200 - 201. Cuma İle
İlgili Konular
202. Cuma Günü
Duanın Kabul Edildiği Vakit Hangi Vakittir?
Cumanın İcabet
Saatiyle İlgili Bazı Görüşler:
203. ...Cuma
Namazının Fazileti
203 - 204. Cumayı
Terkedenlere (Yapılmış) Ağır Tehdidler
204 - 205. Cumayı
Terk Edenin Keffaretı Vermesi
205 - 206. Cuma
Namazı Kimlere Farzdır?
206-207. Çok
Yağmurlu Günde Cuma
207-208. Soğuk (Veya
Yağmurlu) Gecelerde Cemaate Gitmemek
208 - 209. Köle Ve
Kadın İçin Cuma
210-211. Cuma Bayram
Gününe Rastlarsa
211-212. Cuma Günü
Sabah Namazında Okunacak Sûreler
213-214. Cuma Günü
Namazdan Evvel (Camide) Halka Yapıp Oturmak
214-215. (Camilere)
Minber Konulması
216-217. Cuma
Günleri Zevaldan Önce Namaz Kılmak
218-220. İmamın
Hutbe Esnasında Bir Başkası İle Konuşması
219-221. (İmamın)
Minbere Çıktığı Zaman Oturması
221-223. Vava Dayanarak
Hitab Eden Kimse
222-224. Minber
Üzerinde Elleri Kaldırmak
223-225. Hutbelerin
Kısa Olması
224-226. Mev'iza
(Hutbe) Anında İmama Yakın Olmak
225-227. İmam (Hutbe
İrad Ederken) Meydana Gelen Herhangi Bir Olay Sebebiyle Hutbeyi Kesebilir
226-228. Hatib Hutbe
İrad Ederken Dizleri Dikip Oturmak
227-229. Îmam Hutbe
Okurken Konuşmak
228-230. Abdesti
Bozulanın İmamdan İzin İstemesi
229-231. İmam Hutbe
Okurken Camiye Giren Kimse (Ne Yapmalıdır?)
230-232. Cuma Günü
İnsanların Omuzlarına Basarak İleri Geçmek
231-233. İmam Hutbe
Okurken Uyuklayan Kimse
232-234. İmam
Minberden İndikten Sonra Konuşabilir
233-235. Cumanın Bir
Rek'atine Yetişen Kimse
234-236. Cuma
Namazında Okunacak Sûre
235-237. Bir Kimse
Aralarında Duvar Olduğu Halde İmama Uyabilir
Muktedi İle İmam
Arasında Engel Bulunması:
236-238. Cumadan
Sonra Kılınan Namaz
237-240. Bayram
Namazına Gidiş Vakti
238-241. Kadınların
Bayram Namazına Gitmeleri
239-242. Bayram Günü
Hutbesi (Okumak)
240-243. Yaya
Dayanarak Hutbe Okumak
241-244. Bayram
Namazında Ezan Okunmaz
242-245. Bayram
(Namazların)Da Tekbir Almak
243-246. Kurban Ve
Ramazan Bayramı (Namazları)Nda Okunacak Sûreler
244-247. Hutbe
Dinlemek İçin Oturup Beklemek
245-248. Bayram
Namazına Bir Yoldan Gidip Başka Bir Yoldan Dönmek
246-249. İmam Bayram
Günü Namaza Çıkmamışsa Ertesi Günü Çıkar
247-250. Bayram
Namazından Sonra Namaz Kılmak
248-251. (İmam)
Yağmurlu Günde Bayram Namazını Mescidde Kıldırır
Cuma günü ve cuma
namazına ait konulan içine alan bu bölüm altında 38 bab ve 87 hadis-i şerif
bulunmaktadır. Bu bölümün ilk hadisleri cuma günü ve gecesinin faziletine
dâirdir.
Türkçede
"cuma" diye kullandığımız bu kelimenin meşhur olan zabtı
"Cumu’a” şeklinde mim harfinin
zammesi iledir. Mimin fethası ile "cume'a", kesresi ile
"cumia" ve sükûnu ile "cum'a" şeklinde de zabtedenler
olmuştur.
Haftanın bu gününe
cuma isminin veriliş sebebi hakkında değişik görüşler vardır:
1. Bu günde
Hz. âdem'in sudan ve çamurdan olan hilkati cem edilmiştir. Bu yüzden bu ismi
almıştır.
2. Yeryüzüne
indirildikten sonra Hz. Adem'le Hz. Havva bu günde birbirlerini bulmuşlardır.
3. Ensâr,
Es'ad b. Zürâre ile bugünde bir araya gelmiş, Es'ad onlara iki rek'at namaz
kıldırmıştır.Bugün daha önce "Arûbe" diye adlandırırlarken bu
toplantıdan sonra ona cuma ismini vermişlerdir.
4. Kureyş,
Dâru'n-Nedve'de bugün toplandıkları için bu isim verilmiştir.
5. Ka'b b.
Lüey bugün kavmi ile bir araya gelir, onlara nasihat eder ve Hareme hürmet
etmelerini emrederdi. Oradan bir nebi geleceğini de bildirirdi.
6. Müslümanlar
bugün bir araya toplanıp namaz kıldıkları için cuma günü denilmiştir. İbn Hazm
doğru görüşün bu olması gerektiğini, çünkü bu ismin tslâmî olduğunu, daha
önceleri arapların bugüne Arûbe dediklerini söyler.
Bu görüşlerin
hangisini alırsak alalım, hepsinde toplanma mânâsı vardır.'Çünkü
"cumua" kelimesi toplamak manasına gelen "cem" kökünden
türemiştir.[1]
1046. ...Ebû
Hureyre (r.a.)'den; demiştir ki: Peygamber(s.a.) şöyle buyurdu:
"Güneşin doğduğu günlerin
en hayırlısı cum'a günüdür. Âdem (a.s.) o günde yaratılmış, o günde (dünyaya)
indirilmiş, o günde tevbesi kabul edilmiş ve o günde ölmüştür. Kıyamet de o
günde kopacaktır. İnsanlar ve cinlerden başka hiçbir canlı yok ki kıyâmet(in
kopmasın)dan korkarak cuma günü sabah olunca güneş doğuncaya kadar kulak
kabartır olmasın. O günde bir an vardır ki, müslüman namaz kılarak ve Allah'tan
bir hacetini isteyerek o ana tesadüf ederse, Allah mutlaka onu verir."
Ebu Hüreyre dedi ki:
Ka'b (el-Ahbar)[2] bu
(makbul an)nun, bütün senenin bir gününde olduğunu söyler. Bense, "aksine
her cum'a gününde olduğu" kanaatindeyim.
Ka'b Tevrat'ı okuyup,
"Resûlullah (s.a.) doğru söyledi" dedi. Ebû Hureyre devamla şöyle
der:
Daha sonra Abdullah
b.Selam'la[3]
karşılaşıp Ka'b'la beraber oturduğumuzu haber verdim. Abdullah b. Selâm:
O ânın hangi saat
olduğunu biliyorum, dedi.
Onu bana haber ver,
dedim.
Cuma gününün son
saati, dedi.
Resûlullah (s.a.);
"Müslüman namaz kılarken o vakte tesadüf etmez ki..." buyurduğu halde
o an, nasıl cuma gününün son saati olur, halbuki bu vakitte namaz kılınmaz,
dedim.
Resûlullah (s.a.),
"bir kimse bir yerde namazı bekleyerek oturursa, namazı kıhncaya kadar
namazda gibidir" buyurmadı mı? dedi.
Evet, buyurdu dtdim.
Abdullah:
İşte o, budur"
dedi.[4]
Bu hadis-i şerifte
cuma gününün diğer günlerin hepsinden daha efdal olduğu bildirilmektedir.
Halbuki İbn Hıbban'ın Abdullah b. Kırt'dan yaptığı bir rivayette en efdal günün
Kurban Bayramının birinci günü; Câbir'den yaptığı bir rivayette de Arafe günü
olduğu haber verilmektedir. Ancak bu rivayetler arasında bir tezat söz konusu
değildir. Çünkü cuma gününün üstünlüğü haftaya nisbetle, Kurban Bayramının birinci
günün veya Arafe gününün üstünlüğü ise, seneye nisbetledir.
Irakî, Cuma gününün
üstünlüğünü bildiren hadisin daha sahih olduğunu söylerken, Şevkânî Arafe
gününün üstünlüğüne delâlet eden hadisin Kurban Bayramının birinci gününün
üstünlüğüne delâlet eden Hadisten daha kuvvetli olduğunu belirtmektedir.
Hz. Peygamber cuma
gününün üstünlüğünü şu hadiselere bağlamıştır:
1. Hz. Âdem
bu günde yaratılmıştır. Hz. Âdem'in yaratılmasından maksat, kendisine ruhun
nefh edilmesidir. Bunun yukarıda, cuma gününe bu ismin veriliş sebepleri
üzerinde durulurken söylenilen "Hz. Âdem'in bu günde sudan ve çamurdan
olan hilkati toplandı" sözleri ile zıt tarafı yoktur. Çünkü Hz. Âdem'in
sureti bir cuma günü toplanmış, Cenab-ı Allah'ın dilediği bir müddet kaldıktan
sonra başka bir cuma günü de ruh verilmiş olabilir. Müslim ve Tirmizî'nin bir
rivayetinde Âdem aleyhisselâm'ın bu günde cennete konulduğu bildirilmektedir.
Bu rivayet Hz. Âdem'in Cennetin haricinde yaratılıp sonra Cennete konulduğuna
delildir.
2. Hz. Âdem
bugünde dünyaya indirilmiştir. Hz. âdem bir cuma günü Cennetten çıkartılmış ve
Hindistan'daki Serendib denilen yere indirilmiştir.
Kadı İyaz, Hz. Âdem'in
Cennetten çıkartılmasının ve kıyametin kopmasının bu günün faziletine delâlet
etmeyeceğini, dolayısıyla bu hadis-i şerifte zikredilen şeylerin cuma gününün
üstünlüğüne delâlet için değil, bugünde meydana gelen ve gelecek olan mühim
hadiseleri beyân anlamında olduğunu söyler.
İbnu'l-Arabî ise,
Tirmizî, şerhi Ânzatu'l-ahvezî'de bu hadis-i şerifte haber verilen olayların
tümünün, cumanın üstünlüğüne delâlet ettiğini söyleyip Kadı, îyaz'ın ileri sürdüğü
görüşlere karşı çıkar ve şunları söyler:
"Hz. Adem'in
Cennetten çıkartılması büyük bir zürriyetin bu meyan-da Nebilerin, Resullerin,
velilerin ve sâlihlerin yaratılmasına sebep olmuştur. Üstelik Âdem (a.s.)
cennetten kovulma olarak değil, bazı ihtiyaçlar için çıkartılmıştır.
Kıyametin kopması da
Nebilerin, sıddîklerin ve velilerin mükâfatlarını bir an önce görmelerine ve
kerametlerini göstermelerine sebebtir."
3. Hz.
Âdem'in tevbesi bugün kabul edilmiştir. Hz. âdem'in tevbe etmesine sebep olan
hâdise şudur: Cenab-ı Allah, Hz. Âdem ve Havva'ya cennetteki bütün şeylerden
yeyip içmelerinin serbest olduğunu, ancak işaret ettiği bir ağaca
yaklaşmamalarım emretmişti. Hz. Âdem, Hz. Havva'nın da tesiri ile bu yasağa
rağmen, o ağaçtan yemiş ve her ikisinin edeb yerleri açılıvermişti. Çünkü onlar
hata etmişlerdi. Hz. Âdem bu hâdiseden sonra -rivayete göre- utancından üç yüz
sene başını kaldıramamış ve Cenab-ı Hak onun hayrını dilediğinde tevbesine
sebeb olacak bazı sözler telkin etmişti.Bu sözlerin "Ey Rabbimiz! Biz
kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen hüsrana
uğrayanlardan oluruz.”[5] veya;
"Ey Allah'ım! Seni teşbih ve tenzih eder, sana hamd-ü senada bulunurum.
Senin ismin mübarek, senin azamet ve celâlin pek yüksektir. Senden başka ilâh
yoktur. Ben nefsime zulmettim, beni bağışla. Çünkü günahları senden başka kimse
bağışlayamaz." olduğu söylenümektedir.
Bazı müfessirlerin
ifadesine göre, Hz. Âdem'in o yasaklanmış ağaçtan yemesi "İyilerin
hasenatı, mukarrabunun seyyiâtıdır" kabilindendir. Çünkü Hz. Âdem'in bu
ağaçtan yemesi kasten olmamıştır. Aksine ietihad etmiş ve içtihadında hata
etmiştir. Çünkü O Cenab-ı Hakk'ın yemesini nehyettiği ağacın yakınında bulunan
başka bir ağaç olduğunu zannetmiştir. Nitekim "Şu ağaca yaklaşmayınız,
aksi halde, zâlimlerden olursunuz"[6]
kavl-i şerifinde ismi işaretinin gereği
budur. Bu yüzden Hz. âdem işaret edilen
ağaçtan değil, başka bir ağaçtan yemiş ve içtihadında hatâ etmiştir.
4. Hz. Âdem
bu günde ölmüştür. Bir görüşe göre, Hz. Âdem Hindistan'da; başka bir görüşe
göre, Mekke'deki Kenz mağarası denilen Ebu Ku-beys mağarasına, bir başka görüşe
göre ise, Beytü'l-Makdis'e defn edilmiştir. Son görüşü İbn Abbas'dan naklen
Aynî söylemiştir. Bu rivayete göre, Hz. Nün, Tufan'da Âdem'in tabutunu gemiye
yüklemiş, Tufan bitince Beyt-i Mak-dis'e defnetmiştir. Hâkim ve Beyhakı'nin İbn
Ömer'den mevkuf olarak rivayet ettikleri gibi, ölüm mü'mine bir hediyedir.
Bundan dolayı Hz. Âdem'in vefatı cumanın meziyetlerinden sayılmıştır.
5. Kıyamet
bu günde kopacaktır. Kıyametin kopmasının cumanın üstünlüğüne delâlet eden
meziyetlerden oluşu yukarıda tbnü'l-Arabi'den naklen ifâde edildiği gibi
nebilerin, resullerin ve sıddîklerin, mü'minlerin bir an evvel mükâfatlarına,
ebedi nimetlere; düşmanlarının da cehennem ateşine ulaşmalarıdır.
Hz. Peygamber, cumanın
üstünlüğüne delâlet eden bu meziyetleri saydıktan sonra, cuma günü,
yeryüzündeki insanlar ve cinlerden başka bütün canlıların sabah olunca, güneş
doğuncaya,kadar kıyametin kopmasından korkarak kulak verdiklerini bildirmiştir.
Kıyametin bu vakitte kopacağını Cenab-ı Hak onlara ilham etmiş ve bu ilhamın
neticesi o canlılar kıyameti bekler hâle gelmişlerdir. İnsanların ve cinlerin
ise, diğer canlılar gibi beklememeleri, kıyametin cuma günü ve işaret edilen
vakitte kopacağını bilmediklerinden değil, gafletlerinin çokluğundan dolayıdır.
Resûlullah (s.a.)ın
bildirdiğine göre, cuma günü her istenilenin verileceği, duaların kabul
edileceği bir vakit vardır. Eğer mü'min namaz kılarken ve Cenab-ı Hak'tan bir
hacetini isterken bu vakte tesadüf ederse, mutlaka istediği verilecektir. Tabiî
yapılan duanın duada bulunması gereken esaslara uygun olması şarttır.
Ka'bu'l-ahbâr bahsi
geçen bu vaktin senede bir defa olduğunu, hadisin râvisi Ebû Hureyre İse, her
cuma gününde bulunduğunu söylemişlerdir. Ebû Hureyre bilâhere Ka'b ile arasında
geçen konuşmayı Tevrat'ı gayet iyi bilen ve müslüman olmadan önce Yahudilerin
en bilginlerinden sayılan Abdullah b. Selâm'a anlatmış, o da bu vaktin cuma
gününün son vakti olduğunu söylemiştir. Ebû Hureyre bu sözlerle ikna olmamış,
Abdullah'ın söylediği vaktin, kerahet vakti olduğu için bu anda namaz kılmanın
mekruh olduğunu, halbuki Fahr-i Kâinat'ın "mü'min namaz kılarken o vakte
tesadüf ederse..." buyurduğunu, dolayısıyla Abdullah'ın dediği ile Hz. Peygamber'in
beyânı arasında tezat olduğunu söylemiştir. Buna karşılık olarak Abdullah b. Selâm,
Resûlullah'ın bir yerde namazı beklemenin namaz kıfma hükmünde olacağına dair
olan hadisini hatırlatmış ve o hadisin işte bu vakitle alakalı olduğunu haber
vermiştir. Tabiatiyle Abdullah'ın mevzu bahs ettiği hadis, Ebû Hüreyre'nin
sorusuna cevap olabilir. Fakat sadece bu vakte mahsus değildir. Çünkü hangi
vakitte olursa olsun, oturup namazı beklemek namazda olmak hükmündedir. Bu
müstecab vaktin zamanı bundan sonraki babta daha geniş olarak izah
edilecektir.[7]
1. Cuma
önünün fazileti büyüktür.
2. O günde
sahh amelleri çoğaltmak lazımdır.
3. Kıyamet,
cuma günü kopacaktır.
4. İns ve
cin dışındaki canlılar kıyametin kopmasından korkarak cuma günü sabahleyin
güneş doğuncaya kadar kulak kesilmektedirler.
5. Cuma
gününde duaların kabul edildiği bir vakit (icabet saati) vardır.
6. Hz.
Muhammed'in şeriatı eski şeriatleri tasdik eder.[8]
1047. ...Evs
b. Evs (es-Sekafî -r.a.-)'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Şüphesiz cuma
günü sizin en efdal günlerinizdendir. Âdem o günde yaratılmış ve ruhu o günde
kabzediliniştir. İkinci (dirilme için olan) ve birinci (kendisi ile herşeyin
öldüğü) nefhalar o gündedir. O günde bana çok çok salevât getiriniz. Çünkü
sizin salevâtınız bana arz olunur."
Evs dedi ki: Ashab;
Ya Resûlallah, senden
hiçbir şey kalmadığı halde, -Evs diyor ki, bununla, çürüdüğün halde" demek
istiyorlardı,- salevâtımız sana nasıl arz olunur? dediler. (Resûlullah (s.a.)
da;)
"Allah (c.c.)
nebilerin cesetlerini arza haram kıldı, (toprak onları yiyemez)" buyurdu.[9]
Görüldüğü gibi bu
hadisle bundan evvelki hadis birbirine çok benzemektedirler. Diğerinden farklı olarak
bunda Hz.Âdem'in tevbesinin kabul edildiğine ve dünyaya indirildiğine dair bir
kayıt yoktur. Ayrıca öncekinde kıyametin cuma günü kopacağı söylenmişken, burada
birinci ve ikinci nefhaların bu günde vuku bulacağı bildirilmiştir. Bu
nefhalardan birincisi kelimesi ile ifade edilmiştir.Bu nefhada yani Sûra
birinci üfürülüşte büyük meleklerin dışında, tüm canlılar ölecektir. Taberî'nin
Enes b. Mâük'ten yaptığı rivayete göre, birinci Sûr'a üfürüldüğünde ölmeyecek
olan melekler, Cebrail, Mikail ve ölüm meleği (Azrail)dir. Daha sonraları
sırayla Mikail, Azrail ve Cebrail'in de ruhları kabzedilecektir. Çünkü
Allah'tan başka herşey yok olacaktır.
ikinci nefhada yani
ikinci defa Sûr'a üfürüldüğünde ise, bu ölen canlılar mahşere sevk edilmek
üzere dirileceklerdir. İşte bu hadiselerin her ikisi de cuma günü meydana
gelecektir.
Bir başka görüşe göre,
Sûra üfleme üç defa olacaktır. Bunlardan birincisi ile müthiş zelzeleler
meydana gelecek dağlar yürüyecek, güneş dürülecek, yıldızlar saçılacak,
denizler taşacak, emzikli kadınlar çocuklarını atacak, fakat insanlar
ölmeyecek, dehşetle bu olanları seyredeceklerdir. İkinci ve üçüncü nefhalarda
yukarıda izah ettiklerimiz olacaktır.
Birinci Sûr diye
açıkladığımız dan maksadın "Rabbi dağa tecelli edince ona param parça yaptı
ve Musa feryad ederek (yere) kapandı"[10]
âyet-i kerimesinde zikri geçen Mûsâ (a.s.)ın sa'kası olduğunu söyleyenler de
vardır. Yani bu görüşe göre bu âyet-i kerimede bahsedilen hâdise de cuma günü
meydana gelmiştir.
Peygamber (s.a.) cuma
gününün faziletini belirttikten sonra bu faziletten istifâde etmeleri için
ümmetine bu günde kendisine bol bol salevât getirmelerini tavsiye etmiş ve bu
salevâtın zat-ı saadetlerine arz olunacağını bildirmiştir. Bunun üzerine
sahâbiler bu haberi ilk anda garibsemişler ve "çürüyüp yok olduktan sonra
salevâtlann ResûluHah'a nasıl ar/edileceğini" sormuşlardır. Râvî bu
çürüyüp yok olma sözünü kalıbı ile ifâde etmiş sonra da bunu "çürüdün" kelimesi ile tefsir etmiştir
terkibi nin fethası ile kesresi ile ve hemzenin zammesi ile meçhul olarak
"yenildin" manasına şekillerinde rivayet edilmiştir. Neticede hepsi
aynı manayı ifade eder.
Hz. Peygamber ashabın
hayret ederek sordukları bu soruya, yeryüzünün nebilerin cesetlerini
çürütemeyeceğini, söyleyerek karşılık vermiştir. Bu peygamberlerin kabirlerinde
diri olduklarından kinayedir. Tabiatiyle bu tamamen Cenab-ı Hakk'ın kudreti
dahilinde harikulade bir haldir. Bunu Hz. Peygamber böyle haber vermiştir.
Mü'min böyle inanır. Gerçi zannî delille sabit olduğu için inkârı küfrü gerektirmez
ama, hiçbir şey kazandırmayacağı gibi çok şeyler kaybettirir. Çünkü aynı
mânâyı ifâde eden birçok sahih hadis vardır. Meselâ: İbn Mâce'nin
Ebu'd-Derdâ'dan "ceyyid" bir senetle, Saîd b. Mansûr'un, Hâlid b.
Ma'dân'dan; Beyhakî'nin hasen bir senedle Ebû Ümâme'den; Nesaî ve İbn Hıbbân'ın
İbn Mes'ud'dan; Taberânf nin el-Mü'cem el-Kebîr'inde hasen bir isnatla, Hasen
b. Ali'den, yine Taberânî'-nin Evsafında Enes b. Mâlik'ten; EbuVŞeyh b. Hıbbân
ve Bezzâr'ın Ammâr b. Yâsir'den rivayet ettikleri hadisler de[11]
Nebilerin kabirlerinde diri oldukları ve müslümanların amellerinin Hz.
Peygambere arz edileceği bildirilmektedir.[12]
1. Birinci
ve ikinci nefhalar cuma günü olacaktır.
2. Cuma
günlerinde Hz Peygambere salevât getirmenin çoğaltılması teşvik edilmektedir.
3.
Mü'minlerin getirdiği salevât Hz. Peygambere arz olunur.
4. Yeryüzü
Peygamberlerin cesetlerini yiyemez.
Bazıları bu meselede
Allah yolunda şehid olanları da Peygamberlere ilhak ederler.Hatta
Müfessirlerden bazıları
"Siz Allah yolunda öldürülenleri ölüdürler sanmayın”[13]
âyet-i kerimesini tefsir ederken şöyle bir hâdise naklederler. Muâviye (r.a.)
şehidlerin kabirleri üzerinden bir pınar akıtmak isteyip orada kimin ölüsü
varsa çıkartmalarını emretmişti. Câbir der ki, "Biz o kabirlere varıp
İçindekileri bedenleri taze olarak çıkardık. Hatta birinin ayak parmağına balta
isabet etmiş de oradan kan damlıyordu."
Fakat ulemânın
çoğunluğu âyet-i kerimedeki "dirilik" den maksadın ruhi dirilik
olduğunu, şehidlerin cesetlerinin çürüme yönünden Peygamberlere
benzetilemeyeceğini o özelliğin sadece Peygamberlere mahsus olduğunu söylerler.[14]
1048. ...Câbir
b. Abdillah (r.a.)'dan, Peygamber (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Cuma günü on
ikidir.” -Bununla saati kastediyor.[15]-
"O günde bir an vardır ki, onda Allah'tan bîrşey isteyip de Allah'ın
istediğini vermediği hiç bir müslüman bulunmaz. O vakti son saatte, ikindiden
sonra arayınız."[16]
Hadis-i şerifte Hz.
Peygamber, günün on iki parçadan meydana geldiğini söylemiş fakat bu
parçalardan maksadının ne olduğunu açıklamamıştır. Râvilerden birisi Hz.
Peygamber'in bu söz ile, saati murad ettiğini söylemiştir. Senenin her gününde
gündüzler on iki saat olmadığından, bu saatle on iki ayrı zaman parçasının kast
edilmiş olması muhtemel olduğu gibi, gündüzün on iki saat olduğu zamanlar
gözönüne alınarak, astronomik manadaki saatlerin kast edilmiş olması da
muhtemeldir.
Resûl-i Ekrem
Efendimiz daha sonra cuma günü duaların reddedilmediği bir vakit bulunduğunu*
bu vaktin de ikindiden sonra günün son vakti olduğunu bildirmiştir. Bu hadis
1046 numaralı hadisteki Abdullah b. Selâm'ın sözlerini takviye etmektedir.
Gerçi bu hadis bir sonraki hadise muhalif düşmektedir. Çünkü o hadiste icabet
vaktinin cuma namazında imamın minbere çıkışı ile namazın sonu arasında olduğu
bildirilmektedir. Ancak yerinde de belirtileceği gibi o hadis, zayıf
görülmektedir.
Buharı, Müslim ve
Taberânî'nin yaptıkları rivayetlerden bu zamanın çok kısa olduğu
anlaşılmaktadır. İbnu'l-Müneyyir, Hz. Peygamber'in bu vakti çok kısa bir zaman
olarak haber vermesinin ibâdete teşvik maksadına yönelik olduğunu söyler.[17]
Cuma gününde duaların kabul
edildiği bir vakit vardır.Bu vakit günün son saatlenndedır. Bu ana ibadet ederken
rastlayabilmek için gününün tamamı taatle geçirilmelidir.[18]
1049. ...Ebû
Mûsâ el-Eş'arî'nin oğlu Ebû Burde'den; demiştir ki:
Abdullah b. Ömer bana
"Babanın, cuma yani (icabet) saati hakkında Resûlullah'dan (bir şey)
haber verdiğini duydun mu?" dedi.
Ben de dedim ki:
Evet ben babamın
Resûlullah'ı; "O (icabet saati) imamın (minbere) oturuşu ile namazın
bitimi arasındaki zamandır" derken işittim" dediğini duydum.[19]
Ebû Dâvûd minbere
(oturduğunu) kastediyor, dedi.[20]
Bu hadis-i şerifte
cuma günündeki duaların kabul edildiği vaktin imamın hutbe okumak için minbere
çıkıp oturması ile namazın bitimi arasındaki vakit olduğu belirtilmektedir.
Halbuki bundan önceki hadiste bu vaktin ikindiden sonra günün son demlerinde
olduğu haber verilmişti. Buna göre söz konusu vaktin bir zamandan başka bir zamana
intikal ettiği anlaşılmaktadır. Eğer böyle bir intikalin olmadığı gozonüne
alınırsa, o zaman hadisler arasında tercih yapmak gerekir.
Ulemâdan bazıları, bu
hadisi tercih etmişlerdir, tmam Müslim, Beyha-kî, Îbnu'l-Arabî bu
görüştedirler.
Tirmizî, Ahmed b.
HanbePden, Abdullah b. Selâm'ın hadisindeki manayı te'yid eden başka
rivayetlerin de olduğunu naklederken îbn Abdilber, "O bu konuda en sabit
şeydir" demiştir. Said (b. Mansûr)'ın SüneiTinde Ebû Seleme'den, Ahmed b.
Hanbel'in Ebû Said el-Hudrî ve Kbü Hüreyre'-den yaptıkları rivayetler icabet
vaktinin ikindiden sonra olduğuna delâlet etmektedirler. Âlimlerin çoğu, üzerinde
durduğumuz Ebû Mûsâ hadisinin hem ızdırab hem de inkitâ dolayısıyle ma'lûl
olduğunu söylerler. İnkıta şu yöndendir: Muhakkiklerin nakline göre Mahreme
babasından hadis duymamıştır. Zrakî'nin ifâdesine göre, ızdırab da şu
cihettendir: Râvilerin çoğunluğu bu haberi Resûlullah'a kadar ref etmemişler,
bu sözün Ebû Bürde'ye ait olduğunu söylemişlerdir.
Gerek üzerinde
durduğumuz hadisin malul oluşu, gerekse icabet vaktinin günün sonunda olduğunu
belirten haberlerin çokluğu, bu ikinci grubun haberlerin tercihini
gerektirmektedir.[21]
Müellifin bu babta
zikrettiği icabet vakti ile ilgili haberler, bu konudaki beyanlardan sadece
ikisidir. Bazıları bu görüşleri kırk ikiye kadar çıkarırlar. Bu kavillerden
bazıları şöyledir:
1. Ahmed ve
Hâkim'in Ebû Said'den naklettikleri bir rivayete göre, Kadir gecesini gizlediği
gibi Cenab-ı-Allah bu vakti tüm gün içerisinde gizlemiştir. Bu vaktin
gizlenmesi, cuma günü mü'minlerin ibâdet, dua ve zikirlerini çoğaltmalarını
teşvik hikmetine mebnîdir.
2. İcabet
saati, cuma günü içerisinde değişik vakitlere intikal eder. Muayyen bir
vakitle kayıtlı değildir. Gazalî ve İbn Asâkir bu görüştedirler.
3. Fecr ile
güneşin doğması ve ikindi ile güneşin batması arasıdır.
4. Zevalden
güneşin batmasına kadarki zamandır.
5. Cuma
ezanı ile namazın bitimi arasıdır.
6. İki hutbe
arasındaki oturuş ânıdır.
Bu görüşler içerisinde
en tercihe şayan olanı, bir kere daha tekrar edelim ki ikindiden sonra olduğu
görüşüdür.[22]
1050. ...Ebü
Hüreyre (r.a.)'den; demiştir ki: Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu:
"Kim güzelce
abdest alır sonra cuma (namazı)ya gelip (hutbeyi) dinler ve konuşmazsa, iki
cuma arasındaki (günahları) üç gün ziyadesiyle (birlikte) bağışlanır.
Çakıllara dokunan kimse ise, konuşmuş gibidir."[23]
"Güzelce abdest
alırsa*' şeklinde terceme ettiğimiz cümlenin tam karşılığı, "abdest alır
ve abdesti güzel yaparsa" şeklindedir. Bundan maksat, farz ve sünnetlerine
tam riâyet ederek abdest almaktır. Böylece sünnet üzere abdest alıp da cuma
kılacağı yere gelen ve hiç konuşmadan hutbeyi dinleyen kişinin önceki cuma ile
bu cuma arasıdaki günahları üç gün ziyadesiyle birlikte bağışlanır. Hadisin
Tirmizî'deki rivayetinde: "Minberin yakınına oturma" kaydı da
vardır. Âlimler hutbeyi dinlerken susmanın şart olup olmadığında ihtilâf
etmişlerdir. İbn Hacer minbere yakın oturan kimsenin hem susması hem de
hutbeyi dinlemesi gerektiğini minbere uzak olanın ise, sadece susmasının
yeterli olduğunu söyler.
Kılınan bir cumanın,
iki cuma arasındaki yedi güne ilâveten uç günün daha günahlarına keffâret
olması, yapılan bir amele on misli sevab verileceği gerçeği ile ilgilidir.
Bağışlanacağı bildirilen bu günahlar, küçük günahlar olmalıdır.
Hadisin sonunda Hz.
Peygamber çakıl (aşlarına dokunan bir kimsenin abesle iştigal ettiğini,
faydasız iş yaptığını bildirmiştir. Çakıl taşına dokunmaktan maksat ya secde
edeceği zaman alnının geleceği yeri düzeltmek için taşlara dokunmak, ya da
hutbe esnasında çakıl taşlan ile oynamaktır.
"Konuşmuş
gibidir" şeklinde terceme ettiğimiz "leğa" kelimesi için
Kâmûs'ta "söz ve başkasından, doğrudan ayrıldı, kaybetti manası verilmiştir,
ama doğrusu birincisidir" denilmektedir.
Buna göre çakıl taşı
ile oynayan kimse sanki hutbe esnasında konuşmuş gibidir.Dolayısıyla boş şey
yapmış sayılır. Hutbenin sevabını kaçırmış olur.[24]
Cuma namazı diğer
namazlara nisbetle daha efdaldır.Çünkü diğer namazlar vakitler arasındaki günahlara
keffâret olduğu halde, cuma namazı on günün küçük günahlarının bağışlanmasına
sebebtir.[25]
1051.
...Ümmü Osman’ın azatlısından; demiştir ki: Ali (b. Ebi Talib)’i Kufe
minberinde şöyle derken işittim.
Cuma günü olduğu zaman
şeytanlar sancakları[26] ile
sokaklara çıkıp insanlara (onları) başka işten alıkoyacak mühim işlerini[27]
hatırlatırlar ve cumaya gitmelerine mani olurlar.melekler de gidip mescidin
kapısına otururlar ve imam (minbere) çıkıncaya kadar camiye gelenleri geliş
sırasına göre yazarlar.Kişi (hutbeyi) işitebileceği ve (imamı) görebileceği bir
yere oturup susar bir şey konuşmaz ve boş bir işle meşgul olmazsa, kendisine
iki sevaptan iki nasip vardır.(Eğer uzak oturur ve hutbeyi duyamayacağı bir
yerde ise, susar konuşmaz ve boş bir şeyle
meşgul olmazsa, ona sevaptan bir nasip vardır.[28]
(Hutbeyi)işitebileceği ve (imamı) görebileceği bir yere oturur fakat konuşur ve susmazsa ona da günahtan bir nasip
vardır.Heer kim Cuma günü (yanındaki) arkadaşına “sus” derse, boş işle uğramış
olur, kim de boş şeyle uğraşır ise, onun (kıldığı) bu cumasından hiçbir şey
(sevab) yoktur.
Daha sonra Ali (r.a.)
"ben, bunları Resûlullah (s.a.)Man duydum" dedi.[29]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi Veltd b. Müslim İbn Câbir'den (şeksiz) olarak (Rabâis) diye ibaresini
şeklinde rivayet etmiştir.[30]
Haber aslında Hz.
Ali'nin bir hutbesidir. Ancak Hz.Ali hutbesinde söylediği şeylerin kendi
kafasından çıkmadığını, aksine bunları Resûlullah'tan işittiğini ilâve
etmiştir. Buna göre hadis merfu hükmündedir. Zaten bu tip şeylerin aklen
bilinmesi mümkün değildir.
Hz. Ali'nin haberinden
anladığımıza göre cuma günü şeytanlar ellerinde bayrakları, sancakları olduğu
halde yahut da boyunları bukağılı olarak sokaklara çarşılara çıkıp müslümanlara
bazı ihtiyaçlarım, mühim işlerini hatırlatırlar ve onların cumaya gitmelerini
engellemeye çalışırlar. Melekler ise, camilerin kapısına oturup cumaya gelen
müslümanları geliş sırasına göre kaydederler. Bu iş cumhura göre, sabahtan
itibaren; Mâlikîlere göre ise, zevalden sonra başlar, önce gelenlerin sevabı
sonra gelenlere nisbetle daha fazladır. Ebû Hureyre'den yapılan bir rivayete
göre, namaza ilk gelenler bir deve, ondan sonrakiler sığır, daha sonrakiler
de^bir koç kurban etmiş gibi sevab alırlar. Daha sonra gelenler de sırayla bir
tavuk ve yumurta tasadduk etmiş gibidirler. Meleklerin bu yazma işleri hatib
minbere çıkıncaya kadar devam efler. Hatib minbere çıkınca ise, defterleri
kapatır, hutbeyi dinlemeye başlarlar.[31]
Camiye gelip de
hatibin sesini duyabileceği, kendisini görebileceği bir yere oturana ve hiç
konuşmadan, fuzulî işlerle meşgul olmadan hutbeyi dinleyen kimseye iki ecir,
hatibin sesini duyamayacak kadar uzak bîr yere oturan, fakat konuşmayana da
bir ecir verilir. Hatibî görebileceği ve sesini duyabileceği bir yere oturduğu
halde hutbeyi dinlemeyen, konuşan veya boş bir şeyle meşgul olan kimseye de bir
günah vardır. Hatta bir kimsenin, yanında konuşmakta olan arkadaşına
"sus" demesi bile, cumanın sevabım kaybetmeye kâfidir. Bu şekilde
hareket eden kimseden cuma borcu sakıt olur, fakat cuma kılmanın sevabını
alamaz. Hz. Ali'nin Resûlullah'a nisbet ettiği bu ifâdesinden, hutbe okunurken
emir bi'1-ma'ruf ve nehiy ani’l-Mmünker yapmak için bile konuşmanın caiz
olmadığı anlaşılmaktadır.[32]
1. Cumamn
fazileti büyüktür.
2. Cumaya
gitmek için erken davranmak teşvik edilmektedir.
3. Şeytanlar
insanları cumadan alıkoymak veya onları geç bırakmak için gayret ederler.
4. Camide
imamı görüp sesini duyabilecek derecede yakın oturmak, imama bakmak ve hutbeyi
dinlemek, alınacak sevabın artmasına sebeptir.
5. Hutbe
esnasında konuşmak veya başka bir şeyle meşgul olmak günah işlemeye ve büyük
ecirlerden mahrumiyete sebebtir.
6. Hutbe
esnasında hatibten başkasının emir bi'1-maruf ve nehiy ani'l-münker yapması
caiz değildir.[33]
1052. ...Sahâbîlerden
Ebu'1-Ca'd ed-Damrî'den[34];
Resûluüah (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Kim
önemsemeyerek üç cumayı terkederse, Allah onun kalbini mühürler."[35]
Hadis-i şerifte
Allah'ın, önem vermeyerek veya tembellik ederek üç cuma geçiren kimsenin
kalbini mühürleyeceği bildirilmektedir. İnkâr ederek veya küçümseyerek cumayı
terk eden kimse ise, dinden çıkar, kâfir olur.
Allah'ın bir kimsenin
kalbini mühürlemesinden maksat, onun kalbini katılaştırması ve oraya bir hayrın
girmemesidir.
Irakî,
"Tehâvün"ün, özürsüz terk etme, Allah'ın, kalbi mühürlemesinin de,
"münafık kalbine çevirme" olduğunu söyler.
Hadiste kalbin
mühürlenmesi için üç cumanın geçirilmiş olması kaydı yer almaktadır. Bu
cumaların peşi peşine olması şart mıdır, yoksa başka başka zamanlarda üç cumayı
terk de kalbin mühürlenmesine scbeb midir? Bu konu ihtilaflıdır. Her iki
görüşe sahip olanlar da vardır. Hadisin zahiri, başka başka zamanlarda da olsa,
üç cumayı terk edenin kalbinin mühürleneceğine delalet etmektedir.Çünkü mutlak
olarak ifade edilmistir.Deylemî'nin Müsned-i Firdevs'de Enes'ten rivayet ettiği[36]
ResüluHah,"özürsüz olarak peşi-peşine üç cumayı terk edenin, Allah kalbini
mühürler" mealindeki hadis, kalbin mühürlenmesi için terk edilen cumaları
peşi peşine olmasını gerektirir.
Bir cuma geçirmekle
değil de üç cumadan kalbin mühürlenmesi Cenabı Hakk'ın kullarına tanıdığı bir
mühlettir.
Cumayı özürsüz yere
terk etmekten sakındırma babında birçok hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan
bazılarının mealleri şöyeldir:
"Zaruret olmadan
üç defa cuma geçirenin kalbini Allah mühürler."
"Özürsüz olarak
üç cuma geçiren münafıklar zümresinden yazılır."
"Özürsüz olarak
üç cumayı geçiren, İslâmı sırtının arkasına atmış olur."[37]
1053. ...Semure
b. Cundub (r.a.) Resûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kim özürsüz
olarak cumayı terk ederse, bir dinar; bulamazsa, yarım dinar sadaka
versin."[38]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi aynı şekilde Halid h, Kays da rivayet etmiş, ancak metinde Hemmâm'a[39]
muvafakat ettiği halde senette muhalefet etmiştir.[40]
Kudâme fa. Vebere,
Semure b. Cündüb'ten bir şey duymadığı için hadisin i!k rivayeti zayıftır.
Fakat Ebû Davud'un talikan işaret ettiği Hâlid b. Kays'ın rivayeti hadisi takviye
etmektedir. Çünkü ilk senetteki zaaf bunda mevcut değildir.
Hadis-i şerifin
zahiri, özürsüz olarak cuma namazını terk eden kimsenin bulabilirse bir dinar,
bulamazsa yarım dinar sadaka vermesini öngörmektedir. Ancak bu emir vücöba
değil, nebde delâlet eder. Çünkü Cumanın bedeli vardır, o öğle namazıdır. Bu
keffâret cumayı terk etmekten dolayı irtikâb edilen günahı hafifletmek içindir.
Tamamen günahı ortadan kdJdıımaz. Çünkü cumayı terk büyük günahlardandır.
Günahın tümünün atfedilmesi ancak tevbeyle mümkündür.[41]
1054.
...Kudame b. Vebere'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Kim Özürsüz
olarak cumayı terk ederse, bir veya yarım dirhem, ya da bir veya yarım sa’
buğday tasadduk etsin."[42]
Ebü Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi, Said b. Beşîr de Katâde'den, yukarıdaki şekilde rivayet etmiş, ancak
"bir veya yarım müdd” demiş ve = Semure’den" ilâvesinde bulunmuştur.[43]
Bu hadis de Kudâme b.
Vebere'den nakledilmiştir.Ancak Sahâbi râvi Semure anılmadığı için hadis
mürseldir. Gerçi Said b. Beşir'in rivayetinde Semure zikredilmiştir. Ancak Said
hakkında bazı tenkitler vardır.
Bu rivayet hem metin
hem de senet itibariyle önceki hadisten farklıdır. Orada cumayı geçirene
keffâret olarak sadece bir veya yarım dinar tasadduk etmesi öngörüldüğü halde
burada güç yetirmeden söz edilmemekte, cumayı geçiren bir veya yarım dirhem
yahut da bir veya yarım sa’ tasadduk etmek arasında muhayyer bırakılmaktadır.
Saîd'in rivayetinde
ise, sa' yerine müdd denilmiştir. Önceki hadisin şerhinde işaret edildiği
gibi, tasadduk emri vücûba değil, nebde hamledilir.
Sa': 3,
1055.
...Peygamber (s.a.)in hanımı Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki:
İnsanlar, evlerinden ve
Avâlî'den nöbetleşe olarak cumaya gelirlerdi.[45]
Hadis-i şerifin
Buhârî'deki rivayeti yine Hz. Âişe'dendir.Fakat dana uzundur.Buradakine
ilaveten, cumaya gelenlerin üzerlerinde toz ve ter bulunduğu onlardan birinin
üzerinde toz ve ter olduğu halde Resûlullah'a geldiğinde Efendimizin ''Keşke
bu gününüzde yıkansaniz"[46]
buyurduğu rivayet edilmektedir.
"Nöbetleşe
gelirlerdi” şeklinde türkçeleştirdiğimiz kelimesi, Kastalânî ve Aynî'nin
beyânlarına göre, mastarının tefâül babın-dandır. Bu kelime bazı rivayetlerde
şeklindedir. Bu, ve fiillerinin aynı manada olduğunu gösterir.
Avâlî, âliye
kelimesinin çoğuludur. Daha önce de temas edildiği gibi, Medine'nin doğu
tarafında 2-
Ebû Davud'un bu
hadis-i şerifi, "Cuma kimlere farzdır?" başlığı altına alması, onun
köylerde ve obalarda yaşayanlara cuma'mn farz olduğu görüşünde olduğunu
gösterir. Çünkü Hadis-i Şerifin ifâdesinden müslümanların köylerden cuma için
Medine'ye geldikleri anlaşılmaktadır. Bu da cumanın onlara farz olmasını
gerektirir.
Ancak hadis-i şerif
köy ve obalarda oturanlara cumanın farz olduğuna kesinlikle delil olamaz. Çünkü
burada Avâlî'den olanların cumaya nöbetleşe geldikleri söylenmektedir. Eğer
cuma onlara farz olsaydı nöbetleşe değil, özrü olmayan herkesin her cuma
gelmesi gerekirdi. Hepsi gelmediğine göre, bu haber onlara cumanın farz
olduğuna delâlet etmez. Onların cumaya gelmeleri tamamen ihtiyarî olduğunu
gösterir.
Bu konuda Aynî'de;
"Eğer cuma Avâlî'de oturanlara farz olsaydı, nöbetleşe olarak gelmezler,
hepsi birden gelirlerdi" demektedir.
Diğer Buhârî sarihleri
Kastalânî, Askalanî ve Kirmânî de Aynî'nin söylediklerine benzer ifadelerle
şehirlerin dışında oturanlara cumanın farz olmadığını belirtmişlerdir.
Burada söz konusu olan
şehirden maksat, Hidâye'dc, (Ebû Yûsuf'un görüşü olmasına rağmen Hanefi
mezhebinin tercihi olarak) gösterildiğine göre, idarecisi olan, hükümleri infaz
ve cezalan tatbik eden hâkimi bulunan yerlerdir. Ebu Yusuf'dan nakledilen bir
başka görüşe göre de şehir, ahâlisi en büyük camilerine toplandığında cami
almayacak kadar kalabalık olan yerlerdir.
Fethu'I-KadiVde Ebû
Hanife'nin şehir'i şu şekilde tarif etliği bildirilmektedir: "İçerisinde
sokaklar, çarşılar ve meskûn mahalleri olan, mazlumu zâlimden koruyacak valisi
ve çeşitli hadiseler karşısında kendisine müracaat edilen âlimi bulunan her
yerdir." Ancak yukarıda da ifâde edildiği gibi Hidâye sahibi, Ebû
Yûsuf'un ilk görüşünü mezhebin görüşü olarak takdim etmiştir.
Bir kimseye cuma namazının
farz olması için bazı şartlar vardır. Bu şartlardan bir kısmında bütün
mezhubler müttefik olduğu halde bazılarında aralarında görüş ayrılıkları
vardır. Bütün mezheblcrin ittifak ettikleri şartlar şunlardır:
Cumanm farz olması
için:
1. Erkek olmak.
Ancak kadınlar cumayı kılmışlarsa, bir daha öğle namazını kılmalarına gerek
yoktur.
2. Hür
olmak,
3. Kör
olmamak.Gözü görmediği halde camiye giderken kendisine refakat edecek birumi
bulabilen kişi hakkında mezhebfer arasında ihtilâf vardır. Hanefîlerden,
İmam-ı Azam'a göre böyle birine cuma farz değil, Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre
farzdır. Şafiîlerden de iki görüş nakledilmiştir.
4. Mukim
olmak. Müsâfire cuma farz değildir. Şafiî ve~"H"anbelîlere göre
müsâfir, cuma kılınan bir yerde dört günden fazla kalmaya niyet ederse ona da
cuma farzdır.
5. Cuma
kılınan bir şehirde olup camiye Hanefîlerde
6. Sıhhati
yerinde olmak:
Hanefîlere göre topal
olmamak, ayrı bir şart olarak zikredilir. Bunlardan başka Şafiî, Maliki ve
Hanbelîlete göre şu şartların bulunması da cumanın farz olması için gereklidir:
a. Cumayı
terk etmeyi mubah kılan bir özrü bulunmayacak,
b. İhtiyar
olmayacak, (bu konu tafsilâtlıdır).
c. Bir
zâlimin kendisine zarar vermesinden veya hapsetmesinden korkusu olmayacak.
d. Mal, can
veya ırza bir zararın gelmesinden emin olacak.
5. Mükellef
namaz kılacak yerde yerleşmiş olacak.
Bu mezheplere göre mükellef
sayısı kırktan fazla olan köylerde cuma kılınır. Çöllerde veya çadırlarda cuma
farz değildir.Bedâyi'de belirtildiğine göre, Hanefi mezhebinde köylerde cuma
farz değildir. Şehirlerde veya şehre
Buraya kadar
yazdığımız şartlar, cumanın farz olmasının şartlandır. Bir de cumanın sahih
olmasının şartlan Vardır. Ancak onlar şu anda konumuzun dışında olduğu için
burada temas edilmeyecektir.[47]
1056.
...Abdullah b. Amr (r.a.)'dan; Peygamber (s.a.)in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir:
"Cuma, ezanı
işiten herkese farzdır."[48]
Ebü Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi bir cemaat Resûlullah 'a kadar ref etmeden Abdullah b. Amr'a ait mevkuf
bir haber olarak Süfyan'dan rivayet etmiştir, bu isnadı Rasûlullah 'a kadar sadece
Kabisa ulaştırmıştır.[49]
Hadis-i şeriften, cuma
namazının, ezanı işiten veya işitebilecek bir yerde olan herkese farz olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak ileride 1067 numaralı hadiste de geleceği üzere
kadınlar, köleler, çocuklar ve hastalar bu hükmün dışmdadırlar.
Hadis-i şerif
senedindeki Muhammed b. Said et-Tâifî'den dolayı tenkide uğramış ise de,
cemaati terk etmenin kötülüğü konusunda Ümmü Mektûm'dan rivayet edilen hadis,
bu hadisi takviye etmektedir.[50]
Gerçi oradaki hadis, cemaatle namazla ilgilidir. Fakat gözü görmeyen bir
kimsenin kendisini camiye götürecek biri varken evinde namaz kılmasına ruhsat
vermediğine göre, cumaya daha çok ihtimam gösterilmesi öncelikle gerekir.
Hadisin mefhüm-ı
muhalifinden, cuma günü ezanı duyamayan birisine cumanın farz olmadığı
anlaşılmaktadır. Hadisin mutlak olduğuna göre ezanı duymayan kişinin şehir
içinde veya dışında, cuma kılınan bir yerde ya da kılınmayan bir yerde olması
arasında fark olmaması gerekir. Ancak ulema şehir içinde olan kimseye ezanı
duymasa bile cumanın farz olduğunda müttefiktir. Şehir dışında olan kimse
hakkında ise, ihtilâf edilmiştir.
Amr b. Âs, Said b.
el-Müseyyeb, Ahmed, İshak ve Şâfiîlere göre şehir dışında olup da ezanı işitene
cuma farz, işitmeyene farz değildir. Ezanı işitme konusunda müezzinin şehrin
kenarında durmasına, havanın rüzgarsız, mülayim olmasına itibar edilmiştir.
Yani bu şartlar içerisinde okunan ezanı işitilebilecek bir yerde olan kimseye
cuma farzdır.
lbn Ömer, Ebû Hureyre,
Enes, Hasen, Atâ, Nâfi İkrime, Hakem ve Evzaî'ye göre cumayı kıldıktan sonra
akşam evine dönebilecek bir mesafede olan kimseye cuma farzdır.
Mâlik ve Leys'e göre,
bulunduğu yer ile şehir arasında üç millik bir mesafe olana cuma farz, daha
fazla olana farz değildir.
Zeyd b. Ali, Bakir,
Müeyyed -billah ve Hanefîlerden, Muhammed'in dışındaki imamlara göre, şehir
dışında olanlar ezanı duysalar bile, kendilerine cuma farz değildir. İmam
Muhammed'e göre ezanı duyana cuma farz, duymayana farz değildir. Bu, şehirle
mükellefin bulunduğu yerin arasında mer'a veya ekin tarlası (vs.) gibi bir
açıklık bulunduğu durumlardadır.
Ebû Davud'un, hadisin
sonuna koyduğu talikte Abdullah b. Amr'dan yapılan bu rivayetin bir grub
tarafından Hz. Peygamberce isnad edilmeden, Abdullah'ın sözü olarak
nakledildiği, bu hadisi Kabîsa'dan başka hiçbir râ-vinin Hz. Peygambere isnad
etmediği bildirilmektedir. Ancak bu gibi konuların akılla bilinmesi mümkün
olmadığından, mevkuf da olsa, merfû hükmünde kabul edilir.[51]
1057.
