktır

Hz. Peygamber (s.a) in bildirdiğine göre en sonunda kör ve sağır bir fitne olacak ve fitne çıktığında insanları kötülüğe ve cehenneme ağıran ki­şiler bulunacaktır. O zaman halk içinde yaşamaktansa, ıssız yerlerde aç kalarak; gerekirse ağaç kökü yiyerek, yaşamak, bu fitneye karışmaktan çok daha iyi olacaktır.

"Kör fitne" den maksat, insanların gözünü köreltip hakkı görmelerine mâni olan fitnedir. "Sağır fitne" den inaksalda, o fitnenin, insanların kulaklarını, hakkı ve nasihati duymayacakları şeklide sağır etmesidir.

Kâdî îyâz, fitnenin kör ve sağır oluşunu şöyle izah etmektedir: "Fitne­nin hiç bir çıkış yolu görülmeyecek ve yardım etmek isteyenlerin sesi du­yulmayacak bir şekilde olmasıdır. İnsanlar, o fitne içerisinde basiretlerini yitirecekler, hak olan sözleri duyup düşünmek ve kendilerine edilen nasihâtları dinlemekten kaçınacaklardır."

Aliyyü'l Kârî'de bunun o fitnenin karanlığı ve içerisinde hakkın mey­dana çıkmamasından, şiddetten ve fitnecilerin sertliğinden kinaye olduğu­nu söyler,[33] Şüphesiz bunlar, birer anlayış şeklidir. Kesin olan, insanla­rın basiretini kapatıp, Hakkı duymalarını engelleyecek büyük bir fitnenin gelecek olmasıdır. İnsanların hakikati görmesini ve hakkı duymasını en­gelleyen şeyin, medeniyetin getirdiği şaşalar, nefislere ve şehvetlere hitabeden ve gözleri kamaştıran, başka birşey görüp düşünmelerine mâni olan, yazılı ve sözlv faaliyetlerin olması mümkündür. Bunlara gerçeklerin, hak ve hakikatin anlatılıp öğretilmesini otorite yoluyla engellemek de eklenebilir.

Bu fitne içerisinde cehennem ateşine çağıran davetçilerin de insanları, dinden ve Allah inancından uzaklaştırmaya çalışan dinsizlerin, insanların basiretini kapatmaya çalışan şehvet, zevk, eğlence ve fuhuş delâletlerinin olması muhtemeldir.

Hadisin sonunda, Hz. Peygamber (s.a) Huzeyfe'ye, o cehennem davet-çisi fitnecilere uymaktansa, uzlete çekilmenin, tenhalara kaçmanın daha hayırlı olacağını söylemişlerdir. Dikkat edilirse, Efendimiz "Sen onlara uymadan" buyurmuştur. Yani, fitnecilere uymayıp kendisini onlara kap­tırmayanların, toplum içinden çekilip meydanı tümüyle fitnecilere bırak­masını tavsiye etmiyor. O halde müsiüman sadece kendisini düşünüp kaç­mamalı, hicretin caiz olduğu gibi cihâdın farz olduğunu düşünmelidir. Fitnecilerin davetine uymamalı. bununla da kalmayıp onlarla mücadele etmeli, tuzaklarına başkalarının düşmesini engellememelidir. Ama fitne­cilere kapılacağından eminse veya bundan fevkalade endişe duyuyorsa, kenara çekilip yalnız kalması daha iyidir.[34]

 

4247... Sûbey b. Halid bu (önceki) hadisi Hüzeyfe (r.a)"den o da Ra­sûlullah (s.a)'den rivayet etti.

(Bu rivayete göre) Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:

"O gün bir halife bulamazsan, ölünceye kadar kaç. Sen (ağaç kö­kü) ısırarak ölürsen, (bu) daha hayırlıdır."

Râvî, hadisinin sonunda şöyle dedi:

Ebu Hüzeyfe dedi ki:

"Bundan sonra ne olacak?" dedim.

Rasûlullah (s.a) Şayet bir adanı kısrağın doğurmasını istese, o do­ğurmadan kıyamet kopacaktır."[35]

 

Açıklama

 

Avnü'l Mabûd sahibinin, Mişkat'tan nakline göre  hadisin bir rivayeti de şu şekildedir. "Sonra tay doğacak ama kişi kıyamet kopuncaya kadar, ona binemeyecek" Bu rivayete göre meydana gelecek son fitne, kıyamete çok ya­kın olacaktır. Bezlü'l Mechûd'da, anılan bu fitnenin, önceki hadiste ifâde edilen "Kör ve sağır fitne" olduğu bildirilmektedir. Bu fitne, kıyamete o kadar yakın olacak ki, meselâ bir kişi kısrağının yavrulamasını isteyecek ve bunun için gerekli tedbirleri alacak, ama buna imkân bulamayacaktır. Yahut dünyaya gelen bir tayın büyüyüp kişinin ona binmesine fırsatı ol­mayacaktır.

Bundan maksadın Hz .İsa zamanı olduğu da söylenmektedir. Çünkü, o zaman, insanlar birbirleri ile savaş için taya binme ihtiyacı duymayacak­lardır. Bir başka görüşe göre, bundan maksat DeccaTin zamanıdır. Dec-cal çıktıktan sonra kıyamete fazla zaman kalmayacaktır.[36]

 

4248... Abdullah b. Amr (r.a)'den; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurdu­ğu rivayet edilmiştir:

"Bir imama biat edip de ona elinin safkasım[37]  ve kalbinin seme­resini veren (samimi olarak biat eden) kişi, gücü yettiğince ona itaat etsin. Eğer bir başkası çıkıp o imamla nizalaşırsa boynunu vurunuz"

(Abdurrahman b. Abdi Rabbi'l Kabe der ki:) (İbn Amr'e) "Bunu, sen, bizzat Rasûlullah'tan mı işittin?" dedim. "Onu kulaklarım duydu ve kalbim hıfzetti" dedi. "Senin şu amcan oğlu Muâviye bize (birşeyler) yapmamızı emrediyor,biz de yapıyoruz" dedim.

"Allah'a itaat konusunda ona itaat et, ama Alla'a isyanda karşı açık" dedi.[38]

 

Açıklama

 

Hâdis-i şerifin, Müslim ve İbn Mâce'deki Rivâyetleri buradakinden hayli uzundur. Meseleyi daha iyi tasavvur edebilmek bakımından Müslim'in rivayetini aynen buraya Abdurrahman b. Abdî Rabbî'l Ka'be şöyle dedi:

Mescid-i Haram'a girdim, baktım ki Abdullah b. Amr b. As Kabe'nin gölgesinde oturuyor. İnsanlar başına toplanmışlar. Ben de vardım ve ya­nına oturdum Abdullah şunları söyledi:

Bir seferde Rasûlullah (s.a)'le birlikte idik. Bir yerde konakladık. Ki­mimiz çadırını düzenliyor, kimimiz ok atıyor, kimimiz de mer'adaki hay­vanların başında duruyorduk Derken Hz. Peygamber'in müezzini, nama­za toplanın, diye seslendi. Biz de Rasûlullah'ın yanında toplandık. Efen­dimiz şöyle dedi:

Benden önceki her peygambere, ümmeti için hayır bildiği şeyleri onlara öğretmesi, şer bildiği şeylerden de sakmırması bir hak ve gö­rev oldu. Şüphesiz, sizin şu ümmetinizin afiyeti öncekilerine verilmiş­tir. Sonrakilerine ise belâ ve hoşlanmıyacakları bir takım şeyler gele­cektir. Bir fitne gelecek, birbirini aratacak. Öyle bir fitne gelecek ki mü'min, işte bu benim helâkımdır, diyecek. Sonra o açılacak yine bir fitne gelecek, Mümin, işte bu (benim helakim) diyecek. Artık kim ce­hennemden uzaklaştırılıp, cennete sokulmak isterse, oun ölümü Al­lah'a ve ahiret gününe inanır olduğu halde gelsin. O, insanlara ken­disine yapılmasını istediği şekilde muamele etsin. Bir kimse bir ima­ma bîat etmiş, ona elini vermiş ve samimiyetle bağlanmış ise, eğer gü­cü yeterse, itaat etsin. Başka biri gelir de o imamla nizaa tutuşursa, sonrakinin boynunun vurunuz.

Abdurrahman der ki: Ben Abdullah'a yaklaşarak "Allah aşkına söyle, bunu Rasûlullah'tan bizzat mı işittin?" dedim. Elleri ile kulakları ve kal­bini işaret ederek, onu iki kulağım işitti, kalbim de öğrendi, dedi.

Ben kendisine:

Şu amcan oğlu Muâviye var ya, bize aramızda mallarımızı, haksız ye­re yememizi ve kendi kendimizi öldürmemizi emrediyor. Halbuki Allah (cc)

"Ey İnananlar, kendi kendi aranızda mallarını haksızlıkla yeme­yin, ama sizin karşılıklı rızanızla bir ticaret olursa müstesna, kendi kendinizi de öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah size merhametlidir."[39] buyuruyor, dedim.

Sen ona Allah'a itaat hususunda itaat et, Allah'a isyan konusunda da karşı çık, dedi."'

Görüldüğü gibi Müslim'in rivayeti Ebû Davud'un kinden oldukça uzun.

Hadisin Sahîhî Müslim ve Sünen-i İbn Mâce'dcki rivayetleri de göz önüne alındığında şunu anlıyoruz:

Hz. Peygambcr'in vefatından sonra müslümanların başına bir takım belâ ve musibetler gelecektir. Bunlar öyle olacak ki nerede ise gelen gi­deni aratacak ve mümin her bir fitne gelişinde "bu beni mahvedecek" di­yecektir. İşte bu ortam içerisinde, Allah'a ve ahirete inanmış bir vaziyet­te ölenler cennete gireceklerdir. Mümin o şekilde ölebilmeye çalışmalıdır. Ayrıca mü'min kendisine yapılmasını istemediği bir muameleyi başkala­rına yapmamalı, kendisine nasıl davramlmasını istiyorsa başkasına da öy­le davranmalıdır.

Hadisin Sünen-i Ebû Davûd'daki kısmı ise İmamlık, yani devlet baş­kanlığı ile ilgilidir. Hz. Peygamber bu konuda bir devlet başkanına biat eden kişinin, artık ona itaat etmesi, kendisine isyan edenlere karşı onu ko­ruması gerektiğini ifâde buyurmuştur.

Hadisin sonunda belirtildiği üzere râvî Abdurrahman; Abdullah b. Amr'a, Muaviye'nin kendilerine bir şeyler yapmalarını emrettiğini; onla­rın da yaptıklarını söylüyor. Bundan maksat, Hz. Muaviye'nin, esas hali­fe Hz. Ali olduğu halde, kendilerine Ali (r.a) ile mücadele etmelerini cm-retmesidir. Çünkü, bu soru, Abdullah'ın Hz. Peygamber (s.a)'in bir hali­feye biat edildikten sonra artık ona itaatin gerekli olduğunu söylediğini haber vermesi üzerine gelmiştir. Abdurrahman ona, sen böyle diyorsun, ama amcanın oğlu Muaviye bize hâlife olan Ali'ye karşı çıkmamızı isti­yor, biz de denileni yapmak zorunda kalıyoruz, diyor. Abdullah'da "Al­lah'a isyan konusunda" onun emrine itaat etmemesini, Allah'a taâtte ise itaatin gerekliliğini söylüyor. Abdullah'ın bu sözünü hem, Muaviye'nin Allah'a isyanı emrettiğini ihsasa hem de aksine ihtimali vardır.

Bilindiği gibi Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasındaki hilafet kavgası, müslümanlar arasında büyük ayrılıkların çıkmasına, bir çok müslüman kanının dö­külmesine ve tesiri zamanımıza kadar uzanan büyük fitnelerin çıkmasına sebep olmuştur. Müslümanlar, bu kavgada genelde, Hz. Ali'nin haklı ol­duğunu; esas hilâfetin onda olduğunu, Hz. Muaviye'nin ise bir ietihad ha­tası işleyerek Hz. Ali'ye karşı çıktığını söylerler. Hz. Muaviye,   sahâbî'den birisi olduğu ve Rasûlullah (s.a) ashabını övdüğü için, onu günah­karlığa iiisbet etmezler ve halifeye isyan eden bir âsi olarak değerlendir­mezler. Tabiki, bu konuda hassasiyet gösterenler ehl-i sünnet alimleridir. Müslümanların başına büyük gaileler açan bu kavgaların unutulmayıp, canlı tutulması ve bu sebeple müslümanlar arasına tefrikalar sokup birbirlerine düşürülmesi, şüphesiz, ya gayri müslimlerin ya da gafil müslü­manların işidir. Biz bu konuyu kendi kaynaklarına terk ederek hadisteki "Allah'a taat konusunda ona itaat et" sözü ile ilgili olarak Bezltri-Mechûd'daki bir değerlendirmeyi özetlemek istiyoruz.

Râvi'riin sorusuna karşılık, Abdullah b. Amr'm verdiği cevap pek uy­gun düşmemektedir. Çünkü, hz. Ali'ye daha önce biat etmişlerdir ve o, hi­lâfete daha müstehaktır. Hz. Muaviye'nin Hz. Ali'ye karşı ilk savaşı hak­sızdır. İçtihadında hatâ etmiştir. Buna sebep kendisine gelen, tevatür de­recesindeki haberlerin ona Osman'ın katlinin Hz. Ali'nin işareti ile inti­baı vermesidir. Hz. Hasan'la Hz. Hüseyin'in kapıda bulunuşları da buna bir delil ve fesatçı muannitlere bir hüccet olmuştur. Sâhâbrlerden Yezîd'e biat edenler ve biat etmiyenler için de aynısını söyleriz. Şüphesiz Hz. Peygamber'in "Ötekinin boynunu vurunuz" emri mutlak değildir. Nasıl böyle olsun ki? Çünkü eğer bu emir, hiç bir kayda bağlı kalmadan mut­lak olsaydı teklifi mâlâyütak olurdu. Nasıl böyle olsun ki? Bu emir ancak, asiyi öldürme imkânına sahip olana yöneliktir; gücü yetmeyene değil! Böy­le olunca; çaresiz kalınca, isyankar lidere boyun eğmenin caiz olduğu anla­şılır. Aksi halde boşu boşuna nefsi tehlikeye atmak söz konusudur.

Hz. Ali'nin vefatından sonra tüm sahâbîler, Hz. Muaviye'nin hilâfe­tinde ittifak etmişlerdir. Yezid'in hilafetî konusunda ise çeşitli guruplara ayrılmışlardır. Kimisi, zalim hükümdarlara da itaatin gerekliliği konusun­daki emirlerin zahirini esas alarak onun halifeliğini caiz görmüşler, kimi­leri de onun halifeliğini kabul etmeyerek başka bir halifenin seçilmesini gerekli görmüşlerdir Abdullah b. Zübeyr (r.a) bu ikinci gruptadır. O ken­disini hilâfete lâyık görmüş ve biat almıştır. Herhalde onun biat alışı, ya Yezid'den önce ya da onunla birlikte olmuştur. Her iki halde de O, Yezid'e isyan etmiş sayılamaz. Çünkü, Yezîd halife olmamıştı ki, kendisine çıkanlar âsi olsun. Abdullah b. Ömer'in ona biat etmesi de onun güç üs­tünlüğünü görmesinden ve fitne çıkacağından korkmasından ötürüdür. İbn Zübeyr ise, Yezîd'e karşı koyma gücünü kendisinde görmüş onun için biat etmemiştir.

