Yolculukta Namazın Kısaltılması Ruhsat Mı, Azimet Mi?
2. Yolcu, Namazını Ne Zaman
Kısaltmaya Başlar?
4. Yolcunun, Vaktin Girip
Girmediğinden Şüpheli Olarak Namaz Kılması
5. Yolculukta İki Namazı
Birleştirerek Kılmak
6. Yolculukta Namaz Kılarken Kıraati
Kısaltmak
8. Binek Üzerinde Nafile Ve Vitir
Kılmak
9.
Hayvan Üzerinde Özrü Olmadan Farz Namaz Kılmak
10. Yolcu Ne Zaman Tam Namaz Kılar?
11. Düşman Topraklarında İkâmet Eden
(Asker) Namazı Kısaltır
19. "İmam, Her Taifeye İkişer
Rekat Kıldırır' Diyenler(İn Delilleri)
20. Düşman Peşinde Olan Bir Kimsenin
Namazı
1198.
...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki:
Namaz hazarda ve
seferde ikişer rekat olarak farz kılındı. Sonra yolculuk namazı olduğu gibi
bırakıldı, hazar namazına ilâve yapıldı.[1]
Allahu Teâlâ
ve tekaddes hazretleri
akşam namazının dışında kalan
farz namazları Miraç gecesinde ikişer rekat olarak farz kılmıştı. Hz. Peygamber
Medine'ye hicret ettikten sonra hazar namazları, iki rekat daha ilâve edilerek
dört rekata çıkarılmış, ancak sabah namazı ile yolculuk namazı yine eski hali
üzerine iki rekat olarak bırakılmıştır. Çünkü sabah namazının kıraati uzundur.
Yolculukta ise meşakkat ve sıkıntı vardır. Akşam namazı da gündüz kılınan
namazların vitri olduğu için üç rekat olarak bırakılmıştır.
Bu hadis-i şerifin
anlaşılabilmesi için şu iki meselenin açıklanması gerekmektedir:
1. Bu hadis-i
şerifte yolculuk namazının aslında iki rekat olduğu ifade ediliyor. Bu durumda
seferi namazlarda, namazı kısaltmak diye bir şey yoktur. Çünkü aslı iki
rekattır.
Oysa "Yeryüzünde
sefere çıktığınız zaman eğer kâfirlerin size fenalık yapacağından endişe
ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur. Şüphesiz ki,
kâfirler sizin apaçık düşmamnızdır"[2]
ayet-i kerimesi yolculuk esnasında namazın kısaltılmasını emrediyor.
2. Bu
hadis-i şerif hazreti Âişe'den rivayet edildiği halde Hz. Âişe'nin fiiline ters
düşmektedir. Çünkü hadis-i şerif yolculuk namazlarının ikişer rekat
kılınacağını ifade ettiği halde Hz. Âişe’nin seferde öğle, ikindi ve yatsı
namazlarını dörder rekat kıldığı, Nesâî'nin Sünen'inde şu mânâya gelen lâfızlarla
ifade edilmektedir:
Rcsûlullah (s.a.) ile
beraber Medine'den Mekke'ye gittik. Mekke'ye varınca:
"Ya Resûlallah,
annem babam sana feda olsun, sen namazları seferi kıldın, bense tam kıldım; sen
yedin, ben oruç tuttum" dedim.
"îyi yaptın,
aferin sana!” dedi. Beni ayıplamadı.[3]
Birinci meselenin
anlaşılması tercümesini sunduğumuz Nisa Sûresi'nin yüz bîrinci âyet-i
kerimesini iyi anlamakla mümkündür. Hanefî ulemâsına göre bu âyetteki seferden
maksat harbdir. Nitekim kıymetli müfessirlerimizden Elmalılı Hamdi Yazır bu
âyet-i kerimenin tefsirinde şunları söylemektedir: "Burada alelıtlak
seferî namazlara bir ima bulunsa bile, asıl maksat, havf-i düşmanla alâkadar
olan harb ve hicret seferi olduğundan ayetin hükmü seferiden ziyade mevaki-i
zarurette salat-i havfe nâzıdır."[4]
Yine Hanefî
ulemâsından Cassas da âyet-i kerimede geçen "sefer" kelimesine harb
ve hicret seferi mânâsını vermenin mümkün olacağını söylemektedir.
Buna göre âyet-i
kerimedeki "namazdan kısaltmak” sözünden maksat, namazın rekatlarını
kısaltmak değil, evsafını kısaltmaktır ki, bu da iki şekilde olur:
a. Kıyam
yerine oturarak veya hayvan üstünde binitli olarak, secde yerine ima ile
yetinerek namaz kılmakla olur. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Fakat korkarsanız o halde yürüyerek yahut süvari olarak kılın"[5]
b. Bütün bu
kolaylıklardan yararlanarak, namazı edâ etmek, mümkün olmadığı takdirde de
namazı kazaya bırakmakla olur. Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz
Hendek Savaşında böyle yaptı.
Bazı müfessirlere göre
bu âyet-i kerimedeki ''namazdan kısaltmak" sözünden maksat, dört rekatli
namazları yarıya indirerek kılmaktır. Nitekim zahirî mezhebi ulemâsı âyet-i
kerimeye bu mânâyı vererek, seferî olan bir adamın korkudan emin olmadığı zaman
namazları kısaltabileceğim, emin olduğu zaman ise tam kılması lâzım geldiğini
söylemişlerdir. Şâfiîler de bu manayı vermişlerse de namazları kısaltmak için
korku halini şart koşmamı-şardır. Ve namazları kısaltarak kılmayı caiz, tam
kılmayı ise evla görmüşlerdir.
Âyet-i kerimeye Hanefî
uleması gibi mânâ verilecek olursa, konumuzu teşkil edne hadis-i şerif ile
âyet-i kerime arasında herhangi bir çelişki söz konusu değildir. Eğer âyet-i
kerimedeki "kısaltmak" sözüne dört rekatlı namazların rekatlarını
yarıya indirmek mânâsı verilecek olursa, o zaman seferde namazların yarıya
indirilerek kılınmasından maksat, seferdeki rekat sayısının değil, hazerdeki
rekat sayısının yarıya indirilerek kılınması demek olur ki, bu durumda da
herhangi bir çelişki söz konusu değildir.
Bu hadisin Hz.Âişe'den
rivayet edildiği halde Hz. Âişe'nin fiiline ters düşmesi meselesine gelince, bu
mesele de hadisin sıhhatine bir zarar getirmez. Aslında bu mevzuda Hanefîlerin
meşhur bir kaidesi vardır: "Bir râvinin reyi veya ameli rivayetine
uymazsa, onun rivayeti ile amel vâcib değildir." Fakat Hz. Âişe'nin bu
hadisle amel etmemiş olması, Hanefîlerin bu kaidelerini geçersiz duruma
düşüremez. Çünkü Hz. Âişe seferde namazı iki rekat kılmayı da dört rekat
kılmayı da caiz görüyordu. Şu halde kendisi iki caizden bin ile amel edivermiş
demektir. Eğer Âişe (r.anhâ) seferde namazı iki rekat kılmayı caiz görmemiş
olsaydı, o zaman Hanefîlerin kaidesi burada geçersiz kalacağı için, Hanefîlerin
bu hadisle amel etmesi gerekmezdi. Hanefi ulemasından Aynî'nin beyânına göre,
Hz. Âişe'nin seferde dört rekatlı namazları dört kılmasının dayanağının şu
hadis-i şerif olması mümkündür: "Resûlullah (s.a.) iki şey arasında
muhayyer bırakıldığı zaman haram olmadığı müddetçe-mutlaka en kolay olanını
tercih ederdi"[6] Bu gerçeği çok yakından
bilen Hz. Âişe'ye göre, seferde dört rekatlı namazları tam kılmak caiz olduğu
halde, Resûl-i Ekrem (s.a.) ümmetine kolaylık getirmek için dört re*katli
namazları ikişer rekat kılmıştır. Hz. Âişe ise iki rekat kılmaya da izin
olduğunu bîldiği halde daha çok sevaba erişmek ümidiyle dört rekat kılmayı
tercih etmiştir.
Bu durum Hz. Âişe'nin
fiili ile bu hadis-i şerif arasında herhangi bir tearuz (çelişki) bulunmadığını
gösterir.
Hadis-i şerifteki
"hazar namazına Uâve yapıldı" cümlesinde geçen "ilâve
yapıldı" sözünden ne kast edildiği de ulemâ arasında İhtilaflıdır.
Ebû İshak el-Harbî ile
Yahya b. Sellâm'a göre hazarda yâni evinde veya yurdunda oturanlar için
"ilâve yapılmak"dan maksat, namazın vakitlerinin sayısıdır. Çünkü
İsrâ hadisesinden önce namaz biri, gün batmadan; diğeri de doğmadan önce olmak
üzere iki vakitten ibaretti. Hz. Âişe'nin bu hadisi, sözü geçen iki vakte üç
vakit daha ilâve(edilerek namaz vakitlerinin beş vakte çıkarılmış olduğunu
ifâde eder.
Diğer bazılarına göre
bu hadis-i şeriften maksat İsra gecesi beş vakit namaz kılınırken, evvelâ
ikişer rekat takdir buyurulduğunu, sonra hazarda (yani evinde veya yurdunda)
olanlan için ikişer rekat ilâve edildiğini anlatmaktır. Bu takdirde yapılan
ilâve, namaz vakitleriyle değil, namazın rekâtlarıyla ilgilidir.
Bazıları da bu sözü
"Namaz iki rekat olarak farz kılınmıştır. Yani "Yolcu dilerse,
namazını iki, dilerse, dört rekat kılabilir" şeklinde tefsir etmişlerdir.[7]
Bu hadis-i şerif yolcu
namazının aslında iki rekat olarak farz kılındığını ve onu iki rekat kılmanın
bir ruhsat değil, azimet olduğunu ifâde etmektedir. Nitekim sahâbe-i kiramdan
Hz. Ömer, Ali, îbn Abbâs, îbn Mes'ûd, İbn Ömer ve Câbir (r.anhum) hazretleri
ile Hanefi ulemâsının görüşü de böyledir. Hanefî uleması bu görüşlerinin
isabetli olduğuna şu hadisleri de delil olarak gösterirler:
1.
"Allah Teala namazı farz kıldığında hazarda da seferde de ikişer rekat
olarak farz kılmıştı. Sefer namazı iki olarak bırakıldı da hazer hâlindeki namaza
iki rekat ziyâde kılındı.”[8]
2. Cenab-ı
Hak (öğle, ikindi, yatsı) namazlarının hazerde dört, seferde iki, harp hâlinde
de bir rekat kılınmasını Peygamberimizin dili ile farz kılmıştır.[9]
3.
"Resûlullah ile birlikte seferde bulundum. Allah ruhunu kabzedinceye kadar
(seferde) iki rekattan fazla namaz kılmadı. Ebû Bekir'le beraber bulundum. O da
Allah Teâlâ ruhunu kabzedinceye kadar iki rekatten fazla namaz kılmadı."[10]
4. "O
size Allah'ın bir sadakasıdır. Onu kabul ediniz."[11]
Diğer mezheplerin bu
mevzudaki görüşleri ise şöyledir:
İmam Malik'in meşhur
olan görüşüne göre sefer namazlarını kısaltarak kılmak bir ruhsattır. Çünkü
namaz aslında dört rekat olarak farz kılınmıştır. Yolculukta ise rekatları
dört olan namazların kısaltılarak kılınmasına sonradan izin verilmiştir.
Nitekim Şafiî uleması ile Hz. Osman, Sa'd b. Ebî Vakkas, Âişe, Hasan el-Basrî,
Ahmed b. Hanbel, Ebû Sevr ve Dâvûd (r.anhum) da bu görüştedirler. Delilleri
ise, "Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman eğer kâfirlerin size fenalık
yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzerinize bir vebal
yoktur"[12] âyet-i kerimesidir. Çünkü
âyet-i kerimede geçen "vebal yoktur" sözü, "mubahtır"
anlamında kullanılır. Bunun benzeri Kur'an-ı Kerim1 de pek çoktur. Nitekim şu
âyet-i kerimelerdeki "vebal yoktur" sözü bu mânâda kullanılmıştır.
"Hac mevsiminde ticâretle Rabbinizden rızık istemenizde bir günah
yoktur"[13] "Kendileriyle temas
etmediğiniz, yahut kendilerine bir mehir tayin etmediğiniz kadınları
boşamışsamz (bunda) üzerinize vebal yoktur"[14]
âyet-i kerimeleri de böyledir. Binaenaleyh bu mevzuda "Şüphesiz Safa ile
Mcrvc Allah'ın nişânelerindendir. Kim Kabe'yi hacceder veya umre yaparsa,
bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir beis yoktur"[15]
âyet-i kerimesini delil getirerek "işte buradaki "beis yoktur"
sözü, "vâcib kılındı" anlamında kullanılmıştır" diye itirazda bulunmak
doğru değildir. Çünkü buradaki "beis yoktur" sözü mü'minlerin
kalblerini tatmin için kullanılmıştır. Bilindiği gibi Safa ile Merve Mekke-i
Mükerreme'de iki tepenin adıdır. Câhiliyye zamamında oralarda meşhur birer put
vardı. Mekke'nin Fethi'nden sonra o putlar kırıldı. Müslümanlar bu iki tepe
arasında say* etmekte tereddüt ettiler Cenab-ı Hak mü'minlerin kalb-lerinden bu
tereddüdü gidermek için bu âyet-i kerimeyi indirdi. Buradan anlaşılıyor ki; bu
âyet-i kerime Safa ile Merve arasında sa'y etmenin vücûbuna delâlet etmez, Safa
ile Merve arasında sa'y etmenin (koşmanın) vücûbu bu âyet-i kerime ile değil de
şu hadis-i şeriflerle sabittir: "Allah (Safa ile Merve arasında)sa'y etmeyi
size farz kılmıştır,Öyleyse(Safa ile Merve arasında) sa'y ediniz"[16]
"Say'e Allah'ın başladığı yerden başlayınız"[17]
"İyi yaptın aferin sana."[18]
"Resûlullah
(s.a.) Minâ'da namazı iki rekat kıldı. O'ndan sonra Ebû Bekr, Ebû Bekr'den
sonra Ömer ve hilâfetinin ilk zamanlarında Osman hep ikişer rekat kıldılar. Bir
müddet sonra Osman dört kılmaya başladı. İbn Ömer imamla kıldığı vakit dört,
yalnız kıldığında iki rekat kılardı."[19]
Bu görüşte olan
ulemâya göre konumuzu teşkil eden hadisin metninde geçen "namaz hazarda ve
seferde ikişer rekat olarak farz kılındı" sözünden maksat, "namazı
seferde kısaltmak isteyen iki rekat olarak kılabilir" demektir.
Yine bu görüşü
benimseyenlerden îbn Haber Fethu'1-Bari isimli eserinde şunları söylemektedir:
"Allah Teâlâ hazretleri akşam namazının dışında bütün namazları Isra
gecesinde ikişer rekat olarak farz kılmıştır. Hicretten sonra ise, sabah
namazından başka iki rekatlı olan bütün namazlar dört rekata çıkarılmıştır.
Daha sonra Nisa Suresinin (101) âyetiyle yolculuk esnasında dört rekatlı
namazlar hafifletilerek ikiye indirildi ve öylece karar kıldı.
Bu mevzuda Şâfıî
mezhebinin görüşünü mezheb ulemâsından İmam Nevevî şöyle belirtmiştir:
"Hazret-i Âişe
her ne kadar seferde namazın iki rekat olarak farz kılındığını rivayet etmişse
de kendisi bu hadisi te'vil ederek seferde öğle, ikindi ve yatsı namazlarını
dört rekat kılmıştır. Hz. Osman'ın uygulaması da böyledir. Bunlar elbette
doğruluğuna inandıkları için böyle bir uygulamaya lüzum görmüşlerdir. Esasen
(1198 no'lu) Hz. Âişe hadisinin zahirine göre hüküm vermek, Kur'an'a (Nisa,
101) ve yolcuların kıldığı iki rekâtlık namaza "kısaltılmış namaz"
denildiğine dair müslümanlarm icmaına aykırıdır. Bilindiği gibi haber-i âhad
Kur'an'a veya icma'a aykırı olduğu zaman te'vil edilir."
Seferde namazın iki
rekat kılınacağı görüşünde olan Hanefiler delilleri arasında üçüncü maddede
zikrettiğimiz Müslim hadisini, “Resül-i Ekrem (s.a.)'in bir fiile devam etmesi
o fiilin ümmeti üzerine vâcib olduğuna kesinlikle delâlet etmez" diye
te'vil etmişlerdir.
Hanefî ulemâsının
(1198) numaralı hadisi nasıl te'vil ettiklerini söylemiştik. Ayrıca bazı
âlimler "Hz. Osman mü'minlerin imamı, Hz. Âişe de anneleri olduğu için Hz.
Osman'la Hz. Âişe nereye gitseler kendi evlerinde imiş gibi mukim
sayılırlar" diyerek Hz. Osman'la Hz, Âişe'nin bu hadisle amel
etmeyişlerinin sebebini kendilerine göre açıklamaya çalışmışlardır. Bazıları
da Osman (r.a.)'ın Mekke'de evi bulunduğunu ileri sürmüş daha başkaları da
Hz.Osman'ın yanında bedeviler bulunuyordu. Onlar namaz ebedi olarak ikişer
rekata indirildi zannetmesinler diye namazları dörder rekat kılmışlardır"
demişlerse de bu te'viller daima itiraza açık durumdadırlar.
Hanefî ulemâsının
yukarıda maddeler halinde sıraladığımız delilleri görüşlerinin isabetli
olduğunu isbat için yeterlidir. Bu mevzuda Şafiî ulemasından Hattâbî'nin
görüşleri de şöyledir: "Ulemâ bu meselede ihtilâf etmiştir. Selef
ulemâsının ve fukahâ-i emsârın büyük çoğunluğu seferde namazı kısaltarak
kılmanın vâcib olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Ali, Ömer, tbn Ömer ve İbn
Abbas'ın kavli budur. Ömer b. Abdilaziz, Katâde ve Hasan*-dan da bu kavil
rivayet edilmiştir. Hammad b. Süleyman, "seferde dört rekat kılarsa,
namazı iade eder" derken, Mâlik b. Enes, "vaktin içinde olursa iade
eder, vakit çıktıktan sonra iade etmez" demektedir. Ahmed b. Han-bel'in
seferde iki rekat kılmanın sünnet olduğunu söylediği rivayet edildiği gibi,
"kendisinin bu meselede susmayı tercih ettiği" de rivayet edilmiştir.
Hanefîlerin de içinde
bulunduğu rey taraftarları "seferde namazı dört rekat kılan bir kimse eğer
ilk iki rekattan sonra oturmadan üçüncü rekata kalkmış ise, namazı fasit olur.
Çünkü bu kimsenin namazının ilk iki rekatı farzdır. Son iki rekatı ise
nafiledir" derler.
İmam-ı Kurtubî ve İbn
Kesir'e göre mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinin senedi sahihse de metni
zayıftır. Çünkü beş vakit namaz ikişer rekat olarak farz kılınmış değildir.
Akşam namazı üç rekat olarak farz kılındığı gibi sabah namazı da hem seferde
hem de hazerde iki rekat olarak farz kılınmıştır. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in
Hz. Âişe'den naklettiği hadis-i şerifte bu durum açıklanmaktadır.[20]
1. Seferde
namazı kısaltmak ümmetin icmâiyle caizdir.Çünkü Allah Teala günah saydığı şeylerin
terk edilmesini sevdiği gibi kolaylık olsun diye vermiş olduğu ruhsatların
işlenmesini de sever.
2. Hz. Ömer,
Ali, îbn Ömer, Câbir, îbn Abbas, Hasan el-Basrî, Katade ve Ömer b. Abdulâziz'e
göre namazı kısaltmak vâcibtir. tmam A'zam ile İmam Mâlik'e göre de böyledir.
3. Seferi
halde dört rekatlı farzlar ikişer rekat kıhnabilir. Çünkü kısaltma bir
ruhsattır. Yolcunun ihtiyarına bırakılmıştır. İmam Şafiî ile İmam Ahmed'in
görüşü de budur.[21]
1199.
...Ya'lâ b. Ümeyye'den; demiştir ki:
Ömer b. Hattâb'a,
"Aziz ve celil olan Allah sadece "Eğer kâfirlerin size fenalık
yapacağından korkarsanız" dediği ve (bugün) bu (korku) da kalmadığı halde
insanların (yolculukta) namazı kısaltmalarını nasıl buluyorsun?" dedim.
Ömer (r.a.) dedi ki:
Senin hayret ettiğin şeye
ben de hayret ettim de bunu Resûlullah (s.a.)'den sordum.
“Bu, azız ve celil
olan Allah'ın size verdiği bir sadakadır. O'nun sadakasını alınız"
buyurdu.[22]
Metinde söz konusu
edilen Allah Teâlâ'nın sözünden maksat şu ayet-i kerimedir: "Yeryüzünde
sefere çıktığınız zaman eğer kâfirlerin size, fenalık yapacağından endişe
ederseniz, namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur. Şüphesiz ki
kâfirler sizin için apaçık düşmandırlar."[23]
Âyetin zahirinden
seferde namazı kısaltmanın caiz olmadığı, ancak kâfirlerin fitne ve fenalık
yapma tehlikesi olduğu zaman caiz olacağı anlaşılmaktadır. Her ne kadar
İslâmiyetin ilk yıllarında yolculuklar genellikle düşman tehlikesinden emin
değil idiyse de Arab yarımadasının müslümanlaşması ve müslümanların kuvvetlenmesiyle
bu tehlike ortadan kalkmıştı. Bu emniyet ortamının doğmasıyla artık
yolculuklarda düşman tehlikesi kalmadığından dört rekatlı namazların ikişer
rekat olarak kılınabilmesi için şart olan korku da kalmamıştı. Bu sebeple
yolculuk namazının kısaltılarak kılınıp kılınamayacağı müslümanların zihnini
meşgul etmeye başladı. İşte bu meselenin zihnini meşgul ettiği müslümanlardan
biri de Ya'la b. Ümeyye idi. Hz. Ya'la bu meseleyi Hz. Ömer'e açınca Hz. Ömer
Resûl-i Ekrem (s.a.)'den işitmiş olduğu hadisi naklederek onun sorusunu
cevaplandırdı.
Seferde dört rekatlı
namazları kısaltarak kılmak bir ruhsattır. Bu bakımdan seferde dört rekatlı
namazları iki rekat kılmak caizse de dört rekat kılmak daha evladır, diyenler
bu hadis-i şerifi kendi görüşleri için bir delil olarak kabul ettikleri gibi,
seferde dört rekatlı namazları ikişer rekat olarak kılmak azimettir diyenler de
kendileri için yine bu hadisi delil kabul ediyorlar.
Nitekim Hattâbî de bu
hadisle ilgili olarak, "bu hadis seferde dört rekatli namazların tam
olarak kılınacağı görüşünde olanlar için bir delildir. Çünkü eğer asıl olan
dört rekatli namazları seferde ikişer kılmak olsaydı, Hz. Ya'lâ ile Hz. Ömer
halkın seferde bu namazları ikişer rekat kılmalarına şaşmazlardı"
demiştir. Binaenaleyh Hattabî'ye göre de bu hadis "seferde dört rekatlı
namazların dörder rekat olarak kılınması asıldır" diyenler için bir
delildir.
"Seferde asi olan
dörder rekatlı namazları ikişer rekat olarak kılmaktır" diyen Hanefî
uleması ve taraftarlarına göre ise hadis-i şerifte geçen "onun sadakasını
alınız" sözü bir emirdir. Mutlak emir de farziyyet ifâde eder. Binaenaleyh
bu söz sadakayı kabul etmeme cihetini ortadan kaldırmaktadır. Burada
"hiçbir insan sadaka kabul etmek için zorlanamaz" denilebilir. Bunun
cevabı şudur: Resûlullah sallellahü aleyhi vesellem'in, "Bu aziz ve celil
olan Allah'ın size verdiği bîr sadakadır" beyânının mânâsı, "Allah
size böyle emretti" demektir.[24]
1. Bir
kimsenin, "Allah bana şu şekilde tasaddukta bulundu demesi caizdir.
2. Bir kimsenin
tereddüt ettiği bir şeyi kendisinden daha faziletli gördüğü bir kimseye
sorması caizdir.[25]
1200. ...İbn
Cüreyc, "Ben Abdullah b. Ebî Ammâr'ı (şöyle) derken duydum" dedi ve
şu (bir önceki) hadisi nakletti.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi Ebû Âsim '
Bu hadisle ilgili
açıklama (1199) numaralı hadisin açıklamasında geçmiştir. Ancak burada Müellif
Ebû Davud'un taliki ile ilgili olarak şunları ilâve etmek mümkündür:
Müellif Ebû Dâvud bu
tâlikiyle Muhammed b. Bekr'in bu hadisi rivayet ederken dayandığı senedin 1199
numaralı hadisi nakleden Yahya el-Kattân'ın dayandığı senedden daha kuvvetli
olduğunu söylemişse de Müslim, Nesâî ve İbn Mâce'nin senedleri Yahya el-Kattân'ın
senedine uygun düşmektedir. Bu bakımdan Muhammed b. Bekr'in rivayetini tercih
için yeterli bir sebeb yoktur.[27]
1201.
...Yahya b. Yezîd el-Hunâî demiştir ki:
Enes b. Mâlik'e namazı
kısaltarak kılmayı sordum. (O da);
Resûlullah (s.a.) üç
millik yahut -Şu'be şübhe etmiştir- üç fersahlık yola çıktığı zaman iki rekat
kılardı, diye cevap verdi.[28]
Bu hadis-i şerif bir
yolcunun dört rekatlı namazları kısaltarak kılabilmesi için gerekli olan
mesafenin miktarını tayin etmektedir. Ancak râvî Şu'be hadisi naklederken bu
mesafenin miktarında tereddüt etmiş üç mil mi yoksa üç fersah mı, olduğunu
kesinlikle hatırlayamamıştır. Ayrıca birer uzunluk ölçüsü olan fersah ve mil
kelimelerinin ifâde ettikleri miktar da değişiklik arz ettiğinden ulema bu
ölçülere tekabül eden mesafelerde de ihtilâfa düşmüşlerdir.[29]
Esasen eski Arablara
göre mil, gözün ufukta görebildiği son noktaya kadar olan mesafeye denir. Çünkü
göz ufukta erişebileceği bu son noktaya eriştikten sonra daha ilerisine
erişemeyeceğini anladığı için arza ve etrafına meyletmeye başlar. Bu mana ile
ilgisinden dolayı bu mesafeye "mîl" denildiği söylenir. Karşıdaki
kimsenin erkek mi yoksa kadın mı, geliyor mu yoksa gidiyor mu olduğunun bilinemeyeceği
kadar uzaklığa "mil" denildiğini söyleyenler de vardır. Tabiî bunlar
kesin bir miktarı ortaya koyabilen tarifler değildir.
Bu ölçüyü kesin
rakamlarla metre cinsinden ortaya koyabilmek için eski ve yeni ulemânın bu
mevzudaki görüşlerini bilmek gerekmektedir.
Eski astronomi
ulemâsına göre bir mil 3000 zira'dır. Daha sonraki ulemâya göre ise, 4000
zira'dır. Aslında bu fark lâfızdadır. Zira' kelimesine her iki grup ulemanın
farklı değer biçmelerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü bunlar bir milin 96000
parmak olduğunda ittifak etmişlerdir. Ancak eski ulemaya göre bir zira' otuz
iki parmak, yenilere göre ise, yirmi dört parmaktır. Buna göre 96000 rakamı
32'ye bölünürse 3 bin rakamı elde edilir ki, bu rakam eski ulemaya göre bir
milin karşılığı olan zira' miktarıdır. 96.000 rakamı 24'e bölünürse, karşılığı
olan 4 bin rakamı da yeni ulemaya göre zira' cinsinden milin değerini verir.
Netice olarak eski ulemâya göre bir milin 3.000 zira, yeni ulemâya göre de
4,000 zira' olduğu anlaşılır. İşte Hanefî uleması da yeni ulemânın görüşünü
kabul ettiği için seferi sayılabilmek için gerekli mesafenin en az dört bin
zira' olması lâzım geldiğini söylemiştir. Muhtar olan görüş de budur.
Mâlikî ulemâsının
sahih olan görüşüne göre bir mil 3500 zirâ'dır. 3000 zira' olduğu da rivayet
edilir. Meşhur olan görüşlerine göre bir mil bin zira'-dır. Bir zira' da 360
parmaktır.
Şafiî ve Hanbelî
ulemâsına göre ise, bir mil 6000 zirâ'dır. Bir zira' ise, 24 parmaktır.[30]
Ancak günümüzdeki
ölçülerle ilgili bir rakam vermek.gerekirse, İmam Şafiî, İmam Mâlik ve Ahmed b.
Hanbel'e göre sefer müddeti 16 fersah yani 48 mildir. Bu da (48.140) metreye
eşittir. İmam Şafiî'nin eski kavline göre ise bir gün bir gecedir. Delilleri
ise Buhâri’nin Atâ b. Ebî Rebâh'dan talikan rivayet ettiği şu hadistir:
"İbn Ömer ve İbn Abbâs dört berîdlik yolculukta iftar ederler ve namazları
ikişer rekat kılarlardı. Bir berid (16) fersahtır."[31]
Hanefî ulemasına göre,
sefer müddeti en az (18) fersahlık bir mesafedir. Bir fersah üç mil, her mil
20 dakika sürecek olsa (18) saat eder ki
Delileri ise
"mestler üzerine meshin müddeti yolcular için üç gün, mukîmler için de
bir gün bir gecedir'* mealindeki 157 numaralı Ebû Dâvûd hadisidir. Hanefî
ulemâsına göre, bu hadisin sefer müddetinin en az üç günlük olduğuna delâlet
eden yönü şudur: Bu hadis-i şerife göre kendisine müsâfir denebilen herkes için
üç gün müddetle mest üzerine meshetmek caizdir. Çünkü "el-Müsâfir"
kelimesinin başında bulunan "el" harf-i tarifi istiğrak için olup her
yolcuyu içine alır. Bu yolculuğun da en az müddeti üç gün olur. Çünkü üç günden
daha az bir müddet içerisinde sona eren yolculuk için hadiste ifade edilen üç
günlük mest müddeti gerçekleşmemiş olur.
Normal olarak bir
günde yürünebilecek yol ise, ancak altı saatlik bir zaman süresidir ki üç
günlük toplam süre 18 saat eder. Bu da 18 fersaha eşittir.
es-Sâdık, Ahmed b.
İsa, el-Kâsım ve el-Hadi'ye göre yolcu sayılabilmek için en az mesafe, bir
berîdlik (16 fersah, yani
İmam-i Evzaî'ye göre
ise, yolcu sayılabilmek için en az bir günlük mesafe bulunmalıdır. Delilleri
de "Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir kadının beraberinde mahremi
olmaksızın bir günlük yola gitmesi helâl değildir"[33]
mealindeki hadistir.
Zâhiriyye mezhebine
göre müsafir sayılabilmenin en az müddeti üç mildir. Delilleri ise, Beyhakî
ile Tahâvî'nin Ebû Bekre vasıtasıyla Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet ettikleri
"Kadın yanında kocası veya mahrem akrabasından biri olmadıkça bir
fersahlık (üç millik) yere sefer edemez." hadis-i şerifidir.
Yine Zâhiriyye
mezhebinin imamlarından İbn Hazm'a göre ise yolculuğun en az müddeti bir millik
bir mesafedir. Delili ise, yukarıda tercümesini sunduğumuz Nisa Sûresi'nin
(101) âyet-i kerimesidir. İbn Hazm'e göre, gerek bu âyet-i kerime'de ve
gerekse Resûl-i Ekrem'in sünnetinde hiçbir yolculuğa ayrı bir özellik
verilmemiştir. Bu bakımdan her yolculuk için namazlar, kısaltılabilir. Ancak
bir milden daha aşağı yolculuklar için kısaltmak caiz değildir. Çünkü Resûl-i
Ekrem'in bir milden daha aşağı yolculuklar için namazı kısaltmadığı
bilinmektedir. Nitekim Bakî' mezarlığına ve abdest bozmaya gitmiş ve bu yüzden
namazı kısaltmamıştır.
İbn Hazm'ın bu
sözlerine ulemâ şöyle cevab vermiştir:
Resûl-i Ekrem(s.a.)'in
sünnetinde iki merhaleden aşağı yolculuklar için namazın kısaltılabileceğine
dair örnek yoktur. İmam Nevevî'ye göre Resul-i Ekrem'in üç mil uzaklığında bir
yolculuk yaptığı zaman dört rekatlı namazları yarıya indirerek kıldığım ifade
eden ve mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif aslında yolcu sayılabilmek için
gerekli olan en az uzunluk miktarını değil de ResûM Ekrem Efendimiz (s.a.)'in
yola çıktıktan ne kadar zaman sonra namaz kıldığını gösterir.
Bilindiği gibi Resûl-i
Zişân efendimiz namaz vakti girince namazı kılmadan yola çıkmazdı. Yola
çıkınca önlerinde bulunan namaz vakti bazan üç millik bir mesafe kat ettikten
sonra bazan daha az, bazan da daha fazla bir yolculuktan sonra girerdi. Hz.
Peygamber de gideceği yol uzun olduğu için namazını kısaltarak kılardı. İşte
İbn Hazm'in delil diye sarıldıkları hadislerin aslı bunlardan ibarettir.
Bu mevzu ile ilgili
olarak bir sonraki hadisin açıklama kısmında izahat verilecektir, isteyen oraya
müracaat edebilir.[34]
1202.
...Muhammed b. el-Münkedir ile İbrahim b. Meysere Enes b. Mâlik'i şöyle derken
işitmişlerdir:
Resûlullah (s.a.) ile
birlikte öğle namazım Medine'de dört rekat, ikindi namazım da Zü'1-Huleyfe'de
iki rekat
olarak kıldım.[35]
Hadis-i Şerifte söz
konusu edilen yolculuk Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimizin Hac veya Umre niyetiyle
Medine'den Mekke'ye yaptığı bir yolculuktur. Zü'1-Huleyfe Medine'lilerin
mîkattdır. İhrama burada girerler. Medine'ye altı mil uzaklıktadır.
Resûl-iJEkrem (s.a.)'in bu yolculuğunun son noktası Mekke-i Mükerreme olduğuna
göre Zu'l-Huleyfe'den sonra daha yaklaşık olarak
Bu hadis-i şerif aynı
zamanda Resûlullah (s.a.)'in yolculuğa çıkacağı zaman, namaz vakti girmişse o
namazı tam olarak kılmadan yola çıkmadığına, daha sonraki namazı da vakti
girince yolda kısaltarak kıldığına delâlet eder. Çünkü Mekke yolculuğuna
çıkarken öğle namazını Medine'de tam olarak kılmış, ikindi namazını da yolda
iki rekat olarak kılmıştır.[36]
1203.
...Ukbe b. Âmir'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)'i
şöyle buyururken işittim: "Rabbiniz dağ başında ezan okuyup namaz kılan
bir koyun çobanından razı olur ve (şöyle) buyurur: "Şu kuluma bakın.
Benden korkarak ezan okuyor ve namaz kılıyor. Ben bu kulumu affettim ve onu
kesinlikle Cennete koyacağım."[37]
"Ezan okuyup
namaz kılan'* sözündeki ezan kelimesi, sözlükte "bildirmek" manasına
gelir. Bir fıkıh terimi olarak namaz vaktinin girdiğini bildirmek için yüksek
sesle okunan belli cümlelerden ibarettir. Aynı zamanda ikâmet etmek mânâsına
şâmildir. Bu bakımdan ezan kelimesiyle burada hem ezan hem de ikâmet kast
edilmiş olabilir. Ezan bölümünde de açıkladığımız gibi namazdan önce ezan
okunacak olursa, şeytan bu ezanı duymamak için ta ezan sesini duymayıncaya
kadar yelleye yelleye kaçar. Çünkü ezan sesini duyan canlı-cansız her varlık
kıyamet gününde müezzinin ezan okurken imanın ifâdesi olan şehâdet
kelimelerini telâffuz ettiğine şahitlik edecektir. İşte şeytan müezzinin
lehine bir şahit durumuna düşmemek için ezan sesini duymak istemez, kurtuluşu
kaçmakta arar. İşte hadiste belirtildiği gibi dağ başında olduğu için yalnız
başına namaz kılmak mecburiyetinde kalan kimse sadece ezan okuyup sonra namaz
kılacak olursa şeytanları bu şekilde kaçırmış olur. Fakat ezanla birlikte
ikâmet edecek olursa arkasına melaike-i kiram cemaat olurlar. Bu sayede cemaat
sevabına da erişmiş olur. Nitekim Beyhakî'nin Hz. Selman'(r.a.)den rivayet
ettiği hadiste şöyle buyuruluyor:
"Bir kimse bir
arazide bulunur da namaz vakti girince ezan okur, ikâmet eder sonra da namazım
kılacak olursa arkasında melekler durarak iki ucu görünmeyecek kadar uzun saf
teşkil ederler."
Abdurrezzak'ın
Müsannef inde Selman Hazretlerinden rivayet ettiği hadisin meali ise şöyledir:
"Bir kimse bir arazide bulunur da namaz vakti girecek olursa abdest
alsın, su bulamazsa teyemmüm etsin. Eğer yalnız ikâmetle namaz kılarsa
kendisiyle beraber iki melek namaz kılar. Eğer hem ezan hem de ikâmet ile
kılacak olursa kendisiyle beraber iki ucu görünmez melaike namaza iştirak
eder."
Bu hadisin yolculukla
ilgisi yoktur, diye itiraz edilemez. Çünkü kırda davar otlatmakta olan bir
çoban için namazdan önce ezan okumak ve ikâmet etmek müstehab olunca yolcu
için de müstehab olacağı kolayca anlaşılır.[38]
1. Yalnız
başına farz namazı kılan bir kimse için de ezan okumak ve ikamet etmek meşru
kılınmıştır.