...Ebu'l-MelnYin, babasından rivayet ettiğine göre; Huneyn Savaşı yağmurlu bir
(cuma) günü(nde cereyan etmiş) idi. Peygamber (s.a.) müezzinine:
"Namaz, olduğunuz
yerdedir" diye (ilân etmesini) emretti.[52]
Huneyn, Mekke ile Tâif
arasındaki bir vadinin adıdır.Zülmecâz panayırı burada kurulurdu. Müslümanlar
Mekke'yi fethettikten sonra kendilerine karşı 20.000 kişilik bir ordu
hazırlayan Hevâzîn ve Sakîf kabileleri ile Huneyn vadisinde karşılaştılar. Bu
savaş, H.8/M. 630 tarihinde vukubuldu. Düşmanın kurduğu bir pusuya düşen İslâm
ordusu ilk anda bozguna uğrar gibi oldu. Asker içindeki yeni müslüman olanların
bazılarından ve müşriklerden bu duruma sevinenler oldu. Fakat Hz. Peygamber ve
etrafındaki bazı vefakâr müslümanlann gayretiyle kısa zamanda müslümanların
durumu düzeldi, kaçanlar geri döndü, mağlubiyetten sonra zafer müslümanlann
oldu. Savaş sonunda müslümanlar 4 şehid, kâfirler 70 ölü verdiler. Bu savaşta,
müslümanlar, daha önce benzerini görmedikleri derecede büyük bir ganimet elde
ettiler. Bu ganimet miktar olarak 22 bin deve, 40 bin koyun, 4 bin okka gümüş,
6 bin esirden ibaretti. Ganimetin bu kadar çok olmasına, düşmanın mallarım
kadınlarını ve çocuklarım savaş meydanına getirmesi sebeb olmuştur.
Hadiste beyân
edildiğine göre, işte bu savaşın olduğu günde Hz. Peygamber, müslümanlann
namazlarını evlerinde kılmalarım emretmiştir. Buradaki "ev"den
maksat "çadırlaradır. Çünkü "evler" manasını verdiğimiz
"rihâl" kelimesi taştan olan evler için kullanıldığı gibi deriden,
yünden, kıldan veya başka şeylerden yapılan çadırlar için de kullanılır. Bu
kelime bundan sonraki bablarda da sık sık gelecek ve duruma göre bazan
"hâne" bazan "çadır" bazan da "bulunduğunuz yer"
diye terceme edilecektir.
Hadis, "çok
yağmurlu günde cuma" başlığı altında yer almıştır. Halbuki bu hadiste
Huneyn gününün cuma günü olduğuna da;r bir kayıt yoktur. Ancak aşağıda gelecek
olan rivayetler, sozkonusu günün cuma günü olduğunu ifade etmektedir. İşte bu
yüzden bu hadis, bahis konusu babta getirilmiştir.
Hadis-i şerif şehir
dışında cumanın farz olduğunu söyleyenlere delil gibi görünmektedir. Çünkü
eğer buralarda cuma farz olmasa idi, Hz. Peygamber namazın çadırlarda olduğunu
ilân ettirmezdi. Ancak bu hadisenin cuma günü olması cuma namazı için olmasını
gerektirmez. Adı geçen namazın cuma yerine kılınan öğle veya ikindi namazı
olması da mümkündür. O halde hadis, kırda cuma namazının farz olmasına delil
sayılamaz.[53]
1058. ...Ebû
Melîh'den; "Bu günün cuma günü olduğu" rivayet edilmiştir.[54]
Bu eser, mevkuftur.
Musannifin eseri buraya almaktan maksadı, yukarıdaki haberde mevzu-bahs edilen
günün, cuma günü olduğuna işaret etmektir.[55]
1059. ...Ebû
Melîh, babasından; onun cuma günü Hudeybiye'de Hz. Peygamber'le beraber olduğunu,
yağmura tutulduklarını ancak ayakkabılarının altının bile ıslanmadığını ve
Resûlullah'm onlara namazlarını evlerinde kılmalarım emrettiğini rivayet etti.[56]
Hudeybiye hâdisesi H.
6 senede vuku bulmuştur. Hudeybiye Mekke'ye bir, Medine'ye 9 merhale
uzaklıktadır. Hz. Peygamber ashabıyla birlikte Kabe'yi ziyaret için yola
çıkmış, fakat müşriklerin karşı çıkması sebebiyle Hudeybiye demlen bir köyde
yapılan bir anlaşma sebebiyle geri dönmüştür.
Hadisteki
"ayakkabılarının altı ıslanmadı” ifâdesi yağmurun azlığından kinayedir.
Bu haberde Hudeybiye'de cuma günü yağan az bir yağmur sebebiyle Hz. Peygamber
cemaate namazlarını çadırlarında kılmalarını emretmiştir. Bundan önceki
rivayetlerde ise söz konusu hâdisenin Huneyn gününde olduğu belirtilmişti.
Buna göre hâdisenin iki ayrı yerde de tekrarlandığı anlaşılmaktadır.
Ebû Davud'un bu ve
bundan önceki hadisleri "çok yağmurlu günlerde cuma" başlığı altında
zikretmesi, müellifin yağmurlu günlerde cuma namazına gitmenin şart olmadığı
fikrinde olduğunu gösterir. Ancak bu hadislerden müellifin anladığı hükmü
çıkarmak mümkün değildir. Çünkü Hz. Peygamberin evlerde kılınmasını emrettiği
namazın cuma namazı olduğuna dair hiçbir işaret mevcut değildir. Çünkü
hâdisenin cuma günü olması cuma namazı için olmasını gerektirmez. Sabah veya
ikindi namazları için olması da mümkündür. Üstelik her iki rivayette de
hâdisenin sahrada olduğu göze çarpmaktadır. Ne Hz. Peygamber'in ne de
sahâbîlerin kırda olduklarında cuma namazı kılmak için toplandıkları sabit
değildir. O halde bu hadisler delil alınarak "yağmurlu günlerde cumaya
gitmemek caizdir" denemez.[57]
1060.
...Nâfi'den nakledildiğine göre:
İbn Ömer soğuk bir
gecede Dacnân'da konaklayıp, müezzine (herkesin namazını yerinde kılmalarını
ilân etmesini) emretti. O da; "namaz çadırlardadır" diye nida etti.
Eyyûb dedi ki: Nâfi,
İbn Ömer'den şöyle rivayet etti: Soğuk veya çok yağmurlu bir gece olduğu zaman
Resûlullah (s.a.) müezzine "namaz hanelerde (evlerde kılacaktır)dir"
diye ilân etmesini emrederdi.[59]
Dacnân, Mekke ile Medine arasında bir dağın
adıdır.Mekke'ye takriben
Müellif İbn Ömer'in
hareketini kendi görüşüne dayanarak değil, Peygamber (s.a.)'den öğrendiğine
istinaden yaptığım isbat etmek için Eyyûb'un rivayetini nakletmiştir. Görüldüğü
gibi rivayetten soğuk ve yağmurlu gecelerde namazın hanelerde kılınmasını
bizzat Hz. Peygamber'in emrettiği anlaşılmaktadır. Bu ve bundan sonra gelecek
olan hadislerden soğuk, rüzgâr ve yağmurun mutlak mânâda cemaata çıkmamak için
özür olduğu ve bu konuda gece ile gündüz arasında fark bulunmadığı
anlaşılmaktadır. İbn Battal bu meselede icmâ' olduğunu söyler. Ancak Şâfiîler
rüzgârın sadece gece, soğuk ve yağmurun ise, hem gece hem de gündüz için özür
olduğu görüşündedirler.
Bu babın bazı
hadisleri cemaatla ilgili olduğu halde, müellifin bunları cuma konusunda
nakletmesi, onun cemaata gitmekle cumaya gitmeyi aynı gördüğünü gösterir. Zaten
Buharı ve Müslim'in de rivayet ettikleri 1066 numarada gelecek olan İbn Abbâs hadisi
de yağmurlu günlerde cuma yerine evlerde öğle kılınabileceğini göstermektedir.
Mezkûr hadisin şerhinde malûmat verilecektir.[60]
Soğuk ve yağmurlu
günlerde, cemaate gitmeyip, farz namazları evlerde kılmaya ruhsat vardır. Bu,
kasten cemaati terk etme hükmünde değildir.[61]
1061.
...Nâfi'den; demiştir ki:
İbn Ömer Dacnân'da
ezan okudu, sonra "namazlarınızı bulunduğunuz yerde kılınız" diye
ilân etti. Sonra da Resûlullah (s.a.)'ın seferde iken, soğuk ve yağmurlu
gecelerde müezzine ezan okumasını, akabinde de namazlarını oldukları yerde
kılmalarını ilan etmesini emrettiğini haber verdi.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi, Hammâd b. Seleme, Eyyûb ve Ubeydullah'tan rivayet etmiş ve yerine
(kelimelerin yerlerini değiştirerek) "seferde, soğuk veya yağmurlu
gecede" demiştir.[62]
Hadisin Beyhakî'deki
rivayetinde, "Resûlullah (s.a,) bir seferinde karanlık ve rüzgârlı -veya
karanlık ve soğuk veya karanlık ve yağmurlu- bir gecede" denilmektedir.
İbn Ömer'den
nakledilen bu rivayetle bundan önceki rivayet arasında bazı farklar göze
çarpmaktadır. Öncekinde "nannazlarınızı çadırlarınızda kılınız" diye
nida edenin İbn Ömer'in müezzini olduğu bildirildiği halde bunda bizzat İbn
Ömer'in ezan okuduğu ve bizzat onun namazların çadırlarda kılınmasını ilan ettiği
belirtilmektedir. Buna göre hâdisenin iki ayrı zamanda iki defa vukuunun
muhtemel olduğu söylenebileceği gibi ikinci rivayette de ezan okuyup ilân
yapanın müezzin olduğu fakat ifâdede bir hazf bulunduğu da söylenebilir.
Sonraki rivayetten,
böyle yağmurlu ve soğuk gecelerde namazların evlerde kılınmasını ilân etmeden
Önce, ezan okumanın gerekli olduğunu anlamaktayız. Yine sonraki rivayetten,
böyle gecelerde cemaate gitmeme ruhsatının seferle mukayyed olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak hazarda da böyle gecelerde meşakkate düçâr olanlar aynı
hükmün altına girerler. "Meşakkate düçâr olanlar" diyoruz, çünkü
soğuk ve yağmura karşı herkesin tahammül ve etkilenmesi aynı değildir. Fakat
medeniyetin birçok nimetleri ile mücehhez olduğumuz bu devirde birçokları için
bu etkenler meşakkate sebep olmaktan çıkmıştır.[63]
1062.
...Nâfi'den; demiştir ki:
îbn Ömer Dacnân'da
soğuk ve rüzgârlı bir gecede ezan okuyup arkasından "Namazları
çadırlarınızda kılınız. Namazları çadırlarınızda kılınız" diye ilân etti.
Sonra da şöyle dedi:
Resûlullah (s.a.)
seferde iken soğuk veya yağmurlu bir gece olduğu zaman müezzinine emreder o
da; "Namazları çadırlarınızda kılınız" derdi.[64]
Bu rivayette de ezanı
bizzat İbn Ömer'in okuduğu, ilânı onun yaptığı bildirilmektedir. Bu rivayetle
babın ilk rivayeti arasında gözüken tezadı gidermek için önceki rivayette
söylenenler burada da söylenebilir.[65]
1063.
...Nâfi'den rivayet edildiğine göre; İbn Ömer -soğuk ve rüzgarlı bir gecede
ezan okuyup-[66] "Namazları
bulunduğunuz yerde kılınız" dedi. Arkasından da:
Şüphesiz soğuk veya
yağmurlu bir gece olduğu zaman Resûluliah (s.a.) müezzine, "Haberiniz
olsun, namazı bulunduğunuz yerlerde kılınız" demesini emrederdi, diye
ilâve etti.[67]
Hadisin Buhârî'deki rivayeti
şu şekildedir: İbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.) seferde
iken soğuk veya yağmurlu gecelerde müezzine ezan okumasını, ardından da
"Haberiniz olsun, namazlarınızı olduğunuz yerde kılınız" demesini
emrederdi."
Müslim'in rivayetinde
de bazan "rüzgarlı soğuk gece" bazan da "yağmurlu soğuk
gece" ifâdelen yer almaktadır.
Bu rivayette Hz.
Peygamber'in seferde olduğuna dâir bir kayıt yer almamıştır.[68]
1064. ...îbn
Ömer (r.a.)'dan; demiştir ki:
Peygamber (s.a.)'in
müezzini Medine'de yağmurlu gecelerde ve soğuk seherlerde böyle (namazlarınızı
evlerinizde kılınız) diye nida etti.[69]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
haberi Yahya b. Saîd el-Ensâri Kasım'dan; o da îbn Ömer vasıtasıyla
Resûlullah’dan rivayet etmi?, rivayetinde "seferde" demiştir.[70]
Bundan önceki
rivayetlerde hadisi, Nâfi'den rivayet eden râviler, "soğuk ve yağmurlu
gecelerde herkesin bulunduğu yerde namaz kılmakla emrolunduğu" olayın
sefer esnasında cereyan ettiğini söylemişlerdi. Bu rivayette ise, Îbn İshak
bütün bu sika râvilere muhalefet etmiş ve sözü edilen olayın Medine'de olduğunu
söylemiştir. Ebû Davud'un talikinden anlıyoruz ki, Yahya b. Saîd el-Ensârî de
Muhammed b. İshak'a muhalefet edenlerdendir.
Bu rivayet, yağmur ve
soğuğun cemaate gitmeme konusunda, sahrada olduğu gibi meskûn mahallerde de
özür sebebi olduğunu göstermektedir.[71]
1065.
...Câbîr (r.a.)'den; demiştir ki:
Biz Resûlullah (s.a.)
ile birlikte bir seferde idik, yağmura tutulduk. Resûlullah (s.a.):
"Sizden isteyen
namazını olduğu yerde kılsın" buyurdu.[72]
Bu konuda daha evvel
serdedilen rivayetlerin hepsi Nâfi vasıtasıyla İbn Ömer'den nakledilmiştir. Bu
rivayet ise, başka bir sahâbî'den, Câbir'den nakledilmiştir. Câbir'in bu
rivayetinde cemaata gitmeme ruhsatının seferle mukayyed olduğuna işaret
ediliyor. Ayrıca, soğuk veya yağmurlu havalarda cemaate iştirak etmeyip kendi
çadırında veya bulunduğu yerde namaz kılmanın isteğe bağlı olduğu, bunun
zorunlu olmadığı, arzu edenin cemaat yapabileceği de anlaşılmaktadır.
Bu hadis önceki
rivayetlerde geçen "namazı bulunduğunuz yerde kılınız” emrinin ibâhaya
delâlet ettiğini gösterir.[73]
1066.
...Muhammed b. Sîrîn'in amcası oğlu Abdullah b. el-Hâris'in haber verdiğine
göre; İbn Abbâs (r.a.) yağmurlu bir günde müezzinine; dedikten sonra, deme,
"namazınızı evlerinizde kılınız de" diye emretti. İnsanlar bunu pek
beğenmediler. Bunun üzerine İbn Abbâs: "Bunu benden daha hayırlı olan biri
yaptı. Şüphesiz cuma (yani "haydin namaza" diye çağırıhnca icabet)
farzdır. Ben ise dedirtip de sizi meşakkate sokmayı, yağmurda çamurda
yürümenizi arzu etmedim" dedi.[74]
Bu rivayetten
anladığımıza göre yağmurlu bir cuma gumı İbn Abbas Hazretlerinin, müezzinine
dedikten sonra dememesini bunun yerine namazınızı evlerinizde kılınız"
diye nida etmesini emretmiştir. Bu, Aynî'nin de işaret ettiği gibi ezanın Peygamber'den gelen şeklini ve sırasını
değiştirmek mânâsına gelir. İbn Abbâs'ın bu yaptığı Hz, Peygamber'den gördüğü
veya duyduğu bir hadise müstenid değil, kendi içtihadına mebnidir. Verdiği bu
emre karşılık cemaatin, hoşnutsuzluklarını hissettirmelerine karşı söylediği
"Ben (dedirtip de) sizi zorluğa sokmayı, yağmurda çamurda yürümenizi
istemedim" tarzındaki sözleri de hareketinin ictihadî olduğunu gösterir.
İbn Abbâs'ın, "bunu benden daha hayırlısı yaptı" demesi,
"namazlarınızı evlerde kılınız" sözüne işaret idi. Bu ilânın ezan esnasında
yapılmasına işaret değildir.
Görüldüğü gibi bu
rivayette müezzinin "namazlarınızı, evlerinizde kılınız" diye nida
etmesi ezan esnasında olmuştur. Halbuki bundan öncekinde İbn Ömer'den gelen
rivayetlerde de bu nidanın ezan bittikten sonra olduğu bildirilmişti. Bütün
ezanlarda "haydin namaza, haydin felaha" sözlerini söylemek
ittifakla sabit olduğuna göre, İbn Ömer'den yapılan rivayetin daha tercihe
şayan olması gerekir.
İmam Nevevî: "=
Namazı evlerinizde kılınız" sözünü Şafiî'nin belirttiği gibi hem ezan
esnasında hem de ezandan sonra söylemek caizdir. Ashabımızın bazıları,
"bu ezandan sonra söylenmelidir" diyorsa da, bu hal İbn Abbâs
hadisinin sarahati karşısında zayıftır" der. Aynî de, Nevevî'nin bu
sözlerini naklettikten sonra, İbn Abbâs hadisinin ezanın tertibine uymadığını
ilâve eder.
Bu ve bundan önceki
bütün hadisler, yağmur, soğuk ve rüzgarın cemaate ve cumaya gitmemeyi mübâh
kılan özürlerden dolduğuna işaret etmektedir. Bu konuda bütün mezhepler
hemfikir gibi ise de yine aralarında bazı görüş ayrılıkları vardır.
Şâfiîlere göre:
Cemaate gitmemeyi mubah kılan her özür, cumaya gitmemek için de özürdür. Buna
göre yağmur ve şiddetli soğuk ister gecede ister gündüzde olsun özürdür.
Çamur, kar ve şiddetli sıcak için de hüküm aynıdır. Ancak rüzgâr sadece soğuk
olduğunda ve geceleri özür sayılır.
Mâlikîlere göre;
şiddetli yağmur ve çamur cuma ve cemaat için özürdür.
Hanbelîlere göre; Kişi
yukarıda sayılan şeylerden herhangi biri ile eziyete mâruz kalıyorsa cemaate
veya cumaya gitmemeleri caizdir.
Hanefîlere göre: Çok
yağmur ve çok çamur şiddetli soğuk, bir de karanlık cemaate veya cumaya
gitmemeyi mubah kılan özürlerdendir. Rüzgâr, Şâfiîlerde olduğu gibi ancak
şiddetli olursa, geceleri özür sayılır.[75]
1. İctihad
caizdir.
2. Yapılan
bir içtihadı cemaatın beğenmemesi ve bunu izhar etmesi caizdir.Bu durumda
ictihad sahibinin içtihadının aklî ve naklî delilini belirtmesi gerekir.
3. Yağmur,
çamur, soğuk vs. gibi tabiî olaylar cumaya ve cemaate gitmemeyi mubah kılan
özürlerdendir.[76]
1067.
...Târik b. Şihâb[77]'dan
rivayet edildiğine göre Reaülüllah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Köle, kadın,
çocuk ve hasta dışındaki bütün mü si umanlara cemaatle cuma (kılmaları) farz-ı
ayındır."[78]
Ebû Dâvûd dedi ki:
Tank b. Şihâb Resûluilah 'ı görmüş fakat ondan birşey işitmemiştir.[79]
Hadis-i şerifte
istisna edilen dört grubun dışında bütün müslümanlara cuma namazını cemaatle
kılmalarının farz olduğu beyân edilmektedir. Diğer bazı rivayetlerde müsafir de
bu dört gruba ilhak edilmiştir.
Cuma namazı farz-ı
ayındır. Yani her müslüman tarafında kılınmalıdır. Dört mezhebin görüşü bu
merkezde olduğu gibi sahabe ve tabiûnun cumhûruda aynı görüştedir.
İbnu'I-Münzir cumanın farz-ı ayn olduğunda icma olduğunu söylerken Hattâbî,
fukahanm ekserisinin bu görüşte olduğunu kayd eder. Ancak muhalif olanlar -hem
adet hem de delil İtibariyle- üzerinde durmaya değmez. İmam Şafiî'den, cumanın
farz-ı kifâye olduğu tarzında nakilde bulunanlar varsa da Dârimî ve Mervezî
gibi âlimler bu naklin hata olduğunu, İmam Şafiî'ye böyle bir görüş nisbet
etmenin yerinde olmadığını söylerler.
Hadis-i şerifte genel
hükümlerden istisna edilen yani kendilerine cumanın farz olmadığı bildirilen
dört grubtan kadın, çocuk ve hasta hakkında ittifak vardır. Köle hakkında bazı
önemsiz ihtilâflar varsa da zaten ortada kölelik diye bir müessese kalmadığı
için üzerinde durmaya lüzum görülmemiştir.
Ebû Hanife ve
Mâlikîler ihtiyarları hasta sınıfına ilhak ederek onlara da cumanın farz
olmadığım söylemişlerdir. Ebû Yûsuf, Muhammed, Ahmed b. Hanbel ve Şâfiîlere
göre ise, ihtiyar mülk olarak veya kira ile üzerine binip camiye gideceği bir
vasıta teminine muktedirse kendisine cuma farz, aksi halde farz değildir.
Gözü görmeyenler
hakkındaki hüküm de ihtilaflıdır. Ebû Hanife ve İmam Yahya, A'rnâya cumanın
farz olmadığını söylerler. Mâliki, Hanbelî ve Şâfiîlerle Hanefîlerden Ebû Yûsuf
ve Muhammed'in mezhebine göre âmâ kendi kendine veya bir başkasının yardımı ile
cumaya gitme imkanına sa-hibse kendisine cuma farz, değilse, farz değildir.
Bunlar cuma ile cemaat arasında fark görmezler. Cemaat konusunda Hz.
Peygamber'in İbn Ümmi Mektûm'a verdiği cevabı esas alırlar.[80]
Hadis-i Şeriften cuma
namazının cemaatle kılınmasının şart olduğu anlaşılıyor. Ulemâ arasında bunun
aksi bir görüşe sahib olanı da yoktur. Fakat cemaatin adedi konusunda çok
farklı görüşler ortaya konmuştur. Bunlar:
1. Cemaatin
en azı imamdan başka iki kişidir. Bu Hanefîlerden Ebû Yûsuf'la Leys'in
görüşüdür. Delil olarak şunu söylerler: İkide, bir şeyi başka bir şeye cem etme
vardır. Cuma cemaat'den müştaktır. İkide de cemaat mânâsı vardır.
2. Ebû
Hanife, Muhammed, Müeyed-billah, Ebû Tâlib, İbnu'I-Münzir, Müzem, Süyûtî, ve
Sevrî'ye göre cemaatin en azı imamdan başka üc kişidir.
Çünkü
"koşunuz"[81] emri
cum'aya koşanların cemi'i (çoğul) olmasını gerektirir. En az çoğul ise, üçtür.
Yine işaret edilen âyetteki “= Allah'ın zikrine" sözü, Allah'ı zikreden
birinin olmasını gerektirir ki, o da imamdır. O halde cuma için en azından bir
imam, üç de cemaat olmalıdır. Bunların imameti caiz olanlardan olması şarttır.
3. İkrirne
ve Rabia'dan cemaatın en azının yedi kişi olması gerektiği rivayet
edilmiştir.
4. Mâlikîlere
göre, en az 12 kişi olmalıdır. İmam bu sayının dışındadır. Resûlullah (s.a.)
bir cuma günü hutbe okurken, Şam'dan gelen bir kafileyi karşılamak üzere
cemaatin çıkması ve içerde sadece on iki kişinin kalması bunların delilidir.
Bunlara göre bu on iki kişinin kendilerine cuma farz olanlardan olması
gerekir.
5. Cuma için
şart olan cemaat, en aşağı imamla birlikte kırk kişi olmalıdır. İshâk ile
Hanbelî ve Şâfiîler bu görüştedirler. Bunlar Dârekutnî ve Bey-hakî'nin Câbir'den
rivayet ettikleri "Her kırk ve daha fazlasına cuma kurban ve bayram namazı
vardır" hadisi ile Beyhakî'nin İbn Mes'ud'dan rivayet ettiği
"Resûlullah bizi cum'ada topladı, en son gelen ben oldum ve biz kırk kişi
idik" hadisidir. Ancak bunların her ikisi de istidlal açısından mahzurlu
görülmüştür. Birincisi senedindeki, Abdülaziz b. Abdirrahman'dan dolayı zayıf
sayılır. Bu zat hakkında Ahmed b. Hanbel: "Hadislerine, yaian veya
mevzu damgası vurulur",Nesâî,
"sika değildir";
Dârekutnî, "hadisi
münkerdir" demişlerdir. İbn Hıbbân bu zâtın rivayetini hüccet saymazdı.
Beyhakî ise, bu hadis hakkında "bu gibi hadisler hüccet olmaz" der,
İkinci hadis ise, bir hükmü değil bir vakıayı ortaya koymaktadır. İbn Mes'ud'un
oraya en. son gelmesi ve onunla birlikte cemaatin kırka baliğ olması cumanın
sıhhati için bu sayının gerekli olduğunu göstermez.
6. Ömer b.
Abdilaziz'e ve Ahmed b. Hanbel'den bir rivayete göre, cemaat £n azından elli
kişi olmalıdır.
7. İbn Hazm,
imamdan başka bir kişinin kâfi olduğunu söylemiş, Mâzirî ise, seksen kişiyi
şart koşmuştur.
Şevkânîbu görüşlerle
ilgili olarak şöyle der: "Bunlardan, bir kişi ile cumayı caiz görmenin
dayanağı olmadığı gibi, cemaat için sekseni, dokuzu veya yediyi şart koşmanın
da dayanağı yoktur. Ama iki kişi ile sahih olduğunu söyleyenler, adedin hadis
ve icma ile vâcib oluşunu delil göstermişlerdir. Ayrıca cuma için belirli bir
adedin şart olduğuna dâir bir delil sabit olmamıştır. Diğer namazlarda iki
kişi ile cemaat sahihtir. Cuma ile diğer namazlardaki cemaat arasında da fark
yoktur..." Şevkânî bunları söyledikten sonra, cuma için belirli bir adedi
emreden bir nass olmadığına göre, cuma namazının da diğer cemaatlerde olduğu
gibi iki kişi ile sahih olduğu görüşünü benimsediğini ortaya koymaktadır.
Hatta bazı eserlerde daha
da ileri gidilerek cuma namazının diğer namazlardan farkının olmadığı
dolayısıyla cuma için şart koşulan devlet başkanı, şehir ve sayı gibi şartlara
lüzum olmadığı söylenmektedir. Ancak daha evvel tafsilatlı olarak açıkladığımız
gibi bu, cumhurun görüşüne aykırıdır.[82]
1. Cuma
namazı, kadın, çocuk, köle ve hastaların dışındaki bütün müslümanlara farz-ı
ayındır.
2. Cuma
namazı ancak cemaatle edâ edilebilir. Cemaatin adedi âlimler arasında
ihtilaflıdır.[83]
1068. ...İbn
Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki:
İslâm'da, Medine'de
Mescid-i Nebevi'de edâ edilen cuma'dan sonra kılınan ilk cuma namazı,
Bahreyn'in bir köyü olan Cüvâsâ'da kılınandır.[84]
Osman (b. EbtŞeybe);
"Cüvâsâ Abdulkays kabilesi köylerinden biridir" dedi.[85]
Hadisin Muhammed b.
Abdullah tarafından yapılan rivâyetinde Ctivâsâ adındaki köyün Bahreyn'e bağlı
olduğu belirtildiği halde, Osman b. Ebî Şeybe, bu köyün Abdulkays kabilesi
köylerinden biri olduğunu söylemiştir. Muhammed'in rivayetinde köy bir memlekete,
Osman'ın rivayetinde ise bir kabileye nisbet edilmiştir. Abdulkays'Uların Bahreyn'de
yaşadıkları gözönüne alınırsa, rivayetler arasında ihtilâf olmadığı ortaya
çıkar. Nitekim Mü'cemu'l-Büldân'da Cüvâsâ için "Bahryen'de Abdül-Kays'ın
bir kalesidir" denilmektedir.
Bu hadis-i şerif, cuma
namazının şehirlere ait bir ibâdet olmayıp, köylerde de farz olduğuna delâlet
etmektedir. 1055 numaralı hadisin açıklamasında kısaca temas ettiğimiz bu
konuyu burada biraz daha geniş olarak ele almakta fayda görmekteyiz.
Şafiî ve Hanbelîlere
göre cuma namazı köylerde de farzdır. Ancak orada hür, âkil, baliğ ve mukîm
kırk erkeğin bulunması şarttır. Bu köyün ahalisi de yazı ve kışı ayrı ayrı
yerlerde geçiren göçebe cinsinden olmamalıdır. Bu şartları hâiz bir köyün
evlerinin taştan, kerpiçten tahta veya kamıştan olması arasında fark yoktur.
Üzerinde durduğumuz hadisten başka Dârekutnî'nin Zührî vasıtasıyla Ümmü
Abdullah ed-Devsiye'den rivayet ettiği "Re-sûlullah dördüncüleri İmamları
da olsa. Üç kişinin bulunduğu her köyde cuma farzdır"[86]
buyurdu, hadisi de bunu desteklemektedir.
Ebu Bekir b. Ebî
Şeybe'nin, Beyhakî ve İbn Hıbbân'ın Ebû Hüreyre'den rivayet ettikleri
"onlar Ömer'e köylerde cumayı soran bir mektup yazdılar. O da, nerede
olursanız olun, cumayı kılın, diye cevab verdi" şeklindeki rivayetler de
Şafiî ve Hanbelîleri destekler görünmektedir.
Malikîlere göre hem
şehirde hem de köyde cuma namazı kılınabilir. Yalnız köyün evlerinin birbirine
yakın ve yollarının köyün ortasında olması gerekir. Ayrıca köyde bir mescit ve
çarşı da bulunmalıdır. Bir idarecinin bulunup bulunmaması arasında fark yoktur.
Hanefîlere göre cuma
namazı ancak şehirlerde kılmabilir. Köylerde kılınamaz, şehirden maksadın ne
olduğu 1055. hadisin açıklamasında geçmiştir. Hanefilerin görüşleri şu hadis-i
şeriflere dayanır:
1. Hz.
Ali'den merfu'an rivayet edilmiştir: "Cuma ve teşrik, sadece
şehirdedir"[87]
2. Hz.
Ali'den:''Büyük ve küçük şehirlerin haricinde cuma, teşrik, kurban bayramı
namazı ve Ramazan bayramı namazı yoktur."
Hanefîler, Şafiî ve
Hanbelîlerin delil kabul ettikleri hadislerden bazılarındaki
"köyler" diye terceme ettiğimiz
kelimesinin "şehirSer" manasında kullanıldığını
söylerler.Gerçekten Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde bu kelimenin mufredi olan
"-el-karyetii" vetesniyesi olan "karyetâni, karyeteyn"
kelimeleri şehir mânâsına kullanılmıştır.Diğer bazılarım da ya delil olamayacak
derecede zayıf bulurlar ya da değişik şekilde tev'il ederler. Mesela köylerde
cumanın farz oluşuna delil olarak kaydettiğimiz hadislerden ilki için; "bunu
Zührî'den nakleden râvilerin hepsi metruktür, üstelik Zührî'nin Devsiyye'den
bir şey duymuş olması sahih değildir"; ikincisi hakkında da, "onun
senedinde Hakem b. Abdillah b. Sa'd vardır. Onun için Dârekutnî,
"Metruktür"; Buhârî de, "onu terk ettiler" demiştir"
derler.
Ebû Hureyre'den
rivayet edilen üçüncü hadis hakkında söyledikleri de şudur: "Bundan
maksat, "şehirlerden nerede olursanız olun" demektir. Şâfiîler bunu
kırk kişiden daha kalabalık köylere tahsis ediyorlar. Biz de şehirler için
olduğuna hamlediyoruz."
Çadırlarda göçebe
olarak yaşayanlar için ittifakla cuma farz değildir. Ama yaz-kış devamlı olarak
bir yerde eğleşip fakat çadırlarda oturanlar için cumanın sahih olup olmayacağı
konusunda iki görüş vardır. Esah olana göre sahih değildir. İmam-ı Azam da bu
görüştedir.
Burada ikinci bir
mesele karşımıza çıkmaktadır. O da şudur: Cumanın kılınabilmesi için cami şart
mıdır? Yoksa cami dışında herhangi bir yerde de kılınabilir mi?
Mâlikilere göre, cami
şarttır ve bu caminin içinde bulunduğu kasaba veya şehrin mûtad binalarına
benzemesi lâzımdır. Yine bunlara göre bir yerde birden fazla cami varsa, en
eski olanında kılınmalıdır. Ancak cemaati almaması gibi özürlerle sonradan
yapılanlardan birinde de kılınabilir.
İmam Şafiî, Ahmed b.
Hanbel ve İmam-i A'zam'a göre, cumanın sıhhati için, cami şart değildir.
Camide kılınabileceği gibi, boş bir alanda da kılınabilir. Bahrü'r-Râik'de;
"eğer Resulullah'm Batnü'l-Vadide namaz kıldığı sahihse, en kuvvetli görüş
budur" denilmekledir. Zaten cumanın camide kılınmasının şart olduğuna
dâir hiçbir rivayet yoktur.
İbn Rüşd,
Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihâyelu'I-Muktesid adındaki eserinde cuma konusunda bu
kadar çok ihtilafa düşülmesinin sebeplerini şöyle izah eder:
"Hz. Peygamber bu
namazı, sadece şehirde, cemaatle ve bir camide kılmıştır. Bundan dolayı
bazıları bunların tümünü cumanın sıhhati için şart koşmuş, bazıları da bir
kısmını gerekli görmüş, bir kısmını hesaba katmamıştır. Mâlik'in mescidi şart
koşup da şehri veya sultanı şart koşmaması bunun misalidir..." İbn Rüşd
daha sonra, muhtemelen bütün bunlar bu konuda gereksiz tafsilattır. Biri çıkıp
da "Allah'ın dini kolay olduğu halde bunlar lüzumsuz tafsilattır. Şayet
söz konusu olan şeyler şart olsaydı, Resûlullah bunu söylerdi. Zira söylememesi
onun tebliğ sıfatına uygun düşmez, diyebilir" demektedir.[88]
1069.
...Babası Ka'b b. Mâlik'in gözleri görmez olduktan sonra ona rehberlik eden
Abdurrahman b. Ka'b demiştir ki:
Ka'b cuma günü ezanı
duyunca Es'ad b. Zürâre[89] için
dua ederdi. Kendisine:
Ezanı işitince Es'ad
b. Zurâre'ye (niçin) duâ ediyorsun? dedim.
Çünkü o
Nakîu'l-hadamat denilen çukurdaki Beni Beyâda Har-rasından Hezmü'n-Nebît
denilen yerde bize ilk defa cuma namazını kıldırandır, karşılığını verdi.
O gün kaç kişiydiniz?
dedim.
Kırk kişi idik, diye cevap
verdi.[90]
Anlaşıldığına göre
Ka'b b. Mâlik'in gözleri ömrünün sonuna doğru görmez olmuştur.Bu yüzden oğlu
Abdurrahman onun elinden tutuyor ve gideceği yere götürüp getiriyordu. Cuma ezanı
okununca Ka'b b. Mâlik Es'ad b. Zürâre'yi rahmetle anıyor ve onun için dua
ediyordu. Bunun sebebini soran oğluna kendilerine Medine'nin bir köyünde ilk
defa cuma namazını Es'ad'ın kıldırdığını söyledi. Bu köy Nakîü'l-hadamât denilen
çukurdaki Benû Beyâda Harrasında Hezmu'n-Nebit denilen bir yerdi.
Naki': İçinde yağmur
suyu biriken, sular çekildikten sonra da ot biten çukurlara denir.
Hadamât: Medine
civarında bir yerin adıdır.
Benû Beyâda: Ensardan
bir sülâlenin adı.
Harra: Ateşte yanmış
gibi simsiyah taşlardan oluşan taşlık.
Harratü Benî Beyâda:
Medine'ye bir mil mesafede bir köyün adı.
Hezmü'n-nebît: Harratü
Beni Beyâda köyündeki bir yer.
Hezm: Alçak arazi.
Nebît: Yemen'de bir
kabilenin adı.
Bu hadis, köylerde
cumanın sahih ve cuma kılmak için kırk adedini şart koşanların görüşüne delil
sayılmaktadır. Ancak Es'ad b. Zürâre cuma kıldırdığında cemaatin sayısının
kırk olması, cumanın sıhhati için kırk kişinin şart olduğunu göstermez.[91]
1070.
...tyas b. Ebî Ramle eş-Şâmi'den;[92]
demiştir ki:
Muâviye b. Ebî
Süfyân'ın yanındaydım. Muâviye, Zeyd b. Er-kam'a:"İki bayram (bayram ve
cuma) aynı güne rastladığı bir günde Resûlullah (s.a.) ile beraber bulundun
mu?" diye sordu. Zeyd:
Evet, dedi.
Peki nasıl yaptı?
Bayramı kıldı sonra
cuma için ruhsat verip "kılmak isteyen kılsın" buyurdu.[93]
Bu hadis-i şerif,
bayramın cuma gününe rastlaması halinde bayram namazı kılındıktan sonra
cemaatin, cuma namazını kılıp kılmamakta serbest olduğunu ifâde etmektedir.
Buna göre cemaatten isteyen cumayı kılabilecek, kılmak istemeyen için de bir
sorumluluk mevzuu bahs olmayacaktır. Bu konuda ulemâ arasında hayli görüş
ayrılığı mevcuttur. Mezheplerin görüşleri bu babın son hadisin (1073)
açıklamasında ortaya konulacaktır.
Bu hadisteki "iki
bayram" tâbirinden cuma için bayram ifâdesinin kullanıldığım anlıyoruz.
Beyhakî'nin Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği bir hadiste[94] Hz.
Peygamber cuma günü için "Ey müslümanlar, bu günü Allah size bayram
kılmıştır. O gün guslediniz ve misvaki ihmal etmeyiniz" buyurmuştur.[95]
1. Cuma
müslümanların haftalık bayramıdır.
2. Bayramın
cuma gunune rastlaması halinde bayram
namazı kılındıktan
sonra cemaat, cumayı kılıp kılmamakta serbesttir. Ancak yukarıda da işaret edildiği
gibi bu, ittifak edilen bir husus değildir. Farklı görüşler babın sonunda
verilecektir.[96]
1071. ...Atâ
b. Ebî Rabâh'den; demiştir ki:
Cumaya rastlayan bir
bayram gününde İbnu'z-Zübeyr bize günün evvvelinde (Bayram namazı vaktinde
Bayram namazını) kıldırdı. Sonra biz cumaya gittik, fakat İbnu'z-Zübeyr
gelmedi. Biz de namazımızı teker teker kıldık. O zaman İbn Abbâs Taif'te idi.
Gelince durumu kendisine anlattık.
Sünnete uygun
davranmış, dedi.[97]
Kolayca anlaşılacağı
gibi İbnu'z-Zübeyr, Abdullah b. ez-Zübeyr'dir. Cuma ile bayramın aynı güne
rastladığı bir günde Abdullah, cemaate bayram namazını bildiğimiz vaktinde
kıldırmıştır. Cuma vakti gelince cuma kılmak için cemaat camiye toplanmış,
fakat İbnu'z-Zübeyr gelmemiştir. Bunun üzerine cemaat namazlarını kendi
başlarına kılmış ve o zaman Tâif'te bulunan İbn Abbâs gelince durumu kendisine
haber vermişler. O da "İbnu'z-Zübeyr Sünnete göre hareket etmiş"
karşılığını vermiştir. Cemaatin kendi başlarına kıldığı namaz cuma değil, öğle
namazı olmalıdır. Çünkü cumanın cemaatsiz kılınması caiz değildir.
Şevkânî, "bu
hadisin râvileri, sahih hadis râvileridir" der.[98]
1072. ...Ata
(b. Ebî Rebâh) demiştir ki:
(Abdullah) b.
ez-Zübeyr devrinde cuma ile bayram aynı güne rastladı. İbnu'z-Zübeyr: "İki
bayram aynı günde birleşti" deyip erkenden ikisini birden iki rekat
olarak kıldırdı. İkindiye kadar da bir daha namaz kılmadı.
Bu ve bundan evvelki
rivayetler Abdullah ez-Zübeyr’in bayram namazını kıldıktan sonra cumayı
kılmadığını gösterir. Bu ilk rivayete de uygundur.
Hattâbî
İbnu'z-Zübeyr'in yaptığı ile ilgili olarak şöyle der: "İbnu'z-Zübeyr'in
yaptığı ancak cumanın zevalden önce olduğunu söyleyenlerin görüşüne göre
caizdir. Bu da İbn Mes'ud'dan rivayet edilmiştir. Buna göre İbnu'z-Zübeyr bu
iki rek'ati cuma olarak edâ etmiş, bayramı da cumaya tabî kılmış olur."
Aynî ise, Hattâbî'nin
görüşüne şu sözleriyle karşı çıkmıştır:
"Sahabilerin,
"Sonra biz cumaya gittik fakat o gelmedi, biz de namazımızı tek başımıza
kıldık" demeleri, Hattâbî'nin te'viline aykırıdır. Çünkü İbnu'z-Zübeyr'in
ilk namazı bayram olarak kıldığı ashab tarafından bilinmiş olmasaydı, ashab
cuma için camiye gitmez ve öğleyi kendi kendilerine kılmazlardı. Zeyd b.
Erkam'dan rivayet edilen hadis de bizim görüşümüze te'yid eder. Çünkü Zeyd,
Resûlullah'ın kıldığı namazın bayram namazı olduğunu sarahaten
zikretmiştir."
Nesâî'nin bir
rivayetinde, İbnu'z-Zübeyr'in önce hutbe okuyup sonra namaz kıldırdığı
zikrediliyorsa da, Aynî'nin dediği daha muvafık görünüyor. Çünkü bayram
namazlarında hutbenin namazdan evvel okunduğu çok olmuştur. Hâkim'in Vehb b.
Keysân'dan yaptığı bir rivayete göre Hz. Ömer de aynı şeyi yapmıştı. Öyleyse
hutbenin namazdan evvel okunmuş olması, o namazın mutlaka bayram namazı
olmasını gerektirmez.[99]
1073. ...Ebû
Hüreyre (r.a.)'den Peygamber (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Sizin şu
gününüzde iki bayram bir araya geldi. İsteyen(e bayram namazı yeter) cumayı
kılmayabilir ama biz cumayı kılacağız.”[100]
Ömer Şu'be'den[101] diye an'ane ile rivayet etti.[102]
Hadis-i şerif bayram
namazını cemaatle kılan kimsenin bununla iktifa ederek cumayı kılmamasının caiz
olduğuna delildir. Ancak konu, ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Hanbelîlere göre
bayramı imamla beraber kılanlardan cuma sakıt olur. Ancak hadis-i şerifte geçen
"ama biz cumayı kılacağız" ifadesinden dolayı cumanın imamdan
düşmediğini söylerler. el-Hâdî, ifâdenin cem'i (çoğul) oluşuna bakarak imamla
birlikte üç kişiye ,daha cumanın farziyyetinin devam ettiğini söyler.
Şevkânî,
İbnu'z-Zübeyr'in imam olduğu halde cumayı kalmamasını, İbn Abbas'ın da
"sünnete uygun davranmış" demesini hatırlatarak, Hanbelîlerin bu
görüşüne karşı çıkmakta ve cumayı terk konusundaki ruhsatın umumi olduğunu
söylemektedir.
Mâlikîlerden bu konuda
iki görüş nakledilir. Mutarrif, İbn Vehb ve İbnu'l-Mâcişûn'un İmam Mâlik'den
yaptıkları rivayete göre bayramı kılanın cumayı kılması gerekmez. İbn Kasjm'ın
Mâlik'ten rivayetine göre ise, cumanın farziyyeti düşmez, onun da kılınması
gerekir. Mezhebin görüşü de budur.
Şâfiîler bu konuda
şehirle köyü ayırırlar. Onlara göre şehirliler için bayram kâfi değildir, cuma
da farzdır. Cuma ezanını işiten köylüler ise, meşhur olan kavle göre, cuma
kılmazlar, yerine öğle namazını kılarlar.
Hanefîlere göre,
bayram ile cuma aynı güne rastlarsa, mükellefler hem bayramı hem de cumayı
kılmakla yükümlüdürler. Biri diğerine düşürmez.
Hanbelilerin dışındaki
mezheplerde bayram, cumanın yerini tutmaz, cumanın farziyyeti devam eder. Bu
görüşte olanlar, Hz. Peygamber'in cuma kılıp kılmamakta muhayyerr bıraktığı
kimselerin köylüler olduğunu, şehirliler için böyle bir ruhsatın söz konusu
olmadığını söylerler. Köylüler çoğu kez bayram günleri Medine'ye gelirler ve
bayram namazlarını Resûlullahla kılarlardı. Eğer Bayram cumaya tesadüf ederse,
cuma vakti gelinceye kadar onların Medine'de kalması kendileri için sıkıcı
olur, bu da onları meşakkate sevk ederdi. Resûlullah bunu bildiği için
müezzinine emreder, o da köylüler için, "sizden isteyen kalıp cumayı
kılsın, isteyen de köyüne dönsün" diye ilân ederdi.
Buna göre üzerinde durduğumuz
"biz cumayı kılacağız" sözündeki "biz'-den maksat,
Medine'İllerdir.
Abdullah b. ez-Ztıbeyr
ve İbn Abbâs, Resûlullah'ın sağlığında henüz çocuk oldukları için sokakta
"İsteyen cumayı beklesin, isteyen dönsün" ilânının köylülerle ilgili
olduğunu fark edememiş, bu yüzden de ruhsatın umûmî olduğunu zannetmiş
olabilirler.
İmam Şafiî'nin Ömer b.
Abdulaziz'den rivayeti şöyledir: "Resûlullah devrinde iki bayram aynı güne
geldi. Bunun üzerine Resûlullah, "Avali' (Medine'nin yakınındaki
köyler)den oturmak isteyen varsa otursun" buyurdu.
İbn Ezher'in âzadlısı
Ebû Ubeyd demiştir ki: "Osman b. Affân'la birlikte bir bayrama şahit
oldum. Osman gelip namazı kıldı. Sonra cemaate hitaben, "Bu gününüzde iki
bayram bir araya geldi. Âliye'lilerden cumayı beklemek isteyen beklesin, kim de
geri dönmek isterse, dönsün, kendisine izin verdim" dedi.
Bu rivayetler,
açıklamakta olduğumuz hadislerdeki ruhsatın köylülerle ilgili olduğunu
gösterir. Zâten farziyyeti kesin nassla sabit olan cuma, böyle âhad
rivayetlerle düşmez. Yukarıda görüldüğü gibi Şâfiiler ruhsatın köylülerle
ilgili olduğunu söylemişlerdir. Hanefîlere göre zaten köylerde cuma farz
değildir.[103]
Bayram ve cuma aynı
güne rastlarsa şehirde oturanların her iki namazı kumaları gerekir. Köylerde
oturanlar ise, cumayı kılıp kılmamakta muhayyerdirler.[104]
1074. .. jbn
Abbâs (r.a.)'dan; rivayet edildiğine göre; Peygamber (s.a.) cuma günleri sabah
namazında Secde ve İnsan sûrelerini okurdu.[105]
Hadis-i şerif cuma
günleri sabah namazlarında secde ve insan (dehr) surelerinin okunmasının sünnet
olduğuna delâlet etmektedir. Hadisin zahiri Hz. Peygamber'in bu sûrelere devam
ettiğini gösterir. Yine bu rivayetten Efendimizin, adı geçen sûrelerin tamamını
okuduğunu anlıyoruz. Sahâbîlerden İbn Abbâs, Ömer b. el-Hattâb, İbn Mes'ûd,
ibn Ömer ve Abdullah b. ez-Zübeyr cuma gününün sabah namazında bu sûrelere
devam edenlerdendir.
Şafiî ve Han belilere
göre, bu sureleri okumak sünnettir. Ancak Hanbe-lîler devamlı bunları okumanın
mekruh olduğunu söylerler.
Mâlikîlerden İbn
el-Kâsım'ın, imam Mâlik'ten yaptığı rivayete göre farz namazlarda bile bile
içerisinde secde olan sûre okumak mekruhtur. Esheb'in rivayetine göre ise,
imamın arkasında cemaat az olur da karışıklıktan emin olunursa içerisinde secde
olan sûreyi okumak caizdir. İbn Habîb konuya daha genişçe bakmış ve cehri
namazlarda, içinde secde âyeti olan sûreleri okumanın caiz olduğunu gizlilerde
ise, caiz olmadığını söyler. Bu ayırıma sebep, cemaatin hatasından emin olunup
olunmamasıdır. Sabah namazına secde sûresinin okunması bu anlayışa göre
değerlendirilecektir.
Hanefilere göre ise,
bu sûreleri okumaktan maksat, Hz. Peygamber'in sünnetine uymaksa okunmaları müstehabtır.
Ancak genel manada, namazlarda devamlı aynı sûreleri okumak mekruhtur. Çünkü
bu diğer sûrelerin terkine ve bazı surelerin diğerlerinden daha efdaî olduğuna
dair bir intibaın doğmasına sebep olur.
İbn Hacer
Fethu'l-Bârî'de Ebû Davud'un oğlunun Kitâbu'ş-Şeria'sının dışında hiçbir yerde
Hz. Peygamber'in sabah namazında bu sûreyi okuyunca secde yapıp yapmadığına
dair bir kayda rastlamadığını söyler. Adı geçen kitapta rivayet edilen bir
haberde İbn Abbâs, sabah namazında Hz. Peygambere gittiğini, Resûlullah'ın
içerisinde secde olan bir sûre okuyup secde ettiğini söyler. Taberânî'nin
el-Mü'cemuVSağîri'nde de Hz. Ali'den rivayet edilen "Resûlullah sallellahü
aleyhi ve sellem sabah namazında okuduğu Tenzil (es-Secde) sûresinde secde
yaptı" tarzında bir haber vardır. Ancak isnadı zayıftır.
Hz. Peygamberin cuma
gününün sabah namazlarında bu süreleri okumasındaki hikmet bu sûrelerin cuma
gününde olan ve olacak olan bazı hâdiseleri muhtevi olmasıdır. Bu surelerde,
Hz. Âdem'in yaratılması, dirilme gibi konular yer almaktadır.[106]
Cuma günleri sabah
namazında Secde ve İnsan (Dehr) surelerini okumak sünnet veya mustehabtır.[107]
1075.
...Şu'be, Muhavvel'den; önceki hadisi aynı sened ve mana ile rivayet etmiş ve
cuma namazında da Cuma ve Münâfikun sûrelerini okuduğunu ilâve etmiştir.[108]
Bundan önceki rivayeti
Muhavvel'den nakleden Ebû Avâne, bunu nakleden ise Şu'be'dir. Şu'be rivayetinde
Ebû Avâne'nin naklettiklerine ilâve olarak, Hz. Peygamber'in cuma namazlarında
birinci rekatte Cuma, ikinci rekatte de Münâfikun surelerini okuduğunu
söylemiştir. "Cuma namazında okunacak sureler" başlığı altında
konunun tafsilatı gelecektir.[109]
1076.
...Abdullah b. Ömer (r.a.)'den; rivayet edildiğine göre: Ömer b. el-Hattâb (r.a.),
-caminin kapısında satılanı kast ediyor-ibrişimden bir hülle görüp:
Ya Resûlullah! Şu
hülleyi alıp da cuma günleri ve sana elçiler geldiğinde giysen, dedi. Buna
karşılık Resûlullah:
"Bunu sadece
âhirette nasibi olmayanlar giyerler" buyurdu. Sonra Hz. Peygamber'e o
hüllelerden geldi. O da bir tanesini Hz. Ömer'e verdi. Ömer:
Ya Resulallah! Sen
Utarid'in hüllesi hakkında, "(onu âhirette nasibi olmayan giyer"
şeklindeki) sözlerini söylediğin halde, şimdi bana giydiriyorsun, dedi.
Peygamber (s.a.):
"Ben bunu sana
giyesin diye vermiyorum" buyurdu. Ömer de o hülleyi Mekke'deki müşrik
kardeşine gönderdi.[111]
Hülle: Bir parçası
göbekten alta bir parçası da göbekten yukarıya giyilen fakat aynı kumaştan
yapılan iki parçalı bir elbisedir. Ekseriyetle kıymetli kumaştan yapılır.
Siyerâ: Saf ipekten
yapılan kumaşa denildiği gibi içerisinde ipek karışımı olan kumaşlara da
denir. Îbnu'l-Esîr'in ifâdesine göre, önceki mana daha çok sonraki âlimlerin
anlayışıdır.
Hadis-i şeriften anladığımıza
göre, Hz. Ömer mescidin kapısının yanında ipekten elbiseler satan bir adama
rastlamış ve Hz. Peygamber'e gelerek cuma günleri ve kendisine elçi geldiğinde
giymek üzere bir tane satın almasını istemiştir. Fakat Hz. Peygamber ipeğin
erkekler için caiz olmadığını bildirmek için "Onu atnak âhirette nasibi
olmayanlar giyer" buyurmuştur. Bir müddet sonra Hz. Peygamber kendisine
gelen aynı tip elbiselerden birisini de Hz. Ömer'e göndermiştir. Buhârî'deki
bir rivayete göre Efendimiz aynı elbiselerden birini Usâme b. Zeyd'e birisini
de Hz, Ali'ye vermiştir.
Buhârî'nin Cerîr b.
