Kurban Edilmelerinde Bîr Mahzur Olmayan Hayvanlar
Kurban Edilmeleri Caiz Olmayan Hayvanlar
Kurban Eti Ve Derisi Hakkında Yapılacak İşlemler
Kurbanla İlgili Bazı Meseleler
1. Kurban (Kesmenin) Vacib Olduğu
(Konusundaki) (Hadisler)
1-2. Ölünün Yerine Kurban Kesmek
3-4 Kesilmeleri Daha Faziletli Olan
Kurbanlıklar
4-5 Bir Hayvanı Kurban Etmenin Caiz
Olabilmesi İçin Aranan Vasıflar
5-6. Kurban Edilmeleri Mekruh Olan
Hayvanlar
6-7. (Bir) Deve Ve Sığır (Kurban
Olarak) Kaç Kişiye Yeter!
7-8 Bir Koyun Birden Fazla Kişi İçin
Kurban Edilebilir Mi?
8-9. Devlet Başkanı Kurbanını Bayram
Namazı Kıldığı Yerde Keser
9-10. Kurban Etlerini (Dağıtmayıp Bir
Süre) Bekletmenin Hükmü
10-11. Yolcu Da Kurban Kesebilir
12-13. Kitap Ehlinin Kestiklerini
Yemenin Hükmü
13-14. Arapların Cömertlik Yarışını
Kazanmak Gayesiyle Kestikleri Develerin Etlerini Yemenin Hükmü
14-15. Keskin Taşla Kesilen Hayvanın
Etini Yemenin Hükmü
15-16. Yüksekten Düşen Bir Hayvanı
Kesmek
16-17. Hayvanı Keserken Kesilmesi
Gereken Yerlerini Eksiksiz Olarak Kesmeyi Gerçekleştirmek
17-18. Anne Karnındaki Yavru Kesimi
Nasıl Olur?
19-20. Atîre (Ve Fera' Denilen
Kurbanlar) Hakkında
21-22. Av Ve Başka İşler İçin Köpek
Taşımak
23-24 Canlı İken Avın Vücudundan
Koparılan Parça(yı Yemenin Hükmü)
Yün, Kıl Ve Tüy İle İlgili Hükümler. 60
24-25. Avcılığa Düşkünlük Hakkında
(Gelen Yasaklayıcı Hadisler)
"Kurban"
Fıkıhta (udhiye) demektir. Bu "ümniye" veznindedir. "Kaziyye
vezninde dâhiye" de denir. Bayram günleri kesilen, hayvanın ismidir.
Biz buna kurban
diyoruz. "Uhdiye" nin çoğulu "Adâhi" , Dahiyenİn çoğulu da
"dahâyâ" gelir.
Kurban kesmeye tadhiye
denir ki: İbadet ve tâat niyetiyle, belli vakitte belirli hayvanı,
boğazlamaktan ibarettir. Buna zebh ve nahr da denir.
Belirli hayvandan
maksat; koyun, keçi, sığır ve deve gibi şer'an kurban edilmesi caiz olan
hayvanlardır. Belli vakitten maksat, kurban bayramı günleridir. Kurbanın hükmü
dünya'da bir vacibi yerine getirmek, âhirette sevap kazanmaktır. Sebebi ise
vakittir. Vakit tekrar ettikçe kurban kesmenin vücubu da tekerrür eder.[1]
Kurban kesmek vacibtir.
Zira Kur'an-ı Kerim'de: "Rabbin için namaz kıl, (kurban) kes"[2]
buyrulmuştur. Hz- Peygamber de "Hali vakti yerinde olup da kurban kesmeyen
bizim mescidimize yaklaşmasın"[3]
buyurmuştur. Vacib olan, kurbanı kesip kanını akıtmaktır. Kurbanı diri olarak
tasadduk etmekle bu yükümlülük yerine getirilmiş olmaz. Tasadduk ancak, kurban
kesildikten sonra yapılır ki; bu müstehabtır.Kurban kesmek şu vasıfları taşıyan
kişilere vaciptir:
1. Müslüman
olmak
2. Hür
olmak, köle olmamak
3. Mukim
olmak, yolcu olmamak
4. Zengin
olmak, bundan kasıt sadaka'yı fıtır verecek kadar bir zenginliktir. Yani 20
miskâl (96 gr) altın veya 200 dirhem (640 gr) gümüşe mâlik olanlar, kurban
kesmek zorundadırlar. Bu nisabın üzerinden bir sene geçmesi şart değildir. Bu
şekilde nisaba malik olmayanların ve Mekkî olmayan hacıların kestikleri
kurbanlar, tatavvu ve nafile kurban sayılır. Hacc-i temettü ve hacc-ı Kıranda
kesilen kurbanlar ise; vaciptir. Uhdiye kurbanından ayrıdır. Kurbanın vacib
oluşunda erkek olmak şart değildir. Nisab miktarı mala sahip olan hür kadına
da, kendi parasıyla kurban kesmek vaciptir.[4]
Kurban kesmenin vakti;
eyyam-i nahr (Kurban kesme günleri) denilen Zilhiccenin on, onbir ve onikinci
günleridir. En iyi olanı kurbanı Zilhiccenin onuncu günü kesmektir. Bu günler,
Kurban Bayramının ilk üç günü olduğuna göre; kurban bayramının ilk günü
kesmenin daha iyi olduğu anlaşılır. Bayramın üçüncü günü akşamına kadar da
kurban kesilebilir. Kurban, şehirlerde; bayram namazından sonra, bayram namazı
kılınmayan köylerde de fecrin doğuşundan sonra kesilir. Kurbanı gece kesmek
mekruhtur.
Kurban bayramın üçüncü
günü, güneş batmadan önce, zengin olan mükellef müslümana kurban vacib olur.
Yine o gün, güneşin batışından biraz önce fakir düşen veya ölen müslümanlardan
da kurban borcu düşer.[5]
Bu vasfı taşıyan
hayvanları kesmek kurbanın rüknüdür. Kurban olabilecek hayvanlar: Deve, sığır
(inek, öküz, manda) ve davar (koyun, keçi) cinsinden hayvanlardır. Bunların
hem erkek hem dişisi kurban olabilir. Kümes hayvanları, eti yenilen vahşi
hayvanlar kurban edilemezler. Devenin en aşağı beş yaşında olanı, sığırın iki
yaşında olanı ve davarın bir yaşında olanı, (veya daha az yaşta olup da bu
yaşta gösterenleri) kurban edilebilir. Davar cinsinden hayvanları ancak bir
kişi kurban edebilir. Bir deve veya sığırı ise; yedi kişiye kadar ortak olarak
kesmek mümkündür.
Ortakların hepsinin
müslüman olması ve hepsinin de niyetinin kurban kesmek olması gerekir. Eğer
içlerinden sadece et almak veya ticaret maksadı ile kesmek niyetinde olan
varsa, hiçbirinin kestiği kurban kabul olmaz.
Ortaklığın, hayvanı
satın almadan Önce olması daha iyidir. Bir Müslüman, kurban için satın aldığı
bir sığır veya deveye, sonradan altı kişiyi daha ortak edebilir.[6]
Kurbanlık hayvanın
şaşı, topal, boynuzlu veya boynuzsuz (kökünden kırık olursa olmaz) olmasında
veya boynuzunun birazının kırık bulunmasında, kulaklarının delinmiş veya enine
yarılmış olmasında, kulaklarının uçlarından kesilip sarkık bir halde
bulunmasında, dişlerinin azının düşmüş olmasında, tenasül uzvunun
bulunmamasında veya buruk olmasında bir mahzur yoktur. Yine yemini yiyebilen
delirmiş hayvan, çok zayıf olmayan uyuz hayvan (çünkü uyuz ete geçmeyen bir
deri hastalığıdır.) kurban kesilebilir.
Bununla birlikte en
iyi kurban beşli ve gürbüz olandır.[7]
Gözü kör olan,
dişlerinin çoğu dökülmüş olan, kulaklarının veya kuyruğunun yarısından fazlası
kesilmiş veya kopmuş olan, boynuzlarının biri veya ikisi kökünden kırılmış
olan, memelerinin başları kopmuş olan ve kulakları veya kuyruğu doğuştan
bulunmayan hayvan kurban olamaz. Yine kemiklerinde ilik kalmayacak kadar
zayıflamış olan, kesilecek yere kadar yü-rüyemeyecek derecede topal olan hayvan
ile hasta olan bir hayvan da kurban olamaz.
Bu kusurlardan birisi,
kurbanda satın alındıktan sonra meydana gelse kurban sahibi zengin ise başka
bir tane alır ve keser. Fakir bir kimse ise böyle kusurlu olan hayvanı kurban
edebilir, yerine başkasını alması gerekmez. Hatta böyle kusurlu bir hayvanı
satın alıp kesebilir. Çünkü kurban fakirler için nafiledir. Nafilelerde ise-
müsamaha sınırı geniştir.
Zengin kimsenin aldığı
kurban henüz kesilmeden ölse yerine başkasını alması gerekir. Fakir kimsenin
aldığı kurban ölse yerine başkasını alması gerekmez. Zengin kimsenin aldığı
kurban kaybolup veya çalınıp da yerine başkasını kestikten sonra bulunsa,
artık onu kesmesi gerekmez. Çünkü vacibi, yani kan akıtmayı yerine getirmiş
bulunmaktadır. Fakat fakirin kesmesi gerekir. Çünkü satın aldığı hayvan kurban
olarak üzerine borç olmuştur. Bununla birlikte, yalnız birini de kesebilir.
Herhangi bir sebepten dolayı bayramın ilk üç günü kurbanını kesmeyen bir
zengin, kurbanın kendisini veya bedelini, fakirlere sadaka olarak verir. Ortak
olarak kesilen kurbanda ortaklardan biri ölürse onun vârisleri hisseyi geri
alamazlar.
Kurbanlık hayvan
kesilmeden evvel doğursa yavrusu da kendisiyle beraber kesilir.[8]
Kurbanlar, Kıbleye
karşı yatırılarak "Bismillâhi Allâhü Ekber" diye kesilir. Kurban
öncelikle sahibi tarafından kesilmesi menduptur. Elinden gelmezse, başkasına
kestirir. Kurban kesilirken kurban sahibi kurbanın başında durur ve keseni
vekil eder.
Kurbanı keserken
hayvana eziyet edilmemeli, kesme yerine incitmeden götürmelidir. Kesmeden önce
hayvana su vermek müstehaptır. Keserken keskin bıçak kullanılmalıdır. Hayvan
yatırılıp kesime hazırlanırken kurban sahibi:
"Yüzümü göklere
ve yeri yaratan Allah'a O'nun birliğine inanarak çevirdim. Ben müşriklerden
değilim. Benim namazım, ibadetim, hayatım veölümüm hep âlemlerin Rabbi olan
Allah içindir. Onun ortağı yoktur. Bana öyle cm rolündü; ben (Allah'a) teslim
olanların ilkiyim. Allah'ım dostum İbrahim'den sevgilin Muhammed'den kabul
buyurduğun gibi, benden de kabul buyur." diye dua eder. Bundan sonra:
"Bismillâhi
Allahu Fkber, Allatın Ekber Lailâhe ilellâhu vallahu Ek-ber ve lillâhilhamd
Bismillâhi Allahu Ekber" denir ve hiç bir şey söylenmeden kurban kesilir.
Sığır ve davarlar, hemen çenelerinin altından boğazlanırlar. Boğazlarının iki
tarafındaki şah damarlarıyla, yem, su borusu ve gırtlakları kesilir. Deve ise
ayakta sol ön ayağı bağlanarak göğsünün hemen üzerinden boğazlanır. Hayvan
tamamen can verdikten sonra yüzülür. Can çekişirken yüzülmez.[9]
Kesdikten sonra,
kurbanın etini dağıtmak müstehaptır. Kefaret ve nezir (adak) kurbanlarından
başka, bütün kurbanların, bu arada vacib olan kurbanın da etinden, sahibinin ve
aile efradının yemesi helâldir. Kurban kesen veya kestiren, kurbanının etinden
yer ve yedirir. Yedirdiği kimsenin fakir olması şart değildir. Fakat,
fakirlere dağıtılması daha iyidir. Kurbanın eti bir müddet saklanabilir. En az
üçtebirini sadaka olarak dağıtmaktır. Eğer kurban sahibi orta halli, çoluk
çocuğu fazla ise, onların yemesi için et bırakması menduptur. Eti dağıtmada
ortalama olan ölçü; eti üçe ayırmaktır. Bir bölümünü evde bırakıp bir bölümünü
fakirlere ve diğer bölümünü de dost, akraba ve komşulara dağıtmaktır.
Kurbanın kesilmeden
önce yünü kırkılmaz, onlardan faydalanılmaz. Yine kurban olacak hayvanın
sütünden istifâde edilmez, kurban kesildikten sonra derisi ve bağırsaklarından
faydalanılabilecek kısımları, sadaka olarak verilebilir. Kurbanın derisinden
çeşitli ev aşyası yapılabilir.
Fakat ne derisi ne de
eti satılamaz veya yenecek içecek bir şeyle değiştirilemez. Kullanılacak bir
şeyle değiştirilebilir. Eğer satılacak olunursa, alınan bedel sadaka olarak
verilmelidir. Bundan kasab ücreti de verilemez.[10]
İki üç kimse,
yanlışlıkla birbirlerinin kurbanlarını kesecek olsalar, hepsinin kurbanları
sahih olur. Birbirlerine birşey borçlu olmazlar. Bu halde her-biri, eğer et dağıtılmamışsa,
kendi hayvanının etini alır. Dağıtılmış veya yenilmiş ise, helalleşirler.
Şayet cimrilik eder de helalleşmeyen olursa, kendisine aradaki fark tazmin
edilir. Bu halde, farkı olan da bunu sadaka olarak vermelidir. Zira bu, kurban
etinin bedeline dahildir. Bir kimse kendisine bırakılan bir kurbanı, sahibinin
izni olmadan bayram günü, sahibinin adına, keserse bunu tazmin etmez.
Sahibinin kurban borcu düşer.
Bir kimse kendisine
emânet olarak bırakılan kurbanı kesemez. Zira, ona malik değildir. Bir kimse
kendi malından bir ölünün ruhuna hediye olmak üzere alıp bayram günü kestiği
kurbanın etinden yiyebilir. Başkasına da verebilir.
Vacib olan kurbandan
başka kurbanlar da vardır.[11]
2788. ...Mihnef
b. Süleym demiştir ki:
"Biz Arafat'da
Rasûlullah (s.a.) le otururken şöyle buyurdu. "Ey insanlar! Şüphesiz ki
her sene her ev halkına bir uhdiyye ve bir atire vardır. Atire nedir
biliyormusunuz? Atire halkın errecebiyye dedikleri şeydir.
Ebû Dâvûd dedi ki; A
tire neshedilmiştir. Bu (atire ile ilgili) haber neshedilmiştir.[12]
Açıklama
“Dadaya"
kelimesi, dâhiye kelimesinin çoğuludur. Hanefi âlimlerinden tbn Abidin'in
Şürünbilâlî"den naklettiğine göre "Dahiyye" kelimesi arapçada
sekiz şekilde kullanılır: l. Udhiyye 2. IIdhiye 3. Idhiye 4. Idhiyye 5. Dahye 6. Dıhye 7. Edhatiin 8. Idhatün.
Hanefi fıkıh
kitaplarından "ed-Dürr'iil Muhtar" isimli eserde açıklandığı üzere
bu kelime, aslında kurban bayramı günü anlamına gelmekle beraber, zamanla
mecazen kurban bayramı günlerinde kesilen hayvanlara isim olmuştur.
"Çocuk onun
yanında koşma çağına erince -İbrahim Ona- yavrum dedi. Ben uykuda görüyorum ki,
seni kesiyorum"[13]
âyet-i kerimesinde de, işaret edildiği gibi tslâmiyette; kurbanın tarihi Hz.
İbrahim'in oğlunu kurban etmeğe karar vermesiyle başlar.
Hz. İbrahim'in, Allah
için kurban etmeye karar verdiği oğlunun kim olduğu İslâm âlimleri arasında
ihtilaflıdır. Bazılarına göre; Hz. İsmail'dir. Bazılarına göre de Hz.
İshâk'tır.
"Şerh-u
Müsellem-is-sübut" ta Hz. İbrahim'in kurban etmek istediği çocuğun, oğlu
İshâk olduğu iddia edilmişse de İbn Abidin (r.a.) gerçekte bu çocuğun hz. İshak
olmayıp Hz. İsmail (a.s.) olduğunu çeşitli delillerle isbât etmiştir. İbn
Abidin'in açıklamasına göre Cumhur ulemâ da Hz. İbrahim'in kurban etmek
istediği çocuğun oğlu İsmail olduğu görüşündedir.
Atire ise; Receb
ayının ilk on günü içerisinde kurban edilen koyun demektir. Receb ayında
kesildiği için bu ismi almıştır.Şevkâni'nin Neyl-ül-Evtâr isimli eserinde ifâde
ettiği gibi, îmam Nevevi âlimler atire'nin Receb ayın' da kesilen kurban
anlamına geldiğinde ittifak etmişlerdir.Metinde aecen = "Ev halkı'nın
herbirine her sene bir kurban kesmek gerekir" cümlesi Sünen-i Ebû Davud'un
bazı nüshalarında "Her ev halkına
yılda bir kurban gerekir" Şeklinde geçmektedir. Bu şekle göre; bir evin
tüm fertleri için bir tek kurban yeterli olmaktadır. Âlimlerin bu husustaki
görüşlerini ileride 2380 numaralı hadisin şerhinde açıklayacağız inşâallâh.[14]
Bazı Hükümler
Her ne kadar bu hadis-i şerifin zahirinden,
yılda bir defa kurban kesmenin her muslumana farz olduğu ve bu hususta zenginle
fakir arasında bir fark olmadığı anlaşılıyorsa da “Bir kimsenin hâli vakti iyi
olur da, kurban kesmezse, sakın bizim namaz kıldığımız yere (mescidimize)
yaklaşmasın!"[15]
mealindeki hadis-i şerif, bu hadisin hükmünü tahsis ederek, kurban kesmenin,
sadece dinen zengin sayılan müslüinanlara farz olduğunu bildirmiştir. Ancak
bazıları bu ikinci hadisin senedinde- hadis alimlerince tenkid edilen Abdullah
b. Ayyaş bulunduğu için mevzumuzu teşkil eden hadisi tahsis edemeyeceğini,
söylemişlerdir.Hafız ibn Hâcer bu hadisin sahih, ravilerinin güvenilir kimse
olduğunu bildirmiştir.
Kurban kesmenin hükmü
üzerine alimler ihtilafa düşmüşlerdir. Alimlerin bu mevzudaki görüşlerini şu
şekilde Özetlemek mümkündür:
"1.
İmam Ebû Hânife ile Muhammed b. El-Hasen ve Hasen b. Ziyad'a göre kurban
kesmek;" dinen zengin ve mukim olan her müslüman üzerine vacibtir.
Seys b. Sa'd ile İmam
Evzâi de bu görüştedirler. Bu görüş; İmam Mâlikten de rivayet olunmuştur.
Delilleri: "Her kim namazdan önce kurbanını kesdi ise, onun yerine bir
başkasını daha kessin. Kim de (namazdan önce bir kurban) kesmemişse şimdi
besmele çekip kessin"[16]
Mealindeki hâdis-i şeriftir.
İbrahim-en-Nehâi'ye göre;
kurban kesmek, zengin olan her müslüman üzerine vacibtir. Bu hususta mukim ile
misafir arasında bir fark yoktur. Ancak Mina'da bulunan hacı adayları, bu
hükümün dışındadırlar. Onlar zengin de olsalar kurban kesmekle mükellef
değillerdir.
İmam Şafiî ile İmam
Ahmed, İshak, Dâvûd ve Ebû Sevr (r.a.) e göre; kurban kesmek, sünnettir. Hanefi
İmamlarından Ebû Yusuf ile Sâhâbe ve tabiinden bir cemaatin'de, bu görüşte
oldukları rivayet olunmuştur.
İmam Tahâvi'nin
açıklamasına göre; kurban kesmek, İmam Ebû Hânife (r.a.)'e göre vâcib, İmam
Muhammed ile İmam Ebû Yusuf (r.a.) ya göre sünnettir. Radiyyuddin en-Nişâbûrî
de bu görüşü tercih etmiştir. İmam Mâlik (r.a.) in meşhur olan görüşü de budur.
Kurban kesmenin vâcib
olduğunu söyleyen âlimlerin dayandıkları delillerden birisi
(Zilhicce ayının ilk
on günü girip de) "biriniz bayramda kurban kesmek istediği zaman artık
(kurbanını kesinceye kadar) kendi vücudunun kıllarından ve derisinden hiçbir
şeye dokunmasın" Mealindeki 2791 numaralı hadistir.
İmam Şafiî (r.a.) ise
bu hadiste geçen: "biriniz bayramda kurban kesmek istediği zaman."
sözlerinin kurban kesmeyi, kişinin kendi irâdesine bıraktığına bakarak, bu
hadisin kurban kesmenin vacip olmadığına delâlet ettiğini söylemiştir. Kurban
kesmenin vacip olmadığını söyleyen âlimlerin ikinci delilleri de, Taberâninin
El-mu'cem-ü!-Kebir'inde sahih senedle Hüzeyfe b. Eseyd el-Gıfâri'den rivayet
ettiği "Hz. Ebû Bekirle Ömer'in kendilerinin örnek alınacakları korkusuyla
kurban kesmekten vazgeçtiklerini gördüm."[17] mealindeki
haberdir.
Bu görüşde olan
alimlere göre kurban kesmenin vâcib olduğunu söyleyenlerin dayandığı deliller,
delil olma niteliğinden uzaktırlar şöyle ki:
a. Onların
dayandığı hadislerden birisi mevzumuzu teşkil eden hadisi şeriftir. Sözü geçen
alimlere göre, hadisin senedinde kimliği meçhul olan Ebu Remle vardır.
Dolayısıyla bu hadis zayıftır.
b. Onların
ikinci delilini teşkil eden "Bir kimsenin hâli vakti iyi olur da kurban
kezmezse bizim namazgahımıza yaklaşmasın”[18]
mealindeki hadis-i şerife gelince, her nekadar Hafız ibn Hacer bu hadisin sahih
olduğunu söy-lemişse de, merfu olmayıp, mevkuf olduğunu ve kurban kesmenin
vucubu-na delâlet eden bir açıklık taşımadığını da bildirmiştir.
c. Üçüncü
delillerini teşkil eden "Her kim namazdan önce kurbanını kesdi ise, onun
yerine bir başkasını daha kessin. Kim de (namazdan önce kurban) kesmemişse
şimdi besmele çekip kessin"[19]
mealindeki hadis-i şerife gelince, gerçekten bu hadis-İ şerifteki kessin emri,
kurban kesmenin vü-cubuna delâlet etmektedir. Ancak buradaki vücub başlanılan
bir ibâdetin fasit olmasıyla yeniden ifâ edilmesinin vâcib olması kabilinden
bir vücubdur. Eğer-bir insan, bayram namazından önce kurban kesmeseydi üzerine
ikinci bir kurban kesmek vacip olmayacaktı. Fakat, namazdan önce üzerine vacib
olmadığı halde, bir kurban kestiği ve bunu zamansız yapması sebebiyle de
fesada uğrattığı için, üzerine ikinci bir kurban kesmek vacib olmuştur. Bu
hadisin sonunda bulunan "kim de (namazdan önce bir kurban) kesmemişse
şimdi besmele çekip kessin" cümlesine gelince; bu cümledeki emrin kişinin
isteğine bağlı olarak verilmiş olması ihtimali vardır. Bu ihtimale göre söz konusu
cümlenin manası "namazdan önce kurban kesmeyen kimseler eğer kurban
kesmek istiyorlarsa şimdi kessinler." demektir.
Kurban kesmenin vacip
olduğunu söyleyenlerse; mutlak emrin vücub ifade ettiği kaidesinden hareket
ederek sözü geçen hadis-i şeriflerdeki kurban kesmekle ilgili emirlerin,
kurban kesmenin vücubuna delâlet ettiğini söylemişler. Hz. Ebû Bekir'le Hz.
Ömer (r.a.)'in kurban kesmediğini ifade eden halleri de "Onların
geçimlerinin beyt'ülmalden karşılandığı ve beytülmal-den aldıkları maaşın da
kifayet miktarı olup kurban almağa yetmediği için, kurban kesmemişlerdir. Eğer
bu halde kurban kesmiş olsaydılar, halk onlara bakarak, fakir olan kimselerin
de kurban kesmesinin vacib olduğunu zannedeceklerdi." şeklinde tefsir
etmişlerdir. Bilindiği gibi, kurban kesmenin vâcib olduğunu söyleyen Ebû Hanife
(r.a.), vacibi farzdan ayrı bir manada kullanmış. Derece bakımından farzın
vâcibten yerle gök arasındaki mesafe kadar üstün olduğunu söylemiş ve kurbanın
vacib olduğuna dâir en büyük delilin ise "O halde Rabbin için namaz kıl ve
kurban kes”[20] âyet-i Verime-si olduğunu
söylemiştir. Bu âyet-i kerimede, kurban kesmek, namazla beraber
zikredilmiştir. Bu ancak kurban bayramı namazı ile kurban kesmek olabilir. Her
ne kadar nahr kelimesi namazda el bağlamak, namazda kıbleye yönelmek, gibi
manalara gelirse de, bu manalar zaten namaz kıl emrinin içinde mevcuttur.
Tekrarlanmasında bir faide bulunmayacağı cihetle "venhâr emrinin burada
kurban kes” anlamında kullanıldığı anlaşılır.[21]
2789.
...Abdullah b. Amr b. As'dan demiştir ki: Peygamber (s.a,) (şöyle) buyurmuştur.
“Ben kurban gününü
bayram gün (ler) i (ni) bayram (kabul etmek) le emrolundum, yüce Allah o gün
(ler)i bu ümmet için bayram kıldı." (Orada bulunan sahabilerden) birisi
"Sütünden bir süre faydalanıp, sonra sahibine geri vermem şartıyla, bana
emanet olarak verilen sağmal bir hayvandan başka bir kurbanlık bulamazsam onu
kurban edecek miyim? (bu hususta) ne buyurursun?" diye sordu. (Fahr-i
kâinat efendimiz de): "Hayır, (onu kurban etme çünkü senin kurban kesmen
gerekmez) Fakat sen saç (lar) indan ve tırnaklarından biraz kesersin,
bıyıklarını kısaltır, eteğini de tıraş edersin, Aziz ve Celil olan Allah katında
senin kurbanının tamamı,
bundan ibarettir.'' buyurdu.[22]
el-Meniha: Bir
kimsenin, sütünden yararlanması için bir fakire emanet olarak verdiği sağmal
bir koyun veya
devedir.
Tıbî'ye göre el-Meniha
kelimesinin burada, bir kimsenin, bir fakire bağışlamış olduğu sağmal bir
koyun, deve manasında kullanılmış olması ihtimâli kuvvetlidir. Bu kelime,
burada ister, emânet olarak verilen bir sağmal hayvan, isterse bir fakire
bağışlanan sağmal hayvan anlamında kullanılmış olsun, varılan sonuç şudur ki;
Rasûlü Zişân Efendimiz yanında, sütünden faydalandığı sağmal bir hayvandan
başka kurbanlığı bulunmayan bir kimsenin, O hayvanı kurban etmekten men
etmiştir. Fakat bu kimsenin, kurban kesme hususunda son derece arzulu ve
ihlâslı olduğu halde fakirliği yüzünden buna gücü yetmediğini görünce, onun da
kurban kesme sevabına erişmesini sağlamak maksadıyla kendisine, kurban kesen
kimseler gibi, kurban bayramının birinci günü saçlarını biraz kısaltıp,
tırnaklarını keserek bayrama iştirak etmesini tavsiye etmiş ve kendisine böyle
hareket etmekle, aynen kurban kesmiş gibi sevaba erişeceğini bildirmiştir.
Metinde geçen
"Ben kurban gününü bayram kılmakla emrohındum..." Cümlesindeki kurban
günü kelimesinin zahirinden anlaşılan vacib olan kurban kesme gününün bir
günden ibaret olduğudur, "bu bakımdan Hümeyd b. Abdirrahmân, Muhammed b.
Şirin, Davud-ez-Zâhiri gibi zatlar bu hadis-i şerifi delil getirerek kurbanın
sadece Zilhiccenin onuna tesadüf eden ve = kurban kesme günü" denilen
günde kesilebileceğini söylemişlerdir. Said b. Cübeyr ile Eb-üş-Şasâ da bu
görüştedirler. Şu farkla ki bunlara göre, kurban bayramında Mina'da
bulunanların kurbanlarını Zilhiccenin onu, onbir ve onikinci günlerinde
kesmeleri caizdir.[23]
Fıkıh alimlerinin
görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:
1. Kurban;
Zilhicce'nin onunda, onbirinde ve onikisinde yani üç gün içerisinde
kesilebilir.
İmam Mâlik ile Ebû
Hânife ve taraftarları, Süfyan-ı Sevri İmam Ah-med b. Hanbel bu görüştedirler.
İbnü'l-Kasar'ın rivayetine göre Hz. Ömer ile Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbâs, Ebû
Hüreyre ve Enes (r.a.) de bu görüştedirler. İbn Vehb; Abdullah b. Mes'ud
(r.a.)nın da bu görüşte olduğunu rivayet etmiştir.
2. Kurban
günleri; Zilhicce'nin onuncu, onbirinci, onikinci ve onüçüncü günleri olmak üzere,
dört günden ibarettir. Kurban kesmek durumunda olan bir kimsenin, kurbanını bu
günlerden birinde kesmesi caizdir.
Ata (r.a.) ile Hasan-ı
Basri, el-Evzaî, Şafiî, Ebû Sevri (r.a.) hazretleri bu görüştedirler. Bu görüş,
aynı zamanda Hz. Ali ile Hz. İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir.
3. Kurban
günleri; Zilhicce'nin onuncu günü ile bunu takibeden altı gündür. Katade
(r.a.) bu görüştedir.
4. Kurban
günleri; on gün devam eder. İbn Tîn (r.a.) bu görüştedir.
5. Kurban günleri;
Zilhicce'nin onuncu gününden sonuncu gününe kadar devam eder. Hasan-ı Basri
(r.a.)'in bu görüşte olduğu rivayet olunmuştur.
İbn Tîn, bu görüşün
Ömer b. Abdi'1-Aziz'den de rivayet edildiğini söylüyor. İbn Hazm, Süleyman b.
Yesâr ile Ebû Seleme'nin de bu görüşte olduğunu rivayet etmiştir.
6. Kurban
kesme günü; sadece Zilhicce'nin onuncu gününden ibarettir. Ancak, Mina'da
bulunanlar için bu süre üç gündür. Said b. Cübeyr ile
Câbir b. Zeyd (r.a.)
Hazretleri bu görüştedirler.
7. Kurban
kesme günü; sâdece Zilhicce'nin onuncu gününden ibarettir. Bu günden sonra i
urban kesilemez. İmam Buhâri sahihinde bu mevzu
ile ilgili bab
başlığında bu görüşe yer vermiştir.[24] Bu
görüşü savunanların delili, konumuzla ilgili hadis-i şerifte geçen " Kurban kesme günü*' kelimesidir. Bunlara
göre, bu hadiste (Yevm = gün) kelimesi (
= Kurban kesme) kelimesine izafe edilmiştir. Bu izafetteki takısı, cins
ifade ettiğinden bu izafet, söz konusu kurbanların sadece bu günde
kesilebileceğini, diğer günlerde kesilemeyeceğini ifâde eder.
Fakat bu görüş doğru
değildir. Bu izafetteki (El) takısı kemâl ifade etmektedir. Nitekim
"El" takısı "ı= Asıl yiğit öfkeli zamanında nefsine sahip
olandır.”[25] Hadis-i şerifindeki = kamil, yiğit) kelimesinde de görüldüğü
gibi, genellikle kemal ifade eder. Dolayısıyla konumuzla ilgili hadis-i
şerifteki {# tabiri Kurban kesmek için
en faziletli ve en uygun'* gün anlamına gelmektedir.[26] Söz
konusu izafete bu açıdan bakınca, çıkan sonuç şudur: Vacib olan kurbanları
kesmek için, en faziletli ve en uygun olan gün; Zilhiccenin onuncu günü
olmakla beraber onu takib eden günlerde de kurban kesmek caizdir. Yukarıda
isimlerini zikr ettiğimiz bazı fıkıh alimleri: "Tüm mina vadisi kurban
kesme yeridir. Tüm teşrik günleri de kurban kesbe günüdür.[27]
mealindeki hadise dayanarak bu süreyi dört gün olarak belirlerken, Hanefi
âlimleri ile onların görüşünü paylaşanlar da el-Kerhi'nin muhtasarında Hz.
Ali'den naklen rivayet ettiği; "Kurban kesme günleri üç gündür. Bunların
en faziletlisi birinci gündür." Anlamındaki hâdis-i şerifi tbn Ömerle İbn
Abbas'dan rivayet edilen "Kurban kesme üç gündür. Bu günlerin en
faziletlisi ilk gündür."[28]
anlamındaki hadis-i şerifle açıklayarak bu süreyi üç gün olarak
belirlemişlerdir.[29]
Bazı Hükümler
1. Kurban
kesmek seran zengin sayılan kimseler üzerine düşen dini bir görevdir. Ancak
Selef-ı Sahhınden bir cemaat, fakirlerin de kurban kesmesi gerektiğini
söylemişler. Nitekim "Ey Allah'ın Resulü borçlanıp ta kurban keseyim
mi?" diye sorana; Evet (Borçlanarak kurban kes.) Çünkü kurban kesmek
ödenmesi gereken bir borçtur."[30]
anlamındaki hadis-i şerifte bu görüşü te'yid etmektedir. Hafız İbn Hacer, bu
hadisin mürsel ve zayıf olduğunu söylemişse de Hanefi alimlerinden
Aliyyül-Kâri" bu hadisin mürsel olmasının delil sayılmasına bir engel teşkil
etmeyeceğini, zira Cumhur ulema mürsel hadisi hüccet kabul ettiklerini, şayet
zayıf olduğu kabul edilse bile, herhangi bir hükmü te'yid edecek nitelikte
olduğunu söylemiştir.[31]
2. Kurban
bayramında, fakirlerin de kurban kesmesi müstehabdır Cumhur ulema, bu
görüştedirler. Ebû Hanifeye göre ise kurban kesmek, sadece nisab miktarı
zengin sayılan kimseler üzerine düşen bir vecibedir. Cumhur'a
göre, zenginlerin
kurban kesmesi sünnet-i müekkededir. Sünnet-i kifâye diyenler de vardır.[32]
2790.
...Haneş'den demiştir ki:
Ben Hz. Ali'yi iki
koçu (birden) kurban ederken gördüm de (kendisine) "Bu da nedir?"
diye sordum. "Rasûiullah (s.a.) (Sağlığında, vefatından sonra her sene)
kendi yerine bir kurban kesmemi bana emretti.İşte ben de onun yerine kurban
kesiyorumk." cevabını verdi.[33]
Açıklama
Bu hadis-i şerif,
Hakimin Müstedrek'inde "Hz. Ali Rasûlullah
(s.a.)in yerine iki koç kurban ediyordu." Anlamına gelen lafızlar
rivayet etmişken[34] Tirmizi'nin Süneninde
"Hz. Ali biri Rasûlullah (s.a.)den biri de kendinden olmak üzere iki koç
kurban ederdi" anlamına gelen lafızlarla rivayet edilmiştir. Her nekadar
zahiren, bu iki rivayet arasında bir çelişki varsa da aslında bu rivayetlerin
ikisi de doğrudur. Ve aralarında bir çelişki sözkonusu değildir. Çünkü Fahr-i
Kâinat Efendimiz sağlığında, Hz. Ali'ye vefatından sonra kendisinin yerine her
sene kurban kesmesini emretmiş. Fakat her sene kaç kurban keseceğini
açıklamamıştır. Bu sebeple Hz. Ali Resül-ü Ekrem için bazı yıllar bir kurban
bazı yıllar da iki kurban keserdi. Dolayısıyla bazı raviler Hz. Ali'yi Hz.
Peygamber'in yerine bir kurban keserken görmüşler, bazıları da iki kurban
keserken görmüşlerdir. Ve netice her râvi kendi gördüğünü rivayet etmiştir.[35]
Ölen bir kimsenin yerine
kurban kesmek caizdir. Bu mevzuda, Tırmızı şunları söylüyor: Ilım adamlarından
bazıları, ölü için kurban kesilmesine ruhsat veriyor ve bazıları da bu hususu
tecviz etmiyorlar. Abdullah b. Mübarek diyor ki; "Bir kimsenin, ölü için
kurban kesmeyip sadaka vermesi bence daha makbuldür. Şayet kurban keserse
etinden asla yemesin ve kurban etinin tümünü dağıtsın."
Fakat, konumuzu
ilgilendiren hadis zayıftır. Çünkü senedinde kimliği mechûl olan Ebû'l-Hasna
ile hakkında çeşitti tenkitler yapılmış olan Haneş b. el-Mu'temir vardır.
Dolayısıyle, bu hadis, delil olma niteliğinden uzaktır, el Mubarekfûrî
Tuhfetü'l-Ahvezî isimli eserinde bu mevzuda; "ben, ölen bir kimsenin
yerine ayrıca bir kurbanın kesileceğine dair sahih ve merfu bir hadise
rastlamadım. Bu mevzuda Hz. Ali'den rivayet edilmiş olan hadis ise zayıftır.
Bu böyle olmakla beraber, şayet bir kimse, ölen bir kimsenin yerine ayrı bir
kurban kesecek olursa, ihtiyat olarak bu kurbanın etinden yemeyip tümünü
tasadduk etmesi gerekir."[36]
diyorsa daGiinyet-ül-emânîisimli eserde "Resul Ekrem kendisi ehl-i beytin
ve ümmetinin ölüleri ve dirileri için kurban kestiği zaman, bu kurbanların
etlerinin tümünü, yahut da ölüler için kestiği kurbanın tümünü, dağıttığına
dair bir rivayet mevcut değildir. Bilâkis Ebû Rafî'den (Resûlullah (s.a.)’in
Kurban bayramında kesmek üzere, semiz, boynuzlu ve alacalı iki koç satın alıp
bunlardan birini namazdan sonra musallada bıçakla bizzat kendisi keser Ey
Allah'ım bu senin birliğine, benim de Peygamberliğime şehâdet eden ümmetimin
tümü içindir." derdi, sonra diğer kurbanlık getirilir onu da bizzat
kendisi kesip
"Bu da Muhammed
için ve Muhammed'in ev halkı içindir” derdi. Her ikisinin etlerinden hem
kendisi, hem ev halkı yerdi. Onlardan bir kısmını da fakirlere dağıtırdı. Biz
(Medine'de) yıllarca kaldık, Haşim Oğullarından hiç bir kimse kurban kesmedi.
Hz. Peygamberin onlar için kestiği kurban onların hepsine yetti"[37]
mealinde bir hadisi şerif rivayet edilmiştir.[38]
2791.
...Ümmü Seleme Rasûlullah (s.a.)'in (şöyle) buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kimin kesecek
bir kurbanı varsa, Zilhiccenin hilali yenilenince kurbanını kesinceye kadar
saçından ve tırnaklarından asla birşey almasın."
Ebû Dâvûd der ki: (bu
hadisin râvileri) Malik (b. Enes) ile Mu-hammed b. AmrÇın bu hadisi aldıkları
ravinin ismi) üzerinde (yani bu ravinin isminin) Amr b. Müslim (olup olmadığı)
hakkında ihtilaf ettiler. (Ravilerin bir kısmı (onun ismini) Ömer (b. Müslim
olduğunu) söyledi. Ekserisi de Amr (b. Müslim olduğunu) söyledi. (Musannif) Ebû
Dâvûd da (Ekseriyetin dediği gibi) O(nun ismi) Amr b. Müslim b. Ükeymete -et
Leysî el-Cündeiyyü(dür) dedi.[39]
Açıklama
Hadisin zahirine göre,
kurban bayramında kurban kesmek isteyen bir kimsenin, Zilhiccenin onuncu
gününden itibaren, kurbanını kesmesine kadar geçen süre içerisinde, saçlarını,
sakallarını veya vücudundaki kıllarını kesip kısaltması ya da traş etmesi ve
tırnaklarını kesmesi yasaklanmıştır.
Vücuduyla ilgili bu
temizlikleri yapabilmesi için, kurbanının kesilmiş olması gerekir. Bundaki
hikmet, kurban sahibinin kendisini ihram 11 kimselere benzetmesi, yahut da
cehennemden vücudunun tümüyle azat olmak için vücudunun tümünü muhafaza
etmesidir.
Fıkıh âlimlerinin bu
husustaki görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:
1.
"İmam Ahmed'le İshak, Said b. el-Müseyyeb, Dâvûd Zahirî ve Şafi-îlerden
bazılarına göre;'* kurban sahibinin kurbanlığı bayram gününün kuşluğunda,
kesmesine kadar, vücudundaki kıl ve tırnaklardan bir şey alması haramdır.
Delilleri; mevzumuzu teşkil eden hadis-i şeriftir.
2.
Hanefilere göre; kurban sahibinin sözü geçen süre içerisinde vücudundaki,
kıllarını veya tırnaklarını kesmesi tenzîhcn mekruhtur. İmam Şafiî'nin meşhur
olan görüşü de bu olduğu gibi bu görüş îmam Mâlik'den de rivayet olunmuştur.
Bu görüşte olan
alimlere göre; konumuzla alakalı hadis-i şerifteki kılları ve tırnakları
kesmekle ilgili yasak, tahrim için değil, tenzih içindir. Bu yasağın hükmünü
haramlıktan çıkarıp tenzihen mekruhluğa çeviren delil ise; daha önce
tercemesini sunduğumuz 1757 nolu hadis-i şeriftir. Sözü geçen hadîs-i şerifte
Fahr-i kainat Efendimizin Medine'den Mekke'ye kurbanlık gönderdiği, kendisinin
Medine'de kaldığı ve kurbanlığı daha Mekke'ye ulaşıp kesilmeden önce
kendisinin ihramlılar için geçerli olan yasaklara uymadığı ifâde edilmektedir.
Bu sebeple, Hattâbî de, sözü geçen hadisin konumuzu ilgilendiren hadisteki
yasağın haramhk ifade etmeyip, tenzihen mekruhluk ifade ettğine delil olduğunu
söylemiştir. Ayrıca bu görüşte olan alimlere göre; "kurban ahibinin
kurbanı kesmeden önce, elbisesini giyip güzel kokular sürünmesinin caiz
olduğunda, tüm alimlerin ittifak etmiş olmaları da, tırnakların ve saçların
kesilmesiyle ilgili sözü geçen yasağın kerahet-i tenzihiy-ye ile ilgili
olduğuna delâlet eden hususlardandır.[40]
2792. ...Hz.
Aişe'den demiştir ki:
Rasûlullah (s.a.),
siyah içinde yere basan, siyah içinde bakan ve siyah içinde yatan boynuzîu bir
koç (getirilmesini) istemiş, koç hemen
getirilmiş ve onu
kurban etmeye karar verirmiş ve "Ey Aişe! bıçağı getir," demiş sonra
da "onu taşla keskinleşti!" buyurmuş, bunun üzerine (Hz. Aişe
emredileni) yapmış (Hz. Peygamber de) bıçağı almış ve koçu tutup (sol tarafı üzerine)
yatırmış ve (bizzat kendi elleriyle) onu kesmiş
(önce) koçu yatırarak:
"bismillahi Allahümme tekabbel m in Mu ha
m metlin ve Ali Muhammedin ve min ümmeti Mu-hammedin: "Allanın adıyla
(başlıyorum) Ey Allah'ım! (bunu) Muhammed'den, Muhammed ailesinden ve Muhammed
ümmetinden kabul eyle" demiş sonra koçu kesmiş.[41]
Açıklama
Hattâbî'nin de ifâde
ettiği gibi metinde geçen "siyah içinde yere basan sözü, ayakları kara
anlamında kullanıldığı gibi siyah içinde bakan sözü; gözleri kara anlamındadır.
Siyah içinde yatan; sözü de karnı siyah anlamında kullanılmıştır. Bu da şu
demektir ki; Fahr-i Kâinat Efendimiz, kurban etmek için ayakları, gözleri ve
karnı kara olup vücûdunun diğer kısımları beyaz olan, boynuzlu koçları diğer
renkteki koyunlara, tercih etmiştir. Bu hadis-i şerif, bir ev halkının tümü
için bir kurban kesilebileceğini söyleyenlerin delilidir. Biz fıkıh
alimlerinin bu mevzudaki görüşlerini 2810 nolu hadisin metninde
açıklayacağımız için burada ele almıyoruz.[42]
1. Koyun
cinsinden kurban kesmek istenildiği zaman boynuzlu bir koç kesmek bu vasıfta
olmayan bir koyun kesmekten daha faziletlidir.
