Ebû Dâvûd'un Sünen'inin Rivayet
Senedi
1. Abdest Bozarken Uzak Bir Yere
Çekilmek
2. Küçük Abdest Bozmak İçin Yer
Aramak
3. Helaya Girmek İsteyenin Yapacağı
Dua
4. Abdest Bozarken Kıbleye Yönelmenin
Mekruh Oluşu
5. Abdest Bozarken Kıbleye Yönelme Veya
Sırtını Dönme Ruhsatı
6. Abdest Bozarken Nasıl Soyunmak
Gerekir?
7. Abdest Bozarken Konuşmanın Mekruh
Oluşu
8. Küçük Abdest Bozarken Selam Alınır
Mı?
9. Abdesti Olmayanın Allah'ı Anması
10. Üzerinde Allah Yazılı Yüzükle
Helaya Girmek
11. Sidikten Temizlenme (İstibra)
12. Ayakta Küçük Abdest Bozmak
13. Kişinin Geceleri Bir Kaba Küçük
Abdest Bozması Sonra Onu Yanına Koyması
14. Nebî (S.A.) ' nin Küçük Abdest
Bozmayı Yasakladığı Yerler
16. Delik Ve Çatlaklara Küçük Abdest
Bozmak
17. Kişinin Heladan Çıktıktan Sonra
Ne Söyleyeceği?
18. İstibra Ederken Erkeklik Organına
Sağ El İle Dokunmanın Keraheti
20. Taharette Kullanılması
Yasaklanmış Olan Şeyler
23. Su İle İstincâ (Taharetlenme)
24. Taharetten Sonra Eli Toprağa
Sürmek
26. Misvakın Nasıl Kullanılacağı
27. Başkasının Misvağını Kullanmak
29. Misvak Kullanmak Fıtrat
(Yaratılış) İcâbıdır
30. Geceleyin (Namaza) Uyanan Kişinin
Misvak Kullanması
32. Abdest Üzerine Abdest Almak
36. Durgun Suya Küçük Abdest Bozmak
37. Köpeğin Artığı İle Abdest Almak
39. Kadının Abdest Suyu Artığı İle
Abdest Almak
40. Kadın Ve Erkeğin Birbirinin
Abdest Artığı Su İle Abdest Almalarının Nehyedilmesi
41. Deniz Suyuyla Abdest Almak
42. Nebîz (Şıra) İle Abdest Almak
43. Abdesti Sıkışık Kişi Bu Halde
Namaz Kılabilir Mi?
44. Abdest İçin Yeterli Su Miktarı
47. Tunçtan Yapılmış Kaplardan Abdest
Almak
48. Abdeste Baslarken Besmele Çekmek
49, Yıkamadan Elini Su Kabına
Daldıran Kimse
50. Elini Yıkamadan Önce Su Kabında
Dolaştırmak
51. Peygamber (S.A.)’in Abdest Alış
Şekli
Ebû Dâvûd'un Sünen'inin
Rivayet Senedi
- Bize imam ve Hafız
Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Hatîb el-Bağdâdî (463/1071) haber verdi.[1] (Dedi
ki);
- Bize tmam ve Kadı
Ebû Amr el-Kâsım b. Ca'fer b. Abdulvâhid el-Hâşimî (413/1022) rivayet etti.
(Dedi ki);
- Bize Ebû Ali
Muhammed b. Ahmed b. Amr el-Lu'laî (333/944) rivayet etti. (O da dedi ki);
- Bize Ebû Davud
Süleyman b. el-Eş'as es-Sicistânî 275 senesi Mu-harrem'inde rivayet etti ve
şöyle dedi:[2] [3]
Kitap ve Sünnette
teşvik edildiği için, musannif Ebû Dâvud Sü-nen'ine besmeleyle başlamıştır.
İmam Mâlik'in Muvatta'ında Abdur-rezzak'ın Musannef inde, îmam Ahmed'in
Müsned'inde ve BuhârF-nin Sahih'inde görüldüğü gibi hamdele ve salvelede
bulunmamıştır.
Her ne kadar
Deylemî'nin Hz. Ebû Hureyre'den rivayet ettiği ham-delesiz ve salvelesiz
başlanılan önemli işlerin sonuçsuz ve bereketsiz kalacağına dair:
"Allah'a
hamdedilmeden ve bana salât getirilmeden başlanılan her önemli iş, sonuçsuz
güdük (hayırdan) kesik, bereketten yoksundur"
anlamında bir hadis-i
şerif varsa da Hafız er-Ruhâvî (612/1215) bu hadisin garib ve zayıf olduğunu
söylemiştir.
Musannifin Hz. Ebû
Hureyre'den naklettiği "Allah*a hamd ile başlanmayan her önemli iş güdük,
(hayırdan kesiktir"[4] ve
"Şehâdet ile başlanmayan her hutbe kesik el gibidir"[5]
anlamındaki hadis-i şeriflere gelince, bunların sahih ve delil olma niteliği
taşıdıkları kabul edilebilse bile; bunlarda, bir eser yazarken onun başına
hamdele, sal-vele ve şehâdetin yazılmasına delâlet eden bir mânâ
bulunmamaktadır. Binaenaleyh bir eser yazarken başına hamdele, salvele ve
şehâdetin konulmasını gerektiren açık bir emir yoktur. Fakat yine de bu
hadisler nazar-ı itibara alınarak hamdele, salvele ve şehâdet dil ile sösfenir,
nitekim Hatîb'in zikrettiğine göTe, tmam Ahmed hadis yazarken dili ilç satavât
getirir, fakat salavâtı yazmazrmş. Belki de bu âlimler, hamdele, salvele ve şehâdetin
sadece hutbelere ait olup kitap yazmakla flgili olmadığı görüşüne sahiptiler.
Öte yandan Resûl-i
Zişân Efendimiz'in, kırallara yazmış olduğu mektuplara besmeleyle başlamakla
yetinip hamdele, salvele ve şehâ-deti yazmaması da bu ihtimali kuvvetlendirmektedir.[6]
Fıkıh kitablannda
açıklandığı üzere besmele, "bismillah" (Alla'ın adıyla) veya
"bismillahir-rahmanir-rahim" (Rahman ve Rahîm olan Allahın adıyla)
cümlesinden ibarettir. Besmele, "Berâe (Tevbe)" Sûresi hâriç, bütün
sûrelerin başında yer alır. Ayrıca Nemi Sûresi'nin 30. âyetinde de, âyetin bir
bölümü olarak yer almaktadır.
Dinimiz, mânevi
temizlik olan inanç meselesine ne kadar önem vermişse maddi temizliğe de o
derece önem vermiştir. Peygamberimiz "Temizlik imanın yansıdır”[7] buyurarak temizliğin, müminlerin hayatındaki
yerini belirtmiştir.[8]
Temizlik ruh, beden ve
çevre temizliği olarak üçe ayrılır:
Ruh temizliğinin
birini derecesi, kalbin bâtıl inançlardan temizlenmesiyle kazanılır. İkincisi ise,
haset, kibir, riya, hırs ve düşmanlık gibi kötü duygulardan kalbi arındırmakla
elde edilir. Tevazu, kanaat ve sevgi, kalbten bu kötü duyguların atılmasıyla
kazanılır.
Kur'ân, ruh ve kalb
temizliği hususunda şöyle buyurur: "İnsanların kabirlerinden kalkacakları
o gün, ne mal fayda verir ne de oğullar. Ancak Allah'a selim bir kalb ile
varan müstesna." [9]
Bu hususta
Peygamberimizin pek çok hadisi vardır. Bunlardan iki tanesi şöyledir:
"Cuma günü yıkanmak her bfittg olan kimseye vft-clb (gibi)dir."[10]
Besmele, yerine göre
mendub, sünnet veya vacibtir. Bunun yanında: "üzerlerine Allah'ın ismi
anılmayanlardan yemeyin."[11]
âyet-i kerimesi gereğince, kasten besmele çekilmeden boğazlanan bir hayvanın
etinden yemek haramdır. Abdest alırken besmele çekmek sünnet, zina etmek, şarap
içmek gibi kesin haram olan işlerin başında besmele cekmekse, haramdır.
Görünen ve görünmeyen
pisliklerden arınma demek olan temizlik, ibadetin temel şartlarından biridir.
İslâm Dini, insanın
maddî-mânevî bütün kirlerden temizlenmesini ister. Peygamberimize
"Oku!"[12] âyetinden sonra, ikinci
olarak gelen âyet, temizlenme ile ilgilidir; "Elbiseni temizle"[13]
Kur'ân-i Kerîmin bir
çok âyetinde temizliğe teşvik edildiği gibi, başlı başına temizliği emreden
âyetler de çoktur:
"Şüphesiz ki,
Allah çok tevbe edenleri de sever, (pisliklerden) temizlenenleri de
sever."[14] Yine Mâide Sûresinin 6.
âyetinde, ibâdet yapabilmek için şart olan abdest, gusül ve teyemmümün lüzumu
ve şekli" anlatıldıktan sonra, "Allah'ın, kullan arıtmak
istediği" kaydedilir.
Diş temizliği ile
ilgili diğer hadiste de şöyle buyurulur: "Ümmetime (yahut insanlara)
güçlük verecek olmasaydım, onlara, her namaz vakti mutlaka dişlerini, misvakla
temizlemelerini emrederdim."[15]
Cemiyet içerisinde iyi
bir tesir meydana getirebilmek için mutlaka kıyafetin temiz ve intizamlı
olması gerekir. Kıyafetimiz ruhumuzun aynasıdır. Ağırbaşlı bir kıyafet, mutlaka
bize karşı bir saygı uyandıracaktır. İşte bunun için Kur'ân-i Kerîm şöyle
buyurur: "Ey âdem oğullan, her
mescide gelişte güzel elbisenizi giyiniz."[16]
Bir müslüman,
çevresinin temizliğine de son derece dikkat eder. Zira pislikler, çevremizden
evimize, evimizden vücudumuza, vücudumuzdan da ruhumuza akseder. Evin, sokağın
ve işyerinin temizliği, kişinin temizliğe karşı hassasiyetini gösterir.
Çeşmelerin, kuyuların, dere sularının ve deniz sahillerinin temiz tutulması
insanın görevi olmalıdır. Zira Peygamberimiz yollardan sıkıntı âmillerini
gidermeyi iman gereği saymıştır.[17]
Bu mevzuda İmam
Gazzalî şöyle der; temizliğin dört mertebesi vardır:
a. Dışı
abdestsizlikten, pisliklerden temizlemek
b. Azaları
kötülüklerden ve günahlardan temizlemek.
c. Kalbi
yerilen huylardan ve pis duygulardan arındırmak.
d. İç
bünyeyi, Allah’tan başka her şeyden pâk etmek.
Bu dördüncüsü,
peygamberlerin ve siddîklerin mertebesidir. Kulun bu yüksek dereceye ulaşması,
ancak alt tabakaları geçtikten sonra mümkün olur. Kul iç bünye temizliğine,
kalbini kötü sıfatlardan temizleyip güzel hasletlerle donatmadıkça erişemez.
Kalb temizliğine de organlarını kötülüklerden temizlemeyen ve ibâdetlerle
onarmayanlar vasıl olamazlar.
Elde edilmek istenen
şey, kıymetli ve değerli olduğu zaman, onu elde etme yollan güçleşir, engeller
çoğalır. Sanma ki, bu iç bünyeyi temizleme işi akılla elde edilir. Evet, iç
gözü bu mertebeler arasındaki farkı görmekten kör olan kimse, taharetten, ancak
gaye olan meyvenin içini, Özünü değilde, o meyvenin kabuğu seviyesindeki en
aşağı mertebeyi, dış temizliğini anlar, yalnız kabuğa bakar. Bütün vakitlerini
iyi taharet etmekle, elbisesini temizlemekle, dışını pâk etmekle, bolca akan
sular aramakla geçirir. Vesvesenin etkisi ve aklın hayal gücüyle istenilen
gerçek temizliğin sadece bu olduğunu sanır.[18]
I- Temizlik Bölümü
1. Abdest Bozarken Uzak
Bir Yere Çekilmek
1....el-Muğîre
b. Şu'be[19] 'den demiştir ki;
"Peygamber sallella-hü aleyhi veseliem abdest bozacağı zaman (halkın
gözünden) uzaklaşırdı"[20]
Bu hadis-i şerif,
abdest bozmak isteyen bir kimsenin, insanların
kgjKjjgini göremeyecekleri, abdest bozma esnasında hasbelbeşer
kendisinden çıkacak sesleri işitmeyecekleri ve kokulan duymayacakları kadar
uzaklaşamısımn, abdest bozmanın edeplerinden olduğuna delâlet etmektedir.
Abdest bozmak için,
insanların gözlerinden uzak, tenhâ bir yeri seçmekle bu edeb yerine getirilmiş
olabileceği gibi, abdest bozan kimseyi insanların gözünden koruyacak ve
kendisinden çıkacak sesleri ve pis kokulan insanların işitip rahatsız
olmalarına imkân vermeyecek şekilde özel olarak inşa edilmiş tuvaletlere
gitmekle de yerine getirilmiş olur. Çünkü Resûl-i Ekrem Efendimizin abdest
bozmak için böyle halkın gözlerinden uzak yerleri seçmesinin sebebi önce,
Allah'ın "mükerrem varlık" olarak yarattığı insanlann saygınlığını
korumak ve onların rahatsız olmalarını önlemektir. Aynı zamanda da abdest bozan
kimseyi utanıp rahatsız olmaktan kurtarmaktır. Bu gayelere uygun olan tuvaletle
de -halktan uzak olmasalar bile- abdest bozmakta bir sakınca yokur. Abdest
bozan kimseyi halkın gözünden gizlemekle beraber, zuhur edecek seslerin
işitilmesine engel olamayan yerlerde'abdest bozmak ise, edebe aykırıdır.[21]
1. Abdest
bozacak kimsenin abdest bozmak için ken-dişinden çıkacak seslen insanlann
işitmeyecekleri ve kendisini göremeyecekleri kadar uzak ve tenha bir yeri
tercih etmesi abdest bozmanın âdâbındandır.
2. Hz.
Peygamber, hayalı insanlara çok saygılı idi. Onları rahatsız etmekten son
derece kaçınırdı. İnsanlara önemli işleri açıklamak üzere gönderilmişti. [22]
2....Câbir
b. Abdillah [23] 'dan, demiştir ki;
"Peygamber sallellahü aleyhi vesellem abdest bozmak istediği zaman
kendisini hiç bir kimse göremeyecek kadar (gözlerden uzaklaşıp) giderdi."[24]
El-Beraz: Ağaçsız
geniş arazi manasına gelirse de kinaye yoluyla abdest bozmak anlamında
kullanılır. Hattabî bu kelimenin banın kesriyle el-birâz şeklinde okunması
gerektiğini söylemişse de, Cevheri gibi lügat âlimleri kelimenin bu şekilde
okunduğu zaman savaşta cengâverlik gösterisi yapmak anlamına geldiğini
söyleyerek kendisine karşı çıkmışlardır. İmam Nevevî de bu meselede Hattâbî'in
haklı olduğunu ve Tehzibü'I-esmâ gibi meşhur lügat ki t abların in Hattâbî'yi
desteklediğini ifâde etmiştir.[25]
1.
Kırda, bayırda abdest bozmak isteyen bir kim-senin
insanlardan uzaklaşıp görunmeyecek şekilde bir
sütrenin arkasına
gizlendikten sonra abdestini bozması müstehabtır.
2. İnsanın
görülmesi uygun olmayan yerlerini
gizlemesi ve insanları rahatsız edecek hareketlerden ve hoşa gitmeyecek
davranışlardan kaçınması icab eder.
3. Kişi
küçük abdest bozmak için uygun bir yer seçmelidir.[26]
2. Küçük Abdest Bozmak
İçin Yer Aramak
3....Ebû't
Teyyâh [27]hocalarından
birinin kendisine şöyle dediğini nakletti:
"Abdullah b.
Abbâs [28] Basra'ya geldiğinde Basralılar Ebû Mûsâ [29] 'dan
nakiller yapıyorlardı. Bunun üzerine Abdullah, bir mektup yazarak Ebû Musa'dan
bazı şeyler sordu. Ebû Musa, kendisine şu cevabı verdi: "Ben bir gün
Resulüllah (s.a.v.)'ie birlikte idim. Küçük abdest bozmak istedi. Bir duvarın
dibinde, toprağı yumuşak bir yere gelip idrarını yaptı. Sonra da; "Sizden
biriniz küçük abdestini boz-irtak İstediği zaman idrarı (nın üzerine
sıçramaması) için yumuşak bir yer arasın*' buyurdu.[30]
Abdullah b. Abbâs (r.a.) Basra'ya geldiği zaman Basrahlann Ebû Musa'dan çeşitli konulardan duymadığı bilmediği hadisler naklettiklerini görünce bu nakledilen haberlerin doğruluk derecesini öğrenmek maksadıyla Ebü Musa el-Eş'ârî*ye bir mektup yazar. Ebû Musa da sorulan meselelerin cevabını bir mektupla bildirir. Verilen cevaplar arasında yukarıda geçen hadis-i şerif de bulunmaktadır. Ancak diğer cevablann hangi konularla ilgili olduğu açıkça zikredilmemektedir. Bununla beraber verilen cevabın sadece bevletmekle ilgili olması ihtimali de vardır.
Hattâbî'nin
açıklamasına göre hadis-i şerifte adı geçen duvarın sahibi yoktu; çünkü idrar
duvarın.temeline zarar vereceğinden, sahibinin izni olmadan sahipli bir
duvarın dibine abdest bozmak caiz değildir.
Bu hadis-i şeriften
sahabenin nakletmek istedikleri hadisleri bir kâğıda veya deftere yazarak, hadis
öğrencilerine rivayet ettikleri anlaşılıyor, ki buna hadis ilminde kitabet
denir. Hadis rivayet metodlarından birini teşkil eder.[31]
1. Kitabet
(yazma) yoluyla hadis rivayet etmek caizdir.
2. Küçük
abdest bozmak isteyen kimse, kendini idrar damlacıklarından korumak için-azamî
titizliği göstermesi gerekmektedir. Şayet kırda, dağda, bayırda küçük abdest
bozmak mecburiyetinde kalırsa, yumuşak bir yer aramalı bulamazsa, yeri kazarak
toprağı yumuşatmali, yumuşak toprak üzerinde su dökmelidir. Çıkan sidiğin
elbisesine sıçramaması için bu son derece önemlidir. Esasen her hâl ve
hareketiyle rehber olan Allah Resulünün tavsiyesi beden ve ruh temizliği
yönünden çok mühimdir.[32]
3. Helaya Girmek
İsteyenin Yapacağı Dua
4.…Hammâd
Ibn Zeyd(in) Abdülaziz b. Suhayb yoluyla enes îbn Mâlik [33]den
(rivayetine göre) Resûlullah (s.a.v) helaya girmek isteğinde, "Attanım
ben, hubus ve habâisten sana sığınırım" diye dua ederdi.
Abdulvâris'in yine
AbdiÜaziz Enes'den naklettiğine göre ise, "hu-bus ve habâisten Allah'a
sığınırım'* diye dua ederdi.[34]
Ebû Davûd şöyle dedi:
"Bu hadis-i şerifi Şu 'be Abdulaziz'den (bir seferinde) "Aüahım ben
sana sığınırım9*, bir keresinde de "Allah'a sığınırım" lâfızlanyla
rivayet etti. "Vuheyb ise, "Hadis, Allah'a sığınsın (lâfızlarıyla
da) rivayet edilmiştir" dedi.[35]
Hadisin sonunda
musannif Ebü Dâvûd merhum, Abdulaziz b. Suhayb»den gelen rivayet farklarına
şöyle işaret ediyor:
a. Bu
Hadis-i Şerifi Hammâd İbn Zeyd, Abdulaziz'den lâfızlarıyla başlayarak rivayet
ederken, Abdülvâris sadeçe lafzıyla
başlayarak rivayet etmiştir.
b. Aynı
Hadisi, Şu'be, bir keresinde Hammâd'ın, bir keresinde de Ab-dulvâris'in
lafızlanyla rivayet etmiştir.
Hadiste geçen hubs
kelimesini sarih Hattâbî hubus şeklinde (birinci ve ikinci harflerinin
Ötresiyle) okumuş, hubs şeklinde (ikinci harfi sakin) okumanın yanlış olacağım
İddia etmişse de, Aynî ve tbn Seyyidinnâs tarafından reddedilerek her iki
şekilde de okumanın caiz olduğu söylenmiştir,
Hattâoî'ye göre hubus,
habîs'in çoğuludur; "Erkek şeytanlar*' anlamına gelir. Habâis ise,
habise'nin çoğuludur, (dişi şeytanlar) demektir, lbnü'l-Arabî'ye göre bu kelime
çirkin şeyler için kullanılır. Hubs genellikle sözde sövmeyi, inançta küfrü,
yiyeceklerde haramı, içeceklerde zararlı şeyleri ifâde eder.[36]
1. Helaya
girmek isteyen kimse hadis-i şerifte geçen duayı duyarak Allah'a sığınmahdır.
Bu, bütün âlimlere göre müstehabtır. Helalar, Allah'ın açıkla zikredilmesi
uygun olmayan yerlerden olduğu için şeytanlar buralarda çokça eğleşir ve insanoğluna
daha çok tebelleş olurlar. Helaya girerken şeytanlardan Allah'a sığınmak bu
yüzden
gereklidir. Açık
arazide abdest bozmak da helada abdest bozmak gibi Allah'a sığınmayı
gerektirir.
Helaya girerken Allah'a
sığınmayı unutan kimse, tslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre, girdikten sonra
kalben Allah'a sığınır. Mâlikî mezhebinden bazıları helada dil ile Allah'a
sığınmayı caiz olacağı görüşünde iseler de, Hanefî âlimlerinden Aynî dil ile
Allah'a sığınmanın mekruh olduğunu benimsemekte ve bu görüşün aynı zamanda İbn
Abbâs'dan rivayet edildiğini ifade etmektedir.
Helada aksıran kişi
ancak çıktıktan sonra "Elhamdülillah” diyebilir. Hadisin zahirine
bakılırsa Resul-i ekrem (s.a.) söz konusu duayı açıktan dil ile yapmıştır. Said
b. Mansûr'un Sünen'inde yer alan bir hadise göre helaya girerken bu duayı
okumadan önce besmele çekmek sünnettir.
2. Hz.
Peygamberin abdest bozacağı yere girerken Allah'a sığınması, kulluğunu
göstermek, ümmetine abdest bozmanın edebierini öğretmek içindir. Aslında O,
bütün kötülüklerden ve şeytanlardan korunmuştur. [37]
5. ...Şu'be,
Abdülazizb. Suheyb vasıtasıylaEnesb. Mâlik'tenşu (bir önceki) hadisi (bir de):
"Allahım, (Hubus ve habâlsten) sana sığınırım** diye rivayet etti. (Yine) Şu'be
(şeyhi Abdülaziz'in diğer bir rivayetini kast ederek) dedi ki, (Şeyhim
abdilaziz bu hadisi) bir defasında da: "Allah'a sığınırım" diye
rivayet etti.[38]
Bir önceki hadisin
farklı rivayet yollarım ve lâfızlarını açıklayan bu hadisle ilgili açıklama bir
önceki hadiste geçtiği gibidir. [39]
6....Zeyd b.
Erkâm[40] dan,
Peygamber (s.a.)*în şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Şu abdest
bozulan yerler, (cin ve şeytanların) bulunacağı yerlerdir. Onun için sizden
biriniz belâya girmek İstediği zaman "Erkek ve dişi şeytanlardan Allah'a
sığınırım" desin.[41]
Bu hadis-i şeriften
anlaşılıyor ki, kazayı hacet yerleri şeytan ve cinlerin bulunabileceği
yerlerdir. Önceki hadis-i şerifte açıklandığı gibi bunların şerlerinden
korunmak Allah'a sığınmakla mümkündür.
Cin ve şeytanlar gözle
görülmeyen varlıklardır. Allah'ın anılmadığı yerlerde daha çok bulunurlar.
Lügat âlimlerinin beyân ettiği Üzere kelimesi, "gizlilik" mânâsım
ifâde eder.Meselâ ve kelimeleri, "onu örttü, gizledi” anlamına gelir. denilince,
"gece karanlığı onun üzerini örttü, bürüdü” mânâsı anlaşılır.Cünne kalkan;
cenin, henüz doğmamış, ana rahminde gizli çocuk yahut kabir; cenan göğüsteki
kalb; cennet, zemini bitkilerle örtülü bağ ve bostan veyahutta duyu
organlarına kapalı ve Allah'ın mü'minler için hazırladığı yer, yani cennet;
cünûn, nefs ile akıl arasına giren delilik demektir.
Görüldüğü gibi bütün*
bu kelimelerde bir "gizlilik'* anlamı vardır.
Râğıb'ın Mufredât'taki
beyânına göre "cin" ismi iki mânâda kullanılır:
Birincisi: Genel
mânâsıdır ki, "insan" mukabili olarak duyu organlarından gizli kalan
varlıklardır. Melâike ve şeytan dahi bu mânâya dâhildir.
İkincisi: Cin böyle
varlıkların hepsi değil, bir kısmıdır.[42]
Bunlar da üçe ayrılırlar:
a.
Meleklerdir ki, hepsi de hayırlı varlıklardır. Yanlış iş yapmaz, insanı
aldatmaz, Allah'ın emrinden dışarı çıkmazlar.
b. Hepsi
şerli olan yaratıklardır ki, şeytanlardır. İnsanı aldatırlar, şerre ve fenalığa
çalışırlar.
c. Hayırlısı
da şerlisi de bulunan cinlerdir.
Cinle melek arasındaki
farklar da şöyle belirtilmiştir:
1. Melekler
nurdan, cinler ise ateşten yaratılmışlardır.
2. Cinler
erkeklik ve dişilikleri icabı evlenirler ve coğalırlarsa'da meleklerde böyle
bir durum yoktur.
3. Melekler günah
işlemeyen varlıklardır. Cinler arasında ise, itaatkâr olanlar da, isyankâr
olanlar da vardır. Dolayısıyla mü'minleri ve kâfirleri mevcuttur. Kâfir
cinlerin azgın olanlarına "şeytan" denir.
4. Cinler
iyi-kötü bütün kılıklara girdikleri halde, melekler sadece insan kılığı gibi
iyi kılıklara girerler. Meselâ yılan kılığına girip görünmezler.
5. Melekler,
yer-gök ve ikisi arasında bulunan her yerde bulunduktan halde cinler sadece
yerde eğleşirler.
6. Melekler
ilim ve zikir meclislerine rağbet eder, Peygamber (s.a.)'e sa-lâvât getirirler.
Yer yüzünde yaşayan mü'minJere hayır dua ederler. Hastaları ziyaret edenlerden
memnun, ilim yolcularından razı olurlar.[43]
Şeytan, azgınlıkta
fevkalâde ileri giderek benzerleri arasında seçilmiş inatçı anlamında cins isimdir.
Gerek insan ve hayvan gibi maddî varlıkların, gerekse manevi varlıkların
zararlı ve kötü olanlarına denir. "İnsan şeytanı", "cin
şeytanı" gibi. Allah'ın rahmetinden uzak varlık manasına da gelir.
Iblîs, Allah'ın
rahmetinden ümidini kesmiş, demektir. Şeytanların atası olan âsî varlığın özel
ismidir.
Zamanımızda yaygın
bazı yanlış inançlara kaynak olan cin konusunda özellikle şu üç hususu
belirtmek yerinde olacaktır:
1. Cinlerle
Evlilik
Cinlerle insanların
özellikleri ve yaratılışları ayrıdır. Bu bakımdan ayrı yaratılış ve
hususiyetlere sahip bu varlıklardan birinin diğeri ile evlenmesinin caiz
olmadığı fıkıh kitaplarımızda zikredilmektedir. Nitekim Fetevâ-yı Sirâdyye'de
bu husus açıkça belirtilmiştir. Munyetu'l-Muftf ve Feyz gibi eserlerin
sahipleri de bu görüşü savunmuşlardır. Hasan Basrî'den, konu ile ilgili soru
soranın ahmaklığından dolayı azarlanacağı nakledilmiştir. Delil olarak da şu
mealdeki âyet gösterilmiştir:
"Allah size kendi
nefislerinizden eşler yarattı. Eslerinizden de size oğullar ve torunlar
yarattı ve sizi güzel (ve helal) nzıklaria besledi. Böyle iken bâtıla mı
inanıyorlar, Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?"[44]
2. Cinlerden
Haber Alıp Verme
Halk arasında
"cinci hoca" veya "cin hocası" diye tanınmış, cinlerden
haber verdiğini söyleyen kişilerin bulunduğu, halkın bunlara büyük ilgi gösterdiği,
böylelerinin sözlerini dindenmiş gibi kabul ettiği bilinmektedir. Aslında
cinlerden haber vermenin caiz olmadığı, cinlerden denilerek verilen haberlere
itibar edilmemesi gerektiği' fıkıh âlimlerince bildirilmiş, sebep olarak da,
cinlerin müminlerinin olduğu gibi kâfirlerinin de bulunduğu gösterilmiştir.
Bununla birlikte bu meselede mümin cinlerin de yalan söyleyebilecekleri nazar-ı
dikkate alınırsa, cinlerden haber verdiklerini iddia edenlerin sözlerinin doğruluğuna
delil bulunamayacaktır.
Cinci hocaların
söyledikleri genellikle müslümanlan fitneye sürükler. Gaybı da Allah'tan başka
kimse bilmez. O halde bu durum iman yönünden de ayrı bir mahzur taşır. Bu
yönüyle de zararlı görülmüştür.
3. İnsanlar
gibi, cinnileri öldürmek de yasaklanmıştır. Hafız Zeylâî'nin açıklamasına göre
fıkıh âlimleri eğilip bükülmede, akıp gitmekte olan beyaz yılanın Öldürülmemesi
gerektiğini, çünkü bu şekildeki yılanların cinnî olduklarım kabul
etmektedirler. Nitekim "iki çizgili ve kısa kuyruklu yılanları öldürünüz.
Fakat beyaz yılanları öldürmeyiniz.”[45]
mealindeki hadis-i şerif de bunu ifâde etmektedir.
Fakat Hanefî
ulemasından Ebû Câ'fer et-Tahâvî, "yılanların istisnasız hepsi
öldürülebilir. Çünkü Peygamber (s.a.) evlere girmemeleri üzerine onlardan söz
almıştır. Onlar evlere girip insanlara kendilerini göstermekle bu ahidlerini
bozmuş, olacaklarından masuniyetlerini kaybetmiş olurlar" görüşündedir.
Evlere giren cinnîleri
öldürmekte bir sakınca olmamakla beraber evlâ olan onları görünce hemen
öldürmek değil, "Yüce Allah'ın izniyle buradan çekilip git, müslümanlann
yolundan çekil" diyerek onu ikâz etmektir. Eğer çekilip gitmezse o zaman
Öldürülmelidir. Ancak cinnîlere yapılacak olan bu nevi ihtarların yeri namazın
haricidir.
îbn Ebi'd-Dünya'nın
rivayetine göre Hz. Âişe validemiz bir gön evinde bir yılan görüp, onun
öldürülmesini emretmiştir. Bunun üzerine yılan öldürülmüş, sonra bu yılanın
Hz. Peygamberden vahy dinlemeye gelmiş bir cinnî olduğunu öğrenince, Yemen'e
birini gönderip kırk köle satın aldırıp (diyet olarak) azat etmiştir.
îbn Ebî Şeybe^nin
Musannef'inde de Hz. Âişe'nin bu cinninin diyeti olmak üzere fakirlere on
ikibin dirhem dağıttığı kaydı yer almaktadır.[46]
4. Abdest Bozarken
Kıbleye Yönelmenin Mekruh Oluşu
7....Selmân[47]
(r.a)Jdan rivayet olunduğuna göre, kendisine: "Peygamberiniz size abdest
bozarken nasıl oturulacağına kadar her şeyi öğretti (öyle) mi?" diye
sorulmuş[48] da; "Evet, salat ve
selâm üzerine olsun (Allah Resulü) bizleri büyük abdest bozarken, su dökerken
kıbleye yönelmekten, sağ elle, üçten az tasla, hayvan tezeği veya kemikle
taharetlenmekten men'etti" diye cevap vermiştir.[49]
Hırae: Büyük abdest bozmak için oturmak ve büyük abdest bozmak manalarına gelir. Hattâbt bu kelimenin "ha" harfini fethah (üstünlü) olarak okuduklarım, fakat bu telâffuzun yanlış olduğunu söylemiştir.
Cevheri ise, bu harfi
fethalı olarak okumanın daha doğru olacağım ifâde etmektedir.
Îbnu'1-Esîr
"Nihâye" isimli eserinde bu iki telâffuzun arasım şöyle te'-lif
ediyor: "Bu kelime ilk harfinin fethah olarak okunması halinde mastar,
kesre ile okunması hâlinde de isim olur.
"Gâit" çukur
yer demektir. Hâll-mahall alakasıyla mecazen necaset anlamına gelir. Hz. Selman
kazuratın ismini söylemeyi edebe aykırı gördüğünden necaset yerine bu kelimeyi
kullanmıştır. Bevl kelimesini söylemek ise ayıp sayılmadığından onu açıkça
zikretmekte bir sakınca görmemiştir.
Metinde IJz. Selmân'a
yöneltildiğinden bahsedilen soru, aslında bir müşrik tarafından, Hz. Selman'la
alay etmek gayesiyle sorulmuştur. Hz. Selmân onun maksadım çok iyi anladığı
halde mevzunun onun zannettiği kadar Önemsiz olmadığını aksine çok önemli ve
ciddî olduğunu kendisine hissettirebil-mek için bu yola başvurmamış, fırsatı
değerlendirerek mevzuyu olanca ciddiyetiyle ona anlatmayı ve îslâmiyetin bu
mevzuda koymuş oluduğu edeb kuralını açıklamayı daha uygun bulmuş ve öyle
yapmıştır.
Büyük abdest bozarken
kıbleye karşı yönelmedeki sakıncanın nereden kaynaklandığı üzerinde ulemâ uzun
uzun durmuştur.