Hazm'den yaptığı rivayetten anladığımıza göre Hz. Ömer o elbiseyi alıp
Efendimizin yanına gelmiş ve onun evvelki sözünü hatırlatarak bu elbiseyi
kendisine göndermesinin sebebini sormuştur. Buna karşılık Hz. Peygamber
insanın eline geçen şeyi sadece kendisinin kullanmasının şart olmadığını, bir
başkasına verebileceğini, satıp paraya tahvil etmesinin de mümkün olduğunu
söylemiş o da Mekke'de bulunan müşrik bir kardeşine göndermiştir. Nesâî'nin
rivayetinde Hz. Ömer'in bu kardeşinin adının Osman b. Hakîm olduğu ve Ömer'in
ana-bir kardeşi olduğu kaydedilmektedir. Süt kardeşi olduğunu söyleyenler de
vardır.
Hz. Ömer müşrikin
fer'î hükümlerle muhatab olmadığını bildiği için kendisi için giyilmesi caiz
olmayan elbiseyi ona göndermiştir.[112]
1. İpeğin.
almıp satılması caizdir.
2. Erkeklerin
ipek giymeleri haramdır. Bu konuda bir çok hadis vârid olmuştur.
(Kitaâbu'l-libas'da gerekli açıklamalar gelecektir.)
3. Bir
emirle karşı karşıya kalan bir kimse, bu emrin dine muhalif olduğunu biliyorsa
emri verenden keyfiyetinin izahını istemelidir.
4. Gayr-i
müslimlere mal satmak veya hediye vermek caizdir.[113]
1077. ...Sâlim'in
naklettiğine göre babası (Abdullah b. Ömer) şöyle demiştir:
Ömer b. el-Hattâb,
çarşıda satılan atlas bir Hülle buldu. Onu alıp Resûlullah'a getirdi ve:
Bunu satın al, bayram
ve gelen elçiler için süslenirsin, (bayramda ve elçi geldiğinde giyersin)
dedi.
(Ahmed b. Salih)
bundan sonra (önceki) hadiste olanları anlattı. Ancak önceki rivayet daha
tamdır.[114]
Bu hadis, öncekinin
değişik bir rivayetidir. Ancak Müellifin de işaret ettiği gibi önceki rivayet
bundan daha mükemmeldir. Onda Hz. Ömer'in caminin kapsının yanında satılan bir ipek
elbiseyi görüp Resûlullah'a geldiği ifade edildiği halde, bunda çarşıda satılan
atlas bir elbiseyi eline alıp Efendimize getirdiği söylenmektedir. Müslim'in
Nâfî'den yaptığı bir rivayetten bu elbiseyi satanın Utarid et-Temimî olduğunu
anlıyoruz.
Bu rivayette açıkça
ifâde edilmemekle beraber rivayetin devamının önceki hadisin aynısı olduğuna
işaret edilmesinden, erkekler için atlas kumaşın da ipek hükmünde olduğu
anlaşılmaktadır. Hz. Peygamberin süslenmeyi değil de ipek veya atlası hoş
görmemesi, gerektiğinde erkeklerin de süslenmesinin caiz olduğunu gösterir.[115]
1078.
...Muhammed b. Yahya b. Habbân'dan; Resûlullah (s.a.)'in şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir:
"Sizden birine
bulabilirse, -veya[116]
bulabilirseniz- Cuma günü için iş (günlük) elbiselerinden başka iki elbise
teinin etmesinde günah yoktur.
(Râvîlerden) Amr dedi
ki:
Bana İbn EbîHabib,
Musa b. Sa'd'den naklen o da İbn Hab-bân 'dan, O da İbn Selâm 'dan naklen haber
verdi ki İbn Selâm, Resûlullah (s.a.)'ı bu sözü minberden söylerken işitmiş.
Ebû Dâvûd da şöyle
dedi;
Bu hadisi, Vehb b.
Cerîr babası vasıtasıyla Yahya b. Eyyûb'den; o, Yezîd b. Ebî Habib'den; Yezid,
Musa b. Sa'd'den; O da Yusuf b. Abdillah b. Selâm tarîkiyla Resûlullah'dan
rivayet etmiştir.[117]
sözündeki nın benzeyen
olması mümkün olduğu gibi, soru edatı olan da olabilir. Terceme, birinci
takdire göre yapılmıştır.[118] Bu
durumda imkânı olan bir kimsenin cuma günleri ya da buna benzer özel günlerde
giymek üzere iş veya gündelik elbisesinden başka bir elbise bulundurması caizdir,
mubahtır. Bu anlayışa göre, sözün söyleniş sebebi belirli günlerde yeni elbise
giymeyi gösteriş ve yapmacıktık ya da kibirlilik zannedenlerin zannını
defetmektedir.
Buradaki mâ'nın
istifham için olduğu kabul edilirse sözün söylenişin-deki maksad, durumu müsait
olanları fazla elbise teminine teşviktir. Buna göre insanın imkân bulursa
cumalarda ve diğer özel günlerinde giymek üzere fazla bir elbisesinin
bulunması mubah olmaktan da öte müstehabtır.
Hadis-i şerifteki
"iki elbise"den maksad, iki ayrı takım elbise değildir. O devirlerde
erkeklerin elbiseleri izar ve ridâ diye iki ayrı elbiseden ibaretti. Bunun için
"elbise" sözü "İki elbise” şeklinde ifâde edilmiştir.
Hadisin ilk rivayeti
mürseîdir. Çünkü râvi Muhammed b. Yahya b. Hab-bân tabiûnun küçüklerindendir.
Hz. Peygamberi görmemiştir. Fakat Amr'-ın sözü olarak verilen talikte işaret
edilen rivayetin senedindeki sahâbî râvî, Abdullah b. Selâm'dır. Bu zat
Hicretin kırk üçüncü senesinde vefat etmiştir.
Ebû Davud'un bir diğer
talikinde verdiği senette ilk râvi Yûsuf b. Abdullah b. Selâm olarak
gösterilmiştir. Bu zat için Buhârî, "Resûlullah'la konuştuğunu", Ebû
Hatim "sadece gördüğünü"; ıclî ise, "onun güvenilir bir tabiî
olduğunu" söyler.[119]
Cuma namazı için
süslenmek ve güzel ve temiz elbise giymek meşrudur. Ibn Mace in Ebu Zerr ve Hz.
Aışe'den ayrı ayrt rivayet ettiği iki hadis de bunun meşru, hatta müstehab oluşunun
delilerindendir.[120]
1079. ...Amr
b. Şuayb'ın babası kanalıyla dedesinden yaptığı rivayete göre; Resülullah
(s.a.), mescidde ahş-veriş yapılmasını, kayıp ilân edilmesini, şiir
söylenmesini ve cuma günü namazından önce halka halinde oturulrnasınr
nehyetmiştir.[121]
Bu hadisteki bazı
konular hakkında "Mescidde kayıp ilân edilmesi" başlığını taşıyan
babın 473 no'lu hadisinin açıklamasında biraz bilgi verilmişti.
"Kayıp" diye mutlak olarak terceme ettiğimiz kelimesi daha çok
kaybolan hayvanlar için kullanılır. Diğer kayıplar için ise, denilir. Ancak
hüküm itibariyle kaybolan hayvanı ilân etmekle bir başka şeyi ilân etmek
arasında fark yoktur.
Hadis-i şerif mescidde
alış-verişin, şiir söylemenin, kaybedilen malı ilân etmenin ve cuma günleri
namazdan önce toplanıp konuşmanın caiz olmadıgına delildir. Lafzın nehy
kelimesi ile varid oluşu, bunların haram olmasını gerektirir. Şimdi bu
nehyedilen hareketleri teker teker ele alıp ulemânın görüşlerini aktaralım.
Ahş-veriş: Hanbelilere
göre, ister i'tikafta olan için, ister başkası için olsun, mescidde ahş-veriş
yapmak haramdır. Ticâretin az veya çok ihtiyaca binâen ya da keyfî olması
arasında fark yoktur. Üzerinde durduğumuz hadisteki nehyi harama
hamletmişlerdir. İmran el-Kasîr, mescidde mal satan birini görmüş ve "Be
adam! Burası âh i relin çarşısı dır, ma) satmak istiyorsan dünya çarşısına
çık" demiştir.
Mâli kiler, simsarlık
kabilinden olmazsa, camide ahş-veriş yapmanın mekruh; simsarlık ile bağırarak
yapmanın da haram olduğunu söylemişlerdir.
Şafiîlerde, i'tikafda
olanın zarurî ihtiyacı olan şeyi alıp satması mubahtır. Bunun dışındaki
alış-verişler mekruhtur.
HaneHlcrin fıkıh
kitablanndan Dürrii'l-Muhtâr'da "i'tikafta olanın kendi şahsı ve ailesi
için gerekli olanın dışındaki bütün ticari muamelelerin mescidde akd edilmesi
mekruhtur. İ'tikaftakinin bu muameleyi kâr maksadıyla yapmaması ve malı mescide
sokmaması gerekir" denilmektedir. Bu mezhebin önde gelen âlimlerinden
Tahâvî'nin ifâdesi Dürru'l-muhtar'dan naklettiğimizden farklıdır. Tahâvî'nin
beyânına göre, mescidde yapılması mekruh olan alış-verişler, mescidin tamamını
veya çoğunu kapsayan orayı pazar yerine çeviren alş-verişlerdir. Yoksa mevzii
olarak tek tek yapılan ticari akitlerde bir kerahet mevzuu bahs değildir.
Tahâvî bu görüşünü, Hz. Ali mescidde ayakkabı tamir ederken Resûlullah'ın onu
gördüğü halde bundan men etmediğine dair olan haberle takviye eder. Ticarî
muamele ile ayakkabı tamiri arasındaki ortak nokta, her ikisinin de mescidde
icra edilen bir ibadet olmayışıdır.
Hüküm yönünden
görüşler farklı olmakla beraber camide ahş-veriş yapmanın doğru olmadığında
bütün ulema müttefiktir. AIiyyü'K Kaarî bu konuda şöyle der: "Kabe
örtülerinin makamın hemen arkasında satılması, Mescid-i Haram'da kitab ve başka
şeylerin alış-verişi çirkin bid'atlerdendir. Oraya hevdeclerin su tulumlarının
ve ev eşyalarının bilhassa hac mevsiminde insanların en kalabalık olduğu
zamanda konulması ise, çok daha çirkin bir bid'attir."
Muamele itibariyle
mekruh veya haram olmakla beraber camide yapılan ahş-veriş Irakî'nin
bildirdiğine göre ittifakla geçerlidir, bozulmaz.
Kayıp Aranması: Bu
konu hakkında 473 no'lu hadisin açıklamasında bilgi verilmiştir.
Camide Şiir Okunması:
Resûlullah'ın nehyettiklerinden biri de camide şiir okunmasıdır.Nehyedilen şiir,
muhtevasında övünme, övülmeye lâyık olmayanı övme, yerilmemesi gerekeni yerme,
kadın ve içkiden bahsetme gibi rnenhiyyâtla alâkalı olanlardır. Allah'ı senayı
veya Resülullah'ı ve İslâmı medheden insanları ibâdete sevk eden, ihtiyaç
anında müslümanların manevî hislerine hitab eden şiirlerin okunması caizdir.
Nevevî bunlar için, "beis yok" demiştir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.)
şairi Hassan'ın, kâfirlerin müslümanları hicvine karşılık mescitte kâfirleri
hicveder mâhiyetteki şiirlerine mâni olmazdı. Hatta Tirmizî'nin Hz. Aişe'den
rivayetine göre, Hz. Peygamber Hassan'ın üzerine çıkıp da kâfirleri hicvetmesi
için mescide bir minber koydurtmuştu. Bu ve buna benzer rivayetlerden anlıyoruz
ki, mescidde söylenmesi yasak olan şiir, müslümanlar için menfaate vesile olan
şiir değil, boş sözden ibaret olan veya yasakları içeren şiirdir.
Cuma Günleri Namazdan
Önce Halka Olmak: Cuma günleri müslümanlar camiye erken gelip ön saflarda yer
almaya teşvik edildiğinden dolayı cemaat için sıkıntıya sebep olacağından
camide halka şeklinde toplanıp sohbet etmek veya başka şey yapmak yasaktır.
Cumhur bu yasağı, kerâhet'e hamletmiştir.Yasak olan toplanmanın herhangi bir
konuyla kayıtlanmaması veya hiçbir şeyi istisna etmemesi, ilmi müzâkere veya
6ir iş müşaveresi için yapılan toplantının da yasak olduğunu gösterir. Tabiî,
bu yukarıda da ifade edildiği gibi, namazdan önce yapılan toplantıdır. Yasağın
cuma günü ve namazdan önce ile kayıtlanması, diğer günlerde veya cuma günü
cumadan sonra halka yapıp toplanmanın mahzurlu olmadığını gösterir. Müslim ve
Beyha-kî'nin Ebû Vakt el-Leysfden yaptıkları bir rivayet, bizzat Hz.
Peygamberin ashabla birlikte mescidde halka yapıp oturduğunu haber vermektedir.
Dünyalık işleri
görüşmek - konuşmak için mescitte toplantı yapmak ise, caiz değildir.
Irakî'nin, Tirmizî şerhinde zikrettiği ve isnadı için zayıf dediği İbn
Mes'ud'dan rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Ahir zamanda camilerde halka halka oturan bir kavim gelecek, onların
arzuları dünyadır. Sakın onlarla beraber oturmayın. Şüphesiz Allah'ın onlara
ihtiyacı yoktur."[122]
Camide bizatihi ibâdet
olmayan ya da daha önemli ve vakti gelmiş bir ibadeti aksatan şeylerin
yapılması veya konuşulması yasaktır.[123]
1080. ...Ebû
Hâzim b. Dînar anlatmıştır: Bazı insanlar, minberin hangi ağaçtan olduğu
konusunda münakaşa ederek, Sehl b. Sa'd es-Sa'idî'ye gelip sordular. Sa'd şöyle
dedi:
Vallahi ben onun neden
olduğunu çok iyi biliyorum. Onu, mescide konulduğu ve Resûlullah'ın üzerine
oturduğu ilk günde gördüm. Hz. Peygamber (s.a.) -SehFin adını da verdiği-[124]
falan kadına;
"Marangoz kölene
emret, benim için bir minber yapsın. İnsanlara hitab ettiğim zaman üzerine
oturayım" diye haber gönderdi. Kadın köleye emretti, o da minberi Ğabe
ılgınlarından yapıp getirdi. Kadın da Hz. Peygambere gönderdi. Resûlullah
emretti ve minber işte oraya kondu. Resûlullah (s.a.)'ın onun üzerinde namaz
kıldığını gördüm. Tekbir aldı, sonra onun üstünde iken rükû' yaptı daha sonra
da geri geri inip minberin dibinde secde etti. Bilâhere (minbere) tekrar çıktı.
Namazı bitirince cemaate dönüp:
"Ey insanlar!
Bunu ancak bana uymanız ve namazımı öğrenmeniz için yaptım" buyurdu.[125]
"Ilgın" diye
terceme ettiğimiz kelimesi kelimesinin cem'iciir. Buharı'de kelimesiyle ifâde
edilmiştir. İkisi de aynı manaya gelir. Daha çok çöllerde olan bir ağaçtır.
Lügatîarda karşılık olarak "ılgın" denilmektedir.
Ğâbe, asıl itibariyle
orman manasına gelir. Fakat burada, Medine'ye dokuz mil mesafedeki bir yerin
adı olarak geçmektedir.
Hadis-i şerifden
anladığımıza göre, Hz. Peygamber, kölesi marangoz olan bir kadına haber
gönderip kendisi için cemaate hitâbettiğinde üzerine çıkabileceği bir minber
yaptırmasını istemiş. O da Efendimizin arzusunu yerine getirmiştir. Buhârî'nin
Câbir'den yaptığı rivayette ise, sözü edilen kadın Hz. Peygamber'e üzerine
oturması için bir minber yaptırmayı 'teklif etmiştir. Zahirde rivayetler
arasında bir ihtilâf göze çarpmakta ise de aslında böyle bir zıtlık yoktur.
Önce kadının Hz. Peygamber'e minber yaptırmayı teklif etmesi, Resûlullah'ın da
bu teklifi uygun bulup bilâhere kadına haber göndermiş olması, gayet tabiidir.
Böyle olunca ortada bir ihtilâf kalmaz.
Hadisten anladığımıza
göre Hz. Peygamber minberi sadece hutbe için kullanmakla kalmamış üzerinde
namaz da kılmıştır. Ancak orada secde etmek mümkün olmadığı için, göğsünü
kıbleden ayırmamak maksadıyla geri geri inip minberin dibinde secdesini yapmış.
Sonra diğer rekat için tekrar minbere dönmüştür. Efendimizin böyle minber
üstünde namaz kılması kendisinin de ifâde ettiği gibi cemaatin ona uymasını
sağlamak ve namaz kılışını öğretmek maksadına mebnidir. Bu rivayette, Hz.
Peygamber'in tekbir aldıktan sonra okudğuna dair bir kayıt yok. Buhârî'nin, Ebû
Hâzim'den yaptığı rivayette ise, "tekbir aldı, okudu, rüku yaptı sonra
başını kaldırdı, sonra da geri geri indi" denilmiştir.[126]
1. Hutbe
için imnber konulması caizdir.Çünkü bu cemaatın hatibi görüp sesini duyması
için daha elverişlidir.
2. Cemaate
namazı fiilen tatbik ederek öğretmek caizdir.
3. İhtiyaca
binaen namazdaki az bir iş namazı bozmaz.
4. İmamın
cemaatten daha yüksekçe bir yerde durması caizdir. Ancak bunun bir ayrıcalık
için değil, cemaatin imamı daha kolay görmesi ve namazın âdâb ve erkânını öğrenmesi
maksadına mebni olması gerekir.[127]
1081. ...îbn
Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre: Resülullah (s.a.) yaşlanınca
Temimü'd-Dârî kendisine: - Ya Resûlallah! Senin için kemiklerini (azalarını)
taşıyacak -veya toplayacak- (üzerine çıkıp hutbe okuyacağın) bir minber temin
edeyim mi? dedi. Efendimiz de: "Evet" buyurdular.
Bunun üzerine Temîm,
Resülullah için iki basamaklı bir minber temin etti.[128]
"Yaşlanınca"
diye terceme ettiğimiz kelimesi
nüshaların çoğunda "daP'ın şeddesi ile şeklindedir. Bu kelimenin
şişmanladı manasına "dal"ın zammesi ile şeklinde okunması da
mümkündür. Ancak Ebû Ubeyd ve et-Tıybî gibi âlimler şişmanlığın Efendimizin
vasfı olmadığını, dolayısıyla yaşlandı mânâsına okunmasının gerektiğini
söylerler. Kadı Iyaz ise, aksine dâl'in zammı ile diye okumuş ve Hz. Âişe'nin
Efendimiz hakkında "Yaşlanıp kilo alınca” dediğim hatırlatmıştır.
Bu hadis-i şerifte
Resûlullah için minber yapmayı teklif eden sahâbinin Temim ed-Dârî olduğu ifâde
edilmektedir. Halbuki önceki hadiste minberi ensârdan bir kadının kölesinin
yaptığı bildirilmişti. Bu durumda hadisler arasında bir ihtilâf ortaya
çıkmaktadır. Ancak bu hadiste minberi Temîm'in yaptığına dâir bir açıklık yok.
Temim minber edinilmesini teklif edenlerden biri olmuş olabilir.
Yine bu hadis
Efendimiz için yapılan minberin iki basamaktan ibaret olduğundan
bahsetmektedir. Halbuki diğer bazı rivayetler ve tarihi vak'alar bu minberin üç
basamaklı olduğunu haber veriyor. Buna göre burada bahsedilen iki basamağın
Hz. Peygamber'in üzerine oturduğu basamağın dışındaki basamaklar olduğu ortaya
çıkar. Haddi zatında minber üç basamaklıdır.
Mescid-i Nebeviye
konulan bu ilk minberin yüksekliği takriben iki zira', kıbleye doğru uzunluğu
yine iki zira', genişliği bir zira' civarında idi. Birinci ve ikinci
basamakların yükseklikleri yarımşar zira', Efendimiz'in oturduğu üçüncü
basamağındaki ise, bir zira idi. Oturduğu basamağın sathı da bir zira'a idi.
Minber bu şekli Hulefa-i Râşidin devrinde de aynı şekilde devam etti. Muaviye
Hilâfeti esnasında Medine'ye Mervân'a bir mektup yazarak "Peygamber
Minberini söküp Şam'a göndermesini istedi. Mervân minberi yerinden kaldırınca
güneş tutuldu, ortalığı gece karanlığı kapladı. Güpegündüz yıldızlar göründü,
şiddetli bir rüzgâr esti, insanlar birbirine çarptı. Bunun üzerine Mervân
minberi Şam'a göndermekten vazgeçti. Bir marangoz çağırıp altına üç basamak
daha ilâve etti. Böylece minber altı basamaklı oldu.
Başka bir rivayete
göre ise, Hac için gelen Muâviye bizzat kendisi minberi Şam'a götürmek istemiş,
onun yerinden hareket ettirmiş fakat o gün güneş tutulmuş. Bunun üzerine
Muaviye halktan özür dileyip "altında bir çürüme olmasından korktum da
onun için kaldırdım" demiştir.
Minber 654 senesine
kadar Resûlullah’ın koyduğu yerinde kalmış, o sene Mescid-i Nebevi'de çıkan
yangında mescit ile birlikte yanmıştır.
Görüldüğü gibi
minberin ilk hâli sergisiz üç basamaktan ibarettir. İhtiyaç olmadan buna
yapılan ilâve ister basamak ilâvesi şeklinde olsun, isterse kubbe veya sergi,
hepsi sonradan çıkmıştır.[129]
1082.
...Seleme b. el-Ekva'dan; demiştir ki: Resûlullah'ın minberi ile duvarın
arasında koyunun geçebileceği kadar bir aralık vardı."[130]
Hz. Peygamber'in
minberi kıbleye doğru dönüldüğünde sağa gelen duvarm yanında idi. Ancak tam
duvara bitişik değil, duvar ile minber arasında bir koyunun geçebileceği kadar
bir aralık vardı. Minberi bu şekilde yerleştiren bizzat Hz. Peygamber olduğuna
göre, minberlerin camilere bu şekilde yerleştirilmesi sünnettir.[131]
1083. ...Ebû
Katâde (r.a.)'den; rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.) cuma günü
müstesna -günün tam yansında öğleden önce güneş tam tepede iken- namaz kılmayı
hoş görmedi ve:
"Şüphesiz cuma günlerinin
dışında cehennem (işte bu vakitte) tutuşur" buyurdu.[132]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadis mürseldir. Çünkü Mücâhid, Ebu'l-HaliVden daha büyüktür. VeEbu'l-Halil,
Ebû Katâde’den birşey duymamıştır.[133]
Beyhakî'nin
rivayetinde " beğenmedi" kelimesinin yerine "nehyetti"
kelimesi kullanılmıştır. Görüldüğü gibi Hz. peygamber öğle vakti güneşin
zevalinden önce namaz kılmayı kerih görmüş ve buna cuma günlerinin dışında
Cehennem'in bu vakitte tutuştuğunu sebep göstermiştir.
Hattâbî Cehennem'in
kaynaması, güneşin şeytanın boynuzlan arasına girmesi gibi tabirlerin şer'î
lâfızlar olduğunu bunların mânâlarını şâri'den başkasının tam olarak
anlayamayacağını, bize düşenin onları olduğu gibi tasdik edip orada durmak ve
gereğince amel etmek olduğunu söyler.
İmam Nevevî cumayı
kılmakta acele etmeyi öngören hadislerin şerhinde şöyle der: "Bu hadisler
cumayı erken kılmanın cevazında açıktır. Ancak Mâlik, Ebû Hanife, Şafiî, sahâbi
ve tabiûnun cumhuru cuma namazının ancak güneşin zevalinden sonra caiz
olduğunu söylemişlerdir. Ahmed b. Han-bel ve îshak ise, bunlara muhalefet
etmişler ve zevalden önce de Cuma kılınabiür, demişlerdir."
Kadı İyaz da; "Bu
konuda ashabtan çok şeyler rivayet edilmiştir. Bunlardan sahih olanı cumhurun
kabul ettiği görüştür. Bunlar cumada acele etmeyi öngören hadisleri zevalden
sonra acele etmede mübalağaya hamletmişlerdir. Çünkü sahâbiler cumaya erken
gitmeye teşvik edildikleri için sabah kahvaltısını ve kuşluk uykusunu namazdan
sonraya bırakırlardı" demiştir.
Zevalden önce cuma
kılmayı caiz görenler namaza erken gitmeyi teşvik eden hadislere dayanırlar.
Ancak bu hadisler onların görüşüne delil olmaz.
Ashab devrinde
zevalden önce cuma kılındığına işaret eden haberler ise, senetlerindeki bazı
râviler sebebiyle delil olmaya elverişli değildir. Üzerinde durduğumuz hadisle
ilgili olarak da Aynî şu mutaleada bulunur:
“= günün yarısı"
sözünden, zevalden hemen sonrası öğle namazının ilk vaktinin kastedilmiş olması
mümkündür. Bu vakte (zeval vakti) "günün yansı" denmesi o vakte
yakınlığından dolayıdır. Bu vakitte namaz kılmanın mekruh oluşuna sebeb sıcağın
şiddetidir. Çünkü bir hadis-i şerifde beyân edildiğine göre, sıcağın şiddeti
Cehennemin kaynamasından, kükrümesinden dolayıdır.
"Resûlullah namaz
kılmayı kerih gördü" sözünde kast edilen namaz öğle namazıdır. Bu vakitte
cuma kılmak ise mekruh değildir..."
Yukarıda naklettiğimiz
ihtilâflar cumanın farzı ile alakalıdır. Cumanın sünnetleri veya nafilelerin bu
vakitte kılınması konusunda başka ihtilâflar da vardır. Hanefî imamlarından Ebû
Hanife ve Muhammed bu vakitte nafile ya da sünnetin de mekruh olduğunu
söylerken, Ebû Yûsuf caiz görmüştür. Dürrü'I-Muhtâr'da şöyle denilir:
"Güneş doğarken
veya istiva ânında mutlak olarak namaz tahrimen mekruhtur Namazın kaza, farz,
nafile veya cenaze namazı ya da tilâvet secdesi olması hükmü değiştirmez; ancak
mûtemed olan ikinci görüşe göre, cuma günü bundan müstesnadır." Eşbâh'da
da aynısı göze çarpar. Halebî, Havî'-den fetvanın buna göre olduğunu
nakletmiştir. Fakat Hidâye sarihleri İmam-ı Azam'ın görüşünü (Cuma gününde de
zeval vaktinde sünnet ve nafilelerin mekruh oluşunu) benimsemişler, üzerinde
durduğumuz hadise, istiva vaktinde namazı nehyeden hadislerle cevab
vermişlerdir. Bedayi' sahibi de cumanın istisna edilmesini uygun görmemiştir.
Ebû Dâvûd,
"Miicâhid, Ebu'I-HalH'den büyüktür. Ebû'l-Halil de Ebû Katâde'den birşey
işitmemiştir" derken, hadisin mürsel olduğunu hatırlatmak istemiştir. İbn
Hacer, bunun başka mevsul bir yoldan kuvvetlendiğini söylemişse de, bu senedi
göstermemiştir. Aliyyü'l-Kaarî zikredilmeyen bir senede itibar edilemez diyerek
İbn Hacer'in bu takviyesine itiraz etmiştir.[134]
1084. ...Enes
b. Mâlik (r.a.)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:Resûlüllah (s.a.)
cumayı güneş (batıya)
yöneldiği zaman kılardı.[135]
Hadisin Buhârî'deki
rivayetinde "güneş (batıya) yıkıldığı zaman" denilmektedir.
Hadis-i şerifin ifâde
tarzı, Hz. Peygamberdin cuma namazını devamlı olarak güneşin zevalinden (batıya
yıkılmasından) sonra kıldığı hissini vermektedir. Buna göre cuma namazının
vakti, öğlenin vakti olmuş oluyor. Mâlik, Ebû Hanife, Şafiî, sahabe ve
tabiînin cumhurunun mezhebi de bu şekildedir. Bu âlimler, üzerinde durduğumuz
bâbtaki hadisleri delil almışlardır.
İmam Nevevî: "Şafiî,
Resûlüllah, Ebû Bekir, Ömer, Osman onlardan sonraki bütün imamlar her cumayı
zevalden sonra kılarlardı" demektedir.
Bir evvelki hadisin
şerhinde de temas edildiği gibi, Hanbelîlerle İshâk, zevalden önce cuma
kılmanın caiz olduğu görüşündedirler. Bunlar önceki hadisin şerhinde işaret
ettiğimiz hadislere ilâveten şu haberlere dayanırlar: Ahmed b. Hanbel, Müslim
ve Nesâî'nin Câbir'den yaptıkları rivayet şöyledir: "Resûlüllah (s.a.)
cumayı kıldıktan sonra biz develerimizin yanına gider ve güneş batıya yöneldiği
zaman onları dinlendirildik" Dârekutnî ve Ahmed b. Hanbel'in Abdullah b.
Seydân es-Sülemî'den yaptıkları rivayet de şudur: "Ebû Bekir ile beraber
cuma kıldım, hutbesi ve namazı zevaldan önce idi. Sonra Ömer'le birlikte kıldım
onun da hutbesi ve namazı zevalden hemen önce idi. Osman'la birlikte kıldım,
onun hutbesi ve namazı da zeval anında idi ve hiç kimse bunları
ayıplamadı."
Cumanın zevalden sonra
kılınması gerektiğini söyleyen cumhur bu hadisleri şu şekilde te'vil
etmişlerdir:
Câbir hadisinden
maksat zevalden sonra acele edip namazı serin vakte bırakmamaktır. Namaz ve
develeri dinlendirmenin her ikisi de zevalden sonra olmuştur.
Abdullah b Seydân
es-Sülemî'den rivayet edilen haberde delil olamaz. Çünkü mezkûr zat hakkında
epey söz söylenmiştir. Onun için İbn Hacer( "Büyük bir tabiidir, fakat
adaleti bilinmiyor," İbnü Adiy, "Meçhul gibi"; Buharı de
"hadisine tâbi olunamaz, ona muhalif daha kuvvetli hadis vardır"
ifâdelerini kullanmışlardır.[136]
1085.
...İyâs b. Seleme, babası Seleme b. el-Ekvâ, şöyle dediğini haber vermiştir:
Biz Resûlullah
(s.a.)'le birlikte cumayı kılar, ve (henüz) duvarların gölgesi yokken
(mescitten) ayrılırdık.[137]
Hadis-i şerifin Buhâri ve Nesâî'deki rivayetlerinde "Duvarların gölgelenecek
gölgesi yokken", Müslim'dekinde de "Duvarlara gölgelenecek bîr gölge
bulamazdık" denilmektedir. Bu rivayetler Ebû Davud'un rivâyetindeki
"duvarların gölgesi yokken" tâbirinin "gölgelenilecek veya
gölgelenebileceğimiz" ifâdeleri ile kayıtlanmasını gerektirir. Zaten
güneşin en dik olduğu zamanda bile duvarların hiç gölgesinin olmaması
düşünülmez. Ashabın namazdan çıktıktan sonra duvarların dibinde gölgelenecek
miktarda gölge bulamayışları, onların zeval vakti namazdan çıktıklarından
dolayı değildir, duvarların engin olmasından dolayıdır. O halde bu hadisler,
cumayı zevalinden önce kılmaya değil, zevalden sonra cumayı kılmakta acele
etmeye delâlet ederler.[138]
Cuma namazı zevalden
hemen sonra kılınır. Bu vakit girince namazı kılmakta acele edilmelidir.[139]
1086. ...Sehl
b. Sa'd'den; demiştir ki:
Biz cumadan sonra
kaylûle yapar ve kahvaltı ederdik.[140]
Hadisin Tirmizı'deki
rivayeti "Biz ancak cuma namazından sonra kaylüle yapar ve kahvaltı
ederdik" manasını verecek şekildedir.
Kaylûle: Öğle vakti
yapılan istirahata denir. Uyku olması şart değildir. Kahvaltı etme şeklinde
terceme ettiğimiz "Ğadâ" kelimesi de sabahleyin veya kuşluk vakti
yenilen yemek manasınadır.
Bu hadis-i şerif
zahiri itibariyle zeval vaktinden önce cumayı caiz görenlerin görüşlerini
destekler görünmektedir. Çünkü ashabın öğle vaktinden önce âdetleri olan
istirahatı ve sabah kahvaltısını cumadan sonraya bırakmaları, onların cumayı
erken kıldıklarını gösterir. Ancak 1083 no'lu hadisin açıklamasında da ifade
edildiği gibi Sahâbilerin bu yemeği ve istirahatı cumadan sonraya bırakmaları,
cumayı zevaldan önce kıldıklarından dolayı değildir. Cuma namazı için
yapmaları gereken bedeni hazırlıklar ve Efendimiz'in cumaya erken girmeye
teşvik eden tavsiyelerine uyma arzuları, onların bu istirahatlerini yapmaya ve
yemeklerini yemeye imkân bırakmamıştır. Onun için sahâbiler bu âdetlerini
cumadan sonraya bırakıyorlardı. Ancak bu rivayetler cuma namazını hemen
zevalden sonra kılmakta acele etmenin, te'hir etmemenin uygun olduğunu
gösterir.
Netice olarak
diyebiliriz ki, bu konuda vârid olan hadisler, hem cumanın zevalden önce caiz
olduğunu söyleyenlerin hem de zevalden sonraya bırakma fikrinde olanların
görüşlerine delalet edecek mâhiyettedir. Görüşlerin farklılığı, hadisleri
anlayış ayrılığından kaynaklanmaktadır. Fakat selef ve halef ulemasının
cumhuru, cumanın vaktinin de öğlenin vaktinde olduğu gibi güneşin zevalinden
sonra olduğu görüşündedirler.[141]
1087. ...es-Sâib
b. Yezid (r.a.)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.) Ebû Bekir
ve Ömer (r.a.)'in devirlerinde cuma günü ilk ezan, imam minbere oturduğu zaman
(okunur) idi. Osman (r.a.), halife olup da insanlar (Medine'de) çoğalınca
Osman, cuma gününde üçüncü bir ezam emretti. Bunun üzerine Zevrâ'da bir ezan
daha okun(maya başla)dı ve cuma ezam bu şekilde kaldı.[142]
Zevrâ: Buhâri'nin
dediğine göre Medine-i Munevvere'de çarşıda bir yerin adıdır.îbn Battal,
Mescidin kapısındaki büyükçe bir taşa "zevrâ" denildiğini söylemişse
de bu, kabule şâyân değildir. Çünkü Zevrâ'nin çarşı içinde bir yer olduğunu
açıkça bildiren rivayetler vardır. Meselâ îbn Mâce ve İbn Huzeyme'nin
rivayetlerinde "çarşıda "zevrâ" denilen bir darda";
Taberî'nin rivayetinde de "Osman’ın "zevrâ" denilen
damında" denilmektedir. Taberânî'nin rivayetine göre bu zevrâ Hz. Osman'ın
kendi mülkü olmuş oluyor.
Rivayetlerden
anladığımıza göre Resûlullah zamanında ve ilk iki râşid Halife devrinde cuma
namazı için bir tek ezan bir de kaamet vardı. Bu ezanda imam minbere çıktığı
zaman okunurdu. Buna ilk ezan denmesi, ezan ile kaametin ikisine de ezan
denildiğinden dolayıdır. Hz. Osman'ın halifeliği esnasında cemaat çoğalıp da
mescidde okunan ezanı işitemez hâle gelince, Hz. Osman çarşıda
"zevrâ" denilen yerde bir ezan daha okunmasını emretmiştir. Bu ezana
hadis-i şerifte meşrûiyyet yönünden ezan ve kaametle birlikte üçüncüsü olduğu
için "üçüncü ezan" tâbirini kullanmışlardır. Haddizatında bu ezan
günümüzde minarelerden okunan ilk ezandır. Nitekim İbn Huzeyme bu ezanı "
= Osman ilk ezanı emretti” şeklinde rivayet etmiştir.
Hz. Osman'ın ihdas
ettiğini söylediğimiz bu ezanın ilk defa Hz. Ömer tarafından ortaya konduğunu
söyleyen rivayetler varsa da bu sahih değildir. Çünkü bu rivayet Muâz b.
Cebcl'e isnâd edilmiştir. Muâz ise, ilk Şam seferinde Medine'den çıkmış ve
H.19 senesinde Amevâs taununda vefat edinceye kadar bir daha Medine'ye
dönmemiştir.
Abdullah b. Ömer'in bu
ilk ezan için, Resûlullah devrinde olmaması dolayısıyla bid'aı dediği rivâyel
edilmiştir. Ancak Hz. Osman'ın bunu emretmesi şarabîlerin hiç birinin de karşı
çıkmaması bu ezanın bid'at olsa bile bid'afi hasenc cinsinden olduğunu
gösterir. Ancak bugün îslâru âleminin çeşitli yerlerinde tatbik edilen bazı
usullerin, ne Resûlullah'ın ne de sahâbilerin uygulamalarında dayanağı yoktur.
Ezandan evvel sala verme, cemaatin cumaya hazırlanmasını tenbih için yapılan
ilânlar ve hatırlatmalar mesnedi olmayan bid'atlerdir.[143]
1. Cuma günü
ezan hutbeden evveldir.Hutbe de namazdan evveldir.
2. Cuma günü
bir dış bir de iç ezanı olmak üzere iki ezan meşrudur.
3. Hutbeden
önce imam minberde oturur ve bu esnada iç ezan okunur.Bu oturuş dinlenmek için
midir yoksa ezanı beklemek için midir? Eğer ezam bekleme içinse bayram namazlarında
ezan olmadığı için oturulmaz. Nitekim uygulama bu şekildedir.[144]
1088.
...Sâib b. Yezid (r.a.)'den; demiştir ki:
Cuma günü ezan,
Peygamber (s.a.) minbere çıktıkları zaman huzurlarında caminin kapısında
okunurdu. Ebû Bekr ve Ömer (r.a.) zamanlarında da (bu böyleydi).
Muhammed b. İshâk
hadisin kalanını Yûnus'un rivayet ettiği (bir önceki hadis) gibi nakletti.[145]
Bu rivayette
Resûlullah ve ilk iki halifesi hutbe için minbere çıktıklarında okunan ezanın
bir yandan onların huzurunda diğer yandan da mescidin kapısında okunduğu ifâde
ediliyor. Bu ifade tarzı, hadisin içinde bir ihtilâf olduğu görünümünü
veriyor. Ancak mescidin kapısı kıblenin tam ters istikâmetinde olduğu ve imam
da minberde otururken sırtı kıbleye geldiği için, kapının yanında okunan ezan,
aynı zamanda imâmın (bu rivayete göre Resûlullah ve iki halifesi) huzurunda
okunmuş olur. Bu tasavvurla hadisin muhtevasında bir tezadın olmadığı ortaya
çıkmaktadır. Bu hadis, "cami içinde ezan okumak mekruhtur, ezan cami
dışında okunur" diyenler için delildi!. Avnu'l-Mafoûd sahibi camide ezan
okumanın mekruh olduğunu nakletmiştir.Menhel sahibi de bu hadisin sertinde
aynı şeyi söylemiş ve haddizatında bütün mezheplerin görüşünün de bu merkezde
olduğunu iddia etmiştir. İddiasını isbat sadedinde de Hanefî ve Şâfîîlerin bazı
fıkıh kitaplarından nakiller yapmıştır. Ancak bu nakillerin bazılarında cumanın
iç ezam ile diğer ezanların arasını ayırmamış, umûmi mânâda ezan için
söylenenleri, cuma ezanı için söylenmiş intibaını vermiştir. Şimdi Menhel sahibinin
sözlerini ve işaret ettiğimiz nakilleri verelim. Menhel müellifi şöyle diyor:
"Bu hadisle,
Hidâye müellifi ve sarihinin şu sözü reddedilmiştir: "(imam minbere
çıktığı zaman, müezzinler minberin önünde ezan okurlar). Hal eskiden beri
böyle cereyan etmiştir ve Resûlullah devrinde bu ezandan başka ezan yoktu.
Resûlullah ve ashabından tevârüsen gelen cuma ezanı, mescidin içinde ve
minberin önünde idi"[146] Ama
durum böyle değildir. Bütün mezhepler cuma ezanının mescidin dışında olduğunda
müttefiktir. Feteva-yi Hin diyye'de: "Sünnet olan müezzinin minarede veya
mescidin dışında ezan okumasıdır. Mescidin içinde ezan okunmaz."
"Bahrü'r-Râik'te de; "Sünnet olan, komşuların daha iyi duyması için
yüksek bir yerde ezan okumaktır" denilmektedir. Menhel sahibinin Hanefî
fıkıh kitablannda naklettiği bunlardan ibarettir. Görüldüğü gibi burada Hidâye'deki
"cumanın iç ezanının cami içinde minberin önünde okunacağına dâir
rivayetler reddedilmekte ve bu reddi takviye için Fetevâ-yi Hindiye ve
Bahrü'r-râik'den nakil yapılmaktadır. Ancak Menli el sahibinin Hindiye ve
Bahrü’r-râik’ten yaptığı nakil, cuma ezanı ile ilgili değil, genel mânâda
ezanla alâkadardır. Bunlar Fetevây-ı Hindiye ve Bahru'r-râik'in ezan babından
nakledilmiştir.[147]
Aynı eserlerin cuma namazı ile ilgili bölümünde ise, aynen şu ibare yer almaktadır:
" = İmam minbere oturunca önünde ezan okunur. Hutbe bittikten sonra da
kamet getirilir. Tevârusen bu böyle olmuştur. Bahru'r-râik'ta da böyle
denilmektedir"[148]
"Menheİ müellifi ya bu bölümlere bakmamış ya da bu cümleler gözünden
kaçmış olmalıdır.
Menheİ müellifinin
Aynî'den yaptığı nakilde de cuma ezanının cami içinde okunmayacağı görüşünü
benimsediğine dâir bir işaret yoktur. Aynî bu mevzu ile ilgili rivayetleri bir
araya toplamış fakat Menhel müellifinin anlayışı biçiminde bir meyi
göstermemiştir. Hatta yukarıda Hidâye'den nakledilen sözleri aynen almış, onu
hiçbir tenkide tâbi tutmadığı gibi, Ebû Hanife'nin görüşü olarak takdim
etmiştir.[149]
Durum Şafiî mezhebinde
de aynıdır. Menhel'deki Remlî'nin Nihâyetu'l-Muhtâc'ından nakledilen ibareler
de ezanla ilgili bahisten nakledilmiştir.[150]
Aynı eserin cuma
namazı bahsinde ise, şöyle deniliyor: "Şafiî'nin ibaresi şu: İmam
minberde olduğu zaman birkaç müezzinin değil, bir müezzinin ezan okumasını isterim.
Çünkü ResüİuIIah'ın sadece bir müezzini vardır." Aynı sahifede
"ResÛlullahın bir tek müezzini vardı" sözüne haşiye olarak "Onun
huzurunda sadece bir müezzin ezan okurdu "denilmektedir.[151]
Bu nakillerden
anlaşılan şudur: Cuma namazında "iç ezan" tâbir ettiğimiz ezan,
Hanefî ve Şafiîlere göre caminin içinde, imamın huzurunda okunur. Cami dışında
veya minarede okunan ezan ise, Hz. Osman'ın ihdas ettiği ezandır.
Hz. Peygamber'in
zamanında sadece hatib minbere çıkınca ezan okunduğu için: “ = Ey iman nedenler,
Cuma günü ezan okunduğu zaman alış-verişi bırakın, Allah'ın zikrine koşun"[152]
âyet-i celilesinde kastedilen ezan iç ezandır. Ulemânın çoğunluğu bu
görüştedir.Hasen b. Ziyâd, Ebû Hanife'den "duyulduğunda ahş-verişin
terkedileceği ezanın minareden okunan ilk ezan olduğunu" nakleder. Bu
görüşün mantıkî izahı, "aksi halde sünnete ve hutbeye yetişme imkânı
olmaz" şeklinde yapılmıştır. Hanefi mezhebinde hüküm, Hasen b. Ziyâd'dan
naklettiği bu görüşe göredir.[153]
1089.
...Sâib (b. Yezîd)'den; demiştir ki:
Resülullah (s.a.)'m
sadece bir müezzini vardı. O da Bilâl'dı.[154]
Bundan sonra Muhammed b. îshâk, Yûnus'un hadisindeki mânâyı nakletti.[155]
Bu hadis-i şerif, cuma
namazlarında Hz. Peygamber'e sadece Bilâl'ın müezzinlik yaptığını
belirlemektedir. Ama şâir namazlarda Resülullah'a müezzinlik yapan başka
sahâbîler de vardı. Bunlar İbn Ümm-i Mektûm, Ebû Mahzûre, Sa'd el-Kurz ve Ziyâd
b. el-Hâris es-Sudâî idiler.
İbn Ümm-i Mektûm,
sabah namazlarında ezan okurdu. Ebû Mahzura Efendimizin Mekke'de İken müezzini
idi. Sa'd el-Kurz'u da Küba'ya müezzin tayin etmişti. Ziyad b. el-Hâris
es-Sudâî ise, memleketinde müezzinlik yapmak için ezanı öğrenmişti.[156]
1090.
...Nemir'in kızkardeşinin oğlu Sâib b. Yezid'den rivayet edilmiştir. Şöyle
der:
"Resûlullah
(s.a.)m sadece bir müezzini vardı."[157]
(Salih b. Keysân) bütünüyle olmasa da (Yunus'un) hadisi(ni) nakletmiştir.[158]
Bu rivayet de
yukardakilerin bir benzeridir. Fakat müellifin dediği, gibi bu rivayetin râvisi,
hadisi muhtasar olarak nakletmiş, tamamını rivayet etmemiştir. Rivayette kast
edilen tek müezzin Bilâl-i Habeşî (r.a.) olmalıdır. Çünkü "Resûiullah'ın
müezzini" deyince ilk akla gelen Bilâl(r.a.)dır.[159]
1091.
...Câbir (r.a.)'den; demiştir ki: Cuma günü Resûlullah (s.a.) minbere oturunca
(cemaate):
"Oturunuz"
buyurdu.
İbn Mes'ud bunu
duyunca mescidin kapısına oturuverdi. Resûlullah onu görüp:
“Ey Abdullah b. Mes'ûd
(buraya) gel" buyurdu.[160] Ebû
Dâvûd dedi ki: Bu hadis mürsel olarak bilinir. Çünkü insanlar bunu sadece Ata
kanahyle (Câbir'i zikretmeden) Resûlullah'dan rivayet etmişlerdir. (Mahled ise,
onlara muhalefet etmiş ve mevsûl olarak rivayet etmiştir). Mahled de
(rivayeti, tetkik edilmek üzere kabul ve kaydedilen) bir râvî (şeyh)dir.[161]
Peygamber (s-a-) cuma
hutbesi için minbere çıktığında bazı insanların ayakta olduklarını görmüş ve onlara
oturmalarını emretmiştir. İbn Hacer, bu ayakta olanların namaz kılmak
maksadıyla ayağa kalkmış olabileceklerini, bu yüzden Resûlullah'ın onlara
oturmalarını emrettiğini söyler. Bu emir esnasında kapının yanında olan İbn
Mes'ud, Efendimizin emrine ittiba’ ederek hemen oracığa oturuvermiş. Resûlullah
da onu görünce ileri gelmesini istemiştir. İbn Mes'ûd'un ileriye gelmesi, cemaati
yarmayı veya insanların omuzlarına basmayı gerektirmez. Çünkü hadis-i şerifte
caminin tamamının dolu olduğuna, İbn Mes'ûd'un önünde ilerlemesine uygun bir
boşluğun bulunmadığına dâir bir kayıt yoktur. O halde bu hadis, öne geçmek için
cemaatin omuzlarına basmamayı emreden hadise muhalif değildir.
Hz. Peygamberin İbn
Mes'ud'u çağırması onun, ashabın fakihlerin-den olmasından dolayı olabilir.
Çünkü Efendimiz, ashabdan daha zeki ve anlayışlı olanların kendisine yakın
olmalarını, hemen peşinde bulunmalarını arzu ederdi. Çünkü İsfâmın esaslarını
sonraki nesillere aktaracak olanlar bunlardır.
Bu hadis, imamın
minberde iken konuşmasının caiz olduğuna delildir. Aliyyül-Kaarî, Tıybî'den
naklen, "bunda minberde konuşmanın cevazına delil var.Bize göre emir
bi'I-ma'ruf olmayınca hutbe esnasında hatibin konuşması mekruhtur" der.
İmam Şâ'rânî de "diğer üç imamın hilâfına İmam Mâlik namaza ait bir
maslahata mebni olursa hatibin konuşmasını mubah görmüştür" demiştir.
Yukarıda Aliyyül-Kaari'nin "bize göre" dediği Ha-neftlerin görüşüdür.
Yani Hanefilere göre imamın hutbe esnasında emir bi'I-ma'ruf cinsinden başka
şeyler söylemesi mekruhtur. Şâfiîlerden bu konuda iki rivayet nakledilmiştir.
Bunlardan meşhur olana göre konuşma mühim bir işten dolayı ise, haram değil,
aksi halde haram veya mekruhtur.
Ebû Davud'un rivayetin
sonuna aldığı talikten, bu hadisi rivayet edenlerin çoğunun Câbir'i anmadan
direkt Atâ vasıtasıyle Resûlullah'dan mürsel olarak naklettiklerini Mahled b.
Yezîd'in (buradaki rivayetin râvisi) sahâbi olan Câbir'i de anarak mevsûl
olarak rivayet ettiğini anlıyoruz.
"Mahled
Şeyhdir" sözünden kast edilen de, onun âdil olduğuna işarettir. Çünkü îbn
Ebî Hatim'in dediğine göre adaletin üç merhalesi vardır. Bunlar:
1. Birisine
"sika veya mütkın" denildiği zaman, hadisi hüccet olabilir.
2. Bu
"sadûktur" veya onun yeri sıdk'tır ya da "lâbe's bih"
denildiğinde, hadisi yazılabilir ancak temkinli davranmak gerekir, anlamına
gelir.
3.
"Şeyh'dir" denildiğinde de, yine hadisi yazılabilir ve temkinli olmak
lâzımdır demek olur. Fakat bu, ikinci mertebedekinden biraz daha aşağı bir
ta'dildir.
İşte Mahled, bu üçüncü
gruptandır.Mahled'in tek başına bu hadisi mevsûl olarak rivayet etmesi,
hadisin sıhhatine zarar vermez.[162]
1092. ...İbn
Ömer (r.a.)den; demiştir ki:
Resûlullah sallellahu
aleyhi ve sellem (cumada) iki hutbe okurdu. Minbere çıktığı zaman:
-zannediyorum müezzin[163]-
(ezam) bitirinceye kadar oturur sonra kalkıp hitâb eder, sonra yine oturur ve
hiç konuşmaz, bilâhere kalkıp tekrar hitâbederdi."[164]
Bu hadis-i şeriften
anladığımıza göre Hz. Peygamber minbere çıkınca ezan okununcaya kadar oturur
sonra kalkıp iki hutbe okurdu. Bu iki hutbe arasında yine otururdu. Demek ki
Efendimizin hutbesi üç ayrı safhadan meydana gelmişti.
1. Minbere
çıkınca ezan okununcaya kadar oturmak. Bu oturuş dört mezhebe göre sünnettir.
Kendisinden önce ezan olmayan bayram namazlarında'ise meşru değildir.
2. İki defa
hutbe okumak, Şafiî, Mâliki ve Hanbelîlere göre her iki hutbe de cumanın
sıhhati için farzdır. Hanefîlerde ise, birinci hutbe vâcib, ikinci hutbe
sünnettir. Hanefîler, ikinci hutbenin vâcib olmayışına delil olarak bazı
sahâbüerin bunu terk ettiklerini göstermişlerdir. Tebyînü'l-hakâik şer-hu
Kenzİ'd-dekâik sahibi Zeylâî "birçok sahâbiden bir tek hutbe okudukları
ve buna da kimsenin karşı çıkmadığı rivayet edilmiştir" der.
Hanefîlerin, Birinci
hutbenin vâcib olduğuna delilleri Allah'ın zikrine koşunuz" emridir.
Zikirden maksat, hutbedir.
Diğer mezhebler de, bu
hutbelerin farziyyetine Resûlullah'ın ve sahâbî-lerin yaptıklarına dair olan
meşhur rivayetleri esas almışlardır. Irakî, Evzâî, İshâk b. Rahûye, Ebû Sevr,
Îbnu'l-Münzir ve bir rivayetinde Ahmed b. Han-bel'in Hanefîlerin görüşünde
olduklarım nakleder.
Hasen ve Dâvûd Zahirî
ise, hutbenin mendub olduğunu, Hz. Peygamberin ve ashabın devamının onun farz
veya vâcib olmasını gerektirmeyeceğini söylerler. Şevkânî de bu görüşe meyyal
görünmektedir.
3. İki hutbe
arasında oturmak: Bu oturuş Şâfîîlere göre farz, cumhura göre sünnettir.
Şâfîîlerin bu konudaki delilleri de Resûlullah'ın bu oturuşu terk etmemesidir.
Bu oturuşun farz olmadığı görüşünde olanlardan Aynî, tbn BattâFın, "Muğîre
b. Şube'nin iki hutbe arasında oturmadığı rivayet edilmiştir. Eğer farz
olsaydı, Muğîre bunu bilirdi, bilmiyor idiyse, huzurundaki sahâbî ve tabiîler
onu uyarırlardı" dediğini kayd eder. Sonra bu oturuş hatîbin istirahati içindir.
