6. İkram Edilen Güzel Kokuyu Kabul
Etmemek (Caiz Değildir)
7. Dışarıya Çıkmak İçin Esans Sürünen
Kadın Hakkında (Varid Olan) Hadisler
8. Erkeklerin Halûk Kullanması
9- Saç Konusunda Varid Olan Hadisler
10. Saçın Ayrılması Konusundaki
Hadisler
15. Çocukta Zülüf Bırakmaya Ruhsat
20. (Saçı Sakalı) Siyaha Boyamak
21. Fil Dişinden de Yararlanmak
4159...
Abdullah b. Muğaffel şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a) (sık
sık) saç taramayı nehyyetti ancak gün aşırı olanı müstesna.[1]
"Gün aşın"
diye tercüme ettiğimiz (ğıbben) kelimesinin mânâsı konusunda değişik şeyler söylenmiştir.
Nihâye'de bu kelimenin. "Günler sonra ziyarete gelme': manasında olduğu
ifâde edilir. Hasen: "Haftada bir defa taranma" olduğunu söyler.
Ahmed b. Hanbel ise, "Gün aşırı taranmak" der. Bazı alimler de:
"Ara sıra taranmak" mânâsına geldiğini belirtirler. Bunlardan en
meşhur mânâ tercemede verdiğimiz mânâdır.
Hangi mânâ olursa
olsun, hâdis-i şerif çok sık taranmanın doğru olmadığına delâlet etmektedir.
Herhalde bu nehyden maksat, vehim derecesinde süslenme üzerine düşmemek,
dünyaya haddinden fazla değer vermemektir. Yoksa temizlenmemeyi veya
düzensizliliği teşvik değildir. Çünkü dinimiz temizliğe ve düzene son derece
önem veren bir dindir. Ancak, temiz olacağım veya yakışıklı görüneceğim diye
hastalık derecesinde süs düşkünlüğü de elbette doğru değildir. Nitekim Hz.
Peygamber (s.a)'de saçına yağ sürer, sakallarını tarardı.
Nesaî'nin Ebû
Katâde'den rivayet ettiği bir haber ise her gün taranmanın meşruiyetine
delâlet etmektedir. Anılan haberlerde ifâde edildiğine göre Ebû Katâde'nin
kâküiü vardı. Rasûlullah (s.a) kendisine, saçına iyi bakmasını ve onu her gün
taramasını emretti. Aynı haberin Muvatta'daki nakline göre, Ebû Katâde
saçlarının günde iki defa tarardı.
4163 numarada gelecek
olan hadiste de Resûlullah (s.a) saçlara iyi bakılmasını emretmektedir.
Bu hadisler gösteriyor
ki; saçı temiz ve düzenli tutmak Hz. Peygamber'in emridir. O halde, üzerinde
durduğumuz hadisteki nehyi zahirine hamletmemek icâbeder.
Munzirî 4163 numarada
gelecek olan hadisle, bu üzerinde durduğumuz hadisin birbirleri ile çelişkili
göründüğüne işaret ettikten sonra, bu hadislerin arasını telif için şunları
söyler.: "Her gün taranmayı nehyeden hadisin, çok sık saç tarayarak, bir
hastalık veya soğuktan zarar görülecek hale düşülmesine hamledihnesi
muhtemeldir. Ayrıca, Ebu Katâde'nin günde iki defa saçlarını yağlaması üzerine,
bunun gerekli bir iş zannedilmesini önlemek ve bu konudaki sünnetin gün aşın
olduğunu beyân için irâd edilmiş olması da mümkündür."
Münavî de sık sık saç
taramanın nehyediliş hikmetini bu davranışın Acemlerin ve dünya ehlinin âdeti
oluşuna bağlar.
Konuyu özetlersek
diyebiliriz ki, müslüman temiz ve düzenli olmalı, kılık ve kıyafetine dikkat
etmelidir. Ancak, düzenli olma gayreti ile ifrata sapmamalı, bu işi hastalık
derecesine getirmemelidir.[2]
4160...
Abdullah b. Büreyde'den rivayet edildiğine göre;
ResûluIIah (s.a)'in
ashabından birisi, Mısır'daki Fedâle b.Ubeyd'e gitti, yanına yarıp;
"Ben seni
ziyarete gelmedim. Ama, ikimiz Re.sûlullah (s.a)'dan bir hadis işitmiştik.
Senin, o hadis hakkında bilgin olduğunu umarım'' dedi.Fedâle:
O nedir?
Şöyle Şöyle
Bu ne hal! Sen. bu
bölgenin emiri olduğun halde, saçın başın dağınık; Fedâie:
Çünkü Rasûlullah (s.a)
bizi, çok süslenmekten nehyetti.
Ne o? senin ayakkabın
da yok!
ResûluIIah bize, zaman
zaman yalınayak yürümemizi emrederdi.[3]
Hâdis-te "Çok
süslenmek" diye terceme ettiğimiz kelimesi, bâzı nüshalarda âzılarında da
şeklindedir. Ahmed b. Hanbel'in müsnedindeki rivayette de denilmiştir.
Yine Ahmed b.
Hanbel'in Müsnedi'nde, gelen
sahabî'nin Fedâle (r.a)'e şarkı
söyleyen kişi ile ilgili olduğu ifâde edilmektedir.
Hâdis-i şerifte'sık
sık saç taramanın nehyedildiği ve arasını yalınayak yürümenin teşvik edildiği
görülmektedir.
Saç tarama konusu, bir
önceki hadiste ele alınmıştı, burada ilâve ola rak şunu diyebiliriz: "Bu
hadis, normal bir şekilde saç taramanın meşru Dİduğuna delâlet
etmektedir."
Hadiste bir de arasıra
yalın ayak yürümenin teşvik edildiği görülmektedir. Bu konu şerhlerde pek
açıklanmamıştır, kanaatimizce bunun teşvikindeki hikmet, kişinin aczini ve
Allah'a olan ihtiyacım hatırlaması, kibi-t-e kapılmaması ve Dünya'ya
bağlanmamasını temindir.
Aliyyü'l- Kâri,
arasıra yalınayak gezmenin, aynı zamanda bir eğitim olduğunu, kişinin mecbur
kaldığı zaman yalınayak yürüyebilmesini temine yaradığına dikkati çeker ve
"zaman zaman"' ifadesinin bu mânâyı teyid ettiğini söyler.[4]
4161... Ebû
Umâme (r.a)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir.
Bir gün sahâbîler,
Resûlullah'ın yanında dünyayı andılar. Bunun üzerine ResûluIIah "Duyunuz
duyunuz, şüphesiz bezâze imândandır şüphesiz bezâze imandandır" buyurdu.
Râvî: Bezâze; cildin kuru olması ve perişanlıktır" der.
Ebû Davûd der ki, o
(Ebû Omâme) Ebû Ümâme h. Salebe el-Ensâri'dir.[5]
Münzirî'nin
belirttiğine göre, Ebû Amr En-Nemrî, bu hâdisin isnadında ihtilâf edildiğini,
onun için bununla ihticâcm mümkün olmadığını söyler.
Hadisin zahiri,
kişinin düşkün ve perişan bir halde görünmesinin imanın alâmeti olduğuna
delâlet etmektedir. Ebû Davûd sarihleri bu konu üzerinde hiç durmamışlardır.
Aliyy'ül - Kâri konu üzerinde durmuş. Mir-kat'taTürbişti'den naklen şöyle
demiştir: "Hadisten murat şudur; tevâzû, süslenmekte aşırı gitmemek
müminlerin alâmetidir. Kişiyi bu hâle sevkeden imanıdır."
Bu izaha göre
"bezâze" den maksat tevâzû ve sadeliktir.
El-Münzirî "Eski
elbise giymek, süslenmeyi terk etmek,
tevâzû ve nefsi kibirlenmekten uzak tutmak için olursa iman ehlinin
âdetleri nderi-dir. Ama, cimrilikten dolayı veya başkalarına karşı fakir
görünmek maksadıyla olursa övülecek bir davranış değildir" der.
Eski elbise giymenin
imanın şubelerinden sayılması, insanlara eziyet veren şeyleri yoldan atmaya
benzer. Yani nasıl ki insanlara eziyet veren şeyi yoldan atmak imânın
şubelerinden ise, imâna zarar veren kibir ve buna sebep olan şeyleri izâle de
imânın şubelerindendir.[6]
4162... Enes
b. Mâlik (r.a); demiştir ki :
Resûlullah (s.a)'iri
sûkkesi (güzel bir esans)'ı vardı, ondan sürünürdü. Sûkke: Değerli bir esans
çeşididir.[7]
Bazı alimler sûkkenin,
içerisinde çeşitli esansların bulunduğu bir kap olduğunu söylerler.
Avnü'I-Mâbûd'da da bu ikinci mânânın daha uygun olacağına dikkat çekilmekte ve
çünkü eğer maksat, esans olsa idi ''Resûlullah ondan storünürdü" denilmez,
"Onu sürünürdü" denilirdi, denilmekledir.
Hâdis-i şerif güzel
koku sürünmenin mestehap olduğuna delâlet etmektedir. Nesaî, Ahmed, İbn Ebî
Şeybe ve Hakim'in rivayet ettikleri bir hadiste de Efendimiz, "Bana
dünyadan kadınlar ve güzel koku sevdirildi. Gözümün sevinci de
namazdadır." buyurmuştur.[8]
4163... Ebû
Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre: Resûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Saçı olan kimse
ona ikram etsin.[9]
Hâdis-i şerif saçı
olanların saçlarına bakmalarını, onları düzgün ve temi/ tutmalarını teşvik
etmektedir. Halbuki 4159 numarada geçen hadiste, saçların sık sık değil ancak
gün aşırı taranması emredilmekte idi, Bu yüzden iki hadis arasında bir çelişki
olduğu izlemini ortaya çıkmaktadır. Aslında böyle bir çelişki yoktur. Çünkü
orada işaret edildiği gibi, önceki hadisten maksat, saç bakımını bir hastalık
haline getirmemek, aşırılığa kaçmamaktır. Bu hadis ise, usûlü dairesinde ve
aşırılığa kaçmadan saçları temizleyip düzeltmektir. Bu mânâ İslâm'ın ruhuna ve
gayesine uygundur.[10]
4164... Kerime
Binti Hamam (r.a)'den rivayet edildiğine göre bir kadın, Hz. Aişe (r.a)'ye
gelip, kına yakmanın hükmünü sordu.Hz. Aişe:
"Bunda bir mahzur
yok, ama ben hoşlanmıyorum. Çünkü habîbim Resûllah (s.a) onun kokusunu
sevmezdi." dedi.[11]
Ebû Davûd der ki: Hz.
Aişe saçın kınasını kasdediyor.[12]
4165... Aişe
(r.a)'den rivayet edildiğine göre: Hind Binti Utbe:
"Yâ Resüllah,
benimle bîyat et" dedi. Resûlullah (s.a);
"Ellerini (n
rengini) değiştirinceye kadar seninle bîyat etmeyece ğim. Onlar sanki vahşi
hayvan ayağı gibi..." buyurdu.[13]
4166... Âişe
(r.a)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir;
Elinde Resûlııllaha
mektup bulunan bir kadın, perdenin arkasından işaret etti (elini uzattı)
Resûlullah elini tuttu (mektubu almadan çekti) ve:
"Bu erkek eli mi,
yoksa kadın eli mi bilmiyorum?" buyurdu.Kadın:
"Kadın
elidir" dedi.Resûlullah (s.a):
"Eğer sen kadın
olsaydın tırnaklanın (n rengini) kına ile değiştirirdin" buyurdu.[14]
Bu üç hadis kadınların
kına yakmalarıyla ilgilidir. Birincisi başa. diğerleri de ellere kına yakmayı
konu edinmişlerdir.
İlk hadisten
anlaşıldığına göre, kadınların başlarına kına yakmaları mubahtır. Ancak Hz.
Peygamber, (s.a} kokusunu sevmediği için. Aişe (r.a) başına kına yakmamış. Bu
tamamen beşerî bir özelliktir. Resûlullah'm kına kokusunu sevmemesi, onun
mekruh olmasını gerektirmez.
Hadisten İstifâde
edilmesi gereken diğer bir dersde şudur: Kadınlar, kocalarının sevmedikleri
kılık ve davranışlardan kaçınmalı, onların hoşlanacağı şekilde hareket etmeli
ve giyinmelidirler. Bu erkeklerin kadınlar üzerindeki bir haklarıdır.
ikinci hadisten Hıncı
b. Utbe söz konusu edilmektedir. Bu hanım, Ebû süfyâtı'ın hanımı, Hz.
Musâviye'nin annesidir. Mekke fethedildiğinde, Resûlullah (s.a) kadınlardan
hırsızlık yapmayacaklarına ve zina etmeyeceklerine dair bî'at almıştı. Hadisin
siyakından, Hz. Peygamberin hanımlarla elleri ile bî'at ettiği zannedilebilir.
Ama gerçek öyle değildir. Hz. Peygamberin kadınlarla olan bî'atı söz ile
olmuştur. Hz. Âişe ''Vallahi onun eli yabancı hiç bir kadının eline
değmemiştir." buyurmuştur. Şâbî ise Efendimiz'in kadınlarla elinde bez
sarılı olarak biat ettiğini söylemiştir. Bu hadiste konu edilen olay şöyle
olmuştur. Hz. Peygamber, Hind ile bîat edeceği zaman onun elinde kına
olmadığını görmüş ve ellerini vahşî hayvanın ayaklarına benzeterek, ellerinin
şeklini kına yakarak değiştirmedikçe kendisi ile bîat etmeyeceğini
söylemiştir.
Üçüncü hadiste de yine
Efendimiz, elinde kına olmayan kadına tarizda bulunmuş ve ona kına yakmasını
tavsiye etmiştir. Bu iki hadis, kadınların ellerine kına yakmalarının
müstehap, erkeklerin yakmaların ise mekruh olduğuna delâlet etmektedir.
Rasûlullarfın kına yakmayan kadınlara-bu kadar sert davran mas ındaki sebep,
onların bu hâlleri ile erkeklere benzemeleridir. Kadınlar ve erkekler gerek
giyiniş, gerek davranış, gerekse süslenme bakımından birbirlerinden farklı
olmalarıdırlar.
Buharı ve Müslim'in,
İbn AbbasMan rivayet ettikleri bir hâdise göre Peygamber (s.a), "Kadınlara
benzeyen erkeklere ve erkeklere benzeyen kadınlara Allah lanet etsin"
buyurmuştur.[15]
Hâdis-i şeriften
anlaşıldığına göre: Kadınların kınalı olan elleri yabancıya karşı mahrem
değildir. Zaten ilgili âyette[16]
açıkta olan zinetlerin gösterilmesinin caiz olduğu belirtilmektedir.
4167... Humeyd
b. Abdurrahman; demiştir ki;
Muâviye b. Ebî Süfyân,
Hâc senesinde (Resûlullarf in) minberi üzerinde, bir muhafızın elindeki kâkülü
alıp şöyle derken dinlemiştim.
Ey Medine'liler,
alimleriniz nerede?" Ben Rasûlullah (s.a)'ı, bu gibi şeylerden nehyedip
şöyle derken işittim. "İsrailoğulları, ancak kadınları bunu yaptıkları
zaman helak olmuşlardır.”[17]
Hadisin Buharî ve
Müslim'deki rivayetleri aynen buradaki gibidir.[18]
Râvî Humeyd, A bd ur,
rahman b. Avftn oğludur.
Buharî ve Müslim'de, Abdurrahman'ın.
Abdurrahman b. Avf olduğu açıkça ifâde edilmiştir.
Bu babdaki beş hadis,
saç taktırmak, diş inceltmek, yüzdeki kılları yoldurmak gibi şeyleri
kapsamaktadır. Biz bu konudaki hükümleri ve alimlerin görüşlerini babın son
hadisinden sonra vermek istiyoruz. Ancak her hadisin sonunda, özellikle o
hadisle ilgili açıklamalara temas edeceğiz.
Bu hadiste konu edilen
hâdise, Hz. Muaviye'nin halife iken gittiği hâc yolculuğu esnasında omuştur. Zürkânî.
bu hâccın hâlife olduktan sonraki ilk haccı olduğu ve H. 44 senesine
rastladığını söyler. Fetheü'l - Bâri'de ise adı geçen hadisenin H.51 senede
gittiği hâc esnasında olduğu ifâde edilmektedir.
Hz. Mûaviye hacca
giderken, Medine'ye uğramış ve Rasûlullah'in minberi üzerinde halka hitap
etmiştir. Bu hitabe esnasında, bir muhafızın elindeki kâkül parçasını alarak
halka göstermiş ve "Alimleriniz nerede? Ben, Hz. Peygamber'i böyle
şeylerden men ederken işittim" demiştir.
Mûaviye'nin
"Alimleriniz Nerede?" süzünün iki mânâya gelme ihtimâli vardır.
1. Alimler
azaldı, benim bu söylediğimi bilen pek kalmadı.
Bu ihtimal zayıftır,
Çünkü sâhâbîler hadisleri en iyi bilenlerdir. Ancak sahâbilerin çoğu ölmüş
olsalar bile, tabîun arasında büyük alimler vardı.
2. Alimleriniz
neden bu gibi kötülüklere engel olmuyorlar? Çıksınlar ve beni desteklesinler.
Bu hareketin doğru olmadığını onlarda söylesinler.
Bu ihtimal daha
kuvvetli görünmektedir. Buharî sarihi Aynî de bu görüşü savunmuştur.
Hz. Muâviye,
Rasûlullah'ın bu gibi şeyleri nehyettiğini söyledikten sonra Hz. Peygamber
(s.a)'iıı "İsrail oğullan bunları yaptıkları için helak oldular"
buyurduğunu söylemiştir.
Kadı İyâz bu mesele
ile ilgili olarak şöyle der. ''Herhalde İsrail oğullarına kâkül bırakmak
yasakmış da, kadınları bunu yaptıkları için helak olmuşlar. Bazılarına göre
İsrail oğullan bu ve daha başka günahları sebebiyle helak edildiler."
Hâdis-i şerif saç
taktırmanın haram oluşunun yanısıra hükümdarın, kötülüklere mani olmak için
tebaayı takdir etmesinin caiz olduğuna ve bir toplumdaki bazı kişilerin
yaptıklar: kötülükten tüm halkın felaketine uğrayabileceğine de delildir.[19]
4168... Abdullah
b. Ömer (r.a)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir. Rasûlullah (s.a) saç ekleyene
ve ekletene, dövme yapana ve yaptırana lanet etti.[20]
Hadisin Buharî'de ki
bir rivayeti Ebû Hureyre'den, cincisi de İbn Ömer'dendir. BuharîMe ayrıca, saç
ekletmenin yasak olduğuna dair Hz. Aişe (r.a)'dan gelen rivayetler de vardır.
Müslîm'deki rivâyetise burada olduğu gibi İbn. Ömer'dendir.
Bu hadiste dört tâbir
geçmektedir. Kısaca onları açıklamak istiyoruz.
1. Vâsüe:
Kadının saçına, başka bir saçı ekleyen kadındır.
2. Müstevsile:
Saçına saç ekleten kadın.
3. Vâsime:
Dövme yapan kadın. Dövme deriyi iğne gibi sivri uçlu bir şeyle delip, içerisine
barut veya sürme doldurarak yapılır. Bu doldurulan madde bir daha çıkmaz.
4.
Müstevşime: Vücuduna dövme yaptıran kadın.[21]
4169... Muhammed
b. İsa ve Osman b. Ebİ Şeybe, (jenr'cjen; Cerîr, Mansur'dan; O, İbrahim den;
İbrahim, Alkame'den, o da Abdullah (îbn Mes'ûd)'dan şöyle dediğini rivayet
etmişlerdir.