2. Allah'ın
rızasına affına ve ebedi nimetlerine erişmeye vesile olacağı için amellerde
ihlâs teşvik ve tergîb edilmiştir.[39]
1204.
...(Mâlik b. Enes) dedi ki:
Biz Resûlullah (s.a.)
ile beraber yolculukta bulunduğumuz zaman (acaba) güneş (batıya) meyletti mi,
yoksa etmedi mi, derken (Resûlullah -s.a.-) öğleyi kılar, sonra yola düşerdi.[40]
Bu babın başlığından
vaktin girip, girmediği kesin olarak bilinmediği halde yolcunun namazını kılabileceği
anlaşılmaktadır. Hadisin bu başlıkla ilgili olan kısmı, "Biz acaba güneş
(batıya) meyletti mi, yoksa meyletmedi mi derken öğleyi kılardı"
cümlesidir. Her ne kadar bu cümle "Biz öğle vaktinin girip girmediği
hususunda mütereddit bir halde iken Resûl-i Ekrem (ş.a.) öğleyi kılardı. Biz de
vaktin girip girmediğinden emin olmadan onunla birlikte kılardık" mânâsına
geliyormuş gibi görünüyorsa da aslında, mütereddidlik ezan okunmadan önceki
anlarda olmuş ve ezan okununcaya kadar sürmüştür. Resûl-i Ekrem öğle namazı
için ezan okunmasını emrettikten ve namaza durduktan sonra orada bulunanların
hiçbirinde vaktin girdiğine dair en küçük bir şüphesi kalmamıştır.
Öyleyse hadisin
başlığını "Yolculuk esnasında namazı ilk vaktinde kılmak" şeklinde
tercüme etmek daha doğru olur. Bilindiği gibi aslında vaktin girdiği kesin
olarak bilinmeden kılınan namaz fasittir. Bu konuda yolcu ile mukim arasında
bir fark yoktur. Hatta bazı ulemaya göre böyle şüphe ile kılınan bir namaz sona
erdikten sonra vakit içinde kılındığı anlaşılsa bile, yine de yeniden kılınması
gerekir. Çünkü yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde; "muhakkak ki namaz,
mü'minler üzerine vakitleri belli bir farz olmuştur"[41]
buyruğundan namazın muayyen vakitleri olup onları ihlâl etmenin haram olduğu
anlaşılır.[42]
1205.
...Dabbe oğullarından Hamz el-Âizî dedi ki:
Enes b. Mâlik'in şöyle
dediğini işittim: Resûlullah (s.a.) bir yerde konakladığında öğle namazını
kılmadan yola çıkmazdı. Bir adam:
Gündüzün yarısında
(zevalden önce) olsa da mı? deyince (Enes);
Evet, gündüzün
yarısında da olsa diye cevab verdi.[43]
Resûl-i Ekrem yolculuk
esnasında öğle namazını ilk vaktinde kılardı. İlk bakışta zahiren daha güneş
batıya meyletmemiş gibi göründüğü zaman da bile öğle namazını kıldığı
anlaşılmakta ise de doğru olanı, güneşin batıya kaydığını görür görmez hemen
namazını kılıp yola çıktığıdır.
İşte bu sebeple ulemâ
gündüzün yarısında bile olsa güneş batıya meyletmeden öğle namazının
kılınamayacağında ittifak etmiştir.[44]
1206.
...Ebu't-Tufeyl Âmir b. Vâsile'den rivayete göre Mııâz b. Cebel (i .a.),
kendilerine şu haberi vermiştir:
Resûlullah (s.a.) ile
birlikte Tebûk ga/vesine çıktıklarında (Resûlullah s.a.) öğleyle ikindiyi, akşamla da yatsıyı
birleştirerek kılardı.Birgün (öğle) namazı(nı) geciktirmiş, sonra (çadırdan)
çıkıp öğleyle ikindiyi birleştirerek kılmış. Bir süre sonra (tekrar çadıra)
girip çıkmış ve akşamla yatsıyı birleştirerek kılmış.[45]
Tebûk Gazvesi
Peygamber (s.a.)'in iştirak ettiği son gazvedir.Hicretin dokuzuncu senesinin
Receb ayında vaki olmuştur.Bizanslıların Şam'da İslâm aleyhine büyük bir ordu
hazırlamış oldukları haber alınınca, Resûl-i Ekrem (s.a.) otuz bin kişilik bir
ordu ile Medine-i Münevvere'den çıktı. Tebûk'e vardı. Yirmi gün kadar orada
kaldı. Fakat düşmandan hiçbir hareket görülmedi. Artık Şam'a kadar gidilmesini
muvafık görmeyip Medine-i Münevvere'ye avdet buyurdu.
Tebûk seferi esnasında
Medine-i Tâhire'de kıtlık vardı. İslâm ordusu güçlükle teçhiz edildiği için bu
orduya "Ceyşu'l-usre'Menilmiştir.
İki namazın
birleştirilerek kılınması:
Caiz olduğunu kabul
edenlere göre, iki namazı birleştirerek kılmak iki şekilde olur:
1. Takdim
ederek; öğle namazı ile ikindiyi ele alacak olursak, öğle vakti girince önce
öğle namazı kılınır arkasından da ikindi namazı kılınır. Buna
"cem'üt-takdîm = takdim cem'i" denir.
2. Te'hir
ederek; öğle namazı, vakti girdiği halde kılınmaz ikindiye kadar geciktirilir.
İkindi vakti girince önce öğle, arkasından da vakti giren ikindi namazı
kılınır. Buna da "cem'ü't-te'hîr = geciktirme cem'i" denir.
İki ayrı namazı
birleştirerek kılmayı caiz gören kimselere göre, bu hadis-i şerifteki birinci
cümlede birleştirilerek kılındığı ifade edilen namazlar te'hir cem'iyle
kılınmışlardır. Fakat takdim cem'iyle kılınmış olması da mümkündür.
Aynı zamanda
Resûlullah (s.a.) bu namazları fiilen yola devam ederken değil, yolculuk
esnasında dinlenmek için konakladığı bir esnada kılmıştır. Çünkü " =
çıktı" ve " = girdi" fiilleri eve veya ev hükmünde olan çadır ve
benzeri yerlere girib çıkmak için kullanılır. Bu durum "bilfiil seferde
olmadıkça iki namazı cem'etmek caiz değildir" diyenlerin aleyhine
delildir.
Bu hadis-i şerif
Arafat ve Müzdelife'nin dışında bile olsa, yolculukta iki namazı birleştirerek
kılmanın mutlak surette caiz olduğunu söyleyen ve ulemânın çoğunluğunu teşkil
eden kimseler için de bir delildir. Nitekim Sa'd b. Ebî Vakkâs, İbn Ömer, İbn
Abbâs, EbûMûsâ el-Eş'arî, Usâme b. Zeyd, Ömer, Osman, İmam Mâlik, Ahmed b.
Hanbel, Şafiî ve Ebû Sevr bu görüştedirler. Ayrıca şu hadis-i şerifler de
bunların görüşünü te'yid etmektedir:
1.
"Resülullah (s.a.) yola çıkacağı zaman şayet güneş batıya doğru meyletmişse,
öğleyle beraber ikindiyi de kılar sonra yola çıkardı."[46]
2.
"Size Resülullah (s.a.)'in namazını anlatayım mı? (Daha yola çıkmadan)
evinde iken güneş batıya meyi edecek olursa, ikindiyi öğle namazıyla
birleştirerek kılar, ondan sonra yola çıkardı. Eğer güneş batıya meyletmeden
önce yola çıkacak olursa, öğleyi geciktirir ve ikindiyle birleştirerek
kılardı.”[47]
İmam Nevevî'ye göre
ashab ve tabiûn arasında meşhur olan uygulama budur.
Bazı ilim adamlarına
göre ise, Arafat ve Müzdelife'nin dışında yolculuktan dolayı iki vakti
birleştirerek namaz kılmak caiz değildir. Ancak Arafat'ta öğle vaktinde öğle
ile ikindi namazım yolcular ve mukimler Müzdelife'de de yatsı vaktinde akşamla
yatsı namazını birleştirerek kılarlar. Hasan el-Basrî, İbrahim en-Nehaî, İbn
Şîrîn, Mekhûl, Ebû Hanife ve taraftarları bu görüştedirler. Şafiî ulemâsından
Müzenî de bu görüştedir. Delilleri ise, Buhârî ve Müslim'in rivayet ettikleri,
"Allah'a yemin olsun Resülullah (s.a.)'in bir namazı kendi vaktinden
başka bir vakitte kıldığını görmedim. Ancak Müzdelife müstesna. Çünkü orada
akşamla yatsıyı birden kılmış, ertesi gün sabah namazını da vaktinden önce
kılmıştır"[48] hadisidir.
Arafat ve Müzdelife
dışında Cem'e karşı olanların bir başka delilleri de Müslim'in rivayet ettiği
şu hadis-i şeriftir: "Dikkat edin! Uyku (sebebiyle namaz kaçırmak) da bir
kusur yoktur. Kusur ancak uyanıkken (başka namazın vakti gelinceye kadar)
namazını kılmayan kimsede vardır. Binaenaleyh bu uyuyup kalma işini kim
yaparsa uyandığı zaman, o namazı kıhversin. Ertesi gün ise, o namazı vaktinde
kılsın"[49]
Bu görüşte olan ilim
adamları seferde, Arafat ve Müzdelife'nin dışında bile olsa, mutlak surette
namaz vakitlerini birleştirerek namaz kılmanın caiz olduğuna delâlet eden
hadisleri te'vil ederek; "Bu hadislerdeki namaz vakitlerini
birleştirmekten maksat, hakiki manada birleştirmek değildir. Öğleyi son vaktine
kadar te'hir ederek kılmak ve arkasından da .giren ikindiyi kılmak gibi şeklî
bir birleştirmedir. Yani namazın birincisini son vaktinde, ikincisini de ilk
vaktinde kılmaktır ki, her iki namaz peşi peşine kılındığı için görünüşte ikisi
de birleştirilerek, bir vakitte kılınmış hissini verir" derler. Bu
te'villerine de Müslim'in rivayet ettiği şu hadis-i şerifi delil getirirler:
"Resû-hıilalı (s.a.) hiçbir korku ve sefer yokken öğle ile ikindiyi
akşamla da yatsıyı toptan kıldı"[50] ve
hiçbir kimse, korku ve sefer olmadığı halde Resûl-i Ekrem (s.a.)'in hakikî
manada iki namazı birleştirerek kıldığını iddia edemeyeceğine göre, bu
hadisleri ve benzerlerini te'vil edip bu hadislerdeki namazları birleştirmekten
maksat, şeklen birleştirme olduğunu bilmelidir. Nitekim tercümesini sunacağımız
1210 numaralı Ebû Dâvûd hadisi de bunların görüşünü te'yia" eder.
Ancak Arafat ve
Müzdelife'nin dışında bile olsa, mutlak surette iki vakti birleştirerek
namazları toptan kılmanın caiz olduğu görüşünde olan ulemâ, kendilerinin
dayandıkları hadislerin seferde iki vakti birleştirerek kılmanın caiz olduğunu
isbatlayan müsbet hadisler olduğunu, İbn Mes'ud hadisinin ise, menfi olduğunu,
müsbet hadislerinse kaide icabı menfî hadislere tercih edileceğini söyleyerek
kendi görüşlerinin daha isabetli olduğunu iddi ederler. Yine bu âlimlere göre
muarızlarının dayandıkları diğer hadis-i şerifler hazara ve sefere şâmil mânâsı
umumî olan hadislerdir. Kendilerinin dayandıkları hadisler ise sadece seferle
ilgilidir. Aynı görüşü paylaşan ilim adamlarından Hattâbî de bu mevzuda-
şunları söylüyor: Bu hadis-i şeriflerdeki seferde iki namazı birleştirerek
kılmanın caiz olduğuna delâlet eden kelimeleri te'vil ederek; "buradaki
birleştirmeden maksat, hakiki birleştirmek değil, şeklen birleştirmektir"
demek, doğru değildir. Çünkü namazları birleştirerek kılmak, ümmet için
kolaylık getiren bir ruhsattır. Namazları şeklî olarak birleştirmek de ise,
zorluk vardır. Çünkü namazların son vakti ile ilk vaktini tespit etmek herkes
için her zaman kolay bir iş değildir." İnsanların pek çoğu bundan âcizdir.
Ancak Hanefî uleması
"Allah Teâlâ kullarına vakitlerin başını ve sonunu açık bir şekilde
bildirmiştir. Bunu herkes kolaylıkla tespit edebilir" diyerek bunlara
cevab vermiş ve görüşlerinde ısrar etmişlerdir.[51]
1207.
...Nâfî'den rivayet olunduğuna göre; İbn Ömer (r.a.)'e Mekke'de iken (eşi)
Safiyye'nin ölüm döşeğinde olduğu haberi gelince, hemen yola çıktı. Nihayet
güneş batıp da yıldızlar görülmeye başlayınca; "Peygamber (s.a.) acele
yola çıkmasını gerektiren bir iş olduğu zaman şu iki namazı (akşam ile yatsıyı)
birleştirirdi" dedi. Nihayet şafak kaybolunca (hayvanından) inip ikisini
birleştirdi.[52]
Hadis-i şerifte ismi
geçen Safiyye, Hz. Abdullah b. Ömer'in eşi Safiyye bint Ebî Ubeyd b. Mes'ud es-Sakafiyye'dir.
Hz.İbn Ömer Mekke'de iken eşi Safiyye'nin hastalanıp ölüm döşeğine düştüğü
haberini alması üzerine acele yetişmek üzere yola çıkmış ve yolda akşam namazım
te'hîr etmiş ve nihayet akşam namazım sonra da yatsı namazını birleştirerek
kılmıştır.
Bu hâdise Nesâî'nin
rivayetinde Kesir b. Kârevendâ tarafından şöyle anlatılıyor: Salim b.
Abdullah'a:
Baban Abdullah
(r.a.)'in seferde namazları cem ettiği olur muydu? diye sordu. Salim:
Hayır sadece
Müzdelife'de cem' ederdi, dedi. Sonra hatırlayıp şunları anlattı:
Zevcesi Safiye babam
Abdullah'a "dünyanın son, âhiretin ilk günün-.deyim (ecelim çok
yakın)" diye haber salmış. Babam devesine bindi, ben de beraberdim.
Sür'atle gidiyorduk. Namaz vakti gelince müezzin:
Ya Ebû Abdurrahman,
namazı kılalım dedi ise de, babam yola devam etti. Öğle ile ikindi arası olunca
devesinden indi ve müezzine:
Kamet et, öğle
namazını kılıp selam verince yerinden ayrılmadan tekrar kamet et, dedi.
Müezzin kamet etti iki rekat öğle namazım kıldı. Müezzin tekrar kamet etti iki
rekat ikindi namazını kıldıktan sonra süratle yola çıktı. Güneş batınca müezzin
yine;
Ya Ebû Abdurrahman
namaz, - deyince babam:
Önceki yaptığın gibi
yapacaksın- dedi ve yürüdü. Akşam karanlığı basıp yıldızlar çoğalınca indi,
müezzine:
Kamet et, ben selâm
verince, tekrar kamet et- dedi. Üç rekat akşam namazını kıldı. Müezzin yerinden
ayrılmadan tekrar kamet etti. Yatsı namazını kılınca ön tarafına bir defa
selâm verdi ve bize dönerek:
Resûlullah (s.a.);
"herhangi biriniz, gecikmesinden korktuğu bir işi olursa namazları böyle
kılsın" buyurdu dedi.[53]
Yine Nesâî'nin Kesir
b. Kârevendâ'dan rivayet ettiği diğer bir hadiste ise, "Bir gün babam
tarlada iken zevcesi Ebû Ubeyde'nin kızı Safiyye, "dünyanın son gününde,
âhiretin ilk günündeyim (ecelim yakın)" diye yazmış"[54]
ifadeleri geçmektedir. Bu rivayete göre Hz. İbn Ömer'e eşinin hastalığı haberi
kendisinin tarlada bulunduğu sırada erişmiştir. Oysa konumuzu teşkil eden Ebû
Dâvûd hadisinde ise bu haberin îbn Ömer'e Mekke'de iken eriştiği ifâde
edilmektedir. Bu haberler bir arada mütelaa edilecek olursa Nesâî'nin
rivayetinde söz konusu edilen tarlanın Mekke civarında bulunan bir tarla olduğu
ve iki hadis arasında bir çelişkinin bulunmadığı anlaşılır.
Hadis-i şerifte geçen
"şafak" kelimesi sözlükte akşamleyin ufukta beliren kızıllık ve
kızıllıktan sonra ortaya çıkan beyazlık anlamlarına gelir. Akşam namazı
vaktinin tesbitinde imam Ebû Hanife (r.a.) ikinci mânâyı; İmameyn de birinci
mânâyı tercih etmişlerdir.
"Yolculukta
Arafat ve Müzdelife'den başka yerde iki namazı cem etmek caiz
değildir"diyen ulemâya göre burada “şafak kayboldu" cümlesinin
anlamı, şafak neredeyse kaybolmuştu, yani kaybolması yaklaşmıştı, demektir.
Delilleri ise Nesâî'nin rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir:
Nâfi anlatıyor:
Abdullah b. Ömer'le beraber Mekke'den yola çıktık. Akşam karanlığında yol
aldık. Akşam namazını unuttu sanarak kendisine:
Namazı kılalım, dedik.
Ses çıkarmadan yola devam etti. Neredeyse ufuktaki kızıllık kaybolacaktı. Sonra
bineğinden indi akşamı kıldı. Kızıllık kaybolmuştu ki yatsıyı da kıldıktan
sonra bize döndü ve:
Yolda sür'atli
gittiğimiz zamanlarda Resûlullah (s.a.) ile beraber böyle yapardık, dedi.[55]
Nitekim müellif Ebû
Davud'un ileride tercümesini sunacağımız (1212) numaralı hadisi de bu görüşü
çok açık ve kuvvetli bir şekilde te'yid etmekte-' dir. Bu te'vile göre İbn Ömer
(r.a.) akşamı son vaktine kadar geciktirerek kılmış ve yatsıyı da hemen
arkasından ilk vaktinde kılmıştır. Aksi görüşte olan ulemâya göre ise, akşam
namazını yatsı vakti girince kılmış ve arkasından da yatsı namazını kılmıştır.[56]
1208.
...Muâz b. Cebel (r.a.)’den rivayet olunduğuna göre; Resûlullah (s.a.) Tebûk
gazvesinde iken (konaklama yerlerinden) yola çıkmadan önce güneş (batıya)
kayarsa öğleyle ikindiyi birleştirerek kılardı. Eğer güneş (batıya) kaymadan
önce yola çıkacak olursa ikindiyi kılmak üzere (bir yerde) konaklaymcaya kadar
öğleyi geciktirirdi. Akşamleyin de aynı şekilde (hareket ederdi). Eğer yola
çıkmadan önce güneş batmışsa, akşamla yatsıyı birleştirerek kılardı. Eğer güneş
batmadan yola çıkmışsa, akşam namazını yatsıyı kılmak için (bir yerde)
konaklaymcaya kadar geciktirirdi. Sonra ikisini birleştirerek kılardı.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi Hişâm b. Urve de Hüseyn b. Abdullah, Küreyb ve İbn Abbâs vasıtasıyle
Peygamber (s.a.)'den, el-Mufaddal ve el-Leys hadisine benzer bir şekilde
rivayet etmiştir.[57]
Ebû Davud'un, hadisin
sonundaki bu sözlerinden maksadı, başka hadislerin takviyesi ile hadisteki
zayıflığın giderildiğine dikkati çekmektir.Gerçekten bu hadis zayıftır. Çünkü
senedinde Hişâm b. Sa'd vardır. Hadis ulemâsı tarafından tenkid edilmiş bir
kişidir. Bu bakımdan rivayet ettiği hadislere güvenilemez. İşte her ne kadar bu
hadis Resûl-i Ekrem'in yolculukta namazları takdim ve te'hir suretiyle
birleştirerek kıldığına bir delil teşkil etmekte ise de, zayıflığı sebebiyle
yolculuk esnasında namazları birleştirerek kılmanın caiz olmadığı görüşünde
olan ulemâ tarafından reddedilmiştir. Her ne kadar musannif Ebû Dâvûd hadisin
sonunda bu hadisin başka hadislerle takviye edildiğini söylemek istemişse de
takviye edici bir örnek olarak verdiği İbn Abbâs hadisi de zayıftır. Çünkü
senedinde Husayn b. Abdullah vardır. Bu ravi hadis uleması tarafından inancına
varıncaya kadar her yönüyle ve ağır bir dille tenkid edilmiştir. Ancak İbn
Hacer el-Askalânî'ye göre bu hadisi takviye eden daha başka hadis-i şerifler
vardır. Meselâ Yahya b. Abdilhamid el-Hamânî'nin Müsned'inde Ebû Hâlid
el-Ahmer, el-Haccâc, el-Hakem, Muksim ve İbn Abbas vasitasıyle rivayet ettiği
hadis bu hadisi takviye ederek hasen derecesine yükseltmektedir. Esasen
Tirmizî de bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde İsmail
el-Kadî'nin el-Ahkâm isimli eserinde İsmail b. Ebî İdris, İsmail'in kardeşi
Süleyman b. Hilâl, Hişâm b. Urve, Kureyb ve İbn Abbas vasıtasıyle rivayet
ettiği hadis de bu hadisi takviye etmektedir. Hanefî ulemâsına göre Hz.
Peygamberin öğleyi ve akşamı te'hir etmesinden maksad, vakitleri çıkıncaya
kadar te'hir etmesi değil, öğle ve akşamın son vakitlerine kadar te'hir etmesi
yani bu iki vakti yolculukta son vakitlerinde edâ etmesinin hemen akabinde
ikindi ve yatsıyı kılmasıdır. Nitekim aşağıdaki (1209) numaralı hadis de bunu
izah etmektedir.[58]
1209. ...İbn
Ömer'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) bir defadan
başka yolculukta akşamla yatsıyı asla birleştirmemiştir.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadis aynı zamanda Eyyûb, Nâfi', îbn Ömer senediyle îbn Ömer'e ait mevkuf (bir
hadis) olarak (şu şekilde) rivayet olunmuştur: "NâfV Safiyye'nin kara
haberinin geldiği gecenin dışında îbn Ömer'in iki namazı birleştirerek
kıldığını asla görmemiştir. "
MekhûVün Nâfi'den
rivayet ettiği hadis (de şöyledir: Nâfi) îbn Ömer'i böyle yaparken bir veya iki
kere görmüştür.[59]
Bu hadis Resûl-i Ekrem'in ancak Arafat ve Müzdelife'de
iken öğle ile ikindiyi, akşamla da yatsıyı birleştirerek kıldığını bunun
dışında ise asla birleştirme cihetine gitmediğini söyleyen Hanefî ulemâsının
delilini teşkil etmektedir. Çünkü hadis-i şerifte söz konusu edilen Resûl-i
Ekrem'in birleştirerek kıldığı bîr namazdan maksadın,, Arafat ve Müzdelife'dekı
kıldığı namaz olması gerekir. Çünkü Nesâî'nin rivayet ettiği şu hadis bu
namazların Arafat ve Müzdelife'de kılınan namazlar olduğunu göstermektedir:
"Resûlullah (s.a.)'in Müzdelife'den başka bir yerde iki namazı birleştirdiğini
görmedim. O gün sabah namazını vaktinden önce kıldı.[60]
Bununla beraber konuyu
teşkil eden bu Ebû Dâvûd hadisi senedinde Abdullah b. Nâfi el-Mahzûmî bulunduğu
için zayıftır. Daha önce tercümesini sunduğumuz (1208) numaralı hadis-i
şerifte geçen Resul-i Ekrem'in Te-bûk seferinde devamlı surette namazları cem'
ederek kıldığına dair olan ifâdelerden maksat, hakiki cem değil, namazın birini
son vaktinde diğerini de ilk vaktinde kılmaktan ibaret olan şeklî cem'dir.
Müellifin, hadisin
sonuna ilâve ettiği cümlelerden maksadı, Süleyman b. Yahya'nın nıertu olarak
rivayet ettiği bu hadisin, aslında mevkuf olabileceğine dikkati çekmektir.
Yani Süleyman b. Yahya'nın aslında bu hadisi mevkuf olarak duyduğu halde merfu
olarak rivayet etmiş olabileceğini ifade etmektir. Musannif Ebû Dâvûd bunu
ifade için aynı hadisin mevkuf olan iki ayrı senedini nakletmiştir. Bu
hareketiyle musannif Ebû Dâvûd, Hanefîlerin yolculukta namazların
birleştirilemeyeceği konusundaki delillerini teşkil eden Süleyman b. Yahya
hadisinin aksi görüşte olan Şâfiîlerin delilini teşkil eden (1207) no'lu Nâfi
hadisine tercih edilecek bir özelliği bulunmadığını ifâde etmek istemektedir.
Bununla beraber ileride gelecek olan (1212) numaralı hadis bu mevzuda Hanefî
ulemasını doğrulamaktadır.[61]
1210.
...Abdullah b. Abbâs'tan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
korku ve sefer olmaksızın öğle ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı bir arada kıldı.[62]
Mâlik dedi ki:
"Ben bunun yağmur hakkında olduğunu zannediyorum."
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisin benzerini Ebû'z-Zübeyr, Ham-mâd b. Seleme ile Kürretü'bnü Halid de
rivayet etmiştir. (Übü'z-Zübeyr) dedi ki:
(Bu hâdise) Tebûk
seferine çıktığımızda oldu.[63]
Bu hadis-i şerif îmam
Malik (r.a.)Un tefsiriyle birlikte mütelaa edilecek olursa yağmurdan dolayı
öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı cem ederek birlikte kılmanın caiz
olduğuna delâlet etmektedir, Bununla beraber îmam Malik'ten yağmurdan dolayı
öğle ile ikindiyi cem' ederek kılmanın mekruh olduğu da rivayet edilmektedir.
İmam Malik'e göre "Öğle ile ikindi vakitlerinde halk umumiyetle çarşıda
pazarda, kırda bayırda kendi işleriyle meşgul olurlar. Her ne kadar halk bu
vakitlerde yağmurdan dolayı işlerinden kalmamaya gayret ederlerse de yağmur
sebebiyle namazı Allah'ın tayin ettiği vaktin dışında kılmak kerahetten hali
kalamaz."
Hele akşamla yatsıda
cemin kerahati daha,da aşikârdır. Çünkü bu iki vakit iş-güç vakti değildir.
Aksine istirahat zamanıdır. İnsan bu iki vaktin namazım bir arada kılacak
olursa tamamen istirahata çekilebilir. Bu sebeble yağmurdan dolayı akşam ve
yatsı namazlarını cem' ederek kılmakta bir sakınca yoktur. Nitekim,
Medine'liler ve onların dışında İmam Şafiî gibi bazı kimseler de bu
görü'ştedirler.
Bir numara sonra
gelecek olan ve Resûl-i Ekrem'in yağmur ve korku olmadığı halde sadece ümmetine
kolaylık sağlamak maksadıyla namazları bir arada kıldığını ifade eden hadis-i
şerif için el-Beyhakî şunları söylemektedir: "Bu hadis cumhurun
rivayetine muhaliftir. Genellikle cumhurun bu konudaki rivayeti gerçeğin
ifadesidir. Nitekim yağmurdan dolayı namazların cem edilebileceğine dair bizim
İbn Abbas ve İbn Ömer'den rivayet ettiğimiz hadis-i şeriflerde bu gerçeği
ortaya koymaktadırlar."
Diğer bazı ulemâ ise
yağmur ve korku bulunmadığı halde Resûl-i Ekrem’in iki namazı birleştirerek bir
arada kıldığını ifâde eden bu gibi hadisleri "şiddetli ve devamlı bir
yağmur yoktu" şeklinde te'vil ederek "yine de Resûl-i Ekrem bu
namazları az da olsa yağmurdan dolayı birleştirerek kıldı" demektedirler. Bu konudaki görüşleri şu şekilde özetleyebiliriz:
1. Yağmurdan
dolayı iki namazın bir arada kılınabileceği görüşünde olan haleften ve seleften
pek çok ilim adamı vardır. Bu görüşte olanlardan İmam Şafiî'ye göre yağmur
sebebiyle öğle ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı takdim cem'iyle, yani ikindiyi
öğle vaktinde öğle namazıyla, yatsıyı da akşamın ilk vaktinde akşam namazıyla
beraber kılmak caizdir. Ancak bu şekilde kılınan namazların caiz olabilmesi
için namaza dururken yağmurun devam etmesi şarttır. Ebû Sevr ile bir grup ilim
adamı da bu görüşü paylaşmaktadırlar.
2. İmam
Mâlik ile İmam Ahmed'e göre ise, yağmurdan dolayı akşamla yatsıyı bir arada
kılmak caiz ise de öğle ile ikindiyi bu şekilde kılmak mekruhtur. Urve b.
Zübeyr, İbn Ömer, İshak ve Yedi Fakih diye bilinen meşhur ulemâ da bu görüştedirler.
Delilleri ise, konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisiyle birlikte el-Esrem'in
Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan rivayet ettiği şu haberdir: "Yağmurlu bir
günde akşamla yatsıyı cem ederek bir arada kılmak sünnettendir."
İbn Kudâme el-Muğnî
isimli eserinde bu hallerin sünnete uygun olduğunu ifâde etmiştir. Nitekim
Hişam b. Urve de şöyle demiştir: "Ben, Ebân b. Osman'ın yağmurlu bir
gecede akşamla yatsıyı bir arada kıldığım gördüm. Urve b. Zübeyr, Ebû Seleme b.
Abdirrahman, Ebû Bekr b. Abdurrahman da O'nunla birlikte bu namazları kıldılar
ve itiraz etmediler. Kendi asırlarında bulunan ulemânın hiçbirinin de bu
uygulamaya itiraz ettiği görülmemiştir. Bu ise, bir icmâ demektir. Nitekim
Esrem bu mevzuda icmâ olduğunu nakletmiştir.
İmam-Mâlik çamur ve
karanlık sebebiyle de akşam ve yatsı namazlarının birlikte kılınabileceğini
söylemiştir.
3. İmam Ebû
Hanife (r.a.)'e, Şafiîlerden Müzenfye ve diğer bazı ulemâya göre ise,
yağmurdan dolayı namazları cem'ederek bir arada kılmak kesinlikle caiz değildir.
Namazların cem' edilerek bir arada kılınabileceğine dair hadislerdeki
"cem'etme" kelimelerinden maksat, hakiki mânâda cem değil, şeklî
mânâda cem etmektir. Yukarıda da ifâde ettiğimiz gibi birinci namazı son
vaktinde, ikinci namazı ise, ilk vaktinde kılmaktır ki, ilk bakışta insana
ikisinin de bir vakitte kılındığı intibaını verir.
İmam Nevevî ise,
Hanefîlerin bu görüşü hakkında: "Bu hadisin zahirine uygun olmayan bir
görüştür. Hadisi böyle te'vil etmeye müsait bir çıkış yolu da yoktur"
diyerek bu görüşün son derece zayıf ve bâtıl olduğunu soy-lemişse de Hafız İbn
Hacer el-Askalânî Fethü'I-Bârî isimli eserinde Nevevî'-yi bu itirazından
dolayı, "Nevevî'nin zayıf bulduğu bu görüşü, Kurtubî takdir ve tahsin
etmiş ve ondan önce imamü'l-Harameyn bu görüşü tercih etmiş, İbn Mâcişûn,
Tahâvî ve İbn Seyyidinnas da bu görüşü benimsemişlerdir. İbn Seyyidinnâs'e göre
bu hadisi Buharı ve Müslim'de İbn Uyeyne ve Amr b. Dinar vasıtasıyle rivayet
eden Ebû Şa'~sâ da bu görüştedir. Muhakkak ki hadisi rivayet eden, hadisin
hükmünü daha iyi bilir. İbn Seyyidinnas'in bahsettiği hadis şudur: İbn Abbâs;
Peygamber (s.a.) ile cem suretiyle sekiz ve (yine) cem' suretiyle yedi rekat
namaz kıldım" demiş; ben; "Ya Eba'ş-Şa'sâ, zannederim öğleyi te'hir,
ikindiyi acele kıldı ve akşam namazım te'hir yatsıyı da (vakit girer-girmez)
acele kıldı" dedim. Ebu'ş-Şa'sa: "Ben de öyle zannediyorum"
cevabım verdi.[64] demiştir.
İbn Hacer daha sonra
şunları söylemektedir: "Resûl-i Ekrem'in namazları cem ederek kıldığını
ifâde eden bu Ebû Dâvûd hadisinin "şeklî olarak birleştirerek kılmak"
manasına geldiği kabul edilirse, namazın şartı olan vakit korunmuş olur. Hem de
bu hadis bu şekilde te'vile müsaittir. Fakat takdim ve te'hir suretiyle cem
mânâsına te'vil edilecek olursa, o zaman namaz özürsüz olarak şart olan vaktin
dışına çıkarılmış olur.”
Cumhura göre hazarda
cem, özürsüz olarak caiz değildir. Cumhur konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd
hadisini çeşitli şekillerde te'vil etmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Mezkûr
cem, hastalıktan ötürü idi. Hafız İbn Hacer bu cevabın düşündürücü olduğunu
söylüyor. Çünkü Resûlullah (s.a.) hastalık sebebiyle cem etmiş olsaydı
kendilerinde hastalık özrü bulunanlar onun arkasında namaz kılar ve özürsüz
olanlar kılmazdı. Oysa İbn Abbâs iki namazı sahabesi ile beraber cem ettiğini
açıklamaktadır.
2. Mezkur
cem, yağmur sebebiyle idi. Fakat bu hadisin; "korku ve yağmur
olmaksızın" şeklindeki rivayeti zayıftır.
3. Mezkur
cem, havanın bulutlu oluşu sebebiyle idi. Şöyle ki: Peygamber (s.a.) öğle
namazını kıldıktan sonra hava açılmış ve ikindi vaktinin girmiş olduğu
tebeyyün edince hemen akabinde ikindi namazını kılmıştır. Bu cevap da doğru
değildir. Çünkü öğle ve ikindide bu hususta zayıf bir ihtimal varsa da akşam ve
yatsıda böyle bir ihtimal asla vârid değildir.
4. Peygamber
(s.a.) öğleyi son vaktine te'hir etmiş ve ikindiyi vaktinin evvelinde
kılmıştır. Nevevî, "Bu ihtimal zayıf veya bâtıldır. Çünkü hadisin zahir
manasına depüdüz aykırıdır" diyor. Hafız İbn Hacer, Nevevî'nin zayıf veya
bâtıl gördüğü bu ihtimali Kurtubî, İmâmü'l-Harameyn ve daha başkalarının beğendiğini
hatta İbn Seyyidinnas'ın kuvvetli
bulduğunu söylemektedir.
Ulemâdan bir cemaat bu
hadisle istidlal ederek bir hacetten dolayı hazarda dahi iki namazın cem
suretiyle beraber kılınabileceğine kail olmuş ancak bunun âdet edinilmemesini
şart koşmuşlardır. îbn Şîrîn ile Rabia, Eşheb, İbnu'l-Münzir ve Kaffal-i
Kebîr'in mezhebleri budur. Aynı kavli Hattâbî birçok hadis imamlarından
nakletmiştir. Bunların delili Hz. îbn Abbas'ın; "Resûlullah (s.a.) bunu
ümmetini meşakkate sokmamak için yaptı.”[65]
demiş olmasıdır.[66]
1211. ...îbn
Abbas (r.a.)dan; demiştir ki;
Resûlullah (s.a.)
korku ve yağmur olmaksızın Medine'de Öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı cem
etti (ikisini bir arada kıldı).
İbn Abbâs'a Resûlullah
(s.a.)'ın bununla neyi kasdettiği sorulunca:
Ümmetine kolaylık
getirmeyi murad etti, diye cevab verdi.[67]
1.
İbnu'l-Münzir'in beyânına göre bu hadis-i şerifi hadis ulemasından pek çok
kimse rivayet etmiş ve hastalık yağmur ve korku gibi hiç bir Özür olmadığı
halde hazarda iki namazı cem ederek kılmanın caiz olduğunu söylemişlerdir.
Yine îbn Münzir'e göre
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in söz konusu namazları, bir ma'zeretinden dolayı
birleştirerek kıldığı iddia edilemez. Çünkü Resûl-i Ekremin bu namazları böyle
birleştirerek kıldığı hadis-i şerifte "Ümmetini meşakkate sokmamak
için" cümlesiyle açıklanmıştır. Artık başka bir sebeb aramaya lüzum
yoktur.
2. ibnSîrîn'e
göre âdet haline getirmemek şartıyla hazarda namazları mazeretsiz olarak birleştirerek
kılmada bir sakınca yoktur. Delili ise şu hadis-i şeriflerdir:
a. İbn Abbâs
Basra'da -meşgul olduğu bir günde- öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı bir
arada kıldı. Aralarında başka bir namaz kılmadı ve Medine'de Resûlullah (s.a.)
ile birlikte öğle ile ikindiyi sekiz rekat bir arada kıldığını ve arasında
başka bir namaz kılmadığını söyledi.[68]
b. Bir gün
İbn Abbâs ikindiden sonra bize hutbe irad etti. Halk "namaza,
namaza" demeye başladılar, derken Beni Temim'den fütursuz ve sözünü
esirgemeyen bir adam gelerek "namaza, namaza" dedi. Bunun üzerine îbn
Abbâs:
Bana sünneti mi
öğretiyorsun be annesiz kalası! dedi ve şunu ilave etti: Ben Resûlullah
(s.a.)'in öğle ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı cem’ ederek kıldığım gördüm.