Hutbe ile hiç bir alakası yoktur ki, farz olsun.[165]
1. Hatib
minbere çıkınca ezan bitinceye kadar oturur.Bu, ezanı dinlerıek içindir.
2. tki hutbe
arasında oturmak meşrudur.
3. Cuma
hutbesi iki hutbeden müteşekkildir.[166]
1093.
...Câbir b. Semure (r.a.)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.) ayakta
hutbe irâd eder, sonra oturur, sonra kalkıp yine ayakta hitab ederdi. (Câbir
dedi ki:) "Kim sana Peygamber (s.a.)'in oturarak, hutbe irad ettiğini
söylerse, yalan söylemiştir. Vallahi ben Resûlullah (s.a.) ile birlikte iki bin
(vakit)den fazla namaz kıldım.[167]
Hadis-i şerif hutbeyi
ayakta okumanın meşru olduğuna delildir. Ancak kıyamın hükmü ihtilaflıdır.
Cumhura göre hutbenin
ayakta iradı farzdır. Bunlar Hz. Peygamberin hutbelerini ayakta irad ettiğini
bildiren bu ve buna benzer rivayetlere dayanmışlardır. Nevevî, bu görüşün
mantıkî izahı olarak şunları söyler: "Çünkü hutbe cumanın iki farzından
biridir. Öyleyse namazda olduğu gibi hutbede de kıyam ve kuud farzdır."
Bunlar Hz. Osman ve Muâviye'nin oturarak hutbe okuduklarına dair rivayetleri
zarurete hamletmişlerdir. "Hz. Osman ihtiyarladığı için, Muaviye de çok
şişman olduğu için oturarak hitab etmişlerdir" derler.
İmam Mâlik'den hutbede
kıyamın vacib olduğu, fakat şart olmadığı, dolayısıyla, hatibin kıyamı terk
etmesi halinde hutbenin sahih fakat hatibin günah işlemiş olacağı rivayet
edilmiştir.
Ahmed b. Hanbel'den
bir rivayete ve Hanefîlere göre, hutbenin ayakta olması sünnettir. Bunlara
göre, Hz. Peygamber'in ve hulefâ-i Râşidin'in devamlı ayakta hutbe okumaları,
kıyamın farz ya da vâcib olmasını gerektirmez. Nevevî'nin hutbeyi cumanın
şartlarından biri olduğu için namaza benzetmesi de tam geçerli değildir. Çünkü
hutbe her yönden namaza benzemez, namaz da kıbleye dönmek şart olduğu halde,
hutbede böyle bir şart yoktur. O halde hutbe namaza değil ezana benzer.
Dolayısıyla kıyamın ve oturmanın namazda farz olması hutbede de farz olmasını
gerektirmez. Bu görüşte olanlar, Hz. Osman'ın oturduğu yerde hitâb etmesini de
delilleri arasına alırlar.
Câbir b. Semure
(r.a.)'nin "Ben Resûlullah ile iki bin (vakit)den fazla namaz kıldım"
demesi ya çokluktan kinayedir ya da beş vakit namazı kasdetmiştir. Çünkü
cumanın farziyetinden Efendimizin vefatına kadar değil iki bin, yarısı kadar
bile cuma namazı kılınmamıştır.[168]
1094.
...Câbir b. Semure (r.a.)den; demiştir ki:
(Cuma günü) Peygamber
(s.a.)'in iki hutbesi vardı. Bu hutbeler arasında oturur, hutbelerde de Kur'an
okur ve cemaate nasihat ederdi.[169]
Bu hadis-i şerif de
Hz. Peygamber'in iki hutbe arasında oturduğu ve hutbede Kur'an-ı Kerim okuyup
cemaate va'z ettiği beyân edilmektedir. Hutbeler arasında oturmanın hükmü
bundan evvelki babın hadisinde (hadis no: 1092) izah edilmiştir. Hutbede
nasihat konusuna da ileride temas edilecektir. Şimdi burada hutbe esnasında
Kur'an-i Kerim okumanın hükmünü açıklayalım:
Bu rivayette
Efendimizin hutbede Kur'an-ı Kerim okuduğu haber verildiği halde, hangi
sûreleri okuduğuna temas edilmemiştir. Ebû Dâvûd'da ileride gelecek olan bir
rivayetten (hadis no: 1100) Resûlullah'ın “Kâf Sûresi"ni okuduğu
anlaşılmaktadır. İbn Mâce'nin Übeyy b. Ka'b'dan rivayet ettiği bir haberde
ise, Hz. Peygamber'in minberde Tebâreke (Mülk) Sûresi'ni okuduğu, Taberânî'nin
Evsat'mdaki bir rivayetinde de Zümer suresinin sonunu okuduğu bildirilmektedir.
Yine Taberânî'nin Hz. Ali'den rivayet ettiği başka bir haberde ise, Resûlullah
(s.a.)'in minberde, Kâfirûn ve İhlâs sûrelerini okuduğu haber verilmiştir.
Ancak İbn Mâce ve Taberânî'nin bu nakilleri senetlerindeki bazı şahıslar
yüzünden tenkide tabi tutulmuştur.
Minberde Kur'ân-ı
Kerim okumanın hükmü mezhebler arasında ihtilaflıdır:
Şafiîlere göre, en az
bir âyet okumak farz, Kâf sûresini okumak ise, müstehabtır. Delilleri Hz. Peygamber'in
hiç ihmal etmeden Kur'an okumasıdır.
Cumhura göre, bu
kıraat farz değildir. Hanefilerde sünnettir. Çünkü Hz. Peygamber'in fiili ile
sabit olan bir şey farz değil, sünnet olur. Ayrıca Cenab-ı Allah, Kur'ân-ı
Kerim'de "zikr"i emretmiştir. Bu kıraati ve ka'de-yi içine almaz.
Bunların şart olduğunu söylemek haber-i vâhidle şart koymak demektir. Bu da
Kur'ân'ın haber-i vâhidle neshini gerektirir ki caiz değildir.
Minberde okunacak Kur'an-ı
Kerim'in hangi safhada okunacağında da görüşler bir değildir. Şâfiîlerden
bazıları kıraatin ilk hutbede olacağım söylerken, Iraklı Şâfiîler "her
iki hutbede de okunmalı" demişlerdir. HanbelîIerden Kadî'nin görüşü de bu
şekildedir. Bazı âlimlerse, ikinci hutbede okunacağını söylemişlerdir.
Hanefîler sünnet olan bu kıraatin ilk hutbede olacağını söylerler.[170]
1095. ...Ebû
Avâne, Sımak b. Harb'den; Câbir b. Semure'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Resûlullah (s.a.)'i
ayakta hutbe irad ederken gördüm. Sonra birazcık oturur, hiç konuşmazdı.
(Bundan sonra) Ebû
Avâne, (Câbir'in rivayeti olan bundan önceki) hadisi zikretti.[171]
İmam Ahmed'in
rivayetinde buradaki metne
ilâveten: = sonra kalkar ve minberi üzerinde başka bir hitabede bulunurdu.
Kim sana Efendimizi oturduğu yerden hutbe irad ederken gördüğünü haber verir
ise inanma" cümleleri yer almaktadır.
Hüküm itibariyle bu
rivayette öncekilere ilâve edilecek bir husus yoktur.[172]
1096.
...Şu'ayb b. Ruzeyk et-Tâifî'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) ile sohbeti
olan bir adamın yanına oturdum. Ona el-Hakem b. Hazn eJ-Kulefî[173]
denilir. Bu zat, bize şöyle anlatmaya başladı:
Yedi veya[174]
dokuz kişiden biri olarak Peygamber (s.a.)e elçi olarak geldim. Onun huzuruna
girip "Ya Resûlallah! Biz seni ziyaret ettik, sen de bizim için hayır duâ
et" dedik. (Resulullah bizim için duâ etti) ve bize birazcık hurma
(getirilmesini) emretti. O zaman durum biraz zayıftı (gelir azdı). Biz
Medine'de günlerce kaldık. Resulullah ile beraber cumada bulunduk (cuma
kıldık). Efendimiz, bir bastona veya[175]
yaya dayanarak kalktı. Kısa, güzel, mübarek kelimelerle Allah'a hamd ve sena
etti. Sonra; "Ey insanlar! Siz emrolunduğunuz herşeyi yapamazsınız veya[176] güç
yetiremezsiniz, ama doğru olunuz" müjdeleyiniz!" buyurdu.[177]
(Ebû Davud'un
talebesi) Ebû Ali dedi ki:
Ebu Davud'u "
hadisten birkaç kelimeyi bana, bazı arkadaşlar kaydettirdiler (Kâğıttan
silinmiş) " derken dinledim.[178]
Rivayetten
anladığımıza göre el-Hakem b. Hazn el-Külefî adında bir zat yedi veya dokuz
kişilik bir hey'etin içinde Resûlullah'a gelmiş, onu ziyaret etmiş, dua ve
ikramına nail olmuştur. Efendimizin hey'ete ikramı birazcık hurmadan ibaret
kalmıştır. Bizzat râvi bu azlığın o esnadaki fakirlikten ileri geldiğini bir
özür kabilinden zikretmiştir. Rivayetin konu ite alâkası bundan sonraki
bölümüdür. Râvinin ifadesine göre, bu hey'et Medine'de günlerce kalmış ve bu
meyânda Resulullah (s.a.) ile cuma kılma şerefine ermiştir. Rivayete göre Hz.
Peygamber bir bastona veya yaya dayanarak ayağa kalkmış ve hutbesini irad
buyurmaya başlamıştır. Siyaktan bu hâdisenin mescide minber konulmadan evvel
meydana geldiği anlaşılmaktadır.
Demek oluyor ki,
hatibin hutbe esnasında elinde bir baston veya yay, kılıç gibi birşey
bulundurması meşrudur. Fukaha, bu sayılan şeyleri hatibin hangi eline almasının
evlâ olduğunda müttefik değildir.
Mâlikilere göre,
hatibin hitabe esnasında sağ eline bir baston veya yay ya da kılıç alması
müstehabtır. Sol eli ile bir yere dayanmaz.
Şâfiîlere göre, adı
geçen şeylerden birini sol eline alır, sağ eli ile de minberin kenarına
yapışır. Eline alacak bir şey bulamazsa ya sağ elini sol elinin üstüne koyar,
ya da ellerini yanlarına salıverir.
Hanefîlerde kılıç zoru
ile fethedilen memleketlerde hatib, hutbe esnasına sol eline bir kılıç alır.
Sulh yoluyla İslâm'ın girdiği bölgelerde ise, eline kılınç almaz. Tahtâvî,
Meraki'l-Felâh haşiyesinde kılınç haricinde yay ve baston gibi bir şeye
dayanmanın mekruh olduğunu söyler. İbn Emiri'1-hâc bu meselenin münâkaşasını
yapıp, Ebû Davud'un bu rivayetine işaret ederek Hz. Peygamber'in Medine'de
hutbe esnasında elinde yay veya baston bulundurduğunun sabit olduğunu söyler,
vakıa da budur. Tahtâvî'nin bunu mekruh sayarken neye dayandığını bilemiyoruz.
Hanbelîlere göre,
herhangi bir eli ile, kılıç, yay veya bastona dayanabilir. Bu, sünnettir.
Aslında bu adı geçen
şeyleri sağ veya sol eline alması konusunda hiç bir rivayet yoktur. Bütün
bunlar çeşitli maslahatlar göz önüne alınarak ortaya konmuş mütelealardır.
İbn Kayyım,
Zâdü'I-Meâd'da, Hz. Peygamber'in minber yapılmadan önce, hutbe irad ederken
Medine'de bastona, gazvelerde de yaya dayandığını; kılıca dayandığına dair hiç
bir rivayetin bulunmadığım söyler. Hatta kılıca dayanmayı meşru görenleri de
küçümseyici ifadeler kullanır.
Rivayetin devamında
Hz.Peygamberin hutbede Allah'a hamd-ü sena ettikten sonra cemaate "Siz
emrolunduğunuz şeylerin tümünü yapamazsınız, ama mu'tedil olunuz,
müjdeleyiniz” buyurdu deniliyor.
"Doğru
olunuz" diye tercüme ettiğimiz kelimesini İbn Ha-cer: "doğruya
sanlınız, ifrat ve tefrite sapmayınız kelimesini de, "devamlı olan ameli
az da olsa sev abla müjdeleyiniz" şeklinde mânâlandırmıştır.[179]
1. Fazulet
sahibi kişileri ziyaret etmek ve onları ziyaret için yola çıkmak meşrudur.
2. Külfet'e
girmeden elde olan şeylerle müsâfıre ikram etmek müstehabtır.
3. Salih
kişilerden duâ istemek müstehabtır.
4.
Âlimlerden ilim almak için onların yanında kalmak iyidir.
5. Hatibin
hutbe esnasında, asa, yay ve kılıç gibi bir şeye dayanması müstehabtır.
6. Hutbeye
Allah'a hamd ve sena ile başlanmalıdır.
7. Hatib
hutbesinde cemaat için gerekli bilgileri vermeli, onlara en çok lazım olan
konuları ele almalıdır.[180]
1097. ...İbn
Mes'ûd (r.a.)'den; rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.) hutbe irad ettiği
zaman şunları söylerdi:
"Hamd sadece
Allah'adır. Allah'a hamdeder, ondan yardım ister ve Onun bağışlamasını dileriz.
Nefislerimizin şerrinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidâyete erdirdiği
kimseyi sapıtacak kimse yoktur. Allah kimi şaşırtmışsa onu da kimse hidâyete
erdiremez. Allah'tan başka ilâh olmadığına Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi
olduğuna şahitlik ederim. Allah onu kıyametin önünde korkutucu ve ntüjdeleyici
olarak hak (din) ile göndermiştir. Kim Allah'a ve Resulü'ne itaat ederse doğru
yolu bulmuştur. Kim de onlara isyan ederse (bilsin ki) o nefsinden başka hiç
kimseye zarar vermeyecektir. Allah'a hiçbir zarar vermeyecektir."[181]
Hadisin başında
"hutbe iradettiği zaman" diye terceme ettiğimiz kelimesi haddi
zatında "kelime-i şehâdet getirdiği zaman" demektir. Ancak burada
"zikrü'1-cüz irâdetü’l-küll" kabilinden olmak üzere mecazi olarak
"hutbe okudu" manasına kullanılmıştır. Çünkü hutbenin içerisinde
teşehhüd mevcuttur.
Hz. Peygamberin
"Nefislerimizin şerrinden Allah'a sığınırız" buyurması, nefsin
kötülüğü emredici, hevâ ve hevese, kötü maksatlara meyyal oluşu dolayısıyladır.
Resûlullah mâ'sum (günah işlemez) olduğu için onun bu şekildeki duası ümmetine
öğretme maksadına yöneliktir.
"Cenabı Allah
onu, kıyametin önünde korkutucu ve müjdeleyici olarak hak dinle gönderdi"
ifâdesindeki, "müjdeleyici ve korkutucu" kelimelerinden maksad,
itaat edenleri âhirette cennet ve dünyada yardımla müjdelemesi; isyan edenleri
de dünyada mahrumiyet, âhirette de azab ve Cehennem ile korkutmasıdır.
"Kıyametin önünde" ifadesinden de "Kıyametin kopmasına
yakın" mânâsı murad edilmiştir. Hz. Peygamberin işaret ve orta parmağını
göstererek "Ben kıyamete işte böyle yakın olarak gönderildim"
buyurması da bu mânâyı destekler.
Hadis-i şerifteki
"kim onlara (Allah'a ve Resulü'ne) isyan ederse" ibaresi, Allah ve
Resulünü bir zamirde birleştirmenin caiz olduğuna delildir.
Başka lâfızlarla
rivayet edilmiş başka hutbeler de vardır. îmam-ı Şafiî'nin Müsned'indeki şu
rivayet bunlardandır:
"Hamd, yalnız
Allah' adır. O'ndan yardım diler, bizi bağışlamasını niyaz ederiz. O'ndan
hidâyet ister, yardım dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin
kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidâyet verdiği kimseyi hiçbir
kimse saptıramaz. O'nun saptırdığım da hiç bir kimse doğru yola eriştiremez.
Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur ve (yine) şehâdet ederim
ki Muhammed O'nun kulu ve rasûlüdür. Allah'a ve rasûlü-ne itaat eden dosdoğru
yolu bulmuş demektir. Allah*a ve Resulüne isyan eden de -tekrar Allah'ın emrine
dönünceye kadar- sapmış demektir."[182]
1. Hadis-i
şerif hutbeye "hamd" ile başlamanın meşru olduğunu gösterir.Bunun hükmü
mezhebier arasında ihtilaflıdır. Şafiî ve Hanbelîlere göre hutbede hamdele
hutbenin farzlanndandır.Hamdele olmadan hutbe sahih değildir. Bu görüş
sahihleri, hutbede kıraat, kıyam ve hutbeler arasında oturma konusunda olduğu
gibi Hz. Peygamber'in tatbikini esas almışlardır.
Hanefî ve Mâlikîlere
göre, hutbede hamdele sünnettir. Bunlar da Resûlüllah'ın tatbikatını delil
almışlar ancak Hz. Peygamberin fiilinin vücûba delâlet etmeyeceğini
söylemişlerdir.
2. Hutbede
şehâdet kelimesi okumak meşrudur. Mezhepler bunun hükmünde de ihtilâf
etmişlerdir. Şafiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre farz; Hanefilere göre sünnettir.
Hutbenin şart ve
rükünleri mezheblere göre oldukça değişiklik arz eder.
Mâlikîlere göre
hutbenin rükünleri sekizdir:
Bunlar, 1. Hutbenin müjdeleyici ve sakındırıcı
olması, 2. Arapça olması, 3. Açıktan okunması, 4. Zevalden sonra cuma namazından
evvel olması,
5.
Bölümlerinin biri birine bitişik olması,
6. Namazla arasının ayrılmaması, 7.
En az on iki kişilik bir cemaatin karşısında okunması, 8. Mescidde okun-masıdır.
Şâfillerde hutbenin
beş rüknü vardır:
1. Hususî
lâfızları ile Allah'a hamd etmek, 2.
Resülullah için salevât okumak, 3.
Takvayı tavsiye etmek (bu üç şartın her iki hutbede de bulunması gerekir). 4. Hutbelerden birinde Kur'ân okumak, 5. Sonunda mü'minler için dua etmek,
Bu mezhebe göre
hutbenin şartları da şunlardır:
1. Her iki
hutbenin de arabça olması, 2. Vakit
içinde irâd edilmesi, 3. Hutbelerin
biri birinin peşinde olması ve rükünlerinin arasının ayrılmaması, 4. Hutbelerle namazın bitişik olması, 5. Hatibin abdestli, elbisesinin temiz
olması, 6. Setrül avret, 7. Hatibin ayakta durması, 8. İki hutbe arasında oturması, 9. Hutbeyi en az kırk kişilik bir
cemaatin dinlemesi.
HanbeliIerİn görüşü de
aynen Şâfiîlerinki gibidir.Yalnız Hanbelîler, Şâfiîlerin rükün dediklerine de
şart demişler ve Hatibin imamete salahiyetli olmasını ilâve etmişlerdir.
Hanbelilerde farklı olarak cumanın vakti bayram namazının vaktinde girer.
Hanefîlere göre,
hutbenin rüknü ikidir:
1. En
azından bir teşbih, hamd veya tehlil kadar hitabe, 2. Hutbeye niyyet.
Hutbenin şartları ise:
1. Vakit
içinde ve namazdan önce olması, 2. İmamdan
başka en az üç kişinin huzurunda olması, 3.
Hutbe ile namazın arasının ayrılmamasıdır.
Zahirîlerden İbn Hazm,
hutbenin farz veya vâcib olmadığını, dolayısıyla hiç hutbe okumadan kılınan iki
rekatlık bir cuma namazının sahih olacağını söyler. İbn Hazm'a göre hutbe
müstehabtir.
Bu ve bundan sonraki
hadislerin bâb ile hiç bir ilgisi yoktur. Müellif "yaya dayanarak hutbe
irad etme" başlığı altında mevzuları farkiı olmakla beraber bu hadisleri
de zikretmiştir. Bu çokça rastlanan bir durumdur.[183]
1098.
...Yûnus (b.Yezid), İbn Şihâb'a Resûlullah(s.a.)'in hutbesini sormuş, o da
önceki rivayetin benzerini nakletmiş, (farklı olarak) şunları (da) söylemiştir:
"O ikisine
(Allah'a ve Resulüne) isyan eden muhakkak sapmıştır. Rabbimiz Allah bizi
kendisine ve Resulüne itaat eden, rızasına (razı olacağı şeylere) tâbi olan,
hışmından (azabına sebep olacak şeylerden) kaçınanlardan kılsın. Biz ancak
ondan (yardım isteyici) ve ona (itaat edici)yiz."[184]
Bu rivayet mürseldir.
Zira îbn Şihab ez-Zührî hadisi aldığı sahabiyı anmamıştır.
Müellif bu rivayeti,
diğeri ile arasındaki farka işaret etmek için kitabına almıştır.[185]
1099.
...Adiyy b. Hatim[186]
(r.a.)'den rivayet edildiğine göre: Bir hatib Resûlullah (s.a.)'in yanında
hutbe okuyup; "Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse (şüphesiz doğru yolu
bulmuştur), kim de onlara isyan ederse..." dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
"Kalk! -veya git-[187]
(sen) ne kötü hatibsin!.." buyurdu.[188]
Hadis-i Şerifte söz
konusu edilen hatibin hitabesi cuma hutbesi haricinde bir hitabe olmalıdır.
Hz. Peygamberin bu
hatîbe itiraz edip kovarcasına "kalk" veya "git!" demesinin
sebebi hakkında değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan en meşhuru
hatibin "kim o ikisine isyan ederse" sözünde, "O ikisine”
mânâsındaki zamiri Allah ve Resulü için ortak kullanmasıdır. Hadis-i şerifin
Müslim ve Beyhakî'deki rivayetlerinde "sen ne kötü hatibsin" sözünden
sonraki "Allah ve Resulüne isyan eden muhakkak sapmıştır de"
mânâsındaki ilâve, yukarıda beyân edilen sebebin sahih olduğunu gösterir. Kadı
îyaz Hz. Peygamberin hatibe itiraz sebebinin bu olduğunu söyledikten sonra,
"çünkü tesniye (ikil) zamiri eşitliği gerektirir. Hz. Peygamber hiç bir
surette Allah (c.c.) ile bir tutulamayacağına göre sözü ikil zamiri ile değil
de isimleri ayrı ayrı Allah'a ve Resulüne diye tertib etmesi gerektiğini
kendisine tenbih etmiştir" der.
Hz. Peygamber Allah ve
Resûlullah için bir tek tesniye zamiri kullanmasını men'ettiği halde, bizzat
kendisi o zamiri kullanmıştır. Bundan evvelki hadiste ve Buhârî'nin "üç
şey vardır ki bunlar, kimde bulunursa İmanın tadını tadar. Bunlar: Allah ve
Resulü kendisine ikisinden başka her şeyden daha sevimli olması..."
şeklindeki rivayetinde bu açıkça görülmektedir. O halde Efendimiz bizzat
kendisinin kullandığı bir ifâdeyi başkasından niçin men'etmiştir? Bu soruya şu
şekilde cevab verilmiştir:
1. Allah ve
Rasûlu için müşterek zamir kullanmak sadece Hz. Peygambere hastır. Çünkü o
Rubûbiyetin hakkını tam olarak verir, onun ifâdesinde ikisini denk tuttuğuna
dair bir yanlış anlama olamaz. Ümmet için aynı durum söz konusu olmayabilir.
Bu Izz b. Abdisselâm'm tevcihidir.
2. Hadis-i şerifte
söz konusu edilen hatibin, tesniye zamiri ile Allah ve Resulünü
birleştirmesinden cemaatta yanlış anlamlar çıkaranlar olabilir. İçlerinde
Allah ile Peygamberi denk zannedenler bulunabilir.
3. Hz.
Peygamberin hatibi men'etmesi nedbe hamledilir, kesinlik ifâde etmez. Yani
Cenab-i Allah'la Nebiyy-i Ekrem'e tek zamirle işaret caizdir, ancak bundan
kaçınılması mendubtur.
4. Hz.
peygamberin yapılanı men'etmesi sadece bu hatibe mahsustur. Çünkü efendimiz, bu
zâtın hal ve tavrından Allah'la Peygamberi denk zannettiğinden dolayı müşterek
zamir kullandığını anladığı için ona itiraz etmiştir.
5.
Hutbelerin mufassal ye açık olması gerekir. Rumuz ve işaretlerle ifâde uygun
olmadığı için, Efendimiz bu itirazı yapmıştır. Bu tevcih de Nevevî'ye aittir.
6. Tahâvî,
bu tevcihlerin hiç birini uygun bulmamış ve şöyle demiştir: "Bize göre
mânâ -Allahü âlem- takdim te'hir ile ilgilidir."
Hadisin Ebû Dâvûd'taki
rivayetinde "Onlara kim isyan ederse...” sözünden sonra cevap
zikredilmemiştir. Bu, ya şartın cevabını söylemeden hatibi Efendimizin
susturmasındandır ya da cevap, râvilerden bir itarafından ihmal edilmiştir.
Sahih-i Müslim'deki rivayette ise, cevab olarak “şüphesiz sapmıştır"
ifâdesi yer almıştır. Bu Ebû Dâvûd'da cevabın zikredilmemesini râvilerden
birinin ıskatı sebebiyle olduğunu gösterir.[189]
1. Allah ve
Resulü için tek zamir kullanılması caiz değildir.
2. Reis
durumunda olan şahıs, maiyyetinden birinin yaptığı hatayı derhal düzeltmesi
gerekir.[190]
1100.
...el~Hâris b. en-Nu’man’ın kızından[191];
demiştir ki:
Ben “Kaf” suresini
ancak Resûlullah'ın ağzından ezberledim. O bu sureyi her cuma hutbede okurdu.
Bizim tandırımız ile Resûlullah (s.a.)'ın tandın birdi.[192]
Ebû Dâvûd
dedi ki: Ravh
b. Ubâde Şube'den "Harise b. Nu'man'ın
kızı"; İbn Hişam ise "Harise
b. Numan'ın kızı Ümmü Hişâm" şeklinde rivayet etmişlerdir.[193]
Hadisin Müslim'deki
bir rivayeti aynen Ebû Dâvûd'unki gibidir.Bir başka rivayetinde ise, Râvi hanım,
kendi tandırları ile Resûlullah'ın tandırının iki sene veya bir seneden daha
fazla bir olduğunu kaydetmiş, buradaki:
" = Kaf Sûresi'ni
ancak Resûlullah'ın ağzından ezberledim" cümlesinin yerine, Ben suresini
ancak Resûlullah'ın dilinden aldım" ifâdesini kullanmıştır. Müslim'deki
bu farklı rivayette ayrıca Efendimizin bu sûreyi minberde okuduğu açıkça
bildirilmiştir.
Görüldüğü gibi
üzerinde durduğumuz rivayet hutbe esnasında Kur'ân-ı Kerim, özellikle Kaf
Sûresi'ni okumanın meşru olduğuna delildir. Hutbe esnasında Kur'ân-ı Kerim
okumanın hükmü, hangi sûrelerin ve hangi hutbede okunacağına dair bilgi 1094.
hadisin şerhinde tafsilâtlı olarak verilmiştir. Oraya müracaat edilmelidir.
Rivayetin sonunda
sahâbî hanımın "Bizim tandırımızla Hz. Peygamberin tandırı birdi"
demesi, Nevevî'nin de işaret ettiği gibi, evinin Resûlullah'ın evine
yakınlığına ve onun hallerini yakınen bildiğine işarettir. Sanki mezkûr hanım,
"kadınlar cumaya gitmedikleri halde bu kadın Resûlullah'ın minberden
okuduğu bir sûreyi nasıl ezberlemiştir?" şeklinde vuku'u muhtemel bir
soruya peşinen cevab vermiştir. Anlaşıldığına göre bu sahâbiye, adı geçen
sûreyi evinden işiterek öğrenmiştir.
Ebû Dâvûd hadisin
sonundaki taliki, râvi hanım Ümmü Hişâm'm babasının adı hakkındaki ihti'âflara
işaret etmek için almıştır. Rivayetin başındaki senedde bu hanımın babası
"el-Haris b. en-Nu'mân" olarak zabtedildiği halde, Ravh b. Ubâde'nin
Şu'be'den naklinde ismin "Harise b. en-Nu'mân" şeklinde sabit
olmuştur. İbn İshak ise Ravh b. Ubâde'nin tesbitinden farklı olarak hanımın
künyesine de işaret etmiş ve "Harise b. en-Nu'man'ın kızı Ümmü Hişam"
demiştir.[194]
1.
Kadınların ilim Öğrenmesi ve öğretmesi caizdir.Tabiatıyla bu, fitne korkusunun
olmamasıyla kayıtlıdır.
2. Hatibin
minberde " Kaf " sûresini okuması sünnettir.[195]
1101.
...Câbir b. Semure (r.a.)den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)'in
namazı da hutbesi de orta idi. (Hutbede) Kur'ân'dan birkaç âyet okur ve halka
öğüt verirdi."[196]
Rivayetin sondaki
"Kur'ân'dan birkaç âyet okur ve cemaate öğüt verirdi" ifâdeleri,
Müslim'in rivayetinde mevcut değildir.
Namazın ve hutbenin
orta olması haddinden fazla uzun ve kısa olmamasıdır. Kasd; Orta, mu'tedil
manalarına gelir. Arablar, orta boylu adama ve orta halli yaşayışa kasd derler.
Bu hadis ile Müslim'in
Ammâr (r.a.)'den rivayet ettiği, Efendimizin hutbeyi kısa kesip namazı uzatmayı
teşvik ettiğine dair olan hadis arasında ihtilâf yoktur. Çünkü her ikisinin de
orta tutulduğu halde namazın hutbeden daha uzun olması mümkündür. Müslim'deki
rivayette namazı hutbeye nisbetle uzun tutmak emredilmiştir.
Nevevî, "İki
hadis arasını cem'etme imkânı olmadığı takdirde ümmet, Resûlullah’ın fiiline
göre değil, sözü ile amel eder. Çünkü fiilinin kendine mahsus olması mümkündür.
Sözü ise, daha ziyâde ümmete müteveccihtir" der.
Hz. Peygamberdin hutbe
esnasında okuduğu âyetler, Seyhan'ın rivayet ettiklerine göre şu âyetler
kadardır: "(Şöyle) çağrışırlar: Ey Mâlik! Rabbin bizi öldürsün. O da; siz
behemehal (azab da) kalıcısınız dedi(ler)"[197] Mı
- Ey iman edenler! Allah'dan nasıl korkmak lazımsa öylece korkunuz. Sakın siz
müslümanlar (olmak)dan başka (bir sıfatla) da can vermeyin."[198]
1. Cuma
namazı ve hutbesi ne uzun ne de kısa olmalıdır, mu'tedıl olmalıdır.
2. Hatib hutbesini
Kur'an-ı Kerim'den âyetler okuyarak ve cemaate va'z ederek irâd etmelidir.[199]
1102.
...Amre, kız kardeşi (Ümmü Hişâm)ın şöyle dediğini rivayet etti:
Kaf sûresini sadece Resûlullah
(s.a.)'ın ağzından öğrendim. Onu her cuma (hutbe esnasında) okurdu.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi aynı şekilde Yahya b. Eyyûb ve tbn Ebi'r-ricâl, Yahya b. Sa'd'den o da
Amre'den; Amre de Harise b, en-Numân 'in kızı Ümmü Hişâm 'dan rivayet etmiştir.[200]
Bu rivayetin aynısı,
bazı fazlalıklarla 1100 no'lu hadiste geçmişti.Ümmü Hişâm o rivayette kendi
tandırları ile Resûlullah'ın tandırının bir olduğunu söyleyerek öğrenme
biçimini ihsas ettirmişti. Burada aynı kayıt yer almıştır.[201]
1103. ...Amre,
Abdurrahman'ın kızı Amre'den -(künyesi Ümmü Hişam olan) Amre, öbür Amre'den
daha büyüktür- bir önceki hadisi mânâ olarak rivayet etti.[202]
Bu rivayetle önceki
rivayet senedleri yönünden birbirlerinden
farklıdır. Ancak her iki rivayetin manaları aynıdır.[203]
1104.
...Husayn b. Abdurrahman der ki:
Umâre b.Rueybe (r.a.)
Bişr b. Mervan'ı[204]
cuma günü (ellerini kaldırarak) dua ederken görüp "Allah bu elleri
çirkinleştirsin (cezasını versin)" dedi.
Zaide dedi ki: Husayn,
Umâre bana, "Resûlullah (s.a.)'ı minber üzerinde (dua ederken veya hutbe
okurken) gördüm. Şuna -baş parmağın yanındaki işaret parmağını kasdederek- bir
şey ziyâde etmezdi" dedi.[205]
Bu haberden hutbe
esnasında elleri kaldırmanın bid'at olduğu anlaşılıyor. Ancak elleri
kaldırmaktan maksadın ne
olduğunda, değişik
görüşler ortaya atılmıştır.
Bazı âlimler, burada
çirkin görülen el kaldırmanın duâ ile ilgili olduğunu söylerler. Tirmizî'nin
rivayetinde Husayn'ın; "Bişr b. Mervan hutbe okuyordu. Dua ederken
-ellerini kaldırınca- Umâre'nin Allah o sıska kolların cezasını versin...
dediğini duydum" tarzındaki ifadesi, bid'at olan el kaldırmanın hutbe
esnasındaki duâ ile alâkalı olduğu görüşünü takviye ediyor. Bu hadisten sonraki
rivayet de aynı mânâya işaret etmektedir.
İmam Mâlik ve bazı
Şâfillerin mezhepleri budur. Kadı tyaz seleften bazıları ile Mâlikîlerden bir
kısmının duada el kaldırmayı mubah gördüklerini söyler. Bunlar, Resûlullah'ın
yağmur duası ettiği bir cuma hutbesinde ellerini kaldırdığını bildiren hadise
dayanırlar.
Duada el kaldırmayı
mubah görmeyenler ise, Efendimizin o el kaldırışının arızî bir sebepten
olduğunu, yağmur istediği için ellerini kaldırdığını söylerler.
Diğer bir görüşe göre de
bu rivayette kast edilen el kaldırma hitabe ile ilgilidir. Bazı hatib ve
vaizlerde görüldüğü gibi konuşma esnasında yapılan el hareketleri bid'attir. Bu
görüşe göre, metindeki; " = o hitap ederken" şeklinde anlamak
gerekir. Müslim ve Nesâî'deki dua kaydı olmadan "Umâre b. Rueybe, Bişr b.
Mervan'ı minber üzerinde ellerini kaldırırken gördü..." şeklindeki
rivayet bu görüşe ışık tutabilir.
Bu rivayetlerin
devamındaki; "Efendimiz işaret parmağından başka bir-şey kaldırmazdı"
sözü de bu görüşü takviye eder. Çünkü âdeten de duada parmağın kaldırılması pek
tasavvur edilmez. Parmak hutbe ve va'z gibi hitabeler anında kaldırılır.[206]
1. Minberde
dua ederken elleri kaldırmak meşru değildir, bidattır. Kadı Iyaz, 'İmam Malık
ve Seleften bir grub, bu hadise istinaden hutbe okurken elleri kaldırmanın
mekruh olduğu görüşüne varmışlardır" der. Mesele yukarıda açıklanmıştır.
2. Sahabe-i
kiram İslâmı koruma ve ona Îslâm dışı şeylerin girmesini önlemekte pek titiz
davranırlardı.[207]
1105.
...Sehl b. Sa'd (r.a.)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)'ı ne
minberi üzerinde ne de başka bir yerde ellerini kaldırarak dua ederken hiç
görmedim. Ama onu şöyle yaparken gördüm... (Sehl bunu söyleyince) işaret
parmağını kaldırdı orta parmakla baş parmağı da biri birine birleştirdi.[208]
Hadis, nerde olursa
olsun duâ esnasında elleri kaldırmanın meşru olmadığını gösterir. Ancak
senedinde tenkide uğrayan râvilerden Abdurrahman b. îshâk ve Abdurrahman b.
Muâviye olduğu için zayıftır. Delil olamaz.
Sehl b. Sa'd
Efendimizi dua'da ellerini kaldırırken hiç görmediğini söylüyor. Halbuki
yağmur duasında Resûlullah'ın ellerini koltuğunun beyazlığı görününceye kadar
kaldırdığı sabittir. Sehl'in işaret parmağını kaldırma hakkındaki haberi
namazdaki ka'de ile ilgili olmalıdır.[209]
1106.
...Ammâr b. Yâsir (r.a.)'den; demiştir ki:
ResûlüIIah (s.a.) bize
hutbeleri kısa tutmayı emrederdi.[210]
1107.
...Câbir b. Semure es-Suvâî (r.a.)den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) cuma
günleri va'zı uzatmazdı. O(nun va'z'ı) birkaç kelimeden ibaretti."[211]
Bu iki hadis,
hutbeleri haddinden fazla uzatmanın sünnete uygun olmadığını göstermektedir.Bu
haberler Müslim'in Ammâr b. Yâsir'den rivayet ettiği şu hadise işaret
etmektedir: "Kişinin namazını uzun, hutbesini kısa tutması onun
bilgisinin alâmetidir. O halde namazı uzatınız, hutbeyi kısa kesiniz..."[212]
Şevkânî, Müsîim'deki
bu rivayetle ilgili olarak şunları söyler:
"Hutbeyi kısa
kesmek kişinin bilgisine alâmettir. Çünkü bilgili olan kimse bütün lâfızlara,
dolayısıyle kısa lâfızlara da muttalidir. Bu bakımdan kısa lâfızlarla geniş
mânâları ifâde etme imkânına sahiptir. Bunda hutbeyi kısa tutmanın meşru
oluşuna işaret vardır.Bu konuda ihtilâf yoktur.Ancak hutbenin sahih olduğu en
kısa lâfızların ne olduğunda ihtilâf edilmiştir. Bunun tafsilâtı fıkıh
kitablarında mevcuttur."
Namazı uzatmadan
maksat alabildiğine uzatmak değildir. Çünkü imam namaz kıldırırken cemaat
içerisindeki ihtiyarları, zayıfları ve hastalan gözö-nünde bulundurmak zorundadır.
O halde namazı uzatmanın ölçüsü, cemaate ağır gelmeyecek kadar olmasıdır.
Hutbelerin kısa
olmasını emir sadedinde veya Hz. Peygamber'in hutbelerinin kısa olduğunu
bildirir mâhiyette başka rivayetler de varthr. Meselâ, Nesâî'nin Abdullah b. Evfâ'dan
yaptığı bir rivayette; "Resûlullah (s.a.) namazı uzatır, hutbeyi kısa
keserdi." Taberânî'nin Ebû Umâme'den yaptığı bir rivayette de,
"Resûlullah (s.a.) bir yere emir gönderdiği zaman, hutbeyi kısa kes, sözü
az söyle, çünkü sözde büyüleyici bir nitelik vardır" buyururdu,
denilmektedir.[213]
1. Hutbeyi
uzatmak mekruh, kısa kesmek müstehabtır.
2. Cuma
namazı ise uzatılmalıdır.[214]
1108. ...
Semure b. Cündüb (r.a.)'den Resûlullah (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet
edildi:
"Zikri (hutbeyi)
dinleyiniz. İmama yakın durunuz. Çünkü insan (imamdan) uzak kalmaya devam
eder, o kadar ki, cennete girse bile, orada (girmekte veya derece yönünden)
geri bırakılır.[215]
Terceme ettiğimiz
kısımda görünmemekle beraber, hadisin senedinden Muâz b. Hişâm'ın bu hadisi
babasının el yazısı ile yazılmış bir kâğıttan rivayet ettiğini anlıyoruz. Bu
usulle yapılan hadis rivayetine "Vicâdet" denilir.
Vicâdet: Bir kimsenin
görüşüp yazısına aşina olduğu, kendini iyice tanıyıp itimad ettiği bir hocanın
hattıyla bir hadis bulmasına vicâdet denilir. Bir kişi hocayı görmediği halde
bu yazının ona ait olduğunu kat'i olarak bilirse, durum yine aynıdır.
Vicâdet yolu ile elde
edilen hadisleri hüccet olarak almak caizdir,
Hadis-i şerifte hutbe
manasına (zikir) kelimesi kullanılmıştır. Çünkü hutbe içerisinde zikir de
mevcuttur. Yani zikir hutbenin bir cüz'üdür.
Cuma hutbesinde hazır
olmak ve imamın konuştuklarını iyice anlayabilmek için imamın yakınında durmak
hadisin konusunu teşkil etmektedir.Tabiî hutbenin başında camide olmak ve yer
bulup minberin yakınına otu rabilmek camiye erken gelmeyi gerektirir. O halde
bu hadis, dolayısıyla camiye erken gitmeyi de teşvik etmektedir.
Rivayetin devamında
kişinin camiye gelmekte gecikmesinin ve imamdan uzaklaşmasının, cennete
girmekte gecikmesine, cennete girse bile, derece yönünden geride kalmasına
sebep olacağı bildirilmektedir. Hadisteki "Cennete girse bile"
ifâdesi imamdan uzakta durmanın Cennete girmeye mani olacağı tarzındaki
vehmleri defetme için getirilmiştir.[216]
Hadis-i şerif cuma
hutbesini dinlemeye ve imama yakın durmaya teşvik etmektedir.[217]
1109. ...Abdullah
b. Büreyde babası (Büreyde)'nin şöyle dediğini nakletmiştir:
Resûlullah (s.a.) bize
hutbe irad ederken, Hasanve Huseyn (r.anhumâ) üzerlerinde kırmızı birer gömlek
olduğu halde düşe-kalka (mescide) geliverdiler. Bunun üzerine Resûlullah
(s.a.) hemen inib onları aldı ve onlarla birlikte minbere geri çıktı. Sonra da:
"Allah doğru söyledi: "Mallarınız ve çocuklarınız ancak imtihan
vesilesidir.[218] Bunları gördüm,
sabredemedim" buyurdu ve hutbeye başladı.[219]
Hadis-i şerif, hatibin
hutbe esnasında hitabeyi kesip başka bir kişiyle konuşmasının caiz olduğuna
delildir. Ulemânın bu konu etrafında söyledikleri 1091. no'lu hadisin
açıklamasında anlatılmıştır. Oraya müracaat edilmelidir.
Hz. Peygamberin
minberden inip torunlarını alması, onun merhamet ve şefkatinin eseridir.
Efendimiz bu hareketine,'Kur'an-ı Kerim'den iktibas ettiği bir âyetle fitne
(imtihan vesilesi) olarak nitelendirdiği çocukların sebeb olduğunu
bildirmiştir. Çocukların fitne olması, onlar yüzünden uhrevî hazırlıkların
ihmal edilmesi yönündendir. Çünkü evlat ve mal kendileri ile olan meşguliyetten
dolayı âhireti ihmal edenlerle ihmal etmeyenleri ortaya çıkarmaya vesile
kılınan birer deneme aracıdır. Hz. Peygamber her türlü fitneden, bu meyanda,
Allah'tan başkası ile meşguliyetten masum olduğuna göre, onun çocuklarla
meşguliyetinin fitne olması, sırf onlara meylden ibarettir.[220]
Hatib okurken gerekli
durumlarda hutbeyi keser, hitabe harici bir şey konuşursa, bu konuşma hutbeyi
ifsad etmez. Hükmü 1091. hadisin açıklamasında beyân edilmiştir.[221]
1110. ...Muâz
b. Enes (r.a.)ın babası (Enes)den rivayet ettiğine göre; Resûlullah (s.a.) cuma
günü imam hutbe okurken ihtiba yapmaktan men' etti.[222]
İhlibâ: Dizleri
yukarıya dikip sırttan dolandırılan bir kuşakla bacaklarını bağlayarak ya da
elleri ile kavrayarak oturmaktır. Hz. Peygamberin bu oturuşu men'etmesi, uyku
getireceği, dolayısıyla de abdestin bozulmasına sebeb olacağı içindir. Mahrem
yerlerin açılma ihtimali de olabilir. Aynî, "Duvara veya başka bir şeye
yaslanmak da ihtibaya ilhak edilir. Çünkü bir bakıma bunlar da ihtibâ
sayılır" demektedir.
Ulemâdanbir grub hutbe
esnasında, yukarıda tarif edildiği şekilde oturmanın mekruh olduğunu
söylemişlerdir. Evzaî, Mekhûl, Atâ ve Hasen el-Basrî bu görüş sahihlerindendir.
Delilleri üzerinde durduğumuz hadistir. Ancak senetteki Ebû Merhum ve Sehl b.
Muâz tenkid edildikleri için hadis zayıf kabul edilmiştir. Bu oturuşu caiz
görenler bundan sonraki hadiste beyan edilecektir.
İbn Mâce'nin Amr b.
Şuayb vasıtasıyla babası ve dedesinden, İbn Adiyy'-in de Câbir'den rivayet
ettikleri hadisler de aynı manayı ihtiva etmektedirler. Ne var ki onlar da
isnadlarındaki bazı tenkide mâruz râviler yüzünden zayıf sayılmışlardır.[223]
İmam hutbe okurken
cemaat bir ibâdet içinde lduğunun şuurunda olmalı, oturuş ve davranışına dikkat
etmeli, laubali hareketlerde bulunmamalıdır.[224]
1111.Ya'lâ
b. Şeddâd b. Evs'den; demiştir ki:
Muaviye ile birlikte Beytu'l-Makdis'de
bulundum. Bize cuma namazı kıldırdı. (Cemaate) baktım bir de ne göreyim;
mesciddekilerden çoğu Resûlullah'ın ashabından ve imam hutbe okurken ihtibâ hâlinde
oturuyorlar![225]
Ebû Dâvûd dedi ki: İbn
Ömer, imam hutbe okurken ihtibâ ederdi, Enes b. Malik, Şüreyh, Sa'saa b.
Suhan, Saidb. et-Müseyyeb, İbrahim en-Nehaî, Mekhûl, İsmail b. Muhammed b.
Sa'd da (aynı şekilde ihtibâ ederdi). Nuaym b. Selâme de "İhtibâda beis
yok" dedi.
Ebû Davûd dedi ki:
Ubâde b. Nuseyy'den başka hiç bir kimsenin mekruh dediği bana ulaşmadı."[226]
İhtibâ kelimesinin ne
mânâya geldiği bir evvelki hadisin açıklamasında anlatılmıştır.Karşılığım tek
kelime olarak ifade mümkün olmadığı için bu eserin tercemesinde arabca aslı
kullanılmıştır.
Bu haber, imam hutbe
okurken ihtibâ yapmanın caiz olduğunu gösterir. Ebû Davud'un talik olarak
zikrettiklerine ilâveten şu âlimler de ihtibâ-nın cevazına hükmetmişlerdir.
Salim b. Abdillah, Kasım b. Muhammed, Atâ b. Şîrîn, Amr b. Dîhâr, Ebü Zübeyr,
İkrime b. Hâlid, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye. Ayrıca Hanefî, Şafiî ve
Malikî mezheblerinin görüşü de bu istikâmettedir.
Bu görüşü
benimseyenler, ihtibâyı nehyeden hadislerin zayıf olduğunu söylerler. O
rivayetleri za'fa nisbet sebebleri bir önceki hadisin açıklamasında beyân
edilmiştir.
Nehye delâlet eden
rivayetlerin sübûtu gözönüne alındığı takdirde, hadislerin arasım cem'etme
ciheti söz konusu olur.
Tahâvî, Şerhu
Müşkili'l-Âsâr'ında ihtibâyı men eden Sehl b. Muâz hadisi ile ashabın ihtibâ
yaptığını bildiren rivayetleri zikrettikten sonra, caiz olan ihtibânın, hutbe
başlamadan önce yapılıp, hutbe bitinceye kadar devam eden; yasaklananın ise,
imam hutbeye başladıktan sonra yapılan ihtibâ olduğunu söylemiştir. İkincinin
men edilmesinin sebebi hutbeyi dinlemekten alıkoymasıdır.
"Yasak edilen
ihtibâ, avret mahallinin açılmasına sebeb olan, müsâade edilen ise, bu
ihtimalden uzak olandır" demek de mümkündür. Bu ihtimale göre, eskiden
insanlar genellikle entari giydiği ve entarinin altına giyecek bir
şey bulamayanlar
olduğu için, bazıları ihtibâ halinde oldukları zaman avret mahalleri
açılıyordu. İşte men'edilen ihtibâ bu durumlardakidir. Avret mahallinin
açılması endişesi olmayanlar için böyle bir yasak söz konusu değildir.
Nitekim, Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den naklettiği bîı rivayette, Hz. Peygamber
(s.a.)'in avret mahallini örten başka bir elbise olmadan tek entari içinde
ihtibâ yapılmasını men'ettiği bildirilmektedir.
Zaten bizzat
Resûlullah'ın ihtibâ ettiği sabittir. Yine Beyhakî'nin rivayetini ihtiva eden
bir haberde İbn Ömer, "Resûlultah (s.a.)'ı Kabe'nin yakınında ihtibâ
halinde gördüm" demektedir.
Müellif Ebû Davud'un
ihtibâyı caiz görenleri eserin sonunda nakletmesi ihtibânın cevazına delâlet
eden bu haberi takviye maksadına dayanır.
"Onu, Ubâde b.
Nuseyy'den başka hiç kimsenin kerih gördüğü bana ulaşmadı" sözü de
ihtibânın mekruh olduğuna delâlet eden bir önceki rivayetin zayıf olduğuna
işaret için getirilmiştir. Ancak önceki rivayetin açıklamasında da isimleri
sayıldığı üzere Ubâde b. Nuseyy'den başka ihtibânın mekruh olduğunu söyleyenler
vardır.[227]
1112. ...Ebû
Hureyre (r.a.)'nin haber verdiğine göre Resûlullah (s.a.); "İmam hutbe
okurken (yanındaki arkadaşına) "sus" dedin mi, boş konuşmuş (cumanın
sevabını kaçırmış) olursun" buyurmuştur.[228]
Lağv: "Faydasız
söz" demektir. "Günah, doğrudan ayrılmak, söylenmesi caiz olmayan
söz, aslı olmayan bâtıl sözleri konuşmak" mânâlarında da kullanılır.
Bazı âlimler bu
hadisteki "boş konuşmuş olursun" diye terceme ettiğimiz sözündeki lağv
kelimesinde kastedilen mânânın, "yanındakine sus diyene, cuma borcu düşse
bile, kıldığı cumadan sevab yoktur'' demek olduğunu söylemişlerdir.
Tirmizî bu hadisi,
"kim cuma günü imam hutbe okurken (yamndakine) "sus derse, boş lâf
etmiştir" ibaresi ile riâyet ettikten sonra, şöyle demektedir: "Bu
bâbda İbn Ebî Evfâ ve Câbir b. Abdillah'dan da hadis rivayet edilmiştir. Ebû
Hureyre'nin hadisi hasen-sahihtir. Ulemânın ameli, bu hadise göredir. Âlimler
insanın imam hutbe okurken konuşmasını mekruh saymakta ve başkası konuşursa
ona ancak işaretle mânı olabilir demektedirler."
Hadisin Buhârî ve
Müslim'deki rivayetleri Cuma günü imam hutbe okurken (yanındaki) arkadaşına
"sus" dedin mi boş lâf etmiş olursun" şeklindedir.
Tirmizî'nin işaret
ettiği tbn Ebî Evfâ hadisini İbn Ebî Şeybe Musannef’inde, Bezzâr ile Ebû Ya'lâ
da Müsned'lerinde şu şekilde rivayet etmişlerdir:
"Sa'd b. Ebî
Vakkâs (r.a.) cuma günü yanında duran birine "senin iîamazın olmadı"
demiş o zat da durumu Resûlüllah'a bildirip:
Ya Resulallah! Sa'd bana
namazımın namaz olmadığını söyledi. Resülullah:
"Niçin öyle dedin
ya Sa'd?" diye sordu, Sa'd:
Çünkü sen hutbe
okurken o konuşuyordu, karşılığını vermiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
"Sa'd doğru
söylemiş" buyurmuştur.
Aynî, bu konuda İbn
Abbâs, Ebû Zerr, Ebû'd-Derdâ, Abdullah b. Mes'ûd Abdullah b. Amr ve Hz. Ali'den
de rivayetler olduğunu söyler.
Abdullah b. Amr'ın
rivayeti Ebû Dâvûd'da bundan sonra gelecek olan hadistir.
İbn Abbâs'ın
rivayetini Ahmed b. Hanbel ve Bezzâr Müsned'lerinde Taberanî de el-Mu'cemu'1-Kebîr'inde
tahrîc etmişlerdir. Bu rivayette İbn Ab-bas şöyle der:
"Resülullah,
(s.a.) cuma günü İmam hutbe okurken konuşan kimse kitap taşıyan eşek
gibidir.Ona sus! diyenin de cuması yoktur" buyurdu.[229]
EbuM-Derdâ ve Ebû
Zerr'in hadisleri de Taberânî'nin rivayetine göre şu şekildedir:
Resûlullah (s.a.) cuma
günü minberde iken bir sûre okumuş; bunun üzerine EbuM-Derdâ, yanındaki Ubeyy
b. Ka'b'a dürterek:
Bu sûre ne zaman nazil
oldu? Ben bunu daha önce hiç duymamıştım, demiş. O da, susmasını işaret etmiş
ve namaz bitince:
Senin kıldığın
namazdan ettiğin kâr sadece konuştuğun lüzumsuz sözdür, demiş.