Burada akla bir soru gelebilir: Hz. Hüseyin, her ikisine de biat etmemiştir. O halde, O, en azından birisine karşı âsi sayılmaz mı? Bu soruya şöyle cevap verilebilir. Hz. Hüseyin, Yezîd'e biat etmedi, çünkü onu bu işe layık görmüyordu Üstelik Ehlü'1-hâl ve'l-akd henüz onun hilâfetinde ittifak etmemişlerdi. İbn Zübeyr'e biat etmeyiş sebebi de onun halifeliği haberi kendisine ulaşmamasından olabilir. Yahut ulaşsa bile, Medine'ye varınca ona biat etmek istediği halde meydana gelen olaylar yüzünden bu­na imkan bulamamış olabilir. İkinci bir ihtimal olarak, İbn Zübeyr'de Ye­zîd'e karşı koyacak güç göremediği için özelikle gecikmiş olması müm­kündür.

Bu zatların hiçbirisini âsi saymak mümkün değildir.[40]

 

Bazı Hükümler

 

1- Müslümanlar kendilerine lider olarak seçtikleri kişiyi başka liderlik iddiasında bulunanlara karşı korumakla yükümlüdürler.

2- Liderin Allah'a tâat konusundaki veya Allah'ın emrine muhalif ol­mayan emirlerine uymak lazımdır.

3- Allah'a isyan konusundaki emri, emri veren devlet başkanı bile ol­sa uymak caiz değildir.

4- Silâh yoluyla İdareyi ele geçirenin, Allah'a isyan mâhiyetinde olma­yan emirlerine uymak caizdir.[41]

 

4249... Ebû Hureyre (r.a)'den; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu ri­vayet edilmiştir:

"Yaklaşan serden (dalıy) Vay arapların haline, Elini (savaştan) çe­ken kurtuldu."[42]

 

Açıklama

 

Hadisin Buhari, Müslim ve İbn Mâce'deki rivayeti Zeynep binti Cahş (r.a)'dandır. Buralardaki riva­yetler arasında, ufak bazı farklar olmakla beraber, birbirlerine olan ben­zerlikleri Ebû Davud'un bu rivayetine olan benzerliklerinden daha yakın­dır. Buharî'nin Kitabü'l Fiten'deki rivayeti şu şekildedir. Zeynep binti Cahş (r.a) şöyle demiştir.

Rasûlullah (s.a) yüzü kızarmış bir vaziyette uyandı. Şöyle diyordu: "Lâilâhe illallah, yaklaşan serden (dolayı) vây Arapların haline !Bugün Yecüc ve Mecüc Şeddinden şu akar -Süfyan; doksan veya yüzü işaret etti.- [43]

Rasûlullah (s.a)'e, Aramızda sâlihler varken biz helak olacak mıyız? denildi. "Fısku fücur çoğaldığında evet" buyurdu."

Hadisten anladığımıza göre, Rasûlullah (s.a) yakında bir fitnenin çıka­cağını ve bu yüzden, müslümanlarm sıkıntıya düşüp rahatsız olacaklarını haber vermiştir. Hadiste Özellikle Araplar anılarak "Vay Arapların hali­ne" denilmesine sebep, o zaman Müslümanların büyük çoğunluğunun Araplardan oluşudur. Yoksa, maksat arap olmayanların gelecek olan bu fitneden rahatsız olmayacaklarını ihsas değildir. Sindî'nin ifâdesine göre ise, bu tahsise sebep Arapların ilk müslüman olanlar olmalarıdır.

Hadîsi terceme ederken "Vây haline" diye terceme ettiğimiz (veylün) kelimesi bir kaç mânâda kullanılmaktadır. Bunlar: Bir şerrin gel­mesi, azap için kullanılan bir kelime ve cehennemde bir vadinin adıdır.

Sarihler, Rasûlullah'm yaklaştığım haber verdiği şer, yani fitneden maksadın, müslümanlarm ilk asırda yaşadıkları kargaşalar olduğunu söy­lerler. Bunlar, Hz. Osman (r.a)'m öldürülmesi ve Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasında cereyan eden savaştır. Başka bir görüşe göre de mak'sat, Yezîd ile Hz. Hüseyin Efendimiz arasındaki acı hâdisedir. Avnü'l Ma-'bûd ve Bezlü'l Mechûd müellifleri, sonraki ihtimali daha uygun bulmuşlardır. Bunun Arap olanlar ve olmayanlar arasında açık bir şer olduğunu söyle­mişlerdir.

Rasûlullah (s.a), o fitnede, savaşa iştirak etmeyip kenarda kalanların kurtulacaklarını ifade buyurmuştur.

Hadisin diğer kitaplardaki, Zeynep Binti Cahş'tan yapılan rivayetinde, o gün Ye'cüc ve Me'cüc şeddinde bir deliğin açıldığı ifade edilmiştir. Yecüc ve Me'cüc denilen milletler kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkıp fitne çıkartacaklardır. Kur'an-ı Kerim'de (Kehf 83, 96 ve Enbiya 96,97) Yecüc ve Mecüc'den bahsedilmektedir. Bunların hangi milletler olduğu konusun­da çeşitli görüşler vardır. Kimi alimler Moğollar ve Hunlarin olduğunu söy­lerler. Bazıları'da Rusların Ye'cüc, İngilizler'in ve Almanlar'ın da Me'cüc sülâlesinden olduklarını. Hiç birisi kesin bir delile dayanmaz.

Ye'cüc ve Me'cüc Şeddinin nerede olduğu konusunda da farklı görüşler vardır. Bu görüşler, Ye'cüc ve Me'cüc Şeddinin: "Çin Şeddi, Ye-men'deki Me'rib Şeddi, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki demir ka­pı, Buhara'nm Kokya dağı bitişiğindeki sed şeklindedir. Ye'cüc ve Me'-cüc'un hangi Millet olduğu konusundaki görüşler gibi, şeddin de neresi olduğu konusundaki görüşler de sağlam dayanaktan yoksun birer mütalaadır.

Yine hadîsin Buharı, Müslim ve İbn Mâce'deki rivayetlerinde toplum içerisinde sâlih kullar olduğu halde gelecek azabın umumi olacağı, fisk-u fücurun, yani fuhşun çoğaldığı dönemde tüm insanların helak olacakları ifâde edilmektedir. Bazı âlimler ise fısk-u fücuru mutlak kabul etmişler ve tüm günahlara şâmil olduğunu söylemişlerdir.

Enfâl Sûresi'ndeki şu âyet, Rasûlullah'ın; fitnenin umumi olacağı tar­zındaki haberlerini teyid etmektedir:

Öv/e hır fitneden sakınınız ki o, hiç de sizden sadece zulmedenlere dokun­mak fa kalmaz"[44]

 

4250... Ebû Davûd dedi ki:

Bana İbn. Vehb'den haber verildi; dedi ki: Bize Çerir b. Hâzim, Ubeydullah b. Ömer'den haber verdi. O NâfTden, Nâfî'de îbn Ömer'den, Ra-sûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti.

"Yakın bir zamanda Müslümanlar Medine'de muhasara edilecek­ler, öyle ki en uzak sınır karakolları, selâh olacak"[45]

 

Açıklama

 

Avnü'l Ma'bud'da, hadiste mechûl bir şahsın bulundugu, çünkü Ebû Davud'a hadîsi haber veren şahsın belirtilmediği ifâde edilmektedir.

Bezlü'l Mechûd'da bu sözler müstakil bir hadîs olarak ele alınmamış:, bir önceki hadîs içerisinde verilmiştir.

Hadîsten anladığımıza göre, Müslümanlar, bir gün düşman tarafından sıkıştırılacak ve Medine-i Münevvere ile selâh denilen yer arasında muhasara edileceklerdir.

Hadis-i şerifte, işaret edilen günde Medine'ye en uzaktaki sınır kara­kolunun Selah olacağı ifade buyurulmuştur. Sınır karakolu diye terceme ettiğimiz "Mesâlih "kelimesi, " Mesleha" kelimesinin çoğuludur. Bu kelime aslında silâh deposu mânâsındadır. Ancak, sınır ka-rakollarmdaki insanlar düşmanın ani bir hücumuna karşı pür silâh olduk­ları için bu isimle tabir edilmiştir.

İbnü'l Esîr, en-Nihâye adındaki eserinde, bu kelimeyi "Sınırları düş­mandan koruyan topluluktur. Onlar, silahlı oldukları veya silâh deposun­da eğleştikleri için Mesleha denilmiştir. O, gözetlenen karakol gibidir. Orada düşmanın ani hücumunu gözetleyen insanlar vardır." diye açıkla­mıştır.[46]

 

Selah:

 

Hayber yakınından bir yerin adıdır, Hayber ile Medine arası­na düşer. Bu kelimeyi Sülah şeklinde okuyanlar da vardır.

Aliyyü'l Kârî, Müslümanların son karakol noktasının, Medine'ye ya­kın bir mesafede olan Selah'ta oluşu, kâfirlerin sıkıştırmasının şiddetine ve müslümanları kuşatmalarının fazlalığına delâlet ettiğini söyler.[47]

 

4251... Zührî şöyle demiştir: Selah, Hayber'in yakınındadır.[48]

 

Açıklama

 

Bu haber yukarıdaki hadiste geçen Selah denilen Mevkinin, Zührî tarafından yapılan bir izahıdır, Görüldüğü gibi, o Hayber yakınında bir yerdir.[49]

 

4252...  Sevban (r.a)'den rivayet edildi ki; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:

"Allah (c.c) benim için yer yüzünü dürüp topladı -Yahut "Rabbim benim için yeryüzünü dürüp topladı." dedi.[50] doğusunu ve batısını gördüm.[51] Şüphesiz benim ümmetimin hükümranlığı, dünya'dan be­nim için dürülüp toparlanan yere ulaşacak. Ayrıca bana kırmızı (al­tın) ve beyaz (gümüş) olan iki hazine verdi.

Ben, Rabbim'den ümmetim için, onları genel bir kıtlıkla helak et­memesini, onlara kendilerinden başka bir düşman musallat edip de köklerini kazımamasını istedim.

Rabbim, bana şöyle dedi:

"Yâ Muhammed, (s.a) Şüpesiz ben bir şeyi takdir ettiğim zaman, artık o geri çevrilmez. Ben, onları genel bir kıtlıkla helak etmeyece­ğim. Onlar aleyhine dünyanın dört bucağından toplansalar bile, kök­lerini kazısın diye, başlarına kendilerinden başka bir düşmanı musal­lat etmem. Ta ki, birbirlerini helak etsinler ve birbirlerini esir etsin­ler."

Ben Ümmetim için ancak sapıtıcı (yoldan çıkartıp bid'atları emre­den) liderlerden korkarım. Benim ümmetimin arasına kılıç girdi mi

(iç kavgalar çıkınca), artık kıyamet gününe kadar bir daha çıkmaz. Ümmetimden bazı kabileler, müşriklere iltihak etmedikçe ve yine ümmetimden bazı kabileler putlara tapmadıkça kıyamet kopmaz. Şüpesiz, ümmetim içerisinden otuz tane yalancı çıkacak. Onların her biri kendisini peygamber sanacak. Halbuki, ben, Peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra Peygamber yoktur. Benim ümmetimden bir grup da Allah'ın emri gelinceye kadar hak üzerine -İbn İsa, "Üs­tün olarak" dedi. - devam edecek. -Sonra, iki râvî ittifak ettiler - Onla­ra muhalefet edenler kendilerine zarar vermeyecektir.[52]

 

Açıklama

 

Hâdîs-i şerif, Rasûlullah'ın peygamberliğine şahit eden mucizeler kabilindendir. Çünkü Hz. Pey­gamber (s.a), ileriye matuf bir takım haberler vermiş ve bu haberler aynı ile tahakkuk etmiştir. Gerçekten İslâmiyet tüm dünyaya yayılmış ve bu yayılma genelde doğu batı istikametinde olmuştur. Müslümanlar zengin­leşmişler, ganimetler elde etmişlerdir. Irak Kîsrası'nın gümüşleri müslümanların eline geçmiştir. Zaman zaman mevzii kıtlıklar olmakla beraber İslâm Alemi'nin tümünü kaplayan ve onları helak eden bir genel kıtlık yaşanmamıştır. Asırlardan beri tüm küfür alemi çeşitli isimler altında Müslümanlar'i yok etmek, yeryüzünden İslam'ın izini silmek için çalış­malarına rağmen buna muvaffak olamamışlardır, ve inşallah olamıyacak-lardır da.. Buna mukabil Hicret'in ilk asırlarından beri Müslümanlar ara­sında tefrika girmiş, müslümanlar birbirlerini boğazlamışlar, birbirlerini esir etmişlerdir. Bu hâl zamanımıza kadar aynı şekilde devam etmiş ve hâlâ'da sürüp gitmektedir.

Rasûlullah Efendimiz'in buyurduğu gibi, gayri müslîmler onları alt edemediler ve İslâm'ı yok edemediler, ama içlerinden çıkan liderler, on­ları sapıttılar, yönlerini değiştirdiler. Değişik fikirler ve akımlar ortaya atarak, halkı, o akımların içine soktular. Dinlerinin ve inançlarının içine bir takım hurafe ve bid'atlar soktular Ruhlarını alıp, onları kabukla oya­ladılar. Müslümanları gayri müslimlerin birer uydusu hâline getirdiler, iç­leri ve dışlarıyla onlara benzettiler. Müslümanlığı isimlerinde bıraktılar. Kendilerinin uydurdukları ve gayri müslimlerden aldıkları birtakım ni­zamları, İslâm'ın yerine ikâme ettiler.

Bazı müslüman topluluklar, gerçekten müşriklere iltihak etti. Bazıları, çeşitli isimler altındaki putlara tapınırlar hale geldiler. Bu durum Hz. Peygamber'in vefatından iibaren yalancı peygamberlerin çıkması ile başladı. Yalancı peygamberlerin arkası kesilmedi de.. Efendimiz, bunların otuz kadar olacağını söyler. İbn Mâce'deki rivayette bu yalancılar Deccal diye adlandırılmıştır.

İbn Hacer, Buharı şerhinde bu deccallardan bazılarının isimlerini ve özelliklerini anlatmaktadır. Tabiki bu bir tahmindir.

Hadîsin sonunda Müslümanlar'dan bir taifenin Allah'ın emri gelene kadar hak üzere devam edeceği ve muhaliflerin onlara zarar veremiyecek-leri beyan buyurulmaktadır. Fethü'l - Vedûd müellifi, buradaki Allah'ın emrinden maksadın, tüm müslümanların ruhu kabzedileceğinde esecek olan rüzgar olduğunu söyler. Hakim'in Müstedrik'indeki rivayette ise, "Ümmetimden bir taife, kıyamete kadar hak üzere galip olarak de­vam edecek" şeklindedir. Bu rivayetten, Allah'ın emrinden muradın kı­yamet olduğu anlaşılmaktadır.