Dövme yapan ve
yaptıran - Muhammed"in rivayetine göre - saç ekleyen, - Osman'ın
rivayetine göre - Yüzün kılını yolduran - Her ikisinin rivayetine göre -
güzellik için dişlerini törpülettiren, Allah Acza ve Cel-le'nin yarattığı şeyi
değiştiren kadınlara Allah lanet etsin.
Bu haber, Beni Esad
kabilesinden Ümmü Ya'kîıp denilen bir kadına -Osman, Kur'an okuyan bir kadın,
dedi - ulaştı. Kadın Abdullah'a geldi ve "senin, döğme yapan ve döğme
yaptıran -Muhammed'in rivayetine göre, saç ekleyen, - Osman'ın rivayetine göre,
yüzünün kılını yolduran, -Her ikisinin rivayetine göre, dişlerini torpilleten -
Osman, güzellik için dişlerini torpilleten, dedi. - Allah'ın yarattığı şeyi
değiştiren kadınlara lanet ettiğini duydum." dedi.Abdullah:
"Rasûlullah'm
lanet ettiği kişiye, ben niçin lanet etmeyecekmişim? Üstelik bu Allah'ın
kitabında da var.”
Kadın:
"Ben Kur'anın iki
kapağı arasına (Kur'anın tamamını) okudum, öyle bir şey
bulamadım."Abdullah:
"Vallahi, eğer
sen Kur'anı okusaydın onu bulurdun" dedi. Sora da;
"Rasûl size ne
getirdi ise onu alın, sizi neden nehyetti ise de derhal vazgeçin"[22]
ayetini okudu. Kadın:
Ben bunların bir
kısmını senin hanımında da görüyorum" Abdullah:
"Gir (eve)
bak"
Kadın eve girdi, sonra
çıktı. Abdullah:
"Ne gördün?"
Osman'ın rivayetine
göre - Kadın: " Bir şey görmedim" dedi. Abdullah;
"Eğer öyle
(dediğin gibi) olsaydı o bizimle beraber olmazdı (onu terkederdim.)"[23]
dedi.[24]
Bu Hadis Musannif a
Muhammed h. İsa ve Osman b. Şeybe adında iki ayrı hoca tarafından rivayet
edilmiştir. Bu iki üstadın rivayetleri arasında da bazı farklar vardır. Biz bu
farklara her birisinin isimlerini tire içine alarak işaret ettik. Aynca bu
farklı rivayetlerden dolayı, isnadı da tercemeye geçtik.
Hadisin Buharî'deki
rivayeti daha kısadır. Ümmü Yakûb'un itirazı ve bununla ilgili gelişmeler,
Buharî'de mevcud değildir. Müslim'in rivayeti ise aynen Ebu Davûd'daki gibidir.
Ancak onda, buradaki gibi farklı rivayetler yoktur.
Bu hadiste, saç ekleyen
ve ekleten, döğme yapan ve yapı ırana ilâveten, yüzünün kıllarını yolduran,
güzel görünmek için dişlerini torpilleten, Allah'ın yarattığı şeyi değiştiren
kadınların da Allahın ve Rasûlu'nun lanetine maruz kaldıkları beyan
edilmektedir. Şimdi son iki terimi izah edelim.
Mütenemmisa:
"Yüzünün kılını yolduran kadındır. Ulema bundan maksadın kaşı aldıran
olduğunu söylerler. Yüzünün kılını yolan kadınlara da Vamisa denilir.
Mütefellice: Güzel
görünmek için dişlerini torpilleten, dişlerin arasını açtıran kadın demektir.[25]
4170... İbn
Abbas (r.a) demiştirki: Saç ekleyen ve ekleten, yüzünün kılını alan ve
aldıran, hastalıktan dolayı olmadan döğme yapan ve yaptıran kadınlara lanet
edildiler.
Ebû Davûd şöyle dedi:
Vasile: Saçı
kadınların saçına ekleyen kadın. Müstevsile, kendisine saç eklenen kadın,
Namisa; inceltinceye kadar kaşı yolan kadına Müte-nemmisa kaşı yolunan kadın,
Vasime: Yüzünü sürme veya mürekkeple ben yapan kadın, Müstevşime de, kendisine
ben yapan kadın demektir.[26]
4171... Said
b. Cübeyr (r.a) "karmellerle (saçı ulamakta) mahzur tur." demiştir.
Ebû Davûd der ki:
"Galiba Saîd b.
Cübeyr, yasak olanın kadınların saçları olduğu görüşündedir."
Ahmed (b. Hanbel) de
"karmellerdc (saçı ulamakta) mahzur yoktur" derdi.[27]
Karmel: Uzun dallı yumuşak
bir bitkidir. Burada maksat iplik ve yünden yapılan ve saçlara eklenen
örgülerdir.
Bu haberden
anlaşıldığına göre, Saîd b. Cübeyr ve Ahmed b. Hanbel, kadınların, insan
saçından başka şeylerle saçlarını uzatmalarının caiz olduğu görüşündedirler.
Görüdüğü gibi bu
bab'da beş hadis yer almıştır. Biz terceme esnasında her birisi için bazı
izahlar yaptık. Şimdi de bu hadislerin hepsinin ifâde ettiği hükümleri ve bu
konulardaki görüşleri ele almak istiyoruz. 1. Saç eklemek ve ekletmek, caiz
değildir.
a) Bir
kadının saçına başka bir kadının saçından kesilen parçayı eklemek veya başka
bir kadının saçından yapılan peruğu takmak ittifakla caiz değildir. Bu konuda
ulemadan bir ihtilaf nakledilmemiştir.
b. Saça insan saçı
değil de hayvan yünü veya kılı eklemek, yada bunlardan yapılan peruğu takmak,
Askalanî, Kastalanî ve Nevevi'nin belirttiğine göre bu da caiz değildir. Kadı
îyaz, Malık ve Taberanî'nin ne ile olursa olsun saç ulatmanın caiz olmadığı
görüşünde olduklarını söyler.
Bazı Şafiî alimleri,
kocasının izni olması şartı ile insan saçından başka bir kıldan yapılmış olan
peruk takmanın veya saça bunları etletmenin caiz olduğunu söylerler.
Ahmed b. Hanbel'e göre
kıl ile yapılan eklemeler caiz değil, bez veya başka maddelerden yapılanı
caizdir. Yukarıda, Said b. Cubeyr'in de aynı görüşte olduğunu belirten bir
ifadeyi nakletmiştik.
Ebû Hanife'nin
Müsned'inde İbn Abbas'm "yün ile yapılanda mahzur yoktur. Yasak saç ile
ilgilidir." dediği rivayet edilmiştir. İmam Muham-med de; "bununla
diyoruz ki kadının saçına bir saç eklemesi veya kakül edinmesi mekruhtur.[28]
Başına bir yün bağlatmasında ise beis yoktur." der.
Bu ifadelerden
anlaşıldığına göre, Hanefîler'e göre de, saça insan saçı eklemek caiz değildir.
Başka bir madde ile yapılan ekleme ve perukda ise mahzur yoktur.
Hadislerde sadece saç
takan ve taktıran kadınlar söz konusu edilmiş erkeklere temas edilmemiştir.
Kanaatimizce erkekler için de hüküm aynıdır. Ancak bu hareket daha çok
kadınların âdeti olduğu için. Efendimiz, kadınları söz konusu etmiştir.
2. Döğme
yapmak ve yaptırmak haramdır.
Herhangi bir mazeret
olmadan keyfi olarak döğme yaptırmanın haram olduğunda alimler görüş birliği
içerisindedirler. Bu konuda Nevevî şöyle demektedir;
"Döğme yapan da
yaptıran da haram işlemiştir. Döğme yapılan yer pis olur. Eğer onun ilâçla
izâlesi mümkün olursa, izâle edilmesi gerekir. O uzva cerrahî bir müdahale
olmadan döğmenin izâlesi mümkün olmaz ve cerrahî ameliye sonunda telef olmak ya
da uzvun kaybedilmesi veya menfaatinin yok olması gibi bir halden korkulursa,
dövmenin izalesi gerekmez. Bu durumda lövbe ederse günahı kalmaz. Ama böyle bir
şeyden kork-mazsa, cerrahî yoldan izale etmeyi geciktirmesi halinde günahkâr
olur"
3. Yüzünün
kılını aldırmak da caiz değildir. Yukarda da belirtildiği gibi yüzünün kılını
aldırmaktan maksat, kaşı inceltmek, kirpikleri tımar etmektir. Bıyık ve sakal
yerinde biten kılları yolmak değildir. Hattâ, alimler kadınların bıyık ve
sakal yerlerindeki kıîları yolmalarının müstehap olduğunu söylerler.
Zahirî mezhebi
alimlerinden jbn Hazma göre. kadınların sakal ve bıyık yerlerindeki kılları
yolmaları da haramdır. Kişinin Allah'ın yarattığı hilkati değiştirmesi
kesinlikle caiz değildir.
4. Güzel
görünmek için ön dişleri törpületerek aralarını açmak caiz değildir. Şerhlerde
bu konuda da bir ihtilaf zikredilmemişlir.
Yasak olan bu
hareketleri, hem yapmak hemde yaptırmak caiz değildir. Her iki taraf da
günahkâr olur.
Bu hâdis-i şeriflerden
elde ettiğimiz üç hüküm daha vardır. Bunlar:
a) Haram
olan bir şeyin ticaretini veya sanatkârlığını yapmak da haramdır. Yani kişi
haram bir muameleyi ücreti ile başkası için de yapamaz. Meselâ içki satamaz.
b) Bir kadın
dinen caiz olmayan bir harekette bulunur veya dinin icaplarını yerine
getirmekten kaçınırsa, kocası onu boşayabilir.
c) Bir
memlekette, günah olan fiiller yayılırsa cezasını tüm halk çeker.[29]
4172... Ebû
Hureyre (r.a)'den şöyle rivayet edilmiştir: Rasülullah (s.a) şöyle buyurmuştur.
"Kendisine güzel koku
ikram edilen kişi onu reddetmesin. Çünkü, o esansın kokusu güzel, taşıması
hafiftir."[30]
Hadisin Müslim'deki
rivayetinde "tıb" kelimesi yerine, "reyhan" kelimesi yer
almıştır. Bu, hadiste mevzubahs edilen, hükmün, sadece "tîb” e değil,
bütün güzel kokulara şâmil olduğunu gösterir. Nitekim Kâdî İyâz buna işaret
etmiştir. Onun için biz "tîb" kelimesini "güzel koku" diye
terceme ettik.
Kâmus'ta:
"Tîb" sürünülen güzel kokudur ki Misk, anber ve dühn gibi helâl
şeylere denir" denmektedir.
Hâdis-i şeriften
anladığımıza göre kendisine güzel koku takdim edilen bir kimsenin bunu kabul
etmeyip reddetmesi sünnete aykırıdır.
Rasülullah (s.a) ikram
edilen güzel kokunun reddedilmemesi gerektiğine işaret ettikten sonra bunun
gerekçesini, kokusunun güzel ve taşımasının hafif olduğu şeklinde
açıklamıştır.
Biz fiilini (dâl)'ın
fethası ile Nehy sîgasıyla okuyarak "reddetmesin" diye terceme ettik.
Bu fiilin şeklinde (dâl)'ır dammesi
ile, menfî olarak okuması da mümkündür. O zaman hadisin mâ hâsı:"kendisine
güzel koku ikram edilen bir kimse onu reddetmez" şeklinde anlaşılır.
Avnü'l Mâbûd'un Hint baskısında, bu fiilin değişik hare kelerine işaret
edilmiştir.[31]
4173... Ebû
Musa el-Eşarî (r.a) demiştir ki. Rasülullah (s.a) şöyle buyurdu;
"Kadın koku
sürünür ve kokusunu farketsinler diye bir toplum uğrarsa o şöyle
şöyledir."
Ebû Musa:
"Rasülullah, çok ağır sözler söyledi" der.[32]
4174... Ebu
Ruhm'in azatlısı Ubeydullah'dan rivayet edildiğine göre;
Ebû Hureyre (r.a) bir
kadınla karşılaştı. Kadından esans kokusu hissetti eteğinde de (yukarı doğru
yükselen kokulu) toz vardı. Kadına:- " Ey Cebbar (olan Allah'ın) cariyesi,
Mescidden mi geliyorsun?" dedi.
Kadın:
Evet
Onun için mi koku
süründün? -Evet
Ben Sevgili
Peygamberim Ebü'l - Kasım'ı şöyle derken işittim: "Şu mescid için koku
sürünen bir kadının namazı (evine) dönüpte cünüplükten dolayı guslettiği gibi
gusledinceye kadar, kabul edilmez."[33]
Ebû Dâvûd derki; "I'sâr tozdur." dedi.[34]
4175... Ebû
Hureyre (r.a) Peygamber (s.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
"Buhur Sürünen
bir kadın, bizimle birlikte yatsı namazına gelmesin.[35]
Babın ilk hadisinde
Hz. Peygamber güzel koku sürünüp de erkeklerin yanma varan bir kadın için çok ağır
sözler söylemiştir. Ebû Davud'un rivayetinde Hz. Peygamber'in ne dediği
sarahaten belirtilmemiştir. NesaTnin rivayetine göre Efendimiz "Kokusunu
almaları için bir toplumun yanma varan kadın zinâkâr-dır." buyurmuştur.
Tirmizî'deki rivayette de, "O kadın şöyle şöyle yani zinâkârdır."
buyurduğu bildirilmiştir.
Râsûlullah'ın yabancı
erkekler için koku sürünen bir kadın için, "Zinâ-kâr" tabirini
kullanması, mecazî bir tabirdir. Yani bu kadın o haliyle içinden erkekleri
arzulamış ve onların kendisine bakmasına sebep olmuştur. Bu da göz zinasıdır.
Hz. Peygamber Efendimiz.Jjif şekilde ağır bir dil kullanarak, kadınları bu tür
davranışlardan men etmek istemiştir. Maksadı o kadının bilinen manâsıyla
zinâkâr olduğunu ifâde değildir.
İkinci hadiste, Ebû
Hureyre (r.a)'m bir kadınla karşılaşması anlatılmaktadır. Kadının elbisesinden
etrafa güzel kokular yayılmakta idi. Eteğinden de tozlar yükseliyordu. Hadiste
bu mânâ cümlesi ile ifâde edilmiştir.(i'sâr) hortum dediğimiz,
rüzgarın toz toprağı
gökyüzüne doğru kaldırması hadisesidir. Kadının eteğinde i'sâr olması, -
Allah'u alem -, eteğinden yukarı doğru tozların kalkmasıdır.
Hâdis-i şerifte, Ebû
Hureyre (r.a); Hz. Peygamberi, camiye gitmek için güzel koku sürünen bir
kadının cenabetten dolayı güsl ettiği gibi gusl etmedikçe namazının kabul
edilmeyeceğini söylediğini belirtmiştir.
Hadisin zahiri, böyle
bir kadının hemen gidip, vücudunun tamamını yıkaması gerektiğine delâlet
etmektedir.
Avnü'l - Mabûd
Müellifi bu mânâyı tercih etmiştir. Aliyyü'l - Kâri ise, "Kadın vücudunun
tamamına koku süıiinmüşse gusleder, bir kısmına sürünmüşse sadece koku sürülen
kısmı yıkar" demektedir.
Bu hadis sahîhse ya
hüküm sonradan kaldırılmıştır. Yada Aliyy'ül Kâ-rî'nin dediği gibi maksat
kokunun giderilmesidir. Çünkü bu hâl, namaz'in kabulüne mâni görünmez. Münzirî,
bu hadisin râvîleri arasında Asım b. Ubeydullah El-Amrî'nin bulunduğunu ve onun
hadislerinin delil olamayacağını belirtir.
Üçüncü hâdistede,
Peygamber {.s.a) koku sürünen kadınların yatsı namazına gelmemelerini
istemektedir. Yatsı namazı vakii. etrafın karanlık olduğu insanların
tanınmadığı bir vakittir. Koku sürünen hanımların yatsı namazına gelmemelerini
istemek, diğer namazlara da gelmemelerini gerektirir. Çünkü önemli olan bir
vakit namaz değil; erkeklerin, kadınların çekiciliğini hissetmeleridir.
Bab'ın bütün hadisleri
hanımların süslenip, parfümler sürerek yabancı erkeklerin yanlarına
çıkmalarının caiz olmadığını delâlet etmektedir.
Kadın; kocası için
güzelleşebilir, süslenir ve ona etki edecek kokular sürünür. Yabancı erkekler
için ise, bunların hiç birisi caiz değildir. Bu tür davranışlar şehvetlerin
kabarmasına, akılların çeiinmesine ve çirkin sonuçların doğmasına sebep
olabilir. Bu da, en büyük günahların irtikabı, ailelerinin dağılması ve
cemiyetin kokuşması sonucunu doğurur.
Fert, aile ve toplumun
refah ve saadeti İslâm'ın emir ve yasaklarına rivayetle gerçekleşir.[36]
Halûk: Za'ferân ve
bazı başka maddelerin karıştırılmasından meydana gelen bir parfümdür. Turuncuya
çalan renktedir. Aslında kadınların kullandıkları bir parfüm çeşididir. Bu
konudaki hadislerde anılan parfüm türünün erkekler tarafından kullanılmasının
hükmü konu edilmektedir.
Hadislerin bir kısmı
erkeklerin halûk kullanmalarının caiz oluşuna, bazıları ise yasak oluşuna
delâlet etmektedir. Yasak oluşuna sebep bu parfümün kadınlara mahsus oluşudur:
Avnü'l Ma'bûd'daki
ifâdeye göre; Mecma'da yasaklığa delâlet eden hadislerin, cevaza delâlet
edenleri nesli ettiği bildirilmekledir.[38]
4176... Ammar
b. Yâsir (r.aVın şöyle dediği rivayet edilmiştir.
Bir gece ellerim yarık
bir halde aileme geldim. (Ellerime) za'ferân sürdüler. Ertesi gün Rasûlullah
(s.a)'e gelip selâm verdim. Selâmıma karşılık vermedi,
"merhaba"'demedi. "Git şunu yıka" buyurdu. Gittim, onu yıkadım
sonra geri geldim. Elimde zaTerândan az bir leke kalmıştı. Selâm verdim,
Selâmıma yine karşılık vermedi. “Merhaba" demedi. (Tekrar) "Git şunu
yıka" buyurdu.
Gittim ve onu yıkadım.
Sonra Hz. Peygamber (s.a.)’e gelip selâm verdim. Bu sefer selamımı aldı,
"Merhaba" dedi ve şöyle buyurdu. "Şüphesiz melekler kâfirin
cenazesinde, Za'ferân sürünenin ve cünübün yanında hayırla bulunmazlar"
Râvî;
"(Rasûlullah) cünüp için uyumak, yemek veya içmek istediği zaman abdest
almasına ruhsat verdi." dedi.[39]
Za'ferân, safran
bitkisi demektir. Hadisten anlaşıldığına göre, râvî Ammar b. Yâsir'in elleri
çatlamış, ailesi de tedavi maksadıyla elindeki çatlaklara safran sürmüşler. Hz.
Ammar, o vaziyette Rasûlullah'a gelmiş, ama Efendimiz, Ammar'daki safran kokusunu
beğenmemiş, selâmını almamış ve yıkamasını emretmiş daha sonra da meleklerin,
kâfirlerin cenazesinde rahmet ve hayır anarak bulunmayacaklarını safran süren
ve cünübün yanında da bulunmayacaklarını haber vermiştir.