Abdullah b. Şakik dedi
ki: Bu sözden kalbime bir şüphe düştü de Ebû Hüreyre'ye giderek ona sordum. İbn
Abbas'm sözünü o da tasdik etti.[69]
3. Ulemânın
çoğunluğuna göre bu hadiste "yağmur yoktu” cümlesinden maksat,
"devamlı ve şiddetli bir yağmur yoktu" demektir. Çoğunluğu teşkil eden
ulemâ bu sözleriyle yağmur olmadan namazları cem ederek kılmanın caiz
olmadığını söylemek istiyorlar.
4. Hanefî
ulemasına göre buradaki cem'den maksad, şeklî bir cem'dir. Hakiki cem'
değildir. Bu daha önce de açıklandığı gibi birinci namazı son vaktinde ikinci
namazı ise ilk vaktinde kılmakla olur.
Nitekim Ebû İsâ
et-Tirmizî de meşhur Sünen'in de rivayet ettiği "İki namazı özürsüz
olarak cem eden büyük günahların kapılarından birine adım atmış olur”[70]
Ayrıca "bazı ilim adamları yanında amel bu hadis üzeredir. İki namazı bir
arada kılmak ancak seferde veya Arafat'da olur" demektedir.[71]
1212.
...Nâfi' ve Abdullah b. Vâkıd'dan rivayet edildiğine göre; İbn Ömer'in müezzini
(İbn Ömer'e);
Namazı (kılmayacak
mıyız?) deyince (O da);
Devam et, devam et, demiş.
Nihayet şafak kaybolmadan (biraz) önce (devesinden) inip akşam namazını kılmış
daha sonra da şafak kayboluncaya kadar bekleyip yatsı namazını kılmış ve
(şöyle) demiş:
Gerçekten Resûlullah
(s.a.)'in acele bir işi olduğu zaman benim yaptığım gibi yapardı. İbn Ömer o
gün ve gece üç (günlük) yol yürümüştü.[72]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi aynı senedle Nâfi'den îbn Câbir de rivayet etti.[73]
Bu hadis yolculuktan
dolayı iki namazı birleştirerek kılmanın caiz olmadığını ancak birincisinin son
vaktinde ikincisi de ilk vaktinde kılmanın caiz olacağını söyleyen Hanefî
ulemâsının delilini teşkil etmektedir. Daha önce de ifâde ettiğimiz gibi
Hanefî ulemâsı bazı hadislerde geçen, "namazları birleştirerek toptan
kılmak" tâbirlerini hakikaten birleştirerek kılmak mânâsına değil de
burada olduğu gibi şeklen birleştirmek mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
Konumuzu teşkil eden bu hadis, Hanefî ulemâsının bu görüşünü açıkça
desteklemektedir. Hazret-i Abdullah b. Ömer'in durmadan yürüyerek üç günlük
yol aldığı bu yolculuk, tercümesini sunduğumuz 1207 numaralı hadiste ayrıntılı
şekilde anlatıldığı gibi ailesinin hastalığı haberinin kendisine ulaşması
üzerine yaptığı yolculuktur.
Hadiste geçen
"şafak" kelimesi gerek sahâbe-i kiram, gerekse ulemâ arasında ihtilaflıdır.
"Şafaktan murad ufuktaki kızıllıktır" diyenler olduğu gibi
"ufuktaki beyazlıktır" diyenler de vardır. İmam-ı Azam'a göre akşamleyin
ufuktaki kızartıdan sonra vücûda gelen beyazlıktır. îmameyn ile diğer üç mezhep
imamına göre ise, ufukta husule gelen kızartıdan başka bir şey değildir.
Müellif Ebû Dâvûd
hadisin sonuna ilâve ettiği tâ'lik ile bu hadisin sağlam olduğuna dikkat
çekmek İstiyor. Çünkü bu hadisi Fudayl babası vasıtasıyla NâfYden nakletmiştir.
Hadisin sonuna ilâve edilen talikte de aynı hadisin Câbir vasıtasıyla yine
Nâfi'den rivayet edildiği ifade ediliyor ki, bir hadisin makbul bir kimse
vasıtasıyle yine aynı şeyhten rivayet edilmiş şekline mütâbi' denir. Birinci
hadisi takviye ve onun sıhhatine delâlet eder. Nesâî ise, bu hadisin senedini
İbn Ömer'e kadar ulaştırmaktadır.[74]
1213.
...İbrahim b. Mûsâ er-Râzî, îsâ vasıtasıyle İbn Câbir'den (önceki) hadisin
mânâsını (rivayet etmiştir).
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi bir de Abdullah b. el-A'lâ Nâfi'-den rivayet etmiştir. (Nâfi) demiştir
ki; "şafak kaybolmak üzere iken (devesinden) indi ve ikisini (akşamla
yatsıyı) birleştirerek kıldı."[75]
Musannif, bu hadisi
biraz önce tercümesini sunduğumuz 1212 numaralı hadis-i şerifi takviye ve onun
sağlam bir hadis olduğunu ispat etmek için nakletmiştir. Sözü geçen hadisin
ifâdesinden de anlaşıldığına göre Resül-i Ekrem (s.a.) daha şafak kaybolmadan
akşam namazım kılmış ve akşam namazından sonra şafağın kaybolmasıyla da yatsı
namazı girmiş ve yatsıyı da ilk vaktinde edâ etmiştir. Buna göre İbn Ömer, iki
namazı birlikte edâ etmiş gibi görünüyorsa da aslında şafak kaybolmadan kıldığı
akşamı son vaktinde, şafak kaybolduktan sonra kıldığı yatsıyı da ilk vaktinde
kılmış ve hiçbirini kendi vaktinin dışına çıkarmamıştır. İşte Hanefi ulemâsına
göre seferde caiz olan cem' böyle olur. Arafat ve Müzdelife'nin dışında bir
namazı vaktinin dışına çıkarmayı gerektiren cem' caiz değildir. Bu bakımdan bu
hadis Hanefî ulemâsı için bir delil teşkil etmektedir.[76]
1214. ...İbn
Abbas'dan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) bize
Medine'de öğle ile ikindiyi, akşamla da yatsıyı sekiz ve yedi rekat olmak üzere
kıldırdı. Süleyman ile Müsedded (bu hadisi naklederken) "Bize"
(sözünü) nakletmediler.
Ebû Dâvûd dedi ki:
et-Tev'eme'nin azatlısı Salih de bu hadisi, "İbn Abbâs yağmur olmadığı
halde dedi" (ilâvesiyle) nakletti.[77]
Bu hadis-i şerifte söz
konusu edilen Resûl-i Ekrem'in sekiz rekat olarak kıldırdığı namazdan maksad,
öğle ile ikindi namazlarıdır. Yedi rekat olarak kıldırdığı namazdan maksat ise,
akşam ile yatsı namazıdır. Bu hadis-i şerif, "Resûlullah (s.a.) ile
beraber Medine'de sekiz rekat bir arada, yedi rekat bir arada kıldım. Öğleyi
te'hir etti, ikindiyi ta'cil etti. Akşamı te'hir etti, yatsıyı ta'cil
etti" anlamındadır.
Hadis-i şerifin Nesâî'de
bulunan rivayeti, Resûl-i Ekrem'in bu namazlardan birini vaktinden öne alarak
veya vaktinden çıkararak değil de birinciyi son vaktinde, ikinciyi de ilk
vaktinde kıldığını bir başka ifâde ile hakiki mânâda değil de şeklen
birleştirerek kıldığım göstermektedir.
Nitekim Hanefî
ulemâsının da hadisten anladığı budur. Ulemânın çoğunluğu ise bu konuda;
"Resûl-i Ekrem (s.a.) Öğle namazını ikindi vaktinde ikindi namazıyla
beraber, akşam namazını da yatsı vakti girince yatsı namazıyla beraber
kılmıştır. Çünkü yağmur yağmaktaydı. Yağmurdan dolayı sözü geçen namazları
birleştirerek kılmak caizdir" derler. Bu mevzuda gelen "Resûlullah
(s.a.) korku ve yağmur olmaksızın öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı
cem'etti" mealindeki 1211 no'lu hadisi de "şiddetli ve devamlı bir
yağmur yoktu, ama şiddetli olmasa bile, yine de yağmur vardı" şeklinde
te'vil ederler.[78]
1215.
...Câbir(r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.) Mekke'de iken
güneş battı, (akşam ile yatsı namazlarım) ikisini de Şerif (denilen yer)de
birleştirerek kıldı.[79]
Resûl-i Ekrem'in
yolculuk esnasında öğle ile ikindiyi akşamla da yatsıyı hakiki mânâda
birleştirerek kıldığını kabul eden cumhûr-ı ulemâya göre bu hadis, kendi
görüşlerini te'yid etmektedir.Çünkü Şerif Mekke'nin kuzeyinde Mekke'ye yedi mil
uzaklıkta bir yerdir. Güneş battıktan sonra Mekke'den yola çıkan bir kimsenin
akşam namazı çıkmadan bu kadar mesafeyi kat ederek Şerife ulaşması mümkün
değildir. Resûl-i Ekrem (s.a.)'in sözü geçen namazları hakiki mânâda birleştirerek
değil de, birinci namazı son vaktinde ikinci namazı da ilk vaktinde kılarak
şeklen birleştirdiğini kabul eden Hanefî ulemâsına göre ise, Resûl-i Ekrem
(s.a.) Şerife akşam namazının son vaktinde ulaşmış ve akşam namazını son
vaktinde kılmış, arkasından da hemen vakti girmiş olan yatsı namazını kılmıştır.
Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.) yolculuğunu sür'atiyle ve müsabakalar-daki ünüyle
mâruf olan Kusvâ isimli devesiyle yapmıştır. Kusvâ'nın yatsı namazı girmeden bu
mesafeyi kat etmesi işten bile değildir.
Şerif, munsarif ve
gayr-i munsarif olarak kullanılan bir kelimedir. Resûl-i Ekrem (s.a.) Meymune
(r.anha) ile burada evlenmiş ve Hz. Meymune burada vefat etmiş ve buraya defn
edilmiştir. 1216 numaralı hadis-i şerifte açıklanacağı üzere Şerif ile Mekke
arası on millik bir mesafedir.[80]
1216.
...Hişam b. Amr'den; demiştir ki:
İkisinin -yani Mekke
ile Şerifin- arasında on millik mesafe vardır.[81]
Bu hadis-i şerif bir
önceki hadise açıklık getirmektedir.Ulemânın büyük ekseriyeti Mekke ile Şerif
arasındaki mesafenin uzunluğuna bakarak Mekke'de güneş battıktan sonra yola
çıkan Resûl-i Ekrem'in akşam namazının vakti çıkmadan Şerife varamayacağı
kanaatine varmışlar ve akşamla yatsıyı beraberce yatsı vaktinde kıldığına
hükmetmişlerdir.
işte bu hadis ve benzerleri
seferde iki namazı hakikî mânâda cem'ederek bir arada kılmanın caiz olduğunu
söyleyen cumhûr-ı ulemânın delilidir.
Hanefî ulemâsının bu
konudaki yorumları bir önceki hadisin açıklamasında verilmiştir. Oraya
bakılabilir. Şunu da belirtelim ki Yakut el-Hamevî'nin Mu'cemü'l-Buldân isimli
eserinde verdiği malumata göre, her ne kadar Mekke ile Serîf arasındaki
mesafenin yedi mil, dokuz mil, on iki mil olduğunu söyleyenler varsa da,
aslında bu mesafe altı milden ibarettir.[82]
1217.
...Abdullah b. Dinar'dan; dedi ki: Ben Abdullah b. Ömer'le bir (yolculuk
yapar)ken güneş battı, (beraberce) yola devam ettik. Akşam olduğunu görünce
"namaz (zamanı geldi)" dedik. Yola devam etti. Nihayet şafak kayboldu
da yıldızlar (batıya) kaymaya başlayınca (hayvanından) inerek iki namazı birden
kıldı. Sonra; "Ben, Resûlullah'ın acele yola çıktığı zaman namazı şu benim
kıldığım gibi kıldığını gördüm. Bu iki namazı gece (girdik)den sonra
birleştirdi" dedi.[83]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi Âsim b. Muhammed'de kardeşi (Ömer b. Muhammed) vasıtasıyla Salim 'den
rivayet etmiştir.
îbn Ebî Necîh de bu
hadisi İsmail b. Abdurrahman b. Zübeyr'den; "îbn Ömer'in bu iki namazı
birleştirmesi şafak kaybolduktan sonra idi" şeklinde rivayet etti.[84]
İmam Mâlik bu hadisi
delil getirerek sadece acele yola çıkan bir kimsenin iki namazı birden
kılmasının caiz olacağını söylemiştir. İbn Hubeyb ise, bu cevazın sadece
bilfiil yolculuk yapmakta olan bir kimseye ait olduğunu, istirahat için
yolculuğuna ara veren kimsenin bu cevazdan faydalanamayacağı görüşündedir.
Delili de Buhârî'nin rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: "Resûlullah
(s.a.) (yolculuk esnasında) yürüyüş üzere olduğu vakitte öğle ile ikindi
namaz(lar)ım, akşam ile yatsıyı cem' ederdi."[85]
Yolculukta gerek yola
devam esnasında gerekse istirahat esnasında namazları cem'ederek kılmanın
mutlak surette caiz olduğunu söyleyen cumhûr-ı ulemânın delili ise, daha önce
tercemesini sunduğumuz 1206 numaralı hadis-i şeriftir.
Hanefî ulemasına göre ise,
Resûl-i Ekrem (s.a.) hadis-i şerifte söz konusu olan bu namazı şafak (akşam
vakti girince ufukta beliren kızıllık veya beyazlık) kaybolmadan önce
kılmıştır. Delilleri ise, daha önce tercümesini sunduğumuz 1212 numaralı
hadistir. Sözü geçen hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem'in akşam namazım şafak
kaybolmadan az önce kıldığı açıkça ifade edilmektedir.
Cumhûr-ı ulemâ ise,
Hanefî ulemâsının bu görüşüne "bu iki ayrı olaydır, ayrı ayn zaman ve
mekânlarda vukua gelmiştir. Birinin diğeriyle ilgisi yoktur" diyerek
itiraz etmişlerdir.
Hanefî ulemâsı, İbn
Ebî Necîh'in; "İbn Ömer bu namazları şafak kaybolduktan sonra
birleştirerek kılmıştı" mealindeki rivayetinde geçen "şafak"
kelimesine kızıllık mânâsını vermişlerdir. Bilindiği gibi kızıllık kaybolduktan
sonra bir beyazlık girer ki, İmam Ebû Hanife'ye göre bu beyazlık devam ettiği
müddetçe akşam namazının vakti de devam eder. Bu durumda İbn Ömer yine de akşam
namazım kendi vakti içerisinde kılmış, akşam namazım bitirir - bitirmez de
yatsı namazı vakti girdiğinden hemen yatsıyı kılmıştır. Öyleyse akşam son
vaktinde yatsı da ilk vaktinde kılındığı için peşi peşine kılınmışlardır ve
hiçbirisi vaktinin dışına çıkarılmamıştır. Cumhûr-ı ulemâ Hanefî ulemâsının bu
görüşüne Nesâî'nin rivayet ettiği: "Himâya giderken îbn Ömer'e arkadaş
oldum. Güneş batınca namaz kılalım diyecektim, fakat durmadı. Ufuktaki
beyazlık kaybolup akşam karanlığı basınca bineğinden indi. Üç rekat akşam, iki
rekat yatsı namazlarını kıldıktan sonra:
Resûlulah'ın böyle
yaptığını gördüm[86] dedi, mealindeki hadis-i
şerifi delil getirerek itiraz etmişler ve "bu hadis beyazlığın da
kaybolduğunu açıkça ifade ediyor" demişlerdir. Ancak Hanefî uleması
onlara "Nesâî'nin ha- dişinde geçen beyazlıktan maksat kızıllıktan sonra
ortaya çıkan beyazlık değil, güneş battıktan sonra ortaya çıkan birinci
beyazlıktır" diye cevab verirler.[87]
1218.
...Enes b. Mâlik'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
güneşin zevalinden önce yola çıktığı vakit öğle namazını ikindi vaktine kadar
te'hir eder, sonra hayvanından inerek ikisini birden kılardı. Eğer yola
çıkmadan önce güneş (batıya) kaymışsa öğleyi kılıp da yola çıkardı.[88]
Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu
hadisin râvisi olan) Mufaddal, duası makbul Mısır kadısı İbn Fadâle'dir.[89]
Bu hadis, seferde iki
namazı birleştirerek kılmanın caiz olduğunu söyleyen ulemânın delilidir.
Gerçekten hadisin zahirine bakılırsa Resûlullah (s.a.)'in zevâldan önce yola
çıktığı zaman öğleyi İkindi vakti girinceye kadar beklettiği, ikindi vakti
girdikten sonra ikisini birden kıldığı anlaşılır.
Nitekim Müslim'in
rivayet ettiği şu hadis-i şerif de yolculuk esnasında öğleyi te'hir ederek
ikindi vakti girdikten sonra ikindi namazıyla birlikte kılmanın caiz olduğunu
açıkça ifâde etmektedir.
"Peygamber (s.a.)
seferde iki namazı birden kılmak istediği zaman öğleyi ikindinin ilk vakti
girinceye kadar te'hir eder, sonra ikisini birden kılardı."[90]
iki namazı bir vakitte
cem' etmeyi uygun görmeyen Hanefî ulemâsı bu hadisi şöyle anlıyorlar: Resül-i
Ekrem (s.a.) öğle namazını ikindi vakti yaklaşıncaya kadar te'hir etmiştir.
Öğleyi kıhncaya kadar ikindi vakti girmişti. Böylece öğleyi son vaktinde,
ikindiyi de ilk vaktinde kılmıştır. Zahirde ise, iki namaz bir vakitte
birleştirilmiş gibi gözüküyor. Delilleri ise, Buhari ile Müslim'in Abdullah b.
Mes'ud'dan rivayet ettikleri:
"Resûlullah
(s.a.)'in (Müzdelife'de) Cem'den başka hiçbir yerde, hiçbir namazı vaktinin
haricinde kıldırdığını görmedim. Resül-i Ekrem (Müzdelife'de) akşam ile
yatsıyı birlikte kıldı"[91]
mealindeki hadisle Müslim'deki şu hadistir: "uyku sebebiyle namaz
kaçırmakta bir vebal yoktur. Vebal ancak uyanıklıktadır. O da bir kimsenin bir
namazı, başka bir namazın vakti girinceye kadar te'hir etmesidir."[92]
Hanefî ulemâsı bu
hadis-i şeriflere bakarak "Namazı vakti haricinde kılmak için uyuya
kalmaktan başka özür yoktur" diyorlar. Nitekim Müslim'de geçen,
"Resûlullah (s.a.) hiçbir korku ve sefer yokken öğle ile ikindiyi
birlikte kıldı"[93]
mealindeki hadis-i şerifte Hanefî ulemasını te'yid etmektedir. Çünkü namazı
cem' etmek için hiçbir sebep olmadığı halde namazı birleştirerek kılmak caiz
olamayacağına göre Resûl-i Ekrem'in hiçbir sebeb yokken iki namazı cem' ederek
birlikte kılacağı söylenemez. Öyleyse bu hadis-i şerifteki söz konusu olan
cem'den maksat şeklî cem'dir. Yani öğleyi son vaktinde ve ikindiyi de ilk
vaktinde peşi peşine gelecek şekilde, yatsıyla akşamı da aynı şekilde
kılmaktır.
Tirmizî'nin rivayet
ettiği şu hadis-i şerif de Hanefî ulemâsının görüşünü te'yid etmektedir:
"Her kim özürsüz olduğu halde iki namazı birleştirerek kılarsa büyük
günahların kapılarından birine adım atmış olur."[94]
1219.
...Ukayl (önceki) hadisi aynı senedle rivayet etmiş ve demiştir ki: Akşamı da
geciktirir ve şafak kaybolunca yatsıyla birleştirerek kılardı.[95]
Bu hadis-i şerifin zahirinden
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in akşam namazını şafak kayboluncaya kadar beklettiği ve
şafağın kaybolmasıyla giren yatsı vaktinde akşamla yatsıyı birleştirerek
kıldığı anlaşılmaktadır. Ancak Hanefî ulemâsına göre buradaki namazları
birleştirerek kılmaktan maksat her iki namazı da kendi vakti içerisinde fakat
peşi peşine gelecek şekilde kılmakla olur.
Misâl olarak, akşam
yatsıyı ele alacak olursak; akşamı son vaktine kadar bekletip şafağın
kaybolmasıyla birlikte sona erecek şekilde kılmakla ve arkasından da hemen
vakti giren yatsı namazını kılmakla olur. Hanefî ulemâsına göre; Hadis-i
şerifte geçen "şafak kaybolunca akşamı yatsıyla birleştirerek
kılardı" cümlesi bu izah tarzına aykırı değildir. Çünkü
"birleştirme" kelimesi iki namazın peşi-peşine kılınıp sona ermesini
ifâde eder. Sadece akşam namazının kılınması birleştirmek değildir. Ancak
akşamdan sonra yatsı namazı da kılınınca "birleşme" meydana gelmiş
olur.
Bu bakımdan hadiste
geçen "birleştirme hâdisesi" şafağın kaybolması ve yatsının sona
ermesiyle gerçekleşmiştir. Ancak akşam namazı şafak kaybolmadan önce yatsı da
şafak kaybolduktan sonra kılınmıştır Yine Hanefî ulemasına göre hadisteki
"şafak" kelimesiyle güneşin batmasıyla beraber ufukta meydana gelen
kızıllık kast edilmiş de olabilir. Buna göre akşam yine kendi vakti içerisinde
ve hemen arkasından kılınan yatsı namazı da kendi vakti içerisinde kılınmış
demektir. Bu mevzu ile ilgili görüşlerin münâkaşası için (1234) numaralı
hadisin açıklamasına müracaat edilebilir.[96]
1220. ...Muâz
b. Cebel (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.) Tebûk gazvesinde
iken güneş (batıya) kaymadan önce yola çıkarsa, öğleyi ikindiye kadar bekletir,
ikindi namazıyla birlikte kılardı. Eğer güneş batıya kaydıktan sonra yola
çıkmak isterse ikindiyi (vaktinden) öne alarak öğleyle beraber kıldıktan sonra
yola düşerdi. Eğer akşamdan önce yola çıkacak olursa akşamı te'hir eder
yatsıyla beraber kılardı. Eğer akşam olduktan sonra yola çıkmak isterse yatsıyı
(vaktinden) öne alarak akşamla birlikte .kılardı.[97]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi Kuteybe'den başka hiçbir kimse rivayet etmedi.[98]
Ebü Dâvûd'un,hadisin
sonuna ilâve ettiği talikten maksadı, hadisin zayıf olduğuna dikkat çekmektir.
Çünkü bu hadisi "el-Leys"den rivayet eden güvenilir ravilerin
hiçbirisi Resûl-i Ekrem Efendimizin, "ikindiyi vaktinden öne alarak
öğleyle beraber kıldığı"ndan bahsetmemişlerdir. Bu fazlalık sadece
Kuteybe'nin el-Leys'den rivayet ettiği bu hadiste bulunmaktadır. Diğer
ravilerin de bu hadisi el-Leys'den aldıkları düşünülürse, Kuteybe'nin bu
rivayetinin şâz olduğu anlaşılır.
Bu bakımdan Tirmizî bu
hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: “Muâz’ın hadisi hasen-garibtir. Bu hadisi
(bu haliyle) yalnız Kuteybe rivayet etmiştir. Ondan başka bu hadisi el-Leys'den
rivayet eden kimse tanımıyoruz. Nitekim el-Leys'in Yezîd b. Habîb'den Ebû't-
Tufeyl'den, Muaz'-dan rivayeti garibdir. Çünkü muhaddislerce mâruf olan rivayet
Ebu'z-Zübeyr'in Ebu't-Tufeyl tarikiyle Muâz'dan rivayet ettiği şu hadistir:
Resûlullah (s.a.) Tebûk Gazvesinde öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı bir
arada kıldı." Büyük âlim ve Muhaddis Tirmizî, "Muhaddislerce mâruf
olan rivayet" sözleriyle daha önce tercümesini sunduğumuz 1206 numaralı
hadis-i şerifi kast ediyor ki, gerçekten orada ikindinin öne alınarak öğle ile
birlikte kılındığından bahsedilmiyor. Netice olarak konumuzu teşkil eden Ebû
Dâ-vûd hadisi Tirmizî'ye göre, Hasen-garib, İbn Hibbân'a göre mahfuz, Ebû
Davud'a göre ınünker, İbn Hazm'e göre münkati' Hâkim'e göre mevzu'dur.[99]
1221.
...el-Berâ (r.a.)'dan; demiştir ki:
Resûlullah ile
birlikte bir yolculuğa çıkmıştık. Bize kıldırdığı son yatsı namazında (ilk) iki
rekatın birincisinde et-Tîn sûresini okudu.[100]
Bu hadis-î şerif
yolculukta meşakkat bulunduğu için yolculuk esnasında kılınan namazlarda
kıraati kısa tutmanın caiz olduğuna delâlet etmektedir. Gerçekten Resûl-i Ekrem
(s.a.) hazar zamanların da yatsı namazlarında Şems, Leyi ve İnşikak sûrelerini
okurdu.
Bu da gösteriyor ki
Resûl-i Ekrem (s.a.) seferde olsun hazarda olsun yatsı namazlarında evsat-i
mufassal denilen Târik Sûresi ile Beyinne Sûreleri arasındaki kısa sûreleri
okurdu. "Bu bakımdan zaruret olmadıkça yatsı namazında orta sureleri
okumak sünnettir. Çünkü, yatsı istirahat ve uyku zamanına tesadüf eden bir
namazdır. Onu fazla uzatmaya cemaatin tahammülü yoktur. Bu mesele özellikle
yolculukta daha da önem kazanır. Bu mevzuda delil, Ömer (r.a.)'in Hz. Ebû Mûsâ
el-Eş'ari'ye; "akşam namazında kısa sûreleri, yatsıda orta, sabah namazında
da uzun sûreleri oku” diye yazdığı mektuptur. Bir de Resûlullah (s.a.)'ın
yatsı namazında Bakara sûresi'ni okuyan, Muaz b. Cebel'i muâhaze buyurmasıdır.[101]
1222.
...el-Berâ b. Âzib el-Ensâri'den; demiştir ki:
Ben Resûlullah (s.a.)
ile birlikte onsekiz defa yolculuk yaptım. Güneş (batıya) kaydıktan sonra,
öğleden evvel iki rekat namaz kılmayı terk ettiğini görmedim.[102]
Bu hadis-i şerif
seferde nafile namaz kılmanın caiz olduğunu ifâde etmektedir. Fakat bu hadis-i şerif
hakkında Tirmizî şunları söylemektedir: "el-Berâ'nın hadisi garibdir. Bu
hadisi Muhammed Buhârî'ye sordum, onun yalnız el-Leys b. Sa'd'dan gelen
rivayetini biliyor. Ebû Busre el-Gıfârî'nin adım bilemedi ve hadisi ha sen
gördü. İbn Ömer'den şöyle rivayet edilmiştir: "Resûlullah (s.a.) seferde
farzdan önce veya sonra nafile namaz kılmazdı." Yine İbn Ömer'den
Resûlullah (s.a.)'in seferde nafile namaz kıldığı rivayet edilmiştir.[103]
Tirmizî'nin bahsettiği
Resûl-i Ekrem'in seferde (nafile) namaz kılmadığına dair Buhârî'nin İbn
Ömer'den naklettiği hadis-i şerif şudur:
"Mekke yolunda
İbn Ömer'le beraber bulunuyordum. Öğle namazını bize iki rekat kıldırdı. Sonra
döndü geldi. Biz de onunla beraber döndük. Yerine gelip oturdu onunla beraber biz
de oturduk. Bir aralık namaz kıldığı yere bir göz atarak bir takım kimselerin
ayakta olduklarını gördü ve:
Bunlar ne yapıyor?
diye sordu.
Tesbihde bulunuyorlar,
dedim. İbn Ömer:
Ben teşbih yapacak
olsam, mutlaka farzımı (dörde) tamamlardım. Kardeşimin oğlu gerçekten ben
Resûlullah (s.a.) ile birlikte seferde bulundum. Allah ruhunu kabzedinceye
kadar iki rekattan fazla kılmadı. Ebû Bekr ile birlikte bulundum. O da Allah
ruhunu kabzedinceye kadar iki rekatten fazla kılmadı. Ömer'le de beraber
bulundum. O da Allah ruhunu kabzedinceye kadar iki rekatten fazla kılmadı.
Sonra Osman'la bulundum. O da Allah ruhunu kabzedinceye kadar iki rekatten
fazla kılmadı. Allah Teala da; "gerçekten Resûlullah da sizin için güzel
bir örnek vardır"[104]
buyurmuştur dedi.[105]
Bu hadis-i şerifte
geçen, "tesbih"den maksad, nafile namaz kılmaktır. Görünüşte
mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisiyle Buhârî ve Müslim'de bulunan İbn Ömer
hadisi arasında bir çelişki var gibidir. Ebû İsa et-Tirmizî yukarıda
naklettiğimiz sözlerinden sonra yine İbn Ömer'den Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
seferde öğle namazından sonra iki rekat namaz kıldığına dair iki hadis-i şerif
daha rivayet etmiştir.[106]
Bazı ilim adamlarına göre Buhârî hadisiyle bu hadis-i şerifler arasında hiçbir
uyuşmazlık yoktur. Aslında Resûl-i Ekrem (s.a.) seferde nafile namaz kılmıştır.
Nitekim seferde Duhâ namazını kıldıkları[107] ve
teheccüd namazını kıldıkları[108]
Umm-ü Hâni (r.a.)'dan sahih senedle rivayet edilmiştir. Ancak "Resûl-i
Ekrem yolculukta nafile namaz kılmadı "diyenler gördüklerini unuttukları
için böyle demişlerdir. Hatırladıkları zaman da gördüklerini itiraf
etmişlerdir. Bu mevzuda:
Hanefî ulemâsından
Aynî merhum şunları söylemektedir:
"Bu hadis-i
şerifler arasında bir çelişki yoktur. Çünkü Tirmizî'nin söz konusu ettiği İbn
Ömer'den nakledilen Buhârî hadisinde Resûl-i Ekrem'in nafile namazı kılmadığı
değil de beş vakit namaza bağlı olarak kılınan revâ-tib sünnetlerini terk
ettiği ifâde ediliyor. Aslında İbn Ömer seferde mutlak nafile kılmanın meşru
olmadığını söylemek istemiyor. Sadece beş vakit namazlara bağlı olarak kılınan
revâtib sünnetleri terk ettiğini söylemek istiyor. Aslında İbn Ömer'in bu sözü
Resûl-i Ekrem'in uygulamasının ekseriyetle böyle olduğunu gösterir. Tirmizî'nin
Sünen'inde söz konusu edilen Resûl-i Ekrem'in kıldığı nafilelerden maksat ise,
yine beş vakit namaza bağlı olarak kılınan nafile namazlardır. Bu da seferde
revâtib sünnetleri imkân bulunca kılmanın müstehab olduğunu gösterir."
Esasen el-Berâ (r.a.); "Resûl-i Ekrem'in bu sünnetleri geçirdiğini
görmedim" dediği halde tbn Ömer'in "bu sünnetleri kıldığını
görmedim" demesi de bu iki söz arasında bir çelişkinin bulunduğunu
göstermez. Çünkü birinin gördüğünü diğerinin görmemesi mümkündür.
Kaldı ki, konumuzu
teşkil eden Ebû Dâvûd hadisiyle onu te'yid eden Tirmizî hadisinde kast edilen
nafileden maksat, Aynî'ye göre zevalden sonra kılınan sünnet-i zevaldir.
Nitekim Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği Ebû Eyyûb el-Ensârî hadisi de bunu
te'yit etmektedir.[109]
Bazılarına göre
öğlenin ilk sünnetidir. Bazılarına göre ise, abdestten sonra kılman iki rekat
şükür namazıdır. Ulemâ beş vaktin sünnetlerinden başka nafile namazların
seferde kılınabileceğinde ittifak etmişlerdir. İhtilâf beş vaktin
sünnetindedir. Hz. Abdullah b. Ömer ile diğer bazı ulemâya göre seferde vakit sünnetlerini
kılmak mekruhtur.
Ashab-ı kiramdan
bazıları seferde sünnet namazların kılınacağına kail olmuşlardır. Ebû Hanife,
îmam Ahmed, Şafiî ve ekser-i ulemânın mezhepleri de budur.
Hanefîlerden
Serahsî'nin el-Mebsût isimli eserinde ve el-Hidâye'de "sünnetlerde
kısaltma yoktur, ulemâ efdal olan hakkında söz etmiş bazıları ruhsatla amel
ederek, sünnetleri terk etmenin efdal olduğunu, bir takımları da Allah'a
takarrub için onları kılmanın efdal olacağını söylemişlerdir" denilmektedir.
Yine Hanefîlerden Hindüvânî'nin
beyânına göre bir yerde mola verildiği zaman sünnetleri kılmak efdal, yürüyüş
halinde ise, terk etmek efdaldir. Hişam "İmam Muhammed'i seferde namaz
kılarken gördüm, öğleden evvel ve sonra sünnet kılmıyor, fakat sabah ile akşam
namazının ikişer rekat sünnetlerini hiç bırakmıyordu. İkindi ile yatsıdan önce
nafile kıldığını gördüm. Yatsıyı kılar sonra vitre geçerdi" demiştir.
Nevevî diyor ki
"İhtimal ki, Peygamber (s.a.) sünnetleri konakladığı yerde kılar da İbn
Ömer bunu görmezdi. Zira nafileyi evde kılmak efdaldir. Yahut sünnetlerin bazan
terk edilebileceğine dikkat çekmek için onları ba-zan terk etmiştir."
Sünnetlerin terk
edileceğine kail olanların istidlal makamında "Sünnetler meşru olmuş olsa,
farzı dört olarak tamamlamak daha yerinde bir iş olurdu" sözlerine karşı
Nevevî şu cevabı vermektedir: "Farz kesin olarak meşrudur. Şayet tam
olarak dört rekat üzerinden kılınması meşru olsa, seferde bütün farz namazların
tam olarak kılınması icab ederdi. Nafile ise, mükellefin re'yine bırakılmıştır.
Bu babda rifk-ü mülayemet onun meşru olmasını gerektirir. Mükellef isterse
kılar ve sevab kazanır; isterse kılmaz ve kılmadığından dolayı ona hiçbir şey
lâzım gelmez."[110]
1223.
...Hafs b. Âsim b. Ömer b. el-Hattab dedi ki: "Ben Mekke yolunda İbn
Ömer'le beraber bulundum. Bize iki rekat namaz kıldırdı, sonra dönüp bir baktı
ki halk uzakta dikiliyorlar:
Bunlar ne yapıyorlar?
dedi. Ben:
Nafile namaz
kılıyorlar, dedim. O da:
Ben nafile kılacak
olsam namazımı (dörde) tamamlardım. Ey kardeşimin oğlu! Gerçekten ben
Resûlullah (s.a.) ile birlikte seferde bulundum. Allah ruhunu kabzedinceye
kadar iki rekattan fazla kılmadı. Ebû Bekir'le birlikte bulundum, o da Allah
ruhunu kabzedinceye kadar iki rekatten fazla kılmadı. Ömer'le de beraber
bulundum, o da Allah ruhunu kabz edinceye kadar iki rekattan fazla kılmadı. Sonra
Osman'la beraber bulundum o da Allah Teâlâ ruhunu kabz edinceye kadar iki
rekattan fazla kılmadı. Allahu Teâlâ da; "gerçekten Resûlullah da sizin
için güzel bir örnek vardır" buyurmuştur, dedi.[111]
Bu hadis-i şerif
Resul-i Ekrem (s.a.)'in yolculukta beş vakit namaza bağlı olarak kılınan
revâtib sünnetleri kılmadığını ve Râşid halifelerinin de aynı yolu takip
ettiklerini ifâde etmektedir. Buhârî'nin, Salim b. Abdillah'dan rivayet ettiği
hadis-i .şerif ise, Resûl-i Ekrem (s.a.)'in yolculukta hayvan üzerinde hayvanın
gidiş istikâmetine doğru yönelerek nafile namaz kıldığım[112]
ifâde etmektedir. Bu da gösteriyor ki seferde nafile kılmakta hiçbir sakınca
yoktur. Esasen ulemâ bu mevzuda ittifak etmiştir. Ancak her ne kadar mevzumuzu
teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinde Hz. Osman'ın da hayatının sonuna kadar seferde
iki rekattan fazla namaz kılmadığı ifâde ediliyorsa da Müslim'in rivayet
ettiği, "Resûlullah (s.a.) Mina'da namazı iki rekat kıldı. Ondan sonra Ebû
Bckr, Ebu Bekr'den sonra, Ömer ve hilâfetinin ilk zamanlarında Osman da hep
ikişer rekat kıldılar. Bir müddet sonra Osman dört rekat kılmağa başladı. İbn
Ömer imamla kıldığı vakit dört, yalnız kıldığında iki rekat kılmış”[113]
mealindeki hadis-i şeriften ömrünün son zamanlarında seferde farz namazları
dörde tamamladığı anlaşılıyor. Binaenaleyh bu iki hadis-i şerif arasında da
bir çelişki söz konusu değildir. Çünkü iyice dikkat edilirse, Ebü Dâvûd
hadisindeki "Hz. Osman, seferde Allah ruhunu kabzedinceye kadar farzları
ikişer rekat kıldı'' ifadesi Hz. Osman'ın Minâ'nm dışındaki yolculuklarıyla
ilgilidir. Müslim hadisindeki hayatının son zamanlarına doğru farzları dörde1
tamamlayarak kıldığına dâir olan ifâde ise, Minâ'da kıldığı namazlarla
ilgilidir. Hz. Osman'ın Minâ'da sonraları namazını niçin kıldığı meselesi de
ihtilaflıdır. Bir kavle göre Osman (r.a.) namazını özellikle tam kılmıştır.