Münavî ise "Kıyamet yaklaşıncaya kadar... zira yeryüzünde Allah di­yen kalmayıncaya kadar kıyamet kopmaz" der.

Hâdîs-in İbn Mâce'deki rivayetinde, Hz. Peygamber Efendimiz, ken­disinin Allah (c.c)'den üç şey istediğini söylemiş peşinden ise ikisini say­mıştır. Bunlar 1- Ümmetin tümünü kaplayıp onları helak edecek bir kıtlık vermemesi, 2- Düşmanların Müslümanlar aleyhinde birleşmemeleridir.

Bu durum, iki şekilde izah edilebilir. Ya hadisteki "üç" Efendimiz'in isteklerinin üç kere tekrarlandığı şekilde anlaşılmalıdır. Ya da Hz. Pey­gamber istediği üçüncü şeyi söylememiştir.[53]

 

4253... Ebû Malîk - Yanı el-Eş'arî- (r.a)'dcn rivayet edildiğine göre[54] Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur.

Allah (c.c) sizi (şu) üç şeyden himaye etmiştir.

1- Peygamberinizin size beddua edip de, sizin toptan helâk olma­nızdan,

2- Bâtıl üzere olanların hak üzere olanlara galabe çalmasından,

3- Dalâlet (sapıklık) üzere birleşmenizden.[55]

 

Açıklama

 

Bu hadîsi Muhammed b. Avf iki ayrı târikten rivâyet etmiştir. Bunlardan birisi, Muhammed b. îsmâîl, babası İsmail ve Damdam ve Şûreyh isnadıdır.

Bu isnad "bize haber verdi" tarzındadır. Diğer isnâd ise 'İsmail'in kitabından okudum, o da Damdam kanalıya Şüreyh'ten" tarzındadır. Bu isnad daha âlîdir. Yani râvî sayısı daha azdır.

Hafız, Telhis.de bu hadisin isnadında inkıta olduğunu, bunun, birden fazla yolla rivayet edildiğini, ama hepsinin tenkide maruz kaldığım söyler. Hafız, başka bir yerde ise, bu hadisin senedinin hasen olduğunu söylemiş­tir:

Münzirî, Muhammedin babası İsmail hakkında lâf edildiğini; Ebû Ha­tim ise, Muhammed'in, babasından hadis duymadığını söylemişlerdir.

Hadis-i şeriften Allah tealâ Hazretleri'nin, biz Ümmet-i Muhammed'ı üç felâketten koruduğunu görüyoruz. Metinde de müşahade edildiği gibi; bunlardan birisi, Peygamberimiz'in bedduasına maruz kalmayışımızdır. Halbuki Önceki ümmetlerden, peygamberlerinin bedduasını alıp da helâk olanlar vardır. Meselâ Hz. Nuh, kavmine beddua etmiş, onlar da helak ol­muştur. Bizim Peygamberimiz ise, kavmi için beddua etmek şöyle dursun devamlı hidayet istemiş, en sıkıntılı zamanlarında dahi ümmetini hatırın­dan çıkarmamış ümmeti için hayır dua etmiştir.

Cenâb-ı Hakk'ın bize bahşettiği ikinci ayrıcalık, bâtılın asla hakka ga­lip gelemeyeceğidir. Zaman zaman zahirde ehl-i bâtıl güçlü görülebilir. Ama bunlar, geçici ve izafîdir. Aslında ehl-i hakk galiptir. Üçüncü husus da Müslümanların tümü ile sapıklık üzere birleşmeyecekleridir, yani eğer müslümanlar bir konuda görüş birliği halinde iseler o haktır. Bu sebepten dolayı icma, kitap ve sünnetten sonra üçüncü şef i delil olmuştur.[56]

 

4254... Abdullah b. Mesud (r.a) rivayet edildiğine göre,

Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"İslâm'ın değirmeni otuzbeş, otuzaltı yada otuzyedi yıl dönecektir. Eğer (bundan sonra) helak olurlarsa, ihtilâfa düşüp din işlerini ihmal ederlerse, yolları kendilerinden önceki ümmetlerden helak olanların yoludur. Eğer dinleri (tahrife ve tağyire uğramadan) kalırsa, yetmiş se­ne devam eder."

İbn Mes'ud derki:

"Yetmiş yıl, otuzbeş, otuz altı veya otuz yedi yıldan kalan (sonra) dan mı, yoksa baştan mı başlar?" dedim.

Rasûlullah (s.a), "Baştan başlar" buyurdu.[57]

Ebû Davûd der ki: (İsnadtaki Râbî b. Hiraş'ı ha'yı noktalı olarak) " diyen hatâ etmiştir.)[58]

 

Açıklama

 

Bu hâdisîn anlaşılmasında ulema arasında hayli ihtilâf edililmiştir. Bu ihtilâflar genelde metinde kulla­nılan cümlelerin ifâde ettiği mânâları anlama konusunda olmuştur. Bu farklı anlayışları özetlemek istiyoruz:

"İslam'ın değirmeni: .... dönecektir." Bu cümlenin ifâde ettiği mâ­nâda iki görüş vardır.

1- Dinin işlerinin düzgün olarak ve Rasûlullah devrinde olduğu hâl üzere devam etmesidir. Allah'ın ahkâmının uygulanması, hadlerin tatbi­ki, hilâfet ve velayetin düzgün bir biçimde devamıdır.

Ulema'nm çoğunluğu, anılan cümleyi bu şekilde anlamışlardır. Onlar bu anlayışa götüren amil, belirli bir hızla dönmekte olan değirmenin eski halinden bir değişikliğin olmayışı eski hali ile sonraki halinin aynı oluşudur.

2- Bundan maksat, savaşların çıkması, müslümanlarm birbirlerini Öl­dürmeleridir. Bu görüş Hattabî ve Begavî'ye aittir.

Değirmenin dönmesi ile savaş arasındaki ilgi şudur: Değirmen dön­dükçe, taşlar arasındaki taneleri ufalar, öğütür un ufak eder. Savaş da, sa­vaşa katılanların canlarını öğütür; onları yok eder. Ayrıca Arap edebiya­tında savaşın, "Değirmen taşının dönmesi" ile ifâde edildiğini söylerler ve bunun için şahitler getirirler. Meselâ bir şair savaşı vasf ederken "

“Bizim değirmenimiz ve onların değirmeni döndü" demiştir. Ayrıca Ferezdak'in dedesi Sa'saa:"Elini Ce-mel değirmeninden (yani Cemel Savaş 'ında) kaldırdığı zaman Ali b. Ebî Talip (r.a)'a geldim" demiştir.

Avnü'l Ma'bud müellifi, Arap edebiyatındaki bu isti 'mallar j gösterile­rek; ikinci, yani Hattabî ve Begavî'nin anlayışlarının sahih olmasının ge­rekliliği tarzında varid olacak itiraza şöyle cevap vermektedir.

"Şüpesiz Araplar, harpten kinaye olarak değirmenin dönmesini kulla­nırlar. Ancak bu, sözde açıkça veya işaretle harp kelimesi zikredildiği tak­tirdedir. Hadiste ise, harp kelimesi geçmemektedir. Türbeştî şöyle der.: Araplar, harpten kinaye olarak değirmenin dönmesini kullanırlar ve har­bin değirmeni döndü derler. Onların harp kelimesini anmadan, değirme­nin dönmesini savaştan kinaye olarak söylediklerini bulamazsın. Bu ha­diste harp kelimesi anılmamış, İslâm'ın değirmeni denilmiştir. Uygun olan, bu sözden maksadın İslâm'ı anılan müddet zarfında işinin; düzgün bir şekilde, eskiden olduğu gibi devam etmesidir. Değirmenin dönmesi­nin, kişinin işlerinin düzgün bir şekilde yürümesi mânâsında müstear ol­duğu vakidir..."

Avnü'l Ma'bud müellifi bundan sonra, İbnü'l Esîr'den de önceki mâ­nâyı destekleyen nâkiller yapmaktadır:

"Otuzbeş veya otuzaltı, ya da otuz yedi yıl." Alimler bu sözden mak­sadın, Anılan müddet zarfında mı yoksa, anılan müddetlere kadar rm ol­duğunda ihtilaf etmişlerdir. Başka bir ifâde ile anılan rakamların başında­ki "lam" harfinin vakit manasında mı, yoksa gaye için olan "-İlâ" mânâsında mı olduğunda ihtilâf etmişlerdir. Tercih edilen görüş "lâm"m vakit mânâsında oluşudur. Bu cümledeki rakamlar arasındaki " =veya" kelimesinin hangi mânâda kullanıldığı da tartışılmalıdır. Bazı âlimler bunun tenvî için yada " = bilâkis" manâsında olduğunu söylerlerken, İzâletü'I - Hafâ adındaki eserde, bunun râvîlerden birisi­ne ait bir şek olduğu söylenmektedir.

Rasûlullah'ın haber verdiği bu otuzbeş, otuzaltı, veya otuzyedi senelik müddetin başlangıç zamanı hadisde zikredilmemiştir. Bu müddetin baş­langıcının Hicret olması muhtemel olduğu gibi, hadisin varid olduğu, ya­ni Hz. Peygamber'in bu sözü söylediği zaman olması da muhtemeldir. Bu Hadis Hz. Peygamber'in vefatından beş ya da altı yıl evvel varid olmuş­tur.

Eğer başlangıç müddeti olarak Hicret esas alınırsa, İslâm'ın işlerinin müstakim bir şekilde devam edeceği, otuzbeş yada otuzaltı yıllık müdde­tin sonu, Hz. Osman'a karşı yapılan ayaklanma olmuş olur, Hz. Ali döne­minin bu müddetten hariç tutulması, onun döneminde İslâm âleminin tü­münde tek hükümranlığın olmayışıdır. Ama başlangıç zamanı olarak, ha­disin varid olduğu an esas alınırsa, otuzbeş yılın bitimi Hz. Ali'de dahil Hülefa-i Râşidîn devrinin sonudur. Cemel Savaşı otuzaltı yılının sonu, Sıffîn savaşı da otuz yedi yılının sonunda olmuştur.

"Eğer (bundan sonra) helak olurlarsa (ihtilafa düşüp din işlerini ihmâl ederlerse, yolları helak olanların yoludur."

Alimler, bu cümlenin anlaşılmasında da ihtilâf etmişlerdir. Çoğunluk, bizim terceme ederken parantezle işaret ettiğimiz şekilde anlamışlardır. Yani helake sebep olan şeyler, helak olarak adlandırılmışlardır. Yani mâ­nâ" eğer onlar durumlarını değiştirir dinlerini tahrif eder, liderlerine kar­şı çıkar, Allah'a isyan edip zulme dalar ve Allah'ın hududunu terkederlerse..." demektir.

Hattabî'ye göre ise bu söz, "Şayet savaş ve cihadı terk etmek suretiy­le helak olurlarsa onların yolu önceki milletlerden helak olanların yolu­dur." şeklinde anlaşılmalıdır.

"Eğer, dinleri (tahrife uğramadan) kalırsa..."

Bizim tercememiz, Avnü'l Ma'bud müellifinin anlayışına göre yapıl­mıştır. Hattabî ise, bu cümledeki "din" kelimesinin melik manasında ol­duğunu söyler ve şöyle der: "Bununla, Ben-i Ümeyye'nin saltanatı ve sal­tanatın onlardan, Abbasîler'e geçişi kastedilmiştir. Hükümranlığm tam olarak Emevîler'e geçişi ile, Horasan'da Abbasî Devletinin doğuşu ve Emeviler'in zayıflmaya başlayışı arasında yetmiş sene kadar geçmiştir."

Avnü'l Ma'bud müellifi, Hattabî'nin bu sözünün son derece zayıf, hat­tâ bâtıl olduğunu ve İbn-ül Esir'in şu sözlerini nakleder. "Gördüğün gibi bu tevil doğru değildir. Çünkü onun işaret ettiği müddet yetmiş sene defe gridir. Ve o müddet zarfında din kaim değildi."

Erdebilî ulemâ'nm, Hattabî'nin sözünü zayıf bulduklarına işaretle şöy­le der. "Ümeyye oğulları dönemi bin aydır. Bin ay, seksen üç sene ve dört ay eder"

Türbeştî'de, Hattabî'nin yukarıya aktardığımız sözünü naklettikten sonra şunları söylemektedir: "Allah, Ebû Süleyman'a yani Hattabî'ye rahmet etsin. Şayet o, hadîsi iyice düşünse ve tevilini hadîsin siyakı üze­rine kursa idi, Rasûlullah'ın bu sözleri ile Emeviler'in saltanatını kastet­mediğini bilirdi. Aksine onun maksadı, Ümmetin işinin baştakilerc itaat-la, hadleri yerine getirmekte düzenli gitmesidir."

Hadisin sonunda İbnü'l Mes'ud, Hz. Peygamber (s.a) bu yetmiş senelik müddetin, daha önce geçen otuz küsur senenin bitiminden itibaren mi yok­sa, o müddetin başından itibaren mi başladığını sormuş Rasûlullah'da ba­şından başladığını söylemiştir. Yani onların dinlerine ait işler, Hicret'ten (veya o sözü söylediği andan) itibaren yetmiş sene devam edecektir.[59]

 

4255... Ebû Hûreyre (r.a)'den rivayet edildi ki; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Zaman yaklaşıp (kısalacak), ilim (ehli) azalacak, fitneler ortaya çıkacak, (insanların içine) cimrilik atılacak ve here çoğalacak" Rasulullaha:

" Herç" nedir Ya Rasûlullah? denildi. -Kati, Kati... buyurdu.[60]

 

Açıklama

 

Hadîsin, Buharî'nin Fiten'deki rivayeti buradaki ile aymdır. Müslim'in Fitendeki rivayeti ise kısa­dır. Sadece sonundaki katl'in çoğalacağını bildiren bölüm vardır.

Hadisteki "Zaman yaklaşacak..." cümlesinden muradın ne olduğu konusunda hayli farklı ihtimâller üzerinde durulmuştur. Bu konuda ortaya atılan ihtimâller şunlardır.

1- Kıyametin yaklaşmasıdır.

2- İnsanların şer ve fitnede birbirlerine yaklaşmalarıdır.

3- İnsanların ömürlerinin kısalığıdır.

4- Günlerin ve gecelerin kisalmasıdır. Öyle ki, sene, ay gibi; ay, hafta gibi; hafta gün gibi; gün saat gibi, saat da alevin parlaması gibi olacaktır.

5- Bereketin azalmasıdır.

6- Devletlerin son bulmaya ve asırların yok olmaya koşuşmalarıdır.

7- İnsanların dini hayatlanndaki gevşeklikten dolayı hallerinin birbiri­ne yaklaşmasıdır. Öyle ki, içlerinde iyiliği emredip, kötülükten men eden kimse kalmayacaktır. Çünkü fısk artacak, fasıklar çoğalacaktır.

Bu ihtimallerin bir kısmı değişik alimler tarafından ileri sürülmüştür. Biz hepsini icmal ederek verdik.