2. Kurbanlık
hayvanı keskin bıçakla kesmek müstehabtır. Bu husus 2810 nolu hadisin şerhinde
ele alınacaktır.
3. Hayvanı,
sol tarafına yatırarak kesmek menduptur.Çünkü kasap bıçağı sağ eline alıp
hayvanın başım sol eliyle tutacağına göre; hayvanı kesmeden önce sol yanı
üzerine yatırmak kesim için daha elverişlidir.
Şafiî alimlerinden
İmam Nevevî, kurbanı keserken yüzünün kıbleye getirilmesini de müstehab
olduğunu söylemiştir. Bu görüşüne delil olarak da, Hz. Aişe'nin riâyetindeki
"kurbanı kesiniz ve nefislerinizi hoş tutunuz. Çünkü kurbanını kıbleye
getirerek kesen bir müslüman yoktur ki kıyamet gününde kurbanın kanı ve yediği
yemler, o müslümanın mizanına konulmuş olmasın"[43]
mealindeki hadis-i şerifi göstermiştir. Gerçekten bu hadis-i şerifi Beyhakî de
es-Sünenü’l-Kübra'sında rivayet etmiş ve senedinin zayıf olduğunu söylemiştir.
4. Bir ev
halkı ne kadar kalabalık olursa olsun hepsi için bir kurban kesmek yeterlidir.
Şafîîlerle birçok alimin görüşü budur. Hanefilerle Sevri, bunu mekruh
görmüştür. Tahavî'ye göre, bu hadis mensuh ya da tahsis edilmiştir.
5. Kurban
kesecek kimsenin, kurbanı keserken "Bismillah! Ey Allahım bunu benim için
(veya falanca için) kabul buyur!" demesi meşrudur. Kurbanı besmele ile
kesmek, kesimin şartıdır. Bu hususta vacib olan kurbanın kesimi ile diğer
kurbanların farkı yoktur. Çünkü Cenab-ı Hak Kur'an-ı Keriminde "Üzerine
Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin"[44]
buyurmuştur.[45]
2793. ...Hz.
Enes'den rivayet olunduğuna göre: Hz. Peygamber (s.a) yedi tane deveyi, ayakta
(yatırmadan) kendi eliyle boğazlamış, boynuzlu ve alacalı iki koçu da
Medine'de kesmiştir.[46]
Açıklama
"Bedene" çok
etli manâsına gelen
el-bedâne kelimesinden türetilmiştir.İri ve yağlı
oldukları için erkek olsun, dişi olsun deve cinsinden her hayvana bedene
ismi verilmiştir. Bazan sığır cinsini ifâde etmek için de kullanılır. Zebh-
hayvanı yatırarak boğazdan kesmektir. Bilindiği gibi davar ve sığır cinsi bu
şekilde kesilir.
Nahr: Ayakta ve
göğsünün üstünden kesmek demektir. Deve cinsinin bu şekilde kurban edilmesi
daha faziletlidir.
Akran: Boynuzlu
demektir.
Emlah: Beyazı
siyahından fazla olan alaca demektir.
Hadis-i şerifte Fahr-i
Kainat Efendimizin biri kendisi için, diğeri de ümmeti için olmak üzere iki
kurban kestiği ifade edilmektedir. Fakat Resulü Zişan Efendimiz, bu ikinci
kurbanı sadece sevab kazanmak, bu sevabı ümmetine bağışlamak için kestiğinden
sözü geçen kurban ümmetin zenginlerinden Kurban kesme mesuliyetini asla
kaldırmamıştır. Onlar da yine üzerlerine düşen kurbanı kesmişlerdir. Zengin
olanlar, kıyamete kadar da kurban kesmekle mükellef olacaklardır.[47]
Bazı Hükümler
1. İnsanın
kendisi, aile fertleri ve kendi idaresi altıdakı kimseler için, bir kurban
kesmesi caizdir.Biz alimlerin bu husustaki görüşlerini 2810 nolu hadis-i
şerifin şerhinde açıklayacağız. İnşâallâh
2. Resul-ü
Zişan Efendimiz, devamlı surette hayır işlemeye ümmetini bilfiil teşvik etti.
Bu hususta kendisi en büyük örnek olmuştur.[48]
2794.
...Enes'den rivayet olunduğuna göre:
Hz. Peygamber (s.a)
boynuzlu ve alacalı iki koç kurban etmiş (onları) tekbir getirerek, besmele çekerek
ve sağ dizini kurbanların (sağ) yanlarına koyarak kesmeştir.[49]
Açıklama
Fahr-i Kâinat
Efendimiz, kurbanını kesmeden önce, onu sol yanı üzerine yatırmış, sağ dizini
de hayvanın sağ tarafına koyup
"bismillahi vallahü ekber" diyerek kesmiştir. Dizi hayvanın
üzerine koymaktan maksat, ona eziyet vermek değil, aksine kolayca can vermesini
sağlamaktır.[50]
1. Kurbanı
keserken, sol yanı üzerine yatırıp sağ dizını kurbanın boğazına koymak
mustehabtır.
2. Kurbanı
keserken, besmele ile birlikte tekbir almak mustehabtır.
3. Kurban
kesmeyi becerebilen bir kimsenin, kendi kurbanını kendisinin kesmesi
mustehabtır. Eğer elinden kurban kesmek gelmiyorsa, bir başkasına vekâlet
verip kesilirken yanında hazır bulunmaktır. Çünkü Resûlul-lah (s.a.) Efendimiz
"Ey Fatıma! kalk kurbanının yanında bulun, şunu iyi bil ki; onun kanından
yere düşen ilk damla ile işlemiş olduğun günahların tümü affedilir.” ve
(kesilmeden önce):benim namazım, ibadetim,
hayatım ve ölümüm alemlerin
Rabbi içindir.Onun ortağı yoktur, bana böyle emrolundu.Ve ben
müslümanlardanım" diyerek dua et." buyurdu. İmran b. Husayn:
Ey Allah'ın Resulü! bu
(sevab) yalnız senin ehl-i beytine mi mahsustur, yoksa tüm müslümanlar için de
var mıdır? diye sordu. Resulü Ekrem de:
"Tüm mü'minler
için de vardır." buyurdu.[51] Her
ne kadar Hakim, bu hadisin sahih olduğunu söylemişse de senedinde Ebû Hamza
bulunduğu için tenkid edilmiştir. Zehebî, bu ravinin çok zayıf olduğunu
söylemiştir. Hadis başka yollardan da rivayet edilmişse de, o rivayetlerin
senetleri de tenkid edilmiştir. Bununla beraber bu hadisler biribirlerini
te'yid etmektedirler.
İbn Kudame'nin
açıklamasına göre; kurban kesmek, Allah'a bir yaklaşma olduğundan bir
müslümanın kurbanını bir zimmîye kestirmesi mekruhtur. Çünkü zimmî bu yaklaşmaya
ehil değildir.
İmam Şafiî ile Ebû
Sevr ve İbn el-Münzîr'in görüşü de budur. İmam Ahmed ile İmam Malik'e göre;
Kurbanı sahibine vekâleten bir zimmînin kesmesi asla caiz değildir.
Hasan-i Basrî ile İbn
Şirin de bunu mekruh görmüşlerdir. Çâbir (r.a.) da "sizin kurbanlarınızı
ancak temiz kimseler kesebilir" mealindeki hadis-i şerîfe dayanarak vâcib
olan kurbanları, zimmîlerin kesemeyeceğini söylemiştir.[52]
2795.
...Câbir b. Abdillah'dan demiştir ki:
Hz. Peygamber (s.a)
kurban bayramı günü hayaları buruk, alacalı (ve) boynuzlu iki koç kesti,
onları (kesime hazırlayıp da yönlerini) kıbleye çevirdiği zaman:diye dua etti
ve sonra kesti.[53]
Açıklama
Bu hadis-i şerifte,
Fahr-i Kainat Efendimizin, kurban bay-ramı günü, kurbanını kesmek istediği
zaman hayvanın yönünü kıbleye çevirdikten sonra şu mealdeki duaları okuyup
kurbanı ondan sonra kestiği ifade edilmektedir:
"Ben (bütün
dinlerden) yüz çevirerek yüzümü İbrahim'in dini (yani İslam) üzere gökleri ve
yeri yoktan var edene çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Şübhesiz namazım ve
(diğer) ibadetlerim, hayatım (boyunca işlediğim tüm amellerim) ve ölümüm
(anına kadar taşıyageldiğim katıksız imanım ve ona bağlı hareketlerim)
Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu
ve ben müslümanlardanım, Ey Allahım (bu kurban) senden (bana bir nimet )tir ve
Muhammed ile ümmeti (tarafı )nd an sırf senin (rızan) için (kurban
edilmiş)dir."
Hadis-i şerifte,
Resulü Zişan Efendimizin kendi kurbanından başka bir de ümmeti için kurban
kestiği ifade edilmektedir. 2793 nolu hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız
gibi Hz. Peygamberin ümmeti için kestiği bu ikinci kurban, ümmetin
zenginlerinden o sene kurban kesme mükellefiyetini kaldırmak için değil,
sadece bu kurbanın sevabını ümmetine bağışlamak içindir. Gerçekten bu ikinci
kurbanı ümmetin zenginlerinden kurban kesme mükellefiyetini o sene kaldırmak
için kestiği farz edilse bile bu sadece Hz. Fahr-i kainata mahsus özel bir
durum olabilir. Nitekim 2790 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımız gibi,
Resulü Zişan Efendimiz ümmeti için ayrı bir kurban kestiğinden dolayı, Haşim
oğullarının fakirleri de zenginleri de kurban kesmemişlerdir.[54]
Fakat, bir kimsenin başkaları için ayrı bir kurban keserek onları kurban kesme
mükellefiyetinden kurtaracağı düşünülemez. Ancak o kurbanın sevabını istediği
kimselere bağışlayabilir.[55]
Bazı Hükümler
1. Hayaları
burulmuş hayvanı kurban etmek, kerahetsız caizdir.Hatta alimlerden pekçoğu hayaları
buruk hayvanı kurban etmenin daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Çünkü eti
daha çok daha lezzetli ve güzel kokulu olur.
2. Kurbanı
keserken yönünü kıbleye çevirmek müstehabtır.
3. Kurban
keserken beslemeden sonra bir de, "Allahü ekber” demek müstehabtır.[56]
2796. ...Ebû
Saîd (el Hudrî)'den demiştir ki:
"Rasûlullah
(s.a.) hayası burulmadık kara gözlü, kara ağızlı ve kara ayaklı bir koçu kurban
etmişti"[57]
Daha önce tercümesini
sunduğumuz 2792 numaralı hadisin şerhinde yaptığımız açıklamalar bu hadıs-ı
şerif için de geçerlidir. Ancak burada sözü geçen açıklamaya ilâveten şu
hususu açıklamak gerekir:
Hz. Peygamberin,
hayaları burulmamış bir koç kurban ettiğini ifade eden bu hadis-i şerifle,
hayaları buruk bir koç kurban ettiğini ifade eden bir önceki hadis-i şerif
arasında bir çelişki yoktur. Her ne kadar hayaları burulmamış hayvanı kurban
etmek daha faziletli ise de Hz. Peygamber her iki hayvanı kurban etmenin caiz
olduğunu göstermiş olmak için hayaları burulmuş olanlardan da burulmamış
olanlardan da, kurban kesmiştir. Bu farklı iki uygulama, bu cevazı göstermek
maksadıyla, şuurlu olarak yapılmıştır. Herhangi bir tezat şaibesinden tamamen
salimdir.[58]
2797.
...Cabir'den demiştir ki:
"Resûlullah
(s.a): "Bir yıllık hayvandan başkasını kesmeyiniz. Ancak (böylesini
bulmak) size güç gelirse, o başka bu durumda (altı aylık) bir koyun yavrusu
kesiverin."[59]
Açıklama
Müsinne: Sözlükte, yıllanmış
anlamına gelir. Âlimlerin itti-fakla kabul ettiğine göre, bu kelimeyle devenin
beş yılını bitirmiş olanı kast edilir. Sığırın müsinne yayılabilmesi için tmam
Malik'e göre üç yaşını bitirip dört yaşma girmiş olması gerekirken cumhur
ulemaya göre, iki yaşını bitirip üç yaşına girmiş olması gerekir.
Koyun cinsinin müsinne
sayılabilmrsi için, bir yaşını bitirip iki yaşına girmesinin yeterli olduğunda
alimlerin tümü ittifak etmişlerdir.
Âlimlerin çoğuna göre;
bu mevzuda keçi cinsinin de koyun cinsi gibi olduğu kabul edilir. Şafiî
âlimleri; "Keçinin müsinne sayılabilmesi için en az iki yaşını bitirip üç
yaşına girmiş olması gerekir" demişlerdir.
Hadis-i şerifte
"mecbur kalmadıkça müsinne" olmayan hayvanları kesmek yasaklandığına
göre deve, sığır ve koyun cinslerinin kurban edilebilmeleri için, en az
kendilerinin "müsinne: yaşlı" ismini aldıkları çağa girmiş olmaları
gerekir.
Yine cumhur ulemanın
ittifakla kabul ettiklerine göre; bu mevzuda camız, sığır cinsinin, keçi de,
davar cinsinin hükmüne tabidir.
Sözü geçen
hayvanlardan bu çağa gelmiş bir hayvanı bulmak mümkün olmazsa, altı ayını
doldurup yedinci aya giren ve bir yaşını dolduran koyunlar arasına katıldığı
zaman dış görünüşüyle onlardan farkı olmayan, gösterişli bir kuzunun da kurban
edilebileceği, yine mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte ifade
edilmektedir.
Kurbanlık hayvanları
bulmakta güçlükle karşılaşıldığı zaman müsinne olma şartı aranmadan
kesilebilmek sadece koyunlara mahsustur. Bunların dışındaki semiz hayvanlar gösterişli
de olsalar "müsinne" sayılacakları çağa gelmeden kurban
edilemezler.Hadis-i şerifte bu mevzudaki ruhsat sadece koyun cinsine
verilmiştir.
Âlimler hangi hayvanı
kurban etmenin daha faziletli olacağı meselesinde de ayrılığa düşmüşlerdir.
Âlimlerin bu mevzudaki görüşlerini şu şekilde Özetlemek mümkündür:
1. Hanefi
alimlerine göre; kurban edilmek istenen iki hayvan, et ve kıymet bakımından
eşitse hangisinin eti daha lezzetli ise, o hayvanı kurban etmek daha
faziletlidir. Eğer etleri lezzet bakımından eşit olursa o zaman kıymet ya da
et bakımından hangisi daha fazla ise onu kurban etmek daha faziletlidir. Bu
esastan hareket eden Hanefi âlimleri, koç ile koyunun kıymet ve et bakımından
eşit olmaları halinde, koçun koyuna kıymet ve et bakımından bir sığıra eşit
olan besili bir koyunun sığıra ve yine böyle semiz bir koyunun kıymet ve et
bakımından eşit olduğu bir deveye tercih edileceğini söylemişlerdir.
Keçi, sığır ve
develerin erkekleri ile dişileri kıymetçe eşit olurlarsa bunların herbirinin
dişisini kurban etmenin erkeğini kurban etmekten daha faziletlidir. Ibn
Vehban, hayaları buruk teke kurban etmenin dişi keçi kurban etmekten daha
faziletli olduğunu söylemiştir.[60]
2. İmam
Malik'e göre; koyun kurban etmek diğer hayvanları kurban etmekten daha
faziletlidir. Çünkü koyun eti diğer hayvanların etinden daha lezzetlidir.
Delili ise kurban olarak koçu seçtiğini ifade eden 2792, 2793, 2794, 2796
numaralı hadislerdir.
Yine îmam Malik'e
göre; koyundan sonra en faziletli kurbanlık keçi, sonra sığır, sonra devedir.
Bunların kendi erkekleri, kendi dişilerinden daha faziletlidir.
3. Şafiî ve
Hanbelilere göre; kurban edilmesi en faziletli olan hayvan devedir. Sonra sığır
sonra koyun, sonra da keçi gelir. Bir deve kurban etmenin yedi veya on kişiye
bir sığır kurban etmenin ise yedi kişiye koyun kurban etmenin sadece bir kişiye
yetmesi bunu açıkça ortaya koyar.
Ayrıca 351 numaralı
hadis-i şerif de bu görüşlerinin doğruluğuna delil olarak gösterirler.[61]
Bazı Hükümler
Bu hadisin zahirinden
bir yaşım doldurmuş bir koyun varken altı ayı doldurmuş bir kuzu kesmenin caiz
olmadığı anlaşıhyorsa da, bu hadisten kast edilen mânanın bu zahiri mana
olmadığına dair ulemanın icmai vardır. Çünkü Fahr-i Kainat Efendimiz "altı
ayı bitirmiş bir kuzu ne güzel bir kurbanlıktır."[62]
buyurmuştur. Bu bakımdan alimler yaşlı koyun varken de altı ayını bitirmiş
gösterişli bir kuzu kesmenin caiz olduğunu, hadisteki koyun kesmenin kuzu
kesmeye tercih edilmesiyle ilgili emrin, efdaliyyet ve müstehabhk ifade
ettiğini söylemişlerdir.[63]
2798.
...Zeyd b. Halid el-Cühenî'den demiştir ki: "Resûlullah (s.a) ashabı
arasında kurbanlıkları taksim etti. Bana da bir yaşını bitirmiş bir keçi
yavrusu verdi. Kısa bir süre sonra keçi yavrusunu alıp Hz. Peygamber'in yanına
vardım ve kendisine:
(Ey Allah'ın Resulü)
bu (daha) yavrudur, dedim:
“Sen de onu kurban
et!" buyurdu. Bunun üzerine onu kurban ettim.[64]
Açıklama
Bu hadiste geçen Atûd
bir yaşını doldurmamış kuvvetli keçi oğlağıdır. Hadis,bunun kurban olarak
kesilebileceğinedelâlet eder. Hanefîlerle,Atâ,EvzâîveŞafiîIerin bazısı
buğörüştediler.Fakat halef ve selefin cumhuruna göre atûd kurban olamaz.
Bir yaşını doldurmuş
keçi yavrusunun kurban edilemeyeceğini söyleyen cumhur ulemaya göre, sözü geçen
hayvanın kurban edilebileceğini ifade eden ve mevzumuzu teşkil eden hadis-i
şerifin hükmü sadece Zeyd b. Halid'e aittir.[65]
2799.
...(Asım b. Kuleyb'in) babasından rivayet ettiğine göre: Peygamber (s.a)'in
sahabilerinden ve Süleym oğullarından Mu-şâci diye anılan bir adamla birlikte
idik. (O sıralarda bir yaşını doldurmuş) koyun azalmıştı, (bu zat) bir münâdiy
e ilan ettirdi. (Münâdi bu emir üzerine): "Resûlullah (s.a) şüphesiz altı
ayını doldurmuş bir kuzu, bir yaşını doldurmuş bir koyunun yerini tutar
buyurduğunu" ilan etti.
Ebû Dâvûd der ki
(metinde sözü geçen) bu (râvi) Müşâci' b. Mesûd'dur.[66]
Açıklama
Metinde geçen esseniy
kelimesi müsinne yaşlı anlamında kullanılmıştır. Ulemanın "müsinne"
kelimesi üzerindeki görüşlerini 2797 numaralı hadisin şerhinde açıklanmıştır.
Ceza, kelimesi,
"müsinne" sayılacak çağa varmamış taze hayvan demektir. Kuzunun altı
ayını doldurup da, kurbanlık koyunlar içerisine katıldığı zaman onlardan fark
edilemeyecek derecede gösterişli olanı, âlimlerin çoğuna göre, keçinin iki
yaşından küçük olanı, Şafiî'ye göre; üç yaşından küçük olanıdır. Mevzumuzu
teşkil eden bu hadis-i şerif altı ayını doldurmuş gösterişli bir kuzunun
kurban edilebileceğini söyleyen cumhur ulemanın delilidir. Aksini iddia
edenlerin de aleyhine bir delildir.
Bu hadisin senedinde
Asım b. Küleyb gibi zayıf bir râvi varsa da 2797, 2798 numaralı hadislerle
takviye edildiğinden, zayıflıktan kurtulup hasen de recesine yükselmiştir.[67]
2800.
...Bera'dan demiştir ki:
Hz. Peygamber (s.a)
kurban bayramı günü namazdan sonra, bize bir hutbe irad ederek:
"Kim bizim
namazımızı kılar ve kurbanımızı keserse (bizim sünnetimize uygun olan bir)
amel işlemiş olur. Kim de kurbanı namazdan önce keserse (kesilen) bu
(kurbanlık alisine ziyafet için kesilmiş bir) et koyunu olur" buyurdu.
Bunun üzerine Ebû Bürde b. Niyar kalktı ve:
"Ey Allah'ın
Resulü vallahi ben bu günün yeme, içme günü olduğunu düşünerek Kurbanı (mı)
namaza çıkmadan önce kestim ve (yine bu düşünceyle) acele edip (kurbanın
etinden) yedim, aileme ve komşularıma da yedirdim" dedi.
Resûlullah (s.a) de:
"Bu et
koyunudur" buyurdu. Bunun üzerine (Ebû Bürde tekrar kalktı ve):
Ben de bir yaşını
doldurmamış (fakat semiz olması ve etinin le-zizliği bakımından iki et
koyunundan) daha hayırlı bir oğlak var (kurban edebilmem için bu oğlak) bana
yeter mi? diye sordu.
Fahr-i kâinat
Efendimiz de:
Evet senden başka bir
kimse için (böyle bir oğlağı kurban etmek) asla yeterli olamaz" buyurdu.[68]
Açıklama
Bu hadis-i şerifte,
kurban bayramında kesilmesi gereken kur-hanlıkların Hz. Peygamberin sünnetine
uygun olarak kesilmiş olmaları için, bayram namazından sonra kesilmesi icab
ettiği, bayram namazından önce kesilen kurbanlıkların, sahihlerinden kurban
kesme mükellefiyetini kaldıramayacağı, binaenaleyh bayram namazından önce kesilen
bir kurbanın ibadet maksadıyla değil de sadece et için kesilmiş sayılacağı
sahiplerinin mükellefiyetten kurtulmak için, ikinci bir kurban daha kesmek
zorunda kalacakları ifade edilmektedir.
Hadis-i şerifte,
açıklanan ikinci bir mesele; bir yaşını doldurmamış bir keçi yavrusunun'kurban
bayramında kurban edilmek için yeterli olmadığı, fakat Resul-ü Zîşan
Efendimizin Ebû Bürde'ye mahsus olmak üzere böyle bir oğlağı kurban etmeyi
yeterli kıldığı, ifâde buyrulmaktadır.[69]
Bazı Hükümler
1. Kurban
kesme vakti, bayram namazı kılındıktan ve bayram hutbesi okunduktan sonra
girer.İmâm Malik, bu hadisi delil getirerek, imam, bayram namazını kıldırıp
hutbesini okuyup kurbanını kesmeden, kurban kesmenin caiz olmayacağını, fakat
imam kurban kesmeyecekse o zaman, bayram namazı ve hutbesinden sonra, bir
kurban kesecek kadar bekledikten sonra, kurban kesmenin caiz olduğunu, bu
mevzuda şehirli ile bayram namazı kılamayan köyde oturanlar arasında bir fark
olmadığını, söylemiştir.
a.
Hanetîlere göre, bayram namazı kılınmayan köylerde ve çiftliklerde oturan
kimselerin kurban kesme vakti; sabah namazının vaktiyle birlikte girer. Bayram
namazı kılınan yerleşim merkezlerinde bulunan kimseler için kurban kesme
vakti, imamın bayram namazını kılmasıyla girmiş olur. Eğer bir özürden dolayı o
şehirde bayram namazı kılınamamışsa, kurban kesme vaktinin girmesi için, zeval
vaktinin çıkması gerekir. Ondan önceki zaman içerisinde kurban kesilemez.
b. İmam
Şafiî île Dâvûd ve İbn el-Münzir'e göre; kurban kesme vakti güneşin doğmasıyla
girer. Bu hususta imamın bayram namazını kıldırıp kıldırmamasına bakılmadığı
gibi, imamın kurbanını kesip kesmediğine de bakılmaz. Yine bu hususta,
içerisinde bayram namazı kılınmayan köy halkı ile içerisinde bayram namazı
kılınan şehir halkı arasında hiçbir fark yoktur. Hepsi aynı hükme tabidirler.
Hanbeli âlimlerinden
el-Harakî'nin görüşü de budur. Ve Efdal olan bayram namazı kılınmadan önce
kurbanı kesmemektir.
c. İmam A hm
e d ile el-Evzaî, İshak, Hasan-ı Basri, imam bayram namazını kılmadan kurban
kesmenin caiz olmadığını, ancak imam namazı kıldıktan sonra kurbanı kesmemiş
bile olsa, kurban kesmenin caiz olacağını söylemişlerdir. Bu hükme varırken
metinde geçen "namazdan önce kesilen hayvan kurban değil et koyunudur”
anlamındaki cümlenin zahirine dayanmışlardır.
Kurban kesme vaktinin
ne kadar sürdüğü ve ne zaman sona erdiği meselesini ise 2789 numaralı hadisin
şerhinde açıklamıştık. Muhterem okuyucularımız bu meselede fıkıh ulemasının
görüşlerini öğrenmek için oraya müracaat edebilirler.
Geceleyin kurban
kesmenin caiz olup olmayacağı meselesi de alimler arasında ihtilaflıdır. Bu
ihtilâfı şu şekilde özetlemek mümkündür:
a. İmam
Mâİik, İbn Abbas (r.a)'nın rivayet ettiği "Peygambter (s.a) geceleyin
kurban kesmeyi yasakladı.[70]
mealindeki hadise dayanarak geceleyin kurban kesmenin caiz olmadığını söylemiştir.
Ancak bu hadisin senedinde rivayetleri makbul sayılmayan Süleyman b. Ebî Seleme
el-Cenayizî ile Mü-beşşir b. Ubeyd vardır. Dolayısıyla bu hadis zayıftır.
b. Başta
Hanefilerle İmam Şafiî, îshak ve cumhur ulemaya göre, geceleyin kurban kesmek,
kerahatle caizdir.
Bu görüş, İmam
Ahmed'den de rivayet olunmuştur. Çünkü gün deyince içerisinde gece de
dahildir. Bu bakımdan kurban kesmek için tayin edilen nahr günlerinin hem
gündüzünde hem de gecesinde kurban kesmek caizdir, demişlerdir. Fakat geceleyin
kurban kesmek zor olduğundan ve bir takım yanlışlıklar yapmaya yol
açabileceğinden mekruh sayılmıştır.[71]
2801.
...Berâ b. Azib'den demiştir ki:
Ebû Bürde diye anılan
dayım namazdan önce kurban kesmişti. Rasûlullah (s.a) (o haliyle)
"Senin bu koyunun
(ibadet maksadıyla kurban edilen bir koyun değil, sadece etinden istifade
edebileceğin) bir et koyunudur."
buyurdu. (Dayım da):
"Ey Allah'ın
Rasûlü ben de bir yaşını doldurmuş bir keçi yavrusu vardır" (onu kurban
edebilir miyim?) diye sordu.
(Resulü Zîşan efendimiz
de):
"Senden başkası
için uygun olmamakla beraber sen kes!" buyurdu.[72]
Açıklama
Bu hadis-i şerifte,
bayramdan önce kurban kesmenin caiz olmadiği gibi bir yaşını doldurmuş keçi
yavrusunu kesmeninde caiz olmadığı, ancak Hz. Peygamber (s.a)'in sadece Ebû
Bürde'ye mahsus olmak üzere bir keçi yavrusunu kurban etme izni verdiği, ifade
edilmek tedir. Bilindiği gibi Ukbe b. Amir'in rivayet ettiği diğer bir hadis-i
şerifte[73]
Resulü Ekremin bu hakkı sadece Ukbe b. Amir'e tanıdığı, bunun dışında hiçbir
kimsenin bir yaşım doldurmuş iki yaşına girmiş bir keçi kurban edemeyeceği
ifade edilmiştir.
Hafız İbn Hacer bu
mevzuda Beyhakî'nin: "Eğer İbn Mâce ve Tirmi-zî'nin naklettikleri bu Ukbe
b. Amir hadisinin sonun ki "Onu da sen (kendine) kurban et"
mealindeki ziyade, bu ziyadenin bulunmadığı rivayetlere tercih edilecek
derecede kuvvetli bir rivayetse, o zaman bu izin Ebû Bürde'-ye verildiği gibi
Özel olarak Ukbe (r.a) de verilmiştir" dediğini, söyledikter sonra kendisi
de şu görüşlere yer vermiştir:
"Aslında Beyhakî'nin
bu açıklaması meseleyi halletmekten uzaktır. Çünkü İbn Mâce ve Tirmizînin
rivayetleri olan Hadis-i şerifte bu iznin sadece Ukbe'ye verildiği başka birine
asla verilmediği ifade edildiğine göre, bu iznin Ebû Bürde için geçerli
olmaması gerektir. Eğer bu iznin sadece Ebû Bür-de'ye verildiği göz önüne
alınırsa Hz. Ukbe'ye verilen böyle bir iznin geçerli olmaması lâzım. Bu mevzuda
yapılan izahların en doğru olanı şudur: Bu hadislerden ya sonradan sadır
olanın önceden sadır olanın hükmünü neshetmiş olması lâzımdır. Bu da işlerin
ikisinin de aynı zamanda sadır olmaları ve dola-yısıyle bu iznin özü geçen iki
sahabî için de geçerli olması gerekir. Ancak bazıları bu mevzuda gelen
hadislere bakarak kendisine bu özel iznin verildiği kimselerin sayısını dörde,
kimisi de beşe çıkarmıştır. Ancak hadislerin hepsinde bu iznin sadece bir
şahsa özel olarak verildiğine ve başkalarının bu izinden faydalanmasının caiz
olmayacağına dair açık bir ifade yoktur. Bu ifade sadece Ebû Bürde ile Ukbe b.
Amir hakkında gelen iki hadiste vardır.
Bu bakımdan meseleyi
şu şekilde halletmek mümkündür. Ukbe b. Amir ve Ebû Bürde hakkındaki iki
hadisle, diğer şahıslar hakkında gelen hadisler arasında bir çelişki yoktur.
Çünkü İslamın ilk yıllarında bir yaşındaki keçi yavrusunu kurban etmenin caiz
olduğu, fakat sonradan bu cevaz kaldırıldığı ve sadece Hz. Ukbe ile Ebû Bürde
hakkında özel bir cevaz olarak kalmış olduğu bilinmektedir.[74]
2802.
...Ubeyd b. Feyrûz'dan demiştir ki:
Ben Berâ b. Azib'e
kurbanlıklarda hangi özelliklerin bulunmasının caiz olmadığını -yahut da
kurbanlıklarda bulunması caiz olmayan özellikleri- sordum da (şöyle) cevap
verdi:
Resûlullah (s.a)
(birgün) aramızda (ayağa) kalkıp (ben şu anda onun sözlerini aktarırken onun gibi
el kol hareketleri de yapacağım) Oysa bdiim parmaklarım onun parmaklarından,
parmak uçlarım da onun parmak uçlarından daha kısadır- (şöyle) buyurdu:
"Kurbanlıklar
içerisinde kurban edilmeleri caiz olmayan dört (hayvan) vardır: Körlüğü açıkça,
belli olan tekgözlü, hastalığı açıkça belli olan hasta, topallığı iyice belli
olan topal, ilikleri kurumuş (derecede) cılız" (Ubeyd b. Feyruz sözlerine
devam ederek) dedi ki: - ben de (Bera b. Azib'e):
"Ben (hayvanın)
diş(ler)inde bir eksiklik bulunmasından hoşlanmıyorum." dedim. O da:
"Hoşlanmadığın
(hayvan)ı bırak (fakat) onu (kurban etmeyi) kimseye yasaklama" cevabını
verdi.
Ebû Dâvûd der ki
(Kesîr)iliği kalmamış (hayvan demektir).[75]
Açıklama
Bu hadis-i şerif, kurbanın
etine ve yağına zarar verecek, topallık, körlük ve şiddetli hastalık gibi
kusurlardan salim olması gerekir. Bu gibi kusurları bulunan havanları, kurban
etmek caiz değildir. Fakat hayvanda bu kusurlardan birisinin veya bir kaçının
belli olmayacak derecede az bir miktarda bulunması onun kurban edilmesine engel
değildir. Bu mevzuda İmam Nevevî şöyle diyor: "Kendisinde Bera hadisinde
zikredilen (yürümeye imkân vermeyecek derecede şiddetli) hastalık, aşırı derecede
zayıflık, tek gözlülük (yürümeye engel olacak) topallık, kusurlarından biri
veya birkaçı yahut da bunlar gibi veya daha fazla derecede sıhhate zarar veren
bir veyahut bir kaç kusur bulunan bir hayvanı kurban etmenin caiz olmayacağında
âlimlerin icmaı vardır.[76]
Hattâbî, bu mevzudaki
görüşlerini şöyle ifade ediyor: "Mevzumuzu teşkil eden bu hadis, söz
konusu edilen kusurların hayvanda hafif bir şekilde bulunması o hayvanın
kurban edilmesine engel değildir. Hadiste geçen -hastalık, açıkça belli olan,
körlük açıkça belli olan, topallık açıkça belli olan- sözleri bu gerçeği ifade
etmektedir. Çünkü bu kusurların en az bir miktarı hayvanda açıkça belli
olmaz."[77]
2803.
...Yezid Zü-Mısr dedi ki Utbe b. Abidin es-Sülemî'ye varıp:
Ey Ebû Velid! Ben kurbanlık
aramaya çıktım fakat ön dişleridökülmüş olan bir hayvandan başkasını bulamadım.
O da hoşuma gitmedi. (bu hususta) ne dersin? dedim, (o da) "Sen onu bana
getirmez misin? (ben onu güzelce bir kurban edeyim) cevabını verdi.
"Sübhanallah
benim (kurban etmem) caiz olmuyor da senin (kurban etmen nasıl) caiz
oluyor?" dedim. (O da:) Evet (benim kurban etmem caiz olur), çünkü sen
(onun kurban edilip edilmeyeceğinde) şüphe ediyorsun. Bense şüphe etmiyorum.
Rasûlullah (s.a) sadece Müs-ferra, Müste'sale, Banka, Müşeyyed ve Kesrâ
(denilen hayvanları kurban etme)yi yasakladı. Müsferra: Açığa çıkacak şekilde
kulağı kökünden sökülen. Müste'sale: Boynuzu kökünden kınlan. Bahkâ: gözünün
feri gitmiş olan. Müşeyyed: Cılızlıktan ve düşkünlükten dolayı sürüye uyamayan:
Kesra; Ayağı kırık koyun demektir." dedi.[78]
Açıklama
Hadis-i şerif, kulağı
kesiklik, boynuzu kırıklık, tezgözlülü topallık ve zayıflık kusurlarından
birisi bulunan bir hayvanı, kurban etmenin yasaklanmış olduğunu ifade
etmektedir. Bu sebeble âlimler kendisinde bu kusurlardan biri bulunan hayvanı
kurban etmenin caiz olmadığında ittifak etmişlerdir. Mutlak nehy haram ifade
ettiğine göre, buradaki nehyin haram ifade etmediğini ve dolayısıyla sözü geçen
kusurları taşıyan bir hayvanı kurban etmenin caiz veya kerahetle caiz olduğunu
iddia eden bir kimsenin, buradaki yasağın gerçek manası olan haramlıktan
çıktığına dair bir delile dayanması icab eder. Fakat bir önceki hadis-i şerif,
buradaki yasağın haramlık ifade ettiğine dair açık bir beyan teşkil ettiğinden
aksine bir delil bulmanın imkansız olduğu aşikârdır.[79]
2804. ...Ali
(r.a)'den demiştir ki:
Resûlullah (s.a) bize
(kurbanlık hayvanın seçiminde) göze ve kulağa dikkat etmemizi, avrâ
(tekgözlü), mukabele, müdabere, harka,
şarka, denilen
hayvanlardan) kesmememizi emr etti. (bu hadisin ravi-lerinden) Züheyr dedi ki:
Ben Ebû îshak'a:
(Süreyh) b. Numan, hz.
Ali'den naklen kurban edilmesi caiz olmayan hayvanları sayarken onlarla
birlikte) boynuzu kırığı da zikretti mi? diye sordum da,
Hayır cevabını verdi.
Züheyr, sözlerine
devam ederek) dedi ki: (Ebû îshak'a:)
Mukabele nedir dedim.
Kulağının (ön) tarafı
kesik olandır dedi.
Mudâbere nedir? dedim.
Kulağının (arka)
tarafı kesik olandır, dedi.
Şarka nedir? diye
sordum,
Kulağı (uzunlamasına)
delinmiş olandır. Cevabını verdi.
Harka nedir, dedim.
Kulağı enine delinmiş
olandır, karşılığını verdi.[80]
Açıklama
Bu hadis-i şerifte tek
gözlü kulağının ön kısmındanbirazı kesilip bırakılan hayvanla kulağının arkası aynışekilde
kesilip de koparılmadan bırakılan, kulağı uzunlamasına yarılıp ikiyeayrılan ve
bir alâmet teşkil etmesi için kulağı yuvarlak şekilde delinmiş olan,hayvanları
kurban etmenin yasaklanmış olduğu ifâde edilmektedir.
Zahirîler, bu hadisin
zahirine sarılarak sözü geçen hayvanların kurban etmenin caiz olmayacağını
söylemişlerdir, Şafiî âlimlerinden bazılarının görüşü de budur.
Cumhur ulemaya göre;
hadis-i şerifteki yasağın hükmü haramlık için değil kerahet-i tenzih iv ye
içindir. Çünkü bu ayıplardan salim olan bir hayvanı bulmak çok güçtür ve hemen
hemen imkansız gibidir. Oysa yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde. "Allah sizi
seçti ve dinde size bîr güçlük yiikle-medi...”[81]
buyurmuştur.
İbn Hazm'a göre:
Kulağında biraz eksiklik bulunan yahut ta kesiklik veya delik bulunan bir
hayvan, kurban edilmediği gibi bir veya iki gözünde bir kusur bulunan hayvanla,
kuyruğunda kesiklik bulunan bir hayvanda kurban edilmeye elverişli değildir.
Bu kusurların dışında kalan boynuzu kırık-Ön dişleri dökülmüş olmak, hayaları buruk olmak gibi, kusurlardan biriyle kusurlu olan
hayvanlar; kurban edilmeye elverişlidirler.[82]
Hattâbî, bu mevzudaki
görüşlerini şöyle özetliyor: Âlimler bir hayvanın kurban edilmesine engel
teşkil eden ayıpların miktarı üzerinde ihtilafa düştüler. Söyle ki:
1. İmam
Malik'e göre, kulakta bulunan yarıklar ve kesiklik az ise hayvanın kurban
edilmesine bir engel değildir.
Maliki âlimleri sözü
geçen bu azlığı üçtebir çokluğu da üçtebirden fazlalıkla takdir etmişlerdir.
Kulağının üçtebiri kesilen veya yarılan bir hayvanı kurban etmenin caiz
olacağım, fakat kulağının üçtebirden fazlası kesilmiş ya da yarılmış olan bir
hayvanı kurban etmenin caiz olmayacağını söylemişlerdir.
2. Rey
taraftarlarına göre; kulağının yandan fazlası sağlam kalan bir hayvanı kurban
etmekte bir sakınca yoktur.
3. Şafiîlere
göre; doğuştan kulağı olmayan boynuzunun kılıfı veya tümü kırılan, kulağı
uzunlamasına yarık yada yuvarlak bir şekilde delik olan bir hayvanı kurban
etmek mekruhtur. Böyle bir hayvanı kurban etmek kerahetle caizdir.
Şafiî âlimlerinden
İmam Nevevî, kulağı önden veya arkadan kesilip koparılmadan bırakılan bir
hayvanı kurban etmenin hükmünün de böyle olduğunu söylemiştir.[83]
4. Han
belilere göre, kulağının yarıdan azı kesilen veya delinen bir hayvanı kurban
etmek mekruhtur. Kulağında eksiklik veya yarıklık daha fazla olan bir hayvanı
kurban etmek caiz değildir.[84]
Hanefî alimlerine
göre; kurbanlık hayvanının aşağıdaki ayıplardan salim olması gerekir:
"Körlük, bir
gözlülük, dişsizlik, kulaksızlık, mezbahaya yürüyemeyecek kadar topallık veya
hastalık, kemiklerinde ilik kalmamış derecede zayıflık, kulağının veya
kuyruğunun çoğunun kopuk olması meme başlarının kopuk bulunması, işte
bunlardan biriyle ayıplanmış olan hayvan kurban olmaz.[85]
2805. ...Hz.
Ali'den demiştir ki:
Hz. Peygamber (s.a)
kulağının kesik veyahutta boynuzunun ekserisi kırık olan (bir hayvan)ı kurban
etmeyi yasaklamıştır.
Ebû Dâvûd der ki (bu
hadisin ravilerinden olan Cürey) Cürey Südûsî-i BasrVdir. Katade'den başka bir
kimse ondan hadis rivayet etmemiştir.[86]
Açıklama
Metinde geçen adba
kelimesi kulağının ekserisi kesik ve boynuzunun ekserisi kırık manalarına
gelir. Bu iki manada da kullanılmaktadır bununla beraber daha ziyade boynuzunun
ekserisi kesik" anlamında kullanılır.
Musannif Ebû Dâvûd
Cüreyy es-Sünûsî'den Katade'den başka rivayet eden bir râvinin bulunmadığını
söylemişse de, aslında ondan Yunus b. Ebî İshak Asım b. Ebu Nücûd gibi tanınmış
raviler rivayet etmişlerdir. Ancak Musannif merhum bu rivayetleri görmediği
için, böyle yazmıştır.
El-İclî'ye göre;
Cürey, tabiinden güvenilir bir ravidir. İbn Hibban da onu güvenilir ravilerden
saymıştır. Ebû Hatem, onun hadislerinin delil olma niteliğinden uzak olduğunu,
İbn Medeni'de onun kimliği meçhul bir ravi olduğunu söylemiştir.[87]
Bazı Hükümler
1. Kulağının
tamamı veya yarıdan fazlası kesilmiş olanhayvan kurban edilemez. Bunda ittifak
vardır.
2.
Boynuzunun tümü yahutta yarıdan fazlası kesilmiş olan hayvan kurban edilemez.
Nehaî ile İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve İmam Ah-med bu görüştedirler.
İmam Ebû Hanife'ye
göre; boynuzu kırık hayvan kurban etmekte hiçbir sakınca yoktur. Hayvanın
boynuzundaki kırıklık etine zarar vermiyorsa İmam Şafiî'ye göre de boynuzu
kırık bir hayvanı kurban etmenin bir sakıncası yoktur.
İmam Malik'e göre;
boynuzu kırık bir hayvanın eğer bu kırıklıktan dolayı henüz kanı kesilmemışse
o hayvan kurban edilemez. Fakat kanı kesil-mişse kurban edilmesinde bir sakınca
yoktur.
KHanbelîlere göre;
doğuştan kulağı hiç olmayan hayvanla doğuştan kulakları küçük olan bir hayvan,
kesmekte bir sakınca olmadığı gibi, kuyruksuz bir hayvanı kurban etmekte bir
sakınca yoktur. Bu mevzuda, hayvanın doğuştan kuyruksuzla, kuyruğunun sonradan
kesilmiş olması arasında bir fark yoktur. el-Leys'e göre kuyruğu bir kabzadan
daha kısa olan bir hayvanı kurban etmek caiz değildir.[88]
2806.
...Katade'den demiştir ki: Said b. el-Müseyyeb'e
Adab nedir diye sordum
da -(kulağının ya da boynuzunun) yarı (sı veya) daha fazla(sı kesik olandır)-
diye cevap verdi.[89]
Açıklama
Bu hadis-i şerîf,
kulağının yandan azı kesilmiş olan bir hayvanı kurban etmenin caiz olduğunu
söyleyen İmam Ebû Hanife (r.a)'nin delilidir. İmam Şafiî bu mevzuda 2804
numaralı hadisin zahirine sarılarak kulağının bir kısmı kesik olan bir
hayvanın kurban edilmeyeceğini söyler. Ebu Hanife boynuzunun yarıdan azı
kırılan bir hayvanı kurban etmenin caiz olacağını boynuzunun yarısı veya daha
fazlası kırılan bir hayvanı kurban etmenin, caiz olmadığını söyleyerek
mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifle 2804 numaralı hadis-i şerifin arasını
te'Iif etmiştir.