Ulemâdan bazılarına göre, Hz. Osman bu babda mubah ile amel etmiştir. Çünkü
yolcu için namazı iki rekat kılmak da, dört rekat kılmak da caizdir. Zührî'ye
göre Osman (r.a.)'in Minâ'da namazlarını dört rekat olarak kılması o sene orada
bedeviler çok bulunduğu içindir. Osman (r.a.) onlara kıldığı namazların esas
itibariyle dörder rekatlı olduğunu göstermek istemiştir. Zührî'den diğer bir
rivayete göre hac'dan sonra Minâ'da ikâmete niyet ettiği için dört rekat
kılmıştır. Zührî'den bunlara yakın daha başka rivayetler de vardır. Fakat bu
rivayetlerin hepsine itiraz olunmuştur. Hz. Osman'ın Minâ'da namazlarım tam
kıldığı için kendisine itiraz edilince ; "Ey nâs! Ben buraya gelince
evlendim. Ben Re-sûlullah (s.a.)'den, "Bir kimse bir beldeden evlenirse,
orada namazlarını mukim namazı gibi kılsın" dediğini işittim" dediği
rivayet olunursa da bu rivayet munkati'dir.
İbn Battal diyor ki:
"Bu kaviller içinde sahih olanı -Allahii a'lem- şudur: Osman ile Âişe
(r.anhumâ)'nın seferde namazlarını tamam yani dört rekat üzerinden kılmaları
Peygamber 'in kasrla tamam kılma arasında muhayyer bırakılınca ümmetine kolay
geleni seçtiğini[114]
bildikleri içindir. Gerek Âişe (r.anhâ) gerekse Osman (r.a.) kendileri
hakkında ruhsatı bırakarak şiddeti tercih etmişlerdir. Çünkü bunu da kendileri
için mubah görmüşlerdir. Bu hadisle ilgili hükümler bir önceki hadisin
açıklamasında geçmiştir.[115]
1224.
...Salim, babası (İbn Ömer)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Resûlullah (s.a.) yönü
ne tarafa olursa olsun, deve üzerinde nafile
ve vitir namazı
kılardı. Fakat deve
üzerinde farz namazı kılmazdı.[116]
Hadisin muhtelif
rivayetleri binit üzerinde nafile namaz
kılınabileceğine, bu
arada vitir namazını dahi hayvan üzerinde kılmanın caiz olduğuna delâlet
etmektedir.
Hayvan üzerinde nafile
namaz kılmak bi'1-ittifak caizdir. Yalnız Dârekutnî ve başkaları burada râvî
Amr b. Yahya'nın hata ettiğini söylemiş ve; "Peygamber (s.a.)'in malum
olan namazı deve üzerinde idi. Doğrusu mer-keb üzerinde namaz kılmak Müslim'in
de zikrettiği vechle Enes'in yaptığı bir iştir” demişlerdir.
Sübha'dan murad,
nafile namazdır. Tesbih'in hakikati noksanlıklardan tenzih demektir. Ancak
mecazen tahmîd, temcîd ve sairede kullanıldığı gibi cüz'ü zikir, küllü irade
kabilinden mecaz-i mürsel olmak üzere nafile namaza da sübha denilir.
Bu babda her mezhebin
tafsilâtı vardır. Şöyle ki:
1. Şâfiîlere
göre, hayvan üzerinde nafile kılan bir kimse gideceği tarafa doğru namaz kılar.
O taraftan başka yere inhiraf etmesi caiz değildir. Meğer ki kıble başka
tarafta olup da onun için inhiraf etmiş ola! Aksi takdirde namazı bozulur.
Hayvan üzerinde namaz
ancak sefer şartı ile caizdir. Velev ki gideceği -yer sefer mesafesinden az
olsun. Meşakkat yoksa namazı rükü'u ile sücûdu ile kılmak icab eder. Meşakkat
varsa rükû' ve sücûdu imâ ile yapar. Kıbleye karşı dönmek vâcibtir. Fakat o da
meşakkatli ise yalnız iftitâh tekbirini alırken kıbleye dönmek icabeder. O da
meşakkatli olursa altı şartla kıbleye karşı dönmek ondan sakıt olur. Bu
şartlar:
a) Seferin
mubah olması,
b) Seferin
cuma ezanı işitilmeyecek kadar uzak bir yere yapılması.
c) Seferin ticâret
gibi şer'i bir maksatla yapılması,
d) Seferin
namazdan çıkıncaya kadar devam etmesi,
e) Yürüyüşün
devam etmesidir. Namaz esnasında istirahat için durmak, veya hayvandan inmek,
namazı bozar, o namazı yeniden kılmak icabeder.
f) Özürsüz ve
ihtiyaç yokken hayvanı mahmuzlamak ve koşturmak gibi fi'l-i kesirden (yani
namazla alâkası olmayan fazla fiil ve hareketten) sakınmaktır. Zaruret veya
ihtiyaç varsa, bu gibi fiiller, namaza zarar vermez.
Hayvanın üzerinde
oturacağı yer temiz olmalıdır. Hayvanın yuları elinde iken hayvan bevleder
veya ağzı kanar yahut necaset üzerine basarsa, namazı bozulur. Yülan, elinde
değilse, bunların, namaza zararı yoktur.
Yolcunun yürürken
nafile namaz kılması caizdir. Yol, çamur değilse namazı rükûu ile, sücûdu île
kılmak ve bunları yaparken kıbleye dönmek icabeder. Nitekim namaza
niyetlenirken ve iki secde arasında otururken dahi kıbleye dönmek lâzımdır.
Namazda yalnız kıyam hâlinde, rüku'dan doğrulurken, teşehhüd okurken ve selâm
verirken yürür. Kar, çamur veya su içinde yürüyen kimse rükû' ve sücudunu imâ
ile yapabilir. Yalnız kıbleye dönmesi icab eder, yürüyerek namaz kılan kimse
kasten necaset üzerine basarsa namazı bozulur. Unutarak basarsa ayağına bulaşıp
kalmamak şartı ile namazı sahihtir, bulaşırsa namazı bozulur.
2. Malikilere
göre sefer mesafesine giden yolcunun hayvanın üzerinde nafile hatta vitir
namazını kılması caizdir. Buna yolcunun namazını kasr etmeye başladığı yerden
başlanır. Hayvanın üzerinde tahtırevan veya mihaffe gibi bir şey bulunur da
rükû ve sücûd yapmak mümkün olursa, ya ayakta yahut oturarak namazı rükû'u ile,
sücûdu ile kılmak icâb eder. Sefer edeceği tarafa dönmek istikbal-i kıble
yerini tutar. Eşek veya katır gibi bir hayvan üzerinde namaz kılan rükû' ve
sücûdu imâ ile yapabilir. Fakat imânın semer üzerine değil de yere yapılması ve
alnının açık bulunması şarttır. İmâ ettiği yerin temiz olması ve keza
istikbâl-i kıble şart değildir. Şart olan gideceği yere göre dönmesidir.
Zaruret yokken kasden gideceği yerden başka tarafa dönmek namazı bozar. Bundan
yalnız kıble müstesnadır. Çünkü kıble asıldır.
Hayvan üzerinde nafile
namaz kılan kimsenin mümkünse namaza, kıbleye karşı niyetlenmesi mendubtur.
Fakat yaya giden veya sefer mesafesinden daha yakın bir yere niyet eden ve
keza hayvana mutad şekilde binmemiş, (mesela ters binmiş) olan kimsenin namazı
ancak kıbleye karşı dönerek rükû ve sücûdunu tam yapmakla sahih olur.
Hayvanın üzerinde
nafile kılan kimse hayvanı kamçılamak ayağı ile dürtmek ve yularını eliyle
tutmak gibi zarurî fiilleri yapabilir. Yalnız konuşamaz ve bakınamaz.
Hayvanın üzerinde
namaza niyet eden kimse durur da bulunduğu yerde ikâmete niyet ederse,
hayvanından inerek yerde rükû' ve sücûdu ile namazını tamamlar. Sefer hükmüne
son veren ikâmete niyet etmezse, namazını hayvanın üzerinde tamamlar ve
kıraati hafif tutar.
Hayvanın üzerinde farz
namaz kılmak caiz değildir. Yalnız hevdec gibi bir şey içinde bulunursa,
kıbleye karşı ayakta durmak, rükû' ve sücûdu yapmak şartı ile namazı sahihdir.
3. Han
belilere göre mubah olmak şartı ile muayyen bir yere yola çıkan bir yolcunun
hayvan üzerinde nafile namaz kılması caizdir. Yaya giden bir kimsenin yürürken
nafile kılması dahi böyledir. Hayvan üzerinde kılan kimsenin meşakkatsiz
mümkün olduğu takdirde bütün namazını kıbleye karşı dönerek rükû'u ile sücûdu
ile kılması icab eder. Meşakkat varsa bunlardan hiçbiri vâcib olmaz. Kıbleye
karşı dönemeyen gideceği yere doğru kılar. Rükû' ve sücûd'dan birini yapamayan
onu ima ile edâ eder. Mümkün olursa secde için rükû'dan daha fazla eğilerek ima
yapmak gerekir.
Yaya giden kimsenin,
kıbleye doğru namaza niyetlenmesi ve yine kıbleye doğru rükû' ve secde yapması
lâzımdır. Namazın sair kısımlarını gideceği tarafa doğru dönerek edâ eder.
Gerek hayvan üzerinde gerekse yaya giderken, nafile kılan bir kimse, gideceği
tarafa döndürülse yahut kendisi dönse, özürü bulunmadığı takdirde namazı mutlak
surette bâtıl olur. Meğer ki, kıbleye dönmüş ola! Bir özürden dolayı başka
tarafa dönmüş ve örfen çok sayılacak derecede ise, namazı bâtıl olur. Aksi
takdirde namazı sahihtir.
Hayvanın temiz olması
şart değilse de üzerinde, namaz kılan kimsenin altındaki heybe ve benzeri
şeylerin temiz olması şarttır.
Muayyen bir yere
gitmeyi niyet etmeyen, yahut mekruh veya haram bir sefere çıkan kimseye kıbleye
dönmek ve sair namazın bütün şartlarını yerine getirmek vacibtir.
4. Hanefîlere
göre, hayvan nereye dönerse namazı o tarafa doğru kılmak mendubtur. Hayvanın
döndüğü tarafı bırakıp da başka tarafa dönmek caiz değildir. Çünkü bunun için
bir zaruret yoktur.
Hayvan üzerinde namaz
kılmak için sefer dahi şart değildir. Mukim olan bir kimse hiçbir özrü olmadığı
halde yolcunun namazını kasr etmeye başladığı yere (şehir dışına) çıktığı
vakit hayvanın üzerinde nafile namazı kılabilir.
Bu namaz da imâ ile
kılınır. Namaza niyetlenirken kıbleye karşı dönmek şart değildir. Çünkü
namazın kendisi kıbleye dönmeden caiz olunca, kıbleye dönmeden niyet de
caizdir. Yalnız kıbleye karşı dönmek imkânı varsa ona karşı niyetlenmek
müstehabtır. Namaza yerde niyetlenen bir kimse, onu hayvanın üzerinde
tamamlayamaz. Fakat şehir dışında hayvan üzerinde başladığı namazım, şehir
içine girdiği vakit de hayvan üzerinde tamamlayabilir.
Farz ve vâcib
namazları ile sabah namazının sünnetini hayvan üzerinde kılmak caiz değildir.
Meğer ki kendinin veya hayvanının hırsız yahut yırtıcı hayvan tehlikesine maruz
kalması gibi bir zaruret buluna!
Hayvan üzerinde
namazın sahih olması için hayvanın temiz olması şart değildir. Hayvanın
vücudunda hatta semeri ile özengisinde necaset bulunması namaza mâni değildir.
Yaya giden bir kimsenin yürürken nafile kılması caiz değildir; namaz kılacağı
vakit durması ve namazını dururken kılması icab eder.[117]
1. Ulemâdan
Atâ b- Ebî Rebâh, Hasan el-Basrî, Salim b. Abdullah, tbn Ömer'in azadhsı Nâfi’
İmam Malik, İmam Şafiî, îmam Ahmed b. Hanbel ve İshak'a göre, yolcu, hayvanı
üzerinde vitir namazını kılabilir.
îbn Ebi Şeybe'nin
"Musannef'inde rivayet ettiği bir hadise göre Abdullah b. Ömer (r.a.)
devesinin üzerinde vitir namazım kılmış ve; "Peygamber (s.a.) Devesinin
üzerinde vitir namazı kılardı" demiştir. Hz. Ali ile îbn Abbas (r.a.)
hazretlerinden dahi böyle bir rivayet vardır.
İmam Mâlik, hayvan
üzerinde vitir namazının ancak sefer mesafesine niyet eden yolcuya caiz
olduğunu söylemiştir.
Evzaî ile İmam
Şafiî'ye göre bu hususta seferin uzun veya kısa olması müsavidir. Yani deve
üzerinde vitir kılmak caizdir. Zahirîlerden tbn Hazm da buna kaaildir.
Urve b. ez-Zübeyr,
İbrahim en-Nehaî, İmam A'zam Ebû Hanife, İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed:
"Vitir, sair farz namazlar gibi ancak yerde kılınır" demişlerdir. Bu
kavi Hz. Ömer ile bir rivayette oğlu Abdullah (r.anhumâ)dan dahi rivayet
olunmuştur.
Sevrî: "Farz
namaz ile vitri yerde kıl, maamafih vitri devenin üzerinde kılmanda da bir beis
yoktur" demiştir.
Hayvan üzerinde vitir
kılmayı caiz görmeyenler, şu delillerle istidlal ederler:
a) Tahâvî,
Nâfi* tariki ile îbn Ömer (r.a.)'dan şu hadisi tahrîc etmiştir: "ibn Ömer
nafile namazını devesinin üzerinde kılar, vitri yerde edâ eder ve Resûlullah
(s.a.)'in böyle yaptığını söylerdi" hadisin isnadı sahihdir. Bu hadis îbn
Ömer (r.a.)'in Müslim'deki rivayetine muhaliftir.
b) Yine
Tahâvî'nin Mücâhid tarikiyle rivayet ettiği bir hadise göre îbn Ömer (r.a.)
seferde devesinin üzerinde hayvan nereye dönerse, oraya doğru nafile namazı
kılar, vitri, hayvanından inerek yerde edâ ederdi.
c) îbn Ebî
Şeybe'nin "Musannef'inde tahrîc ettiği Mücâhid hadisinde, Mücâhid:
"Medine'den Mekke'ye kadar îbn Ömer'in refakatinde bulundum. Namazı
hayvanın üzerinde onun döndüğü tarafa doğru kılardı. Farz namazının vakti
gelince hayvandan iner, onu yerde kılardı" demiştir. Aynı hadisi İmam
Ahmed b. Hanbel Müsned'inde Said b. Cübeyr'den tahrîc etmiştir. Bu rivayette
Said, "Abdullah b. Ömer, nafile namazı devesinin üzerinde kılardı. Vitir
namazını kılmak isterse, hayvanından iner onu yerde kılardı" demektedir.
Görülüyor ki İmam
Müslim'in rivayeti, İbn Ömer Hazretlerinin vitir namazını kendisi hayvan
üzerinde kıldığı gibi Resûlullah (s.a.)'in de hayvan üzerinde kıldığım,
Tahâvî'nin rivayeti ise, bunun aksine olarak Hz. îbn Ömer'in vitir namazını
yerde kıldığını ve Resûlullah (s.a.)'in dahi yerde kıldığım rivayet ettiğini
bildirmektedir. Binaenaleyh her iki taifenin yani, "vitir hayvan üzerinde
kılınır" diyenlerin de, kılınmayacağım söyleyenlerin de bu hadisler ile
istidlal etmeleri doğru olamaz. Yalnız burada "kılınır" diyenler, İbn
Ömer (r.a.)'in vitri vâcib addetmediğini, ona göre vitrin sair nafileler gibi
bir nafile namaz olması ihtimalinden bahsedebilirler. Vitri nafile addettiğine
göre de onu yerde ve hayvan üzerinde de kılabilir sonucuna gidebilirler.
Kıyas ise vitir
namazının deve üzerinde caiz olmayacağını gösterir. Zira vitir namazını ayakta
kılmaya kudreti olan bir kimsenin yerde vitri oturarak kılması caiz değildir.
Bu kıyâsla, seferde hayvan üzerinden yere inmeye kudreti olan kimsenin de onu
hayvan üzerinde kılamaması icab eder. Tahâvî, "bu cihetten dolayıdır ki,
bence deve üzerinde vitir kılmak neshedilmiştir" diyor.
Gerçi Hz. İbn Ömer'in
devesi üzerinde vitir kıldığı ve Resûlullah (s.a.)'in de böyle yaptığını
rivayet ettiği sahihdir. Bu rivayete bakılırsa nesh iddiasının doğru olmaması
icab eder. Çünkü Hz. İbn Ömer'in rivayeti Resûlullah (s.a.)in vefatından hayli
sonradır. Fakat az önce söylediğimiz gibi İbn Ömer'e göre vitr'in nafile olma
ihtimali vardır. Binaenaleyh ona göre vitir namazını kılan kimse muhayyerdir.
Onu ister hayvan üzerinde isterse yerde kılabilir. Nitekim yerde kıldığı da
rivayet olunmuştur. Şu halde mümkündür ki, hayvan üzerinde kılması, bunun nesh
edildiğini öğrenmeden öncedir; neshi duyduktan sonra da yerde kılmıştır. Bu
izahat ile İbn BattâFın sözü de ibtâl edilmiş olur. İbn Battal "Babımızın
hadisi vitr namazını vacip gören Ebû Hanife aleyhine hüccettir" demiştir.
2. Bazıları
vitir namazının sünnet olduğuna bu hadisle istidlal etmişlerdir. Aynî bunlara
hayret etmiş ve; "Şaşarım bu adamlara! Vitrin vâcib olduğuna delâlet eden
hadisleri ve insafı nasıl bıraktılar da mezheplerini hiç bir kat'î delil
olmaksızın tervice kalkışarak bu bocalama yolunu tuttular!.." demiştir.
3. Zaruret
yokken hayvan üzerinde farz namaz kılınamaz. Hülâsatu'l-fetâvâ'da; "bir
özürden dolayı hayvan üzerinde farz namaz kılmaya gelince, bu caizdir"
yağmur da bir özürdür. İmam Muhammed'den bir rivayete göre, seferde bulunan bir
kimse yağmura tutulsa da namaz kılmak için inecek kuru bir yer bulamasa,
hayvan üzerinde kıbleye karşı durarak ve mümkün ise, hayvanını durdurarak imâ
ile namazını kılar. Buna imkân bulamadığı takdirde kıbleye arkasını dönerek
kılar. Bu yüzünü gömecek derecede çamur olduğu takdirdedir. Çamur bu dereceyi
bulmazsa namazını yerde kılar. Hırsız korkusu, hastalık, hayvanından inerse
binemeyecek kadar geçkin ihtiyarlık ve yırtıcı hayvan korkusu gibi şeyler de
özürdür, denilmiştir, el-Muhît'te de; "bu gibi hallerde hayvan üzerinde
namaz kılmak caizdir. Özür zail olduktan sonra tekrar kılmak lâzım gelmez. Vakit namazlarının sünnetleri nafile
hükmündedir. Ebû Hanife'den bir rivayete göre sabah namazının sünnetini kılmak
için hayvanından iner, hatta bir rivayette Ebû Hanife'ye göre bu namaz vâcib
olduğu için onu oturarak kılmak caiz değildir. İmam Şafiî ile İmam Ahmed'e göre
sabah namazının sünneti vitirden daha kuvvetlidir denilmektedir.
4. Bazılarına
göre vitir namazı farz değil, Peygamber (s.a.)'in hasâisinden de değildir. Bu
söze Aynî şu cevabı vermiştir:
"Evet biz de onun
farz olmadığına kailiz. Ama zikrettiğimiz delillerden dolayı onun vâcib
olduğunu söylüyoruz. Farz ile vacibin arasında fark görmeyenler, lügate
muhalefet etmişlerdir. Bir kelimenin lügat manâsı şer'î mânasında da itibara
alınır..."
Vakıa İmam Ahmed b.
Hanbel'in Müsned'inde, Hâkim'in Müstedrek'inde İbn Abbâs (r.a.) dan rivayet
ettikleri bir hadiste Hz. İbn Abbas "Resülullah (s.a.)ı şöyle buyururken
işittim:
"Üç şey vardır ki
bana farz, size nafiledir. Bunlar vitir, kurban ve sabah namazının iki rekat
sünnetidir..." demişse de bu hadis zayıftır. Sahih olduğunu ve hadisin
Peygamber (s.a.)'e aidiyetini kabul etsek bile, vâcib olan namaz hayvan
üzerinde kılınamaz.[118]
1225.
...Enes b. Mâlik (r.a.)den rivayet edildiğine göre; Resülullah (s.a.) yola
çıktığı zaman nafile namaz kılmak istediğinde devesini kıbleye yöneltip tekbir
alırdı. Sonra bineğinin kendisini yönelttiği cihete doğru namazı(nı) kılardı.[119]
Bu hadis-i Şerif
"yolculukta binit üzerinde nafile namaz kılarken iftitah tekbirini kıbleye
dönerek almak farzHır" diyen Şafiî ulemâsının delîlidir.
Hanefi ulemâsı ise,
"Yolculukta binit üzerinde kılınan nafile namazlarda gerek iftitah
tekbiri alırken ve gerekse tekbirden sonra kıbleye dönmeye gerek yoktur. Ancak
farz namazlarda iftitah tekbirini kıbleye karşı almak şarttır. Eğer bu hadis
sahihse, Resülullah (s.a.)'in hayvan üzerinde nafile namaz kılarken iftitah
tekbirini kıbleye karşı alışı hayvan üzerinde kılınan nâfile namazlarda bu
şekilde hareket etmenin farz değil de daha evlâ ve efdal olduğunu ifâde
eder" derler.[120]
1226.
...Abdullah b. Ömer (r.a.)'den; demiştir ki:
Ben Resûlullah
(s.a.)'i eşek üzerinde Hayber'e doğru namaz kılarken gördüm.[121]
Bilindiği gibi Hayber,
Medine'nin kuzeyinde kalan bir şehirdir.Medine Hayber ile Mekke arasındadır. Bu
bakım-
dan Mekke Hayber'e
yönelen bir kimsenin arkasında kalır. Dârekutnî, "Esasen eşek üzerinde Hayber'e
doğru namaz kılanın Enes olduğunu ve Amr b. Yahya'nın yukarıdaki rivayetinin
yanlış olduğunu, diğer rivayetlerden Resûlullah'ın deve ve katır üzerinde namaz
kıldığının anlaşıldığını" söylüyor. Nevevî ise, Dârekutnî'nin bu fikrine
itiraz ederek diyor ki; "Amr b. Yahya güvenilir bir râvîdir. Bu bakımdan
onun bu rivayetinin yanlış olduğunu söylemek biraz güçtür. Esasen Resûl-i
Ekrem'in bazan deve, bazan katır, bazan da Amr b. Yahya'nın rivayet ettiği gibi
eşek üzerinde Hayber'e doğru namaz kılmış olması mümkündür. Ancak Amr b.
Yahya'nın Resûl-i Ekrem'in eşek üzerinde namaz kıldığına dâir bu rivayetinin,
cumhurun rivayetine muhalif şâz bir rivayet olduğu ve şâz
rivayetlerin de hüccet olamayacağı söylenebilir."
Ancak Buhârî ve
Müslim'in rivayet ettikleri şu hadis-i şerifler bu hadisteki sazlığı
gidermektedir:
"İbn Ömer;
"Ben Resûlullah (s.a.)'ı bir eşek üzerinde Hayber'e doğru yönelmiş olduğu
halde namaz kılarken gördüm" dedi."[122]
Konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi de Buhârî ve Müslim'in bu rivayetlerini
te'yid ettiğine göre, bu üç hadis üzerinde şâz olma durumu tamamen kalkar.[123]
1. Eşek
dahil yük hayvanları üzerinde nafile namaz kılmak caizdir.
2. Bazı
kimselere göre bu hadisten eşeğin terinin temiz olduğu hükmü çıkarılabilir.
Ancak Hanefi ulemâsına göre eşeğin teri ve dolayısıyla artığının temiz olup
olmadığı şüphelidir.[124]
1227.
...Câbir (r.a.)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) beni
bir iş için göndermişti. Döndüğüm zaman o devesinin üzerinde şarka doğru namaz
kılıyordu, secdesi rükûundan daha eğik idi.[125]
Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in hayvanı üzerinde kıbleye yönelmeden kıldığı bu namazın seferde
olduğuna dair bir kayıt bulunmamaktadır. Oysa Buhârî ve Müslim'in rivayet
ettikleri İbn Ömer hadisi[126] Resûl-i
Ekrem'in kıbleye yönelmeden hayvan üzerinde namaz kılarken yol aldığını
kaydetmektedir. Bu bakımdan Buhârî ve Müslim'in rivayet ettiği İbn Ömer hadisi
yolculukta kıbleye yönelmeden yol istikâmetinde devam eden hayvan üzerinde
nafile namaz kılmanın caiz olduğuna delâlet eder. İşte bu sebeble ulemâ bu
mevzuda görüş birliğine varmışlardır. Ancak bu şekilde namaz kılmanın hazarda
da caiz olup olmadığında ihtilâf vardır. Hanefî ulemâsından Ebû Yûsuf ile
Şafiî ulemasından Ebû Saîd el-İstahrî ve Zahirî ulemasına göre hazarda da bu
şekilde namaz kılmak caizdir. İbn Hazm der ki; "Vekî’ Süfyan, Mansûr b.
el-Mu'temir vasıtasıyla rivayet edilen bir haberde İbrahim en-Nehâî,
"kendi devirlerinde hayvan üzerinde hayvanın gidiş istikâmetine doğru
namaz kıldıklarını ifade etmiştir. Ayrıca gerek hazarda ve gerekse seferde
tabiîlerin ve sahâbilerin de bu şekilde kıbleye dönmeden hayvan üstünde namaz
kıldıkları nakledilmiştir."
İmam Nevevî'nin
beyânına göre bu haber Enes b. Mâlik'den de rivayet olunmuştur. Irâkî ise, bu
konuda şunları söylemektedir:
"Hayvan üzerinde
kıbleye dönmeden namazın kılınabileceği görüşünde olan kimseler-konumuzu
teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi gibi-bazı hadis-i şeriflerde sefer kaydının
bulunmayışından hareket ederek bu hükme varmışlardır. Çünkü bu görüşte olan
ulemâya göre mukayyet lâfızlar hiç bir zaman mutlak lâfızları kayıtlamaz. Bu
bakımdan mutlak ıtlakı üzere bırakılır, hem mutlak hem de mukayyetle ayrı ayrı
amel edilir. Ulemânın büyük çoğunluğu ise, bu şekilde namaz kılmanın seferde
olduğunu beyân eden hadislere bakarak, mutlak surette hayvan üzerinde kıbleye
dönmeden namaz kılınabileceğini ifade eden hadisleri de sefer kaydıyla
kayıtlamışlar ve; "hayvan üzerinde namazın ancak yolculukta caiz
olabileceğini" söylemişlerdir. Ayrıca sefer kaydıyla kayıtlı olan bu
mevzudaki hadislerde seferin uzunluk veya kısalığının söz konusu edilmediğine
bakan Şafiî ulemâsı ile cumhûr-ı ulemâ, söz konusu namazın caiz olabilmesi için
mesafenin uzun veya kısa olması arasında bir fark görmemişlerdir.[127]
Hanefî ulemâsının bu
mevzudaki görüşünü merhum Ö. Nasûhî Bilmen Efendi şöyle anlatır: "Bir özre
müstenid olmadıkça farz namazlar hayvan üzerinde kılınamaz. Bu hususta viıir
namazıyla cenaze namazı ve yerde okunmuş olan secde âyetinden dolayı yapılacak
tilâvet secdesi ve kazası lâzım gelen herhangi bir namaz da bu hükümdedir.
İmam-ı A'zam'dan bir rivayete göre, sabah namazının sünneti de bir özür
bulunmadıkça hayvan üzerinde kılınamaz.
Yürümekte olan bir
araba, yürümekte olan bir hayvan hükmündedir. Hareket halinde olan bir gemi
için de bir özür bulunmazsa bütün namazlar oturularak kılınabilîr. Fakat ayakta
kılınması efdaldir. Fakat bu İmam-ı Azam'a göredir. İmameyne göre baş dönmesi
gibi bir özür bulunmadıkça farz namazlar oturarak kılınamaz.[128]
Hadis-i şerifte geçen,
"secdesi riikûundan daha eğik idî" cümlesinde Resûl-i Ekrem
Efendimizin hayvan üzerindeki bu namazı rükû ve secdelerde başını eğerek imâ
ile kıldığı secde esnasında başım hayvanın üzerine koymadığı, sadece rükû
halinden biraz daha aşağı eğmekle yetindiği anlaşılmaktadır. Bu mevzuda
kıymetli âlimlerimizden M.Zihni Efendi şunları söylemektedir: "Sücûd için
olan imâ rükû' için olan ima'dan aşağıca olur. Yani biraz daha eğilir. Ta ki
bununla rükû ve sücûd birbirinden ayrılmış olsun. Eğer sücûd imâsını rükû
imâsından farklı etmeyip onları müsavi yapacak olursa namazı sahih olmaz. İma
için eğilmekte, çok fazla eğilmek gerekmeyip birbirinden farklı olması
yeterlidir. İmâ etmenin hakikati başı eğmektir. Son derece eğilerek alnını yere
yaklaştırması icâb etmez. îmadan âciz olan hasta, başını eğmeyerek hareket
ettirse, Ebû Hanife'den bildirilen görüşe göre caiz olur. "Fetâvâ sahibi
İbn el-Fadl caiz olmaz" diyor. İmâ baş eğmekle olabileceğinden, başıyla
imâdan âciz olmak suretinde ise kaş ve göz ile imâ olmaz. Çünkü secde başla
bağlantılıdır, kaşla gözle bağlantılı değildir."[129]
1228. ...Atâ
b. Ebî Rebâh'tan rivayet olunduğuna göre kendisi, Âişe (r.anhâ)'ye;
"kadınlara hayvan üzerinde namaz kılmalarına izin verildi mi?" diye
sormuş. O da; "Onlara darlık halinde de genişlik halinde de bu konuda izin
verilmedi" diye cevab vermiş.[130]
(Râvî) Muhammed (b.
Şuayb), bunun farz (namaz)lar hakkında olduğunu söyledi.[131]
1. Hadis-i.
şerifte geçen darlık hâlinden maksat, insana büyük bir sıkıntı ve zorluk veren
özür hâli değildir. Bu kelimeyle insan için büyük bir sıkıntı ve zorluk teşkil
etmeyen küçük çaptaki sıkıntılı haller kast edilmiştir. Çünkü büyük çapta
sıkıntı ve zorluğa sebeb olan özür hallerinde kadın-erkek herkese hayvan
üzerinde farz namaz kılma izni verildiğinde şüphe yoktur. İlim adamları bu
mevzuda görüş birliğine varmışlardır. Nitekim Beyhakî'nin, Amr b. Osman b,
Ya'la, Osman b. Ya*la ve Ya'la vasıtasıyla rivayet ettiği bir hadiste;
"Resûl-i Ekrem (s.a.)'in hava yağmurlu ve yen çamurlu olduğundan dolayı
müezzinine ezan okuyup kamet etmesini emrettikten sonra öne geçip onlara hayvan
üzerinde secdede, rükudan biraz daha fazla eğilmek suretiyle imâ ile namaz
kıldırdığı" ifâde edilmektedir. Bu hadis-i şerif Tirmizde şu şekilde
rivayet edilmiştir:
"Ya'lâ b. Murre
(r.a.)'den rivayet edildiğine göre; "Bir seferde Resülullah (s.a.) ile
beraber idiler. Derken bir dar geçide vardılar: Namaz vakti girmiş ve yağmura
tutulmuşlardı. Üstlerinden yağmur (iniyor) ve altlarından ıslaklık
(yükseliyordu). Resûlullah (s.a.) devesinin üzerinde ezan okudu ve kamet
getirdi. Müteakiben devesinin üzerinde öne geçerek onlara namaz kıldırdı. İmâ
ile kıldırıyor ve secdeyi rükû'dan daha aşağı yapıyordu."
Daha sonra Tirmizî
şunları söylemektedir: "Bu hadis garibtir. Bunu sadece Ömer b. er-Remah
el-Belhî rivayet etmiştir ve yalnız onun rivayetinden bilinmektedir. İlim
adamlarından müteaddit kişiler bu hadisi ondan rivayet etmişlerdir. Keza Enes
b. Mâlik'den su ve çamurda hayvanın üzerinde namaz kıldığı rivayet edilmiştir.
İlim adamlarının ameli bu hadise göredir. Ah-med b. Hanbel ve İshak'ın görüşü
de böyledir.[132]
Tirmizî bu sözleriyle
İmam Ahmed ile îshak'ın da havanın yağmurlu ve yerlerin çamur olması gibi bir
sebeple başka bir çare kalmadığı zaman hayvan üzerinde farz namazın
kılınabileceği görüşünde olduklarını söylemek istiyor.
2. Bu konuda
Şrfiî ulemâsından İmam Nevevî şunları söylüyor:
"Zarûretsiz
olarak hayvan üzerinde namaz kılmanın caiz olmadığına dair icmâ' vardır. Ancak
hayvan üzerinde kıbleye yönelmeye, kıyam, rükû ve sücûda imkân verecek bir
taht-i revân bulunacak olursa o zaman duran hayvan üzerinde özürsüz olarak farz
namazı kılmak bizim mezhebimizde sahih olan görüşe göre caizdir. Fakat
yürümekte olan hayvan üzerinde caiz olmayacağına dâir İmam Şafiî'nin kesin
beyânı vardır. Ancak bir kafile içerisinde yolculuk yaparken hayvandan inip de
farz namazını kıldığı takdirde kafileyi kaybedeceğinden ve kendisine de bu
yüzden bir zarar erişeceğinden korkan bir kimse bu namazı hayvan üzerinde
mümkün olduğu şekilde kılar, daha sonra da imkân bulunca bu namazı yeniden
kılar. Çünkü bu çok nadir rastlanan bir özürdür.
3. Hanefî
ulemâsına göre ise, yere inmenin mümkün olmaması, hastalanması veya hastalığın
artması korkusu, düşman ve yırtıcı hayvan korkusu, hayvanın ürküp kaçması tehlikesi, yerlerin
çamur oluşu veya yol arkadaşlarını kaybetme ve bu yüzden bir zarara uğrama
ihtimali gibi bir zaruret bulunmaksızın hayvan üzerinde farz namaz kılmak caiz
değildir. Bu gibi zaruretler bulunduğu zaman başı secdede rükûdan biraz daha
fazla eğmek suretiyle ima ile hayvan üzerinde farz namaz kılmak caizdir. Bu
konuda başla, imâ için başı secde halinde rükû halindekinden biraz daha eğmek
yeterlidir. Alm yastık ve benzeri şeyler üzerine koymak gerekmediği gibi, farz
namazlarda sadece iftitah tekbiri alırken kıbleye dönmekle namazın geri kalan
kısmını hayvanının gidiş istikâmetine doğru kılmak caizdir. Daha önce de ifâde
ettiğimiz gibi hayvan üzerinde kılınan nafile namazlarda ise iftitâh tekbîri
alırken de kıbleye dönmek şartı yoktur. Hayvanın üzerinde, eğerinde veya
özengilerinde pislik bulunmasının bir zararı yoktur. Bu konuda cenaze namazı
ile vâcib namazlar da farz namazlar gibidir. Özürsüz olarak hayvan üzerinde
kılınamazlar.
4. Mâliki ulemâsına
göre ise, farz namazlar kıbleye karşı olsa bile hayvan üzerinde kesinlikle
kılınamaz. Ancak bundan hayvandan inmeye imkân vermeyen savaş hali, düşman
korkusu bulunması hâli müstesnadır. Fakat bu şekilde kılınan namazın vakit
içinde korku hâlinin gidip emniyet hâlinin gelmesiyle iadesi gerekir.
Seferde ve hazarda
yerlerin çamur olması dolayısıyla veya hayvandan inmeye imkân vermeyen bir
hastalık sebebi ile hayvandan inip yerde kılmak caizdir. Sanki yerde kılıyormuş
gibi bütün inceliklerine riâyet ederek kılmak mümkün olursa hayvan üzerinde
namaz kılmak sahihtir. Ancak yerde kılındığı zaman, namaz daha mükemmel
olacaksa, o zaman yerde kılmak vâcib olur. Hayvan üzerinde namaz kılmanın sahih
olduğu bütün bu hallerde mümkün olduğu takdirde kıbleye dönmek icab eder.
Fakat kıbleye dönmek imkânsız olduğu takdirde mümkün olan tarafa doğru
kılmakta bir sakınca yoktur.
Metinde geçen
"Muhammed bunun farz (namaz)lar hakkında olduğunu söyledi"
cümlesinden maksat, "Hayvan üzerinde kılınmasına izin verilmeyen namaz
farz namazdır" demektir. Özürsüz olarak hayvan üzerinde farz namaz
kılınamayacağını ifâde için söylemiştir.[133]
1229.
...İmrân b. Husayn'dan; demiştir ki:
Ben Resûlullah (s.a.) ile
(pek çok) gazvelerde bulundum. (Mekke'nin) fethinde onunla beraberdim.