EbuM-Derdâ durumu
Resûlullah'a intikal ettirince Efendimiz:
"Ubeyy doğru
söylemiş" buyurmuştur.
Abdullah b. Mes'ud'un
bu konudaki hadisini de İbn EbîŞeybe Musannef’inde, Taberânî de
el-Mu'cemu'l-Kebîr*İnde rivayet etmiştir. Bu rivayette İbn Mes'ud: "İmam
minbere çıktığı vakit yamridakine "sus" demen boş söz olarak kâfidir
"demiştir.
Hz. Ali'nin hadisini
ise, Ahmed b. Hanbel merfu olarak rivayet etmiştir. Bu rivayette:
"...ve kim sus!
derse konuşmuş demektir. Konuşan kimsenin de Cuma’sı yoktur"
buyurulmuştur.
Bütün bu rivayetler,
hutbe esnasında konuşmanın doğru olmadığında müttefiktir. Ancak bu doğru
olmamanın derecesi ve safhasıi âlimler arasında ihtilaflıdır.
Urve b. Zübeyr, Said
b. Cübeyr, Şâ'bi, İbrahim en-Nehâî, Süfyân-ı es-Sevrî, Davûd-ı Zahirî ve îmanı
Şafiî'nin sonraki görüşüne göre hutbe esnasında konuşmak haram değil, tenzihen
mekruhtur. Konuşmamak müstehabtır. İmam Şâfiî!ye göre, imam minbere çıksa bile
hutbeye başlamadan cemaatin konuşmasında hiç bir mahzur yoktur. Hutbeyi duyan
ile duymayan arasında fark yoktur.
Mâlikîlere göre, imam
hutbe okumaya başlayınca hutbe bitinceye kadar konuşmak haramdır. Bunlara
göre, imam minbere çıktıktan sonra hitabeye başlayıncaya kadar ve hitabe
bittikten sonra konuşmakta mahzur yoktur. Bu konuda hatîbin sesini duyup
konuşmasını anlayan ile, uzakta durup hatibin sözünü anlamayan arasında fark
yoktur. Yalnız imam hutbede fuzûlî şeylerden bahsederse onu dinleme mecburiyeti
ortadan kalkar.
Selâm vermek, verilen
selâmı almak, konuşana "sus" demek haram olan konuşmalardandır.
Konuşana işaret etmek veya birşey atmak hutbe ânında yemek yemek, aksırana
"yerhamukellah" demek de haramdır.
Hanbelîlere göre, cuma
günü hatibe sesini duyacak kadar yakın olanın ister dünyevî, ister uhrevî
konularda olsun konuşması haramdır. Resûlullah'ın ismi anıldığında onu duyanın
salevât getirmesi mubahtır. Ancak gizli getir mesi iyidir. Yine hutbe
dinleyenin yapılan duaya "âmin" demesi, aksirana
"yerhamukellah" demesi, verilen selamı iade etmesi ve aksırınca
hamdetmesi caizdir.
Hatibin sesini
duymayacak kadar uzakta olanın konuşması ise, caizdir. Ancak bu durumda olanın susup
duracağı yerde Kur'an-ı Kerim okuması veya zikir yapması müstehabtır.
Han belilere göre de
haram olan konuşma tam hitabe anındaki konuşmadır. Hutbe başlamadan önce veya
bittikten sonra imam minberde de olsa konuşmak caizdir.
Ha neftlere göre,
hutbeyi dinlemek vacibtir. Hutbe esnasında konuşmak tahrimen mekruhtur.
Konuşulan sözün uhrevî ya da dünyevî olması, konuşanın, imamın sözünü
duyabilecek kadar yakın veya duyamayacak derecede uzak olması neticeyi
değiştiremez.
Bir kimse
Resûlullah'ın ismi anılınca içinden salevât getirir, yanındaki konuşana sözle
susmasını söyleyemez fakat işaret etmesinde beis yoktur. Selâm vermek, selâm
almak, aksırana "yerhamukellah" demek, Kur'ân okumak, teşbih çekmek
de mekruhlar cümlesindendir.
Bedâyi'de; "Hutbe
ânında konuşmak mekruhtur, Kur'ân okumak, namaz kılmak teşbih çekmek... gibi
hutbe dinlemekten meşgul eden işlerin hükmü de aynıdır" deniliyor.
Şerh-i Zahidî'de de
sağa - sola dönmek, abesle meşgul olmak gibi namazda mekruh olanların, hutbe
dinleyenler için de mekruh olduğu kaydedilmektedir.
Hulâsa Ma tabir biraz
daha serttir. Hulâsa'nın ibaresi: "Emir bi'1-ma'ruf bile olsa, namazda
haram olan herşey hutbe hâlinde de haramdır" şeklindedir. Diğer
kitaplardaki ibarelerin yardımı ile Hulâsa'daki "haram" tâbirinin "tahrimen
mekruh" yerine kullanıldığını söyleyebiliriz.
Hanefî mezhebinin
görüşü olarak yazdıklarımızın hepsi İmam-i A'zam'a göre imam minberde olduğu
müddetçe geçerlidir. Sadece hutbe iradı ile kayıtlı değildir. Dolayısıyla imam
minbere çıkıp da otururken veya hutbe bitip kamet getirilirken konuşmak da
mekruhtur. Bazı rivayetlere göre bu yasak imamın, hutbe okumak maksadıyla
yerinden ayrılması ile birlikte başlar. Ancak Bahru'r-Râik'in tnâye ve
Nihâye'den naklettiğine göre hutbe başlamadan önce teşbih cinsinden şeyler
söylenmesi sahih olan rivayete göre caizdir.
Ebû Hanife bu
görüşünde İbn Abbâs ve İbn Mes'ud'dan rivayet edilen "imam çıktığı zaman
namazda konuşmak da yoktur" mealindeki hadise dayanır. Bu hadisin hem
mevkuf hem de merfu' rivayetleri vardır. Ancak mevkuf oluşu kusur değildir.
Çünkü bu türlü şeyler akılla bilinemez. Bazı âlimler buradaki
"çıkmak"tan maksadın imamın odasından çıkması olduğunu
söylemislerdir. Esah olan, Zeylaî'nin dediği gibi, "minbere çıkmazdır.
Daha önce geçen ve meleklerin cami kapısına oturup gelenleri kaydettiklerini
imam hutbeye çıkınca da defterlerini kapattıklarım bildiren hadis[230] de
îmam-ı Azam'ın görüşünü takviye etmektedir.
Ebû Yûsuf ve
Muhammed'e göre, sadece hatibin hitabeti esnasında konuşmak mekruhtur. Çünkü
konuşmanın yasak oluşunun sebebi hutbe dinlemektir. Hutbe olmayınca susmak
şart değildir. Öyleyse hutbeden önce veya sonra hatib minberde de olsa konuşmak
caizdir. "İmamın (hutbeye) çıkışı namazı, konuşması da sözü keser"
hadisi, bunların delilidir. Ancak îbnü'l-Humâm ve Aynî bu sözün hadis değil,
Zührî'nin kelamı olduğunu söylerler.
Akrebe veya yılana
işaret etmek, körün önündeki tehlikeyi haber vermek gibi namazda yapılması
caiz olanların, hutbe esnasında da yapılması caizdir.
Şa'bî'den ve onunla
birlikte birkaç kişiden hutbe esnasında konuşmanın caiz olduğu rivayet
edilmiştir. Ancak bunlar icmâ'ya mani olacak ölçüde değildir. Onun için İbn
Abdilber hutbeyi duyan kimsenin onu dinlemesi gereğinin tabiûndan birkaçı hâriç
tutulursa icmâ ile sabit olduğunu söylemiştir.
Bazı âlimler Buhârî,
Müslim ve Tirmizî'deki rivayetlerinin cuma günü ile kayıtlı olmasını gözönüne
alarak men edilen konuşmanın cuma hutbesine mahsus olduğunu diğer hutbelerde
konuşulabileceğini söylemişlerdir.[231]
Cuma günü imam hutbe
okurken cemaatin her ne suretle olursa olsun, konuşması caiz değildir.[232]
1113.
...Abdullah b. Amr (r.a.) Resûlullah (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir:
"Cumaya üç türlü
insan gelir:
(Birincisi) gevezelik
yapmağa gelen insandır. Onun cumadan nasibi, yaptığı gevezeliktir.
(İkincisi), dua etmek
için cumaya gelen kimsedir. O, Allah'a dua etmiştir; Allah dilerse verir,
dilerse vermez.
(Üçüncüsü de) susarak
konuşmadan (hutbe dinlemek için) hiçbir müslümanın omuzuna basmadan (safları
yarmadan) kimseye eziyet etmeden cumaya gelendir. İşte onun bu yaptıkları,
ondan sonra gelecek olan cumaya kadar üç gün de ilâvesi ile günahlarına
keffârettir. Bu Allah'ın; "her kim bir hayır işlerse kendisine, onun on
misli sevab vardır"[233] ile
sabittir.[234]
Hadis-i şerifte
Peygamber Efendimiz cumaya gelenleri üç sınıfa ayırmıştır Bu sınıfların kim
oldukları herhangi bir izaha lüzum bırakmayacak şekilde açıktır.
Cemaatin omuzlarına
basmak ve tasvir edilen şekilde kılınan cuma namazının iki cuma arasındaki ve ilâveten
fazlasını ihtiva eden üç günlük günâhlarına keffâret olması konusu daha önce
izah edilmiştir.[235]
Onun için burada aynı şeyleri tekrara lüzum yoktur. Hadisin fıkhî cephesine ait
bilgi de bir önceki hadiste verilmiştir.[236]
1. Hadisi
şerif cuma günü hutbe esnasında boşboğazlık etmeyi men etmektedir.
2. Hutbe
anında, -duâ bile olsa- bir şeyle meşgul olmak doğru değildir.
3. İnsanlara
eziyet vermeden gelen ve konuşmadan hutbeyi dinleyen kimseye kat kat sevab
verilir. Resûlullah (s.a.) bu sevabı âyet-i kerime ile istidlal ederek on kat
olarak haber vermiştir. Çünkü iki cuma arasında yedi gün vardır, üç gün fazlası
ile bu, on gün eder. Bir cumanın on günün günahına keffâret olması demek, bir
cumaya on misli sevab verilmesi demektir.[237]
1114.
...Âişe (r.anha)'dan: demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Birinizin
namazda abdesti bozulursa hemen burnunu tutsun sonra da ayrılsın"[238]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi, Hammâd b. Seleme ve Ebû Üsâme, Hişâm 'dan; o da babası vasıtasıyla
rivayet etmiştir. Bu râviler (rivayetlerinde) Hz. Âişe'yi anmamışlardır.[239]
Abdesti bozulan
kişinin elini burnuna koyması, burnu kanamış intibaını vermek içindir. Bu
yalancılık ya da gösteriş değil, haya ve nezâketin eseridir. Söylenmesi veya
duyulması güzel olmayan bir Şeyin gizlenmesidir.
Hadis-i şeriften
anladığımıza göre namazda iken abdesti bozulan kimsenin mezkûr İşareti yapması
kâfidir. Ayrıca imamın iznini beklemesine lüzum yoktur, imam Mâlik Muvatta'ında,
"Cuma günü burnu kanayan veya başka bir sebebden dolayı mutlaka çıkması
gereken bir kimsenin imamdan izin istemesine lüzum yoktur” der.
Bilhassa büyük
camilerde cemaatin kalabalık olduğu cuma ve bayram namazlarında çıkmak için
imamdan izin almanın güçlüğü aşikârdır. Üzerinde durduğumuz hadis ise, beş
vakit namazla ilgilidir. Namaz içinde de izin almak mümkün olmayabilir.
Hutbe esnasında aynı
durum başına gelen kimse hakkında tabiûndan bir cemaatin imamdan izin alması
gerektiği görüşünde olduğu rivayet edilmiştir.
Atâ "İmam hutbe
okurken onların izin istediklerini gördüm. Dışarıya çıkmak isteyen eli ile
işaret eder, imam da işaret ile karşılık verirdi. Her ikisi de konuşmazdı"
demiştir.
Münafıklar bazı cuma
ve bayram namazlarından, görünmeden kaçtıkları için müslümanın çıkması
gerektiği zaman izin almasının uygun olduğunu söyleyen âlimler de vardır.
Ebû Davud'un, hadisini
sonuna aldığı talikten bu hadisin mürsel olarak gelen başka rivayetlerinin de
olduğunu anlıyoruz.[240]
1115.
...Câbir (r.a.)'den; demiştir ki:
Cuma günü Resulüllah
(s.a.) hutbe okurken (mescide) bir adam geldi. Efendimiz:
"Ey falan! Namaz
kıldın mı?" dedi. Adam:
Hayır, cevabım verdi. Bunun
üzerine Resûluüah (s.a.); "- Kalk namaz kıl!" buyurdu.[241]
Hadis-i şerifte bahse konu olan zâtın adı bundan
sonraki rivayetten anlaşıldığına göre, "Suleyk"dir. Efendimizin
kılmasını emrettiği namaz iki rekâtlidir.
Tırmizî, bu hadis
hakkında "hasen-sahih" demiştir.
Hadis-ı şerifin ihtiva
ettiği fıkhî hüküm ve ulemânın ihtilâfı bu babın son hadisinde izah
edilecektir.[242]
1116.
...Câbir ve Ebû Hureyre (r.a.)'den; demişlerdir ki:
Resûlullah (s.a.)
hutbe okurken Süleyk el-Gatafânî geldi. Bunun üzerine Efendimiz ona:
"Sen namaz kıldın
mı?" dedi. Süleyk:
Hayır, cevabım verdi.
Efendimiz:
"İki rek'at namaz
kıl, ama onlan kısa kes" buyurdu.[243]
1117.
...Talha, Câbir b. Abdillah (r.a.)'in şunlan söylediğini işitmiş:
(Resûlullah hutbe
okurken) Süleyk geldi. (Bundan sonra râvi Velid) önceki hadisin benzerini
zikredip şunu da ilâve etti:
Sonra Resûlullah
cemaate döndü ve:
"Sizden biri imam
hutbe okurken gelirse, hemen iki rekat namaz kılsın, ama onları kısa
tutsun" buyurdu.[244]
Bu babın üç hadisi
imam hutbe okurken camiye gelen bir kimsenin iki rekat tahiyyetu'l-mescid
(Mescidi selâmlama) namazı kılmasının meşru oluşuna delâlet etmektedir.
İmam Nevevî bu
hadislerin şerhinde şöyle der:
"Bütün bu
hadisler, imam hutbe okurken câmiye giren Tdmseniniki rek'at tahiyyetu'l-mescid
kılması ve hutbeyi dinleyebilmesi için namazı kısa kesmesi müstehab; namaz
kılmadan oturması mekruhtur diyen Şafiî, Ahmed b. Hanbel, îshak ve mu had d is
fukahanın görüşlerine açıkça mesned teşkil etmektedir. Bu görüş ayrıca Hasan el-Basrî
ve mütekaddimînin bazılarından da nakledilmiştir. Kadı İvaz, Mâlik, Leys, Ebû
Hanife, Sevrî ve Sahabe ve tâbiûnun cumhuruna göre bu iki rekatın
kılınmayacağım söylemiş, bunun Ömer, Osman ve Ali (r.anhum)'den de
nakledildiğini ilâve etmiştir. Bunun delili, imamı dinlemeyi emreden hadistir.
Onlar, üzerinde durduğumuz hadisi te'vil ederek, Süleyk'in elbisesinin perişan
olduğunu söylemişler, Hz. Peygamberin onu kaldırıp namaz kıldırmasını, cemaat
görsün de ona yardım etsinler mânâsına hamlet mislerdir. Ama bu te'vil
bâtıldır. Çünkü Hz. Peygamber* in "Biriniz cuma günü imam hutbe okurken
gelirse iki rekat namaz kılsın ama bunları kısa tutsun" hadisinin açık
mânâsı bunu reddetmektedir. Bu hadis, te'vile imkân olmayacak derecede açık bir
nasstır. Ben sahih olarak bu hadisi duyup da ona muhalefet edecek bir âlimin
bulunacağını zannetmiyorum."
Şevkânî, Irakî'nin
şöyle dediğini nakleder: Muhammed b. Şîrîn, Şureyh, Nehaî, Katâde ve Zührî de
imam hutbe okurken tahiyyetü'l-mescid kılınmayacağı görüşündedirler. İbn Ebi
Şeybe de aynı görüşü Ali, îbn Ömer, îbn Abbâs, îbn el-Müseyyeb, Mücâhid, Ata b.
Ebî Rebâh ve Urve b. Zübeyr'den rivayet eder.
Aynî, Nevevî'nin
sözlerini naklettikten sonra şunlan söylemektedir:
"Bizim ashabımız (Hanefî
âlimleri) mezkûr hadisleri Nevevî'nin söylediği gibi teVil etmemişlerdir ki,
onları bu şekilde kötülesin. Aksine ulemamız onlara daha başka cevablar
vermişlerdir. Bunlar:
1. Peygamber
(s.a.) Süleyk, namazım bitirinceye kadar hutbeyi kesmiş konuşmamış olabilir.
Dârekutnî'nin Ubeyd b. Muhammed el-Abdî tarikiyle Enes'ten rivayet ettiği şu
hadis buna delildir: "Resûlullah hutbe okurken mescide bir adam girdi.
Resûlullah ona; "Kalk ve iki rekât namaz kıl" buyurdu, kendisi de,
adam namazı bitirinceye kadar hutbeyi kesti."
Eğer Dârekutnî'nin,
"Ubeyd b. Muhammed bunu müsnet olarak rivayet etmiştir. Fakat bu hususta
vehme düşmüştür" şeklinde bir itiraz olursa ben de şöyle derim: Aynı
Hadisi Ahmed b. Hanbel şu şekilde rivayet edip sonunda da, doğrusu işte bu
mürsel olan rivayettir, demiştir:
Ahmed b. Hanbel'in
rivayeti: "Resûlullah hutbe okurken bir adam geldi; Efendimiz kendisine:
"Ey falan! Namaz kıldın mı?" dedi. Adam hayır, cevabını verdi.
Resûlullah: "Öyleyse kalk namaz kıl" buyurdu ve o namazı kılıncaya
kadar bekledi."
Bize göre mürsel
hüccettir.
Ibn Ebî Şeybe'nîn
Muhammed b. Kays'dan rivayet ettiği şu haber de bu görüşü te'yid etmektedir.
Muhammed b. Kays'dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber ona iki rek'at
namaz kılmasını emretti. Kendisi de o namazını kılıncaya kadar hutbeyi kesti,
sonra tekrar hutbesine döndü.
2. Süleyk'in
camiye gelmesi Hz. Peygamber'in hutbeye başlamasından öncedir. Nitekim Nesâî
Sünen'inde Süleyk hadisi için özel bir bâb tahsis etmiş ve bu babı
"hutbeden önce namaz" diye isimlendirmiştir. Sonra da Ebû Zubeyr
tarikiyle Câbir'den şu hadisi nakletmiştir: "Resûlullah (s.a.) minber
üzerinde otururken Süleyk el-Gatafânî gelip namaz kılmadan oturdu. Bunun
üzerine Resûlullah kendisine; "iki rekat namaz kıldın mı?" dedi. O
da, hayır cevabını verdi. Bu sefer Efendimiz, "kalk da iki rekat kıl"
buyurdu.
3. Bu
hâdise, namazda konuşmanın cevazı neshedilmeden önce vaki olmuştur. Namazda
konuşma neshedilince hutbe esnasında konuşma da nes-hedilmiştir. Çünkü hutbe
cuma namazının yarısı veya şartıdır. Tahâvî der ki; Cuma günü imam hutbe
okurken yamndakine "sus" diyen kimsenin boş lâf ettiğine dair
Resûlullah'dan gelen rivayetler tevatür derecesine ulaşmıştır. İnsanın
yamndakine "sus" demesi, lağv olunca imamın cemaate, "kalk namaz
kıl" demesi de aynı şekilde lağv olur. Bu gösteriyor ki, ResûluUah'ın
Süleyk'e "kılk da namaz kıl" buyurduğu hâdise, hutbe ânında konuşma
yasaklanmadan önce olmuştur. O zamanki hükümle, konuşmanın lağv olduğu
zamanki hüküm, birbirine muhaliftir.
tbn Şihâb, imamın
minbere çıkması namazı; konuşması (hutbeye başlaması) da sözü keser demiştir.
Sa'lebe ve Ebû Mâlik
de; Ömer (r.a.) hutbeye çıktığı zaman biz susardık, der.
İyaz ise, Ebû Bekir,
Ömer ve Osman'ın hutbe esnasında namaz kılmayı men'ettiklerini söyler."
Aynî bundan sonra
İbnu'l-Arabî'nin de hutbe ânında namaz kılmanın üç vecihten dolayı haram
olduğunu söylediğini kayd eder. Aynî'nin naklettiğine göre, İbnu'l-Arabi'nin
bu konuda söyledikleri de şöyledir:
1. Cenab-ı
Allah "Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin"[245]
buyuruyor. O halde mescide giren bir kimse imamın başladığı bir farzı nasıl
terk eder de başka bir şey ile meşgul olabilir?
2. Hz.
Peygamber'in, "arkadaşına "sus" dedin mi, lağvetmiş
olursun" buyurduğu bir gerçektir. Şu halde bu meselede asıl rükün ve farz
olan emir bi'1-ma'ruf ve nehiy ani'l-münker bile hutbe anında haram olunca bir
nafilenin haram olması öncelikle sabit olur,
3. Bir kimse
imam hutbe okurken camiye girerse, nafile namaz kılmaz. Zaten hutbe de bir
namazdır. Çünkü namaz esnasında haram olan konuşma ve amel, hutbe esnasında da
haramdır.
Süleyk hadisine
gelince dört sebepten dolayı bu esaslara muarız olamaz:
1. Hadis
haber-i vahiddir.
2. O
hâdisenin namaz esnasında konuşmanın mubah olduğu zamanlarda vaki olmuş olması
mümkündür. Çünkü biz onun tarihini bilmiyoruz. Konuşma namaz esnasında mubah
olunca hutbe esnasında da mubah olur. Hutbe ânında hutbe dinlemekten daha
kuvvetli bir farz olan emir bi'1-ma'ruf ve nehiy ani'l-münker haram olunca,
farz olmayan birşey öncelikle haram olur.
3. Hz. Peygamber
Süleyk'e "kalk da namaz kıl" buyurunca, ondan dinlemek farzı sâkit
olmuştur. Zira bu esnada Hz. Peygamber'in onunla konuşması, sorması ve cevab
vermesinden başka bir şey kalmamıştır.
4. Süleyk
(r.a.)'in üstü-başı yırtıktı. Hz. Peygamber onun bu halini görsünler de ona
yardım etsinler diye cemaate göstermek istedi. İbn Bezizan'ın rivayetinde
Süleyk'in çıplak olduğu bildirilmektedir.
Denildi ki, bu anda
nafile kılmanın terk edilmesi Hulefa-i Raşidin devrinde yaygnı bir hareket ve
geçerli bir sünnetti.
Bu görüşte olanlar,
aynı zamanda Ebû Said el-Hudrî'den merfu olarak rivayet edilen "imam hutbe
okurken namaz kılmayınız" hadisi ile de istidlal ederler.
Yine Hz. Ömer'in, cuma
guslünü terk eden Hz. Osman'ı kınadığı halde kendisine iki rekat namaz kılmasını
emrettiğine dair hiçbir naklin yapılmayışı da bu görüşün delilleri
arasındadır.
Aynî, bundan sonra bu
görüşü destekleyen birkaç rivayeti daha nakl ettikten sonra, Hanefîlerin bu
delillerinin geçersiz olacağım söyleyip karşı delilleri ileri sürenlerin
görüşlerini nakletmiş ve teker teker onları çürütmüştür. Sözün haddinden fazla
uzatılmaması için biz o görüşleri ve cevablarım buraya almayacağız. Merak
edenler Aynî'nin, Umdetü'l-Kaari adlı eserine ve oradan naki! yapan
bezlü'l-mechüd'a bakabilirler.[246]
Yukarıya Nevevî'den ve
Aynî'den yaptığımız nakillerden anlıyoruz ki imam hutbe okurken camiye giren
bir kimsenin iki rekat nafile namaz kılması Şafiîlerden müstehab, Hanefîlerde
ise, esah olan kavle göre, tahrimen mekruhtur. "Esah olan kavle göre"
diyoruz; çünkü Hanefî fukahasından bazıları bu namaz için mutlak manada
"mekruh" derlerken, bazıları "haram" bazıları da
"birşey kılmaması gerekir” tabirini kullanmışlardır.
Hutbe okunurken namaz
kılmak Bedâyi'de hutbenin mahzurlarından sayılmış hutbe dinlemenin vâcib olduğu
söylenmiştir.
Serahsî bu anda namaz
kılmaya mekruh der. Mekruh mutlak olarak söylendiğinde tahrimen mekruh
anlaşılır.
Hutbe okunurken namaza
duran bir kimsenin Hanefîlere göre namazı kesip bilâhere kaza etmesi vaciptir. Buna
rağmen namaz kesilmeyip tamamlanırsa, uhdesinden düşer, kazası gerekmez.[247]
1118. ...Ebu'z-Zâhiriyye'den;
demiştir ki:
Bir cuma günü
Peygamber (s.a.)in sahâbisi Abdullah b. Büsr[248] ile
beraberdik. İnsanların omuzlarına basarak (atlayarak) bir adam geldi. Bunu
gören Abdullah b. Büsr şunları söyledi:
Cuma günü Resûlullah
hutbe okurken adamın biri insanların omuzlarından atlayarak geldi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber kendisine:
“Otur!... Zira gerçekten
(insanlara) eziyet ettin" buyurdu.[249]
Hadis-i Şerifin Ahmed
b. Hanbel ve Beyhakî'deki rivayetleri de "otur, eziyet ettin"
cümlesi: “Otur, şüphesiz eziyet ettin ve geciktin” şeklinde vârid olmuştur.
Hadisin zahiri
insanların omuzlarından atlayarak ilerlemenin caiz olmadığını gösterir.
Omuzdan atlamakla iki kişinin arasını yararak geçme veya aralarında oturmanın
aynı şey mi, yoksa farklı mı olduğu ihtilaflıdır.
Şevkânî, Nevevî'ye
göre ikisinin ayrı ayrı şeyler olduğunu, Muğnî sahibi İbn Kudâme'nin ise,
ikisine aynı mâmâyı verdiğini söyler. Irakî, Nevevî'nin sözünü benimsemiştir.
Şevkânî'nin de dediği
gibi bu, hadisin zahiri men'in cuma gününe mahsus olduğunu gösterir. Ancak cuma
ve bayram günleri kalabalık olduğu için cemaatin omuzu üzerinde atlayarak
ilerleme bu günlerde daha çok rastlandığı için galibe nazaran cumanın
zikredilmiş olması muhtemeldir. Doğrusu da bu olmalıdır. Çünkü hadisin
devamında Efendimiz bu şekilde ilerleyen kimseye "eziyet ettin"
buyurmuştur. Bir hareket eziyetse, her zaman eziyettir. Bir namaza mahsus
değildir.
Hadis-i şerif hüküm
itibariyle camide insanların omuzlan üzerinden atlamanın haram olduğuna
delâlet ediyor.
Ebû Hâmid, Şafiî'den
yaptığı bir talikte buna haram demiş, kimileri de bu hareketi büyük günahlardan
saymıştır. Nevevî, "Muhtar olan, sahih hadislerin delâleti ile haram
olduğudur" der, fakat Şafiî mezhebinin meşhur olan görüşüne göre, önde bir
açıklık yoksa, mekruhtur. Hanbelîlerin görüşü de Şâfiîlerinkinin aynıdır.
Malikîlere göre,
insanların omuzları üzerinden geçmek mutlak olarak haramdır. Önde bir boşluk
olmuş, olmamış, imam minbere oturduktan sonra olmuş oturmadan evvel olmuş, hiç
fark etmez, hüküm aynıdır. Ancak bir safı doldurmak için bu hareket caizdir.
Hanefilere göre, cuma
günü imam hutbeye başlamamışsa başkalarına eziyet etmemek şartıyla öne geçmekte
mahzur yoktur.
Tahtavî,
Merakı'l-Felâh haşiyesinde', Halebî'den naklen şöyle der:
"Omuza basmaktan
nehyedilmesinin, "imkân olduğu takdirde" kaydı ile kayıtlanması
gerekir. Ama geride yer olmayıp önde boş yer olduğu halde zarûreten öne geçmek
için omuzlardan atlamak caiz olmalıdır."
Hulâsa adındaki
kitapta da bu konuda şunlar yer alıyor:
"Cami dolu iken
içeriye giren bir kimse eğer omuzların üzerinden geçerken cemaate eziyet
edecekse, geçemez ama kimsenin elbisesine veya bedenine basmadan atlayıp imama
yaklaşmasında beis yoktur.”
Fakih Ebû Ca'fer de
"imam minbere çıkmadan ve kimseye eziyet etmeden tehatti caizdir"
der.
Naklettiğimiz bu
ibarelerden anlıyoruz ki, Hanefîlere göre insanların omuzlarından atlayarak
ilerlemek iki şartla caizdir:
1. Kimseye
eziyet etmemek. Çünkü insanlara eziyet etmek haramdır.
2. Cuma günü
imamın minbere çıkmamış olması. Zira omuzlar üzerine basıp geçmek bir ameldir.
Hatib minbere çıkınca bir amelle meşgul olmak haram veya harama yakın
mekruhtur.
Bunlardan dolayı imama
yakın olma faziletini elde etmek için bu mahzurlara katlanılarnaz.
İnsanların omuzlarına
basmayı men eden başka hadisler de vardır. Bunlardan bir kaçını nakledelim:
Muâz b. Enes Resûlullah'ın
şöyle buyurduğunu haber verdi: "Kim Cuma günü insanların omuzlarına
basarsa, Cehenneme bir köprü kurmuş demektir". (Tirmizî, İbn Mace).
Erkam b. Erkam
el-Mahzûmî'den yapılan bir rivayette Resûlullah şöyle buyurmuştur: "Cuma
günü imam minbere çıktıktan sonra insanların omuzlarına basan ve iki kişinin
arasını ayıran kimse Cehennemde barsağını sürüyen gibidir" (Ahmed,
Taberânî.)
Enes'ten rivayet
edilmiştir, der ki:
"Resûlullah
(s.a.) hutbe okurken, Efendimizin yakınına oturuncaya kadar, insanların
omuzlarından atlaya atlaya ilerleyen bir adam geldi. Hz. Peygamber namazını
bitirince adama:
Ey falan! Bizimle cuma
kılmaktan seni men eden şey ne? buyurdu. Adam:
Ya Resulallah! Seni
görebileceğim bir yere oturmayı istedim, dedi. Bunun üzerine Efendimiz:
Seni insanların
omuzlarına basar ve onlara eziyet ederken gördüm. Kim bir mü si umana eziyet
ederse, bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden de Allah'a eziyet etmiş
demektir, buyurdu" (Taberânî).[250]
Ön saflara
geçebilmek için cemaatin üzerinden atlayarak ilerlemek, onlara eziyet
etmek caiz değildir.[251]
1119. ...İbn
Ömer (r.anhumâ)'dan; demiştir ki: Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Sizden biri,
mescidde iken uyuklarsa yerini değiştirsin, (başka yere gitsin)"[252]
Tirmizî, bu hadis için
"hasen-sahih" demiştir. Hadisin
Tirmizrdeki rivâyetinde "Biriniz cuma günü uyuklarsa..." denilmektedir. Bu rivayete göre hadisin bab başlığı ile
olan irtibatı daha güzel anlaşılıyor.
Tirmizî'deki farklılığı
da nazar-ı itibara alarak hadise baktığımız takdirde cuma günü hutbe esnasında
uyuklayan bir kimsenin yerini değiştirmesinin meşru olduğunu anlarız. Ancak
hutbe esnasında herhangi bir amelle meşgul olmak -yasak olduğuna göre-
uyuklamanın hutbe anına tahsis edil-
meşinin uygun olmaması
gerekir. Ebû Davud'un başlık olarak verdiği ibareyi hutbe ile kayıtladığına
bakılırsa, onun yer değiştirme kabilindeki hafif hareketlerin lağv
sayılmayacağı görüşünde olduğu ortaya çıkar.
Hz. Peygamber'in
uyuklayan kimsenin yerini değiştirmesini tavsiye etmesinin sebebi, bu
hareketin uykuyu açmaya vesile olmasından dolayıdır. Hadisi şerh edenler
arasında Hz. peygamber'in sabah namazına uyanamadı-ğı yerde şeytanlar olduğunu
söyleyerek ashaba yer değiştirmelerini emrettiği hâdiseyi hatırlatarak bu
mahalde de şeytanın olabileceğini söyleyenler de vardır. Fakat bir yerdeki
uyumanın orada şeytan oluşuna bağlanması, her uyuklamanın aynı sebebe
bağlanmasını gerektirmez. O bakımdan yer değiştirmenin tavsiye edilmesi, uykuyu
açmaya vesile olması sebebine bağlıdır.[253]
1120.
...Enes (r.a.)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
minberden inerken bir adam kendisine ihtiyacını arz edib haceti bitinceye kadar
Efendimizin onunla birlikte ayakta durduğunu sonra (öne) geçip namazı
kıldırdığını) gördüm.[254]
Ebû Dâvûd dedi ki,
hadis Sabit'ten ma'ruf değildir. Bu Cerfr b. Hâzim 'in tek kaldığı
rivayetlerdendir.[255]
Hadis-i şerif imamın
hutbeyi okuyup bitirdikten sonra namaza durmadan konuşmasının caiz olduğuna
delildir. Atâ, Tâvüs, Zührî, Müzeni, Nehâî, Mâlik, Şâfü, tshâk ve Hanefilerden
Ebû Yûsuf ve Muhammed'in görüşü bu merkezdedir.
İmam-ı A'zam Ebû
Hanife'ye göre imamın namaz bitmeden önce emir bi'1-ma'ruf harici bir şey
konuşması mekruhtur. Hanefî mezhebinde fetva buna göredir.
İbnu'l-Arabi'nin şu
sözeleri Ebû Hanife'nin görüşünü te'yid ediyor:
"Bana göre esah
olan hutbeden sonra konuşmamalıdır. Müslim'in rivayet ettiği şu hadis buna
delildir: "Şübhesiz cuma günündeki (efdal) saat, imamın minbere
oturduğundan başlar namaz bitinceye kadar devam eder." Bu saatin zikir ve
tazarrua tahsis edilmesi gerekir."
Nesâî'nin Selmân'dan
rivayet ettiği "Namazı bitinceye kadar konuşmaz" ve Ahmed b.
Hanbel'in "İmam cumayı bitirinceye kadar susar, dinler" mâ-nâsındaki
hadisleri de namazdan önce konuşmayı caiz görmeyen Ebû Hanife'nin görüşünü
takviye etmektedir.
Üzerinde durduğumuz
babın hadisindeki konuşma, ihtiyaca binaen olduğu için, yukarıda naklettiğimiz
hadislerle babın hadisi arasında bir tezadın olduğu söylenemez.
Ebû Davud'un hadisten
sonraya aldığı ta'lik hadisin za’fına işaret ediyor. Tirmizî bu hadis için
"hasen-sahih" dedikten sonra şunları ilâve etmiştir:
"Bu hadisi sadece
Cerîr, b. Hâzim'in rivayetinden biliyoruz. Muhammed (Buhârî)'den işittim, şöyle
dedi: "Cerîr b. Hâzim, bu hadiste vehme düşmüştür. Sahih olan rivayet yine
Sabit tarikiyle Enes'den gelen rivayettir: "Namaz için kamet getirildi. Bu
anda adamın biri Resûlullah'ın elini tutarak cemaatten bazısını uyku
bastırıncaya kadar konuştu." Buhârî, "hadisin aslı işte budur"
dedi.
Cerîr b. Hâzim bazan
birşey hakkında vehme düşer, ama kendisi cidden doğru kişidir..."[256]
Tirmizî ve Ebû Dâvûd bu
taliklerle bu hadiste bahsedilen olayın cuma namazında değil de yatsı namazında
vuku bulduğunu işaret etmek istemiş olabilirler. Beyhakî'nin Sabit vasıtasıyla
Enes'ten rivayet ettiği "Yatsı namazı için kamet getirildi..."
kelimeleri ile başlayan hadis bu ihtimali te'yid etmektedir.[257]
Hatibin hutbe ile
namaz arasında önemli bir ihtiyaca binaen zikir harici şeyler konuşması
caizdir. Konu alimler arasında ihtilaflıdır. İhtilâf açıklamada beyân
edilmiştir.[258]
1121. ...Ebû
Hureyre (r.a.)den; demiştir ki: Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu:
"Namazın bir
rekatîne yetişen (o) namaza yetişmiş demektir."[259]
Hadis-i şerif zahiri itibariyle
mutlaktır. Yani bütün namazlarla alâkalı olabilir.Cuma namazı da rükû' ve
secdesi olan bir namaz olduğuna göre o da aynı hükmün altına girer.
Buradaki namazdan
muradın hassaten cuma namazı olması da mümkündür. Dârekutnî[260] ve
Beyhakî'nin[261]; Cumadan bir rek'ale
yetişen.." diye cuma ile kayıtlı olan rivayetleri, ikinci itibarı takviye
etmektedir.
Bir rekâte yetişenin
namaza yetişmiş olmasından maksat, cemaatın farzına yetişme, edâ hükmüne
yetişme veya vücûbuna yetişme mânâlarından biri de olabilir.
Hadisin zahirine göre
cuma namazının bir rek'atine yetişen kimse cumaya yetişmiş sayılır. İkinci
rekatin rükûundan sonra yetişebilen ise, namazım öğle namazı olmak üzere dört
rek'at olarak tamamlar. Beyhakî'nin İbn Mes'üd ve tbn Ömer'den; Dârekutni'nin de
Ebû Hüreyre'den rivayet ettikleri, "Cumadan bir rek'ate yetişen ona bir
daha ilâve etsin. Ka'de halinde yetişen ise, dört rekat kılsın"
mânâsındaki hadis de açıkça bu görüşe delâlet ediyorlar.
Şafiî, Mâlikî ve
Hanbelî mezheplerinin, Hanefilerden Muhammed'in, îshak, Ebû Sevr, Zührî, Evzaî,
Sevrî, İbn Mes'ud, İbn Ömer, Enes, Said b. Müseyyeb el-Esved, Alkame, Hasen
el-Basrî, Urve b. Zübeyr, Nehaî ve İbnü'l-Münzir'in görüşleri yukarıda beyân
edildiği gibidir.
Atâ, Tâvûs» Mücâhid ve
MekhÛl'a göre hutbeye yetişememiş olan kimse cumayı kaçırmış sayılır.
Ebû Hanife, Ebû Yûsuf,
Hakem ve Hammâd, teşehhüd'e yetişenin cumaya yetişmiş olduğunu söylerler.
Bunlar Buhârî ve Müslim'in rivayet ettikleri şu hadise dayanırlar:
"Yetiştiğinizi kılınız, yetişemediğinizi kaza ediniz." Bu hadisin son
teşehhüdde yetişeni de içine aldığını söylerler. Çünkü hadis-i şerif kişinin
başladığı namazı bitirmesini emretmektedir. Bu görüş Hanefilerde mezhebin
görüşüdür.
Namazın tam olarak bir
rek'atine yetişemeyen bir kimsenin nasıl niyet edeceği de âlimler arasında
ihtilaflıdır.
Hanefîlerin görüşü
yukarıda da izah edildiği gibi cumaya niyet eder ve cuma olarak tamamlar.
Şafiî ve Mâlikîlere
göre cuma niyetiyle başlar öğle namazı olarak tamamlar.
Hanbelîlere ise namaza
zevalden sonra başlar ve öğleye niyet ederse, öğle namazı olarak bitirir.
Cumaya niyet etmişse veya zevalden önce başlamışsa bu namaz nafiledir.[262]
1122.
...Nu'mân b. Beşîr (r.a.)'den rivayet edildiğine göre; “'ResûIullah(s.a.) cuma
ve bayramlarda [263]
ile ()[264]
sürelerini okurdu."
Bazan cuma ve bayram
aynı güne rastlar, Efendimiz de yine bu ikisini okurdu.[265]
Hadis-i şerifte
görüldüğü üzere Hz. Peygamber Cuma ve bayram namazlarının ilk rek'atinde
el-A'lâ ikinci rek'atinde de el-Ğâşiye sûrelerini okurdu. Eğer bayram ve cuma
aynı güne tesadüf ederse, yine hem bayram namazında hem de cuma namazında aynı
sûreleri okurdu.
Hz. Peygamber'in bu
sûreleri seçmesindeki hikmet, bunların ilim, hayır, âhiret halleri va'd ve
vaîd gibi konulan ihtiva etmesinden dolayıdır.
Adı geçen namazlarda
bu sûrelerin okunması farz veya vâcib değil, mendûbtur. Bundan sonra gelecek
rivayetlerden de anlaşılacağı gibi Efendimiz devamlı bu sûreleri okumamıştır.
Bunlar sıkça okuduğu sûrelerdendir. Çünkü başka sûreleri okuduğuna dair
rivayetler de vardır.[266]
1123. ...Ubeydullah
b. Abdillah b. Utbe'nin verdiği habere göre, ed-Dahhâk b. Kays, en-Nu'mân b.
Beşîr'e:
Resûlullah (s.a.) cuma
günü Cuma sûresinin peşinde ne okurdu? diye sordu. O da:
(sûresini) okurdu, karşılığını
verdi.[267]
Hadisin Müslim'deki
rivayetinde = el-Dahhâk b. Kays, en-Numan b.Bcşir'e mektub yazdı, ona...
soruyordu” denilmektedir. Bu Ebû Davud'un rivayetinin de "kitabet"
yolu ile olduğunu gösterir.
Dahhâk b. Kays'ın cuma
namazının ilk rekatinde Cuma sûresinin okunduğunu söyleyerek ikinci rekatte ne
okunacağını sorması en-Nu'man b.Be-şîr'in de bunu inkâr etmemesi cumanın ilk
rekatinde Cuma sûresinin okunduğunun meşhur olduğunu gösterir.
Bu hadisle önceki
hadis arasında bir farklılık göze çarpıyor. Aynı farklılık bundan sonraki
hadis için de söz konusudur. Çünkü önceki hadiste Hz. Peygamber'in el-A'lâ ve
el-Gâşiye sûrelerin, bu hadiste Cuma ve Ğâşiye bundan sonraki hadiste de Cuma
ve Münâfikûn surelerini okuduğu bildiriliyor. Nevevî bu farklılık konusunda
şöyle diyor:
"Bu/fivâyetlerin
her ikisi de sahihtir. Çünkü Hz. Peygamber cuma günü bazan cuma ve Münâfikûn
bazan el-A'lâ ve tnsan (Dehr) sûrelerini okurdu. Bazı bayramlarda Kaf ve
înşikak bazılarında da A'la ve İnsan (Dehr) ve Hel etake surelerini
okurdu."[268]
1124. ...îbn
Ebî^Râfi'den; demiştir ki:
Ebû Hüreyre cuma günü
bize namaz kıldırıp (ilk rek'atte) Cuma, son rekatte de Münâfikûn sûrelerini
okudu. Namazdan ayrılınca Ebû Hüreyre'ye yetişip:
Gerçekten sen
(namazda) iki sure okudun, Ali (r.a.) de Kufe'de aynen bu sûreleri okurdu"
dedim. Ebû Hüreyre (r.a.):
Çünkü ben, cuma günü
Resûlullahı bu sûreleri okurken işittim dedi.[269]
İbn Mâce ve
Beyhakî'nin Ubeydullah b. Ebi Râfi'den yaptıkları rivayette, Mervân'ın Ebû
Hüreyre'yi Medine'de vekil bırakıp Mekke'ye gittiği ve yukarıda geçen
konuşmanın bu vekâlet devresinde cereyan ettiği bildirilmektedir.
İbn Ebî Râfi, Ebû
Hüreyre'nin adı geçen sûreleri okuduğunu duyunca Hz. Ali'nin de cuma namazında
aynı sûreleri okuduğunu hatırlamış ve durumu Ebû Hüreyre'ye bildirerek, bu
kıraatin Resülullah'dan menkûl olup olmadığını anlamak istemiştir. Ebû Hureyre
de bu arzuya muvafık olarak Efendimizin aynı sûreleri okuyarak cuma kıldığını
söylemiştir.
Hz. Peygamber'in ilk
rekâtte Cuma, ikincisinde de Münâfikûn sûrelerini okumasının hikmeti şu
olabilir: Cuma sûresinde cuma namazının farz olduğundan, cumanın diğer
hükümlerinden bahsedildiği tevekkül ve zikir teşvik edildiği içindir.
Münâfikûn sûresinde de Münafıkları tevbe etmediklerinden dolayı tevbih ve
onları tevbeye teşvik gibi masalhatlar, âhiret hayatına dair ibret verici
safhalar ve beliğ öğütler vardır.[270]
Cuma namazının ilk
rekatinde cuma veya A'lâ, ikinci rekatinde de Gaşıye, veya Munafıkun surelerini
okumak efdaldir.[271]
1125.
...Semure b. Cündüb (r.a.)'den rivayet edildiğine göre: Resûlullah(s.a.)cuma
namazında el-A'Iâ ve el-Ğâşiye sûrelerim okurdu.[272]
Bu babda geçen
hadisler imamın cuma namazının ilk rekatında A'lâ ikincisinde Gâşiye veya birincisinde
Cuma ikincisinde Gâşiye ya da birincisinde cuma ikincisinde de Münâfikûn
surelerini okumanın sünnet olduğuna delâlet ediyorlar. Ancak bunlardan
hangilerinin daha efdal olduğunda ihtilâf edilmiştir.
Şafiî ve Ahmed, ilk
rekatte Cuma, ikincisinde Miinafikûn surelerini okumanın efdal olduğunu
söylerler, tmam Malik, ilkinde Cuma, ikincisinde Ğaşiye sûrelerini okumayı
tercih etmiştîr.
Hanefîlerde ise imam
diğer namazlarda olduğu gibi cuma namazında da istediği sûreyi okuyabilir. Bu
rivayetler herhangi bir efdaliyeti gerektirmez, Efendimizin uygulamalarından
herhangi biridir.[273]
1126.
...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
odasında namaz kılar, insanlar da odanın arkasından ona uyarlardı.[274]
Hadiste adı geçen
"oda (hücre)"den maksadın ne olduğun-da farklı görüşler ortaya
atılmıştır.
Hafız tbn Hacer bu
"hücremden maksadın kendi evinin odası olduğunu söyledikten sonra,
görüşünü şu sözleriyle delillendirir:
"Hadisin Buhârî'deki
rivayetinde "odanın duvarı" denilmesi buna delildir.Hammâd b.
Zeyd'in Yahya'dan yaptığı; "hanımlarının birinin odasında namaz
kılardı" şeklindeki rivayet daha açıktır. Bu hücreden maksadın Hz.
Peygamber'in mescid içinde etrafını hasırla çevirerek meydana getirdiği küçük
oda olması da mümkündür. Nitekim bundan sonra (Buhârî'de) gelecek olan rivayet
bu ihtimale kuvvet kazandırmaktadır. Daha sonraki Zeyd
b. Sâbİt'in rivayeti,
Ebû Dâvûd ile Muhammed b. Nasr'ın diğer iki vecihden Ebû Seleme kanalıyla
Âişe'den yaptıkları ve onun odasının kapısına bir hasır diktiğini bildiren
rivayetleri de buna delildir."
Buhârî'nin bu konuyu
"imamla cemaat arasında bir duvar veya sütre olması" ismi altında
ortaya koyusu da, bu hücrenin mescid içerisinde hasırlardan yapılan bir oda
olması görüşünü takviye eder. Ayrıca Resulullah'm hanımlarının odalarının
duvarı içeride Resulullah görünecek kadar engin olamaz. Halbuki Buhârî'nin Hz.
Aişe'den yaptığı bir rivayette "Odasında gece namazı kılardı ve odanın
duvarı engindi" denilmektedir. Görüldüğü gibi iki görüş de delile
dayanmaktadır.[275]
Hadis-i şerif muktedi
ile imam arasında duvar, örtü gibi bir mâni bulunduğu halde iktidanın caiz
olduğuna delildir. Ancak konu mezhepler arasında ihtilaflıdır:
Süflilere göre: İmam
ve cemaat mescidin içinde olur ve cemaat imamın intikallerini bilirse
aralarında duvar da olsa iktida caizdir. Mescid haricinde oldukları takdirde
cemaatle imamın arası üç yüz ziradan daha uzak olmamalıdır. Aynı şekilde
saflar arasındaki mesafe de bundan fazla olamaz. Bu durumda imamla cemaat
arasında bir mâni olmamalıdır.
Hanbelilere göre: İmam
ve cemaat mescidde iseler, cemaat imamın intikallerini görerek veya duyarak
farkedebilirse iktidâ sahih, aksi halde sahih değildir.
Cami dışında iseler
veya imam İçerde muktedi dışarıda ise, muktedi imamı veya arkasındakileri
görebilirse, imama uyması sahihtir. Aralarındaki mesafenin miktarı önemli
değildir.
Ha neftlere göre:
İmama uymaya mâni iki hal vardır, bunlar imamla cemaatin ayrı ayrı yerlerde
olması ve imamın hareketlerinin cemaat tarafından fark edilememesidir.
Bedâyi'de beyân
edildiğine göre, cami içinde oldukları takdirde imamla muktedînin arasındaki
mesafe ne kadar uzak olursa olsun, iktida caizdir. Çünkü cami ne kadar büyük
olursa olsun, tek mekândır. Hatta imam caminin içinde olsa, birisi de caminin
damına çıkıp içerdeki imama uysa, ondan Öne geçmemesi şartıyla namazı sahihtir.
İmamla cemaat arasında
duvar olursa Mebsût'taki ifâdeye göre, iktidâ caizdir. Ancak Hasan İmam-ı
A'zam'dan bunun caiz olmadığını nakl eder. Bu ihtilâf duvarın yüksekliğindeki
farklılığa hamledilir. Buna göre duvar en-ginse iktida caiz olur, yüksekse caiz
olmaz.
Üzerinde durduğumuz hadiste
bahsedilen odanın duvarlarının alçak olduğunu bildiren rivayet gözönüne
alınınca, Hanefîlerin görüşünün hadise aykırı olmadığı ortaya çıkar.[276]
1127.
...Nâfi'den rivayet edildiğine göre:
İbn Ömer (r.a.) cuma günü
(namazdan sonra, cumayı kıldığı) yerinde iki rekat namaz kılan bir adam görüp
ona mani oldu ve:
Cumayı dört rekât mı
kılıyorsun? dedi. (Nâfi şöyle der):
Abdullah (b. Ömer)
cuma günü evinde iki rekat namaz kılar ve "Resûlullah (s.a.) böyle
yaptı" derdi.[277]
1128.
...Nâfi'den; demiştir ki:
İbn Ömer (r.anhümâ)
cumadan önce namazı uzatır, cumadan sonra ise, evinde iki rekat kılar ve
Resûlullah (s.a.)'in de böyle yaptığını söylerdi.[278]
Yukarıdaki iki rivayet
de îbn Ömer'den Nâfi vasıtasıyla nakledilmiştir. Müellif, birincisini Muhammed
b. Ubeyd ve Süleyman b. Dâvud'dan almış, onlar da, Hammâd b. Zeyd aracılığı ile
Eyyûb'dan; Eyyûb ise Nâfi'den rivayet etmiştir. İkincisi ise, müellife
Müsed-ded, İsmail, Eyyûb ve Nâfi senediyle intikal etmiştir.
Birinci rivayette
görüldüğü gibi İbn Ömer cuma namazı kılındıktan sonra aynı yerinde namaz kılan
birini görüp yaptığının doğru olmadığını hatırlatmış ve adamı olduğu yerden
uzaklaştırmıştır. îbn Ömer'in bu hareketi farz kılınan yerde nafile kılmanın
mekruh olduğunu bildiren hadislere istinaden olmuştur. Maksadı adamın namaz
kılmasına mani olmak değildir. Çünkü Nâfi'nin her iki rivayette de haber
verdiği gibi, kendisi de cuma namazından sonra, fakat evinde iki rekat namaz kılar
ve fahr-i kâinat'ın öyle yaptığını haber verirdi.
İkinci rivayette
birincisinden farklı olarak İbn Ömer'in cumadan evvel uzunca namaz kıldığı
bildirilmiş ve Hz. Peygamber'in âdetinin de bu olduğu vurgulanmıştır.
İbnu'l-Münzir, İbn Ömer'in cumadan evvel on iki rekat namaz kıldığını rivayet
etmiştir. Bu sahabeyi celîlin cumadan evvel namaz kılması, cumanın farzından
önce sünnetinin de olduğunu söyleyenlerin delilleri arasında sayılmaktadır.
îslâm âlimleri cuma
namazından önce sünnet olup olmadığı konusunda ihtilâf etmişlerdir.