Hadîsin devamında Rasûlü Ekrem Efendimiz, işaret edilen zamanda il­min azalacağını haber vermiştir. Bu, ulemanın ölmesi ve yerlerini doldu­rulacak kişilerin yetişmemesidir. Zira, Cenab-ı Allah, ilmi insanların için­den söküp almaz. Alimlerin ruhlarını kabzetmek suretiyle alır.

Bundan sonra Hz. Peygamber (s.a) insanların kalplerine cimriliğin atı­lacağını söylemektedir. Sarihler, buradaki cimriliği malla ilgili olana tah­sis etmemişler, her halin kendine göre bir cimriliğinin olduğunu söyle­mişlerdir. Meselâ, alim, ilmini yaymaktan; sanatkâr, sanatını öğretmek­ten; zengin, fakire yardımdan imtin ederse, bunların her biri cimriliktir.

Hadisin sonunda da Hz. Peygamber "herec"in çoğalacağını söylemiş, bunun ne olduğunu soranlara da "kati kati" cevabını vermiştir.[61]

 

2.Fitneye Koşmaktan Nehy

 

4256... Ebû Bekre (r.a)'dan rivayet edildi ki;

Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Yakında bir fitne çıkacaktır. O fitne zamanında (ona karışmayıp) uzanıp yatan, oturandan; oturan (ona karışmak üzere) ayakta duran­dan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyend de (fitneye) koşandan da­ha hayırlı olacaktır."

Ebu Bekre:

Yâ Rasûlullah, (Ozaman) benim ne yapmamı emredersin? dedi.

Rasûlullah (s.a) :

"Devesi olan devesinin, koyunu olan koyunun, arazisi olan da arazisinin yanına gitsin" buyurdu.

Ebu Bekre:

Bunlardan hiç bir şeyi bulunmayan ne yapsın?

Rasûlullah :

Kılıcına dayansın, onun ağzını taşa vursun, gücünün yettiği kadar o fitneden korunsun.[62]

 

Açıklama

 

Bu hadisin baş tarafına benzer ifâdeler, Buharı’ de  Ebu Hureyre (r.a)'dan rivayet edilmiştir. Müslim'in, Ebû Bekre'den rivayeti de, Ebû Davud'un rivayetinden hayli farklıdır. Müslim'in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a) hadisi so­nunda üç kere "Allah'ım tebliğ ettim mi?" demiştir. Sonra da bir ada­mın, "Ya Rasûlullah, Mecbur edilir de iki saftan veya iki gruptan birisine götürülürsem ve bana birisi kılıcını vurur veya bir ok gelip beni öldürür­se ne buyurursun?" dedi. Hz. Peygamber'de "Hem kendi günahını hem de senin günahını yüklenir ve Cehennemliklerden olur." buyurdu.

Rasûlullah Efendimiz çok yakında müslümanlar arasında bir fitnenin zuhur edeceğini, o fitneden uzak duranların uzaklık ölçülerine göre başka­larından daha hayırlı olduğunu söylemiştir. Alimler, Efendimizin haber verdiği bu fitnenin, Cemel ve Sıffın savaşları, Hz. Osman ve Hz. Hüse­yin'in öldürülmeleri olduğuna dair görüşler beyan etmişlerdir. Böyle fitne­ler, zuhur ettiğinde yatan uyuyandan daha hayırlı olacaktır. Çünkü otur­makta olan, uzanmakta olanın göremediklerini görür, duymadıklarını du­yar. Dolayısıyla oturan, uzanana nisbetle bu fitnenin azabına daha yakındır. Oturan, ayakta durandan daha hayırlıdır. Çünkü ayakta duran da otu­ranın göremediklerini görür, duyamadıklarını duyar. Buradaki oturandan, maksadın yerinden ayrılmayan; ayakta olandan maksadın, savaşa iştirak için kalkan kişi olması muhtemeldir. Yürüyenden maksat, fitneye yürüye­rek iştirak eden; koşandan maksat'da fitneye koşandır. Peygamber Efen­dimiz, fitne anında deve, koyun ve arazi gibf malları olan kişilerin, halk­tan ayrılıp mallarının başına geçmelerini tavsiye etmiştir.

Kılıca dayanıp ağzını taşa vurmaktan maksat, bazı alimlere göre haki­ki mânâsıdır. Bazılarına göre, harbi bırakmak mânâsına mecazdır.

İmam Nevevî'nin bildirdiğine göre ulema, fitne zamanında harbe ka­tılmanın hükmünde ihtilâf etmişlerdir. Bir kısım alimler, bunu asla caiz görmemişlerdir. Bu gruba göre fitneciler; birisinin evine girip onu öldür­mek isteseler kendisini müdafaa etmesi caiz değildir.

Bu görüş Sahîh-i Müslim'deki rivayete uygundur. Hadisin râvîsi Ebu Bekre'de bu görüştedir. îbn Ömer ve İmran b. Husayn'a göre, kişinin fit­neye iştiraki caiz olmamakla beraber, kendisini öldürmek isteyene karşı nefsini müdafaa etmesi caizdir.

Ashâb, Tabiîn ve sonraki müslümanlarm çoğuna göre; Müslüman, fit­ne esnasında hak sahibine yardım etmeli, onun yanında savaşa katılmalı­dır. Nitekim Cenab-ı Hakk bagîlere karşı savaşmayı emretmiştir. Bu ha­disteki fitneye karışmama emri, haklı olan tarafın belli olmaması ya da her iki grubun da zalim olmaları hâli ile tevil edilir. Çünkü eğer kişi, hak­lıya yardım etmez ise yeryüzünü fesat kaplar.[63]

 

4257... Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a), Rasûlullah (s.a) 'den bu (önceki) ha­disi rivayet edip şöyle dedi:

"Yâ Rasûlullah, evime girip beni öldürmek için elini kaldınrsa {ne ya­payım) ne dersin?” dedim.

Rasûlullah (s.a) :

“Adem'in iki oğlu[64] gibi ol" buyurdu.Yezîd:

Eğer beni öldürmek için elini bana uzatırsan; ben, seni öldürmek için elimi uzatmam"[65] ayetini okudu.[66]

 

Açıklama

 

İzâletü'l-Hafâ'daki rivayete göre Sa'd b. Ebi Vakkas(r.a) bu hadisi Hz. Osman'ı öldürmek için fitne çıktığı zaman rivayet etmiştir. Rivayetin baş tarafı, bir önceki Ebu Bekre hadisi gibidir. Yani fitne çıktığı zaman yatmakta olanın oturandan; otura­nın, ayakta durandan; ayakta duranın, yürüyenden; yürüyeninde koşan­dan daha hayırlı olduğu bildirilmiştir.

Bu rivayette Sa'ad b. Ebî Vakkas, Hz. Peygamber'e birisi evine girip onu öldürmek üzere elini kaldınrsa ne yapması gerektiğini sormuş, Efen­dimiz de, "Adem'in iki oğlu gibi ol" cevabını vermiştir. Dipnotta işaret ettiğimiz gibi bu cümle, bazı nüshalarda "Adem'in oğlu gibi ol" diğer nüshalarda ise "Ademin oğullarından hayırlı olanı gibi ol" şeklindedir. Efendimiz'in bu sözden maksadı, Hz. Adem'in oğlu Kabil'dir. Yani Ra­sûlullah , Adem'in katil olan oğlu Kabil gibi değil, öldürülen oğlu Hâbil gibi ol demek istemiştir. Bilindiği gibi Hz. Adem'in oğullan Hâbil ile Ka­bil arasında kavga çıkmış, Kabil, Habil'i öldürmek istemişti. Hâbil ise kardeşini öldürmektense, onun tarafından öldürülmeyi tercih etmiş ve "Eğer beni öldürmek için elini uzatırsan, ben seni öldürmek için eli­mi uzatmam" demiştir.

Zaten Râvî Yezîd'in okuduğu âyet de Hâbil'le Kabil hakkındadır.[67]

 

4258... İbn Mes'ud (r.a) şöyle demiştir; Rasûlullah (s.a)'ı şunları söylerken işittim:

İbn Mes'ud, (yukarıda geçen) Ebû Bekre hâdisi'nin bir kısmını zikre­dip şöyle dedi:

"Fitnede öldürülenlerin tümü cehennemdedir."

Vâbisa, der ki; İbn Mes'ud'a:

"Bu ne zaman olacak yâ ibn Mes'ud?" dedim.

"İnsanın birlikte oturduğu kişiden emin olmadığı, kati günlerinde" de­di.

" O zaman'a yetişirsem bana ne yapmamı emredersin"?

"Elini ve dilini fitneden uzak tutarsın. Evinin sergilerinden bir sergi (gibi devamlı evinde) olursun"

Osman (r.a) öldürülünce, gönlüm bir tarafa gitmek istedi. Bir hayvana binip Dimeşk (Şam)'a geldim. Huraym b. Fatik'e vardım. Olanı ona an­lattım. Huraym b. Fatik, İbn Mes'ud'un bana anlattıkları gibi Rasûlul-lah'tan kendisinin de duyduğuna, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin etti.[68]

 

Açıklama

 

Metnin siyakından anlaşıldığı üzere bu hadis de öncekilerle aynı mânâyı ifâde ile fitneye kanşılmaması-nı tavsiye etmektedir. Ancak bu hadiste öncekilerden farklı olarak fitne esnasında, yani iç savaş da her iki taraftan ölenlerinde cehenneme gide­cekleri beyan edilmektedir.

Bezlü'l Mec'hud'da ifâde edildiğine göre buradaki söz konusu olan fit­ne; kimin haklı, kimin haksız olduğu bilinmeyen fitnedir. Böyle bir savaş­ta her iki taraftakilerin de maksadı hakkı ortaya çıkarmak olmadığı için cehennemi haketmislerdir. Ama haklıya yardım ederken öldüren veya başka birini öldürmek istemediği halde zulmen öldürülen kişi bu hadîste söz konusu edilen fitne maktullerinden değildir.

Kâdî İyâz da böyle fitne günlerinde öldürülenlerin cehennemlik oluşlarının sebebini şöyle anlatır. "Çünkü onlar, bu savaşla dinin yücelmesi­ni, zalimin zulmünü defetmeyi veya haklıya yardımı kastetmemektedirler. Aksine onların maksadı mal ve mülk arzusu ile giriştikleri bir müca­deledir.

Râvîlerden Vâbisa İbn Mes'ud'a fitne günlerine ulaştığı takdirde ken­disine ne tavsiye ettiğini sormuş, İbn Mes'ud da elini ve dilini fitneden korumasını tavsiye etmiştir. Şüpesiz İbn Mesud'un bu tavsiyesi, Rasûlul­lah'tan aldığı bir bilgiye dayanır.

Kişinin dilini fitneden korumasından maksat, fitne ile ilgili konuları konuşmaktan uzak kalması; elini korumatan maksat da, kimseyi öldürme-mesidir. "Evinin çullarından bir çul olması" evinden dışarı çıkmamasın­dan, devamlı evinde kalıp fitneye karışmamasından kinayedir. Evin sergi­si nasıl devamlı evde durur, sanki oraya yapışır kalırsa, sende aynı şekil­de evinde kal oradan ayrılma, demektir.

Hadîsin sonuna doğru Vâbisa "Hz. Osman öldürülünce gönlüm bir yerlere gitmek istedi." demiştir. Bundan murad, Hz. Osman'ın öldürüldü­ğü fitnenin çıktığı yeri terketmek istediğini ifade eder. Bu mânâya gelen  cümlesinin kelime kelime karşılığı "Kal­bim konacağı yere uçtu" demektir. Bu cümleden murad edilen mânânın "kalbim hareketlendi, üzüldü", olması da muhtemeldir.[69]

 

4259... Ebû Mûsel-Eş'arî (r.a)'den; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurdu­ğu rivayet edilmiştir:

Şûphesiz kıyametin hemen önünde karanlık gecenin parçalan gibi büyük fitneler çıkacaktır. O fitnelerde, kişi, mümin olarak sabahla­yıp kafir olarak akşamlayacak; mü'min olarak akşamlayıp, kafir ola­rak sabahlayacaktır. O fitnelerde; oturan, ayakta durandan; yürü­yen, koşandan daha hayırlıdır. (O zaman) siz yaylarınızı kırınız, kiriş­lerinizi (yay iplerinizi) parçalayınız, kılıçlarınızı taşa vurunuz. Eğer sizden birinizi (öldürmek için) evine girilse, o Adem'in iki oğlundan hayırlısı gibi olsun.[70]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerifte kıyamet kopmadan, hemen önce korkunç fitneler olacağı, bu fitnelerin karanlık ge­cenin bölümlerine benzeyeceği bildirilmektedir. Bu benzetme ile anlatıl­mak istenen, fitnelerin korkunçluğu, şiddeti, mahiyetinin bilinmemesi iç yüzünün insanlara karşı kapalı olması, sürekliliği ve yaygınlığıdır. O dö­nemde insanların mü'min olarak sabahlayıp, kafir olarak akşamlamaları veya aksi durumda olmaları, onların inanç ve düşüncelerindeki değişken­liğe işarettir. Yani onların, bir anının başka bir anı tutmayacağının ifade­sidir. Yoksa, sadece bu iki vakitteki iman ve fikir farklılığına işaret değil­dir. Meselâ, o an gelince insanlar, müslüman kanının akıtmanın haram ol­duğunu söylerken, hemen fikirleri değişecek ve müslüman kanının helâl olduğunu söyleyecek, böylece küfre düşeceklerdir. Böylece kısa zaman­da içerisinde mü'minken kafir olacaklardır.

Hadisteki oturanın ayakta durandan; yürüyenin, koşandan hayırlı ol­masından murad, fitneye ve fitnecilere uzak kalmanın; hayırda olmanın ölçüsünü ifade eder.

Hadîsin son kısmında, evinde saldırıya uğrayıp öldürülmek istenen ki­şinin Hz. Adem'in oğullarından Hâbil'in, Kabil'e yaptığı gibi yapması, karşısındaki müslümam öldürmektense kendisinin ölmeyi tercih etmesi­nin uygun olacağı belirtilmektedir.

Ancak bu anılan fitnelerle ilgilidir, ve fitneye karışmamak içindir. Yoksa insan canını ve malını korumak için mücadele eder. Nefsi koruma İslâm'ın kabul ettiği bir davranıştır. Mesele yanlış anlaşılmamalıdır.[71]

 

4260... Abdurrahman (yani İbn Semûre) şöyle demiştir:

Medine sokaklarından birinde İbn Ömer'le el ele tutuşmuş vaziyette (yürüyor) idik. Birden asılmış bir (insan) başın(m) yanma geldik. İbn Ömer "Bunu öldüren şakîdir." dedi. İleri geçince "bunun (maktulün) da şakı olduğunu zannediyorum. Rasûlullah (s.a)'i "Ümmetimden birini öl­dürmek için yürüyen kimseye (öldürülmek istenen) şöyle yapsın (boy­nunu uzatsın). Öldüren cehennemlik, öldürülen de cennetliktir, buyu­rurken işittim." dedi.Ebû Davûd der ki:

Bu hadisi Sevrî, Avn'den; Avn, Abdurrahman b. Semîr veya Abdur­rahman b. Semire'den rivayet etti. Ayrıca onu Leys b. Ebu Süleym Avn kanalıyla Abdurrahman b. Semire'den rivayet etti.