Avnü'l-Ma'bûd'da,
meleklerin cünübün yanında bulunmamaları., onların içerisinde cünüp bulunan
eve girmemeleri olarak izah edilmiştir.
Bu hadis sadece Ebû
Davûd'da vardır.
İbn Reslân ise bu
sözden anlaşılacak ilk mânânın, meleklerin, safran sürünen veya cünüp olanın
cenazesinde bulunmamaları olduğunu, ama onların diri olmaları, haline de
ihtimâli bulunduğunu söyler. Nitekim hadisin devamındaki, "cünüp uyumak,
yemek veya içmek istediği zaman abdest almasına ruhsat verdi." Cümlesi de
buna delâlet etmektedir. 4178 ve 4180 numaralarda gelecek olan hadislerde,
üzerinde durduğumuz hadiste işaret edilenlerin İbn Reslân'ın ihtimal olarak
gördüğü, dirilerin olduğunu göstermektedir.
Hadisin alimler
tarafından üzerinde en çok durulan bölümü meleklerin cünübe yaklaşmamaları
konusu olmuştur. Bu mesele üzerinde alimler çeşitli görüşler beyan
etmişlerdir. Bunlardan bir iki tanesine yukarıda işaret etmiştik. Avnü'l -
Ma'bûd'da belirtildiğine göre meleklerin kendisine yaklaşmadıkları cünüb kişi
hakkında şu ihtimâller söz konusudur.
1. Buradaki
cünübten maksat, zinadan dolayı cünüp olandır.
2. Cünüp
olduktan sonra ahdest almayandır.
3.
Cünüplükten yıkanmakta gevşeklik gösteren, ancak Cuma'dan Cuma'ya yıkanandır.
Hattabî'nin ifâdesine
göre maksat, ya cünüp olduktan sonra abdest almayan veya yıkanmamayı adet
haline getirendir.
Bu ihtimallerden
hangisini ele alısak alalım, hâdis-i şerif, cünüp olan birisinin hemen
yıkanmasını teşvik etmekte, yıkanmayı geciktirmenin meleklerin kendisinden
uzak kalmalarına sebep olacağı belirtilmektedir.
Hadisin bu babda sevk
ediliş sebebi, safran sürünmenin erkeklere caiz olmayışının ifade edilmesidir.
Caiz olmayanın, bu maddenin elbiseye sürülmesinin mi bedene sürülmesinin mi,
yoksa her ikisine sürülmesinin mi olduğu konusunda alimlerimiz ihtilâf
etmişlerdir. Bu ihtilâfları ve alimlerimizin görüşlerini babın son hadisini
izah ederken ortaya koyacağız. Burada şu kadarına işaret edelim; halûk veya
za'ferân sürünmek erkekler için caiz görülmemektedir. Buna sebep, anılan
parfümlerin kadınlara mahsus oluşudur.
Bu hadisle ilgili
olarak tekrar dikkat çekmek istediğimiz bir konu da, kendisine gusletmek
icâbeden kişinin, yemek içmek, veya uyumak istediği zaman bir abdest almasının
yeterli görüldüğüdür.[40]
4177... Bize
Nasr b. Ali haber verdi. Bize Muhammed b. Bekir haber verdi. Bize İbn Cüreyc
haber verdi. Bana Ömer b. Atfı bin Ebî'l - Huvâr haber verdi. O, Yahya b.
Yâmer'den işitmiş, Yahya; bir adamdan, o da Ammar b. Yâsir'den haber verdi.
Ömer, Yahya b. Yârher'in bu zatın ismini söylediğini, ama kendisinin onu
unuttuğunu zannetti. Ammar "Ben haluk sürünmüştüm" diye başladı ve
Önceki (hadisteki) hadiseyi anlattı.
Önceki hadis bir çok
yönden daha tamdır. Onda gusul zikredilmiştir.[41]
(İbn Cureyc) der ki:
Ömer'e "Onlar (Ammar ve ailesi) ihramlı mıydılar?" dedim.
"Hayır, onlar mukimdiler" dedi.[42]
4178... Rabi
b. Enes, dedelerinden, Ebû Musa'yı şöyle derken işittiklerini nakletmiştir.
Rasûlullah (s.a):
"Allah (cc)
bedeninde halûkdan bir eser olan adamın namazını kabul etmez" buyurdu.[43]
Ebu Davud, Rabı'nin
dedeleri: Zeyd ve Ziyûd'dır." der.[44]
İbnü'l Münzîr hadîsin
isnadı ile ilgili olarak şunlan söylemektedir; "Hadisin isnadında Ebû
Cafer, Râzi, İsa b. Abdullah b. Mâhân var. Ali b. El-Medînî, Ahmed b. Hanbel ve
Yahya b. Ma'în'in bu şahıs hakkında söyledikleri sözler birbirini tutmamaktadır,
îbnü'l - Medînî onun için bir seferinde "sîka" bir seferinde
"karıştırıyor" demiştir. İmam Ahmed bir seferinde "Kuvvetli
değil" derken başka bir seferinde "hadis-i salih" der. Yahya b.
Maîn de bir defa, "sika", başka bir defa ise, "hadisi yazılır,
ama hata eder" demiştir. Ebû Zur'a er-Razi; "çok yanılır."
Fellâs da "hıfzı kötü" demişlerdir."
İbnü'l Münzir'in bu
naklettikleri, ravîlerden Ebû Cafer Er-Razî nın tenkide maruz birisi olduğunu
ifade etmektedir.
Hadisin zahiri: halûk
sürünerek namaz kılan kişinin namazının makbul olmadığını ifâde etmektedir.
Ancak maksat hadisin zahiri değildir. Seyyid
Cemaleddîn hadisten
maksadın, halûk sürünen kişi kadına benzediği için kâmil namazın sevabını kaçıracağı
olduğunu söyler. İbn Melek de hadisin, halûk sürünmeyi men etmek için tehdit
olarak varid olduğunu belirtir.
Aliyyü'I-Kâri
ise" bedeninde halûkdan bir eser olarT sözünün yasak olan, çoğunu kullanmaktır"
diyenlere red olduğunu söylemekledir.[45]
4179... Enes
(r.a) demiştir ki:
"Resûlullah
(s.a), erkekleri zaferan sürünmekten nehyetti."
Müsedded; ismail'den
"Erkeğin zâferan kullanmasını" diye rivayet etti.[46]
Hadisin Müslim'deki
bir rivayetinde Zaferân sürünmenin nehyedildiği mutlak bir şekilde
ifadelendirilmiş, erkek veya erkekler kelimesi yer almamıştır. Ancak ravilerden
Kuteybe, Hammad'dan "yani erkekler için" şeklindeki tefsire işaret etmiştir.
Müslînıin ikinci rivayeti ise aynen Müsedded'in, İsmail'den yaptığı rivayet
gibidir.
Bu hadiste Hz.
Peygamber (s.a)'in erkekleri zaferân sürünmekten nehyettiği ifade edilmektedir.
Avnü'l-Ma'bûd'da nehyin genel olduğu, hem elbiseye, hem de bedene şâmil bulunduğu
bildirilmektedir. Bezlü'l - Mec-hûd sahibi ise nehyi, zaferânla boyanmış elbise
giymeye hamletmiştir.
İbn Tın ve İbn
Battâl'da nehyin bedene mahsus olup kerahete hamledileceğim söylemişlerdir.[47]
4180...
Ammar b. Yasîr (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir:
"Üç gurup varki,
onlara (rahmet) melekler yaklaşmaz. Bunlar; kâfirlerin ölüsü, halûk sürünen
kişi ve abdest alması hali müstesna cünüp olandır."[48]
Münzirî tabiim Râvî
olan Hasen'in, Ammar'dan hadis işitmediğini, dolayısıyla hadisin munkatî olduğunu
söyler.
Hadis insanlara rahmet
ve bereketle inen meleklerin bu üç gruba yaklaşmayacaklarını beyan
buyurmaktadır. Yazıcı melekler bu sınıfa dahil değildirler. Çünkü onlar
mükelleflerden hiç bir zaman ayrılmazlar.
Meleklerin
yaklaşmadığı kişiler, kâfir olarak ölenin cesedi, üzerine halûk sürmüş kişi ve
cünüptür. Buradaki cünüpten inaksal, su bulunduğu ve hiç bir mazereti olmadığı
halde yıkanmayı geciktirendir. Hadis-Î şerifte cünübün yıkanmasa bile abdest
alması, hükümden istisna edilmiştir. Çünkü abdest hadesi hafifletir.[49]
4181...
Velid b. Ukbe'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir.
Rasûlullah (sa.)
Mekke'yi fethedince, Mekke'liler çocuklarım ona getirmeye başladılar.
Rasûlullah (s.a)'da onlar için bereketle dua ediyor ve başlarını sıvazlıyordu.
Kendisine bende gciirildim. Bana halûk sürülmüştü. Rasûlullah (s.a) halûktan
dolayı bana dokunmadı.[50]
Münzirî bu hadisin
isnadının muzdarip olduğunu söyler.Yine Munzirî'nin ifadesine göre tarihçilerden,
Velid b. Ukbe'nın Mekke Fethi gününde çocuk olduğu rivayetinin doğru olmadğı
nakledilmiştir. Çünkü, Hz. Peygamber (s.a)'in onu, Ben-i Mustalık Kabilesi'ne
âmil olarak gönderdiği ve hanımının kendisini, Efendimiz'e şikâyet ettiği
rivayet edilmiştir. Yine onun Bedir esirlerinin fidye ile kurtarılması
esnasında geldiği rivayet edilmiştir.
Mekke fethi günü çocuk
olan birisinin Ben-i Mustalık'a âmil olarak gitmesi, yada Bedir savaşı
esirlerinin kurtarılmasında bulunması mümkün olmaz.
Yine Zübeyir ve daha
başkalarının rivayetlerine göre. Ukbe'nin oğullan İmara ve Velîd (hadisin
râvîsi) kız kardeşleri, Külsiim'ü hicretten vazgeçirmek için yola çıktılar.
Onun hicreti Peygamber Efendimiz'le Mekke-li'ler arasında sulh olduğu zamanda
vuku bulmuştur. Mekke Fethi gününde çocuk olup başına halûk sürülen birisinin
böyle bir şey yapabilmesi mümkün değildir.
Görüldüğü gibi hadisin
sıhhati oldukça şaibelidir. Sahîh olduğu kabul edilirse, Hz. Peygamber'in
çocuktaki halûk kokusunu tasvip etmediği ortaya çıkıyor.
Avnü'l - Ma'bûd bunu,
halûk sürünmenin erkek çocuklarına da caiz olmadığına işaret kabul etmiştir.
Bezlü'I - Mechûd'da ise Hz. Peygamber'in Velid'in babasını okşamama sebebi şu
ihtimallere bağlanmıştır.
1. Halûk
daha yeni sürülmüştür. Eline bulaşmasını istemediği içindir.
2. Çocuğun
anne babasına ikaz için böyle yapmıştır.
Bezlü'l-Mechud sahibi
bunun, erkeklerin kendileri için haram olan şeyleri erkek çocuklarına da
kııllanamıyacaklarına delil olduğunu söyler.
Hanefî fıkıh
kitaplarından ed -Dürrü'l-Muhlar'da "Erkek çocuğa ipek giydirmek ve altın
takmak mekruhtur. Çünkü giyilmesi ve içilmesi haram olan şeyi giydirmek ve
içirmek de haramdır." denilmektedir.
İmam Şafî'ye göre ise
büyükler, küçükleri giydirme hususunda sorumlu değillerdir.[51]
4182... Enes
b. Malik (r.a)'den; şöyle dediği rivayet edilmiştir;
Bir adam üzerinde
(za'ferân) sarılığı (nın) izi olduğu halde Rasûlullah (s.a)'in yanına girdi.
Rasûlllah Efendimiz, yüzünde hoşlanmadığı bir şey bulunan bir adama çok az
yönünü dönerdi. Adam çıkınca "keşke ona şunu (boyayı) yıkamayı
emretseydiniz." buyurdu.[52]
İsnâddaki Selm
el-Alevî hakkında hayli konuşulmuştur. Bunların özeti şudur:
İbn Maîn'den onun
zayıf olduğu rivayet edilmiştir. Buharı, " Şube onun zayıf olduğunu
söylemiştir" der. Şube: "Salim El-Alevî hilali herkesten iki gün
önce görürdü hadisi münkerdir. Sîka Râvîlere muvafık olduğunda bile hadisi
delil olmazdı., yalnız kaldığında ne olur?" der.Ebû Davûd:
"Bu yıldızlara
bakan Alevî değildir. Adiy b. Ertabe'nin yanında hilali gördüğüne şahitlik etti
ama Adiy onun şahitliğini kâfî görmedi. Sünen'de Onun bir tek hadisi var"
demiştir.
Sâci : "Onda bir
zayıflık var" demiştir. İbn Şâhîn ise onu sîka râvîler arasında
zikretmiştir. Yahya b. Maîn'ı, Şûbe'nin dedikleri nakledilmiş o da: "Onda
beis yok görüşü keskindi, hilâli herkesten evvel görürdü. Bir seferinde de
hilâli tekbaşma gördü, başka birisi görmemişti. Tek olduğu içinde Adiy
şahitliğini kabul etmedi" demiştir.
îbn Adiy de onun
hakkında şunları söylemektedir. "El - Alevi, Ali b. Ebi Talib'in
evlâdından değildir. Ancak Basra'da Ali evlâdından bir grup vardı. Bu şahıs da
o gruba nisbet edildi."
Görüldüğü gibi Selm
el-Alevî'nin lehinde konuşanlar olmakla birlikte, aleyhinde epey lâf
edilmiştir. Onun için hadisini kabulde temkinli olmak gerekir.
Bu bab'da geçen
hadislerin tümünde erkeklerin za'ferân sürünmelerinin caiz olmadığı
görülmektedir. Gerçi Buhâri ve Müslim'de, Abdurrah-man b. Avf'ın üzerinde
za'ferân'ın eseri olduğu halde, Hz. Peygamber'in yanma geldiği ve Efendimiz'in
kendisini nehyetmediğini bildiren bir hadis vardır. Ama za'ferân'ın erkek için
caiz olmadığına delâlet eden hadisler karşısında istidlale elverişli
bulunmamıştır. Alimler bu hadisi karşı mânâdaki hadislerle uyuşturmak için
birçok görüş beyân etmişlerdir. Bunlardan birisi; Abdurrahman (r.a)'ın
üzerindeki za'ferân eserinin yeni evlendiği hanımından bulaşmış olmasıdır.
Müctehid imamlardan
erkeklerin za'ferân ve halûk sürünmelerinin caiz olduğu tarzında bir nakil
göremedik, ancak imamlar, tartışılan za'ferân sürünmenin, elbisede mi, vücutta
mı yoksa her ikisinde mi olduğunda ihtilaf etmişlerdir.
İmam Ebû Hanîfe, İmam
Şafiî ve tabiilerine göre erkeklerin hem bedenlerinde hem de elbiselerinde
za'ferân kullanmaları haramdır. Bu bab-da geçen hadislerin mutlak oluşu bu
görüşe delildir.
Malikîler'e göre ise
haram olan, za'ferânın bedende kullanılmasıdır. Elbisede değil. Bunların delili
de 4178 numarada geçen "Allah bedeninde halûktan eser bulunan bir adamın
namazını kabul etmez" mânâsındaki hadistir. Çünkü bu hadisin mevhumu
tehdidin bedenin dışındaki kısımlara şâmil olmayışına delâlet etmektedir.[53]
1.
Erkeklerin hafûk ve za'ferân gibi kadınlara mahsus kokuları kullanmaları caiz
değildir.
2. Melekler
kâfirin cenazesine, üzerine za'ferân sürünene ve cünüp olana rahmetle yaklaşmazlar.
3. Cünübün
abdest aldıktan sonra uyuması, yemesi ve içmesi caizdir.
4.
Erkeklerin za'ferân sürünmelerinin caiz olmayışı ihramlı olmaya mahsus
değildir.
5.
Elbisesinde halûk eseri olan kişinin namazının sevabı lam değildir.
6.
Erkeklerin za'ferân sürünmeleri caiz olmadığı gibi küçük çocuklara sürmeleri de
caiz değildir.
7. Kişi
dinen meşru olmayan bir davranışta bulunanı görünce ondan yüz çevirmelidir.[54]
4183... El-
Berâ (r.a)'m şöyle dediği rivayet edilmiştir. Kırmızı elbise içinde saçları
boynuna dökülenler içinde Rasûlullah (s.a)'den daha güzel birini görmedim.
Râvî Muhammed b.
Süleyman buna "onun omuzlarını döven saçı vardı" sözünü ilâve
etmiştir.
Ebâ Davûd derki; Bunu
israil'de Ishâk'clan rivayet elti ve "saçı omuzlarını döverdi" dedi.
Şube ise "Kulaklarının yumuşağına kadar varırdı" dedi.[55]
Hadis'in Müslîm ve
Tırınizi'deki rivayetlerindePeygamber (s.a) Efendimiz'in saçlarının uzunluğuna
delâlet eden bu ifâdelerin yanı şıra, onun omuzlarının geniş, boyunun da orta
olduğuna işaret edilmiştir. İbn Mâce'nin rivayetin ise "kırmızı elbise
içinde, taranma yönünden, Rasûlullah'dan daha güzel birisini görmedim."
şeklindedir.
Bu hadisden Peygamber
(s.a) Efendimizin saçlarının kulakları ile omuzlan arasına kadar uzandığı
anlaşılmakladır. Oysa hadisin bazı rivayetlerinde ve bundan sonra gelecek olan
hadislerde, kulak yumuşağına, kulağının yansına veya omuzlara kadar vardığı
belirtilmektedir.
Nevevî'nin
belirttiğine göre hadisler arasındaki bu farklılıklar Rasûlullah efendimizin
saçlarının değişik zamanlarda değişik uzunlukta oluşudur. Yani saçları uzadığı
zaman omuzlarına doğru sarkardı kısalttığında da kulak yumuşağına veya
kulağının yarısına kadar varırdı. Değişik durumlardaki görünüşü farklı
rivayetlerin gelişine sebep olmuştur.
Peygamber Efendimiz'in
saçlarının her zaman aynı düzeyde olmayışı saç şeklinin, uyulacak bir sünnet
olmadığına delâlet eder. Kanaatimizce saç konusunda dikkat edilecek nokta
toplumun yadırganmayacağı ve kişiye yakışan bir saç şeklinin benimsenmesidir.
Yalnız gayri müsümlerin modellerine benzemek için saçlara onlar gibi şekil
vermek de doğru değildir.[56]
4184... Bera
(r.a) şöyle demiştir. Rasûiullah (s.a)'in kulaklarının yumuşağına varan saçı
vardı.[57]
4185... Enes
(r.a)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a)'in saçı
kulaklarının yumuşağına kadardı.[58]
4186... Enes
b. Malık (r.a) demiştir ki:
Rasûlullah (s.a)'in
saçı kulaklarının yansına kadardı.[59]
4187... Aişe
(r.anha) şöyle demiştir. "Rasûlullah (s.a)'in saçı vefreden daha fazla
cümmeden kısa idi.[60]
(kulak yumuşağı ile omuzlan arasında îdi)[61]
Tirmizî bu son hadis
için "basen garip sahihtir" der.
Hadîsin Tirmizî'deki
rivayetinde; Hz. Âişe Peygamber (s.a) Efendimiz'le kendisinin aynı kaptan
yıkandıklarını da ilâve etmiştir. Ayrıca Tirmizî'nin rivayeti bunun tam aksine
"Cümmenin üstünde vefrenin altında idi" şeklindedir.