Bazı âlimler cumanın
farzından önce cumaya ait bir sünnetin olmadığını söylemişler.İbnu'l-Kayyım'm
bildirdiğine göre, meşhur görüşünde Ahmed b. Hanbel ve bazı Şâfiilerin mezhebi
bu yöndedir.
İbnu'l-Kayyım
Zadü'l-Meâd'de şöyle der:
"Bilal ezanı
bitirince, Hz. Peygamber derhal hutbeye başlardı. Hiç kimse kesinlikle iki
rekat namaz kılmazdı. Ezan da tekti. Bu gösteriyor ki, cuma da bayram gibidir.
Onun sünneti yoktur. Ulemânın esah olan görüşü budur. Sünnet de buna delildir.
Çünkü Efendimiz evinden çıkar çıkmaz doğru minbere gider, oraya çıkınca da
Bilâl ezana başlardı. Ezam bitirince ResÛlullah hiç ara vermeden hutbeye
başlardı. Gözün gördüğü bu. Peki ashab sünneti ne zaman kılıyorlardı? Cumadan
önce sünnet olmadığına dair söylediğimiz, aynı zamanda Mâlik'in, meşhur
rivayette Ahmed b. Hanbel'in ve Şafiîlerin bir kısmının görüşüdür.”
Şevkânî ise, İbn Ömer
hadisinin cuma namazından evvel namaz kılmanın meşru olduğuna delil olduğunu
söylemiş, namazı meşru saymamak için bir nehyin bulunması gerektiğini, zeval
vakti ile ilgili nehyin dışında da bir nehyin vârid olmadığını hatırlatmıştır.
Netice olarak, cumadan önce namaz kılmanın rağbet edilecek bir davranış
olacağına dikkati çekmiştir.
Nevevî'nin üstadı Ebû
Şâme de "el-Bâis alâ inkâri'l-bid'a ve'1-havâdis" adındaki kitabında
cuma günü iki ezan arasında iki veya dört rekat namaz kılmanın caiz, mubah
olduğunu,namaz olması yönünden kınanamayacağını ama bunu sünnet telakki etmenin
ayıplanacağını söyleyerek "Cuma müstakil bir namazdır, ondan evvel sünnet
yoktur" demiştir.
Bu görüşte olanlar,
İbn Ömer'den gelen rivayet için "O camiye erken gelir, içeride boş
oturmamak için nafile namaz kılarak vaktini değerlendirirdi" derler.
Cumadan evvel sünnet bulunduğuna daha açık ifâdelerle işaret eden hadisleri
ise, değişik yönlerden tenkide tabi tutarlar.
Hanefî ve ŞâfiHere
göre, cumadan evvel dört rekat sünnet kılınır. Bunlar, üzerinde durduğumuz İbn
Ömer hadisine ilâveten şu aşağıdaki rivayetleri de kendilerine delil alırlar:
Abdullah b. Muğaffel'den
merfu olarak rivayet edilmiştir: "Her iki ezan arasında namaz vardır"[279] İbn
Abbâs (r.anhumâ) haber verdi ki: "Resûlullah (s.a.) cumadan önce dört
rekat namaz kılar, onların arasını bir şeyle (selâmla) ayırmazdı"[280]
"Abdullah b.
Mes'ud cumadan evvel dört, sonra da dört rekat namaz kılardı"[281]
Ubeyde'den rivayet
edildi: "Resûlullah (s.a.) cumadan önce dört ve cumadan sonra yine dört
rekat namaz kılardı" (Taberânî).
Bu görüş sahibleri,
cumayı öğle namazına kıyas ederek cumadan önce dört rekat sünnet olacağını isbat
cihetine giderler.
İmam Buharı, cuma
namazından sonra kılman namazları topladığı başlığa “ = Cumadan Önce ve sonra
kılınan namaz" adını vermiştir. Sarih Aynî, hadisler içerisinde cumadan önceki
namaza delâlet eden hiç bir hadis olmadığı halde Buhârî'nin bu şekilde başlık
atmasının sebebini özet olarak şu şekilde izah eder:
1. Sanki
Buhârî bu isimle hadisin Ebü Dâvûd ve İbn Hibbân'daki farklı rivayetlerine
işaret etmek istemiştir. (Bu rivayet, üzerinde durduğumuz hadistir).
2. Müellif
bununla öğle ile cuma arasındaki eşitliğe işaret etmek istemiş olabilir.
3. Cumadan
sonra kılınan namaz hakkında vârid olan haberler açıktır. Bu başlıkta önceki
kılman namaza dikkat çekmek istemiştir.
Cumanın farzından
sonra kılınacak namazın rek'at adedi bakımından birbirinden farklı rivayetler
vârid olmuştur. Bu rivayetleri farklılığı aynı zamanda değişik görüşlerin
çıkmasına sebeb olmuştur.
Aynî bu ihtilâfları
şöyle özetler:
Üzerinde durduğumuz
İbn Ömer hadisi, Buhârî'nin Mâlik ve Nâfi kanalıyla İbn Ömer'den yaptığı nakil,
Ebû Dâvûd ve Müslim'in aynı babta yine İbn Ömer'den yaptıkları rivayetler,
cuma namazından sonra kılınan namazın iki rekat olduğunu bildirmektedir. Bu iki
rekatin camide değil de evde kılınması gerekir. Hz. Ömer İmrân b. Husaynj Nehaî
ve Mâlik'in görüşleri bu merkezdedir.
Ali, İbn Ömer[282],
Ebû Mûsâ, Atâ, Sevrî ve Ebû Yûsuf'a göre cumadan sonra altı rekat sünnet
kılınır. Ancak bu zevattan Ebû Yûsuf bu altı rekatin önce dört, sonra iki
sırasıyle kılınacağı görüşündedir. Hz. Ömer'den rivayet edilen "Bir
namazdan sonra aynısı yoktur" tarzındaki habere dayanır. Diğerlerine göre
ise, Önce iki, sonra dört rekat kılınarak altıya tamamlanır. Bunların delili
Ebû İshâk'ın Atâ'dan rivayet ettiği şu haberdir: "îbn Ömer'le birlikte
cuma namazı kıldım, selâmı verince kalkıp iki rekat nafile kıldı. Sonra kalkıp
dört rekat daha kıldı ve ayrıldı."
İmam Şafiî
"Cumadan sonra ne kadar çok nafile kılınırsa bence o kadar iyidir”
demiştir. Fakat Şafiî mezhebinde cumanın son sünneti dört rekattır.
İbn Mes'ud, Alkame,
Nehaî, İshâk ve Ebû Hanife'ye göre de cumanın son sünneti dört rekattir.
Bunların delili Ebû Hüreyre'den rivayet edilen şu hadis olmuştur: ''Si/den
cumadan sonra namaz kılan dört rekat kılsın.”[283]
Görüldüğü gibi bütün
haberler cumadan sonra namaz kılmanın meşru ve mesnûn oluşunda müttefiktir.
Ancak kılınacak namazın rekat âdedinde ihtilâf edilmiştir. Bu ihtilâflar, iki,
dört ve-alti olmak üzere üç rakam ve görüş etrafında toplanmaktadır.[284]
O halde bugün bizim
kıldığımız ve "Zuhr-ı âhır" dediğimiz namazın kaynağı ve mesnedi
nedir? Çünkü görüldüğü gibi bu namazın sünnette delili yoktur. Hatta çok eski
kaynaklarımızda bu namazın adına bile rastlanmamaktadır.
Hayreddin Karaman,
Diyanet Dergisindeki bir makalesinde bu konuyu ele almış, kılınması taraftan
olanlarla karşı görüş sahiblerini ve her iki görüşün delillerini ortaya
koymuştur.[285] Şimdi biz önce bu
makaleden özetle her iki görüşün taraftar ve delillerini verecek sonra da İbn
Âbidin'in aynı konudaki yazdıklarım aktaracağız.
Zuhr-ı âhir bilindiği
gibi cumanın son sünneti dediğimiz dört rekat sünnetten sonra kılınan dört
rekatlık bir namazdır. Kılınmasına taraftar olanlara göre, bunun kendisine has
özel bir niyeti vardır. Şu şekilde niyet edilir: "Vaktine yetişip henüz
edâ edemediğim - ya da henüz üzerimden düşmeyen-son farzı kılmaya niyet
ettim."
Bu namazın kılınmasına
sebeb, cumanın sıhhati için şart koşulan esasların tahakkuk etmemesi
korkusudur. Zira bu durumda kılman cuma sahih olmayacağı için mükellef, borçlu
kalacaktır. Bu borçtan kurtulabilmek için şayet cuma sahih değilse, o günün
öğle namazı yerine kâim olmak üzere bir namaz kılınmaya başlanmıştır. Zuhr-ı
Âhir kılmanın caiz olup olmadığı âlimler arasında ihtilaflıdır.
îbn Nüceym, Alâeddin
el-Haskefî ve Cemaleddin el-Kasımî gibi âlimler, şüphenin ibâdeti ifsad
edeceği görüşünden hareket ederek zühr-i âhir kılmanın mekruh olduğunu
söylemişlerdir. Bunlara göre cuma gibi mübarek bir namazı edâ edenlerin
"bu namaz belki şöyle bir ihtilâfdan dolayı sahih olmamıştır"
şüphesiyle zühr-ı âhir kılmaları cumayı ifsâd eder. Ayrıca bu, câhil halkın
cuma farz değil, öğlen farzdır gibi bir yanlış anlayışa kapılmasına sebep
olabilir.
Şevkânî, Avnü'l-Ma'bûd
sahibi Azimâbâdî, yukarıda adım zikrettiğimiz Cemaleddin Kâsımî gibi bazı
âlimler de bid'at olma noktasından hareket ederek Zühr-ı âhir kılmayı
men'etmişler ve caiz görmemişlerdir. Bunların delillerinin özeti şudur:
"Bâtıl olduğunu bile bile cuma namazı kılmak haramdır. Cumanın sahih
olduğuna marnlıyorsa, öğle namazını kılmaya ihtiyaç yoktur. Böyle bir namaz
sahabe, tâbiûn ve müctehid imamlar devrinde kılınmamıştır. Dinde olmayan bir
ibâdeti adet haline getirip dine sokmak bid'attir, günahtır. Bunu yapan da
günahkâr olur."
Kılınması Taraftarı
Olanlar: Bu görüşte olanların hareket noktası hemen hemen aynıdır. Bu bir
şehir veya kasabada birden fazla camide kılınan cuma namazının sahih olup
olmaması ihtimalidir.
İmam Şafiî'ye göre iki
veya daha fazla yerde kılınan cuma namazlarından sadece İlk defa kılanların
cuması sahihtir. Sonra kılanlarınki olmamıştır. Dolayısıyla sonra kılanların
öğleyi yeniden kılmaları farzdır. Cumayı hangisinin önce kıldığı belli değilse,
hepsinin öğleyi tekrar kılmaları gerekir.
Daha sonra gelen Şafiî
fakihleri, imam Şafiî'den nakledilen bu hükmün, ihtiyaç olmadığı halde birden
fazla camide cuma kılmakla ilgili olduğunu söylemişler, şehir veya kasaba
halkını caminin almaması halinde birden fazla camide cuma kılmanın sahih
olacağı kanaatine varmışlardır. Buna göre cumadan sonra öğle kılmanın farziyeti
düşmüş olur. Ancak bu alimlere göre öğle kılmak müstehabtır.
Hanbelî mezhebinin bu
konudaki görüşü de Şâfiîlerden farklı değildir.
Hanefîlerden, Zuhr-ı
âhiri caiz görenleri İbn Âbidin, el-Makdisî'nin "Nûru'ş-Şem'a fî
zuhr-i'I-cum'a" adındaki risalesine dayanarak nakletmiştir.
İbn Âbidin önce bir
şehirde birden fazla camide cumanın kılınmasının caiz olduğu görüşünün râcih
olduğunu, dolayısıyla zuhr-ı âhir kılmanın uygun olmayacağını söyleyen Bahr'm
ibaresini nakletmiş, daha sonra buna karşı çıkarak "aksine zuhr-ı âhiri kılmak
sorumluluktan kurtulma yönünden ihtiyattır. Çünkü her ne kadar birden fazla
camide cumanın sahih olduğu râcîh ve delil yönünden daha kuvvetli ise de,
kuvvetli bir şüpheyi içine almaktadır. Zira Ebû Hanife'den bunun hilafı (bir
şehirde birden fazla camide cumanın sahih olmadığı görüşü) rivayet edilmiş,
Tahâvî, Timürtâşî, Sahibü'l-Muhtar da bunu tercih etmiştir.Hattâbî buna daha
zahir der,Şafi-î'nin mezhebi, Mâlik'in meşhur, Ahmed b. Hanbel'in iki kavlinden
biri de budur. Makdisî, "Nuruş-Şem'a fi Zuhri'I-Cum'a" adındaki
risalesinde böylece naklettikten sonra Şâfiîlerden Sübkî'nin, "bu
ulemânın çoğunluğunun görüşüdür. Hiçbir sahâbi ve tabiinden cumanın teaddüdünün
caiz olduğu mahfuz değildir" dediğini nakleder. İbn Âbidin sözünün
devamında Bedâ-yi'de birden fazla camide namazın sahih olmayışı görüşünün
Zahirü'rrivâye olarak takdim edildiğini, şerhü'l-Münyede'de Cevamiü'l-Fikh'dan
naklen bunun imamdan nakledilen rivayetlerin esahhı olduğunun belirtildiğini
söyler. İbn âbidin, fetvanın bu vecihle olduğuna işaret edildiğini Râzi'nin
tekmile-si'nde de biz "bunu alırız" denildiğini söyler.
Bunları zikrettikten
sonra İbn âbidin şöyle devam eder:
"O halde mezhepte
mutemed olan görüş, birkaç camide kılman namazın sahih olmayışıdır. Bunun için
Münye şerhinde "evlâ olan ihtiyat tarafıdır. Çünkü teaddüdün caiz olup
olmayışmdaki ihtilâf kuvvetlidir. Zaruretten dolayı zuhr-ı âhirin caiz oluşuna
fetva vermek, takvada ihtiyatın meşru oluşuna manî değildir"
denilmektedir.
Ben derim ki, eğer
birden fazla camide cumanın caiz olmadığı görüşü zayıf bile olsa, ihtilâftan
korunmak daha evlâdır. Bu kadar imamın ihtilâfı halinde durumun nasıl olacağını
sen düşün. Müttefekün aleyh olan bir hadiste şüphelerden korunmanın dinini ve
ırzını temizlediği bildirilmektedir. Bunun için bazı âlimler ömründe hiç namaz
geçirmeyen bir kimsenin ihtiyaten tüm namazlarını kaza etmesinin mekruh
olmadığını söylemişlerdir. Çünkü bu ihtiyata sarılmaktan ibarettir.
Kmye'de eğer namazında
müctehidlerin ihtilâfı varsa kaza daha güzeldir deniliyor. Yukarda geçen
ihtilâflar bizim için yeterlidir.
Makdisi Muhît'ten
naklen "Şehir olup olmadığında şüphe edilen yerde oturanların, cumadan
sonra ihtiyaten öğle niyetiyle dört rekat namaz kılmaları gerekir. Şayet cuma
sahih olmamışsa bu namaz onun yerine geçer. Böylece mükellefler farz borcundan
kurtulmuş olurlar. Bu ibarenin bir benzeri Kfifi'de de mevcuttur. Kmye'de de
bildirildiğine göre Merv ahalisi iki camide cuma kılmak mecburiyetinde kalınca
imamları onlara cumadan sonra ihtiyaten dört rekat kılmalarını vacib olmak
üzere emretmişlerdir" der.
Hidâye sarihlerinin
çoğu da aynı şeyi nakletmişlerdir. Zâhiriyye de Buhara ulemâsının da bu
görüşte olduğu ifâde edilmiştir.
Makdisî Feth'den
naklen şöyle demektedir: "Bulunduğu yerin şehir olup olmadığında tereddüt
ederse veya birden fazla yerde cuma kılmmışsa, kişinin vaktine ulaşıp da henüz
edâ edemediğim son öğleyi kılmaya niyet ettim, şeklinde de bir niyetle dört
rekat namaz kılması gerekir."
îbn Âbidin başka bazı
nakilleri de yaptıktan sonra kendi görüşünün de ifadesi olarak sonucu şu
sözleri ile toplar:
"Bilcümle cumadan
sonra bu dört rekatin kılınması gerekir."
Zuhr-ı âhirin cevazı
kabul edildiği takdirde hükmünün ne olduğunda da ihtilâf edilmiştir.
İbnü'ş-Şıhne
dedesinden naklen mücerred vehm halinde onun mendub, cumanın sıhhati konusunda
şüphe olduğu takdirde ise vacib olduğunu söyler. Bu görüş İbnu'I-Hümâm'dan da
nakledilmiştir.[286]
Cuma günü cuma
namazından önce ve sonra sünnet kılmak meşrudur. Bu sünnetlerin kaç rekat
olduğu ve nerede kılınmasının efdal olduğu konulan ihtilaflıdır. Bu ihtilâflara
metin içerisinde temas edilmiştir.[287]
1129. ...Amr
b. Atâ b. Ebi'l-Huvâr'dan rivayet edildiğine göre; Nâfi b. Cubeyr kendisini
es-Sâib b. Yezid b. Uht-i Nemir'e gönderip Muâviye'nin namaz konusunda onda
gördüğü birşeyi sordurmuş, es-Sâib de şu cevabı vermiştir:
Muaviye ile birlikte
imam odasında cuma namazı kıldım. Selâm verince olduğum yerde kalkıp (nafile)
namaz kıldım. Muaviye (evine) girince bana haber gönderdi ve şöyle dedi:
Bu yaptığını bir daha
tekrarlama. Cumayı kıldığın zaman konuşmadıkça veya (camiden) çıkmadıkça ona
bir namaz ulama. Çünkü Resûlullah (a.s.) böyle yani konuşmadıkça ya da
(mescidden) çıkmadıkça bir namaza başka bir namazın eklenmemesini emretti.[288]
Hadis-i şerifin
Müslim'deki rivayetinde: “ - selâm verince” cümleciğinin yerinde " = imam
selam verince" cümleciği yer almıştır.Ayrıca Ebû Dâvûd'daki " = ResûluHah böyle
emretti" cümlesi de Müslim'de “ResûluHah bize böyle emretti"
şeklindedir.
“Maksure",
caminin içerisinde sultanların namaz kılması için yapılan küçük odacıklardır.
Bugün o odacıklar daha çok "imam odası" adiyle imamların sünnet
kılmaları veya soyunup giyinmeleri için kullanılmaktadır. Bu odacığı ilk defa
Haricîlerin suikast teşebbüsleri üzerine Hz. Muâviye ihdas etmiştir.
Kadı İyâz, bu odalara
müteahhirûndan bazılarının cevaz verdiğini kaydederek bunun safların arasını
ayırmaya ve imamın, arkasındaki cemaat tarafından görülmesine mani olduğu için
hata olduğunu söyler.
Bu odalarda kılınan
namazın hükmü ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Hasen, Kasım, Salim ve
diğer bazı âlimler buralardaki namazın kerâhetsiz caiz olduğunu söylerler.
İbn Ömer, Şa'bî,
Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve İshâk'a göre ise, buralarda namaz kılmak mekruhtur. Hatta
İbn Ömer, namaza ikâmet edildiğinde maksurede olursa dışarıya çıkarmış.
Kadı İyaz "Bu
odacıklara girmek için herkese izin verilmişse oralarda cuma namazı kıhnabilir,
aksi halde kılınamaz. Çünkü cami hükmünden çıkmış olur" demiştir.
Hadis-i şerif, farz
namazdan sonra aynı yerde ve hiç konuşmadan nafile kılmamın uygun olmadığını
bildirmektedir. Çünkü bu hareket camiye sonradan gelenlere farzın kılınmakta
olduğu intibaını verebilir.
İmam Nevevî bu konu
ile ilgili olarak şöyle der:
"Bu hadis revâtib
sünnetlerin veya başkalarının farz kılınan yerden başka yerde kılınmasının
müstehab olduğunu söyleyen âlimlerimize delildir. En iyisi nafile için
mescidden çıkıp eve gitmektir. Bu mümkün olmazsa, secde yerlerini artırmak ve
farzı nafilelerden ayırmak için cami içerisinde yer değiştirmek gerekir.
Hadisteki "konuşmadıkça" ifâdesi farz ile nafilenin arasının
konuşmakla ayrılabileceğine delildir. Ancak, yer değiştirmek daha
efdaldir."
Nevevî'nin
söyledikleri, aynı zamanda Şâfiîlerin görüşüne ışık tutmaktadır. Hanefîlerin
mezhebi de bundan pek farklı değildir. Bu mezhebin önde gelen fıkıh
kitablarından Bedaiü's-sanâî'de şöyle deniliyor:
"Muhammed'den
şöyle dediği rivayet edildi: Cemaatin safları bozmaları ve dağılmaları
müstehabtır."
Ebû Hüreyre'den
merfuan rivayet edilen "Biriniz namazı bitirince öne veya geriye gitmekten
aciz mi?"[289]
hadisi de farzdan ayrılınca yer değiştirmenin müstehab oluşunun
delillerindendir.[290]
1. Cuma
namazından sonra nafile kılmak sünnettir.Bu konu bir önceki hadisin açıklamasında
etraflıca izah edilmiştir.
2.
Ulü'l-Emrin gerekli gördüğü hallerde, cami içinde küçük odacıklar yaptırması
caizdir.
3. Nafile
namazlarının farz kılınan yerlerde kılınması doğru değildir. Yer değiştirmek
müstelıabtır.
4. Farz
namaz ile nafilelerin arası konuşmakla da ayrılabilir.[291]
1130.
...Atâ'dan rivayet edildiğine göre; İbn Ömer Mekke'de olduğu zaman, cumayı
kılınca biraz ilerleyip iki rekat, sonra yine ilerleyip dört rekat daha
kılardı. Medine'de olduğunda ise, cumayı kılar sonra evine döner ve (evinde)
iki rekat namaz kılardı. Mescitte (birşey) kılmazdı.Kendisine (bu farklılığın
sebebi) soruldu; "Resûlullah (s.a.) böyle yapardı" cevabım verdi.[292]
İbn Ömer, hem Mekke,
hem de Medine'deki hareketine mesned olarak Resûlullah'ın tatbikatını
göstermiştir. Peygamber’in Mekke'de cuma kılması Mekke Fethi esnasında
olmuştur. Çünkü Hicretten önce henüz cuma farz değildi. Efendimizin Mekke'de
evi olmadığı için cumadan sonraki sünnetleri mescidde kılmıştır. Bu, aynı
zamanda mescidde nafile kılmanın caiz olduğuna da delildir.
Hz. Peygamber'in
Medine'de iki rekat kılmasının da bunun caiz olduğunu göstermek hikmetine
mebni olması mümkündür.
Bu rivayet cumadan
sonra kılınan sünnet namazın altı rekat olduğunu söyleyenlere delildir. İki
hadis önce açıklandığı üzere, bu Hanefîlerden Ebû Yûsuf'un görüşüdür. Ancak
cumadan sonraki dört rekatın sünnet oluşu mezhep içerisinde ihtilafsız olduğu
için önce dört rekat kılınır.[293]
1131. ...Ebû
Hureyre (r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
İbnü's-Sabbâh'ın
rivayetine göre, "Cumadan sonra namaz kılacak olan kimse dört rekat
kılsın."
îbn Yûnus'un
rivâyetihe göre ise Efendimizin beyânı şu şekildedir: "- Cumayı
kıldığınızda arkasından dört rekat de (nafile) kılınız." Süheyl şöyle
dedi: Babam bana; "yavrum, eğer camide iki rekat kılar sonra da eve
gidersen, iki rekat (de orada) kıl" dedi.[294]
Müellif bu hadisi iki
ayrı hocasından duymuştur.Bunlar İbnu’s Sabbâh ve İbn Yûnus'dur. Bu zatların
rivayetleri biri birlerinden farklı olduğu için Ebû Dâvûd her iki rivayeti
râvilerine de işaret ederek, ayrı ayrı nakletmiş, fakat bunu tek hadisin
içerisinde birleştirmiştir. Müslim bu rivayetleri ayrı ayrı iki hadis halinde
zikretmiştir. Tirmizî'-nin rivayeti İbnü's-Sabbah'ın ifâdelerine; İbn Mâce,
Nesâî ve Beyhakî'nin rivayetleri de İbn Yûnus'unkine uygun olarak sevk
edilmiştir.
Bu hadis-i şerif
cumanın son sünnetinin dört rekât olduğunu söyleyenlerin delilidir. Ebû
Hanife, Muhammed ve bir kavlinde Şafiî'nin görüşü budur.
Nevevî, hadisin
Müslim'deki rivâyetindeki; " = sizden kim namaz kılacaksa..."
tarzındaki ifâdenin bu namazın vâcib değil, sünnet olduğuna delâlet ettiğini
söyler. Nevevî hadis-i şerifte "dört rekat" denmesi onun faziletine
işaret ettiğini; Resûlullah'ın bazı zamanlarda iki rekat kılmasını da bunun
cevazına işaret kabul eder. İmam Ahmed'e göre de bu namazın en azı iki, en
fazlası altı rekattır.
Süheyl'in, rivayetin
sonuna eklediği ta'lîk, cumadan sonraki dört rekatı ihmal etmemeyi teşvik
mahiyetindedir. Babası Süheyl'e, sanki, "şayet acele bir işinden dolayı
camide dört rekat kılamazsan, iki rekat kıl, iki rekat de eve varınca
kılarsın'* demiş olmaktadır.
Müslim'in
rivâyetindeki şu ifadeler bunu gösterir:
Süheyl şunları
söyledi: "Eğer sen bir şey dolayısıyla acele edersen mescidde iki rekat
(eve) döndüğünde de iki rekat kıl."[295]
1. Cuma
namazından sonra dört rekat namaz kılmak meşrudur.
2. Bu namaz
farz veya vâcib değil, sünnettir.
3. Bu dört
rekatı camide kılamayan kimse evinde ikmal etmelidir.[296]
1132.
...İbnÖmer(r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) cumadan sonra evinde iki
rekat namaz kılardı.[297]
Ebû Dâvûd dedi ki:
Abdullah b. Dinar tbn Ömer'den aynen bunun gibi rivayet etti.[298]
Tirmizî bu hadis için hasen-sahih demiştir.Hadisin
Müslim ve Tirmizî'deki rivayetlerinde “
= Evinde" kaydı mevcut değildir.
İbn Ömer'in bu
rivayetinden Hz. Peygamberin cumadan sonra sadece iki rekat namaz kıldığı ve
bunu da evine tahsis ettiği anlaşılıyor. Nevevî bu konuda şunları söylüyor:
"Resül-i Ekrem
(s.a.) namazın en az iki rekat olduğunu bildirmek için bazı vakitlerde böyle
kılmıştır. Hz. Peygamber'in çokça dört rekat kıldığı besbelli bir şeydir.Çünkü
bize dört rekat emretmiş ve bunu teşvik etmiştir."
Irakî ise, Nevevî'nin
bu mütalaasına karşı çıkmış, Hz. Peygamber'in çokça dört rekat kıldığının,
belli olması bir yana büyük ihtimalle bile sabit olmadığını söylemiş ve İbn
Ömer'in Mekke'de camide altı, Medine'de de evinde iki rekât kılıp
"Resûlullah böyle yapardı" demesini şahit tutmuştur.
Netice olarak
diyebiliriz ki, Ümmetine dört rekat kılmasını emretmiş ve bunun evde olmasını
şart koşmamıştır. Kendisi ise, bazı hallerde evinde iki rekat kılmıştır.
Efendimizin bu hareketi, ümmete dört rekat kılmalarını emretmesine manî
değildir.
Zürkânî, Hz. Peygamber'in
evinde iki rekat kılmasının hikmeti olarak fbn Battâl'ın şöyle dediğini
nakletmiştir:
"Cuma, öğleden
bedel olup iki rekat kılınınca Efendimiz bu nafilenin öğlenin kısaltılmış
olduğunun zannedilmesi korkusu ile evinde kılmıştır."[299]
1133. ...Atâ'dan
rivayet edildiğine göre:
İbn Ömer'i cumadan
sonra namaz kılarken görmüş. İbn Ömer, cumayı kıldığı yerden birazcık ayrılır
iki rekat namaz kılar, sonra bundan biraz fazla yürür ve dört rekat daha
kılarmış.
(İbn Cüreyc dedi ki:)
Atâ'ya;
İbn Ömer böyle yaparken
kaç defa gördün? diye sordum. "Defalarca" karşılığını verdi.[300]
Ebû Dâvûd şöyle der:
Bu hadisi Abdulmelik b. Ebî Süleyman da rivayet etmiş, fakat tamamlamamıştır.[301]
İbn Ömer'den hikâye
üslubuyla terceme ettiğimiz eserin bir bölümü Medine'de haddi zatında İbn
Ömer'in sözleri olarak vârid olmuştur. Fakat Türkçe ifâdeye uygun oîması için
terceme hikâye üslubuyla yapılmıştır.
Bu haber, İbn Ömer'in
cumadan sonra önce iki, sonra dört rekat namaz kıldığını göstermektedir. Bu,
cumadan sonraki sünnetin en azı iki, en çoğu dört rekat diyen Hanbelîlerin
mezhebine esas olmuştur. Ama daha çok sünnetin altı rekât olduğunu söyleyenlere
delildir.
Şâfiîler bu namazın en
az iki, en fazla dört rekat olduğunu söylerler. Hanefîlere göre, dört rekât tek
selâmla edâ edilir.
Bu babın hadisleri,
cumadan sonra kılınan sünnetin iki, dört veya altı rekat oluşuna delâlet
yönünden ihtilâf arz etmektedir. Herbirini takviye eden mütalealar, yeri
geldikçe ortaya konmuştur. Yine bu babdaki hadisler, adı geçen sünnetlerin evde
de camide de kılınabileceğini göstermektedir. Fakat çoğunluğu bu namazın evde
kılınmasının daha efdal olduğunu göstermektedir. Nafile namazları evde kılmaya
teşvik eden başka rivayetler de gözönünde bulundurulunca cumadan sonra kılman
nafilelerin de evde kılanmasmın daha efdal olacağı ortaya çıkmaktadır.
Cuma namazı ile ilgili
hadisler burada sona ermiştir. Bundan sonra bayram namazına ait olan hadis-i
şerifler gelecektir.[302]
Müslümanların, birisi
Ramazan'dan sonra (Fıtr Bayramı) diğeri Zilhicce'nin 10. günü başlayan (Kurban
Bayramı) iki bayramları vardır. Bu bayramlarda kılınan özel bir namaz vardır.
Bu namazın meşruiyetinde bütün âlimler müttefik olmakla beraber, hükmünde
ihtilâf etmişlerdir.1139.hadisin açıklamasında tafsilâtlı olarak beyânı
geleceği üzere, bayram namazları Hanbelîlere göre, farz-ı kifâye, Hanefîlere
göre vacib; diğer ulemâya göre sünnettir. Vücûbuna kail olan Hanefîlere göre,
kendisine cuma namazı farz olanlara bayram namazı vâcibtir. Edâ yönünden de
cuma ve bayram namazları arasında bir benzerlik mevcuttur. Her ikisi de
cemaatle kılınır. Her ikisi de ikişer rekattır ve hutbeleri vardır. Ancak
cumanın hutbesi (Hanefîlere göre) vâcibtir ve namazdan önce irad edilir. Bayram
namazlarının hutbeleri ise sünnettir ve namazdan sonra okunur. Cuma namazından
farklı olarak bayram namazlarında zaid tekbirler vardır. Bu namazın kılınış
şekli, fıkıh ve ilmilah kitaplarında mevcuttur.[303]
1134.
...Enes b. Mâlik (r.a.)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
Medine'ye teşrif ettiklerinde Medine'lilerin eğlenip oynadıkları iki günleri
vardı. Efendimiz:
“Bugünler neyin
nesidir?" dedi.
Biz câhiliye devrinde
bugünlerde eğlenirdik (ya Resülallah), dediler. Bunun üzerine Resûlullah
(s.a.):
"Şüphesiz Allah
size bu günlerin yerine daha iyilerini, Kurban ve Fıtır günlerini (Kurban ve
Ramazan Bayramlarını) verdi" buyurdu.[304]
arrvi ama
Medine'Iilerin Câhiliye devrinde bayram kabul edip eğlendikleri iki günleri
vardı. Bunlar ilkbaharın ilk günü olan ve 21 (yirmibir) Mart'a rastlayan "Nirûz
veya Nevruz" ile sonbaharın ilk günü olup 21 Eylül'e tesadüf eden
"Mihricân" denilen günlerdir. Bugünlerde hava oldukça mutedil, gece
ve gündüz birbirine denk olduğu için eski astronomlar tarafından bayram olarak
kutlanmış, diğer halk da bunları taklid etmiştir. Böylece bugünler bayram
olarak kalmış ve Hz. Peygamber'in yasaklanmasına kadar devam etmiştir.
Hadis-i şerif,
müslümanların kendilerinin olmayan bayramlara itibar etmemelerini gayr-ı
müslimlerin bayramlarım kutlamamalarım emretmektedir.
Hanefî âlimlerinden
Ebû Hafs el-Kebîr:
''Nevruz gününde o
günü tazim maksadıyla müşrike hediye olarak bir yumurtada dahi veren kimse
kâfir olur" der. Yine Hanefî âlimlerinden el-Hasen b. Mansur da bu konuda
şunları söyler: "Niruz (Nevruz) günü başka günlerde almadığı bir şeyi
satın alan veya kâfirlerin bugüne saygı duydukları gibi saygı duyarak
başkasına hediye veren bir kimse kâfir olur."
Bu âlimlerin sadece
Nîrûz gününü söz konusu etmeleri devirlerinde gayr-ı müslimlerin en yaygın
bayramı bu günde olduğu içindir. Yoksa memleketimizin bazı yerlerinde kutlanan
Noel hastalığının veya gayr-ı müslimlerin bayramları olduğu halde bazı
bölgelerde mevzii olarak kutlanan bazı günlerin Nevruz gününden farkı yoktur.
Nevruz için söylenen hüküm bugünler için de geçerlidir. Çünkü Nevruz için
söylenenler, bugün müşriklerin bayramı olduğu için söylenmiştir. Noel
da Hıristiyanların bayramıdır.
Bu gibi günlerde gerek
Müslümanlarla ve gerekse kâfirlerle hediyeleşmek caiz değildir. Çünkü bu tür
hareketler böyle günlere değer verildiğinin alâmetidir. Halbuki Allah'ın Resulü
gayr-ı müslimlerin bayramlarına itibar edilmemesini emretmiştir. "Bir
kavme benzeyen onlardandır" buyurulduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
Birçok âlimler,
bayramları hâricinde de gayr-ı müslimlerle hediyeleşmeyi uygun görmemişlerdir.
Çünkü hediyeleşme dostluğun alâmetidir. Sevgiye vesiledir. Halbuki Allah
Teala; "Ey iman edenler! Benim ve sizin düşmanınız olan (kâfirHeri
kendilerine sevgi beslediğiniz dostlar edinmeyin"[305]
buyurmuştur. O halde her ne sebeble olursa olsun, kâfirlere hediye vermek ve
onların hediyelerini kabul etmek doğru değildir.[306]
Müslümanların, Ramazan
ve Kurban olmak üzere iki tane dini bayramları vardır. Bunlara ilaveten başka
dinlere ait bayramların kutlanması eğlence ve sevince vesile kılınması caiz
değildir.[307]
1135.
...Yezîd b. Humeyr er-Rahabî'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)'ın
sahâbisi Abdullah b. Büsr, Fıtr (Ramazan) veya[308]
kurban bayramı günü insanlarla birlikte çıktı. İmamın gecikmesini yadırgayıp
"Biz bu saatte namazı bitirmiş olurduk.
Bu vakit nafile (kuşluk) vaktidir" dedi.[309]
Ashab-ı Kiram'dan
Abdullah b. Büsr, Kurban veya Ramazan bayramlarından birinde imamın henüz
gelmediğini görünce bunu hoş karşılamamış, Resûlullah devrinde o saatte namazın
kılınıp bitirilmiş olduğunu haber vermiştir.
Hâdiseye şâhid olup
nakleden Yezîd b. Humeyr Abdullah'ın imamın gecikmesini inkâr ettiğini ve bu
vaktin kuşluk namazı vakti olduğunu söylediğini bildirmiştir. İşaret edilen bu
vaktin, Resûlullah'ın bayram namazını kıldığı vakit olması da muhtemeldir. O
zaman teşbih (nafile)den maksat bayram olmuş olur.
"Bu vakit, nafile
vaktidir" sözünün Yezîd b. Humeyr'e ait olması da mümkündür. Ancak
Abdullah b. Busr'e ait olması daha doğrudur.[310]
Bahr'de "Bayram
namazının vakti, güneşin yayılması anında başlar, ze-vâle kadar devam eder. Ben
bu konuda bir ihtilâf bilmiyorum" denilmektedir. Bu ifâde, bayramın
vaktinin güneşin ışıklarının görünmesi ile birlikte gireceğini söyleyenlerin
görüşünün tam tersidir. Bedâyi'de de bayram namazının vaktinin güneş
ışınlarının ağarması ile başlayıp zevale kadar devam ettiği bildirilmektedir.
Resûlullah'ın bu namazları güneş bir veya iki mızrak boyu olunca kıldığını
bildiren haberler yukarıda nakledilen ifâdelerin delilidir.
Sünnet olan Kurban
Bayramı namazında biraz acele etmek onu, güneş bir mızrak boyu olunca kılmak
Ramazan bayramını da güneş iki mızrak boyu oluncaya kadar geciktirecektir. Amr
b. Hazm'ın, Cündüb'den rivayet ettiği şu haber bunu gösterir: "Resûlullah
(s.a.) bize Kurban bayramı namazını güneş bir mızrak boyu iken, Ramazan Bayramı
namazım da güneş iki mızrak boyu olunca kıldırırdı."[311]
Şafiî'nin mürsel
olarak rivayet ettiği, "Resûlullah (s.a.) Necrân'da bulunan Amr b.
Ha/m'e. Kurban bayramı namazına acele etmesini, Ramazan Bayramı namazını da
geciktirmesini yazdı" tarzındaki rivayet de yukarıdaki görüşü takviye
eder.
Şevkânî, Şafiî hadisinin
mürsel olması bir yana râvilerinden İbrahim b. Muhammed'den dolayı zayıf
olduğunu kaydettikten sonra, şunları ilâve etmiştir: "Abdullah b. Büsr
hadisi bayram namazında acele etmenin meşru, fazlaca geciktirmenin de mekruh
olduğuna delâlet ediyor. Amr b. Hazm hadisi de Kurban Bayramı namazında acele
etmenin, Ramazan Bayramı namazını da geciktirmenin meşru olduğunu gösteriyor.
Bundaki hikmet, Kurban Bayramı günü, namazdan çıkıncaya kadar oruçluymuş gibi
durmanın müstehab oluşu olsa gerek. Çünkü bu namazı geciktirme onu bu halde
bekleyenlere zarar verir. Ayrıca Kurban Bayramı namazından sonra müslümanlar
Kurbanlarım kesmekle meşgul olacaklarından dolayı bu namazda acele etmek
yararlı, Ramazan bayramında ise aceleyi gerektirecek hiçbir sebeb yok. Bayram
namazlarım tayin konusunda vârid olan hadislerin en iyisi Cündüb'ün
hadisidir."
HanefîjHanbelî ve
Şâfiîler yukarıdaki görüşü benimsemişlerdir. Mâlikîler ise, her iki bayram
namazının da güneş bir mızrak boyu olunca kılınmasının evlâ olduğunu söylerler.[312]
1136.
...Ümmü Atiyye (r.anhâ)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) bize
bayram günü (namazı) perde ehli genç kızları (da) çıkarmamazı emretti.
Kendisine:
Hayız olanlar (ne
yapacak)? denilince;
"Onlar da (çıksınlar
da) hayr'a ve müslümanların dualarında hazır bulunsunlar" buyurdu. Bir
kadın Efendimize:
Ya Resûlallah! Eğer
bizden birisinin elbisesi yoksa ne yapsın? diye sordu. Resûlullah:
"Arkadaşı,
elbiselerinden birisini ona (emaneten) giydirsin” karşılığım verdi.[313]
Hadis-i şerif
metnindeki "Perde ehli genç kızlar” diye terceme ettiğimiz ifâdesindeki (el-Hudr) kelimesinin çoğuludur.
Evin bir köşesinde bakire kızlar için perdelerle ayrılmış bölüme denir.
"Perde ehli
hanımlar"dan maksat, çokça bu bölmelerde bulunan evine kapanmış iffetli
hanımlardır.
Hadisin diğer
kitaplardaki rivayetlerinde Efendimizin bayram namazına çıkartılmalarını
emrettiği kadınlar arasında buradakine ilâveten, bakireler, evlenme çağı
geldiği halde henüz evlenmemiş genç kızlar ve hayızlılar da yer almaktadır.
Yine bazı rivayetlerde hayızhlarm cemaatten ayrı durmaları, onlarla birlikte
tekbir alıp dualarına hazır olmaları emredümektedir.
Buradaki "bizden
birinin elbisesi yoksa ne yapsın?” sorusu da Müslim ve Tirmizî'de; "Bizden
birinin cilbâbı (feracesi, çarşafı) yoksa...” şeklinde ifâde edilmiştir. Diğer
bazı rivayetlerde anlaşıldığına göre, bu soruyu soran kadın bizzat Ümmü
Atiyye'nin kendisidir.
Metinden de
anlaşıldığı gibi, hayızh kadınların da cemaate iştirak edip namaz haricindeki
ibâdetlere katılmaları tavsiye edilmektedir. Bu ibâdetler, dua ve tekbir gibi
zikir ve senalardır.
Hadis-i şerifden
kadınların bayram namazlarına gitmelerinin meşru olduğu anlaşılmaktadır.
Konunun tafsilâtı bu babm son hadisinin açıklamasında gelecektir.[314]
1137.
...Eyyûb, Muhammed'den; O da, Ümmü Atiyye'den bir önceki hadisi rivayet
etmişlerdir. (Öncekinden farklı olarak Muhammed) elbise konusuna hiç değinmeden
şöyle demiştir: "Hayızhlar müslümanların namazgahından ayrı
dururlardı."
Eyyûb Hafsa'dan; Hafsa
bir kadından; o da bir başka kadından rivayetle şunları söylemiştir: "Ya
Resûlallah!... denildi." Muhammed burada elbise (bulamayanlar) konusunda
Musa hadisinin mânâsını zikretti.[315]
Aslında bu rivayet
öncekinden pek farklı değil. Onu
Muhammed'den Hişâm rivayet ettiği halde bunu Eyyûb nakletmiştir. Metinden de
anlaşılacağı gibi Eyyûb'un bu rivayetinde elbisesi olmayan kadınlarla ilgili
bölüm yer almamış, fazla olarak hayızlı kadınların müsallâ'dan ayrı duracakları
bildirilmiştir.
Yine metinden
anlıyoruz ki, Eyyûb bu hadisi bir de Hafsa'dan işitmiş, Hafsa ise, adını
vermediği kadınlardan nakletmiştir. Hatsa'mn rivayetinde elbise konusunda,
babın ilk hadisi olan Mûsâ b. İsmail hadisinde söylenilenler, mânâ olarak
nakledilmiştir.
Hafsa'nın rivayetini,
Buhârî ve Beyhakî tahric etmişlerdir. Oralardan ve bir sonraki rivayetten bu
hanımın Hafsa bint Şîrîn olduğunu anlıyoruz. Hafsa'nın rivayetinde ismi
verilmeyen sahâbî hanım, Ümmü Atiyye'dir. Bundan sonra gelecek olan rivayette
haberi Hafsa'nın Ümmü Atiyye'den aldığına işaret edilmiş, aralarında başka bir
kadından söz edilmemiştir.[316]
1138.
...Hafsa bint Şîrîn, Ümmü Atiyye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Biz bununla (yukarıdaki hadiste bildirilen haberle) em-rolunduk. Hayızlı
kadınlar cemaatin arkasında dururlar onlarla birlikte tekbir alırlardı.”[317]
Bu rivayet aynı
senetle Müslim'de de şu ifadelerle yer almıştır: "Biz bayramlarda örtülü
hanımlar ve bakire kız larla birlikte (musallaya) çıkmakla emrolunurduk.
Hayızlı hanımlar da çıkarlar fakat cemaatin gerisinde dururlar ve onlarla
beraber tekbir alırlardı."[318]
Müellif aralarındaki
ufak tefek farklılıklardan ötürü bu rivayetleri ayrı ayrı hadisler halinde
rivayet etmiştir.[319]
1139.
...Ümmü Atiyye (r.anhâ)den rivayet edildiğine göre;
Resûlullah (s.a.)
Medine'ye gelince, Ensânn kadınlarını bir evde toplayıp Ömer b. el-Hattâb'ı
gönderdi. Ömer (r.a.) kapının yanında durup bize selâm verdi. Biz de selâmına
mukabele ettik. Ömer sonra:
Ben size Resûlullah'ın
elçisiyim... dedi. Ve bize evlenme çağına gelen genç kızlar ve hayızhlarla
birlikte iki bayrama çıkmamızı, cumaya ise gitmememizi emretti. Cenazelerin
peşinde gitmemizi de yasakladı.[320]
Tarihi gerçeklerin
gösterdiğine göre, hadis-i şerifte bahsedilen hâdise Mekke Fethi'nden sonra
olmuştur. Buna göre Hz. Peygamber'in Medine'ye gelmesinden murad Mekke
Fethi'nden sonra Medine'ye teşrifleridir. Çünkü bu hâdise ile alakası olan
"Ey Nebi! Mü'min kadınlar sana biat etmeye geldikleri zaman..."[321]
âyet-i kerimesi Mekke Fethi esnasında nazil olmuştur.
Süyûtî'nin
bildirdiğine göre, Hz. Peygamber bu âyetin nüzulü üzerine Safa tepesine çıkıp
erkeklerden, Ömer de tepenin dibinde kadınlardan biat almıştır. Resül-i Ekrem
Medine'ye döndüklerinde kadınların bir evde toplanmalarını emretmiş ve onlara
Hz. Ömer'i göndermiştir. Üzerinde durduğumuz rivayete göre, Efendimiz, Ömer
(r.a.) vasıtasıyla kadınlara hayızlı olanlar ve genç kızlar da dahil bayram
namazlarına gelmelerini, cumaya ise, gelmemelerini emretmiş. Cenazelerin
peşinden gitmekten de onları men etmiştir. Başka rivayetlerde bu emri
Efendimizin Hz. Ömer aracılığı olmadan bizzat verdiği bildirilmektedir.
Hadis-i şerifteki
el-uttek kelimesi el-âtik'in cem'idir. Müslim ve Tirmizî'deki rivayetlerde
el-Avâtik şeklinde vârid olmuştur.
el-Atik: Genç kız
demektir. Lügat âlimleri bu kelimenin, "henüz bâliğa olmuş kız, genç kız,
bulûğ çağına yaklaşmış kız, evlenme çağma geldiği halde henüz evlenmemiş
kız" mânâlarına kullanıldığını söylerler.
Bu babın tüm hadisleri
genç-ihtiyar, evli-bekâr, hayızlı ve temiz farkı gözetmeden bütün kadınların
bayram namazına çıkmalarının meşru olduğunu göstermektedir. Ancak hayızlı
olanlar, namaz kılmazlar. Yalnız bu cevazın fitne korkusu olmaması şartı ile
kayıtlı olması gerekir.
İslâm fakihleri
kadınların bayram namazına çıkmaları konusunda ihtilâf etmişlerdir:
Şaiiîlere göre, genç
ve güzel kadınların dışındakilerin musallaya çıkmaları müstehabtır. Genç ve
güzel kadınların çıkmaları ise, mekruhtur. İmam Şafiî, el-Ümm adındaki
eserinde: "İhtiyarların ve gösterişli olmayan kadınların namazlara ve
bayramlara çıkmasını müstehab görürüm" der.
Hanbelîlere göre,
süslenmemeleri, koku sürünmemeleri ve güzel elbiselerini giymemeleri kaydıyla,
bütün kadınların bayrama gitmeleri caizdir.
Mâli kilere göre,
erkeklerin rağbet etmeyeceği çağa gelen kadınların bayrama, cuma ve diğer
namazlara, yağmur duasına çıkmaları caizdir. Gençlerin çıkmaları caiz
değildir.
Sevrî, İbnuM-Mübârek,
Hanefîlerden Ebû Yûsuf'a ve Mâlik'ten bir rivayete göre, tüm kadınların bayram
namazına gitmeleri mekruhtur. İbn Kudâme, Nehaî ve Yahya b. Saîd'in de bu
görüşte olduğunu nakleder.
Hanefîlerin mezheb
görüşü İhnu'l-Humâm'ın ifâdesine göre şöyledir: İhtiyar kadınlar bayram
namazlarına gidebilirler, gençler gidemez.
Mirkât'de "en mutedil
görüş budur. Ancak ihtiyarların da erkekler tarafından arzu edilenlerden
olmamaları lâzımdır. Ayrıca kocalarının izni olması ve fitne korkusunun
olmaması gerekir.Bu da erkeklerle karışık olmamaları, koku sürünmemeleri,ziynet
takınmamaları ve tam örtünmüş olmaları ile mümkündür" denilmektedir.
Bu babın hadisleri
erkekler için bayram namazının vâcib olduğunu göstermektedirler. Zira özür
olmaması hâlinde kadınların bayram için musallaya gitmelerine bu derece teşvik
edilmeleri, erkeklerin öncelikle bu işle me'mur olduğunu gösterir. Çünkü camiye
gitmek namaza vesiledir. Vesilenin vâcib olması vesile olunan şeyin de vâcib
olmasını gerektirir.
Hanefîler, bu namazın
vâcib olduğunu söylerken, Kevser Süresini de delil alırlar. Bu suredeki
"namaz kıl" emrinden maksadın, "bayram namazı" olduğunu
söylerler. "Kendisine cuma namazı farz olanlara bayram namazı
vâcibtir" derler.
Hanbelîlere göre, bu
namaz erkekler için farz-ı kifâycdir. Bu konuda vârid olan hadislere ilâveten,
Kevser Sûresi'ne de dayanırlar.
Hanefî ve Hanbeiîlerin
dışındakiler ise, bayram namazının sünnet-ı müekkede olduğunu söylerler.
Delilleri kitâbü's-salât'ın başında vârid olan Necid'li ile ilgili hadistir.[322] Hz.
Peygamberin beş vakit namazı söylemesinden sonra, Necid'linin "başka yok
mu?" sorusuna ResÛlullah'ın, "hayır ama nafile kılarsan
müstesna" buyurmasının beş vaktin haricinde farz veya vâcib namazın
bulunmadığını gösterdiğini söylerler. ,
Hanefî ve Hanbeliler
buna şu cevabı verirler: Necidli çölde yaşıyordu. Çöldeki bir kimseye bayram
vâcib olmadığı için Hz. Peygamber ona bayram namazım farzlar arasında
saymamıştır.
Ravdatü'n-Nediyye'de
bu konudaki ihtilâflar sayıldıktan sonra, doğrusu vâcib olduğudur
denilmektedir. Hz. Peygamberin hiç ihmal etmeden devam etmesi yanında, Müslümanların
bu namaza çıkmak ile emrolunmaları ve Kevser Sûresi bu görüşün sıhhatine delil
sayılmıştır. Ayrıca bayram ile cuma aynı güne rastladıkları takdirde bazı
mezheblere göre bayramın cumayı düşürmesi, onun vücûbuna delâlet eder. Çünkü
vâcib olmayan bir ibadetin farz olan cumayı düşürmesi düşünülemez.[323]
1. Fitne
korkusu olmadığı takdirde süslenmeden ve ziynetsiz olarak kadınların bayram
namazına gitmeleri meşrudur.
2. Bayram
namazı erkekler için vâcibtir.
3. Kadınlar cumaya
gidemezler ve cenazeyi takib edemezler.[324]
1140. ...Ebû
Saîd el-Hudrî (r.a.)den; demiştir ki:
Bir bayram günü Mervân
minberi (musallaya) çıkarıp (üzerinde) namazdan önce hutbe okumaya başladı.
Bir adam kalktı ve;
Ey Mervan, sünnete
muhalefet ettin. Bayram günü minberi çıkardın, halbuki o çıkarılmazdı. Hutbeye
de namazdan önce başladın, dedi.
Ebû Saîd el-Hudrî;
Bu kim? diye sordu.
Falan oğlu falan,
dediler.
Bu adam üzerine düşeni
yaptı. Ben Resûluüah (s.a.)ln, "Bir kötülük gören kimse, eğer onu eli ile
değiştirebilirce eli île değiştirsin. Buna gücü yetmezse, dili ile değiştirsin.
Onu da yapamazsa, kalbi ile (buğz etsin). Ancak bu, imanın en zayıfıdır*'
buyurduğunu işittim dedi.[325]
Buhârî'nin aynı konuda
yine Ebû Saîd el-Hudrî'den yaptığı bir rivayette Kesir b. es-Salt'ın musallaya
kerpiç ve çamurdan bir minber yaptığı, Mervân'ın da bu minbere çıkıp hutbe
irad ettiği bildirilmektedir. Bu rivayete göre, Ebû Saîd buna mani olmak
istemiş fakat Mervân keadisini dinlememiştir.