Bir kısmı bu sakıncayı
Ka'be'ye saygıyla ilgili görürken, diğer bir kısmı da kırlarda devamlı surette
kıbleye karşı namaz kılan kullar bulunduğundan onlardan birinin kıbleye
yönelerek büyük abdestini bozan bir kimseyi o haliyle arkasından görmesi
tehlikesidir. Halbuki büyük abdestini bozan kimse, böyle bir zamanda kıbleye
önünü ya da arkasını döneceğine kıbleyi sağına ya da soluna alırsa, obada,
kırda namaz kılanlardan hiçbiri onu bu halde göremez. Onu ancak ya sağtarafından,ya
da sol tarafından görebilirler. Su-râka b. Mâlik'in rivayet ettiği Peygamber
(s.a.) "Biriniz abdest bozacağı yere vardığı zaman Aziz ve Celil olan
Allah'ın kıblesine saygı göstersin”[50] (de
ona karşı yönelmesin) hadis-i şerifinin zahiri de bu sakınmanın kıbleye
saygıyla ilgili olduğunu söyleyenlerin görüşünü desteklerken, İsa el-Hennât'ın
Nâfi senediyle İbn Ömer (r.a.)'dan rivayet ettiği "Ben Resuliillah
(s.a.)'i etrafı kapalı bir tuvalette kıbleye yönelmiş bir halde iken
gördüm."[51] mealindeki hadîs-i şerifi
ise, ikinci görüşün sahiplerini desteklemektedir.
Nitekim bu iki hadisle
ilgili olarak İsâ el-Hennat şöyle demiştir:
Ben Şâ'bî'ye îbn Ömer'den rivayet edilen bu
İkinci hadis:i şerifle zahiren ona aykırı gibi görünen: "Sizden biriniz
helaya vardığında önünü veya arkasını kıbleye çevirmesin" mealindeki (8
numaralı) Ebû Hureyre hadisini sordum. Bana, "Bunlardan îbn Ömer hadisi
etrafı kapalı olan helalarda abdest bozan kimselerle; Ebu Hüreyre hadisi de
kırlarda abdest bozan kimselerle ilgilidir, çünkü Allah'ın kırlarda namaz kılan
nice kulları vardır" cevabını verdi.
Her ne kadar Isa
el-Hennat bu mevzuda böyle demişse de, Dârekutnî, İsâel-Hennât'ın zayıf bir
râvî olduğunu söylemektedir. Binaenaleyh bu mev-zudaki görüşlerden birine göre
bir kimsenin etrafındaki sütrelerden yararlanarak iyice gizlendikten sonra
kıbleye yönelip abdest bozmasında bir sakınca yoksa da; diğerine göre, abdest
bozarken kıbleye dönmek kıbleye saygısızlık olacağı için, kişinin abdestini
bozarken iyice Örtünmüş olması onu bu saygısızlıktan kurtaramaz.
Bu mevzudaki ihtilâfın
ikinci yönünü de sözkonusu sakıncanın mahalli teşkil etmektedir. Bu yöndeki
görüşler de temelde-yine iki kısma ayrılır:
a. Bu sakınca,
abdest bozan kimseden bir takım pisliklerin çıkması ile ilgilidir.
b. Kişinin
abdestini bozarken avret mahallinin açık olması ile ilgilidir.
Bu iki görüşten
birincisine göre, bir kimsenin avret mahalli kapab iken kıbleye dönük olarak
hanımıyla cinsî münâsebette bulunmasında bir sakınca yoksa da; ikinci görüşe
göre münâsebet esnasında meni zuhur edeceği için kıbleye karşı yönelerek cinsi
münâsebette bulunmak sakıncalıdır.
Metinde geçen
kelimesinin başında bulunan
harfinin zâid olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Müslim ve Nesâî'nin rivayetlerinde
bu harf yoktur. Biz de tercümeyi buna göre yaptık.
İstincâ: Büyük ve
küçük abdestlerden sonra temizlenmek demektir, ts-. tincâ sırasında taş
kullanmaya da "isticmâr" denir. Buraya kadar verdiğimiz bilgileri bir
neticeye bağlamak istersek şöyle diyebiliriz:
İhtiyacı olan kimse
sol ayağı île tuvalete girer, üzerinde evrak, yazılı âyet, yine âyet yazılı
yüzük varsa onları çıkarır. "Allah'ım pisliklerden sana sığınının"
diye duada bulunur. İçerde fazla kalmaz, konuşmaz, öteye beriye bakmaz,
verilen selâmı almaz, okunan ezanı takib etmez. İhtiyacını giderdikten sonra
temizliğe başlar. Su varsa sol elini yıkar. Ondan sonra yine sol elle tenasül
uzvunu yıkar. Ardından st>l elin orta parmağı ile elin ayasına göre biraz
yukarı çıkık şekilde makat, yani dışkı yerini yıkar .Temizliğin gerçekleştiği
kanaatine varıncaya kadar yıkamaya devam eder. Temizlik yapan oruçlu ise daha
dikkatli olur ve yıkamayı mümkün olduğu kadar azda tutmaya gayret eder. Çünkü
bu yolla suyun vücuda kaçması ihtimali vardır. Temizlendikten sonra bezle veya
yazı için kullanılmayan kâğıtla kurulanır. Eller sabunla yıkanır. Dışarı
çıkarken sağ ayakla çıkılır ve Allah'a hamd edilir. Bundan sonra da abdest
almadan bir müddet beklenir. Bu bekleme, tenasül uzvunda sidiğin kalmış olma
ihtimalinden dolayıdır.'Durgun ve akarsulara, çeşme ve su kenarlarına, meyve
altlarına, ekin tarlalarına hacet gidermek mekruh t ur. Bu tür yerler
insanların devamlı kullandıkları yerlerdir. Ayakta idrar yapmak da mekruhtur.
Bu durumda sidiğin insanın üzerine sıçraması ihtimali vardır. Ayrıca
oturulduğu zaman sidik torbası daha fazla sıkıştığından tenasül uzvunda sidiğin
kalması ihtimali de oldukça azalır.
Hacet gidermek
sırasında ön ve arkadan kıbleye dönük olmamak gerekir. Çocuklara hacet
gördürürken ana-baba da bu duruma dikkat etmelidir.
Sol eli olmayan kişi
sağ eliyle istincâda bulunabilir. Hasta olan kişi kadınsa kocası, erkekse
karısı kendisine istincâ yaptırabilir. Yabancıların istincâ yaptırmaları pek
doğru olmaz. [52]
İstincânın Hükümleri
1. Vacip
istincâ: Cünüplük, hayız ve nifaştan gusledileceği zaman, avret yerlerindeki
pisliklerin yıkanması vâcib olduğu gibi, abdest aldıktan sonra az da olsa
pisliklerin avret yerlerine taşması halinde istincâ yapmak vacip olur. Yoksa
temizlik yapılmış olmaz.
2. Sünnet
İstincâ: Pislik, çıkış yerinin dışına taşmazsa içte kalırsa bu durumda istincâ
sünnettir.
3. Müstehab
tstincâ: Yalnız küçük abdest alındığı zaman tenasül uzuvlarını yıkamak
müstehaptır.
4. Bid'at
İstincâ: Yapılması lüzumsuz olandır. O yüzden bid'at kabul edilmiştir.[53]
Kıbleye yönelik abdest
bozmayı yasaklayan bu hadıs-ı şerifin hükmü üzerinde ulema ihtilaf etmiştir. Bu
mev-
zudaki görüşleri şu
şekilde özetleyebiliriz:
1. Kırda
abdest bozarken kıbleye yönelmek haramdır. Fakat evlerde bulunan etrafı kapalı
helalarda abdest bozarken kıbleye yönelmekte bir sakınca yoktur. Hz. îbn Abbâs
ile Abdullah b. Ömer, Eş-Şâ*bî, İshâk b. Râhûye, İmam Mâlik, Şafiî bu
görüştedirler.
Ahmed b. Hanbel'den
rivayet edilen bir görüş de böyledir. Delilleri ise yukarıda mealini sunduğumuz
îbn Mâce'nin rivayet ettiği İbn Ömer hadisi ile ileride mealini sunacağımız
(11J ve (13.) numaralı hadisler ve (evlerde abdest bozarken) "Kabe'ye
doğru yönelmeyi çirkin gören bir kavim Resû-lüllah (s.a.)'in yanında anıldı da
"Bu kavmin hakikaten kıbleye yönelmekten hoşlanmadığım sanıyorum. Benim
abdest bozmak için oturduğum yeri kıble cihetine çevirin" buyurdu.[54]
Sözü geçen ulemâya
göre bu hadislerin hepsi de sahihtir ve evlerde bulunan helalarda abdest
bozarken kıbleye doğru yönelmenin caiz olduğunu açıkça ifâde etmektedir.
2. Gerek
kırda ve gerekse evlerdeki helalarda abdest bozarken kıbleye yönelmek caiz
değildir. Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) ile Mücâhid, Ebû Hanife de bu görüştedirler.
Bu görüş Ahmed b. Hanbel ile sahabe ve tabiinin bazılarından da rivayet
olunmuştur. Mâlikî ulemasından İbnu'l-Arâbî de bu görüşü tercih etmiştir.
Delilleri ise
mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifle 8, 9, ve 10 numaralı hadis-i şerifler ve
"sakın hiç biriniz kıbleye karşı abdest bozmasın”[55] mealindeki
hadis-i şeriftir. Bu ulemâya göre birinci görüşün mesnedini teşkil eden
hadisler zayıftır.
3. Kırda da
evlerde de kıbleye yönelerek abdçst bozmakta -bir sakınca yoktur. Urve b.
ez-Zübeyr ile İmam Mâtik'in şeyhi rabîa b. Abdurrahman bu görüştedirler.
Delilleri:
"Ben
Hz.Peygamber'i (sırtı kıbleye yönelik) Kudüs'e dönük bir halde (abdest
bozarken) gördüm" mealindeki 12 numaralı hadisle, birinci görüşü
benimseyenlerin delilini teşkil eden îbn Mâce hadisidir.
Bu görüşte otan
ulemâya göre ikinci görüşte olanların delilini teşkil eden 9 numaralı hadis-i
şerif şudur: "Resulüllah (s.a.) bizim kıbleye dönerek ab-dest bozmamızı
yasaklamıştı. Kendisini vefatından bir yıl önce kıbleye doğru abdest bozarken
gördüm."[56]
Fakat şunu belirtmek
isteriz ki, bu görüşü benimseyen ulemânın delil diye sarıldıkları 9 numaralı
hadis-i şerifte kendilerini destekleyen bir ifâde olmadığı gibi, ikinci
delillerim teşkil eden İbn Mâce hadisi de zayıf olduğu için delil olma
niteliğinden uzaktır.
Nesh iddiasına
gelince, hadîs usûlünde mukarrer olduğuna göre zahiren birbirine aykırı gibi
görünen hadislerin arasım te'lif mümkün iken nesh yoluna gidilemez. Burada ise,
bu mevzudaki hadislerin arasını te'lif etmek mümkündür. Nesh'e gerek yoktur.
Çünkü bunların nâsih kabul ettikleri Hz. Peygamberin bir fiilî hadisidir. Onun
Hz. Peygambere ait özel bir durumla ilgili olması mümkündür. Mensûh kabul
ettikleri hadisler ise, ümmeti mu-hatab alan hadislerdir. Binaenaleyh bu gibi
fiilî hadislerin, ümmeti muhâ-tab alan kavlî hadisleri neshettiği
görülmemiştir.
Aynı şekilde bunların
delilini teşkil eden tbn Ömer hadisi ile nâsıh kabul ettikleri Cfibir
hadîsinin, Hz. Peygamberin tamamen bir sütre içerisinde abdest bozmasıyla
ilgili olmaları da mümkündür. Nitekim Hz. Peygamberdin ahlâkı da bunun böyle
olması ihtimalini son derece kuvvetlendirmektedir. Kıbleye yönelerek abdest
bozmayı yasaklayan hadislerin de kırda, açıkta, abdest bozmayla ilgili olduğu
düşünülürse, bu mevzudaki zahiren çelişkili görünen hadislerin arasını şu
şekilde te'lif etmek mümkündür: Kıbleye yönelerek abdest bozmayı yasaklayan
hadisler, açıkta kıbleye dönerek abdest bozmakla ilgilidir. Bunun caiz
olduğunu ifâde eden hadisler de etrafı kapah helalarda abdest bozmakla
ilgilidir. Her ne kadar İmam Ebû Hani-fe'den bu gibi helalarda da kıbleye
dönülemeyeceğini ifâde eden bir rivayet varsa da caiz gördüğüne dâir de bir
rivayet vardır. Bu mevzuda îbn Âbidîn şöyle diyor:
"Kıbleye önünü
dönmek mekruh olduğu gibi arkasını dönmek de mekruhtur. Sahih olan kavi budur.
İmam A'zam'dan bir rivayete göre arkasını dönmek helâldir."[57]
Bu mevzudaki diğer
görüşleri şöyle sıralayabiliriz:
a. Sadece
binalar içerisinde kıbleye sırtını dönerek büyük abdest bozmak caizdir. Hanefî
imamlarından Ebû Yusuf bu görüştedir. Delili ise 12 numaralı İbn Ömer
hadisidir.
b. Kırda da
evlerde de kıbleye yönelerek abdest bozmak caiz değildir. Fakat, evlerde
kıbleye sırtını dönerek bbdest bozmakta bir sakınca yoktur. İmam Ahmed ile Ebû
Hanife bu görüştedirler. Deliller i ise,mevzumuzu teşkil eden hadis-i
şeriftir.
c. Kıbleye ve Kudüs'e karşı yönelerek veya sırtını
dönerek büyük abdest bozmak haramdır. İbrahim en-Nehaî ile İbn Şîrîn bu
görüştedirler. Delilleri ise, 10 numaralı hadis-i şeriftir. Bu görüş 10
numaralı hadisin şerhinde değerlendirilecektir.
d. Kıbleye
karşı yönelerek ya da sırtını dönerek büyük abdest bozma yasağı sadece
Medinelilerle, kıblesi Medinelilerle aynı yönde bulunan memleketler halkına
aittir. el-Müzenî'nin arkadaşı Ebû Avâne bu görüştedir. Delili ise 9 numaralı
hadis-i şeriftir. Bu görüşün zayıflığı bütün açıklığıyle meydândadır.
e. Bu
hadis-i şerifte geçen büyük abdest bozma esnasında kıbleye yönelme ve sırt
dönme ile ilgili nehiyler kerâhet-i tenzihiyye içindir. Kasım tbn İbrahim bu
görüştedir. el-Müeyyed-BÜlah ile, Ebû Tâlib'in de bu görüşte olduğunu
söylemiştir. îmam Ebû Hanife ile İmam Ahmed, Ebû Sevr, Ebû Eyyûb el-Ensârî bu
görüştedirler. Binnci görüşüri delilini teşkil eden hadisler 12 ve 13 numaralı
hadislerle yukarıda mealini sunduğumuz Hz. Âişe validemizin hadisidir.
Bu son görüşü
benimseyen ulemâya göre, "Her ne kadar kıbleye yönelerek veya sırt
dönerek büyük abdest bozmayı yasaklayan hadis-i şerifler varsa da, sözü geçen
İbn Ömer, Câbir ve Hz. Âişe hadisleri nehiydeki hafamhğı, kerahet-i
tenzihiyyeye çevirmişlerdir.”
4. Sağ elle
istincâ yasaklanmıştır. Cumhur-u ulemaya göre bu yasağın hükmü tenzihen
mekruhtur. [58]
8. ...Ebû
Hureyre [59] (r.a.)'den, demiştir ki;
Resûlüllah sallallahü aleyhi vesellem:
"Ben sizin
babanız yerindeyim, sizlere (gereken her şeyi) öğretiyorum. (Sizden) biriniz
helaya vardığında önünü veya arkasını kıbleye çevirmesin, sağ eliyle de
taharetlenmesin" buyurdu.
Ebû Hureyre (r.a.)
rivayetine devamla dedi ki: Allah Resulü bize üç tas ile (taharetlenmemizi)
emreder, tezek ve çürümüş kemiklerle (taharet yapmayı) yasaklardı." [60]
Bu hadisin izahı 7.
hadiste geçmiştir. Ancak burada şunu
ilâve edelim ki, Resûlüllah (s.a.)'in: "Hayvan tersi ve kemikle taharetlenmeyiniz,
çünkü hayvan tersi pistir, kemik de kardeşiniz cinlerin yiyeceğidir"
buyurması sonucu, necaset ve yiyecek cinsinden şeylerle taharetlenmenin caiz
olmadığı anlaşılmaktadır. Hayvan vücudunun bütün parçaları ve üzerine yazı
yazılan kâğıt gibi saygıya lâyık maddeler de bu hükme girerler. Önemli olan,
insan ve hayvan yiyecekleri, taharete zararı olan ve maddi kıymeti olup da
özellikle bu iş için hazırlanmamış olan şeylerle taharet edilemeyeceğinin
bilinmesidir.
9. ... Ebû
Eyyûb [61]
(r.a.)’ın rivayet ettiğine göre Resul-i Ekrem (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Helaya vardığınızda, büyük abdest bozarken
de küçük abdest bozarken de kıbleye yönetmeyiniz. Lâkin doğuya veya batıya
yöneliniz."
Ebû Eyyûb dedi ki:
Daha sonra Şam'a geldik, orada kıbleye karşı yapılmış helalarla karşılaştık.
Artık oralarda kıbleden yönümüzü çeviriyor ve Allah'dan af diliyorduk."[62]
Bu hadis her zaman
kıbleye saygı göstermenin lüzumuna, gerek büyük, gerekse küçük abdest bozarken kıbleyi arkaya
ve karşıya almamak ve mümkün mertebe âdaba riâyet etmek lâzım geldiğine
delâlet eder. Ulemanın beyanına göre "şarka veya garba dönünüz" emri,
Mekke ve Medine istikametinde olan beldeler içindir.
Ebû Hanife hadisin
zahirini esas alarak her nerede olursa olsun gerek küçük, gerekse büyük abdest
bozarken kıbleye dönmenin nehyedildiğini söylemiştir.
Mücâhid, İbrahim
en-Nehâî ve Sü'fyân es-Sevri de 7 numaralı Selmân hadisinin şerhinde
açıkladığımız, "kıbleyi arkanıza veya karşınıza almayın*' yasağının
zahirini esas alan ikinci görüşü benimsemektedirler.
Süyûtî, Kadı Ebû Bekr
İbn el-Arabî'nin "tercih edilen görüş budur" dediğini nakleder,
tbnü'l-Arabî mevzu muzu teşkil eden bu hadisler hakkında şöyle demektedir:
“Biz bu hususta mevcut
rivayetlere baktığımız zaman şu neticeye varıyoruz: Ebû Eyyûb (r.a.) hadisi
umûm ifâde eden kavlî bir hadistir. İbn Ömer hadisi gibi fiilî hadislerin bu
hadise ters düşmesi neticeye tesir etmez. Çünkü fiilî hadisler bir olayın
hikâyesidir. O olay bir özür sebebiyle o şekilde cereyan etmiş olabilir. Kavlî
hadislerde ise, böyle bir ihtimal yoktur.”
İbn Dakîki'l-îd ise,
Şerhu'l-Umde isimli eserinde şöyle diyor: Ebû Eyyûb el-Ensârî hadisinin
kırlara ait olabileceği te'viline gidilirse, hadisin umûm ifâde etme özelliğine
ters düşülmüş olur. Çünkü hadiste “Şam'da kıbleye karşı bina edilmiş helalarla
karşılaştık da yönümüzü helaların yönlerinden sağa sola çevirdik”
denilmektedir.
"Allah'dan af
diliyorduk" cümlesindeki istiğfar sebebinin ne olabileceği üzerinde şu
görüşler ileri sürülmüştür:
Îbnü'l-Arabî'ye göre
sahabenin istiğfarı şu üç sebebten birine bağlı olabilir:
a. Yanlışlıkla
kıbleye yönelmesi.
b. Helaların
kıbleye karşı yapılmış olması hatasının kendi eski hatalarını hatırlatması,
c.. Bu
hatayı yapanlar için istiğfar etmek arzusu.[63]
10.
...Ma'kıl ibn Ebî Ma'kıl el-Esedî'den [64]
denmiştir ki;
"Resûlullah
(s.a.) bizi büyük abdest bozarken de küçük abdest bozarken de Ka'be'yeve Beyt-i
Makdis'e (Kudüs'e) yönelmekten neh-yetti."[65]
Ebû Dâvûd dedi ki;
"(Hadisin senedinde yer alan) Ebû Zeyd, Benû Sa'lebe'nin azatlısıdır."[66]
Bu hadis Kâbe-i
Muazzama ve Kudüs'e dönerek küçük veya büyük abdest bozulmamasını tavsiye
etmektedir. İbn Sîrîn ve İbrahim en-Nehâî hadisin zahirine bakarak abdest bozarken
bu iki beyt-i şerife yönelmenin haram olduğu hükmüne varmışlardır. Bununla
birlikte râvî Ebû Yezid'in kimliği meçhul olduğundan hadis zayıftır. Sahih
olduğu kabul edilse bile, hadisle murad, Medineliler ve o cihette bulunan
kimselerdir. Çünkü Medine'den Kudüs'e yönelince Kâbe-i Şerife sırt çevirmiş
olur ki burada nehye konu olan budur; Kudüs'e yönelmek değildir.
Hattâbî ve Nevevî
"Kudüs'e yönelmenin, Ka'be'yi muazzamayı arkaya almamak şartıyla yasak
olmadığında icmâ vardır" demişlerse de, bu görüşlere ihtiyatla bakmak
lâzımdır. Cumhura göre buradaki nehy, Kabe için tah-rim, Kudüs için kerâhet-i
tenzihiyye ifâde eder Abdest bozarken Kudüs'e yönelmenin men edilişinin
hikmeti ise, oranın evvelce kıble oluşudur.
11....Mervân
el-Asfar şöyle demiştir: îbn Ömer[67]
hayvanını kıbleye doğru çöktürmüş bir halde gördüm. Sonra da oturup
(kendisiyle kıble arasında çökmüş olan) hayvanına doğru küçük abdest bozmaya
başladı. "Ya Ebû Abdirrahman, böyle (kıbleye karşı abdest bozmak) yasak
değil mi?" dedim.
"Evet, ancak bu
yasak kırdadır. Kıbleyle aranda bir sütre bulunuyorsa sakınca yoktur"
cevabını verdi.[68]
Bu hadis'i şerifte
dinî bir müşkili olan kişinin ehil bir kimseye danışması gerektiğine, bu
hususta utanma gibi duyguların onu sormaktan alıkoymasının doğru olmadığına
delil vardır.
Hadisin zahiri,
evlerde kıbleye karşı oturmaya cevap verip de açık arazide bunu caiz
görmeyenleri te'yid etmektedir. Bu hususta mezheplerin nokta-i nazarları 7
numaralı Hz. Selmân hadisinde geçmiştir.
Abdullah, Hz. Hafsa'nın
evinde Hz. Resul-i Ekrem'i kıbleye sırtı dönük abdest bozarken gördüğü için
abdest bozarken kıbleyi karşıya almanın ya da arkaya almanın sadece kırlarda
abdest bozmakla ilgili olduğu, evlerdeki abdest bozmalarla ilgili olmadığı
hükmüne varmışsa da, fiilî hadisler tevile muhtaçtır. Tevil ihtimali olan
nasslar ise, delil olmaya yeterli değildir. Bu bakımdan Hz. Abdullah'ın vardığı
bu hüküm münakaşa edilebilir. Hanefî imamlarından Ebû Yusuf da bu mevzuda Hz.
Abdullah gibi düşünmektedir. Mevzumuzu teşkil eden bu hadisi aynı zamanda İbn
Huzeyme Sahih'in-de tahric etmiştir. Dârekutnî, Beyhakî ve Hâkim de tahric
etmişlerdir. Hakim, "Buhârî'nin şartına göre şahindir" demiştir.
Hâzimî ise, "hasen derecesindedir" demiştir. Menhel müellifi, hadisin
râvîlerinden el-Hasan b. Zekvfin'ın tenkid edildiğini, binaenaleyh hadisin
zayıf olduğunu söylemiştir.[69]
5. Abdest Bozarken
Kıbleye Yönelme Veya Sırtını Dönme Ruhsatı
12....
Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
"Bir gün evin
damına çıkmıştım. Resûl-i Ekrem (s.a)'i, önü Beyt-i Makdise dönük olarak iki
kerpiç üzerinde abdest bozarken gördüm"[70]
Bu hadis-i şerif
Resul-i Ekrem'in insanların gözlerinden uzak bulunduğu anlardaki
davranışlarının bile tüm insanlar için mümûne-i imtisal olduğuna delildir.
Diğer insanların gizli
halleri araştırılırsa fevkalâde nefreti mucîb ve sahibini ebedî hicaba gark
edecek davranışlara rastlamak mümkün iken, Peygamberlerin gizli de ve açıkta
işlediği fiiller ve söyledikleri sözler tüm insanlar için en güzel
örneklerdir.
Yine bu hadis Hz.
Abdullah'ın Resul-i Ekrem (s.a.)'in ahvaline muttali olarak sünnet-i seniyyeye
hizmet etmek için ne kadar harîs olduğuna delâlet eder.
Resul-i Ekrem'in
muttali olunan bu gibi gizli ahvâlini söylemek caizdir.
Bu hadisten evlerde
abdest bozarken kıbleye sırtını dönmenin caiz olduğu anlaşılır. Fıkıh
imamlarının bu mevzudaki görüşleri 7. hadisin şerhinde özetlenmiştir.
13. ...Câbir
b. Abdillah'dan, demiştir ki; "Nebî sallellahu aleyhi ve sellem küçük abdest
bozarken kıbleye yönelmeyi yasaklamıştı. Ancak ben vefatlarından bir yıl
(kadar) önce küçük abdest bozarken kendilerinin kıbleye yöneldiğini
gördüm."[71]
6. Abdest Bozarken Nasıl
Soyunmak Gerekir?
14.…İbn Ömer
(r.a.)'dan nakledildiğine göre o demiştir ki; "Resul-i Ekrem (s.a) abdest
bozmak istediğinde yere yaklaşmadan (çö melmeden) elbisesini toplamazdı.[72]
Ebû Dâvûd dedi ki: “Bu
hadis-i şerifi aynı zamanda A bdusselâm b. Harb, A 'meş'den, o da Enes. b.
Mâlik'ten rivayet etmiştir. Fakat o (rivayet) zayıftır.[73]
Süyûtî, "Ebû
Davud'un, bu ikinci rivayet hakkındaki “zayıftır”sözünden kastı, Abdusselâm'ın
zayıf (bir ravl) olduğunu söylemek değildir; çünkü Abdüsselâm, Buhârî ve
Müslim râvilerin-den güvenilir bir hadis hafızıdır. Bu "zayıf" sözünden
maksadı, Enes'den naklen A’meş'in zayıflığını söylemek olsa gerektir. Çünkü
A'meş, Enes'den veya herhangi bir sahâbîden hadis işitmemiştir"
demektedir.[74]
1. Özellikle
açıkta büyük ve küçük abdest bozarken
ayakta avret yerleri açılmamalıdır; çünkü bu vaziyette
avret yerlerinin
görülmesi ihtimali fazladır.
2. Resül-i
Ekrem (s.a) abdest bozmak istediği zaman elbisesini birden bire toplayıp (bize
göre indirip)de o vaziyette çömelmezdi. Bilakis" böyledir vaziyetten son
derece haya ettiğinden, elbisesini ancak çömelince toplardı, (bize göre
indirirdi). Bu tutum Efendimizin avret mahallini gizlemek hususunda ne kadar
dikkat ve itina sahibi olduğunu, kapalı açık her yerde Allah saygısının
gereğince davrandığını gösterir.
3. Ayrıca bu
hadis zaruret halinde kişinin, kendi başına iken avret mahallini açmasının
caiz olduğuna, fakat zaruret olmadıkça tek başına da olsa açmasının uygun
olmadığına delâlet eder.[75]
7. Abdest Bozarken
Konuşmanın Mekruh Oluşu
15. ... Ebû
Sa'îd[76] dedi ki: Peygamber (s.a.)'i şöyle buyururken
dinledim:“Konuşarak ve avret yerleri açık olarak iki kişi birlikte abdest bozmağa
çıkmasınlar, çünkü Allah Teala böyle bir duruma gazab eder.”[77]
Ebû Dâvûd, "bu
hadisi îkrime b. Ammâr'dan başka kimse müs-ned olarak rivayet etfnemiştir” dedi.[78]
Bu hadis-i şerifte iki
kişinin avret yerleri açık iken, yani birbirlerinin avretini görerek
konuşmalarının gazab-ı İlâhîyi mûcib olduğu beyan ediliyor.
Avret, açıldığı zaman,
fıtrat-i selime sahibi kimsenin utanacağı uzuvlar demektir. Bu erkeklerde
göbekle diz kapağı arasıdır. Hür kadınlarda ise, el ve yüzlerinden ba§ka bütün
bedenidir. Kadının ayaklarında ihtilaf vardır. Cariyelerin avreti erkeklerinki
gibidir. Erkeklerden fazla olarak sırtları ve karınları da avrettir.
Namazda ve namaz dışında
avret mahallinin örtülmesi farzdır. Ancak yalnız kalındığı zaman zaruret
olmadan açılıp açılamayacağı konusunda ihtilâf vardır.
Bu hadis-i şerif avret
mahallini örtmenin farz, ihtiyaç giderme esnasında konuşmanın ise, haram
oluşuna bir delildir. Çünkü Allah Teâlânın gazabı haram olmayı (veya farz
olmayı) gerektirir.
Şevkânî,
Neylu'l-evtâr'ında şöyle diyor: "Her ne kadar imamu*l-Mehdî
"gays" isimli eserinde burdaki avret mahalli açıkken konuşmakla
ilgili yasağın haram değil, kerâhet-i tahrîmiye ifâde ettiğini, çünkü bu halde
konuşmanın mekruh olduğuna dair icma bulunduğunu ve bu icmaın da buradaki
yasağın hükmünü haramhktan mekruhluğa çevirdiğini söylemişse de bu doğru
değildir. Çünkü Allah'ın azabını veya gazabını mucib olduğu bildirilen yasaklar,
haram ifâde ederler. Burada Allah'ın gazabı söz konusu olduğundan, avret
mahalli açık iken konuşmanın haram olması gerekir.”
Bu mevzuda Menhel
müellifi de şu görüşü ileri sürüyor: "Bence buradaki yasağın keraheti,
gerçeği ifâde etmekten uzak değildir. Çünkü hadiste zikredilen gazab-ı ilâhî
ihtiyaç giderme sırasında konuşma ve avret mahalline bakmakla ilgilidir.
Sadece konuşmakla ilgili değildir. Binaenaleyh, ab-dest bozma esnasında avret
mahalline bakmadan sadece zarûretsiz konuşmak mekruhtur. Zaruret halinde,
meselâ körün tehlikeye düşmesi akreb tehlikesi görülmesi gibi hallerde
konuşmak, tehlikenin büyüklüğüne göre, baza n caiz, bazan da vacip olur."
Musannif Ebû Dâvûd
hadisin sonuna ilâve ettiği "Ebû Dflvûd dedi ki" diye başlayan
sözleriyle bu hadisin zayıf olduğunu söylemek istemiştir. Çünkü lkrime hadisi
bu şekilde müsned olarak rivayette yalnız kalıyor. Şekvânî'-nin beyânına göre
İklime'nin hadisini Müslim tahrîc etmiş ve Buhârî'nin Yahya'dan gelen hadisini
şâhid getirmiştir. Bu bakımdan hadisin sahih olması gerekir. Ancak bu hadisin
râvîsi Hilâl b. Iyaz üzerinde ihtilâf vardır. Bazılarına göre bunun ismi Iyaz
b. Hilâl olmalıdır. Menhel yazarının açıklamasına göre hadisin sonuna ilâve
edilmiş olan ve hadisin zayıflığını ifâde eden sözlerin Ebû Davud'a ait olması
mümkün değildir. Bu söz buraya yanlışlıkla kâtipler tarafından ilâve edilmiş
olsa gerektir.[79]
8. Küçük Abdest Bozarken
Selam Alınır Mı?
16. ... İbn
Ömer (r.a.)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a.) küçük
abdestini bozarken bir adam çıkageldi, selam verdi. Hz. Peygamber o adamın
selâmını almadı."[80]
Ebû Dâvûd dedi ki:
"İbn Ömer ve
başkalarından rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem (s,a) önce teyemmüm etti,
sonra o adamın selâmını aldı."[81]
Nesâî'nin rivayetinde
Hz. Peygambef'in kendisine abdest bozarken verilen selamı almadığı, ifade
ediliyorsa da, aslında orada da Hz. Peygamber'in bu selamı anında almadığı,
abdest alıncaya kadar te'hir ettiği kast edilmektedir. Nitekim 18 numaralı
hadis-i şeriften de açıkça anlaşılan budur. "Muhakkak İd selâm, Allah'ın
isimlerinden yere indirilmiş (size bildirilmiş) bir isimdir. Onu aranızda
yayınız.”[82] hadisi şerifi de selâmın
Allah'ın isimlerinden biri olduğunu bildirmekte ve müslümanların onu aralarında
yaymalarım emretmektedir.
Hz. Peygamberin,
kendisine selâm veren zâtın selâmını o vaziyetteyken derhal değil de
geciktirerek almaktan maksadı, bu şekilde selâm vermenin doğru olmadığına ait o
kimsenin dikkatini çekerek kendisini ikaz ve te'dib etmektir.
Nitekim şu hadis-i şerif
de bu gerçeği açıkça ifâde etmektedir. "Resu-lüllah (s.a.) küçük abdestini
bozarken bir adam, onun yanından geçti ve selâm verdi. Hz. Peygamber de ona,
“Bir daha beni bu
halde gördüğün zaman sakın selim verme. Çünkü eğer şelfim verirsen ben senin
bu selâmını almam (alamam)"[83]
buyurdu.[84]
1. Aslında
farz olan selâm almak, abdest bozma esnasında mekruhtur.