İmamı bu görüşünden
dolayı hiç bir delile dayanmadığı iddiasıyla ten-kid edenlerin, aslında
kendilerinin bu mevzudaki delillerden haberdar olmadıkları son derece açıktır.[90]
2807. ...Câbir
b. Abdullah'dan rivayet olunmuştur ki: Biz Resûlüllah (s.a.) zamanında temettü'
haccı yapar ve ortaklaşa yedi (kişi) ye bir sığır ve (yine) yedi kişiye bir
deve kurban ederdik.[91]
Açıklama
Temettü' Haccı: Hac
ile umreyi ayrı ayrı iki ihramla yapmaktır.Bir hac mevsminde hem hac hem de
umre yapmaya muvaffak olan bir kimseye bu muvaffakiyetinin bir şükrü olmak
üzere kurban kesmek vâcib olur.
Konumuzla ilgili bu
hadis-i şerifte, Hz. Peygamber (s.a.)'in Devr-i saadetinde temettü haccından
sonra deve ile sığırın yedişer kişi arasında ortaklaşa kurban edildiği ifade
edilmektedir.
Aslında bu hadisin
yeri, hac bölümü olmakla beraber bir sığırın veya bir devenin yedi kişi
arasında ortaklaşa kurban edilebileceğini ifade etmesi cihetiyle musannif Ebû
Dâvûd (r.a.) bu hadisi mevzumuzu teşkil eden bâbla ilgili görerek buyara
yerleştirmiştir.
Kurban bayramında,
Mina'da şükür kurbanı (hedy) olarak kesilen bir deve yahut da bir sığırın kaç
kişiye yeteceği mevzuunda ihtilâf vardır, Âlimlerin bu husustaki görüşlerini
şu şekilde özetlemek mümkündür.
1. Hedy
kurbanında ortaklık caizdir. Ancak mes'ele ulema arasında ihtilaflıdır. İmam
Şafiî, İmam Ahmed ve Cumhur ulemaya göre; hedy kurbanı vâcib olsun, nafile
olsun kesenlerin ister hepsi ibadet niyetiyle olsun yahut bazıları et için
iştirak etsin müştereken kesilebilir. Delilleri bu hadislerdir.
Dâvud-u Zahirî ile
Malikîlerden bazıların göre, ortaklık ancak nafile olarak kesilen kurbanda
caizdir. Vâcib kurbanda bu caiz değildir. İmam Malik, hedy kurbanında mutlak
süratte ortaklık caiz olmadığına kaaildir.
İmam Azam'a göre,
ortaklaşa kurban kesenlerin hepsi ibadete niyet etmek şartıyla, caizdir.
İçlerinden bazıları et için keserse, ortaklık caiz değildir.
Koyunu ortak kesmek
âlimlerden hiçbirine göre caiz değildir.
2. Deve ile
sığır yedi kişiye kâfidir. Bunlardan her biri yedi koyun yerini tutar.[92]
3. Said b.
el-Müseyyeb ile İshak b. Kahuye ve İbn Huzeyme ise "her ne kadar Mina'da
şükür kurbanı olarak kesilen bir deve veya bir sığır yedi kişiye yetmek
hususunda eşit iseler de uhdiye kurbanı olarak kesildikleri zaman farklıdır.
Uhdiye kurbanı olarak kesildikleri zaman bir sığır yedi kişiye yettiği halde
bir deve on kişiye yeter" derler. Bu görüşlerini delil olarak da "biz
bir yolculukta Resûlüllah (s.a.)'in beraberinde idik. Kurban bayramı günü
geldi. Devede on kişi sığırda ise yedi kişi ortaklaştık.[93]
mealindeki hadis-i şerifi göstermişlerdir.
Bu görüşte olanlara
göre devenin de sığır gibi sadece yedi kişi arasında kesilebileceğini ifade
eden ve mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif, Mina'da kesilen hedy kurbanıyla
ilgilidir. Uhdiye kurbanı ile ilgili değildir.
Her ne kadar Tekmile
yazan da bu görüşü tercih etmişse de aslında bunların delilini teşkil eden
mealini sunmuş olduğumuz hadis-i şerif, Buharî ve Müslim'in Câbir'den rivayet
ettikleri "Resûlüllah (s.a.) bedene sayılan sığır ve develeri yedişer
kişilik grublar halinde ortaklaşa kesmemizi emretti"[94] mealindeki
hadis-i şerifle "Peygamber (s.a) ile birlikte yaptığımız hac ve umrede
her yedi kişi bir deveye ortak olduk. Bunun üzerine birisi kalkıp Cabir'e:
Devede olduğu gibi
sığırda da ortaklık sahih midir? diye sordu.
Câbir de:
O ancak develerden
sayılır. Cevabını verdi.[95]
mealindeki hadis-i şerife aykırıdır. Çünkü bu hadis-i şeriflerde deve ile sığır
cinsinin bedene sayıldıkları ve aynı sınıfa girdikleri ifâde edilmektedir. Bu
ise, iki cins arasında hiçbir fark olmadığı anlamına gelir. Cumhur ulemanın
görüşü budur.
Hanefi âlimlerinden
el-Kâsanî bu mevzuda şöyle diyor:
"Bize göre
haberlerin zahiri manaları arasında bir çelişki görüldüğü zaman ihtiyatlı olan
habere sarılmak icâb eder. Burada madem ki bir devenin kurban olarak yedi
kişiye yeteceğinde ittifak, on kişiye yeteceği hususunda da ihtilâf vardı. O
halde devenin yedi kişiye yeteceğini ifade eden haberlere sarılmak ihtiyata
daha uygundur."[96]
2808.
...Câbir b. Abdillah'dan,
Peygamber (s.a.)
"Sığır ve deve(nin) yedi(kişi) ye (kurban edilmesi caiz) dir."
Buyurmuştur.[97]
Bir önceki hadîs-i Şerîf
üzerinde yapmış olduğumuz açıklama bu hadis için de geçerli olduğundan aynı
mevzuyu burada tekrarlamaya lüzum görmüyoruz.[98]
2809.
...Câbir b. Abdullah'dan demiştir ki:
(Hudeybiye sulhu
yapıldığı gün) Hudeybiye'de Resulüllah (sa.) ile birlikte yedi kişi için bir
deve, (yine) yedi kişi için bir sığır kurban ettik.[99]
Açıklama
Hudeybiye barışı,
hicretin altıncı senesinde müslümanlarla
Mekkeli müşrikler arasında, Mekke yakınlarındaki Hudeybiye denilen yerde
yapılmıştır. O sene Fahr-i Kâinat Efendimiz umre yapmak niyetiyle Zilkade
ayında 1500 kadar ashabıyla Mekke'ye müteveccihen yola çıkmıştır. Kendilerini
Mekke müşrikleri Hudeybiye'de karşılayarak Mekke'ye girmelerine engel oldular.
Neticede iki taraf arasında bir barış anlaşması imzalandı. Müslümanlar
yurtlarına dönmek üzere kurbanlarını keserek ihramlarından çıktılar. O sırada
"Onlar öyle kimselerdir ki inkâr ettiler, sizi mecsid-i Haram (ı ziyaret)
ten ve bekletilen kurbanları yerlerine varmaktan alakoydular."[100]
mealindeki âyeti kerime nazil oldu.
Abdullah İbn Ömer bu
hâdiseyi şöyle anlatır:
"Peygamber (s.a.)
umre yapmak üzere (Mekke'ye müteveccihen yola) çıktı. Fakat Kureyş kâfirleri,
önüne çıkıp buna engel oldular. Bunun üzerine Hz. Peygamber Hudeybiye'de
kurbanım kesip başını tıraş etti. Ve onlarla umreyi (bu sene bırakıp) gelecek
sene yapmak üzere müslümanlar üzerinde kılıçtan başka hiçbir silâh bulunmamak
ve Mekke'de ve Mekkeli müşriklerin uygun göreceği bir süreden fazla kalmamak
üzere bir barış yaptı. Bu anlaşmaya uygun olarak gelecek sene (sahabiyle
birlikte) umre yaptı.
Mekkelilerle yaptığı
anlaşmaya uygun olarak Mekke'ye silahsız girdi. Orada üç gün kaldı ve
Mekkelilerin isteğine uyarak üç gün sonra Mekke'yi terketti"[101]
Mevzumuzu teşkil eden bu
hadis-i şerîf, devenin de sığır gibi hedy olarak kesildiğinde de uhdiye olarak
kesildiğinde de ancak yedi kişiye yetebileceğini söyleyen cumhuru ulemanın
delilidir. Fıkıh âlimlerinin bu mevzudaki görüşlerini 2807 numaralı hadisin
şerhinde açıklamış olduğumuzdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.[102]
2810.
...Câbir b. Abdillah'dan demiştir ki:
Ben ResÛlüllah'la
birlikte kurban bayramında namazgâhda bulundum. Hutbeyi bitirince minberinden
indi. Bir koç getirildi. Resûlullah (s.a.) de o koçu "bismillah vallahü
ekber hazâ annî ve ammen lem yüdahhi min ümmeti: "Allah'ın adıyla
(başlıyorum) Allah büyüktür şu (koç) benim için ümmetimden kurban kes(e) meyeh
kimseler içindir" diyerek kesti.[103]
Açıklama
Resul-ü Zişan
Efendimiz bayram hutbelerini bazan ayak üstünde ve düz yerde, bazan da deve
üzerinde irad ederdi.[104]
Nitekim 1141 numaralı hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz'in fıtır bayramı
hutbesini okuduğu anlatılırken -minber sözü geçmemektedir. Fakat mevzu-muzu
teşkil eden bu hadis-i şerifte geçen "hutbeyi bitirince minberinden
indi" cümlesi, Resulü Ekrem'in kurban bayramı hutbesini minber üzerinde
okuduğunu ifade etmektedir.
Hafız îbn Hacer de
Buharînin rivayet ettiği "Resûlullah (s.a.) hutbeyi bitirince indi"[105]
mealindeki cümlede geçen indi kelimesini açıklarken "aslında Hz.
Peygamber'in sözkonusu hutbeyi minber üzerinde değil yerde okuduğunu ve Ebû
Said hadisinde [106] de
bu gerçeğin açıkça ifade edildiğini" söylüyor. Ravinin buradaki nezele
fiilini hakiki manası olan yüksek bir yerden aşağı inmek anlamında değil de
"bir yerden diğer bir yere intikal etti" anlamında kullanmış olması
gerektiğini vurguluyor.[107]
Bezi yazarı, mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şerifte minber kelimesinin açıkça zikredilmiş olmasının Hafız
İbn Hacer'in bu izahını geçersiz kıldığına dikkati çekerek burada geçen
minberin, bugünkü manada bir minber anlamında kullanılmış olması gerektiğini,
meseleyi başka türlü halletmenin imkânsız olduğunu ve mevzumuzu teşkil eden
hadisin sıhhat yönünden bu mevzudaki diğer hadislerden daha sağlam olduğu
isbatlanabildiği takdirde, Hz. Peygamber'in bayram hutbelerini; bazan minber
üzerinde okuduğunu kabul etmek gerektiğini söylüyor.[108]
1. Mâli gücü
olmadığı için kurban kesmeye gücü yetmeyen musluman bir kimse kurban sevabından
mahrum kalmaz. O da aynen kurban kesmiş gibi sevaba erişir. Çünkü Fahr-i Kâinat
Efendimiz, sağlığında ümmetinden fakir olup kurban kesmeyenlerin tümü için
kurban kesmiştir.
2. Kurban
sahibinin kurbanını bizzat kendi eliyle kesmesi, keserken "bismillahi
vellahü ekber" demesi ve kurbanın kimin için kesildiğini diliyle söylemesi
müstehabtır. Şayet kendisi kurban kesmeyi beceremiyorsa becerebilen birine
kestirmesi, kesim anında kendinin de kurbanın başında hazır bulunması menduptur.
Nitekim 2794 numaralı hadis-i şerifin açıklamasında bu mevzu açıklanmıştı.
Hanefi âlimlerine
göre, kurban sahibinin isteği olmadan kurbanı ehl-i kitaptan bir kimsenin
kesmesi mekruhtur. Fakat kurban sahibinin isteği ile kesmesinde herhangi bir sakınca
yoktur. Çünkü kurban kesmekte Allah'a yaklaşma vardır. Kitab ehli ise her ne
kadar kurban kesmeye ehil ise de Allah'a yaklaşmaya ehil değildir. Kurban
sahibinin ona kurban kesmesini em-reimesiyle, kurban sahibi adına bu yaklaşma
gerçekleşmiş olur.
İmam Ahmed'le İmam
Şafiî'ye göre; kurban sahibi istemiş bile olsa, kitab ehlinin kesmesi
mekruhtur. Fakat Allah'a yaklaşmak maksadıyla kesilen kurbanların dışında,
herhangi bir hayvanı et temin etmek niyetiyle, bir kitab ehlinin kesmesinde hiç
bir sakınca olmadığı hususunda ittifak vardır. Bu mevzuda şâfiî âlimlerinden
imam Nevevî şunları söylüyor:
Kurbanını başkasına
kesdirmek durumunda kalan bir kimse için efdal olan avcılık, kurban kesme ve
kurban meselelerini iyi bilen bir kimseyi vekil tayin etmesidir. Bu gibi
kimseler, kurban kesmenin şartlarını, sünnetlerini ve diğer fıkhî inceliklerini
başkalarından daha iyi bilirler. Bu mevzuda putperesti, mecûsiyi ve mürtedi
vekil tayin etmek caiz değildir. Aslında bir kitabîyi veya bir kadını yahut da
bir çocuğu bu meselede vekil tayin etmek te caizdir. Fakat bizim fakihlerimiz,
çocuğun vekil tayin edilmesini mekruh görmüşlerdir. Hayızlı bir kadının vekil
tayin edilmesinde iki görüş vardır. Bu iki görüşten en doğru olanı hayızlı
kadını vekil tayin etmekte bir kerahet olmadığı görüşüdür. Çünkü bunu
yasaklayan hiçbir nas yoktur. Hayızlı bir kadını vekil tayin etmek, bir çocuğu
vekil tayin etmekten daha iyidir. Bir çocuğu vekil tayin etmek bir ehl-i kitabı
vekil tayin etmekden daha iyidir.
Âlimlerimiz, bir
müslümanı vekil yapmamın caiz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Kitab
ehlinden birini vekil yapma meselesine gelince; bizim âlimlerimize ve cumhur
ulemaya göre, bu caizdir. Bu vekilin kurban kesmesi kerahet-i tenzihiyye ile
sahih olur. Çünkü ehl-i kitap hayvanı kesmeye ehildir.
İmam Mâlik'e göre;
ehl-i kitabın kestiği kurban kurban olmaktan çıkar et hayvanı haline dönüşür.[109]
3. Bir koyun
kurban etmek, tüm ev halkı için yeterlidir. İmam Mâlik, el-Leys, Şafiî,
el-Evzâî, İmam Ahmed ve İshak (r.a.) mevzumuzu teşkil eden bu hadisin zahirine
ve "Peygamber (s.a) hayatta iken adam kendisi ve ev halkı için bir davarı
bayramda kurban ederdi, (ve ondan) yerlerdi, yedirirlerdi. (O devirden) sonra
halk (çok sayıda kurban kesmekle) iftihar etmeye başladı. Nihayet durum gördüğün
hale dönüştü"[110]
hadisine sarılarak aile reisinin bir kurban kesmesinin tüm aile fertlerine
yeteceğini söylemişlerdir.
Daha önce tercümesini
sunduğumuz 2788 numaralı hadis-i şerifle, Abdullah b. Hişam'dan rivayet edilen
"Peygamber (s.a) tüm ev halkı için sadece bir koyun kurban ederdi"[111]
mealindeki hadis-i şerif bu görüşte olan âlimlerin delil ler in dendir.
Hanefi âlimleriyle
îmarh Sevrî'ye göre, bir koyun kurban olarak ev halkından sadece bir kişiye
yetebilir. Bu bakımdan ev halkından dinen zengin sayılan her ferdin ayrı ayrı
kurban kesmeleri icab eder.
Hanefî âlimleri bu
hükme, udhiyyeyi hedye kıyas ederek varmışlardır. Hanefilerin bu tutumu:
"Mevrid-i nasda içtihada mesağ yoktur."[112]
esasına aykırı olduğu gerekçesiyle tenkid edilmiştir.
Hanefî âlimleri; bu
meselede takib ettikleri usulü şöyle açıklıyorlar:
"Uhdiyede esas
olan kan akıtmaktır. Kan akıtmak ise tecezzi kabul etmez. Kıyasla verilen
mantıkî sonuç budur. Fakat deve ile sığır cinslerinin tecezzi kabul ettiği ve dolayısıyle
bir devenin ya da sığırın yedi kişi tarafından ortaklaşa kesilebileceği kıyasa
aykırı olarak nassla sabit olmuştur. Fakat Davar cinsi hakkında böyle bir nass
sabit olmadığından, koyun hakkında mantıkî hükümler bakîdir. Bu sebeple bir
koyun sadece bir kişi için kurban olmaya yeterlidir. Bir ailenin tüm fertleri
için yeterli değildir. Bir ailenin tüm fertleri için bir koyun kurban etmenin
caiz olduğunu ifade eden hadislerle ifade edilmek istenen mana bu kurbanın,
ailenin diğer fertlerinden kurban kesme mükellefiyetini düşürebileceği değil,
sadece onun sevabına aile fertlerini ortak kılmanın caiz olduğudur. İmam Tahavî
"Hz. Peygamber'in Kendisi ve aile efradı adına birer koyun kurban etmekle
yetindiğini ifade eden hadisler ya kendine mahsus özel hadislerdir, yahutta
neshedilmişlerdir" demişse de onun nesh hakkındaki görüşü tenkid
edilmiştir. Fakat ümmetinin kurban kesemeyen fertleri adına bir tek kurban
kesmesinin kendisine mahsus özel bir durum olduğu kabul edilmiştir.
Bu mevzuya 2795 nolu
hadisin şerhinde de temas ettiğimizden kıymetli okuyucularımıza, oraya da
müracaat etmelerini tavsiye ederiz.[113]
2811. ...İbn
Ömer'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.) kurbanlığını bayram namazı
kılınan yerde keserdi. (Nafî'den rivayet olunduğuna göre) İbn Ömer (r.a)
kendisi de böyle yaparmış.[114]
Açıklama
Bu hadis-i şerif
kurbanı, bayram namazının kılındığı yerde kesmenin müstehab olduğuna delalet
etmektedir. Bunun hikmeti, fakir fukara kurbanın kesildiğini rahatça görüp
etinden hisselerine düşeni almalarını sağlamaktır.
İbn Battal (r.a.) bu
mevzuda şunları söylüyor: "İmam Malik (r.a.)*e göre, kurbanı bayram
namazının kılındığı yerde kesmek, özellikle devlet başkanı için bir sünnet-i
müekkededir.
İbn VehbMn rivayetine
göre; İmam Malik (r.a.) bu mevzuda şöyle buyurmuştur: "Devlet başkanından
önce herhangi bir kimsenin kurban kesmesini önlemek için devlet reisinin
kurbanını bayram namazının kılındığı yerde kesmesi sünnettir. Devlet reisi,
kurbanını kendi evinde keserse, halkın kurbanlarını ondan önce kesmeleri
tehlikesi vardır. Devlet reisi kurbanını kesmedikçe kurban kesme vakti girmiş
olmayacağından, devlet reisinin kurbanından önce kesilen kurbanlar batıl
olur" Mülehheb; îmam Malik'İn bu sözlerine ilaveten şunları söylüyor:
"Halkın kesinlikle devlet reisinden sonra kesmelerini ve kurbanın nasıl
kesileceğini bizzat devlet reisinden görerek öğrenmelerini sağlamak için
devlet reisinin kurbanını musallada kesmesi sünnet kılınmıştır." Malikî mezhebinin
bu mevzuda meşhur olan görüşü budur. Yine Malikî'lere göre tebeadan kurban
kesmekle mükellef olan her müslü-manın, kurbanını musallada kesmesi menduptur.
Devlet reisinin musallada kesmesi sünnet-i müekkede, musallanın dışında bir
yerde kesmesi ise mekruhtur. Cumhur ulemânın görüşü de budur.
Şafiî ulemasından
İmam-Nevevî, bu mevzudaki görüşlerini şöyle ifâde ediyor: "Efdal olan
kişinin kurbanını kendi evinde aile efradının gözü önünde kesmesidir. İmam
Maverdî, devlet reisinin musallada tüm müslümanlar için devlet hazinesinden bir
deve ya da sığır, kurban etmesini bunu bulamazsa yine beytülmaldan kendi
hesabına bir koyun kurban etmesinin daha isabetli olacağını söylemiş, devlet
reisi kurbanını kendi malından veya kesesinden kestiği takdirde istediği yerde
kesebileceğini ifade etmiştir. Yine İmam Ma-verdî'nin açıklamasına göre kurban
sahibi kurbanını bulunduğu beldede keser. Bu bakımdan yolcuların kurbanlarını
bulundukları yerlerde kesmeleri gerekir.
Hanefî âlimlerine göre
kişinin kurbanını yakın bir yere yahut da kurban etine daha muhtaç durumda
olan bir yere nakledip orada kesmesi kera-hetsiz olarak caizdir.[115]
2812.
...Umre bint Abdurrahman'dan demiştir ki: Ben Hz. Aişe'yi (şöyle) derken
işittim: "Resûlüllah (s.a.) zamanında kurban bayramı yaklaştığı bir
sırada (yardım toplamak üzere Resulü Ekrem'in huzuruna) çöl halkından bir
topluluk geldi. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.) (Ashabına hitaben:)
"(Kendinize) üç
günlük (et) bırakınız, gerisini dağıtınız." buyurdu. (Hz. Aişe sözlerine
şöyle devam etti:
Bu bayramdan sonraki
bayram gelince Resûlüllah (s.a.)'a: **- Ey Allah'ın Resulü (geçen seneki
bayramda) halk kurbanlarından faydalanıyordu. Onların yağını eritiyor ve
(derilerinden) su ve süt tulumları yapıyorlardı." (-bu caiz midir?) diye
soruldu Rasûlullah (s.a.) da:
"Bunda ne var?
(dedi) yahutta buna benzer birşey söyledi. (Orada
bulunan halk bu defa:)
Ey Allah'ın Rasûlü
(geçen sene sen bize) üç gün (lük nafaka)dan fazlası için et toplamayı
yasaklamıştın" (Bu yasak bu sene için de geçerli midir?) diye sordular
Resulüllah (s.a.) de:
“Ben bunu geçen sene
size yardım istemek için gelen (bedevi) lerden dolayı yasaklamıştım. (Bu sene
ise istediğiniz şekilde) yiyin dağıtın, biriktirin." buyurdu.[116]
Açıklama
Bu hadis-i şerif,
"kurban sahibinin kestiği kurbanın etinden üç günlük et ihtiyacından daha
fazlasını dağıtmayıp evinde biriktirerek ev halkının istifadesine sunması
caizdir." diyen, cumhur ulemanın delilidir.
Çünkü hadis-i şerîf, bir
sene kurban bayramında fakir fukaranın kurban eti toplamak için cemaatler
hâlinde Medine'ye akın ettiklerini, onların eli boş dönmemeleri için Rasûlü
Zîşân Efendimizin kurban sahiplerinin ellerinde üç günlük et ihtiyacından
fazla et bulundurmalarını yasakladığını, fakat bir yıl sonra sözü geçen
fakirlerin Medine'ye gelmemesinden dolayı bu yasağı kaldırıp, kurban
sahiplerine kurban etlerinden diledikleri kadarını dağıtıp diledikleri
kadarını da evlerinde biriktirebileceklerini, ifâde etmektedir.[117]
Bazı Hükümler
1.
Peygamberimiz, ümmetine son derece şefkatli idi.Her zaman onların maddi ve
manevi ihtiyaçlarını düşünür ve bunların te'mini için çabalar ve çareler
bulurdu.
2. Kurban
etinden yemek caiz olduğu gibi, onu biriktirip saklamak ve sadaka olarak fakir
fukaraya dağıtmak da caizdir. Hadiste geçen yiyiniz, dağıtınız, biriktiriniz
emirlerinin vücub için değil mubahlık içindir. Cumhur ulemanın görüşü de
budur.
3. İslâmın
ilk yıllarında, yürürlükte olan kurban etlerinden üç günlük ihtiyaçtan fazlasını
biriktirme yasağı, sonradan yürürlükten kaldırılmıştır. Sahabe ve tabiinin
büyük çoğunluğu ile mezheb imamlarının görüşü de budur.
Her ne kadar Hz.
Ali'den, İbn Ömer'den bu yasağın yürürlükten kaldırılmadığı inancında
oldukları rivayet edilmişse de âlimler, İbn Ömer'in bu yasağın neshedilmesiyle
ilgili haber kendisine ulaşmamış olduğu için böyle inandığına hükmetmişlerdir.
Zahirîye mezhebi
imamlarından İbn Hazm; "İbn Ömer (r.a.) gibi bu yasağın neshedildiğini
kabul etmeyen bazı muhaliflerin vefatından sonra, sözü geçen yasağın
neshedildiğinde tüm âlimlerin ittifak ettiklerini ve bu hususta
icma vaki
olduğunu" söylemiştir.
Cumhur ulemaya göre
metinde geçen yeyiniz" emri nedd = mendüp) içindir. Binaenaleyh sahibinin
kurban etinden yemesi mendup-tur. Şafiî ulemasından bazısına göre; bu emir
vücub ifade ettiğinden kurban sahibinin kurban etinden yemesi farzdır. Nitekim
Selef-i salihindeh bazılarının görüşü de budur.
İmam Nevevî şöyle
diyor: "Bu mevzuda tercihe şayan olan görüş, bu emir mendup içindir.
Kurban kesmekten asıl gaye, Allah'a yakınlıktır. Ondan yemek değildir. Bu
bakımdan onun etinden yemenin farz olduğu söylenemez."
Sahibinin kurbanın
etinden bir kısmını yiyebileceği gibi bir kısmını dağıtıp bir kısmını da
evinde alakoyabilir. Hadiste, bu hususta belli bir ölçü yoktur. Âlimler, kurban
etinden yenebileceği, dağıtılabileceği ve saklanabileceği miktarı tesbit
ederken ihtilâfa düşmüşlerdir.
Şafiîlere göre;
müstehab olan, etin yarıdan fazlasını dağıtmaktır. Faziletin en alt derecesi
ise üçtebirini dağıtıp, üçtebİrini yemek ve kalan üçtebiri-ni evde saklamaktır.
Kurban etlerinin yarısından fazlasını dağıtmak hususunda faziletin dereceleri
hakkında Hanbeliler de Şafiîler gibi düşünmektedirler. Delilleri, İbn Abbâs'dan
rivayet edilen şu hadis-i şeriftir:
"Peygamber (s.a.)
kurban etlerinin üçtebirini ev halkına yedirirdi. Üçtebirini komşularına kalan
üçtebirini de kurban eti istemek için gelenlere dağıtırdı" mealindeki
hadis-i şeriftir. Sözü geçen hadisi Ebû Musa el-İsfehânî el-Vezaif isimli
eserinde tahric etmiştir.[118]
Mâliki'lere göre
kurban sahibinin kurbanın etinden bir kısmını yeyip bir kısmını dağıtıp bir
kısmım da evinde biriktirmesi caiz olmakla beraber bu hususta belli bir ölçü
veya sınır yoktur.
Hanefilcre göre; efdal
olan fakirlere dağıtılacak olan etin kurbanın tüm etinin üçtebirinden az
olmamasıdır. Evde biriktirilecek etlerin miktarında belli bir sınır yoktur. Bu
mevzuda hanefî fakihlerinden Alaüddin el-Kâsânî, meşhur eserinde şöyle diyor:
"Kurban etini tasadduk etmek, daha faziletli olmakla beraber, kişinin
çoluk çocuğunun çok olup geçiminin dar olması halinde kurban etini olduğu gibi
aile fertlerine bırakması daha faziletli olur. Çünkü insanın aile fertlerinin
ihtayacım karşılaması, başkasının ihtiyacını karşılamasından daha önce
gelir."[119]
2813.
...Nûbeyşe'den demiştir ki:
Rasûlullâh (s.a.)
(şöyle) buyurdu:
"(Etlerin
faydasının) size daha çok yaygınlaşması için ben, size kurban etlerini üç
günlükten fazla ye(yip üç günlükten fazlasını da biriktirmenizi
yasakla(mış)tım. Şimdi ise Allah (size) bolluk getirdi, (onları istediğiniz
gibi) yiyiniz, biriktiriniz ve (müslümanlara dağıtarak) sevap kazanınız. Şunu
iyi bilin ki, bu günler yeme, içme, Aziz ve Celil olan Allah (c.c.)'ı anma
günleridir.[120]
Açılama
Bu hadis-i şerif,
kurban sahibinin kurbanın etinden üç günden fazla yemesi ve üç günlük et
ihtiyacından daha fazlasını saklaması ile ilgili yasağın yürürlükten
kaldırıldığını söyleyen, cumhur ulemaya delildir.Metinde geçen Ve'tecirü
kelimesi ticâret kökünden değil, ecr: sevab kökünden gelmektedir.[121]
Bazı Hükümler
1. Kurban
sahibinin, kurban etinden üç günlük et ihtiyâcından fazlasını, evlerinde
bırakmalarıyla ilgili yasak yürürlükten kaldırılmıştır.
2. Udhiye ve
hedy kurbanlarının etlerini satmak haramdır.
3. Bu kurbanların
derilerini kullanmak caizse de, onları satmak caiz değildir. Mezheb
imamlarının ve cumhur ulemanın görüşü de budur. Biz bu meseleyi 1769 nolu
hadisin şerhinde ayrıntılı olarak açıklamıştık. İmam Ne-vevî, şöyle diyor:
"Bize göre kurbanın derisini veya herhangi bir parçasını satmak caiz
değilse de, onları evlerde veya başka yerlerde kendisinden yararlanılabilecek
eşya ile değişmek caizdir. Atâ ile İmam Malik ve İmam Ah-med (r. anhum) de bu
görüştedirler. Ancak Ebû Sevr, kurbanın derisini satmanın caiz olduğunu
söylemiştir.[122]
İmam Şafiî, kurban
derisinden istenildiği şekilde faydalanılabileceğini \c ondan ayakkabı, kova,
kürk, su kabı ve kalbur gibi eşyalar yapılabileceğini söylemiştir.[123]
İmam Ebû Hanife ile talebesi İmam Muhammed'e göre; Kurban derisini veya etini
satarak onun parasıyla kalbur, elek ve kapkacak gibi demirbaş eşya satınalmak
kerahetle caizse de bu parayı dayanabilirle özelliği olmayan et ve ekmek gibi
tüketim eşyası almak caiz değildir. Bu parayı, aile halkının ihtiyaçları için
harcamak da caiz değildir. Fakat fukaranın ihtiyaçlarını karşılamak için
harcamak kerahetle caizdir.
Hanbelîlere göre;
kurbanın eti veya derisinden bir şey asla satılamaz. Bu hususta kurbanın nafile
olarak kesilmiş olmasıyla bir vacibi yerine getirmek için kesilmiş olması
arasında da bir fark yoktur.
Ebû Hüreyre'den
rivayet olunduğuna göre; Hasan-ı Basrî ile en-Nehâî de kurban derisinin
satılarak parasıyla kalbur veya elek gibi bir demirbaş eşyanın satın
alınabileceğini söylemişlerdir. Bu görüş İmam Evzâî'den de rivayet olunmuştur.
Hz. İbn Ömer de kurban
derisini satıp parasını fakirlere vermenin caiz olduğunu söylermiş. Bu görüşü
İbn el-MÜnzir, İmam Ahmed ile İshak'dan da rivayet etmiştir.[124]
4. Bayram
günlerinde oruç tutmak haramdır.[125]
2814...
Sevbân'dan demiştir ki:
Rasûlullah (s.a.)
(Veda Haccında bir) kurban kesti. Sonra (bana): "Ey Sevban! Şu koyunun
etini İslah et" dedi (ben de bu emri yerine getirdim ve) Medine'ye
gelinceye kadar kendisine ondan yedirmeye devam ettim.[126]
Açıklama
Metinde geçen Eslih
=ıslâh et, cümlesinden maksat eti bir parça kaynatarak sudan çıkarıp güneşte
kurutmak suretiyle dayanıklı hale getirmektir.[127]
Bazı Hükümler
1. Kurban
etlerini üç günden fazla saklamak caizdir.
2. Yolculuğa
çıkan bir kimsenin yanına yeten kadar azık alması caizdir. Bu tevekküle mani
değildir.
3. Şer'an
yolcu sayılan kimseler de kurban kesmekle mükelleftirler. Cumhur ulemanın
görüşü de budur.
Hanefîlerden
en-Nehâî'ye göre; meşakketinden dolayı yolcular kurban kesmekle mükellef
tutulmamışlardır. Fakat nafile olarak keserlerse kurban sevabı alırlar.
Bu görüş, Hz. Ali'den
de rivayet olunmuştur. Malikîlere göre de şer'an zengin sayılan hür bir
müslüman mukim iken de yolcu iken de kurban kesmekle mükelleftir. Ancak o sene
hacda bulunan kimseler bundan müstesnadırlar.Hanefî âlimlerine göre; bu
hadis-i şerifi Hz. Peygamber'in Veda haccında kestiğinden bahsedilen kurbanın
vâcib olan Udhıya kurbanı olmayıp nafile kesilen bir kurban olduğuna delâlet
etmektedir.
Fâide: a. Eğer bir kimse kurban edilebilecek
bir hayvan satın alır da onu kurban etmek üzere belirlemeden hayvanda kurban
edilmeye engel bir kusur görecek olursa, isterse bu hayvanı sahibine iade
eder. İsterse iade etmez ve hayvanın kusurundan dolayı kendisinin uğradığı zararı
mal sahibine ödetir. Fakat hayvandaki bu kusur kurban edilmesine engel
olmayacak cinsten bir kusur ise, hayvanı kurban eder ve bu kusurdan dolayı
uğradığı zararı da mal sahibinden alır.
Eğer bu hayvanı kurban
etmek üzere tayin etmiş, ondan sonra da hayvanda kurban edilmesine engel bir
kusur bulunduğunu görmüşse, o zaman hayvanı geri vermekle, ya da geri vermeyip
hayvanın kusurundan dolayı kendisinin uğramış olduğu zararı mal sahibine
ödetmek, şıklarından birini tercih etme hakkına sahiptir" denilmiştir.
Hayvanı elinde tutup uğradığı zararı mal sahibinden geri alması şıkkını tercih
etmesi halinde, bazılarına göre; bu tazminat kendisinin olur. Bazılarına göre
kendisinin olamaz. Onu tasadduk etmesi gerekir.
Fakat, hayvandaki bu
ayıp hayvanın kurban edilmesine engel teşkil etmeyen bir ayıpsa ve satın alan
kimse hayvanı kurban olarak belirledikten sonra, bu ayıbın farkına varmışsa,
ayıp hayvanın kurban olarak belirlenmesine engel teşkil etmeyeceğinden, hayvan
kurban olarak belirlenmiş sayılır. O kimsenin bunu kurban etmesi üzerine vacib
olur. Eğer, bu ayıp hayvanın kurban edilmesine engel teşkil edecek cinstense,
hayvanı daha önce kurban olarak belirlemiş olması, nezir hükmünde olduğundan,
bu nezrini yerine getirebilmek için onu kesmesi icabeder. Fakat bu onu udhiye
kurbanı kesme mükellefiyetinden kurtaramaz. Başka bir kurban kesmesi icab eder.
b. 1- Eğer
udhiye kurbanı, kesilmeden önce yavrularsa veya kesildikten sonra karnından
diri olarak bir hayvan çıkarsa, bu yavru da kesilir. Kurban olarak annesine
yapılan muamele aynen buna da yapılır. Kurban günleri geçinceye kadar
kesilmeyecek olursa, Hanefîlere göre canlı olarak tasadduk edilir.
Bu yavru kaybolacak
veya sahibi kesip yiyecek olursa kıymetini tasadduk eder.
Onu gelecek seneki
kurban bayramına kadar bekletip o sene kurban edecek olursa, onu kesilmiş
halde tasadduk etmesi gerektiği gibi, onunla birlikte hayvanın kesilmesinden
dolayı kaybolan kıymetini de tasadduk etmesi icabeder. Ayrıca sahibinin kurban
borcundan kurtulması için başka bir kurban daha kesmesi gerekir. Hanefî
âlimlerine göre, müftabih olan görüş budur.
II. Malikîlere
göre, kurban kesilmeden önce yavrulayacak ya da kesildikten sonra karnından
diri olarak bir yavru çıkacak olursa, o yavruyu hemen o anda kesmek ve kurban
olarak annesine yapılan işlemi aynen ona da yapmak mendubtur. Fakat, bu yavru o
sene kesilmeyip de bekletilecek olursa, sahibinin onu kurban olarak kesmesi
yeterlidir. İkinci bir hayvanı kesmesi gerekmez.
III.
Şafiîlerle Hanbelîlere göre; eğer hayvan "şu benim kurbanlığımdır"
gibi bir sözle veya nezir yoluyla kurbanlık olarak belirlenmiş de hayvan kesilmeden
önce veya sonra canlı bir yavru doğurmuşsa, onu annesiyle birlikte kesmesi
kurban olarak annesine yapılan işlemin ona da yapılması icabeder. Tıpkı annesi
gibi onu kurban günlerinden önce kesmek caiz olmadığı gibi kurban günlerinden
sonra kesmek de caiz değildir.
c. I.
Hanefîlere göre, kurbanlık olarak belirlenen bir hayvanın kesilmeden önce
yününü kesmek mekruh olduğu gibi, kesildikten sonra kesmek de mekruhtur. Eğer
yünü kesilecek olursa tasadduk edilmesi icab eder.
Aynı şekilde kurbanlık
bir hayvana binmek üzerine yük yüklemek, kiraya vermek, sütünden faydalanmak
da mekruhtur. Eğer hayvanın memelerine süt dolar da rahatsızlık verirse
bakılır; kesim zamanı yakınsa memesine soğuk su serpilerek sütünün çekilip
gitmesi sağlanır. Eğer kesim zamanı yakın değilse, o zaman hayvanın sütü
sağılarak tasadduk edilir.
Yukarıda sayılan
yollardan biriyle kurbandan istifade edilerek menfaat sağlanmışsa, bu menfaatle
birlikte menfaat te'mini esnasında hayvanın vücudundan eksilen kıymette
tasadduk edilir. Kurbanlık olarak tayin edilen bir hayvanı, bir başkasıyla
değiştirmek de mekruhtur.
II. Mâlikîler'e
göre, bir kimse nafile olarak kurban etmek üzere bir hayvan satın alır, satın
alırken yününden de faydalanmaya niyyet etmediği halde bu hayvanı kurban
etmeden önce yününü kesecek olursa, bakılır; hayvanı kesmeden önce aynen eskisi
gibi veya ona yakın şekilde tüyleri yerine gelecek olursa, bunda hiçbir
sakınca olmaz. Eğer, bu tüyler yerine gelmeyecek olursa, o zaman mekruhtur.
Nezir kurbanına gelince, onun yünlerini kesmek haramdır. Nezir kurbanı nafile
kurbanı gibidir de denilmiştir.
III.
Şafiîlerle Hanbelîlere göre, hayvanın tüyünü veya yününü kesmek kendisine
yarıyor ve semizleşmesini sağlıyorsa, onları kesmekte bir sakınca yoktur. Ancak
kesilen tüylerin ya da yünlerin tasadduk edilmesi gerekir.
Fakat, bunları kesmek
hayvana zarar veriyorsa, yahutta onların hayvanın vücudunda kalması kendisine
bir fayda sağlıyorsa, o zaman kesilmeleri caiz değildir.[128]
2815.
...Şeddâd b. Evs'den demiştir ki:
İki şey var ki bunları
Resûlüllah (s.a.)'den işittim:
(Birincisi şudur)
"Allah herşey hakkında ihsanı emretti,
(İkincisi de şudur:) O
halde öldürdüğünüz zaman (bunu) iyi yapınız"
Musannif Ebu Davud der
ki: Müslim (b. îbrahim)'in dışındaki (râvi)ler bu cümleyi şu lâfızlarla rivayet
ediyorlar, öldürdüğünüz zaman "öldürmeyi iyi yapınız, kestiğiniz zaman da
kesmeyi iyi yapınız. Her biriniz bıçağını bilesin ve kurbanına acı
çektirmesin. "[129]
Açıklama
İhsan kelimesi,
lügatte birisi birşeyi güzel yapmak, diğeri de iyilik etmek üzere iki manada
kullanılır. Dilimizde ihsan deyince bu ikinci mana anlaşılır.Bu hadis-i
şerifte ihsan "vazifeyi en güzel şekilde yapmak" manasında
kullanılmıştır.[130]
Buna göre, hadis-i
şerifte, kısas veya had cezalarının asıldan taviz vermemek şartıyla- suçluya
en az acı çektirecek yöntemlerle yerine getirilmesi, ölmüşse ölüsünün
organlarının kesilmemesi ve had cezası verilecekse darbe adetlerinin tayin
edilen haddi geçmemesi, darbelerin, tayin edilen yerlerin dışındaki yerlere
vurulmaması, emredilmektedir. Çünkü bunların hepsi de ihsana aykırıdır.
Ayrıca hadis-i şerifte
kurbanların da en iyi şekilde kesilmesi emredilmektedir. Kurbanı en iyi
şekilde kesmek; onu kesileceği yere rahatsız etmeden götürmekle, kesmeden önce
su vermekle, yere üzmeden yatırmakla ve keserken yanında başka hayvan
bulundurmamakla olur. Hayvanı rahat et-tirmekse, keserken onu yumuşak bir yere
yatırmakla, kesimde keskin bıçak kullanmakla, bıçağı hayvana süratlice çalmakla
ve hayvanı kesince hemen derisini yüzmeyip soğuğuncaya kadar beklemekle olur.
Bu bakımdan, kurbanı keserken zikredilen bu hususlara riâyet etmek
müstehabtir.[131]
2816.
...Hişam b. Zeyd'den demiştir ki:
(Dedem) Enes (b. Malik)'le
birlikte el-Hakem b. Eyyübfun evine) girmiştik. (Dedem Enes) bir tavuğu (hedef
olarak) dikip ona atış yapan bir takım gençler yahut çocuklar gördü de:
"Resûlüllah (s,a.) hayvanların nişan hedefi olarak kullanılmasını
yasakladı." dedi.[132]
Açıklama
Hz. Enes'in,
el-Hakem'in evinde iken gördüğü gençlerin veya çocukların, el-Hakem'in emrinde
çalışan bir takım gençler olması veya el-Hakem'in kendi çocukları olması
mümkündür.
Sabr: Bir hayvanı
bağlayarak atış taliminde hedef olarak kullanmak demektir.
Hadis-i şerifte geçen
yasak, tahrim ifade ettiğinden atış talimi için herhangi bir hayvanı hedef
olarak kullanmak haramdır. Çünkü bu hayvana işkencedir. Hayvana işkence ise,
onun telef olmasına sebeb olur. Hayvan telef olunca da eti yenir cinsten ise
de, değilse ondan sağlanacak menfaat kaybedilmiş olur.[133]
2817. ...İbn
Abbâs'dan demiştir ki:
(Yüce Allah)
"Üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan ye-yin....."[134]
"Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin"[135] (âyetlerini
indirdi). Bir süre sonra da bunu neshetti. ve (bazı yiyecekleri helâl kılarak)
bu (âyetin genel hükmü)nden dışarı çıkardı. (Bu hükmünü bildirmek üzere şöyle)
buyurdu: "Kendilerine kitap verilmiş olanların yemeği, size helâldir..
Sizin yemeğiniz de onlara helaldir."[136]
Açıklama
Yukarıda geçen En'âm
sûresinin 118 ve 121. âyetlerinde, ne-tice itibariyle, üzerine Allah ismi
anılmadan kesilmiş olan veyahutta kendiliğinden ölen hayvanların etlerini yemek
yasaklanmakta ve sadece üzerine Allah ismi anılarak kesilen hayvanların etleri
helâl kılınmaktadır.
Yukarıda mealini
sunduğumuz En'âm sûresinin (118.) âyet-i kerimesinin sebebi nüzulü hakkında
Tirmizî şu hadis-i şerifi rivayet etmiştir:
"Bazı kişiler
Peygamber (s.a.)'e gelerek:
Ya Rasûlullah, biz (boğazlayıp)
öldürdüğümüz hayvanı yiyecek ve Allah'ın (eceliyle) öldürdüğü hayvanı
yemeyecek miyiz? dediler. Bunun üzerine Allah (c.c): "Allah'ın âyetlerine
inanmış kişilerseniz üzerine Allah'ın ismi anıl(arak boğazlan)mış hayvanın
etinden yiyiniz, (âyetini) -eğer onlara itaat ederseniz siz de müşrik
olursunuz- (cümlesin)e kadar indirdi."[137]
İmam Tirmizî bu
hadisin hasen garip olduğunu söylemişse de, âlimler bu hadisin senedinde
bulunan Atâ b. Sâib'in rivayet ettiği hadislerin delil olup olmayacağı konusunda
ihtilafa düştüler.
Mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerifte, Mâide sûresi 5. âyetinin sözü geçen En'âm sûresinin 118. ve
121. âyetlerinin genel hükmünü tahsis ederek kitap ehli olan yahudi ve
hrıstiyanların kestikleri hayvan etlerini ve onların yiyeceklerini, bu
âyetlerin genel hükmü dışında bırakıp helâl kıldığını ifâde etmektedir. Bu
neticeye göre, Tevrat ve İncil'e inanan kimselerin, kestikleri temiz
hayvanların etleri, müslümanlara helal kılınmıştır.
İbn Kesîr'in de ifade
ettiği gibi, yüce Allah'ın ehl-i kitabın kestiği temiz hayvanları, müslümanlara
helal kılması ile, üzerine Allah ismi anılmadan kesilen hayvanların etlerini
haram kılması, arasında bir çelişki yoktur.[138] Çünkü
Ehl-i Kitap da hayvanı keserken Allah'ın ismini okuyarak keserler. İbn Cerir Taberi
bu mevzuda şöyle diyor: "İlim adamları bu En'âm sûresinin 121. âyetinin
hükmünden bir şeyin neshedilip edilmediği mevzuunda ihtilâfa düşmüşlerdir.
Âlimlerin pek çoğu; bu âyetin hükmünün neshedilmediğini söylemiştir ki, bize
göre doğrusu da budur. Çünkü sözkonusu âyet-i kerime muhkemdir. Ve bu âyet-i
kerimeyle müslümanlara yasaklanmak istenen, kendi kendine ölen veya putlar
adına kurban edilen hayvanların etleridir. Ehl-i kitabın kestiği temiz
hayvanların etini müslümanlara helal kılan Mâide sûresinin 5. âyetinin bu
âyetle hiçbir ilgisi yoktur. Binaenaleyh kitap ehlinin kesmiş oldukları
ha'yvanların etleri ve onların yiyecekleri müslümanlara helal kılınmıştır.
Çünkü onlar kitap ehlidir. İnandıkları kitabın hükümlerine bağlıdırlar.
Müslümanlar, kesmek istedikleri bir hayvanı Kur'ân-ı Kerim'in hükmüne uygun
olarak kesmeye çalıştıkları gibi, onlar da inanmış oldukları semavî kitabın
hükmüne göre kesmek isterler. Bu bakımdan onların Allah'ın ismini anarak veya
anmayarak kesmiş oldukları hayvanlar müslümanlara helâldir. Ancak, bir kitap
ehlinin bile bile, kasıtlı olarak, veya Allah'ın dışında bir kuvvete itaat
etmek gayesiyle, Allah'ın ismini anmadan kesmiş olduğu bir hayvanın eti pistir
ve haramdır.[139]
Metinde geçen 'taam'
kelimesiyle kast edilen şeyin ne olduğu, âlimler arasında ihtilaflıdır.
Bazılarına göre, bu kelimeyle kasdedilen yiyeceklerdir. Bu görüşe göre kitab
ehline helal kılınan yiyecekler bize de helal kılınmıştır. Maliki âlimlerinden
İbn el-Arabî bu görüşü tercih etmiştir.
Bazılarına göre de buradaki
taamdan maksat, kitab ehli tarafından kesilen hayvanların etleridir. Hanefî
uleması da bu görüşü tercih etmiştir.[140]
Bazı Hükümler
1. müslümamn
besmele ile kesmiş olduğu hayvanın etini yemek caizdir.
2. Allah'ın ismi
anılmadan kesilen hayvanların etini yemek caiz değildir. Bu hususta Allah
ismini anmanın bile bile terk edilmiş olması ile sehven terk edilmiş olması
arasında bir fark yoktur. Hz. İbn Ömer ile Nâfi, Şa'bî ve İbn Şirin bu
görüştedirler. Aksini iddia eden diğer mezheb âlimlerinin görüşlerini ve
delillerini 2829 numaralı hadisin şerhinde açıklayacağız inşaallah.
3. Kitap
ehli olan yahudî ve hnstiyanların kestiklerini yemek, caizdir. İbn Kesir,
meşhur tefsirinde âlimlerin bu mevzuda ittifak ettiklerini söylemiştir.
Âlimlerin pek çoğunun açıklamasına göre; İbn Kesir'in bahsettiği ittifak,
ehl-i kitabın Allah'dan başka birinin ismini anmadan kesmiş oldukları
hayvanların etiyle ilgilidir. Allah'ın isminden başka birinin ismini anarak kestikleri
hayvanların etleri haramdır.
Hanefî âlimlerine
göre, kitap ehlinin, Allah'ın isminden başka bir ismi anmadan kestikleri
hayvanların etlerini yemek helâldir. Binaenaleyh onların temiz bir hayvanı
keserken Allah'ın isminden başka bir ismi andıkları işitilmedikçe, o hayvanı
yemek caizdir. Ayrıca, kesilmeden yenen balık gibi hayvanlar her kâfirin
elinden alınıp yenilebilir.
Ez-Zührî de bu
görüştedir. Hz. Ali'nin de bu görüşte olduğu, rivayet edilmiştir.[141]
İmam Mâlik'e göre;
ehl-i kitaptan bir kimsenin, Allah'ın ismiyle başka bir ismi birlikte anarak
kestiği hayvanın eti müslümanlara helaldir. Fakat bir müslümanın bu şekilde
kestiği hayvanın eti helal değildir. Hayvanı bu şekilde kesen müslüman ayrıca
şirke düştüğü için mürted sayılır.
İmam Şafiî'ye göre;
Allah'ın isminin dışında meselâ Mesih gibi bir isim anılarak kesilmiş olan
hayvanın eti haramdır. Fakat Hz. İsa üzerine salavat getirerek kestikleri
hayvanın etini yemek helâldir.
Halimi'nin
açıklamasına göre; "her nekadar hrıstiyanlar, Hz. Allah ile birlikte Hz.
İsa'yı da ilahlaştırdıkları için küfre girerlerse de Hz. İsa'nın ismini anarak
kestikleri hayvanların etleri murdar olmaz. Onları yemek caiz olur. Çünkü
bunlar Hz. İsa'nın ismini anarken Allah'ı kastederler."[142]
Buraya kadar anlatmaya
çalıştığımız ehl-i kitabın kestikleri hayvanların etlerini yemenin caiz olup
olmamasıyla ilgili görüşlerin tümü, dinimizce bize helal kılınıp da bir kitap
ehli tarafından kesilen hayvanlarla ilgilidir. Dinimizde yasaklanan bir
hayvanı kim keserse kessin onun etinin pis ve haram olduğunu açıklamaya lüzum
yoktur.
Ayrıca âlimler,
dinimizce bize helal kılınmışken ehl-i kitab tarafından kesilen hayvanların
tümünün etlerinin mi, yoksa bir kısmının etlerinin mi, helal olduğu mevzuunda
da ihtilâfa düşmüşlerdir.
Hanefî âlimleriyle,
İmam Şafiî ve İmam Ahmed'e göre,Yahudî ve Hıristiyanların dinimizce helal
kılınan hayvanlardan kesmiş oldukları her hayvanın eti bize temizdir ve
helaldir, tstcss bu hayvanlar onlara kendi dinlerince yasaklanmış olsun.
Sözü geçen âlimlerin
bu mevzudaki delilleri 4508 nolu hadis-i şeriftir. Çünkü sözü geçen hadis-i
şerifte ifade edildiğine göre, Resulü Ekrem kendisine takdim edilen
kızartılmış bir koyunu yemiş ve onun Yahudi inancına göre pis sayılan iç
yağlarının çıkartılıp çıkartılmadığını sormamıştır.
Mâl ikilere göre;
kitab ehlinin dinimizce bize helal kılınan hayvanlardan kesmiş oldukları bir
hayvanın bize helal olabilmesi o hayvanın kendilerince, onlara da helal
kılınmış olması ve bu hayvanı Tevrat'da onlara haram kılın-
Bu ölçüye göre, Malikî
âlimlerince bir Yahudi'nin kesmiş olduğu deve, kaz, ördek, deve kuşu, yabanî
eşek gibi tırnağı çatal olmayan bir hayvanın eti bize helal değildir. Çünkü bu
hayvanların Tevratta Yahudi'lere haram kılınmış olduğu İslâm dinince
açıklanmıştır. Binaenaleyh "Yahudilere bütün tırnaklı (hayvanlar)ı haram
ettik, sığır ve koyunun da yağlarını, onlara haram kıldık, yalnız
(hayvanların)) sırtlarının yahut bağırsaklarının taşıdığı, ya da kemiğe kansan
yağlarını haram etmedik.”[143]
âyet-i kerimesinde Yahudilere haram kılınmış olan hayvanlardan birisi, bir
Yahudî tarafından kesilecek olursa, bir müslümanın o hayvanı yemesi helal
değildir"... kendilerine kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin
yemeğiniz de onlara helaldir..."[144]
âyet-i kerimesi; onlara helal olmayan bir yiyeceğin bize helâl olmadığına
delalet etmektedir.
Fakat delilleri
dikkatlice incelendiği zaman, Malikîlerin bu görüşünün yukarıda açıklamış
olduğumuz diğer mezheb imamlarının görüşü yanında çok zayıf kaldığı anlaşılır.[145]
2818. ...Ibn
Abbâs'm "... şeytanlar dostlarına sizinle mücadele etmeleri için fısıldar
(telkinde bulunurlar."[146]
âyeti kerimesi hakkında şöyle (söylediği rivayet olunmuştur. Kureyş müşrikleri
bu âyet-i kerimede açıklandığı şekilde şeytanlardan duydukları fısıltılara
uyarak: Muhammed ashabına: "Allah'ın kestiklerini yemeyiniz, kendi
kestiklerinizi yeyiniz." (diyor) diye dedikodu yapmaya başladılar. Bunun
üzerine (Yüce) Allah (kesilirken) "üzerine Allah'ın adı anılmayan
(hayvanlardan yemeyin."[147]
(âyet-i kerimesini) indirdi.[148]
Açıklama
Metinde sözü geçen
şeytanlardan maksat cinlerdir. Onların dostlarından maksat da müşrik olan
Kureyşlilere yaklaşarak
"Muhammed,
sahabilerine Allah'ın Öldürdüklerini yemeyiniz de kendi ellerinizle
kestiklerinizi yeyin diyor, bu nasıl olur, siz onlarla mücadele edin de onları
bu düşünceden vazgeçirin" diye kalplerine vesvese veriyorlardı. Hz. İbn
Abbas'ın bildirdiğine göre şeytanların Kureyşlilere verdiği bu vesvese üzerine,
Cenab-ı Hakk yukarıda mealini sunduğumuz En'ârh sûresinin 121. âyet-i
kerimesini indirmiştir.
Müfessirlerden bir
kısmına göre; metinde geçen şeytan kelimesiyle kas-dedilen şeytanlaşmış olan
insanlardır. Dostlarından maksat da onların yandaşlarıdır. Nitekim şu hadis-i
şerif bu gerçeği ifade etmektedir:
"Kureyş
müşrikleri (Rumlar'a karşı) İran'la mektuplaştılar. İranlılar da Kureyşle
mektuplaştı. İranlılar Kureyş müşriklerine muhakkak ki Muham-med ve ashabı
Allah'ın emrine uyduklarını iddia ederek, Allah'ın altın bıçakla kestiğini
(ölü hayvan için bu tabiri kullanıyorlar) yemiyorlar da, kendi kestiklerini
yiyorlar- diye bir mektup yazdılar. Kureyşliler de bunu Hz. Mu-hammed'e ve
sahabilerine mektupla bildirdiler. Derken Müslümanlardan bir kısmının
kafalarına bazı istifhamlar belirmeye başladı. Bunun üzerine "Çünkü bu bir
fısktır, doğrusu şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına
telkinde bulunurlar."[149]
âyet-i kerimesi indi.[150]
Sözü geçen İslam
düşmanları "Muhammed sahabilerine -Allah'ın kestiklerini yemeyiniz-
diyor" sözleriyle leş size haram kılındı..."[151]
âyet-i kerimesine, "kendi kestiklerinizi yiyiniz diyor" sözleriyle
de "Henüz canlan çıkmadan kestikleriniz hâriç onları
yiyebilirsiniz..."[152]
âyet-i kerimesine işaret ediyorlardı. Fakat yüce Allah En'âm sûresinin 121.
âyetini indirerek üzerine Allah'ın ismi anılmadan kesilen veya kendi kendine
ölen hayvanların etlerini yeminin Allah'a isyan olduğunu açıklayarak,
inananları bu felaketten ve ölü hayvan eti yemek gibi iğrence bir fiili
işlemekten korumuştur.[153]
1. Haram ve
helal hakkında hüküm koymak, ancak
Allah in hakkıdır. Haram
ve helalin sınırlarını akıl tayin edemez.
2. Şeytanlar
insanların inançlarını sarsmak için onlara sürekli olarak vesvese verirler.[154]
2819. ...İbn
Abbas'dan demiştir ki:
Yahudiler Rasûlullah
(s.a.)'a gelerek:
Kendi öldürdüklerimizi
yiyoruz da Allah'ın öldürdüklerini yemiyoruz. (Bu nasıl olur?) dediler.
Bunun üzerine (Yüce)
Allah: "Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan (hayvan)lardan
yemeyin"[155] âyet-i (kerimesi)ni
sonuna kadar indirdi.[156]
Açıklama
Metinde geçen
"Yahudiler" kelimesi Tirmizî'nin Süneninde"Bazı kişiler"
anlamına gelen "nas" şeklinde rivayet edilmiştir. Tirmizi'nin bu
rivayetine göre, Rasûlullah'ın huzuruna gelerek "Allah'ın öldürdükleri
yenmiyor da insanların kestikleri niçin yeniyor?" diye kendilerine
mantıklı, gerçekte ise son derece basit bîr soru soran kimseler Yahudiler
değil, Medineli bazı müslümanlardır. Nitekim Hafız İbn Kesir.de mevzumuzu
teşkil eden bu hadiste geçen "Yahudiler, Rasûlullah (s.a.)'e
geldiler" rivayetini tenkid etmiştir ve düşüncelerini şöyle ifade etmiştir:
Bu hadisi İbn Cerir de
Muhammed İbn Abdul-Ala, Süfyan îbn Vekî' kanalıyla İmrân İbn Uyeyne'den rivayet
etmiştir. Hadisi, Bezzâr da Muhammed İbn Musa el-Haraşî'den, o da İmran ibn
Uyeyne'den rivayet etmiştir.
Ancak bu üç yönden
şübhelidir.
İlk olarak, Yahudiler
ölü etinin mubah olduğu görüşünde değildirler ki, Hz. Peygamber ile
tartışsınlar.
İkinci olarak, bu âyet
En'âm sûresindendir ve Mekke'de nazil olmuştur.
Üçüncü olarak bu
hadisi Tirmizî Muhammed İbn Musa el-Haraşı kanalıyla... Said İbn Cübeyr'den o
da İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. Ayrıca hadisi Tirmizî de bir grub insan Hz.
Peygamber (s.a.)'e geldi... lafzı ile rivayet etmiş ve hasen garib hadis
olduğunu söylemiştir. İbn Cerir de bu hadisi çeşitli yollardan rivayet etmiştir
ye bu rivayetlerin hiçbirinde de Hz. Peygam-ber'e gelen kimselerin Yahudiler
olduğuna dair bir ifade yoktur. Bu bakımdan Tirmizî'nin rivayeti mevzumuzu
teşkil eden Ebû Davud'un rivayetine tercih edilmeye lâyıktır.
Konumuzla ilgili
hadis-i şerifte, ölü hayvanla, şer'î usule göre kesilmiş hayvan, arasındaki
farka işaret edilmiş ve kendi kendine ölen ya da semavî bir dine mensub olmayan
bir kimse tarafından kesilen hayvanın ölü hayvan, semavî bir dine mensub olan
bir kimsenin kestiği hayvanın da serî usule göre kesilmiş hayvan olduğu ifade
edilmektedir. Hattâbî, bir hayvanı keserken "Allah'ı anma" meselesi
hakkında şu açıklamayı yapar:
"Bu hadisteki
âyet-i kerimede mevzu bahs edilen "Allah'ın ismini anma" dan maksat
onu dil iie talaffuz etmek değildir. Binaenaleyh bir hayvanı kesen insan, eğer
onu Allah'a ve Allah'ın ismine inanarak kesmişse, diliyle Allah'ın ismini
söylememiş bile olsa, o hayvan serî usule göre kesilmiş sayılır. Hz. İbn Abbas,
âyeti böyle tefsir etmiştir..."[157]
2820. ...İbn
Abbas'dan demiştir ki:
Rasûlullah (s.a.)
arapların (cömertlik gösterisi için düzenledikleri) deve kesme yarışında
(kesilen hayvanların etlerinde)n yemeyi yasakladı.
Ebû Dâvûd der ki: (Bu
hadisi rivayet eden) Ebu Reyhane'nin ismi Abdullah b. Matar'dır. Gundur
(lakabiyle meşhur olan Muhammed b. Cafer) ise bu hadisi İbn Abbas'da sona eren
mevkuf bir senetle rivayet etti.[158]
Cahiliyye döneminde arablar,
sadece kendilerine cömert dentlmesı için deve kesmede yarışa girerler ve yarışı
kazanıncaya kadar kesmeye devam ederler. Bu yarışta en çok deve kesmiş olan
kişiyi de "en cömert kişi" olarak ilan ederlerdi.
İslamiyet zuhur
edince, Resulü Zişân Efendimiz, meşru bir gaye uğrunda olmadan sadece gösteriş
için kesilen bu develerin etlerini, üzerine Allah ismi anılmadan kesilen
hayvanların etine benzeterek onları yemeyi yasakladı.
Hadis âlimlerinden
Hattâbî'nin açıklamasına göre, padişahların bir beldeye gelişini kutlamak
gayesiyle onların huzurunda kesilen hayvanların etleri de bu kabildendir.
Hanbeli ulemasından
İbn Teymiyye Es-Siratü'l-Müstakim isimli eserinde, Hz. Ali zamanında İbn Vasıl
isimli bir şairle el-Ferezdak arasında böyle bir deve kesme yarışı olduğunu ve
o sıra Kufe'de bulunan Hz. Ali'nin bu yarıştan haberdar olup hemen Hz.
Peygamber'in "el-Beyza" isimli katırına binerek yarışı takibeden
halkın karşısına çıktığını ve halka:
"Ey insanlar! Bu
hayvanların etlerini yemeyiniz. Çünkü onlar Allah'ın isminden başka bir isim
anılarak kesilmişlerdir." diye haykırarak onları bu etleri toplamaktan
men'ettiğini söylüyor.
Avnü'l-Mabûd yazarının
açıklamasına göre; Hz. İbn Abbas'a cömertlik gösterisi için kesilen develerin
etlerini yemenin hükmü sorulunca:
"Ben onların
etlerinin Allah'dan başkasının ismiyle kesilmiş hayvanların etleri gibi
olmasından korkuyorum." cevabını vermiştir.[159]
2821.
...Râfi b. Hadic'den demiştir ki: (Bir gün) Rasûlullah (s.a.)'ın yanına vardım
ve: Ey Allah'ın Rasûlü, yarın düşmanla karşılaşacağız, yanımızda bıçak da yok
(bir hayvan kesmek gerekirse onu) keskin taş ile yahutta (uzunlamasına ikiye
bölünmüş bir) değneğin (keskin) tarafıyla kesebilir miyiz?" dedim.
Rasûlullah (s.a.) de:
"(Hayvanı tırnak
ve diş gibi şeylerin dışında) Kan akıtan şeylerle kes, yahutta (keserken)
elini çabuk tut ve üzerine Allah'ın adını an. (kesme aleti)) tırnak ve diş
olmamak şartıyla (kesilen hayvanın etini) yiyiniz. (Şimdi)) size bunu(n
sebebini) açıklayacağım: Diş, kemiktir. Tırnağa gelince; (o da)) Habeşlilerin
bıçağıdır." buyurdu.
Halktan bir öncü
birlik Rasûlullah'ın önünden geçip süratle gittiler ve (ileride) bir ganimet
ele geçirdiler. Rasûlullah (s.a.) ordunun arkasında bulunuyordu. (Derken öncü
askerler acele edip ganimet develerinden veya koyunlarından bazılarını
kesmişler ve etleri içine koydukları) tencereleri yerleştirmişlerdi.
Rasûlullah (s.a.) tencerenin yanına varınca, emredip tencereler devrildi.
(Ganimet mallarını) askerlerin arasında taksim etti. (taksim esnasında on
koyunu bir deveye denk saydı. O sırada ordunun develerinden biri kaçmıştı.
Yanlarında (onu takibe yarayacak cinsten yeterli sayıda) at da yoktu. Bunun üzerine
(mücahitlerden) bir adam bir ok attı da (bu ok sebebiyle) Allah,
hayvanın canını aldı.
Peygamber (s.a.) de:
"Gerçekten bu
develerin vahşi hayvanlar gibi bir kaçışı vardır. Onlardan biri size bu şekilde
davranacak olursa, siz de ona böyle muamele yapınız” buyurdu.[160]
Açıklama
Merve: Beyaz bir taş
çeşididir. Bundan bıçak gibi keskin aletler yapılır. Bir görüşe göre de ikisi
birbirine vurulduğu zamanateş çıkaran bir nevi çakmak taşıdır.
Müda: Bıçaklar
demektir, bıçak anlamına gelen "Midye" kelimesinin çoğuludur.Ibn,
tîn'in' beyanına göre hadise, hicretin sekizinci yılında Huneyn gazasında
geçmiştir, Zülhuleyfe, Mikaat yeri olan Zülhuleyfe değildir.
Anlaşılıyor ki, Hz.
Rafi düşmanla karşılaştıkları vakit hayvan kesmek icab ederse ne ile
kesebileceklerini sormuştur. Onlar kılıçlarını sadece düşmanlara karşı
kullanma düşüncesi içindeydiler. Çünkü ki Uçları hayvan kesmek gibi şeylerde
kullanmak, onu bozar, körletir.
Rasûlullah (s.a.)'in
Hz. Rafia cevap verirken î'dl mi, yoksa Erin mi dediğini de râvi şek etmiştir.
I'cll: Acele et,
demektir. Erin kelimesi de bazılarına göre aşağı yukarı aynı manaya gelir.
Fakat bu kelime Erin ve Erni şeklinde de rivayet edilmiştir.
Hattâbî diyor ki:
"Bu kelimeyi tesbit için raviler uzun zaman uğraşmışlardır. Ben bunu
lügat âlimlerine sordum. Fakat hiçbirinin kat'î olarak bir şey söylediğini
görmedim. Kendime bu işin içinden bir çıkış yolu aradım. Gördüm ki, bu kelime
bir kaç veçhe gelebilir: "Hattabi ihtimalli gördüğü vecihleri sıralamış,
başkaları da bu kelime üzerinde uzun uzadıya söz etmiştir. Bedreddin Aynî bu
sözlerin çoğunu sarf kaidelerine muhalif bulmuştur. En kuvvetli vecih erin dir.
Biz Tekmile yazarının açıklamasına uyarak bu kelimeyi tırnak ve diş gibi
şeylerin dışında kan akıtan bir şeyle kes diye tercüme ettik.
Hadisin muhtelif
rivayetlerinden anlaşılıyor ki, ashab-ı kiram aç kalmışlar ve birkaç deve ile
koyun ele geçirerek acele kesmişler ve pişirmeye başlamışlar, Rasûlu Ekrem
(s;a.) ordunun gerisinde bulunuyormuş. Nihayet O da gelerek bu hâli görünce;
kaynayan çömlekleri döktürmüş, sonra kesilen her on koyunun yerine bir deve
vermiş. Âlimler kaynayan kapların niçin dök-türüldüğünde ihtilaf etmişlerdir.
Bazıları hayvanlar ganimet değil, yağma suretiyle ve hiç bir ihtiyaç yokken
alındığı için döktürüldüğünü, bazıları da Peygamber (s.a.)'i geride bırakarak
acele ilerledikleri ve düşmanın hilesinden korunmadıkları için bir ceza olarak
yemeklerin döküldüğünü söylemişlerdir. Fakat birinci kavle, yani ihtiyaç
yokken yağma iddiasına, itiraz olunur. Çünkü Buharî'nin rivayetinde:
"Orduya açlık
isabet etti" denilmektedir. Bu hususta Nevevî şunları söylemiştir:
"Peygamber (s.a.)'in kaynayan çömlekleri döktürmesi İslam memleketine ve
müşterek ganimet malından yemenin caiz olmadığı yere vardıkları içindir. Çünkü
taksim edilmezden önce, ganimet malından yemek ancak düşman memleketinde mubah
olur."
Çömleklerin
devrilmesiyle telefi istenilen yalnız etlerin suyudur. Bu onlara bir cezadır.
Etleri atılmamıştır. Bir yere toplanmak suretiyle ganimet malına katıldığı da
nakl olunmamıştır. Bunların yakılarak telef edildiği de rivayet edilmemiştir.
Binaenaleyh, ganimete katıldıklarına hamdelidir. Çünkü şeriat mal israfını
haram kılmıştır. Hayber vakasındaki çömleklerin devrilmesi buna benzemez.
Çünkü onlar şer'an pis sayılan etlerle kaynıyordu. Bundan dolayı kaynayan
çömleklerin etiyle, suyuyla devrilmesi hatta kırılması emir buyurulmuştu.
Buradaki etlerse, hiç şübhesiz temiz ve yenilir cinstendir. Bunların telef
edilmesi düşünülemez.
Rasûlullah (s.a.),
kesilen koyunların yerine, ganimet mallarından on koyun mukabilinde bir deve
vermiştir. Bundan o develerin iyi olduğu ve bir devenin on koyun kıymetini
taşıdığı anlaşılır. Bu mesele kurban babındaki kaideye yani bir devenin yedi
koyun yerini tutarak yedi kişi namına kurban edilebilmesine muhalif değildir.
Çünkü orta bir devenin kıymeti ekseriyetle yedi koyundur. Buradaki develerse
orta değil, iyidirler.[161]
Bazı Hükümler
1. Ördü,
islam memleketine vardığında taksim edilmemış ganimetten yemek caiz değildir.
2. Koyun,
sığır ve deveye kıymet biçmeden taksim caizdir. İmam Malik ile Küfe âlimlerinin
ve Ebû Sevrî'nin mezhebleri budur. Yalnız bu hususta rıza şarttır. İmam
Şafiî'ye göre, hayvanları, kıymet biçmeden, taksim caiz değildir. Peygamber
(s.a.) on koyuna karşılık bir deve vermiştir ki, kıymet biçmenin manası da
budur.
3. Ehlî
hayvanlardan vahşileşip kaçan ve tutulamayanı av hükmündedir. Av ne suretle
kesilmiş, hükmünde sayılırsa bu da öyledir. İmam Azam'-la İmam Şafiî, İmam
Ahmed, Müzeni ve Davud-u Zahirî'nin mezhebleri budur. Bu kavi Ali b. Ebi Tâlib,
İbn Mesûd, İbn Abbâs ve İbn Ömer (r. anhum) hazeratı ile Tavus, Ata, Şa'bî,
Esved b. Yezid, İbrahim Nehaî, Hakim , Hammâd ve Sevrî'den rivayet olunmuştur.
İmam Malik, Rabia ve
Leys: "Ehlî hayvan ancak kesilmek veya boğazlanmak suretiyle yenilir.
Çünkü ehlî hayvan ele geçmemekte her ne kadar vahşi gibi olsa da nevi ve
hükmünde vahşilere katılmaz. Görülüyor ki, o hayvanın üzerinde sahibinin mülkü
hâla bakidir" demişlerdir. Said b. Müsey-yeb'in kavli de budur. İmam Malik
şöyle demiştir: "Bu hadiste o hayvanı okun öldürdüğüne dair bir şey
yoktur. Ravi sadece okun onu tutsak ettiğini söylemiştir. Hayvan tutulunca,
artık insan gücünün ve kudretinin altına girmiş olur. Ancak kesmekle yenilir.
Bu hususta vahşi ile ehli arasında fark yoktur. Rasûlullah (s.a.)'in (onu işte
böyle yapın buyurmasına gelince biz de bu emir mucibince amel-ediyoruz. Yani
evvelâ hayvana silah atıyor ve onu durduruyoruz. Sonra ona diri olarak
yetişirsek kesiyoruz. Silahtan ölmüşse onu yiyecek miyiz, yemiyecek miyiz? Bu
hususta hadiste bir tayin yoktur. Hadis mücmeldir. Binaenaleyh hüccet
olmaz."
4. Kesmenin
şartı, kanın akıtılmasıdır. Kütüb-ü Sitte'nin rivayetlerinde bu hususta hiç bir
damar tahsis edilmemiştir. Yalnız İbn Ebi Şeybe'nin, Mu-sannef'inde Râfi b.
Hadic'den rivayet edilen bir hadiste Rasûlullah (s.a.)'e kamış ile kesilen
hayvanın yenilip yenilmeyeceğini sorduğu, cevaben: "Şah damarını keserse
ye" buyurduğu bildirilmektedir. Şübhesiz ki bu kesilecek ve boğazlanacak
yere mahsustur. Âlimler, hayvan keserken yemek borusu, hava borusu ve iki
taraftaki şah damarlarından nelerin kesileceğinde ihtilafa düşmüşlerdir. Leys
ile Davud'u Zahirî, Ebû Sevr, Şafiîlerden İbn Mün-zir ve bir rivayette İmam
Malik, bunların dördünün de kesilmesinin şart olduğunu söylemişlerdir. İmam
Şafiî ile meşhur kavline göre İmam Ahmed, sadece yemek borusuyla, hava
borusunun kesilmesiyle iktifa etmişlerdir. İmam Malik'e göre nefes borusuyle
iki şah damarını kesmek kâfi geldiği gibi İmam Azam'la bir rivayette İmam Ebû
Yusuf'a göre, bu dörtten üçünü kesmek kâfidir. Bir rivayete göre İmam Ebû Yusuf
nefes borusuyla kalan üç şeyden ikisinin kesilmesini şart koşmuş. Diğer bir
rivayette nefes ve yemek borula-rıyla şah damarlarından birini kesmenin kâfi
geleceğini söylemiştir. İmam Muhammed dört şeyden her birinin ekserisinin
kesilmesini şart koşmuştur.
5. Hayvan
keserken besmele çekmek şarttır. Çünkü Rasûlu Ekrem (s.a.) besmeleyi kesmekle beraber zikretmiş, hayvanın helal
olmasını ona bağlamıştır. Binaenaleyh kesmekle beraber besmele de ikinci
şarttır. Hadis-i şerif, besmeleyi şart koşmayan Şafiî aleyhine delildir. Ona
göre besmeleyi unutarak veya kasten çekmeyen kimsenin kestiği yenir. İmam
Ahmed'in bir kavli de budur. İmam Mâlik bu meselede Hanefîlerle beraberdir.
Bunlara göre, kasten besmeleye terk edenin kestiği yenmezse de, unutarak terk
edenin kestiği yenir. İmam Ahmed'in meşhur kavli de budur. Bu kavi İbn Ab-bas,
Tavus, Said b. Müseyyeb, Hasen-i Basri, Sevrî, İshak ve Abdurrahman b. Ebî
Leyla'dan rivayet olunmuştur.
Kudûrî Şerhinde şöyle
denilmektedir: "Unutma hususunda ashab ihtilâf etmişlerdir. Hz. Ali ile
İbn Abbâs unutarak besmeleyi terk ederse hayva-
nın yenileceğini
söylemiş. İbn Ömer yenilmeyeceğine kail olmuştur. Unutma hususundaki bu
ihtilâf kasden terk eden hakkında müttefik olduklarını gösterir."
6. Diş ve
tırnakla hayvan kesmek caiz değildir. Hadisin zahirine göre, insan ve hayvan
tırnağı kesilmiş olsun olmasın, temiz bulunsun, bulunmasın yine de aynı
hükümdedir. Bazıları kemik ismi verilen hiçbirşeyle hayvan kesilmeyeceğini
bildirmişlerdir. İbrahim Nehâî ile Hasen b. Salih, Leys, İmam Ahmed, İshak,
İmam Ebû Sevr ve Davud-u Zahirî'nin mezhebleri budur.
İmam Azam'la Ebû Yusuf
ve Muhammed'e göre yerinden ayrılmamış diş ve kemikle hayvan kesilemezse de
yerinden ayrılmış olanlarla kesmek caizdir. İmam Malik'den bu hususta bir kaç
rivayet vardır. En meşhur rivayete göre nasıl olursa olsun kemikle hayvan
kesmek caiz, dişle kesmek caiz değildir. İkinci rivayetinde İmam Malik,
Hanefîlerle, üçüncüsünde Şafİîler-le beraberdir. Dördüncü rivayette her diş ve
tırnakla hayvan kesilebilir demiştir. Bu hususta fıkıh kitaplarında tafsilat
vardır.
7. Hayvanın
saldırganlığı, yani önüne gelene toslaması ve çifte atması gibi halleri
vahşileşme hükmündedir. Kuyuya düşen sığır ve koyun gibi hayvanlar da
vahşileşmiş hükmündedir.
8. Hayvan,
mutlaka kanı akıtan keskin bir âletle kesilir. Bir tarafını yaralamak ağır bir
şeyle vurmak onu öldürse bile eti bilittifak yenmez.
9. Kesilecek
hayvanı boğazlamak ve boğazlanacak olanı kesmek caizdir. Davud-u Zahirî ile
bir rivayette İmam Malik'ten başka bütün âlimlerin kavilleri budur.[162]
2822.
...Muhammed b. Safvan'dan -yahutta- Safvan b. Muhammed'-den rivayet olunmuştur
ki:
"Ben iki tavşan
avladım da onları keskin bir taşla kestim ve onları (yiyip yiyemeyeceğimi)
Rasûlullah (s.a.)'e sordum. Bana onları yememi emretti.[163]
Açıklama
Bu hadis-i şerif
hayvanı keskin bir taşla kesmenin caiz ve tavşan eti yemenin helal olduğunu
ifade etmektedir.
Tavşan etinin yenmesi
mevzuunda merhum Kâmil Miras şöyle diyor: "Dört mezhebin imamının dördüne
göre de tavşan eti yemek caizdir. Âlimlerin tümünün görüşü de böyledir. Yalnız
Abdullah b. Amr b. As, İbn Ebî Leyla, İbn Abbâs'ın kölesi İkrime, tavşan eti
yemenin mekruh olduğunu söylemişlerdir. Sarih Aynî, "Hanefîlerden de tavşan
eti yemeyi mekruh sayanlar varsa da sahih olan âlimlerin büyük çoğunluğunun
görüşüdür."[164]
demiştir.[165]
2823.
...Harise oğullarından bir kişiden (rivayet olunulduğuna göre);
Kendisi Uhut bayırlarından
bir bayırda yavrulaması yaklaşmış olan bir deveyi otlatırken, hayvanı ecel
yakalamış (fakat adam) onu kesecek hiç birşey bulamamış, derken sivri bir
kazık bulup onu hayvanın göğsüne batırmış ve kanı(nı) ak(ıt)mış, sonra
Peygamber (s.a.)'e gelip bu durumu kendisine anlatmış (Hz. Peygamber de) O'na
hayvan(ın etin)i yemesini emretmiştir.[166]
Açıklama
Bu hadis-i şerifte,
2821-2822 numaralı hadis-i şerifler gibi, hayvanı herhangi bir keskin âletle
kesmenin caiz olduğunu ifade etmektedir. Ancak tırnak ve diş müstesnadır.
Bunlarla kesilen hayvanların etleri helal olmaz. Tırnağın bıçak olarak
kullanılması Habeşistan kâfirlerine ait bir alameti farika olduğundan ve
hayvanı tırnakla kesmekse bu sözü geçen kâfirlere benzemeyi gerektireceğinden
Hz. Peygamber bunu yasaklamıştır. Tırnakla kesmek hayvana zahmet vereceği için
yasaklanmış da olabilir.
Dişle kesmenin
yasaklanmasına gelince, bu hususta bazı sebebler vardır. Bunların başında
dişin kesim esnasında hayvanın kanıyla pislenmesi gelir. Böyle bir âletle
hayvan kesmenin caiz olmayacağını söylemeye ise hacet yoktur. Nitekim aynı
sebebten dolayı Rasûlu Zişan Efendimiz, kemikle taharetlenmeyi yasaklamış ve
kemiklerin müslüman cinnîlerin yemeği olduğunu haber vermiştir.
Ayrıca dişler,
genellikle hayvanı zahmetsizce kesebilecek kadar keskin değildir. Bu bakımdan
dişle kesilen hayvan çok zahmet çeker. İşte bu gibi sebeblerle Hz. Peygamber
dişle hayvan kesmeyi yasaklamıştır. Âlimler bu yasağa bakarak ağızda bulunan
çekilmemiş dişle kurban kesmenin haram olduğuna hükmetmişler. Nitekim 2821 nolu
hadis-i şerifin şerhinde bu mevzu açıklanmıştı.[167]
2824.
...Adiyy b. Hâtim'den demiştir ki:
Ben (bir gün)
Rasûlullah (s.a.)'e:
Ey Allah'ın Rasûlu
birimiz bir avı avlar da, yanında bıçak bulunmazsa (onu) keskin bir taşla ya
da (boyuna yarılmış olan) bir değneğin (keskin) parçasıyla kesebilir mi? (bu
hususta) ne dersin?, diye sordum da.
"Kanı istediğin
şeyle akıt ve (hayvanı keserken) Aziz ve Celil olan Allah'ın ismini an!"
buyurdu.[168]
Açıklama
Metinde geçen Enırir
kelimesi, Sünen-i Ebu Davud'un bazı nüshalarında Emirre şeklinde bulunmaktadır.
Akıt anlamına gelen bu kelimeyi, her iki şekilde de okumak caizdir.. Yine
"akıttı" manasına gelen Emare kökünden geldiği kabul edilirse o
zaman "Emir akıt" şeklinde okumak gerekir. Ahmed b. Hanbel'in bir
rivayetinde de kelime bu şekildedir. Bir önceki hadis-i şerîf gibi, bu hadis-i
şerîf de keskin taşla ve keskin değnekle hayvan kesmenin caiz olduğuna delalet
etmektedir. Her ne kadar metinde geçen "Hayvanın kanını istediğin şeyle akıt"
cümlesinden her cinsten kesici âletle hayvan kesmenin caiz olacağı gibi genel
bir hüküm anlaşılırsa da bilindiği gibi 2821 nolu hadis-i şerifte diş kemik ve
tırnakla hayvan kesmek, bu hükmün dışında bırakılmıştır.[169]
2825. ...
(Ebu'l-Uşerâ'nın) babasından (rivayet olunduğuna göre) kendisi (Hz.
Peygamber'e):
“Ey Allah'ın Rasûlü!
(hayvanı) kesmek, sadece gerdandan ya da boğazdan değil midir? diye sormuş da
Rasûlullah (s.a.):
“Eğer O(nu) uyluğundan
yaralarsan (bu sana) yeter" buyurmuştur.
Ebû Dâvûdder
kiEbu't-Uşerâ'nın adı Utaridb. Bekir'dir, (isminin) İbn Kahtam ve Utand b.
Malik b. Kahtam olduğu da söylenir. (Hayvanı) bu (şekilde yaralamanın kesme
yerine geçmesi) sadece yüksekten düşen hayvanlar ve vahşi hayvanlar için
geçerlidir.[170]
Açıklama
Zebh: Boğazın iki
tarafında bulunan iki şah damarı ile yemek borusu ve nefes borusunu kesmektir.
Nefes ve yemek boruları ile bunların iki tarafında bulunan iki damara fıkıhta evdâc
denir. Evdâc, hayvanın boğazına bıçak çalarak kesmeye zabh denildiği gibi
göksü-nün üst tarafına bıçak çalarak kesmeye de nahr denir. Deve kesmekte sünnet
olan nahr sığır, koyun keçi gibi devenin dışındaki temiz hayvanları kesmekte
sünnet olan da zebhdir.
Ayrıca zebh ve nahr'ın
ikisine de zekât ismi verilir. Zekat, "temizlemek," demektir.
Hayvanın etini temiz kılmak için meşru kılınmıştır.
Zekât, birisi devede
olduğu gibi hayvanı göğsünü üstünden diğeri de boğazından kesmek suretiyle iki
şekilde olur. Hadis-i şerifte Rasûlü Zişan Efendimize istifham-i takriri
suretinde sorulan soru bununla ilgilidir.
Metinde görüldüğü gibi
Resulü Ekrem kendisine yöneltilen bu soruya "eğer sen hayvanı uyluğundan
yaralarsan bu sana yeter*' buyurmakla, sözü geçen şekillerin doğruluğunu zımmen
takrir etmiş, buna ilaveten hayvanı bacağından yaralamanın da zekât
sayılacağını söylemiştir.
Hayvanı uyluğundan
yaralamanın zekat sayılması, sahih hadislere aykırı olduğundan musannif Ebû
Dâvûd bunun ancak sadece yüksekten düşen ve bu yüzdende kesilmesine fırsat
kalmayan hayvanlarla, yakalanması mümkün olmayan yabanî hayvanlara mahsus
olduğunu, Resulü Ekrem'in "eğer sen hayvanı uyluğundan yaralarsan bu sana
yeter" cümlesiyle bu hayvanları kastetmiş olduğunu söylemiştir, doğrusu da
budur.
Ürküp kaçtığı için ele
geçirilemeyen dört ayaklı ehlî hayvanlarla, yüksek bir ağacın dalına konduğu
için yakalanamayan tavuk ve benzeri iki ayakla hayvanlar da bu hükme
dahildirler.[171]
Bazı Hükümler
1.
Yakalanması mümkün ehli hayvanların kesimi, biri, develerde olduğu gibi
göğsüyle boynuzun birleştiği yerden, diğeri de koyun ve keçide olduğu gibi,
boynuyla başının birleştiği yerden kesmekle iki şekilde olur. Buna ihtiyarî
zekât denir.
2. Yakalanıp
kesilmesi mümkün olmayanların zekâtı da, onları vücutlarının herhangi bir
yerinden ölümlerine sebeb olacak bir şekilde yaralamakla olur. Ele geçirilmesi
imkansız olduğu için bu şekilde yaralanan bir hayvanın almış olduğu yaradan
dolayı öldüğü kesinlikle bilinirse, onun etini yemenin helâl olduğunda icmâ
vardır. Bir hayvanı bu şekilde yaralayarak kesmeye de ı/dırari zekât denir.
Yakalanamadığı için
yaralanan ve aldığı yaradan dolayı da ölen bir hayvanın etinin temiz
sayılabilmesi için, ona canlı iken yetişilememiş olması gerekir. Vahşi veya
yukarıdan düşmüş olan bir hayvana ölmeden yetişilirse, hemen kesmek icabeder.
Aldığı yara ile ölmesi onun temiz sayılması için yeterli değildir. Çünkü
Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerimin'de "Leş, kan, domuz eli, Allah'dan başkası
adına boğazlanan, boğulmuş (tahta veya taşla) vuru(la-rak öldürül)müş,
yukarıdan düşmüş, boynuzlanmış ve canavar parçalayarak ölmüş olan hayvanlar
-henüz canlan çıkmadan kesmeniz hariç- dikili taşlar (putlar) üzerine
boğazlanan hayvanlar ve fal okları} la kısmet aramanız size haram kılındı.”[172] buyurmakla
bu hususa işaret buyurmuştur.
Ali b. Ebi Talha, İbn
Abbas'dan nakleder ki (âyet-i kerimede geçen) Kesmeniz hâriç sözüyle, yukarıda
zikri geçen hayvanlardan canlı iken yetişip kesilenlerdir. Bu görüş Said b.
Cübeyr'le Hasan-ı Basri ve Süddî'den de rivayet olunmuştur. İbn Ebû Hatim der
ki: Bize Ebû Said, Hz. Ali'nin "Henüz canları çıkmadan kestiğiniz"
ayeti hakkında şöyle demiştir:
"Eğer hayvan
kesildikten sonra kuyruğunu oynatır veya ayağım depreştirir veya gözünü
kımıldatırsa onu yiyin" dediğini nakletti.