Mekke'de on sekiz gece kaldı. Namaz(Iar)ı ikişer rekat kılardı ve
(arkasmdakilere):
"Ey Mekkeliler
namaz(lar)ı dörder (rekat olarak) kılınız. Biz (Medineliler) yolcuyuz"
buyururdu.[134]
1. Bu
hadis-i şerif "yolcu sayılan bir kimse girdiği yerde ha bugün ha yarın
işim biter de giderim diye oturursa önseliz gün süreyle dört rekatlı namazları
kısaltarak kılabilir diyen Şafiî ulemâsının delilidir.[135]
2. îmam Ebû
Hanife ile İmam Mâlik, İmam Ahmed ve İmam Şafiî'den bir rivayete göre ise,
yolcu olarak bir memlekette bulunan kimse işini görmek maksadıyla o memlekette
kaldığı müddetçe dört rekatlı namazlarını ikişer rekat olarak kılar. Hayatı
boyunca bu maksatla o beldede kalmış olsa bile yolcu olmaktan çıkmaz ve
namazları kısaltarak kılmaya devam eder. Çünkü namazların kısaltılmasında asıl
olan müsâfirliktir. Delilleri ise, "îbn Ömer'in Azerbeycan'da altı ay
süren müsâfirliği müddetince dört rekatlı namazları kısaltarak kıldığına"
dair Beyhakî'nin sahih senetle rivayet ettiği hadis-i şerifle ileride
tercümesini sunacağımız ve aynı zamanda tmam Ahmed, İbn Hibbân el-Beyhakî
tarafından da rivayet edilen; "Resûl-i Ekrem'in Tebûk'te müsâfir olarak
yirmi gün süre ile dört rekath namazları kısaltarak kıldığı"na dair 1235
numaralı hadis-î şeriftir. Ancak her ne kadar İbn Hazm ile Nevevî sözü geçen bu
hadisin sahih olduğunu söylüyorlarsa da Beyhakî "İlel" isimli
eserinde bu hadisin hem münkati hem de mürsel olduğunu söylemiştir.
Bir memlekette ikâmete
niyet etmeden müsafir olarak bulunan bir kimsenin o memlekette kaldığı süre
içerisinde ömrünün sonuna kadar bile olsa dört rekatlı namazları kısaltarak
kılacağını söyleyen mezkûr mezhep imamlarına göre Resûl-i Ekrem'in, müsâfir
olarak kaldığı yirmi günlük süre içerisinde dört rekatlı farz namazları
kısaltarak kıldığı bir gerçektir. Fakat daha fazla kaldığı takdirde namazları
tam kılacağına dair bir delil yoktur. Öyleyse müsafir sayılan bir kimsenin
farz namazları kısaltarak kılacağı günleri belli bir .sayı ile sınıflandırmak
doğru değildir. Seferde ikâmet konusunda mezheplerin görüşlerini şu şekilde
özetlemek mümkündür:
1. Şâfü
ulemâsı konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisine sarılarak "seferde bir
yere bir ihtiyaç için inildiği zaman orada ikâmeti niyet etmemek ve ihtiyaç
devam etmek şartıyla dört rekatlı namazları onsekiz gün kısaltarak kılmak
caizdir.[136] Çünkü mevzumuzu teşkil
eden hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in Mekke Feth edilinceye kadar orada onsekiz
gün kaldıkları ve bu süre içerisinde namazları kısaltarak kıldıkları ifade
edilmektedir ve bu süre içerisinde oradaki işini bitirememiştir. Fakat ihtiyacı
görülmüş olan kimse için bu süre üç güne iner. Bu süreye giriş ve çıkış günleri
dahil değildir. Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.) haccetmek maksadıyla Mekke'ye
vardığında pazar günüydü, perşembe günü ayrıldı. Bu süre içerisinde de
namazları kısaltarak kıldı, diyorlar. Nitekim Osman b. Affân (r.a.)'ın rivayet
ettiği; "kim (bir beldede) dört gün kalmaya niyet ederse (namazlarını) tam
kılsın" mealindeki hadis-i şerif de bu görüşü te'yid etmektedir, imam
Mâlik ile Ebû Sevr de bu görüştedirler. Ancak Resûl-i Ekrem (s.a.)'in Mekke'de
kaç gün kaldığına dair tbn Abbâs'tan gelen üç hadisin üçü de birbirinden
farklıdır. Bu rivayetlerin birincisinde onyedi; ikincisinde ondokuz,
üçüncüsünde de on beş gün ikâmet buyurdukları ifâde edilmektedir. Bu üç hadis-i
şerifin biraz ileride sırasıyla 1229, 1230, 1231 numaralı hadislerde
tercümeleri gelecektir. Şafiî'ye göre bu hadisler içerisinde en sahih ve
ihtilâftan en salim olan Resûl-i Ekrem'in Mekke'nin Fethi yılında orada 18 gün
kaldığını ifâde eden ve konumuzu teşkil eden îmran b. Husayn hadisidir.
Beyhakî'ye göre
aslında bu hadisler arasında bir uzlaşmazlık veya bir çelişki yoktur. Çünkü
Resûl-i Ekrem'in Mekke'deki ikâmetinin ondokuz gün olduğunu söyleyen kimse
Mekke'ye giriş ve çıkış günlerini de saymıştır. On-sekiz gün diyen kimse İmran
b. Husayn (r.a.)'in ya duhûl veya hurûc günlerinden birini hesaba katmamış
demektir. Hanefîlerin de delili olan 15 gün rivayeti ise, İmam Nevevfye göre
yalnız İbn İshâk tarafından rivayet edilen mürsel bir rivayettir.
Fakat her ne kadar
İmam Nevevî böyle demişse de Şafiî ulemâsından İbn Hacer, bu söze itiraz
etmiştir. Gerçekten de Hanefîlerin delili olan bu hadis İbn Abbâs'a kadar
erişen muttasıl bir senetle Ebû Dâvûd[137] ve
İbn Mace'de[138] îbn İshak tarafından
rivayet edildiği gibi Irak b. Mâlik tarafından da Sünen-ı Nesâî'de[139]
rivayet edilmiştir. Binaenaleyh Hz. Peygamber, Mekke'de kaldığı bu süre
içerisinde Mekke'de ikâmete niyet etmediği ve ihtiyacını da halletmediği için
dört rekatlı farzları kısaltarak kılmıştır.
2. Hanefî
ulemâsı ile Süfyân es-Sevrî'ye göre ise, bir yolcu, varmış olduğu memlekette
15 gün kalmaya niyet etti mi, müsâfirlikten çıkarak namazlarını tam kılmaya
başlar. Delilleri ise, yolculuktan çıkmayı gerektiren ikâmet müddetinin onbeş
gün olduğunu belirten yukarıda işaret ettiğimiz hadislerdir. Bir diğeri de îbn
Ömer'den rivayet edilen şu hadis-i şeriftir: "Kim (bir beldede) onbeş gün
kalmaya niyet ederse, namazlarını tam kılsın"[140]
Mu-hammed b. el-Hasen'in rivayet ettiği şu hadis de bu görüşü te'yid eder:
"Yolculuğa çıktığı zaman bir yerde 15 yerleşmeye niyet etmişsen
namazlarım tam kıl."[141]
Ahmed b. Hanbel'e göre
ise bu müddet günlerle değil, namaz vakitleriyle tayin edilir. Kim yolcu iken
bir beldede yirmi iki namaz vakti kalmaya niyet edecek olursa, farz namazları
kısaltarak kılması caizdir. Bu mevzuda-ki delilleri îbn Abbâs ve Câbir'den
rivayet edilen şu hadis-i şeriftir:
"Peygamber (s.a.)
Mekke'ye (Zilhicce'nin) dördüncü günü geldi. Dört, beş, altı ve yedinci günleri
orada kaldı. Sekizinci gün sabah namazını Ebtah vadisinde kıldı. Tam olarak
kıldığı bu namaz vakitlerinin tümü yirmi bir vakitti."[142]
1. Mukimin
musafire uyarak namaz kılması caizdir.
2. Musafır
imam selam verince arkasında bulunan mukim kimseler namazlarını dörde
tamamlarlar.
3. îmam
müsafir olduğu zaman cemaata müsafîr olduğunu ve kendisi iki rekat sonra selâm
vereceği için namazlarını kendi başlarına dörde tamamlamalarını hatırlatmalıdır.[143]
1230. ...tbn
Abbâs (r.a.)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (sallellahu aleyhi ve
sellem) (Veda Haccında) namaz(lar)ı kısaltarak on yedi (gün ve gece) Mekke'de
kalmıştır.
Ibn Abbâs dedi ki:
"Kim (bir beldede) onyedi (gün ve gece) kalırsa (namazlarım) kısaltır.
Kim de daha fazla kalacak olursa (namazlarını) tam kılar."[144]
Ebû Dâvûd dedi ki:
Abbâd b. Mansûr'un İkrime'den rivayetine göre İbn Abbâs: "(Rasûlullah
(s.a.)Mekke'de) ondokuz (gün ve gece) kaldı..." demiştir.[145]
Bu hadis-i şerifte
sözkonusu edilen ResÛl-i Ekrem (s.a.)'in Mekke'deki ikametinden maksat,
"Mekke'nin Fethi" esnasındaki ikâmetidir. Aynı hadis-ix şerif,
Buhârî, Tirmizî ve İbn Mâce'de de geçmektedir. Ancak bu kaynaklarda
"onyedi gün" yerine "ondokuz gün" ifadesi bulunmaktadır.[146]
Yukarıda da beyân
ettiğimiz gibi Beyhakfye göre bu farklılık Mekke'ye giriş ve çıkış günlerinin
sayılıp sayılmamasından ileri gelmektedir. Ebû Davud'un bir rivayetinde giriş
ve çıkış günleri sayılmamış; Resûl-i Ekrem'in Mekke'de kalışını on dokuz gün
olarak rivayet eden kaynaklarda bu sayıya giriş ve çıkış günleri de ilâve
edilmiştir.
Yine Buhârî'nin
rivayetinde Resûlullah (s.a.)'in Mekke'de ondokuz gün kaldığı ifâde ediliyorsa
da[147] o
rivayette de durum aynıdır. Hanefî ulemâsına göre, "Resûl-i Ekrem (s.a.)
Mekke'de onbeş gün kalmaya niyet etmediği için namazlarını kısaltarak
kılmıştır." İmam Şafiî'ye göre ise, "Bir yerde ikâmete niyet etmemiş
bir kimse onsekiz günden ziyâde namazları kısaltarak kılamaz. Nitekim bu
hadis-i şerif de bunu te'yid etmektedir."
"Kim (bir
beldede) onyedi (gün ve gece) kalırsa namazlarını kısaltır, kim de daha fazla
kalacak olursa (namazlarını) tam kılar." Sözü îbn Abbâs (r.a.)'ın kendi
içtihadıdır. Bir beldeye varır varmaz, onyedi gün oturmaya niyet eden kimse ile
ilgilidir. Bugün - yarın derken 17 günden fazla kalan kimse ile ilgili
değildir. Bu şekilde ömrü boyunca bir yerden eğleşip kalan bir kimse İbn Abbâs
(r.a.)'a göre de müsafir sayılır ve namazlarım kısaltarak kılar.
Bu mevzu ile ilgili
münâkaşa ve deliller bir önceki hadisin açıklamasında geçtiği için burada
tekrara lüzum görmüyoruz.[148]
1231. ...îbn
Abbas(r.a.)'dan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
Fetih yılında Mekke'de namazlarını kısaltarak onbeş gün kaldı.[149]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi Abde b. Süleyman, Ahmed b. Hâlid el- Vehbî ve Seleme b. el-Fadl da îbn
İshak'tan rivayet ettiler. (Fakat) bunda Îbn Abbâs'ı zikretmediler.[150]
Şafiî ulemâsından imam
Nevevî el-Hulâsa isimli eserinde bu hadisin zayıf olduğunu söylemekte ise de,
bu mevzuda kendisine itiraz edilmiştir. Gerçekten de Hanefî ulemâsının delili
olan bu hadis-i şerif, İbn Abbâs'a kadar erişen muttasıl bir senedle Ebü Dâvûd[151] îbn
Mâce[152] ve
İbn İshâk tarafından rivayet edildiği gibi Arrâk b. Mâlik tarafından da
Sünen-i Nesâî'de[153]
rivayet edilmiştir. Binaenaleyh Hanefî ulemâsına göre bu hadis delil olma
niteliği taşımaktadır.[154] Bu
hadisle ilgili olarak îbn Hacer diyor ki: "Bu durumda bu hadis-i şerifte,
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in Feth yılında Mekke'de 17 gün kaldığım ifade eden bir
önceki hadis arasında herhangi bir çelişki sözkonusu değildir. Çünkü bu hadis-i
şerifi rivayet eden râvi Resül-i Ekrem(s.a.)'in Mekke'de ikâmet müddetinin
aslında onyedi gün olduğunu zannetmiş ve rivayet ederken Mekke'ye giriş-çıkış
günlerini hesaba katmamıştır."
Müellif Ebû Dâvûd
(r.a.)'in bu hadisin sonuna ilâve ettiği talikten maksadı, bu hadisi Muhammed
b. îshâk'dan rivayet edenlerin rivayet farklarına dikkat çekmektir. Çünkü
Muhammed b. îshâk'dan rivayet eden Muhammed b. Mesleme, İbn Abbas'ın ismini
zikretmek suretiyle bu hadisi merfû' olarak naklettiği halde Abde b. Süleyman,
Ahmed b. Hâlid el-Vehbî ve Seleme b. el-Fadl ise, aynı hadisi Muhammed b.
İshak'tan İbn Abbas'ın ismini anmadan mürsel olarak nakletmişlerdir. Râvilerin
büyük ekseriyeti bu hadisi mürsel olarak rivayet ettiklerinden Beyhakî'ye göre
bu hadis mürsel olarak rivayet edilen şekliyle tercihe daha lâyıktır ve bu
haliyle mahfuzdur.[155]
1232. ...îbn
Abbâs'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.) Mekke'de namazlarını
ikişer rekat kılarak on yedi gün kalmıştır.[156]
Bu hadis-i şerifle
ilgili açıklama 1230 numaralı hadisin açıklamasıyla aynıdır.[157]
1233.
...Enes b. Mâlik (r.a.)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) ile
birlikte Medine'den Mekke'ye (doğru yola) çıktık. Medine'ye döndüğümüz zamana
kadar bize (akşam, namazından başka namazları hep) ikişer rekat kıldırdı.
(Ravî Yahya Ibn Ebi İshâk dedi ki:)
Biz (Enes b. Mâlik'e)
Mekke'de biraz kaldınız mı? diye sorduk da.
Orada on (gün) kaldık,
cevabını verdi.[158]
Bu hadis-i Şerifte söz
konusu olan Resûlullah (s.a.)'ın Mekke'deki ikâmetinden maksad, Veda Haccı
esnasında Mekke'deki ikâmetidir. Mekke'nin Fethi yılında ise, daha önce geçen
1231 numaralı hadis-i şerifte belirtildiği gibi onbeş gün kalmıştır.
Bilindiği gibi Veda
Haccı için hicretin onuncu yılında Zilkâ'denin yirmi beşinci cumartesi günü
öğle ile ikindi arasında Medine'den çıkılmıştır. O günün öğle namazı Medine'de
dört, ikindi namazı Zülhuleyfe'de iki rekat olarak kıldırılmış ve Zilhicce'nin
dördüncü pazar sabahı Mekke-i Mükerreme'ye erişilmiştir. On gün içinde hac
ibâdeti ifâ edilip ve ümmete tâlim buyurulduktan sonra Zilhicce'nin ondördüncü
çarşamba günü sabahı Mekke'den çıkılıp Medine-i Münevvere'ye dönülmüştü.[159]
Görülüyor ki Resûl-i
Ekrem (s.a.) ongunun hepsini de Mekke'de geçir-memiştir. Bir kısmını Arafat'ta,
bir kısmını Minâ'da hac ibadetiyle ilgili fiilleri ifâ için bulunması gereken
yerlerde geçirmiştir.[160]
Çünkü Resûlullah (s.a.) ashabıyla beraber hicretin onuncu senesi Zilhiccesinin
ilk pazar günü Mekke-i Mükerreme'ye vardı. O günün sabah namazı Mekke haricinde
Zütûva denilen yerde kılındı. Pazartesi, salı, çarşamba günleri de namazları
Mekke'de kıldıktan sonra Zilhicce'nin sekizinci gününe tesadüf eden perşembe
günü sabahleyin yola çıkılıp kuşluk vaktinde Minâ'yı şereflendirdi. O vakte
kadar Mekke-i Mükerreme'de yirmi vakit namaz kıldırdı. Ertesi günü Minâ'dan
yola çıkıp zevalden sonra Arafat'a varılmıştır ki, o gün Arafat yakınındaki
Nemire mevkiinde hutbe okundu, güneş batıncaya kadar orada kalındı. Sonra
cumartesi gecesi Müzdelife'ye gelinip sabah namazına kadar beklendikten sonra
sabah namazını müteakib yola çıkılarak güneş doğunca Minâ'ya ulaşılmıştır. îşte
yevm-i nahr, yevm-i a d ha dedikleri bayram günü o gündür. O sabah kuşluk vakti
Akabe'de Büyük Cemre taşlandıktan sonra Mekke-i Mükerreme'ye varılıp Ka'be-i
Muazzama zeval vaktinden önce tavaf edilmiş ve yine aynı gün Minâ'ya dönülüp o
günün kalan kısmıyla birlikte pazar, pazartesi günleri de tamamen orada
kalınıp salı günü öğleden sonra Muhassab'a varılıp öğle namazı orada kılınmış
ve çarşamba gecesi de orada kalınmıştır. Hz. Âişe o geceltenim'delumre için
ihrama girmiştir. Zilhiccenin ondördünde çarşamba günü seher vakti sabah
namazından önce veda tavafım ifa ettikten sonra Mekke'den çıkılmıştır ki,
Mekke'ye giriş ile çıkış arasında on gün geçmiştir. Hz. Enes'in bu hadisi
Resûl-i Ekrem'in Mekke'de 17 gün kaldığını ifade eden 1232 numaralı hadisle 15
gün kaldığım ifade eden 1231 no'lu hadise aykırı değildir. Çünkü o hadisler
Resûl-i Ekrem'in Mekke'nin Fethi yılında Mekke'deki ikâmetiyle ilgilidir. Bu
hadis ise, Veda Haccındaki ikâmetiyle ilgilidir.
Şafiî ulemâsı Resûl-i
Ekrem'in Veda Haccında giriş-çıkış günleri hariç, Mekke'de sadece üç gün
kaldığına ve bu sürede dört rekatlı namazlarını kısaltarak kıldığını ifâde eden
bu hadisi delil getirerek "giriş-çıkış günleri hariç bir beldede dört gün
oturmaya niyet eden kimse bu dört gün içerisinde namazlarını kısaltarak kılar.
Ancak daha fazla oturmaya niyet ederse o zaman tam kılar"'demişlerdir.
Nitekim Ebû Sevr, İbn Müseyyeb de bu görüştedirler. Delilleri ise, İmam
Malik'in Atâ el-Horasânî vasıtasıyla îbn Müseyyeb'den rivayet ettiği şu
hadistir:
"Kim bir beldede
dört gece kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar.”[161]
İmam Malik der ki:
"Bu mevzuda işittiğim hadisler içerisinde gönlüme en yatkın olanı bu
hadistir." Ayrıca Müslim'in rivayet ettiği "Muhacirin hac
ibâdetlerini eda ettikten sonra Mekke'de kalacağı müddet üç gündür"[162] hadisini
de delil getirirler ve "dört gün kalırsa, müsafirlikten çıkar"
derler. Maliki uleması da aynı görüşte olmakla beraber onlar giriş ve çıkış
günlerini de dört günün içinde sayarlar.
Ahmed b. Hanbel'e göre
ise, bir kimse 22 vakit namaz kılacak kadar bir beldede ikâmete azmetti mi,
müsafirlikten çıkar, daha az süre için oturmaya niyet eden kimse yolcu
sayılır. Delili de şu hadis-i şeriftir: "Peygamber (s.a.) Mekke'ye
Zilhiccenin dördüncü günü geldi, 4, 5, 6, ve 7. günleri orada kaldı. Sekizinci
gün sabah namazını Ebtah vadisinde kıldı. Tam olarak kıldığı bu namaz
vakitlerinin tümü yirmi bir vakittir."[163]
Hanefî ulemasına göre
ise, bu müddet 15 gündür. Delilleri şu hadis-i şeriflerdir:
1. Daha önce
tercümesini sunduğumuz 1231 numaralı hadis-i şerif.
2. İbn Mâce,
ikâme 76.
3. Nesâî,
taksirü's-salat, 4.
4. Zeylai,
Nasbü'r-râye II, 184'deki hadisler.[164]
1234.
...Abdullah b. Muhammed b. Ömer b. Ali b. Ebi Tâlib, babası (Muhammed b. Ömer)
vasıtasıyla dedesi (Ömer b. Ali b. Ebi Tâlib)den rivayet etmiştir ki:
Ali (r.a.) bir
yolculuğa çıkacağı zaman güneş battıktan sonra çıkardı. Hava kararacağı zaman
(hayvanından) iner akşamı kılardı. Sonra akşam yemeğini (yemek) isterdi,
yedikten sonra da yatsıyı kılardı. Sonra "işte Resûlulîah (s.a.) böyle
yapardı" diyerek yola çıkardı.
(Râvi) Osman (b.
EbîŞeybe bu hadisi), Abdullah b. Muhammed b. Ömer b. Ali'den" diyerek
rivayet etmiştir.
Ebü Ali Ebû Davud'un
(şöyle) dediğini haber verdi: Usame b. Zeyd; Hafs b. Ubeydillah'dan; -Enes b.
Mâlikin oğlu Ubeydullah'ı kastediyor- rivayetine göre Enes, şafak kaybolup
giderken akşamla yatsıyı birlikte kılar ve; "Peygamber (s.a.) işte böyle
yapardı" dermiş.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Zührt'nin Enes (r.a.) vasıtasıyla Peygamber (s.a.)'den (yaptığı) rivayeti de
böyledir.[165]
Müellif Ebu Dâvûd bu
hadis-i şerifi hem şeyhi Osman b. Ebî Şeybe'den hem de diğer şeyhi İbn
el-Müsennâ'dan nakletmiştir. Şu farkla ki osman b. Ebî Şeybe bu hadisi
"bize Ebü Üsâme Abdullah b. Muhammed'den nakletti" sözleriyle muan'an
olarak rivayet ettiği halde İbn el-Müsennâ "ahberânî" tâbirini
kullanarak semâ'an rivayet etmiştir. Bilindiği gibi ''İhbar'' denilen
"ahberanâ” tâbiri ''an'ane'' denilen (...den/...dan) tâbirine nisbetle
daha kuvvetli ve sağlamdır. Müellif Ebû Dâvûd, hadisin sonuna ilâve ettiği;
"Osman (bu hadisi) Abdullah b. Muhammed b. Ali'den nakletti"
cümlesiyle bu iki rivayetin arasındaki farka işaret etmek istemiştir. Hadis-i
şerifin bu iki şeyh'ten gelen metninde Ali b. Ebi Tâlib (r.a.)'in akşam namazı
ile yatsıyı nasıl ve ne zaman birleştirdiğine dair kesin bir ifâde yoktur.
Sadece "hava kararacağı sırada" gibi mübhem bir ifade vardır. Bu
ifâdeden Ali (r.a.)'ın Şâfiîlerin dediği gibi yatsı vakti girdikten sonra iki
namazı birden kıldığı anlaşılabileceği gibi Hanefî ulemâsının dediğine uygun
olarak akşamı yatsının önünde kılıp hemen arkasından da yatsıyı kılarak iki
namazın -vaktini değil de- aralarını birleştirdiği de anlaşılabilir.
Ancak musannif Ebû
Dâvûd bu mevzudaki görüşünü kesin olarak belîirımek ve delilîendirmek için
hadisin sonuna Hz. Enes b. Mâlik'ten gelen bir rivayeti ilâve etmek lüzumunu hissetmiştir.
Enes b. Mâlik'in bu hadisine göre Resûl-i Ekrem (s.a.) akşam namazını yatsı
vakti girinceye kadar te'hir etmiş ve yatsı vakti girdikten sonra iki namazı
birden kılmıştır. Musannif Ebû Dâvûd bu görüşünü te'yid için bu kadarla da
yetinmemiş Zührî'nin yine Enes b. Mâlik'ten rivayet ettiği aynı anlamdaki bir
hadisi de metnin sonuna İlâve etmiştir. Nitekim daha önce (1219) numarada da
geçen Enes hadisi aşağıdaki kaynaklarda da geçmektedir.[166]
Ancak Hanefî
ulemasından Bedreddin el-Aynî bu mevzuda Hanefî mezhebinin görüşünü şu
sözleriyle savunmuştur: "Bu hadis-i şeriflerde geçen şafak meselesi gerek
sahabe-i kiram, gerekse daha sonra gelen ulemâ arasında ihtilaflıdır.
"Şafaktan maksat, ufuktaki kızıllıktır" diyenler bulunduğu gibi
"ufuktaki beyazlıktır" diyenler de vardır. Resûİullah (s.a.)in
akşamla yatsıyı kızıllık kaybolduktan sonra kılmış olması caizdir. Bu takdirde
"şafaktan maksat beyazlıktır..." diyenlerin görüşüne göre akşam
namazı kendi vaktinde kılınmış olur. "Şafaktan maksat kızıllıktır" diyenlere
göre, yatsı namazı da kendi vaktinde kılınmıştır. İşte bu suretle her iki namaz
kendi vaktinde kılınmış olmakla beraber şafak hakkındaki ihtilâfa bakarak
"Bu namazları şafak kaybolduktan sonra toptan kıldı" demek caizdir.
Buna "sureta cem" denir. Vakit itibariyle cemi değildir."[167]
1235.
...Câfcıir b. Abdullah'dan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
Tebûk'de namaz(lar)ı kısaltarak yirmi (gün) kaldı.[168]
Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu
hadisi) Ma'mer'den başka müsned olarak rivayet eden yoktur.[169]
Bu hadis-i şerif
"bir ihtiyacını görmek için dört rekatlı namazları kısaltarak kılmayı
gerektirecek kadar uzak bir memlekete giden kimse ikâmete niyyet etmediği
takdirde "bugün-yarın gideceğim" derken, ihtiyacını göremediği için
ömür boyu bile olsa, o memlekette kaldığı sürece, namazları kısaltarak
kılar" diyen mezhep imamlarının delilidir. Nitekim hadis imamlarından Ebû
İsa et-Tirmizî de bu mevzuda şunları söylemiştir: "Sonra ilim adamları
ikâmete niyet etmeyen seferinin üzerinden yıllar geçse bile namazı
kısaltabileceği hakkında ittifak halindedirler."[170]
Dâr-i İslâm'da cihad
eden ve kâfirler veya âsiler tarafından kuşatılan gazilerin durumu da böyledir.
Bu hadisi İbn Hibbân
ve Beyhakî'de rivayet etmiş ve Beyhakî, "Ma'mer bu hadisin senedim
kesiksiz olarak Resûl-i Ekrem'e kadar ulaştıran tek kişidir. Ali b. el-Mübârek,
ve başkaları ise, bu hadisi mürsel olarak rivayet etmişlerdir" demiştir.
Ayrıca bu hadisi
el-Evzâî'den; "Resûl-i Ekrem (s.a.) Tebûk'te 10 küsur gün kaldı"
şeklinde rivayet etmişse de Dârekutnî, İlel isimli eserinde bu rivayetin irsal
ve inkitâ' kusurlarıyla illetli olduğunu söylemiştir.[171]
Ebû Dâvud dedi ki:[172]
Bu babta rivayet
edilen hadislerin izahına geçmeden önce mevzuya ışık tutması için İmam
Serahsî'nin bu konudaki sözlerini özetlemekte fayda görüyoruz:
1. Ebû
Yûsuf'a göre korku namazının meşrûiyyeti Resûl-i Ekrem'in hayatına mahsustur.
Onun arkasında namaz kılmanın faziletine ermek için meşru kılınmıştır. Hz.
Peygamber'in Dâr-ı bekaya irtihâlinden sonra korku namazının meşruiyeti
kalkmıştır. Nitekim Ebû Süleyman (r.a.)'ın Nevâdir'inde de bu görüş
zikredilmekte ve "Sen aralarında bulunup da kendilerine namaz kıldırdığın
vakiî"[173] âyet-i kerimesinin de bu
mânâya delâlet ettiği kaydedilmektedir. Sözü geçen eserde, korku namazının
kılınması Resul ı Ekrem'in o cemaat arasında bulunması şartına bağlanmıştır.
Madem ki artık Resûl-i Ekrem cemaatin arasında yoktur, öyleyse "korku
namazı" diye bir namaz da sözkonusu değildir denilmektedir. Her ne kadar
İmam Ebû Yûsuf başlangıçta Ebû Hanife (r.a.) gibi korku namazının Resûl-i
Ekrem'in hayatından sonra da meşru olduğu görüşünde idiyse de sonradan o da bu
fikrinden vazgeçmiştir.
Diğer Hanefî ulemâsına
göre ise, Rcsûl-i Ekrem (s.a.)'in hayatından sonra da korku namazı kılmak
meşrudur. Bu mevzudaki delilleri ise, sahâbe-i kiramın Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
hayatından sonra korku namazı kıldıklarına dair Sa'd b. Ebî Vakkas, Ebû Ubeyde
b. el-Cerrah'm rivayetleridir. Nitekim Said b. el-as'ın Ebû Said el-Hudrî'ye
korku namazının nasıl kılındığını sorup öğrendiği ve korku namazının caiz
olması için bulunması gereken sebebi sorduğu zaman da "o sebep
korkudur" cevabını aldığını da kendi görüşleri için delil getirirler.
Buna göre korku namazının meşru oluşunun gerçek sebebi Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
arkasında namaz kılmanın faziletine erişmek değil, düşman korkusunun
bulunmasıdır. Bu korkunun bulunması halinde her zaman ve mekanda korku namazı
kıhnabilir. Esasen içerisinde yürümek gibi bazı hareketlerin bulunduğu korku
namazının sebebini Peygamber’in arkasında namaz kılmanın sevabına erişmekle
izah etmek doğru olamaz. Çünkü sevab kazanmak için bir vacibi (erk etmek caiz
değildir. Bilindiği gibi namazda yürümeyi terk etmek vâcibtir. Öyleyse
içerisinde yürüyüş olan korku namazının gerçek sebebi Rtsûi-i Ekrem (s.a.)'in
arkasında namaz kılmanın faziletine ermek değildir. Esasen "korku namazı
Resul-i Ekrem (s.a.)'in hayatına hastır. Sebebi de Resûl-i Ekrem'in arkasında
nama kılmanın sevabına ermektir" diyen kimselere, kendi mantıklarıyla
şöyle cevab vcunek mümkündür. Daha kalabalık cemaatle namaz kılmanın sevabı
daha da çok olacağı için bugün de daha fazla sevaba e^mek maksadıyla korku
namaz? kıhnabilir. Çünkü "Sen anılarında bulunup da kendilerine namaz
ksldırdığin vakit" âyetinin manası, "Sen veya senin makamında bulunan
bîr kimse onlann aralarında bulunduğu vakit" demektir. "Onların
mallarından sadaka al ki bununla kendilerini temizlemiş, bununla onları
bereketlendirmiş olasın"[174]
âyet-i kerimesinde olduğu gibi şurası bilinen bir gerçektir ki, ba-zan âyet-i
kerimelerde hitâb her ne kadar sadece Resûl-i Ekrem içinmiş gibi görünürse de
aslında onun şahsında bütün bir ümmetedir. "Ey Peygamber, kadınları
boşayacağınız vakit iddetlerine doğru boşayın, o iddeti de sayın.”[175]
âyeti kerimesinde olduğu gibi.
2. Korku
sebebiyle namaz rek'atlerinin adedi kisaltılamaz. İbn Abbâs (r.a.),
"Mukîmin namazı dört rekattır. Yolcunun namazı iki, korku namazı bir
rekattir”[176] buyurduğu için bazı
ulemâ korku namazının bir rekat olduğu kanaatine varmışlarsa da aslında
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in Zâtü'r-rikâ' gazvesinde korku namazını cemaate birer
rekat kıldırdığına kendisininse cemaatle iki rekat kıldığına dair olan rivayet[177] bu
görüşte olanların aleyhine bir delildir. Hanefî ulemasına göre bu hadisin
tevili şöyledir: Bu iki zümre Resûl-i Ekrem'le beraber birer rekat kılmışlar ve
kalan ikinci rekatı da kendi başlarına tamamlamışlardır.
3. Hanefî
mezhebine göre, korku namazının kılmışı 1244 numaralı Abdullah b. Mes'ud
hadisiyle 1243 numaralı Abdullah b. Ömer hadisinde belirlenmektedir.
"Düşman kıble tarafında olursa cemaat iki saf halinde imamın arkasında yer
alır. İmamın iftitah tekbirine ve rüku'una her iki saf da iştirak eder. İmam
secdeye varınca imamın arkasıda bulunan saf da secdeye varır. Ancak ikinci saf
ayakta kalarak imamı ve ön safta imamla beraber secdeye varan cemaati bekler.
Birinci haftakiler başlarını birinci secdeden kaldırınca oturup ikinci
saftakiîeri beklerlerken, ikinci saftakiler de secdeye varırlar. Sonra
başlarını secdeden kaldırırlar ve kuûdda birinci saftakileri beklerken onlar da
imamla beraber ikinci secdeye varırlar. İkinci secdeden başlarını kaldırıp
kıyama kalkınca ikinci saftakiler de ikinci secdeye varırlar ve sonra ikinci
rekatın kıyamına kalkarlar. Bu sefer birinci saftakiler geriye çekilip ikinci
safta yer ahrken ikinci secdeden kıyama kalkmış olan ikinci saftakiler de öne
doğru ilerleyerek birine safta yer alırlar. İkinci rekatı de birinci rekatı
kıldıkları gibi kılarlar. İmam oturup da selâm verince her iki saftakiler de
imamla beraber selâm verirler. İbn Ebî Leylâ
1236 numaralı Ebû Ayyaş ez-Zürakî
hadisini delil getirerek korku namazını bu şekilde kılmanın caiz olduğunu
söylemiştir. İçerisinde gidip gelme gibi hareketler bulunmadığı için Ebü Yûsuf
da bu şekilde kılınan korku namazının caiz olduğunu söylemiştir. Hanefi
mezhebine göre, korku namazını düşman kıble tarafında bulunduğu zaman İbn Ebî
Leylâ'nın tarif ettiği şekilde kılmak caiz ise de, iki saffın yerlerini
değiştirmesi gibi hareketleri gerektiren İbn Ömer ve İbn Mes'ud (r.a.)
hadislerinde tarif edilen şekilde kılmak da caizdir. Çünkü (bundan sonra)
"Henüz namazını kılmamış olan diğer kısmı gelip seninle birlikte dursun,
silahlarını da yanlarına alsınlar"[178]
âyetinin zahiri buna açıkça delâlet etmektedir.
İmam Malik (r.a.)'e
göre imam, cemaati iki kısma ayırır. Birinci kısma birinci rekatı kıldırırken,
diğer kısım düşmanın karşısında bekler. Birinci rekatten sonra imam ikinci rekatın
kıyamında beklerken birinci saftakiler ikinci re,kati de kılarak selâm verip
düşman karşısında bulunan saffm yerini alırlar. Bu sefer daha evvel düşman
karşısında beklemekte olan zümre gelip ikinci rekatı imamla birlikte kılarlar.
Onlar, kılamadıkları rekatı kaza etmek için ayağa kalkınca imam onların namazı
bitirmelerini beklemeden selâm vererek namazdan çıkar. Nitekim Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in "Zû Kared"de kıldığı korku namazının böyle olduğu Salih b.
Huvât (r.a.)'den rivayet edilmiştir.[179]
Hanefî ulemâsından
Tahâvî de bu hadisi "Şerhumeâni'1-âsâr" isimli eserinde
nakletmiş" fakat Resûl-i Ekrem'in ikinci grubu namazlarını kılmcaya kadar
bekleyip, selamı onlarla beraber verdiğini kaydetmiştir. İmam-i Şafiî de bu
hadisi delil getirerek korku namazının bu şekilde kılınabileceğini söylemiş ve
nasıl ki imam birinci grubu ikinci rekatı bitirinceye kadar ikinci re-katin
kıyamında beklerse, ikinci grubun da namazlarının kalan kısmını bitirinceye
kadar kuudda bekler ve selâmı onlarla birlikte verir demiştir.
Hanefî uleması ise, bu
hadisi delil olarak kabul etmemiştir. Çünkü bu hadiste tarif edilen korku
namazında birinci saf namazım imamdan önce tamamlayıp namazdan çıkmaktadır. Bu
ise hiçbir zaman caiz değildir. Meşru' bir sebeb olmadan namazda yürümek caiz değildir.
Ancak irâde dışı bir ha-desten dolayı namazdan çıkmadan gidip abdest alıp
gelmek ve namaza devam etmek caizdir. Bu hususta haber vârid olmuştur. Korku
namazında safların yer değiştirmesi de bu sebeple caiz görülmüştür.
Hz. Ebu Hureyreden
rivayet edilen Resul-i Ekrem (s.a.)in birinci grubta birinci rekatı kılınca
onları ikinci rekatı kendi başlarına kılıp düşman karşısına gidinceye, ikinci
grubu da birinci rekatı kaza edinceye kadar beklediği ve sonra ikinci rekatı da
ikinci grupla beraber kılıp ve yine onlarla beraber selam verdiğine dair olan
hadisi[180] ise, hiçbir ilim adamı
delil olarak kabul etmemiştir. Çünkü böyle bir uygulamanın İslam'ın ilk
yıllarına ait olup sonradan neshedildiği kesinlikle bilinmektedir.
Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in her iki taifeye de ayrı ayrı ikişer rekat kıldırıp da kendisinin dört
rekat kıldırdığına dair (1248) numaralı hadisin zahirini de Hanefî Ulemâsı
delil olarak kabul etmemiştir. Çünkü bu hadisin zahirine göre ikinci grup
namazlarını nafile kılan bir imamın arkasında kılmış olacaklardır. Halbuki
Resûl-i Ekrem'in hayatında böyle bir tatbikat bulunmamaktadır. Hanefî
ulemâsına göre bu şaz bir hadistir ve te'vili şöyledir: Bu namazı kılarken
Peygamber (s.a.) mukim idi. Her taifeye iki rekat kıldırdı, sonra her iki taife
de kılamadıkları rekatları kendi başlarına kaza ettiler. Yine Hanefî ulemasına
göre düşman korkusu söz konusu olduğu zaman imam akşam namazını birinci taifeye
iki rekât, ikinci taifeye de bir rekât kıldırır Süfyân es-Sevrî'ye göre ise,
birinci taifeye bir rekât, ikinci taifeye de iki rekat olarak kıldırır. Çünkü
her iki taifenin de kıraatle kılınan ilk iki rekatten eşit şekilde nasiblerini
alabilmesi ancak bu şekilde mümkün olur.