2. Abdest
bozana selâm veren bir kimsenin selâmının alınmasını beklemeye hakkı yoktur.
Bu konuda âlimler görüş birliği içindedirler.
Peygamber Efendimiz, o
adamın selâmını almakla mükellef olmadığı halde teyemmüm ettikten sonra bu
selâmı alması, onun yüksek ahlâkı cümlesindendir.
Hz. Peygamber o
kimsenin selâmını almakla mükellef olmadığını “Bir daha bu halde selâm verirsen selamını almam” sözleriyle ifade
buyurmuştur.
3. İhtiyaç
giderme esnasında aksıran "elhamdülillah", karşısındaki de
"yerhamükellah" diyemez. Ezana İcabet edemez. Cima hâlinde de durum
böyledir. Ancak dil hareket ettirilmeyerek kalben "elhamdülillah” ve
"yerbamükellah" denilebilir. Bu zikirlerin helada dil ile söylenmesi
âlimlerin çoğuna göre tenzihen mekruhtur. Her ne kadar İbrahim en-Nehaî ile
İbn Şîrîn ihtiyaç giderme esnasında zikrin caiz olduğunu söylemişlerse de
delilleri yoktur.
4. Abdest
bozduktan sonra abdestsiz olarak selâm almak, Allah'ın isimlerinden birini
anmak, bir başka ifâdeyle zikretmek caizdir. Nitekim 18 numaralı hadis-i şerif
de bunu ifâde etmektedir. Ancak abdestli olarak zikretmek daha faziletli
olduğundan Hz. Peygamber abdest bozarken kendisine selâm veren zatın selâmını,
abdest bozduktan hemen sonra almamış, ancak teyemmüm ettikten sonra almıştır.
Musannif Ebû Dâvûd,
Hz. Peygamber'in bu selâmı teyemmüm etmeden almadığını iyice vurgulamak İçin metnin
sonuna bunu ifâde eden bir talik eklemiş ve bu talik 329 numaralı hadiste
Ebu'l-Cüheym yoluyla, 330 numaralı hadiste îbn Abbas yoluyla 331 numaralı
hadiste de İbn Ömer yoluyla, muttasıl bir senetle Hz. Peygamber'e ulaşmıştır.
İmam Nevevî musannif
Ebû Davud'un rivayet ettiği 320 numaralı hadis-i şerifi açıklarken: "Hz.
Peygamber'in bu selâmı almak için abdest yerine te1 yemmüm etmesi, o sırada
suyun bulunmayışı sebebiyle olmuştur. Çünkü su varken onu kullanmaya muktedir
kimse için teyemmüm etmesi caiz değildir, isterse vaktin çıkması söz konusu
olsun. Bu hususta bayram ve cenaze namazları ile diğer namazlar arasında bir
fark yoktur. Ulemanın ekserisinin görüşü budur” demektedir.
Ancak Nevevî'nin bu
açıklaması, abdestsiz yerine getirilemeyen ibadetler için geçerli ise de,
abdeste bağlı olmayan taatlar için geçerli değildir. Selâm da abdeste bağlı
olmayan taatlardandır.
Nevevî, Müslim
Şerhi'nde bu mevzuda şöyle diyor: "Bu hadis farz namazlar için teyemmüm
etmenin caiz olduğu gibi nafile namazlar ile şükür ve tilâvet secdesi gibi
fedâil için de teyemmümün câîz olduğuna delâlet etmektedir. Ulemânın büyük
çoğunluğu bu görüştedir."
Bilindiği gibi Hanefî
ulemâsına göre abdest almadığı takdirde namazın geçeceği anlaşılırsa, cenaze ve
bayram namazları için geçerli olmak üzere su varken teyemmüm etmek caizdir.
17. ...
el-Muhacir b. Kunfuz[85] ’dan
rivayet edildiğine göre O, Nebi küçük abdestini bozarken yanına gelip selâm
verdi. Resul*i ekrem (s.a.) selâmını almadı. Abdest aldıktan sonra özür beyân
ederek, "Ben aziz ve celil olan Allah'ı tahâretsiz olarak ağzıma almayı
uygun görmedim" buyurdu.[86]
1. Bu
hadis-i şerif abdest bozarken Allah'ın isimlerinden birini ağza almanın mekrûh
olduğuna delâlet eder.
Zira es-Selâm, esman
hüsnâ'dandır.
2. İhtiyaç
giderme sırasında, kendisine selâm verilen kimsenin selâm almak için işini
bitirinceye kadar beklemesi gerektiği de hadisin ihtiva ettiği hükümlerdendir.
Fakat, selâm vermenin cevap beklemeğe hakkı yoktur. Aslında, Allah'ı zikir iki
kısımdır:
a. Belli bir
zamana bağlı olarak yapılan zikir,
b. Belli bir
zamana bağlı olmadan yapılan zikir, (selâm almak gibi). Birinci kısma giren
zikirlerin abdestli veya abdestsiz fakat zamanında yapılması daha faziletli ve
müstehaptır. Helaya girerken ve çıkarken yapılan dualar gibi. Bunların efdal
vakti tuvaletten çıkınca olduğundan hemen o anda yapılır. İkinci kısım ise,
belirli bir vakte bağlı olmayan zikirdir. Bunda efdal olan temiz iken
zikretmektir. Zira genellikle abdestsiz ve temiz olmayan kişi zikredebilir.[87]
9. Abdesti Olmayanın
Allah'ı Anması
18....Hz.
Âişe[88]
(r.anha)’dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki: "Resûlullah (s.a.) her
halinde Allah'ı zikrederdi."[89]
"Her hali”
ifâdesi temizlik, abdestsizlik, gusülsüzlük oturma,ayakta durma, yatma, uyuma
ve uyanıklık hallerinin hepsine şâmildir.Bu itibarla mevzunumu teşkil eden bu
hadis-i şerif Fahr-i Kâinat Efendimizin bütün bu hallerinde zikre devam
ettiğini ifâde etmektedir. Ancak burada zikirden maksadın lişanen yapılan
zikir olduğu kabul edilirse, o zaman bundan cünüblük hâlini istisna etmek
gerekir. Çünkü Hz. Ali'den gelen bir rivayete göre Resul-i Ekrem (s.a.) cünüp
iken Kur'ân okumazdı.[90]
Keza cima’ halinde
avret mahalli açık iken ve abdest bozarken de zaruret olmaksızın konuşmaktan
kaçınırdı. Zikrin ancak abdestli iken yapılıp, abdestsiz yapılamayacağı görüşü
fazilet cihetindendir. Hadiste geçen zikir'-den maksat, Menhel müellifine göre,
kalbî zikirdir. Çünkü Efendimiz (s.a.) daima tefekkür hâlinde idi. Uyanık iken
de uyurken de hiç bir an kalbi zikirden uzak kalmazdı. Mirkât'ta beyân
edildiğine göre:
Zikir iki kısımdır: a. Kalbî zikir, b. Lisanı zikir.
Efdal olanı kalbî
zikirdir. Nitekim Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerim'de "Allah*! çok
zikrediniz*' buyurmaktadır. Bunun anlamı "Allah'ı hiç bir an hatırdan
çıkarmayınız** demektir. Allah Resulü zikrin her iki çeşidinden de en büyük
payı almıştır. Ancak cünüblük halinde.eline alarak Kur'ân okumazdı, helada
ise, sadece kalbî zikirle yetinirdi. Helada kaldığı müddetçe zikri diğer
şekillerinden uzak kaldığı için de heladan çıkar - çıkmaz istiğfar ederdi.[91]
1. Bu
hadis-i şerif Resul-i Ekrem (s.a.)'in,
abdestli abdestsiz iken de gusülsüz iken de ayaktayken, otururken, yatarken, yürürken
ve bir şeye binmişken devamlı zikr hâlinde olduğuna delildir. Zikir kelimesi,
tehffl (lâilâhe illallah) tekbir (Allah'ü Ekber), tahmîd (Elhamdülillah),
tesbîh (sübhanellah) ve istiğfar (Estağfirüllah) gibi zikrin bütün nevilerine
şâmildir. Bu manada zikrin pislik mahallerinin dışında her yerde
yapılabileceğinde icmâ' vardır. Pislik mahallerinde ve cima' hâlinde zikretmek
ise mekruhtur.
Hayız ve cenabet
hallerinde Kur'ân okumaksa cumhura göre haramdır. Hanefîler bu görüştedir.[92]
Bu iki hâlin dışında
Kur'ân okumaya bir engej yoktur. Nitekim Hz. Peygamber, "Hayızlı ve
cüniib olan Kur'ân okuyamaz"[93]
buyurmuştur.
2. Ayrıca bu
hadis her an zikir hâlinde bulunmanın Jüzûmuna delâlet etmektedir. Çünkü dünya
ve âhiret hayırlarının meydana gelişine en büyük vesile zikrullahtır.[94]
10. Üzerinde Allah
Yazılı Yüzükle Helaya Girmek
19. ...Enes
(r.a.)'den, demiştir ki;
"Nebî (s.a.)
helaya gireceği vakit yüzüğünü (çıkarır) bir yere koyardı."[95]
Ebû Dâvûd dedi ki,
"Bu hadis münkerdir. Mâruf olan tbn Cureyc tZiyâd b. Sa'd-ez-Zuhri tariki
ile Enes'den rivayet olunan hadistir ki, buna göre, Resulullah (s.a.) gümüşten
bir yüzük takardı. Sonra onu attı."
Bu rivayetteki (münker
'lik sebebi olan) vehim Hemmâm 'dandır. Bu hadisi Enes*den Hemmam'dan başkası
(bu lafızla) rivayet etmemiştir. "[96]
Resul-i Ekrem (s.a.)
helaya girmek istediği zaman ism-i Celâli mahallerinden korumak maksadıyla
üzerinde yazılı yüzüğünü çıkarırdı.[97]
1. İhtiyaç
gidermek isteyen kimsenin üzerinde, Allah'ın
isimlerinden biri veya Peygamber ve melek ismi yazılı bulunan bir eşya
bulunursa, helaya girerken onu çıkarması gerekir. Bu, Hanefîlerin, Malikîlerin,
Şafiîlerin ve Hanbelîlerin görüşüdür, buna uymamanın hükmü kerahettir. Ancak
çıkardığı zaman o eşyanın kaybolacağından korkan kimse çıkarmayabilir.
2. Şayet bu
eşya üzerinde Kur'an-ı Kerim'den bir tam âyet veya âyetten bir kısım bulunursa,
onunla helaya girmek ve kaza-yi hacette bulunmak haramdır. Ancak kaybolma
korkusu olduğunda veya bu âyet muska halinde üzerine dikili olduğunda bu
sakınca ortadan kalkar. Bu durumda o âyetlerin üstü Örtülerek veya cebe
konularak gizlenmesi gerekir.
İnşallah, 4218 ve 4221
numaralı hadis-i şeriflerin şerhlerinde bu konu tekrar ele alınacaktır.[98]
11. Sidikten Temizlenme
(İstibra)
20. ... İbn
abbâs (r.a.) dedi ki: ""Resûl-i Ekrem (s.a.) iki kabrin yanından
geçiyordu:
" Bakın dikkat
ediniz, bunlar azap görüyorlar. Azap görmelerinin sebebi de büyük bir şey
değildir; Şu sidikten sakınmazdı, şu da kuğuculuk yapardı" buyurdu. Sonra yaş
bir hurma dalı isteyerek ikiye ayırdı, bir parçasını kabirlerinin birinin
üzerine, diğerini de öbürünün üzerine dikti ve "Bu dallar kurumadıkça
onlardan azabın hafifletileceğini umarım”
buyurdu."
Ravi Hennâd,
rivayetinde "sakınmazdı" yerine "örtünmezdi" demiştir.[99]
Hadiste geçen
"bunların azap görmelerinin sebebi büyük bir şeyde değildir.” beyânı iki
şeküde te’ vil edilebilir:
a. Terki zor
ve büyük olmayan şeylerden dolayı azap görüyor değiller. Çünkü bevl'den
sakınmakla gıybet ve koğuculuktan uzak durmak zor bir iş değildir.
b. İnsanlar
nazarında büyük olmayan şeylerden dolayı azap görüyorlar. Halbuki onlar dinî
açıdan önemli ve büyük meselelerdir. Buhârî'deki rivayet bu mânayı
desteklemektedir.
Kadî îyad üçüncü bir
te'vilde daha bulunmuştur, ona göre bu cümlenin manası:
c.
"Büyük olmayan günâhlar sebebiyle azap görüyorlar" şeklindedir.
Aslında sidikten
sakınmamak, adam öldürmek, zina etmek gibi günahların en büyüklerinden sayılmazsa
da, namazın sıhhatine mâni olduğu için kabir azabına sebep olmaktadır. Namazın
terki büyük günahlardandır. Onsuz namaz kılınamayacağına göre böyle kılınan
namazlar terk edilmiş demektir.
Koğuculuk, zarar
vermek kasdryla insanlar arasında söz taşımaktır. Ya devamlı yapıldığı için
veya insanlar arasında büyük felâketlere sebep olduğu için kabir azabına sebep
olmuştur. Fakat koğuculuk terk edildiği zaman başkaları zarar görecek,
işlendiği zaman umumî bir menfaate sebep olacaksa haram değildir. Burada
kastedilen, yasaklanmış olan koğuculuktur.
İslâm âlimlerine göre
Resul-i Ekrem (s.a.) Efendimiz hurma dallarını kabirlerin üzerine dikmekle azap
gören kebir sahiplerine şefaatçi olmak istemiştir. Yani bu hareketiyle
kendisinin şefaatçi kılınması için fiilen niyazda bulunmuştur.
Nitekim Müslim'in Hz.
Câbir'den rivayet ettiği ettiği bir hadiste Resû-lullah (s.a.):
"Ben azab gören iki kabrin yanından geçtim de
şefaatim sayesinde bu dallar yaş durdukça onlardan azabın hafifletilmesini
diledim."[100]
buyurmuştur.[101]
1. Kabir
azabı hakür.Ona inanmak farzdır. Ehl-i Sunnetin görüşü buduf Mûtezüenin bu
konuda Ehl-i sünnete muhalif olduğu rivayet edilirse de Mûtezilen'in ileri
gelenlerinden çokları kabir azabını kabul etmişlerdir .Geniş bilgi için "Kabir
Azabı" bölümüne bakılmalıdır.
Ehl-i sünnete göre
Allah Teâlâ kulu diriltir, bedenine ve vUcûdunun bir kısmına ruhunu ve aklım
iade eder. Saadet veya şekavet ehlinden olduklarını idrâk etmeleri için
küçüklerin aklı kemâle erdirilir. Haberlerde beyân edildiğine göre, büyükleri
olduğu gibi küçükleri de kabir bütün ağırlığı ile sıkar.
2. Hadis-i
şerif, az olsun çok olsun, bütün idrar çeşitlerinin mutlak surette necis
olduğuna delildir. Her ne kadar konumuz insan idrarı ile ilgili isede, bu
Hadis, insan ve hayvan idrarlarının necis olduğuna delil olabilir. Zira itibar
sebebin özelliğine değil, mânanın gen el ligi nedir. Nitekim başka bir hadiste
ayırım yapılmaksızın "sidiğin her çeşidinden sakının. Çünkü kabir azabının
çoğu ondandır"[102]
buyrulmaktadır.
3. Buhârî
şârihi îbn Battâl'a göre bu hadis-i şerifte sadece insan sidiğinin necis
olduğuna delâlet vardır. Diğer hayvanların idrarlarının pis veya necis olduğuna
dair herhangi bir delâlet yoktur. Çünkü
Ay lâfzından anlaşılan insan
bevlidir.Şeklindeki elif-lâm’lı rivayetlerde ise, harf-i tarif zamirden ivaz
olarak (bedel) gelmiştir ki, insan bevline ve bu özelliği taşıyan eti yenmeyen
hayvanların bevline delâlet eder. Bu hadiste eti yenen hayvanların idrarının
temiz veya pis olduğuna dair herhangi bir delâlet yoktur. Eti yenen
hayvanların idrarının temiz olduğunu kabul edenlerin delili başka bir hadis-i
şeriftir.
4. Bu
hadiste kabirlerin üzerine ağaç dikilmesinin müstehab olacağına dair bir delil
yoktur. Sahâbe-i kiramdan Büreyde bu hadisi örnek alarak kendi kabri üzerine
hurma dalı dikilmesini vasiyet etmişse de, Resûl-i Ekrem'den ve hulefa-i
râşidinden böyle bir uygulama görülmemiştir. Unutulmamalıdır ki, Fahr-i Kâinat
Efendimiz "Sünnetimi ve hidâyet rehberi hâlifelerimin yolunu tutun.
Onlara dört elle sanlın”[103]
buyurmuştur. Kendisinin ve Râşit halifelerinin yapmadığı bir işi yapmak doğru
değildir.
5. Hattâbi
"Bu hadiste kabirlerin başında Kur'ân-ı Kerim okumanın müstehab olduğuna
delil vardır. Zira ağacın teşbihi sayesinde ölünün azabının hafifletileceği
umulursa, Kur'an-ı Kerim okumak bu hususta umut bağlamaya daha lâyıktır"
demektedir.
6. İtstincâ
vâcibtir. Zira hadiste geçen "İdrardan korunmazdı" cümlesinden
maksat budur. Aynî, istinca ile birlikte, örtünmenin de vacib olduğunu
söylemektedir.
7. Koğuculuk
haramdır. Bu hususta icma vardır.
8. Resul-i
Ekrem Kabirlerde azab görenlerin seslerini (mucize olarak) işitmiştir.[104]
21. ... Ibn
Abbas (r. anhuma) Hz. Peygamber (s.a)'den (bir önceki hadisin) manasını rivayet
etmiştir. (Hadisin râvilerinden) Cerîr cjedi ki (bundan önceki A'meş
hadisindeki) "sidikten sakınmazdı" kelimesinin yerine Mansûr,
rivayetinde "gizlenmezdi" kelimesini kullanmıştır. Ebû Mûaviye de
(A'meş'den rivayetinde)
tabirini kullanmıştır.[105]
22....
Abdurrahmân b. Hasene[106]
(r.a.) şöyle demiştir: (Bir gün) Amr b. As[107] ile birlikte Nebiyyi Ekrem (s.a.) Efendimizi
ziyarete varmıştık. Peygamberimiz, yanında sığır derisinden bir kalkanla
çıktı. Sonra onun (arkasına) gizlenerek küçük abdestini bozdu. Biz
"dikkatle bakınız Peygamberimiz kadınlar gibi oturarak (ve gizlenerek)
abdestini yapıyor (bozuyor)” dedik.
Resul-i Ekrem (s.a.)
bunu işitti ve şöyle buyurdu:
"İsrailoğullarından birinin başına gelenleri
bilmiyor musunuz? Onlar (elbiselerine) bulaştığı zaman idrarın isabet ettiği
kısmı keserlerdi. İşte, Benu Israilden bir kimse bundan (idrarın değdiği yeri
kesmekten) onları nehyetti. Neticede (idrarın elbise üzerinde kalmasına sebebiyet
verdiği, onları doğru olanı yapmaktan alıkoyduğu için) kabir azabına uğratıldı."[108]
Ebû Dâvûd dedi ki:
"Mansur Ebû vâ'il'den, o da Ebû Musâ'l-Eş'arî'den bu hadisi rivayet
ederken Ebû Musa (r.aj'nın (hadisteki) "elbiselerine idrar bulaşınca**
sözü yerine '"derilerine idrar bulaştığında" dediğini söylemiştir."
Âsim ise Ebû Vâil'den,
o Ebû Musa'dan, o da Hz. Peygamber (sm.) den rivayet ederken Resulü ilah'm sözü
geçen tabirler yerine “onlardan birisinin cesedine (idrar bulaştığında)"
dediğini rivayet etmiştir.[109]
Abdurrahman b. Hasene
ve Amr b. Âs hazretleri câhiliye âdetleri içinde yetiştiklerinden, Fahr-i
Kâinat Efendimizin idrardan sakınmak için yere oturarak ve gizlenerek küçük
abdest bozmasını ilk defa görünce, birden bire yadırgamışlar ve hayrete düşerek
kendi aralarında konuşmaya, "Bak hele Nebiyy-i Ekrem oturarak kadınlar
gibi bevl ediyor" demeye başlamışlar. Aslında onların bu sözlerinde alay
ve hakaret kastı yoktur ve zaten sahâbiden böyle bir hareket de beklenemez.
Nebiyyi Ekrem'in bu
fiilini yadırgamaları câhiliye hayatında ayakta işemenin erkeklik ve
kahramanlık alâmeti sayılmasındandır.
Bu iki sahâbî yeni
müslüman olduklarından cahiliyye döneminden yeni kurtuluyorlardı. Fahr-i Kâinat
Efendimiz de gayet yumuşak bir tavırla işin ciddiyetini tarihî misallerle
anlattı. Hadiste geçen "Benu tsrailden bir kişi*' den kasıt, herhangi bir
kişidir denilirse, hadisi anlamakda bii güçlük yoktur. Ancak Aynî'nin dediği
gibi bu, Mûsâ (a.s.)'dır, denilirse, o zaman hadis-i şerife şöyle mana vermek
gerekir: "Mûsâ (a.s.) bevlden sakınmaları konu* sunda onları uyardı; bu
uyarıyı, dikkate almayanlar kabirde azaba uğratıldı."
Şu da var ki bu iki
sahabinin "Peygamber'e bakın kadınlar gibi abdest bozuyor" sözü
"kadınlar gibi gizlenerek, edep yerlerini açmadan, sakınarak abdest
bozuyor'* manasana da hami edilebilir. O takdirde bu, Rasûlul-lah*ın edebine,
hayasına hayranlık ifadesini taşır.[110]
1. Bu
hadis-i şerif, herhangi bir sütre arkasına gizlenildiği zaman kazayi hacet için uzağa gitmenin
gerekmediğine delâlet eder. Ancak birinci hadis-i şerifte de açıklandığı üzere,
Resulüllah (s.a.) abdest bozacağı zaman genellikle insanlardan uzaklaşmayı
tercih ederdi.
2. Kişi bilmediği bir dini konuda konuşmamalıdır.
3. Öğreticilik
görevini üzerine alan kişi hitaplarında nezâket ve mülâye-met üzere bulunmalıdır.
4. Yine bu hadis necasetten sakınmak hususunda titizliği
emreder.
5. Ayrıca bu
hadis-i şerif insanlara yakın bir yerde abdest bozarken ÖT-tünmenin lüzumuna da
delalet eder.
6. Dinî
emirlere aykırı hareket etmenin insanın helakine ve felâketine sebep olacağı bu
hadis-i şerifin ihtiva ettiği hükümlerdendir.
7. Sert zemin üzerinde sıçrama ihtimaline binaen
idrarın oturarak yapılması icab eder.
Ebû Dâvûd, bu iki
hadisin rivayet farklarına işaret ettiği gibi aynı zamanda Ebû Musa'nın ilk
rivayetinin mevkuf olduğuna da dikkati çekiyor. Ancak Kurtubî, hadiste geçen
deriden maksadın deriden yapılan elbise olması gerektiğini, aksi takdirde
insanın kendi derisini kesip atmasının,teklif-i mâ-lâyutak kabilinden olacağını
ileri sürmektedir.[111]
12. Ayakta Küçük Abdest
Bozmak
23....Huzeyfe[112] (r.a.)’dan; şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber bir
kavmin çöplüğüne geldi, ayakta küçük ab-dest bozdu ve su istedi. (O su ile
abdest aldı. Sıra ayaklarına gelince) mestlerinin üzerine mesh yaptı." [113]
Ebü Dâvûd der ki: Müsedded'in
bildirdiğine göre Huzeyfe (r.a.) demiştir ki ben, Hz. Peygamberin abdest
bozarken yalnız kalmak isteyeceğini düşünerek oradan uzaklaşmak istediğimde,
Resulüllah beni çağırdı. Ben de hemen arkasında (Resulüllah'a sütre olması
için) durdum."[114]
Peygamber Efendimizin
ayakta abdest bozuşunun sebebi üzerinde aimler ihtüâf etmişlerdir
İmam Şafiî
hazretlerine göre bunun sebebi şudur: Arablar bel ağrısından dolayı ayakta
bevl ederlerdi. Belki de Cenab-ı Fahr-i Kâinât'da böyle bir ağrı vardı (onun
için ayakta abdest bozmuştu.)
Bu konuda şöyle
diyenler de vardır: Çöplük, necaset mahalli olduğu için oturmaya müsait
değildi. Bundan dolayı Resul-i Ekrem, devamlı oturarak küçük abdest bozması
âdet-i seniyyeleri olduğu halde böyle ayakta bevl etti. Fakat sidiğin
sıçramayacağı yerlerde ayakta bevl etmenin caiz olduğunu göstermek için böyle
hareket etmiş olması ihtimâli daha da kuvvetlidir.
el-Askalânî'nin
Fethu'l-Bâri’de beyân ettiğine göre Ebû Avâne ve İbn Şahin Hz. Âişe'den gelen
şu hadislerle ayakta bevl etmenin neshedildiğine hükmetmişlerdir:
"Resul-i Ekrem
(s.a.) Kur'an kendisine nazil olalidan beri, hiç ayakta bevletmemiştir."[115]
"Kim size Resul-i
Ekrem ayakta bevletti derse, inanmayın,- o ancak oturarak bevlederdi."[116]
Fakat gerçekte bu hadisin
neshedildiği kanaati yanlıştır. Çünkü Hz. Âişe, Resûlullah'ın sadece evdeki
halini bilir. Halbuki sahâbinin büyüklerinden Hz. Huzeyfe'nin şehâdetine göre
Allah Resulü Medine'de bir çöplükte ayakta küçük abdest bozmuştur. Keza Hz. Ali
Hz. Ömer ve Hz. Zeyd b. Sâbit'in de ayakta bevl ettikleri sabittir. Bütün bu
durumlar ayakta bevletmenin mekruh olduğunu fakat sidik çisintisinden emin
olunduğu zaman kerâhetsiz olarak caiz olduğunu gösterir. Hanefî ve Şafiî
fakihlerinin görüşü de budur.[117]
Nitekim Resul-i
Ekrem'den bu hususta herhangi bir yasaklama duyulmamıştır.
Tirmizî'nin Cami'inde
beyanına göre âlimlerden bir kısmı ayakta bevletmeye izin vermişlerdir. Bu
hususta nehy, haram ifade etmeyipibaha ifâde eder. Dârîmi Sünen'inde ayakta
bevletmenin mejtruh olduğunu bilmediğini söylemektedir.
Nevevî, "Alimler,
Hz. Aişe hadisine istinaden, "ayakta bevletmek mekruhtur" demişlerse
de, bu kerametten muradın kerâhet-i tenzihiyye olduğuna, bir özürden dolayı
ayakta bevletmekte ise, herhangi bir sakınca bulunmadığına
hükmetmişlerdir" der.
İbn Mes'ûd, Şa'bî ve
İbrahim b. Sa'd ayakta bevl etmeyi kerih görürler, ayakta bevl edenin
şahitliğini kabul etmezlerdi. İbn Munzir: "Ayakta bevl etmek her ne kadar
mübahsa da oturarak bevl etmek bana daha hoş geliyor" derdi.
İmam Mâlik, tenha bir
yerde ayakta bevl etmekte bir sakınca görmemiş "aksi takdirde
mekruhtur" demiştir.
Sonuç olarak ayakta
bevletmek, Hanbelî mezhebinde mubah, Malikî-lere göre sıçrama ihtimali yoksa
caiz, aksi takdirde mekruhtur. Âlimlerin çoğu "özürsüz olarak ayakta
bevletmek mekruhtur, ancak buradaki kerahet tenzihi kerahettir” demişlerdir.
Nevevî'nin ve Bezlü'l-mechûd yazarının açıklamalarına göre Hanefîlerin görüşü
de budur.[118]
1. Yukarıda
zikredilen meşru sebebler bulunduğu zaman ayakta bevletmek câizdir.
2. Seferde
olduğu gibi hazarda da mesh câizdir. Çünkü bu çöplük Medine'de idi.
3. Lüzumunda
başkalarından yardım istenebilir.
4. Küçük
abdest bozan bir kimseye yakın olmak câizdir.
5. Küçük abdest
bozarken tesettüre yani edeb yerlerini gizleyip kimsenin görmemesini temine
riâyet etmek gerekir.[119]
13.
Kişinin Geceleri Bir Kaba Küçük Abdest Bozması Sonra Onu Yanına Koyması
24. ...
Hukeyme bint Umeyme annesi Umeyirie bint Rukayka [120] '
nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Nebî (s.a.)'in
sedirinin altında hurma ağacından yapılmış bir kap vardı. Geceleyin ona küçük
abdest bozardı.”[121] [122]
Resûl-i Ekrem
Efendimizin geceleyin böyle bir kabı kullanması sadece gece vaktine ait bir
hadisedir. Gündüzün buna izin yoktur. Çünkü genellikle geceleri dışarıya çıkıp
uzaklara giderek abdest bozmaya engel çok olur. Işıkların kesildiği veya hiç
olmadığı zamanlarda bu engeller daha da artar. Resul-i Ekrem (s.a.) böyle
meşakkatli anlarda ümmetine bir kolaylık yolu göstermiştir.
Her ne kadar Irakî,
"bu uygulama evlerde hela bulunmadığı dönemlere aittir" demişse de,
meşakkat ve mazereti nazara almak lâzımdır. Umumiyetle geceler, meşakkatle
dolu olduğundan hadisin zahir manası ile her zaman amel edilebilir.
Bu hadisin sıhhati
üzerinde söz edilmişse de onun değişik senetlerle başkalarından da rivayet
edilmesi sıhhatinde şüphe bırakmamıştır. el-Hasan b. Süfyân'ın Müsned'indeki
rivayeti Hâkim Dârekutnî, Taberânî ve Ebû Nu-aym'in Ebû Malik en-Nehaî el-Esved
b. Kays-Nubeyh el-Anezî senediyle Ummu Eymen'den naklettikleri hadis, üzerinde
durduğumuz hadisi takviye eden rivayetlerdendir.
Hurma ağacının mübarek
ve saygıya lâyık bir ağaç olduğuna dair hadisle bu hadis arasında çelişki
bulunduğu itirazı yersizdir .Çünkü hurmanın mübarek olduğunu ifâde eden hadis,
zayıftır.[123]Zayıf ise kavîye mukabele
edemez.
Uzun süre bekletilmiş
sidik bulunan eve meleklerin girmeyeceğini ifâde eden hadis de mevzumuzu teşkil
eden hadis-i şerife aykırı değildir. Çünkü kaplarda olan sidikler uzun bir süre
bekletilmek için değil, en kısa zamanda dışarı atılmak için kaba alınır.[124]
1. Gecelevm
kucük abdest bozmak için evlerde kab bulundurmak caizdir.
2. Kişinin
ailesi yanında (adabına riâyet etmek şartıyla) küçük abdest bozması caizdir.
3. Hadis,
karyola üzerinde yatılabileceğine delildir. Bunun zühd ve ka-naata aykırı
olmadığı da bu hadis-i şerifin ihtiva ettiği hükümlerdendir.[125]
14. Nebî
(S.A.) ' nin Küçük Abdest Bozmayı Yasakladığı
Yerler
25....Ebû
Hureyre (r.a.)'den, demiştir ki, Nebî (s.a.) "iki mel’ undan sakininiz”
buyurdu. "Ey Allah'ın Resulü, bu iki mel'un nedir?" dediler.
Peygamber (s.a.) "İnsanların gelip geçtiği yol üzerine veya gölgeliklerine
abdest bozanın (yaptığı iş)dir."[126]
cevabını verdi.[127]
"İttika" vikaye
kökünden "korunmak" anlamındadır. Birinci ta’nın aslı vav dır.
"Melunlardan
sakınınız" sözünden maksat "onların yaptığı işten sakınınız"
demektir. Bu iş ise, yollara ve insanların gölgelendiği ağaçların altına abdest
bozmaktır. Gölgelerinden istifade edilmeyen ağaçların altına abdest bozmakta
tabiatıyla bir sakınca yoktur. Nitekim Allah Resulü böyle bir hurma ağacının
altına abdest bozmuştur.
Laîn, la'net eden,
koğan uzaklaştıran ve söven anlamına gelirse de burada başkalarının söğüp
saymasına sebeb olduğundan bu fiil işleyene izafe edilmiştir. Yahut da ism-i
mef'ul anlamında kullanılmış bir ism-i faildir. Hat-tâbî bu görüşü tercih
etmiştir. Biz de tercemeye bunu esas aldık.[128]
Hadis, sözü geçen
yerlere kaza-yi hacette bulunmanın haram olduğuna delalet eder. Çünkü yerleri
pislemek ve kokutmak müslümanlara eziyettir. Şafîîlerden Nevevî ve Râfiî bu görüştedirler.
İbn Hacer el-Heytemî,
ez-Zevâcir'de bunu büyük günahlardan saymıştır.[129]Mekruh
olduğunu söyleyenler varsa da zahir olan haram oluşudur. Çünkü "onlardan
sakınınız" emrinde "onları işlemeyiniz" nehyi vardır. Nitekim
Beyhakî'nin ve taberânî'nin el-Evsat'ta rivayet ettikleri "Kim mü si limanların
gidip geldikleri bir yol üzerine kaza-yi hacette bulunursa, Allah'ın,
meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun"[130]
hadis-i şerifi de bu işin haram olduğuna delâlet eder. Çünkü lanet, haramlar
için kullanılır. Bu yerler belli bir şahsın özel mülkü ise, buralara abdest
bozmanın haram olduğunda şüphe yoktur. Bu hususta ittifak vardır.
2. Bu hadis,
bu işi yapan belli olmadığı zaman ona lanet etmenin caiz olduğuna da delildir.
Yapan belli olursa, lanet edilip edilemeyeceği hususunda ihtilaf vardır. Caiz
olmaması daha sahihtir.
Hâzin'de denilmiştir
ki, âsi mü'minlere adını anmadan lanet caizse de, belli bir şahsı hedef alarak
lanet etmek caiz değildir. Çünkü hadiste ad anılmadan lanet edilmiştir.