İbn Cerir Hz. Ali'nin
söylediğini rivayet etmiştir; "Eğer vurularak yuvarlanarak veya süsülerek
ölmek üzere olan hayvanı kesmeye yetiştiğinizde, ön veya arka ayaklarını
kımıldatıyorsa, onu yiyin" Davud, Hasan, Katâde, Hümeyd, Dahhak ve
başkalarından da böylece rivayet edilmiştir. Onlara göre, kesilen hayvan,
kestikten sonra canlılığa delalet eden bir nevi kımıldamada bulunursa helâldir.
Bu görüş fakihlerin cumhurunun görüşüdür. Ebû Hani-fe, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel
de aynı şekilde demişlerdir.
İbn Vehb der ki; İmam
Malik'e yırtıcı hayvanların bağırsakları çıkıncaya kadar parçaladıkları
koyunun durumu sorulduğunda, o şöyle demiş: "Keseceğinizi zannetmiyorum.
Çünkü kesilebilecek neresini bulursunuz ki! Eşheb de der ki: İmam Malik'e
sırtlanın saldırıp belini kırdığı koyunun durumu soruldu, ölmeden evvel
kesilirse yenir mi denildi? "O: Eğer kalbine ulaşmış-sa yenileceğini
sanmıyorum. Ama öteki taraflarına girmişse bir beis yoktur." dedi. İmam
Malik'e üzerine atlanmış ve belini kırmıştır, denince de. "Bu benim için
hayret-i mûcib değildir. Çünkü bunun yaşaması imkânsızdır." Ona kurt
koyun üzerine saldırıyor, karnını parçalıyor, ancak bağırsaklarını
parçalamıyor, bunun durumu ne olacaktır? denildiğinde "Hayvanı parçalarsa
yenebileceğini sanmıyorum demiştir." İmam Malik'in istisna ettiği
hayvanın yaşayacak durumda kalması imkânı bulunmayan hallerde bile, istisna
geneldir. Öyleyse âyetin tahsisi için, bir delilin bulunması gerekir. Doğruyu
en iyi Allah bilir.[173]
Hasta iken kesilen
hayvan için iki durum vardır:
a. Hastalanmış
bir hayvana yetişildiği zaman, onda sadece yeni kesilmiş bir hayvandaki kadar
zayıf bir hayat belirtisi veya can verme hali varsa, bu hayvan, kesmekle temiz
olmaz. İmam Malik'le İmam Şafiî, Ebû Yusuf, Muhammed b. el-Hasen, İmam Ahmed ve
cumhur ulema bu görüştedirler.
İmam Ebû Hanife (r.a.)
ile Davud-u Zahirî'ye göre, daha ölmeden yetişip kesilen hasta ve temiz bir
hayvanın eti helaldir. Hanefî mezhebinde müf-tabih olan kavi de budur.
b. Can
çekişme haline girmeden kendisine yetişilip kesilen temiz bir hayvana gelince:
Ha ne filere göre; bu
hayvanın etini yemek helaldir. İsterse bu hastalık hayvanın omurgası içinde
bulunan ve beyne kadar uzanan iliğe kadar erişmiş ve onu tahrib etmiş olsun.
İmam Şafiî ile İmam Ahmed de bu görüştedirler.
İmam Malik'e göre;
henüz can verme haline girmeyen hasta bir hayvanın kesilince etinin helal
olabilmesi için, hastalığın sözü geçen ilikle can damarlarını tahrib etmemiş
olması ve sakatat denilen yürek, ciğer, dalak, böbrek, barsak gibi organlardan
birinin ve kafatası içinde bulunan kısmın bir daha yerlerine konulamayacak
şekilde dışarıya çıkmamış olması gerekir. Fakat işkembesi dışarıya çıkmış
olması zarar vermez.[174]
2826. ...İbn
Abbas ile Ebü Hüreyre'den rivayet olunmuştur ki:
"Rasûlullah
(s.a.) şeritatüşşeytanı yasaklamıştır" (Ravî el-Hasen) İbn îsa
(şeritatüşşeytan tabirini açıklamak üzere) rivayetine (şu sözleri de) ekledi:
"O derisinin (ve boğazının bir kısmının) kesilerek (yemek ve nefes
borularının sağ ve solunda bulunan) iki şah damarı kesilmeden bırakılan, sonra
ölünceye kadar (o hal üzere terk edilmek suretiyle) kesilen hayvandır"[175]
Şeritatüşşeytan: Şeytanın
yaraladığı hayvan demektir. Bu tâbir metm(je je açıklandığı gibi nefes ve yemek
borularıyla, bunların sağ ve solunda bulunan iki şah daman kesilmeden sadece
boğazı kana-tılarak ölüme terk edilen hayvanlar için kullanılır.Cahiliyye
döneminde arablar hayvanları bu şekilde keserlerdi.
Hayvana işkenceden
başka bir şey olmayan bu işlemi insanlara yaptıran kuvvetin şeytandan başka
birisi olamayacağı düşüncesiyle bu fiil şeytana isnad edilmiştir. Dolayısıyla
bu şekilde işkenceyle kesilen hayvana "şeytanın kestiği hayvan"
anlamına gelen şeritatüşşeytan ismi verilmiştir.
İmam Mâlik, bu hadisi
şerifin zahirini delil kabul edip kesimin Şer-i usullere uygun şekilde yapılmış
olması için hadisi şerifte kesilmeleri istenen evdac denilen şah damarlarla
birlikte huikum denilen nefes, borusunun da kesilmesi gerekir. Çünkü nefes
borusu kesilmeden şah damarını kesmek mümkün değildir. Hayvanı kesmenin gayesi
olan kan akıtmak ve canın çıkmasını sağlamak, ancak bu şekilde gerçekleşebilir
demiş.
İmam Ebû Yusuf'a göre;
şer'î kesimin gerçekleşebilmesi için, nefes bo-rusuyla birlikte yemek borusunun
ve iki şah damarından birinin kesilmesi gerekir.
İmam Muhammed'e göre;
bu dört şeyden herbirinin ekserisinin kesilmesi gerekir. Çünkü ekseriyet kül
yerine kaimdir.
İmam Şafiî île İmam
Ahmed'e göre; nefes borusu ile yemek borusunun kesilmiş olması hayvanın şer'î
usulle kesilmiş olması için yeterlidir.
İmam Ahmed'den gelen
diğer bir rivayete göre, nefes ve yemek borula-rıyla birlikte şah damarlarının
da kesilmesi icab eder.
Buraya kadar
yaptığımız açıklamadan ihtilâftan kurtulmak için en emin yolun yemek ve nefes
borularıyla birlikte şah damarlarının da kesilmesi olduğu anlaşılır. Bu
mevzuda İbn Rüşd şöyle diyor:
"Bu ihtilâfın
sebebi, bu hususta herhangi bir şartın nakledilmiş olmamasıdır. Ancak bu
hususta, iki hadis vardır ki biri hayvanın yalnız kanını boşaltmasının, diğeri
de iki damarını kesmenin vücubunu bildirmektedir. Birincisi Rafi' b. Hadic'in
yukarıda metni geçen - kanın damarlardan boşalmasını sağlayan âlet ile ve Allah'ın
adı anılarak kesilen hayvanın etini yiyiniz-meâlindeki hadistir[176] bu
hadisin sıhhatinde ittifak edilmiştir.
İkincisi de Ebû
Ümâme'nin Peygamber (s.a.) efendimiz: -diş veyahut tırnak ile kesilmemiş olmak
şartıyla boğazdaki iki kandamarı kesilen hayvanın etini yeyiniz.- buyurdu.[177]
mealindeki hadis-i şeriftir.
Birinci hadisin
zahiri, yalnız damarların bir kısmını kesmenin vücubunu göstermektedir. Zira
damarların bir kısmını kesmekle kan boşalmış olur. İkinci hadiste ise,
damarların tamamını kesmenin şart olduğu bildirilmektedir. Şu halde her iki
hadiste de damarları kesmenin şart olduğunu bildirmekte müttefiktirler.
Bunun için
"hadiste geçen el-evd'ac kelimesindeki harf-i tarif bir kısmını ifade
ediyor" desek bu iki hadisi te'Iif etmek mümkündür. Zira arab dilinde
harf-i tarif bazen baziyeti ifade eder ki o zaman hadis "kan damarlarının
bir kısmı kesilen hayvanın etini -eğer diş veyahut tırnakla kesilmemiş ise-
yeyiniz" mealinde olun. Nefes ve yemek borularının -hele yalnız bu iki
borunun- kesilmesini şart koşanların ise, sem'î bir dayanakları yoktur. Bunun
içindir ki, bazıları "Neyi kesmenin kâfi geldiği üzerinde icma edilmişse
onu kesmek vacibtir. Zira hayvanın helal olması için onu kesmek şart olduğuna
ve hayvanın, nesini kesmenin kâfi geldiği hususunda da bir nass bulunmadığına
göre, neyin üzerinde icma edilmiş ise, o şeyi kesmenin vacib olması lâzım
gelir." demiştir. Fakat bu zayıf bir görüştür. Zira kâfi geldiği üzerinde
icma edilen birşeyin sıhhat için şart olması lâzım gelmez.[178]
2827. ...Ebû
Said'den demiştir ki:
Resûlüllah (s.a.)'e
anne karnındaki yavrunun hükmünü sordum da:
"Dilerseniz onu
yeyiniz." buyurdu.(Hadisin senedinde bulunan râvİ) Müsedded (bu hadisi
şöyle) rivayet etti:
Biz (Fahr-i Kâinat
efendimize):
Ey Allanın Resulü! Biz
(bazan) deve boğazlıyoruz. Yahut da sıgır ya da koyun kesiyoruz. Karnında yavru
buluyoruz. Bu yavruyu atalım mı, yoksa yiyelim mi? diye sorduk.
İsterseniz onu
yeyiniz. Çünkü onun kesimi annesinin kesilmesiyledir." buyurdu.[179]
Açıklama
Cenîn: Sözlükte ana
karnındaki çocuk anlamına gelir. Burada ana rahminde bütün organları tam olduğu
halde, ölü olarak bulunan yavru anlamında kullanılmıştır.[180]
1. Ana
karnındaki yavru annesinin bir parçası olduğundan anneyi kesmekle yavru da şer
an kesilmiş olur. Bir başka ifâdeyle, anneyi kesmek yavruyu da kesmek yerine
geçer. Annesinin eti gibi onun eti de helal olur. Binaenaleyh kesilen bir
hayvanın karnında ölü olarak çıkan veyahutta can verirken çıkan bir yavrunun
eti de annesinin eti gibidir. Said b.el-Müseyyeb ile İmam Şafiî, Ahmed, İshak,
Ebû Yusuf, Muhammed (r,a) bu görüştedirler. Bunlara göre; bu yavrunun tüyleri
bitmemiş bile olsa, eti yine helaldir. Delilleri ise Abdullah b. Ömer'den
rivayet edilmiş olan: "Cenin kesimi annesinin kesiminden ibarettir,
tüyleri ister çıkmış olsun isterse çıkmamış olsun."[181]
mealindeki hadis-i şeriftir. Ancak bu hadîsin senedinde Mübarek b. Mücahid gibi
zayıf bir ravi bulunmaktadır.
İmam Mâlik'e ve
el-Leys'e göre; hayvanın kesilmesiyle karnındaki yavrunun da kesilmiş
sayılması için yavrunun kıllarının bitmiş olması şarttır. Delilleri ise
"Deve kurban edildiği zaman, karnındaki yavrusunun organları teşekkül
etmiş, tüyleri çıkmış ise, bu yavru annesiyle beraber kesilmiş sayılır"[182]
mealindeki hadis-i şeriftir. Fakat İmam Malik ile el-Leys'e göre, 'bu yavru
temiz olmakla beraber, yine de kanını akıtmak için kesilmesi men-duptur.
Tüyleri çıkmamışsa kesilse de eti helâl olmaz.
İmam Ebû Hanife'ye göre;
anne karnından ölü olarak çıkan yavru annesinin kesilmesiyle kesilmiş olmaz.
Bu yavrunun eti haramdır. Çünkü ölü hükmündedir. Onun etinin helal
sayılabilmesi için» ana rahminden diri olarak çıkması ve ayrıca kesilmesi
gerekir.
Ebû Hanife'e göre
metinde geçen ceninin kesimi annesinin kesimidir cümlesinde yavrunun kesiminde
annesi gibi müstakil bir kesim olması gerektiğini ifâde eden bir teşbih
vardır.
Ancak imamın bu görüşü
çeşitli yönlerden tenkid edilmiş ve sözü geçen cümlenin nahv yönünden de bu manaya
müsait olmadığı ifade edilmiştir.
Nitekim İbn
el-Münzir'de; "ne sahabilerden ne de diğer alimlerden hiç bir kimse Ebû
Hanife gibi dememiştir." diyerek İmamı bu görüşünden dolayı tenkid
etmiştir.
2. Annesi
kesilmeden önce, ana rahminde ölen bir yavrunun etinin yenmesi haramdır ve
anasının kesilmesiyle de temizlenemez.Bu hususta tüm islâm âlimleri ittifak
etmişlerdir.[183]
2828.
...Câbir b. Abdillah'dan rivayet olunduğuna göre: Resülullah: (s.a.)
"Ana rahmindeki
yavrunun kesimi, annesinin kesimi(nden ibarettir." buyurmuştur.[184]
Açıklama
Bir önceki hadis-i
şerifin şerhinde geçen açıklamalar, bu hadis-i şerif için de geçerli olduğundan
burada tekrara lüzum görmüyoruz.[185]
2829. ...Hz.
Aişe'den demiştir ki; ashab-ı kiramdan bazıları Fahr-i Kainat efendimizin
huzuruna gelerek:
"Ey Allah'ın
Rasûlü, cahiliyyet döneminden yeni kurtulmuş olan bazı kimseler (kesilirken)
üzerine Allah'ın isminin anılıp anılmadığını bilmediğimiz (hayvanların)
etleri(ni) getiriyorlar biz bu, etlerden yiyebilir miyiz?" diye sormuşlar
da Resulüllah (s.a.):
"Bismillah
deyiniz ve yeyiniz!" buyurmuştur.[186]
Metinde geçen Bismillah
deyiniz ve yeyiniz sözüyle etiymeden önce çekilen besmelenin, hayvanı keserken
çekilmesi gereken besmelenin yerini tutacağı kasdedilmiş değildir. Bu cümle
ile, müsIümanlar tarafından getirilen bir etin, âit olduğu hayvanın, kesilirken
besmeleyle mi yoksa besmelesiz mi kesildiğinin araştırılması gerekmediği, bu
etin besmeleyle kesilmiş bir hayvana ait olduğu kabul edilerek besmele ile
yenile-bileceği ifâde edilmek istenmektedir.
Durum böyle olunca,
kendisine müslümanlar tarafından bir et takdim edilen bir müslüman için önemli
olan bu etin ait olduğu hayvanın nasıl kesildiğini araştırmak değil, yerken
besmele çekmektir; ancak bu etin ait olduğu hayvanın besmelesiz olarak ya da
İslâmî ölçülere aykırı olarak kesildiğine dâir kesin bir bilgisi varsa; o
zaman hüküm değişir ve bilgisinin icab ettirdiği şekilde hareket etmesi
gerekir.
İmâm Mâlik'e göre;
kesilirken besmeleyle kesilip kesilmediği bilinmeyen, fakat müslümanlar
tarafından takdim edilen bir hayvanın etini besmele çekerek yemenin helâl olması,
İslâm'ın ilk yıllarına aittir; sonradan bu hüküm "Kesilirken üzerine
Allah'ı adlanılmayan (hayvan)lardan yemeyin.”[187]
âyet-i kerîmesiyle
neshedilmiştir.
İbn Abd'il-Berr'e
göre; İmâm Mâlik (r.a.)'ın bu görüşü delilsiz ve isabetsizdir; çünkü O'nun, bu
hadisin hükmünü neshettiğini söylediği âyet-i kerime Mekke'de nazil olmuştur;
oysa mevzûmuzu teşkil eden hadis-i şerif-Medine'de sâdır olmuştur ve
Medînelilere söz konusu eti getiren müslümanlar Medine'nin çöllerinde yaşayan
bedevî müslümanlardır.[188]
1. Bir
müslümanın kestiği temiz bir hayvamn eti, helaldir, isterse o muslumanın
hayvanı keserken besmele çekip çekmediği belli olmasın; çünkü bir müslüman
için hayırdan başka bir şey düşünülemiyeceğinden, onun, bu hayvanı keserken
besmele çektiğine hükmedilir.
2. Kesilen
bir hayvanın etinin helal olabilmesi için, besmeleyle kesilmesi şart değildir;
fakat onu keserken besmele çekmek müstehaptır. Şâfiîlerin görüşü de budur.
Binâen aleyh bu hadis, bu mevzuda, Şâfiîlerin delilidir. Şâfiîler yine bu
hâdis-i şerife dayanarak, kurban kesen bir kimsenin besmeleyi unutarak veya
bile bile terk etmesinin de zarar vermiyeceğini söylemişlerdir. Bu görüş,
İmâm-ı Ahmed'den de rivayet edilmiştir.
Şâfiîlerin bu
görüşlerini teyid eden diğer bir delil de musannif Ebû Dâ-vûd'un *el-MerâsiP
isimli eserinde İbn Abbas'dan naklen rivayet ettiği "Müs-lümanın kestiği
hayvanın eti, besmele çekmeden kesmiş olsa bile, helâldir; çünkü hayvanı
keserken bir isim zikredecek olsaydı Allah'ın isminden başkasını zikretmezdi.[189] mealindeki
hâdis-i şeriftir. Her ne kadar bu hadîs-i şerif mürsel ise de bunu İbn Abbas
(r.a.)'in "Bir müslim Allah'ın ismini anmadan bir hayvanı keserse onun
etini yesin; çünkü müslim kelimesinde Allah'ın isimlerinden bir isim (olan
Selam) vardır."[190] mealindeki
sözü teyid etmektedir.
İbn Ömer'le Nâfi',
Şa'bî ve tbn Sîrin'e göre, kesilen temiz bir hayvanın etinin helal olabilmesi
için, onun besmeleyle kesilmesi şarttır. Kasden veya unutularak besmelesiz
kesilen bir hayvanın eti haramdır. Bu görüş, İmâm Ahmed'den de rivayet
edilmiştir. Ebû Sevr ile Dâvûd-ı Zahirî ve Şâfiîlerin müteahhirînlerinden
Ebü'1-feth et-Tâî bu görüşü tercih etmişlerdir. Delilleri ise; "Kesilirken
üzerine Allah'ın adı anılmayan (hayvan)lardan yemeyin; çünkü o(nu yemek)
yoldan çıkmaktır..."[191]
âyet-i kerimesiyle "...size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Allah'ın
size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için
tuttuklarını yeyin ve üzerine Allah'ın adını anın."[192]
âyet-i kerîmesi ve 2821 numaralı hadis-i şeriftir.
Hanefîlerle Ata, Tavus
ve Hasan-ı Basrî'ye göre; kesilen temiz bir hayvanın etinin helâl olabilmesi
için besmele ile kesilmiş olması şarttır. Eğer besmele bile bile terkedilmiş
ise, o hayvanın eti haramdır; fakat besmelenin unutularak, terkedilmiş olması
zarar vermez. Delilleri ise yukarıda mealini sunduğumuz En'am sûresinin 121.
âyet-i kerimesiyle "Bir müslüman, hayvan keserken besmele çekmeyi unutursa
Ona müslim ismi(ni taşımış olması) yeter. (Binâenaleyh hayvan keserken besmele
çekmeyi unutan bir müslüman) besmele çekip onun elini yesin."[193]
hâdis-i şerifidir. Ancak bu hadisin senedinde, hafızasında zayıflık bulunan
Muhammed b. Yezid b. Sinan vardır. Bu bakımdan Hadis zayıftır.
Nitekim İbn Abbas'ın
rivayet ettiği; "Bir kimsenin hayvan keserken besmeleyi unutmasının
zararı yoktur; fakat kasden terkederse o hayvanın eti yenmez."[194]
mealindeki hadis-i şerif de Hanefîlerin bu görüşünü te'yîd etmektedir. İmâm
Malik'in meşhur olan görüşü de budur. Bu görüş İmam Ah-med'den de rivayet
edilmiştir. Bu mevzu 2818 nolu hadisin şerhinde de geçmiştir. Kıymetli
okuyucularımız oraya da müracaat edebilirler.[195]
2830.
...Ebu'l-Melih'den (rivayet olunduğunu göre) Hubeyşe (r.a.) şöyle demiştir:
(Sahabe-i kiramdan)
bir adam, Rasûlullah (s.a.)'e;
"Biz cahiliye
devrinde receb (ayları içerisinde) "Atîre (diye bir kurban) keserdik. (Bu
hususta) bize ne buyurursunuz?" diye sordu. (Hazret-i Peygamber de bu nevi
kurbanları)
"Allah için
kesiniz. (Kesim vakti) hangi ay olursa, olsun birde Allah'a itaat edin ve
(fakirlere) yedirin." buyurdu. (Bunun üzerine o zat):
"Biz cahiliye
döneminde Fera' (diye anılan bir kurban daha) keserdik. (Bu hususta) bize ne
buyurursunuz?" dedi. (Hz. Peygamber de); ("-Yılın çoğunu kırda
otlamakla geçiren deve, sığır veya davardan yüz adetlik bir sürü demek olan)
her sâimede senin sürünün (sütüyle) beslediği bir yavru vardır. Bu yavru yük
taşıyacak (yahut da yav-rulayacak) bir hale gelince (onu) kesersin ve etini
sadaka olarak dağıtırsın." buyurdu. Ravi Nasr (bu cümleyi):
"Hacıları
taşıyabilecek hale gelince onu kesersin ve etini sadaka olarak
dağıtırsın-" şeklinde rivayet etti. (Ravi) Halid (el-Hazza') dedi ki:
Öyle zannediyorum ki, (Ebû Kalabe bu hadisi rivayet ederken 'etini sadaka
olarak dağıtırsın' cümlesini, 'Etini sadaka olarak yolculara (dağıtırsın)
çünkü bu daha hayırlıdır.' (şeklinde) rivayet etti.
Hâlid dedi ki: Ben Ebû
Kalâbe'ye "Sâime (denen sürü) kaç (hayvandan olaşmakta)dır." diye
sordum da "yüz (hayvandan meydana gelir.)" cevabını verdi.[196]
Açıklama
Atîre: Arapların
Recebiye dedikleri recep ayının ilk on gü-nü içinde kestikleri hayvandır.
Cahiliye devri Arapları, bu hayvanın kanını putların başına serperlerdi.
Bazılarına göre, Atîre; Arapların bir dileklerinin yerine gelmesi ya da hayvanlarının
sayısının belli bir mik-dara ulaşması halinde her on hayvandan birisini recep
ayında keseceklerine dair adadıkları kurbandır. İbn Esir'in açıklamasına göre;
İslam'ın ilk yıllarında bu âdet yürürlükte idi, daha sonra iptal edildi.[197]
Fera'; devenin
doğurduğu ilk yavrudur. İmâm Şafiî'nin beyânına göre; Araplar, anasının
bereketi ve nesli çoğalsın diye bu yavruyu keserlermiş. Bazı lügat ulemasına
göre Fera'; hayvanın doğurduğu ilk yavru olup Araplar bunu putlarına kurban
ederlermiş "Fera' develeri yüze varan kimsenin elde ettiği ilk yavrudur.
Onu keserlerdi." diyenler de vardır. Bu tarife göre de doğan ilk yavru
mutlaka kurban edilirmiş.[198]
Bazı Hükümler
Bu hadis, Resûlüllah
(s.a.)'in Atîre ve fera' kurbanlarını yürürlükten kaldırmadığına, ancak
bunların putlar için kesilmesiyle Atîre'nin Recep ayına tahsisini ve fera'nın
da hayvanın ilk doğan yavrusundan seçilmesini iptal ettiğine delâlet
etmektedir. Bu bakımdan iptal edilen bu hususlardan kaçınmak şartıyla söz
konusu kurbanları kesmek caizdir. Şafiîler'le Hanbelîler'in görüşü budur.
İbn Şîrîn, Recep a;
nda atîre kurbanı keserdi. îbn Ömer (r.a.) da atîre kurbanı kesmekte bir
sakınca görmezdi. İmâm Nevevî'nin açıklamasından anlaşılıyor ki; Şâfiîler'in
sahih olan görüşüne göre fera' ve Atire kurbanlarını kesmek müstehaptır. Bu
kurbanları kesmenin caiz olduğunu söyleyen ulema bir numara sonra gelecek olan
"İslamiyette fera' ve atira yoktur." mealindeki hadîs-i şerifi üç
cihetten te'vîl etmişlerdir:
1. Bu
hadisten maksat atîre ve fera' kurbanlarının caiz olmadığını ifade etmek değil,
farz olmadıklarını ifade etmektedir.
2. Yine bu
hadis-i şerifte, sözü geçen kurbanlarla ilgili olan yasak, onların mutlak
surette kesilmeleri ile ilgili değildir; putlar için kesilmeleriyle ilgilidir.
3. Sözü
geçen hadis-i şerifteki kurbanlarla ilgili olumsuzluk, onların mutlak surette
kesilmesiyle ilgili değildir. Sadece bu kurbanların müstehaplık ve sevab
yönünden diğer kurbanlarla eşitliğiyle alakalıdır. Binâenaleyh hadis-i şerifte
"her ne kadar bu kurbanları kesip etlerini dağıtmak büyük bir iyilik ve
sevabı çok bir sadaka ise de derece itibariyle diğer kurbanlar kadar değildir."
İmâm-ı Şafiî;
"Mümkün olduğu takdirde bu kurbanları her ay kesmek iyi olur."
demiştir.[199]
Âlimlerden bir cemâat ile
Hanefî ve Maliki âlimlerine göre; "Fera' ve atîre kurbanları bir numara
sonra gelecek olan hadis-i şerifle neshedilmiştir. Bu görüşte olan âlimlere
göre; bir numara sonra gelen Ebû Hureyre hadisi mevzuumuzu teşkil eden hadis-i
şeriften sonra vârid olmuştur. Ebû Hureyre (r.a.)'in hicretin yedinci
senesinde, müslüman olması tarih itibariyle bu gerçeği açıkça ortaya
koymaktadır." tbn Hazm da bu görüştedir. Kâdî Iyâz da Cumhur ulemânın, bu
kurbanları kesmenin neshedüdiği görüşünde olduklarını söylüyor. Ancak Haris b.
Amr'ın şu hadîsi bu görüşün aksini ortaya koymakta ve İmâm Şafiî'yi
doğrulamaktadır:
"Veda' Haccı'na
Hz. Peygamber kulağı kesik devesi üzerinde idi. Bu esnada halkdan bir adam:
"Ya Resûlallah
atîra ve fera' kurbanları hakkında ne buyurursun?" dedi. Rasûlüllah
(s.a.)'de;
"Onları isteyen
kessin, istemeyen de kesmesin." buyurdu.[200]
2831. ...Ebû
Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v.)
"Fera’ ve atîre
yoktur." buyurmuştur.[201]
Açıklama
Metinde geçen: **Lâ-yı
nâfiye = olumsuzluk lası" bura-da "Lâ-yı nahiye = nehy lası*'
anlamında kullanılmıştır. Bu bakımdan hadis "İslamda ferâ' ve atîre
(kurbanları) yasaklanmıştır." anlamına gelmektedir. Nitekim Rasûlüllah
(s.a.) ferâ' ve atîre kurbanları kesmeyi yasakladı."[202]
mealindeki hadîs-i şerifteki nehy ifâdesi de bu gerçeği açıkça ortaya
koymaktadır. Bu kurbanları kesmenin caiz olduğunu söyleyen İmâm Şafiî
(r.a.)'in beyanına göre; "Cahiliyyet dönemi Arapları anasının bereketi ve
nesli artsın diye ilk yavruyu keserlermiş. İslamiyet gelince Hz. Peygambere
bunun hükmü sorulunca Efendimiz bunda bir kerahet olmadığını bildirmiştir,
fakat bu yavrunun üzerinde Allah yolunda bir yük taşının-caya kadar
bekletilmesini ve ondan sonra kesilmesini mustahablık için emretmiştir."
İmâm Şafiî'ye göre; mevzuumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifteki yasak, bir
önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi haramhk ifade eden bir yasak
değildir. Ancak bu kurbanların üzererinde Allah yolunda bir yük taşımncaya
kadar tehir edilmesinin daha iyi olacağını ifade eden bir yasaktır. Bu
bakımdan mevzuumuzu teşkil eden hadîs-i şerifle bir önceki hadîs-i şerif
arasında bir çelişki olmadığı gibi yine mevzuumuzu teşkil eden hadisle
"Fera* bâtıl değildir.” mealindeki 2842 numaralı hadis arasında da bir çelişki
yoktur.[203]
Diğer mezhep
âlimlerinin bu mevzûdaki görüşlerini, bir önceki hadis-i şerif şerhinde
açıkladığımız için burada tekrara lüzum görmedik.[204]
2832.
...Said (b. El-Müseyyeb)'den demiştir ki: "Fera' ilk yavrudur. (Araplar)
hayvanların doğurduğu ilk yavruyu keserlerdi."[205]
Açıklama
Bu hadis-i şerif,
Fera' kelimesinin câhiliyye dönemi Arap-larının bereket ümidiyle putları önünde
kurban ettikleri ilk yavru anlamına geldiğini ifade etmektedir. 2830 no.lı hadisin
şerhinde de açıkladığımız gibi, bazı lügat âlimlerine göre bu kelime
"develeri yüze ulaşan bir kimsenin elde edip putlara kurban ettiği ilk
yavru" anlamına gelir.[206]
2833.
...Âişe (r.anhâ)'dan demiştir ki:
"Rasûlullah
(s.a.) bize her elli koyundan birini (kurban olarak kesmemizi) emretti.
Ebû Dâvûd der ki:
(Ulemâdan bazıları) "Fera' ilk yavrusudur. (Câhiliyye dönemi Arapları) onu
putları için kurban ederler, sonra yerler ve derisini de bir ağaç üzerine
atarlardı. Atîra (ise yine câhiliyye dönemi Araplarının) Recebin ilk on
(gün)ünde (putlarına kurban ederek yedikleri ilk yavrudur.)[207]
Açıklama
Rasûl-i Ekrem'in her
elli koyundan birini kurban etmeyi
emrettiğini ifade eden bu hadisteki kurbanın ne kurbanı
olduğu, metinde
açıklanmıyorsa da, âlimler bu kurbanı, Arapların câhiliyye döneminde Fera'
kurbanı dedikleri kurban olabileceğini söylemişlerdir. Nitekim musannif Ebû
Dâvûd da aynı görüşte olduğu için bu hadisi Atîra ve Fera' kurbanları babı
içerisine almıştır. Fıkıh âlimlerinin bu kurbanlar hakkındaki görüşlerini 2830
ve 2831 numaralı hadislerin şerhlerinde açıkladığımız için burada tekrara
lüzum görmüyoruz.
Musannif Ebû Davud'un
metne ilâve ettiği ta'lîkteki fera' ile ilgili tarifin Saîd b.
El-Müseyyeb'eyahutta ez-Zührî'ye âit olması ihtimali kuvvetlidir. Hattâbî
(r.a.), bu tarifin ez-Zührî'ye âit olabileceğini söylüyor. Hafız İbn Hacer'de
Feth'ül-Bârî adlı eserinde bu görüşe katılmaktadır.
Yine Musannif Ebû
DâvûcTun'bu ta'likteki ifâdesinden câhiliyye döneminde Arapların hayvanın ilk
yavrusu olan fera'ı putlar için kurban edip sonra yedikleri ve derisini bir
ağaç üzerine serdikleri anlaşılmaktadır. Yine bu ta'likte câhiliyye devri
Araplarının atîre kurbanını receb ayında kestikleri ve bu kurbana
"recebiyye" ismini verdikleri ifade edimektedir.
Hadis âlimlerinin
açıklamalarına göre; fera' kurbanlarının derilerinin bir ağaç üzerine atılması
o derilerin fera' kurbanı derileri olduğuna dair bir alâmet teşkil edermiş.[208]
2834.
...Ümmû Kürs'el-Ka'biyye demiştir ki:
"Rasûlullah (s.a.)'i,
(Akîka kurbanı olarak) erkek çocuğu için yaşça birbirine denk olan iki koyun,
kız çocuğu için de bir koyun (kesilir) derken işittim."
Ebû Dâvûd der ki: Ben
Ahmed (b. Hanbel)'i (metinde geçen) "mükâfieten" (keümesin)i
"eşittirler*', yahut da ''birbirlerine yakındırlar" diye tefsir
ederken işittim.[209]
Açıklama
Akîka; lügatte yeni
doğan çocuğun başındaki 'ana tüyü' demektir. Bir fıkıh terimi olarak bu kelime;
yeni doğan bir çocuğun doğumunun yedinci günü kesilen kurban anlamında
kullanılır. Kelime, yarmak ve kesmek manalarına gelen " " kökünden türetilmiştir. Dolayısıyla
yeni doğan bir çocuğun başındaki ana tüyü doğumunun yedinci günü kesildiği için
'akîka' ismini aldığı gibi, onunla birlikte kesilen kurban da bu ismi almıştır.
Hanefî âlimlerinden İbn
Âbidîn bu mevzuda şunları söylemiştir: "Çocuğu dünyaya gelen bir
kimsenin, doğumun ilk haftasında, çocuğa isim vererek başındaki ana tüyünü
kesip ağırlığınca gümüş ya da altın dağıtması müstehaptır. cl-Câmi
ü'l-nıahbûbî'de açıklandığına göre; çocuğun saçları kesilirken bir de 'akîka'
adıyla bir kurban kesmek caizdir. Ebû Cafer et-Tahâvî Şerhü Maâni'l-Âsâr'
isimli eserinde bu kurbanı kesmenin nafile bir ibâdet olduğunu söylemiştir.
Udhıye kurbanında
aranan şartların aynen bu kurbanda da bulunması gerekir. Bu kurbanın eti çiğ
olarak dağıtılabileceği gibi, pişirilerek ve kemikleri kırılarak veya
kırılmadan da dağıtılabilir. Uygun görülen kişilerin davet edilerek onlara
yedirilmesi de caizdir."[210]
Bazı Hükümler
1. Kız veya erkek
çocuğu dünyaya gelen bir kimse-nın şükür makamında *akıka adıyla bir kurban kesmesi
meşru kılınmıştır. Haleften ve seleften ilim ehlinin ekserisinin görüşü budur.
İmâm Mâlik (r.a.) bu mevzuda şöyle diyor: "Akîka konusunda biz Medîneliler
arasında da ittifak vardır. Çocuğuna akîka kurbanı kesecek kimse kız ve erkek
için ayrı ayrı birer kurban keser. Akıka vâcib değil, müstehap-tır. İnsanlar
ötedenberi yapagelmişlerdir."[211]
Tâbîn'den Yahya
el-Ensârî de "Benim yetiştiğim insanlar yeni doğan kız ve erkek çocukları
için akîka kurbanı kesmeyi bırakmazlardı." demiştir.
Bu mevzuda
İbn'ül-Mün'îr'de "Akîka kurbanı kesmeyi meşru görenler, Hanefî
âlimleriyle İmâm Malik, İmâm Şafiî, İshâk ve Cumhuru ulemâ'-dır. Delilleri ise;
mevzuumuzu teşkil eden babın hadisleri ile benzeri hadislerdir. Ancak akîka
kurbanının hükmü âlimler arasında ihtilaflıdır. Cumhuru ulema bunun sünnet
olduğu görüşündedir" diyor.Akika'nın hükmünü 2839 numaralı hadîsin
şerhinde inşallah açıklayacağız.
2. Akîka
kurbanı olarak erkek çocuk için iki koyun, kız çocuk için de bir koyun kesilir.
Sahabe ve Tabiînden olan âlimlerin ekserisi ile onların dışında kalan ulemanın
pek çoğu bu görüştedir.
Ancak Hanefî
âlimlçriyle İmâm Malik bu hususta kız ile oğlan arasında bir fark yoktur. Her
ikisi için de birer koyun kesilir, demişlerdir. İbn Ömer ile Urve b. ez-Zübeyr
de bu görüştedir. Nitekim şu iki hadis-i şerif, bunu açıkça ifâde etmektedir:
"Abdullah b. Ömer, aile fertlerinden her isteyene akîka'dan verirdi. O,
kız ve erkek hepsi için ayrı ayrı birer koyun keserdi."[212]
"Urve b. ez-Zübeyr, âkîka olarak kız ve erkek çocuklar için ayrı ayrı
birer koyun keserdi."[213]
hadis-i şerifte Rasûl-i Ekrem Efendimizin de Hz. Hasan ve Hüseyin (r.a.) için
akîka kurbanı olarak birer koyun kestiği ifade edilmektedir. Erkek çocuk için
akîka kurbanı olarak iki koyun kesileceğini ifade eden cumhuru ulemaya göre
"Hz. Peygamber'in Hz. Hasan ile Hüseyin için akîka kurbanı olarak birer
koyun kestiğini ifade eden 2841 numaralı hadis-i şerif muzdaribdir; çünkü
Nesâi'nin rivayetinde Hz. Peygamber'in Hazret-i Hasan ve Hüseyin (r.a.) için
ikişer koç kurban ettiği ifade edilmektedir.[214] Gerçi
Nesâî'nin bu rivâyetindeki "iki koç" kelimesinin te'kid için
tekrarlanmış olabileceği binaenaleyh, Hazret-i Hasan'la Hüseyin için kesilen
akîka kurbanlarının dört koç değil de iki koçtan ibaret olduğu
düşünülebilirse, de bu iki hadisin birini diğerine tercih etmek veya aralarını
telif etmek mümkün olmadığından, bu hadisler muzdaribdir ve delil olma
niteliğinden uzaktır. Eğer, gerçekten 2841 numaralı hadisin sübûtu kabul
edilecek olursa o zaman, bir koyun kesmekle yetinmenin câizliğine iki koyun
kesileceğini ifade eden sahih hadislerin çokluğuna bakarak da iki koyun
kesmenin müstehap-lığına hükmetmek gerekir." Alimler, akîka kurbanının
hangi hayvanlardan olabileceği konusunda da ihtilâfa düşmüşlerdir, Şafiî
âlimlerinden bazıları ile İbn Hazm, mevzumuzü teşkil eden hadis-i şerifin
zahirine sarılarak, akîka kurbanının sâdece davar cinsinden olan keçi ve
koyundan kesilebileceğini sığır ve deve cinsinden akîka olamayacağını
söylemişlerdir. Hanefî âlimlerine göre, kurban bayramında kurban edilmeye
elverişli olan her koyun, akîka kurbanı olabilir.
Mâlikîlerle Şâfiîlere
ve âlimlerin cumhuruna göre; kurban bayramında kurban edilmeye elverişli olan
davar, sığır ve deve cinsinden her hayvan akîka kurbanı olarak kesilebilir.
Delilleri ise Hz. Enes'in rivayet ettiği "Kimin bir çocuğu dünyaya gelirse
onun için akika kurbanı olarak koyun, sığır ve deve cinsinden bir hayvan
kessin."[215] mealindeki hadis-i
şeriftir. Ancak bu hadisin senedinde Mus'ide b. el-Yesa' isminde yalancı bir
râvî bulunduğundan bu hadis delil olamaz. Ahmed b. Hanbel (r.a.)ya göre; akîka
kurbanı koyundan kesilebildiği gibi sığır ve deve cinsinden de kesilebilir. Bu
hayvanların akîka kurbanı olarak kesilmesinin caiz olabilmesi için ortaklaşa
değil sadece bir çocuk için kesilmiş olmaları şarttır.[216]
2835.
...Ümmû Kürz'den rivayet olunmuştur ki:
Ben Rasûlullah
(s.a.)'ı;
"Kuşları
yuvalarında (kendi hallerine) bırakınız." derken işittim ve (bir de);
"Erkek çocuk için
iki, kız çocuk için de bir koyun" (kesiniz, kesilen koyunların) erkek
veya dişi olmalarının sizce bir sakıncası yoktur." derken işittim.[217]
Konumuzla alakali bu
hadis-i şerifte, iki husus üzerinde durulmaktadır.
1. Kuştan,
yuvalarından uçurtarak onların sağa veya sola doğru uçmalarından manalar
çıkarılması, yasaklanmakta ve onların lüzumsuz yere rahatsız edilmemeleri
istenmektedir.
Bilindiği gibi,
câhiliyye döneminde Araplar bir iş yapmak istedikleri zaman kuşları
yuvalarından uçurturlar, eğer kuş sağ tarafa doğru uçarsa o işe başlarlar, sol
tarafa doğru uçarsa bu işten vazgeçerlerdi. Rasûl-i Zîşan Efendimiz,
"Kuşları yuvalarından (kendi hallerine) bırakınız." buyurmaları bu
kabil adeti yıkmıştır.
2. Yeni
doğan bir oğlan çocuğu için akika kurbanı olarak iki koyun, kız çocuğu için de
bir koyun kesileceği bildirilmektedir. Mezhep İmamlarının bu mevzudaki
görüşlerini 2839 nolu hadis-i şerifin şerhinde açıklayacağız.
Her ne kadar Ahmed b.
Hanbel (r.a.) râvî Süfyan'ın bu hadisi rivayet ederken yanlışlık yaptığını,
aslında Ubeydullah'ın bu hadîsi babasından değil Siba'dan rivayet ettiğini
söylemişse de, Nesâî'nin rivayeti de bu hadisi doğruluyor, Hâkim bu hadisin
senedinin sahîh olduğunu söylemiş ve Zehebî de *et-Telhîs* isimli eserinde
Hakim'in bu görüşünü tasdik etmiştir.[218]
2836.
...Ümmü Kürz'den rivayet olunmuştur ki: Rasûlullah (s.a.): "Erkek çocuk
için (akîka kurbanı olarak, yaşça) biribirine eşit olan iki koyun, kız çocuğu
için de bir koyun (kesilir)" buyurdu. Ebû Dâvûd der ki: İşte (sahih olan)
hadis budur. (Bir önceki) Süfyan hadisi ise hatalıdır.[219]
Açıklama
Bu hadis-i şerif, bir
numara önce yine geçmişti; ancak bir numara önceki rivayetin senedinde
Ubeydullah b. Ebî Ye-zîd ile Siba b. Sabit arasında Ebû Ubeydullah'ın babası, Ebû
Yezîd vardı ibaresi yoktur.
Bu sebeple Musannif
Ebû Dâvûd, bu iki hadis arasında bir mukayese yapmak lüzumunu hissetmiş ve
yaptığı bu mukayese neticesinde mevzûumuzu teşkil eden hadisin senedinin doğru olduğu,
bir önceki hadisin- senedininse hatalı olduğu hükmüne varmış ve metnin sonuna
ilave ettiği talikte bu hükmü açıklamıştır.
Hadisin ihtiva ettiği
meseleler ve fıkıh ulemasının bu hadisle ilgili görüşlerini 2839 numaralı
hadisin şerhinde açıklayacağız. İnşallah.[220]
2837.
...Semüre'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a.):
"Her çocuk
(doğumunun) yedinci gününde kendisi için, kesilecek olan akîka kurbanı
karşılığında (konmuş) bir rehine (gibi)dir. (Bu kurban kesildikten sonra
çocuğun) başı traş edilir ve (kurbanın kanıyla) boyanır." buyurmuştur.
Katâde'ye (akika
kurbanının kanı ile) çocuğun başını kana boyamanın nasıl yapıldığı sorulduğu
zaman (şöyle) derdi: "Akîkayı kestiğin zaman ondan bir tüy alırsın, o
tüyü (hayvanın boğazındaki kesilmiş ve kanamakta olan) can damarının karşısına
tutarsın. Sonra (Kana boyanmış olan bu tüyü) çocuğun bıngıldağının üzerine
koyarsın; nihayet (o tüyden) çocuğun başında iplik gibi (kanlar) ak(maya
başl)ar. Daha sonra çocuğun başı yıkanır ve traş edilir. Ebû Dâvud der ki: (Metinde
geçen) şu (çocuğun başı kurbanın kanıyla) boyanır (sözü) Hem-mam'dan (gelen)
hata(lı bir rivâyet)tir. Bu söz(ün rivayetinde) Hem-mam'a ters düşüldü. Bu
(çelişki) Hemmam'dan gelen bir hatadan (doğ-makta)dır. (Bu sözü) Hemmam
"yüdernmâ = kana boyanır" diye rivayet ederken (Hemmam'ın
dışındaki râvîler) "yüsemmâ =isimlendirilir" diye rivayet
etmişlerdir. (Hemmam'in) bu (rivayeti) alınamaz.[221]
Açıklama
Metinde geçen,
"Her çocuk akîka kurbanı karşılığında rehinedir." cümlesine çeşitli
manalar verilmiştir. Bazılarına göre; bu cümle "Çocuk için mutlaka bir
akîka kurbanı kesmek gerekir. Akîka kurbanı terk edilemez," anlamına
gelmektedir. Binaenaleyh bu cümlede yeni doğan çocuk için kesilecek kurban
alacaklının elinde bulunan bir rehineye benzetilmiştir. Alacaklının elinden
alınmadıkça, rehineden faydalanmanın mümkün olmadığı gibi akîka kurbanı
kesilmedikçe de Allah'ın nimeti olan bu çocuktan hayırlı neticeler almak ve
çocuk nimetinin şükrünü eda etmek mümkün olmaz. Bu nimetin şükrünü eda etmek için,
mutlaka akîka kurbanı kesmek gerekir. Akîkamn vacip olduğunu söyleyenler
cümleye bu manayı vermişlerdir.