Âvnü'l-Mabud'da,
Tirmizî ile Ebû Davud'un rivayetleri arasındaki fark konusunda şöyle
denilmektedir. "Tirmizî'nin rivayetinden maksat saçın ulaştığı yere
nisbetledir. Yani Rasûlullah (s.a).'in saçı cümme'nin üstünde ve vefrenin de
aşağısında idi. Ebû Davud'un rivayeti ise saçın uzunluk ve kısalığına
nisbetledir. Yani Efendimiz'in saçı Vefreden uzun cümmeden kısadır. Bu durumda
rivayetler arasında bir çelişki olmadığı ortaya çıkmış oluyor."
Metni terceme ederken
Vefre ve cümme kelimelerini aynen aktardık.
Vefre: Kulak
yumuşağına ulaşan saç demektir.
Cümme: Omuzlara kadar
varan saça denilir. İkisinin arasındaki saçı da lemme denilir.
Bu babın ilk hadisinin
izahı esnasında da belirttiğimiz gibi Peygamber Efendimiz'in saçının, kulağının
yansına kulak yumuşağına, omuzuna ve omuz ile kulak yumuşağı arasına kadar
olduğu görülmüştür. Bu, efendimizin saçlarının değişik halleri ve değişik
zamanlar ile ilgilidir.[62]
4188... İbn
Abbas (r.a) şöyle demiştir:
Ehl-i Kitap'tan
olanlar (yahudi ve hıristiyanlar) saçlarım alınlarına salıverirler, müşrikler
ise ikiye ayırırlardı. Peygamber Efendimiz kendisine bir emir gelmeyen
konularda ehli kitaba müvafakattan hoşlanırdı, (onun için) o da başının
önündeki saçları (alnına) salıver (İr) di. Ama daha sonra saçlarını ortadan
ayırdı.[63]
Buharı, bu hadisi,
Kitabu'l - Menâkib'da Yahyaâ b Kesir'den, Hicret'te Abdan'dan. Libasta da Ahmed
b. Yunus'tan olmak üzere üç yerde rivayet etmiştir.
Buharî'nin
menakıb'daki rivayetinde, önce Hz. Peygamber (s.a)'in saçlarını salıverdiği
belirtilmiş daha sonra da müşriklerin ve ehli kitabın durumları ve Efendimiz'in
kendisine bir emir gelmeyen hususlarda ehli kitaba müvafakattan hoşlandığı
ifade edilmiştir. Kitabu'l Libâs'taki rivayette ise hadisin başında
Rasûlullah'in ehl-i kitaba müvafakattan hoşlandığına dikkat çekilmiş daha
sonra da ehl-i kitap ve müşriklerin durumları beyan edilmiştir.
Hadisin sahîh-i
Müslim'deki rivayeti de aynen Ebû Davud'un rivayeti gibidir. Hadis metninde
saçların salıverilmeleri mutlak olarak ifâde edil
mistir.
"Alnına" kaydı konulmamıştır. Aynî ve Nevevî buradaki salıvermekten
maksadın alnın üzerine doğru salıvermek olduğunu söylemişlerdir.[64]
Hadisin metninden ve
sarihlerin izahlarından anlıyoruz ki, Hz. Peygamber (s.a) önceleri saçını
ayırır ve Öne ya da yanlara doğru salıverirdi.
Tabii ki bu hal saçlarının
gözlerini kapatmasına sebep olacak şekilde değildi. Çünkü bundan Önceki babın
hadislerinde Efendimiz'in saçlarının çok uzun olmadığı geçmişti.
Rasûluîlah (s.a)'in,
Önceleri saçlarını alnı üzerine salıvermesine sebep ehli kitaptan olanların
yaptıklarına muvafakattir. Efendimiz İslâm'ın ilk devirlerinde hakkında vahiy
gelmeyen hususlarda ehli kitaptan olanları İslam'a ısındırmak için onlara
Muvafakati istiyordu. Çünkü onlar, nede olsa hak bir dine sahiptiler ve Allah
inancı taşıyorlardı. Yaptıklarının Allah'ın emrine müstenid olması muhtemeldi.
Müşrikler ise böyie değildi. Onların yaptıklarının Allah'ın rızasına muvafık
olma ihtimalini akla getirecek hiç bir sebep yoktu. Peygamberin yüce
vazifelerinin en başta geleni şirkle, putperestlikle mücadeledir. Onun için
giyim kuşum şekli ve yeme konusunda bile onlara benzemekten kaçınırdı. Onun
için putperestliğin güçlü olduğu dönemlerde ehli kitaba muvafakat bile olsa
saçlarını ayırmadan salıvermiş putperestlik zayıflayıp ortadan kalktıktan sonra
eskiden onların yaptığı gibi ortadan ayırıp iki bukle halinde yanlara bırakmakta
mahsur görmemiştir. Bu hadis-i şerif iki önemli konudaki tartışmalara mesned
olma niteliğindedir:
1. Hz.
Peygamber (s.a) kendisine hükmü hakkında vahiy gelmeyen bazı konularda htriştiyan
ve yahudilere muvafakati reddetmediğine göre önceki milletlerin şeriatı bizim
içinde bir şeriat mıdır?
2. Peygamber
efendimizin son hali, saçları iki tarafa ayırmak olduğuna göre bu bizim için
de sünnet midir?
Şimdi bu iki konuyu
teker teker ele alıp inceleyelim. Önce birinci mesele ile ilgili olarak
Nevevi'nin Kadı îyuz'dan naklettiklerini aktarmak sonra da konuyu bir usulü
fıkıh kitabından özetlemek istiyoruz.
Kadı Iyâz şöyle der:
"Hz. Peygamber (s.a)'in hakkında vahiy gelmeyen konularla ehli kitaba
muvafakati meselesinde alimler ihtilaf etmişlerdir. Bazıları :Onun bu hareketi,
İslâm'ın ilk dönemlerinde onları islâm'a ısındırmak ve putperestlere muhalefet
olsun diye hiristiyanlara muvafakat için dır. Ama onların ısındLnlmasına
ihtiyaç kalmayıp, İslâm tüm dinlere galip hale gelince ehli kitaba karşı
muhalefetini de açıkça ortaya koydu, derler.
Bazıları ise bunun,
kendisine vahiy gelmeyen konularda ehli kitabın şeriatına uymak için oluşunun
muhtemel olduğunu söylerler.
Bazı usûlcüler bu
hadisle itidlâl ederek; Bizden öncekilerin şeriatleriııin, aksine bir hüküm
varid olmamışsa bizim için de şerial olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise
hadisin yukarıdaki iddianın aksine delil olduğunu söylerler. Çünkü hadiste
Peygamberimiz'in ehli kitaba muvafakattan hoşlandığı ifade edilmektedir. Eğer
önceki milletlerin şeriatı bizim içinde şeriat olsaydı Hz. Peygamber'in onlara
tabi olması vacip olurdu.[65]
Bizden önceki
milletlerin şeriatjerinin bizim için delil olup olmayacağı konusunda
usûlcülerin söylediklerinin özeli şudur.
Kur'an veya sahih
sünnet, eski milletlerden birisinin şeriatlarından bir hüküm anlatmış ve onun,
bize de yazıimtş olduğunu beyan etmişse, o hüküm, bizim için de bir şeriat ve
kanundur. Bunda tüm alimier müttefiktirler.
Kur'an ve sünnet, eski
milletlerden birisine ait bir hükmü anlatmış ve bunun neshedildiğine işaret
edilmişse, o hükmün, bizim için geçersizliğinde ihtilaf yoktur.
Kur'an ve hadis, eski
milletlerin şeriatına ait bir hükmü aktarmış ve o hükmün, bizim hakkımızda da
geçerli olduğu veya nesh edildiği konusunda bir şey varid olmamışsa,
Hanefiler'in CumhûVu, MalikÜer ve Safı-iler'in bazılarına göre bu hüküm, bizim
için de geçerlidir. Ona uymak bizim görevimizdir.
Bazı alimlere göre
ise, o, bizim için şeriat değildir. Çünkü, bizim şeriatımız, önceki şeriatları
neshetmiştir. Ama bizim dinimizde, o hükmü, ikrar eden bir şey varsa müstesna.
Doğrusu önceki
görüştür, çünkü bizim dinimiz, eski şeriatlerin bizim şeriatimize zıt olan
yönlerini neshetmiştir. ı
2. Saçların
ortadan ayrılmasının hükmünde de alimier ihtilaf etmişlerdir. Bazı alimler,
Hz. Peygamber'in son halinin bu olduğunu. Efendimiz'in daha önceleri saçlarını
sarkıttığı halele hilâllere, ortadan ayırmasının vahye müsteniden olduğunu
söylerler. Bazı âlimlere göre saçları ortadan ayırmak caiz, bazılarına göre
ise müstehaptır. Caiz diyenlere göre; Hz. Peygamber, saçını vahye dayanarak
değil kendi içtihadı ile ayırmıştır. İmam Malik; "Erkeğin saçını ayırması
bana daha sevimli geliyor" der.
İmam Nevevî, alimlerin
görüşlerini bir isme nishet eimetlcn verdikten sonra; "sahih olan; saçları
ayırmadan salıverme* ve ortadan ayırmak işinin ikisi de caizdir. Ama ayırmak
daha efdaldır. demiştir.[66]
1. Ehli
kitaptan olanlar dinsizlerden daha üstündür. Hakkında hüküm olmayan konularda,
dinsize muhalefet için ehli kitaba muvafakat caizdir.
2. Saçları
ortadan ayırmak müstehaplır.
3. Bizden
önceki mffleflleriri şeriatlarındaki hükümler. bazı hallerde bizim için de
geçerlidir.[67]
4189... Âişe
(r'anha)şöyle demiştir:
"Ben Rasûlullah
(s.a)'in saçlarını ayırmak istediğimde tam tepesinden ayırır, alnı üzerine
dökülen saçları da gözlerinin arasına sarkıtırdım."[68]
Bu hadisin ifade
ettiği mânayı açıklarken alimler bu konuda bir hayli söz söylemişlerdir.
Aliyyü'l -Kârı, "Hz. Aişe, Resûlullah'm saçını ayırırken tam gözlerinin
arasından geriye doğru ayırırdı." demiştir.
Tibî'de aynı anlayışı
destekler bir tarzda şöyle demektedir: "Mânâ şudur: Saçın ayrıldığı
çizginin bir tarafı tam tepede, öbür tarafı da gözlerin arasına gelecek şekilde
alnında idi. Hz. Âişe'nin "anlındaki saçları gözlerinin arasına
sarkıtırdım," sözünün manası; "saçların yansı bu çizginin sağına
yarısı da soluna gelecek şekilde ayırırım" demektir.
Erdebîlî de
belirtildiğine göre , "Hadiste, Hz. Aişe'nin sözünün mânâsı şudur:
Tepeden Öne doğru
gelen çizginin bir ucunu gözlerinin tam ortasına gelecek şekilde yaparım.
Böylece alnındaki saçın yarısı sağ tarafa yansıda sol tarafa kalırdı. İşte
alnındaki saçları gözlerinin arasına sarkıtıldım, sözünden maksat budur."
Bu açıklamalardan
anlıyoruz ki; Hz. Aişe validemiz. Peygamber Efendimizin saçlarını taradığı
zaman başının tam ortasından ikiye ayırır yarışını sağ tarafına diğer yansını
da sol tarafına tarardı.[69]
Cümme: İnsanın
omuzlarına kadar dökülen saçıdır. Bu kelime bazen mutlak olarak, saç manasında
da kullanılır.[70]
4190... Vâil
b. Hier (r.a)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:' "Saçlarım hayli uzun
bir halde iken Rasûlullah (s.a)'e geldim. Beni görünce; "Uğursuzluk,
Uğursuzluk" buyurdu. Hemen dönüp saçlarımı kısalttım, ertesi gün tekrar
geldim "Seni kastetmemiştim, (ama) bu daha güzel" buyurdu.[71]
Hâdis-i şerif, saçları
haddinden fazla uzatmanın uygun olmayacağına delâlet etmektedir. Ama bu haram da
değildir. Çünkü saçı uzun olan zata Rasûlulluh'ın hitap tarzı bu fiilin haram
olmadığını göstermektedir.
Hadisten bazen
sahabelerin de Efendimiz'in sözünü yanlış anladıklarını görüyoruz.[72]
4191... Ümmü
Hanı şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a)
Mekke'ye geldi, başında dört tane belik (örgü) vardık.[73]
Tirmizî hadisin iki
ayrı senetle gelen rivayetini vermiş ve birisi için garip. Öbürü için de hasen
demiştir. Yanlız her iki rivayetin tabiûndan olan ravisi Mücahidedir. Tirmizî'nin belirttiğine göre Muhammed
Buharı: "Mücahid'in
Ümmü Hani'den hadis rivayet
ettiğini bilmiyorum" elemiştir:
Hâdis, Erkeklerin
saçlarını örmelerinin caiz okluğuna delildir.[74]
4192... Abdullah
b. Câbir (r.a) şöyle demişlir.
Hz. Peygamber (s.a);
Cafer ailesine, üçgiin sonra kendilerine geleceğini söyledi. Sonra Cafer
ailesine varıp;
"Bu günden sonra
kardeşim için ağlamayın” buyurdu. Daha sonra da "bana kardeşimin
çocuklarını çağırın" dedi. Biz Râsûlullah'a getirildik. Birer kuş yavrusu
gibi idik.
Efendimiz:
"Bana berberi
çağırın" buyurdu (berber geldi) Rasûkıllah kendisine emretti, o da
başlarımızı tıraş etti.[75]
Hâdis'in râvîsi
Peygamberimiz/in amcası Ebû Tâlibn oğlu
büyük şehid Hz. Cafer'in oğludur. Anlaşıldığı üzere Hz. Cafer şehid edilince.
Peygamber Efendimiz, yas tut maları için ailesine üç gün izin vermiş, üç günün
biliminde de onlara yası bırakmalarını tenbih etmek için kendilerine
geleceğin! söylemiştir.
Hz. Cafer'in ailesine
geldiğinde onun çocukları Abdullah. Avn ve Muhammed -Râvi'nin tabiriyle birer
kuş yavrusu gibi idiler. Saçları kuş yavrusunun tüylerine benziyordu.
Efendimiz durumu görünce bir berber çağırıp çocuklarının saçlarını tıraş
ettirdi.
Aslında ihramdan
çıkmanın dışında saçların tıraş edilmemesi daha el; dâl görünmektedir. Ama, Hz.
Cafer'in hanımı kocasının şehitliğinden dolayı duyduğu üzüntü sebebiyle
çocukların suçlarını taramayı ihmal ettiği için, Peygamber Efendimiz, başlarını
tıraş ettirmiştir. Bu izah Aliyyü'l-Kârî'ye aittir.
Bezlü'l - Mechûd'da
talikan şöyle denilmektedir.[76]
Muvaffak şöyle der.
"Başı tıraş konusunda Ahmed (b. Hanbeİ)Men selen rivayetler ihtilaflıdır.
Ondan, tıraş olmanın mekruh olduğu rivayet edilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber
(s.a) Hariciler hakkında, "Onların özellikleri tıraştır."
buyurmuştur. Hz. Ömer'de Sabiğa; "eğer seni tıraşlı olarak görürsem
başına kılıçla vururum.1" demiştir. Yine Pcygambenmiz'den, "alınlar
hac ve umre de açılır." buyurduğu rivayet edilmiştir. Bunu Efrad'da
Dârakutnî rivayet etmiştir.
İbn Abbas (r.a) da
şehirde başını tıraş eden şeytandır, demişlir.
Ahmed, "Selef
tıraşı kerih görürdü" der. Yine Âhmed'den bunun mekruh olmadığı, ama
tıraş olmamanın daha efdal okluğu ifade edilmiştir.
İbn Abdîl Berr,
"İnsanlar tıraş olmanın mubah olduğunda lYıüttenktirler, delil olarak bu
yeter" der.
İkna, şerhinde de
şöyle denilmekledir. Saçları tıraş etmekle beis yoktur. Ama Hac. kafirin
müslüman oluşu ve yeni doğan gocunun akikastnm dışında sünnet de
değildir."
Büceyremi de İbnü'l Kâriyy'inin
şu sözleri nakleder. "Hz. Peygamber (s.a) ömründe ancak dört defa tıraş
oldu,"
Bu ifadelerden,
zaruret yoksa, saçları tıraş etmenin caiz. tıraş etmemenin ise efdal olduğu
anlaşılmaktadır.
İmâm Nevevî; Hz.
Peygamberin Haricîlerle ilgili, sözünün, saçı iraş etmenin caiz olmayışına
delâlet etmiyeceğini, çünkü bir guruba alâmet olan bir şeyin bazan haram, bazan
da mubah olabileceğini söyler.[77]
1. İşi
yaygaraya dökmemek, ağıt ve ferya da dalmamak kaydıyla, ölünün arkasından üç
gün yas tutmak, ağlamak caizdir.
2. Küçük
çocukların velîleri, onların işlerini
üzerlerine alırlar ve onların yararına olan faaliyetlerde bulunurlar.
3. Saçların
traş edilmesi caizdir.[78]
4193... İbn
Ömer (r.a) şöyle demiştir; "Hz. Peygamber (s.a) yarım tıraştan
nehyetli."
Yarım tıraş; çocuğun
başının bir kısmının tıraş edilip, bir kısmının saçının bırakılmasıdır.[80]
4194... İbn
Ömer (r.a), "Rasûlullah (s.a) yarım tıraştan nehyelti" demiştir.
Yarım tıraş: Çocuğun saçını tıraş edip zülüf bırakmaktır.[81]
4195... İbn
Ömer (r.a) şöyle demiştir.
"Hz. Peygamber
(s.a) saçının bir kısmı tıraş edilip, bir kısmı bırakılmış bir çocuk gördü,
insanları bundan men edip:
"Ya tamamını
tıraş edin ya da hep bırakın" buyurdu.[82]
Bu bab'daki her üç
hadis de İbn Ömer (r.a)'den rivâyet edilmiştir. Bunlardan ilk ikisi'nin
lâfızları da aynıdır. Ancak isnadları farklıdır.
İlk iki hadiste İbni
Ömer; Hz. Peygamber (s.a)'in yarım tıraşı nefyettiğini haber vermiştir.
Yarım tıraş diye
terceme ettiğimiz "Kazea" kelimesi, sarihler tarafından üzerinde
hayli durulan bir kelime olmuştur. Aslında bu kelime, gökyüzündeki parçalar
halindeki bulutlar ınânâsındadır. Ancak, bu hadisle ifade ettiği mânâ, iki
hadisteki râviler taralından farklı izah edilmiştir.
Önceki hadiste Râvi
Nâfi bu kelimeyi, "Çocuğun saçının bir kısmını tıraş edip bir kısmını
bırakmak" diye izah etmiştir.
İkinci hadiste ise,
râvüerden birisi bu kelimeyi, "Çocuğun saçını tıraş edip zülüf
bırakmak" diye tefsir etmektedir.
ibn Hacer el-Askalâni
Fethu'1-Bari adındaki eserinde "Kazea" kelimesini bu şekilde tefsir
eden zatın ismini bilmiyorum" der.
Buhari'de ise bu
kelime, hadisin oradaki rivayetinin râvilerinden Ubeydullah tarafından şöyle
izah edilmiştir:
"Ubeydullah şöyle
demiştir:
Üsta'dim, Nâfl'nin
oğlu Ömer'e kazea nedir diye sordum.