Buhârî, Müslim ve
Ahmed'in rivayet ettikleri "Allah'ın laneti o hırsızın üzerine olsun ki,
yumurta veya ip çalar da eli kesilir"[131] hadisi de bu hususu teyid etmektedir.
3. Lanet
konusunda ulemâ demiştir ki, muayyen bir kâfire bile lanet caiz değildir. Çünkü
son deminde iman nasip olup olmayacağı bilinmez. İmanlı olarak gitmesi
mümkündür. Zayıf bir kavle göre de öldürülmeleri caiz olduğuna göre, lanet
edilmeleri de caizdir. Ama isim tayin etmeden kâfirlere lanet edilmesinin caiz
olduğunda ittifak vardır. Nitekim Buhârî ve Müslim'in rivayet ettiği bir
hadis-i şerifte isim zikredilmeden şöyle lanet edilmiştir: "Allah
yahudilere ve hristiyanlara lanet etsin; onlar peygamberlerinin mezarlarını
mescid yaptılar."[132]
4. Talebe
tarafından hükmün iyice kavranabilmesi ve öğrenciyi derse teşvik için
derli-toplu ifadelerin kullanılması lâzımdır.
5. Kişinin
mü'minlere eziyet verecek hallerden ve insanların lanetini gerektirecek
davranışlardan kaçınması lâzımdır.
26. ... Muâz
b. Cebel [133] (r.a.)'den demiştir ki;
Resulullah (s.a.):
"La'jıet vesilesi olan üç şeyi yapmaktan; su yollanna ve kaynaklarına
(insanların uğradığı ve toplandığı yerlere) yol ortasına, gölgelik yerlere
abdest bozmaktan sakınınız."[134]
buyurdu.[135]
Hadis-i şerifte
zikredilen "Melâ'in" kelimesi sözlükte "mel-ane"
kelimesinin çoğuludur. "Mel'an" ise, "lanete vesile olan
şey" anlamına gelir. Burada bu kelimeyle kasd edilen; yol, gölgelik, güneşlik
gibi insanların istifâdesine yarayan yerlerdir. Buralara abdest bozulduğu zaman
insanlar, oralardan istifâde edemeyecekleri için, bu işi yapana lanet ederler,
söverler, sayarlar.
Misbah'da beyan
edildiğine göre, melâin, insanların kendilerine zarar verilmesi ve rahatsız
edilmeleri sebebiyle zarar veren kimselere lanet ettikleri yerlerdir. Buna göre
bu cümlenin mânâsı şöyle olabilir: "Buralarda başkalarının lanetini
celbedecek şeylerden kaçınınız. Çünkü buraları kirleten ve insanların
menfaatlerine engel olan kimselere lanet edilir. Halkın menfaatini İhlâl eden
zâlimdir, zâlim ise, mel'undur."
Diğer bir mana da
söyledin "Mel'ane" lanete sebep olan fiildir. Öyleyse hadis,
"lanete sebep olan fiillerden sakınınız" demektir ki, müsebbeb zikredilmiş
sebeb kasdedilmiştir. Mecaz-i mürseldir.
"Mevârid" su
kanalları, su yollan Kâri'atu't-tarîk yolun ortası, "zili" ise,
insanların istirahati için tahsis edilen gölgeliklerdir.[136]
Bu hadis-i şerif su
yollarına, su kaynaklarına ve bilumûm yolla ve gölgeliklere, insanları rahatsız
edeceği için, abdest bozmanın haram olduğuna delildir. Bu hususta yeterli
izahat bir evvelki hadiste verilmiştir.[137]
27. ...Abdullah
b. MuğaffelMen [138]
demiştir ki; Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Hiç biriniz
yıkanacağı yere küçük abdest bozup sonra da orada yıkanmaya (Ahmed b. Hanbel
rivayetinde: "abdest almaya") kalkmasın. Çünkü gönle dolan
vesveselerin çoğu bundan ileri gelir."[139]
Hadis-i şeriften
geçen istib'âd ifâde eder. Yani,
"akıllı bir kimsenin küçük abdestini bozduğu yerde yıkanması ihtimal
dahilinde değildir" demektir. Biriniz gusledeceği yere işerse; sonra,
nasıl olur da orada gusledebilir, manasına da gelir.nün mahzûf bir müb-tedânm
haberi olarak mahallen merfu' olması, nin üzerine atfedilerek sükûnu ve muzmar
bir ile nasb, caizdir. Buna göre hadis-i
şerjfin manası şöyle ifâde edilebilir: "Sizden biri yıkanacağı yere
bevletmesin. Eğer bevlederse, artık orada yıkanmasın"
Nevevî, kelimesinin mensûblu (sonu üstün) okunmasına
itiraz ederek, "Böyle okunması halinde yıkanmak ile abdest bozmak beraber
yasaklanmış olur ki, yıkanmaksızın yalnız abdest bozmaya izin verildiği manası
anlaşılır. Halbuki bunu hiç kimse söylememiştir"[140]
Hadis-i şerifte,
bevletmenin yasaklanışının sebebi, oradan sıçrayan çisintiler yüzünden, yıkanan
kimsenin vesveseye düşmesidir. Demek ki yıkanmakla bevletmenin bir arada
yasaklandığı manası bu hadisten anlaşılabilir. Binaenaleyh buradan yıkanılmadığı
takdirde gusulhânede küçük abdest bozmanın caiz olduğu manasım çıkarmak
yanlıştır. Nevevî merhumun anladığı bu mananın doğruluğu kabul edilse bile bu,
lâfız yoluyla (mantık) değil, ancak mefhûm yoluyla anlaşılan bir manadır. Bir
başka ifâdeyle hadis-i şerifte bu manayı dile getiren bir kelime yoktur. Hem de
bu mana hadis-i şerifte belirtilen yasak sebebine ters düşer. Zira idrar
sıçramasından herkes vesveseye kapılır. Oraya birisi küçük abdest bozup da
yine aynı yerde başka birisi yıkansa o da aynı şekilde vesveseye kapılır. Yani
sadece küçük abdest bozan kişi kendi yıkanmasa bile orada yıkanan başkalarına
da vesvese verebilir.
İbn Dakîki'1-îd
demiştir ki: "Evet bu hadîs-i şeriften, bevletmekle yıkanmanın beraber
yasaklandığı 'nin mensûb okunuşuna bağlı
olarak anlaşılır. Yıkanılan yerlere sadece abdest bozmanın yasaklandığı ise
başka hadis-i şeriflerden anlaşılır. "
Buradaki nehy,
kerahet-i tenzihiye ifâde eder. Hadis-i şerifte geçen visvâs
"hadisünnefs" denilen insanın içine dolan fakat karar haline
gelemeyen (iç kuruntusu, vehm) düşüncelerdir.
İnsanın gönlüne gelen
düşünceler sırasıyla şunlardır: 1)
Hâcis, 2) Hatır, 3) Hadîsü'n-Nefs, 4) Hemm, 5) Azm.
Bu beş düşünce şöyle
anlatılır:
Hâcis: Bir fikrin
kalbe ilk defa gelmesine;
Hatır: Bir fikri kalbe
geldikten sonra kalbde biraz eğleşip o işin yapılması veya yapılmaması için
kalbin onunla meşgul olması;
Hadfsü'n-Nefs: Kalbe
gelen bu fikrin yapılıp yapılmaması hususunda tereddüde düşüp bir kararsızlık
içine girmek;
Hemfli: Bundan sonra
yapıp yapmamak cihetlerinden bir tarafı tercih etmek safhası gelir ki, buna da
"hemm" denir.
Daha sonra da Azm:
-buna azm-i musammem de derler- mertebesi gelir. Gönle gelen fikrin son
mertebesidir. İnsanlar ancak bu mertebeden mesuldürler. Bunun içindir ki, bazı
müfessirler:
"Siz
içinizdekileri açıklasanız da, gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker;
dilediğine bağışlar, dilediğine azab eder, Allah her şeye hakkıyla
kadirdir."[141]
âyet-i kerimesini "azm-i musammem mertebesidir" diye tefsir
etmişlerdir.
"Cenab-ı Allah
ümmetimi kainlerine gelen düşüncelerden dolayı affeyledi. Söz ve fiil haline
gelmedikçe onlardan dolayı hesaba çekmeyecektir" hadisi de bu mevzuya ışık
tutmaktadır.
Abdullah b. Abbâs
(r.a.) hazretlerinden rivayet edilen şu kudsî hadis de bütün bu mertebe ve
safhaları izaha kâfi gelmektedir. Peygamber (s.a.) Efendimiz, Allah'dan
naklederek şöyle buyurmuştur: "Allah iyilikleri de kötülükleri de takdir
etti." sonra bunları açıklayarak buyurdu ki; "Her kim bir iyilik
yapmaya niyetlenir de yapmazsa Cenab-ı Hak onu kendi katında tam bir iyilik
olarak yazar. Eğer hem niyetlenir, hem de o iyiliği yaparsa on İyilik sevabı
yazdırır. Ve bu sevabı yedi yüz hatta daha da fazla arttırır. Her kim de
fenalık yapmaya niyetlenir de sonra vazgeçerse Allah (Teâla) onun için tam bir
iyilik sevabı yazdırır. Eğer fenalığı kasdeder ve işlerse onu bir günah olarak
yazdırır."[142]
Eğer bu kelime vesvfis
diye vâvın üstünü ile okunursa, o zaman insana vesvese veren şeytânın ismi olur
ki, böyle okumak da caizdir. O takdirde mana; "Şeytanların verdiği
vesveseler ekseriyetle yıkanılan yerlere bevletmekten ileri gelir"
şeklinde olur.[143]
1 Bu hadis-i
şerif temizlik yapılan yerlere küçük abdest bozmamn yagak olduguna delâlet
eder..
2. Yine bu hadis,
emir bi'1-ma'ruf, nehiy ani'l-münker yapan kimsenin sözünün kabul görmesi için
telkin ettiği meselelerin sebeplerini ve neticelerini iyice açıklaması
gerektiğine delildir,
3. İnsanın
kendisine zarar verecek şeylerden uzak durması gerekir.
4. Halkın
yönetimim elinde tutan kişilerin onları hayırlı işlere iletip zararlı işleri
terke teşvik etmesi gerekir.
28....İbn
Abdurrahman Humeyd el-Himyeri dedi ki: "Ben, Ebû Hureyre gibi (3-4 sene)
Resulullah (s.a.) ile sohbette bulunmuş bir sahabiye rastladım. O zat:
"Resulullah (s.a.) bizim herhangi bîrimiz sık sık taranmasını ve yıkandığı
yere küçük abdest bozmasını yasakladı"
dedi. [144]
Hadis-i şerifte geçen
ve ismi verilmeyen kimse sahâbî olduğu için hadisin sıhhatine zarar vermez.
Çünkü ehl-i sünnete göre sahâbîlerin hepsi itimada şayan âdil kişilerdir.
Bununla beraber bu kişinin Hakem b. Amr el-Gifarî, Abdullah b. Sercis ve
Abdullah b. Mugaffel olduğuna dâir rivayetler de bulunmaktadır.
"Ebû Hureyre gibi
sohbet etmiş” olmasından maksat, müddet bakımındandır. Nesâî'nin rivayeti:
"Ben Resul-i Ekremle 4 sene sohbet etmiş bir kimse ile karşılaştım”
şeklindedir.[145]
Resûl-i Ekrem'in her
gün sık sık taranmaktan nehycdişinin hikmeti; erkeğin bunu bir zevk haline
getirerek, şahsiyeti ile bağdaşmayan ölçülere varacak mübalağalı süslenmelere
yol açması ve sık taranma sebebiyle saçların döküleceği, ihtimalidir. Zira
erkekler daha büyük görevler için yaratılmışlardır.
îbn Hacer, Şemail
Şerhi'nde: "Resûlullah (s.a.) her gün saç taramaktan nehyetti. Bir gün ara
ile taranmakta ise sakınca yoktur. Hergün sık sık yapılması ise süslenmede
aşırılığa ve ancak kadınlara yakışan bir süs düşkünlüğüne yol açar"
demiştir.
İbnü'l -Arabî ise aynı
konuda şunları söylemiştir: "Her gün taranmak gösteriştir, yapmacık bir
harekettir. Hiç taranmamak ise insanın yaratılışındaki nezafeti değiştirip
kendisini başka bir şekle sokması demektir. Bir gün arayla taranmak ise,
sünnettir."
Nitekim (4159)
numaralı hadis-i şerif de bunu te'yid eder: "Resûl-i Ekrem (s.a.)
taranmaktan nehyetti; ancak bir gün arayla taranmak müstesna."Bu Hadis-i
şerif, Nesâî'nin rivayet ettiği "Ebû Katade'nin uzun kâkülü vardı.
Resul-i Ekrem (s.a.) "onu her gün tara" cevabını verdi" hadisine
zıd değildir.Çünkü oradaki nehy, karışık olmayan, hergün taranmaya muhtaç
olmayan saçlar içindir. Amma Ebû Katâde Hazretierininki gibi karışan veya
hergün taranmaya muhtaç olan saçlar bu yasağın içine girmezler.Keza bu hadis-i
şerif Tirmizi'nin Şemâil'de rivayet ettiği, Allah Rasulünün sık sık tarandığına
dair olan hadise de zıt değildir. İhtiyaç varken hergün saç taramak saçları
sık sık taramak demek değildir. İbyâ'da yer alan Allah Resulünün günde iki
defa tarandığına dair haberin hiç bir muteber hadis kitabında bulunmadığını
İhya sârini Ez-Zebîdî haber veriyor. Netice olarak yasağa konu olan taranma,
hastalık haline gelen sebepsiz taranmadır. Bu konu (4161) numaralı hadis-i
şerifle tamamlanmaktadır.[146]
1. Bu
hadîs-i şerif erkeklerin ihtiyaç yokken her gün taranmasının mekruh olduğuna
delâlet eder.Çünkü bunda süse düşkünlük ve mübal[147]ağa
vardır. Bu ise erkeklik vakarına yakışmaz. Ancak kadınlar böyle değildir. Onlar
hakkında zinet yasak değildir. Üstelik onlar zinet mahallidir.
2. Bu hadis
insanın vaktini dince matlûb olmayan işlerde zayi etmemesini emreder.
3. Keza
insanın temizlik yaptığı mahalleri kirletmemesi de bu hadis-i şerifin ihtiva
ettiği hükümlerdendir. (Bu üçüncü madde ile ilgili açıklama bir evvelki hadiste
geçmiştir.)
16. Delik
Ve Çatlaklara Küçük Abdest Bozmak
29....Abdullah
b. Sercis'den rivayet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem (s.a.) deliklere
işemekten menetmiştir. Hişam'ın dediğine göre Katâde'ye "deliklere küçük
abdest bozmak niçin çirkin sayılıyor?" dediler. O da cevaben;
"Onların cinlerin barınağı olduğu söylenirdi”[148]
dedi.[149]
Cin konusunda dördüncü
hadisin şerhinde tafsilat verilmişti.Ancak burada şunu ilâve edelim ki, cin
gözle görülmeyen şeylere denildiğinden burada kasdedilen daha ziyâde yarıklara
ve deliklere saklanan zararlı böcekler ile malum cinlerdir. Onlara zarar vermemek
ve zarara da uğramamak için oralara bevletmek hoş görülmemiştir.[150]
1. Bu
hadis-i şerif zararlı böceklerin eğleştikleri delikye çatlaklara küçük abdest
bozmanın kerahetine delâlet eder. Çünkü burada hayvanlara zarar vermek ve
onlardan zarar görmek mümkündür. Bu kerahet, zarar verecek bir hayvanın veya
öldürülmesi yasak olan bir hayvanın bulunması ihtimali dolayısıyla söz
konusudur. Orada zararlı bir hayvanın bulunduğu kesinlikle bilinirse, o zaman
oraya bevletmek haram olur.
2. Zararından korkulan yerlerden uzak durmak
lâzımdır.
3. Resûlüllah (s.a.)'in ümmetine olan şefkatine,
bu hadis-i şerifte açık bir delâlet vardır.
4. Bir
toplumun idaresini üzerine alan kişinin
onları toplumun zararına olan işlerden nehyetmesi, faydasına olan
işlere teşvik etmesi lâzımdır.[151]
17.
Kişinin Heladan Çıktıktan Sonra Ne Söyleyeceği?
30....Ebû
Burde dedi ki: "Bana Âişe'nin rivayet ettiğine göre, Nebiyy-i Ekrem (s.a.)
heladan çıktığında; "(Ey Allahım)
affını isterim" derdi.[152] [153]
Bu hadis-i şerifte
"belâdan çıkmak" kelimesiyle mutlaka ihtiyaç gidermek için tahsis
edilmiş tuvaletlerden çıkmak kasdedilmiş değildir. Burada kast edilen kaza-yi
hacet edilen yeri terk etmektir. Binaenaleyh insan kırda da olsa abdest bozulan
yeri terk edince demelidir.
Resul-i Ekrem
(s.a.)'in abdest bozduktan sonra mağfiret talebinde bulunmasının hikmeti
üzerinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunları şöyle özetlemek mümkündür:
1. Kaza-yi
hacet esnasında zikri terk etmek mecburiyetinde kaldığı ve zikri terk ettiği
için istiğfar etmiştir. Bu görüşe "iyi ama Hz. Peygamber abdest bozarken
zaten zikretmemekle yükümlü idi. Binaenaleyh o burada zikri terketmekten
dolayı sorumlu değil ki bu yüzden istiğfar etsin" diye itiraz edenlere
şöyle cevap verilebilir: "Abdest bozmaya sebep olan şey, yiyip içmektir,
o da bir şehvetin eseridir.İşte bu şehvet neticesinde helâya gitmek ve orada
zikri terk etmek durumunda kaldığı için kendisini kusurlu görüp istiğfar
etmiştir."
2. Allah
Resulü Cenab-ı Hakkın verdiği nimetleri hazmetmek, menfaatlerini vücutta tutup
zararlı kısımlarını dışarı atmak gibi nimetlerine şükürden âciz kaldığı için
mağfiret dilemiştir. Uygun olan da budur.
3. Kazayı hacet anında ve onun dışında Allah’tan asla
gafil olmayan Resûl-i Ekrem Peygamber olarak ümmetini eğitmek için böyle
davranmıştır.[154]
1. Bu
hadis-i şerif kazayı hacet eden kişinin ister helada ister kırda olsun
“Gufrâneke” demesinin sünnet olduğunu,
2. Sahabe
hazretlerinin, Resûlüllah'ın sünnetini tesbit uğrunda ne kadar hırslı olduklarını,
özel hayatında bile onu çok yakından takib ettiklerini açıkça ifâde etmektedir.[155]
18. İstibra Ederken
Erkeklik Organına Sağ El İle Dokunmanın Keraheti
31. ...Ebû
Katâde[156] dedi ki: Resulüllah
(s.a.) "Sakın sizden biriniz küçük abdestini bozarken erkeklik uzvuna sağ
eliyle dokunmasın. Helaya gittiğinde sağ eliyle silinmesin. Su içtiğinde de bir
nefeste içmesin” buyurdu.[157]
Resûlullah
(s.a-) âdet-i seniyyeleri icâbı sağ elini yiyeceğine ve içeceğine, sol elini de
temizlik işlerine tahsis etmişti. İnsan buna
dikkat etmediği takdirde, yeme-içme anında bu eliyle daha evvel
temizlediği pisliği hatırlar ve iğrenebilir. Bu hususta arka ve kadının ferci
de aynıdır. Zahirîlere göre buradaki nehy, haram ifâde eder. Binaenaleyh sağ
elle zaruret olmadıkça taharetlenmek haramdır. Bu şekildeki taharet makbul
değildir, iadesi lâzım gelir. Şâfıîlerle, Hanbelîlerden bazıları da bu
görüştedirler. Taharet esnasında sağ elle silinmenin hükmü ise, cumhura göre
tenzihen mekruhtur. Zahirîler bunun da haram olduğu görüşündedirler.
Hadis-i şerifin hükmü
acaba sadece küçük abdest bozma anına mı aittir, yoksa bunun dışında da zekere
dokunmak yasak mıdır? Bu konu ulemâ arasında tartışmalara sebep olmuştur. Hadis
metnindeki "bevlederken" tâbiri, her ne kadar bu hükmün ancak küçük
abdest bozmaya ait olduğu kanaatini hasıl ediyorsa da Müslim, Tirmizî ve
Nesâî'nin rivayet ettikleri hadislerde aynı konu "bevlederken" tâbiri
kullanılmadan anlatılmıştır. Binaenaleyh mevzumuzu teşkil eden hadisteki
bevletme anıyla kayıtlı olarak zikredilen zekere dokunma yasağı, diğer
hadislerde kayıtsız olarak zikredildiğinden bevlin dışında da söz konusu olur
mu? Bazıları bu yasak sadece bevletme anına hastır, bevletmenin dışında sağ
elle dokunmada bir beis yoktur demişlerdir. Munâvî bu görüşü
benimseyenlerdendir.
Bazıları ise, sağ elle
zekeri tutmak her zaman yasaktır demişlerdir, Nevevî bunlardandır. Cumhura
göre, ilerde geleceği gibi taharet anında avret yerlerine sağ elle dokunmak
tenzihen mekruhtur.[158]
Suyu bir nefeste içmek
ise, su içme âdabına uymayan bir harekettir, ts-lâmî edebe göre su üç nefeste
içilir ve her defasmda mesmele çekilir ve sonunda "elhamdülillah"
denir. Bir defada içmek ise, aradaki besmele ve hamdeleleri terke sebeb
olacağından mekruhtur. Resul-i Ekrem (s.a.)'in sünnet-i seniyyeleri bu
şekildedir.
Bir nefeste içmekte,
ağızdan ve burundan gelen akıntının suya karışması ve ağız kokusunun kaba
sinmesi ve neticede o kabdan su içenlerin iğrenmesi söz konusudur. Aynı
zamanda bir nefeste içilen su mideye çöküp kalacağından hem mide için
zararlıdır, hem de ciğer ağrılarına sebeb olur. Bir hadiste beyân edildiğine
göre, "ciğer ağrısa bir solukta su içmektendir."[159]
Resûl-i Ekrem pek çok hadis-i şeriflerinde bir defada su içmekten nehyetmiş
bunun şeytan içişi olduğunu söylemiştir. Müsned-i Firdevs'te yer alan merfu bir
hadiste Efendimiz, "suyu emerek içiniz, bir defada içmeyiniz, çünkü ciğer
ağrısı bundandır" buyurmuştur.[160]
Bu hadis abdest
bozarken avret yerini sağ el ile tutmanın, sağ elle taharetlenmenin nehyedildiğine, bir nefeste su içmenin
kerahetine ve sağ eli pisliklerden korumanın gereğine delâlet etmektedir.
32....Resûl-i
Ekrem (s.a.)’in zevcesi Hafsa[161]
(r.anha)'dan, demiştir ki; "Nebi (s.a.) sağ elini yemek, içmek ve
giyinmekte, sol elini de bunların dışındaki işlerde kullanırdı."[162]
Resul-i Ekrem (s.a.)
Efendimiz şerefi ve kerametinden dolayı yemek, içmek ve elbise giymek gibi
işlerde sağ elini kullanırdı. Taharetlenmek ve burun temizlemek gibi işlerde
ise, sol elini kullanırdı. Resul-i Ekrem'in sağ elini tahsis ettiği işler
sadece bu üçü zannedilmemeli-dir. Aslında bütün şerefli işlerde sağ elini
kullanmayı ve sağdan başlamayı severdi. Nitekim bir hadis-i şerifte ifâde
edildiği gibi "Resul-i Ekrem (s.a.) taranırken, ayakkabısını giyerken,
abdest alırken ve bütün şerefli işlerini yaparken, sağı kullanmak hoşuna
giderdi" (bk. 4140 numaralı hadis).
Nevevî der ki, din-i
mübin-i islâm'da sağı kullanma devamlı bir kaidedir. Şerefli işlerde buna
riâyet edilir. Elbise giymek, mest giymek, mescide girmek, misvak kullanmak,
sürme çekmek, tırnak kesmek bıyık kırpmak, saç taramak, koltuk altını ve başı
tıraş etmek, namazın sonunda selâm vermek, abdest uzuvlarını yıkamak, heladan
çıkmak, musafaha etmek, yemeği yerken kaşığı, su içerken bardağı sağ elle
tutmak, Hacer-i Esved'i selâmlamak gibi... Bunların zıddı olanlarda ise, sol
el kullanılır. Elbise ve mest çıkarmak gibi...[163]
1. Bu hadis
iyi işlerde sağ el kullanmanın gereğine
delâlet eder.
2. Örnek alınması
kastiyle ehl-i ilmin Allah Resulü'nün hadislerini Ümmet-i Muhammed'e
nakletmelerinin ehemmiyetine bu hadis-i şerif delildir.
33....Hz.
Âişe, (r.anhâ)'dan rivayete göre demiştir ki; "Resûlul-lah (s.a)'in sağ
eli, temizliği ve yemek yemesi içindi. Sol eli ise, hela (dakileri ve diğer
pislikleri) temizlemesi (ve çirkin şeyler) içindi."[164]
Bu hadis-i şerif ile
ilgili açıklama bir evvelki hadiste geçmiştir.
34. ...Hz.
Âişe (r.anha)'dan bir başka senedle bir önceki hadisle aynı anlamda (ayrıca)
rivayet edilmiştir.[165]
35....Ebû
Hureyre'nin (r.a.) rivayet ettiğine göre Fahr-i Kâinat Efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Gözlerine sürme çeken
kimse tek sayıda çeksin. Böyle yapan iyi yapmış olur. Yapmayana da günah yoktur.
Taşla taharetlenen de tek sayıya riâyet etsin. Böyle yapan iyi yapmakla beraber
yapmayana günah yoktur. Yemek yiyen dişlerinin dibinden ayıkladığı kırıntıları
dışan atsın. Ağzındakini de dili ile toplarsa yutsun. Böyle yaparsa iyidir.
Yapmazsa zorluk yoktur. Abdebt bozmak isteyen gizlensin. Gizlenecek yer
bulamayan kimse kum biriktirerek onu arkasına alsın. Çünkü şeytan insan
oğullarının oturaklarıyla oynar. Kim böyle yaparsa iyi yapar, yapmazsa, zorluk
yoktur."[166]
Ebû Dâvud der ki; Bu
hadisi bu şekilde Ebû Âsim Sevr'den rivayet etmiş ve ancak seneddeki el-Husayn
el-Hubrânîyerine Husayn EI~ Hımyerî demiştir.
Yine Ebû Dâvud dedi
ki: Bu hadis-i şerifi bir de Abdülmetik b. El-Sabbah, Sevr'den rivayet
etmiştir. O da Ebû Saîdyerinde, Ebu Sa-id el-Hayr demiştir. Ebû Dâvud dedi ki;
Ebû Saîd el-Hayr ashâb-i Kiramdandır.[167]
Sürme çeken kişinin
tek sayıya riayet etmesi iki şekilde olur.Birincisi her göze üstüste üç kere sürme çekmekle olur
ki, bu Nebiyy-i Zişan'ın sünnetidir. Şemâil’de beyân edildiğine göre Efendimizin
bir sürmeliği vardı. Her gece üç defa sağ gözüne üç defa da sol gözüne çekerdi.
İkincisi: Her iki göze
çekilenlerin toplamının tek sayı olmasıdır.Üçlemek Nebiyy-i Ekrem'in
uygulamasıdır. Yoksa bîr defa çekmekle tek sayıya riâyet edilmiş olurdu. Aynî
merhum, "burada kast edilen (1, 3, 5) gibi mutlak tek sayıdır”
diyor.Hadisteki emir nedb için olduğu gibi irşâd için de olabilir.Yani
"yapılırsa sevabı var" demektir. Zira Resûl-i Ekrem (s.a.), "Allah tektir, teki sever"
buyurmuştur. [168]
Eğer buradaki emr
irşâd içinse, faydası dünyevîdir, nedb içinse faydası uhrevîdir. Çünkü irşâd
iie nedbin farkı budur. Nedb, sevabı ahirette olan işleri; irşad; menfaati
dünyaya ait olan tavsiyelerdir. Binaenaleyh Sünnet-i Seniyyeye uymak gayesiyle
bu hadisle amel etmek mendûp, tıbbî faydalar sağlamak gayesiyle amel etmek de
irşâddır. Sürmenin tıbbî faydaları vardır. Gözün hararetini alır, gözde
kurumayı önler, göz nurunu arttırır, zararlı maddeleri imha eder. Nitekim bir
hadis-i şerifte buyurulmuştur ki, "Size
sürme taşı lâzımdır. Çünkü o gözün nurunu arttırır ve kirpikleri geliştirir."[169]
Hadis-i Şerifteki emirlerin hiç birisi farziyyet ifâde etmiyor. Bunu hemen
emrin arkasında gelen "Eğer
yapamazsanız günah yoktur" beyânından anlıyoruz.
Hadiste sözü geçen
İsticmâr: Taş ile taharetlenmek demektir. Bunda da tek sayıya riayet mendubtur.
Terkinde günah yoktur. Eğer bir taşla taharet hasıl olmuşsa, üçlemeye lüzum
yoktur. Fakat kişinin durumuna göre bazı hallerde beş veya yedi de
kullanılabilir. Bu Ebû Hanife hazretlerinin ve talebelerinin görüşüdür.
Mak'ad, hadis metninde
bulunan kelimesiyle kast edilen, insanın oturağı veya kaza-yi hacet edilen
yerdir. İnsan açık bir yere oturursa insanların dikkatini çeker, avret
mahallini görürler veya rüzgâr eser de idrar çisintileri onun bedenini ve
elbisesini batırır. Bütün bunlar şeytanın oyunudur. Çünkü şeytan insan için
ancak kötülük düşünür. Kazayı hacet
yerleri zikrden uzak olduğu için şeytanların oynaştığı yerlerdir.
Kum yığını ve benzeri
sütrelerin arkasına gizlenen evvela farzı yerine getirir.Çünkü setr-i avret
farzdır.Bu itibarla mazeretsiz olarak onu açamaz, imkân bulamaz da mecburen
açıkta abdest bozarsa günah, yapana değil, bakanadır.[170]
1. Sürme
çekmek menduptur. Çekilirse âhirette
sevabı vardır Terk edilirse günah
yoktur.Aynı zamanda tek sayıya riâyet
menduptur.
2. Taş ile
taharetlenmek meşrudur. Tek sayıda olması menduptur.
3. Dişlerin
aralarının ayıklanması ve çıkan şeylerin dışarı atılması da menduptur. ayet dilin
ağızda dolaştırılmasıyla dişlerin üstünden ve damaktan bir şey çıkarsa,
bunların yutulması mendubtur.
4. Keza
hadis, abdest bozma esnasında insanın bir sütre arkasına gizlenmesi
gerektiğine, zikrullahdan uzak olduğu ve kaza-yi hacet mahalli olan yerler cinlerin oynaştığı
yerler olduğundan, oralarda insanlara zarar verebileceklerine delâlet eder. Bu
husus 6. hadiste de açıklanmıştı.[171]
20.
Taharette Kullanılması Yasaklanmış Olan
Şeyler
36....Şeybân
el-Kıtbânî'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Mesleme b.
Muhalled [172] Ruveyfî b. Sâbit'i Mısır'ın aşağı kısımlarına
emir tayin etti, Şeybân der ki, Alkam denen yere gitmek isteyen Ruveyfî* ile
Kümü Şeriyk'den Alkamâ'ya, yahut Alkamâ'dan Küm-i Şeriyk'e kadar beraber
yolculuk yaptık. Ruveyfî dedi ki: Bizlerden birisi Resul-i Ekrem (s.a.)
devrinde cihaddan elde edeceği ganimetin yarısını ona vermek ve yansım da
kendisinin olmak şartıyla bir din kardeşinin arık devesini isterse alıp cihada
giderdi. Şayet kendisine ganimetten bir pay düşerse okun temreni ile tüyü
kendisinin olur; ağaç kısmı da din kardeşinin olurdu. Ruveyfî' der ki: Resul-i
Ekrem (s.a.) bana dedi ki:
"Ey Ruveyfi'
umanın ki sen, benden sonra uzun zaman yaşarsın. Şu insanlara söyle ki; kim
sakallarını bağlarsa veya boynuna (nazar için ip veya boncuk) takarsa yahut
hayvan tezeği ile veya kemikle taharet yaparsa Muhammed (s.a.) ondan
berîdir."[173]
Hadis-i şerifte geçen
ganimet, harp sonucu müslümanların eline geçen maldır.Fey' ise, harb yapmadan
ele geçendir.
Hadis-i şerifte geçen
ganimetten elde edilen malın yansı karşılığında hayvan kiralamak hâdisesi ise,
bu ücreti olduğu gibi caiz gören Evzaî ve îbn Hanbel için bir delildir.
Fukahâmn ekserisi bu görüşü kabul etmemişler ve bu dununda, Mücâhid'in, hayvan
sahibine ücret-i misi ödemesi gerektiğini söylemişlerdir.Hattabî'de bu
görüştedir.
Bu konuda hadis-i
şeriften anlaşılan şudur: Bazan elimize çok ganimet geçerse de bazan da bir ok
gibi çok az bir şey geçerdi ve bunu aramızda paylaştırdık. Okun tüy ve demir
kısmım birimiz alırsa , ağaç kısmını da diğerimiz alırdı, İslâmiyetin
başlangıcında durum böyleydi. Bu sözleriyle Ruveyfî' ilk müslümanlardan
olduğunu hatırlatmak, dolayısıyla, söyleyeceği sözün dikkatle ve kabul
kulağıyla dinlenmesi için ikazda bulunmak istemiştir.
Hattâbî'ye göre,
ganimet, bölüşülmesi mümkün ve fayda sağlayan bir mal ise, bölüşülmelidir.
Değilse taksimini istemek uygun değildir. Meselâ okun parçalan olan tüy ve
demirden her biri yalnız başına işe yarayabilir. İnci tanesi ise, bölüşüldüğü
takdirde hiç kimsenin işine yaramaz.
"Benden sonra
uzun zaman yaşarsın" sözü, ResuM Ekrem (s.a.)'in mucizelerindendir.