Yine Ebû Davûd şöyle demiştir:

Hasen b. Ali bana şöyle dedi:

Bu hadîsi bize, Ebû Avene'den Ebûl-Velıd haber verdi ve " O benim kitabımda İbn Sebure'dir." dedi. (Onun için) "Semure" dediler. "Sümeyrâ" dediler. Bu, Ebû Velid'in sözüdür.[72]

 

Açıklama

 

Hadiste görüldüğü üzere Abdurrahman b. Semure’nin ibn Ömer'le birlikte Medine sokaklarında gezerken hurma ağacına asılmış bir insan başı görmüşler ve İbn Ömer, metinde görülen sözleri söylemiştir. Avnü'l Ma'bud'da asılı olan bu ka­fanın, İbn Zübeyr'nin başı olduğunu söylenmektedir. Bezl'ül Mechûd'da ise buna itiraz edilerek şöyle denilmektedir. "Avnü'l Ma'bûd sahibi, onun, İbn Zübeyr'inin başı olduğunu söyler. Ahmediye Haşiyesin'dede böyledir. Ancak zahire göre bu sahîh değildir. Çünkü onların Medine yol­larından birinde yürümeleri bu iddiayı imkansız kılar. Eğer "O, İbn Zü-beyri'nin başı olsaydı Medine yolunda'1 derdi. "Medine yollarından bir yolda" denilmesi o olayın Medine içinde olduğunu gösterir. Ayrıca hadi­sin devamındaki "Ben onun (Maktülün)da şakı olduğunu zannediyorum." ifâdesi de buna imkan vermez. Çünkü İbn Zübeyr bir şahabıdır ve kendi nefsini ve müslümanları müdafa etmiştir. O, halifeliğe Yezid'den daha müstehaktır.

İbn Ömer, gördüğü başın sahibini öldürenin cehennemlik olduğunu kat'i bir dille ifâde ettiği halde, öldürülen şahsın cehennemlik olduğunu zan ile ifade etmiştir. Çünkü onun suçlu olup olmadığını kesin olarak bil­memektedir.

Hadisin devamında îbn Ömer (r.a); Efendimiz'in, kişinin kendisini öl­dürmek üzere gelene "şöyle yapmasını" emrettiğini söylemiştir. Bazı nüs­halarda da bu cümleden sonra tefsir olarak "yani boynunu uzatsın" ilâve­si yer almıştır. Biz tercemeyi yaparken bu ilâveyi göz önünde bulundur­duk.

Hz. Peygamber'in bu sözünden maksat şüphesiz, kişinin kendisini öl­dürmek isteyenin önüne yatıp» boynunu uzatması değildir. Maksat, bir müslümanın, başka bir müslümanı öldürmektense kendisinin ölmesinin daha iyi olduğunu, çünkü katilin cehennemde, maktulün ise cennette ol­duğunu bildirmektedir. Ayrıca, bir kimsenin canını, koruması görevi, nef­sini müdâfaa için başkasını öldürmesi hakkıdır.

Ebû Davûd, hadîsin sonunda Abdurrahman'ın babasının adı konusun­da söylenen farklı görüşleri vermiştir. Bunlar Semûre, Sebûre, Semîra, Sümeyrâ'dır.[73]

 

4261... Ebu Zer (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) bana, -Yâ Ebû Zer, dedi.

Buyur, Yâ Rasûlullah, Emrin başım üstünde... dedim. Râvî hadisi zikredip, şöyle dedi:

Rasûlullah:

İnsanlar (topluca) ölüp, kabir bir köle fiyatına olduğu zaman ne yaparsın? buyurdu.

Allah ve Rasûlü daha iyi bilir veya Allah ve Rasulu benim için ne se­çerse onu.

Sabra sanl-veya Sabret[74] Rasûlullah daha sonra şöyle dedi: -Yâ Ebû Zer,

Buyur ya Rasûlullah

Ahcâr'u zeyt'in kan içinde kaldığını gördüğün zaman ne yaparsın? -Allah ve Rasûlü benim için ne isterse onu.

Sen kendilerinden olduğun kişilerin (ailenin veya bi'at ettiğin hü­kümdarın) yanına katıl.

Yâ Rasûlullah! Kılıcımı alıp, boynuma takmayayım mı? (savaşa ka­tılmayayım mı?)

Öyle yaparsan o kavme ortak olursun.

Öyleyse bana ne emredersin?

Evine kapan

Eğer seni   kılıç   parıltısının kaplamasından korkarsan elbiseni yüzüne tut, o (seni öldürmek isteyen kişi) senin ve kendisinin günahı ile döner)[75]

 

Açıklama

 

Hadîsin İbn Mâce'deki rivayetinde Ebû Zer're insanların başına gelecek olan kıtlıkta nasıl davrana­caklarına dair, Rasûlullah'm soru ve tavsiyeleri de yer almaktadır. İbn Mâce'deki bu fazla metnin Ttirkçesi şu şekildedir.

Rasûlullah, "Yâ Ebâ Zer', insanların başına gelecek olan; mescidi­ne gelip de yatağına dönemeyeceğin derecede şiddetli olan açlık ha­linde ne yaparsın?" buyurdu. Ben de : Allah ve Rasulü daha iyi bilir, ve­ya - Allah ve Rasulü benim için ne isterse o olur, dedim. Rasûlullah, "O zaman iffetli ol (dilenmekten veya haram nzıktan sakın) buyurdu..."

Hadis Metnindeki "İnsanların ölüp kabrin bir köle fiyatına olaca­ğı..." cümlesi alimler arasında değişik şekillerde açıklanmıştır. Hattabî bu cümleyi iki şekilde açıklar:

a) İnsanlar ölülerini gömmekle o kadar meşgul olacaklar ki, bir Ölü için kabir kazıp, defnedecek birisi bu işi ancak bir köle veya köle kıymeti kar­şılığında yapacaktır.

b) İnsanların kabristanları daralacak, cenaze defnedecek yer kalmaya­cak bir kabrin fiatı bir kölenin fiyatına erişecek.

Türbeştî, Hattabî'nin bu yorumlarından ikincisini, yeryüzünün geniş olduğunu insanlar ne kadar çok ölürlerse ölsünler yine de kabir sıkıntısı­nın olmayacağını söyleyerek tenkid etmiştir.

Avnü'l Ma'bûd müellifi ise Türbeşti'nin tenkidini olumsuz bularak, hadisteki maksadın, Hattabî'nin ikinci yorumu olduğunu söyler ve bu id­diasını başka rivayetlerle teyid eder.

Avnü'l Ma'bud'un bu konudaki sözleri şu şekildedir:

"Türbeşti'nin bu iddiasına şöyle cevap verilir. Buradaki kabristan'dan maksat, Medine'deki Cibâne'dir. Medineliler'in adeti, cenazelerini ora­dan başka yere defnetmemek şeklinde cari olmuştur. Mirkat'ta da böyle denilmektedir. Bir de ben derim ki, Mesabih ve el-Mişkat'ta rivayet şu şe­kilde vâki olmuştur: "Yâ Ebâ Zer! Medine'de ölümler olup, bir kabir, köle fiatma çıkar da kabir köle karşılığında satılırsa... "bu rivayet, ikinci ma­nâyı teyid etmektedir. Ve maksat olan mânâ da budur. Çünkü hadisler bir­birlerini tefsir ederler."

Bu cümle ile ilgili olarak, iki mânâ daha ileri sürülmektedir. Onlardan birisi şudur: Ölümler çok olduğu için, evler boşalacak ve ucuzlayacak. Nihayet bir köle fiyatına bir ev satılacaktır. Halbuki ev fiyatları köle fi­yatlarından çok daha pahalıdır.

İleri sürülen ikinci mânâ da, kalabalık olan, hizmetçileri çok olan ev­lerde ancak bir hizmetçi kalacak ve alinenin tüm işlerini o yürütecektir.

Şüpesiz bu son iki mânâ sadece Ebû Davud'un rivayeti göz Önüne alı­nırsa muhtemeldir. Ama EI-Mesabih ve el-Mişkat'ın rivayetleri göz önü­ne alındığında, bu mânâları anlamak mümkün değildir. Hadisin siyakına uygun olan mânâ, Avnü'l Ma'bûd müellifinin de tercih ettiği Hattabî'nin ikinci izahıdır.

Hadis-i şerifte, Efendimiz, "kabir" mânâsına, sözlük manası "ev" olan " kelimesini kullanmıştır. Râvilerden birisi de metni riva­yet ederken bu kelimeyi "yâni kabir" diye tefsir etmiştir. Biz tercemeyi yaparken kelimeyi asıl mânâsı ve râvînin tefsirine hiç işaret etmeden, doğrudan doğruya maksat olan mânâyı verdik ve "kabir" dedik.

Hadis'in devamında Hz. Peygamber Efendimiz, müslümanlar arasında cereyan edecek ve ortalığı kana bulayacak bir savaşı haber vermektedir. Bu savaş "Ahcâru'z zeyd" denilen yerde olacaktır. Burası Medine'de bir mahalle veya Medine'de bir yerdir. Avnü'l Ma'bûd müellifi'nin Türbeş-tî'den naklettiğine göre burası, Yezid döneminde meydana gelen savaşın geçtiği Nacre'den bir parçadır. Bu savaşta Yezid ordusunun komutanı, Müslim b. Ukbe idi. Ukbe ordusu hz. Peygamberin haremi olan Medi­ne'ye saldırdı. Orasının dokunulmazlığını hiçe saydı. Medine'nin batısın­daki Harre denilen yerde konakladı. Medine'deki erkekleri kılıçtan geçir­di. Üç beş gün bu zulmü sürdükten sonra, Mekke ile Medine arasında tu­zun suda eridiği gibi eridi. İşte bu savaşta Ahcar'uz - Zeyd denilen yer, müslümanların kanlan altında kaldı.

Hz. Peygamber (s.a) Efendimiz, bu savaşta Ebu Zer'rin kendilerinden olduğu kişilere katılmasını emretmiştir. Bundan maksat, terceme esnasın­da da işaret edildiği gibi, kendi aile ve aşireti veya kendisine bi'at ettiği halifedir.

Ebû Zer, bu savaşta kılıcını alıp savaşa iştirak edip edemiyeceğini sor­muş, Rasûlullah'da Eğer öyle yaparsan onlara ortak olmuş olursun" buyurmuştur. Bazı âlimler, buradaki ortaklığın, günahta ortaklık olduğu­nu söylerler.

İbn Melik ise bunun, kan akıtmaktan sakındırmayı tekit için olduğunu, çünkü kişinin kendisini müdafaa etmesinin vacip olduğunu söyler.

Aliyyü'I Kârî ise şöyle der:

"Doğrusu şudur: Eğer hasım müslümansa ve bir fesat söz konusu ol­mazsa, kişinin kendisini müdafaası caizdir. Ama saldırgan kâfir ise imkân nisbetinde kendisini müdafaa vaciptir."

Efendimiz Ebû Zer're son olarak "Kılıç parıltısının seni kaplamasın­dan korkarsan elbiseni yüzüne tut" buyurmuştur. Bundan murad şudur: eğer hasmının kılıcını kullanmasından korkarsan, gözlerini kapa, kılıcını görme. Eğer onlar savaşmak isteseler bile, sen savaşma; sulh taraftan ol. Şayet sen bu durumda öldürülürsen, seni öldüren hem senin hem de ken­disinin günahını çekecektir.[76]

 

Bazı Hükümler

 

1- Müslüman, gelen felâketlere karşı sabırlı olmalıdır.

2- İnsan bir lidere biat ettiği za­man, lider İslâm'a göre hükmettiği müddetçe onun yanında yer almalıdır.

3- Müslümanlar arasında bir çatışma çıkar ve bir kimse, kimin haklı ki­min haksız olduğu bilinmezse tarafsız kalmalı, savaşa iştirak etmemelidir.

4- Bir fitne esnasında bir müslüman saldırıya uğrar ve kendini koruma­dan saldırgan tarafından öldürülürse günahlarını saldıran yüklenir.[77]

 

4262... Ebû Musa (r.a)'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur. "Şüphesiz önünüzde karanlık gecenin bölümleri gibi fitneler vardır. (O zaman) kişi mümin olarak

sabahlayacak, kafir olarak akşamlayacaktır. O fitne esnasında otu­ran ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyende koşan­dan daha hayırlıdır."

Rasûlullah (s.a):

"Bize ne emredersiniz?" dediler.

"Evinizin çulları (gibi) "olunuz" buyurdu.[78]

 

Açıklama

 

Hz. Peygamber Efendimiz, ileride korkunç fitneler çıkacağını insanların fitneden uzak kaldıkları ölçü­de hayırlı olacaklarını beyan etmiştir. Bu konu 4259 no'lu hadiste geçti. Efendimizi dinleyen sâhâbîler, o durumda ne yapmaları gerektiğini sormuşlar Rasûlullah'da evlerine çekilip olaylara karışmamalarını emret­miştir.  Çullar diye  terceme ettiğimiz     ................     kelimesi  ............ kelimesinin çoğuludur. Bu kelime hayvanlarda semerin altına atılan çul evlerin sergisi manasına gelir. Evin çulu olmaktan maksad da nasıl, çul evde devamlı şergili kalır, başka başka tarafa taşınmazsa, insanın da evi­ne kapanması bir tarafa çıkmamasıdır.

Bu mesele de 4258 Numaralı hadisin izahında geçmiştir.[79]

 

4263... Mikdad b. el-Esyed (r.a) şöyle demiştir:

Allah'a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a)'i şöyle derken işittim.

"Şüphesiz Mes'ûd kişi, fitnelerden uzak kalandır. Şüphesiz mesud kişi, fitnelerden uzak kalandır. Şüphesiz mes'ud kişi fitnelerden uzak kalan, bir belâya uğradığında sabredendir. (Fitneye katılana) vah yazık"[80]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerif fitnelerden uzak kalan ve fitneye veva bjr belaya düçâr olup da sabreden kişinin mes'ud olduğunu beyan etmektedir. Tabi bu saadet aslında ahiret sa­adeti'dir. Ama bu durumdaki kişi, aynı zamanda dünyada da mes'uddur.

Hadisin sonundaki "yazık vah vah" diye terceme ettiğimiz " kelimesi iki mânâda kullanılır.

1- Keder ve üzüntü anında ya da bir fırsat kaçırıldığında söylenir. Tehassür ifâde eder. Terceme de bu manâ esas alınmıştır. Tabii o zaman mâ-nâ'nın düzgün anlaşılması için, bir takdir yapılması gerekir. Bu takdir de parantez içinde işaret edilmiştir.

2- Hayret anında ve bir şey güzel bulunduğu zaman söylenen bir keli­medir. Teaccüb ifade eder. Bazı alimler, bu mânâyı verebilmek için kelimesinin başındaki "Lâm" harfinin kesreli okunması gerek­tiğini söylerler. Bu izaha göre hadisteki son cümlenin "Bir fitneye düçâr olup da ona sabreden kişi ne iyidir" şeklinde anlaşılması gerekir.