Hattâbi'nin de ifâde
ettiği gibi, bu vzüda söylenenlerin en güzeli Ah-med b. Hanbel (r.a.)'mn şu
sözüdür: "A .ikanın rehine olması çocuğun öbür dünyada şefaatçi olmasıyla
ilgilidir. Binâenaleyh çocuğu doğan bir kişi aki-ka kurbanı kesmeden ölecek
olursa, o çocuk âhirette ebeveynine şefaatçi olamaz; ancak çocuk akîka
kurbanından sonra ölmüşse o zaman ebeveynine şefaatçi olur. Bazılarına göre;
akîka, çocuğu şeytanın tasallutundan kurtarır. Hafız İbn Hacer'in açıklamasına
göre; Atâ el-Horasânî de cümleye bu manâyı vermiştir.
Musannif EbûDâvûd,
Hemmâm'ın bu hadiste geçen "yüdemmâ = kana boyanır." kelimesini
rivayet ederken yanıldığını bu kelimenin aslının "yü-semmâ = isim
verilir" olduğunu, nitekim Hemmâm'ın dışındaki râvîlerin bu kelimeyi
"Yüsemmâ" şeklinde rivayet ettiklerini söylemektedir.
Gerçekten Hemmâm bu
rivayetinde yanılmıştır. Gerçek olan diğer ra-vilerin rivayetidir. Katâde'nin
yapmış olduğu açıklama ise İslâmî uygulama ile değil, câhiliyye dönemindeki
Arapların uygulamasıyla ilgilidir.[222]
Bazı Hükümler
1. Çocuğun
doğumunun yedinci günü, akîka kur-banı kesmek sünnettir. Ancak bu kurbanın çocuğun
doğumundan ne kadar zaman sonra kesildiğine dair farklı görüşler vardır.
Hanefi âlimleriyle İmâm Şafiî ve İmam Malik'e göre; çocuğun vücûdunun tümü
annesinin rahminden çıkıp dünyaya geldiği andan itibaren akîka kurbanı kesmenin
vakti girmiş olur. Malikilere göre; akika kurbanı kesme vakti, çocuğun
doğumunun ikinci günü girer. Ancak çocuk fecrin doğmasından önce dünyaya
gelmişse fecrden önceki gün de hesaba katılır.
Hanbeli âlimlerinden
Ibn Kudemâ, El-Muğnî isimli eserinde şöyle diyor: "Sünnet olan akika
kurbanını doğumun yedinci gününde kesmektir. Fakat, çocuk (yedinci günden önce
veya yedinci günde) ölecek olursa bu kurban, doğumun on dördüncü gününde
kesilir. Eğer çocuk bu süre zarfında ölecek olursa o zaman doğumun yirmi
birinci gününde kesilir. Nitekim Hz. Aişe (r.a.) ile İshak da bu görüştedirler.
Esasen biz akikanın meşru olduğunu kabul eden âlimler arasında akika kurbanını
doğumun yedinci gününde kesmenin müstehap olduğunda herhangi bir ihtilaf
bilmiyoruz. Yani bu mevzuda ihtilaf yoktur. Fakat çocuğun ölmesi halinde bu
kurbanın doğumun on dördüncü yahut da yirmi birinci günü kesilmesi meselesine
gelince, bu meselede delil Hz. Aişe'nin sözüdür.[223] Bu
gibi bir meselelerde Hz. Aişe'nin kendiliğinden bir söz söylemesi mümkün
olmadığına göre; Hz. Aişe'nin bu sözü bizzat Hz. Peygamber'den duyduğu bir
hadise veya O'ndan gördüğü bir uygulamaya istinaden söylemiş olduğunu kabul
etmek icab eder.Yine Malikiler'e göre; akikanın, sözü geçen günlerden önce
kesilmesi de caizdir.Şurasını da ilave edelim ki, Malİkiler'in delilini teşkil
eden Hz. Aişe hadisinin senedinde çok yanılmakla meşhur olan İbrahim b. Müslim
el-Mekkî bulunduğu için bu hadis zayıftır.[224]
Ancak şurası bir gerçektir ki gerek çocuğun sıhhati yönünden ve gerekse
ailesinin zamanının müsaitliği cihetinden akika için en uygun zaman çocuğun
doğumunun yedinci günüdür. Bu kurbanı kesme görevinin kime düştüğü konusunda
âlimler arasında ihtilaflıdır.
Hanefi ulemasıyla İmam
Şafiî ve Ahmed'e göre; kurbanı kesme görevi çocuğun rızkını temin etmekle
görevli olan kişiye düşer.
Malikilere göre, bu
kurbanı kesmek için herhangi bir şahıs belirlenmiş değildir. Herhangi bir şahıs
kesebilir. Hz Aişe'den rivayet edildiğine göre; Rasûlü Ekrem Efendimiz, Hz.
Hasan ve Hüseyin için birer kurban kesmiş ve keserken "-Bismillâhi vellâhü
ekber Allâhümme leke ve ileyke akîkatü fülânin = Allah'ın ismiyle, Allah en
büyüktür. Ey AI la hım falancanın aki-kası ancak senin içindir ve
sanadır." diye dua edilmesini emretmiştir.[225]
2. Yeni
doğan bir çocuğun başındaki ana tülerini, doğumunun yedinci gününde traş etmek
müstehaptır. Bu meselede âlimlerin hepsi ittifak etmişlerdir. Çünkü bu saçlar
ana rahmindeki kana bulanmışlardır. Bu sebeple Rasul-i Zîşan Efendimiz:
"Çocuğun
başındaki saçları kesiniz."[226]
buyurmuştur.
3. Çocuğun
başını akîka kurbanının kanıyla boyamak meşrudur. Hasan-ı Basrî (r.a.)
mevzûuhıuzu teşkil eden bu hadisin zahirine sarılarak, çocuğun başını akîkanın
kanıyla boyamanın meşru olduğunu söylemiştir. Katâde ile İbn Hazm da bu
görüştedirler. İbn Hazm, İbn Ömer'le Atâ'nın da bu görüşte olduklarını
söylemiştir.
Hanefî alimleriyle
İmâm Mâlik, Şafiî, Ahmed, İshak ve Cumhur ulemâ ise, bunun cahiliyye adeti
olduğunu ve İslâmiyetin bu adeti iptal ettiğini söylemişlerdir.[227]
2838. ...
Semura b. Cündüb'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a.) (şöyle)
buyurmuştur:
"Her çocuk
(doğumunun) yedinci gününde kendisi için kesilecek akîka kurbanı karşılığında
(konulmuş) bir rehine (gibi)dir ve (akika kurbanı) kesildikten sonra (çocuğun
başı) traş edilir ve (kendisine) isim verilir."
Ebû Dâvûd der ki:
(Metinde geçen) "yüsemmâ = isim verilir" (rivayeti) çok sağlamdır.
Nitekim (bu kelimeyi) Sellam b. Ebi Muti, Katâde'den îyâs £. Dağfel ile Eş'âs
de el-Hasan(-i Basrî) 'den aynı şekilde (yüsemmâ diye) rivayet etti(ler.)[228]
Açıklama
Musannif Ebû Davud'un,
hadisin sonuna ilâve ettiği acık-lamasında geçen esahh kelimesi, aslında ism-i
tafdiyl olmakla beraber, burada ism-i tafdiyl anlamında değil mübalağa
manasında kullanılmıştır. Musannifin bu kelimeyi ism-i tafdiyl manasında
kullandığı kabul edilirse, o zaman metinde geçen yüsemmâ rivayetinin bir önceki
hadiste geçen yüdemma rivayetinden daha sağlam olduğu manası çıkar ki bu,
Musannifin iki rivayeti mukayese ettiği ve bunlardan bir önceki rivayeti sahih,
mevzuumuzu teşkil eden hadisteki rivayeti ise daha sahih bulduğu anlamına
gelir. Oysa musannif bir önceki hadisin ta'likinde, orada geçen yüdemma
rivayetinin Hemmam'a ait bir hata olduğunu, bunda asla doğruluk payı bulunmadığını,
doğru olan rivayetin yüsemma şeklindeki rivayet olduğunu açıkça ifade etmişti.
İşte biz bu gerçeği göz önünde bulundurarak ta'likte geçen "esahh"
kelimesini "daha sahih" şeklinde değil de "çok sağlam"
şeklinde tercüme ettik.
Yine Musannifin
açıkladığına göre; bu kelimeyi Sellam b. Ebî Mutî ile Iyas b. Dağfel ve Eş'as
de "yüsemmâ" şeklinde rivayet etmişlerdir.[229]
Bazı Hükümler
1. Yeni
doğan bir çocuğun, doğumunun yedinci gü-nünde bir akıka kurbanı kesilmesi, aynı
gun çocuğun saçlarının traş edilmesi ve çocuğa isim vermenin de yine doğumunun
yedinci gününe kadar tehir edilmesi, Rasul-u Zişan Efendimiz tarafından teşvik
edilmiştir.
2. Ancak
fakirlik gibi meşru bir sebepten dolayı akika kurbanı kesmeye gücü yetmeyen
kimseler, çocuğa doğum gününün sabahından itibaren isim verebilirler. Nitekim
Buhari, Sâhihî'nin 71 nolu akika bölümünün birinci bâ-bındaki hadislerden bu
hükmü çıkarmış ve sözü geçen baba "yeni doğan bir çocuğa o günün sabahında
isim verilmesi" adını vermiştir.
Hafız İbn Hacer'in
sözü geçen babın şerhinde açıkladığı gibi, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, sevgili
oğlu Hz. İbrahim'e akika kurbanı kesemediği gibi İbrahim b. Ebî Musa ve
Abdullah b. Ebî Talha için de akika kurbanı kesilmemiş ve dolayısıyla bunların
isimleri doğumlarının yedinci gününe kadar tehir edilmemiştir.
Bu mevzuda Buhâri'nin
rivayet ettiği bir hadisi şerif, şu mealdedir: "Benim bir çocuğum dünyaya
gelmişti. Onu hemen alıp Peygamber'e getirdim. Bunun üzerine Hz. Peygamber önce
çocuğa İbrahim ismini verdi. Sonra da damağına hurma sürüp ona bereketle dua
etti ve bana geri verdi."[230]
Hafız İbn Hacer'in de
açıkladığı gibi, bu hadis çocuğa isim koymakla acele etmenin lüzumunu ve eğer
akika kurbanını kesmeyecekse isim koymak için yedinci günü beklemek
gerekmediğini ifade eder.
Çocuğa isim vermek
için doğumunun yedinci gününü beklemeye lüzum olmadığını ifade eden hadislerden
biri şu mealdedir: Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: "Bu akşam benim bir
oğlum dünyaya geldi. Ona babamın adını koydum; İbrahim."[231]
Fâide: a. Doğumunun
yedinci gününde çocuğun saçlarını traş edip ağırlığınca gümüş dağıtmak da
sünnettir. Nitekim "Rasûrüllah (s.a.)'ın kızı Fa-tıma, Hasan ile
Hüseyin'in Zeyneb ve Ümmü Gülsüm'ün saçlarını tartarak onların ağırlığınca
gümüş tasadduk etti."[232]
mealindeki hadis-i şerif bunu açıkça ifade etmektedir. Bu mevzuda Tirmizî'nin
rivayet ettiği bir hadis-i şerif de şu mealdedir:
"- Rasûlullah
(s.a.v.) Hasan(ın doğumu) için bir koyun kurban etti ve;
"Ey Fatıma
Hasan'ın saçını traş et ve ağırlığınca gümüş tasadduk et." buyurdu. Bunun
üzerine Fatıma (kesilen)* saçı tarttı. Saçın ağırlığı bir dirhemdi veya bir
dirhemden biraz eksikti."[233]
Bu mevzuda Hafız îbn
Hacer şöyle diyor: "Çocuğun saçlarının kesildikten sonra onların
ağırlığınca dağıtılması gereken şeyin gümüş olduğunda bütün rivayetler ittifak
ettiği halde Râfiî b. Abbas'dan rivayet edilen "Çocuk hakkında doğumunun
yedinci gününde yapılacak yedi sünnet vardır.
"1. İsim vermek
2. Sünnet
ettirmek,
3. Başını ve
şâir kısımlarını temizlemek, .
4. Kulağını
delmek,
5. Akika
kurbanı kesmek,
6. Başını bu
kurbanın kanıyla boyamak,
7. Ana tüylerinin ağırlığınca altın
dağıtmak."[234]
mealindeki hadise
dayanarak" Çocuğun saçlarının ağırlığı miktarınca altın tasadduk etmenin
müstehak olduğunu" söylemiştir. Oysa bu hadisin senedinde zayıf bir ravi
olan Revâa b. el-Cerrah vardır.
b. Çocuğa
Abdullah, Abdurrahman gibi güzel isimler verilmek halkın dilinde bozulup çirkin
bir hal alacak isimlerden kaçınmaktır. Çünk insanlar ahirette bu dünyadaki
isimleriyle çağırılacaklardır. Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, bu dünyada devamlı
olarak güzel isimleri iyiye yorduğuna ve çirkin isimlerden hoşlanmayıp onları
değiştirdiğine göre, ahirette de insanların güzel isimlerinin amellerinin iyi
sonuç vermesine sebep olması mümkündür. Esasen bazı kimseler, isimle müsemma
arasında fevkalade bir ilgi bulunduğunu keşfetmişlerdir. Meselâ İyâs b. Muâviye
(r.a.) bir insanı görünce onun isminin ne olduğunu derhal keşfederdi. İşte
isimle müsemma arasında bu ilişkiden dolayıdır ki; Rasulü Zişan Efendimize,
Ahmed, Muhammed, Mahmud
gibi onun fevkalade
övülmeye lâyık bir kimse olduğunu ifade eden isimler nasib olurken el-Hakem b.
Hişam'a Ebû Cehil, Abdüluzzâ'ya da Ebû Le-heb künyesi nasib olmuştur.[235]
c. Çocuk
doğar doğmaz sağ kulağına ezan, sol kulağına da kamet okunmalıdır. Bu onu cin
tasallutundan kurtarır. Nitekim bu mevzuda gelen bir hadis-i şerif şu mealdedir:
Ebû Râfi' (r.a.)'den
rivayet edilmiştir ki: "Ali'nin oğlu Hasan, Fatıma (r.anha)dan doğduğu
zaman Rasûlüllah (s.a.)'in onun kulağına namaz ezanı gibi ezan okuduğunu
gördüm."[236]
2839.
...Selmân b. Amr'ed-Dabbiyyi'den demiştir ki:
Rasûlüllah (s.a.)
(şöyle) buyurdu:
(Yeni doğan her)
bebekle beraber bir akîka bulunur. Öyleyse her yeni doğan çocuk için bir akîka
kurbanı kanı akıtınız ve kendisinden ezayı kaldırın."[237]
Açıklama
Metinde geçen gulam
kelimesinin asıl mânâsı erkek çocuk-. tur. Fakat âlimlerin çoğu bunu erkek ve
kız çocuğuna şümullü şekilde yorumladıkları için, biz bunu bebek diye terceme
ettik. Hasan-ı Basrî ile Katâde bunu erkek çocuğu manasına yorumlayarak, kız
çocuğu için akîka isimli kurban kesilmez, demişlerdir. Ama âlimler, bunu genel
manaya yorumlayarak ve diğer hadisleri delil göstererek kız çocuğu için de
akika kesilir, demiştir.
Hadisin: "Bebekle
beraber bir akika bulunur.” cümlesinde geçen akika kelimesiyle neyin
kasdedildiği hususunda iki ihtimal vardır:
Birinci ve zahir olan ihtimale
göre, bu kelime ile bebeğin saçı kasdedil-miştir. Hadisin son cümlesinde
bulunan Ezâ da saç manasına yorumlanrmştır. Hadisten kasdedilen mana şöyledir:
Bebek doğarken başında saç bulunur. Siz onun adına bir akika kurbanı kesiniz
ve çocuğun saçını traş ediniz.
Hasan-ı Basrî, Esmaî
ve Muhammed b. Şirin Ezâ kelimesini bebeğin başındaki saç manasına
yorumlamışlardır.
İkinci ihtimale göre;
hadiste bulunan akika kelimesiyle, akika denilen kurban kasdedilmiştir. Akika
denilen kurbanın bebekle beraber olmasının manası, bebeğin kurban kesmeye sebeb
ve vesile olmasıdır.
Hadiste geçen Eza
kelimesinin bebeğin saçına inhisar ettirilmeyip genel manaya yorumlanması
ihtimali de vardır. Bu takdirde kasdedilen mana, bebeğin saçını tıraş etmek
sünnet ettirmek ve ana rahminde kendisine bulaşmış, bulaşıktan temizlemektir.[238]
1. Hadisin
zahirine göre, erkek çocuk için akika kurbanı kesilir, kız çocuğu için
kesilmez. Hasan-ı Barsı ile Katâde bu hadisin zahirine sarılmışlarsa da
alimlerin büyük çoğunluğu diğer hadisleri delil göstererek kız çocuğu için de
akika kurbanını kesmenin meşruluğuna hükmederek bu hadisteki 'gulam' kelimesini
bebek diye yorumlamışlardır.[239]
2. Hadisteki
akika kurbanının kesilmesi emredildiği için Hasan-ı Basrî ile Zahiriye Mezhebi
mensupları, akika kesmenin vacipliğine hükmetmişlerdir. İmâm Mâlik ile İmâm
Ahmed, İshak ve Ebû Sevr'e göre ise bu hadisteki emir nedb içindir.
Dolayısıyla akika kurbanı kesmek vacip değil sünnettir.
Bezl'ül-Mechûd yazarı,
Hanefî âlimlerinin bu mevzûdaki görüşlerini şövle özetliyor: "el-Bedâyi
yazarı el-Kasânî Hz. Âişe'nin "Ramazan orucunun kendinden önceki
oruçları, guslün kendinden önceki gusülieri neshettiği gibi, ud-hiye kurbanı da
kendinden önceki kurbanları neshetmiştir."[240]
sözüne dayanarak akika kurbanının neshedildiğini söylemiş, sünnetliğini
reddetmiş ve akika kurbanı kesmenin mekruh oludğunu ifade etmiştir.
Fetâvâ-yı Hindiyye
yazarı da akika kurbanı kesmenin caiz olduğunu söylemekle beraber, sünnet ve
vacip olamayacağını kesin bir dille ifâde etmiştir. İmâm Muhammed de
el-Muvatta isimli eserinde akika kurbanımnn nesh edildiğini vurgularken, Hanefî
âlimlerinin müteahhirîninden olan İbn Âbi-dîn, akika kurbanı kesmenin müstehap
olduğunu ifade etmiştir. el-Becîrem ise onun bizim hakkımızda sünnet Hz.
Peygamber hakkında ise vacib olduğunu savunmuştur..." Gerçek olan şu ki
Hz. Ebû Hanîfe*ye.göre ve dolayısıyla hanefî mezhebine göre Akika kurbanı
kesmek müstehabdır.[241]
Hanefî âlimlerinden
akika kurbanı kesmenin meşruluğunu reddedenlerin delili ise, Amr b. Şuayb'den
rivayet edilen "Rasûlullah (s.a.v.) efendimizden akika hakkında soruldu
da; akîkaları sevmem buyurdu." mealindeki hadis-i şeriftir.
Akika'nm sünnet ve
müstehap olduğunu kabul edenlere göre, bu hadis-i şerif delil alınacak kuvvette
değildir. Aynı zamanda aki-kanın meşruiyetini inkara delil seçilmesi doğru
olmaz. Amr b. Şu-ayb'in babasından rivayet ettiği hadiste, "Rasûlullah
(s.a) Efendimizin 'Akîkayı sevmem ve benimsemem. buyurmasına gelince, hadisin
siyakı, vürûd sebepleri akîkanın sünnet ve müstehap olduğuna delâlet
etmektedir. Çünkü hadisin lafzı şöyledir: "Rasûlullah (s.a.) Efendimizden
akîkadan soruldu, o da "akikaları sevmem" diye cevap verdi."
Bununla akika isminden hoşlanmadığım, zebîhaya akîka denilmesinin hoş bir
tabir olmayacağını bildirmek ister gibi bir arzusu bulunduğunu ifade etmiştir.[242]
Çünkü 2842 nolu hadis-i şerifte de açıklanacağı gibi bu kelime anne ve babaya
isyan manasına gelen 'Ukuk’ kökünden türetilmiştir.
Yukarıdaki rivayet ve
görüşleri özetleyecek olursak; çocuk için akika kesmek müstehaptır. Müctehid
İmamların cumhuru ve fakihlerin ekseriyeti bunu böyle kabul etmiştir. Babaya
gereken, çocuğu dünyaya gelince, malî imkanı elverirse, Rasûlullah (s.a.)
Efendimizin bu sünnetini yaşatmaktır, tâ ki Allah (c.c.) yanında ecre nail olup
faziletten nasibini almış olsun. Aynı zamanda bununla, ülfet, muhabbet ve
sosyal irtibatı yakınları, komşuları ve dostları arasında artırsın. Çünkü akika
vesilesiyle dostlar, yakınlar hem çocuğun doğmasına sevinecekler hem de bir
arada kaynaşıp sıcak bir hava meydana getirecekler; yani birbirlerine daha
sıcak ve samimi duygu hissedecekler ve böylece sosyal yardımlaşma ve
dayanışmayı paylaşmış olacaklar..."[243]
2840.
...Hasan(-ı Basrî)nin (şöyle) dedi(ği rivayet olunmuştur. Bir önceki hadiste
geçen) "Ezayı kaldırmak" (sözünden maksat yeni doğan çocuğun)
“başı(nı) traş etmektir."[244]
Açıklama
Bir önceki hadis-i
şerifte geçen ezayı kaldırmak tabirine
Hasan-ı Basrî (r.a.) yeni doğan çocuğun başındaki ana tüylerini traş
etmek manası vermiştir.
İbn Sîrin (r.a.) de
"şayet ezâ'nın kaldırılmasından maksat çocuğun saçının traşı değilse
başka ne olabilir?" diyerek bu konuda Hasan-ı Basrî'nin görüşüne
katılmıştır; el-Esmâ'î ise; söz konusu tabirden çocuğun saçlarını traş etmenin
kasdedilmiş olduğunu kesin bir dille ifade etmiştir.
Her ne kadar sözü
geçen alimler "ezayı kaldırmak" tabirine bu manayı vermişlerse de
2838 numaralı hadisin şerhinde mealini sunduğumuz İbn Ab-bas'dan rivayet edilen
hadis-i şerif nazar-ı dikkate alınırsa, bu ta'biri sadece çocuğun baş traşına
hasretmenin doğru olmayacağı onun, çocuğun altının temizliğinden çocuk
bakımıyla ilgili diğer temizliklere kadar varan geniş kapsamlı bir mana ifade
ettiği anlaşılır.[245]
2841. ...İbn
Abbas'dan rivayet olunduğuna göre;
Rasûlullah (s.a.) Hz.
Hasan ile Hüseyin için akîka kurbanı olarak birer koç kurban kesmiştir.[246]
Açıklama
Bu hadis-i şerif,
erkek çocuk için iki akika kurbanı kes mek, bir akika kurbanı kesmekten daha
faziletli olmakla
beraber, aslında kız
çocuğu gibi erkek çocuğu için de bir akika kurbanı kesilir diyen İmam Malik'le
Hanefî ulemasının delilidir.
Ancak 2834 nolu
hadis-i şerifin şerhinde etraflıca açıkladığımız gibi, 2834, 2835, 2836 nolu
hadis-i şerifleri delil getirerek erkek çocuğu için iki, kız çocuğu için de
bir akika kurbanı kesilir diyen cumhur ulemaya göre; konumuzla alakalı bu
hadis-i şerif, muzdaribdir; çünkü bu hadis Nesâî'nin Süneni'nde
"Rasûlullah (s.a.) Hasan ve Hüseyin (r.a.) için ikişer koç kesti." anlamına
gelen lafızlarla rivayet olunmuştur.
Hulâsa, cumhuru
ulemaya göre; Allah c.c. erkek çocuğa verdiği kuvvet, bedeni güç ve evin
yükünü taşıma, sorumluluğunu yüklenme ve aile içinde sağladığı otorite gibi
özelliklerinden dolayı erkek çocuğu için iki, kız çocuğu içinse bir akika
kurbanı kesmek meşru kılınmıştır. Binaenaleyh Allah c.c. kime maddi imkan
vermişse erkek çocuğu için iki, kız çocuğu için de bir koyunu akika olarak
kesmelidir. Çünkü bu hususta Rasûl-i Ekrem (s.a.) Efendimizin de tavsiyeleri böyledir.
Kimin maddi durumu vasat bir ölçüdeyse veya bundan daha aşağı bir seviyede
bulunuyorsa, o takdirde erkek ve kız çocuklarından her biri için bir koyun
kâfî gelir. Kişi akika konusunu bu şekilde yerine getirirse, ecirden nasibini
alır, sünneti gerçekleştirmiş olur.[247]
2842. ...
(Amr b. Şuayb b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b. As'-ın) dedesinden demiştir ki:
Peygamber (s.a.)
akika'dan soruldu da:
"Allah (bu
kelimenin manası olan) anne ve babaya isyanı sevmez." dedi. (Hz.
Peygamber duymuş olduğu) bu isimden hoşlanmamış gibiydi ve (sözlerine
devamla);
"Kimin bir çocuğu
doğar da o çocuk için bir kurban kesmek isterse oğlan çocuğu için aynı yaşta
iki koyun, kız çocuğu için de bir koyun kessin.” buyurdu. Bir de fera'
(kurbanın)dan soruldu (bu soruyu da)
"Fera’ haktır,
(fakat fera' kurbanı olarak kesmek istediğiniz deve yavrusunu) kuvvetli ve etli
genç bir deve oluncaya kadar, yani iki ya da üç yaşına girinceye kadar,
bekletmeniz ve ondan sonra ona (döllenmeye muhtaç) bir dişi deve getirmen(iz)
yahut da Allah yolunda ona yük vurman(ız) onu (şimdi) kesip de zayıflıktan
etinin yününe yapışıp kalmasından ve (annesinin sütüyle doldurmakta olduğunuz)
kabım(zı artık ona bir daha süt sağamayacağınız İçin) ters çevirip yere
kapatı-vermen(iz)den, (yavrusuz, kalan) deveni(zi) de şaşkın bırakman(ız)dan
daha hayırlıdır.[248]
Açıklama
Bu hadis-i şerif,
akîkanın vacip olmayıp müstehab olduğunu söyleyen cumhur ulemânın delilidir.
Sözü geçen ulemaya göre eğer, akika vacio olsaydı, onun vücûbiyeti her halde
dinde açıkça bilinirdi. Aynı zamanda böyle bir hüküm rhevcud olsaydı,Rasûlullah
(s.a.) delile dayanak olacak ölçü ve anlamda genel bir açıklama yapar, yeterli
bir beyanda bulunurdu da artık özür diye bir şey kalmazdı.
Oysa Rasûlullah (s.a.)
"Kimin bir çocuğu
doğar da o da ondan yana bir nüsük (akika kurbanı kesmek) arzusunda olursa o
takdirde onu yerine getirsin." buyurarak akika konusunu, onu yerine
getirecek kişinin arzu ve hevesine bırakmıştır.[249]
Bazı Hükümler
1. Çocuğu
dünyaya gelen bir kimsenin şükür makammda kesmiş olduğu kurbana akika kurbanı
demek mekruhtur. Her ne kadar Rasûlü-ü Ekrem 2837, 2838, ve 2839 no.h hadisi
şeriflerde bu kurbandan akika kurbanı diye bahsetmişse de Rasûl-ü Zîşan
Efendimiz söz konusu kurban hakkında bu tabiri kullanmış olması, bu tabiri
kullanmanın kerahetini ortadan kaldırmaz. Çünkü Rasûl-i Zişan Efendimiz, mevzuu
halka anlatabilmek için onların bildiği tabirleri kullanmak mecburiyetinde
kaldığı için akika tabirini kullanmıştır. Eğer bu ta'biri kullanmasaydı bu
mevzuu halka anlatamayacaktı. Halkın bildiği tabiri kullanarak mevzuu onlara
anlattıktan sonradır ki bu tabiri tenkide sıra gelmiş ve akika tabirinin anaya
ve babaya isyan etmek demek olan ukuk kelimesiyle aynı kökten geldiği için
Allah'ın bu ismi sevmediğini bildirmiş ve bu tabir yerine niisk tabirini
kullanmanın daha doğru olacağına dikkatleri çekmiştir.
2. Çocuğu
doğan bir kimsenin şükür için bir kurban kesmesi vacip değildir, müstehabdır.
3. el-Fera'
kurbanı kesmek meşrudur. Ancak 'el-Fera' kurbanının iyice etlenmesi ve
kuvvetlenmesi için iki ya da üç yaşına girinceye kadar ve üzerine bir yük
yükleyip Allah yolunda bir işte kullanıncaya kadar kesilmeyip bekletilmesi
müstehaptır. Nitekim 2830 numaralı hadisin şerhinde etraflıca açıklamıştık.[250]
2843.
...Abdullah b. Büreyde dedi ki: Ben (babam) Büreyde'yi (şöyle) derken işittim:
"Biz câhiliyye
devrinde iken birimizin bir çocuğu.dünyaya geldiği vakit bir koyun keserdik ve
kanını çocuğun başına sürerdik. Niha-f yet (yüce) Allah İslam'ı getirince
(doğan çocuklar için) bir koyun kesmeye ve başını traş edip za'feranla
kokulamaya başladık."[251]
Açıklama
Bu hadis-i şerif, yeni
doğan bir çocuğun başını kurbanın kanıyla boyamanın cahiliyyet âdetlerinden
olduğu ve İs-
lâmiyet'in bu âdeti
iptal ettiğini ifade etmektedir. Nitekim Buharî'nin, Rasûl-ü Zîşân
Efendimiz'in:
"Çocuğun başına
kurbanın kanı yerine "halûk" denilen güzel kokuyu sürünüz."[252]
buyurduğuna dair Hz. Âişe'den rivayet ettiği hadis-i şerif de bu gerçeği teyid
etmektedir..
Yine mevzuumuzu teşkil
eden bu hadis-i şerif, yeni dünyaya gelen bir çocuğun başına za'feran gibi
güzel kokular sürmenin müstehap olduğuna da delalet etmektedir.[253]
Av Eti yenen veya
yenmeyen vahşi hayvanlar av hayvanlarıdır. Böyle bir hayvanı hareketsiz
bırakarak elde etmeye avlama denir. Eti yenmeyen av hayvanları derisinden,
yününden ve kıllarından faydalanmak için veya zararından korunmak için
avlanırlar. İslâm'da gerek kara[255] ve
gerekse deniz[256] avcılığı helaldir. Ancak
sırf eğlence maksadıyla avlanmak caiz olmakla birlikte hoş görülmemiştir,
mekruhtur.
Yalnız hac için
ihramda bulunan kimse avlanamaz. Bir de Mekke hareminin içinde avlanmak
herkese haramdır.
Av, ya eğitilmiş,
köpek, doğan, atmaca, şahin gibi bir hayvan vasıtasıyla veya bir yara meydana
getirecek silah ile yahut da tuzak, ağ kurmak v.s. şekillerde yapılır.
Avlanan hayvanlar
neresinden yaralanıp öldürülürse öldürülsün boğazlanmış sayılır. Ancak canlı
olarak ele geçerse usulüne göre boğazından kesilir.
Av etinin yenmesinin helal
olabilmesi için gerekli şartlar:
1- Avcıda bulunması gereken şartlar:
a. Hayvan
boğazlamaya ehil kimse (müslüman veya kitabî) olmak. Müslüman veya ehli kitap
olmayan kişinin avladığı hayvanın eti yenmez.
b. Silah
atma veya avı yakalayacak hayvanı salıverme işi bizzat avcı tarafından
yapılmak.
c. Avcı,
hayvanı gönderirken veya ateş ederken kendisine ava ehil olmayan birisinin
ortak olmaması.
d. Kasten
besmeleyi terketmemek.
e. Silahı
attıktan veya hayvanı salıverdikten sonra baş.;a bir işle meşgul olmamak.
2. Avlanacak
hayvanda bulunması gereken şartlar:
a. Haşarat
cinsinden olmamak.
b. Balıktan
başka deniz hayvanından olmamak.
c. Vahşi bir
hayvan olmak.
d. Eti yenen
hayvan olmak.
e. Av tesiri
ile ölmüş olmak.
Vurulan av kaybolup da
bir iki gün sonra bulunduğunda avın üzerinde yalnız av sahibinin yaralama eseri
bulunursa eti yenilebilir.
Av vurulduktan sonra
suya düşerse- boğulma ihtimalinden dolayı- helal olmaz.
3. Av
hayvanında bulunması gereken şartlar:
a. Av için
eğitilmiş olmak.
b. Salıverildiğinde
doğruca ava gitmek.
c. Avlamayı
eğitilmemiş başka hayvanlarla yapmamak.
d. Yakaladığı
hayvanı yaralayarak öldürmüş olmak.
e. Avladığı
hayvandan yememiş olmak.[257]
2844... Ebû
Hüreyre'den (rivayet olunduğuna göre) Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Her kim çoban
köpeği ile (eğitilmiş) av ve ekin köpeği dışında bir köpek taşırsa (o kimsenin)
sevabından hergün bir kîrât eksilir."[258]
Hadis-i şerifte davar ya
da sığır sürüsü gibi kırda otlatılan hayvanlarla ziraat ürünlerini bekletmek ve
kendisiyle av avlamak gayeleri dışında bir köpek beslemenin, her gün bu köpeği
besleyenin seVablarından bir kırat sevabın azalmasına sebeb olacağı ifade
edilmektedir. Burada kırât'tan maksat mikdanm sadece Allah'ın bildiği bizce
meçhul olan büyük bir ölçüdür. 3168 nolu hadis-i şerifte olduğu gibi burada da
bu kelimeyle en az Uhud dağı büyüklüğünde bir miktarın kastedilmiş olması ihtimali
yanında, bizce tamamen meçhul olan bir miktarın kastedilmiş olması ihtimali de
vardir. Çünkü sözü geçen hadis faziletle ilgili mevzumuzu teşkil eden hadis ise
ukubetle ilgilidir. Bilindiği gibi faziletle ukubet mukayese edilemez. Zira
ukebetler sınırlıdır. Allah'ın fazlü ihsanı ise çok geniştir. Konumuzla
alakalı hadis-i şerifte geçen kırat kelimesi bazı hadislerde "kıratan: iki
kirat" şeklinde rivayet olunmuştur.[259]
Bu rivayetlerin farklı
oluşu şöyle açıklanmıştır:
"Bu iki rivayet
iki ayrı köpek türüne ait olabileceği gibi bu türlerden eziyeti daha az olanın
her gün sahibinin bir kıratlık sevabını, eziyeti daha çok olanın da iki
kıratlık sevabını eksilteceği düşünülebilir.
Âlimlerden bazılarına
göre; eziyeti daha çok olan köpeği beslemekten dolayı hergün eksilecek olan iki
kırattan biri gündüz amellerine diğeri de gece amellerine aittir. Bu iki
kırattan birinin farzlara diğerinin de nafilelere ait olduğunu söyleyenler
bulunduğu gibi, bir kıratın zararın en azını iki kıratın da en çoğunu ifade
ettiğini söyleyenler de vardır.
Bazılarına göre; günde
iki kıratlık sevabı azalanlar Medine-i Münevvere'de köpek besleyenler, bir
kıratlık sevabı azalanlar da Medine-i Münevvere dışında köpek besleyenlerdir.
Ancak bu açıklamalar
sahibinin eskiden kazanılmış sevabları bulunduğu kabul edilerek yapılmıştır.
Bu izahlarda kazanılmış sevabı bulunmayan kimselerin durumlarıyla ilgili bir
açıklık yoktur. Esasen seyyie karşılığında hasenelerin eksilmesi görüşüne ehl-i
sünnet mezhebinde yer olmadığından bu hadisi lüzumsuz yere köpek besleyenin
sevabının eksileceği manasına değil de, lüzumsuz yere köpek beslemenin
yasaklığı manasına hamletmek uygun olur. Hatta hadisteki; lüzumsuz yere köpek
besleyenlerin sevablarından azalacak olan iki kıratlık sevabın gelecekte
kazanacağı sevablarla ilgili olduğunu ve Cenab-ı Hakkın o kimselerin
işleyecekleri hasenelerin sevabını verirken bir veya iki kıratını kısarak
vereceğini kabul etmek daha doğru olur. Çünkü bu izahta seyyieler karşılığında
hasenelerin ibtal edileceği gibi ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebine ters düşen
bir unsur yoktur. Netice olarak çıkan mana şudur ki: Cenab-ı Hak misafirin ve
dilencinin eve gelmesini kovan pis bir hayvanı lüzumsuz yere besleyen bir
kimseyi amellerin karşılığı olarak vereceği kat kat sevabı bir ya da iki kırat
vermek suretiyle cezalandırır.[260]
Bazılarına göre;
lüzumsuz yere köpek besleyenlerin sevabından eksile-cek olan miktarın
rivayetlerin bir kısmında iki kırat olarak ifade edilirken bir kısmında bir
kırat olarak ifade edilmesi, ravüerin bir kısmının Resulü Ekrem Efendimizden bu
miktarı bir kırat olarak işitmişken başka ravilerin de başka bir zamanda
Resûl-ü Ekrem Efendimizden bu miktarı iki kırat olarak işitmesi, her ravinin
işittiğini rivayet etmesinden ileri gelmiştir.
Bu izaha göre, Resulü
Ekrem önce bu miktarın bir kırat olduğunu ifade ederek zararın en azını haber
vermiş, sonra halkı daha şiddetli bir şekilde uyarabilmek için zararın en
çoğunu ifade etmek maksadıyla bu zararın en fazlasını haber vermiştir.
Bazıları da
"rivayetlerde fazlalığı almak esastır. Çünkü fazlalığı rivayet eden ravi
Öbürlerinin duymadığını duymuş demektir. Bu bakımdan s*»z konusu farklı iki
rivayetten sevablardan kaybedilecek miktarın iki kırat olduğunu ifade eden
rivayeti almak kaide icabıdır." demişlerdir.
Lüzumsuz yere köpek
beslemenin, bu şekilde cezalandırılmasına gelince; bunun sebebi köpeğin
yaladığı kabın yedi kere yıkanmadan temizlenmemesi, çoğu zaman da insanların
buna imkân bulamaması, köpeğin eve gelen misafirleri ve dilencileri korkutması,
melaikenin evlere girmesine mani teşkil etmeleri, bazı köpeklerin şeytan
olması, yahut şeytanların köpek kılığına girmesi, bazı köpeklerin sahibinin
haberi yokken kapkacağı yalamaları ve sahibinin de haberi olmadan o kaplardan
yiyip içmeleri, abdest almaları gibi hikmetlerdir.
Günümüzde köpeklerin
bir çok tehlikeli hastalıkları insanlara taşıması da anlaşıldıktan sonra,
lüzumsuz yere köpek beslemenin tehlikesi iyice ortaya çıkmıştır.
Hafız Ibn Hacer, bu
hadisin hayvanlarla ziraat ürünlerini bekletmek ve av yakalatmak için köpek
kullanmasının caiz olduğuna delalet ettiğini söylemiştir.
İbn Abdi'l-Berr'e
göre; bu hadis-i şerif, hayvanlarla ziraat ürünlerini bekletmek ve av yakalamak
için köpek beslemenin mubah bu amaçların dışında herhangi bir maksatla köpek
beslemenin de mekruh olduğuna delalet ettiğini, menfaati temin ve bir zararı
defetmek maksadıyla beslenen köpeklerin de av ve çoban köpeği hükmüne
girdiklerini söylemiştir.
Hafız İbn Hacer,
lüzumsuz yere köpek besleyenlerin sevaplarının eksilmesi, onların haram
işlemelerinin cezasından başka birşey değildir. Diyerek tbn Abdil Berr'in bu
görüşünü reddetmiştir.
îmam Nevevî, Şafiî
mezhebinin bu mevzudaki görüşünü şöyle açıklıyor: "Bizim mezhebimize göre
ihtiyaç yokken köpek edinmek haramdır. Ama av, ziraat ve hayvan muhafazası gibi
şeyler için edinilmesi caizdir."
Hanefilerden Kemal b.
Humam Fethü'l-Kadir isimli eserinde "köpeği av, yahut ev ve ziraat
muhafazası için edinmek bil-icma caizdir. Lâkin hırsız yahut düşman korkusu
olmadıkça onu haneye sokmamalıdır" diyor.
Malikîlerden bazıları
edinilmesi caiz olan köpeğin temizliğine bu hadislerle istidlal etmişlerdir.[261]
îmam Ebu Hanife'ye göre, köpek, domuz gibi ne-cisü'l ayn değildir. Şafîîlerce
ıslak kelbe temas eden kimse için, dokunan
elbisesini veya
eczay-ı bedenini tathir etmek lâzımdır.[262]
2845... Abdullah
b. Muğaffel'den demiştir ki:Resûlullah (s.a.):
"Eğer köpekler
(yeryüzünde Allah'ı teşbih eden) topluluklardan bir topluluk olmasaydı, hemen
onları öldürmeyi emrederdim. Artık siz onlardan tamamen siyah olanı
öldürünüz." Buyurdu.[263]
Köpek cms kuduz
mikrobu gibi, bazı zararlı mikroplan bünyesinde taşıdığı için insanlar
arasında birtakım tehlikeli has-talıklann yayılmasına sebep olmaktadır,
insanlara daha başka zararlar vermesi cihetiyle ilk bakışta öldürülüp nesli
yok edilmesi gereken bir hayvan cinsi gibi görünmektedir. Ancak her yaratığın
yaratılışında sayılamayacak kadar çok hikmet ve maslahat olduğu gibi köpek
cinsinin yaratılmasında da pek çok ilahi hikmet ve maslahat vardır. Köpek
cinsinin yaratılışında da bulunan bu hikmet ve maslahatlar sebebiyle,'o neslin
yaşaması gerekmektedir. İlahi hikmet bunu gerektirmektedir. Binaenaleyh köpek
.cinsi de bu hikmetler dünyasında kendine düşen görevi yerine getirecek, sonra
onlar da Rabbi-nin huzuruna döneceklerdir.
Nitekim:
"Yeryüzünde hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki,
(onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik
bırakmamışındır. Sonra onlar Rablerinin huzuruna toplanacaklardır."[264]
mealindeki âyet-i kerimede bu geçeceği en veciz bir şekilde ifade etmektedir.
"Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, onu teşbih ederler. Onu
övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ama siz onların teşbihlerini
anlayamazsınız.[265]
âyet-i kerimesinden anlıyoruz ki, bütün yaratıklarda olduğu gibi köpek neslinin
varlığındaki en büyük hikmet varlığıyla Allah'ın varlığına delalet etmesi ve
hal diliyle Allah'ı teşbih etmesidir.
tşte bu yüzden,
insanlara zararlı bir hâle gelmedikçe, hiçbir köpek öl-dürülmemelidir. Ancak
102 nolu hadis-i şerifte açıkladığımız gibi içerisinde alası olmayan siyah
köpekler, insanlar için son derece zararlıdırlar. Bu cihetle onlar şeytan
mesabesinde olduklarından Resulü Ekrem Efendimiz, "Artık siz onlardan
tamamen siyah olanı öldürünüz" sözüyle siyah köpeklerin öldürülmesini
emretmiştir. Nitekim 2846 nolu "Rasûlullah (s.a)bize köpekleri öldürmeyi
emir buyurdu. Hatta kadın köpeği ile çölden gelirdi de biz o köpeği bile
öldürürdük, sonra Peygamber (s.a) köpekleri öldürmeyi yasakladı. Ve siz
-katışıksız siyah olanını öldürmeye bakın- buyurdu." mealindeki hadis-i
şerifte bunu ifade etmektedir. 74 nolu hadis-i şerifin şerhinde de
açıkladığımız gibi, Resulü Zişan Efendimiz gerek cahiliyye toplumunun köpeklere
karşı gösterdiği aşırı ilgi ve gerekse Medine'nin vahyin inmekte olduğu bir şehir
olması itibarıyla önce Medine'nin köpeklerden temizlenmesi için köpeklerin
öldürülmesini emretmiş, sonra kalbine gelen bir ilhamla bundan vazgeçerek
köpekler içerisinde ve insanlara zararı en çok olan, kara köpekleri öldürmeyi
emretmiştir. Çünkü kara köpekler, köpekler içerisinde insanlara zararı en fazla
olan, faydası en az olan ve en çok uyuyan köpeklerdir.[266]
1. Canlılar
içerisinde sebebsiz yere herhangi bir cinsi veya türü imha etmek caiz değildir.