Hakikaten Ruveyfî' (r.a.) hazretleri, uzun zaman yaşamıştır. Çok ihtilâflara
şâhid olmuştur. Hicretin 56. senesinde Afrika'da vefat etmiştir.
Sakalı düğümlemek,
umumiyetle onu kıvırcık hale getirip güzelleştirmek için, câhiliyye araplanmn
yaptığı bir işti. Bir rivayete göre de araplar bunu harpte yaparlardı.
Acemlerin âdeti olduğunu söyleyenler de vardır. Eb-herî der ki, eskiden araplar
arasında bir zevcesi olan sakalına bir düğüm, iki zevcesi olan da sakalına iki
düğüm atardı.Resûlullah (s.a.) bu hali hangi sebeble olursa olsun
yasaklamıştır. Bu durum sünnete muhaliftir. Sünnet, sakalı güzelce taramaktır.
"Boyuna ip
bağlamak" sözü ile muska takmak veya nazar boncuğu takmak yasaklanmıştır.
Hanefî ulemasından Aynî, bu iplerin muska takmak için kullanılan ipler olduğunu
söylemiştir.
Tezek ve kemiklerle
taharetlenmenin yasaklanması, bunların, cinlerin azığı olmasındandır.
Allah Resulü'nün
"ben onlardan beriyim" demeyip de "Muhammed onlardan (yani bu
fiilleri işleyenlerden) beridir." diye Muhammed ismini zikredişi ise, işin
ehemmiyetine dikkat çekmek ve nehyde şiddet göstermek içindir.[174]
1. Bu
hadis-i şerif mühim işlerde başkalarından yardım istenebileceğine delildir.
2. Hayvanın
yaptığı işten doğacak kazancın bir kısmı karşılığında kiraya verilmesi
caizdir.
3. Ortak bir
mal telef olmadan ve işe yarayacak bir şekilde bölünmeye müsait olması halinde,
ortaklardan birinin isteğiyle bölüşülebilir.
4. Sakalı
düğümlemenin, boyuna ip takmanın, tezek ve kemikle taharetlenmenin yasaklığına
ve bu tür suçları işleyenlerden Resulüllah'ın sünnetinden uzak düşeceğine bu
hadis delildir.
37....Şüyeym
b. Beytan bu (36 numaralı) hadisi Ebû Salim el-CSyşânî'den, o da Abdullah b.
Amr'dan naklen Ayyâş'a bildirmiş ki, Abdullah bu hadisi, Ebû Sâlim'e Elyon
Kapısı Kalfasında kendi yanında murâbıt iken rivayet etmiştir.
Ebû Dâvûd, "Elyon
Kalesi: Fustât'da bir dağ üzerindedir. (Bir evvelki hadiste ismi geçen) o
(Şeyban) da Ebû Huzeyfe künyesi ile tanınan Şeybân b. Ümeyye'dir" dedi.[175]
Murâbıtın hadis-i
şerifte kasdedilen mânâsı, hudutta veya cephede düşmanı her an kollamakla
görevli hazır süvari birliğidir.
Elyon Kalesi Sasaniler
(Eski İranlılar) tarafından Nil kenarında yapılmaya başlanmış, sonra Rumlar
tarafından ikmal edilmiş içi heykel ve ateşgedelerle dolu bir kaledir. Şimdi
yerinde bir kilise vardır. Mum Köşkü veya Maricercis kilisesi denilir.Daha
sonra Mısır Amrb. Âs (r.a.) tarafından fethedilince bu kale de müslümanların
eline geçmiştir.Elyon ise Mısır'da bir beldenin ismidir. Müslümanlar buraya
Fustât ismini vermişlerdir. Amr b. As (r.a.) burayı feth edince Fustat'ını
(çadırını) bugün kendi ismiyle mâruf câmi'nin bulunduğu yere kurmuş o günden
sonra da buranın ismi Fustftt kalmıştır. Aslında Fustât kıl çadır demektir.
Zemahşerî'ye göre binalara Fustât denilir, dolayısıyle şehirlere de Fustât ismi
verilmiştir.
38....Ebu'z-Zübeyr,
Câbir b. Abdillah'ı şöyle derken dinlemiştir: "Resûlüllah (s.a.) bizi
kemik veya hayvan tezeği ile taharetlenmekten men'etti." [176]
Resûlullan (s.a.)
hayvan tersi, ve kemikle taharetlenmeyi yasaklamıştır.Hayvan tersi pistir,
cinlerin ve hayvanlarının yiyeceğidir. Kemik ise, cinlerin yiyeceğidir. Bu
hadis pis ve yenecek şeylerle taharetlenmenin caiz olmadığına delalet eder.
Hayvan uzuvları ve diğer yiyecek cinsleri de buna dahil olduğu gibi üzerine
yazı yazılabilen hürmete lâyık şeyler de dahildir.
Ulemâdan bazıları on
şeyle istincanın mekruh olduğunu söylerler: 1. Kemik, 2. Necaset, 3. Hayvan tersi, 4. Yiyecek, 5. Kömür, 6. Cam, 7. Kâğıt, 8. Kumaş
parçası, 9. Ağaç yaprağı, 10. Çiçek. Bununla ilgili özet bilgiler
8. hadisin açıklamasında verilmişti.
39....İbn
Mes'ûd [177] 'den demiştir ki;
taifesinin heyeti Resul-i Ekrem Efendimizin huzuruna geldiler; "Ya
Muhammed ümmetine kemik, tezek ve kömürle taharetlenmeyi yasak et. Zira Allah
Teâlâ onları bize rızık kıldı" dediler. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.)
bunlarla taharetlenmeyi yasakladı.[178]
Bu hadis-i Şerifte
geçen cin kelimesi üzerinde 6 nolu hadis-i şerifin açıklamasında bilgi
verilmişti. Oraya müracaat edilmelidir. Hadiste bahis konusu olan heyet,
Nusaybin cinlerinden 7 veya 9 cinden ibaretti. Nusaybin, Musul'un kuzey
batısında Dicle nehrinin kaynağı yakınında bulunan bir beldededir. Buranın
cinleri cinlerin ileri gelenlerin-dendir.Semada meleklerden kulak hırsızlığı
yaparak istikbâle ait edindikleri bilgilere biraz da kendileri bir şeyler ilâve
edip insanları aldatan şeytanlar, birden bire sema kapılarının kendilerine
kapanması üzerine telâşlanıp yardımcılarına, "yeryüzünün şarkını garbını
gezin, bize göğün kapılanın kapayan mühim hadiseyi öğrenin" demişlerdir.
Nusaybin cinleri de gelip Resûlüllah'ı (s.a.) dinlemişler, iman etmişler ve
birer davetçi olarak kavimlerine dönmüşlerdir. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı
Kerîm'inde bu hadiseyi "Biz sana cin taifesinden bir cemaat
gönderdik"[179] mealindeki âyetiyle haber vermektedir.
Bu karşılaşma Nahle
denilen yerde vukua gelmiştir. Hadiseyi İbn Abbâs (r.a.) şöyle anlatıyor:
Resûlullah (s.a.) cinlere ne Kur'an okudu ne de onları gördü (mesele şundan
ibarettir): Allah Resulü (s.a.) ashabından bir cemaatle birlikte Ukaz
panayırına gitmeyi kast ederek yola çıktı. O tarihte şeytanlara semadan haber
almak yasaklanmıştı. Üzerlerine yanan kitleler "eş-Şuhub" gönderildi.
Bunun üzerine şeytanlar kavimlerinin yanma dönmüşler, kavimleri onlara:
"size ne oldu, demişler" şeytanlar: "Semadan haber almaktan
men'edildik. Üzerlerimize yanan kitleler gönderildi" diye cevap vermişler.
Kavimleri: "Bu mutlaka, yeni zuhur etmiş bir şey dolayısı ile olacak, siz
hemen yeryüzünün şarkını garbını dolaşın da bakın. Semâdan haber almanıza
engel olan şey nedir?" demişler. Şeytanlar da yerin şarkını, garbını,
dolaşmaya başlamışlar, Tihâme taraflarına giden cinler, Ukaz panayırına
gitmekte olan Peygamber'e (s.a.) Nahle denilen yerde sabah namazını
kıldırırken rastlamışlar. Cinler Kur'an sesini işitince onu iyice dinlemişler
ve (kendi kendilerine): "Semâdan kulak hırsızlığına mani olan işte bu
hâdisedir" demişler. Sonra da kavimlerine dönerek: "Ey kavmimiz! Biz
hâ-rikülâde güzel bir Kur'ân dinledik. O doğru yola iletiyor, ona inandık. Artık
Rabbimize hiç bir şeyi ortak koşmayacağız" demişlerdir. Bunun üzerine
Allah Teâla Peygamberine; "De ki: Bana cinlerden bir takımın, okuduğum
Kur1 ânı dinledikleri vahy olundu'* âyet-i kerimesini indirdi.[180]
Îbn Mes'ûd'dan gelen
bir rivayette ise, hâdise şöyle anlatılır:
Âmir der ki, Alkame'ye
sordum, Îbn Mes'ud'a Resûlullah (s.a.) ile birlikte Cin Gecesi'nde bulundun
mu? dedim. İbn Mes'ud: "Hayır, lâkin bir gece biz Resûlullah (s.a.) ile
birlikte bulunduk. Bir ara onu kayb ettik ve kendisini vadilerde dağ
yollarında aradık. Acaba cinniler tarafından uçuruldu, ya da gizlice öldürüldü
mü, dedik. Ve böylece bir kavmin geceleyebileceği en kötü geceyi geçirdik.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.):
"Bana cinlerin
davetçisi geldi. Onunla gittim de cinlere Kur'ân okudum" buyurdular ve
bizi götürecek cinlerin izlerini, ateşlerinin izlerini bize gösterdi. Cinler
kendilerinin azıklarını sormuşlar; O da; "Elinize geçen üzerine besmele
çekilmiş her kemik son derece bol etli olarak sizindir. Her deve tezeği de
hayvanlarınıza yemdir" buyurmuşlar.[181]
Müteakiben bize dönerek "Binaenaleyh siz bunlarla taharetlenmeyin. Çünkü
onlar din kardeşlerinizin yiyeceğidir" buyurdu. [182]
1. Kişinin,
menfaatine olan şeylerin tahsili ve zararlı
olan şeylerin de
zararını önlemek için çalışması caizdir.
2. Hakkı yenen
bir kişinin hakkını elde etmek için yetkili makamlara baş vurması caizdir.
3.
Cinnilerin de insanlar gibi mahkemelere intikal edebilen haklan vardır.
4. Başka
yaratıklara zarar vermekten kaçınıldığı gibi cinnilere de zarar vermekten
kaçınılmalıdır.
5. Necaset
ve kemikle taharetlenmek yasaktır. Yenilebilen şeyler kemik hükmündedir,
taharette kullanılmaz.
Pislenen ve sonra da
temizlik kabul etmeyen şeyler kömür hükmündedir. Bunlarla taharetlenmenin
cevazı hakkında ihtilaf vardır. Nevevî: "Kemikle taharetlenilirse, iadesi
lâzımdır" demiştir. Bütün yiyecekler ve kâğıt gibi hürmete lâyık şeylerin
de aynı olduğunu söylemiştir. Tekrar su ile yıkanmak gerekir taş kâfi gelmez.
Yiyecek şeylerle taharetlenen de yeniden taharatlenmelidir. Ancak bu ikinci
taharetin taşla olması kifayet eder.
Mâlikîlere göre ise,
bu sayılan şeylerle tahâretlenildiğinde temizlik hasıl olmuşsa, haram olmakla
beraber iadesi gerekmez. Temiz kemikle ve tezekle temizlenmek kerahetle
caizdir. îmam-ı Â'zam'm görüşü de budur.
6. Cinler de
İnsanlar gibi yiyip içerler.[183]
40....Hz.
Âişe (r.anha) dan rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem (s.a.) şöyle
buyurmuştur: "Herhangi biriniz,
kaza-yi hacet yerine gitmek istediğinde temizlik için yanına üç taş alsın. Bu
taşlar ona yeter."[184] [185]
1. Bu
hadis-i şerif kaza-yi hacet yerine
gitmek istediğinde üç taş kullanmamn gerekli olduğuna delildir.
2. Mesele
ihtilaflıdır. İmam Şafiî, Ahmed, İshak, İbn Rahûye ve Ebû Sevr istincânın
yapılabilmesi için mutlaka taş adedinin üç olması gerektiği göyüzü bulunan bir
taşla da taharetlenmenin kâfi gelebileceğini söylerler. İmam da şer'î mânâda
istinca sayılabilecek bir temizlik için üç taş kullanma şartı vardır. Bu
görüşleri için bu hadis-i şerifle 7 ve 8 numaralı hadis-i şerifleri delil
getirirler. Şayet istinca hem ön ve hem de arkadan yapılacaksa 6 taşın
kullanılması lâzım geleceğini; 6 taş kullanmak efdal olmakla beraber, altı yüzü
bulunan bir taşla da taharetlenmenin kâfi gelebileceğini söylerler. İmam Mâlik,
Ebû Hanife ve Dâvud (ez-Zahirî) ise, sayı üzerinde durmazlar. Bu meselede asıl
olan, istincanın hasıl olmasıdır. Muayyen bir sayı üzerinde durmak gerekmez,
derler. Bu aynı zamanda, Hz. Ömer (r.a.) in de görüşüdür. İmam Nevevî'ye göre
Şâfiîyyeden bazılarının kavli de budur.[186] Bu
hususta üç taş istediği halde kendisine iki taş bir tezek getirildiği için
tezeği atan ve iki taşla İktifa eden Resul-i Ekrem'in İbn Mes'ûd'dan rivayet
edilen fiilî sünnetini delil getirirler.[187]
Hattabî ise "bu İbn Mesûd hadisi iki taşla iktifa edilebileceğine delil
olamaz, üç taş kullanmak vaciptir" demektedir. Hanefî ulemasından Buharî
sârini Aynî, "Burada üç adedi tatbiki vacip olan bir sayı değil,
ekseriyetle istincânın kendisiyle mümkün olduğu için kullanılmış bir sayıdır.
Eğer üç taşla temizlik hasıl olmazsa dörde de çıkarılabilir, beşe de. Eğer
temizlik hasıl olmuşsa 2 veya bir taşla da yetinilebilir. Bu itibarla hadis-i
şerifin zahirî mânâsı maksud değildir. Hatta 3 yüzü plan bir taşla da temizlik
yapılabileceğinde icmâ vardır" demiştir. [188]
İbn Mesûd (r.a.)
hadisiyle de delil getiren Allame Aynî: "Nebiyy-i Ekrem (s.a.) kaza-yi
hacet mahalline giderken orada taş bulunmadığını bildiği için üç taş
istemiştir. Tezeği de kullanmadığına göre iki taşla yetinmiştir. Çünkü orada
başka taş yoktur" sözünü delillerle takviye etmiştir.
Bu da gösteriyor ki,
bu hususta önemli olan temizlenmedir. Üç taraflı bir taşla temizlenmede taş
adedi değil, temizlenmeye işaret edilmektedir. Buna göre de üç taş olması
lâzımdır, şeklinde varid olan hadis-i şeriflerdeki emirlerden maksat vücup
değildir, diyenlerin görüşünü takviye etmektedir.
3. Yine bu
hadis-i şerif istincanın vücubuna delildir.Şafiî, Ahmed, Ebû Sevr ve İshak
hazretleri de bu görüştedirler.
Ebu Hanîfe, İmam
Mâlik, Şafiîlerden Müzenî, istincanın sünnet olduğu görüşündedirler.
Fakat bu İhtilâf,
necaset çıkan mahallin namaza mâni olacak miktara ulaşmaması halindedir. Aksi
takdirde su kullanmak ve o mahalli yıkamak, farzdır. [189]
41....Huzeyme
b. Sabit[190] ' ten rivayet edildiğine
göre, o şöyle demiştir.
Resûl-i Ekrem (s.a.)
istincâda (kullanılacak taş adedi hakkında) soruldu. O (s.a.) şöyle buyurdu.
"(îstinca) içlerinde tezek bulunmayan üç taş iledir.”
Ebû Dâvud dedi ki: Bu
hadisi Ebû Muâviye Hişam 'dan naklettiği gibi Ebû Usâme ile îbn Numeyr de
Hişam 'dan rivayet etmişlerdir.
Hadis-i Şerifte geçen
istitâbe kelimesinden maksat, bir evvelki hadis-i şerifte üzerinde durduğumuz
istinca olabileceği gibi ismi merfû' manasına "istinca edilen taşlar” da
demek olabilir.
İstinca kelimesi pislik
anlamına gelen "necv" kökündendir. Pisliği dışarı atıp temizlemek
demektir. Dinî bir terim olarak istinca şer'an necis sayılan şeylerin
çıktıkları mahalleri temizlemektir. Bu temizleme su ile yapılabileceği gibi,
çıkış yerini namaza mani olacak şekilde aşmazsa; taşla da yapılabilir. Evlâ
olan önce taş ile sonra da su ile yapılmasıdır.
Erkeklerin bevl
ettikten sonra sidik eserinin tamamiyle kesilmesini beklemeleri lâzımdır. Buna
da "istibra" denir. Bu, insanların âdet ve tabiatlarına göre biraz
yürümek, öksürmek veya ayakları biraz kımıldatmak gibi bir tarzla olur. Sidik
tamamıyla kesildiğine kanaat geldikten sonra istinca yapılmalıdır. Çünkü sidik
abdeste manîdir.
tstinca'da temizliğe
fazla dikkat edip bevl v.s. eseri bırakmamaya istinka denir.İstinca'dan sonra
ayağa kalkmadan temiz bir bez parçasıyla kurulanıp bedendeki kullanılmış suyu
mümkün mertebe azaltmalıdır.
Kadınlara istibra icap
etmez onların bir müddet beklemeleri yeter. Taharetlenmede su yerine taş
kullanmaya da isticmar denir.
Hulâsa; ihtiyacı olan
kimse sol ayağıyla tuvalete girer, üzerinde âyet vazıh yüzük veya evrak varsa
onları çıkarır. diye duada bulunur.
İçerde fazla kalmaz, konuşmaz, sağa sola bakmaz, verilen selâmı almaz, okunan
ezanı tekrar etmez, ihtiyacını giderdikten sonra sol eliyle tenasül uzvunu
yıkar. Ardından sol elin orta parmağı ile elin ayasına göre biraz yukarı çıkık
şekilde makat yâni dışkı yerini yıkar. Temizliğin gerçekleştiği kanaatine
varıncaya kadar, yıkamaya devam eder. Temizlik yapan oruçluysa, daha dikkatli
olur. Yıkamayı mümkün olduğu kadar az tutmaya dikkat eder. Çünkü bu yolla
suyun içeriye kaçma ihtimali vardır. Temizlendikten sonra bezle kurulanır.
Dışarı çıkarken sağ ayakla çıkar ve der.[191]
42....Hz.
Âişe 'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Resûlüllah (s.a.)
küçük abdest bozdu. Arkasında su kabı ile ayakta bekleyen Hz. Ömer (suyu
uzatınca),
Bu nedir yâ Ömer?
buyurdu.
Temizleneceğiniz
sudur, dedi. Nebi (s.a.) de cevaben,
"Ben her
bevledişimde su ile temizlenmekle emrolunmadım. Eğer böyle yapsaydım (ümmetime
her abdest bozmadan sonra) su ile taharetlenmek sünnet olurdu.” buyurdu. [192] [193]
Hadis-i şerifte geçen,
"Taharet yapacağın sudur” sözündeki
"taharet” hem hadesten taharet (abdest), hem de su ile yapılan
istincâ (necasetten taharet) manalarına gelirse de, bu kelime ile burada su ile
yapılan istincâ (taharetlenmek) kast edildiği kanaatine varmışlardır. Yani
"ben, her abdest bozduktan sonra mutlaka su ile istincâ yapmakla emrolunmadım.
Pislik, dışkılığı namaza mani olacak şekilde tecâvüz etmediği zaman su
olmaksızın sade taşlarla da taharetlenebilirim." demektir.
"Ben bu işi
devamlı yaparsam sünnet olur" cümlesinde geçen sünnet lâfzı şu manalara
gelebilir:
Uyulması Farz olan
yol, îmam-ı Nevevî' ye göre bu hadis-i şerifte geçen "sünnet" sözüyle
kast edilen mânâ budur. Yani Hz. Peygamber "Ben bu tahareti devamlı
yaparsam bu sizin üzerinize farz olur. Halbuki yüce Allah kullarına bir güçlük
yükleme iniştir.[194]97
Bu sebeble ben bunu devamlı yapmıyorum" demek istemiştir. Menhel yazarı da
bu görüştedir. İbn Res-lân'ın da dediği gibi.bu görüşte "su varken taşla
istincâ caiz değildir" diyen bazı şiîleri red anlamı vardır.
Sünnet-i Müekkede:
Hanefi ulemasından Bezlü'l-Mecbûd yazarına göre bu hadis-i şerifte geçen
"sünnet" kelimesiyle kast edilen mana budur. Nitekim ulema necaset
eseri namaza mani olan miktara ulaşmadıkça istincanm müstehab (sünnet-i gayr-i
müekkede) olduğunda ittifak etmişlerdir.
Sünnet aslında yol
manasına ise de şeriatte "Allah Resulünün, Kur'an-ı Kerimde olmayan
emirleri yasaklan ve teşvikleri anlamına gelir. Bazı kerre de sünnetle müstehab
kast edilir. Bazan da farz veya vacib olmadığı halde Peygamberimizin (s.a.v.)
çoğu kez yaptığı ve bizlere tavsiye ettiği işler manasına gelmektedir.
"Ben bu işi
devamlı yaparsam sünnet olur" sozu "Ben bir kerre böyle su ile
taharetlenecek olursam bir daha devamlı su ile taharetlenmem gerekir"
anlamına gelebilir. Çünkü Resul-i Ekrem (s.a.) bir işi bir kere yapınca artık
ona devam ederdi. Münâvî ise, bu görüşe itiraz ederek, "Buradaki taharetten
maksat abdesttir" demiştir.[195]
1. Kaza-yi
hacet eden kimseye ihtiyacını vermek için avret mahallini görmeyecek şekilde
yaklaşmak caizdir.
2. Fazilet sahibi
kimselere hizmet etmek caizdir. Hizmet eden kişi kâmil bir kişi de olsa, bu
onun kemâline zarar vermez.
3. Hadis-i
şerif su bulunsa bile sadece taşla taharetlenmenin kâfi geleceğine bir
delildir. (Ancak burada pisliğin namaza mani miktara ulaşmaması gerekir.)
4. Peygamberimiz
(s.a.) in sözlerine uymaya itina gösterildiği gibi, fiillerine de uymaya
dikkat edilmelidir.
5. Peygamber
Efendimizin yaptığı bir işin hükmü kendisi için ne ise, bizim için de odur.
Meselâ o iş kendisi için farz ise, bizim için de farz, kendisi için sünnetse,
bizim için de sünnet, kendisi için haramsa, bizim için de
haramdır.Ancak
kendisine has bir fiil olduğuna delil bulunursa, o zaman onun hükmü yalnız
kendisini ilgilendirir. Dokuz kadınla evlenmek gece farz olarak namaz kılmak,
zekât almamak gibi. Bu özel haller "Hasâis" isimli kitaplarda
toplanmıştır.
6. Makamı ne
kadar yüksek olursa olsun Hz. Peygamber de kulluk görevi île mükelleftir.
7. Aksine
bir delil bulunmadıkça Hz. Peygamber'in fiillerine uymak farzdır.
8. Hükmü farz
olmasa bile onun sünnetine uymakla memuruz.
9. Bir
karine bulunmadıkça mutlak emir vücûb ifâde eder.
10. Hz.
Peygamber, ümmetine kolaylık olsun diye evlâ olanı terk ederdi.
11. İslâm
dinindeki emirlerin temelinde kolaylık vardır.[196]
23. Su İle
İstincâ (Taharetlenme)
43....Enes
b. Mâlik (r.a.) şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.) ibrik taşıyan bir çocukla
birlikte duvarla çevrili bir bahçeye girdi. Bu çocuk bizim en küçüğümüzdü.
îbriği (Arabistan kirazı denilen) Sidre ağacının yanına koydu. Resûlullah (s.a.)
de abdest bozduktan sonra su ile taharetlenerek bizim yanımıza geldi.[197] [198]
Müellif aynı konuyu
daha evvel "İdrardan temizlenme" (bk. Bab11) “Taharetienme” (bâb 22)
başlıkları altında işlediği halde,
üçüncü defa aynı konuya "su ile taharetlenme" başlığı altında tekrar
dönmüştür. Bu başlıklar arasında görünüşte bir fark yokken acaba?bu tekrara
neden lüzum görmüştür? sorusu akla gelebilir. İyi dikkat edilirse görülür ki,
birinci başlıkta insanın idrardan vücudunu ve elbisesini korumasının lüzum ve
ehemmiyeti üzerinde titizlikle durulmuştur. Bunun neticesinde insanın
kafasında taharetin su ile yapılmasının farz olduğu zannı hasıl oluyor. İşte bu
yanlış kanaati silmek, mutlaka su ile taharetlenmenin farz olmadığını açıklığa
kavuşturmak için ikinci başlığa yer veriyor. '
İkinci başlıkta su ile
taharetlenmenin farz olmadığı açıklanınca, bu sefer acaba su ile tahareti terk
ederek sadece taşla taharetlenmek sünnet midir, diye bir başka soru akla
gelebilir. İşte bu yanlış kanaati de silmek için müellif üçüncü kere konuya
dönmüş. Dübürde kalan pisliğin dirhem miktarını geçmemesi halinde sadece taşla
taharetlenmenin caiz, sadece su ile taharetlenmenin de müstehab olduğunu
delillendirmiştir.
Ayrıca bu üçüncü
başlıkla suyun bir gıda olduğu için taharette kullanılmaması lâzım geldiğini
iddia edenlerin delilleri de red edilmek istenmiştir. Çünkü, su temiz ve
temizleyici olarak yaratılmıştır. Temizleyicilik vasfı olmayan diğer içecekler
ve hürmete lâyık gıda maddeleri su ile mukayese edilemezler. Aksi takdirde su
ile hiçbir temizlik yapılmaması lâzım gelir ki bu ümmetten hiç bir âlim böyle
bir görüş ortaya atmamıştır. Her ne kadar İbn Ebî Şeybe, Huzeyfe İbnu'l-Yemân
ile İbn Ömer ve Îbnu'z-Zübeyr'in su ile istinca etmediklerini rivayet etmişse
de şu hadis-i şerifler Hz. Peygamberdin su ile istinca ettiğini ifade
etmektedirler:
Mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerif ileride gelecek olan (53) numaralı hadis ile a. Tirmizî, edeb 14;
b. Müslim, Tahâre 56; c. Nesâî, Ziyne 1; d. İbn Mâce, tahâre 8; e. Ahmed b.
Hanbel, VI 138. de yer alan hadisler aynı mealdedir.
İbn Hacer'e göre
Hadis-i Şerifte Hz. Peygamber'e ibrik taşıdığından bahsedilen çocuğun Abdullah
İbn Mes'ûd olması mümkün görülmektedir. Çünkü yaşlı kimselerden mecazen çocuk
diye bahsedilmiş olabilir. Nitekim "Aramızda iki nalin sahibi yok
mu?"[199] rivayeti de bu zatın
Abdullah İbn Mes'-ud olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Çünkü iki na'lin
sahibi sözü Hz. Abdullah için kullanılırdı.[200]
Ancak mevzumuzu teşkil
eden hadiste bulunan "Bu çocuk bizim en küçüğümüzdü" sözü bu ihtimali
ortadan kaldırmaktır. Çünkü Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz.
Enes bu çocuğun kendilerinden, yani En-sârdan olduğunu ifade etmektedir.[201] Bu
bakımdan söz konusu çocuktan maksat Hz.
Ebû Hureyre'dir. Nitekim 45 numaralı hadis-i şerif bu gerçeği ortaya
koymaktadır. Hz. Ebû Hureyre İslâm'a geç girdiği için kendisinden çocuk diye
söz edilmiş olabilir.[202]
1. Abdest
bozmak isteyen kimsenin insanların gözlerinden uzaklaşması müstehaptır.
2. İstinca
(taharetlenmek) sünnet-i müekkededir. Ancak bunun hükmü duruma göre değişir.
İstinca sünnet olmakla beraber, pisliğin çıktığı yerde kalan necaset dirhem
miktarı ise, istinca vacib; eğer dirhem miktarım geçerse farz; dirhem
miktarından az ise, sünnet-i müekkede; bevlden sonra sadece ön tarafı yıkamak
müstehab; yellenince ve benzeri hallerde taharetlenmekse bid'attir. [203]
3. Abdest
alırken (ibrik, leğen v.s. gibi) lüzumlu ihtiyaçların temini hususunda yardım
istemek ve helaya bir kab içinde su götürmek caizdir.
4. Tahareti
su ile yapmak meşru ve sadece taşla taharetlenmekten efdaldir. Bu mevzuda İbn
Abd'in şöyle der: "Su ile taşlan birlikte kullanmak .efdaldir. Fazilet
itibariyle bundan sonra yalnız su ile taharetlenmek, daha sonra yalnız taşlarla
iktifa etmek gelir. Fazilet dereceleri ayrı olmakla beraber bunların her biri
ile sünnet yerini bulur.[204]
Bu dördüncü madde
üzerinde ihtilâf vardır. Cumhur'a (ekseriyete) göre efdal olan Önce taş, sonra
da su kullanarak taşla suyu birleştirmektir.
Eğer taş ve sudan bir
tanesiyle yetinmek gerekirse, su tercih edilmelidir. Ancak pislik namaza mâni
olacak miktara ulaşırsa su kullanmak farzdır. Bazıları sadece taş kullanmak,
sadece su kullanmaktan daha faziletlidir demişlerse de bunun zayıflığı açıktır.
5. Kişinin
ihtiyacı anında arkadaşına hizmet etmesi caiz, salihlere hizmet müstehaptır. [205]
44....Ebû
Hüreyre, Nebi (s.a.)den naklen O'nun şöyle buyurduğunu haber verdi: "Orada temiz olmayı arzu eden ve seven
kişiler vardır" (Tevbe (9), 108) âyeti, Kubâ'daki muslümanlar hakkında
nazil olmuştur". Ebû Hureyre "su ile taharetlenmelerinden dolayı bu
âyet onlar hakkında nazil oldu" dedi.[206]
Kûbâ Mescidi,
islâmiyette inşa edilen ilk mesciddir. Başta Ebû Seleme İbn Abdulesed olmak
üzere Medine'ye ilk hicret edenler, Küba'ya indikleri zaman, orada içinde namaz
kılacakları bir mescid yapmışlardı.Kubâ'ya geldiğinde Hz. Peygamber de bu
mescidde namaz kılmıştı.
Peygamberimiz
gelinceye kadar, Ebû Huzeyfe'nin azadlısı Salim, içlerinde Hz. Ömer de
bulunduğu halde bu mescid de bütün muhacirlere imam olup namazlarını
kıldırmıştı.
Bir başka rivayete
göre ise, Peygamberimiz Küba'ya kuşluk vakti gelince, Ammâr Ibn Yasir:
"Resulullah için istediği zaman, gölgesinde yatıp dinleneceği,
gölgeleneceği ve içinde namaz kılacağı bir yer yapsak olmaz mı?"
demiş ve taş
toplayarak Küba'da Peygamberimiz için ilk mescidi yapmıştır.
Peygamberimizin
Küba'da yalnız pazartesi, sah, çarşamba ve perşembe günleri kaldığı rivayet
edildiği gibi 23 gece kalarak Kubâ mescidini yaptırıp içinde namaz kıldığı da
rivayet edilmiştir.[207]
Kubâ mescidinin
fazileti hakkında birçok hadis-i şerif vardır. Bunlardan bazılarının mealleri
şöyledir.
1. “Kim (evinden) çıkar da Kubâ mescidine
gelerek orada namaz kılarsa, onun için umre sevabı hasıl olur” (Nesâî,
Mesâcid 8, 9.)
2. "Resûlullah (s.a.) her cumartesi günü binitli
ya da yaya olarak Kubâ mescidini ziyaret ederdi." (bk. BuMrî Mescid
Mekke 2; Müslim, hac 515; Ahmedb. Hanbel U/5.)
Âyette geçen
"temizlenmeyi çok seven..." sözü "abdest bozduktan sonra taharetlenmede
aşırılığı severler" anlamındadır ki, büyük abdestten sonra pislik, dübürün
dışma taşmadığı zaman bile taşla silinmekle yetinmeyip suyla taharetlenirler,
demektir.
Rivayete göre metinde
geçen Tevbe Sûresi'nin 108'inci âyet-i kerimesi inince Hz. Peygamber ensârı
çağırıp "Ey Ensar topluluğu! Şüphesiz ki temizlik hakkında Allah sizi
övdü* Sizin bu Övgüye lâyık olan temizliğiniz nedir?" diye sormuş da
ensarîler:
"Biz namaz için
abdest alırız. Cünüblükten dolayı guslederiz ve (abdest bozunca da) su ile
taharetleniriz" diye cevap vermişlerdir. Bunun üzerine Hz. Peygamber de;
“İşte budur temizliğiniz. O halde bu temizliğe devam ediniz!” buyurmuştur.[208]
Bu âyet-i kerimenin
nüzul sebebi hakkında başka rivayetler de vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
1. Kubâ
halkının büyük abdest bozduktan sonra suyla taharetlenmeleridir. Nitekim
mevzumuzu teşkil eden hadis de bunu ifade etmektedir.
2. Tevbe
Sûresinin 108. âyet-i kerimesi inince, Hz. Peygamber Kubâ mescidine varıp Kubâ
halkına, "Gerçekten temizliğinizden dolayı Allah sizi Övdü. Bu sizin
yaptığınız temizlik nedir?" dedi.