Avnü'l Ma'bud müellifi başındaki "lâm" harfini fetha okumanın da kelimesini teaccüb mânâsında almaya engel teşkil etmeyeceğini söyler.[81]

 

3. Dili (Kötü Sözden) Korumak

 

4264... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre;

Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"İleride sağır, dilsiz ve kör fitneler olacak. Kim fitnelere yaklaşır­sa, onlar da o şahsı kendilerine çekerler. Dilin fitnelere dalması kılıç darbesi gibidir."[82]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerifte fitne, fitnecilerin özellikleri ile nitelenmiştir. Maksat, fitne anında fitnecinin hakkı işitmesi, hakkı bilmesi ve hakkı batıldan ayıramamasıdır.

Aliyyü'I Kârî bu konuda şöyle der "Fitneciler, fitne anında hakkı ba­tıldan ayıramazlar. Nasihat, emr-i bi'l maruf ve nehy-i ani'l münker din­lemezler. Aksine, o ortamda hakkı konuşana eziyet edilir".

Rasûlullah Efendimiz, fitneler zuhur ettiği zaman, ona yaklaşanın ken­disini fitnenin içerisinde bulacağını, onun yakınında kalmanın mümkün olmadığını ifâde etmiştir. 4262 no'lu hadiste geçen, fitne zamanında in­sanların hayırlı oluşlarının fitneye ve fitneciye uzaklığına göre oluşu, bu mânâyı teyid etmektedir.

Metnin sonunda fitneye dil ile karışmanın, kılıçla karışmak gibi oldu­ğu bildirilmektedir. O halde müslüman, fitne zuhur ettiğinde hiç karışma­malı kendi halinde kalmalıdır.[83]

 

4265... Abdullah b. Amr (r.a)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"İleride Arapları kaplayan bir fitne olacaktır. O fitnede öldürülen­ler cehennemdedir. O fitnede dil kılıç darbesinden daha şiddetlidir."

Ebû davûd der ki:

Bu hadisi, Sevri, Leys'ten, Tâvus'tan, o da A'cemMen rivayet etmiştir.[84]

 

Açıklama

 

Daha önce geçen benzeri hadislerde olduğu gibi, bu hadiste de çıkacak olan fitnede öldürülenlerin cehennemlik oldukları bildirilmektedir. Çünkü bu tür savaşlarda, tarafla­rın maksadı, ya mevki ve makam elde etmek veya mal mülk edinmektir. Ya da maksadı böyle olanlara yardım etmektir. Halbuki İslâm'ın arzu et­tiği savaş, İlây-i Kelimetûllah için olandır. Ancak bu mânâya yönelik olan savaşlarda ölenler şehiddirler.

Peygamber Efendimiz, o fitne esnasında dilin, kılıç darbesinden daha şiddetli olduğunu ifade buyurmuştur, el, KevkebuM - DürrîMe dilin kılıç darbesinden şiddetli oluşu şu iki şekilde izah edilmiştir:

1- Hak söz, kılıçtan daha şiddetlidir.

2- Dillerin tesiri, kılıçların tesirinden daha fazladır.               

3- Fitnecileri kötülemek ve onlar aleyhinde konuşmak, bu fitneye katılmaktan daha şiddetlidir.

Burada bir de şu söylenebilir: Kişi, bizzat savaşa katılmasa bile, taraf­lardan birisini över, Öbürünü yererse fitne iyice alevlenir. Kurtubî'ye gö­re ise bu sözün mânâsı şudur: Fitne zamanında zalim idarecilerin yanında dedikodu etmek, yalan söylemek, onlara bilgi toplamak, kılıç darbesi ka­dar zararlıdır. Çünkü bu tür hareketler kin ve düşmanlık doğurur ve fitne­nin iyice kabarmasına sebep olur.

Mişkat Haşiyesi'nde es-Seyyid'de Kurtubî'nin yukarıdaki izahına ben­zer şeyler söylemiştir.[85]

 

4266... Bize Muhammed b. İsa b. Tıbâ haber verdi, bize Abdullah b. Kuddüs haber verdi, Abdullah (ziyad denilen bir adam, sozunun yerine)   Zıyad; ısımın kuş   dedi.[86]

 

Açıklama

 

Bu haber, yukarıdaki hadisin isnasındaki bir şahıs hakkında açıklama­dır. O hadiste râvîlerden Tavus hadisi kendisine nakleden şahsın Ziyad denilen birisi olduğunu söylemektedir. Abdullah b. Abdi Kuddüs ise bu zatın "Ziyad Sîmîn kûş" olduğunu söyler.

"Sîmîn kûş" farsça bir lâfızdır. Beyaz kulaklı mânâsına gelmektedir.[87]

 

4. Fitne Esnasında Çöle Çekilmeye Ruhsat

 

4267... Ebû Said el Hudri (r.a)'den,

Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Yakın bir gelecekte Müslüman'ının en hayırlı malı, dağ başında ve yağmur suyu (birikintileri) başında güttüğü davarlar olacaktır.

(böylece) Dinini fitnelerden korumuş olur."[88]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerif, fitneden korunmak, dinini muhafaza etmek, günaha dalmamak maksadıyla ıssız yerlere çekilmenin efdâl olduğuna delâlet etmektedir. Ancak bu, başka çare kalmadığı takdirdedir. Esas olan tenhalarda İslâm'ı yaşamak değil, top­lum içerisinde yaşamak ve yaşatmaktır.

Ama toplum içerisinde İslâm'ı yaşamak mümkün olmaz ise dinden ta­viz vererek yaşamaktansa, malı mülkü bir tarafa bırakıp, dağ başlarına çe­kilip çobanlık yapmak daha iyidir.

Rasûlullah Efendimiz, fitneler zuhur ettiğinde, kişinin en hayırlı malı­nın dağ başlarındaki güttüğü davarlar olduğunu söylemiştir. Allah'u âlem bundan maksadı şudur: İnsanoğlu tab'an mala düşkündür. Kolay kolay malından ayrılmak istemez. Bulunduğu çevre ne kadar bozuk olursa ol­sun, malını mülkünü bırakıp dinine zararsız bir çevreye çekilmek istemez. İşte Efendimiz, bunu bildiği için, gerekirse köydeki şehirde ki mallarını bırakıp çöllere, dağlara, vahalara çekilmeyi teşvik etmiştir. Buradaki ko­yunların, fitne dolu toplum içerisindeki mallardan daha hayırlı olduğunu beyan buyurmuştur.[89]

 

5. Fitne Esnasında Savaşmaktan Nehy

 

4268... Ahmed b. Kays şöyle demiştir:

Ben savaşmayı isteyerek çıkmıştım. Ebû Bekre (r.a) ile karşılaştım. Bana; geri dön, ben, Rasûlullah (s.a)'i "İki müslüman kılıçları ile karşılaştıkları zaman öldüren de ölende cehennemdedir." buyururken işittim, Birisi: "Yâ Rasûlellah şu katil, pekî öldürülenin durumu ne ki? o da Cehennem de" dedi.

Rasûlullah: O da karşısındakini öldürmek istemişti, buyurdu.[90]

 

Açıklama

 

Hadisin Buharı ve Müslim'in "fiten" deki rivâyetlerinde, Ahmet b. Kays'm, Hz. Peygamber (s.a)'in amcaoğluna yardım etmek iizere çıkıp, Ebû Bekre ile karşılaştığı bildiril­mektedir. Ayrıca Buharî'nin Kitabü'l İman'daki rivayetinde buradaki ri­vayetin sonundaki "o da karşısındakini öldürmek istemişti" cümlesi, "O da karşısındakini Öldürmeğe hırslı idi" şeklindedir,

Ayrıca Buharî'nin rivayetinde, Hz. Peygambere "Katilin durumu bel­li, ama ya maktule ne oluyor?" sorusunu soranın bizzat Râvî Ebû Bekre olduğu anlaşılmaktadır.

Buharı ve Müslim'in rivayetlerinden anlaşıldığına göre, Ahmed b. Kays'ın iştirak etmek istediği savaş, Hz. Ali ile Hz. Aişe arasında vuku bu­lan Cemel Savaşı'dır. Çünkü, Hz. Ali, Rasûlullah'ın amcasının oğludur.

Ebû Bekre'nin haberine göre; Rasûlullah (s.a), iki müslüman savaştı­ğında, hem ölenin hem de öldürenin cehennemde olduklarını haber vermiştir.Bundan maksat, onların cehennemlik bir iş yapmış olduklarını bil­dirmektir. Yoksa, mutlaka cehenneme gireceklerini bildirmek değildir. Çünkü Allah (c.c) dilerse, onları affedip, cehenneme koymaz. Hele hele onların ebediyyen cehennemde kalacaklarım söylemek hiç mümkün de­ğildir. Zaten Efendimiz'in her iki taraf için "müslüman" tabirini kullan­ması buna delildir.

Hem ölen hem de öldüren müslümanm cehennemi hak ettikleri savaş; savaşı, şer'an caiz görecek bir tevilin bulunmadığı savaştır. Savaşa katı­lan sahâbilerin her iki tarafta olanlarının cehennemlik olmaları da buna delildir. Çünkü onlar kendi ictihadlarının neticesi ve savaşta dini islâh ol­duğu düşüncesi ile savaşmışlardır. "

"Eğer müminlerden iki taife savaşırlarsa"[91] Ayet-i kerimesinde, is­yancılara da hasımları gibi mü'min denilmesi bu izaha delildir.

Kastalanî bu hadisteki "Çünkü o da karşısındakini öldürmek istemişti"

cümlesinin, kişi yapmasa bile, bir şeye azmedince ondan dolayı muahaze edileceğini söyleyenlere delil olduğunu belirtir. Karşı görüşte olanlar, ya­ni insan bir şeyi yapmadıkça niyetinden dolayı sorumlu tutulmaz diyen­ler, bu iddiaya şöyle cevap vermişlerdir: Burada fiil vardır. Çünkü onlar silâhla karşılaşmışlardır.Ve ortada bir savaş vardır. Ayrıca katil ve Mak-tü'ün cehennemde olmaları onların aynı mertebede olmalarını gerektir­mez. Katil, hem savaşa katıldığı hem de öldürdüğü için azab edilir. Mak­tul ise sadece savaşa katıldığı için azab edilir. Sırf bir şeyi yapmak istedi­ği için azab edilmez.[92]

 

4269... Bize Muhammed b. el-Mütevekkil el Askalanî haber verdi, Bi­ze Abdürrezzak haber verdi. Bize Ma'mer haber verdi. Bunlar Eyyûb' dan, o da Hasen'den, önceki hadisi aynı isnâdla ve muhtasar olarak aynı mânâ ile haber verdiler.[93]

 

6. Mü'mini Öldürmek Çok Büyük Günahtır.

 

4270... Hâlid b. Dihkân; şöyle demiştir:

Biz Kostantiniyye (İstanbul) Gazvesinde Zülukya'da idik. Filistinlile­rin hayırlılarından ve ileri gelenlerinden oradakilerin kendisini tanıdıkla­rı bir adam geldi. Adı Hâni b. Kiilsüm b. Şüreyk el - Kenânî idi. Abdul­lah b. Ebi Zekeriyyâ'ya selâm verdi. Abdullah, onun kıymetini biliyordu. Halid bize dedi ki:

"Bize Abdullah b. Ebî Zekeriyya,haber verip şöyle dedi: Ben Ümmü'd - Derdâ'dan işittim, O da Ebûd-Derdâ'dan duymuş.

Ebû'd-Derda, Rasûlullah (s.a)'i şöyle buyururken işittim, dedi: "Müş­rik olarak ölen ve haksız yere kasden bir mü'mini öldüren mü'min müstesna, Allah'ın bütün günahları bağışlaması umulur." Hânî b. Kiilsüm şöyle dedi:

Mahmud b. er-Rabî, Ubâde b. es-Sâmit'ten haber verirken işittim. Mahmud'da Ubâde'yi, Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu haber verirken işitmiş.

"Bir kimse haksız yere zulmen bir mü'mini öldürürse, Allah on­dan ne nafile ne de farz 'hiç bir ibâdeti) kabul etmez" Hâlid bize şöyle dedi.

Bize İbn Ebî Zekerriyya, Ümmü'd - Derdâ'dan naklen haber verdi. Ümmü'd - Derdâ'da Ebûd - Derdâ'dan, Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyur­duğunu duymuş:

"Mü'min haram bir kanı dökmedikçe salih amellerde koşmaya de­vam eder. Ama haram bir kan dökerse işi bitmiştir, (amelden kesilir)

Hânî b. Külsum bize Mahmud b. er-Rabî'den haber verdi. Ona da Ubade b. es-Sâmit, Rasûlullah'tan yukardaki rivayetin benzerini haber vermiş.[94]

 

Açıklama

 

Bu hadis bir mü'mini haksız yere öldüren bir müslümanın, işlediği günahın büyüklüğüne işaret et­mektedir. Birisini haksız yere öldürmekten maksat, had veya kısas ya da nefsi müdafaa için olmayan haksız yere öldürmektir.

Râvî Halid b. Dihkân, bir müslümana haksız yere öldürmenin suçunun büyüklüğünü ifâdede üç ayrı rivayet nakletmiştir. Bunlar:

a) Abdullah b. Zekeriya'nın, Ümmü'd-Derdâ'dan onun da kocası Ebü'd-Derdâ vasıtasıyla Rasûlullah (s.a)'den rivayet ettiğine göre, Allah (c.c) kendisine şirk koşan ile, mü'mini haksız yere öldürenden başka her­kesi affeder. Yani Alah (c.c), müşrik olup da iman etmeden ölen kişi ile, bir müslümanı kasden ve haksız yere öldüreni affetmez.

Müşrik olarak öleni affetmeyeceği konusunda bir ihtilâf yok. Müslü­manı haksız yere öldüren kişinin tövbe ettiği takdirde Allah'ın affına mazhar olup olmayacağı konusunda iki görüş vardır.

1- Bir mü'mini zulmen öldüreni Allah affetmez, üzerinde durduğumuz hadisin zahiri ve

"Teammüden bir mü'mini öldürenin cezası cehennemdir.”[95] âye­tinin zahiri bu görüşe delildir. İbn Abbas (r.a)'da bu görüşü benimsemiş­tir. Ehl-i Sünnet dışı bazı mezhepler de bu kanaattedirler.

2- Allah (c.c) kendisine şirk koşmanın dışındaki bütün günahları diler­se affeder. Dolayısıyla zulmen adam öldüreni de affedebilir. Selef ulemâ­sının büyük çoğunluğu ve Ehl-i Sünnet'in tamamı bu görüştedir. Bu gö­rüş sahiplerinin delilleri

"Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar"[96] Âyeti kerimesi ve bazı hadis­lerdir. Doksandokuz kişiyi Öldürüp de bir rahibe gelen ve, rahibin kendi­si için tövbe imkanı olmadığını söylemesi üzerine onu da Öldüren ve ba­ğışlanan İsrailliyi anlatan hadis ile, "Seninle tevbe arasına kim gire­bilir?" manâsındaki hadis, katilin af edilebileceğine delildir.