Bu konuda Hanefî
ulemâsına göre esas olan her İki taifenin de namazın her iki bölümünden eşit
şekilde faydalanmasıdır. Bu bakımdan birinci taifenin imamın arkasında bir
buçuk rekat namaz kılması gerekmektedir. Ancak ikinci rekâtı parçalamak mümkün
olmadığından birinci taife imamın arkasında iki rekât kılar. Esasen hazarı
namazlarda akşam namazı normal olarak kılınırken, önce iki rekat kılındıktan
sonra birinci ka'deye, üçüncü rekat kılındıklan sonra ikinci ka'deye oturulması
ilk iki rekâtın akşam namazının birinci bölümünü, üçüncü rekatın de ikinci
bölümünü teşkil ettiğini göstermektedir. İşte Hanefî uleması bu görüşten
hareket ederek korku halinde kılınan akşam namazını birinci taifenin ilk iki
rekatı, ikinci taifenin de üçüncü rekatı, imamla kılacağına hükmetmişlerdir.
Hanefî ulemasına göre
namaz kılarken düşmanla vuruşmak namazı bozarsa da İmam Mâlik ve Şafiî'ye göre
bozmaz. Delilleri "Onlar ihtiyat tedbirlerini ve siİaMarını
alsınlar"[181]
mealindeki buyruktur. Çünkü silah ancak savaşmak için taşınır. Hanefî ulemasına
göre ise namaz içerisinde imama uyan zümrelerin harb etmemeleri gerekir. Çünkü
vuruşmak namazla ilgisi olmayan bir amel-i kesirdir. Suda boğulanı kurtarmak,
malı kurtarmak için hırsızı kovalamak nasıl namazı bozarsa, namaz içerisinde
düşmanla savaşmak da namazı bozar. Âyet-i Kerimede: "silahlarını yanların
alsınlar" emrinden maksat, düşmanların gözünü korkutmak ve lüzum görüldüğü
vakit savaşıp sonra yeniden namaza dönmektir. Bu bakımdan namaz vaktinin
geçeceği bilinse bile savaş halinde bulunan müslünıanlar namazı kılamazlar.
Nitekim Peygamber (s.a.) muharebe bilfiil devam ederken dört vakit namazı
te'hir edip gece sükûnet bulduktan sonra kaza etti ve düşmanlara şu şekilde beddua
etti: "Bizi orta namazı kılmaktan alıkoydular. Allah onların kabirlerini
ve karınlarını ateşle doldursun."[182]
eğer sevab bir fiil devam ederken namazı kılmak caiz olsaydı, Peygamber (s.a.)
dört vakti birden te'hir etmezdi. Düşmana doğru yol almakta iken aynı zamanda
imâ ile de namaz kılan bir kimsenin namaz esnasında hayvana binmesi de namazı
bozar. Ama imâ ile namaz kılarken düşmana karşı yürümek öyle değildir. Çünkü
hayvana binmek kendisine zaruri bir şekilde ihtiyaç duyulmadan bir amel-i
kesirdir. Halbuki düşman karşısına varıncaya kadar yürümek kaçınılmaz bir
ihtiyaç olduğundan her zaruri ihtiyaç gibi o da namazı bozmaz.
Binitli olarak da
imama uyarak korku namazı kılamazlar. Çünkü cemaati ile imam arasına yol
bulunması namazın sıhhatine manidir. Ancak cemaat ile imamın aynı taşıt
üzerinde bulunması namaza herhangi bir zarar vermez. Çünkü aralarında yol gibi
bir engel yoktur.İmam Muhammed (r.a.) bunu istihsânen caiz görmüştür.
Düşmanı görmeden,
içinde gelip-gitme gibi hareketler bulunan bir korku namazı kılınacak olursa,
bu namaz imam için sahihse de cemaat için sahih değildir. Çünkü içinde cemaat
arasında yer değiştirme gibi hareketler bulunan korku namazını kılmaya ancak
düşman karşısında bulunulduğu zaman izin verilmiştir. Fakat imam için
gelip-gitme vb. gibi bir hareket söz konusu olmadığından düşman görülmediği
zaman kılınan böyle bir korku namazı sadece imam için sahih olur.[183]
Şafiî mezhebinin bu
mevzudaki görüşü ise, şöyledir: "Peygamber (s.a.) korku namazını muhtelif
şekillerde kılmıştır. Ancak Resûl-i Ekrem'in bu uygulamaları her ne kadar
şekil itibariyle farklı gibi ise de aslında öz olarak aralarında bir fark
yoktur. Bu bakımdan mühim olan bu uygulamaların hangisinin sahih olduğunu
değil, hangisinin namaz için daha uygun ve düşmandan korunmak için daha müsait
olduğunu aramaktır. Şafiî ulemâsı düşmanın kıble cihetinde bulunmaması halinde
en uygun korku namazı şeklinin Salih b. Huvât'in rivayet ettiği şu hadis olduğu
görüşündedirler: "Bir taife Peygamber (s.a.) ile birlikte saf olmuş, bir
taife de düşmanın karşısında durmuş. Resûlullah (s.a.) yanındakilere bir rekat
namaz kıldırmış, sonra ayakta durarak cemaat kendi kendilerine namazı
tamamlamışlar. Sonra namazdan çıkarak düşmanın karşısında saf olmuşlar (bu
sefer) öteki taife gelmiş, Resûlullah (s.a.) onlara da namazın kalan kısmını
kıldırmıştır. Sonra oturarak beklemiş cemaat kendi kendilerine namazı
tamamlamışlar, sonra Resûlullah (s.a.) onlara selâm verdirmiş.[184]
Şafiî ulemâsına göre
bu hadis-i şerifte tarif edilen korku namazı şekli, Kur'ân'ın zahirine, namazın
mu'tad olan düzenine uygun ve düşmandan korunmaya müsait oluşu sebebiyle diğer
şekillere tercih edilmiştir. Nitekim;
1.
"(Bundan sonra) henüz namazını kılmamış olan diğer kısmı gelip seninle
beraber namazlarını kılsınlar"[185]
âyetinin zahiri önce birinci taifenin namazını tamamen kıldığına, ikinci
taifenin de namazlarını tamamen imamın arkasında kılacaklarına delâlet
etmektedir. Bu bakımdan İbn Huvât hadisi Kur'an-ı Kerim'in zahirine diğer
hadislerden daha uygundur.
2. İki taife
arasında yer değiştirme gibi namaza aykırı davranışlar az olduğundan namazın
mutad düzenine daha uygundur.
3. Birinci taife
namaz kılarken ikinci taifenin, ikinci taife namaz kılarken de birinci
taifenin namazda olmayışı düşmanı daha rahat gözetleme ve gerektiğinde
saldırıya geçme imkânı verdiğinden bu uygulama harb haline ve tekniğine daha
uygun düşmektedir.[186]
Ahmed b. Hanbel
(r.a.)'e göre ise, sahih hadis kitaplarında nakledilen ve korku namazının
kılmış şeklini tarifeden hadislerin herhangi birisiyle âmel edilebilir. Birini
diğerine tercih etmek gerekmez.
Şimdi Ebu Davud'un
korku namazının kılınış şekliyle ilgili görüşlerinin tercümesini verelim.
Ebû Dâvud der ki:
Bazılarına göre (korku namazını, imam arkasında) iki saf halinde bulunan
cemaate (şöyle) kıldırır: Onlarla birlikte beraberce tekbir alır, sonra (yine)
onlarla beraber rükû'a varır. Sonra arka saftakiler cemaati ayakta beklerken
imam arkasındaki (birinci) safla beraber secdeye varır. (Secdedekiler) kalkınca
arkalarında (ayakta beklemekte) olan diğerleri secdeye varırlar. Sonra imamın
arkasındaki saf geri çekilerek ayaktakilerin yerini alır. Sonra imam rükû'a varır.
(Onunla birlikte her iki saftakiler de) beraberce rükûa varırlar. Sonra arka
saftakiler cemaati beklerlerken, (imam) secdeye varır ve arkasında bulunan saf
da secdeye varır. İmam ve arkasındaki saf oturunca diğerleri secdeye varırlar.
Sonra (birinci saftakilerle birlikte) beraberce otururlar. Sonra (imam)
hepsine birden selâm ver(dir)ir.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
Süfyan’ın görüşüdür.[187]
Korku namazını
Resûl-i Ekrem (s.a.)
çeşitli şekillerde
kılmıştır.Çünkü şartlara ve duruma göre düşman tehlikesinden korunmaya en uygun
olan şekil hangisi ise, o şekilde kılmıştır. Müellif Ebû Dâvûd korku namazının
caiz olan bütün şekillerini Su nen'inde toplamaya gayret etmiştir. Bunlar yeri
gelince görülecektir. Şurasını unutmamak lâzımdır ki korku namazından maksat,
zelzele ve yangın gibi musibetler zamanında kılınması tavsiye edilen nafile
namazlar değildir. Buradaki korku ile harb kast edilmiştir. Binaenaleyh bu
babta tercümesini yunacağımız hadis-i şerifler harb devam ederken kılınacak
vakit namazlarının keyfiyeti hakkındadır.
Her müslüman şurasını
kesinlikle bilmelidir ki, harb esnasında yeryüzünün gülle ve kurşun yağmuruyla
sarsıldığı ve her taraftan ateş aldığı anlarda bile beş vakit namazı kazaya
bırakmaya izin verilmemiş, o müthiş anlarda bile, Allah'ın gösterdiği
kolaylıklardan ve tanıdığı ruhsatlardan yararlanarak edâ edilmesi emrolun
muştur.Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimizin ölüm döşeğinden kalkarak namaz kılması
hatta birkaç kere bayıldığı halde her ayıl-dikça namaza davranması bu mübarek ibâdetin
derecesinin yüksekliğini göstermeye kâfidir.
Harb zamanında
kılınacak vakit namazlarının sulh zamanındaki vakit namazlarına uymadığı
Kur'an-ı Kerim ile sabittir. Nitekim Cenab-ı Hak bu konuda şöyle buyuruyor:
"Yer yüzünde sefere çıktığınız zaman şayet kâfirlerin size fenalık
yapacağından endîşe ederseniz, namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal
yoktur. Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanlarınızdır. Sen de ashabının
aralarında bulunur da kendilerine namaz kıldırırsan, onların bir kısmı seninle
birlikte namaza dursun..."[188]
buyurmuştur. Yalnız bu namazların kılmış şekilleri sünnetle beyân edilmiştir.
Bu mevzu ile ilgili
olarak kıymetli ilim adamımız Ö.Nasuhi Bilmen şunları söylemektedir:
Havf (korku) namazı
İmam-ı Azam ile îmam-ı Muhammed'e göre el-yevm caizdir. İmam-ı Ebû Yûsuf'a göre
bu cevaz zaman-ı saadet'e mahsustur.
Bir cemaatin bu
vecihle namaz kılmaları muhterem bir imama tabi olmak için münazaa ettikleri,
tehalük gösterdikleri takdire göredir ve illa, her zümrenin başka bir imama
uyarak emniyet halindeki gibi namazlarını kılmaları efdaldır...
Havf namazının sıhhati
için imama uyan zümrelerin namaz esnasında harb etmemeleri mevki
değiştirmemeleri, gider-gelirken hayvana binmemeleri, hasılı namaza münâfi başka
bir harekette bulunmamaları lâzımdır. Aksi takdirde imam ile kıldıkları namaz
bozulur, namazlarını yeniden kılmaları lâzımdır.
Korkunç bir harb
vesaire halinde bir İslâm fırkasının korkuları artar, binmiş oldukları
hayvanlarından yere inmekten âciz bulunurlarsa, herkes râkib (bim'k) olarak
kadir olduğu cihete doğru imâ ile namazını kılar, bu da mümkün olmazsa
namazlarını tehire bırakılır. Nitekim Hendek Gazvesinde birkaç vakit namaz
kazaya bırakılmıştır.[189]
Korku namazının kılmış
şekli üzerinde ilim adamlarının görüşleri birbirinden farklıdır. Metinde tarif
edilen şekil İmam Sevrî'ye göredir. Nitekim musannif Ebû Davud'un metinde geçen
"Bu, Sevrî'nin görüşüdür" ifadesi de bunu dile getirmektedir.[190]
1236. ...Ebû
Ayyaş ez-Zürâkî'den; demiştir ki:
Biz Resûlullah (s.a.)
ile birlikte Usfân'da bulunuyorduk. Müşriklerin başında da Hâlid b. el-Velîd
bulunuyordu. Öğleyi kıldık. Müşrikler "gerçekten çok gafil davrandık, çok
hatalı davrandık onlar namazda iken üzerlerine bir yüklenseydik (ne güzel
olurdu)!" demeye başladılar. Bunun üzerine öğle ile ikindi namazı arasında
"Kasr âyeti" nazil oldu. ikindi (vakti) gelince Resûlullah (s.a.)
kalkıp kıbleye karşı durdu. Müşrikler de karşısında idiler. Arkasında bir saf
teşekkül etti. Bu saffın arkasında da başka bir saf (vardı). Resûlullah
(s.a.)'in rükû'a varmasıyla hepsi birden rükû'a vardılar. Sonra arka saftakiler
cemaati ayakta beklerken imam arkasındaki (birinci) safla beraber secdeye
vardı. Bunlar secdeleri yapıp kalkınca arkalarında bulunan diğerleri secdeye
vardılar, sonra (Resûl-i Ekrem'in) arkasındaki saf geri çekilerek arkadakilerin
yerini, arka saftakiler de ilerleyerek ön safta-kilerin yerini aldı. Sonra
Resûlullah (s.a.) rükû'a varınca (her iki saftakiler) birlikte rükû'a
vardılar. (Resûl-i Ekrem) secdeye varınca, hemen arkasında bulunan (birinci
saf) da secdeye vardı. Diğerleri ise bunları (ayakta) bekliyorlardı. Rssûİ-i
Ekrem (s.a.) burunca hemen arkasındaki saf da oturdu, sonra da hep beraber
oturdular ve (Resûl-i Ekrem -s.a.-) hepsine birden selâm verdi. (Resûl-i Ekrem)
Usfan'da kıldığı bu namazı bir de Beni Süleym'de kıldı.[191]
Ebû Dâvûd dedi ki:
(Hadisin metninden anlaşılan) bu mânâyı, Eyyûb ile Hişâm da Ebu'z-Zübeyr, ve
Câbir vasıtasıyle Peygamber (s.a.)'den rivayet etmişlerdir.
Yine (mana olarak) bû
hadisi Dâvûd b. Husayn, îkrime vasıta-siyle tbn Abbâs'dan rivayet etti.
Aynı şekilde (bu
hadisi) Abdülmelik, Atâ vasıtasıyle Câbir'den rivayet etti. Katâde de el-Hasen
ve Hıttân vasıtasıyle Ebû Mûsâ"dan (Ebû Mûsâ'nın fiili olarak rivayet
etti. Yine aynı şekilde (mânâ olarak) îkrime b. Hâlid, Mücâhid vasıtasıyla
Peygamber (s.a.)'den rivayet ettiği gibi Hişâm b. Urve de babası vasıtasıyla
Peygamber (s. a.) 'den rivayet etmiştir ve bu (tatbikat) es-Sevr’nin görüşüdür.[192]
Usf ân; Mekke ile
Medine arasında ve Mekke'ye üç konaklık bir mesafededir. Bugün buraya
"Medrecu Osman" ismi verilmiştir. Sellerin bastığı bir yer olduğu
için "Usfan" denildiği söylenir. Hendek savaşından sonra hicretin
altıncı senesinde Resûl-i Ekrem (s.a.) buraya bir sefer yapmış ve o zaman
burada korku namazı kılmıştı. O zamanlar daha Hz. Hâlid şeref-i İslâm ile
müşerref olmamıştı. Vâkıdî'nin beyânına göre bu vak'a Hudeybiye musâlahasında
cereyan etmiş, müslümanlar öğle namazını kılınca müşrikler "çok yazık
oldu, çok gaflet ettik" demişler. Bunun üzerine Hâlid b. Velid onlara;
"merak etmeyin, bu namazdan sonra gün batmadan evvel onların kılacağı bir
namaz daha vardır ki, nazarlarında mallarından, evlâdlarmdan ve ıyallerinden
daha sevgilidir. O zaman yine işimizi görürüz" demiş. İşte o gün Öğle ile
ikindi arasında mevzuu bahsimiz olan "korku namazı" ile ilgili âyet-i
kerime nazil olmuştur. Her ne kadar hadisin metninde "kasr âyeti nazil
olmuştur" ifâdesi geçiyorsa da "Kasr âyeti" sözüyle aşağıda
tercemesini sunduğumuz korku namazı âyeti kast edilmiştir.
"Böyle korku
hâlinde sen onların arasında bulunup onlara namaz kıldıracağın vakit onların
yalnız bir takımı seninle namaza dursunlar, silahlarım da üzerlerinde
bulundursunlar. Secde ettiler mi hemen sizin arka tarafınıza geçsinler ve daha
namaz kılmamış olan diğer takım gelip seninle namazlarını kılsınlar. Bunlar da
hem müteyakkız davransınlar, hem silâhlarını elden bırakmasınlar. Çünkü
kâfirler silâhlarınızla emtianızdan gafil kalmanızdan istifade ederek üzerinize
yeniden hücum etmeği arzu ederler. Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta
olursanız silâhlarınızı bırakmanızda bir mahzur yoktur. Fakat dikkatli olun.
Şüphesiz ki Allah kâfirler için ağır bir azab hazırlamıştır"[193]
Çünkü korku âyetiyle kasr ayeti, birbirini takip etmektedir ve her ikisinin de
birbiriyle alakası vardır.
Müellif Ebû Davud'un
metnin sonuna bu taliki ilâve etmekden maksadı hadisin başka rivayetlerle
kuvvet ve sıhhat kazandığına dikkati çekmektir. Bu taliklerden Ebû Eyyûb'un
rivayetini aynı zamanda İbn Mâce de Resûl-i Ekrem (s.a.)'e kadar
ulaştırmaktadır.[194]
Aynı şekilde bu rivayeti Beyhakî de Resûl-i Ekrem (s.a.)'e ulaştırmakta ve;
"bu hadisin senedi şahindir" demektedir.[195]
"Dâvud b.
Husayn'dan..." diye başlayan ikinci talik ise, aynı zamanda Nesâî tarafından
da şu lâfızlarla rivayet edilmiştir. "İbn Abbas'dan korku namazı bugün
imamlarınızın arkasında dilsizlerinizin kıldığı iki secdeli namaz gibidir.
Grupların ayrı ayrı secde etmesinden başka bir fark da yoktur. Resûlullah
(s.a.) ile beraber namaz kılarlarken bir grup kıyamda bekler, diğer grup
Resûlullah (s.a.)'Ie beraber secdeye varır. Sonra Resûlullah (s.a.) kıyama
kalkar, böylece bütün cemaat kıyamda olmuş olur. Sonra Resûlullah (s.a.)
rükû'a varır, cemaat de topluca rükû'a varır. Sonra Resûlullah (s.a.) secdeye
varır, ilk rekâtta kıyamda bekleyenler, bu sefer Resûlullah ile secdeye
varırlar. Resûlullah ve onunla secdeye varanlar namazın sonunda oturduğu zaman
kıyamda bekleyenler kendi kendilerine secdeye varıp otururlar. Resûlullah
(s.a.) bütün cemaatin namazım selâm ile tamamlar.[196]
Abdulmelik'in rivayeti
ise merfû olarak aynı zamanda Nesaî, Müslim ve Beyhakî tarafından da rivayet
olunmuştur.[197]
Katâde'den gelen
rivayet de mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisini te'yid etmektedir. Bu
rivayet aynı zamanda Beyhakî, İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr tarafından rivayet
olunmuştur. Bu hadis Ebû Yûsuf, İbn Ebi Leylâ ile Sevrî'nin delilidir. Ancak bu
şekilde kılınan korku namazında düşman iyi gözetlenemediğinden ve Nisa
Sûresinin 102. âyet-i kerimesindeki; "Onlardan bir kısmı seninle beraber
dursun.. Sonra henüz namazını kılmamış olan diğer kısım gelip seninle beraber
dursun. Sonra henüz namazını kılmamış olan diğer kısım gelip seninle beraber
namazlarını kılsınlar" şeklindeki tarife uymadığından Hanefîlerce tercih
edilmemiştir. Ancak düşmanın kıble cihetinde bulunması halinde caiz
görülmüştür.[198]
1. Düşman
korkusu bulunduğu zaman korku namazı kılmak caizdir.
2. Resûl-i
Ekrem (s.a.) ilk korku namazını Usfan'da kılmıştır.
3. Allah
Teâla bu ümmete rahmetinden dolayı çok kolay emirler ve hükümlerle mükellef
kılmıştır.[199]
1237.
...Sehl b. Ebî Hasme'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (s.a.) korkulu bir
zamanda ashabına namaz kıldırmış. Onları arkasında iki saf halinde durdurup (önce)
hemen arkasında bulunanlara, bir rekat kıldırmış, sonra (ön) saftakilerin
ardındakiler de bir rekat daha (namaz) kılıncaya kadar ayakta durmuş, sonra
(imamın arkasındakiler) öne, onların önündekiler de arkaya geçmişler. Bunun
üzerine Peygamber (s.a.) bunlara da bir rekat namaz kıldırıp arkasında
bulunanlar bir rekat (daha namaz) kılıncaya kadar oturduktan sonra selâm
vermiş.[200]
Metinde geçen
"korkulu bir zaman" sözünden maksad, Zatü'r-rikâ' gazvesidir. Nitekim
(1238) numaralı hadis-i şerifte, bu korku namazının Zâtü'r-rikâ' gazvesinde
kılındığı açıkça ifade edilmektedir.
Her ne kadar bu
hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem Efendimizin, önce arkasında bulunan saffa bir
rekat namaz kıldırdığı ifade ediliyorsa da bu saffın diğer grub gelmeden ikinci
rekatı da Resûl-i Ekrem ayakta beklerken kendi başlarına kıldıklarından söz
edilmiyor. Halbuki bu hadisten sonra gelecek olan (1238 ve 1239) numaralı
hadis-i şeriflerde açıklandığı üzere Resûl-i Ekrem'in ardında birinci rekâtı
kılan saf, Resûl-i Ekrem ikinci rekatın kıyamında beklerken kendi kendilerine
ikinci rekatı da kılıp selâm vermiş ve ileride düşmanı gözetlemekte olan ikinci
grubun yerine ilerlemiş, ikinci grub da kendilerini kıyamda beklemekte olan
Resul Ekrem'in ardına gelerek ikinci rekata yetişip onu Resûl-i Ekrem'le
beraber kılmışlar ve ikinci rekatın sonunda Resûl-i Ekrem (s.a.) oturup her iki
saffı da beklerken ikinci grub diğer rekatı kendi başlarına tamamlamışlardır.
Daha sonra her iki grub da Resûl-i Ekrem'in arkasında onunla birlikte selâm
vererek namazdan çıkmışlardır. Müellif Ebû Dâvûd sözü geçen hadislerin
getirdiği bu açıklığı göz önünde bulundurarak bu babın başlığını buna göre
isimlendirmiştir.
Bu durumda Resûl-i
Ekrem (s.a.) ikinci rekatın kıyamında beklerken birinci rekatı kendisiyle kılan
grub ikinci rekatı kendi kendilerine kılmışlar ve sonra da gidip ileride
düşmanı gözetlemekte olan grubun yanına vararak onların ikinci rekata
yetişmelerini ve onu Resûl-i Ekrem'le beraber kılmalarını sağlamışlardır.
Yine metinde geçen
" = onların ardındakiler bir rekat namaz kıhncaya kadar..."
cümlesinin zahirine göre, mânânın şöyle olması lâzımdır: "Ön saftakilerin
ardındakiler de bir rekat kıhncaya kadar ayakta dikildi." Çünkü zahire
göre ( |*4«U ) kelimesinin sonundaki "hum" zamiri imamın ardında
bulunan birinci saftakilere gitmektedir. Buna göre Resûl-i Ekrem (s.a.)
arkasında bulunan birinci safa bir rekat namaz kıldırdıktan sonra kalkıp ikinci
rekatın kıyamında beklemeye başlamış, beklerken de birinci saffın gerisinde
düşmanı gözetlemekte olan ikinci saf, Resûl-i Ekrem'in arkasına gelerek ikinci
rekata yetişmişler ve onu Resul Ekrem'le beraber kılmışlardır.
Her ne kadar hadisin
zahiri böyle ise de bu mânâ bu babın başlığına ve Beyhakî'nin Sünen'indeki
rivayeti ile İbn Cerîr'in tefsirindeki aynı senetle rivayet ettiği hadise
uymamaktadır. Çünkü bu rivayetlerde kelimesindeki "hum" zamirinin
yerine şeklinde Resûl-i Ekrem (s.a.)'e dönen müfred "hü" zamiri
bulunmaktadır. Nitekim musannifin rivayet ettiği 1238 numaralı hadis-i şerifte
de sözü geçen zamir "müfred" olarak geçmektedir. Bu bakımdan hadis
sarihleri İbn Cerîr'in rivayetini tercih ederek bu hadise buna göre mânâ
vermişlerdir.Biz tercümede hadisin zahirî mânâsını esas aldık. Fakat İbn
Cerîr'in rivayeti göz önünde bulundurulacak olursa, hadise şu şekilde mânâ
vemek gerekir: Korku anında Resûlullah (s.a.) ashabına namaz kıldırmış da
onları arkasına iki saf yapmış hemen arkasında bulunanlara bir rekat
kıldırmış, sonra ayağa kalkmış ve arkasındakiler bir rekat namaz kılıncaya
kadar ayakta durmuş, sonra gerideki safta bulunanlar ilerlemiş, ön saftakiler
de gerilemişler. Bu suretle (ilerleyenlere) bir rekat namaz kıldırmış, sonra
Resûlullah (s.a.) gerileyenler bir rekat namaz daha kılıncaya kadar oturmuş,
sonra onlarla beraber selâm vermiştir.
Bu hadiste geçen
kelimesindeki zamir burada cemi olarak geçtiği halde, bazı kaynaklarda
şeklindeki müfred olarak geçmesi, her ne kadar yukarıda açıklandığı şekilde
farklı manaların ortaya çıkmasına sebeb oluyorsa da aslında bu iki zamirin aynı
mânâyı ifâde etmeleri de mümkündür. Şöyle ki:
1. Zamirin
cemi olduğu kabul edilirse o zaman ileride düşmanı gözetleyen saffa ait olur
ki, " = onların ardında" sözüyle yine Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
arkasında bulunan birinci saf kast edilmiş olur. Her ne kadar safın birisi
imâmın önünde bulunuyor ise de imama tâbi olduğu için hükmen imamın arkasında
sayılır. Bu bakımdan safın birinin, imamın önünde bulunması metinde geçen
"onları arkasında iki saf halinde durdurdu" sözüne aykırı değildir.
2. Bu
zamirin müfred olduğu kabul edilirse o zaman bu zamir Resûl-i Ekrem (s.a.)'e
ait olur ki “ = onun ardında" sözüyle yine Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
arkasında bulunan birinci saf kast edilmiş demektir. Bu şekildeki bir te'vil
neticesinde bu hadis ile İbn Cerîr'in rivayeti arasında bir çelişki kalmadığı
gibi bu babın başlığı ile hadis arasında da bir uygunluk sağlanmış olur. Her
ne kadar metinde Resûl-i Ekrem'in selâmı yalnız başına verdiği ifâde ediliyorsa
da 1238 no'lu hadis selâmı cemaatle
beraber verdiğini açıkça ifâde etmektedir. Nitekim mezheb imamlarından imam-ı
Şafiî de bu görüştedir. Ancak İmâm Mâlik'e göre imam selâm vermek için
arka-sıdaki cemaatin kendisine yetişmesini beklemez. Nitekim ashab-ı kiramdan
Hz. Ali, İbn Abbâs, Ebû Hureyre ve îbn Ömer de bu görüştedirler. Ancak bu
şekilde kılınan korku namazında imamdan evvel namazdan çıkıldığı için imama
uymak gerçekleşmediğinden Hanefî uleması (1244) no'lu hadisi buna tercih
etmişlerdir.[201]
1238.
...Salih b. Havvât'ın Zâtü'r-Rikaa' harbi vuku bulduğu gün Resûlullah (s.a.)
ile birlikte korku namazı kılan bir zattan rivayet ettiğine göre;
Bir taife Peygamber
(s.a.) ile birlikte (arkasında), bir başka taife de düşmana karşı saf
tutmuştu. (Hz. Peygamber) Yanındakilere bir rekat namaz kıldırmış, sonra ayakta
dururken (cemaat) kendi kendilerine (namazı) tamamlamışlar. Sonra namazdan
çıkarak düşmanın karşısına saf bağlamışlar. (Bu sefer) öteki taife gelmiş,
Resûlullah (s.a.) onlara da namazından kalan rekatı kıldırmış, sonra oturarak
beklemiş, cemaat kendi kendilerine namazı tamamlamışlar, sonra Resûlullah
(s.a.) onlarla selâm vermiş.[202]
Mâlik dedi ki: (Bu
mevzuda) duyduklarımın bana en hoş geleni Yezid b. Rûman'ın hadisidir.[203]
Zatü'r-rika' Necd
bölgesinde Gatafan topraklarında cereyan etmiş meşhur bir gazvenin
ismidir.Buhârî'nin talikine göre hicretin yedinci senesinde cereyan etmiştir.
Esasen bu kelime sözlükte "yamalı" anlamına gelir. Müslüman
askerlerin ayakları delindiği ve bu yüzden de ayaklarına bez bağladıkları için
bu isim verilmiştir. Bu savaşın cereyan ettiği yerde siyah, beyaz ve kırmızı
renkleri olan bir dağ bulunduğu için bu ismin verildiği de söylenir. Sebebi
ise, Gatafan kabilesinin civar kabilelerle birleşerek büyük bir kuvvetle
müslümanlar üzerine hücuma geçmek üzere toplandıkları yolundaki bir haberin
Medine'ye ulaşmış olmasıdır. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.) Hz. Osman b.
Affân'ı Medine'de vekil olarak bırakarak 400 veya 700 kişiyle yola çıktı.
Zatü'r-rika' denilen yere kadar geldiği halde düşmanın izine rastlayamadı.
Çünkü düşmanlar Müslümanlardan korktukları için dağların başına kaçarak gözden
kaybolmuşlardı. Ortalıkta sadece kaçmayı başaramayan bir kaç kadın kalmıştı.
Bu yüzden burada bir savaş olmadı. Fakat düşmanın yeniden toparlanarak
saldırıya geçme tehlikesi bulunduğu için burada kılınan namaz metinde tarif
edildiği şekilde korku namazı olarak kılındı. Resûl-i Ekrem (s.a.) cemaati iki
safa ayırıp birinci saf düşmanı gözetlerken ikinci saf arkasına durup birinci
rekatı cemaatle kılmıştır. Hep birlikte ikinci rekatın kıyamına kalkınca
Resûl-i Ekrem kıyamda beklemiş, bunlar da namazın geri kalan kısmını yalnız
başlarına kılmışlar ve düşman karşısında bulunan saftakilerin yerlerini alarak
kıyamda beklemekte olan Resûl-i Ekrem'in arkasında saf olmalarını ve ikinci
rekatı Resûl-i Ekrem'le birlikte kılmalarını sağlamışlardır. İkinci rekatı
Resûl-i Ekrem (s.a.)'le beraber kılan bu safta Resûl-i Ekrem'le birlikte
kılamadıkları rekatı yalnız başlarına tamamlarlarken Resûl-i Ekrem de
kendilerini kuudda beklemiştir. Nihayet kılamadıkları rekatı yalnız başlarına
kılarak Resul-i Ekrem'in arkasına oturmuşlar ve Resûl-i Ekrem'le birlikte
selâm vererek namazdan çıkmışlardır.
Bu suretle daha önce
namazlarını kılan safın Resûl-i Ekrem'le birlikte iftitâh tekbiri alma
faziletine ermelerine mukabil bunlar da Resûl-i Ekrem'le birlikte selâm
vermenin faziletine ermişlerdir.
Metindeki, "Mâlik
dedi ki; bu mevzuda duyduklarımın bana en hoş geleni Yezid b. Rûmân
hadisidir" cümlesi, İmam Mâlik'in Muvatta'ında "Bu mevzuda
işittiklerimden en hoşuma gideni el-Kasım b. Muhammed'in Salih b. Havvât'tan
naklettiği hadistir" şeklinde geçmektedir.[204]
Fakat bu iki cümle arasında bir fark yoktur. Çünkü bu iki cümle ile de îmâm-ı
Mâlik mevzuumuzu teşkil eden Salih b. Havvât hadisini kast etmiştir.
Dârekutnî'de bu hadisi naklettikten sonra şunları söylemektedir: "İbn Vehb
diyor ki: Her ne kadar İmam Mâlik bana "benim salât-ı havf I konusunda en
hoşuma giden bu hadistir" dediyse de, sonradan bu fikrinden döndü ve
"bana göre bu taifenin kılamadığı rekatı Resûl-i Ekrem'in selâm verdikten
sonra kaza etmiş olması daha uygundur" dedi." Dârekutnî'nin bu
sözleri salât-ı havf konusunda İmam-ı Mâlik'in görüşünü ortaya koymaktadır.
Yani Resûl-i Ekrem (s.a.)le birlikte iki saf ayrı ayrı birer rekat namaz
kılmışlar, ikinci rekatı Resûl-i Ekremle kılan cemaat kılamadıkları rekati kaza
etmek için kalktıkları zaman Resûl-i Ekrem selâm vermek için onları
beklememiştir. Nitekim İmam-ı Şafiî, İmam Ahmed ve Dâvûdü'z-Zâhirî de bu
mevzuda İmam Mâlik'in görüşünü benimsemişlerdir. Ancak Şafiî'ye göre ikinci
grub namazı bitirmedikçe imam selâm vermez, selâmı cemaatle beraber verir. Bu
konuda Zürkânî şunları söylemektedir:
"Mâliki ulemâsına
göre Resûl-i Ekrem selâm vermek için ikinci rekatı kendisiyle birlikte kılan
safın namazı bitirip selâma yetişmelerini beklemez. Bu mevzuda düşmanın kıble
tarafında olup olmaması arasında fark yoktur."
Korku namazının Hanefî
ulemâsına göre kılınışını ise Merhum Ö. Nasuhi Bilmen Efendi şöyle anlatıyor:
"Cemaatten bir zümre düşman karşısında durur bir zümre de gelip imama
uyar, iki rekatlı bir namazın ilk rekatını, üç veya dört rekatlı bir namazın da
ilk iki rekatını imam ile beraber kılar, ikinci secdeden veya birinci ka'dede
teşehhüdden sonra düşman cephesine gider, diğer zümre gelerek imama uyar, onun
ile beraber geri kalan rekatları kılar, tekrar düşman karşısına gider. İmam
kendi başına selam verir, namazdan çıkar. Birinci zümre döner gelir, namazını
kıraatsiz olarak tamamlar, selam verir, düşman karşısına gider. Çünkü bu zümre
lâhık bulunmuştur. Sonra ikinci zümre gelir, namazlarını kıraatle ikmal edip
düşman cephesine tekrar gider. Zira bunlar da mesbûk bulunmuştur.Maamafih bu
zümreler bulundukları yerde de namazlarını ikmal edebilirler.”[205]
Hanefî ulemâsının bu
mevzudaki delili ileride tercümesini sunacağımız 1244 numaralı hadistir, imam
Nevevî'nin tahkikine göre bu hadis-i şerifi rivayet eden zat Havvât b.
Cubeyr'dir.[206]
1239. ...Sehl
b. Ebi Hasme el-Ensârî (r.a.)den şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Korku namazı (şöyle
kılınır): îmam cemaatinden bir zümre ile kalkar namaza durur. Diğer bir zümre
de düşman karşısında durur. İmam, arkasındaki cemaatle beraber rükû’ ve secdeyi
yaptıktan sonra ayağa kalkar, iyice doğrulup ayakta kalır. Cemaat de kalan
rekatı kendi başlarına tamamlarlar. Sonra imam ayakta dikilirken selâmı verip
giderler, düşmanın karşısında yerlerini alırlar. Sonra namazlarını kılmamış
olan zümre gelip imamın arkasında (iftitah) tekbiri alıp (namaza durur), imam
onlarla beraber rükû'a ve secdeye vardıktan sonra selâm verir, (namazdan çıkar.
Arkasındaki cemaat ise) kalkıp geriyekalan rükû' (ve secdeyi de) yaptıktan
sonra selâm verirler.[207]
Ebû Dâvûd dedi ki:
Yahya b. Said'in el-Kasım'dan (naklettiği) rivayeti Yezid b. Rûmân'ın rivayeti
gibidir. Ancak Yahya b. Saıdselâm konusunda Yezid b. Rûmân'a muhalefet
etmiştir. Ubeydullah'ınm rivayeti de Yahya b. Said'in rivayetine benzer.