Görüldüğü gibi
Buhârî'nin rivayetinde musallada inşâ edilmiş bir minber olduğu bildirilirken,
Ebû Dâvûd'da minberin çıkarıldığından bahs edilmektedir. Bu hadisler arasında bir
ihtilâf olduğu izlenimini vermektedir. Ancak Mervân'ın önceleri minberi
dışarıya çıkarttığı halde cemaatin karşı koyması üzerine oraya sabit bir minber
inşâ ettirmiş olması mümkündür.
Burada Mervân'ın
karşısında kalkıp ona yaptığının yanlış olduğunu söyleyen zatın ismi
verilmemiştir. Gerçi Buhârî'deki rivayette bu zâtın bizzat Ebû Saîd el-Hudrî
olduğu anlaşılmaktadır. Fakat Ebû Davud'un rivayetinin siyakından adı
verilmeyen kişinin Ebû Saîd olduğunu anlamak mümkün değildir. O zaman Buhârî'de
bildirilen olay ile üzerinde durduğumuz hadisteki olayın ayrı ayrı zamanlarda
vuku bulmuş olduğuna hükmetmek yerinde olacaktır.
Hadiste haber verilen
olay, Buhârî'nin rivayetinden anladığımıza göre, Mervân'ın Medine valisi olduğu
zaman meydana gelmiştir.
Hadisten anladığımıza
göre, Mervân'ın, "Sen sünnete muhalefet ettin" itirazı ile karşı
karşıya gelmesine sebep iki hareketidir. Bunlardan birincisi, minberi musallaya
çıkarmasıdır. Çünkü daha önceleri bayram namazlarında minber musallaya
çıkartılmazdı.
İkincisi de bayram
hutbesini namazdan önce irad etmiş olmasıdır. Buradan hutbeyi namazdan önce
ilk kez Mervân'ın okuduğu anlaşılmaktadır. Ancak daha önce, Hz. Osman'ın
hutbeyi namaza takdim ettiği de söylenmektedir. İbnu'l-Münzir'in Hasen
el-Basrî'den yaptığı bir rivayete göre, Hz. Osman b. Affân mûtad olduğu üzere
bayram namazını kıldırmış sonra hutbe iradına başlamış, fakat cemaatten
bazılarının namaza yetişemediğini görünce, hutbeyi namazdan önce okumaya
başlamıştır.
Aynî, Hz. Osman'ın
bunu yapmadığını söyler. İmam Şafiî Müsned'in de Abdullah b. Yezid el-Hatmî'den
Resûlullah (s.a.) Ebû Bekir, Ömer ve Osman (r.anhum)'ın hutbeden önce namaz
kıldıklarım, Muâviye gelince, önce hutbe okumaya başladığını rivayet etmiştir.
Bu rivayete göre bayram hutbesini namazdan önce ilk okuyan Muâviye olmuştur.
kadı îyaz, "bir
zatın Mervân'a karşı kalkıp yaptığının sünnete muhalif olduğunu hatırlatması ve
Ebû Said'in, Mervan'ın bu hareketini "münker" olarak değerlendirmesi,
Hz. Peygamber'in sünnetinin ve halifelerin tatbikatının bunun aksi olduğunu
gösterir" der. Bu da namazı hutbeden sonraya ilk bırakanın Hz. Osman
olduğunu bildiren görüşlerin tutarsızlığını gösterir. Gerçekten Hz. Osman'ın
öyle yaptığı kabul edilse bile, onun yaptığı ile Mervan'ın yaptığı bir
tutulamaz. Çünkü Hz. Osman cemaat namaza yetişebilsin diye onların maslahatı
için böyle yapmıştır. Mervan ise, konuşmasını dinletmek için önce hutbe
okumuştur. Zira insanlar namazı kılınca hutbeyi dinlemeden bırakıp
gidiyorlardı. Mervân onun için namazdan önce hutbe okuma yolunu seçmiştir.
Hadiste görüldüğü gibi
Ebû Said el-Hudrî adamın Mervân'a karşı çıkışını görünce, "bu adam
vazifesini yaptı" demiş ve iyiliği emr edip, kötülükten sakındırma
konusunda Hz. Peygamber'den duyduğu bir hadisi nakletmiştir. Kötülüğe engel
olmayı emreden bu hadis, "Kitâbü'l-Melâhim"in 17. babında "Emir
bi'1-ma'rûf ve nehiy an'H-münker" başlığı altında tekrar gelecektir.
İnşaallah orada "emir bi'1-ma'ruf ve nehiy ani'l-münker" konusunda
geniş olarak bilgi verilecektir, burada şu kadarım söyleyelim, görülen bir
kötülüğe engel olma veya insanlara iyiliği emretme farzdır. Bazı âlimler bu
farzın, farz-ı kifâye olduğunu; bazıları ise, farz-ı ayn olduğunu söylerler.
Sahih olan farz-ı kifâye olduğudur.[326]
1. Bayram
namazı için minberi musallaya çıkarmak bıd'attır.
2. Sünnet
olan bayram namazının hutbeden önce kılınmasıdır.
3. Görülen
bir kötülüğe engel olmak müslümanlar üzerine farz-ı kifâyedir. Bunu yapabilecek
tek kişi varsa, ona farz-ı ayn olur.
4. Kötülüğe
mani olmada bütün insanlar aynı durumda değildir.Bazıları bunu elleri ile,
bazıları dilleri ile yapacaktır. Bunlardan birini yapmayan ise, kalbi ile buğz
etmekle iktifa edecektir. Fakat bu, imamın zayıflığına delildir.[327]
1141. ...Câbir
b. Adillah (r.a.)'dan; demiştir ki:
Peygamber (s.a.)
ramazan bayramı günü kalkıp önce namazı kıldırdı, sonra da cemaate hitabede
bulundu. Hutbeyi bitirince inip kadınların yanına geldi. Bilâl'in eline
tutunmuş bir vaziyette kadınlara va'z etti. (Bu esnada) Bilâl elbisesini
yaymıştı. Kadınlar da elbisenin ,üzerine sadaka atıyorlardı. Birisi büyük
yüzüğünü atıyor, diğerleri de (ellerindekini) atıyor, atıyorlar(dı).
Îbn Bekrf kelimesini şeklinde rivayet etmiştir.[328]
Felah: Kadınların
takındıkları büyükçe yüzük demektir.El parmaklarına takılabildiği gibi ayak
parmaklarına da takılabilir. Kaşı olmayan yüzüklere "fetah" diyenler
de vardır.
Hadis-i şerifte ifâde
edildiğine göre, Hz. Peygamber bir ramazan bayramında musallaya çıkmış, önce
bayram namazını kıldırmış daha sonra da hutbe okumuştur. Hutbeyi bitirince,
bulunduğu yerden ayrılmış ve erkeklerden ayrı bir yerde duran kadınların
yanına gelmiştir. Metinde Hz. Peygamberin hutbesini bitirince "inip
kadınların yanına geldiği" tarzında bir ifade kullanıldığı için,
Efendimizin hutbeyi yüksekçe bir yerde (minberde) okuduğu zannedilebilir.
Halbuki başka hadislerde Resûlullah'dan musalladaki bayram hutbelerinde
minbere çıkmayıp ayakta ya da devesine binmiş olduğu halde hutbe irad ettiği
bildirilmektedir. O halde buradaki " = indi" fiilini "olduğu yerden
ayrıldı" ya da "devesinden indi” mânâsında anlamak gerekir.
Hz. Peygamber
kadınların yanına gelince, onlara da bir konuşma yapmıştır. Kadı İyaz,
"bu hitabenin bayram hutbesi esnasında ve hutbeye dahil, ancak, Islâmın
ilk günlerinde ve Resûlullah'a has olduğunu" zannetmiştir. Nevevî ise,
"Hutbeyi bitirince..." ifâdesine dayanarak bu hitabenin bayram
hutbesinden sonra olduğunu söylemiştir. Müslim'deki bir rivayetten anlaşıldığına
göre, Resûlullah (s.a.) bu hitabede kadınlara, çoğunun Cehennem'in yakıtı
olduğunu hatırlatmış ve tasadduk etmelerini yardımda bulunmalarını tavsiye
etmişti. Bunun üzerine kadınlardanbirisi büyük yüzüğünü çıkarıp Bilâl'in
yaydığı elbise üzerine atmış, peşinden diğer kadınlar da ellerinde avuçlarında
ne varsa atmaya başlamışlardır.
Hadis metnindeki
"atıyorlar" fiilinin tekrarlanması kadınların attıklarının sadece
yüzükten ibaret olmadığına işaret sayılmıştır.
Kadınların verdikleri
sadaka, fıtır sadakası değil mutlak manada bağıştır. Müslim'deki bir rivayete
göre râvilerden İbn Cüreyc, Atâ'ya bu bağışın fıtır sadakası olup olmadığım
sormuş, o da, "hayır ama o zaman verilen bir sadaka" demiştir.
Kadınların hemen o anda ellerindekini bağışlamaları, onların kocalarından izin
almadan kendi mallarını tasadduk etmelerinin caiz olduğunu gösterir.[329]
1. Pavram
namazı hutbeden önce kılınır.
2. Kadınlara
va'z etmek onlara dinî hükümleri Öğretmek meşrudur.
3.
Kadınların topluluklarda erkeklerden ayrı bir yerde olmaları gerekir.
4.
Kadınların musallaya çıkmaları caizdir.
5. Kadınların
kendi mallarından, kocalarının iznini almaksızın bağışta bulunmaları caizdir.[330]
1142. ...Ibn
Abbâs (r.anhumâ), Resûlullah (s.a.)'e şehâdet ederek şöyle demiştir:
Peygamber (s.a.)
Ramazan Bayramı günü (musallaya) çıkıp namazı kıldırdı, sonra da hutbe okudu.
Daha sonra yanında Bilâl olduğu halde kadınların yanına geldi.
îbn Kesîr dedi ki:
"Şu'be'nin zanm galibine göre"
Onlara bağışta
bulunmalarını emretti. Kadınlar da (ellerindekini) atmaya başladılar.[331]
Hadis-i şerifin
Müslim'deki rivayetinde îbn Abbas'ın "Resûlullah'a şehâdet etmesi" kendi tabiriyle " =
Resûlullah'a şehâdet ederim ki" şeklinde ifade edilmiştir. Bu rivayette
Hz. Peygamberin bağışta bulunmalarım emretmeleri üzerine kadınların neler
verdiği belirtilmemiştir. Müslim'in rivayetinde ise, "Kadınlar, yüzük,
halka ve (bunun gibi diğer) eşyalarını atmaya başladılar" denilmektedir.
Tercemede tire
arasında verdiğimiz bölümün izahı şudur: Râvilerden İbn Kesir üstadı Şu'be'nin,
"Resûlullah kadınlara bağışta bulunmalarım emretti, onlar da
(ellerindekini) attılar" ifâdesinin metne dahil olup olmadığında şüphe
ettiğini, ancak kanaatinin bu cümlenin de İbn Abbâs'in sözü olduğu yönünde
olduğunu söylemiştir.
Müslim'in rivayeti İbn
Kesîr ve Şu'be kanalıyla olmamakla beraber oradaki metin, Şu'be'nin kanaatinin
isabetli olduğunu göstermektedir. Ebû Dâvûd et-Tayâlisî'nin Müsned'inde aynı
senetle yaptığı rivayette de Efendimizin kadınları bağışta bulunmaya teşvik
ettiği söylenmektedir. Yalnız Tayâlisî'-nin rivayetinde "emretti"
değil de "teşvik etti" ifâdesi kullanılmış, Bilâl'ın de Hz.
Peygamberle beraber olduğuna hiç temas edilmemiştir.[332]
1143.
...Abdulvâris, Eyyûb'dan; o, Atâ'dan; O da İbn Abbâs'tan önceki hadisin mânâsım
rivayet etti. Bu rivayette îbn Abbâs şöyle dedi:
Resûlullah (s.a.)
hutbeyi kadınlara duyuramadığını zannedip yanında Bilâl olduğu halde onlara
doğru yürüdü. Kadınlara va'zetti, bağışta bulunmalarını emretti. Kadınlar da
küpe ve bilezikleri Bilâl'in elbisesine (eteğine) attılar.[333]
1144.
...Hammâd b. Zeyd, Eyyûb'dan; Eyyûb, Atâ'dan; o da İbn Abbâs (r.a.)'dan bu
(önceki) hadisi rivayet etti. Bu rivayette İbn Ab-bâs şöyle dedi:
Kadınlar küpe ve
yüzük(leri) atmaya, Bilâl de onları torbasına doldurmaya başladı. Resûlullah
(s.a.) de onları (toplanan ziynetleri) müslümanların fakirlerine paylaştırdı.[334]
Son üç rivayet
haddizatında aynı hadisin farklı nakilleridir.Her üçünün de ilk üç râvisi aynı
zatlardır. Metinlerde görüldüğü gibi bunlar, sırasıyla İbn Abbâs (r.a.) Atâ ve Eyyûb'tür.
Eyyûb'ten sonraki râvide sened değişmeye başlamıştır. Hadiste Eyyûb'tan sonra
olan zat, ilkinde Şu'be, ikincisinde Abdulvâris sonuncusunda da Hammâd b.
Zeyd'dir. Rivayetlerde, râvilerin yanısıra ifade yönünden de bazı farklılıklar
göze çarpmaktadır. Ancak bu, hükme tesir edecek mâhiyette bir değişiklik
değildir.
Bu babın tüm
hadisleri, bayram namazının hutbeden Önce olduğunu göstermektedir.
Kadı Iyaz;
"Bu,-ulemâ arasında ittifak edilen bir noktadır. Bu konuda imamlar
arasında hiç bir görüş,ayrılığı mevcut değildir. Resûlullah (s.a.)'in ve
Hulefâ-i Râşidîn'in tatbikatı da bu şekildedir" der.
Irakî, "Namazın
hutbeden önce olması bütün ulemânm görüşüdür" derken; İbn Kudâme şunları
söylemiştir: "Bu konuda Benû Ümeyye'nin dışında müslümanlar arasında bir
ihtilâf bilmiyorum. Benû Ümeyye'nin ihtilâfına da itibar edilmez. Çünkü icmâ
onların tatbikatından önce gerçekleşmiştir. Üstelik onların yaptığı sünnete
aykırıdır."
Bu ifâdelerden
anladığımıza göre Ömer, Osman, Îbnu'z-Zübeyr ve Mu-âviye (Allah hepsinden razı
olsun)'den namazdan önce hutbe okuduklarına dair yapılan rivayetler sahih
değildir. Bunların sahih olduğu farz edilse bile bu, Resûlullah (s.a.)'ın
devamlı tatbikatı karşısında bir şey ifade etmez.
Namazdan önce hutbe
okunması takdirinde bu namazın sahih olup olmadığında İslâm mezhepleri hem
fikirdeğüdir.
Hanbelî ve Şâfiîlere
göre, namazdan önce hutbe okunmuşsa bu yeterli değildir. Namazdan sonra
hutbenin iade edilmesi gerekir.
Malikîlere göre önce
okunan hutbe bayram hutbesi sayılır. Ancak namazdan sonra tekrarlanması
mendub, (bazılarına göre) sünnettir.
Hanefîlere göre, bu
hutbe kerahetle beraber bayram hutbesidir. İadesi gerekmez.
Bayram hutbeleri de
aynen cuma hutbesi gibi iki hutbeden ibarettir. Cuma hutbesinde rükün olanlar,
bunda da rükün; şart olanlar bunda da şarttır. Ancak cuma hutbesine
"hamd" ile başlamak sünnet olduğu halde, bayram hutbesine
"tekbir"le başlamak sünnettir. Ancak bu konuda ihtilâf vardır. Bazı
âlimler, bayram hutbesindeki tekbirler konusunda vârid olan hadislerin, Efendimizin
hutbe esnasında bol bol tekbir getirdiğine işaret ettiğini, bunun hutbeye
tekbirle başlamaya delil olmadığını söylerler. Bunlar kendisine hamd ile
başlanmayan işlerin sonunun gelmediğini bildiren hadislere de bakarak, bayram
hutbesine de hamdele ile başlamanın sünnet olduğunu söylerler.
Zâdü'l-Meâd'de şöyle
deniliyor: "Resûlullah (s.a.) bütün hutbelerine Allah'a ham ederek
başlardı. Onun bayram hutbelerine tekbirle başladığına delâlet eden hiçbir
hadis sahih değildir. İbn Mâce'nin Resûlullah'm müezzini Sa'd'den yaptığı
rivayette Efendimizin hutbe esnasında bol bol tekbir getirdiği
bildirilmektedir, pakat bu fahr-i kâinatın hutbeye tekbirle başladığını
göstermez..."
İbnü'l-Kayyim devamla
Şeyhülislam Takiyüddin'in de bütün hutbelere hamd ile başlamanın sünnet
olduğunu nakletmiştir. Ancak dört mezheb ulemâsına göre bayram hutbelerine
tekbirle başlamak sünnettir. Beyhakî ve İbn Ebî Şeybe tabiûndan Ubeydullah b.
Abdillah b. Utbe'nin, Bayram hutbelerinden birincisine dokuz, ikincisine de
yedi tekbirle başlamanın sünnet olduğunu söylediklerini nakletmişlerdir.
Cuma hutbesinden
farklı olarak, bayram hutbesinden önce ezan da mevcut değildir.[335]
1145.
...Yezid-b. el-Berâ, babası (el-Berâ)'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Bayram günü Resûlullah (s.a.)'a bir yay verildi. Efendimiz ona yaslanarak
(cemaate) hitab etti.[336]
Metindeki "( -
verildi)" kelimesi, bazı nüshalarda burada olduğu gibi tef'îl babından
mazi mechûl olarak, bazılarında da müfaale babından mazi meçhul olarak iki vav
i!e şeklinde sabit olmuştur. Kâmus'daki ifadeye göre her ikisi de
"verildi" manasınadır. Hadiste bahsi geçen bayram, Ahrned'in bir
rivayetinden anlaşıldığına göre, kurban bayramıdır. Bu hadis Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde bir defa buradaki gibi kısa olarak, bir defa da daha uzun bir
şekilde geçmektedir. Uzun olanında bu bayramın kurban bayramı olduğu
bildirilmektedir. O gün Efendimiz, bayram gününün ilk ibâdetinin namaz olduğunu
söylemiş, namazı kıldırmış daha sonra da kalkıp eline verilen yaya veya
bastona dayanarak (yaslanıp) hutbe irad etmiştir. Hutbe'ye Allah'a hamd-ü sena
ile başlamış, cemaate bazı şeyleri emredip, bazılarından men etmiş, namazdan
önce kesilenlerin etlik olduğunu, kurbanın namazdan sonra kesilmesi gerektiğini
hatırlatmıştır. Rivayette beyân edildiğine göre, Peygamber Efendimiz, kendisine
sorulan bir soruyu cevapladıktan sonra, Bilâl'le birlikte kadınların bulunduğu
tarafa gelip onları bağış yapmaya teşvik etmiş ve onlar da çeşitli
mücevherlerini tasadduk etmişlerdir.[337]
Bu hadis bayram
hutbelerinde "yay"a yaslanarak hutbe ırad etmenin caiz olduğuna
delalet eder.[338]
1146. ...Abdurrahman
b. abis dedi ki: Bir adam, İbn Abbâs (r.a.)'a:
Resûlullah (s.a.) ile
birlikte bayram namazında bulundun mu? diye sordu. İbn Abbâs şu karşılığı
verdi:
Evet, ama eğer onun
yanındaki mevkim olmasaydı, küçük olduğum için buna şahit olamazdım. Hz.
peygamber (s.a.) Kesîr b. es-Sait'in evinin yanındaki işarete gelip namazı
kıldırdı, sonra hutbe okudu.
İbn Abbâs ezan ve
kameti anmadı. Daha sonra sadaka vermelerini emretti. Bunun üzerine kadınlar
kulaklarını ve boğazlarım işaret etmeye başladılar. Efendimiz Bilâl'e emretti,
o da kadınların yanına gidip onların verdiklerini topladı ve Nebî sallellahü
aleyhi ve sellem'-in yanına döndü.[339]
Hadisin Buhârî'deki
rivayetinde bazı farklılıklar göze çarpmaktadır. İbn Abbâs'ın burada şeklindeki
sözü Buhârî'de ibaresi ile ifade edilmiştir. Ancak her iki ifâde aynı manaya
gelmektedir. Yine Buhârî'de buradakinden farklı olarak Hz. Peygamber'in
Bilâl'le birlikte kadınların yanma gelip onları sadaka vermeye teşvik ettiği
bildirilmektedir. Bu rivayet bundan önceki babta geçen rivayetlere de uygun
düşmektedir. Ebu Davud'un rivayetinden ise, Resûlullah'ın kadınlara hutbe irad
ettiği yerden bağışta bulunmalarını emrettiği, kendisi kadınların yanına
gitmeden Bilâl'i gönderip onların verdiklerini toplattığı anlaşılmaktadır.
Buna göre hadisler arasında bir tezat olduğu ortaya çıkıyor. Bu farklı
rivayetlerin arasını birleştirme sadedinde şunlar söylenmiştir: "Bilâl'le
Resûlullah beraberce kadınların yanma kadar gelmişler. Resûlullah onlara va'z
edip bağışta bulunmalarını emretmiş, bunun üzerine kadınların bazıları tasaddukta
bulunmuştur. Efendimiz Bilâl'i diğer kadınların yanına göndermiş o da gidip
onların verdiklerini toplamış ve Hz. peygamber'in yanına dönmüştür."
Görüldüğü gibi bu
şekilde düşünüldüğü takdirde hadisler arasında var gibi görünen ihtilâf ortadan
kalkmış olur.
Hadis-i şerifte işaret
edilen soruyu İbn Abbâs'a soran şahsın ismi hiç bir rivayette belirtilmemiştir.
Hz. Peygamber'in
bayram namazım kıldığı yer Kesîr b. es-Salt'ın evinin yanındadır. Bu ifâdeden,
Kesîr b. es-Salt'ın evinin Resûlullah zamanında mevcut olduğu zannedilebilir.
Ama gerçek bu değildir. Kesîr b. es-Salt tabiûnun büyüklerindendir. Asıl adı
Kalîl (az) idi. Hz. Ömer bu ismi değiştirip Kesîr (çok) adını verdi. Bu zât,
kardeşleri ile birlikte Medine'ye gelip yerleşti ve Resûlullah'ın musallasının
yanına ev yaptı. Rivayetin vârid olduğu zamanda bu ev mecut olduğu için, İbn
Abbâs namazgahı tarif ederken onun evine işaret etmiştir. Bu şahsın evinin
yanındaki Efendimizin namaz kıldığı meydanda bir işaret (alem) vardı. Onun için
îbn Abbâs, "Resûlullah, Kesîr b. es-Salt*ın evinin yanındaki işarete
geldi" demiştir.
Hadis-i şerifteki
Resûlullah'ın kadınları sadaka vermeye teşvik edip onların da küpe, yüzük gibi
zinetlerini verdiklerini konu alan bölümü ile ilgili açıklama bundan önceki
konuda geçmiştir.
Hadisin konu ile
alâkası, İbn Abbâs'ın, Resûlullah'ın namazını anlatır-Jcen ezan ve kametten
bahsetmeyişidir. Bu noktaya metinde bir parantez cümlesi ile iki tire arasında
dikkat çekilmiştir. Ulema görüşlerine bu babın son hadisinin açıklamasında yer verilecektir.[340]
1147. ...Tâvûs'un
îbn Abbâs'tan rivayet ettiğine göre;
Resûlullah (s.a.) Ebü
Bekir, Ömer veya Osman (r.anhüm) bayram namazım ezansız ve ikâmetsiz
kil(dır)mışlardır. Buradaki ("Ömer veya Osman" ifadesindeki) şek,
Yahya'ya aittir.[341]
Hadisin İbn Mâce'deki
rivayetinde Yahya'nın şüphesinden bahsedilmemektedir.
Önceki hadisten farklı
olarak bu rivayette îbn Abbas (r.a.) bayram namazında ezan ve ikâmetin
olmadığım açıkça ifâde etmiştir.[342]
1148. ...Câbir
b. Semure (r.a.)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) ile
birlikte ezansız ve kâmetsiz olarak defalarca bayram namazı kıldım."[343]
Bu bâbm ilk hadisi
zımnen, diğerleri de açıkça bayram namazlarında ezan ve ikâmetin olmadığım
göstermektedir.
Irakî; "Bütün ulemânın
ameli bu şekildedir"; îbn Kudâme de; "bu konuda önemli bir ihtilâf
bilmiyoruz" derler.
İmam Mâlik'in
Muvatta'ındaki şu sözleri de bayramlarda ezan ve kametin olmayışında icmâ
olduğunu bildirmektedir: "Ulemânın çoğundan, Resûlullah (s.a.) devrinden
beri bayram namazlarında ezan ve kametin olmadığım işittim.”
Irakî, tbn Kudâme ve
îmam Mâlik'ten yaptığımız nakillerden bayramlarda ezan ve kametin olmadığında
icmâ olduğu fikri hasıl olmaktadır. Halbuki bazı devirlerde bayramlarda ezan
okunduğu ve kamet getirildiği bildirilmektedir. Herhalde yukarıda sözlerini
naklettiğimiz âlimler, aksi uygulamayı icmâya zarar verecek nitelikte
bulmamışlardır.
Bayram namazlarında
ezan ve kameti ilk ihdas edenin kim olduğunda ihtilâf edilmiştir. Şafiî'nin
rivayetine göre, bunu ilk ihdas eden Şam'da Mu-âviye; Medine'de de Haccâc
olmuştur. İbnu'z-Zübeyr ve Mervân olduğuna dair rivayetler de vardır.
Hz. Peygamber ve
Hulefa-i Râşidîn'den gelen rivayetler bu uygulamanın hilafınadır. Ezan ve
kamet ihdas edenlerin dayanağının ne olduğu bilinmemektedir.
Zührf den mürsel
olarak yapılan bir rivayette Resûlullah (s.a.)'in müezzinine “namaz
toplayıcıdır" demesini emrettiği rivayet edilmiştir. Ancak Nevevî bunun
zayıf olduğunu söylemiştir. Bu sözün küsûf namazına kıyâsen söylenilmesi
gerektiği görüşündekilere de itibar edilmemiştir. "Çünkü kıyasa ancak
nassın olmadığı yerde gidilebilir, halbuki Efendimizin hiç bir şey söylenmeden
namaza durduğuna dair bir çok hadis vârid olmuştur" denilmektedir.
İbnu'I-Kayyım Zâdu'l-Me'ad'de, "Resûlullah musallaya gelince ezansız
kametsiz ve denmeden namaza dururdu. Sünnet olan bunlardan hiçbirinin
yapılmamasıdır" der.[344]
1149. ...Âişe
(r.anhâ)dan rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (s.a.)
Ramazan ve Kurban bayramlarında birinci rekâtte yedi, ikinci rekâtte de beş
defa tekbir alırdı.[345]
Hadis-i şerif ramazan
ve kurban bayramı namazlarının birinci rekatlarında yedi, ikincilerinde de beş
tekbirin olduğuna delildir. Bu görüş, Ömer, Ali Ebû Hureyre, Ebû Saîd el-Hudrt,
Câbir, İbn Ömer, İbn Abbâs ve Hz. Âişe'den (Allah hepsinden razı oîsun) rivayet
edilmiştir. Medine'li "fukaha-i seb'a" (yedi fakih)[346]
Ömer b. Abdilaziz, Zührî, Mekhûl, Mâlik, Evzaî, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve
îshâk'in mezhebi de budur. Bunlara göre bu tekbirler sünnettir.
Hanefî!ere göre bayram
namazlarının her iki rekatinde iftîtâh ve rükû' tekbirlerinden, fazla olarak
üçer tekbir vardır. Bunlara "fcevfiid tekbirleri” denilir, bu tekbirler
vâcibtir. Delilleri Abdurrezzak ve Beyhakî'nin îbn Mes'-üd'dan yaptıkları
rivayet[347] ile Ebû Dâvûd'da gelecek
olan 1153 no'lu hadistir.
Mâlik, Ahmed b. Hanbel
ve Muzenî, ilk rekatte iftitah tekbiriyle birlikte yedi tekbir, ikincisinde
ise, kıyam (ayağa kalkış) tekbirinin dışında beş tekbir olduğunu söylerler.
Şafiî, Evzaî e, İshâk'a göre ise, ilk rekatteki yedi sayısına iftitah,
ikincideki beşe de kıyam tekbirleri dahil değildir. Dârekutoı'nin Arnr b.
Şuayb'in dedesinden yaptığı şu rivayet sonrakilerin görüşünü te'yid etmektedir:
"Resûlullah (s.a.) ramazan ve kurban bayramlarında iftitah tekbiri hâriç
ilk rekatte yedi, ikincisinde beş olmak üzere on iki defa tekbir aldı."[348]
1. Bayram
namazlarına has bazı tekbirler vardır.
2. Bu
tekbirlerin adedi, İIk rekatte yedi, ikincisinde beş olmak üzere on ikidir.[349]
1150.
...Hâlid b. Yezid, İbn Şihâb'dan önceki hadisi aynı isnâd ile ve aynı mânâda
rivayet etmiştir.
(Râvîlerden İün Vehb
bu rivayette;) "Rükû tekbirlerinden başka..." (kaydının olduğunu)
söyledi.[350]
Görüldüğü gibi bu rivayeti
İbn Şihâb'dan nakleden şahıs Hâlid b. Yezîd'dir. Öncekim ise, Ukaiy rivayet
etmiştir. Îbn Şihâb'dan önceki Urve ve Âişe (r.anhâ) her iki rivayette de
mevcuttur. Bu rivayette, öncekinden farklı olarak, bayram namazının
ilk'rekatindeki yedi ve son rekatindeki beş tekbire rükû' tekbirlerinin dahil
olmadığı belirtilmektedir. Bu ilâvenin İbn Vehb'e ait olduğu söylenmiştir.
Şevkânî, bu hadisin
râvîlerinden İbn Lehîa'nın zayıf olduğunu söyler. Tirmizî de İlerinde,
Buhârî'nin bu hadisi zayıf saydığını zikretmiştir.[351]
1151.
...Abdullah b. Amr b. el-âs (r.a.)Men; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle
buyurdu:
"Ramazan
bayramında tekbir ilk rekatte yedi, son rekatte de beş'tir.Her ikisinde de
kıraat tekbirlerden sonradır.”[352]
Hadis-i şerif bayram
namazında kıraatin her iki rekatte de tekbirlerden sonra olduğuna delâlet
etmektedir. Şafiî Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'in mezhepleri budur. Irakî, ulemânın
çoğunun bu görüşte olduğunu söyler. Tirmizî'nin Kesîr b. Abdillah'm
dedesinden, Beyhakî'nin de Amr b. Hafs'ın dedelerinden ve İbn Ömer'in azatlısı
Nâfi'den yaptıkları, aynı manayı te'yid eden rivayetler de bu görüş
sahiplerinin delillerindendir.
Haneftlere göre ilk
rekatte önce tekbirler alınır, sonra okunur, ikinci rekatte ise, kıraat
tekbirlerden evveldir. Bunların delilleri şu haberlerdir:
Alkâme ve Esved'den
rivayet edilmiştir: Derler ki, "İbn Mes'ud, Hu-zeyfe ve Ebû Mûsâ el-Eş'arî
ile birlikte otururlarken Said b. el-Âs kendilerine ramazan ve kurban
bayramının tekbirlerini sordu, soruyu Huzeyfe, Ebû Musa'nın; Ebû Mûsâ da
Abdullah İbn Abbas'ın cevablamasım isteyip "o hem bizden önce, hem de daha
bilgin" dedi. Bunun üzerine soru Abdullah'a yöneltildi, o da; "(ilk
rekatte) önce dört defa tekbir alır, sonra okur ve rii-ku'a eğilir. Bilâhere ikinci
rekate kalkıp kıraati tamamlar sonra da dört defa tekbir alır"
dedi."[353]
Sâid b. el-âs, kurban
bayramından önce Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Mûsâ ve Ebû Mes'ûd el-Ensâri'ye haber
gönderip tekbirleri sordu. Ebû Mûsâ ve Ebû Mes'ûd soruyu Abdullah'ın
cevaplandırması için işaret ettiler. Abdullah da şu cevabı verdi:
"Kalkar, dört defa tekbir alır, sonra okur, okuma bitince beşinci
tekbirde rüku'a eğilir. İkinci rekatte kalktığında önce okur sonra dört kere
tekbir alır, dördüncü tekbirde rüku'a eğilir."[354]
Bu rivayetler, kıraatin
zamanını tayin bakımından olduğu kadar, tekbirlerin adedi bakımından da
Hanefîlerin delillerindendir. Bu ilk rekatteki tekbirlere iftitah tekbiri,
ikincidekine de rükû' tekbiri dahildir. Buna göre zâid tekbirlerin adedi her
iki rekatte de üç olmuştur.
Hanefî ve Mâlikîlere
göre, bu tekbirler peşi peşine söylenir. Arada başka bir zikir yoktur.
Zadü'l-Meâd'de, "Resûlullah her tekbir arasında kısa bir sekte yapardı.
Onun buralarda okuduğu bir zikir sabit değildir. Ancak İbn Mes'ud'dan onun
tekbir aralarında hamd-ü sena ettiği rivayet edilmiştir" der.
Ahmed b. Hanbel'e göre
tekbirler arasında şöyle denilir:
Şâfiîlere göre de
tekbirler arasında şu zikir okunur:
Bazı Şafiîler ise,
tekbirler arasında denileceğini söylerler.[355]
1. Bayram
namazlarında, diğer namazlardan farklı olarak birinci rekatta yedi, ikinci
rekatta beş olmak üzere toplam on iki tekbir vardır.
2. Bayramın
her iki rekâtinde kıraat tekbirlerden sonradır. Her iki madde de âlimler
arasında ihtilaflıdır. Bu ihtilâflar yukarıda beyân edilmiştir.[356]
1152. ...Amr
b. Şuayb, babası vasıtasıyla dedesinden rivayet ettiğine göre;
Nebi (s.a.) Ramazan
bayramı namazında ilk rekatta yedi defa tekbir alır, sonra okur, sonra yine tekbir
alır (rüku'a eğilir)di. îkinci rek'ate kalktığında ise önce dört kere tekbir
ahr, sonra okur, daha sonra da rükû'a varırdı.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi Veki’ ve İbnü'l-Mübârek de rivayet ettiler ve rivayetlerinde, ('yedi ve
dört" yerine) "yedi ve beş" dediler.[357]
Bu hadis Hanefîlerin
dışındaki mezheplerin görüşleri istikâmetinde görünmektedir. Ancak iki
rekattaki tekbir adedinin beş değil dört olduğu bildirilmektedir. Halbuki daha
önce geçen hadislerde ikinci rekattaki tekbir adedi beş olarak belirtilmiştir.
Ebû Davud'un
tâ'likinde Veki' ve Îbnu'l-Mübârek'in de ikinci rekatta beş tekbir olduğunu
rivayet ettikleri anlaşılıyor. Müellif bu ta'liki önceki rivayetin za'fına
işaret etmek için getirmiştir.[358]
1153. ...Fbû
Hüreyre'nin meclis arkadaşı Ebû Aişe'nin dediğine göre; Said b. el-as, Ebû Mûsâ
el-Eş'arî ve Huzeyfe b. el-Yemân'a, Re-sûlullah (s.a.)'in kurban ve ramazan
bayramlarında nasıl tekbir aldığını sordu. Ebû Müsâ şu cevabı verdi:
Cenaze namazmdaki
tekbir gibi dört defa tekbir alırdı. Bunun üzerine Huzeyfe:
(Ebû Mûsâ) doğru
söyledi, dedi.
Bunun üzerine Ebü Mûsâ
şöyle dedi: "Ben Basra'da (vali) iken aynen bu şekilde tekbir
alırdım."
Ebû Âişe, "Bu (bu
konuşma olurken) ben de Said b. el-as'ın yanında idim" der.[359]
Bu hadis-i şerif,
bayram namazlarındaki zaid tekbirlerin, her iki rekatte üçerden altı olduğunu
söyleyen Hanefîlerin delilleri arasındadır. Daha evvel de işaret edildiği gibi,
bu adede birinci rekatta iftitab, ikincisinde de rükû tekbirleri ilâve edilerek
tekbir sayısının dörder olduğu söylenir. îbn Mes'ûd, Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Ebû
Mes'ûd el-Ensârî ve es-Sevrî bu görüştedirler.
Hanefîîere karşı
görüşte olanlar senetteki Abdurrahmân b. Sevbân'ın zayıf, Ebû Âişe'nin de
mechûl olduğunu söyleyerek bu hadisin hüccet olamayacağını söylerler. Yahya b.
Ma'în ve Ahmed b. Hanbel Abdurrahmân b. Sevbân'ın zayıf olduğunu
söyleyenlerdendir.
Buna mukabil
Hanefîler, adı geçen zatın birçok âlim tarafından tezkiye edildiğini,
dolayısıyla rivayetinin hüccet olmasına mani bir durum olmadığını söylerler.
Bu mezhep sâliklerinin, Abdurrahman hakkında söyledikleri şudur; "İbn
Main'in onun hakkındaki sözü istikrarlı değildir. Bazan "zayıf" bazan
da "sâlih" der. Ali b. el-Medinî'nin kendisi hakkındaki görüşü iyidir.
Amr b. Ali, "bir kişi hâriç Şamlıların hadisi zayıftır" derken,
Abdur-rahman'ı istisna etmiştir. Osman ed-Dârimî: "Aslında sika, fakat
kadere kurban gitmiş", Ebû Hatim de "sika fakat kadere karıştı.
Hadisi doğru, ömrünün sonunda aklı değişti" derler. Ebû Dâvûd onun
"selim" olduğunu söylemiş Buharî'de kendisinden Edebü'I-Müfred'de
hadis rivayet etmiştir.
1151. Hadisin
açıklamasında işaret edilen Abdurrezzak ve Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan
yaptıkları rivayete ilâveten İbn Ebî Şeybe'nin yine Abdullah'tan tekbirlerin
ilk rekatte beş, ikincide dört olmak üzere dokuz olduğunu bildiren rivayeti ve
Abdurrezzak'ın İbn Abbâs'tan rivayet ettiği aynı manadaki haberi de Hanefîlerin
görüşünü te'yid etmektedir. Bu rivayete göre iftitah ve rükû tekbirleri, bayram
tekbirleri arasında sayılmaktadır.
Hanefîler, görüşlerine
uygun düşmeyen yukarıdaki hadisleri şu bilgilere dayanarak zayıf olduklarını
söylerler:
(1149 no'lu) Hz. Âişe
hadisi hakkında Şevkanî isnadında İbn Lehi'a olduğu için zayıf der. Ebû Hatim
hatâ olduğunu söylerken Tirnıizî İlel'de, Bu-hârî'nin bu hadisi zayıf saydığını
nakleder.
Amr b. Şuayb'in
(1151.) hadisi hakkında da Irakî, "isnadı sahih" demiş, Tirmizî ve
Buhârî'nin bunu sahih saydığını söylemişse de, onu tenkid edenler de olmuştur.
Nasbu'r-râye'de İbnü'l-Kattân'm (mezkûr hadisin râ-vilerinden) Tâifî için,
"Bir cemaat bunu zayıf kabul etti" demiştir. Zehebî,
Mizanü'l-İtidâl'de, "İbn Maîn onun için bir kere biraz sahih başka bir seferde
de zayıf dedi" demekledir. Ayrıca Nesâî de "kuvvetli değil"
tabirini kullanmıştır.
Görüldüğü gibi bu
ifâdeler hadis-i şerifde bir za'f eserinin olduğunu gösterir.
Bu babın hadislerinden
çıkan netice bayram tekbirlerinin adedi hakkı-da iki ayrı rivayet vardır.
Bunlardan birine göre ilk rekatte yedi ikincide beş tekbir vardır. Cumhur bu hadisleri
esas almıştır. Mâlik, Ahmed b. Hanbel ve Müzenî'nin iftitâh tekbirini yedi
adedine dahil saydıklarını Şafiî ve Evzâ-î'ye göre ise, dahi! olmadığını 1149
no'lu hadisin açıklamasında belirtmiştik. Diğer rivayete göre her iki rekatte
de dörder tekbir vardır. Yukarıda da işaret edildiği gibi Hanefîler de bu
rivayeti delil kabul etmişlerdir.
Ancak bayram
tekbirleri konusunda yapılan farklı rivayetler bunlardan ibaret değildir.
Şevkânî yukarıdakilere ilâveten yedi ayrı görüş daha nakletmiştir.
Bunlar:
1. Bayram
tekbirleri her iki rekatta yedişer defadır. Bu, Enes b. Mâlik, Muğîre b. Şu'be,
İbn Abbâs, Saîd b. el-Müseyyeb ve Nehaf den rivayet edilmiştir.
2. İlk
rekatte iftitâh tekbirinden başka ve kıraatten önce altı, ikinci rekatte ise,
kıraatten sonra beş tekbir vardır. Ahmed b. HanbePin iki görüşünden biri
böyledir. Bahr sahibi, îmam Mâlik'in de aynı fikirde olduğunu söyler.
3. İlk
rekatte iftitah tekbirinden ayrı dört, ikincide de dört tekbir vardır.
Muhammed b. Sîrîn'in mezhebi budur. Bu ayrıca Hasen, Mesrûk, Es-ved ve
Şa'bî'den de rivayet edilmiştir. Bahr sahibi aynı görüşü Ibn Mes'ud, Huzeyfe ve
Said b. el-As'dan da nakletmiştir.
4. İlk
rek'atte yedi, ikincide beş tekbir vardır. Ancak cumhurun görüşünden farkh
olarak, birinci rekatte kıraat tekbirlerden sonra, ikincide ise öncedir.
Halbuki ilk görüşe göre, her iki rekatte de tekbirler kıraatten öncedir.
5. Ramazan
ve kurban bayramlarının tekbir adedleri farklıdır. Ramazan bayramında ilk
rekatte altı, ikincide beş olmak üzere on bir tekbir vardır. Kurban bayramının
tüm tekbir sayısı ise, beştir. Bunların üçü birinci ikisi de ikinci rekattedir.
Bu görüş, Ali b. Ebî Tâlib'den nakledilmiştir.
6. Bayramlar
birbirinden farklıdır. Ancak önceki maddeden farklı olarak Ramazan bayramında
on bir, kurban bayramında dokuz tekbir vardır. Bu, Yahya b. Ya'mur'un görüşü
olarak nakledilir.
7.
Tekbirler, yedi + beş olmak üzere on ikidir. Fakat her iki rekatte de kıraatten
sonradır. Müeyyed -billah ve Ebû Tâlib bu görüştedir.
Şevkânî bu görüşleri
verdikten sonra her birinin delillerini ele alır. Bunlardan kimini tenkid
ederken kiminin sıhhatine hükmeder.
Fukaha bayram
tekbirlerinde ellerin kaldırılıp kaldınlmayacağı konusunda ihtilâf halindedir:
Ebû Hanife, Muhammed,
Şafiî ve Hanbelîler, Atâ, Evzâî, İbnu'l-Münzir ve Davud'a göre her tekbirde
eller kaldırılır. Vâil b. Hucr'dan Resûlullah (s.a.)'in her tekbirde ellerini
kaldırdığına dair yapılan rivayet bu görüş sa-hiblerinin delilidir.
Ebû Yûsuf, İbn Ebî
Leylâ ve Sevrî'ye göre eller sadece iftitâh tekbirinde kaldırılır,
diğerlerinde kaldırılmaz. Bu görüş aynı zamanda İmam Mâ-Hk'ten de
nakledilmiştir. Mutarrıf ve İbn Kinâne'nin rivayetlerine göre ise, İmâm Mâlik
tüm tekbirlerde elleri kaldırmanın müstehab olduğu görüşündedir.
Bayram tekbirlerinin
cumhura göre sünnet* Hanefîlere göre vâcib olduğunu daha önce belirtmiştik.
Unutarak tekbirlerin
tamamını veya bir kısmını terk eden kimsenin yapması gereken şey de âlimler
arasında ihtilâf konusu olmuştur:
Şafiî ve Hanbelîlere
göre kıraati bitirinceye kadar tekbirler unutulursa artık tekbir alınmaz, sehv
secdesi de gerekmez.
Mâlikîlere göre, imam
rükû'dan önce tekbir almadığını hatırlarsa geri döner. Tekbirleri alıp kıraati
tekrar eder. Sonunda da sehv secdesi yapar. Rüku'a vardıktan sonra hatırlarsa,
namaza devam eder. Sonunda sehv secdesi yapar.
Hanefîlere göre,
rükû'dan kalkılmadan önce tekbir alınmadığı hatırlanırsa, tekbirler alınır;
rükû'dan kalkıldıktan sonra hatırlanırsa, alınmaz, sonunda sehv secdesi
yapılır. Çünkü vâcib sehven terk edilmiştir.
Bayramlarda namaz
haricînde getirilen tekbirler de vardır. Bunlar her iki bayramda da mezheplere
göre farklılık arz eder.
Kurban bayramında,
Hanefî, Şafiî ve Hanbelîlere göre, arafe gününün sabah namazında başlar, teşrik
günlerinin sonuncusunun (4. bayram günü) ikindi namazında sona erer.
Hanefîlerin mezhebi Ebû Yûsuf ve Muhammed'in görüşüdür. İmam-ı A'zam
tekbirlerin, birinci günün ikindi namazında kesileceğini söyler. Şafiî ve
Mâlikîlerin bu görüşü de ihramda olmayanlar içindir. İhramda olanlar
tekbirlere birinci bayram günü öğle namazını müteakib başlarlar, dördüncü günün
ikindisinde son verirler.
Mâlikîlere göre,
birinci bayram gününün öğle namazında başlanıp dördüncü bayram gününün
sabahında son verilmek üzere on beş vaktin sonunda tekbir getirilir.
Ramazan bayramında
cumhura göre namaza giderken tekbir getirilir. Ali, İbn Ömer, Ebû Ümâme, İbn
Ebî Leylâ, Saîd b. Cübeyr, Ömer b. Abdi-laziz, el-Hakem, Hammâd, Mâlik, îshâk,
Ebû Sevr ve Hanefiler bu görüştedirler. Dârekutnî'nin İbn Ömer'den rivayet
ettiği "Resulü Hah (s.a.) ramazan bayramı günü evinden çıkınca musallaya
kadar tekbir getirirdi'* mealindeki hadis bu görüş sahiblerinin delilidir.
Şafiî ve Hanbelîlere
göre bayram gecesinde güneş batınca tekbire başlanır. Bu aynı zamanda Said b.
el-Müseyyeb, Ebû Seleme, Urve ve Zeyd b. Eslem'in de görüşüdür.
Ramazan bayramı günü
getirilen tekbirlere Mâlikîlere ve Şâfiîlerden bir kavle göre imam namaz için
kalkınca son verilir.
Hanbelîler, İmam
hutbeyi bitirinceye kadar tekbirlere devam edileceği görüşündedirler.
Hanefîlerden iki ayrı rivayet vardır: Birisine göre musallaya varınca son
verilir; ikincisine göre ise, imam namaza duruncaya kadar tekbire devam edilir.
Şâfiîlerin esah kavli de bu merkezdedir.
Ulemânın çoğunluğu bu
tekbirlerin müstehab olduğu görüşündedir. Kurban bayramında getirilen teşrik
tekbirleri Hanefî mezhebinde vâcibtir.
Nevevî, Said b.
el-Müseyyeb, Urve b. ez-Zübeyr ve Dâvûd'dan kurban bayramında getirilen
tekbirlerin müstehab; Ramazan bayramında getirilenin ise vâcib olduğunun
nakledildiğini kaydeder.
Teşrik tekbirlerinin
nasıl getirileceğine dair çeşitli rivayetler vardır. Bunlar:
1. Dârekutnî'nin
Câbir (r.a.)'den naklettiğine göre, Resûl-i Ekrem (s.a.) arefe günü sabah
namazını kılınca ashabına dönüb yerinizden ayrılmayın buyurur ve derdi.
2. Abdurrezzak'ın
sahih bir senetle Selmân'dan nakline göre bunun için Sübülü's-sclâm'da
"rivayetlerin en sahihi" denilmektedir.
3.
Dârekutnî'nin Said b. Ebî Hind'den nakline göre tekbirin metni şudur:
Îbnu'l-Münzir, Ömer ve
İbn Mes'üd'dan tekbirin lâfızlarının olarak nakleder. Sevrî, Ebû
Hanîfe,Muhammed, Ahmed b. Hanbel ve İshâk da bu görüştedirler.
Hakem ve Hammad, bu
konuda belli bir şeyin nakledilmediğini söylerler. Sübülü's-selâm'da ise, bu
konudaki değişik rivayetler hatırlatılarak belirli bir kalıbın şart olmadığına
işaret edilmektedir.
Fukâhanın çoğuna göre,
tekbirlerin sesli alınması müstehabtır. Dârekutnî'nin Nâfi’ vasıtasıyla İbn
Ömer'in bayram namazına giderken tekbiri sesli getirdiğine dair yaptığı
rivayet, bu görüşün delilidir.
Imam-ı A'zam'a göre bu
tekbirlerin gizli olması uygundur. Çünkü bunlar zikirdir. Zikrin gizli olması
efdaldır "Rabbini içinden yalvararak ve korkarak an"[360]
âyet-i kerimesi ve Resûlullah’ın seslice dua eden bir gruba: "Siz sağıra
veya gaibe yakarmıyorsunuz" tarzındaki tarizi İmam-ı A'zam'm görüşüne
delildir.[361]
1154.
...Ubeydullah b. Utbe b. Mes'ûd'dan rivayet edildiğine göre; Ömer b. el-Hattâb
(r.a.) Ebû Vâkid el-Leysiyye[362]
Resûlullah (s.a.)'ın ramazan ve kurban bayramlarında ne okuduğunu sordu. O da
şu cevabı verdi: [363] ve [364]
sûrelerini okurdu.”[365]
Hadisin siyakı, Ömer
b. el-Hattâb, Resûlullah'm bayramlarda ne okuduğunu Ebû Vâkid'a sorduğunda,
Ubeydullah'ın onların yanında olduğunu hissini vermektedir. Ancak Beyhakî ve
Nevevî'nin de dediği gibi Ebû Vâkid, Ömer b. el-Hattâb'ı görmemiştir. Hadis
münka-tı'dır. Fakat Müslim ve Beyhakî'nin diğer bir rivayetinde Ubeydullah b.
Abdullah b. Utbe, hadisi, "Ebû Vâkid’den işittim; şöyle dedi..."
şeklinde rivayet etmiştir. Ubeydullah Ebû Vâkid'i görmüş ve ondan hadis
almıştır. Bunda ihtilâf yoktur. Nevevî, Müslim şerhinde hadisin bu şekildeki
rivayetinin muttaşıl olduğunu söyler. Buna göre hadisin Ebû Dâvûd'daki rivayeti
munkatı; Müslim'deki muttasıldır.
Hz. Ömer'in Ebû
Vâkid'e, hadisdeki soruyu sorması Nevevî'nin ifâdesine göre ya şübhe ettiği
bir şeyin tesbitini istemesi, ya da Resûlullah'ın bayram namazlarında
okuduğunu insanlara bildirme maksadına mebnîdir. Çünkü Fahr-i Kâinat'la beraber
defalarca bayram namazı kılmış olan Hz. Ömer'in namazda okunanı bilmemesi
oldukça zayıf bir ihtimaldir.
Irakî, Hz. Ömer'in bu
sorusunun öğrenme arzusuna mebni olduğuna işaret etmiş ve; "Ömer'in bazı
bayramlarda bulunmaması, o bayramlarda hazır olan Ebî Vâkid'i Efendimizin okuduklarını
sormuş olması muhtemeldir" demiştir.
Hadis-i şerif, Hz.
Peygamber'in bayram namazlarının birinci rekatında Kâf, ikinci rekatında de
Kamer surelerini okuduğunu göstermektedir. Efendimizin bu sûreleri
seçmesindeki hikmet, sûrelerin muhtevası olabilir. Çünkü bu sûrelerde öldükten
sonra dirilmeden, geçmiş ümmetlerin haberlerinden ve Peygamberleri
yalanlayanların helak olmalarından bahsedilmekte, insanların bayrama çıkışları
ba's için çıkışa benzetilmektedir.
Ebû Davud'un Nu'mân b.
Beşîr'den yaptığı bir rivayette Hz. Peygamberin cuma ve bayram namazlarının
birinci rekatinde el-A'lâ ikinci rekatinde de el-öâşiye sûrelerini okuduğu
bildirilmektedir.[366]
Fakat bu, hadisler arasında bir tezâtın olduğunu göstermez. Çünkü Resûlullah'ın
bazı bayramlarda bu hadiste işaret edilen sûreleri, bazılarında da diğerlerini
okuması ve kıraat cehrî olduğu için sahâbîlerin bunu zabtetmeleri caizdir.
Hatta Hz. Peygamber'in bayram namazlarında başka sûreler okuduğuna dâir
rivayetler de vardır. Meselâ, Bezzâr'ın îbn Abbâs'tan yaptığı bir nakilde
Resûlullah'ın bayramlarda en-Nebe' ve eş-Şems sûrelerini okuduğu
söylenmektedir.[367]
1155.