Çocuğun başım tıraş
edip, alnındaki veya alnının iki tarafındaki saçları bırakmaktadır, dedi ve
eliyle alnını ve alnının iki tarafını gösterdi.
Hocam bu yasak erkek
ve kız çocukları arasında müşterek midir? diye sordum.
Bana, babam Nâfi
"Çocuk" dedi. Erkek veya kız, yada her ikisi de, diye bir açıklama
yapmadı, dedi.
Ben bu meseleyi Ömer'e
tekrar sordum.
Ey Ubeydullah! erkek
çocuğun alnı ve alnının iki tarafında saç bırakmak da mahzur yoktur. Çünkü,
"kazea" yanlız alnın üstünde kâkül bırakıp, başın geri kalanını
tıraş etmektir, dedi.
Kazea kelimesinin
tefsiri sadedinde bu rivayetler gelmiştir. İmanı Nevevi:
"Kazea, Nâfi'in
yaptığı tefsirdir. O da ayırım yapmadan, başın bir kısmını tıraş edip bir
kısmını da bırakmaktır. Ulemadan başın değişik yerlerini tıraş etmek olduğunu
söyleyenler olmuştur. Ama sahih olan tefsir öncekidir. Çünkü, o râvi'nin
tefsiridir. Bu tefsir hadisin zahirine zıt düşmediğine göre onunla âmel
gerekir." demiştir.
Bu izahların hepsinde
"Kazea" kelimesinin çocuk saçıyla ilgili olduğu görülmektedir. Hafız
İbn Hacer bunun bir kayıt olmadığını, çocuğa da büyüğe de şamil olduğunu
söyler.
İmam-i Nevevi, değişik
yerlerde olduğu takdirde, " kazea" nin mekruh olduğunda alimlerin
müttefik olduklarını söyler, ve şunları ilâve eder: "Tedavi ve benzeri bir
özürden dolayı olması hali ise bundan müstesnadır. Bu tenzihen mekruhtur. İmam
Malik, onu hem de kız çocuk için mekruh görmüştür. Bazı Malikîler ise saçın
başın arkası veya şakaklarda bırakılmasında mahzur olmadığını söylemişlerdir.
Bizim (şafiilerin) görüşümüze göre; ister erkek, ister kadın için olsun,
mutlak olarak mekruhtur."
Baci'nin
Miinteka\sında "İmam Malik, erkek çocuğun.iilüT bırakmasını mekruh
görmüştür." denilmekledir.
Hanefî fıkıh kitaplarından,
Fetvay-ı Alemgiriyye'de '"Kikinin başının ortasını tıraş edip saçını
örmeden salıvermesinde mahzur yoklur. Ama örerse mekruhtur. Çünkü, bu bazı
kafirlere benzemeklir." denilmekledir. Başın değişik yerlerinde saç
bırakmanın mekruh olmasının hikmeti, o devirde kakül bırakmanın. Yahudiler,
müşrikler ve bazı fasıklar arasında adet olup, bunun çocuklar için töhmete yol
açmasıdır.
İhyâ-i Ulûmididin de
temizlik maksadıyla saçın tamamının tıraş edilmesi veya tamamen bırakılmasında
mahzur olmadığı, bildirilmektedir.
İbn Abdi'l Berr de
başın tamamının tıraş edilmesinin müb;ıh oluşunda icma olduğunu söyler.
Son hadis-i şerif
saçların tamamının tıraş edilmesinin veya tamamının bırakılmasının caiz
olduğunu beyan etmektedir. Aliyy'ül Kâri, bu hadisin hac ve umre haricinde de
saçı tıraş etmenin cevazına işarel ettiğini, ama tıraş etmemenin daha efd âl
olduğunu söyler. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) ve sahabîler öyle yaparlardı.
Şevkani'de bu hadisin,
saçı tıraş etmeyi mekruh sayanların görüşlerini reddettiğini söyler ve Ahmed b.
Hanbcl'in şu sözlerini nakleder: "Alimler ustura ile tıraşı mekruh
gördüler. Makasla kısaltmakta ise mahzur yoktur. Çünkü kerahate delâlet eden
haberler îııuşa mahsusturlar."
Aslında saçı tıraş
etmenin doğru olmadığına delâlet eden bazı hadisler vardır. Bunlara 4192
numaralı hadisin izahında işaret edilmiştir.[83]
1. Müslümanların,
müslüman olmayanlara zihnen olduğu gibi. şeklen benzemeleri de caiz değildir.
Şeklî benzeme, ilk
bakışta, önemsiz gibi görünebilir. Ama aslında, insanların davranışları,
giyinişleri, düşünce larzları bir kültür eseridir. Toplumları değiştirmek,
onlara yeni kültür ve düşünceler enjekle etmek isleyenler, insanların kılık
kıyafetlerini hiçbir/aman ihmal etmemişlerdir. Islâmî düşünce ile mücadelede de
kılık ve kıyafet değişimi her zaman önde tutulmuştur. Yeni bir kıyafete
bürünen kişi kendisini o kıyafetin mensubu olan camiadan hissetmeye, onlar
gibi yaşamaya ve hatta onlar gibi düşünmeye başlar. Düşünce ve inancın
değişmesi de, dinin değişmesi sonucunu doğurur. İslâmiyet, mensuplarının inanç
ve dinî gayretlerini korumak için her türlü tedbiri almıştır.
2. Çocukları
yabancılara benzeyecek şekilde tıraş etmek mekruhtur.[84]
4196... Enes
b. Mâlik (r.a)'den şöyle demiştir:
Benim zülüflerim
(başın yan tarafına sarkan saçlar) vardı Annem bana: "Ben onları kesmem,
çünkü Rasûluilah (s.a) çeker ve tutardı" dedi.[85]
Aliyy'ül - Karî
Peygamber (s.a) Efendimizin, Hz.Enis'in zülüflerini Ilıtmasını şu iki şekilde izah
etmiştir.
1. Enes
(r.a)'ın saçlarım tutar ve onunla oynardı.
2. Veya
Onları kulağına varıncaya kadar uzatır, kulaktan aşağı uzananları tutar ve
keserdi.
Sözü hangi mânâya
hamledersek edelim bu. Rasûluilah (s.a)'mn, hizmetçisine ne kadar güzel muamele
ettiğine delâlet eder. Müslümanlar için en güzel örnek olan Efendimiz'in
hayatının her safhası, toplumun her ferdinin kendisi için rehber edineceği
hadiselerle doludur.
Hadis-i Şerif, zülüf
uzatmanın caiz olduğuna delâlet etmektedir. Buna delâlet eden başka hadisler de
vardır. Nesâi'nin tahricine göre, Ziyad'in babası Husayn, Hz. Peygamber (s.a)'e
gelmiş. Efendimiz de mübarek elini Husayn'ın zülüfleri üzerine koyup besmele
çekmiş ve onun için dua etmiştir.
Sahihayn'da İbn
Mes'uddan rivayet edilen şu hadis de bunlardandır.: "Hz. Peygamber
(s.a)'in ağzından yetmiş sûre okudum. Zeyd b. Sabit oğlan çocukları ile
birlikte idi ve onun iki zülüfü (iki taraftan zülüf) vardı."
Burada karşımıza bu
konudaki hadislerle bir önceki babın hadisleri arasında bir çelişki görüntüsü
çıkmaktadır. Çünkü o hadisler zülüf bırakmayı nehyetmekte, bu hadis ise caiz
olduğuna delâlet etmektedir.
Bu hadislerin arası şu
şekilde uyuşturulmuştur. Nehyedilen zülüf uzatmaktan maksat, saçın kalın
kısmını tıraş edip sadece sakalların üzerindeki veya tepedeki saçı uzatmaktır.
Caiz olan zülüf ise, şakaklar üzerindeki saçlar biraz daha uzun olmakla
birlikte, başın kalan kısmında da saç bırakmaktır. Yani başın kalan kısmındaki
şakaklar üzerindekilerden daha fazla kısaltılır.[86]
1. Sacın bir
kısmının uzun. bir kısmının daha kısa olması caizdir.
2. Müslüman
çocuklara ve hizmetçilere iyi ve lütûlkâr davranılmalıdır.
3. Muhterem
kişilerin bıraktıkları ile tebcrrıık için, onların dokundukları şeyleri ve elbiseleri
toplamak caizdir.[87]
4197...
Haccac b. Hassan şöyle demiştir.
Biz Enes b. Malik'in
yanına girdik, kız kardeşim Muğire, bana, o hadiseyi haber verip şöyle dedi.
"Sen o gün küçük
bir çocuktun ve senin saçının iki beliği, veya alnının üstündeki saçtan iki
tutam) vardı.[88] Enes başını okşadı, senin
için dua etti ve "Şunları kesin veya kısaltın. Çünkü bu yahudilerin
.şiarıdır." dedi.[89]
Hadisten anlaşıldığına
göre. Haccac b.Hassan küçük bir çocukken, içlerinde kız kardeşi Muğire'nin de
bulunduğu bir grupla birlikte Enes b. Malik'in yanına girmiş ve onunla
konuşmuştur. Ancak, Haccac Enes (r.a)'ın yanına girdiğini hatırlamakta,
gerisini ise hatırlamamaktadır.
Tafsilâtı ablası
Muğire kendisine haber vermiştir. Hz. Enes'in yanına girdiklerinde, Haccac'ın
başında iki belik saç vardı. Ancak râvilerden birisi bu beliklerin başın
neresinde olduğunda tereddüde düşmüş, bunun tepedeki saçlardan veya alnının
üstündekilerden olduğunu söylemiştir.
Hz. Enes, çocuğun
saçlarını görünce, "Bunları kesin veya kısaltın" demiştir. Aliyy'ül
- Kârı bu sözü, Rasûlullah'a ait olduğunu söylemektedir. Ama bunun, bir yanlış
anlama olduğu belirtilmiştir.
Enes b. Malik,
Haccac'ın başındaki belikleri yahudilerin şiarı olduğu için hoş
karşılamamiştır. Bu konu ile ilgili olarak İbn Tcymiyye şöyle demektedir.
"Enes b. Mâlik, gerekçe olarak bunun yahudilerin şiarı olduğunu
göstermektedir. Bir yasağın bir gerekçe ile gerçeklendirilmesi, o gerekçenin
de mekruh olduğuna delâlet eder. Bundan anlaşılıyor ki, saçta bile olsa yahudilerin
şiarının yapılmaması icap eder. Maksat budur."
Bu hadisin konu
başlığı ile irtibatı şudur. Baştaki iki belik halindeki kakül veya zülüf
yahudilerin şiarıdır. Çünkü bu sözleri söyleyen Enes'in, çocukluğunda zülüfü
olduğu yukarıda geçmiştir.[90]
4198... Ebu
Hureyre (r.a), Rasûlullah (s.a)'a iblağ ederek (merfuan) şöyle demiştir:
Fıtrat beştir. Veya
beş şey fıtrattandır.[91]
Sünnet olmak, etek
tıraşı yapmak, koltuk altını yolmak, tırnakları kesmek, bıyığı kısaltmaktır.[92]
Hadisin Buhari'deki
rivayeti de aynen buradaki gibidir. Buhari'de aynı konuda. İbn Ömer'den, diğerleri
anılmadan, bıyığın fıtrattan olduğunu bildiren bir rivayet daha vardır.
Hadis-i şerif, metinde
geçen beş şeyin fıtrattan olduğunu ifade etmektedir. Hattabî, buradaki
fıtratın sünnet mânâsında olduğunu söyler.
"Fıtratın"
Allah katında değişmeyen dini esaslar ve Hz. İbrahim (a.s)'m ve onun neslinden
gelen peygamberlerin sünnetleri olduğu tarzında görüşler vardır.[93]
Hadis-i şerifte anılan
bu beş şeyin fıtrattan, yani meşhur manâsıyla sünnetten olduğu
zikredilmektedir: "Beş şey fıtrattır" şeklinde değil, "Beş şey
fıtrattandır." şeklinde bir ifade tarzının seçilmiş olmasından anlıyoruz
ki, fıtratın tamamı beş değil, daha fazladır. Nitekim. Ebıı Davud'un 53.
hadisinde, Hz. Aişe (ı\a) vasıtasıyla, on şeyin furaüan olduğu rivayet edilmiştir.
İbn Hacer'in beyanına göre, İbn'ül Arabî fıtrattan olan oluz kadar şey
saymıştır.
Şüphesiz bu hadisi
şerifle yukarda işaret edilen 53. hadis arasında bir çelişki yoktur. Hz.
Aişe'nin rivayetinde Efendimiz, fıtrattan olan şeylerden onunu; Ebu
Hureyre'nin bu rivayetinde de beşini sayımşiır.
Şimdi, bu hadis-i
şerifte fıtrattan olduğu anılan beş şeyi teker teker ele alalım:
1) Sünnet
Olmak: Yukarıda işaret edilen Hz. Aişe hadisinde bu madde mevcut değildir.
Ancak bir sonraki Ammar b. Yasir hadisinde vardır, bu konu 54 numaradaki Ammar
hadisinde ele alınmış sünne-f vakti konusunda görüşler incelenmiştir.[94]
Sünnet olmak sözü
ulemanın ifadesine göre erkeklere de kadınlara da şamildir. Erkeklerin sünnet
edilme keyfiyetleri malumdur. Ancak kadınların sünnet edilmesi konusunu
anlamak biz Türkler için bira/ müşkii olmaktadır, Çünkü bizlerde böyle bir
uygulama mevcut değildir. Şerhlerde kadınların sünnet edilmesi, "İdrar
deliğinin üstündeki horoz ibiği gibi olan derinin kesilmesi” diye tarif
edilmektedir.
Sehâran Furi, Bezl-ül
Mechûd'da: Ulemamızın, kadında*, anılan derinin az bir şey alınarak sünnet
edilmesinin müslehap olduğunda, ittifak halinde olduklarını söyler.
2) Etek
tıraşı olmak Bu mânâyı ifâde eden kelime hâdis-i şerifte EMstihdat"
şeklinde varid olmuştur. Halbuki başka rivayetlerde halkül'-âne" şeklinde geçmiştir. Avnü'l
- Ma'bûdda "İstihdaf kelimesinin bu mânâda kullanışı şöyle izah edilmektedir.
"Etek tıraşı el-hadid (demir) kullanılarak - ki oda usturadır-yapıldığı
için istibdat denilmiştir."
Etek tıraşı, ustura
ile olduğu gibi, yolmak veya başka bir yolla da yapılabilir. Önemli olan,
fazla kılların izalesidir. Ancak Mcşarik şerhinde:
"Eğer kıllar
demirden başka bir şeyle izale edilirse sünnet üzere olmuş sayılmaz"
denilmektedir.[95]
3) Koltuk
Altı Yolmak: Etek tıraşında sünnet olan. tıraş olduğu halde, koltuk altlarında
sünnet olan yolmaktır. Ama tıraşla da sünnet yerine getirilmiş sayılır. Fakat
yolmak daha efdaldir.
4)
Tırnakları Kesmek: Bu hem erkekler ve hemde kadınlar için aynıdır. Aralarında
bir farklılık yoktur. Bu meselede 53. hadisin şerhinde ele alınmıştır.[96]
5) Bıyığı
Kısaltmak: Bıyığı kısaltmaya işaret eden kelimeler çeşitli rivayetlerde
farklıdır. Onun için ulema, bıyığı kısaltmaktan muradın kırpmak mı, kazımak
mı. yoksa dudak kırmızılığı görünecek şekilde uçlarını almak mı olduğunda
değişik görüşlere sahiptir.
Bu görüşlere daha Önce
temas edilmiştir.[97]
Bezlü'1 MeehÜd müleilili bu hadisteki kısaltmayı "Dudağın kenarı görünecek
şekilde" diye izah etmiştir.
Hz. Peygamber (s.a)
bıyığı kısaltma ve sakalı uzatma konusundaki tavsiyeleri, "Sakalı uzatın,
bıyığı kısaltın" tarzında emir sigası ile ve onların bazıları
"müşriklere muhalefet edin" veya "Yahudilere muhalefet
edin" emirleri ile birlikte varid olmuştur.[98] Bu
durum da bıyığı kesmek ve sakalı uzatmanın illeti müşriklere muhalefet
çimektir. Zamanımızda müslüman olmayanlar genelde bıyıksızdırlar ve müslüman
halk, normal uzunlukta olan bıyıkları değil bıyığı tamamen kazıyanları ve
bıyıkları, dudakları örtecek derecede uzayanları yadırgamakladır. Bu gün için
bıyığı kısaltma emrini, dudak kırmızılığı görülecek şekilde kısaltmaya hamletmek
hem hadisin ruhunu hem de maslahata daha uygun düşmekledir.[99]
4199...
Abdullah b. Ömer (r.a); şöyle demiştir: Rasûhıllah (s.a) bıyıkları kazıyıp
sakalları olduğu hâl üzere bırakmayı (uzalrnayı) emretti.[100]
Tirmizî bu Hâdis-i
şerifi için "basen sahih" demiştir Tirmizî'nin bildirdiğine göre
senetle yer alan Ebu Bekir b. Nâfi, İbn Ömer'in azatlısıdır.
Hâdis-i şerifte,
bıyıklan kısaltma mânâsım ifade eden tabir, şeklinde varid olmuştur,
"ihfa".................iyice kısaltmakta aşırı gitmek yanı dipten
kesmek nıanasındadir. Bu kelime lamamen kazıma mânâsını da ifade eder.
Hadisteki bu ifâde,
sünnete uygun olanın bıyığı kökten kazımak olduğunu söyleyenlerin görünüşü
takviye etmekledir.Ancak ulemanın çoğunluğu değişik görüşteler. İmam Maük:
"Bıyıklan kazımak müsledir" demiş ve hadisteki kısaltmaktan maksadın,
dudağın üzerine uzayanı almak olduğunu söylemiştir.
Tahavî, İmam Şafii'den
bu konuda bir rivayet gelmediğini, ama Şafiî'nin ashabından Müzeni ve Rabî'nin
bıyıklarını iyice kısalttıkların), bunun da İmam Şafii'den duydukları ile amel
ettikleri izlenimini verdiğini söyler.
Eşkarda "Ahmet b.
Hanbel'in bıyıklarını iyice kısaltmış vaziyetle gördüm" der.
Bazı alimler bıyığı
iyice kısaltmayı emreden hadislerle, dudaklar görünecek şekilde uçlarından
almaya delâlet eden hadislerin arasını şöyle telif ederler. "Bıyıklar
uçlarından alınarak kısaltılır, etrafı ise kazınır."
Hadis-i şerifin ikinci
bölümünde sakalı uzatmayı teşvik etmektedir. Aslında
"....................îfa" sakalı kesmeden, uzaması için kendi haline
bırakmak manasınadır. Ancak, Hz. Peygamberin sakalından, kabzasından fazlasını
aldığını bildiren rivayetler göz önüne alınırsa maksadın, sakalı hiç kesmeden
bırakmak değil, uzatmak olduğu anlaşılır. Sakalı uzatma konusunda malûmat,
birinci cilt, 103. sahifede geçmiştir. Burada şuna işaret etmek istiyoruz;
asrımızdaki bazı alimler, sakal uzatma ve bıyığı kısaltmanın Hz. Peygamber
(s.a)'in şer'i bir sünneti (sünneti hüdâ) değil, yemesi içmesi, yürümesi gibi
yaşantısına bağlı bir adeti (sünnet-i zevâid-den) olduğunu söylerler.