2. Zararsız
bir hayvanı öldürmek haramdır.
3. İnsanlara
zarar veren bir hayvanı öldürmek caizdir.[267]
4. Alacası
olmayan kara köpekleri avcılıkta kullanmak caiz olmadığı gibi, onların avladığı
hayvanların etini yemek de caiz değildir. İmam Ahmed'le İshak ve Şafiî
âlimlerinden bazıları bu görüştedirler. Hanefi âlimleriyle İmam Şafiî ve cumhur
ulemaya göre, diğer köpeklerle avlanmak caiz olduğu gibi siyah köpeklerle
avlanmak da caizdir. Hadis-i Şerifte yasaklanmak istenen siyah köpeklerle
avlanmak değil, onları beslemektir.[268]
2846...
Câbir'den demiştir ki:
Allah'ın Peygamberi
(bize) köpekleri öldürmeyi emret(miş)ti, biz de çölden köpekle gelen bir
kadının yanındaki köpeği bile Öldürüyorduk. Sonra bizi onları öldürmekten
nehyetti ve "siz siyah (köpek)i öldürmeye bakın." Buyurdu.[269]
Bu hadis-i şerifte,
Resulü Ekrem Efendimizin bir süre köpeklerin öldürülmesi için emir verdiği
ifade edilmektedir. Bu gerçeği ifade eden diğer bir hadis-i şerif de şu
mealdedir: "Rasûlullah (s.a) köpeklerin öldürülmesini emr buyurdu ve
köpekler öldürülsün diye Medine civarına haber gönderdi.[270]
Konumuzla alakalı
hadis-i şerifte, Resulü Zişan Efendimizin daha sonra köpek öldürme işini
yasaklayarak sadece siyah köpeklerin öldürülmesiyle yetinilmesini emrettiği
ifade buyurulmaktadır. Çünkü bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız
gibi, siyah köpekler insanlara çok zararlıdırlar.
Bu bakımdan hadis-i
şerif, alacasız siyah köpekleri öldürmenin caiz olduğuna delalet etmektedir.
Âlimler bu hadise bakarak insanlara kararlı olduklarından dolayı siyah
köpeklerin de insanları ısıran diğer köpekler gibi öldürülebileceğinde ittifak
ettiler. Nitekim diğer bir hadis-i şerifte[271]
açıklandığı üzere Hz. Peygamber insanlara zararlı olan diğer hayvanların
öldürülmesine de izin vermiştir.
Biz 74 nolu hadis-i
şerifin şerhinde Resulü Ekrem Efendimizin önceden tüm köpeklerin öldürülmesini
emrettikten sonra, bu emrinden vazgeçip sadece siyah köpeklerin öldürülmesiyle
yetinümesindeki sebeb ve hikmetleri ayrıntılı olarak açıkladığımızdan, burada
tekrara lüzum görmüyoruz.[272]
2847...
Adiyy b. Hâtim'den demiştir ki: Peygamber (s.a.)'e:
Ben (av üzerine)
eğitilmiş köpekler salıyorum. O da bana (avı) tutuveriyor (ben bu avın etini)
yiyebilir miyim? diye sordum da:
" Eğer eğitilmiş
(olan bu) köpekleri gönderirken besmele çekmişsen yakalamış oldukları avları
ye!" buyurdu,
“Eğer (avı)
öldürmüşlerse de mi?" dedim:
"Onlara
kendilerinden olmayan bir köpek katılmamış olmak şartıyla (yakaladıkları avı))
öldürmüş olsalar da" (yiyebilirsin) buyurdu.
"Ben (avlarımı) miraz
ile avlıyorum, (miraz ile avladığım avları da) yiyebilir miyim?" dedim.
"Eğer mirazı
besmele ile atmışsan ve (bu miraz hayvana) isabet edip (onun vücudunu) delmişse
(etini) ye, (fakat hayvana sivri uçlarından biriyle değil de) iki ucu arasında
kalan (kısmıy)la isabet etmişse yeme!" buyurdu.[273]
1. Hadis-i
şerif, av üzerine besmele ile
gönderilen eğitilmiş köpeklerin yakalamış oldukları avın, -onu öldürmüş bile olsalar-
helal olduğunu ifade etmektedir. Ancak av üzerine gönderilirken aralarına
eğitilmemiş olan yahut eğitilmiş bile olsa- kestiği yenmeyen bir kimse
tarafından gönderilmiş olan bir köpeğin karışmamış olması gerekir.
Bu şartlara uygun
olarak av üzerine gönderilen eğitimli bir köpek; yakalamış olduğu avı öldürmüş
bile olsa o avın eti helaldir.
Avcı, henüz av ölmeden
yetişecek olursa, kesmesi gerekir. Eğer avı canlı olarak bile geçirdiği halde
kesmez de köpekten aldığı yarayla ölmesini beklerse, o avın etini yemek helal
olmaz. Avcının bu şekilde ele geçirmiş olduğu avı kesmeyi, elinde olmayan bir
sebepten dolayı terketmiş de olsa, yine o avın eti yenmez. Fakat avın yanına
varmadan önce köpek onu öldürmüşse, avın eti helaldir. Çünkü "köpeğin avı
yakalaması hayvanı kesmek yerine geçer.[274]
Eğitilmiş olan bir
köpeğin tuttuğu bir avın etinin helal olabilmesi için buraya kadar özetle
zikretmiş olduğumuz şartlardan başka, bir de köpeğin yakalamış olduğu avın bir
parçasını yememiş olması şartı vardır. Çünkü hayvan o avdan yiyecek olursa onu
kendisi için yakalamış sayılır."[275]
Esasen köpeğin
eğitilmiş olması şartının aranması zımnen yakaladığı avı yememesi şartının
aranması demektir. Çünkü bir köpeğin eğitilmiş sayıla-bilmesi için onda şu üç
şartın bulunması gerekir:
a. Ava salınca
avın üzerine gitmesi,
b. Av
üzerine gönderdikten sonra, kendisinden geri dönmesi istendiğinde, bu isteğe
uyarak av üzerine gitmekten vazgeçmesi,
c.
Yakaladığı avı yemez olması
2. Mevzumuzu
teşkil eden bu hadis-i şerifte üzerinde durduğumuz ikinci bir mesele de uçları
sivri ortası kalın olan miraz denilen sopaların fırlatılarak kalın kısımların
İsabet etmesiyle öldürülen avların etlerinin yenip yenmemesi meselesidir.
Hadis-i şerifte bu sopaların orta kısımlarının çarpmasıyla ölen bir av
hayvanının etinin yenmeyeceği, fakat sivri uçlarının saplanıp yaralaması
neticesinde ölen avların etlerinin helal olduğu ifade buyurul-maktadır. Çünkü
bu sopaların kalın kısmıyla vurulmuş olanlar, aldıkları isabet sebebiyle
yaralanmış bile olsalar yine de yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'inde "...
vurul(arak öldürül)müş ... olan hayvanlar .... size haram kılındı"[276] buyurarak
etlerini haram kıldığı mevkuze denilen hayvanlar hükmüne girerler.
Av üzerine gönderilen
bir hayvanda gerekli olan bu şartlar yanında avcıda bulunması gereken şartlar
da vardır.
Bu şartlar: Kurban
kesecek olan kimsede aranan akil olmak, müslüman ya da kitabî olmak, atışını av
kasdıyla yapmış olmaktır. Binaenaleyh atışını av kasdı olmaksızın sadece atış
talimi amacıyla veya gayesiz olarak yapan bir kimsenin vurmuş olduğu avın eti
haramdır.[277]
1. Köpeklere
avcılık öğretmek caizdir. Köpeğin avcılığı öğrenmiş olduğu onu öğreten kimsenin
yahut da bu hususta tecrübesi olan bir kimsenin kanaatiyle anlaşılır.
Bazılarına göre, köpeğin eğitilmiş olması, avını üstüste üç defa yememesiyle
anlaşılamaz. Çünkü dinî meselelerde şart olarak aranan sayılar kişiler
tarafından ictihad yoluyla değil, naslarla belirlenir. İmam Ebû Hanife ile
İmam Malik ve Şafiî âlimleri bu görüştedirler.
İmam Ebû Yusuf ile İmam
Muhammed ve İmam Ahmed'e göre, avcı hayvanın eğiümliliği, köpek ve arslan gibi
yırtıcı dişleri olan hayvanlarda yakaladığı hayvanlardan üstüste üç defa
yemeyi terketmesiyle anlaşılır.
Doğan, şahin, kartal
gibi parçalayıcı pençeleri olan kuşların eğitilmiş olduğunu bu hayvanların av
üzerine gönderildikten sonra çağırıhnca geri dönmeleriyle anlaşılır.Nitekim
İmam Ebû Yusuf'un İbn Abbas(r.a)'den tahriç ettiği bir hadis-i şerif[278] te
bunu ifade etmektedir.
Fıkıh âlimlerinin
ekserisine göre; öğretilmiş olan yırtıcı hayvanlardan avım dişleriyle veya
pençeleri ile parçalayanların tümü de "... Allah'ın size öğrettiğinden
öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yeyin ve
üzerine Allah'ın adını anın..."[279]
âyetinin kapsamı içine girmektedir. Çünkü ayette geçen el cevârihi'l
mükellebine" tabiri "av üzerine gönderilen" hayvanlar anlamına
gelir.
İbn Ömer ile-Mücâhid'e
göre; âyet-i kerimede geçen "el mükellebine" kelimesi, sadece
Öğretilmiş köpeklere şamil olduğundan, doğan ve şahin gibi yırtıcı kuşlarla
avcılık yapmayı-hoş karşılamamışlardır.
Hasan-ı Basrî ile
En-Nehâî, Katâde, İmam Ahmed ve İshâk ise, alaca-sız siyah köpeğin dışında,
sözü geçen hayvanların tümüyle avcılık yapmanın caiz olduğunu söylemişlerdir.
2. Köpeğin yakalayarak
öldürdüğü bir avın, etinin yenebilmesi için avcının köpeğini avın üzerine
bilerek göndermiş olması şarttır. Dolayısıyla kendiliğinden avın üzerine giden
bir hayvanın yakalayıp Öldürdüğü bir avın eti helal değildir. Hanefi
âlimleriyle îmam Malik, Şafiî, Ahmed ve Ebû Sevr bu görüştedirler. Ata ile
el-Evzâî'ye göre; bir köpeğin yakalayarak öldürdüğü avın etinin helal
olabilmesi için, avcının o köpeği evinden çıkarırken av avlamak niyetiyle
çıkarmış olması yeterlidir. Binaenaleyh evden av niyetiyle çıkardığı halde av
niyeti olmaksızın salıverilen bir köpeğin yakalayarak öldürmüş olduğu bir av
da helaldir.
İshak'a göre, av
niyeti olmaksızın bırakılıveren fakat bırakılması esnasında besmele çekilen
bir köpeğin yakalayarak öldürdüğü bir avın eti helaldir. Mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerifte geçen "izâ erselte" tabiri köpeğin av üzerine mutlaka
av kastıyla gönderilmiş olmasını gerekli kılar. Çünkü "İzâ” kelimesi
neticesinin tahakkukunun kendi şartının vukubuna bağlı olduğunu ifâde eder.
3. Hayvanın
av üzerine gönderilmesi, avı kesmek hükmünde olduğundan hayvanı av üzerine
gönderirken besmele çekmek, kurban keserken besmele çekmek gibidir.
Metinde geçen "ve
zekerte ismellâhi" cümlesinin "izâ erselte'l kitabe mailem ete"
cümlesi üzerine atfedilmesiyle de bunu ifade eder. Bu itibarla kurban kesmede
besmelenin kurban kesilmeden önce çekilmesi gerektiği gibi, köpekle avcılık
yapma meselesinde de köpek av üzerine gönderilmeden önce besmele çekilmesi
gerekir. Nitekim bu mevzuyu (2829) numaralı hadisin şerhinde etraflıca
açıklamıştık.
4. Köpeğin
yakalayıp da bir kısmını yediği avın eti helal değildir.
5. Eğitilmiş
köpeklerle, eğitilmemiş, ya da kurban kesmeye ehil olmayan bir kimsenin
salıverdiği köpekler tarafından yakalanıp öldürülen fakat hangi köpek
tarafından yakalanıp öldürüldüğü bilinmeyen bir avın eti helal değildir. Ancak
bu av son nefesinde canlı olarak ele geçer de usulüne göre kesilebilirse o
zaman helal olur. Âlimler bu mevzuda ittifak etmişlerdir.
6. Okla av
avlamak caizdir.
7. Besmele
çekilerek atılan bir okun sivri ucuyla yaralanıp ölen bir avın eti helaldir.
Bunda âlimler ittifak etmişlerdir. Çünkü Cenab-ı Hak Kur'an-ı Keriminde
"ihramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz.”[280]
buyurmuştur. "Besmele çekerek yayınla avladığın hayvanın etini yiyebilirsin.”[281]
mealindeki hadisle daha önce tercümesini sunduğumuz 1852 numaralı hadis-i
şerif de buna delalet etmektedir.
Kurban kesiminde
besmelenin bıçağı çalmadan çekilmiş olması şartı arandığı gibi, avcılıkta da
besmelenin oku ya da kurşunu atmadan önce çekilmiş olması şartı aranır.
Ayrıca oku atan
kimsenin, atış eğitimi yapmak için değil av avlamak için atmış olması şarttır.
Fakat avlamak niyetiyle attığı bir okun hedef aldığı hayvandan başka bir
hayvana isabet etse o hayvanın eti helaldir.
Kurt gibi yırtıcı
hayvanların av hayvanlarını yaralamaları o hayvanı okla vurma yerine geçer.
İmam Ahmed'le es-Sevri, Katâde, Ebû Hanife ve İmam Şafiî bu görüştedirler.[282]
2848... Adiyy
b. Hatim'den demiştir ki:
Peygamber (s.a)'e biz
şu köpeklerle avcılık yapıyoruz, (bu hususta ne buyurursunuz?), diye sordum.
Bana:
"Eğer (avın
üzerine) eğitilmiş köpeklerini gönderiyorsan ve (onları gönderirken)
üzerlerine besmele çekiyorsan, sana yakaladıkları avlardan yiyebilirsin,
isterse (avı yakalayan köpek onu) öldürmüş olsun, fakat köpek (yakaladığı
hayvanın bir kısmım) yerse, o başka. Eğer köpek (avın bir tarafını) yemişse
sen (onu) yeme. Çünkü (köpeğin) onu kendisi için yakalamış olmasından
korkarım." cevabını verdi.[283]
Bu hadis-i şerifte, av
üzerine besmeleyle gönderilen bir köpeğin yakalamış olduğu avın etinin helal
olabilmesi için köpeğin yakaladığı hayvanın etinden yememiş olması şarttır.
Eğer yakaladığı avın bir kısmını yemişse, bir önceki hadisin şerhinde de
açıkladığımız gibi, o hayvanın eti yenmez. Nitekim yüce Allah Kur'an-ı
keriminde ".... Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz
avcı hayvanların, sizin için tuttuklarını yeyin..."[284]
buyurarak bu hükmü açıkça beyan etmiştir. Ancak âyet-i kerimeden de anlaşıldığı
üzere avcı hayvanın yakaladığı avı yemeden sahibine getirebilmesi o hayvanının
eğitilmiş olmasıyla mümkündür.
Eğer hayvan, avının
bir kısmını yiyecek olursa, bu avı kendisi için mi, yoksa sahibi için mi?
tuttuğu anlaşılmayacağından, o avın etini yemek haram olur. Çünkü köpek
tarafından avlanan avın helal olması için gerekli olan avın avcı hayvanın
sahibi için tutulmuş olması şartı ile köpeğin eğitilmiş olması şartı
bulunmamıştır.
îbn Abbas bu gerçeği
şöyle ifade ediyor: *'Köpeğin (avını) yemesi avı ifsad eder. Çünkü bu durumda o
avını kendisi için tutmuş demektir. Yüce Allah bu hususta "Allah'ın size
öğrettiğinden öğreterek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını
yeyin..."[285]
buyurmaktadır. Öyleyse siz (avını yiyen bir hayvanı bu âdetini) bırakıncaya
kadar döğersiniz ve (yakaladığı avı yemeden sahibine getirmesini)
öğretirsiniz."[286]
1. Av
üzerine gönderilen bir köpeğin yakalayıp da bir kısmını yedıgı avın etini yemek
haramdır.
Tavus ile eş-Şa'bî,
İbrahim en Nehâî, İkrime, Said b. Cübeyr, Hanefi âlimleri, Dahhak ve Katade bu
görüştedirler. İmam Şafiî ile İmam Ahmed'-in bu mevzudaki görüşlerinden tercih
edileni de budur.
İmam Mâlik'e göre,
köpeğin yakalamış olduğu avın bir kısmını yemiş olması, bu avın etinin helal
olmasına mani değildir. Yeter ki köpek av üzerine besmeleyle gönderilmiş
olsun. Çünkü köpek onu çok acıkmış olduğundan yahut ta ava olan hırsından
dolayı yemiş olabilir.
İmam Malik'in bu
husustaki delili ".... yetiştirdiğiniz avcı hayvanların, sizin için
tuttuklarını yeyin ..." âyet-i kerimesiyle 2852 numaralı hadis-i şeriftir.
Sad b. Ebi Vakkâs ile
İbn Ömer ve Selman-i Farisî (r.a) de bu görüştedirler. İmam Şafiî'nin eski
görüşü bu olduğu gibi bu görüş İmam Ahmed'-den de rivayet edilmiştir.
Her ne kadar bazıları
İmam Malik'in görüşünün delilini teşkil eden 2852 numaralı Ebû^Sa'lebe hadisini
cevaza, bu avın haram olduğunu ifâde eden ve mevzumuzu teşkil eden hadisi de
kerahet-i tenzihiyyeye hamledip bu iki görüşün arasını uzlaştırarak "bir
köpeğin yakaladıktan sonra bir kısmını yemiş olduğu avın etini yemek tenzîhen
mekruhtur." demişlerse de cumhur ulema bu avı yemenin kesinlikle haram
olduğunu söyleyerek, diğer görüşlerin tümünü reddetmiş ve kuvvetli delillerle
görüşünün doğruluğunu isbatlamışlardı. Bu hususta cumhurun görüşüyle amel etmek
tercihe şayan görülmüştür.[287]
2849...
Adiyy b. Hâtim'den demiştir ki: Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem (şöyle)
buyurmuştur: “Besmele çekerek okunu atıp da ertesi gün bulduğun avını (bir) su
içerisinde bulmuş olmaman ve üzerinde senin okundan başka bir (okun) tesiri
olmaması şartıyla yiyebilirsin. Senin (av üzerine göndermiş olduğun eğitimli)
köpeklerine başka köpek karışacak olursa, (onların yakaladığı avı) yeme.
Bilemezsin belki de onu (senin gönderdiğin) köpeklerden olmayan (bir köpek) öldürmüştür.[288]
Hadis-i şerif, okla
vurulan bir hayvanın, herhangi bir şekil-de gözden kaybolup ertesi gün ölü
olarak bulunması hâlinde, bir su içerisinde bulunmuş olmaması ve üzerinde onu
yaralayan avcının okundan başka bir ok yarası olmamak şartıyla,
yenilebileceğini ifâde etmektedir. İmam Malik ile İmam Şafiî'nin bu mevzu da
ki görüşlerinden birincisi de budur. Sözü geçen mezheb imamlarının en sahih
olan görüşlerine göre; vurulduktan sonra gözden kaybolup ertesi gün ölü olarak
bulunan bir avın eti, mutlak surette haramdır.
Diğer görüşlerine
göre; avlandıktan bir gün sonra ele geçirilebilen bir av, eğer köpekle
avlanmışsa eti haramdır. Fakat okla avlanmışsa helaldir.
Bu üç görüş içerisinde
en doğru olan birinci görüştür. Çünkü bu mevzuda gelen sağlam hadislere
uygundur. Bu hadislere aykırı olan hadisler ise zayıftır. Bu bakımdan âlimler,
sözü geçen zayıf hadislerin hükmünü kerahet-i tenzihiyye, mevzumuzu teşkil eden
hadisin ve benzerlerinin hükmünü de cevaza hamletmişlerdir.[289]
Ahmed b. Hanbel'in meşhur
olan görüşüne göre; vurulduktan bir gün sonra bulunan ve hadis-i şerifte
belirtilen iki şartı haiz olan bir avın eti helaldir. Delili konumuzu teşkil
eden hadis-i şerifle 2857 ve 2861 numaralı hadisi şeriflerdir.
Hanefi âlimlerine
göre; vurulduktan sonra gözden kaybolup daha sonra ölü olarak bulunan bir avın
helal olabilmesi için, şu üç şartın bulunması gerekir:
a. Hayvanın
suya düşmemiş olarak bulunması,
b. Üzerinde
başka bir avcıya ait bir ok izi bulunmaması,
c. Onu vuran
avcının, zaruretsiz olarak onu aramaya ara vermiş olmaması.
Binaenaleyh vurduğu
avın aldığı yara sebebiyle zorlukla uçtuğunu veya kaçtığını gören bir avcının
onu aralıksız olarak takip edib bulması gerekir. Eğer zaruretsiz olarak aramaya
ara verecek olursa, o zaman bu avın etini yemek helal olmaz. Çünkü Peygamber
Efendimiz, vurulduktan sonra gözden kaybolan ve bir süre sonra ölü olarak
bulunan bir av hakkında "belki de onu yeryüzünün yırtıcı hayvanları
öldürmüştür." buyurmuştur.[290]
Hz. Aişe'nin Resûl-ü
Ekrem Efendimizden rivayet ettiği bir hadis de şu mealdedir: Bir adam
avladıktan bir gün sonra ölü olarak bulduğu bir geyiği Peygamber (s.a)'e
getirdi de:
Ey Allah'ın Resulü dün
kendisine attığım oku bu gün üzerinde (buldum ve oku) tanıdım, (bu hususta ne
buyurursunuz?) dedi.
Resulü Ekrem de:
"Eğer onu kendi
okunun öldürdüğünü kesinlikle bile bilseydim, yerdim, fakat (bunu) bilemem
(Çünkü) yeryüzünün yırtıcı hayvanları çoktur." Buyurdu.[291]
Yukarıda da ifade
ettiğimiz gibi, bu avın helal olmasının bir şartı da, avcının onu yemek yemek, susuzluğunu
gidermek için su içmek, farz namazları kılmak ve kazay-ı hacet etmek gibi
zaruri ihtiyaçlarının dışında aralıksız olarak gün boyu araması gerekir. Eğer
bu şekilde aradıktan sonra onu ölü olarak bulur ve kendi okundan aldığı yarayla
öldüğünü kesinlikle bilecek olursa eti helaldir.
İmam Şafiî ile Dâvud-u
Zahirî'ye göre; oku atıp da avını vurduktan sonra kaybeden kimse, bu avı bir
süre sonra bulacak olursa onun etini yemek haramdır. Çünkü onu başka birinin
öldürmüş olması mümkündür. Delilleri ise Resulü Ekrem efendimizin kendisine bu
şekilde getirilen bir avı yemekten kaçındığını ifade eden hadis-i şeriftir.[292]
2850...
Adiyy b. Hâtim'den bildirdiğine göre: Peygamber (s.a) "avladığın hayvan
bir su içerisine batarak ölmüşse (onu) yeme." buyurmuştur.[293]
Bir önceki hadis-i
şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, şer'î usullere uygun olarak avlandıktan
sonra gözden kaybolan ve bir süre sonra da ölü olarak bulunan bir hayvanın
etinin yenebilmesi için avın üzerinde başka bir avcının okunun izleri bulunmaması
gerektiği gibi, vfcir su içerisinde boğulmuş halde bulunmaması da gerekir.
Çünkü bu avın üzerinde bulunan okun kestiği kurban ve avladığı av yenmeyen
dinsiz bir avcıya ait bir ok olabileceği ihtimali bulunduğu gibi, suya batmış
bir halde ölü olarak bulunan avın da avcının okuyla değil de içine düştüğü
suda boğulduğu için Ölmüş olması ihtimali vardır.
Bu bakımdan
vurulduktan sonra gözden kaybolup daha sonra suya batmış bir halde ölü olarak
bulunan bir avın etini yemek caiz değildir, haramdır.[294]
2851... Adiyy
b. Hâtim'den demiştir ki:
Peygamber (s.a):
"Eğittikten sonra
besmele çekerek (av üzerine) gönderdiğin bir köpek ya da bir şahinin senin için
yakaladığı avı yiyebilirsin” buyurdu.Ben de:
(Avı) öldürmüşse de
mi? diye sordum.
" Eğer onu
öldürmüş de onun hiç bir tarafını yememişse onu ancak senin için yakalamış
demektir." buyurdu.
Ebû Dâvud der ki:
Şahin (yakalamış olduğu avın bir tarafını) ye-misse bunda bir sakınca yoktur,
(fakat) köpek (yaladığı avın bir tarafım) yemişse (o avın etini yemek) mekruh
olur. Fakat kanını içmişse bunda bir sakınca yoktur.[295]
Bilindiği gibi Cumhur
ulemaya göre, avını dişleriyle yakala-yan hayvanların, yakalayınca bir tarafını
yemiş oldukları avın eti yenmezse de avını pençeleriyle yakalayan doğan ve
şahin gibi kuşları yakalayınca bir tarafını yemiş oldukları avın etini yemekte
hiç bir sakınca yoktur. Çünkü 2847 numaralı hadisin şerhinde zikrettiğimiz
gibi, "bir köpeğin eğitimli sayılması için, gerekli olan üç şart"
avcı kuşlar için gerekli değildir. Bu bakımdan avcı kuşların eğitilmiş
sayılabilmesi için, köpekte aranan yakaladığı avın bir tarafını yememe şartı
aranmaz. Bu kuşların çağırılınca geri gelmeleri eğitimli sayılmaları için
yeterlidir. Nitekim İbn Abbas (r.a) "Eğitimli bir köpeğin senin için yakalamış
olduğu bir avı kendisi onun bir tarafını yememiş olması şartıyla yiyebilirsin.
Fakat bir şahinin, senin için yakalamış olduğu bir avı, kendisi onun bir
tarafını yemiş bile olsa yine de yiyebilirsin. Çünkü şahinin eğitilmiş
sayılması için çağırılınca geri gelmesi yeterlidir. Zira köpeği döğüp de ona
yakaladığı hayvanı yememeyi Öğrettiğin gibi, bunu döverek yakaladığı avı
yemeyi terketmeyi öğretemezsin."[296]
buyurmuştur.
İşte bu inceliği
belirtmek için musannif Ebû Dâvud, hadisin sonuna bir metin ilave ederek,
şahinin yakaladığı avdan yemesinde bir sakınca bulunmadığını, köpeğin
yakalayıp da bir tarafını yediği avın etini yemesinin tah-rimen mekruh olduğunu
ve köpeğin yakaladığı avın kanını içmesinin de avın etine bir zarar
vermeyeceğini ifade etmiştir.
Gerçekten bir köpeğin
veya avını dişleriyle parçalayan köpek konumunda olan bir av hayvanının,
yakaladığı avın etini yemeyip de sadece kanını içmesi o köpeğin çok iyi
eğitilmiş olduğunu gösterir.[297]
Hadisin zahirine göre
yakalayınca bir kısmını yiyerek bıraktığı avın yenmeyeceği hususunda avını
köpek dişleriyle parçalayan köpek gibi hayvanlarla avını pençesiyle parçalayan
şahin gibi kuşlar arasında bir fark yoktur. îmam Şafiî de bu hadis-i şerifin
zahirine dayanarak bu hususta benzeri hayvanlarla, şahin ve benzeri kuşlar arasında
bir fark olmadığını söylemiştir.
Hanefi âlimleriyle
İmam Sevri, en-Nehaî, Hammâd ve Ahmed b. Han-bel'e göre; 2847 numaralı hadisin
şerhinde zikrettiğimiz köpeğin eğitilmiş sa-yılabilmesiiçin, gerekli olan üç
şart kuşlarda sadece salıverince avın üzerine gitmesi, çağırınca geri gelmesi
şartının bulunması yeterlidir. Üçüncü şart olan yakaladığı avın bir tarafım
yememe, kuşlarda aranmaz. Binaenaleyh bu iki şartı taşıyan bir kuş eğitilmiş
sayılacağından bu kuş yakaladığı avın bir tarafını yemiş bile olsa, o avın eti
helaldir.
Bu ikinci görüşü
benimseyen âlimlere göre; konumuzla ilgili hadis-i şerif, senedinde Mücâhid
bulunduğu için zayıftır. Ve dolayısıyle delil olma. niteliğinden uzaktır.
Ayrıca kuşlarla köpekler arasında büyük bir fark olduğundan, bunları
biribirleriyle mukayese etmek doğru değildir.[298]
2852... Ebu
Sa'lebe'tü'l Huşenî'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a) köpeğin avladığı av
hakkında (şöyle) buyurdu: "Köpeğini (avın üzerine) besmele çekerek
göndermişsen (onun yakaladığı avı) yiyebilirsin. İsterse o avın bir
tarafını yemiş olsun.
Kendi ellerinle avladığını da ye!"[299]
Görüldüğü gibi bu
hadis-i şerif, köpeğin yakalayıp da bir kısmim yediği avın" etini yemeyi
yasaklayan 2848 numaralı hadis-şerife zahiren aykırı düşmektedir. Sözü geçen
hadis-i şeriflerin şerhinde de
açıkladığınız gibi,
âlimler konumuzla ilgili hadisin hükmünü cevaza sözü geçen 2848 numaralı
hadisin hükmünü de, keraheti tenzihiyyeye hamlederek iki hadisin arasını teiif
etmişlerdir. Bazıları da sıhhatine ve kuvvetine binaen 2848 numaralı hadisin
hükmüyle amel etmeyi mevzumuzu teşkil eden hadisle amel etmeye tercih
etmişlerdir. Şafiî âlimlerinden İmam Nevevî de sözü geçen hadisi, söz konusu
hadise tercih edenlerdendir.[300]
1. Avcının
av üzerine avcı bir hayvan gönderirken ya da ok atarken besmele çekmesi
gerekir. Besmele çekmenin hükmünü ve fıkıh âlimlerinin bu husustaki
görüşlerini 2829 nolu hadisin şerhinde açıklamıştık.
2. Köpeğin
yakalayıp bir kısmını yediği avın eti helaldir. İmam Malik'-in görüşü de budur.
Bu görüş, İmam Şafiî'den de rivayet edilmiştir. Delilleri ise mevzumuzu teşkil
eden bu hadis-i şeriftir.
Cumhur ulema ise 2848
numaralı hadis-i şerife dayanarak bu avın etinin haram olduğunu
söylemişlerdir. Cumhur ulemaya göre, konumuzla ilgili hadis şu iki sebepten
dolayı zayıftır:
a. Senedinde
hakkında bir çok tenkitler yapılmış olan Davud b. Amr vardır.
b. Ahmet
b.Hanbel (r.a) bu hadis-i şerifi çeşitli yollardan rivayet ettiği halde bu
rivayetlerin hiç birinide bu hadiste geçen "isterse onun bir tarafını
yemiş olsun?" anlamındaki cümle yoktur.
3. kişinin vasıtasız olarak avladığı av
helâldir.[301]
2853... Adiyy
b. Hâtim'den (rivayet olunduğuna göre) kendisi (Hz. Peygamber'e):
Ey Allah'ın Resulü, birimiz ava (bir ok)
atıyor ve onun izini iki ya da üç gün takib ediyor, sonra onu üzerinde okuyla
birlikte ölü olarak buluyor. (O kimse bu avın etini) yiyebilir mi?" diye
sormuş, (Resulü Ekrem Efendimiz)
"İsterse
evet" cevabım vermiş, Yahutta "isterse yiyebilir" buyurmuştur.[302]
2849
numaralı hadiste, vurulduktan sonra gözden kaybolupda bir sure sonra bulunan
bir avı yemenin caiz olduğu mutlak bir surette ifade edildiği halde, burada bu
cevaz kişinin isteğine bağlanmış olması, bu avın etini yemenin helal olup
olmadığı hususunda bir şübhenin bulunduğuna dikkati çekmek içindir. Çünkü
vurulduktan sonra gözden kaybolup, daha sonra ölü olarak bulunan bir avın, ava
ehil olmayan dinsiz veya mecnun bir kimse tarafından vurularak ya da bir yere
çarparak ölmüş olması ihtimali vardır. Bilindiği gibi bu şekilde ölen bir avın
eti helâl değildir. Biz bu meseleyi sözü geçen hadisin şerhinde açıklamıştık.[303]
1. Avcının
vurduktan sonra kaybettiği daha sonra da olu olarak bulduğu bir avın helal
olabilmesi için 2849 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, bu avın
peşini aralıksız olarak takibetmesi gerekir. Eğer yemek, içmek, abdest bozmak
gibi zaruri bir ihtiyaç yokken aramasına biraz ara verecek olursa, bu avın eti
yenmez. Çünkü bu avın geçen süre içerisinde avcının kendisine attığı okla değil
de başka bir sebeple ölmüş olması ihtimali vardır. Belki de avcı onu aralıksız
izlemiş olsaydı diri olarak ele geçirecek ve usulüne uygun olarak kesecekti.
2. İmam
Malik'e göre, bu hadis bir avcının attığı bir okun saplanmış olduğu ava sahip
olduğuna ve üzerinde bir ok sapı olan avı bulan kimsenin bu avı yitik bulmuş
gibi lukata (buluntu mal) usullerine göre ilan edip sahibini araması
gerektiğine delalet etmektedir. Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre;
vurulduktan sonra kaybolup bir süre sonra ölü olarak bulunan bir avın nasıl
aranacağı hususunda âlimler arasında ihtilaf vardır.
İmamü'l Haremeyn'e
göre; bu avı normal bir yürüyüş hızından daha hızlı bir yürüyüşle aramak
gerekirse de kuvvetli olan görüşe göre, bu arayışın muteber sayılabilmesi için
normal bir yürüyüş hızıyla aranması yeterlidir.[304]
2854... Adiyy
b. Hatim demiştir ki:
Ben Peygamber (s.a)'e
mi'raz (ile av avlamayı) sordum da: “Eğer" (ava) sivri ucuyla değ m işse (o
avı) yiyebilirsin (fakat) sivri uçları arasında kalan kısmıyla değmişse o zaman
(onu) yeme. Çünkü o vâkizdir" cevabını verdi.(Av üzerine) "köpeğimi
gönderiyorum" dedim.
"Besmeleyle
gönderdiğinde (o köpeğin yakaladığı avı) yiyebilirsin, yoksa yiyemezsin. Eğer
(köpek yakaladığı) avdan yemişse (o avı da) yiyemezsin. Çünkü onu sadece
kendisi için yakalamış (demek)tir.
(Bu hadisi Aliyy b.
Hâtim'den rivayet eden Şa'bî, rivayetine şöyle devam etti:) Daha sonra Adiyy
Hz. Peygambere:
"Ben köpeğimi
(avın) üzerine gönderiyorum (avın yanına vardığım zaman) avın üzerine (onunla
birlikte) bir başka köpek (daha buluyorum" demiş.
(Hz. Peygamber de o
avın etini): "Yeme, Çünkü sen ancak kendi köpeğin üzerine besmele
çektin." buyurmuştur.[305]
Mi'raz; ağaçtan yapılmış
uçları sivri ortası kalın sopa demek-tir. Vakiz; taş değnek gibi bir cisimle
vurularak öldürülen hayvan demektir. Yüce Allah Mâide sûresinin üçüncü
âyetinde bu şekilde öldürülmüş olan bir hayvanın etini yemeyi yasaklamıştır.
Bu hadis-i şerîfle
ilgili ayrıntılı açıklama 2847 numaralı hadisin şerhinde geçtiğinden burada
tekrara lüzum görmüyoruz.[306]
2855... Ebu
İdris el Havlanî Aizullah demiştir ki;
Ben Rabia bnt Yezid
ed-Dimişkî'yi (şöyle) derken işittim:
"(Ben Rasûlullah
sallallahü aleyhi veselleme)'e:
Ey Allah'ın Rasûlü
eğitilmiş olan köpeğimi, eğitilmemiş olan köpeğimle birlikte (av üzerine)
salıyorum" (bunların beraberce yakalamış oldukları avın etini yiyebilir
miyim?) diye sordum da Rasûlullah (s.a) efendimiz:
"Eğitilmiş
köpeğinle avladığın av (üzerine köpeği gönderirken) besmele çek ve (o avı) ye,
eğitilmemiş olan köpeğinle avladığın ve (diri iken) kesmeye yetiştiğin avı da
yiyebilirsin" cevabını verdi.[307]
Hadis-i şerifte av
üzerine besmeleyle gönderilen eğitilmiş kö-peklerin yakaladıkları avların ele
ölü olarak geçseler bile yenebilecekleri, fakat eğitilmemiş köpeklerin
yakaladıkları avların ölü olarak ele geçmeleri halinde yenmelerinin haram
olduğu ifâde edilmektedir.
Mezheb imamlarının
tümü bu hadisle ... Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı
hayvanların sizin için tuttuklarını yeyin ve üzerine Allah'ın ismini
anın."[308] âyet-i kerimesine
dayanarak eğitilmiş köpeklerin yakaladıkları avın diri iken yetişilemese bile
yenebileceğine, eğitilmemiş avcı bir hayvanın avladığı avın yenebilmesi için
ona diri iken yetişip ve kesmek gerektiğine ittifakla hükmetmişlerdir.[309]
2856... Ebu
Sa'lebe el-Huşenî demiştir ki: Rasûlullah (s.a) bana:
"Ey Ebû Sa'lebe!
Kendi yayınla ve köpeğinle avladığın avı yiyebilirsin" buyurdu. (Bu cümleyi
Muhammed b. Harb'den, Musannif Ebû Davud'a nakleden Muhammed b. el Musaffa'dır.
İbn el Musaffa bu cümleyi musannif Ebû Davud'a bir de Bakıyye'den naklen rivayet
etmiştir. Bu ikinci rivayetin senet zinciri içerisinde Ebû Sa'lebe de vardır.
Bu ikinci yolla gelen rivayette İbn Musaffa (Hz. Peygamber'-in bu cümlenin
sonunda "Eğitilmiş (olan köpeğinle) ve (yahutta) kendi elinle avladığın
avı (canlı olarak ele geçirmişsen) keserek (ye) ve eğer ölü olarak ele
geçirmişsen) kesmeden yiyebilirsin" (dediğini de) ilâve etti.[310]
Musannif Ebû Davud'un
şeyhi Muhammed b. el Musaffa'nın iki ayrı yoldan rivayet ettiği bu hadisin
kısımlarını birleştirecek olursak, hadisin tamamının şöyle olması gerekir:
"Ey Ebû Sa'lebe yayınla ve (yahutta) öğretilmiş köpeğinle avladığın avı
(canlı olarak ele geçirmişsen keserek ye (ölü olarak ele geçirmişsen) kesmeden
yiyebilirsin."
Metinde geçen
"zekiyyen" kelimesini hadis sarihleri "kesilmiş olarak"
şeklinde, "gayra zekiyyin" kelimesini de "kesilmemiş"
şeklinde tefsir etmişlerdir.
Ancak Hattâbî;
"zekiyyen" kelimesini "köpek gibi avını ön dişleriyle parçalayan
hayvanların dişleriyle, şahin gibi kuşların da pençeleriyle kanı akıtılan"
şeklinde "gayra zekiyyin" kelimesini de sözü geçen hayvanlar tarafından
yakalandığı halde kanları akıtılmayan" şeklinde tefsir etmiştir.
Hadis-i şerif köpek,
kaplan, pars gibi yırtıcı hayvanlarla olduğu gibi avını pençeleriyle yakalayan
kuşlarla ve ok, yay, mızrak ve bıçak gibi kesici aletlerle de avcılık yapmanın
caiz olduğuna delâlet etmektedir.
Hanefî âlimlerinden
gelen kuvvetli rivayete göre, bu yollardan biriyle avlanıp ta ölü olarak ele
geçen bir avın etinin helal olabilmesi için, hayvanın herhangi bir yerinden
yaralanmış olması gerekir. İmam Malik ile İmam Ah-med ve Şafiî âlimlerinden
Müzem de bu görüştedirler. İmam Şafiî ise boğularak kanı akmadan ezilerek ölen
bir avın haram olduğu görüşündedir. Çünkü ".... Allah'ın size
öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanlar...”[311]
âyet-i kerimesindeki
"el cevarih" kelimesinde "avını yaralayarak yakalayan
hayvanlar" manası vardır.
İmam Ebû Yusuf'a ve
tmam Şafiî'den en sahih rivayete göre; adı geçen yollardan biriyle avlanıp da
ölü olarak ele geçen avın, helal olabilmesi için, avın yara almış olması şart
değildir. Çünkü Mâide sûresinde geçen "el cevârih" kelimesinin esas
manası “el kâsib" yani "yakalayıp ele geçiren" anlamı vardır.
İmam Ebû Hanife
(r.a)'ye göre; sözü geom yollardan biriyle avlanıp da ölü olarak ele geçen bir
hayvanın etinin helal olabilmesi için, organlarından birinin kırılmış olması
da yeterlidir. Zira bu gizli bir yara mesabesindedir. Fakat fetva bu avın
etinin helal olmayacağı noktasındadır. Bu mevzuya merhum M. Zihni efendiden
nakledeceğimiz satırlarla son veriyoruz: "Av köpeğinin yediği av helal
değildir. Bunun gibi yaralamayarak boğduğu ve çarpıp veya belini kırıp
öldürdüğü av da helal olmaz."[312]
2857... Amr
b. Şuayb'ın dedesinden (rivayet olunduğuna göre) Ebû Sa'lebe denilen bir arap
(Hz. Peygamber'in huzuruna gelerek...)
Ey Allah'ın Rasûlü!
Benim eğitilmiş bir köpeğin var, bunun avladığı av hakkında bana fetva ver(ir
misin?) demiş.Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem de:
"Eğer senin
eğitilmiş köpeklerin varsa onların senin için yakaladıkları avı
yiyebilirsin." buyurmuş (bunun üzerine adam):
(Bu avı diri olarak
ele geçirince) keserek, yahut da (ölü olarak ele geçirince) kesilmeden
yiyebilir miyim? demiş (Hz. Peygamber de:)
Evet, cevabını vermiş. (Sonra adam):
Köpek o avın bir
tarafını yese de mi? demiş. (Resulü Ekrem Efendimiz de:)
Evet, o avın bir
tarafım yemiş olsa da, (yiyebilirsin), buyurmuş. (Daha sonra O arap):
Ey Allah'ın Resulü,
bana (kendisiyle avcılık yaptığım) yayım hakkında fetva ver, demiş.
(Hz. Peygamber de:)
Yayınla avladığın avı
yiyebilirsin, buyurmuş. (Adam:)
(Eğer elime diri
olarak geçerse) "kesilmiş olarak" yahutta (ölü olarak geçerse)
"kesilmeden(yiyebilir miyim) demiş.
(Hz. Peygamber de)
Evet, cevabını vermiş. (Bu defa adam):
Ey Allah'ın Rasûlü (bu
av) gözümden (bir süre) kaybolmuşsa da (yiyebilir) mi (yim?) demiş.
Rasûlü Ekrem Efendimiz
de):
"Evet (hayvanın)
bozulup kokuşmaması ve üzerinde senin okundan başka bir ok yarası bulunmamış
olması şartıyla sen(in gözün) den (bir süre) kaybolmuş da olsa (yine onun etini
yiyebilirsin), buyurmuş. (Daha sonra adam):
Ey Allah'ın Rasûlü!
Bir de "bana kendilerine kaçınılmaz şekilde muhtaç olduğumuz yahudi
kapları hakkında, fetva versen" demiş. (Rasûlü Ekrem Efendimiz de)
Onları yıkar ve
içlerinde yemek yersin, buyurmuş.[313]
Bu hadis-i şerif,
"Köpeğin yakalayıp da bir kısmını yediği avın eti helaldir" diyen
İmam Malik (r.a)'ın delilidir.