Onlar da: "Ey
Allanın Resulü, bizim yahudi komşularımız vardı. Onlar suyla
taharetleniyorlardı. Biz de öyle yapıyoruz. İşte bizim yaptığımız budur"
dediler.[209]
Bu hadisi İbn Huzeyme
Sahih’inde rivayet etmiştir. Bir rivayete göre de bu âyet-i Kerime istincada
hem taş hem de su kullanan Kubâ halkı hakkında inmiştir.[210]
Her ne kadar bu
hadis-i şeriflerin ifadesinden de anlaşılacağı gibi takva, üzere kurulan
mescidin Kubâ mescidi olduğunda şüphe yoksa da, Hz. Peygamberin Medine'deki
mescidi "Takva üzere kurulan mescid" denmeye Kubâ mescidinden daha da
lâyık olduğundan, "takva üzere kurulan mescid" deyince ilk akla gelen
mescidin Hz. Peygamberin Medine'deki mescidi olmalıdır. Nitekim şu hadis-i
şerif de bu gerçeğe işaret etmektedir:
Resûlullah zamanında
iki kişi takva üzere kurulan mescid konusunda ihtilaf ettiler. Birisi:
“O Allah Resûlu'nun
mescididir”derken, diğeri de:
“O Kubâ mescididir”
demiştir. Hz. Peygamber (s.a.)e gelip sorduklarında, Nebi (s.a.):
“ O benim mescidimdir”
buyurdu”[211]
Binaenaleyh bu
haberler arasında bir çelişki söz konusu değildir. Âyet-i kerimenin her iki
mescide de şumûlü vardır. Şurasını da unutmamak gerekir ki, aslında takva,
manevî temizliği ifade ettiğinden, Kubâ halkının maddî temizliğini ifade eden
hadis-i şerifleri, onların temizliğinin sadece manevî temizliğe münhasır
kalmayıp maddî temizliğe de son derece önem verdiklerini açıklayan hadisler
olarak anlamak gerekir. Binaenaleyh mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte,
hadesten ve necasetten tahâretleme birlikte kalbi temizliğe sevk etmeğe,
ayrıca maddî temizliğin önemli bir kısmını teşkil eden istin-caya gerekli önemi
vermeye teşvik vardır. Ayrıca, Hadis-i Şerif, su ile taharetlenmenin sabit
olduğuna ve bunu yapanların temizliğinin tam olması dolayısıyla Övgüye lâyık
olduklarına da delâlet etmektedir.[212]
24.
Taharetten Sonra Eli Toprağa Sürmek
45....Ebû
Hüreyre (r.a.)'den, şöyle demiştir:
“Nebî (s.a.) helaya
gitmek istediği zaman tevr yahut rekve denilen kaplardan biriyle su
götürürdüm. Resûlullah (s.a.) onunla taharetlenir ve elini toprağa silerdi.
Sonra bir başka kapla su getirirdim, (onunla da) abdest alırdı.”
Ebu Dâvud dedi ki:
Hadisin (ilmi senedinden) “El-Esved b. Âmir tarikiyle gelen rivayeti daha
tamdır.”[213] [214]
Hadis-i şerifte geçen
"tevr" kelimesi bakırdan veya taştan oyulmuş, su içmeye ve abdest
almaya yarayan küçük kap demektir. "Rekve" kelimesi de aynı maksatla
kullanılan deriden yapılmış küçük kap demektir.
Resûl-i Ekrem'in
(s.a.) elini toprağa sürmesi, temizliğe gösterdiği titizlikten ve toprağın
eldeki pis kokulan gidereceğinden dolayıdır. Her ne kadar Resûlullah (s.a.)'ın
bedeninde pis koku bulunmazsa da ümmetine öğretmek gayesiyle böyle
davranmıştır.
Peygamberimiz, bu
hareketi ile pis kokuyu ve elde kalan necaseti giderecek bütün vasıtaların
kullanılmasının uygun ve gerekli olduğuna işaret etmek istemiştir.[215]
1. Bu
hadis-i şerif taharetlendikten sonra pis kokuların giderilmesi için eti toprağa
silmenin müstehap olduğuna delildir.
2. Yine bu
hadis-i şerif, -her ne kadar taharet için kullanılan- ibrikteki suyla abdest
almak caiz ise de, taharette kullanılan kaptan başka bir kapla abdebt almanın
daha hoş (müstehap) olacağını ifade eder.
3.
Resûlullah (s.a.)' ın toprağa elini silmesi, günümüzde temizleyici olan ve
insan vücuduna zararlı olmayan sabun ve benzeri temizleyicilerin kullanılmasının
daha uygun olacağına işarettir.[216]
46. ...Ebû Hüreyre'
den (r.a.) rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Eğer mü'minlere zorluk vermeyecek olsaydım yatsı namazını
geciktirmelerini ve her namaz (başın)da misvak kullanmalarım emrederdim."[217]
Misvâk, dişleri
temizlemek için kullanılan lifli bir ağacın dallarına denir. Bunların bir karış
boyunda kesilerek ucundan kabuğu soyularak lifleri çıkarılır ve bu kısımla
dişler fırçalanır.
Abdest alırken ağzın
yıkanması sırasında misvak kullanılması sünnettir.
Misvakın en iyisi Erâk
ağacından olanıdır. Bununla mîsvâklenince su ile birleştiğinde mikrop öldürücü
bir madde oluştuğu bilinmektedir.
Hz. Peygamber muhtelif
hadis-i şeriflerinde müslümanları misvak kullanmaya teşvik etmiştir. Bunlardan
bazıları şu mealdedir:
"Biriniz geceleyin namaz kılmaya kalkarsa
misvak kullansın. Çünkü, o namaz kılmağa kalkınca kendisine bir melek gelerek
ağzını onun ağzına temas ettirir. Artık o kulun ağzından çıkanlar melâikenin
ağzına girer"[218]
"Misvak Allah'ın rızasını kazandırır ve ağzı
temizler"[219]
"Misvak kullanarak kılman namazın fazileti;
Misvak kullanmadan kılınan namazdan yetmiş kat fazladır"[220]
"Size misvakı tavsiye ederim"[221]
Misvak kullanmanın
fazileti hakkındaki görüşlerden bazılarını da şöylece sıralayabiliriz:
Evzâî, "Misvak
abdestin yansıdır. Bilhassa namaz kılınacağı zaman, abdest alırken, Kur'an
okurken, uykudan uyandıktan sonra ve ağız kokusu bozulunca, misvak kullanmanın
ehemmiyeti artar. Gece namazlarına kalkınca, cuma günü ve keza uykuya
yatarken, vitir namazından sonra, sabahleyin ve yemekten önce misvak kullanmak
mustehaptır" demiştir.
îbn Dakiki'1-İd ise
misvak kullanmanın hikmetini şöyle açıklamıştır: "Namaz kılınacağı zaman
misvak kullanmanın müstehap oluşundaki hikmet, Allah'a yaklaşma hali
oluşundandır. Binâenaleyh ibâdetin şerefini göstermek için bu hâlin kemal ve
temizlikle muttasıf olması icab eder."
Bezzâr'ın Hz. Ali
(k.v.)'den rivayet ettiği bir hadiste misvak kullanmanın Kur'an-ı Kerim
dinleyen melâike ile ilgili olduğu, melâikenin ona, ağzını ağzına değdirecek
kadar yaklaştığı beyan edilir.
Misvakın nasıl
kullanılacağına gelince, misvak, sağ ele alınır, serçe parmağının üstünden
geçirilir, baş parmakla altından tutulur. Islatılan ağzın sağ tarafından
başlanır, dişlere enine sürülür.
Oruca mâni değildir.
Misvak bulunmaz veya
abdest esnasında dişleri kanatırsa yerine parmak kullanılabilir. Şöyle ki,
başparmak ağzın sağ tarafına, şehâdet parmağı-da sol tarafına salınarak üst ve
alt dişler ovalanır.[222]
1. Misvâk
kullanmak, Resulü Ekrem için farz ise de ümmeti için mendubtur. Çünkü farz
kılınmayışının sebebi açıklanmıştır: Zorluk korkusu... Binaenaleyh Davûdu
Zahirî gibi farz diyen alimler varsa da hadis-i şerif onların aleyhine
delildir.
Bazı kimseler misvakın
dînin sünnetlerinden olduğunu, diğer bazılarının ise abdestin, bir takımları
da namazın sünnetlerinden olduğunu söylerler. Bazı kimselere göre ise, dinin
sünnetlerinden olması abdestin sünnetlerinden olmasına mâni değildir. Cumhurun
görüşü de budur.
2. Hanefi âlimlerin
çoğuna göre, abdest alırken misvaklanmak sünnettir. Namazdan önce misvak
kullanmak ise uygun değildir. Zira abdestin bozulması ihtimali vardır.
Namazdan önce misvak kullanılmasını teşvik eden hadisler abdest öncesi
kullanılmaya hamledilmelidir.
3. Şafiî
uleması ise, bu hususta abdestten önce ve namazdan önce misvaklanmayı teşvik
eden hadisleri ayrı ayrı mütelaa ederek "hem abdestten önce, hem de
namazdan önce misvaklanmak müstehabtır" derler.
İmam A'zam'a göre
misvak kullanmak, dinî bir sünnet olduğundan her zaman
kullanılır.Tatarhâniyye'de nakledildiğine göre şu vakitlerde misvak kullanmak
müstehabtır: a .Namaza
kalkılacağında, b. Abdestten Önce, c. Ağzın kokusu değiştiğinde,
d. Uykudan
kalkınca.
Îbnu'l-Hümâm bu
maddelere ilâveten "dişler sarardığı zaman da misvak kullanmak
müstehaptır" der.[223]
4. Misvak
kullanmanın sayısı hakkında.muayyen bir adedi yoktur. Dişlerin temizlendiğine
kanaat getirilinceye kadar sürtülür.
5. Bu
hadis-i şerif, Peygamber (s.a.)in ümmetine olan sonsuz şefkat ve merhametine
delildir.. Zira misvak kullanmayı farz kılmaması ancak onlara sıkıntı vermemek
içindir.
6. Hadis-i şerifin hükmü umûmî olduğu için, bütün
namazlar için abdest alındığında misvak müstehaptır. Bu
hususta farz ve nafile
namaz müsavidir.
7. Bu
hadisle Nesâî oruçlu bir kimsenin öğleden sonra misvak kullanmasının müstehap
olduğu hükmüne varmıştır.
8. Bazıları
da bu hadis-i şeriften mescidde dahi misvak kullanılabileceği kanaatine
varmışlardır. Zira her namaza kalkışta misvak kullanmak söz konusudur. Mescitlerse,
namaz kılınan yerlerdir.
9. Mutlak
emir vücub ifâde eder.
10. Bu
hadis-i şerif yatsı namazını, gecenin ilk üçte birine kadar veya yarısına kadar
geciktirmenin mendub olduğuna da delildir. Bu sayede kişi namazı bekleme sevabı
alır. Çünkü insan namazı beklediği müddetçe namaz-daymış gibi sevap alır.
Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadiste, "Siz namazı beklediğiniz müddetçe
namazdasınız" buyurulur. [224]
47....Zeyd
b. Hâlid el-Cühenî[225]’
den, demiştir ki; Resûlullah (s.a.)ı, şöyle buyururken işittim:
"Mü'minlere sıkıntı vermeyecek olsaydım, her zaman (basın)da misvak
kullanmalarını emrederdim”
(Hadisi Zeyd'den
rivayet eden (Ebû Seleme de dedi ki: "Ben Zeyd'i kulağına -kâtiplerin
kulaklarına kalem koydukları yere misvak koymuş olarak mescidde otururken
gördüm. Her namaza kalkışında misvak kullanırdı."[226]
İbn Cerîr misvakın
kulak üzerine, kalem mahalline konulmasının hikmetini şöyle açıklamıştır: Bu
halde kullanılması oldukça kolay ve sahibine devamlı misvaklanmayı hatırlatır.
Bu sayede o da sünneti ihmal etmemiş olur. Ayrıca mescidde saç sakal taramak da
caizdir. Caiz değildir diyenler vücuttan ayrılan kılın pis olduğunu kabul
edenlerdir. İmam Mâlik, Ebû Hanife, Ahmed ve Şafiî'den sahih olan kavle göre
kıl temizdir ve dolayısıyla mescidde saç taramakta da bir sakınca yoktur. Zira
Nebiyyi Ekrem saçım mescidde taramış, yarısını Ebu Talha'ya, diğer yarısını da
orda bulunanlara vermiştir.
Buna dayanarak bugün
müslümanlar misvakı uygun bir cebe koymak suretiyle bu sünneti kolayca yerine
getirebilirler.
İbn Reslân gerek kulak
üzerinde misvakı taşıma ve gerekse namaza kalkarken misvaklanma sünnetlerinin
unutulduğunu, bu yüzden müslümanların mes'ul olacaklarını yana yakıla anlatır.[227]
1. Her namaz
kılınacağı zaman misvak kullanmak sünnettir.
Fıkıh ulemasının bu
mevzudaki görüşlerini bir önceki hadisin şerhinde açıklamıştık.
2. Her ne
kadar Mâliki ulemasından bazıları mescidi kirleteceği düşüncesiyle
"Mescitlerde misvaklanmak mekruhtur" demişlerse de, bu hadis-i şeriften
caiz olduğu anlaşılmaktadır.
Mescidde misvak
kullanma ve taranma konusunda Şeyhülislam Takıyyuddin İbn Teymiyye Fetâvâ'da
şunları söylemektedir:
"Mescidde misvak
kullanmanın mekruh olduğunu iddia eden hiçbir âlime tesadüf etmedim. Bilâkis
bütün nakledilen haberler selef-i sâlihinin mescidde misvak kullandıklarına
delâlet ediyor. Mendil vesaire ile ağız, burun temizlemek sünnetle ve ulemanın
ittifakıyla sabittir. Keza mescidde abdest almak da caizdir. Abdest alırken
misvak kullanılacağına göre misvakın mescidde kullanılmasının mekruh oluşu
nasıl iddia edilebilir? Mescidlerde namaz kılındığı ve namaza kalkarken misvak
kullanmanın müstehap olduğu göz önüne getirilirse, mescitlerde misvak
kullanmanın mekruh olduğu iddiasının ne kadar tutarsız ve mesnetsiz olduğu
ortaya çıkacaktır."
48....Muhammed
b. Yahya b. Hibbân, Abdullah b. Ömer'in oğlu Abdullah[228]
'dan rivayet ettiği hadiste dedi ki; "Abdullah b. Ömer'in oğlu Abdullah'a:
dedim ki "Sen (in baban) İbn Ömer'in abdestli ve abdestsiz iken her namaz
için abdest almasının sebebi nedir? dedim. Abdullah da; "(Amcasının kızı)
Esma bint-i Zeyd b. El-Hattâb*'ın kendisine, Abdullah b. Hanzala b. Ebî Âmir
**'in şöyle dediğini nakletti: "Resûlullah (s.a.) abdestli ve abdestsiz
iken her namaz için abdest almakla emrolundu. Bu ona zor gelince her namaz
için misvak kullanmakla emredildi." İbn Ömer'e gelince "O, kendinde
bu gücü bulduğundan dolayı her namaz için abdest almaya devam etti."
Ebû Dâvûd dedi ki,
"Bu hadisi İbrahim, tbn Sa'd, yine Muham-med b. İshak'tan rivayet etmiş,
ancak ibrahim, Abdullah b. Abdullah yerine “Ubeydullah b. Abdullah” demiştir.[229]
Mekke'nin Fethinden
önceki tarihlerde Cenab-ı Peygamber (s.a.) ve ümmeti "Ey İman edenler
namaza kalkacağınız zaman yüzünüzü ve ellerinizi (dirsekleriyle beraber)
yıkayın ve başlarınıza mesnedin, iki topuğa kadar ayaklarınızı da yıkayın”[230]
âyetinin zahiriyle amel ederek her namaza kalkışlarında abdestli bile olsalar
yeniden abdest alırlardı.
171 numaralı hadis-i
şerifte de açıklanacağı gibi Hz. Enes (r.a.) "Ne-biyyi Ekrem (s.a.)her
namaz için abdest alırdı da biz(abdestimiz bozulma-dığı müddetçe) bir abdestle
istediğimiz kadar namaz kılardık" demiştir. Bu da gösteriyor ki her
namazdan önce abdest alma emri sadece Efendimiz (s.a.)e yöneliktir. Nitekim
açıklamakta olduğumuz hadis-i şerifte de "her namaz için abdest İle
emrolundu" cümlesi bu emrin sadece Peygamberimize ait olup ümmetine ait
olmadığını ortaya koymaktadır.
Daha sonra da bu durum
Abdullah İbn Hanzala hadisi (yani üzerinde durduğumuz hadîs) ve Büreyde
hadisleriyle nesh edilmiştir.[231] Hz.
Bürey-de'nin rivayeti şöyledir: "Peygamberimiz (s.a.) her namaz için
abdestli bile olsa yeniden abdest alırdı. Bu durum Mekke'nin fethine kadar
devam etti. Bu amel zor gelmeye başlayınca neshedildi de Resûlillah (s.a.)
Fetih yılında bir abdestle bir kaç namaz kıldı. Ancak abdest bozulunca abdest
alınmakla yetinildi ve her namaz için misvak kullanma emri geldi."
İbn Ömer Hazretleriyse
kendinde her namaz için abdest almak gücünü görünce eskisi gibi (her namaz için
abdest almaya) devam etti.[232]
Netice: Bu emrin
sadece Peygamber Efendimize yönelik olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi,
Ümmeti için de geçerli olduğu görüşünde olanlar da vardır. Nitekim, Dârimî'nin
Sunen'inde beyân edildiğine göre Hz. Ali (k.v.) de her namaz için abdest alırdı
ve (delil olarak) Mâide Sûresinin 6. âyetini okurdu.
Hattâbî, "Bu
hadis bir teyemmümle iki farklı namaz kılınamaz diyenler için bir delildir.
Çünkü her namaz için abdest alınmak emredilince ona bağlı olarak teyemmüm de
emredilmiş oldu. Fakat abdestle ilgili nesh geldiğinde teyemmüm zikredemediği
için, teyemmüm eski hali üzere kaldı. Bu, Hz. Ali (k.v.) İmam Mâlik, Şafiî,
Ahmed ve İshak'ın görüşüdür" demektedir.[233]
1. Her namaz
için abdest tazelemek müstehaptır.
2. Bu hadis
her abdest alırken misvak kullanma sünnetini kuvvetlendirmektedir.
3. Bir de bu
hadis, Allah Teâlâ hazretlerinin, hükümlerden istediğini neshettiğine delildir.
Ayrıca bu nesih ve benzerleri ile Resulüne son derece merhametli olduğuna da
bir işarettir.[234]
26. Misvakın Nasıl Kullanılacağı [235]
49....Müsedded'den
rivayet edildiğine göre Ebû Bürde'nin babası Ebû Musa el-Eş*ar Abdullah b.
Kays şöyle demiştir.
"Bizi (Tebûk
gazvesine) götürecek bir binit temin etmesi için Resûl-i Ekrem'in (s.a.) huzuru
saadetine vardık. Onu dilinin üzerine (doğru) misvakı sürterken gördüm"
Süleyman* b. Dâvûd'dan gelen rivayette Ebû Mûsâ el-Eşâri'nin şöyle dediği yer
almaktadır: "Misvakı dilinin ucuna koymuş olduğu halde diline sürterken
Hz. Peygamber Efendimizin huzuruna girdim, öö, ööö diyordu." Yani Resul-i
Ekrem sanki midesi bulanmış da kusuyormuş gibi ses çıkarıyordu.
Ebû Davûd
Müsedded'in Hadis daha uzundu ben onu
özetledim, dediğini haber vermektedir.[236] [237]
Hadis-i şeriften
anlaşıldığına göre Ebû Mûsâ el-Eşârî arkadaşlarının isteği üzerine kendilerini
Tebûk gazvesine götürecek bir binek hayvan istemek için huzur-u Resûlullah'a
vardıklarında Resûlullah'ın misvakı dilinin üzerine uzunluğuna sürterken
görülüyor. Misvakı ağzının en iç kısımlarına kadar sürtmesinden dolayı mide
bulantısını gösteren sesler çıkarıyordu. Bu durum Cenab-ı Peygamberin (s.a.)
midesinin bulanmasına aldırış etmeden ağzının en iç kısımlarına kadar misvakı
eriştirdiğini gösterir.[238]
1. Bu
hadis misvakın sadece dişlere ait,
ağızdaki kokulan gidermek için olmayıp bunun ötesinde ağzı tam
manâsıyla temizlemek
gayesiyle de kullanıldığını, bu itibarla ağzın en iç kısımlarına kadar misvakı
eriştirmek lâzım geldiğine delildir.
2. Bu
hadisten başkasının yanında misvak kullanmanın caiz olduğu anlaşılır.
Dolayısıyla başkalarının yanında dişlerin fırçalanmasının âdaba aykırı
olmadığına da işaret vardır,
3. Ağzın
misvâklanmasının uzunluğuna olacağı bu hadis-i şeriften anlaşılmakla beraber
dişlerin enine fırçalanacağı Ebû Nuaym'in rivayet ettiği Hz. Âişe (r.a.)
hadisinden ve Ebu Davud'un mürsel olarak naklettiği Atâ hadisinden
anlaşılmaktadır.[239]
27.
Başkasının Misvağını Kullanmak
50....Âişe
(r.a.)3dan şöyle demiştir. "Resûlullah (s.a.) yanında biri öbüründen daha
yaşlı iki kişi varken dişlerini misvaklıyordu. Misvakın fazileti hakkında
"büyült" yani "onlardan yaşça büyüğüne misvakı ver"
diye vahy geldi.[240] [241]
Müslim'in rüya
bölümünde rivayet ettiği hadis-i şerifte bu hadisenin rüyada olduğu
nakledilmişse de Buhârî rüyadan bahsetmemiştir.
Demek ki, Resûlullah
(s.a.) bu hâdiseyi uyanıkken yaşamış, ancak kendisine daha evvel rüyada, yaşlı
kimselere misvak ikram edilmekte öncelik tanınması vahy edildiğniden dolayı
misvağı önce yaşlı kişiye verdiğini ifade buyurmuştur. Fakat bazı kişilerin
dikkatinden rüya kelimesi kaçtığı için bu kelime rivayetlerin bazısında
geçmemiştir.
Peygambere, uyur ve
uyanıkken Allah'tan vahy gelirdi. Nitekim Hz. İbrahim'in oğlunu kurban
etmesiyle İlgili emir de rüyada gelmiştir.
Buna göre hadisin
hükmü, rüya halinde veya uyanık olduğu halde gelmesi ile değişmez. Burada,
uyanıklık veya rüya halinden bahsedilmesi muhtelif rivayetlerin açıklanması
içindir.
Büyüğe misvak vermekte
öncelik tanınması, misvağın faziletinden dolayıdır. Nitekim yemek, İçmek,
yürümek ve konuşmak bakımından da büyüklerin öncelik hakkı vardır. Ancak bir
mecliste oturan toplulukta ise, sağ tarafın öncelik hakkı bulunmaktadır.[242]
1. Bu
hadis-i şerif misvak kullanmanın meşruluğuna ve faziletine delildir.
2. Misvak
ikram edilmek istendiğinde yaşça büyük olanlara öncelik tanımak sünnettir.
3. Sahibinin
izniyle başkasının misvağını kullanmak caizdir. Ancak bundan sonra gelen
hadiste belirtildiği gibi o misvakın iyice temizlenmesi ve daha önceki sahibinden
en küçük bir iz kalmayacak kadar yıkanması gerekir.
Günümüzde kullanılan,
kişilere ait tarak, fırça, sürme mili ve buna benzer diğer özel eşyaların birer
temizleme ve ziynet âleti olmaları itibariyle başkaları tarafından
kullanılamayacağı alışkanlığı yanlıştır. Esas olan onların, temiz ve mikrop
taşımayacak hâle getirilmesi ve temizlenmesidir. Bu hâle geldikten sonra
kullanılmasında sakınca yoktur.
51....Mikdâm
b. Şurayh, babası Şureyh'in şöyle dediğini haber vermiştir: Aişe'ye,
"Resûlullah (s.a.) evine girdiği zaman ilk iş olarak ne yapardı?"
diye sordum. "Dişlerini misvaklardı” cevabını verdi.[243] [244]
Bu hadis-i şerif şu iki noktaya işaret etmektedir:
a. Resûluüah
(s.a.) nafile namazları mutlak surette evde kılardı.[245] Eve
girdiklerinde misvakla işe başlamaları nafile namaz için hazırlık olduğuna
işaret etmektedir. Kurtubî de bunu ifade etmektedir. Eve girince ilk işinin
misvak kullanmak olmasını vahye hazırlanmakla izah edenler de
vardır.
b. Evine
döndüğü zaman ağız kokusunda bir bozulma olabileceği ihtimalinden dolayı ev
halkını rahatsız etmemek için misvâklandığına delâlet eder.
Bu da gösteriyor ki,
insanların günde birkaç kez fırça kullanmaları hem diş sağlığı ve hem de
başkalarını rahatsız etmeme bakımından gereklidir.
Bu hadis-i şerif
elimizdeki Bezlii'l-Mechiıd, Menhel ve Avnu'l-Mâbud adlı şerhlerde 30. babın
son hadisi olarak yer almaktadır.[246]
l. Başkasını
rahatsız etmemek için ağız temizliğine riayet edilmeli.
2. Her ne
kadar başkalarının yanında diş temizliği yapılabileceğine yukarıda işaret
edilmişse de bu hadisten temizliğin, evde ve özel yerlerde yapılması daha
uygun olduğu anlaşılmaktadır.
3.
Resûlüllah diş temizliğindeki titizliğiyle de bize en güzel örnektir.[247]
52....Anbese
b. Saîd el-Kufî dedi ki, bir çok kişi bana Hz. Âişe'-nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Resûl-u Ekrem (s.a.) misvak kullanır sonra da misvakı yıkamam
için bana verirdi. Ben de Önce onunla misvâklanır sonra yıkayıp kendisine geri
verirdim."[248] [249]
Beyhakî bu hadîsi Ebu
Dâvud'dan nakletmiştir.Aliyyü'1-Karî, Mirkat'da bu hadis için ceyyid demiştir.
Âişe validemizin
(r.a.) kendisine yıkaması için Hz. Peygamber tarafından uzatılan misvakı
yıkamadan önce ağzına götürüp dişlerini onunla rais-vaklaması Resûlullah
(s.a.)'ın mübarek ağzının değdiği o misvaktan bereket ve şifa umduğu içindir.[250]
1. Sahabinin
rızası ile başkasına ait misvakın kullaml-ması caizdir. Ancak sünnete uygun
olan gen vermeden önce onu iyice temizlemektir.
2. Eşler
bazı eşyaları ortaklaşa kullanabilirler.
3.
Teberrüken salihlerin eşyasını kullanmak meşrudur.[251]
29. Misvak Kullanmak Fıtrat (Yaratılış)
İcâbıdır
53....Hz.
Âişe (r.a.) dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"On şey fıtrattandır:Bıyığın kırpılması, sakalın bırakılması, dişlerin
temizlenmesi, buruna su çekilip temizlenmesi, tırnaklann kesilmesi, parmak
eklemlerinin yıkanması, koltuk altı kıllarının yolunması, eteklerin tıraş
edilmesi, Su serpmek (yani necasetten su ile temizlenmek)”
Râvîlerden Zekeriyyâ
diyor ki: Mus'ab şöyle dedi: "Onuncuyu unuttum, ancak bu mazmaza
olabilir.”[252] [253]
Fltrat insanlığın ilk
yaratılışında getirdiği insana has özeüik-lerdir. Masdar-i nevi' olduğu
düşünülürse, insanlığa ait bir yaratılış nevi olduğu kolayca anlaşılır. Allah,
bu özellikleri insan olmak haysiyetiyle bütün insanların yaradılışlarında esas
ve müşterek olarak yaratmıştır. Dıştan tesirlerle fertlerin kazandıkları bir
kısım özel seciyye ve huylar değildirler. Meselâ insanoğlunun iki gözünün
bulunması asıldır. Fakat bununla beraber anadan kör olarak doğanlar da
bulunabilir. Fakat körlük umumiyetle insanların yaratıldığı fıtrat-ı asliyye
değildir. Ferdin hilkatindeki bozuklukları aslî hilkatle karıştırmamak
lâzımdır. Nasıl insan nevi için böyle bir aslî yaratılış kanunu varsa,
organların yaratılışında da bir gaye vardır. Yaratılışın gayesi yaratıcıyı
tanımak, gözün yaratılış gayesi hakkı hakikati görmek; midenin acıkmasının
hikmeti, bedene lüzumlu gıdayı te'min edip hayatın devamını sağlamayı
hatırlatmaktır. Yoksa mide, zehir yutmak, ya da bir zevk uğruna tıkabasa
doldurulmak için yaratılmış değildir. O zaman fıtrat bozulmuş, dalâlete
(sapıklığa) düşülmüş olur.
Hadis-i şerifte gecen
fıtrat kelimesine ulemâ iki şekilde mânâ vermişlerdir:
1. Ekseri
âlimlere "bu kelime ile kast edilen sünnettir" demişlerdir. Yani bu
kelime ile kast edilen "Onların yoluna oy"[254] âyet-i kerimesinde uyulması emredilen ve
Peygamberlerin hiç bir değişikliğe uğratmadan uygulaya geldikleri "tevhid,
iman, ikan, istikâmet, salah, fazilet, ihsan, kitab hikmet, nübüvvet" gibi
akla ve delile dayanan ve körü körüne taklidden uzak olan hidâyet yoludur.[255] Bu
görüş, hadis-i şerifin vurûduna (gelişine) daha uygun olduğu için cumhuru
ulema tarafından benimsenmiştir.
2. Allah
(c.c.) katında değişmeyen dini esaslardır. Dini muhafaza, nesli ' muhafaza,
aklı muhafaza, malı muhafaza, nefsi muhafaza ve imanın altı esası
gibi.
3. Hz.
İbrahim aleyhisselâmm ve onun neslinden gelen Peygamberlerin sünnetleridir.
"Bıyıkları kesmek, sünnet olmak, etek tıraşı ile koltuk altlarını tıraş
etmek, tırnak kesmek, sakal koymak gibi" Buradaki lafzı “ba’z” ifâde
ettiğinden İbn Hacer bu fıtratın zikredilenden ibaret olmadığım
İbnü'l-Arabî'nin bunun otuz kadarını saydığını kaydediyor.[256]
Bunlarla ilk
görevlendirilen Hz. ibrahim olmuştur. Bu husus âyet-i kerimede şöyle beyân
edilmiştir: "Hani İbrahim'i Rabbi
bir takım kelimelerle (emirlerle) imtihan edip de o bunları tamamen yerine
getirince "seni insanlara imam (rehber) yapacağım" buyurmuştu"[257]
İbn Abbas (r.a.)'ın
beyânına göre, Cenab-ı Hak Hz. İbrahim'e bazı emirler vermiş, Hz. İbrahim
bunları hakkıyla yerine getirince Cenab-ı Allah "Seni insanlara imam
yapacağım" buyurmuştur.
Ümmet-i Muhammed de
diğer ümmetler gibi bu emirlere uymakla mükellef olmuştur. Nitekim ümmet-i
Muhammed'in bu mükellefiyeti şu âyet-i Kerimede açıkça beyan buyurulmuştur:
"Sonra sana,
"Muvahhid olarak İbrahim'in dinine uy, o hiç bir zaman müşriklerden
olmadı" diye vahyettik.[258]
Ulemâdan bazılarına
göre, Allah'ın Hz. İbrahim'e emredip de Hz. İbrahim'in yerine getirmeye
muvaffak olduğu emirlerin sayısı otuzdur. Bunlardan onu Tevbe Sûresinin 112.
âyetinde olan âyetlerde, onu Ahzab Suresinin 35. âyetinde, onu da Mü'minûn
suresinin 1. âyetinden beşinci âyetine kadar olan kısımlarda ve Mearic
Suresinde 22-34 numaralı âyetleri arasındadır.
Abdurrezzak'ın Ma'mer
tarikiyle İbn Tâvûs'tan rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre, İbn Abbâs: Bu
emirler on adettir. Beşi başta, beşi de cesettedir. Başta olanlar, bıyıklan
kesmek, mazmaza, istinşak, misvak, saçları ayırmaktır. Cesette olanlar da,
tırnak kesmek, kasıkları kazımak, sünnet olmak, koltuk altlarını traş etmek,
taharetlenmektir. Âyetin zahirine en uygun olan görüş de budur.[259]
demiştir.
Bıyıklan kırpmak, sakal
salmak, Hanefî ulemâsından Aynî'nın beyanına göre bıyıkları keserken sağdan
başlamak müstehabtır. Kendi kesebildiği gibi, başkalarına da kestirebilir.
Fakat soltuk altını ve kasıkları ancak kendisi tıraş edebilir.
Tahâvî'nin beyânına
göre ise, bıyıklan kesmek iyi ise de kökünden tıraş etmek sünnettir,
kırpmaktan yani kısaltmaktan daha iyidir, bu İmam-ı Azam ve Ebû Yusuf'un görüşüdür.[260]
Mâlikler ise,
bıyıkları, kökünden kazımayı uygun görmemişlerdir.
Bıyıkları kesmekten
maksat, üst dudaklarını kırmızısı görününceye kadar, sarkan kısımları
kesmektir. İmam Mâlik, "Bıyıklarım kesenlerin tazir edileceklerini bunun
bir bid'at olduğunu" söylemiştir.
Şafii Mezhebinde de
esas olan üst dudağın üzerinden sarkan kısımları kesmektir.
Kısacası hadis-i
şeriflerde bazan "kazıyınız" bazan da "kesiniz" tabirleri
geçmekte, bunun ikisiyle de amel edilebilmektedir. Nitekim Hanefi ulemasının
da görüşü budur. Hanefîlerden bazıları ve İbn Hazm, bıyığı kesmek farzdır,
demişlerdir. Delil olarak da "Kim bıyığını kesmezse bizden değildir"[261] hadisini göstermişlerdir.
Sakal: "Sakalları
uzatınız" emrinin hükmü farzdır. Te'vil etmek için bir karîne mevcut
değildir.