...Abdullah b. es-Sâib'den; demiştir ki:
Resûluüah (s.a.) ile
birlikte bayram namazında bulundum. (Efendimiz) namazı bitirince: "Biz
hutbe irad edeceğiz, hutbe(yi dinlemek) için
oturmak isteyenler otursun, gitmek
isteyenler de gitsinler"
buyurdu.[368]
Ebû Dâvûd şöyle der:
Bu hadis mürseldir (Aslında Ata bu hadisi doğrudan Resûlullah'dan nakletmiştir.)[369]
Hadisin Nesâî'deki
rivayetinin ifâdesi Ayrılıp gitmek isteyen aynisin, hutbe için kalmak isteyen
de kalsın" şeklindedir.
Görüldüğü gibi Hz.
Peygamber namazı kıldıktan sonra cemaati serbest bırakmış, isteyenin okunacak hutbeyi
dinlemek üzere oturup bekleyebileceğini, isteyenin de ayrılıp gidebileceğini
bildirmiştir. Bu bayram hutbesinin farz veya vâcib olmadığına delâlet
etmektedir. Mevcut mezheplerin görüşü de bayram hutbesinin vâcib olmadığı
biçimdedir. Hanefîlere göre bu hutbe sünnettir.
Ebû Davud'un hadisin
sonuna aldığı talikin mânâsı, "doğrusu bu hadisin mürsel olmasıdır.
Sahabînin zikri hatalıdır" demektir. Mevcut rivayete göre Atâ'nm
kendisinden hadis aldığı bildirilen Abdullah b. es-Sâib sahâbidir. Bir hadiste
sahâbî mevcut olursa, bu hadis mürsel olmaz. Buna göre esas rivayetle, Ebû
Davud'un taliki arasında bir farklılık göze çarpmaktadır. Fakat Nesâî ve
Beyhakî'nin nakilleri de hadisin mürsel olduğu tarzındadır. Beyhakî, fbn
Ma'în'in, "FazI b. Mûsâ bu hadisin isnadında hata etmiştir. Bu hadisi Atâ,
Resûlullah'tan mürsel olarak rivayet etmiştir" dediğini nakleder. Nesâî
de sahabiyi zikretmenin hata, doğrusunun hadisin mürsel olduğunu söylemiştir.
Hadis hakkında Nesâî
de; "hadisin vaslı hatâdır. Doğrusu hadis mürseldir" demektedir.[370]
1. Bayram
hutbesi sünnettir.
2. Cemaatten
ışı olanlar bu hutbeyi dinlemeden gidebilirler.[371]
1156. ...İbn
Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.) bayram günü (namaza)
bir yoldan gider, başka bir yoldan dönerdi.[372]
Bu manaya gelen başka
bir rivayeti, Buhâri Câbir'den, Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî de Ebû Hüreyre'den
rivayet etmişlerdir.
Hadis-i şerif, bayram
namazına gidip gelişte ayrı ayrı yolları tercih etmenin müstehab olduğunu
göstermektedir. Bundaki hikmet, camiye gidiş-gelişe, yolların ve sakinlerinin
şahit olmaları, İslâmın şeref ve izzetinin izharı, tâbir caizse kâfirlere
karşı bir gövde gösterisi yapmaktır.
îbn Hâcer, bu
hikmetleri yirmiye kadar çıkarmaktadır. Buhârî şerhleri Fethü'l-Bârî'de ve
Aynî'nin Umdetu'l-Kaari' sinde bu tafsilât mevcuttur.[373]
1157. ...Ebû
Umeyr b. Enes, ashabtan olan amcalarından rivayet ettiğine göre; bir grub
Resûlullah (s.a.)’a bir gün evvel hilâli gördüklerine şahitlik etmeye
geldiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara oruçlarını açmalarını sabah olunca
da musallaya gelmelerini emretti.[375]
Ravi Ebû Umeyr, Enes b.
Mâlik'in oğlu Abdullah'tır. Bu hadisin leh ve aleyhine konuşulmuştur:
Şevkânî, hadise
İbnu's-Seken, İbn Hazm, Hattâbî ve İbn Hacer'in "sahih” dediklerini
söyler.
Nevevî, Hulâsa'da;
"Bu sahih bir hadistir.Ebû Umeyr'in amcaları sahâbidir. Bu bakımdan kendilerinin
bilinmemesi onun sıhhatine mani değildir. Çünkü bütün sahâbiler âdildirler.
Ebû Umeyr'in adı, Abdullah'tır" der.
İbn Abdilber,
"Ebu Umeyr meçhuldür" derken, Hafız Zehebî, "Onun hadisine sahih
diyenler, onu tanıyorlar demektir" ifâdesini kullanmıştır.
Zeylaî de İbn
Kattân'ın bu hadise ihtiyatla bakılması gerektiği görüşünde olduğunu nakleder.
Hadisten anladığımıza
göre Ramazan ayının otuzuncu günü on kişiden daha kalabalık bir grub on kişiden
fazla topluluk demektir), Resûlullah'ın huzuruna gelerek hilâli gördüklerini
söylediler. O gün Medine'de hava kapalı olduğu için, orada hilâl görülmemiş ve
müslümanlar oruç tutmuşlardı. Efendimiz, kendisine gelen haber üzerine cemaate
orucu açmalarını ve ertesi günü sabahleyin bayram namazı için musallaya
gelmelerini emretti. Haber öğleden sonra geldiği için Efendimiz namazı aynı
günde kılmamış, ertesi güne bırakmıştır. İbn Mâce'nin de yine Ebû Umeyr'den
yaptığı rivayet bu mânâyı daha açık olarak ifade etmektedir.
Hadis-i Şerif,
bayramın birinci günü bir özürden ötürü namaz kılınmamışsa ikinci günü zevalden
önce kılınmasının gerekliliğine delildir. Şevkânî'nin bildirdiğine göre, bu Ebû
Hanife ve talebelerinin Evzaî, Sevrî, Ahmed, İshâk, Kasım ve Müeyyed-billah'ın
görüşüdür. Namazın ilk günde kılına-mamasına sebeb olan özrün, hilâlin çıkışım
bilememe veya başka bir şey olması arasında fark yoktur.
Şâfiîlere göre
otuzuncu gün öğleden önce hilâlin görüldüğüne şahitlik yapılırsa, oruç açılır
ve bayram namazı kılınır. Haber öğleden sonra gelirse, yine oruç açılır ve
namaz kaza edilir. Çünkü bunlara göre, vakti belli olan sünnetlerin kazası da
sünnettir.
Mâlik ve Ebû Sevr'e
göre namaz birinci bayram günü zevalden önce kıhnmanıışsa artık ne aynı gün
öğleden sonra ne de ertesi günü kaza edilmez. Çünkü bu namaz, belirli bir
vaktin ibâdetidir. Başka zamanda ifâ edilemez. Aynı görüşü Hattâbî, İmam
Şafiî'den de rivayet etmiştir.
Yine Hattâbî esah olan
görüşün öncekilerin mezhebi olduğunu söyleyerek, "Resûlullah'ın sünnet-i
seniyyesi uyulmaya daha evlâdır. Ebû Umeyr'-in hadisi sahihdir. Öyleyse ona
dönmek vacibtir" demiştir.
Yukarıda Şevkânî'den
naklen İmam-ı A'zam ve talebelerinin, ertesi günü kaza edilmesi konusunda
müttefik olduklarını söylemiştik. Tahâvî ise, ertesi gün kaza edileceği
görüşünün, Ebû Yûsuf'a ait olduğunu İmam-ı Azam'a göre ne aynı gün ne de ertesi
gün kazanın meşru olmadığını söyler. Ancak böyle bile olsa Hanefi mezhebinde
fetva bir özre binaen ramazan bayramında namazın ertesi günü kurban bayramında
ise ikinci ve üçüncü günü kılınabileceği şeklindedir. Bu günlerden daha sonraya
bırakılamaz.[376]
1. Bir şehir
ahalisi hilâli görmese bile dışarıdan gelenlerin gördüklerine dair verilen
habere uyarlar.
2. Hilâlin
görüldüğü öğrenilince, başlanılmış oruç açılır.
3. Hilâlin
görüldüğü öğleden sonra haber verilmişse, bayram namazı ertesi gün kılınır.[377]
1158.
...Bekrb. Mübeşşir el-Ensârî'den[378]
şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Ramazan ve kurban
bayramı günleri Resûlullah'ın ashabı ile birlikte Bethan vadisi yoluyla
musallaya gider. Peygamber (s.a.) ile birlikte namaz kılar yine Bethân
vadisinden evlerimize dönerdik.[379]
Hadisin râvilerinden
îshâk b. Salim meçhul olduğu için bu hadis delil olmaya uygun bulunmamıştır.
Aslında bu hadisin, üzerinde olduğumuz konu ile hiçbir alakası yoktur. Normali
bunun bazı nüshalarda olduğu gibi önceki babda (namaza ayrı ayrı yollardan
gidib gelme konusunda) zikredilmesi idi.
Bu rivayet bayram
namazına gidib gelirken ayrı ayrı yolları takib etmenin vâcib olmadığına, aynı
yoldan gidib gelmenin caiz olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü sahâbîier aynı
yoldan gidib gelmişler Resûlullah (s.a.) da bunu ikrar etmiştir.[380]
1159. ...îbn
Abbâs (r.a.)'den demiştir ki:
Resûlullah ramazan bayramı
günü çıkıp iki rekat namaz kıldı. Bu rekatlerden önce ve sonra hiçbir namaz
kılmadı. Sonra Bilâl ile beraber kadınların yanına gelip onlara bağışta
bulunmalarını emretti. Bunun üzerine kadınlar (halkadan) küpelerini ve
gerdanlıklarını (Bilâl'in eteğine) atmaya başladılar.[381]
Hadis-i şerif bayram
namazından önce ve sonra sünnet bir namazın olmadığını gösterir.
Ulemâ bunda müttefik
olmakla beraber, mutlak manada nafile kılmanın caiz olup olmadığında ihtilâf
etmişlerdir. Bir grub hem namazdan önce hem de sonra nafile kılmanın mekruh
olduğu görüşündedir. İbn Abbâs, İbn Ömer, Ali, İbn Mesûd, Huzeyfe, Câbir,
Seleme b. el-Ekva', İbn Ebî Evfâ, Abduüah b. Muğaffel, Mesrûk, Dahhâk, Kasım,
Salim, Ma'mer, îbn Cü-reyc, Şa'bî ve Ahmed b. Hanbel bunlardandır.
Zührî,
"âlimlerimizden hiçbiri bu ümmetin selefinden bir kimsenin bayramdan önce
ve sonra nafile kıldığını söylemediler" der. Ancak Irakî'nin bildirdiğine
göre Enes, Büreyde b. el-Hasib, Râfi' b. Hadîc, Sehl b. Sa'd, İbrahim en-Nehaî,
Said b. Cübeyr, Esved b. Yezid, Câbir b. Zeyd, Hasen el-Basrî, Said b.
Ebi'l-Hasan, Said b. el-Müseyyeb, Abdurrahman b. Ebî Leylâ, Urve b. Zübeyr,
Alkame, Kasım b. Muhammed ve Mekhûl bayram namazından önce de sonra da nafile
kılmanın caiz olduğu görüşündedirler.
Bazıları ise, namazdan
önce kılınan nafile ile sonra kılınanın arasını ayırmışlar; herbirini ayrı
ayrı hükümler altında ele almışlardır. İbnu'l-Münzir, Mücâhid, Nehzî, Sevrî, ve
ashab-ı re'yin, bayram namazından önce değil de sonra nafile kılmanın cevazına
kail olduklarını nakletmiştir.
Basralılar ise tam
aksine namazdan önce kılmanın caiz, sonra kılmanın ise caiz olmadığı
görüşündedirler.
Şafiîlere göre,
imamdan başkaları için hem namazdan önce hem de sonra nafile kılmakta beis
yoktur. İmamın kılması ise, mekruhtur.
Mâlikîler musalla ile
evin arasını ayırmışlar, musallada hem namazdan önce, hem de sonra nafile
klimaya mekruh, evde kılmaya ise, caiz demişlerdir.
Ha ne filere göre
musallada hem namazdan önce hem de sonra namaz kılmak mekruhtur. Evde ise,
kılmakta beis yoktur. Bunlar Ebû Saîd el-Hudrî'nin; "Resûlullah (s.a.)
bayram namazından önce birşey kılmazdı, evine döndüğü zaman ise, iki rekat
namaz kılardı" rivayetine dayanmışlardır.
Bu ihtilâflara sebep
Hz. Peygamber (s.a.)'in; ''Biriniz mescide geldiği zaman iki rekat namaz
kılsın" buyurmasına rağmen, kendisinin bayram namazına çıktığı zaman
sadece iki rekat bayram ^namazı kılmakla iktifa etmesi, önce ve sonra buna bir
şey ilâve etmemesidir. Ayrıca bayram namazının kendinden önce ve sonra nafile
kılmanın hükmü bakımından farz namazlara benzeyip benzememesi konusunda da
tereddüt edilmiştir. Bayram namazını yukarıdaki mânâda sünnet namazlar gibi
görüp "musallaya mescid denilemez" diyenler ne önce ne de sonra
nafile kılmayı uygun görmemişlerdir. Bundan dolayı, Mâliki mezhebinde bayramın
camide kılınması halinde hükmün ne olacağında tereddüt edilmiştir.
İbn Rüşd'ün
Bidâyetu'I-Müctehid'deki ifâdesine göre, musallaya mescid adı verilir diyenler
ve Resûlullah (s.a.)ın bayram günlerinde bayram namazından başka bir namaz
kılmayışıni ruhsat kabul edenler, bayramdan Önce nâfüe kılmayı müstehab
görmüşlerdir. Bayram namazını farz namazlara benzetenler de hem bayramdan önce
hem de sonra nafile kılmayı müstehab görürler. Bazı âlimler bayram namazından
önce ve sonra nafile kılmayı ne mekruh'ne de müstehab kabul etmemişler buna
mubah demişlerdir.[382]
1. Bayram
namazlarından önce ve sonra nafile namaz kılmak sünnet değildir.Bunun müstehab
olup olmadığı konusu da ihtilaflıdır. Bu ihtilâfler yukarıda beyân edilmiştir.
2.
Kadınların bayram namazlarına gelmeleri meşrudur. Ancak erkeklerden ayrı bir
mahalde bulunurlar.
3.
Kadınların şahsî mallarını harcamada ve
bunları bağışlamada kocalarından izin alma mecburiyetleri yoktur.[383]
1160. ...Ebû
Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre: Bir bayram günü (Medine'ye) yağmur
yağdı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.) ashaba bayram namazını mescidde
kıldırdı.[384]
Bu hadİS bayram namazının
haddizatında musallada kılınmasının sünnet, fakat yağmur, soğuk gibi
mazeretlere binaen camide de kılınmasının meşru olduğuna delâlet etmektedir.
Hz.Peygamber'in ve Râşid halifelerinin tatbikatı bu şekilde olmuştur. Maliki,
Han-belî, Şafiîlerin büyük çoğunluğu ve Hanefîler bu görüşü benimsemişlerdir.
Hz. Ali'nin şu sözü yukarıdaki görüşü çok açık bir şekilde te'yid etmektedir:
"Eğer bayram namazı için Cibâne'ye çıkmak sünnet olmasaydı onu mescidde
kılardım." Hz. Peygamber'in orada kılınan namazın, Mescid-i Haram'-ın
dışındaki tüm mescidlerde kılınan namazdan bin kat daha efdal olduğunu haber
verdiği Mescid-i Nebevî'yi bırakıp da bayram namazı için musallaya çıkmaları,
bunun ehemmiyetini gösterir.
Günümüzde, imkân
bulunduğu nisbette kasaba ve şehirlerdeki müslü-manların büyük meydanlarda
toplanıp bayram namazlarım kılmaları, müs-lümanlarm gönüllerindeki İslâmî
heyecanı artırarak büyük kalabalıkların teessüsüne vesile olacağı için İslâm
düşmanlarının gönüllerine korku salacak ve onların İslama karşı
girişebilecekleri suikastlara engel olacaktır. Ayrıca Allah'ın rahmetinin
inmesine vesile olacaktır. Fakat ne yazık ki böyle bir şey düşünülmemekte,
düşünülse bile tatbikat sahasına girememektedir. Efendimizin unutulan bu
sünnetini ihya edecek müzminlerin büyük sevaba nail olacaklarında şüphe yoktur.
Bayram namazlarının
büyük meydanlarda kılınması sünnet olmakla beraber hava muhalefeti veya başka
özürlerden dolayı camide kılınması da meşrudur. Üzerinde durduğumuz hadisin
delâletine ilâveten büyük sahâbiler devrindeki bazı uygulamalar buna delildir.
Abdurrahman et-Teymî'nin anlattığına göre Ebân b. Osman'ın Medine valiliği
esnasında bayram gecesi şiddetli bir yağmur başlamış ve namazın mescidde
kılınması zaruret haline gelmiş. Bunun üzerine Ebân, Abdullah b. Âmir b.
Rabî'ya; "Kalk bana haber verdiğin şeyi cemaate de haber ver" demiş,
Abdullah da "Ömer b. el-Hattâb devrinde bayram günü şiddetli bir yağmur
yağdı. Bu yüzden cemaat musallaya gitmek istemedi. Bunun üzerine Ömer, onları
mescide toplayıp namazı kıldırdı. Daha sonra minbere çıkıp:
Ey insanlar! Şübhesiz
Resûlullah (s.a.) cemaati musallaya çıkartır ve bayram namazım orada
kıldırırdı. Çünkü orası daha geniş ve ferahtır. Ancak yağmurlu günlerde mescid
daha uygundur dedi" diye cemaate
ilân etti.
Şâfiîlerden bazıları
mescidin cemaati alabilecek şekilde geniş olması halinde zaruret olmasa bile
bayramın mescidde kılınmasının daha efdal olduğu görüşündedirler. Bunlar
Mekke'de imamların bayram namazını mescidi Haram'da kılmalarını ve Mescidlerin
daha şerefli ve daha temiz olmasını delil gösterirler.
Şevkânî bu görüşün
mücerred bir tahminden ibaret olduğunu Resûlul-lahın uygulaması karşısında
delil olarak kabul edilemeyeceğini söyler.
Yukarıda verdiğimiz
mütalaalar Mescid-i Haram'ın dışındaki mescitlerle ilgilidir. Mekke'de
bulunanlar için efdal olan bayram namazının, Mescid-i Haram'da kılınmasıdır.
Hadis-i şerif,
râvileri arasındaki İsa b. Abdi'I-A'la 'dan dolayı zayıf kabul edilmiştir.
Çünkü mezkûr zat tenkide mâruz kalmıştır.[385]
Normal hallerde bayram
namızını musallada kılmak sünnettir. Zaruret hallerinde ise, camide kılınması
caizdir.[386]
[1] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/119.
[2] Ka'b b. Mati, Ebû İslı âk. Câhiliye devrinde Hz.
Peygambere erişmiş fakat Hz. Ebû Bekir veya Hz. Ömer devrinde İslâm'a
girmiştir. Hz. Ömer devrinde müslüman olduğu görüşü daha yaygındır. Hz. Abbas
kendisine Resûlullah zamanında niçin müslüman olmadığını sorunca, şu karşılığı
vermiştir: "Babam bana Tevrattan bir şey yazdı ve "bununla amel
et" dedi. Diğer kitablannı kapatıp benden baba-oğul hakkı için onları açmayacağıma
dair söz aldı. islâmiyet çıkınca "herhalde babam benden bir ilmi
gizledi" deyip kitabları açtım. Hz. Muhammed'İn ve ümmetinin özelliklerini
görüp müslüman oldum."
Kendisi müslü.nan
olmadan önce Yahudilerin en bilginlerindendi. Hz. Peygamberden miirsel olarak
ve diğer bazı büyük sahâbilerden hadis rivayet etmiştir. Hicri 32 veya 34
yılında vefat etmiştir. (Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakât, VII, 445; Buhârî,
el-Tarihu'l-kebir, VII, 223; İbnu'1-Esir, Üsdü'1-ğâbe, IV, 487; Zehebî,
Tezkiretu'l-huffâz, I, 49; Siyem â'lâmı'n-nübelâ, III, 489 - 494; îbn Hacer,
el-İsâbe, III, 315; Tehzibu*t-Tehzib, VIII, 438; İbnu'1-İmâd, Şezerâtu'z-zeheb,
I, 40).
[3] Abdullah b. Selam b. Haris, Ebû Yûsuf el-tsrailî
el-Ensarî. Hz. Yûsuf'un soyundan-dır. Asıl adının Husayn olduğu Hz. Peygamberin
kendisine Abdullah ismini verdiği söylenir. Hz. Peygamber'in Medine'ye
gelişinin ilk günlerinde müslüman olmuştur. Buhârî'nin Enes'den yaptığı bir
rivayete göre, Hz. Peygamber'e gelerek bazı şeyler sormuş ve Resûlullah'ın
cevabından sonra tslâmı kabul etmiştir. Müslüman olduğunda "Ya Resûlallah!
Yahudiler iftiracı bir millettir, onlar benim müslüman olduğumu duymadan önce
beni onlara bir sor" dedi. Yahudiler gelince Hz. Peygamber onlara
"sizden Abdullah b. Selam nasıl bir adamdır?" dedi. "En
hayırlımızdır ve en hayırlımızın oğludur. En efdalimizdir ve en efdalimizin
oğludur" dediler. Hz. Peygamber "Abdullah müslüman olmuşsa ne
dersiniz?" dedi. "Onu bundan Allah'a sığındırırız" dediler.
Re-sûlullah sorusunu tekrar etti, onlar da aynı cevabı verdiler. Abdullah
yanlarına gelip de şehâdet kelimesini getirince, "bu bizim en kötümüz ve
en kötümüzün oğludur" deyip onu ayıpladılar. Abdullah "işte ben
bundan korkardım ya Resulallah" dedi. H. 43 yılında Medine'de vefat etti.
(Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakâl, II, 352 - 353; Buhârî, et-TarihıTi-kebir, V,
18 -19; îbnu'I-Esir, Üsdii'1-ğâbe, III, 264; Zehebî, Siyeru a'lâmı'n-niibelâ,
II, 413 - 426; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 320; Tehzibu't-Tehzib, V, 249).
[4] Nesaî, cuma 45, 5, 4; Müslim, cuma, 17, 18; Tirmizî,
cuma 2; Muvatta', cuma 16; Ah-med b. Hanbel, II, 486, 504.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/120-122.
[5] el-Bakara (2), 35.
[6] el-Bakara (2); 35.
[7] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/122-125.
[8] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/125.
[9] Nesaî, cuma 5, 45; İbn Mâce, cenâiz, 65; Ahmed b.
Hanbel, IV, 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/125-126.
[10] el-A'raf (7), 143.
[11] Hadis metinleri için bk. el-Mcnhel, IV, 186 - 187.
[12] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/126-127.
[13] Al-i İmrân (3), 169.
[14] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/127-128.
[15] Bu cümle râvilerden birisi tarafından tefsir olarak
söylenmiştir.
[16] Nesâî, cuma 14, 45.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/128.
[17] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/128-129.
[18] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/129.
[19] Müslim, cum'a 16; Beyhaki, es-Sünenu'I-kübrâ, III,
250.
[20] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/129-130.
[21] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/130.
[22] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/130-131.
[23] Müslim, cuma 27; Tirmizî, cuma 5; İbn Mâce, ikâme 81,
82; Ahmed b. Hanbel, II, 424; III, 39; V, 15, 16, 22, 177.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/131.
[24] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/131-132.
[25] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/132.
[26] Aslında “sancak, bayrak...” manalarına gelen
kelimesinin çoğuludur.burada esirlerin boynuna takılan bukağı manasında
kullanılmış olması da muhtemeldir.
[27] Bu cümle metinde ravilerden birinin şekki ile veya
şeklinde ifade edilmektedir.Nihaye’de belirtildiğine göre
mastarının binai merresi olan kelimesinin cem’idir.de nin çoğuludur.
“İnsanı mü’min işlerinden alıkoyan iş” demektir.
[28] Parantez içindeki bu cümle bazı nüshalarda yoktur.
[29] Ahmed b. Hanbeİ, I, 93; Beyhakî, es-Siınenu'l-kübrfi,
IH, 220.
[30] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/132-134.
[31] Ebû Dâvûd, Tahare 127.
[32] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/134.
[33] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/135.
[34] Ebu'1-Ca'd ed-Damrî, Adının Edra' veya Amr b. Bukeyr
olduğu söylenir. Resûlullah'-dan başka Selman-ı Fârisî'den de hadis rivayet
etmiştir. Hz. Peygamber kendisini kavminin ordusu İle Mekke fethine ve Tebûk
seferine göndermiştir. Cemel Vak'asında Hz. Âişe ile birlikte savaşmıştır.
Kendisinden Ebû Dâvûd, Ibn Mâce, Tirmizî ve Nesâî hadis rivayet etmiştir.
[35] Müslim, mesâcid, 254 (benzer); Nesâî, cuma 2, 3;
Tirmizî, cuma 7; Ibn Mâce, ikâme 93; Dârimî, salât 305; Ahmed b. Hanbel, 1, 2,
40, 422, 450, 461, 499; II, 332, 424; V, 8, 14, 30, Muvatla1 cuma 20; Beyhakî,
es-Sıinenu'l-kubrâ, III, 172, 247, 24S; Hâkim el-Müstedrek, III, 624.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/135.
[36] Benzer bir hadis için bk. Beyhakî, es-Sünenu'l-kubrâ, III, 247.
[37] Hadis metinleri için bk. el-Menhel, VI, 195.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/136.
[38] Nesâî, cum'a 3; Ibn Mâce, ikâme 93; Ahmed b. Hanbel,
V, 332; IV, 8, 14; Muvatta', cum'a, 20; Dârımî, salât 205; Hakirn el-Müsîedrek,
I, 280; Beyhakî, es-Sımenu'l-kübrâ, III, 248.
[39] ilk rivayette Hemmâm, hadisi Katâde vasıtasıyle
Kudâme'den o da Semure'den almıştı.Bunda ise Hâlıd, Katâde'den o da el-Hasen vasıtasıyle
Semure'den nakletmiştir.
[40] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/136-137.
[41] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/137.
[42] Nesâî, cuma 3; İbn Mâce, ikâme 93; Hâkim
el-Miistedrek, I, 280; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, III, 248.
[43] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/137-138.
[44] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/138.
[45] Buhârî, cuma 15; Müslim, cuma 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/138-139.
[46] Ebû Dâvûd, tahâre 128.
[47] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/139-141.
[48] Darekutnî, Sünen, II, 2; Beyhakî, es-Siinenu'l-kübrâ, III, 173.
[49] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/141.
[50] bk. 5S2 numaralı hadis.
[51] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/142.
[52] Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, III, 186.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/143.
[53] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/143-144.
[54] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/144.
[55] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/144.
[56] Ibn Mâce, ikame 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/144-145.
[57] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/145.
[58] Parantez arasındaki kısım bazı misnalarda yoktur.
[59] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/145-146.
[60] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/146.
[61] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/147.
[62] Benzeri bir rivayet için bk. ibn Mace, İkâme, 35.
Hammâd'ın rivayeti için bk. Beyhakî, es-Sünenü'1-kubrâ, III, 70.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/147.
[63] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/147-148.
[64] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/148.
[65] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/148.
[66] Bu tire arasındaki kısmın başına bir (kastediyor)
kelimesi ilâve edilmiştir. Bundan Ka'nebî'nin, hadisin lâfzını unutup, bu
kelimeyi ilâve ettiği anlaşılıyor.
[67] Buhârî, ezan 18 Müslim, müsâfirîn, 22, 24; Nesâî, ezan
17; ibn Mâce, ikâme 35; Dâri-mî, salât 55; Muvatta' nida 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/149.
[68] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/149.
[69] Beyhakî, es-Sünenü'1-kübrâ, III, 71.
[70] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/149-150.
[71] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/150.
[72] Buhari, ezan 40; Müslim, müsafirîn 25; Tirmizî, salât
184; Ahmed b. Hanbel, III, 312, 327, 397; V, 62.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/150.
[73] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/150-151.
[74] Buhârî, cuma 14, 10; Müslim, müsafirûn, 26; tbn Mâce,
İkâme .15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/151.
[75] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/151-152.
[76] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/152-153.
[77]Târik b. Şihâb'ın sâhâbi olup olmadığı ihtilaflıdır.
Sahih olan Ebû Davud'un da İşaret ettiği gibi sahâbi oluşudur. Ancak Hz.
Peygamber'den hadis işitmemiştir. Ondan yaptığı rivayetler miirseldir.
Üzerinde durduğumuz hadis de mürseldir. Fakat ulemânın çoğunluğu mursel hadis
ile ihticacı caiz görürler. Târik b. Şihâb H. 82 veya 83 yılında vefat
etmiştir. (Bilgi için b. İbnu'1-Esİr, Üs dü'l-ğâbe, III, 70-71; İbn Hacer,
el-İsâbe, II, 220).
[78] Beyhakî, es-Sünenü']-Kübrâ, III, 172.
[79] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/153.
[80] bk. 552 numaralı hadis.
[81] Cuma (62), 9.
[82] bk. 1055 numaralı hadisin açıklaması.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/153-156.
[83] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/156.
[84] Buhârî, cuma 11, meğâzî, 69; Nesâî, cuma 1.
[85] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/156.
[86] Dârekuînî, Sünen, II, 9.
[87] Abdurrezzak b. Hemmâm, el-Musannef, III, 167 – 168.
[88] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/157-159.
[89] Es'ad b. Zürâre. Ashabın ileri gelenleri tidendir.
Zekvân b. Abdi Kays'la birlikte Utbe b. Rabia İle konuşmak için Mekke'ye
gitmişlerdi. Orada hz. peygamber'in davetini duymuş ve onunla goruşup İslâmı
kabul etmiştir.Birinci ve ikinci akabe biatlerinde bulunmuştur. Hicretten
sonra Medine'de ilk vefat eden ve Bâkî'de İlk defnedilen sahabi bu zat
olmuştur. (Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakât, III, 608; îbn Hacer/el-İsâbe, I,
34; Ibn Abdilberr, el-İstiâb, I, 82).
[90] İbn Mâce, ikâme 78.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/159.
[91] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/160.
[92] îyas'ı tbn Hıbbân sikalardan saymış, Ibnu'I-Münzîr
"mechûl" demiştir.
[93] Nesaî, iydeyn 32; İbn Mâce, ikâme 166; Ahmed b.
Hanbel, IV, 372; Dârimî, salât 225.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/160-161.
[94] Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, III, 243.
[95] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/161.
[96] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/161.
[97] Nesaî, iydeyn 32.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/161-162.
[98] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/162.
[99] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/162-163.
[100] Buhârî, edâhî, 16; Nesâî, iydeyn 13, 31, 32; İbn Mâce,
ikâme 166; Dârimî, salât 225; Muvatta', iydeyn 5.
[101] Müellifin hocalarında biri olan Ömer b. Hafs
rivayetinde kelimesini kullanarak demiştir.Diğer hocası Muhammed b. el-Musaffa
ise,siz olarak demiştir.
[102] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/163-164.
[103] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/164-165.
[104] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/165.
[105] Buhârî, cuma 10; Müslim, cuma 65; İbn Mâce, ikâme 6;
Nesâî, cum'a 38, Tirmizî, cum'a 23; Beyhakî, es-Sunenü'1-kubrâ, II, 389.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/165-166.
[106] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/166-167.
[107] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/167.
[108] Müslim, cum'a, 61, 62, 64.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/167.
[109] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/167.
[110] Bir nüshada bab = cuma günü cuma (namazı) için
giyinmek" şeklindedir.
[111] Buhârî, cuma 7, hibe 27; Müslim, libâs 6, 9; Nesâî,
cuma 11, ziynet 82; Ibıı Mâce, libâs 16; Muvatta' Lubs 18; Ahmed b. Hanbel, II,
20, 103.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/167-168.
[112] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/168-169.
[113] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/169.
[114] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/169-170.
[115] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/170.
[116] Buradaki şekk, râvilerden birine aittir.
[117] İbn Mace, ikame 83, Muvatta', cuma 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/170-171.
[118] Soru edatı olduğu kabul edilirse, "imkân bulanlarınızın
cuma günleri için günlük iş elbiselerinden başka elbiseleri olsa ne
olur?"
[119] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/171-172.
[120] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/172.
[121] Nesaî, mesâcid 22; Ibn Mâce, ikâme 96; Tirmizî. salat
123; Ahmed b. Hanbel, II, 179.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/172.
[122] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/172-174.
[123] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/174.
[124] Bunu Ebû Hazm söylüyor. Yani Sehl bu kadının ismini
söylemiş fakat Ebû Hazm unutmuş.
[125] Buhârî, cuma 26, salât 64, buyu' 32, hibe 3; Müslim,
mesâcid 45; Nesâî, mesâcid 45; Ahmed b. Hanbel, V, 339.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/175-176.
[126] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/176.
[127] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/177.
[128] Kütüb-i Sitte içinde sadece Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/177.
[129] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/177-178.
[130] Müslim, salat 262; Buhârî (benzeri) salat 91, i'tisam
16; Ahmed b. Hanbel, IV, 54.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/179.
[131] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/179.
[132] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[133] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/179-180.
[134] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/180-181.
[135] Buhârî, cuma 16; Tirmİzî, cuma 9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/181-182.
[136] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/182-183.
[137] Müslim, cuma 32; Nesâî, cuma 14; İbn Mâce, ikâme 84;
Dârimî, salât 194; Ahmed b. Hanbel, IV, 46, 54.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/183.
[138] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/183.
[139] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/183.
[140] Buhârî, cuma 40; Müslim, cuma 30; Tirmizî, cuma 26; İbn
Mâce, ikâme 84; Ahmed b. Hanbel, V, 336; Darekutnî, sünen, II, 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/183-184.
[141] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/184.
[142] Buhârî, cuma 25; Nesâî, cuma 15; Tirmizî, cuma 20; İbn
Mâce, ikâme, 97.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/185.
[143] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/185-186.
[144] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/186.
[146] Parantez içi Hidâye'nin, dışında şerhin ibâresidir.
[147] Bk. Feleva-yi Hindiyye, I, 55.
[148] Fetevâ-yı Hindiyye, I, 149; BahruV-râik, II, 169.
[149] UmdetiTI-Kaari, VI, 210 – 211.
[150] Remlî, Nİhâyetu'l-MuMâc, I, 411.
[151] Remlî, Nihâyelu'l-Mufttâc, II, 325.
[152] el-Cum'a (62), 9.
[153] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/187-189.
[154] Buharı, Cum'a 22; Nesâî, Cum'a 15; îbn Mâce, ikâme 97;
Ahmed b. Hanbel, III, 449.
[155] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/189.
[156] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/189.
[157] bk. Bir önceki kaynaklar.
[158] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/189-190.
[159] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/190.
[160] Beyhakî, es-SünenıTI-kübrâ, III, 218; Hâkim,
el-Müstedrek, I, 286.
[161] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/190-191.
[162] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/191-192.
[163] Bu söz Nâfi'ye aittir. Ibn Ömer "bitirinceye kadar"
fiilinin failiniAçık-lamamış, talebesi Nâfi de o gizli failin müezzin
olabileceğini söylemiş.
[164] Buhârî, cum'a 30; Müslim, cum'a 34; Tirmizî, cum'a II;
Nesaî, cum'a 33, Ibn Mâce,
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/192.
[165] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/193.
[166] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/193.
[167] Müslim, cuma 33, 35, 36; Nesâî, cuma 34, 35; Ahmed b.
Hanbel, III, 31;,V, 87, 91, 92, 97, 101, 107, 108; Beyhakî, es-Sıinenu'l-kubrâ,
III, 197.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/194.
[168] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/194-195.
[169] Buhârî, cuma (benzeri) 30; Nesâî, cuma 34; tbn Mâce,
ikâme 85.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/195.
[170] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/195-196.
[171] Nesâî, cum'a 34; Ahmed b. Hanbel, V, 90, 93, 97, 100.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/196.
[172] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/197.
[173] Ensab'ta zikredildiğine göre Temim kabilesinden bir
boy olan Külfet'e mensûbtur. Hakkında fazla malumat verilmemiştir. Müslim,
"Ondan, Şuayb'dan başka hadis rivayet eden olmamıştır" der.
[174] Bu şek râvilerden gelmektedir.
[175] Bu sekler râvilerden gelmektedir.
[176] Bu sekler râvilerden gelmektedir.
[177] Beyhakî, es-Sünenu'1-kübrâ, III, 206.
[178] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/197-198.
[179] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/198-199.
[180] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/199.
[181] Müslim, cuma 48; Ebû Dâvûd, nikâh 32; Ahmed b. Hanbel,
IV, 256, 379.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/200.
[182] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/200-201.
[183] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/201-202.
[184] Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, III, 215.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/202-203.
[185] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/203.
[186] Adiyy b. Hatim b. Abdullah b. Sa'd b. el-Haşrec b.
îmrü'Ül-Kays b.-Adiyy et-Taî H.9. yılda müslüman olmuş, Irakîn fethinde hazır
bulunmuştur. Sıffîn harbinde Hz. Ali tarafında savaşmıştır. Buhârî ve Müslim
kendisinden hadis rivayet etmiştir. (Bilgi için bk. Îbnu'l-Kayserânî, el-Cem'u
beyne ricâîi's-Sahihayn I, 398; lbnu'1-Esir, Üsdü'1-ğâbe,IV, 8; İbn Hacer,
el-İsâbe, II, 468).
[187] Şek râvilerden birine aittir.
[188] Müslim, cuma 48; Ebû Dâvûd, edeb 77; Ahmed b. Hanbel,
IV, 256 - 329.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/203.
[189] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/204-205.
[190] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/205.
[191] Bintü'l-Hâris b. en-Nu'man; Hişam'ın annesidir. Meşhur
sahabi hanımlardandır. Am-re bint Abdurrahman'ın ana bir kız kardeşidir. Rıdvan
biatinde bulunanlardandır. Müslim ve Ebû Dâvûd kendisinden hadis rivayet
etmiştir. (Bilgi için bk. İbnu'l-Kayserânî, el-Cent'u beyne ricâli's-Sahihuyn,
II, 616; tbnu'1-Esir, Üsdıı'l-ğâbe, VII, 406; İbn Ha-cer, el-lsâbe, IV, 504).
[192] Müslim, cuma 50; Nesâî, cuma 28; Ahmed b. Hanbel, VI,
435, 436, 463; Beyhakî, es-Sünenü'l-kiibrâ, III, 211.
[193] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/205-206.
[194] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/206.
[195] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/206.
[196] Müslim, cuma 41, 42; Tirmizî, cuma 12; Nesâî, cuma 35;
iydeyn 24, 26; tbn Mâce, ikâme 85; Dârimî, salât 199; Ahmed b. Hanbel, V, 91,
94, 95, 98, 100, 102, 106, 107.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/207.
[197] ez-Zuhruf (43), 77.
[198] Âl-i İmrân, (3), 102.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/207.
[199] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/207-208.
[200] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/208.
[201] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/208.
[202] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/208.
[203] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/208.
[204] Bişr b. Mervân, Abdulmelik b. Mervan'ın kardeşidir.
Kûfe'de vali idi. Umâre (r.a.) de Kûfe'Ii olduğu için bu hâdisenin Küfe
camiinde vukubulmuş olması muhtemeldir.
[205] Müslim, cuma 53; Tîrmizî, cuma 19; Dârimî, salât 201;
Ahmed b. Hanbel, IV, 166.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/209.
[206] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/209-210.
[207] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/210.
[208] Ahmed b. Hanbel, V, 337; Beyhakî, es-Siinenu'1-kübrâ, III, 210.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,
Şamil Yayınları: 4/210-211.
[209] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/211.
[210] Hâkim el-Müstedrek, I, 289; Beyhakî,
es-Sünenu'1-kübrâ, III, 208.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/211.
[211] Hâkim, el-Musledrek, I, 289; Beyhakî,
es-Sünenii'l-kübra, III, 208.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/211-212.
[212] Müslim, cum'a 47; Darimî, salât 199.
[213] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/212.
[214] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/212.
[215] Hâkim, el-Müstedrek, I, 289; Beyhakî,
es-Sünenu'1-bübrâ, III, 238.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/213.
[216] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/213-214.
[217] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/214.
[218] et-Teğâbun (64), 15; el-Enfâl (8), 28.
[219] Tirmizî, menâkıb 30; Nesâî, cuma 30; iydeyn 27; Ibn
Mâce, libâs 20; Ahmed b. Hanbel V, 354.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/214-215.
[220] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/215.
[221] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/215.
[222] Tirmizî, cuma 18; Ahmed b. Hanbel, III, 439.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/215.
[223] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/216.
[224] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/216.
[225] Beyhakî, es-Sıinenti'1-kiıbrâ, III, 235.
[226] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/216-217.
[227] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/217-218.
[228] Buhârî, cuma 36; Müslim, cuma 12; Nesâî, cuma 22,
iydeyn 21, Tirmizî, cuma 16; İbn Mâce, ikâme 86; Ahmed b. Hanbel, II, 244, 272,
280, 393, 396, 485, 517, 532; Muvat-ta, cuma 6; Dârimî, salât 195.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/218.
[229] Ahmed b. Hanbel, I, 230.
[230] bk. 1951 numaralı hadis ve açıklaması.
[231] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/219-222.
[232] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/222.
[233] el-En'am (6), 160.
[234] Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, II, 219.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/222-223.
[235] 1050 ve 1051 no'lu hadislerin açıklamaları.
[236] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/223.
[237] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/223-224.
[238] İbn Mâce, ikame 138; Darekutnî, Sünen, I, 158;
Beyhakî, es-Siinenü'1-kübrâ, III, 223.
[239] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/224.
[240] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/224-225.
[241] Buhârî, cuma 32, 33; Müslim, cuma 54, 55; Tirmizîcuma
15;Nesâî, cuma, 26, 27, Ah-med b. Hanbel, III, 308, 363.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/225.
[242] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/226.
[243] Müslim, cuma 59- fedaılüs's-sahâbe 148; Ibn Mâce,
ikâme 87; Ahmed b. Hanbel, III, 297, VI, 203.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/226.
[244] Müslim, cuma 59.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/226-227.
[245] el-A'râf (7), 204.
[246] Umdetu'l-kaari Şerhü Sahihi'I-Buhârî, VI, 232, 233;
Bezlu'l-Mechûd fi halli Ebu Dâvud, VI, 130.
[247] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/227-230.
[248] Abdullah b. Busr; Resûlullah'ın ashabmdandır.
Efendimiz'den ve babasından hadis rivayet etmiştir. Ebû ez-Zâhiriye, Halid b.
Ma'dân, Safvân b. Amr ve Hureyz b. Osman kendisinden hadis nakledenlerdendir.
H. 84 ve 88 tarihinde yüz yaşında olduğu halde vefat etmiştir. (Bilgi için bk.
lbnu'1-Esir, Üsdü'l-ğabe, III, 186; İbn Hacer, el-tsâbe, II, 281 - 282)
[249] Nesâî, cuma 20, Ahmed b. Hanbel, III, 417, 438; IV,
!90; İbn Mâce, ikame 88.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/230-231.
[250] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/231-233.
[251] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/233.
[252] Tirmizî, cuma 27; Ahmed b. Hanbel, II, 22, 32;
Bcyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, III, 237.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/233.
[253] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/233-234.
[254] Tirmizî, cum'a21, Nesaî, cuma 36, îbnMâce, (benzeri)
ikame 89; Beyhakî, es-Sünenü'!-kebir, I, 120.
[255] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/234.
[256] bk. Tirmizi, cum'a 21.
[257] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/235.
[258] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/235.
[259] Müslim, mesâcid 161, 162, Tirmizî, cuma 25; Nesâi,
mevâkit 30, cuma 41; Ibn Mâce, ikâme 91; Muvatta, cuma 12, 13, salât 10;
Dârimî, salât 22; Ahmed b. Hanbel, II, 271, 459.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/236.
[260] Sünen, II, 10 - 13.
[261] es-Sünenü'1-kübrâ, III, 204.
[262] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/236-237.
[263] el-A'Iâ, (87) suresi.
[264] Ğâşiye (88) Sûresi.
[265] Müslim, cuma 62; Tirmizî, cuma 33; İbn Mâce, ikâme 90;
157, Ahmed b. Hanbel, IV, 271, 273, 276; V, 7, 14, 19; Dârimî, salât 203.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/237-238.
[266] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/238.
[267] Müslim, cuma 62; İbn Mâce, ikâme 90; Muvatta cuma 9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/238.
[268] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/238-239.
[269] Müslim, 62; Tirmizî, cuma 33; İbn Mâce, ikâme 90.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/239.
[270] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/240.
[271] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/240.
[272] Ahmed b. Hanbel, IV, 271, 273, 276; V,7, 14, 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,
Şamil Yayınları: 4/240.
[273] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/240-241.
[274] Ahmed b. Hanbel, IV, 30.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/241.
[275] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/241-242.
[276] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/242-243.
[277] Kütüb-i Sitte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/243.
[278] Müslim, cuma 71, 72; Nesâî, imame, 64, cuma 43, 44;
Tİrmizf, cuma 24, ibn Mâce, ikâme 95; Dârimî, salât 144, 146, 207; Ahmed b.
Hanbel, II, II, 35, 75, 77.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/243-244.
[279] Buhârî, ezan
14, 16; Müslim, musafirin, 304.
[280] ibn Mace, ikâme
94. Bu hadis oldukça zayıftır. Senedi zayıflarla doludur. Meselâ Atiy-ye'nın
zayıf olduğunda ittifak vardır. Haccâc Mudelhs Mubeşşir b. Ubeyd, yalancı,
Ba-kiyye (İbnu'l-Velid) mudellistir. Bu hadis için Hulâsa'da Nevevî de
"Bâtıldır. Onda şu dört zayıf râvî bir araya gelmiştir" der.
[281] Tırmızî, cum'a
24.
[282] îbn Ömer'den iki türlü rivayet "gelmiştir.
Bunlardan birine göre iki rekat diğerine göre altı rekattır.
[283] bk. 1131 numaralı hadis.
[284] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/244-246.
[285] bk. Diyanet Dergisi XII. sayı: 4.
[286] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/247-249.
[287] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/249.
[288] Müslim, cuma 73
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/250.
[289] bk. 1006 no'lu hadis.
[290] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/250-251.
[291] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/251-252.
[292] Beyhakî, cs-Sunenu l-kubrâ, III, 240.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/252.
[293] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/252-253.
[294] Müslim, cuma 69; Tirmizî, cuma 24; îbn Mâce, ikâme 95;
Ahmed b. Hanbel, 249, 252.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/253.
[295] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/253-254.
[296] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/254.
[297] Müslim, cuma 71, 72; Tirmİzî, cuma 24; Nesâî, cuma 43
- 44; tbn Mâce, ikâme 95.
[298] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/254.
[299] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/255.
[300] Beyhakî, es-Sunenu'1-kubrâ, III, 241.
[301] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/255-256.
[302] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/256.
[303] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/257.
[304] Hâkim, el-Mustedrek, I, 294; Ahmed, III-103, 235, 250.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/257-258.
[305] el-Mümtehine (60), 1.
[306] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/258-259.
[307] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/259.
[308] Şek râvilerden birine aittir.
[309] Ibn Mace, ikâme, 170; Hâkim, el-Müstedrek, I, 295,
Beyhakî, es-Stınenu'1-kiibrâ, III, 282.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/259.
[310] bk. el-Menhel, VI, 308.
[311] bk. el-Menhel, VI, 308.
[312] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/260-261.
[313]Buhârî, salât 2, hayz 23, iydeyn 15, 16; Müslim, iydeyn
12, 18; Tirmizî, cuma 36; Ne-saî, hayz 22, İydeyn 3, 4; tbn Mâce, ikâme 165;
Dârimî, salât 22; Ahmed b. Hanbel V, 84, 85.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/261-262.
[314] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/262.
[315] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/262-263.
[316] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/263.
[317] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/263.
[318] Müslim, iydeyn II.
[319] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/263-264.
[320] Ahmed b. Hanbel, V, 84, 85.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/264.
[321] el-Mumtehine (60), 12.
[322] bk. 391 numaralı hadis.
[323] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/264-266.
[324] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/266.
[325] İbn Mâce, ikâme 155, fiten 20; Ahmed b. Hanbel, III,
10, 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/267-268.
[326] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/268-269.
[327] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/269.
[328] Buhârî, iydeyn 7, 9; Nesâî, iydeyn 19; Dârimt, salât
224; Müslim (benzeri), iydeyn 3, 4; Ahmed b. Hanbel, III, 294, 318.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/269-270.
[329] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/270-271.
[330] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/271.
[331] Müslim, iydeyn 3, 4; Ahmed b. Hanbel, III, 296, 318.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/271-272.
[332] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/272.
[333] Buhârî, ilim
32, libâs 56; Müslim, iydeyn 1, 2; Nesaî, iydeyn 19; İbn Mâce, ikâme 155, 158; Ahmed b. Hanbel, 1,
220, 235, 354; II], 36, 42", 54, 310, 314, 318.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/272-273.
[334] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/273.
[335] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/273-274.
[336] Ahmed b. Hanbel IV, 282, 304.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/275.
[337] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/275.
[338] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/275.
[339] Buhârî, iydeyn 18, ezan 161; Ahmed b. Hanbel, I, 368.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/276.
[340] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/277.
[341] İbn Mâce, ikâme 155, Ahmed b. Hanbe!, I, 227, 285,
346.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/278.
[342] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/278.
[343] Müslim, iydeyn 4,1, Mesâcid 26; Tirmizî, cuma 36;
Nesâî iydeyn 19, İbn Mâce, ikâme
155; Ahmed b. Hanbel, I, 34, 141, 227,
232, 242.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/278.
[344] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/278-279.
[345] İbn Mâce, ikame 156.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/279-280.
[346] Saîd b. el-Museyyeb, Urve b. Zubeyr, Kasım b.
Muhammed, Hârice b. Zeyd, Ebu Bekir b. Abdurrahmân, Süleyman b. Yesâr,
UbeyduIIah b. Utbe.
[347] Abdurrezzak, el-Musannef, III, 293 - 294 (hds. no:
5687); Beyhakî, es-Sunenu'l-kubrâ, III, 286.
[348] Dârekutnî, Sünen, II, 48.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/280.
[349] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/280.
[350] İbn Mâce, ikâme 156.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/280-281.
[351] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/281.
[352] Darekutnî, Sünen, II, 49; Beyhakî, es-Sünenu'1-kübrâ,
III, 285.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/281.
[353] Abdurrezzak, el-Musannef, III, 293 - 294 Ayrıca bk. Heysemî, MecmeıTz-zevâid, II, 205.
[354] Beyhakî, es-SünemTl-kübrâ, II, 291.
[355] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/281-282.
[356] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/283.
[357] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/283.
[358] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/283.
[359] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/284.
[360] el-A'râf (7), 205.
[361] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/284-288.
[362] Adı üzerinde ihtilâf edilmiştir. Haris b. Mâlik, İbn
Avf ve Avf b. el-Hâris'dir, denilmiştir, sahâbidir. Buhârî, Ebû Vâkid'in Bedir
savaşında hazır bulunduğunu söyler. (Bilgi için bk. tbnu'1-Esir, Üsdu'1-ğâbe,
VI, 325; tbn Hacer, el-tsâbe, IV, 215).
[363] K.Kerim, 50. sûre.
[364] K.Kerim, 54. Sûre.
[365] Müslim, iydeyn 14; Tirmizî; iydeyn 4; İbn Mâce, ikame
157; Muvatta' , iydeyn 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/289.
[366] bk 1122
numaralı hadis.
[367] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/289-290.
[368] Nesâî, iydeyn 15; İbn Mâce, 159.
[369] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/290-291.
[370] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/291-292.
[371] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/292.
[372] Tirmizi, cuma 37; ibn Mâce, ikâme 162; Dârımî, salât
226; Ahmed b. Hanbel II, 109, 338.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/292.
[373] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/292.
[374] Bir nüshada bu başlık, "İmam bayram günü namaza
çıkmamışsa ertesi gün çıkar mı?" şeklinde soru biçiminde vârıd olmuştur.
[375] Nesâî, ıydeyn 2; İbn Mâce, siyam 6; Ahmed, V, 57, 58.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/293.
[376] Felevây-ı Hindiye, 1 151-152.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/293-294.
[377] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/294.
[378] Bekr b. Mübeşşir: Medine'li sahabilerdendir. İshak b.
Salim kendisinden hadis rivayet etmiştir. Sunen-i Ebû Dâvûd'da bundan başka hadis
yoktur.
[379] Beyhaki, es-Sünenü'l-kübrâ, III, 309; Hakim,
el-Müstedrek, I, 296.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/295.
[380] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/295.
[381] Buhârî, iydeyn 3, zekât 31, 33, libâs 57; Müslim,
iydeyn 2, 13; İbn Mâce, ikâmet 155; Ahmed b. Hanbel I, 280, 340, 220, 332.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/295-296.
[382] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/296-297.
[383] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/297.
[384] İbn Mâce, ikâme 167; Beyhâkî, es-Sünenu'I-kiibrâ, III,
359.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/298.
[385] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/298-299.
[386] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/299.