Bu görüşte, olanlar üzerinde durduğumuz hadisi ya mü'mini öldürme­yi helâl sayarak öldürene hamletmişler, ya da adam öldürmekten men ve uzaklaştırmak maksadıyla zecr için kullanılmış bir ifade saymışlardır. Ya­ni cumhura göre Allah (c.c), bir mü'mini öldürmeyi helâl sayarak öldüre­ni affetmez, ama adam öldürmenin haramlığını kabul ile pişmanlık duya­rak tevbe edeni dilerse affeder.

Yine bu görüşte olanlar bir mü'mini taammüden öldürenin cezasının cehennem olduğunu bildiren âyeti: "Eğer Allah ona ceza vermek,isterse cehennemle cezalandıracaktır." şeklinde anlamışlardır.

b) Hânî b. Külsüm'ün, Muhammed b. Rabî'den, onun da Ubade b. Sâmit vasıtasıyla Rasûlullah (s.a)'den haber verdiğine göre; Allah (c.c), haksız yere zulmen bir mü'mini öldürenin, farz ve nafile ibadetlerin kabul etmez. ''Haksız yere zulmen" diye terceme ettiğimiz kelimesi bazı nüshalarda ğayınla şeklinde vâriddir. Bu durumda mânâ "bir mümini öldürüp de buna sevinen, ferah duyan" şeklin­de olacaktır. En Nihâye'de, hadisin Ebû Davud'un süneninde böylece vârid olduğu belirtildikten sonra, hadisin sonunda. Râvî Halid b. Dihkâ'nm şu açıklamasının yer aldığı eklenmiştir:

"Yahya b. Yahya'ya " sözünün ne mânâ'ya geldiğini sordum, şu cevabı verdi: Müslümanlar arasında çıkan iç savaşa katılan müslümanlan öldüren ve kendisinin hak yolda olduğunu zannederek tövbe is­tiğfar etmeyendir."

Nihâye sahibi, bu tefsir'in üzerinde durduğumuz kelimenin " şeklinde olduğuna delil kabul eder ve şöyle der. "Çünkü katil hasmını öl­dürünce sevinir. Maktul mü'min olur ve onu öidürdiiğü için sevinirse bu derecedeki bir vaîde müstehak olur."

Şerhlerde metindeki bu mesele ile ilgili olarak varid olan ve  kelimelerinin, nafile ve farz ibadetler olduğuna işaret edilmiş, hüküm yönünden bir izah yapılmıştır. Ancak, Allah'ın kâtil'in tövbesini kabul edeceği görüşünde olanlara göre, buradaki ifadelerin, katlin güna­hının büyüklüğüne işaret ve mü'mini bu fiili işlemekten sakındırmaya matuf ifâdeler olduğunu söylemek gerekir. Çünkü günahlarına tövbe eden kişi, günahsız gibi olur. Katilin günahı da affedilirse, onun ibâdetinin ka­bulünü engelleyen bir durum yoktur. Yahut buradaki öldürmeden maksat mü'mini öldürmeyi helâl sayarak öldürmedir ki, o zaman katil dinden çı­kar.

c) Abdullah b. Ebî Zekeriyya'nm Ümmü’l- Derdâ vasıtasıyla Ebü'd Derdâ'dan, onun da Rasûlullah (s.a)'den rivayet ettiğine göre; bir mü'min, haram bir kanı dökmedikçe sâlih amel işlemeye devam eder, ama haram bir kan dökerse ameli kesilir.

Haram bir kan dökmekten maksat, haksız yere bir müslümanı öldürmektir.

"Sâlih amellerde koşmaya devam eder" diye terceme ettiğimiz cümlede­ki kelimesi, süratli yürüyüş şekli anlamındadır. Bazı âlimler bunu "taâta koşan, amele devam eden" diye açıklamışlardır. Terce­me bu izah gözönünde tutularak yapılmıştır. Bazılarınca ise kelimenin "Koş­mak" mânâsı esas alınarak "Kıyamet gününde koşar' diye açıklanmıştı.

Hadisin sonuna doğru gelen ve "işi bitmiştir" diye terceme ettiğimiz  kelimesi de: "yoruldu ve kesildi" mânâlarına gelir. En-Nihâye de bu tabir: "Kişi yorgunluktan takati kesilip de hareket edemez hale gelince bu söz söylenir. Burada maksat, kişinin haram bir kanı dök­mek suretiyle mahvolmasıdır". diye izah edilmiştir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Öldürmeyi mubah kılan bir delil ol­madan bir mü'mini öldüren kişi, müşriklerle birlikte anılacak, ibadetleri, kabul edilmeyecek derecede büyük günah işlemiştir.[97]

 

4271... Halid b. Dihkân şöyle demiştir: Yahya b. Yahya El - Gassâ-nfye: sözünün mânâsını sordum: "Fitne anın-

da savaşanlardır. Onlardan birisi bir mümini öldürür ve kendisini haklı ol­duğunu zannederek Allah'dan bağış istemez yani bundan dolayı (istiğfar etmez)" Ebû Davud dedi ki...................Kanını döktü demektir dedi.[98]

 

Açıklama

 

Bu rivayet önceki hadisteki tâbirinin, râvî tarafmdan yapılan bir izahıdır. Bu konuya yukardaki hadisin şerhi esnasında temas edilmiştir.[99]

 

4272... Harice b. Zeyd şöyle dedi:

Zeyd b. Sabit'i, şu bulunduğum yerde şöyle derken ısıttım: Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennem­dir"[100] âyet-i kerimesi Fûrkan süresindeki "Onlar, Allah'ın yanında baş­ka tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar."[101] mânâsına gelen âyetten altı ay sonra indirildi."[102]

 

Açıklama

 

Haberde, Zeyd b. Sabit (r.a), Nisa Sûresi'nin 93.'cü âyetinin, Fûrkan sûresinin 68. ayetinden altı ay sonra nazil olduğunu, dolayısıyla onu rieshettiğini bildirmektedir.

Burada neshin önemini anlayabilmek için Fûrkan Sûresi'ndeki âyetten önceki ve sonraki bazı âyetlere işaret etmek gerekecektir.

Fûrkan Sûresi'nin 63,'ncü ayetinden, 68. ayetine kadarki kısımda Allah'ın kullarının özelliklerinden bahs edilmektedir. 68, 69, 70'inci âyetlerin mealleri de şu şekildedir. "Onlar Allah'ın yanında başka tan­dır tutup ona yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler, bunları yapan, günaha girmiş olur; kıya­met günü azabı kat kat olur. Orada afçaltilarak temelli kalır. Ancak tövbe eden, inanıp yararlı iş işleyenler müstesna. Allah, onların kötü­lüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder."

Görüldüğü gibi bu âyetlerde; Allah'ın kullarının, haksız yere adam öl­dürmeyecekleri, zina etmeyecekleri; şayet bunları yaparlarsa büyük gü­nah işlemiş sayılacakları, kıyamet günü azaplarının katlanacağı, ama töv­be edip hayırlı işler yapanların affedileceği ve kötülüklerinin iyiliklere çevrilecekleri beyân edilmektedir. Kısacası, adam öldüren kişinin tövbe­sini kabul edileceğine işaret edilmektedir. Nisa Sûresi'nin 93.cü ayetinde ise, haksız yere adam öldürenin cezasının cehennem olduğu ve orada sü­rekli kalacağı ifâde edilmektedir. Bu durumda âyetler arasında bir çeliş­kinin varlığı söz konusu olmaktadır. İşte Zeyd b. Sabit, haksız yere adam Öldürenin ebeddiyyen cehennemde kalacağını bildiren Nisa Sûresi'nin 93.cü âyetinin, tövbenin kabul edileceğini işaret eden Fûrkan Sûresi'nde­ki âyetten daha sonra indiğini, dolayısıyla onun hükmünü ortadan kaldır­dığını söylemiştir.

Bundan sonraki hadiste ise, konu daha değişik bir tarzda ele alınmış; Fûrkan Sûresi'ndeki âyetin, müslüman olmak üzere olan müşriklerle ilgi­li; Nisa Sûresi'ndeki ayetin ise daha önceden müslüman olup İslâm Şeri-âtini bilenlerle ilgili olduğu ifâde edilmiştir.

Ancak hadisin sonunda, Mücahîd'in; pişmanlık duyanların ebediyyen ce­hennemde kalma hükmünün dışında olduğunu izah eden beyanı yer almıştır.

Alimlerin çoğu, âyeti kerimelerin "Haber" niteliğinde olduğunu, ha­berde ise neshin caiz olmadığını ve Nisa Sûresi'ndeki âyette anılmamış olsa da bir istisnanın olduğunu söylemişlerdir. Buna göre, Nisa Sûresi'nin 93'üncü âyetinin mânâsı: "Kasden bir mü'mini öldürenin cezası, içeri­sinde devamlı kalacağı cehennemdir. Ama tövbe edip, pişmanlık du­yanlar müstesna", şeklinde anlaşılacaktır. O zaman, iki âyet arasında bir çelişki sözkonusu olmaz. Dolayısıyla neshin varlığını söylemeye de ihti­yaç kalmaz.

Bu izah, bir sonraki hadiste gelecek olan, Mücâhid'in izahına uygundur.[103]

 

4273... Saîd b. Cübeyr (r.a)  şöyle demiştir:

îbn Abbas (r.a)'a, (Kasden haksız yere adam öldürenin durmunu) sor­dum: şöyle dedi:

"Onlar Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar, Al­lah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar"[104] Ayeti inince Mek-keli müşrikler: "Biz Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürdük, Al­lah'tan başka tanrıya yalvardık (taptık) kötülükler yaptık." dediler. Bunun üzerine Allah (c.c)

Ancak tövbe eden, inanıp yararlı iş işleyenler müstesna, "İşte, Al­lah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir”[105]  âyetini indirdi. İşte bu âyet onlar (müşrikler) içindir. Nisa Sûresi'ndeki

"Kim bir mümini kasden öldürürse cezası cehennemdir."[106] âyetine gelince, İbn Abbas onun hakkında şöyle dedi:

"Adam İslâm'ın şeriatini öğrenir sonra da kasden bir adamı öldürürse onun cezası cehennemdir, onun için tövbe de yoktur" Sâid b. Cübeyr derki: Bunu Mücahid'e söyledim, "Pişman olan müs­tesna" dedi.[107]

 

Açıklama

 

Hadisin Buharî'deki bir rivayetinde İbn Abbas pûrkân Sûresi'ndeki âyetin Mekke'de nazil olduğunu, Nisa Sûresi'deki âyetin ise Medine'de nazil olup, Onun nesh ettiğini söylemiştir. Diğer bir rivayette, Nisa Sûresi'ndeki âyetin sonra na­zil olup, onu nesh eden bir şey olmadığını ifâde etmiştir. Üçüncü bir riva­yet ise şu şekildedir:

Saîd b. Cübeyr der ki: İbn Abbas'a "Onun cezası cehennemdir" âyeti­ni sordum. "Onun için tövbe yok" dedi. "Allah'tan başka tanrıya yal-varnıazlar" âyetini okudu. "Bu câhiliyede idi" dedi.

Sahih-i Müslim'in rivayetlerin de Nisa Sûresi'ndeki; bir mümini kasden öldürenin cezasun cehennem olduğunu bildiren âyetin, son inen âyetlerden olup, onu nesh eden başka bir âyet bulunmadığını ifâde tarzındandır.

Bu rivayetler göz önüne alındığı zaman, Fûrkan Sûresi'ndeki ayetler­le, Nisa Sûresi'ndeki âyet konusunda İbn Abbas'dan iki farklı izah nakle­dilmiştir. Bunlar:

1- Fûrkan Sûresi'ndeki âyetler, müslüman olmamak için bahane ara­yan Mekke'li müşrikler hakkında, Nisa Sûresi'ndeki âyet ise İslâm'ın esaslarını öğrenen müslümanlar hakkında nazil olmuştur.

2- Nisa Sûresi'ndeki âyet, Fûrkan sûresi'ndekini neshetmiştir.

İbn Hacer, Fethu'l Bâri'de bu farklı izahlara işaret ettikten sonra şöy­le der:

"İbn Abbas'ın iki sözü arasını şu şekilde cem etmek mümkündür: Fûr­kan Sûresi'ndeki âyetin umumundan, bizzat ve kasden öldüren mü'min tahsis edilmiştir. Seleften çoğu tahsise nesh derler. Bu izah, onun sözün­de çelişki olduğunu söylemekten ve önce nesh olduğunu söylüyordu son­ra bundan döndü, demekten daha iyidir."

İbn Hacer'in bu sözleri, anılan âyetlerle ilgili olarak İbn Abbas'dan gelen ifâdeleri telifteki güzel bir yoldur.

Hadisin sonunda belirtildiğine göre, İbn Abbas bir mü'mini kasden Öl­düren için tövbenin söz konusu olmadığını söylemiş: Said b. Cübeyr bu­nu Mücahid'e nakledince, o da pişmanlık duyanın affedileceğim belirt­miştir. Bu konu ile ilgili olarak Nevevî şöyle demektedir:

"İbn Abbas'dan rivayet edilen meşhur görüş budur. Ondan ayrıca

"Bir günah işleyip veya nefsine zulmedip de sonra Allah tan bağış dileyen kişi Allah'ı bağışlayıcı ve merhamet sahibi olarak bulur."[108]

âyetinden dolayı, katilin tövbesinin kabul edilip, günahının bağışlanacağı da rivayet edilmiştir. Bu ikinci rivayet tüm Ehl-i Sünnet'in, Sâhâbîlerin, Tabiîlerin ve sonraki ulemanın görüşüdür. Bazı selef âlimlerinden, bu gö­rüşe muhalif olarak, rivayet edilen görüşler, adam öldürmekten sakındır-maya ve oun ne kadar büyük bir günah olduğuna işarete hamledilir.

İbn Abbas'ın dayandığı bu âyette, kasden adam öldürenin ebediyyen cehennemde kalacağına dair kesin bir açıklık yoktur. Onda olan, katilin cezasının cehennem olduğudur."[109]

 

4274... İbn Abbas (r.a) bu (önceki hadiste geçen) kıssa hakkında; (şöy­le dedi)

"Allah'dan başka bir ilâh'a (tapıp) dua edenler[110] âyetinde kasdedilenler müşriklerdir. Birde

"Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım; Allah'ın rah­metinden umudunuzu kesmeyin"[111] âyeti indi.[112]

 

Açıklama

 

İbn Abbas (r.a) metinde geçen iki âyetin de müşrikler hakkında nazil olduğunu söylemiştir.

Fûrkan Sûresi'ndeki âyetle ilgili olarak, bundan önceki hadislerin izâhı esnasında biraz durmuştuk. Burada kısaca Zümer Sûresinin 53. âyeti üzerinde duralım.

Allah (c.c) küfür ve şirk ile kendilerine kötülük edenlere Allah'ın rah­metinden umutlarını kesmemelerini, îman edip İslâm dinine girdikten sonra, kendilerinin affedileceklerini bildirmektedir. Yani câhiliyye dö­nemlerindeki kötü hallerinin, İslâm'a girmeye engel teşkil etmeyeceğini, adam da öldürmüş olsalar aff-ı ilâhi'ye mazhar olacaklarını hatırlatıyor.