(Ubeydullah da rivayetinde aynen Yahya gibi) "ayakta sabit kalır"
dedi.[208]
Müellif Ebû Davud'un
da ifâde ettiği gibi Yahya b. Saîd'in el-Kâsım'dan rivayet ettiği 1239 numaralı
hadis, Yezid b. Rûmân'ın rivayet ettiği 1238 numaralı hadis-i şerife
benzemektedir. Ancak Yezid b. Rûman hadisinden farklı olarak, Yahya b. Said
hadisinde, "İmam, kendisine ikinci rekat (e uyan safın namazlarının geri
kalan kısmını bitirmelerini beklemeden selam verip namazdan çıkar” denildiği
halde Yezid b. Rûmân'ın rivayet ettiği hadiste imamın bu şekilde selâm vererek
namazdan çıktığına dair ifâde yoktur.İbn Cerîr'in Tefsîr'inde rivayet ettiği
Ubeydullah hadisi de Yahya b. Said hadisine benzer.[209] Bu
hadisin sonunda İbn Cerir Ubeydullah'ın şu sözlerini naklediyor: "Salat-ı
havf konusunda işittiğim hadislerin bence en güzeli bu hadistir" Ancak
Ubeydullah'ın bu hadisini 1237 numaralı Ubeydullah b. Muâz hadisiyle
karıştırmamak lâzımdır. İbn Bükeyr'in beyânına göre İmam Mâlik önceleri Yezid
b. Rûmân'ın hadisiyle amel ederken daha sonra Yahya b. Said'in hadisine dönmüş
ve onu benimsemiştir. İbnu'l-Kasım ise, bu mevzuda şunları söylüyor:
"Yahya b. Said hadisi benim bu mevzuda gönlüme en hoş gelen hadistir. Aynı
zamanda Eşheb'in dışında bütün Mâliki ulemâsı da bu hadisle amel
etmişlerdir."
Bu mevzudaki diğer
mezhep imamlarının görüşü bir önceki hadisin açıklamasında geçtiğinden burada
tekrara lüzum görmüyoruz. Ancak tarif edilen bu korku namazını da birinci grub
olarak kılanlar namazı daha evvel bitirdiğinden imama uymak tam manâsıyla
gerçekleşmez. Bu bakımdan Hanefî ulemâsı
1244 numaralı hadisi bu hadise
tercih etmişlerdir.[210]
1240. ...Mervân
b. el-Hakem'den rivayet edildiğine göre kendisi Ebü Hureyre (r.a.)'ye,
"Resûlullah (s.a.) ile beraber korku namazı kıldın mı?" diye sormuş.
O da "Evet" diye cevab vermiş. Mervân: "Ne zaman?" deyince;
Ebû Hureyre de şu cevabı vermiş:
Necid gazvesi yılında
(kıldım). Resûlullah (s.a.) ikindi namazı için kalktı, (askerlerden) bir grup
sırtları kıbleye karşı düşman karşısında dururlarken bir grub da kendisiyle
beraber namaza durdu. Resûlullah (s.a.) tekbir alınca düşman karşısında
olanlarla kendi yanında bulunanlar hep birlikte tekbir aldılar. Hz. Peygamber
secde yaptı, onlar da yaptılar. Diğerleri ise düşman karşısında ayakta
duruyorlardı, sonra Resûlullah (secdeden) kalkınca beraberindekiler de kalkıp
gittiler ve düşmanın karşısında durdular. (Daha önce) düşman karşısında olan
grub da Resûlullah'ın arkasına gelip durdular. Hz. Peygamber (s.a.) bir kere
daha rükû'a ve secdeye vardı, onlar da O'nunla beraber rükû'a ve secdeye
vardılar, Resûlullah ve beraberindekiler otururken düşman karşısında duranlar
tekrar gelip rükû ve secdeye vardılar. Daha sonra da hep beraber selâm
verdiler. Böylece (cemaatle kılınan namazın miktarı) Resûlullah (s.a.) için
iki rekat her iki taifede bulunan kimseler içinse birer rekat oldu.[211]
Hz. Ebû Hureyre
(r.a.)ın şâhid olduğu bu gazve Buhârî'nin tahkikine göre Hayber'in Fethinden
sonra hicretin yedinci senesinde Necd bölgesinde vukua gelen Zâtu'r-rikâ'
gazvesidir. Her ne kadar Hicretin beşinci yılında vuku'a geldiğini söyleyenler
varsa da Ebû Hu-reyre'nin Hayber savaşında müslüman olduğu düşünülürse
Buhârî'nin haklı olduğu anlaşılır. Çünkü Zâtu'r-rikâ' gazvesi Hayber savaşından
sonra olmuştur. Nitekim Cabir'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte;
"Peygamber (s.a.) korku namazını ashabına yedinci gazve olan Zatü'r-rikâ'
gazvesinde kıldırdı" buyuruluyor.
Hafız İbn Hacer Câbir
hadisinin şerhinde şunları söylüyor:
"Yedi gazve
sırasıyla şunlardır: Bedir, Uhud, Hendek, Kurayza, Mü-reysi', Hayber,
Zâtü'r-rikâ. Buharı bu sözüyle Zatü'r-rikâ'gazvesinin Hayber'in fethinden
sonra vuku bulduğunu söylemek istiyor."
Bu babtaki hadislerde
tarif edilen korku namazının kılınış şekli düşmanın kıble cihetinde değil de
başka bir cihette bulunması haliyle ilgilidir.
Her ne kadar metinde
ikinci rekatı Resûl-i Ekrem'le beraber kılan grubun, namazlarını bitirince
düşman karşısında bekleyen grubu bekleyip beklemedikleri açıklanmıyorsa da
gerçekte onların gelmesini oturarak beklemişler ve onlar da geldikten sonra
Resûl-i Ekrem'le birlikte hep beraber selâm vermişlerdir.
Bu durumda ikinci
rekatın sonunda her iki grubun da Resûl-i Ekrem'in
arkasında teşehhüdde
birleştikleri ve düşman karşısında hiç kimsenin kalmadığı anlaşılıyor. Bu da
saldın tehlikesinin az olduğu zamanlarda korku namazını bu şekilde kılmanın
caiz olduğunu gösterir. Ancak tarif edildiği şekilde ikinci grubun, Resûl-i
Ekrem'in arkasına gelerek yetişemedikleri rekatı yalnız başına kılmaları sonra
imama uymaları Hanefîlere göre İslâmın ilk devrelerine aittir. Bu uygulama
sonradan neshedilmiştir.[212] İbn
Ebî Leylâ ve bir rivayete göre Süfyân bu hadisle amel etmişlerdir."[213]
1241. ...Ebû
Hureyre (r.a.)'tten; demiştir ki:
Resulullah (s.a.) ile birlikte
Necid'e doğru (sefere) çıktık. Nahl'de bulunan Zâtur'rikâ' denilen yere gelince
Gatafân (oğulların)dan bir toplulukla karşılaştık. Daha sonra (Muhammed b.
İshak sözlerine devamla daha önce geçen hadisin) mânâsını nakletti. Ancak
(Muhammed b. İshak'ın rivayet ettiği hadisin) sözleri Hayve (hadisi)nin
sözlerinden başkadır. Ve bu hadiste (Muhammed b. İshak): "(Resûlullah),
beraberlerinde bulunan kimselerle rükû'a ve secdeye varınca (beraberindeki
kimseler) kalktılar ve geri geri giderek arkadaşlarının bulunduğu yere
vardılar" dedi. Fakat sırtlarının kıbleye karşı olduğunu zikretmedi.[214]
Bir önceki Hayve b.
Şureyh hadisini mânâ olarak Muhammed b. İshâk da nakletmiştir. Her ne kadar bu
iki hadis
aynı mânâyı ifâde
ediyorlarsa da, metinleri arasında bazı farklar vardır. Muhammed b. İshak'ın
rivayet ettiği hadisi Tahâvî ile Beyhakî de rivayet etmişler. Bu iki hadisin
lafızları ve senedleri arasındaki farklar şu şekilde özetlenebilir:
1. Bir
önceki Hayve hadisini Urve b. ez-Zübeyr Ebû Hureyre'den Mervân b. el-Hakem
vasıtasıyla naklettiği halde Muhammed b. İshâk hadisinin senedinde Urve ile Ebû
Hureyre (r.a.) arasında Mervân bulunmamaktadır.
Yani Urve hadisi
bizzat Ebû Hureyre (r.a.)'den işitmiştir ve hadisin senedinde kopukluk yoktur.
2. Metinler
arasındaki farka gelince, bir önceki Hayve hadisinde namaza başlamadan önce
düşman karşısında bulunan zümrenin sırtlan kıbleye karşı olduğu halde iftitâh
tekbirini Resul-i Ekrem'le beraber aldığı ifâde edildiği halde, Muhammed b.
İshâk hadisinde bu durumdan bahsedilmiyor.
3. Bu
hadis-i şerifte birinci rekatı Resûl-i Ekrem'le birlikte kılan zümre daha sonra
geri geri çekilerek düşman karşısında bulunan arkadaşlarının yerine varıp
onların da Resûl-i Ekrem'le birlikte ikinci rekatı kılmalarını sağladıkları
anlaşıldığı halde bir önceki hadiste bu zümrenin düşman karşısına nasıl
-gittiklerinden söz edilmiyor.
4. Bir
önceki hadiste namaza başlamadan önce düşman karşısında bulunan zümrenin sırtı
kıbleye karşı olduğu ifâde edildiği halde Muhammed b. İshak hadisinde bundan
bahsedilmemektedir.
Muhammed b. îshak
tedlîs yapan bir kimsedir. Açık bir şekilde "haddesenî" demedikçe
rivayetinde tedlîs bulunmadığından emin olunamaz. Tahavî ve Beyhakî'nin de
rivayet ettiği bu hadisin senedinde Muhammed b, İshak vardır ve Muhammed b.
İshak "haddesenî" tabirini kullanarak hadisin metninde tedlîs
bulunmadığını kesin bir şekilde açıklamıştır.[215]
1242. ...Ebû
Dâvûd yeni bir senedle (bir Önceki) hâdiseyi Hz. Âişe'den Urve b. ez-Zübeyr'in
de naklettiğini ve Aişe'nin şöyle dediğini haber vermiştir:
Resûlullah (s.a.)
tekbir aldı, beraberinde bulunan grub da tekbir aldı, sonra (Resûl-i Ekrem)
rukû'a varınca onlar da vardılar, secde edince onlar da secde ettiler.
(Secdeden) kalkınca onlar da kalktılar. Resûlullah (s.a.) oturarak beklerken
kendi kendilerine ikinci secdeyi yaptılar, sonra ökçeleri üzerinde geri
çekilerek arkalarında bulunan zümrenin gerisine kadar varıp durdular. Bunun
üzerine diğer zümre gelerek namaza durup tekbir aldı, sonra kendi kendilerine
rükû'a vardılar. Daha sonra Resûlullah (s.a.) (ikinci) secdeye varınca
beraberinde onlar da vardılar. Sonra Resûlullah (s.a.) (ikinci rekat için)
ayağa kalkınca bunlar da kendi başlarına (öteki) secde(yi) ettiler. Sonra her
iki zümre de Resûlullah (s.a.)'le beraber kıyamda birleşip namaza devam
ettiler. Resûlullah (s.a.)'le birlikte beraberce rükû'a ve secdeye vardılar.
Sonra Resûlullah dönüp ikinci secdeye varınca acelede kusur etmemeye çalışarak
en sür'atli bir şekilde onunla birlikte secdeye vardılar. Sonra Resûlullah
(s.a,) selâm verince onlar da selâm verdiler. Bunun üzerine Resûlullah, cemaat
namazın tümüne iştirak etmiş olarak (namazdan) kalktı.[216]
Korku namazında ikinci
zümre birinci iftitah tekbirini Resûl-i Ekrem (s.a.)'in arkasında ancak ikinci
rekatın kıya-
mında alabildiği
halde, metinde "cemaat namazın tümüne iştirak etti" denilmesi izahı
gereken bir durumdur. Bu söz şu şekilde açıklanabilir: "İkinci zümre her
ne kadar namaza ikinci rekatte yetişmişlerse de imam selâm vermeden Önce
namazın tümünü bitirip imamla selâm vermeye muvaffak olduklarından ve
üzerlerinde selâmdan sonra kılacakları
bir rükün kalmadığından namazın
tümünü imamla beraber kılmış sayılırlar. Ayrıca metinde geçen "cemaat
namazın tümüne iştirak etti" cümlesindeki "namazın tümü"
kelimesiyle cüz-kül alâkasıyla mecazen namazın ikinci rekatı kastedilmiş de
olabilir.[217]
1243. ...İbn
Ömer'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.) iki zümreden birine bir
rekât kıldırdı. (Rn arada) diğer zümre düşman karşısında bulunuyordu. Sonra
(berikiler) namazdan ayrılıp öbürlerinin yerlerine durunca (bu sefer) onlar
geldi. Resûlullah (s.a.) onlara da bir rekat namaz kıldırdı. Selâm verdi. Sonra
hem kberikiîer hem de ötekiler birer rekat kaza ettiler.[218]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi aynı şekilde Nesâî ile Hâlid b. Mâdan daîbn Ömer vasıtasıyla Peygamber
(s.a.)'den rivayet ettiler. Meşrûk ile Yûsuf b. Mihrân'ın İbn Abbâs'tan
naklettikleri söz de böyledir. Yûnus'un Hasan (el-Basrî)'den naklettiği
rivayete göre Ebû Musa da (korku namazını) bu şekilde kılarmış.[219]
Düşman kıble
cihetinde bulunduğu zaman
İmam Ebû Hânife ile ashabına göre
korku namazı böyle kılınır. Bir numara sonra tercümesini sunacağımız İbn Mes'ûd
hadisi ile Bezhâr'm Ali (kerremallahü vecheh)den tahric ettiği rivayette tarif
edilen bu şekle uygun düşmektedir. Bu kılınış şeklinde ictihâd konusu olan bir
nokta kalıyor. Şöyle ki: İlk saf ilk rekatı ikinci secdeye kadar imam ile
beraber tam kıldığı halde düşmana karşı bekçi durumunda olan diğer saf ise»
imama rükû'dan itibaren uyabiliyor. Çünkü saflar yer değiştirinceye kadar imam
kıraatini bitirip rükû'a varmış oluyor. İmam selâm verdikten sonra da evvelki
saf namazını kıraatsiz sonraki ise, kıraatle tamamlar. Çünkü evvelki saf
Lâhik, sonraki saf ise mesbûk durumdadır. Bir numara sonraki hadisten de
anlaşıldığına göre imamın selâmından hemen sonra arkasındaki saf kalkıp namazını
tamamlamış ve düşman karşısında bekleyen grubun yerini alarak onların da
namazlarını imamla kılmalarını sağlamışlardır. Düşmanı gözetlemeye daha çok
imkân verdiği için Hanefî ulemâsı safların ikinci rekatı böyle nöbetleşe
kılmalarını mendûb görmüşlerdir. Nitekim, Evzâî ile Mâliki imamlarından Eşheb
de korku namazının bu şeklini tercih etmişlerdir. Ayrıca İmam Şafiî bu şekli
caiz gördüğü gibi Süfyan es-Sevrî'nin de caiz gördüğüne dâir rivayet
bulunduğunu Hassâf zikretmektedir.
Nitekim İbn Abdilber
de senedinin sağlam, metninin de "cemaatin imamdan önce selâm
veremeyeceği" esasına uygun oiduğu gerekçesiyle korku namazıyla ilgili bu
İbn Ömer hadisini bu konudaki diğer rivayetlere tercih etmiştir.[220]
1244.
...Abdullah b. Mes'ud'dan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) bize
korku namazı kıldırdı. (Cemaat) biri Resûlullah'ın arkasında diğeri de düşman
karşısında olmak üzere iki saf halinde (ayağa) kalktılar. Resûlullah (s.a.)
(arkasındaki) gruba bir rekat namaz kıldırdı. Sonra öbür gruba bir rekat namaz
kıldırdı. Sonra öbür grub gelip bunların yerine durdu. Bunlar da (gidip)
düşmana doğru yönelerek (onların yerlerine) durdular. (Resûlullah -s.a.-)
berikilere de bir rekat kıldırdıktan sonra selâm verdi. Bunun üzerine
(arkasındakiler de) kalktılar kendi başlarına bir rekat (daha) kıldılar ve
selâm verdiler. Daha sonra gidip düşman karşısındaki öbür grubun yerini
aldılar. Onlar da bunların yerine dönüp geldiler ve kendi kendilerine bir rekat
kılıp sonra selam verdiler.[221]
Ebû Yûsuf ‘tan başka
bütün Hanefî ulemâsınca kabul edilen korku namazı budur. Bu hadis-i şerifte
tarif edilen namaz şekli düşmanın kıble cihetinde olmadığı zamanda kılınan
korku namazıyla ilgilidir. Her ne kadar "Ebû Ubeyde babasından hadis
dinlememiştir. Husayf da zayıftır" diye bu hadise itiraz edenler olmuşsa
da bu itiraz doğru değildir. Çünkü Ebû Ubeyde aslında sağlam bir râvidir. İmam
Buhârî pek çok yerlerde onun rivayetlerini delil getirmiştir. Aynı şekilde
Müslim de ondan hadis nakletmiş ve Ebû Davud onun mümtaz bir kişiliğe sahib
olduğunu söylemiştir. Husayf hakkında da Ebû Zür'a el-İclî, İbn Ma'în, İbn
Sa'd ve Nesâî gibi hadis otoriteleri sitâyişkâr ifâdeler kullanmışlardır.
Her ne kadar İmam Ebû
Yûsuf, içerisinde gelip - gitme gibi namaza aykırı davranışlar bulunduğu için
bu şekilde kılınan korku namazının caiz olmadığım söylemişse de diğer Hanefî
uleması Nisa Sûresinin "Bundan sonra henüz namazını kılmamış olan diğer
kısmı gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar" mealindeki 102.
âyetinde tarif edilen şekle uygun düştüğü için korku namazının bu hadiste ifade
edilen şeklini diğerlerine tercih etmiş ve bu konuda İmam Ebû Yûsuf ile İbn
Ebî Leylâ'nın tercih ettikleri (1236) numaralı Ebû Ayyaş ez-Zürakî hadisini
ancak düşmanın kıble tarafında bulunması halinde geçerli görmüşlerdir.[222]
1245.
...(Bir önceki hadisin)mânâsını aynı senedle İshâk b.Yûsuf (ve) Şerîk
vasıtasıyla Husayf' tan Temîm b. Muntasır da rivayet etti. (Husayf) dedi ki:
"Peygamber (s.a.) tekbir getirince her iki saf da birlikte tekbir
getirdi."
Ebû Dâvud dedi ki: Bir
önceki hadisi (Şerîk'in rivayet ettiği) mânâ ile Husayf tan es-Sevrîde rivayet
etmiştir. Abdurrahman b. Semure de (korku namazını) böyle kılmıştır. Ancak
(Semure'nin kıldırdığı korku namazında imama ikinci rekata yetişen ve) imamla
bir rekat namaz kılan grub, (imam) selâm verince (daha önce birinci rekatı
imamla beraber kılıp düşman karşısında beklemekte olan) arkadaşlarının
yerlerine gitmişler, (bu sefer) onlar gelip kendi başlarına bir rekat kılarak
(selâm vermişler) ve öbürlerinin yanına giderek (imamın arkasına gelmelerini)
ve kendi başlarına bir rekat (daha) kılmalarını sağlamışlardır.
Ebû Dâvûd dedi ki: Şu
(bir önceki) hadisi bize Müslim b. İbrahim de Abdussamed b. Habîb'den
nakletti. Abdussamed; babam, Abdurrahman b. Semure ile birlikte Kâbul'e savaşa
gittiklerini söyledi ve "Abdurrahman bize korku namazı kıldırdı"
dedi.[223]
Şerîk'in Husayf tan
rivayet ettiği bu hadiste tarif edilen korku namazı bir önceki hadis-i şerifte
tarif edilen korku namazından biraz farklıdır. Çünkü bir önceki hadis-i şerifte
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in korku namazım kıldırırken iki safa ayırdığı cemaatin
biri düşmanı gözetlerken diğerini arkasına durdurtup birinci rekatı
arkasındakilerle kıldığı ve düşman karşısında bulunan grubun iftitah tekbirine
iştirak etmediği ifâde edildiği halde, bu hadis-i şerifte iftitah tekbirine
düşman karşısında bulunan grubun da iştiak ettiği ifâde edilmektedir. Musannif
Ebû Dâvûd (r.a.)
bu hadis-i şerifi
rivayet etmekle düşman karşısında bulunan grubun da birinci rekatın iftitah
tekbirine iştirak etmesi gerektiği,önceki hadiste de zikredilmesi gerekirken
her nasılsa bu durumun ifâde edilmemiş olduğuna dik kati çekmek ve her iki
hadiste Husayf'dan rivayet edildiğine göre, bir önceki hadisin konumuzu teşkil
eden hadise nisbetle biraz noksan olduğunu ifâde etmek istiyor.
Ancak hadis
sarihlerinin beyânına göre aynı hadisi İbn Cerîr de Tefsîr'-inde Şerîk, Husayf,
Ebû Ubeyde ve Ebu Ubeyde'nin babası vasıtasıyla Peygamber (s.a.)'den nakletmiş
ve düşman karşısında bulunan grubun iftitah tekbirine iştirak ettiğinden
bahsetmemiştir.[224] Her
ne kadar bu hadis-i şerifi Beyhaki de rivayet etmişse de senedi muallaktır,
muttasıl değildir.
Musannif Ebû Davud'un,
hadisin sonuna ilâve ettiği talikteki "bu hadisi mânâ olarak Husayf tan
Sevrî de rivayet etti" mealindeki sözü izaha muhtaçtır. Çünkü Süfyan
es-Sevrî'nin bu rivayetini Ebû Cafer et-Tahâvî de muttasıl bir senetle
nakletmiştir. Gerçekten bu rivayetten hem Şerîk'in rivayet ettiği hadis gibi
her iki saffın da iftitah tekbirine iştirak ettiği, hem de bir önceki hadiste
ifâde edildiği gibi düşman karşısında bekleyen saffın iftitah tekbirine
iştirak etmediği mânâsını çıkarmak mümkündür. Çünkü Süfyân es-Sevrî'nin bu
rivayetinde “ = Onlann hepsi namazda idi ve Resülullah hepsine birden bir rekat
namaz kıldırdı" cümlesi bulunmaktadır. Bu cümledeki "hepsi"
sözüyle her iki safın da kast edildiği kabul edilirse, o zaman bu rivayet
Şerîk'in sözünü te'yid eder. Fakat "hepsi" sözüyle "birinci
saftakilerin hepsi" kast edilmiş ise, o takdirde Süfyan es-Sevrî'nin bu
rivayeti bir önceki hadis-i şerifte tarif edilen korku namazı şeklini te'yid
eder. Süfyan es-Sevrî'nin bu rivayetini Şerîk'in birinci mânâda anlayıp da
anladığı gibi rivayet etmiş olması da mümkündür. Esasen Şerîk'irı bu şekilde
rivayetlerde bulunarak pek çok yanlışlıklara düştüğü de bilinen bir gerçekter.
Şurasını da söylemekte fayda var ki bu hadisi Şerîk'ten başka şu kimseler de
rivayet etmişlerdir: 1. İbn Fudayl, 2. Abdulvâhid Ziyad, 3. Abdulmelik b. el-Huseyn, 4. Süfyan es-Sevri. İftitah tekbirine
her iki saffın da beraberce iştirak ettiğini Şerîk'ten başka rivayet eden
olmamıştır. Yine Ebû Davud'un talikinden korku namazını Resûl-i Ekrem
(s.a.)'den sonraki devirlerde Abdurrahman b. Semure'nin de Abdullah b. Mes'ud
hadisinde tarif edilen şekilde kıldığı anlaşılmaktadır. Abdurrahman b.
Semure'nin bu uygulaması, Hanefi ulemâsının büyük çoğunluğunun delil kabul
ettiği bir önceki Abdullah b. Mesud hadisini te'yid ettiği gibi; "Resûl-i
Ekrem (s.a.)'den sonra korku namazı yoktur" diyen Hanefî imamlarından Ebû
Yûsuf ile Şafiî ulemâsından Müzenî aleyhine bir delildir. Ancak Abdurrahman'ın
bu uygulamasında 1244 no'lu İbn Mesud hadisinden farklı olarak imama ikinci
rekatte yetişen grubun imamla birlikte bir rekat kılınca namazlarını
tamamlamadan tekrar düşman karşısına gittiklerini, bunun üzerine düşman
karşısında bulunan grubun gelip namazlarım tamamladıklarını ve selâm verip
tekrar düşmanın karşısına giderek orada bekleyenlerin de gelip namazlarını
tamamlamalarına imkân verdiklerini görüyoruz. Halbuki İbn Mesud hadisinde
Resûl-i Ekrem'e ikinci rekâtta yetişen taifenin namazlarını bitirmeden
düşmanın karşısına dönmedikleri ifâde ediliyor. Hanefî ulemâsı, içinde
gelip-gitmek gibi namazın ruhuna aykırı hareketler daha az olduğu için İbn
Mesud hadisindeki uygulamayı Abdurrahman'm uygulamasına tercih etmişlerdir.[225]
1246.
...Sa'lebe b. Zehdem'den; demiştir kî:
Taberistan'da Said b. el-Âs
ile beraber bulunuyorduk. Kalktı "Resûlullah (s.a.) ile beraber hanginiz
korku namazı kıldı?" dedi. Huzeyfe de:
Ben, dedi ve her iki
taifeye de birer rekat kıldırdı. (Daha sonra cemaat bu namazı) kaza etmediler,
dedi.
Ebû Dâvûd dedi ki;
1. Bu hadisi
aynı şekilde Ubeydullah b. Abdullah ile Mucâhid de İbn Abbas vasıtasıyla
Peygamber (s.a.)'den rivayet etmişlerdir.
2. Abdullah
b. Şakîk de (bu hadisi) Ebû Hureyre vasıtasıyla Peygamber (s.a.)den rivayet
etti.
3. Yezid
el-Fakîr ile Ebû Musa[226] da;
hepsi de Câbir vasıtasıyla Peygamber (s.a.)'den rivayet ettiler.
4. Bazıları
"Şu'be'den (gelen bir rivayette) Yezid el-Fakîr hadisinde (her iki) taife
de (kılamadıkları) diğer rekatı kaza ettiler” (cümlesinin bulunduğunu)
söylüyorlar.
5. Bu hadisi
aynı şekilde Simâk el-Haneftde tbn Ömer vasıtasıyle Peygamber (s, a.)'den
rivayet etti.
6. Zeyd b.
Sabit de Peygamber (s.a.)den nakletti (ve) dedi ki: "Cemaatin (kıldığı
namaz) bir rekat Peygamber (s'.a.)'in (kıldığı namaz ise) iki rekat idi.[227]
Bu hadis-i şerifte
tarif edilen korku namazı düşmanın kıble tarafında bulunmadığı zaman kılınan
korku namazıdır. Ebû Huzeyfe (r.a.)'nin kıldırdığı bu korku namazı Sünen-i
Nesâî'de şöyle anlatılıyor: "Huzeyfe ayağa kalktı, cemaat iki saf oldu.
Biri arkasına durdu, diğeri de düşmanın karşısına geçti, önce arkasındakiler?
bir rekat kıldırdı, sonra onlar düşman karşısındakilere yer değiştirdiler. Bu
sefer cephedekiler Huzeyfe'nin arkasında saf oldular. Huzeyfe onlara da bir
rekat namaz kıldırdı. Daha sonra cemaat namazı kaza etmedi.”
Nitekim Buhâr’nin İbn
Abbâs'tan rivayet ettiği hadis-i şerif de tarif edilen bu şekli te'yid
etmektedir. Ancak düşmanın kıble cihetinde bulunmasıyla ilgili olan İbn Abbas
hadisine göre cemaatin hepsi birden Resûl-i Ekrem ile birlikte iftitah
tekbirine iştirak etmişler, birinci taife Resûl-i Ekrem'le birlikte birinci
rekatı kılarken ikinci taife onlara bekçilik etmiş, birinci taife de ikinci
rekatı Resûl-i;Ekrem(s.a.)'le kılarken birinci taifede onlara bekçilik
etmiştir.[228]
Yine İbn Abbâs (r.a.)
Müslim'in rivayet ettiği bîr hadis-i şerifte şunları söylüyor: "Allah,
namazı Peygamberiniz Muhammed (s.a.)in dilinden, hazarda dört, seferde iki,
korku zamanında da bir rekat olarak farz kıldı"[229]
Korku namazının bîr
rekat olduğunu ifade eden bu hadis-i şeriflerin zahiriyle Hasan el-Basrî,
Dahhâk ve İshâk b. Râhûye gibi seleften bazı kimseler amel etmişlerse de Ebû
Hanife, Şafiî, Mâlik ve Cumhûr-ı ulemâya göre korku namazı emniyet halinde
kılınan namaz gibi kılınır. Yani hazarda kılmıyorsa dört, seferde kılmıyorsa
iki rekat olarak kılınır. Fakat hiç bir zaman bir rekat olarak kılınması caiz
değildir. Bu imamlar konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisiyle sözü geçen İbn
Abbâs hadisini te'vil ederek; "Bu hadislerden maksat bir rekat imamla bir
rekat da yalnız olarak kılmaktır" derler. Nitekim sahih hadislerin
ifâdesine göre Peygamber (s.a.) ile ashabı korku zamanında namazlarını, bu
şekilde kılmışlardır. Şafiî ulemâsından İmam Nevevî delillerin arasını bulmak
için bu te'vilin mutlaka lâzım olduğunu söylüyor. Sözü geçen mezhep imamlarına
göre metinde geçen "cemaat sonra kılmadıkları rekatı kaza etmediler"
sözünden maksat, "emniyet hali avdet edince ikinci rekatı kaza
etmediler" demektir. İkinci rekatı kılmadılar" demek değildir.
İmam Nevevî bu konuda şunları söylüyor:
Bu hadis şöyle de
te'vil edilmiştir: Korku namazının bir rekatı imamla kılınır bir rekatı de
ferdî olarak kılınır. Nitekim Hz. Peygamber ve ashabın böyle uygulamaları
vardır. Bana kalırsa korku namazını bir rekat kılmak farz, iki rekat kılmaksa
evlâdır. Böyle olursa hadisler arasında bir tearuz olmaz. Musannif Ebû Davud'un
Ubeydullah'ın Miıcâhid vasıtasıyla İbn Abbâs'dan rivayet ettiği hadisi, talik
oîarak zikretmekten maksadı, mevzumuzu teşkil eden Huzeyfe hadisini takviye etmektir.
Bu taükî Tahâvî, Hâkim, Ibn Cerîr ve Nesâî de muttasıl bir senetle
zikretmişlerdir. Nesâî'deki metin şu mealdedir:
İbn Abbas anlatıyor:
Resülullah (s.a.) Zûkarad'de korku namazı kıldırdı. Arkasında cemaat iki saf
oldu. Saflardan biri ardına durdu. Ardındaki safa bir rekat kıldırdıktan sonra
onlar diğerlerinin yerlerine geçtiler. Düşmana karşı duranlar da gelip Hz.
Peygamber'in arkasında saf oldular. Peygamberimiz onlara da bir rekat kıldırdı.
Daha sonra onlar (bu namazı) kaza etmediler.[230]
Yine Musannif aynı
maksatla diğer talikleri zikretmiştir. Bu taliklerden Cabir hadisini Tahavî İle
Nesâî de muttasıl bir senetle nakletnıişlerdir. Nesâî'deki sözleri şöyledir:
"Resûlullah (s.a.)'Ie beraber idik, namaz için kamet getirildi. Hz.
Peygamber kalktı kendisiyle beraber bir grup da kalkıp arkasına durdu, diğer
grub da düşman karşısına geçti. Arkasındakilerle bir rükû ve iki secde ile bir
rekât kıldırdı. Sonra onlar düşman karşısına gidip oradakiler Hz. Peygamber'in
arkasına geldiler. Onlara da bir rükû ve iki secde ile bir rekat kıldırdı.
Sonra Hz. Peygamber selam verdi arkasındakiler ve düşman karşısındakiler de
selam verdiler."[231]
Yezid el-Fakir'den Ebû
Dâvûd tarafından rivayet edilen dördüncü talikte, cemaatin daha sonra bir
rekatı kaza ettikleri ifade ediliyorsa da, bu rivayet Nesâî'nin Sünen'inde şu
şekilde geçmektedir:
Resülullah (s.a.)
müslümanlara korku namazı kıldırdı. Namaza kalktığında saflardan biri önünde
diğeri arkasında idi. Arkasmdakilere bir rükû ve iki secde ile bir rekat
kıldırdı. Sonra onlar diğerlerinin yerine gidip önde-kiler arkaya gediler.
Hz.Peygamber bir rükû ve iki secde yaparak onlara da bir rekat kıldırdı. Sonra
da selam verdi. Böylece Hz. Peygamber iki rekat, ashab ise tek rekat kılmış
oldular.[232]
İbn Ebi Şeybe'nin
Yezid'den naklettiği rivayette de bu lâkilin sözleri netice itibariyle
Nesaî'ninki gibidir.
Beşinci ve altıncı
taliklerde de yine Resûl-i Ekrem (s.a.)'in korku namazını iki, ashabın ise,
bir rekat olarak kıldıkları ifade ediliyor. Ancak bütün bu rivayetlerde tarif
edilen korku namazı yukarıda açıklandığı şekilde te'vil edilmiş ve deliller
arasında bir çelişkinin olmadığı ortaya konmuştur.[233]
1247. ...İbn
Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki:
Allah Teâlâ Peygamberinizin
diliyle namazı size hazarda dört, seferde iki ve korku halinde de bir rekat
olarak farz kıldı.[234]
Bu hadis,
"yolculukta dört rekatlı namazları ikişer rekat kılmak vâcibtir.Çünkü iki
rekat kılmak bir ruhsat değil, azimettir" diyen Hanefîlerin delilidir.
Esasen metinde geçen "es-salâ" kelimesinin başında bulunan harfi-i
tarif ahd içindir. Bu bakımdan kelimesi "dört rekatlı namaz"
anlamına gelir ki, hadisten Allah Teâlâ'nın seferde dört rekatlı namazların iki
rekat olarak edâ edilmesini farz kıldığı anlaşılır. "Korku namazının bir
rekat kılınması" meselesi ise, izaha muhtaçtır. Her ne kadar bu cümlenin
zahirinden "korku namazını imamın da cemaatin de bir rekat kılması
gerektiği" anlaşılıyorsa da bundan önceki hadisin 1. tâlikindeki Mücâhid'in
İbn Abbas'dan gelen rivayetinde imamın iki, cemaatin ise bir rekat kıldığı
ifade edilmektedir. Aynı râvînin naklettiği bu iki farklı rivayete bakan
et-Tahâvî "bir imamın teşehhüdsüz, kuudsuz ve selâmsız olarak başkalarına
bir rekat farz namaz kıldırması muhaldir. îbn Abbâs'dan gelen bu iki rivayet
biri birine zıt olunca bunlardan herhangi birini delil kabul etmek mümkün
değildir" diyor.[235]
Bu hadis-i şerif
"korku namazı cemaat için bir rekattır" diyen Huzeyfe, İbn Abbâs,
Zeyd b. Sabit, Câbir b. Abdillah, Ebû Hureyre, Ebû Mûsâ el-Eş'arî, es-Sevrî,
Ahmed ve İshâk gibi ilim adamlarının delilidir. Ancak ulemânın büyük çoğunluğu
bu hadisi "her iki saf imamla ayrı ayrı birer rekat kılmışlar, sonra da
yalnız başına birer rekat daha kılmışlardır. Neticede hem imam, hem de her iki
taife ikişer rekat kılmıştır" şeklinde te'vil ettiler. Fakat bilindiği
gibi korku namazının iki rekat kılınması seferde caizdir. Hazar halinde korku
namazının rekatları cumhura göre kısaltılamaz. Ahmed b. Hanbel'e göre ise,
korku namazıyla ilgili hadislerin hepsi sahihtir. Hepsiyle amel edilebilir.
Sadece bir tanesiyle amel edip de diğerlerini ihmal etmek doğru olmaz.[236]
1248. ...Ebu
Bekre (r.a.)'den; demiştir ki:
Peygamber (s.a.)
korkulu bir anda Öğle namazı kıldırdı. (Cemaatin) bir kısmım arkasında, bir
kısmını da düşman karşısında saf tutturdu. (Önce arkasındakilere) iki rekat
kıldırdıktan sonra selâm verdi. Kendisiyle birlikte namaz kılanlar gidip
(düşman karşısında duran) arkadaşlarının yerine durdular. Sonra onlar gelip
(Resûlullah'ın) arkasında namaza durdular, onlara da iki rekat namaz kıldırdı.
Sonra selam verdi. Böylece Resûlullah (s.a.) dört, ashabı ise iki rekat (namaz
kılmış) oldu.[237]
el-Hasen (el-Basrî) de
böyle fetva verirdi.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Akşam namazı da yine böyledir. İmam için altı, cemaat için de üçer rekat
(kılınır).
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi aynı şekilde Yahya b. Ebî Kesîr de Ebû Seleme ve Câbir vasıtasıyla Pey
amber (s m.)'den rivayet etti. Süleyman el-Yeşkuri de aynı şekilde;
"Câbir'den o da Peygamber (s.a.) 'den " diye rivayet etti.[238]
Burada tarif edilen
şekil düşmanın kıble cihetinde olmaması halinde kılınan korku namazıyla
ilgilidir. Hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, Resûl-i Ekrem (s.a.) iki selâm ile
toplam dört rekat namaz kıldığı halde cemaat sadece iki rekat kılmıştır.
Bu tatbikat daha önce
geçen korku namazı şekillerine benzemediğinden ulemâ arasında bu konuda görüş
ayrılıklarının doğmasına sebeb olmuştur. Bu bakımdan Ebû Dâvûd, bu hadisin
sıhhatini ifâde ve takviye etmek maksadıyla sonuna üç ayrı talik ilave etmek
lüzumunu hissetmiştir. Ayrıca kendisinin de bu tatbikatı benimsediğini ortaya
koymuş olduğu da bir gerçektir.