Muhammed Ebu Zehra da
bu görüşte olanlardandır.[101] Bu
görüş sahiplerine göre sırf Hz. Peygamber (s.a) sakal bıraktığı için sakal
bırakan kişi sevap kazanır, karşılığını görür, Sakallarını kesenler ise günah
işlemiş sayılmazlar.
Selef ulemamızın sakal
konusundaki görüşleri yukarıda işaret edilen yerde naklettik. Aynı şeyleri
burada tekrarı zaid görüyoruz.[102]
4200... Enes
b. Malik {r.a) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a),
bizim kırk günde bir elek tıraşı olmamızı, tırnakları kesmemizi, bıyığı
kısaltmamızı ve koltuk allını yolmamız! tayin etti.(emretti)
Ebû Davûd der ki: Bu
hadisi Cafer b. Süleyman îmrân'dan o da Enes'den Hz. Peygamberi anmadan rivayet
cinıiş ve "bize tayin edildi (emredildi)" demiştir.Bu esahtır.[103]
Hadisin tinnizîdeki
rivayetinin sonunda "kirkgünden fazlaya bırakılmaz" ilavesi vardır.
Ebu Davûd'dakinin
aksine Tirmizî'de Hz. Peygamber anılmadan "Tayin edildi" (emredildi)
şeklinde olan rivayetin daha sahih olduğu söylenmektedir.
Bu hadis, kişinin
yapması gereken iç temizlikleri için. tırnak kesmek ve bıyıklan kısaltmak için
bir zaman tayin etmektedir. Bu zaman da kırk gündür, Ancak kırk gün. bu işler
için. tayin edilen tek vakit değil, son müddettir. Yani anılan şeyler kırk
günden daha sonraya bırakılmamalıdır.
İç tıraşı olmak,
tırnak kesmek ve bıyık kısalimak temizliği temin için gerekli şeylerdir.
Rasûlullah Efendimizin leyin ettiği bu müddeti o günün şart ve imkanlarına göre
değerlendirmek gerekir. Anılan temizlikler için günümüzde kırk gün hayli uzun
bir müddettir, Aslolan, lırnaklar ya da kıllar uzadığı zaman kesmektir. Bu,
haftada bir de olabilir. Daha kısa zamanda da olabilir; kişilere göre
değişebilir. Kimilerinin tırnak ve kılları daha çabuk uzar; dolayısıyla, daha
kısa zamanda kesilmesi gerekir. Kimi-lerinki de daha geç uzar ve daha uzun bir
zamanda kesilmesi gerekir. Ancak hadise muhalefet etmemek için her halükârda
kırk günden fazlaya bırakmamak gerekir.[104]
4201....
Câbir (r.a) şöyle demiştir:
Biz (sâhâbîler), hac
ve umre dışında sakallarımızın ucunu (veya bıyıklarımızın ucunu) kendi haline
bırakır (uzaUr)dık.[105] Ebû
Dâvûcl der ki: "istihdaf etek tıraşı demektir"[106]
"Sakalımızın
ucunu" diye lerceme etliğimin "Ks-sibâl" kelimesi sarihler
tarafından iki şekilde izah edilmiştir." Bunlar;
1- Sakalın
uç tarafı, göğüs üzerine sarkan kısmı.
2- Bıyıkların
ucu.
Terceme bunlardan,
Avnü'l - Mâbûd'da benimsenen birinci görüşe göre yapılmış, Gâzâli'nin de
görüşü olan ve Bezlü'l Mechûd'da benimsenen ikinci görüşe de parantez
içerisinde işaret edilmiştir.
Sibâl, kelimesine
bıyıklar mânâsı verildiği takdirde şöyle bir izahın getirilmesi gerekir.
Bıyığın iki ucu vardır. Dolayısıyla Sibâl lesniye (iki) mânâsında kullanılmış,
cem'î (çoğul) bir kelimedir.
Hz. Peygamber (s.a)
bıyıkların kısaltılmasını emretmiştir. Ancak bu yiyecek ve içecekler
karışmaması için dudaklar üzerine sarkan kısımla ilgilidir. Bıyıkların uçları
için böyle bir endişe olmadığından uzatılması, bıyıkların kısaltılmasını
emreden hâdise ters düşme..
Az öncede işaret
ettiğimiz gibi, bu izaha "Sibâl" kelimesine "bıyıkların
uçları" mânâsını verdiğimiz takdirde ihtiyaç vardır. Bu izah Bezlü'l -
Mechûd'da yer almıştır.
Hâdis-i şerifde işaret
edilmesi gereken bir de şu mesele var, Hz. Câbir sakalların (veya bıyıkların)
ucunun uzaitıimasmm; " îfâ” kelimesi ile ifâde edilmiştir. Bu kelime,
sakalı kesmeden kendi hafine bırakmak demektir. Bu ifâdeden Rasûluüah ve
sâhfıbîlerin hiç tıraş olmadan sakallarını bırakıverdikleri mânâsı çıkmaz.
Çünkü Efendimizin, sakalını tutup, kabzasından artanları kestiğini bildiren
hadisler vardır.
Hadisin sonunda
"İstihdad"m etek tıraşı mânâsında olduğu bildirilmektedir. Aslında
bu izahın yeri burası değil, 4198 nolu hadistir! Çünkü bu kelimenin geçtiği
hâdis-i şerif odur.[107]
4202...
Attır b. Şuayb, babası vasıtasıyla dedesinden. Rasülullah (s.a)'in şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
Beyaz kılları
yolmayınız; Islâımla saçı sakalı ağarmış olan hiç bir müslüman yok ki - Süfyan
rivayetinde dedi ki; O kıl, kıyamet
günün: de onun için bir nur olmasın -Yahya'nın hadisinde ise ".... () kıl
sebebiyle Allah, Ona bir hasene yazını? ve ondan bir günah silmiş (»İmasın"
dedi.[108]
Hadisin Tirmizî'deki
rivayeti "Ararmış kılları yolmayın şüphesiz o miislümanın nurudur.
"İbn Mâce'deki rivâyeti'de "O müminin nurudur" seklindedir.
Tirmizî hadis için "hasen" demiştir.
Hadisi, Ebû Davud'un
Üstadı Müscddcd. iki ayrı hocadan: Yahya ve Süfyân'dan rivayet etmiştir.
Süfyân'dan olan rivayeti "Beyaz kılları yolmayınız İslâm'da saçı sakalı
ağarmış olan hiçbir imislüman yok ki, o kıl kıyamet gününde onun için bir nur
olmasın'1 seklindedir. Yuh ya'nın rivayetine göre ise hadis şöyledir.
"Beyaz kılları yolmayınız. İslam'da saçı sakalı ağarmış olan hiç bir
müslüman yok ki, o kıl sebebiyle Allah ona bir hasene yazmış ve ondan bir
günah silmiş olmasın"
Ağaran beyaz kılın
ahirette nur olmasından maksat, o kıl sebebiyle cenabı Allah'ın ona nur
bahşetmesidir.
Hâdis-i şerif, saç ve
sakaldaki ağarmış kılların yolunmasının caiz olmadığına delalet etmektedir.
İbn Reslân; '"Bizim ashabımız, Malikiler, Hanbelîler ve daha başkaları bu
hadisler sebebiyle tfüUrmış kılian volma-riın mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Ayrıca HalâPm Câmiin'de rivayet ettiği şu hadisler de buna delildir: "Bir
haccam (kan alıcı), Hz: Peygamber (s.a)'in bıyığını kesti, Efendimiz'in
sakalında bir beyaz kil gördü, onu atmak istedi. Bunun üzerine Rasûluüah-
Hacea'nm elini tuttu ve "İslâm döneminde ağaran hiç bir kıl yok ki, o
kıyamel günü kendisine bir nur olmasın." buyurdu." Buna göre. ağarmsş
olan kılı yolmak da. yoldurmak da mekruhtur.
İmam-i Nevevî bu
konudaki açık nehiylcrdcn dolayı Ivya/ kili yolmanın haram olduğuna bile
hükmedebileceğim söyler.
Beyaz kılı yolmanın
yasaklanışının hikmeti, bunun, kişinin hilkatini değiştirmek oluşudur. Burada
şöyle bir soru akla gelebilir: Beyaz kılları yolmak yasak edilmiş, buna mukabil
saç ve sakalı boyamak caiz görülmüş, hattâ teşvik edilmiştir; bu, çelişki
değil midir?
Bu muhtenıeJ soruya
Avııül Mabû'd'da söyle cevap verilmiştir: "Saçı sakalı boyamanın cevazı,
başka bir dînî maslahala mehilidir. O da düşmana-karşı heybetli görünüp,
korkutmakdır. İbnii'l Arabi söyle der: Beyaz kılların yolunması men edilmiş,
boyanması ise men edilmemiştir. Çünkü yolmak, hilkati aslından değiştirmektir.
Boyamak ise. ona bakana göre hilkati değiştirmez."
Yaptığımız bu nakillerden
anlıyoruz ki, saçma sakalına kır düşen kişinin genç görünmek maksadıyla,
ağaran saclarını yolması caiz değildir.[109]
4203... Ebû
Hûreyre (r.a) Rasıilullah
(s.a)'den nıeıfû olarak şöyle rivayet etmiştir.
"Yahudiler ve
hiristiyanlar (saçlarını ve sakallarını) boyatılıyorlar. Onlara muhalefet
ediniz."[110]
Hâdis-i şerif, Külübî
Siüe'nin tümünde yer almıştır.
Tirmizî'deki rivayet
"Beyazlığı (kılları) değiştiriniz, yahudilere benzemeyiniz"
şeklindedir.
Tirmizî: "Ebû
Hüreyre hadisi basen sahîhdir. Ebû Hiireyredcn, birçok yolla rivayet
edilmiştir." der.
Hadis, saç ve sakalı
boyamanın meşruiyetine delâlet etmektedir. Bu meşruiyetin illeti de yahudi ve
hırisliyanlara muhalefettir. Bu illet, saç ve sakal boyamanın müstehap oluşunu
telkin etmektedir. Çünkü. Rasûluilah (s.a) yahûdî ve hıristiyanlara muhalefetle
çok titiz davranır ve bunu emrederdi.
Şevkânî: Selefin bu
sünnetle çok meşgul olduklarını söyler ye şunları ilâve eder: "Onun için
sen, tarihçilerin, eskilerin lercemei hâllerinden bahsederken saçını sakalını
boyardı, boyama/dı gjbj sözler kullandıklarını görürsün. Ibnü'l Cevzî,
sahabeden bir gurubun saç ve sakallanın boyadıklarını söyler. Ahmed b. Hanbel
sakalını boyayan bir adam görmüş ve
"Ben ölen bir
sünneti ihya eden bir adam görüyorum" demiş, sevinmiştir. Nevevî 'de şöyle
demektedir: "Bizim mezhebimize göre kadın ve erkeğin beyaz kılların, san
veya kırmızıya boyamalar, müstehaptır. Esah olan görüşe göre siyaha boyamaları
haramdır.[111]
Şevkânfnin ifâdesine
göre beyaz kılların boyanmasında iki menfaat vardır. Bunlar:
1- Saç ve
sakalı temiz tutmak,
2- Ehli
Kitaba muhalefet etmektir.
Üzerinde durduğumuz bu
hâdis-i şerifte beyaz kılların boyanması teşvik edilmekte, ancak boyanın rengi
konusunda herhangi bir kayıt (Görülmemektedir. Bu satırlar okunurken
Nevevî'nin beyânından boyanın san veya kırmızı olması gerektiği, siyaha
boyamanın ise caiz olmadığı anlaşılmaktadır. İleride gelecek olan hadislerde,
bu hükme ışık tutanlar vardır Biz bu konunun münakaşasını o hadislerin
açıklaması esnasında ele alacağız.
Bu ve ileride gelecek
olan hadisler, açık bir şekilde ağaran saç ve sakalları boyamaya teşvik ettiği
halde, aksi görüşlerin serdedilmcsine imkân verecek rivayetlerden dolayı ulemâ,
saç ve sakal boyamanın hükmünde ihtilâf.etmişlerdir. Bu konudaki görüşleri de
yine Neylü'l - Evtar'dan özetle naklediyoruz.
Sahabe ve tâbîundan
birçok kişi, saç ve sakal boyamanın hükmü ve boyanın cinsinde ihtilâf
etmişlerdir. Bazıları, boyamanın daha efclâl olduğunu söylemişler ve ağaran
kılları değiştirmenin yasak olusuna delâlet eden bir hadis rivayet etmişlerdir.
Ayrıca Hz.
Peygamberdin saç ve sakalındaki ağarmış olan kıllarını boyamadığmı
söylemişlerdir.
Bazı âlimler de saç ve
sakalı boyamanın eraâl olduğunu söylemişler. bu konuda varid olan hadisleri,
sahabe, tâbiûn ve daha sonrakilerin uygulamalarım delil ittihaz etmişlerdir.
Bunlar da kendi aralarında boyanın rengi konusunda ihtilafa düşmüşlerdir.
Taberi, boyamanın
hükmü konusundaki bu ihtilaflar için şöyle der: "Doğrusu şu ki Hz.
Peygamber (s.aVin beyaz kılları boyamayı teşvik eden ve ondan nehy eden tüm
hadisler sâhihdir. Ve bunlar arasında çelişki yoktur.
Bu konudaki emirler
Ebû Kuhâfe gibi saçı sakalı bembeyaz olanlar hakkındadır, yasaklamalarda saçı
sakalı kır olan yani siyahı da beyazı da bulunanlarla ilgilidir. Eski alimlerin
bu görüşte olmaları kendi durumla-rındaki farklılıktır. Yani kimisinin saçları
kır. kimisinin beyaz olmasıdır.
Ayrıca bu konudaki
emir ve nehiyler bağlayıcı değildir.[112]
Bu izahtan anlaşılıyor
ki sac ve sakalı lamaıncn ağarmış olanlann sarı veya kırmızıya boyamaları
rniistehapttn
Kır olan saç ve
sakalların boyanması ise meşru değildir. Kadı İyaz ise, meseleye biraz daha farklı
bakmış, saç boyamak adet olan yerlerde boyamanın lüzumunu, adet olmayan
yerlerde de boyanmaması gerektiğini yahut; ağaran saçları temiz olup boyamasına
gerek duymayanların boy anlamalarını, aksi olanların ise boyamalarının
müslehap olduğunu söyler.[113]
1-
Müslümanlar inanç ve düşüncelerinde olduğu gibi, dış görünüşle rinde de
müslüıncuı ıııaıııaıtı ınuiıaıcıcı etmekte, onlara benzememekle liliz davranmalıdırlar.
2- Saçı veya
sakalı ağaran erkeklerin ve saçı adanın kadınların saçlarını boyamaları
müstehaptır.[114]
4204...
Câbir b. Abdullah (r.a) demiştir ki; "'Mekke leıhedildiğ Ebu Kuhafe[115]
getirildi, saçı ve sakalı ak yavşan gibi bembeyaz kil Rasûlullah (s.a)
"şunu bir şeyle değiştirin, siyahlan uzak durun (şu beyazlığı siyahın
dışında bir renkle boyayınî buyurdu.[116]
Hadisin Müslim'deki
bir rivâyelinde. Ebû Kuhâ-IVmn Mekke felni y|j| mK yoksa Mekke ,emj günü mü
getirildiği .şek ile ifade edilmekledir. Ayrıca bu rivayette. Ebû Kuhâ-fe'riin
saçlarının boyanmasının hanımlarına emredüdiği bildirilmekledir.
Ahmet b. Hanbel'in,
Enes (r.a)'dan yaptığı rivayetle bildirildiğine göre; Ebû Kuhâfe'yi. Uz. Ebu
Bekir (r.a} taşıyarak gelirip. Rasûluilah'm huzuruna bırakmış
ve Ebû Kuhâfe müslüman olmuştur.Taberî nin rivayetinde ise.
Ebû Kuhâfe'yi götürüp saçını sakalını kırmızıya boyadıkları ifâde edilmiştir.
Hâdis-i .şerifte, Ebû
Kuhâfe'nin saç ve sakalının beyazlığı '" (segame)ye benzetilmiştir. Bu
kelime (süğâme) seklinde ele okunmaktadır. Aliyü'l - KarTnin ifadesine göre;
Mirak Şah da "süğâme" şeklinde olduğunu söylemiştir. Kamûsüı ise
"seğâni" şeklindedir. Bu kelime yaprağı ve çiçeği bembeyaz olan bir
bitkinin ismidir. Asım Efendi kumus tercemesinde bu kelimeyi, "Ak
yavşan1" diye terecine etmiş, Bûrhan'daki izahın ise "yandık otu"
mânâsına gelecek şekilde tefsir edildiğini söylemiştir. Bu ihtilâfların önemi
yoktur. Meselenin esası. Ebû Kuhâfenin saç ve sakalının bembeyaz olup yaprağı
ve çiçeği kar gibi beyaz oktu bir bitkiye benzetildiğidir.
Bu hâdis-i şerif
ağaran saç ve sakalı boyamanın müslebap olmakla beraber, siyaha boyamanın caiz
olmadığına delâlet çimekledir. Siyaha boyamanın nehyedildiği açık olmakla
birlikte bu nehiy mutlak midir, yoksa bazı hallerde siyaha boyanabilir mi? Bu
konudaki görüşleri 20. bab'da 4212. hâdis'in izahı esnasında vereceğiz. Çünkü o
bab, sırf siyaha boyanma konusundadır.[117]
4205... Ebû
zer (r.a)'den; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Kendisi ile şu
beyazlığın (saç ve sakal beyazlığı) değiştirildiği en iyi şey, kına ve ketem'dir.[118]
Tirmizî bu hadisîn
basen sahili olduğunu söylemiştir
Ketem: Avnül
Mabûd'daki ifâdeye göre, Yemen'de yetişen bir bitkidir. Kendisinden elde edilen
boya kahverengidir. Bazı âlimler bu bitkinin zeytin ağacı yapraklarına benzeyen
yapraklan ve karabibere benzeyen meyveleri olduğunu söylerler.
Kamusta, bu bitkinin
kökü kaynatılarak mürekkep ekle edildiği bildirilmektedir. Kamus mütercimi, bu
izaha göre anılan bitkinin çivil olu olması gerektiğini söyler İbnü'I Esir'de
ketemin vesimc ile karıştırılarak saçı siyaha boyamaya yarayan bir bitki
olduğunu söylemekledir.
Hâdîs-i şerif
beyazlaşan saç ve sakallan kına ve kelem denilen bitki ile boyamanın, başka bir
şeyle boyamaktan daha iyi okluğuna delâlcl etmektedir. Şüphesiz bu hadis, saçı
sakalı başka bir şeyle boyamanın caiz olmayışına delil sayılamaz.
Saçı sakalı bu iki
madde ile boyamaktan maksat, ikisini karıştırarak boyamak mı, önce birisi ile
sonra da öbürü ile boyamak mı. yoksa bunlardan birisi ile mi boyamak olduğu
konusunda farklı görüşler vardır. Sahîh-i Müslîm'de, Hz. Ebû Bekir'in kına ve
ketemle. Hz. Ömer'in ise sadece kına ile boyadığı bildirilmektedir. Bu rivayet,
Hz. Ebû Bekir'in ikisini karıştırarak saç ve sakalını boyadığını Hz. Ömer'in
ise sadece kına ile boyadığını ortaya koymaktadır.