Hanefilere göre:
Hanefî mezhebinin görüşleri Durrü'l-Muhtar'aa şöyle zikrolunmaktadır:
"Erkeklere sakal kesmek haramdır"
Hidâye şerhi Nihâye'de
sakalın bir tutamdan fazlasının kesilmesinin vacip olduğu zikrolunmaktadır.
Fethü'l-Kadîr'de ise, şu bilgiler verilmektedir. "Ka-dınlaşan erkeklerin
ve bazı mağriblilerin yaptığı gibi sakalın bir tutamdan az bırakılmasını hiç bir
âlim, "sünnet yerine geldi" şeklinde mutalea etmemiştir. Sakalın
tamamen kesilmesini ise fukahanın cumhuru ruhsat kabul etmemiştir."[262]
Nihâye müellifi de
sakaldan bir tutamdan fazlasının kesilmesinin vâcib olduğunu söyler.
Tirmizî'nin de Cami'inde rivayet ettiği gibi, "Hz. Peygamber sakalının
eninden ve boyundan alırdı."[263]
Malikî mezhebinde de
sakal kesmek haramdır. Eğer sakalı kısaltmak çirkinlik meydana getiriyorsa,
kısaltmak da haram olur.
Şafii mezhebinden imam
Nevevî ve îmam Râfîî, sakalı traş etmenin mekruh olduğundan bahsederler. Fakat
bazı fukahâ, "imam Şafii'nin el-Umm isimli eserinde haram olduğuna dair
açık ifâdesinin bulunması bu iki âlimin verdikleri hükme ters düşmektedir"
demişlerdir. Ancak Şafiî fukahasının bu
iki yetkili imamının görüşlerine, başka bir görüş tercih
edilemiyeceğinden, mezheb içinde şeyhayn lâkabı ile tanınan bu iki imamın
görüşüne göre, Şafiî Mezhebi'nde sakal kesmek mekruhtur.
Hanbelîlere göre de
sakal kesmek haramdır. Ancak onlardan bîr kısmı, sakalı kesmenin haram olduğu
görüşünün en kuvvetli bir görüş olduğunu zikrederek bunun dışında Hanbelî
imamlara ait başka görüşler bulunduğuna işaret ederken, diğer bazıları da
Sakal kesmenin haram olduğunu yegâne görüşmüş gibi zikretmektedirler.
Sakalların fazla uzayıp da çirkin bir manzara arzetmeleri halinde yanlarından
ve sarkan kısımlarından kesilebileceği hakkında ittifak vardır. Kesmenin haddi
hususundaki görüş, bir kabzadır. Bir kabzayı geçen kısımlar kısaltılabilir.
Netice: Sakal kesmek
haramdır. Fakat çirkin bir hal almamasına da dikkat etmek gerekir. 4198-4200
numaralı hadislerin şerhinde bu konuyu tekrar ele alacağız, inşaallah.
Tırnaklar, parmaklara
zarar vermemek şartıyla dipten kesmek müstehaptır. Tırnalc kesilirken tertibe
riâyet olunacağına dair hadislerin hiç birinde bir kayıt yoktur. Nevevî,
Müslim Şerhi'nde tırnakların kesiliş sırasını şöyle tarif etmiştir: Evvelâ sağ
elin şehâdet parmağı, sonra orta parmak, sonra yanındaki yüzük parmağı, sonra
küçük parmak kesilecek, ondan sonra da baş parmak kesilmelidir. Bu müstehaptır.
Sol elde ise, küçük parmaktan başlayarak şehâdet parmağına doğru gidileceğini
bildirmiştir.
Ayak tırnakları
kesilirken sağ ayağın küçük parmağından başlayarak sıra ile ötekilere
gidilecek. Sol ayakta ise baş parmaktan başlayarak atlan-' madan sırasıyla
hepsi kesilecektir. Ancak, her ne kadar imam Nevevî bu tertibin Müstehap
olduğunu söylemişse de, îbn Dakiki'1-tyd haklı olarak "bu tertibin
müstehab olduğuna dair hiç bir delil yoktur” demiştir.[264]
Aynı şekilde Birgivî
merhum Kırk Hadis Şerhi'nde bu hususta ve tırnak kesmenin zamanı üzerinde hayli
durmuşsa da sağlam bir kaynak göstermemiştir.
Görülüyor ki, bu
hususta kadın-erkek genç-ihtiyar ayırımı yapılmamıştır. Hal böyle iken
günümüzde bir çok hanımların moda ve süs diyerek tırnak uzatmalarının İslâm
âdabı ile bağdaşan bir hareket olmadığı, tırnak altında bir takım kirlerin
birikebileceği hatta kir olmasa bile manzaranın çok kerih olduğu gözden
kaçmamaktadır.
Hele müslüman örfüne
göre, mutfağa giren, yemek yapan kadınların misafirleri üzerindeki menfi
te'sirî düşünülürse tırnak uzatmanın hoş bir durum olmadığı, karı-koca
arasındaki sevgi bağının zayıflamasına vesile olabileceği anlaşılacaktır.
Ayrıca yavrularına ilk dini eğitimi vermesi beklenen annelerin bu gibi hallerle
genç kızlarımıza kötü Örnek olması, anneden beklenen İslâmî görevlere de ters
düşmektedir.
İslâmiyet kadınların
kocalarından başkasına karşı süslenmesini yasak kıldığına göre, uzun
tırnakların karı-koca arasında sevgi bağlarım zayıflatmaya vesile teşkil
edeceğinden meşru bir zinet olarak mütalaa edilmesi mümkün değildir.
Savaş sırasında düşman
heybetli görünmek maksadıyla erkekler tırnak uzatabilirler. Bunun dışında,
ister süslenmek, ister bir başka maksatla olsun tırnak uzatmak İslama göre
haramdır.
Hadis-i şerifte geçen tabiri çeşitli şekillerde açıklanmıştır.
Aslında bu kelimeyi Vekî’ , taharet diye tefsir etmiştir.
Bazılarına görede su
kullanarak bevlin akıntısını kesmek demektir. Böyle tefsir edildiği zaman,
istibrâ şekilleri içine gireceğinden yukardaki şerh gayeye daha uygun
görülmektedir.
Berâcim: Parmak
boğumlandır. Maksat, buralar kirin birikebileceği yerler olduğundan, insan
vücudundaki bütün boğum ve kıvrımların temizlenmesidir ve bu sünnettir.
Âne'den kast edilen
ise, erkek ve kadınların (etek) mahrem yerlerindeki kıllardır.
Bunun haftada bir defa
yapılması uygun olmakla beraber, kırk günü aşmaması gerekir. Zira Hanefî
fakihleri kırk günü aştığı takdirde tahrimen mekruh olacağını söylemişlerdir.
Nitekim Hz. Enes îbn MâhVin rivayet ettiği hadis-i şerifde[265] bunu
ifâde etmektedir. Traştan maksat, kılların izâle edilmesidir. Bunun jilet,
macun, nevra ve vücuda zarar vermeyecek herhangi bir ilâçla yapılmasında da
mahzur yoktur.
Özellikle etek
kıllarının pislik ve mikrop toplaması dolayısıyla deri altı haşerelerinin
meydana gelmesine sebeb olacağı İçin tedavisi güç durumlar meydana getireceği
dikkate alınırsa, İslâm'ın bu hususta gösterdiği titizliğin önemi açıkça
anlaşılacaktır.
Gidörek yaygınlaştığı
bilinen etek traşı olmamanın ne tıbben ne de dinen tasvib edilmediğinin
belirtilmesine rağmen, bunda ısrar edilmesi körü körüne bir batı
taklitçiliğinden başka birşey değildir. Bu da bir fayda sağla-mayıp aksine
zarar getirdiğinden ve bir sünneti terke sebeb olduğundan haramdır.
Koltuk, altlarını yolmak:
Aslında traş etmekle de sünnet yerine gelirse de Aynî'nin beyânına göre, gücü
yetenler için yolmak daha iyidir. Acı çekenlerse, traş ederek bu sünneti yerine
getirirler. İşe sağdan başlamak mus-tehaptır. Gazalî merhum "başlangıçta
yolmak zor gelirse de sonra kolaylaşır, acı çekilmez” demiştir. Gerek etek,
gerekse koltuk altlarının temizliğinde ateşle kılları yakmak doğru değildir.
Hele zor işlerde çalışıp terleyen, sonra da yıkanamayan kişilerin buralarım
traş etmemeleri halinde meydana gelecek kokular, karı-koca arasında bulunması
gereken ülfet ve yakınlığa gölge düşürebilecektir. Bunun için sık sık bu
temizliğin yapılması gerekir.[266]
1. Hadis-i
şerif, sözü geçen on işin yapılmasının dinî bir görev olduğunu gösterir.
2. Bunlar
yalnız ümmet-i Muhammed'e ait olmayıp, diğer bütün peygamberler ve ümmetleri
için de sünnettir.
54.... Musa
b. İsmail'in Muhammed b. Ammâr'dan, Davûd b. Şebîb'in ise Ammâr b. Yâsir'den[267] naklen bildirdiklerine göre Resûlüllah (s.a.)
şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak ki ağza ve buruna su çekmek
peygamberlerin sün-netindendir."[268]
Ammâr b. Yâ'sir Önceki
hadisi aynen nakletti, ancak "sakal bı-rakmak"tan söz etmedi ve
"sünnet olma"yı ekledi.Ve"intikasu’l-ma” yani istincâ yerine de "intidah"
kelimesini kullandı.
Ebû Davud dedi ki:
(Seleme tbn Muhammed hadisinin) bir benzeri tbn Abbas'dân da rivayet
edilmiştir. Fakat tbn Abbâs (r.a.): "Beş tane sünnet vardır ki beşi de
baştadır" demiş ve saçları ortadan ayırmayı bunlar arasında saymış,
sakalları uzatmaktan hiç bahsetmemiştir.
Ebû Dâvud dedi ki:
Hammad hadisinin benzeri Talk b. Habtb, Mücâhid Bekr b. Âbdillah el-Müzenî'den
de nakledilmiş fakat bunlar sakal bırakmaktan bahsetmemişlerdir.
Muhammed b. Âbdillah
b. Ebt Meryem’ in Ebû Seleme vasıtasıy
İbrahim en-NehaVden de
Muhammed b. Âbdillah hadisinin benzeri rivayet edilmiş, sakal uzatmak ve
sünnet olmaktan bahsedilmiştir.[269] [270]
Hadis-i Şerifte geçen,
aynı zamanda müellif Ebû Davud'un
şeyhleri (nocalan) oıan Mûsâ b. İsmâîl ve Dâvud b. Şebîb'in farklı rivayetlerine işaret edilmektedir.
Buna göre (Seleme'nin,
babası Muhammed'den rivayet ettiğine göre) hadis roürsel demektir. Çünkü
Muhammed, sahâbî değildir. Davud'un dediği gibi, Seleme'nin dedesi Ammâr'dan
rivayet ettiği kabul edilirse, hadis munkatı' demektir. Çünkü Seleme dedesini
görmemiştir.
Hadis-i şerifte geçen
meselenin izahı bundan Önceki hadis-i şerifte geçmişti. Ancak burada karşımıza
yeni bir mesele olarak sünnet olma konusu çıkıyor. Bu mes'elenin hükmü mezheb
imamları arasında ihtilaflıdır.
Ebû Davud'un Ammâr b.
Yasir veya oğlu Muhammed'den rivayet ettiği bu hadisi yine aynı kişilerden tbn
Mâce'de tam olarak: "Mazmaza istin-şak, misvak, bıyıklan kırpma, tırnak
kesme, koltuk kıllarını yolma, eteği bıçakla traş etme, parmak boğumlanın
yıkama su serpme (intidâh) ve sünnet olma fıtrattandır" şeklinde rivayet
etmiştir.
İmam Şafiî ve
taraftarlarının büyük çoğunluğuna göre sünnet olmak kadın ve erkeklere
farzdır. Aynı zamanda bu görüş Atâ'nın, İmam Ahmed'in ve Mâlikiyye'den bazı
imamların görüşüdür.
Ebû Hanife
Hazretlerinden gelen bir rivayete göre, sünnet olmak farz değil vacibtir.
Mezhebinde meşhur olan görüşe göre ise, lslâmın alâmetinden sayılan bir
sünnettir, terki halinde yetkililerce kuvvete baş vurulup ihyası sağlanır.
Sünnetli olarak doğan
çocuğu tekrar sünnet etmek çok acı verecekse, olduğu gibi bırakılır.
Sünnetlenmeye dayanamayan kimseler de hâli üzere bırakılırlar. Bir kimse
sünnetlendiği zaman kabuğun yandan fazlası kesil-mişse sünnet yerine gelmiş
sayılır. Fakat ancak yarısı veya daha azı kesile-bilmişse yeniden kesmek
lâzımdır.[271]
İmâm Mâlik'e göre
sünnet olmanın hükmü: Erkekler hakkında sünnet kadınlar hakkında ise mendubdur.
Bir kısım âlimler de sünnet olmadıkça yeni İslama giren kişinin müslümanlığının
noksan olacağına, sünnetsizin namazının caiz olmayacağına, kestiğinin
yenilmeyeceğine, Kabe'yi tavaf edemeyeceğine hükmetmişlerdir.[272]
Bir hadis-i şerifte de
: "İslam'a girince küfür tüyünü at, sonra sünnet ol" diye emredilir.
Sünnetin zamanı
hususunda görüşler çeşitlidir. Bu hususta bazı hadisler doğumun yedinci gününü
sünnet günü tayin etmekle beraber ulemânın ekserisi bunu müstehab manasında
anlayarak belli bir gün tayini gerekmediği, hele süt emen çocuğu sünnetlemenin
vacib olmadığı hükmüne varmışlardır. Bazıları ise, çocuğu namaz için düğmenin
bile on yaşından önce olamayacağına bakarak, bulûğdan Önce çocuğu sünnet
etmenin haram olacağı kanaatine varmışlardır.[273]
Mâverdî'ye göre sünnet
için iki vakit mevcuttur:
1. Vücûb
vakti, ki bulûğ çağıdır;
2. Müstehab
olan vakit, bu da bulûğdan önceki vakittir.
Bu mevzuda Menhel
yazarı: "Şafiîlere göre çocuğu bulûğ çağına ermeden önce sünnet ettirme
velisi üzerine farzdır; doğumunun ilk haftasında sünnet ettirmek
müstehabtır" diyor.
Ebû Hanife Hazretleri
bu mevzuda sükûtu tercih etmiş, "bu hususta malumatım yok*' demiştir. İmam
Ebû Yûsuf ve Muhammed hazretlerinden de bu hususta bir rivayet yoktur.Bu
yüzdendir ki, Hanefi mezhebinde bazı kaynaklarda, 7, 9,10,12 yaşlan ve bulûğ
zamanı sünnet vakti olarak zikredilir, özetleyecek olursak Hanefi mezhebine
göre sünnet doğumun 7. gününden bulûğ çağına kadarki zaman içinde yapılabilir.
Kişinin abdestten
sonra üzerine su serpmesi ise, üzerinde göreceği herhangi bir ıslaklıktan
dolayı kalbe gelecek vesveseyi önlemek İçin eteğine hafif su serpmektir.
Bazılarına göre de bu, taharetlenmektir.[274]
30.
Geceleyin (Namaza) Uyanan Kişinin Misvak Kullanması
55....Huzeyfe
(r.a.)'den, şöyle demiştir: "Resûlullah (s.a.) geceleyin uykudan
kalktığında mutlaka ağzını misvaklardı."[275] [276]
Bu hadis-i şerifin
zahirine bakılırsa Resûlu Ekrem (s.a.) in gece hangi maksatla kalkarsa kalksın,
dişlerini misvakladığı anlaşılıyor. Binaenaleyh misvak kullanmak için teheccud
namazı kılmak maksadıyla kalkmış olmak şart değildir. Zaten misvaktan maksat
temizlik olduğuna göre uykudan Ttalkan kişinin dişlerini misvajdamasi için
başka bir sebeb aramaya lüzum kalmaz. Nitekim Hz. Âişe'den gelen bir hadis-i
şerifte (bk. hadis 57): Resûl-i Ekrem gece veya gündüz her uykudan kalkışında
dişlerini misvakladığı haber verilmektedir.
Bu bakımdan Müslim'in
rivayetinde zikredilen Resûlullah'ın gece teheccud namflwnfl kalktığı zaman
dişlerini misvâklaması meselesi, misvak kullanmanın ancak teheccüd namazıyla
ilgili olduğuna delâlet etmez. Bu hadisten anlaşılan şudur ki, Resûl-i Ekrem
(s.a.) gece daima teheccüd namazı kılmak için kalkardı ve her kalkışında da
dişlerini misvaklardı. Binaenaleyh gündüz veya gece hangi maksatla kalkarsa
kalksın dişlerini misvakla temizlerdi. Çünkü uyku ağzın kokusunu bozar.
Bundan dolayı uykudan
kalkınca temizlik için ağzın misvaklanması müs-tehabdır. Fıkıh ulemâsının bu
mevzudaki görüşlerini 46. hadisin şerhinde açıklamıştık.
56.... Sa'd
b. Hişâm[277] fr.a)dan rivayet edildiğine göre Âişe validemiz
şöyle buyurmuştur:
"Resulü Ekrem
(s.a.) Efendimizin abdest suyu ve misvağı (yatmadan önce hazırlanıp belli bir
yere) konurdu. Gece kalkınca, önce abdest bozar sonra da dişlerini
misvaklardı."[278]
Bu hadis-i şerif ile
bundan önce geçen ve Resül-i Ekrem (s.a.)’ in uykudan kalkınca ağzını
misvâkladığını bildiren hadis arasında bir çelişki yoktur. Çünkü insanın hemen
uykudan kalkar-kalkrnaz dişlerini misvâklaması ile abdest bozduktan sonra
abdest alırken misvâklaması arasında fark yoktur.[279]
1. Gece
uykudan kalkınca abdest almak ve dişleri mis-vaklamak mustenabtır.
2.
Misvağı ve abdest suyunu yatmadan önce
hazırlamak da mustenabtır.
3. Abdest
suyu ve misvâğın hazırlanmasında başkasından yardım istemek caizdir.
57....Âişe
(r.anha)dan, şöyle demiştir: "Nebiyy-i Ekrem (s.a.) gece veya gündüz her
uykudan kalkışında mutlaka abdestten önce ağzını misvaklardı."[280]
Hadis-i şerif uykudan
kalkınca Resûl-i Ekrem'in abdest almadan önce misvâklandığmı ve bunun hiç bir
şarta bağlı olmadığını açıkça ifâde ediyor. Bu bakımdan namaz kılınsa da
kıhnmasa da ağız kokusu uykuda bozulduğu ve bu koku yayılarak başkalarını
rahatsız edeceği için Rasûlüllah misvak kullanmıştır. İnsan ağzının kokusunu
bozacak bir yemek yediği zaman da dişlerini misvaklamalıdır. Bu, islâm
âdabındandır.[281]
1. Gece veya
gündüz uykudan her kalkışta abdestten önce ağzı mısvaklamak müstenaptır.
2. Resûlullah'ın her fırsatta misvak kullanması, misvakın
İslâmda kuvvetli bir sünnet olduğunu göstçrir.
58....Abdullah
b. Abbâs (r.a.) dan şöyle demiştir: "Nebi (s.a.)'in yanında bir gece
geçirdim. Uykudan uyanınca önce abdest suyunun yanma geldi, sonra misvağmı
aldı ve dişlerine sürttü. Sonra şu âyet-i Kerimeleri okumaya başladı;
"Gerçekten göklerin ve yerin yaratılışında gece ile gündüzün birbiri
ardınca gelişinde temiz akıl sahipleri için elbet ibret verici deliller
vardır." Sûreyi sonuna yaklaşıncaya kadar veya sonuna kadar okumaya devam
etti. Abdest alarak, namaz kılacağı yere gelip iki rekât namaz kıldı. Nihayet
yatağına dönüp Allah'ın dilediği kadar uyudu. Sonra tekrar uyandı ve önceki
yaptıklarını aynen (eksiksiz olarak) yaptı; dişlerini misvâkladı ve iki rekât
namaz kıldı, sonra da vitri kıldı."[282]'
Ebû Dâvûd der ki: Bu
hadisi bir de îbn Fudayl, Husayn'dan şu manaya gelen lâfızlarla rivayet
etmiştir: îbn Abbâs dedi ki: "Resûl-i ekrem ağzım misvâkladı şu âyetleri
okuyarak abdest aldı; "gerçekten göklerin ve yerin yaratılışında...
"(Al-ilmrân 190) diye başlayarak sûreyi sonuna kadar okudu."[283]
Hadis-i şerifteki
"sûreyi sonuna yaklaşıncaya kadar veya sonu|na k|dar okudu. "
sözlerindeki şüphe, hadisin râvilerinden Huşeym'e aittir. Nitekim Ebû Dâvûd,
Hadisin sonunda düştüğü notta Hu-sayn'dan gelen rivayette aynı hadisin
"Sûreyi sonuna kadar okudu" diye kesin lâfızlarla nakledildiğini bize
açıklamaktadır.
Resûlullah (s.a.)'in
gece okumak için bu âyet-i kerimeyi seçmesindeki hikmetlerden biri, bu âyet-i
kerimede Allah'ın kudret ve azametine, sıfat ve isimlerine büyük bir delil
teşkil eden gece ve gündüzle yer ve göklere dikkat çekilmesidir. Çünkü gece ve
gündüzün düzenli olarak biribirlerini takib etmeleri dünyanın nâmütenahî
hikmet sahibi bir yaratıcı tarafından özel olarak vfe hikmetle canlıların
yaşamasına müsait bir şekilde yaratıldığına, hayatın kör bir tesadüfün eseri
olamayacağına büyük bir delil teşkil eder. Hiç bir akıl ve insaf sahibi bunu
görmezlikten gelemez.
Göklerin ve yerin
yaratılışı ise, akıllan hayrete düşürecek kadar esrarengiz ve dehşetlidir.
Bunlar arasındaki âhenkte en ufak bir değişiklik, korkunç infilâk ve
zelzelelerle hayatın mahv-ü perişan olup gitmesine sebep olur. Akıllı ve
düşünen kimseler bu açık delilleri görür ve yaratıcısının kudret ve azametini
ayne'l-yakîn müşahede eder de "Yarattıklarında akılların bile dona
kalacağı kudret, kuvvet sahibi Allah'ı her türlü nakışlardan tenzih eder ve onu
teşbih ederim" demekten kendini alamaz.
Hadis âlimlerimiz bu
âyetle ilgili olarak Atâ’dan şu hadisi rivayet etmişlerdir. Atâ bir gün Hz.
Âişe validemize:
"Resulüllah'ın
yaptıklarından en hayran bırakıcı olanını söyler misin?" diye sormuş. O da
şu cevabı vermiş:
"Resûlullah'ın
hangi işi hayran bırakıcı değildi ki! Bir gece yatmıştık. Resülullah yorganı üzerinden
iterek kalktı, bana: "Bırak beni Rabbime ibâdet edeyim” dedi. Abdest aldı
namaza durdu. Yaşlar göğsünü ıslatıncaya kadar ağladı, rukûa vardı ağladı,
secdeye vardı ağladı, başını kaldırdı ağladı. Bilâl sabah namazı için
gelinceye kadar bu böylece devam etti. Bunun üzerine:
"Ey Âişe Allah'a
çok şükür eden bir kul olmayayım mı? Cenab-ı Hak bu âyeti (Al-i tmran 190) bana
bu gece indirdiği halde ben niçin ibadet etmeyeyim?" dedi ve "Seni tenzih ederim. Cehennem azabından
bizi koru" âyetini bitirerek:
"Bu âyeti okuyup
da onun (muhtevası) üzerinde düşünmeyenlere yazıklar olsun" buyurdu.
Âyet-i kerimede
"yer"den tekil olarak, "Arz" diye söz edilirken, gökten de
"gökler" diye çoğul olarak söz edilişindeki hikmete temas eden
Men-hel sahibi,"göklerde insanlığın yararlanacağı şeyler pek çoktur. Yer
ise, böyle değildir. Göklerin yerden önce zikredilişi yerden daha şerefli
olduklarındandır" diyorsa da, Bediüzzaman Said Nursî bu konuyu şöyle
açıklıyor:
İnsan hayat ağacının
gayesi ve meyvasıdır ve Allah'ın en güzel, en aziz ve en lâtif bir mucizesi
olduğundan meskeni olan yer de kâinata nisbetle madde olarak küçük olmasına
rağmen mâna ve sanat itibariyle kâinatın kalbi, merkezi ve bütün insan üstü
sanat eserlerinin sergilendiği bir panayır ve bütün ilahî isimlerin tezahür
ettiği bir yer ve bütün nimetlerin pazara çıkarıldığı bir çarşı olması
itibariyle yedi kat göğe denk bir kıymeti vardır. Nitekim dâima akan bir
çeşme,nehirlerle beslenmeyen bir göle nisbetle daha büyüktür.
Her sene kat kat ve
katmerli yüzbin tarzda san'at eserleriyle dokunmuş gömleklerini değiştirdiği
ve çok defa dolup maziye boşaltarak gayb âlemine döktüğü dikkate alınırsa,
arzın büyük gelmezse de yedi kat gökten küçük de gelmeyeceği anlaşılır.
İşte bunun İçindir ki
ilâhî ölçü bütün gökleri bir kefeye koyarken yeri de bir kefeye koymuştur.[284] [285]
1. Gece namazı için uykudan kalkınca 190. âyetten
itibaren Âl-i İmran Sûresini sonuna kadar okumak müstehabtır.
2. Abdestsiz
olarak ezbere Kur'ân okumak caizdir. Bu hususta iemâ* vardır.
3. Teheccüd
namazına kalkmak niyyetinde olanlar için vitr namazım gecenin sonuna kadar
te'tıir etmek müstehaptır.
4. Kişinin
mümeyyiz mahreminin de bulunduğu bir odada ailesiyle birlikte yatması caizdir.
5. Örnek
almak maksadıyla herhangi bir âlimin ahlâkını gözetlemek caizdir.[286]
59....Ebu'l-Melîh
Âmir, babası Üsâme b. Umeyr'den[287]
Resûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah haramdan
verilen hiçbir sadakayı ve abdestsiz (su veya toprakla temizlenmeden) de hiç
bir namazı kabul etmez." [288] [289]
Ğulûl: kelimesinin
asıl anlamı, taksim edilmeden önce ganimetten mal çalmaktır. Başkasına, ait
olan bir malı habersiz almak manasına da
gelir. Hadisin metnindeki "gulûl" ise "mutlak haram mal" demektir.
Bu mânânın genel olması bakımından terceme buna göre yapılmıştır.
Bu itibarla haram bir
maldan verilen sadakayı Cenab-ı Hak kabul etmez. Ancak sahibinin razı
olmasıyla kabul eder. Şunlar da bu hükme girer:
Kadının, kocasının
malından izni olmadan sadaka vermesi,
Vekilin, müvekkilinin
malından izinsiz sadaka vermesi,
Kişinin, ortağının
maundan izinsiz sadaka vermesi,
Vâsî'nin sadaka olarak
vermesi gereken malı kendinde harcaması veya harcanması, gereken yerlerin
dışında harcaması,
Vakfa bakan kimselerin
vakfın gelirlerini haksızlıkla ele geçirip sadaka olarak vermeleri.
Binaenaleyh bü durumda
olan kişiler bu mallan sahiplmerine, sahipleri yoksa onun varislerine iade
etmedikçe mesuliyetten kurtulamazlar. Keza usûlüne uygun olmayan
alış-verişlerle ele geçen mallan sahiplerine geri vermek mümkün değilse, sevap
beklemeden fakirlere vermelidir.
Bu hadis-i şerif namaz
için abdestin farz olduğunu ifâde eden bir nass-dır. Far2 olsun, nafile olsun
her namaz için abdest şarttır. Bu hususta icmâ vardır.
Kadı Iyaz diyor ki;
"Namaz için abdestin ne zaman farz kılındığı konusu ihtilaflıdır. İbn
Cehm'e göre îslâmiyetin ilk yıllarında abdest almak sun? net idi. Ancak daha
sonra teyemmüm âyetinin inmesiyle farz oldu. Ulemânın çoğunluğuna göre ise
abdest, teyemmüm âyeti inmeden evvel de farz idi. Bir de her namaz kılmak
isteyene mi, yoksa sadece abdestsiz olanlara mı farz olduğu konusunda da
ihtilâf vardır. Seleften bazılan, "her namaz için ab-dest almak
farzdır" demişler ve "Namaza kalkmak istediğiniz zaman yüzlerinizi
yıkayın”[290] âyetini delil
göstermişlerdir. Ulemânın çoğunluğu "Başlangıçta her namaz kılmak isteyen
kimse için abdest almak farz idi, ama sonra bu âyetin hükmü neshedildi"
demişlerdir. Bazılarınca her namaz için abdest almak menduptur. Bazıları da "âyeti
kerimedeki emir abdesti olmayanlar içindir, abdestli kişiler için abdest
yenilemekse mustehabtır" demişlerdir. Fetva ehli bu görüş Üzerinde
birleşmişler ve aralarında ayrılık kalmamıştır. Buna göre âyetin mânâsı şöyle
olur; "Eğer siz abdestsiz iken namaza kalkarsanız abdest alın.”
İmam Nevevî şöyle der:
"Abdest almadan veya teyemmüm etmeden namaz kılmanın haram olduğunda ulema
arasında ittifak ve icma vardır. Bu hususta farz namazla nafile namaz arasında
fark yoktur. Şükür secdesi, secdc-i tilâvet ve cenaze namazı da aynıdır. Şa'bî
ile Ibn Cerir et-Taberî cenaze namazının abdestsiz kılınabileceğini
söylemişlerse de bu görüş bâtıldır. Bir kimse özürsüz olarak kasten namazı
abdestsiz kılsa, bizim mezhebe (Şafiî mezhebi) ve cumhur-u ulemâya göre kafir olmaz.
Ebû Hanife'den kâfir olacağına dair bir rivayet vardır. Çünkü abdestsiz namaz
kılmak, namazla alay etmektir. Bizim delilimiz şudur: Küfür ittikaddan doğar»
yani abdestin farz olmadığını itikad ederse kâfir olur. Halbuki biz itikadı
sağlam olan kimsenin abdestsiz namaz kılmasını sözkonusu ediyoruz. Bütün
bunlar abdestsiz namaz kılan kimsenin özrü bulunmadığı hali ile
ilgilidir."
İmam Nevevî, su veya
toprak bulamayan kişi hakkında da Şafiî ulemasının dört kavli bulunduğunu,
bunların en sahihinin o kişinin içinde bulunduğu hal ile namazını kılıp sonra
suyu bulunca abdest alıp namazım iade edeceği görüşü olduğunu söyler.[291]
Bu konuda Menhel
yazarı şöyle diyor: Özründen dolayı abdestsiz olarak namaz krlan kimseye
gelince bu kimse su, ya da su yerine geçen toprak cinsinden bir şey bulamayan
kimse gibidir. Bu hususta delil bakımından en kuvvetli görüş su ya datoprak
bulamayan kimsenin bulunduğu hal üzere namazını kılıp iade etmeyeceğine dâir
olan görüştür. Bu kimsenin bu haliyle namazını kılması icab ettiğinin delili,
"ben size bir şey emrettiğim zaman onu gücünüz yettiği ölçüde yapınız”[292]
hadisidir. İade etmemesinin sebebi ise, iade edeceğine dair bir delilin
bulunmamasıdır. Ahmed b. Ahmed ile Şafiî'lerden Müzeni bu görüştedirler.
Şâfiîyyeden meşhur olan görüşe göre bu kimse namazını kılar, sonra taharete
imkân bulunca iade eder.
"Mâlikîlerden
bazıları da bu görüştedir. Mâlikîlerin mutemed olan görüşüne göre bu kimsenden
namaz edâen ve kazaen sâkit ohır".
"İmam Ebû
Hanife'ye göre su ya da toprak cinsinden bir şey bulamayan kimsenin abdestsiz
olarak namaz kılması küfürdür. İmam Ebû Yûsuf'a
göre ise, bu kimse suyu buluncaya kadar namaza niyet etmeden namaz
kılıyormuş gibi rükû’ ve secde eder fakat suyu bulunca iade eder"[293]
1. Haram
maldan verilen sadaka kabul edilmez.
2. Özürsüz
olarak abdestsız veya gusulsuz kılınan namaz kabul edilmez. Bu hususta nafile
ile fark arasında herhangi bif fark yoktur.
3. Abdestsiz
namaz kılan kâfir olmazsa da ekseri ulemâya göre günahkâr olur.
60....Ebû
Hureyre (r.a.) den, demiştir ki: Resulüllah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Abdestsiz olduğu zaman, abdest alıncaya kadar (abdest almadıkça) Allah,
hiç birinizin namazını kabul etmez.[294] [295]
Hadis-i şerifte geçen
"hades" kelimesi ile abdestsizlik, gusülsiüzlük ve nayız hallerinin hepsi kast edilmiştir.
Binaenaleyh namazdan evvel veya namaz içerisinde bu hallerden birinin meydana
gelmesiyle namaza devam etmek caiz değildir.
Nitekim Ebû Hûreyre
Hazretlerine hadesin ne olduğu sorulduğu zaman: "yellenmektir" diye cevap
vermiş olması, işin en hafifini zikrederek daha ağır hallerin hades
sayılmasının pek tabii olacağını ifade etmek içindir.
Burada namazın kabul
edilemeyeceğinden maksat da, sahih olmayacağıdır. Yoksa "Kim bir kâhini
tasdik ederse onun namazı kabul olmaz"[296] Ve,
"Eteğini yerde sürüyen kişinin ve efendisinden kaçan kölenin namazı kabul
olmaz.[297] Hadis-i şeriflerindeki
gibi namazın semeresi olan sevabı olmaz anlamında değildir. Bir ilâhî emir
şartlan yerin egetirilerek yapıldı mı kabul edileceği umulur ve mecazen
"kabul edildi" denilir. Binaenaleyh namaz kılacak kimse abdestsiz
ise, mutlaka abdest almalıdır.
Burada "abdest
almayınca" denilmesinin hikmeti, taharette suyun asıl oluşundandır. Yoksa
su bulunmadığı veya kullanmak mümkün olmadığı zaman teyemmüm edilebilir.