Nitekim imam Şafiî ile
Hasan el-Basrî de bu görüştedirler. Bu görüşe katılmayan Hanefî ulemâsı ve
onların görüşünde olanlar bu hadisi te'vil ediyorlar. Çünkü onlara göre hadisi
zahirî mânâsına göre anlamak mümkün değildir. Zira bu olayın seferde vukua
geldiği kabul edilecek olsa, o zaman Resûlullah'ın son iki rekatının nafile
olması ve bundan da farz kılanın nafile kılan imama uyması lâzım gelir. Farz
kılanın nafile kılana uymasının caiz olmadığı ise, sahih hadislerin açık
delaletiyle bilinen bir gerçektir. Bu namazın hazarda kılındığını kabul etmek
de mümkün olmuyor. Çünkü o zaman da Resûl-i Ekrem (s.a.)'in ilk iki rekattan
sonra selâm vermemesi gerekirdi. İşte bu görüşten hareket eden Hanefî ulemâsı
bu namazın hazarda kılındığına, her iki grubun Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
arkasında iki rekat kıldıktan sonra namazı kendi başlarına tamamladıklarına,
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in ilk iki rekattan sonra selâm verişinin de onun
hususiyetlerinden olduğuna hükmetmişlerdir.
Ancak "cemaatin
Resûl-i Ekrem'in arkasında namaz kıldıktan sonra kendi başlarına iki rekat daha
kıldıklarına dair hadiste bir ifâde bulunmadığı gibi, dört rekatlı bir namazda
ilk iki rekatten sonra selâm vermenin Resûl-i Ekrem'e ait bir özellik olduğuna
dair de bir delil yoktur" diye kendilerine itiraz edilmiştir. Onlar da;
"cemaat kendi başlarına iki rekat daha kılmıştır da râvîler bunu
nakletmemişlerdir" diyerek kendilerini müdafaa ettikleri gibi; farz kılan
bir kimsenin nafile kılan bir kimseye uyamayacağını söyleyerek muhalif görüşte
olanları tenkid de etmişler ve karşı taraftan ikna edici bir cevab
alamamışlardır. Yine Hanefî imamlarından Ebû Cafer et-Tahavî de bu hâdisenin
bir farz namazın iki kere kılındığı zamanlara ait bir uygulama olduğunu ve
Resûl-i Ekrem'in ardında namaz kılan taifelerin kendi başlarına iki rekat daha
kıldıklarını fakat sonradan bu uygulamanın neshedildiğini söyleyerek
muhaliflerine cevab vermiştir.[239] Her
ne kadar bu nesh iddiasına hadis-i şerifi nakleden Ebû Bekre (r.a.)'in Resûl-i
Ekrem'in son zamanlarında müslüman olduğu gerekçesiyle itiraz edilebilinirse
de, Ebû Bekre (r.a.)'nin naklettiği bu korku namazını kendisi bizzat görmediği
halde bu olayı bir başka sahâbiden işiterek mürsel olarak nakletmiş olması da
mümkündür. Yine Hanefî ulemâsına göre metindeki; "Resûlullah (s.a.) ilk
iki rekatten sonra selam verdi" sözüyle "Tahiyyâtı okudu"
denilmek istenmiş de olabilir.
Musannif Ebû Davud'un
hadisin sonuna ilâve ettiği, "akşam namazı da böyledir, imam için altı,
cemaat için de üçer rekat kılınır" sözü, kendi sözü ve şahsî kıyâsıdır.
Bununla beraber, Darekutnî, Beyhakî ve el-Hâkim'in Hz. Peygamber (s.a.)'in bir
korku ânında akşam namazını her iki taifeye ayrı ayrı üçer rekat kıldırdığına
dair.Ebû Bekre (r.a.)'den naklettikleri bir hadis de vardır. el-Hâkim'e göre bu
hadis Buhârî ve Müslim'in şartlarına uygun sahih bir hadistir.
Bu durumda İbn Hacer
el-Askâlanî'nin Fethu'l-Bârî'de "korku halin-, de Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
akşam namazını nasıl kıldığı konusunda bir haber yoktur" şeklindeki
sözünü "Korku halinde kılınan akşam namazının iki taife arasında nasıl
bölüneceğine dair bir haber yoktur" şeklinde anlamak lâzımdır. Gerçekten
de bu konuda aydınlatıcı bir haber bulunmadığından korku anında kılman akşam
namazının iki taife arasında nasıl bölüneceği hususunda ilim adamları görüş
ayrılığına düşmüşlerdir. Bu görüşler iki maddede özetlenebilir:
1. İmam ilk
taifeye iki rekât, ikinci taifeye de bir rekat kıldırır.
2. İlk
taifeye bir, ikinci taifeye de iki rekat kıldırır.
İmam Ebû Hanife ile
taraftarları ve İmam Malik birinci görüşü benimsemişlerken İmam Şafiî ile
Ahmed b. Hanbel bu görüşlerden birincisini ikincisine tercih etmekle beraber
ikincisiyle amel etmenin de caiz olduğunu söylemişlerdir.
Şevkânî ise, Bahr'de
Hz. Ali'nin akşam namazını birinci taifeye iki rekat kıldırdığına dair bir
rivayet bulunduğunu ve burada başka bir görüşe yer olamayacağını ifade ediyorsa
da ikinci görüşü benimseyen ilim adamları da yine Hz. Ali'nin bir tatbikatını
kendi görüşleri için delil göstermektedirler. Ancak yine sözü geçen Bahr isimli
eserde birinci görüşün, namazın mutad olan düzenine daha uygun oluşu sebebiyle
ikinci görüşü tercih edilebileceği belirtilmektedir. Çünkü birinci görüşün
uygulanışı şöyledir: İmam birinci taifeye iki rekât kıldırıp da üçüncü rekat
için kalkınca bunlar kalan rekatı kendi kendilerine tamamlamak üzere imamı terk
ederler ve namazı bitirip düşman karşısında bekleyen arkadaşlarının yerlerini
alırlar. Bu sefer de onlar gelirler kendilerini üçüncü rekatın kıyamında
beklemekte olan imama uyarlar. İmamla birlikte bir rekat kıldıktan sonra imamı
terk ederler. Bu terki de isterlerse imamı teşehhüdde oturur oturmaz,
isterlerse selâm verdikten sonra yaparlar.
İkinci görüşe göre
ise, akşam namazının korku ânında kılınış şekli şöyledir: İmam ikinci rekata kalkınca
birinci taife kendisini terk eder ve kalan rekatları kendi kendine tamamlayarak
düşman karşısında mevzilenmiş olan arkadaşlarının yerine geçerler ve onların da
gelip kendilerini ikinci rekatın kıyamında beklemekte olan imama uymalarını
sağlarlar. İkinci taife de imamla birlikte iki rekat kıldıktan sonra imamı
isterlerse en son oturuş anında isterlerse, selamdan sonra terk ederek
kılamadıkları üçüncü rekatı tamamlarlar.
Musannif Ebû Dâvûd
konumuzu teşkil eden hadisin Yahya b. Kesîr tarafından da rivayet edildiğini
söylemekle hadisin sağlam olduğunu ve başka rivayetlerle takviye edildiğini
ifade etmek istiyor. Gerçekten bu hadis Müslim'de şu manaya gelen lâfızlarla
nakledilmiştir:
"Resûlullah
(s.a.) ile birlikte döndük ve Zatü'r-Rika denilen yere geldik. Gölgeli bir
ağacın yanına geldiğimizde onu Resûlullah (s.a.)'a bıraktık. Derken
müşriklerden bir adam çıkageldi. Resûlullah (s.a.)'in kılıcı ağaçta asılı idi.
Kılıcını alarak kınından çekti ve Resûlullah (s.a.)'e:
Benden korkuyor musun?
dedi. Resûlullah (s.a.):
Hayır, cevabım verdi.
Müşrik:
Şimdi seni benden kim
koruyabilir? dedi. Efendimiz:
"Beni senden
Allah korur''cevabını verdi. Resûlullah (s.a.)'in ashabı bu adamı tehdid
ettiler. O da kılıcı kınına sokarak (ağaca) astı. Az sonra namaz için ezan okundu.
Resûlullah (s.a.) bir taifeye iki rekat namaz kıldırdı. Sonra onlar geri
çekildiler. Öteki taifeye de iki rekat namaz kıldırdı. Bu suretle Resûlullah
(s.a.) dört rekat cemaat ise, ikişer rekat kılmış oldular."[240]
Musannif Ebü Dâyûd bu hadisin sıhhatini isbatlamak için Süleyman el-Yeşkurî
tarafından da merfû' olarak rivayet edildiğini söylemiştir. Aslında bu hadisi
yine Süleyman'ın Ebû Saîd el-Hudrî ve Ebû Sa'd el-Ezdî'den rivayet ettiği gibi
Katâde ve Amr b. Dinar da Ebû Saîd el-Ezdî'den rivayet etmişlerdir.
Musannifin, hadisin
sonuna ilâve ettiği bu taliki İbn Cerir et-Taberî mevsûl bir senedle Resûl-i
Ekrem'e ulaştırırken Beyhakî de es-Sünenu'I-Kübrâ'da muallak olarak
nakletmiştir.
Netice olarak şunu
söyleyebiliriz ki; buraya kadar musannif Ebû Dâ-vûd korku namazının kılınışıyla
ilgili olarak dokuz ayrı hadis nakletmiştir. Bunlardan birincisi, "Düşman
kıble tarafında bulunduğu zaman korku namazının nasıl kılınacağım tarif
eden" 1236 numaralı Ebu Ayyaş ez-Zurakî hadisidir. Süfyân Sevrî, İbn Ebî
Leylâ, imam Şafiî bu hadis ile amel ettikleri gibi İmam Mâlik ile İmam
Ahmed'in de bu hadisle amel ettiklerine dair bir rivayet vardır. Bu babda korku
namazıyla ilgili olarak rivayet edilen diğer sekiz hadis ise, düşmanın kıble
cihetinde bulunmaması halinde korku namazının nasıl kılınacağına dairdir. Bu
hadisler sırasıyla şunlardır:
1. 1237
numaralı Sehl b. Ebî Hasme hadisidir ki, Ali, İbn Abbâs, Ebû Hureyre, İbn Ömer,
İmam Mâlik, Şafiî, Ahmed ve Ebû Sevr (r. anhüm) bu hadis-i şerifle amel
etmişlerdir.
2. 1238 ve
1239 numaralı hadislerdir ki, bunlarla da İmam Mâlik, Şafiî, Ahmed ve Dâvûd-ı
Zahirî (r.anhum) amel etmişlerir. .
3-4. 1240 ve
1241 numaralı Ebû Hureyre hadisleriyle 1242 numaralı Hz. Âişe Hadisidir. Bu
hadislerle de Zâhiriyye ulemâsı ve bir rivayete göre de İmam Ahmed amel
etmiştir.
5. 1243
numaralı İbn Ömer hadisi. Bu hadis-i şerifler de İmam Ebû Hanife ve ashabı,
Abdurrahmân b. Evzâî ve Mâliki imamlarından Eşheb amel ettiği gibi İmam Şafiî
ile Ahmed'in de bu hadisle amel ettiğine dair bir rivayet vardır.
İmam Buhârî de korku
namazı konusunda bu hadisi diğerlerine tercih etmiştir.
6. 1244
numaralı tbn Mes'ud hadisidir. Bu hadis-i şerifle de İmam Ebû Hanife ve tbn
Ömer hadisiyle amel eden diğer ulemâ amel etmişlerdir.
7. 1246
numaralı Huzeyfe hadisidir ki, bununla da îbn Abbâs, Zeyd b. Sabit, Câbir, Ebû
Hureyre, Ebû Musa el-Eş'ârî ve el-Hasan el-Eş'arî, İbn Ömer, es-Sevrî ve tshak
amel etmişlerdir.
8. 1248
numaralı konumuzu teşkil eden Ebû Bekre hadisidir. Bilindiği gibi bu hadis-i
şerifle de imam Şafiî ile Hasan el-Basrî amel etmişlerdir.[241]
1249.
...Abdullah b. Üneys[242]
(r.a.)'den; demiştir ki: - Resûlullah (s.a.) beni Ürene ve Arafat taraflarında
bulunan Halid b. Süfyan el-Hüzelî'ye gönderdi ve "git onu öldür"
buyurdu. Abdullah sözlerine devamla dedi ki: "Onu ikindi namazı (vakti)
girince gördüm ve (kendi kendime); "bununla benim aramda namazı (vaktin
dışına) ertelememi gerektiren bir şey olmasından korkarım" deyip imâ ile
namaz kılarak ona doğru yürüyüp gittim. Kendisine yaklaşınca bana; "Sen
kimsin? "dedi. Ben:
Arablardan biriyim.
Duyduğuma göre (Peygamberim diyen şu) zât (aleyhine kuvvet) topluyor(muş)sun;
dedim. O da:
Evet bununla meşgulüm,
dedi. Onunla bir süre yürüdüm. Fırsatını bulunca kılıcımı çekip işini
bitirdim.[243]
Bu hadis-i şerifi
Ahmed b. Hanbel Müsned'inde ve Beyhakî de es-Sünenü'1-Kübrâ'sında nakletmiştir.
Beyhakî'nin Sünen'inde geçen rivayet şu mealdedir: "Resûl-i Ekrem (s.a.)
beni çağırdı ve; "haber aldığıma göre İbn Nebîh el-Hüzelî benimle
savaşmak için kuvvet toplama faaliyetlerine girişmiş, git onu öldür, gel"
buyurdu. Ben de:
Ya Resûlallah, bana
onun vasıflarını bildir de onu tanıyayım dedim. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem
(s.a.):
"Senin onu tamyabilmen
için açık alâmet vardır. O da şudur: Onu buldun mu ondan dolayı sen bir korku
duyacaksın."Kılıcımı kuşanarak çıktım. Onu görünce Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in dediği gibi bir korkunun kendimi sardığını gördüm. Kendisine
yöneldim ikindi vakti girmişti. Aramızda başlayacak bir mücâdelenin beni
namazdan alıkoyacağından korktuğum için imâ ile namaz kılarak ona doğru
ilerlemeye devam ettim.Yanına varınca, bana:
Sen kimsin, dedi. Ben
de:
Senin şu Peygambere
karşı kuvvet topladığını işiten ve bu sebeple buraya kadar gelen bir arabım
diye cevap verdim. Bunun üzerine:
Evet biz bu işle
uğraşıyoruz diye cevab verdi.
Kendisiyle biraz
yürüdük, fırsatını bulunca kılıcı çekip öldürdüm. Sonra onu bineğine yüzüstü
kapanmış bir halde terk ettim ve Resûl-i Ekrem (s.a.)'in huzuruna geldim.
Bana:
“Allah seni dünya ve
âhirette kurtuluşa erdirsin" diye duâ etti. Ben "Onu öldürdüm ya
Resûlallah" deyince "doğru söylüyorsun" dedi ve beni evine
götürüp bir baston verdi ve "Bunu yanından ayırma" buyurdu. Ben
halkın arasına bu bastonla çıkınca;
Ey Abdullah, bu
yanındaki nedir? diye sormaya başladılar. Ben de: "Bunu bana Resul-i Ekrem
verdi ve yanımdan ayırmamamı söyledi" deyince, onlar:
Dönsen de bunun ne
olduğunu kendisine sorsan olmaz mı? dediler. Ben de bunun üzerine kendisine
müracaat ettim ve:
Ya Resülellah, bu
bastonu bana niçin verdin? dedim. Resul-i Ekrem (s.a.);
"O baston kıyamet
gününde seni tanımam için bir alâmet olacaktır. Çünkü kıyamet gününde asasına
dayanarak rahaîça gezen kimse pek az ofacaktır" buyurdu.
Abdullah bastonu
yanından hiç ayırmadı, kılıcıyla birlikte taşıdı. Hatta ölünce kefenine
konulmasını vasiyet etti. Vasiyeti yerine getirildi. Hafız İbn Hacer bu hadis
hakkında "Hasen" demiştir.[244]
1. Bu hadis
vaktin çıkmasından korkulduğu zaman namazın ima ile kılınabileceğine delalet
etmektedir.
Çünkü İbn Üncys bunu
Resûl-i Ekrem (s.a.)'e haber verdiği zaman Resûl-i Ekrem itiraz etmemiştir.
Çünkü Beyhakî'nin Delâü'inde Abdullah b.Uneys'in bunu Resûl-i Ekrem (s.a.)'e
haber verdiği nakledilmiştir.
2. Düşman
peşinde olan bir kimsenin düşman kıble cihetinde bulunmasa bile yürüyerek dahi
olsa namazını ima ile kılması caizdir. Nitekim mâlikî ulemasından İbn Habîb ve
bir rivayete göre de İmam Şâfiî bu görüştedirler.
3. İbn
Münzir'in beyânına göre düşman tarafından kovalanan bir kimse hayvan üzerinde
imâ ile namaz kılabilir. Fakat düşmanı kovalayan bir kimsenin namaz kılmak
için hayvanından inmesi gerekir. Ancak İmam Şafiî attan indiği takdirde
arkadaşlarını kaybetme tehlikesi bulunan bir kimsenin bu şartlar altında
hayvan üzerinde namaz kılmasının caiz olacağım söylemiştir. Çünkü düşmanı
kovalayan kimse kovalanan kimse kadar tehlikeye maruz değildir. Bu mevzuda
Hanefî mezhebinin görüşü Bedayi' sahibinin dediği gibidir: "Eğer binitli
olan kimse düşmanı tarafından aranan bir kimse ise, onun yürümekte olan hayvan
üzerinde namaz kılmasında bir sakınca yoktur. Çünkü her ne kadar hayvanın
yürümesi mânâ olarak sürücüsüne nisbet edilirse de tehlike hali geçtikten sonra
normal olarak hayvana nisbet edilir.
Fakat bu kimsenin
yürüyerek ve yüzerek düşmandan kaçarken ima ile namaz kılması caiz değildir.
Çünkü bu hareketler kendisinden başkasına nisbet edilemez. Düşmanı kovalama
durumunda olan kimsenin binitli olarak namazı ise, hiçbir zaman caiz olamaz.
Çünkü bu kimse korku hâlinde değildir. Hayvanından inmesi gerekir."[245]
Fakat korkunç bir harp
ve saire hâlinde bir İslâm fırkasının korkulan artar, binmiş oldukları
hayvanlardan yere inmekten âciz bulunurlarsa her râkib gücü yettiği tarafa
doğru imâ ile namazını kılar, bu da mümkün olmazsa kazaya bırakır.[246]
İmam
Ahmed, Atâ, Hasen el-Basrî'ye göre ise, düşman tarafından kovalanan kimse
namazını yürürken ima ile kilabilirse de düşmanı kovalama durumunda olan kimse
kılamaz. İmam Şafiî de bu görüşü tercih etmiştir. İmam Evzâî ve Mâlikî
ulemâsından İbn Habîb'e göre yürürken ima ile namaz kılmanın caiz oluşunda
kovalayan ile kovalanan arasında bir fark yoktur. Her ikisi için de caizdir.[247] Hafız
İbn Hacer bu mevzuda şunları söylemektedir: Bu hadis ile her ne kadar düşman
peşinde olan bir kimsenin yürürken namazını ima ile kılabileceğine hükmedenler
varsa da aslında bu hadis bir delil niteliği taşımamaktadır. Çünkü bu hadisteki
tatbikat bir sa-habiye aittir.Resûl-i Ekrem (s.a.)'in fiillerinde böyle bir
tatbikat yoktur. Resül-i Ekrem, (s.a.)'in de bu sahâbinin tatbikatını kabul
ettiğine dâir kesin bir delil de yoktur."[248]
[1] Buhârî, salât 1; ezan, 95; taksir 5, cenaiz 56;
Müslim, müsâfirîn 1, 3, 5; fedâil 52; Ebû Dâvûd, vitr 7; sefer, 1, 18; Tirmizî,
cuma 41; Nesâî, salât i; taksir 1, 4; salâtü'1-havf 4; tbn Mâce ikâme 73, 75^
Dârimî, salât 152,179; Muvatta', sefer 7,8; Ahmed b. Hanbel, 1-69, 232, 243,
254, 260, 355, 360, 429; 11-65, 271, 489, 505; III, 102; V, 316, 330; VI, 85,
440, 451.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/367.
[2] en-Nisâ(4), 101.
[3] Nesâî, taksir 4.
[4] Elmalılı, A.Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, II,
1442.
[5] el-Bakara (2); 239.
[6] Buhârî, menâkib 27, hudüd, 10; fedâil 77-78; Ebû
Dâvûd, edeb 4.
[7] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/368-370.
[8] A.Naim, Tecrid Tercemesİ, II, Hadis no: 228; Müslim,
müsâfirîn 2.
[9] Müslim, musafirin 5; Nesâî, taksîru's-salat 1.
[10] Müslim, musafirin 8.
[11] bk. 1199 numaralı hadis.
[12] en-Nisa(4), 101.
[13] el-Bakara (2), 198.
[14] el-Bakara (2), 236.
[15] el-Bakara (2), 158.
[16] Kütüb-i sitte sahiplerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir.
[17] bk. 1905 no'lu hadis.
[18] Nesaî, taksîru's-salât 4.
[19] Müslim, musafirîn 17.
[20] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/370-373.
[21] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/373-374.
[22] Müslim, musâfirîn 4; Tİrmizî, tefsîru sûre (4); Nesâî,
taksini's-salât 1; İbn Mâce, ikâme 73; Dârimî, salât 179; Ahmed b. Hanbel, I,
25, 36.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/374.
[23] en-Nisâ (4), 101.
[24] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/374-375.
[25] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/375-376.
[26] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/376.
[27] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/376.
[28] Müslim, musâfirin 12.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/376-377.
[29] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/377.
[30] Menhel, VII, 53. Bu
ölçülerin teferruatı için bk. Ö.N. Bilmen, Istılahat-ı fıkhiyye Kamusu, IV,
127.
[31] Buhârî, taksîru's-salât 4.
[32] ö.N.Bilmen, Büyük tslam İlmihali, 174.
[33] Müslim, hac 320-321.
[34] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/377-379.
[35] Buhârî, taksîru's-salât 5; Müslim, musâfirîn 10;
Tirmizî, cuma 39.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/380.
[36] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/380.
[37] Nesâî, ezan 26.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/381.
[38] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/381-382.
[39] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/382.
[40] Kütüb-u Sıtte'den sadece Ebû Dâvûd tarafından rivayet
edilmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/382-383.
[41] en-Nisâ(4), 103.
[42] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/383.
[43] Nesaî, mevâkît 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/383-384.
[44] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/384.
[45] Buharı, mevâkît 18, taksîrü's-salât 6, 13, 14, 15, 17;
Müslim, müsâfirîn 42-45, 48, 51; Nesâî, mevâkît 42-45, 47; Tirmizî, salât 24;
cuma 42; Ahmed b. Hanbel, II, 4, 7, 8, 34, 51, :0, 77, ICC, 125, 148, 150, 152,
!57, 129.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/384-385.
[46] el-Muttekî, Kenzu'l-Ummâl, VIII, 248.
[47] Müslim, müsâfirîn 46, 47.
[48] Buhârî, meğâzî 77, hac 199; Müslim, hac 292; Nesâî,
mevâkît, 149.
[49] Ebû Dâvûd, salât 11; Tirmizî, mevâkît 16.Nesâî,
mevâkıî 53; tbn Mace, sala 10; Ahmed İbn Hanbel V, 305.
[50] Müsâfirift 49.
[51] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/385-387.
[52] Buhârî, taksini's-salât, I, 6, 13-16, umre 20, cihâd
135, 136; Nesâî, mevâkit 42, 43, 45, 46, 48; Müslim, müsâfirîn 42-48, Tirmizî,
cuma 42; Ahmed b. Hanbel, II, 4, 7, 8, 34, 51, 54, 56, 77, 80, 106, 125, 148,
150, 152, 157.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/387-388.
[53] Nesaî, mevâkit 45.
[54] Nesaî, mevâkit 43.
[55] Nesaî, mevâkit 45.
[56] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/388-390.
[57] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/390.
[58] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/391.
[59] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/391-392.
[60] Nesaî, mevâkît 40; Buhârî, hac 99; Müslim, hac 292.
[61] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/392-393.
[62] Müslim, müsafirin 54, Tİrimzi mevakit 24; Nesâi,
mevakit 47.
[63] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/393.
[64] Buhârî, teheccud 30; Nesaî, mevâkît, 21.
[65] bk. 1211 numaralı hadisin açıklaması.
[66] Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IV,
146.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/393-396.
[67] Müslim, müsâfirîn 54; Tirmizî, mevâkît 24; Nesâî,
mevâkît 47.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/396-397.
[68] Nesâî, mevâkît 44.
[69] Müslim, musâfirîn 57.
[70] Tirmizî, salât 24.
[71] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/397-398.
[72] Nesâî, mevâkît 45.
[73] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/398-399.
[74] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/399.
[75] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/399-400.
[76] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/400.
[77] Buhârî, teheccüd 30; mevâkît 18; Nesâî, mevâkît 44,
97.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/400-401.
[78] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/401.
[79] Nesaî mevâkît 45.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/401.
[80] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/401-402.
[81] Beyhakî, es-Siinenü'1-kübrâ, III, 164.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/402.
[82] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/402-403.
[83] Beyhakî, es-Sünenü'l-kührâ, III 160.
[84] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/403.
[85] Buhârî, taksîrü's-salât, 13.
[86] Nesâî, mevâkît 45.
[87] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/404-405.
[88] Buhârî, taksîrü's-salât 15; Müslim, müsâfirîn 46, 47,
48; Nesâî, mevâkît 42.
[89] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/405.
[90] Müslim, müsâfirîn 47.
[91] Ahmed Naim, Tecrid Tercemesi II, 400; III, 535; Nesaî,
mevakit 49; Müslim, hac 292; Buhari, hac 199.
[92] Müslim, mesâcid 311; Ebû Dâvûd, salat 11; Tirmizi,
mevâkit 16; Nesaî, mevakit 53.
[93] Müslim, musâfirîn, 49, 50, 54.
[94] Tirmizî mevâkît 24.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/405-406.
[95] Buhârî, taksîrü's-salât 14; Müslim, müsâfirîn 46-48;
Nesaî, mevâkît 42.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/406-407.
[96] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/407.
[97] Buhârî, taksir 15, 16; Müslim, müsâfirin 42; Tirmizî,
cuma 42; Nesaî, mevâkit 42; Ah-med b. Hanbel, III, 247, 265.
[98] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/407-408.
[99] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/408-409.
[100] Buhârî, ezan 62, 100-102, tefsîr sûre (59)/l; Müslim,
salât 175-177; Tirmizî, mevâkit 114; Nesâî, iftitâh 72, 73; ibn Mâce, ikâme 10:
Dârimî, salât 65; Ahmed b. Hanbel, H, 300, 327, 330, 531, 532, IV, 284, 29İ,
298, 302, 304, V, 354.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/409.
[101] bk. Davudoğlu Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IV,
246.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/409.
[102] Tirmizî, salât 353.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/410.
[103] bk. Tırmizî, Cum'a 41.
[104] el-Ahzâb, (33), 21.
[105] Buhârî, taksirü's-salât II, Müslim, müsâfirîn 8.
[106] Tirmizî, salât 393.
[107] bk. Tecrid Tercemesi, 198 ve 230 no'lu hadisler.
[108] bk. Tecrid Tercemesi, 570 no'lu hadis.
[109] Ahmed b. Hanbel, V, 416.
[110] Davudoglu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IV, 93-94.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/410-413.
[111] Buhârî, taksîrü's-salât 11; Müslim, musâfirîn 8;
Nesâî, taksiru's-salât 4; tbn Mâce, ikâme 73.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/413-414.
[112] Buhârî, taksîrü's-salât 9.
[113] Müslim, musâfirîn 17.
[114] Müslim, fedâil 77, 78.
[115] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/414-415.
[116] Buhâri, salât 31; vitr 6; taksir 7, 12; Müslim,
müsâfirîn 31, 32, 37, 39, 40; Tirmizî, me-vâkît 144; Nesâî, salât 23; kıble 2;
Muvatta', sefer 22, 26; Ahmed b. Hanbel, Iî, 2, 4, 7, 20, 38, 41, 44.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/415.
[117] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/415-418.
[118] Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IV,
121-127.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/418-421.
[119] Müslim, müsâfirîn 37; Nesaî, salât 23.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/421.
[120] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/421-422.
[121] Müslim, musâfirîn 35; Nesâî, mesâcid 46.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/422.
[122] Buhârî, TaksırüVsalât 8-9; Müslim, musâfirîn 35.
[123] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/422.
[124] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/422-423.
[125] Buhârî, taksirü's-salât, 7, 10; Müslim, musâfirîn 31,
41; Tirmizî, mevâkît 143, 144, 146; Nesaî, salât 23; mesâdd 46.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/423.
[126] Müslim, musâfirîn 35; Buhârî, taksîru's-salât 8-9.
[127] Mubârekfûrî, Tuhfetu'l-ahvezî II, 331-332.
[128] Büyük İslam İlmihali, 123-124.
[129] Nimet-i İslâm, s. 385-386.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/423-425.
[130] Kütüb-i Sitte sahiplerinden sadece Ebü Dâvûd rivayet
etmiştir.
[131] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/425.
[132] Tirmizî, salât 186; Ahmed b. Hanbel, IV, 174; Beyhakî,
es-Sünenü'l-kübrâ, II, 1, Mu-bârekfûri, Tuhfetü'l-ahvezî, II, 451-452.
[133] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/425-427.
[134] Tirmizî, sayd I; Muvatta', sefer 19; Hac 202, 203;
Ahmed b. Hanbel, III, 442, IV, 193, 430-432.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/428.
[135] bk. el-Menhel, VII, 88.
[136] el-Cezîrî Kitabu'l-Fıkhale'l mezahibi'l-erbaa, I, 480.
[137] bk. 1231 numaralı hadis.
[138] ikâme 76.
[139] Taksiru's-salat 4.
[140] Zeylâî, Nasbü'r-râye II, 184.
[141] Zafer Ahmed et-Tehânevî, İ'laü’s-sünen, VII, 275.
[142] Şevkânî, Neylu'l-evtâr, III, 5, 236.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/428-431.
[143] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/431.
[144] Beyhakî, es-Sünemı'l-kubrâ, III, 151.
[145] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/431.
[146] bk. Buhârî, taksîr 1; Tirrnizî, cum'a 40; îbn Mâce,
ikâme 19.
[147] bk. Buhârî, meğâzî, 52.
[148] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/431-432.
[149] Beyhakî, es-Sünenu'1-kiibrfi, III, 151.
[150] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/432-433.
[151] bk. 231 numaralı hadis.
[152] bk. ikâme 76.
[153] bk. laksır 4; Beyhakî, rs-SünenıTI-kübrâ, III, 151.
[154] A.Naim, Tecrid Tercemesİ, III, 495.
[155] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/433.
[156] Beyhakî, es-Sünenü'I-kübra, III, 151.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/433-434.
[157] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/434.
[158] Buhârî, taksir 1; Müslim, müsâfırîn 15; Tirmizî, cuma
40; Nesâî, taksir 4; Ibn Mâce, ikâme 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/434.
[159] A.Naim, Tecrid Tercemesi, II, 228-232 (hds. no: 213-214).
[160] Buhârî, hac 24; Nesaî hac 77, 108, Müslim, hac 147;
İbn Mace, menasik 87; Ebû Dâ-vûd, menasik 56; Şevkânî, Neylu'l-evtâr, III, 236.
[161] Muvatta', Kasrü's-salât 18.
[162] Müslim, hac 444.
[163] Şevkanî, Neylu'I-Evtfir, III, 236.
[164] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/434-436.
[165] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/436-437.
[166] bk. Buhârî, taksîr 14; Müslim musâfirîn 46-48; Nesâî,
mevâkît, 42.
[167] Umdetu'I-Kaarî, VII, 150.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/437-438.
[168] Buhârî, taksir 1; Ahmed b. Hanbel, III, 295; Beyhakî,
es-Sünenü'l-kiibrâ, III, 152.
[169] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/439.
[170] bk. Tirmizî, cum'a 40.
[171] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/439-440.
[172] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/440.
[173] en-Nisâ (4), 102.
[174] et-Tevbe, (9), 103.
[175] et-Talâk, (65), 1.
[176] Buhârî, taksîr, 11; Müslim, müsâfirîn 5.
[177] bk. Aynı kaynaklar.
[178] en-Nisâ (4), 102.
[179] bk. Zürkânî, Şerlıu Muvaüâ% II, 124.
[180] bk. 1240 no'lu hadis.
[181] en-Nisâ (4), 102.
[182] Buhârî, cihâd 98; meğâzî 69; Müslim, mesâcid 202, 206;
Tİrmizî, tefsîru sûre (2), 31; Nesâî, salât 14; İbn Mâce, salât 6; Ahmed b.
Hanbel, I, 1, 79, 81, 113, 122, 126, 135, 138, 146, 150, 152, 404, 456.
[183] Serahsî, Mebsât, II, 45-49.
[184] 1238 nolu hadise bakınız.
[185] en-Nisâ (4), 102.
[186] Tefsiru'l-Hâzin, I, 589-590.
[187] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/440-446.
[188] en-Nisâ (4), 101-103.
[189] Büyük islâm İlmihali, 202-203.
[190] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/447-448.
[191] Nesaî, havf 22; Ahmed b. Hanbel, IV, 59-60.
[192] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/448-450.
[193] en-Nisa (4), 102.
[194] İbn Mâce, İkame 151.
[195] Beyhaki, es-Sünenıi'1-kübrâ, III, 257.
[196] Nesâî, havf 20.
[197] Nesai, havf 20.
Müslim. müsâfirîn 307.
[198] Davudoğlu, Sahili-i Müslim Terceme ve Şerhi, IV, 456;
Bedâi', I. 244.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/450-452.
[199] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/452.
[200] Müslim, müsâfirîn 309; Ahmed b. Hanbel, III, 448.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/452-453.
[201] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/453-455.
[202] Buhârî, meğâzî 31; Müslim, müsâfirîn 310; Nesâî, Havf
20; Tirmizî, cuma 46; muvat-ta\ havf 1;. Ahmed b. Hanbel, II, 132, 150, 155,
320, 522.
[203] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/455-457.
[204] ez-Zürkânî, Şerhu Muvatta', II, 127.
[205] Büyük İslâm İlmihali, 202 - 203.
[206] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/457-459.
[207] Buhârî, havf 1; Müslim, müsâfirîn 310; Nesâî, havf 1;
Tirmizî, cuma 46; Muvattâ', havf 2; Ahmed b. Hanbel, II, 132, 150, 155, 320,
522.
[208] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/459-460.
[209] Tefsîr-i Taberi, (et-Tab'atü's-saniye 1373), V. 252.
[210] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/460.
[211] Nesâî, havf 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/460-463.
[212] Bedâi I, 244.
[213] Tecrîd Tercemesi, IH, 172 (birinci baskı).
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/463.
[214] Beyhaki, es-Sünenu'l-kübrâ, IH, 261.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/464.
[215] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/464-465.
[216] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/465-466.
[217] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/466-467.
[218] Buhârî, havf 1; Müslim, musâfırîn 305; Tırmizî, cuma
46; Nesaî, havf 1.
[219] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/467-468.
[220] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/468.
[221] Beyhakî, es-Sünenıi'l-kübrâ, III, 261.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/469-470.
[222] el-Mebsût, II, 48;
Bedâi, I, 244.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/470.
[223] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/470-471.
[224] Taberî, Câmi'ül-beyân, V, 254.
[225] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/471-473.
[226] Buradaki Ebû Musa'nın el-Eşâri olmadığı Ebû Davud'un
bazı nüshalarında açıkça ifâde edilmiştir. (Menhel, VII, 124).
[227] Buhârî, havf 1; Müslim, müsâfirîn 5; Nesaî, Havf 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/473-474.
[228] Buhârî, havf 1.
[229] Müslim, rnüsâfirîn 15; Çbû Dâvüd, hadis no: Î247,
Nesâî havf 1.
[230] Nesaî, havf 1.
[231] Nesâî, havf 1.
[232] Nesâî, havf 1.
[233] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/474-476.
[234] Müslim, musâfirîn 5; Nesâî, havf 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/477.
[235] Tahâvî, Şerhu Meâni'l-âsâr, î, 309.
[236] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/477-478.
[237] Nesâî, havf 23-27.
[238] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/478-479.
[239] bk. Ebû Câter ct-Tahâvî, Şerhû Meânil-âsâr I, 316.
[240] Müslim, müsâfirîn 312.
[241] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/479-483.
[242] Abdullah b. Üneys el-Cühenf. Ebû Yahya kunyesiyle
bilinen Abdullah, Yenbû' ile Yes-rib arasındaki çölde oturan bir yiğit sahâbî
idi. Akabe Bey'atlarına katıldı.Bedir hariç, diğer savaşlarda hazır bulundu.
Hz. Peygamberin kendisine verdiği özel görevlerle tanındı. Ebû Râfi'i
temizleyen görevlilerden biri Abdullah'tı. Useyr b. Zârem üzerine gönderilen
otuz kişi içindeydi. Hz. Peygamber aleyhine asker toplamakla meşgul olan Halid
b. Süfyan b. Nubeyh'i ortadan kaldıran da Abdullah'tı.Şâir ruhlu olduğu,
Ashab-ı Suffe arasında bulunduğu belirtilen Abdullah'ın hadisleri Mısır ve
Şamlılar arasında yayıldı. Muaviye b. Ebi Sufyân zamanında Medine'de vefat
etti. (Bilgi için bk. Vakıdî, el-Meğâzî, I, 391-395; II, 531-533, 566-568; Ibn
Sa'd, et-Tabakâtu'1-kübrâ, II, 50-51; İbnu'l-Kaysarânî, el-Cem' beyne ricali's-sahîhayn,
I, 245-246; lbnu'1-Esir, Üsdu'l-gftbe, III, 179-180; İbn Hacer, el-İsâbe, II,
278-279; M.A.Koksal, İslam Tarihi, IV, 9-12).
[243] Nesâî, tahrîm 1; kasâme 7; tbn Mâce, diyât 34; Darimî,
siyer 10; Ahmed b. Hanbel, III, 15, IV, 8; Beyhakî, es-Sünenu’l-kübra, IX, 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/483-484.
[244] el-Menhel, VII, 131.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/484-485.
[245] Bedâyi' I, 245.
[246] Ö.Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 203.
[247] Menhel, VII, 132.
[248] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/485-486.