Yukarıda ketem
kelimesinin ifâde ettiği mânalar konusunda bazı âlimlerin söylediklerini
aktarmıştık. Bu nakillerden bazılarına göre de, kelem, siyah renk veren bir
bitkidir. Buna göre saç ve sakalı boyarken sadece kelem kullanılması bir müşkil
ortaya koymakladır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a). saçı sakalı siyaha boyamayı
nehyetmiştir. O halde hâdislen maksat. ya hu ikisini karıştırarak kullanmaktır
ki o zaman ortaya kahverengi bir renk çıkar ya da ketem,sırf siyah renkte
değildir. Belki siyaha çalan bir renktir. Kinâvî, kelemin çeşitli mânâlarını ve
bu mânâlara göre hadisin izahını yapmıştır.
Hafız: "Safî
ketem, kırmızıya çalan bir siyahlığı gerektirir. Kına ise kırmızılık verir. İkisinin
birlikte kullanılması siyah kırmızı arası (kahverengi) bir renk meydana
getirir' der.
Bu maddelerin ard arda
kullanılması, yine kırmızı, ve siyah arası bir renk meydana getirir.[119]
1. Ağaran
saç ve sakalların çeşitli maddelerle boyanması caizdir.
2. Saç ve
sakalı boyamakta kullanılan maddelerin en iyisi kına ve ketem bitkileridir.[120]
4206... Ebû
Risme (r.a); şöyle demiştir: Babamla birlikle Rasûluliah (s.a)'in yanına
gittik. Rasıılu affın saçları kulak yumuşağına kadar sarkmış vaziyette idi,
üzerinde kına lekeleri vardı. Sırıma da iki yeşil cübbe bulunuyordu.[121]
Hadisin Ahmed b.
Hanbei'in müsnedindeki rivâyetinde "sırtında iki yeşil cübbe vardı.
beyazlaşan saçı ve sakalı da kırmızı idi. denilmektedir. Yine Ahmed b.
Hanbel’in diğer bir rivayeti de "Beyaz kılları kırmızı gördüm"
şeklindedir.
Şemâilde Ebû
Risme.'fnin sözü '"yanımda oğlum olduğu halde Hz. Peygamber'e gittik"
şeklindedir. İbn. Ebi Hatim bu rivayetlerden birisinin vehm olduğunu söyler.[122]
4207... Bize
Muhammed b. El - Alâ haber verdi. Bize İdris. İbn Ebcer'den işittim diyerek
haber verdi. İbn Ebcer. İyad b. Lekiflan, o da Ebû Rimse'den bu (yukarıdaki)
haberi rivayet edip şöyle dedi.
Babam Rasûluliah
(s.a)'e:
"Bana sırtındaki
(nübüvvet mührü) ni gösler; ben tabibim" dedi.
Rasûluliah (s.a):
"Tabîb Allah'tır
belki, sen şefkatli bir adamsın onun tabibi yaratandır." buyurdu.[123]
Bu hadis, bir öneeki
hadisin biraz daha detaylı bir rivayetidir. Onun için bu rivayetin isnadını
icreemeye aldık.
Hâdis-i şerifin. Ahmed
b. Hanbei'in müsnedinde de birkaç rivayeti vardır. Bu rivayetleri göz önüne
alarak hadiseyi şu şekilde toparlamamız mümkündür.
EbûRimse. babası ile
birlikle Rasûlullah'ın huzuruna varmış. Babası. Efendimiz'e. kendisinin bir
tabîb sülâlesinden geldiğini ve kendisinin de tabîb olduğunu söyleyerek
sırtındaki peygamberlik mührünü görmek isleyip ıiEğer o bir ursa onu tedavi
edeyim" demiş. -"Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, asıl tabibin
Aiiah olduğunu, onun ise gördüğü hastalına karşı şefkat duyan, onların acısını
dindirmek isteyen birisi olduğunu söylemiş. Ayrıca Efendimiz, sırtındaki
mühüriin esas labînin Allah U\c) olduğunu ilâve etmiştir.
Bu rivayetlerden
anlıyoruz ki, Ebu Rimse'nin babası Hz. Peygamber1 İn sırtındaki nübüvct
mührünü bilmiyor: onu bir uf zannediyordu. Onun için. onu tedavi etmek için
Efendimiz/c müracaatla bulundu.
Rasûlullah'm
"Asıl tabîb Allah'tır" buyurarak, Hbû Rinıse'nin babasının teklifini
reddetmesi, sırtındaki benlerin tedaviyi Liereklirecek birden olmamasından dolayı
olsa gerekir. Çünkü, Efendimiz, daima tedavi yollarının aranmasını teşvik
etmiştir. Nitekim tedavi maksadıyla kan da aldırmıştır.[124]
4208...
Bize, İbn Beşşâr haber verdi, bize AbtİLiriahnıaıı haber verdi. Bize Süfyan ,
İyâd b. Lakîl'len. o da Ebû Kjhışe'tlen rivâyei elli. Ebû Rimse şöyle demiştir:
Babamla birlikte
Rasûlullah (s.a)(in yanınal'e yeldik. Rasûiullah bir adama -veya babama- (beni
göstererek) "Bu kim?" diye sordu. Babam "oğlum" dedi.
Rasûlullah (s.a)
"Sen, onun aleyhine suç işlemezsin (senin suçun ondan sorulmaz)"[125]
buyurdu. O zaman, Rasûlullah (s.a) sakalına kına yakmıştı.[126]
Bu rivayetin bir başka
nakli de şu şekildedir:Ebu Rmıse; şöyle demiştir:
"Babamla birlikte
Rasûlullah (s.aVın yanma gittik. Rasûlullah (s.a} babama: " Bu oğlun
mu?" dedi. Babam:
Kâbenin rabbine yemin
ederim ki evel.
Doğru mu söylüyorsun?
Ona şehâdet ederim.
Rasûlullah (s.a) benim
babama benzeyişime ve onun benim üzerime yeminine güldü sonra da:
"O senin
aleyhine, sende onun aleyhine suç işlemezsin (sen onun o ) (da senin) (suçundan
sorumlu değilsiniz)" buyurdu" ve
kimse başkasının yükünü taşımaz (yani kimse başkasının suçunun cezasını
çekemez)"[127]
âyet-i kerimesini okudu.
Görüldüğü gibi bu
rivayette, Rasûlullah'n çocuğun kim olduğu sorusuna muhatap olan şahıs, seksiz
"Ebu Rimse'nin babasıdır.; "Metindeki rivayette ise," Bu soru
bir adama veya babama" şeklinde şek ile varîd olunmuştur.
Hadisin bu rivayetinin
konu ile alâkası Peygamber Efendimiz'in sakalının kınalı oluşudur. Ebû
Rimse'den gelen bu iki rivâyet'te, Efendimizin sakalına kına yaktığına delâlet
etmektedir.
Burada bir mesele
üzerinde kısaca durmak istiyoruz:
Rasûluîlah Efendimiz,
baba ve oğulu birlikte görünce babanın oğlunun, oğlunun da babasının suçundan
sorumlu tutulmayacağını ifade buyurmuştur. Efendimizi, böyle bir söz söylemeye
iten saik, Araplar arasındaki yanlış bir anlayışı reddeder. Çünkü Araplar,
baba ve oğuldan birisi nin işlediği suçtan dolayı öbürünü de sorumlu
tutarlardı.
Şüphesiz bu, adaleti,
en önemli prensiplerinden birisi addeden İslam
dinine göre doğru
olamazdı. Onun için, Kur'an-î Kerim, hiç kimsenin başkasının işlediği bir suç
karşılığında sorumlu tutulamayacağını bildirmiş, Peygamber Efendimiz de, bu
hadislerle câhili anlayışı yıkmıştır.[128]
1- Hiç kimse
işlemediği suçtan dolayı sorumlu tutulamaz.
2- Saç ve
sakala kına yakmak meşrudur.[129]
4209...
Sâbit'ten rivayet edildiğine göre:
Enes (r.a)'a, Hz.
Peygamber (s.a)'in boyanması konusu soruldu. O da Resûlullah’ın boyanmadığını, ama
Ebû Bekir ve Ömer'in boyandıklarını söyledi.[130]
Hadisin Buhari'deki
rivayetinde Hz. Ebû Bekir ve Hz Ömer'in durumları söz konusu edilmemiştir.
Müslim'deki rivayetinde Hz. Ebu Bekir'in kına ve ketemle, Hz. Ömer'in ise
sadece kına ile boyandığı zikredilmiştir.
Bu haberde Enes (r.a),
Hz. Peygamber'in boyanmadığını söylemiştir.
Bundan önceki Ebû
Rimse rivayetinde ise, Rasûlullah'm sakalına kına yaktığını, bundan sonra
gelecek olan İbn Ömer hadisinde ise vers ve za-feran sürdüğü rivayet
edilmektedir.
Buna göre bu
rivayetlerin arasında bir çelişkinin varlığı söz konusu olmaktadır. Bu
hadislerin arasını telifte alimler farklı şeyler söylemişlerdir. İbn Reslân,
"Ebû Rimse ve İbn Ömer hadislerinde Hz. Peygamber'in sakalını boyadığı
ifâde edilmektedir. Enes'in haberi ise mutlaktır. Dolayısıyla onun haberine
göre Rasûlullah'm boya sürmeyişinden maksat, ellerine ve ayaklarına
sürmediğidir."
İbn Reslân'm dediğine
göre Hz. Peygamber (s.a) el ve ayaklarına kına sürmemiştir ve Enes'in haberi
bununla ilgilidir, sakalına ise sürmüştür, Ebu Rimse ve îbn Ömer'in haberi de
bununla alâkalıdır.
Bezlü'l - Mechûd
müellifi, İbn Reslân'in bu telifini nakletmiş, ama beğenmemiştir. Ona göre
doğrusu Hint ulemâsından Muhammed Yahya'nın hocasının ders takririnden yazdığı
şu teliftir:
"Hz. Peygamber'in
kına sürünmediğini bildiren haberler onun sakalının tamamını boyamadığma
hamledilir. Kına süründüğünü bildiren ha herlerden, maksat ise. Onun ağaran
bazı kıllarını boyamış olmasıdır. Yani Rasûlullah Efendimiz, saçının sakalının
tamamını boyamamıştır. Fakat saçmdaki veya sakalındaki ağaran bazı kılları
boyamıştır."
Muhammed Yahya'nın bu
izahı, saç ve sakalı boyamaya cevaz veren ve bunu nehyeden haberleri telif için
daha önce söylediklerimizle çelişkili zannedilmemelidir. Orada âlimler
boyamayı teşvik eden hadisleri, Ebu Kuhafe gibi saçı sakalı benbeyaz olanları
boyamaya, boyamayı nehyedenleri ise kır olanlara hamletmiştir. Muhammed
Yahya'nın buradaki izahı ise Rasûlullah'm saç ve sakalının içinde tamamen
beyazlaşan kılları
boyadığına işaret
etmektedir.
Aliyyü'l Kârı ise, Hz.
Peygamber'in sakalını boyadığını bildiren hadislerle, üzerinde durduğumuz Enes
hâdûsinin telifi sadedinde "Enes'in dediğine göre Rasûlullah saçını
boyamamış öbürlerine göre ise sakalını
boyamıştır." der.
Bu hadisin tevilinde
hemen hemen herkesçe kabul edilen telif Nihâye'deki şu teliftir. "Hz.
Peygamber (s.â) genelde saçını sakalını boyamamış, ama arasrra boyamıştır.
Herkes kendi gördüğünü haber vermiştir."[131]
4210... İbn
Ömer (r.a)'dan rivayet edildi ki:
Rasûlullah (s.a) sibtî
(denilen) pabuçlar giyer, sakalını vers ve zaferanlar boyardı.
(Nâfî) "Aynısını
İbn Ömer'de yapardı" der.[132]
Sibt: Kılları tıraş
edilmiş ve tabaklanmış sığır de rîsidir. Sibtî de, böyle deriden yapılmış pabuçlardır.
Vers: Yemen
taraflarında yetişen, sarı renkli bir bitkidir. Boyacılıkta kullanılır.
Zaferan: Boyacılıkta
kullanılan, sarı renkte bir bitkidir.
Hâdis-i şerifin
zahiri, Hz. Peygamber (s.a)'in sakalını vers ve zaferanla boyadığına delâlet eder.
Bezlü'l Mechûd sahibi, bu hadisin izahında şöyle der. "Atfın zahiri,
Rasûlullah'm sakalını zaferanla boyadığını gösterir. Sakalını vers, elbisesini
de zaferanla, boyamış olması da muhtemeldir. Bunu İbn Reslân söylemiştir. Ben
derim ki, Hz. Peygamber (s.a) elbiseyi zaferanla boyamayı nehyettiği sabit
olduğu halde, bu nasıl mümkün olur? Böyle olunca, söylenmesi gereken;
Rasûlullah'm sakalını bunların ikisi ile de (boyamış) olduğudur."
Rasûlullah'm
elbisesini zaferanla boyaması konusunda malûmat 4064 nolu hadiste geçmiştir.
İbnü'l Hûmam bu
hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: "Her ne kadar Ib-nü'l Kettan bu
hâdise sahîh demişse de erkeklerin zaferan sürünmesini nehy konusunda
Suhihayn'da mevcut olan hadis bundan daha kuvvetlidir."
Rasûlullah'm sakalını
boyadığını bildiren bu hadisle, hiç boyanmadi-ğını bildiren Enes hadisinin
arasının nasıl telif edileceği bundan önceki hadiste geçmiştir.[133]
4211... İbn
Abbas (r.a) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a)'e
(sakalını veya saçını) kına ile boyamış bir adam uğradı. Efendimiz, "Şu
ne kadar güzel" buyurdu, (sakalını veya saçım) kına ve ketemle boyamış
olan başka birisi geçti. Bu sefer Rasûlullah (s.a) "Bu ondan da
güzel" buyurdu. Sarıya boyanmış daha başka birisi geçti, onun için de
"Bu hepsinden daha güzel" buyurdu.[134]
İbn Mâce'nin rivayeti,
adamların Hazreti Peygamber (s.a)'e değil, Hz. Peygamberin onların yanından
geçtiği tarzında varid olmuştur. Ayrıca rivayetin sonunda "Tavus sarıya
boyardı" ilâvesi vardır.
Hâdis-i şerif, kişinin
beyazlaşmış olan saç ve sakalını boyamasının iyi olduğuna delâlet etmektedir.
Boyarken kullanılacak boyanın en iyisi, sarı renk, sonra kına ve yeis karışımı
ki, bu kahverengiye çalar bir renktir. Daha sonra kına gelir.
Ketemin mânâsı 4025
numaralı hadiste geçti.[135]
4212... İbn
Abbas (r.a); şöyle demiştir.
Rasûlullah (s.a)
"Ahir zamanda (saç ve sakalını) güvercin göğsü gibi siyaha boyayan bir
kavim gelecektir. Onlar cennetin kokusunu alamazlar." buyurdu.[136]
Hâdis-i şerif, ağaran saç
ve sakalını siyah boya ile boyayanların, değil cennete girmek, cennetin kokusunu
bile alamayacaklarına delâlet etmektedir. Oysa cennetin kokusu beş yüzyıllık
mesafeden hissedilebilir.
Mümin olarak ölen bir
müslümanın, günahkâr da olsa, gecikmeli de olsa cennete gireceği naslarla
sabit olan bir gerçektir. Durum böyle olunca, üzerinde durduğumuz bu hâdisde
maksat, saçını sakalının boyayanların asla cennete giremeyecekleri değildir.
Belki maksat, insanların
bundan sakınmaları için bir tehdittir veya saçı sakalı siyaha boyamayı helâl
görenlerle ilgilidir. Maksadın, bu durumda olanların daha cennete girmeden
önce cennetin kokusunu alamamaları olması da muhtemeldir.
Alimlerin büyük
çoğunluğu saçı sakalı siyaha boyamanın mekruh olduğu görüşündedir. İmam
Nevevî; Gazali, Begavi ve Şafiilerden daha başka âlimlerin sözleri onun
tenzihen mekruh olduğuna delâlet ettiğini, ancak doğrusunun onun haram olduğunu
belirtir. Hâvî'de bunu söyleyenlerdendir.
Hanefilere göre,
zaruret olmadan, ağaran saçları siyaha boyamak tahrimen mekruhtur.
Bu hüküm, normal
hâllerle ilgilidir. Ama savaşta düşmana karşı daha heybetli görünmek gibi
maslahatın bulunduğu hallerde boyamak caizdir.
Bazı alimler, siyaha
boyanmak konusunda, erkekle kadım farklı mütalaa etmişler ve erkeklerin aksine
kadınların saçlarını siyaha boyamalarının caiz olduğunu söylemişlerdir. El-
Halımı bu görüşü benimseyenlerdendir.
Askalânî, Fethü'l -
Bari adındaki eserinde "Yahudi ve hıristiyanlar saç ve sakallarını
boyamazlar, siz onlara muhalefet ediniz" hadisinin izahı esnasında aynı
mânâya delalet eden daha başka rivayetlere işaret ettikten sonra şunları
söyler:
"Siyaha boyamayı
caiz görenler bu hâdise dayanırlar.
Babu Zikri Beni İsrail
Min ehâdisi'l Enbiya bahsinde, câbir ve İbn Abbas hadislerinden dolayı siyaha
boyama konusunun istisna edildiği geçmişti.
Alimlerden bazıları,
onu, savaş esnasında caiz görürler, bazıları mutlak olarak tecviz ederler.
Uygun olanı, onun mekruh oluşudur. Nevevî'de tahrimen mekruh olduğuna
meyletmiştir. Seleften bazıları siyaha boyamaya ruhsat vermişlerdir. Sa'd b.
Ebî Vakkas, U-kbe b. Amir, Hasen, Hüseyin, Cerir ve daha başkaları
bunlardandır. İbn Asım'da Kitab'ül - Hı-dâb'ında bunu tercih etmiş ve saçını
sakalını siyaha boyayan bir kavmin cennetin kokusunu alamayacaklarını bildiren
İbn Abbas hadisi hakkında şöyle demiştir: Bu hadis siyaha boyamanın mekruh
oluşuna delâlet etmez. Aksine bu, özellikleri böyle olacak bir kavmin
geleceğini haber vermektedir.
İbn Ebî Asım, Hz.
Peygamber (s.a)'in, Ebû Kuhâfe için söylediği "siyahtan uzak durun"
hâdisî hakkında da onun, saçının beyazlığı çirkin görünenlerle ilgili
olduğunu, umuma şamil olamayacağını söyler.
Askalanî daha sonra
îbn ebî Asım'in sözlerine itiraz ederek şöyle demektedir: "Onun
söyledikleri iki hadis siyakının akla getirdiklerine zıttır. Ancak, onun İbn
Şihab'dan rivayet ettiği;" yüz taze olduğu zaman (saçı sakalı) siyaha
boyardık; yüzler değişip, dişler sallanınca bunu terkettik, "mânâsındaki
hadis ve Taberânî ile İbn Ebî Asım'dan merfu alarak rivayet ettiği;
"saçını siyaha boyayanın kıyamet günü Allah yüzünü karartır",
hadisleri İbn Ebi Asım'ın sözlerine delâlet eder."
Bu nakillerden
anlaşılıyor ki ulemanın çoğunluğuna göre özürsüz olarak saçı sakalı siyaha
boyamak tahrimen mekruhtur.[137]
4213...
Rasûlullah (s.a)'in azatlısı Sevban (r.a)'dan şöyle rivayet edilmiştir:
Rasûlullah (s.a) bir
yolculuğa çıktığında ailesinden son veda ettiği ve döndüğünde de yanına ilk
girdiği insan Fâtıma (r.a) idi.
Rasûlullah (s.a) bir
gazvesinden döndü. Hz. Fâtıma (r.a) kapısının üzerine çul -veya perde- asmış,
Hüseyin ve Hasen'e gümüşten iki bilezik takmıştı. Rasûlullah (bu sefer) Hz.