Fakat bu hadis
"Eğer köpek (yakaladığı avın bir tarafını) yemişse (o avı) yeme"
mealindeki 2848 numaralı hadis-i şerifle "Eğer köpek (yakaladığı avdan
yemişse) o avı yeme. Çünkü (köpek) onu kendisi için yakalamıştır*' mealindeki
hadis-i şerife aykırıdır. Her ne kadar bazıları mevzumuzu teşkil eden hadisin
hükmünü cevaza, sözü geçen hadislerin hükmünü de kerahet-i tenzihiyyeye
hamlederek bu hadislerin arasını telif etmek istemişlerse de, sözü geçen
hadislerin sahih, mevzumuzu teşkil eden hadisin de senedinde Amr b. Şuayb
bulunması cihetiyle zayıf olduğundan cumhur ulema onları bu hadis üzerine
tercih etmişlerdir.
Metinden geçen
"Onları yıkar ve İçlerinde yemek yersin" mealindeki lafızlar İmam
Ahmed'in Müsnedinde "Onları suyla yıka ve içlerinde (yemek) pişir.”[314]
mealindeki lafızlarla rivayet edilmiştir. Tirmizî'nin Süneninde "Biz
seyahat eden kişileriz. Bazan Yahudi, Hıristiyan ve Mecusilere uğruyor ve
onların kaplarından başka kap bulamıyoruz" dedim,
"Başka kap
bulamadığınız vakit onları su ile yıkayın ve sonra o kaplarda yiyin,
için" buyurdu.[315]
mealindeki sözlerle rivayet olunmuştur.
Tirmizî'nin bu
rivayeti mevzumuzu teşkil eden hadisteki ehl-i kitabın ve Mecusilerin kaplarını
kullanma hususundaki ruhsatın, başka bir kap bulunmaması haline ait olduğunu
açık bir şekilde ifade etmektedir.[316]
1. Eğitilmiş
köpeklerin yahut da eğitilmiş diğer yırtıcı hayvanların avladığı avların etleri
-av bir sure av anın-gözünden kaybolmuş olsa bile- helaldir. Yeter ki hayvanın
üzeinde başkasına ait bir ok yarası bulunmasın, eti bozulup kokuşmasın ve avcı
avı aramaktan zaruretsiz olarak geri kalmasın.
Hattâbî, bu mevzuda
şöyle diyor: "Kokuşmuş bir eti yemeyi terketmek müstehabdır. Yemek ise
haram değil, tenzihen mekruhtur. Çünkü Peygamber Efendimiz kendisine verilen
kokusu bozulmuş bir butu yemiştir. Fakat bu etin yenildiği takdirde zarar
vereceği kesinse o zaman yenmesi haram olur."
Şâfü âlimlerinden
tmam-ı Nevevi de aynen Hattâbî gibi düşünmekte ve Şafiî ulemasından
"Kokuşmuş eti yemek haramdır" diyenlerin bu sözlerini zayıf
bulmaktadır.[317]
Aliyyü'l-Karinin
açıkamasına göre, Hanefi âlimlerinin kokmuş et hakkındaki görüşleri de
böyledir.
2. Başka bir
kap bulunmadığı takdirde mecusilerin kaplarını yıkadıktan sonra kullanmakta
bir sakınca yoktur.
Nitekim ileride
gelecek olan 3839 numaralı hadis-i şerifte bunu ifade etmektedir.
Her ne kadar bazıları,
fıkıh âlimlerinin "Başka bir kap bulunsa bile ehl-i kitabın ve mecusilerin
Çaplarını yıkayıp kullanmada bir sakınca yoktur*' şeklindeki sözlerinin bu
hadise aykırı olduğunu söylem işlerse de, aslında fıkıh âlimlerinin bu
sözleriyle, mevzumuzu teşkil eden hadis arasında bir çelişki yoktur. Çünkü bu
hadis-i şerifte söz konusu edilen ehl-i kitabın ve mecusilerin kaplarından
maksat, ehl-i kitabın ve mecusilerin içinde ekseriyetle domuz eti pişirdikleri
bilinen kaplardır. Fıkıh âlimlerinin kasdettikleri kaplar ise sözü geçen
müşriklere ait olduğu bilinen, fakat böyle bir pislikte kullanıldığı kesin
olarak bilinmeyen kaplardır.[318]
Ehl-i kitabın ve
mecusilerin içerisine pislik koydukları bilinen kapların hangi şartlarda
kullanılabileceği meselesinde fukahamn görüşü aynen bu hadis-i şerifin
ifadesine uygundur.[319]
2858... Ebû
Vakıd'den demiştir ki: Peygamber (s.a):
"Hayvan canlı
iken vücudundan kopardan (parça) ölü (hükmünde) dir" buyurdu.[320]
Eti yenen bir hayvan, ancak
usulüne göre kesilmesi ile eti helal olur. Hayvanın canlı iken vücudundan bir
et parçasının koparılması, seri kesim olmadığından, bu parçanın yenmesi caiz
değildir.[321]
Canlı bir hayvanın
vücudundan kesilen bir parça eti veya bir organı yemek haramdır. İsterse bu
parça ke sildikten sonra hayvan ölmüş olsun.
İmam Şafiî'ye göre,
hayvandan bu parçanın koparılması sebebiyle ölecek olursa, koparılan bu
parçayı yemek helaldir. İsterse bu parça iyice kopmamış olsun ve vücuda
bitiştirilmesi mümkün olsun. Eğer hayvanın onsuz yaşaması mümkün olmayan bir
tarafı koparılırsa, bu parçayı yemek te caizdir. Vücudun iki eşit parçaya
bölünmesi, yahut eşit olmayan iki parçaya bölünüp te başın az olan kısım
tarafında, kuyruk sokumunun da fazla olan kısımda kalması veya başın yarısının
ya da yarıdan fazlasının kesilip koparılması gibi. Bu durumlar hadisin kapsamı
içine girmezler. Fakat, ölen bu hayvanın başı, kesilen vücudunun üçte ikisiyle,
kuyruk sokumunun da üçte-biriyle birlikte bulunuyorsa, bu kopan kısmın yenmesi
helal olmaz. Çünkü bu kısmın hayvan canlı iken kopmuş olması ihtimali vardır.
İmam Ebû Hanife (r.a),
İbrahim en-Nehaî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Av canlı iken iki
eşit parçaya böldüğünde, her iki tarafı da yiyebilirsin. Fakat onu eşit
olmayan iki parçaya bölmüşsen o zaman eğer baş büyük kısım tarafından
buluyorsa, başın bulunduğu tarafı yer diğer tarafı yemezsin. Eğer hayvandan
canlı iken bir parça koparacak olursan bu parçanın dışında hayvanın her
tarafını yiyebilirsin. Fakat bu parça iyice kopma-mış da hayvanın vücuduna
asılı olarak kalmışsa (hayvanı kesip her tarafını yediğin gibi) bu asılı kalan
parçayı da yiyebilirsin.[322]
Hattâbî'de bu hadisin
şerhinde şunları söylüyor: Bu hadis eti yenen hayvanın eti ve ona bitişik
organları hakkındadır. Hayvanın kılı, yünü, tüyü hakkında değildir. Av
köpeğinin avdan kestiği ve atılan okun avdan kopardığı parçalar da diri
hayvanın vücudundan kesilen parça gibidir. Mesela, av peşine gönderilen köpek
yakaladığı avın bir parçasını kopardıktan sonra av ölürse, avın ölümünden önce
vücudundan kesilen parça murdardır. Çünkü av henüz hayatta iken bu parça onun
vücudundan kesilmiştir. Şayet köpek veya atılan ok, avı ikiye bölerse bu
kesim, hayvan boğazlama hükmündedir. Dolayısıyla iki taraf da yenir. Ebû
Hanife; "Bu takdirde avın başının bulunduğu taraf, diğer parçadan küçük
olursa murdar sayılır. Eşit iseler ikisi de yenir," demiştir. Şafiî'ye
göre ise fark yoktur. Yani, başın bulunduğu taraf diğer taraftan küçük de olsa
her iki taraf yenir. Çünkü, ruh iki taraftan da beraber çıkınca diri bir
hayvanın bir parçasını kesmek durumu oluşmaz. Bu parçalayış, bir boğazlama
hükmündedir. Avın tamamı bu parçalama ile öldürülmüş olur. Artık avın bir
tarafının diğer tarafa tabi tutulması söz konusu değildir. Hepsi aynı hükme
tabidir.[323]
Eti yenen hayvanın,
hayatta iken kesilen yünü, kılı ve tüyü helaldir, temizdir. Kesen, kırpan kişi
müslüman olsun, gayrı müslim olsun farketmez. Âlimler bu hususda ittifak
halindedir. Îmamü'l-Haremeyn'in beyanına göre, bu hususta müslümanların icma'ı
vardır.
Yün, kıl ve tüy murdar
bir hayvanın vücudundan kesilirse bunun hükmü hakkında ihtilaf vardır. Şöyle
ki:
1. Malikîlere
göre; bunlar yolmak suretiyle değil de kesmek ve kırpmak suretiyle alındığı
taktirde temiz sayılır. Eti yenmeyen hayvanın ister diri, ister ölü iken
kesilen yünü, kılı ve tüyü temiz sayılır. Hatta köpek, ve domuzun kılı da olsa,
hüküm aynıdır. Eti yenmeyen herhangi bir hayvanın kılı, yünü veya tüyü yolmak
suretiyle alınırsa, bunların deri tarafında olan uçları necis ve pistir, diğer
kısmı temiz sayılır.
2. Hanefî ve
Hanbelî mezheb âlimleri de Malikîler gibi hükmetmişlerdir. Şu farkla ki
domuzun kılları necistir, pistir. İster yolmak suretiyle ister kırpmak
suretiyle alınsın, keza ister domuz diri iken kılları alınsın, ister ölü iken
alınsın, hüküm aynıdır. Hanbelîlere göre köpek de domuz gibidir.
3.
Şâfiîler'e göre; yün, kıl ve tüy murdar bir hayvan veya eti yenmeyen diri bir
hayvandan alınmış olduğu zaman, ister yolmak suretiyle, ister kesmek suretiyle
elde edilsin mutlaka necis ve pistir. Onlara göre köpek ve domuz ile bunlardan
doğma hayvanlar necistir.[324]
2859... Bir
defasında Süfyan es-Sevrî şöyle dedi: Peygamber sal-lallahü aleyhi ve sellem:
"Çölde oturan
kimse(nin huyu) sertleşir. Av peşinde gezen ga-filleşir. (Fasık) sultanların
kapısın)a giden, fitneye düşer" buyurdu.[325]
Hadis-i şerifde, çölde
eyleşen kimselerin kalplerinin katılaşacağı, mizaçlarının sertleşeceği, ömrünü
av peşinde geçirenlerin gafîlleşeceği, fasık idareci kapılarında ömür
tüketenlerin de fitneye duçar olacakları ifade buyurulmaktadır.
Gerçekten çölde
oturanlar, kendilerine güzel ahlaklı, yumuşak huylu olmanın manasını ve faziletini
öğretecek ilim adamlarıyla buluşmaktan, irşad meclislerine katılmaktan mahrum
kaldıkları için, kalblerinin gıdalarını hakkıyla alamazlar. Dolayısıyla
kalpleri her gün biraz daha sertleşir ve katılaşır. Neticede o kimse katı
kalpli, kötü huylu bir adam haline gelir.
Av peşinde gezen
kimse, zamanla kendisini ava o kadar çok kaptırır ki, etrafında olup
bitenlerden haberi olmadığı gibi, Allah'ın emir ve yasaklarını da unutmaya başlar.
Neticede kendisini tamamen nefsinin ve şeytanın pençesine teslim etmiş gafil
bir insan olur.
Zalim idarecilerle
düşüp kalkan kimseye gelince; bunlar iki tehlikeye maruz kalmaktan hali
değillerdir.
1. Ya o
zalim sultanın keyfi hareketlerini ve uygulamalarını tasdik ederler ve onun
zulmüne iştirak etmiş olurlar.
2. Yahut da
onların bu hareketlerine karşı çıkarlar ve kısa zamanda onların hışmına
uğrarlar.[326]
1.
İçerisinde ilim, irfan ve fazilet öğretilen şehirlerde oturmak, kendisinde bu
imkanlar bulunmayan köy ve kasabalarda oturmaktan daha faziletlidir.
2. İnsanın
kendisini farzları, vacipleri ve mendupları unutturacak derecede ava verip
vakitlerini av peşinde geçirmesi mekruhtur. Ancak, geçimini avcılıkla geçirmek
zorunda kalan kimselerin avcılık yapmalarında bir sakınca olmadığı gibi,
kişinin karşısına çıkan bir avı avlamasında da bir sakınca yoktur. Sakınca
kişinin eğlence için vakitlerini av peşinde öldürmesidir.
Ayrıca bir avı avlamak
için başkalarının ekinlerini itlaf etmek veya kendilerini ikametgahlarında izac
etmek caiz değildir.[327]
3. Ulemanın
zalim ve fasık idarecilerin kapılarına gidip, onlarla düşüp kalkmaları
yasaklanmıştır.
Çünkü zalim sultanlar
veya idareciler, zulümlerine devam ederlerken ulemanın onlarla düşüp kalkması,
bu zulmü onların da tasvip etmesi anlamına gelir ki; bu durum zalim
idarecilerin ve zulümlerinin halkın tümü tarafından benimsenip tasvip
edilmesine sebep olur.
Oysa ulema, hakkı ve
adaleti koruyup yaşatmakla, halk da hakkı ve hakikati öğrenmek için onlara
müracaat etmekle mükelleftir.
Cenab-ı Hakk Kur’an-ı
keriminde "Allah kendilerine kitap verilenlerden: -onu mutlaka insanlara
açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz- diye söz almıştı"[328]
buyurarak ulemaya: ".... Eğer bilmiyorsanız zikr ehline (yani meseleyi
bilenlere) sorun"[329]
buyurmak suretiyle de ulemanın dışındaki halka bu mükellefiyetlerini
bildirmiştir.
Özellikle ulemayı bu
hususta dikkatli ve uyanık olmaya davet eden hadis-i şeriflerden bazılarının
meali şöyledir:
a.
"Benden sonra birtakım yalancı ve zalim emirler gelecektir. Onların
yalanlarını tasdik eden ve zulümlerine yardımcı olan kimseler benden değillerdir,
ben de onlardan değilim. Kevser havzında benim yanıma da gelmeyeceklerdir."[330]
b. Ebû Zer-i
Gıfârî (r.a) Hz. Seleme'ye şöyle demiştir:
"Ey Seleme
(zalim) sultanların kapısına gitme. Çünkü sen onların dünyalığından birşey
elde edemezsin. Fakat onlar senden, onların dünyalığından daha faziletli olan
dinini alırlar."[331]
2860...
Peygamber (s.a)'den (rivayet edilen bir önceki) müsedded hadisi bir de mana
olarak Ebû Hureyre'den (rivayet olunmuştur. Hz. Ebû Hureyre bu hadisi):
"Kim (devamlı
olarak zalim) idareci ile düşer-kalkarsa fitneye düşer" (anlamına gelen
lafızlarla) rivayet etti. (Daha sonra bu rivâyetine şu manaya gelen cümleyi de)
ilave etti:
"Kul (zalim)
sultana yaklaşmakla Allah'dan uzaklaşmaktan başka birşey kazanmaz."[332]
Bu hadis-i şerifte de
bir önceki hadis-i şerifte olduğu gibi zaHm sultanlara yaklaşan kimselerin onun
zulmüne iştirak ederek hak ve hakikatten ve dolayısıyla Allah'ın rahmetinden
uzaklaşacakları haber verilmektedir.
Bu hadis-i şerif
lafızlarıyla bir önceki hadisin aynısı değilse de, mana cihetiyle bir önceki
hadisin son cümlesinin aynısıdır.[333]
2861... Ebû Sa'lebe
el-Huşenî'den demiştir ki: Peygamber (s.a) (şöyle buyurmuştur):
"Ava (okunu)
atıpta, onu üç (gün üç) gece sonra (atmış olduğun) okun üzerinde olduğu haide
(Ölü olarak) ele geçirecek olursan, kokuşmamış olması şartıyla onu
yiyebilirsin.”[334]
Bu hadis» vurulduktan
sonra gözden kaybolup üzerinden bir gece geçmiş olan bir avın etini yemek
haramdır diyen Maliki âlimlerinin aleyhine bir delildir. Âlimlerin büyük
çoğunluğuna göre; burada geçen üç gece tabirindeki üç adedinin bağlayıcı bir
te'siri yoktur. "Herhangi bir süre" anlamında kullanılmıştır.
Bilindiği gibi, Hanefî
âlimlerine göre, vurulduktan sonra gözden kaybolan ve bir süre sonra bulunan
bir avın etinin helal olabilmesi için üç şart vardır:
1. Avcının
okunun av üzerinde bulunması,
2. Başka
avcıya ait okun veya bir ok yarasının bulunmaması ve başka bir tesirle
öldüğünün ortaya çıkmış olmaması,
3. Avcının
onu aramaya zaruretsiz olarak mola vermemiş olması.
Bu üç şart bulunduğu
takdirde av kokuşmuş olsa bile eti yenir. Aliyyü'l-Kari'nin açıklamasına göre,
Hanefi âlimleri bu hadisteki kokuşmuş avı yemenin terk edilmesi ile ilgili
emrin hükmü istihbab içindir. Bu bakımdan yenmemesi iyi olur fakat, yenecek
olursa haram işlenmiş olmaz.
Nitekim Hanefi
âlimlerinden İbn Melek'in ifadesine göre, Hz. Peygamberin (s.a) kokmuş eti
yediği rivayet olunmuştur.
İmam Ahmed de kokmuş
et yemenin helal olduğunu söylemiştir. Fakat İmam Ahmed'e göre vurulduktan
sonra uzun süre gözden kaybolan bir avın eti helal değildir. Kendisine
vurulduktan sonra geceli gündüzlü bir gün gözden kaybolan bir avın hükmü
sorulunca, bir günün uzun bir süre olduğunu ve dolayısıyla bu avın haram
olduğunu söylemiştir. Bu, İmam Ahmed'in uzun bir süre sözüyle geceli gündüzlü
bir günlük süreyi kasdettiğini gösterir. Bu bakımdan Hz. İmam'a göre
vurulduktan sonra kaybolup sadece bir gecenin veya sadece bir gündüzün sonunda
ölü olarak bulunan bir avın eti helaldir.
İmam Malik'e göre;
vurulduktan sonra av gündüzün bulunamayıp akşamleyin ölü olarak ele geçerse, o
avın eti helaldir. Fakat üzerinden bir gece geçmişse onun eti haram olur.
İmam Şafiî'ye göre;
vurulduktan sonra oku atan kimsenin gözünden kaybolmuş olan bir avın eti asla
yenmez. Şafiî mezhebinin kokmuş bir etin yenip yenmemesi hususundaki
görüşlerini açıklarken İmam Nevevî şunları söylüyor: "Kokmuş yemeği
yemekten nehiy tahrim değil, kerahet-i tenzihiyye içindir. Diğer kokmuş etlerle
yiyecekleri yemek te tenzihen mekruhtur, haram değildir. Fakat sıhhat için
zararlı hale gelmiş olması müstesna. Bazı âlimlerimiz kokmuş etin haram olduğunu
söylemişlerse de bu görüş zayıftır.
Biz bu meseleyi
münasebet düştüğü için 2849 numaralı hadis-i şerifle 2857 numaralı hadisi
şerifin şerhinde açıklamıştık.[335]
[1] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/453.
[2] Kevser, (108), 2.
[3] Ibn Mâce, edahi 2; Ahmed b. Hanbel 11-321.
[4] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/453-454.
[5] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/454.
[6] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/454.
[7] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/454-455.
[8] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/455.
[9] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/455-456.
[10] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/456.
[11] Debbağoğhı Ahmed, Ansiklopedik Büyük İslam İlmihâli,
346-350.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/456-457.
[12] Tirmizî, edahi 18;Nesaî 1: İbn Mâce edahi 2; Ahmed b.
Hanbel IV-215, V-76.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/457.
[13] Saffât, (37) 102.
[14] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/457-458.
[15] İbn Mâce, edahi 2; Ahmed b. Hanbel 11-321.
[16] Buhârî, îdeyn 5, 10, 17, 23, edahi 1, 4, 8, 11-12;
Müslim, edahi, 1-4, 10-11.
[17] Mecmeu'z-Zevâid, IV, 18.
[18] İbn Mâce, edahi 2; Ahmed b. Hanbel, II, 321.
[19] Ahmed b. Hanbel, IV, 312; el Mütteki, Kenzü'l-Ummâl V, 90.
[20] Kevser (108): 2.
[21] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/458-461.
[22] Nesâî, edahi 2.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/461-462.
[23] İbn Hacer, Fethu'l Bârî, XII-103.
[24] Buhârî edâhî, 5.
[25] Buhârî edeb 76; Müslim, birr 107-108; Muvatta',
hüsnü'1-hulk 12; Ahmed b. Hanbel, 11-236, 268, 507.
[26] el-Aynî, UmdetiH Kâarî, XXI-147-148.
[27] Ahmed b. Hanbel IV-82.
[28] el-Aynî, Umdetu'l Kaari, XXI-48.
[29] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/462-464.
[30] ez-Zeylâî, Nasbü'r Râye, IV-208.
[31] Aliyyü'l KaarîMirkatü'l Mefâtih 11-271. 72
[32] Alliyü'l Karî, Mirkatü'l Mefâtih 11-271.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/464.
[33] Tirmizî, edahi 2; Ahmed b. Hanbel I-I07, 149, 150.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/464-465.
[34] Hakim, el-Müstedrek, IV-230.
[35] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/465.
[36] Tuhfetü'l-Ahvezî, V-79.
[37] Fethü'r-Rabbanî, A. Abdurrahman XIII-61;
Mecmaü’z-Zevaid IV-21-22.
[38] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/465-466.
[39] Müslim, edahi 39-42; İbn Mâce, edahi 11; Dârimî, edahi
2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/466-467.
[40] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/467-468.
[41] Müslim, edahi 19; Ahmed b.Hanbel, VI, 78.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/468-469.
[42] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/469.
[43] el-Muhezzeb ve şerhuhû VHI-407-408.
[44] En'am(6), 121.
[45] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/469-470.
[46] Nesai dahaya 59; Buhârî, hac 27, 117,119; Ebû Dâvûd
hac, 67; Ahmed b. Hanbel, VI-35, 78, 82.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/470.
[47] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/470.
[48] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/471.
[49] Buhârî, edahi 9, 13-14; Müslim, edahi 17-18; Tirmizî,
edahi 2; Nesâî, edahi 14, 22, 29, 30-31; İbn Mâce edahi 1, 13; Dârimî, edahi 1;
Ahmed b. Hanbel, 111-115, 170, 183, 189, 211, 214, 222, 255, 272, 279.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/471.
[50] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/471.
[51] Nuruddin Ali b. Ebi Bekr el-Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid
1V-17; Hakim 1V-222.
[52] Eş-Şerhu'l Kebir, İbn Kudame, 11-551.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/471-472.
[53] İbn Mâce edahi 1; Ahmed b. Hanbel VI-220, 225.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/472-473.
[54] Fethurrabbânî; Abdurrahman XI11-61; Mecme'uz-Zevâîd
IV-21-22
[55] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/473.
[56] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/473-474.
[57] Tirmizî, edâhî 4; Nesâî, dahaya 14; İbn Mâce, edâhî 4.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/474.
[58] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/474.
[59] Müslim, edâhi 13; Nesaî, dahaya 13; İbn Mâce, edâhi 7;
Ahmed b. Hanbel, III-312-327.
Sünen-i Ebu Davud Terceme
ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/474-475.
[60] Dürrü'l-Muhtar el Haskefî V-226-227 (el-udhiye).
[61] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/475-476.
[62] Fethurrabbânî, XIII-72.
[63] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/476.
[64] Buhârî, edahi 7; Müslim, edahi 15; Tirmizî, edahi 7;
Nesaî, dehaya 13; İbn Mâce, edahi 7; Darimî, edahi 4; Ahmed b. Hanbel IV-149,
V-194.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/476-477.
[65] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/477.
[66] Nesâî, dahaya 13; İbn Mâce edahi 7; Ahmed, V-368.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/477-478.
[67] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/478.
[68] Buhârî, edahi 8; Müslim, edahİ 5, 8; Tirmizî, edahi
12; Nesaî, dahaya 17; Dârimi, eda-hi 7; Ahmed b. Hanbel IV-282, 287, 298, 303.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/478-479.
[69] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/479-480.
[70] Mecmeu'z-Zevâid IV-23.
[71] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/480-481.
[72] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/481.
[73] Tirmizî, edahi 7; İbn Mâce, edahî 7.
[74] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/481-482.
[75] Nesâî, dahaya 5-7; Tirmizî, edahi 5; İbn Mâce, edahi
8; Darimî, edahi 3; Muvatta, da-haya 1; Ahmed, IV-284, 289-301.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/482-483.
[76] en-Nevevî, Şerhu'l Müslim XIII-125.
[77] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/483-484.
[78] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/484-485.
[79] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/485.
[80] Tirmizî, edahi 5; Nesaî, dahaya 9-11; İbn Mâce, edahi
8; Darimî, edahi 3; Ahmed b. Hanbel 1-80, 108, 128, 149.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/485-486.
[81] Hac suresi 78.
[82] el Muhallâ İbn Hazm, VII-358, mesele 974.
[83] Şerhü Mühezzeb Nevevî VIII-399-402.
[84] İbn Kudame eş Şerhul Kebir III-546.
[85] Muhammed Zihni Ni'meti islam 697, Tirmizi, edâhi9,
Nesaî 12; Ibn Mâce 8; Ahmed b. Hanbel 1-83, 109, 127.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/486-487.
[86] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/487-488.
[87] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/488.
[88] eş-Şerhü'l Kebir, İbn Kudame, 111-547.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/488-489.
[89] Nesâî, dahaya 12.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/489.
[90] Mirkatü'l-Mefatih Aliyyü'1-Kari, 11-265-266.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/489.
[91] Müslim, hac 353; Tirmizî, hac 66; Nesâî, dahaya 16;
Muvatta dahaya 9; İbn Mâce eda-hî 5; Ahmed b. Hanbel III-335, V-409.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/489-490.
[92] A. Davudoğlu, Müslim, VII-23.
[93] Fethürrabbânî, el-Bennâ A. Abdurrahman XIII-84; Nesaî,
dahaya 16; İbn Mâce edahî 5; Tirmizî Edahi 9.
[94] Neylü'l-Evtar, Şevkanî V-115.
[95] a.g.e.; Müslim, hac 353.
[96] Bedaiussanaî, el-Kasanî, V-71.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/490-491.
[97] Müslim, hac 350, 352, 355; Tirmizî, hac 66; İbn Mace,
edahî 5; Darimî, edahi 3, 5; Muvatta, danaya 9; Ahmed b. Hanbel 1-95, 105, 125,
156, 275, IV-409, V-405-406.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/491-492.
[98] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/492.
[99] Müslim, hac 350; Tirmizî hac 66, edahî 8; Muvatta,
dahaya 9; tbn Mâce, Edahi 5; Darimî, edahi 3, 5; Ahmed b. Hanbel 111-353, 364.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/492.
[100] Feth, (48), 25.
[101] Buhârî, elmuhsır 1; el Benna A. A. el-Fethürrabbânî,
XI -65.
[102] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/492-493.
[103] Tirmizî, edahi 10, 20; Ahmed b. Hanbel, III-8, 356,
362.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/493.
[104] İbn Mâce, ikametüssala 158.
[105] Buhârî, İdeyn 19;.
[106] Buhârî, İdeyn 6.
[107] Fethul Bari tbn Hacer 111-119.
[108] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/494.
[109] Şerhü’l Mühezzeb Nevevî VIII-405, 408.
[110] Muvatta, dahaya, 10; Tirmizî, edâhi 10: İbn Mâce edâhi
10.
[111] Fethu'r-Rabbanî el-Bennâ A. Abdurrahman XIII-85;
Mecmetı'z-Zevâicl, IV-24; Müs-tedrek IV-229.
[112] Mecelle Mad; 13.
[113] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/494-496.
[114] Buharı, îdeyn 22, edâhi 6; Nesaî dahaya 3, ideyn 30; İbn
Mâce edahî, 17; Ahmed b. Hanbel, 11-109.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/496-497.
[115] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/497-498.
[116] Buhari, hudud 31; Müslim, cihad 49, edahiy 28-29; Ebû Dâvûd,
imare 19; Muvatta, dahaya 7; Ahmed b. Hanbel, 1-56, VI-51.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/498-499.
[117] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/499.
[118] Şerhü'l-Muğn:, III-582.
[119] el-Kâsânî, Bedayiu's-Sanayi V-81.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/499-500.
[120] İbn Mâce, edahi 16; Ahmed b. Hanbel, V-76.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/501.
[121] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/501.
[122] Şerhü'l-Mühezzeb VIII-420, 421.
[123] Şerhü'l-Muhezzeb VIII-420, 421.
[124] Şerhu'l-Muğnî, 111-568.
[125] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/501-502.
[126] Müslim, edahî 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/502-503.
[127] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/503.
[128] el-Muğnî, Ibn Kudame, XI-104, 105.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/503-505.
[129] Müslim sayd 57; Tirmİzi diyat 14; Nesaî, dahaya 22,
26-27; İbn Mâce zebaih 3; Darimî, edahi 10; Ahmed b. Hanbel, IV-123, 125.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/505-506.
[130] Hak Dini Kur'an Dili M. Hamdi Yazır, V-3117.
[131] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/506.
[132] Buhari, zebaih 56; Müslim, sayd 58, 61; Nesaî, dahaya
79; İbn Mâce, zebaih 10; Ahmed b. Hanbel 11-94; 111-117, 171, 191, 318, 322,
339.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/507.
[133] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/507.
[134] En'âm, 6/118.
[135] En’âm, 6/121
[136] Mâide, 6/5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/507-508.
[137] bk. 2819 nolu hadis-i şerif.
[138] Tefsir, İbn Kesir, 11-170.
[139] Camiül-Beyan Taberî, V1II-21.
[140] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/508-509.
[141] Buhari, zebaih, 22.
[142] İbn Hacer, Fethü'l-Bâri, Şerhu zebaihi ehl-il
Kitabdığına dair bir âyet bulunmaması gerekir.
[143] En’am 6/146.
[144] En’am 6/121.
[145] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/509-511.
[146] En’am 6/121.
[147] En’am 6/121.
[148] İbn Mâce, zebaih 4.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/511.
[149] En'âm: 6/121.
[150] Taberi, Camiü'l Beyan VIII-16.
[151] Mâide (5) 3.
[152] Mâide (5) 3.
[153] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/512.
[154] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/512.
[155] Mâide: 5/121.
[156] Tirmizî, tefsir 7.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/513.
[157] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/513-514.
[158] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/514-515.
[159] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/515.
[160] Buharı, cihad 191, şirket 3, 16, zebaih 15, 18, 23,
36-37; Müslim, edâhî 20, Tirmizî, sayd 19; Nesaî, sayd 17, 35, dahaya 26, İbn
Mace zebaih 9, 17; Darimî, edahİ 15; Ah-med b. Hanbel, III-463-464, IV-354,
356, 381, V-367.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/515-517.
[161] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/517-518.
[162] Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme-ve Şerhi IX,
224-228.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/518-520.
[163] Nesaî, sayd 25, edahi 8; İbn Mâce, sayd 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/520.
[164] Kâmil, Miras; Tecrid-i Sarih Tercemesi. VIII-13
[165] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/521.
[166] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/521.
[167] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/521-522.
[168] Nesaî, edahi 19: Ibn Mâce, zebâih 5; Ahmed b. Hanbel,
IV-256, 258, 377
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/522.
[169] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/522-523.
[170] Tirmizî, sayd 13; Nesaî, dahaya 25; İbn Mâce, zebaih
9; Dârimî, edahi 12; Ahmed b. Hanbel, IV-334.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/523.
[171] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/523-524.
[172] Mâide 5/3.
[173] Bekir Karlığa, Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, V,
2098-2099.
[174] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/524-526.
[175] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/526.
[176] Bknz. 2821 nolu hadis-i şerîf.
[177] Münavi, Feyzü'l-Kadir, V-42.
[178] Ahmed Meylânî, Bidayetü'l-Miictehid I. 663-664 .
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/526-528.
[179] Tirmizi, sayd 10; lbn Mace, zebaih 15; Dârimi, edahİ 17;
Ahmed b. Hanbel, III, 31-39-45-73-53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/528-529.
[180] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/529.
[181] Zürkanî, Şerhü Muvalta III-397.
[182] İmam Malik, Mu vatta, zebaih 8.
[183] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/529-530.
[184] Tirmizî, sayd 10; İbn Mace, zebailı, Darimî, edahi 17;
Ahmed b. Hanbcl, 111-31, 39, 45, 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/530.
[185] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/530.
[186] Buhârî, tevhid 13, buyu 5, zebaih 21; Ebû Dâvûd, edahi 13; Nesaî, dahaya 21,
36, 39, İbn Mâce, zebaih 4; Muvatta, zebaih, 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/530-531.
[187] En'âm, 6/121.
[188] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/531-532.
[189] bk. Zeylaî, Nasbur-Reye, ez-Zebâih, IV, 183.
[190] Sünen-i Dârekutnî 549.
[191] En'âm, 6/121.
[192] Mâide, 5/4.
[193] bk. Zeyla'î, Nasbü'r-Râye, IV, 182.
[194] bk. Teysir-ul-Vüsûl 11-45.
[195] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/532-533.
[196] Nesâî: Fera' 2, 3. İbn Mâce: Zebâih 2. Ahmed b.
Hanbel, V-75, 76.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/533-534.
[197] bk. Zeyla'î: Nasbü'r-Râye IV, 208.
[198] bk. Davudoğlu,
Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi IX, 239.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/534-535.
[199] bk. Nevevî, Şerhu Müslim XII, 137.
[200] bk. Nesâi, fera' ve Atîra, 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/535-536.
[201] bk. Buharî, akîka3, 4; Müslim, edâhî 38; Tirmizî, edâhî
15: Nesâî, Fera' 1; İbn Mâce, Zebâih 2; Dârimî, edâhî 8; Ahmed b. Hanbel, II,
229, 239, 279, 490.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/536.
[202] Nesâî, fera' ve atîra, 1.
[203] bk. İbn Hacer, Feth'ül-Bârî XII, 15.
[204] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/536-537.
[205] bk. Buharı, akîka 3,4; Müslim, edâhî38; Tirmizî, edâhî
15; tbn Mâce, Zebâih 2; Ahmed b. Hanbel, 11-279.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/537.
[206] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/537.
[207] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/537-538.
[208] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/538.
[209] bk. Nesâî, akîka 1, 3, 4; Ahmed b. Hanbel, IV, 38.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/538-539.
[210] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/539.
[211] bk. İmâm-ı Mâlik, El-muvatta, akîka, 7.
[212] bk. İmâm-ı Mâlik, Muvatta, akika 4.
[213] bk. İmâm-ı Malik, Muvatta, akîka 7.
[214] Bk. Nesai akika4.
[215] bk. Mecmeû'z-Zevâid, IV, 58.
[216] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/539-541.
[217] bk. İbn-i Mâce, Zebâih 1; Nesâî, akîka 3. Ahmed b.
Hanbel, VI-381.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/541.
[218] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/541-542.
[219] Ahmed b. Hanbel, VI, 38l.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/542.
[220] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/542.
[221] bk. Ahmed b. Hanbel, V-17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/543-544.
[222] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/544.
[223] Hz. Aişe'nin sözü için bak: Mecmaü'z-Zevâid, IV, 59.
[224] bk. Mecma'uz-Zevâid, IV, 45, 59.
[225] bk. Şerhülmühezzeb VIII, 427.
[226] bk. 2839 nolu hadis.
[227] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/544-546.
[228] bk. Ahmed b. Hanbel, VI-381.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/546.
[229] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/546-547.
[230] Buhârî: Akîka 1.
[231] Müslim: fedail 62.
[232] Malik: Muvatta: Akîka 2.
[233] Tirmizî: Kitâb'ül-edâhî/bâb'ül-Akîka.
[234] Mecmaü'z-Zevâid, IV. 59.
[235] bk. İbnü'I-Kayyim, Zad'ül-Meâd, II, 5.
[236] bk. Molla Mehmetoğlu Osman Zeki, Siînen-i Tirmizî
Tercemesi III, 104.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/547-549.
[237] bk. Buhârî, akîka 2; Tirmizî, Edâhî 16; Nesâî, Akîka
2; İbn Mâce, Zebâih 1; Dârimî, Edâhî 9;Ahmed b. Hanbel; IV-18, 214, 215.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/549.
[238] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/549-550.
[239] bk. Hatipoğlu Haydar, Sünen-i İbn Mâçe Tercümesi,
VIII, 502-503.
[240] bk. Bu kanunun tahkiki için.
[241] bk. Ettehânevi Eşref Ali i'lâüssüneıı 17/113-114.
[242] bk. Yıldırım Celâl, İslamda Aile Eğitimi, I, 107, 108.
[243] bk. A.g.e. 109.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/550-551.
[244] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/551.
[245] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/551-552.
[246] bk. Nesâî, akika 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/552.
[247] bk. Yıldırım Celal, I si um d a Aile Eğitimi, I, 111.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/552-553.
[248] bk. Nesâî, akîka 1, Ahmed b. Hanbel, II, 182.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/553-554.
[249] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/554.
[250] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/554.
[251] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/554-555.
[252] Bk. Buhari, akika 2.
[253] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
10/555.
[254] Bilindiği gibi elinizdeki eserin kitab ve bâb
numaralamasında Concordance hazırlayanlar-ca kabul edilmiş numaralama esas
alınmıştır. Birçok Ebû Dâvûd nüshasında "AV BÖLÜMÜ" ayrı bir kitap
olarak kabul edildiği halde, onu "KURBAN BÖLÜMÜ"nün devamı olarak
görenler de vardır. Hafız el-Münzirî de bunlardan biridir. Nitekim
Concordance'de de ayrı bir kitap olarak değil, Kurban BÖlümü'nttn devamı olarak
bâb numarası verilmiştir. Biz de böyle yaptık.
[255] Mâide (5) 2.
[256] Mâide (5) 96.
[257] Ansiklopedik Büyük İslam İlmihali. Debbaoğlu Ahmed,
62, 63.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/9-10.
[258] Buharî, hars 3, Bediül-halk 17, zebaih 6; Müslim,
musakat 51-60; Tirmizî, sayd 17; Nesaî, sayd 10, 12-14; İbn Mâce, sayd 2;
Darimî, sayd 2; Muvatta istizan 12; Ahmed b. Hanbel, 11-4, 8, 27, 37,47, 55,60,
79, 101, 113, 147, 267, 345,425,456,473, V-56-57,219, 220.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/10.
[259] Müslim, musakat 50-52, 54-55, 57.
[260] Mirkatü'i-Mefatih Aliyyü'1-Kari IV-335.
[261] Sahih-i Müslim, A. Davudoğlu, VIII-35-36.
[262] Tecrid-i Sarih tere, Kamil Miras, VII-179, 1. baskı.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/10-13.
[263] Müslim, müsakat 47; Tirmİzî,.sayd 16-17; Nesaî, sayd
10; İbn Mâce, sayd 2, 4; Darimî, sayd 3; Ahmed b. Hanbel, III-333, IV-85, V-54,
56-57, 108.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/13.
[264] En'âm (5) 38.
[265] İsrâ(20) 44.
[266] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/13-14.
[267] Buhârî, sayd 7, Bedeülhalk 1; Müslim, hac 71, 73;
Tirmİzî, hac 21; Nesâî, menasik 116-117; Ahmed b. Hanbel, 1-257, VI-164, 259.
[268] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/14-15.
[269] Müslim, musakat 47.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/15.
[270] Müslim, musakat 44.
[271] Buharı, sayd 7, Bedeul-halk 11, Müslim, hac 71, 73;
Tirmizî, hac 21; Nesâî, menasik 116-117; Ahmed b. Hanbel, 1-257.
[272] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/15-16.
[273] Buhârî, sayd 33, zebaih 1-2, 9; Müslim, sayd 1, 3-5;
Tirmizî, sayd 6; Nesaî; sayd 2-3, 5,7-8,20-21, dahaya 19; İbn Mâce sayd 3;
Darimî sayd 1; Ahmed b. Hanbel, IV-194-195, 256, 258, 377, 380.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/16.
[274] Buhârî, zebaih 1; Müslim, sayd 4; Nesaî, sayd 2;
Darimî, sayd 1; Ahmed b. Hanbel, IV-256, 379.
[275] Buhârî, zebaih 8; Müshjn, sayd 3; Ahmed b. Hanbel,
1-131.
[276] Mâide (5) 3.
[277] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/17-18.
[278] el-Asâr 241, rakam 1065.
[279] Mâide(5)4.
[280] Mâide (5) 2.
[281] Buhârî, zebaih 4.
[282] el Muğnî İbn Kudame, 11-17.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/18-20.
[283] Buhârî, vudu 33, buyu' 3, zebâîh 2-3, 7-10, tevhid,
13; Müslim, sayd 1-3; Tirmizî, sayd 1, 6; İbn Mâce, sayd 3; Ahmed b. Hanbel,
1-231.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/20.
[284] Mâide (5) 4.
[285] Mâide (5) 4.
[286] Buhârî, zebaih 7.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/20-21.
[287] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/21.
[288] Buhârî, zebâih 8; Müslim, sayd 6; Nesâî, sayd 16,
18-19; Ahmed b. Hanbel, IV-379.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/22.
[289] Şerhü Müslim, Nevevî, XIII-79.
[290] Nasbu'r-Râye Zeylâı, IV-314.
[291] Nasbu'r Râye, Zeylâı, IV-315.
[292] Nasbu'r-Râye, Zeylâı, IV-315.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/22-23.
[293] Ahmed b. Hanbel, IV-378.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/24.
[294] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/24.
[295] Tirmizî, Sayd 3; Ahmed b. Hanbel, IV-375.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/24-25.
[296] el-Âsâr, Ebû Yûsuf, 241, rakam 1065.
[297] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/25.
[298] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/26.
[299] Ahmed b. Hanbel, IV-195.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/26.
[300] Şerhü Müslim Nevevî, XIII-77.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/26-27.
[301] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/27.
[302] Buhâri, zebâih 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/27-28.
[303] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/28.
[304] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/28.
[305] Buhârî, buyu' 3, zebaih 1-2, 9; Müslim, sayd 3-4; Tirmizt,
sayd 7; Nesâî, sayd 2, 8, 22-23; İbn Mâce, sayd 7; Darimî, sayd 4; Ahmed b.
Hanbel, IV-256, 377.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/28-29.
[306] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/29.
[307] Buhârî, zebaih 4-, 10; İbn Mâce, sayd 3; Müslim, sayd
8; Nesaî, sayd 4, Ahmed b. Han-bel IV-195.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/29-30.
[308] Mâide: (5) 4.
[309] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/30.
[310] Buhârî, zebaih 44; İbn Mâce, sayd 5; Ahmed b. Hanbel,
11-184, IV-195.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/30-31.
[311] Maide, (5) 4.
[312] Ni'met-i İslâm, M. Zihnî, 688.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/31-32.
[313] Buhârî, zebaih 4, 10, 14; Müslim, sayd 8; Tİrmizî, sayd
1, siyer 11; tbn-i Mâce, sayd 3; Nesâî, sayd 16; Darimî, siyer 56; Ahmed b.
Hanbel, 11-184, IV-193, 195.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/32-33.
[314] Ahmed b. Hanbel, 11-184.
[315] Tirmizî, sayd 1.
[316] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/34.
[317] Şerh-u Müslim Nevevî, XIII-81.
[318] Şerh-u Müslim Nevevî, XIIl-80.
[319] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/34-35.
[320] Tirmizî, sayd 12; İbn Mâce, sayd 8; Ahmed b, Hanbel,
V-218.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/35.
[321] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/35-36.
[322] el-Âsfir Ebû Yusuf, 241, rakam 1064.
[323] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/36.
[324] Sünen-i ibni Mace, Hatipoğlu Haydar, VIII-574, 575.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/37.
[325] Tirmizî, fiten, 69; Nesâî, sayd 24; Ahmed b. Hanbel,
1-357, 11-371, 440.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/37-38.
[326] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/38.
[327] Büyük İslam İlmihali, Bilmen, Ö. Nasûhi.
[328] Âl-ilmran, (3) 187.
[329] Enbiyâ, (21), 7.
[330] Nesaî, biat 35, 36; Teysiru'l-Vüsul 1-327.
[331] İthaf-üs-Sadet-il-Müttekin VI-127.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/38-39.
[332] Ahmed b. Hanbel, II-371.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/39-40.
[333] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/40.
[334] Müslim, sayd 9; Nesâî, sayd 20; Ahmed b. Hanbel,
IV-I94.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/40.
[335] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
11/40-41.