îtm Abbas'm görüşüne göre; iman edip, İslâm'ın ahkâmım öğrendik­ten sonra haksız yere adam öldürenin günahı affedilmez; onun için tövbe söz konusu değildir.[113]

 

4275... İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir:

"Bir mü'mini kasden öldüren" âyetini hiç bir şey nesli etmemiştir.[114]

 

4276... Ebû Miclez ""Bir mü'mini kasden öldürenin cezası cehen­nemdir."[115] âyeti hakkında şöyle demiştir:

"Cehennem onun cezasıdır. Ama Allah affetmeyi isterse affeder".[116]

 

Açıklama

 

 Ebû Miclez'in konumuzdaki  ayetle ilgili açıklaması Cumhurun görüşüdür. İbn Abbas'm ve bir ri­vayette Zeyd b. Sâbit'in hilâfına, ulemanın çoğunluğuna göre Allah, şir­kin dışındaki bütün günahları bağışlayabilir. Hatta dilerse kul, tevbe et­mese bile affedebilir. Ancak tövbe edenin günahını affedeceğini vaadetmiştir.[117]

 

7. Katlde Umulan Mağfiret

 

Bab Başhğı'nin ifade ettiği mânâ konusunda iki görüş ileri sürülmüş­tür bunlar:

1- Maktül'ün velîlerine, onun öldürülmesinden dolayı verilmesi umu­lan ecir.. Bu anlayışa sevkeden âmîl, yakınlarının ölümünden dolayı kat­landıkları sıkıntı ve kederdir.

2- Bizzat öldürülenlere verilmesi umulan ecir. Bezlü'l Mechûd'da birin­ci maddedeki izah daha uygun bulunmuş hattâ onun bu babda sarîh olduğu vurgulanmıştır. İkinci mânâ ise maksattan uzak bulunmuş, gerekçe olarak da, fitnede öldürülenlerin Ecre müstehak olamıyacaklan gösterilmiştir.

Ancak, aşağıda gelecek olan hadislere ikinci maddedeki izah daha uy­gun görülmektedir.[118]

 

4277... Saîd b. Zeyd (r.a)[119] şöyle demiştir:

Biz Rasûlullah (s.a)'in yanında idik. Efendimiz, fitneyi anlattı ve onu

çok dehşetli gösterdi. Bunun üzerine: "Yâ Rasûlullah, eğer bu fitne bize yetişirse bizi mahveder." dedik veya dediler.

Rasûlullah: "Hayır, şüpesiz öldürülme(niz size yeter)" buyurdu.

Saîd: "Ben kardeşlerimi (hep) öldürülmüş gördüm) dedi.[120]

 

Açıklama

 

Hadisten anladığımıza göre, Rasûlullah (s.a) Efendimiz, ileride zuhur edecek olan fitnede, yani müslümanlar arasında çıkacak olan savaşlarda öldürülenlerin öbür dünya­da cezaya çarptırılmayacaklanm beyan buyurmuştur. Bunu, çıkacak olan fitneden korkan sâhâbileri teselli etmek için söylemiştir. Müslümanlar arasında çıkacak olan savaşta öldürülenler bu dünyada bir sıkıntı görmüş olacaklar, ama öbür dünyada ceza görmeyeceklerdir. Öldürenlerin ceza­ları ise verilecek ve çok şiddetli olacaktır.

Bu hadis daha önce geçen ve fitne esnasında kendisini öldürmeye ge­lene karşı koymamayı teşvik eden hadislerle uygunluk arz etmektedir.[121]

 

4278... Ebû Musa (r.a)'dan rivayet edildiğine göre ; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:

"Benim şu ümmetim, merhamet edilmiş bir ümmettir. Ona âhirette azâb yoktur. Onun dünyadaki azabı, fitneler, zelzeleler ve bir bir­lerini öldürmeleridir."[122]

 

Açıklama

 

Efendimizin "Benim şu ümmetim" sözünden kas devircıe olan müsliimanlardır; ya da kıya­mete kadar gelecek olan tüm müslümanlardır. Ancak bu ihtimâllerden bi­risini tercihe yarayacak bir delil yoktur.

Bu Ümmetin, merhamet edilmiş bir ümmet oluşundan maksat şudur: Eski ümmetler için olan bir çok yük ve görevler, bu ümmete yüklenmemiştir. Meselâ: onlar, günahtan tövbe için kendilerini öldürürler, zekat olarak mallarının dörtte birini verirler, necaset bulaşan yeri kaziriardı. Biz, Muhammed ümmetin'e ise bu gibi güçlükler emredilmemiştir.

Hadisteki en önemli bölüm, Hz. Peygamber (s.a)'in ümmetine ahiret-te azabın olmayışını ifâde eden kısımdır. Bu konu, alimleri hayli meşgul etmiş çeşitli tevillerde bulunmalarına sebep olmuştur. Çünkü bu ifadenin zahirine göre, ister günah işlesin, ister işlemesin, ister sâlih olsun, ister şakî hiç bir müslüman ahirette azap görmeyecektir. Halbuki, Allah'ın ada­letinin gereği, iyiler mükâfat; affa uğramayan kötüler ceza görecektir. Bu keyfiyet bir çok sahîh hadiste sabittir. İşte bunun için, bu cümleyi izahta alimlerden çok değişik tefsirler nakledilmiştir. Biz bu cümleden anlaşılan mânâları maddeler halinde vermek istiyoruz.

1- Müslümanlardan ahirette azap edilenlere kafirler gibi azap edilmeyecektir.

2- Bu ümmet hakkında galip olan bağışlanmaktır.

3- Çoğunlukla Müslümanlar yaptıklarının cezasını dünyada çekerler. Uğ­radıkları sıkıntılar, tutuldukları hastalıklar onların günahları için keffârettir.

4- Bu hadis, büyük günah işlemeyenlere mahsustur. Yahut Efendimiz "bu Ümmet" derken huzurunda bulunan sahabelere işaret etmiştir. Ahiret­te azab edilmeyecek olanlar onlardır.

5- Burada, Allah'ın dilemesine işaret eden bir kelime takdir edilir. Çünkü Cenab-ı Hakk bir âyette

"Şüphesiz Allah kendisine eş koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar.” [123] buyurmaktadır.

6- Buradaki "Ümmeften murâd, Hz. Peygamber'in sünnetine uyan, Allah'ın emirlerine imtisal edenlerdir.

7- Hadis, Hz. Peygamber'in ümmetini medh ve onların Allah'ın inaye­tine ve rahmetine mazhar olduğunu ifâde için varîd olmuştur. Bu ümmet, diğer ümmetlere verilmeyen lütûflara naîl olmuştur. Öyle ki, birisinin ayağına diken batsa, onun sebebiyle Cenab-ı Allah o kişinin bir günahını affeder. Bu başka hiç bir ümmete verilmemiş hususiyetlerdendir.

Aliyyü'l Kân bu tevillerin hiç birisinin karşımıza çıkan müşgülü orta­dan kaldırmaya kafi gelmediğini söyler.

Hadisin devamında, bu ümmetin cezasının dünyada verileceğini onun da fit­neler, zelzeleler ve birbirlerini Öldürme olduğunu belirtilmektedir. Dünyadaki azap ahirettekinden çok daha hafif olduğu için, dünyada sıkmti çekecek olma­sına rağmen, müslümanlar rahmetle muamele edilenler diye vasıflanmışlardır.

Miinâvî, bu mesele ile ilgili olarak şöyle der. "Çünkü eski ümmetlerin du­rumu adaletle Rububiyet yolu üzeredir. Bu ümmetin hali ise fazl ve ilahî ih­san yolu üzeredir." Münâvî'nin dediklerinden şu sonuçları çıkarıyoruz: Da­ha önceki ümmetler, suça uygun ceza esası ile muamele edileceklerdir. Bu Ümmet ise af, fazl ve mağfiret esasına göre muamele görecektir.[124]

 



[1] Enfâl, 25.

[2] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/328.

[3] Buharî, Kader 4: Müslim, Piren / 23.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/328-329.

[4] Müslim Fitem 25.

[5] Cinn (72), 25, 26.

[6] Neml {27} 65.

[7] En'am  (6) 59.

[8] Lokman (31) 34.

[9] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/329-331.

[10] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/331.

[11] Bu hadis Avnü'l Ma'bûci ve Bezlü'l Mechûd'de 4243 numaralı hadisten sonra yer almıştır.

[12] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/331.

[13] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/331-322.

[14] Ahmet, II. 433.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/332-333.

[15] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/333.

[16] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/333.

[17]  (11) 46.

[18] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/333-335.

[19] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/335.

[20] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/335.

[21] Kütüb-i Sitte'de sadece Ebu Davud’ da vardır.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/336.

[22] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/336.

[23] Tüster: Kırgızistan'ın meşhur bir geliridir. Muhkem bir şehir olduğu için, Sâhâbîler orayı Feth ederken büyük güçlüklerle karşılaşmışlardır.

11-20 senesinde Hz. Ömer (r.a) devrinde  fethedilmiştir. Burayı Ebe Musa'l Eş'arî fethetmiştir,

[24] Ahmed b. Hanbel V-387. 403.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/337-338.

[25] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/338-340.

[26] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/340.

[27] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/340-341.

[28] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/341-342.

[29] Halid b. Halid el-Yeşkurî'dir.

[30] El Münzirî'nin asl'ında ".............iste" şeklindedir. 

[31] İbn Mâce, Fiten 13.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/342-343.

[32] bk. Müslim, İmare 51.

[33] Aliyyü'l Kâri. el-Mirkat V-144.

[34] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/343-345.

[35] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/345.

[36] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/346.

[37] Safka; Alışveriş yapan kişilerin birbirlerinin eline vurmaları veya birbirlerinin elini tutmalarıdır. Burada

maksat biatt'ır.

[38] Müslim, İmâre 46; Nesaî, Biat 25; îbn Mâce, Fiten 8, Ahmed b. Hanbel, II-161,191,193.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/346-347.

[39] Nisa (4) 29.

[40] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/347-350.

[41] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/350.

[42] Buharî Filen 4, Enbiyâ, Müslim, Filen 1,2; İbn Mâce, Fiten 9; Ahmed b. Hanbel 11-441.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/350.

[43] Araplar, alışveriş yaparken, fiat konuşurken baş parmakları ile işaret parmaklarını halka yaparlar ve î$a-ret parmağının denk geldiği boğum bir sayıya delâlet ederdi. Buharî'nin bu rivayetinde râvî Süfyan, parmak­larını doksan veya yüz sayısına işaret eciecek şekilde halkalam ıştır. Müslîm ve İbn Mâce'deki rivayetlerde ise halka on sayısına karşılık olan işaretti.

[44] Enfal 58) 25.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/350-352.

[45] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/352.

[46] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/352-353.

[47] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/353.

[48] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/353.

[49] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/353.

[50] Bu şüphe râvîye aittir.

[51] Bir nüshada, "..., bana göster’di şeklindedir.

[52] Müslim, Fiten 19; Tirmizî, Filen 32; İbn Mâce 9.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/353-355.

[53] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/355-356.

[54] Ebû Malik El-Eş'arî; İsminin; Ubeyd. Amr. Ku'b. Ubeydullah Amir ve Haris oklusunu dair rivayetler vardır. Bu zat sahâbîdir.. Şam'lılar içersinde sayılır. Ashab içerisinde Ebi Mâlik künyesi ile bilinen iki kışı da­ha vardır. Bunlar Ham b. Haris ve Kab. Asım'dır. Bu yüzden musannif bu hadisin râvisinin Ebû Mâlik el-Es’âri olduğuna işaret etmiştir.

[55] Darimî, Mukaddime 8.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/356-357.

[56] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/357.

[57] Ahmet, I, 390, 393. 395. 451.

[58] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/358.

[59] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/358-361.

[60] Buhari. İlim 24. İstiska 27, Fiten 5: Müslim, İlim I 10, Filen IS; Tirmizî, Fire, 31.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/361.

[61] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/361-362.

[62] Müslim, filen 13; Ahmet, V. 39,40,48.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/362-363.

[63] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/363-364.

[64] Bir nüshada "  = Adem'in oğlu, başka bir nüshada da " = Adem'in iki oğlundan hayırlısı gibi ol" şeklindedir.

[65] Mâide 28.

[66] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/364-365.

[67] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/365.

[68] Ahmet IV. 408: Darimi, Mukaddime 38.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/365-366.

[69] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/366-367.

[70] Tirmizî, Filen 133, İbtı Mâce, Filen 10. Ahmed b. Hanbel IV-408.416.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/367-368.

[71] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/368.

[72] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/368-369.

[73] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/369-370.

[74] Buradaki pekler râvîlerden birisine aittir.

[75] İbn Mâce, Filen 10: Ebû Davûd der ki Hz. Musa (s.a)'ı bu Hadisle Hammad b. Zeyd'den babası zikret­medi.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/370-372.

[76] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/372-374.

[77] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/374.

[78] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/374-375.

[79] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/375.

[80] Sadece Ebû Davûd rivayet etmiştir.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/375.

[81] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/375-376.

[82] Hadisi sadece Ebû Davûd rivayet etmiştir.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/376.

[83] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/376-377.

[84] Tirmizî. Fiten  16; İlin Mâce 12; Ahmed b. Hanbel 11-212.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/377.

[85] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/377-378.

[86] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/378.

[87] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/378.

[88] Buharî, İman 12, Bed'il Halk 15. Filen 14; Nesaî, İman 30, İbn Mâce, Fiten 13; Malik 13, Ahmed b. Han-bel. III - 6. 30, 43.              

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/378.                  

[89] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/379.

[90] Buharî, Fiten 10; Müslim, Filen 14; Nesaî, Tahrim 29, Ahmed b. Hanbel IV-401. 410, 418: V-43, 47,51.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/379.

[91] Hucurat, 9.

[92] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/380.

[93] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/381.

[94] Nesai, Tahrim 1; Ahmed b. Hanbel, IV-9.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/381-382.

[95] Nisa 93.

[96] Nisa, 48.

[97] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/382-384.

[98] Ebû Davûd der ki. "............................." kanını oluk gibi döker   dedi.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/385.

[99] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/385.

[100] Nisa 93.

[101] Fûrkan, 68.

[102] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/385.

[103] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/386.

[104] Fûrkan, 68.

[105] Fûrkan, 70.

[106] Nisa, 93.

[107] Buharî, Tefsir, 23.24. 25,; Müslim, Tefsir 16.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/387-388.

[108] Nisa, 110.

[109] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/388-389.

[110] Fûrkan, 68.

[111] Zümer, 53.

[112] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/389.

[113] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/389-390.

[114] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/390.

[115] Nisa 93.

[116] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/390.

[117] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/390.

[118] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/390-391.

[119] Said b. Zeyd, Hz. Ömer (r.a.)'in amcasının oğlu ve kız kardeşi Fatima'mn kocasıdır. Cennetle müjdelenen on sahabeden biridir. Babası Zeyd b. Amr bin Nüfeyl hakkında Rasûlullah (s.a) "O kıyamet günü, tek başı­na bir ümmet olarak dirilecektir"' buyurmuştur. (El-lsâbe. 11-46)

[120] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/391.

[121] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/391.

[122] İbn Mâce, Zühd 34; Ahmed b. Hanbel, 1V-408, 410.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/391-392.

[123] Nisa, 48.

[124] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/392-393.