Fâtımanın yanına girmedi. Hz. Fâtıma, Rasûlullah'in gördüklerinden dolayı
girmediğini zannetti ve çulu (yada perdeyi) yırttı, çocuklardan bilezikleri
çıkarıp her birini ikisi arasında paylaştırdı. Bunun üzerine Hasen ve Hüseyin
ağlayarak Rasûlullah (s.a)'a geldiler. Rasûlullah bileziği onların elinden aldı
(ve Sevban'a verib) "Ya Sevbân, şunu Medine'deki falan aileye götür,
Şüphesiz bunlar (Hasen, Hüseyin ve Ebeveyinleri, benim ailemdir. Onların güzel
nimetlerini, dünya hayatlarında yemelerini uygun bulmuyorum. Yâ Sevban, Fâtıma
için aşık kemiği (veya deniz aygırı dişinden) bir gerdanlık ve fil dişinden
(yada deniz kaplumbağası) iki bilezik satın al" buyurdu.[139]
Bu hadis
"Âc" denilen maddenin kullanılmasının câjz olduğuna delâlet
etmektedir. "Âc" kelimesinin ifade ettiği mânâ alimler arasında
hayli tartışmalıdır. Bu tartışmaların özeti şudur:
Hattabî, Esmaî'den
naklen "Âc"m, deniz kaplumbağasının sırtındaki kemik olduğunu söyler
ve halk arasında bu kelimenin fil dişi mânâsında kullanıldığını ilâve eder.
Hattabî, ölü hayvan kemiğini kullanmanın caiz olmayışına dikkat çekerek,
burada, kaplumbağa kemiği mânâsının maksut olduğuna işaret eder.
Türbeştî, Hattabî'nin
bu sözlerini naklettikten sonra, ona itiraz eder ve şöyle der: "Bu, meşhur
olan lûgattan meşhur olmayan lûgata bir meyildir. Meşhur olan, âc kelimesinin
fildişi mânâsına gelişidir. Geçmiş ve gelecek herkes bu kelimeden bu mânâyı
anlar. Aliyyü'l Kârî de "Her halde Hatta'bînin meşhur lugâü bırakıp da
meşhur olmayanı tercih edişine sebep, ona göre ölü kemiğinin pis
oluşudur." der.
Hattabî'nin, âc kelimesini,
meşhur mânâsı ile değil de öbür mânâ ile izahına sebep Aliyyii' Kârî'nin
dediğidir. Zaten bu bizzat Hattabi'den yukarıya naklettiğimiz ibarede de
görülmektedir.
"âc"
ulemanın ekseriyeti tarafından fil dişi diye tefsir edilmiştir. Meselâ
Askalanî: fil dişidir" îbnü's Seyyid "fil dişinden başkasına âc denilmez"
demektedirler Kazzâz: Halil'in fil dişinden başka bir şeye âc denildiğini
kabul etmediğini söyler. İbnü'l Farîs ve Cevheri ise bu kelimenin, fil kemiği
manasına geldiğini söylerler. Yani bunlar kelimeyi, filin dişine tahsis etmeyip
genel manasıyla filin kemiğine itlak etmişlerdir.
Hâdis-i şerifte
üzerinde durulması gereken iki kelime daha var. Önce onları açıklayıp sonra
izahı gereken diğer meselelere geçmek istiyoruz.
MİSH: Yünden dokunmuş bir
parçadır. Çul, keçe gibi kelimelerle izahı mümkündür. Arapça lûgatlarda bu
kelimenin Farsça karşılığının pelâs olduğu söylenmektedir. Şemsettin Sami,
Kamus-i Türkî'de Pelasıfi aba ve çul gibi eski ve kaba şeylere denildiğini
ifâde etmektedir.
ASB -veya ASAB- :
Hattabi veya İbnü'l Esîr bu kelimeyi ASB şeklinde başka bazı âlimler ise ASAB
diye okumuşlardır. Asab, sözlükte sinir veya aşık kemiği mânâlarınadır. Ancak
hiç bir âlim burada kelimeye sinir karşılığı vermemiştir. Alimler bu kelimeden
maksadın ne olduğunda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir.
Hattabî: "Eğer bu
hadiste Asb yemen elbiseleri değilse nedir; ben bilmiyorum, ben ondan
gerdanlık yapıldığını bilmiyorum" der İbnü'l Esîr, Nihaye'de Ebu Musa'dan
şunları nakletmektedir: "Bana göre rivayetin asab şeklinde olması
muhtemeldir. Asab da hayvanların aşık kemiğine denir. Muhtemeldir ki onlar,
bazı temiz hayvanların aşık kemiklerini alıyorlar onları boncuk gibi
kesiyorlar kuruyunca gerdanlık yapıyorlardı. Deniz kaplumbağasının kabuğundan
bilezik yapmak caiz olunca, benzeri bazı hayvanların aşık kemiklerinden de
gerdanlık yapılması mümkündür.
Bazı Yemenliler,
asabın Firavun atı denilen bir deniz hayvanının dişleri olduğunu söylediler. O
dişler bembeyazmış ve onlardan boncuk, bıçak sapı gibi eşyalar
yapılırmış"[140]
Hadisin tercemesi
yapılırken Ac ve Asab (yada asb) kelimelerinin ifâde ettiği bu, manalar göz
önüne alınmış ve kuvvetli gördüklerimize doğrudan, öbürlerine de parantez
içerisinde işaret edilmiştir.
Hadîsten anladığımıza
göre, Rasûlullah Efendimiz, bir yolculuğa çıkacaksa tüm ailesiyle
vedalaştıktan sonra sevgili kızı Hz. Fatıma'ya uğrar en son onunla vedalaşır,
bir seferden döndüğünde de önce ona uğrarmış. Ancak bir sefer dönüşü Hz.
Fatıma'ya uğramamış, Hz. Falıma da bunu yaptığı iki şeye yani kapısına astığı
çula ve oğulları Hz. Hasan ve Hüseyin'in kollarına taktığı gümüşten yapılmış
bileziklere bağlamış; sebebin hangisi olduğunu bilemediği için, hem kapısındaki
çulu indirip yırtmış, hem de çocukların kollarındaki bilezikleri çıkarıp kırmış
ve ellerine vermiştir. Çocuklar, buna üzülmüşler ve ağlayarak Hz. Peygamber
(s.a)'in yanına gelmişler. Hz. Peygamber de yanındaki azatlısı Sevban'a o bilezikleri
Medinede'ki bir aileye vermesini, çünkü kendi ailesinin asıl öbür dünyanın
nimetlerinden istifade edeceklerini bu dünyanın nimetlerinden istifâde ederek
ahiretteki nasiplerinin azalmasını istemediğini söylemiş. Daha sonra Hz. Fâtıma
için gümüşten daha değersiz olan bir gerdanlıkla iki bilezik almasını emretmiştir.
Hz. Peygamber'in bu
davranışından anlıyoruz ki, kadınların süslenmeleri, müslümanların dünya
nimetlerinden istifâdeleri caizdir. Çünkü İslamiyette ruhbaniyet yoktur. Allah
nimetini kullan üzerinde görmeyi sever. Fakat dünya nimetinden istifâde aşın
olmamalı, israfa yol açmamalıdır. Yani doyumluk değil tadımlık olmalıdır. Daha
basiti ile yetinilmeli, mümkün ise külfetlisine itibar edilmemelidir. Yine Hz.
Peygamber (s.a.)'in sözlerinden anlıyoruz ki, bu Dünya'nın nimetlerinden çokça
istifâde öbür dünyada bazı mahrumiyetlere sebeptir.
Yukarıda AC
kelimesinin hangi mânâda kullanıldığı konusunu tartışırken, Hattabî'nin ölü
hayvanın kemiği pis olduğu için burada fit dişi mânâsına alınamayacağı
görüşünde olduğunu belirtmiştik. Şimdi yeri gelmişken kısaca Ölü hayvan
kemiğinin hükmü konusundaki meşhur görüşlere bir göz atmak istiyoruz.
İmam Azam Ebû
Hanife'ye göre ölü hayvanın kemiği temizdir. Çünkü kemikte hayat yoktur. İbn
Teymiye'nin şöyle dediği nakledilmiştir. "Ölü hayvanın kemiği pis
değildir. Onun içine hayat girmez. Sahâbilerin fil dişinden taraklan vardı.
Şayet ölü kemiği pis olsaydı sahâbiler fil dişinden olan taraklan
kullanmazlardı."
Ahmet b. Hanbel ve
İmam Malik'de İmam Şafii ile aynı görüştedirler. Dayanakları Meyte'nin haram
kılındığını bildiren âyeti kerimedir. Ayrıca fil pistir eti yenmez. Ancak
İmam-i Malik'e göre filin eti yenilir. Dolayısıyla boğazlanmışsa fildişi
kullanılabilir. Âtâ ve Hasanü'l Basrî'ye göre de fil dişini kullanmak
mekruhtur.
Sahih-i Buharî'deki
bir rivayetinde Zührî, fil dişi gibi ölü kemikleri konusunda şöyle der:
"Selef âlimlerinden fil dişinden taraklarla taranan ve ondan yapılan
kaplardaki yağlarla saçlarım, sakallarını yağlayanlan gördüm. Onlar, bunda bir
mahzur görmezlerdi."
İbn Sirîn ve İbrahim
en Nehâî, ac (fil dişi), ticaretini caiz görürlerdi.[141]
1. Bir
kimsenin yolculuğa çıkarken aile efradı ve vedâlaşması müstehaptır.Her gidişinde
daima en son ailesinden birisi ile vedâlaşıp dönünce, önce ona uğraması, bunu
adet haline getirmesi caizdir.
2. Kişi
dinen mahzurlu oluşunda şüphe ettiği bir şeyden hemen uzaklaşmalıdır.
3. Dünya
nimetlerinden aşırı derecede istifâde, öbür dünyanın nimetlerini azaltmaya
sebeptir.
4. Fil
dişinden gerdanlık bilezik veya başka bir eşya yapılması, bunun alınıp satılması
caizdir.[142]
[1] Tirmizî, Libâs 220 Nesaî, Zînet. 7: Ahmed b. Hanbel.
IV-84.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/230.
[2] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/231.
[3] Ahmed b. Hanbel VI, 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/232.
[4] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/232-233.
[5] İbn. Mâce, Zühd 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/233.
[6] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/233-234.
[7] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/234.
[8] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/234.
[9] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/234-235.
[10] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/235.
[11] Nesâi, Zinet 14. 19.
[12] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/235.
[13] Sadece Ebu Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/235-236.
[14] Nesaî Zînet 18: Ahmed b Hanbel, VI, 262.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/236.
[15] Buhari, libas 61.
[16] Nur, 31.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/236-237.
[17] Buharî. Libâs 83; Müslîm Libas. i 22: Nesaî, Zine, 67:
Tirmizî Edeb, 32: Ahmed b. Hanbel. IV-98.
[18] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/237-238.
[19] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/238-239.
[20] Buharî Libas 82. 87, 96; Müslim. Libas, 119: Tirmizi.
Libas 15: Nesaî. Zinet 23: İbn Mace, Nikâh, 52: Da-rimî, İsti'zan 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/239.
[21] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/239.
[22] Haşr, 17.
[23] Buharı, Libas 82: Müslim, Libas 120: Nesaî, Zinet 23,
24: Tirmizî Edep 33: İbn Mace Nikah 52.
[24] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/239-241.
[25] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/241.
[26] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/241-242.
[27] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/242.
[28] imam Muhammed, böyle yerlerde "mekruh'" sözü
ile haram kasdeder.
[29] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/242-244.
[30] Müslim. El edep, 20: Nesai zinet 73; Ahmed b. Hanbel.
II. 320.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/244-245.
[31] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/245.
[32] Tirmizi edeb, 35:; Nesai Zinet 35; Darimi İstizan 18;
Ahmed b. Hanbel IV. -400. 414. 418.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/245.
[33] İbn Mâce, Fiten. 19.
[34] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/246.
[35] Müslîm. Salat 143: Nesaî. Zinet. 37. 38, 74; Ahmed b.
Hanbel, II, 304.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/246.
[36] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/247-248.
[37] Bazı nüshalarda, "Erkesin haluk kullanması"
şeklindedir.
[38] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/248.
[39] Diğer bazı nüshalarda “Ravî dedi" ibaresi yoklu.
Bu hadisi sadece Ebû Davud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/248-249.
[40] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/249-250.
[41] Münzirinin nüshasında "gusl” kelimesi
zikredilmiştir.
[42] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/250-251.
[43] Ahmed b. Hanbel IV 403.
[44] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/251.
[45] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/251.
[46] Buhari, Libas, 33; Müslim, Libas. 77 Tirmizi. Edeb 51:
Nesaî. Zinet 73.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/252.
[47] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/252.
[48] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/252.
[49] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/253.
[50] Ahmed b. Hanbel IV, 173.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/253.
[51] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/253-254.
[52] Ahmed b. Hanbel III, 154.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/254.
[53] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/254-256.
[54] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/256.
[55] Müslim, Fedaîl, 92; Tirmizi. Libas, 4, Nesaî; Zinet
59: İbn Mâce. Libas, 20.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/256.
[56] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/257.
[57] Buhari. Libas 68, Menâkıb 23: Müslim, fezail 91,
Nesaî. Zinet , 59: Ahmed b. Hanbel, 111.249.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/257.
[58] Nesai, Zinet 59.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/257.
[59] Müslim, fezail, 96; Nesaî, Zinet 9; Ahmed III, 133,
165.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/257-258.
[60] Bu kelimelerin izahı açıklama bölümünde gelecektir.
[61] Tirmizî Libas, 21; İbn Mâce Libas 36; Ahmed b Hanbel.
VI, 108, 118.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/258.
[62] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/258.
[63] Buharî, Menâkıb 23; Menâkıhu'l-Ensâr 52.Libâs. 70:
Müslim fedâil. 90; İbn Mâce Libas, 36; Mâliki şar 3; Tirmizî, Şemail Hadis 29.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/259.
[64] Aynî, Umdetü'l - Kârî;l6. 11 I. Nevevî. Sahihi
Müslim Şerhi. 15: 90.
[65] Nevevi 15-90, 911. Abdulvehhab Hallef, İlmü Usulü - I-
Fıkıh 93,94.
[66] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/259-261.
[67] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/261-262.
[68] Ahmet b. Hanbel. VI. 90, 275.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/262.
[69] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/262.
[70] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/262.
[71] Nesâi Zînet, 6: îbn Mace Libas, 37.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/263.
[72] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/263.
[73] Tirmizî libas. 39. İbn Mâce. libas. 36. Ahmed b.
Hanbel, VI. 341.425.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/263.
[74] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/263-264.
[75] Nesaî, zinet 57. Ahmed b. Hanbel I, 204.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/264.
[76] Bk. Bezlü’l – Mechud 17- 78.
[77] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/264-265.
[78] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/265.
[79] Bazı nüshalarda, “zülüfü olan çocuk” şeklindedir.
[80] Bu tefsir, Müslim'in rivayetinden anlaşıldığına göre
İbn Ömer'in talebesi Nafia aittir. Buhari. Libas 72. Müslim. Libas. 11, 113.
Nesai, Zinet, 5, 58, Ibn Mace. Libas, 38i Ahmet b. Hanbel II - IV. 39. 55, 67.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/265-266.
[81] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/266.
[82] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/266.
[83] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/266-268.
[84] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/268.
[85] Sadece Ebu Davud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/269.
[86] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/269-270.
[87] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/270.
[88] Buradaki şek râvilerden birisindendir.
[89] Sadece Ebu Davud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/270.
[90] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/270-271.
[91] Buradaki şek ravidendir
[92] Buharı, libas 63; Müslim. Tahare. 49, 50; 56: Tirmizi.
Edeb 14: Nesaî. Taharet S, 10: İbn Mace. Taharat 8, Zinet I.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/271.
[93] Fıtrat konusunda geniş bilgi için bk.C. I .Sh.-101.
[94] bk. C. I-sh. 109.
[95] Geniş bilgi İçin bkc. I sh.-l05.
[96] bkc I- sh. 104. 105.
[97] bkc. 1-102. 103.
[98] Örnek olarak bkc. Buhari Libâs. 64.
[99] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/271-273.
[100] Müslim, Taharat. 51; Tirmizî. Edeb. İS: Nesai Zinet,
1-56.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/273.
[101] Muhammed Ebu Zehra Usulü’l - Fıkh 39.
[102] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/273-274.
[103] Tirmizî, Edep, 15; Müslim, Tahare 51. 56.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/274-275.
[104] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/275.
[105] Hadisi sâdece Ebû Davud rivayet etmiştir.
[106] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/275.
[107] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/276.
[108] Nesaî. Zinet. M: Tirmizî. Edeb 56: İbn Mace. Edeb 2S:
Âhmed b. Hanbel, II, 179, 210.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/276-277.
[109] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/277-278.
[110] Buhari, Libas 67, Enbiya, 50: Müslim. Libas 80, Nesaî.
Zinet 14: İbn Mâce. Libas 32: Tirmizi
libas 20: Ahmed b. Hanbel 11 - 240. 260. 309. 401.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/278.
[111] Şevkânî. Neylü'l Eylâr 1-144.
[112] Neylü'l - Evkar I – 141.
[113] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/278-280.
[114] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/280.
[115] Ebu Kuhâfe: Hz.Ebu Bekir'in babasıdır. Adı Osman,
babası Amir’dir. Mekke feth edildiği gün
müslüman olmuş Hz.Ömer’in halifeliği esnasında
H. 14 yılında 99 yaşında vefat etmiştir.Kendisinden Hz. Ebu Bekir ve Hz.
Esma hadis rivayet etmiştir.(aliyyü’l Kari, Mirkatü’l – Mefatih IV – 457.)
[116] Müslim, Libas 79; Nesai Zinet 64; İbn Mace, Libas 33;
Ahmed b. Hanbel III, 160, 316, 332;VI-349.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/280.
[117] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/280-281.
[118] Tirmizi. Libas 20; Nesai, Zinet 16: İbn Mace. Libas M:
Ahmet b. Hanbel V – 147, 150.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/281.
[119] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/281-282.
[120] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/282.
[121] Ahmed; 11.226.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/282.
[122] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/283.
[123] Ahmed b. Hanbel III - 226. 227. IV - 163.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/283.
[124] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/283-284.
[125] Bir Nüshada da ' Onun suçu senden sorulmaz"
şeklindedir.
[126] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/284.
[127] Enam (6): 164.
[128] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/284-285.
[129] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/285.
[130] Buharî Menakîp 23, Lîbas 66; Müslim, Fedâil 101. 102:
Nesaî Zinet 17; İbn Mâce. Libas 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/285.
[131] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/285-286.
[132] Nesaî, Zinet 66 Ahmed b Hanbel 11-160. 114.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/287.
[133] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/287.
[134] İbn Mace, Libas 34.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/288.
[135] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/288.
[136] Nesai, Zinet \5: Ahmed b. Hanbel 1-273.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/288-289.
[137] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/289-290.
[138] Fil dişi İle terceme ettiğimiz kelimesinin mânâsı konusunda alimler hayli
görüş belirtmişlerdir. Bu kelimeye verilen diğer bir meşhur mânâ da "Deniz
kaplumbağasının kabuğudur". Komi üzerindeki tartışmalara hadisin izahı
esnasında temas edilecektir.
[139] Ahmed b. Hanbel V – 275.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/290-291.
[140] İbnü'l Esîr, en -Nihâye fi garibi "1-hadis ve 1
eser 111-245.
[141] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/291-294.
[142] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/294.