Nitekim Ebû Zer (r.a.)'den gelen bir hadis-i şerifte "On sene bile su
bulunmasa temiz toprak müshimanın abdest suyudur” buyurulmuştur.[298] [299]
1.
Abdestsizlik veya gusülsüzlük hallerinden temizlenmedikçe kılınan namaz sahih
olmaz.Bu hallerden birisi kendisinde bulunan kimsenin temizlenmesi şarttır.
2. Abdest,
namazın sıhhatinin şartlarındandır. Abdestli olan kişinin tekrar abdest alması
vacip değildir.
Bu mesele, inşallah
"hadeste şüphe" konusunda daha genişçe ele alınacaktır.
61....Ali[300] (r.a.)'den demiştir ki; "Resûiullah
(s.a.) şöyle buyurmuştur: "Namazın anahtan, temizlik (abdest-teyemmüm)
dir. Girişi, tekbir almak; çıkışı selâm vermektir"[301] [302]
Metindeki
"tuhûr"dan maksat, su ile veya toprak ile temizlenmektir.Bu da hem
abdesti, hem de guslü içine almaktadır. Hadis-ı şerifte namaz, kilitli bir
hazineye benzetilmiştir. Binaenaleyh ab-destsiz ve gusülsüz kimseler bu
hazineyi açamazlar. Ancak bu mânevi pislikten temizlenen kişiler namaz
hazinesinin kilidini açarak o kıymetli mücevherleri elde edebilirler. Taharet
namazın şartıdır.
Namaza giriş ise
"tabiîm" kelimesiyle ifade edilmiştir. Tahrim haram kılmak demektir.
Zira namaza "Allahü ekber" diyerek başlayan kimseye, artık namazın
dışında (konuşmak, yemek, içmek gibi) bir işle meşgul olmak haram olur. îşte bu
sebepten iftitâh tekbirine tahrîm tekbiri de denir. Namaza tekbir ile
girilmesi hususunda ittifak olmakla birlikte, rükünden mi, yoksa şarttan mı
olduğunda ihtilâf vardır.
Namaz için şart ve
rükün nedir?
Hadesten taharet,
necasetten taharet, sert-i avret... gibi. Namazın dışında olup da lüzumlu
olana "şart; kıyam, kıraat... gibi namazın içinden olup da terk edilmesi
halinde namazı bozana da rükün denir. Bunların böyle olduklarında ittifak
vardır.
îftitâh (namaza giriş)
tekbirlerinin alınması ile namaza başlanacağına göre, onu namazın dışında sayan
Hanefî fukahasımn çoğunluğunca iftitâh tekbiri namazın şartındandır.
Rükündendir (namazın içindendir) diyenlere göre ise, tekbîr ile namaz arasında
bir fasıla olmadığı için namazın içinden, yani rükünlerinden sayılmıştır.
Bu sebeble cemaatle
namaz kılanların, imamdan evvel iftitâh tekbirini almaları halinde
ihtidalarının sahih olmadığında ittifak edilmiştir. Çünkü imama uymamış
sayılırlar.
Namaza giriş
tekbiri'ne gelince: Bu mevzuda Menhel yazarı şöyle diyor: "Cumhuru
ulemaya göre bu hadis-i şerif namaza ancak Allahü Ekber sözüyle
girilebileceğine, bu lâfzın dışında bir lafızla girilemeyeceğine delâlet
etmektedir. îmam Ebû Hanife'ye göre ise, Allah'ı tazim ifâde eden lâfızlarla
da namaza girilebilir."
Ancak bu lâfızlar
içerisinden Allahu ekber lâfzını seçerek namaza onunla başlamak vacib
olduğundan bu lafzı terketmek mekruh olur. Delili ise "Al-lahü ekber
sözüyle başlamayan kimsenin^ namazı tamam olmaz."[303] mealindeki
hadis-i şeriftir [304] ve:
"Rabbİnin ismini anıp namazı kılan” [305]
âyet-i kerimesi de buna delâlet eder. Çünkü burada geçen zikir kelimesi
tekbirden daha kapsamlıdır.
îmam-ı Mâlik ile İmam
Ahmed ve selef ulemâsının ekserisine göre ise, namaza ancak "Allahü
ekber" lâfızıyla başlanabilir. İmam-ı Şafiî'ye göre ise, "Allahu
ekber*' ve "Allahu'I-Ekber" lafızlarından biriyle başlanabilir. Bu
iki lafzın dışında bir lafızla başlamak caiz değildir. Delili ise, mevzumu-zu
teşkil eden hadis-i şeriftir. Bu hadisten anlaşılan budur. Çünkü Ekber lâfzının
başına "el" harf-i tarifini ilâve etmek hadis-i şerifte yerine
getirilmesi emredilen "Allahu ekber” lafzına bir noksanlık getirmez, ancak
bu lâfız yerine başka bir lâfız kullanmak, bu emre aykırı düşer.
"Allahu
ekber" lafzından başka bir lâfızla namaza başlamanın caiz olmadığını
söyleyen cumhur-u ulemanın delilleri ise, şunlardır:
Mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerifte geçen "et-tekbir" kelimesinin başında bulunan harf-i
tarifin "and" için olması dolayısıyla "Allahu ekber** lâfzına
delâlet etmesi.
856 ve 857 numaralı
hadisler;
Hz. Peygamberin bütün
namazlarında devamlı "Allahu ekber” sözüyle başlamış olması.
Hanefi fakihlerinden
Ebû Yûsuf'a göre, tekbir köjtünden gelen "Allahu ekber",
"AUahu'I-Cebîr" Ie de girilebilir.
İmam Ebû Hanife ve
İmam Muhammed "Cenab-ı Hakk'ı tazim ifâde eden bütün lâfızlarla namaza
girilebilir" demektedirler. "er-Rahmanu Ekber" "Allahu
Ecel*', "Allahu A'zam" gibi, ancak "Allahu Ekber" lafzı ile
girmek vaciptir. Yukarıda zikredilen lafızlarla da namaza girilir ise de, namazın
vacibi terk edilmiş olur.
Namazdan selâmla
çıkma: Hanefi Mezhebinde, teşehhüd miktarı oturduktan sonra, namazdan
isteyerek çıkmak, imam-ı Azam'a göre farz, İma-meyne göre vâcibtir. Ancak,
namazdan çıkışın selâmla olması, ittifakla vâcibtir. Çünkü Hanefî Mezhebine
göre "tek kişinin naklettiği (ahad) hadis'le ancak vâcib sabit olur"
Binaenaleyh bu hadisde âhâd bir hadis olduğundan, Hanefilerce, selâm vererek
namazdan çıkmanın hukmu vâcib olmakla beraber, mâlikiler ve Şâfiîlerce farzdır.
Hanefî Mezhebinde
namazdan selamla çıkılmasının vâcib oluşuna delil, Ibn Mes'ud hadisidir.
Resul-i Ekrem (s.a.) Ibn Mes'ûd (r.a.) a teşehhüdü öğretirken, "İşte
bunu, bunu, yaptın mı namaz borcundan kurtuldun"
dediğine ve namazın
tamamlanması için selâmdan soz etmediğine delâlet eden 857 numaralı hadistir.
Ancak cumhura göre Hz. Peygamber'in Ibn Mes'-üd'a selâmdan bahsetmemesinin
sebebi, onun selâm lâfzında kusur etmemiş olmasıdır.[306]
1. Namazın
sıhhati için taharet şarttır.
2. Namaza
girmek ancak ıftıtah tekbınyle olur. Tekbîr farzdır.
3. Namazdan
çıkış ancak selâmladır.Hanefilere göre selâmla çıkış vâcîbtir. Diğer mezheblere
göre farzdır.[307]
32. Abdest
Üzerine Abdest Almak
62... Ebû
Gutayf el-Huzelî şöyle demiştir: Abdullah b. Ömer (r.a.)'ın yanında idim,
öğleyin ezan okununca abdest aldı ve narnaz kıldı. İkindi vakti ezan okununca
(tekrar) abdest aldı. Sebebini sordum, şöyle dedi:
Resûlullah (s.a.)
"Kim abdestli olduğu halde tekrar
abdest alırsa, Allah o kimseye on iyilik sevabı yazar" diye buyurdu.[308]
Ebû Dâvûd der ki; bu,
Müsedded'in hadisidir. Tam olanı da budur.[309]
Allah Teâlâ'mn güzel
ameller karşılığında verdiği mükafata sevab denir. Bir güzel amele verilen en
az karşılıksa, on sevabtır. Bu 700 ve hatta daha fazla olabilir. Kulun ihlâsına
ve Cenab-ı Hakk'ın takdirine göre bu miktar değişir.
Ebû Davud'un beyânına
göre, Müsedded vasıtasıyla gelen bu hadis diğer ravi Muhammed İbn Yahya'nın rivayetinden
muhteva bakımından daha tamdır. Fakat aslında İbn Mâce'nin Muhammed İbn
Yahya'dan rivayet ettiği hadis Müsedded'inkinden de daha tamdır.[310]
1. Her zaman
için abdestli de olsa kişinin abdest tazelemesi mustehaptır. Bu hususta yolcu
ile yolcu olmayan arasında fark yoktur. Ulemânın çoğunluğu bu görüştedir. Ancak
Zahirî Mezhebine ve Şiîlere göre ise, mukîm olanlara her namaz için abdest
almak farzdır.
Bu hususta şu hadis-i
şerif delil olarak gösterilmektedir: "Resûl-i Ekrem (s.a".) Mekke'nin
fethine kadar her namaz için bir abdest alırdı. Fetih günü ise, bütün
namazlarını bir abdest ile kılınca Hz. Ömer bunun sebebini sordu:
"Ya Resulüllah bu
güne kadar hiç yapmadığınız bir iş yaptınız. Acaba bunu bile bile mi
yaptınız" dedi. Resul-i Ekrem (s.a.) de:
“ Evet, bile bile
yaptım" cevabını verdi.[311]
Bu görüş
reddedilmiştir. Çünkü Resul-i Ekrem (s.a.) önceki uygulamasını farz olduğu
için değil, sevab umarak öyle yapmıştı.[312]
63....Abdullah
b. Ömer'den demiştir ki, Nebî (s,a.)'e ehlî yabanî hayvanların uğrağı olan
suyun durumunu sordular.Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: "İki külle
miktarında olan su pislik tutmaz"[313]
Ebû Dâvüd dedi ki; Bu
Ibnu'l*Alâ'nın rivayet ettiği metindir, Osman b. Ebî Şeybe ve Hasan b. Ali, (Seneddeki
Muhammed b. Cafer yerine) "Muhammed b.Abbâdb. Cafer'den"diyerek
rivayet ettiler. Ebâ Dâvûd "doğrusu da budur" dedi.[314]
Bu hadis-i şerifin
gerek rivayet edilen metinleri ve gerekse se-netleri çeşitli blup birini
diğerine tercih etmek mümkün olmadığından manası ve hükmü üzerinde imamlar
arasında görüş ayrılıkları vardır.
İmam Malik, bir
kavlinde, İmam Ahmed ve Zahirîler, Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'nin rivayet ettiği:
"Su muhakkak ki
temizdir; onu hiç bir şey pislemez"[315]
Hadis-i şerifine bakarak; "Su az olsun çok olsun temizdir, ancak karışan
pislik suyun üç özelliğinden birini değiştirirse ancak o zaman (su) pis olur.
Çünkü bu konuda icmâ vardır" dediler.
Hanefî ve Şafîîlere
göre ise, bu durum, suyun çokluğuna ve azlığına göre değişir. Az suyu pislik
mutlaka murdar eder, çok su ise, renk.koku ve tat gibi üç özelliğinden biri
bozulmadıkça pislenmez. Ancak Hanefîlerle Şafiî-ler, çok suyun miktarını tayin
hususunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Şafiîlere göre, hecr
küpleriyle iki küp su, çok sudur. Hadîs-i şerifte geçen "külle" işte
bu küptür. İki kulle'yi ulemâ, S tulum olarak takdir etmişlerdir. Kimi de
"iki külle, 408'Htre eder** demiştir ki buna göre.bir kuüe
Hanefî mezhebinde ise,
çok su (Havz-ı Kebîr) yun miktarı hakkındaki görüşler şöyledir: Ebû Hanife'ye
göre bir tarafı dalgalandığı zaman bu dalga karşı tarafa erişemeyecek kadar
büyük olan göl, büyük, suyu çoktur. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise (10 x 10
arşın) boyutları olan gölün suyu çok, göl ise büyüktür. Daha azı ise, az su
(havz-ı sağır) dur.
Bir arşın
Ebû Hanife'den zahir
olan, rivayete göre, kullananın kanaati mühimdir. Avuçladığı zaman necasetin
suyun bir ucundan öbür ucuna erişemeyeceği kadar çok olduğuna hükmederse, su
çoktur. Yani havz-ı kebîr'dir. Yoksa su az, havuz küçüktür. Her insanın kanaat
belirtmesi mümkün olmayacağına göre 10 x 10 arşın görüşü Hanefî mezhebinde
ağırlık kazanmıştır.[316]
1. Yırtıcı
hayvanların artıkları pistir.
2. Yine bu
hayvanların sidikleri de pistir.
3. İki külle
miktarına ulaşan bir su, kokusu ve tadı değişmedikçe içine pislik düşmekle pis
olmaz. Fakat bunlardan biri değişirse, pis olur. imam Şafiî ile İmam Ahmed ve
Ebû Sevr bu görüştedirler. Ancak bu görüşün dayanağı olan mevzumuzu teşkil
eden hadis, senedi ve metin cihetiyle muzda-rib sayılarak tenkid edilmiştir.
4. Az olan
suyun içine herhangi bir pisliğin düşmesiyle -üç özelliğinden biri değişse de,
değişmese de- o su pis olur.
64....Abdullah
b. Ömer (r.a.)'in rivayet ettiğine göre, Resûl-i Ekrem (s.a.)'e çölde bulunan
suyun hükmünü sordular da Efendimiz cevaben yukarıdaki hadisi irad buyurdu.
65.
...Ubeydullah'dan, dedi ki; "Babam Abdullah b. Ömer bana Resûlullah'ın
şöyle buyurduğunu haber verdi: "Su iki kulleye ulaştığında pis olmaz.”[317]
Ebû Dâvûd, Mammâdb.
Zeyd (bu hadisi) Âsım'dan mevkuf olarak nakletti demiştir.[318]
Bu hadisin açıklaması
bu hadis içinde geçerlidir. Hadis-i şerif, "çok suyun 2 kulleden (yaklaşık
olarak
Hanefî âlimleri külle
hadisleri'ni muzdarib olmaları itibariyle delil olarak almamışlardır. Zira
İmam Ahnied ve Dârukutnî'nin iki veya üç külle şeklinde, İbn Mâce'nin
Sünen'inde İmam Şafiînin hocası Vekî'in de iki veya üç kulleye ulaştığında
Dârakutnî'nin diğer bir rivayetinde "su 48 kulleye ulaştığında necaset
taşımaz" gibi çeşitli rivayetlerin bulunması sebebiyle hadisi muzdarib
görüp delil olarak kabul etmemişlerdir. Bunun için de diğer hadislerden
istifade ederek durgun suların ölçüleri hakkında yukarıda beyân ettiğimiz görüş
ve ictihadlarda bulunmuşlardır. Şafiî, "bu hadis muzdarip de olsa, diğer
rivayetler arasında en sahih olanıdır" diyerek onunla amel etmiştir.[319]
66....Ebû
Sa'îd el-Hudrî (r.a.) den rivayet edilmiştir ki; Resû-İullah (s.a.)'e hayız
bezlerinin, köpek leşlerinin ve kokmuş nesnelerin atıldığı bir kuyu olan Buzâ'a
kuyusundan abdest alabilir miyiz? diye soruldu. Resûlullah (s.a.) "Su
temizdir, onu hiç bir şey pisletmez" buyurdu.[320]
Ebû Dâvûd dedi ki:
Bazı râvîler, senedde geçen Abdullah b. Rafı yerine Abdurrahman b. Râfî
demişlerdir.[321]
Zikri geçen Buzâ'a kuyusu
Medine'de meşhur bir kuyu idi.Bulunduğu yer, çevresinden oldukça alçak
olduğundan halkın çöplüklerini, köpek, leşlerini ve diğer pislikleri sel suları
sürükler getirir buraya doldururdu. Hatta kadınlar hayız bezlerini de
atarlardı. Bütün çevrenin suları bu çukurda kalan kuyuya aktığı için büyük bir
havuz teşkil edecek kadar da çok su birikirdi.
Tirmizî şârihi
Mubarekfûrî, bu hadis-i şerifle ilgili açıklamasında, bu sellerin aktığı yerin
bir kuyu olduğunu, yoksa Hidâye müellifi Merğınânî'-nin zannettiği gibi
bostanlar arasında akıp giden bir su olmadığını söylemiş ve eğer öyle olsaydı,
kuyu ismi verilmezdi, üstelik ağzının çapı da altı arşın idi, demiştir.
Bu hadisin getirdiği
hüküm ile kulleteyn (iki külle) hadisi'nin arasında bir çelişki var gibi ise de,
gerçekte hiç bir çelişki bulunmamaktadır. Muhtelif mezheb âlimleri zahirde var
gibi görülen bu çelişkinin giderilmesinde aşağıdaki te'villere baş
vurmuşlardır:
1. Maliki
ulemâsına göre yukanda da beyân edildiği gibi, az olsun çok olsun, akar olsun
durgun olsun vasıflarından birini kaybetmedikçe (necasetin eseri üzerinde
görülmedikçe) su pis olmaz. Binaenaleyh Buza'a Kuyusun-daki suyun evsâfı da
değişmediği için onun suyu temizdir.
2. Şafiî
ulemasına göre ise, durgun sular iki kulleyi aştığı takdirde pis olmaz.
"Buzâ'a Kuyusundaki sular bu miktarı aştığı için pis değildir"
3. Hanefüere
göre ise, Ebû Dâvûd Sarihlerinden Hattâbî ve İbn Res-lân'ın açıkladıkları gibi
Buzâ'a Kuyusu, bilinen mu'tad kuyulardan biri değil; Beni Sâîde bostanlarına
suyu akan bir pınardır. Buna göre Buzâ'a kuyusu, akan su hükmünde olduğundan ve
necaset eseri görülmediğinden bu kuyunun suyu temizdir.
Buna rağmen bazı
âlimler, böyle bir kuyu suyunun kullanılması insan tabiatı ve temizlik
kaideleriyle bağdaşmayacağından bu kuyuya gelen nesâcetlerin yine sel suları
ile akıp gittiğini, kalan suyun temiz bir su olduğu te'-viline gitmişler ve
Mâlikî ve Şâfîi ulemasının te'viüerinde zorlama görmüşlerdir.
Hadis-i şerifte geçen
"hayz bezlerinin, köpek leşlerinin atıldığı" tâbirlerine bakarak o
zaman müslümanların bu kuyuya bu pislikleri kendi elleriyle attıkları
sanılmamalıdır. Yukanda da işaret edildiği gibi, bu pislikleri oraya sel sulan
veya rüzgâr sürükleyip getiriyordu. Tabii ki, o zaman Medine münafıklarının da
böyle pislikleri buraya atabilecekleri düşünülebilirse de sulara ve ağaç
altlarına abdest bozmaktan nehyedilen müslümanların bu işi yapacakları prensip
olarak düşünülemez.[322]
1. Buza'a
kuyusunun suyu temizdir.
2. Su ister
az olsun, ister çok olsun vasıfları değişse bile içine bir pislik düşmesiyle
pislenmiş olmaz.
Hz. İbn Abbas ile Ebû
Hüreyre, Hasan Basrî, tbnü'l-Müseyyeb, İkri-me, İbn Ebi Leylâ, Sevrî, Davûd-u
Zahirî, Nebat, Câbir îbn Zeyd, Mâlik ve Gazâlî bu hadis-i şerifin zahirine
dayanarak, "Su ister az, ister çok olsun içine düşen bir şeyle pislenmiş
olmaz,. Vasıflarının değişip değişmemesi de
önemli değildir" demişlerdir. Oysa bir necasetle vasıflarından biri
değişen suyla taharet yapılamayacağına dair icmâ' vardır. îbn Ömer (r.a.) ile
Mücâ-hid, İshâk Ehl-i Beytten, el-Müeyyedbillâh, Ebû Tâlib, Nasır, Mezheb İmamlarından
imam Ahmed, Şafiî uleması ve Hanefî uleması ise; su kullanıldığı zaman içindeki
pisliğin de kullanılmış olacağı düşüncesinden hareket ederek ve aşağıdaki
hadis-i şeriflere dayanarak "İçine necaset düşen az su, vasıflan değişse
de değişmese de pis olur" demişlerdir.
"Herhangi biriniz
uykudan kalktığı zaman elini yıkılmadıkça (su) kab(ın)'a sokmasın, çünkü elinin
nereden geleceğini bilemez” (bk. 104 nolu hadis)
"Birinizin kabını
köpek yaladığı zaman İçindekini döksün. Sonra onu yedi defa yıkasın" (bk.
74 nolu hadis)
"Sakın hiç
biriniz durgun suya işemesin" (bk. 69 ve 70 nolu hadisler) "Müftüler
sana fetva verseler bile sen fetvayı kalbinden al."[323]
"Şüphe vereni bırak, şüphe vermeyene bak"[324]
"Su iki kütleye ulaşınca pis olmaz" (bk. 65 nolu hadis)
Bu görüşte olan
ulemâya göre bu hadis-i şerifler açıklamakta olduğumuz1 hadisin hükmünü tahsis
edmişlerdir.
Birinci görüşü
savunanlara göre ise ikinci görüşü savunanların dayandığı hadislerde kendi görüşlerini
destekleyen kesin bir ifâde yoktur.
67....Ebû
Sa'îd el-Hudrî'den rivayet edilmiştir, dedi ki: Resûlül-lah (s.a.)'e köpek
leşlerinin, hayız bezlerinin ve insan pisliklerinin atıldığı (bir kuyu olan) Buzaa
kuyusundan sana çekilen su hakkında ne dersiniz? diye sorulduğunu işittim.
Resûlullah (s.a.) de; "Muhakkak kî su temizdir ona hiç bir şey
pisleyemez" buyurdular.[325] Ebû
Dâvûd der ki: "Kutebye b. Said'i şöyle derken işittim: "Ben Bu-zâa
kuyusunun kayyimine (bekçisine) kuyunun derinliğini sordum; "Bu kuyuda su
en çok olduğu zaman insanın kasığına (kadar) çıkar*' Ben de azaldığı zamanki
halini sordum. "Bana avret mahallinin aşağısına kadar çıkar" diye
cevap verdi.
Ebû Dâvûd der ki:
"Ben Buzâa kuyusunu cübbemle ölçtüm. Onu kuyunun Üzerine serdim, sonra
çıkarıp ölçtüm de eninin altı arşın olduğunu gördüm. (Bir zira (arşın)
dirsekten orta parmağın ucuna kadar olan uzunluktur) Kapıyı açıp da beni
içeriye sokan kapıcıya, bu kuyunun eski kapısında bir değişiklik oldu mu? diye
sordum, "hayır" cevabını verdi. Kuyudaki suyun renginin bozuk
olduğunu gördüm."[326] [327]
Hadis-i şerifte geçen,
"avret mahalli” nden maksat, İbn
Reslan’a göre,"diz kapağt"dır. Kuyudaki suyun uzun zaman kuyuda
kalması ve içine ağaç yapraklarının düşerek çürümesiyle renginin bozulmuş,
olduğu düşünülebilir. Ancak uzun süre kalmaktan ve yosun bağlamaktan, içinde
yaprakların çürüyüp dağılarak rengini veya kokusunu bozmasından dolayı su
temizleyicilik vasfını kaybetmez. îbn Sîrin'in görüşü ile İmam Mâlik'den gelen
bir rivayet istisna edilirse, bu gibi sularla abdest alınabileceği hususunda
ittifak vardır.
Hanefî mezhebinde de,
yapraklar suyun incelik ve akıcılığını bozmadığı müddetçe böylesi su ile
abdest alınabilir. Suyun tabiatı denilen incelik ve akıcılığı bozulduğu
takdirde su, mukayyed su hükmüne geçeceğinden hadesten taharette kullanılamaz.[328]
1. Her ne
kadar bu hadis suyun içine necaset düştügünde suyun pis olmayacağına delâlet
etmekte ise de
böyle bir suyun pis
olacağına dair icmâ' ve hadisler vardır. (Bir önceki hadisin şerhine bakınız.)
2.
Pisliklerin topluma ve mahalle sakinlerine zarar vermeyecek uzak bir yerde
toplanmasında bir sakınca yoktur.
3. Kadınlar,
özel hallerinde kullandıkları, kullanılamayacak hale gelmiş bez parçalarını
atabilirler. Ama bunların herkesçe görülmeyecek bir yere bırakılması uygun
olur.
4. Meclis
olduğu kesinlikle bilinmediği takdirde kuyu ve pınar sulan kullanılabilirler.
5. Şüpheli
olan durumlarda, bilen bir kişi varsa, malûmat edinmek için soru
sorulabilir.Özellikle böyle bir titizlik abdest alınacak sular hakkında
gösterilmelidir.[329]
68....İbn
Abbâs’dan, şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.)'ın hanımlarından biri Cefne
denilen büyük bir kapta gusletti. Sonra da Resul-i JEkrem o kaptan abdest almak
veya gusletmek için gelince
"Ya Resulellah
ben cünüp idim" dedi.
Bunun üzerine
Resûlallah şöyle buyurdu:
"Su cünııp (pis) olmaz."[330] [331]
Hadis-i şerifte sözü
geçen hanımın, mü'minlerin annesi ve İbn Abbas'm teyzesi Meymûne (r.anhâ)
olduğunu Dârakutnî haber vermekte ve bu hadisi şöyle rivayet etmektedir:
"İbn Abbas teyzesi Mey-mûne'nin şöyle dediğini nakleder: Cünuptüm, bir
kapta yıkandım, biraz su artırmıştım. Hz. Peygamber geldi, yıkanmak istedi de:
"Yâ Resûlallah ben o sudan yıkanmıştım" dedim. Peygamber (s.a.) de
"Su cümıp olmaz” dedi ve o sudan gusletti. Ayrıca bu hadisi İbn Mâce de
rivayet etmiştir.[332]
"Cefne'de
yıkandım" sözü, "cefneden su alarak yıkandım" anlamına
gelmektedir. Meymûne (r.a.) cefnedeki su ile yıkandığı için elinin girip çıkmasından
dolayı suyun pis olduğunu zannederek, Resûlullah'a durumu haber vermiş, bunun
üzerine de Resûl-i Ekrem "Su cünup olmaz" buyurmuşlardır. Bilindiği
gibi cünuplük manevî pislik olduğundan maddi pislikle kıyas edilemez. Cünup
olan bir organın dokunduğu su pis olmaz. Resul-i Zişan Efendimizin bu sözüyle
açıklamak istediği husus budur.
Cünup, uzak demektir.
Nitekim memleketinden uzak kalan kimselere de "cünup" denir. Gusl
icâbeden kişiye cünup denilmesinin sebebi, namazdan, Kur'ân okumaktan ve
mescidlerden uzak kalmak durumunda olduğundandır.
Hadis-i şerifteki
"su cünup olmaz" sözüyle "su pis olmaz" demek istendiğinden
terceme de bunu da göstermeye çalıştık.
Nihâye'de îbn
Abbâs'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte: "Dört şey cünup olmaz:
İnsan, toprak, elbise, su" buyurulmuştur.[333]
Binaenaleyh insan cenabet halinde de pis olm az, onunla musâfaha edenin eli
pislenmez, artığı pis olmaz. Toprak da Üzerinde bir cünup yıkanmakla pis olmaz.
Cü-nup bir kimsenin terinden ıslanmakla elbise ve üzerinde cünubun
yıkanma-sıyla da toprak pis olmaz. Ayrıca Meymûne (r.a.) validemizin
Resûluİlah'ın sünnetine uyarak elini kaba sokmadan yıkamış olduğu muhakkaktır. Eliyle
su alarak yıkanmış olması da mümkündür. Bu durumda cünub olan kişinin elini
kaba batırarak kaptan su alıp ellerini dışarıda yıkaması suyu pislemez.
Dolayısıyla kaptaki su müstamel olmaz. Fakat elini dışanda,temizlemeden,
cenabetten temizlenmek maksadıyla kaba soksaydı, suyun sadece eline temas eden
kısmı müstamel (kullanılmış) su olur ve temizleyicilik vasfını kaybederdi.
Fakat bu durumda da suyun yarıdan fazlası tahir ve mutahhir (temizleyici)
olduğundan suyun temizleyicilik vasfı yine kaybolmazdı.
Her ne kadar, daha
sonra gelecek olan Humeyd Hadisinde, kadının artığı ile gusül yapılamayacağı
bir mânâ sezilirse de aslında hadiste açıkça böyle bir mânâ yoktur. Buna göre
Humeyd Hadisindeki hüküm "evlâ olan yıkanılmamasıdır" şeklinde te'vil
edilerek, Humeyd hadisiyle mevzumuzu teşkil eden hadis arasındaki zahirî tearuz
giderilmiştir.[334]
1. Kadının
guslünden arta kalan su temizdir. DolayısıyIa cünup olan kişi gusul âdâbma riâyet ederek yıkanan bir
kimseden arta kalan suyla gusledebilir,İmam Ebû Hanife, imam Mâlik ve Şafiî ile
cumhuru ulemâ bu görüştedirler.
2. İnsanın cenâbetliği hakiki bir necaset değil, hükmî
bir necasettir.
3. Abdest ve
gusülde kullanılan su temiz ve temizleyicidir, imam Mâlik ile Nehâ'î, Hasan Basri
ve İmam Sevrî bu görüştedirler. Fakat abdest ya da gusülde kullanılmış olan
suyun temizleyicilik vasfının kalmadığına hükmeden fıkıh ulemâsı, Hz.
Meymûne'nin bu suyun içine girerek yıkanmadığını, suyu kaptan alıp dışanda
yıkandığını ve Hz. Peygamber'in yıkandığı artık suyun kullanılmış su olmadığını
söyleyerek bu gjörüşe itiraz etmişlerdir.[335]
36. Durgun
Suya Küçük Abdest Bozmak
69....Ebû
Hüreyre (r.a.) Resûlullah (s.a.)'in şöyle buyurduğunu haber verdi.
"Sîzden biriniz
sakın durgun suya abdest bozmasın, (ola ki) biraz sonra ondan gusleder”[336]
70....Ebû
Hureyre (r.a.) Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur, dedi:
"Sakın sizden
biriniz durgun suya küçük abdest bozmasın, ve cünuplükten dolayı ondan
gusletmesin!'[337] [338]
Hadis-i şerifte geçen
"küçük abdest bozmasın" ifadesiyle durgun suya bevletmenin
yasaklanmasının sebebi, o suya abdest almak veya gusl etmek için ihtiyaç
iduyulacağındandır.
Görüldüğü gibi hadis-i
şerifte hem suya bevletıhekten, hem de o suyla yıkanmaktan ayrı ayrı nehy
vardır. Zira,
a. 65
numaralı hadis-i şerifin açıklamasında da geçtiği gibi, durgun sular az olduğu
zaman içine düşen necasetle pis olur:
b. İnsanların
istifade edebilecekleri herhangi bir yere bevletmek yasaklanmıştır.[339]
Binaenaleyh suya bevletme ile suçja yıkanma birbirinden farklı şeylerdir. Az
olan su içerisine bevledilmekle pis olduğu gibi abdest veya gu-sülde
kullanılmakla da müstamel olur.
Hanefî Mezhebinde
sahih olan görüşe göre müstamel (kullanılmış) su temizdir. Temizleyici
değildir. Yani bu sudan üzerimize bir sıçrama olursa Üzerimiz pislenmez. Fakat
bu su ite ne abdest alınır ne de gusledilir.
Fukahâmn beyânına göre
müstamel su, insanın üzerine sıçradığında vesveseye sebebiyet verir. Bu yüzden
sıçratmamaya dikkat edilmelidir.[340]
1. Hadis-i şerif
havz-ı k6bir olmayan durgun suya bevl etmenin haram olduğuna delâlet
etmektedir. Lâkin daha Önce 63 no'lu hadiste ve onu takib eden hadislerde beyân
edildiği üzere havz-ı kebîrolan sulara bevletmek o suları pisletmez. Büyük
abdestin hukmu de küçük abdest gibidir. Lâkin evlâ olan çok suya da
bevletmekten sakınmaktır. Bu mevzuda İmam
Nevevt şöyle der;
a. Akan çok
su içinde küçük abdest bozmak, haram değildir. Çünkü yasak, durgun suya attir.
Fakat akan ve çok olan su içinde küçük
abdest bozmaktan sakınmak daha iyidir.
b. Akan su
az ise, Şâfiîlerden bir cemaate göre içinde işemek mekruhtur. Fakat muhtar
kavle göre haramdır. Çünkü Şafiî ve başka müctehidlerin mezheblerine göre o su
necis olmuş olur, kirletilmiş olur. Başka adamlar o suyu temiz sanarak
kullanabilir ve aldanmış olabilirler.
c. Eğer su
durgun ve çok ise Safîlere göre içinde işemek mekruhtur, haram değildir. Haram
sayılması da tamamen isabetsiz değildir...Çünkü muhakkak âlimlere ve
usûlcülerin ekserisine göre yasaklama haram kılınmayı gerektirir. Aynca
yasaklama nedeni olan kirletme burada da mevcuttur. Yasaklamanın diğer sebebi
olan pislenme'ye gelince; eğer işeme ile bu suyun evsafı değişmiş ise, necis
sayılması, icmâ' ile sabittir. Ebû Hanife ve ona muvafakat eden âlimlere göre
bir tarafı hareketlendirildiği takdirde karşı tarafında da hareket görülen su,
içine necasetin düşmesi ile pis olmuş olur.
d. Durgun ve
az su içinde abdest bozmaya gelince, Şâfîüerden bir cemaate göre mekruhtur.
Fakat doğru ve muhtar olan kavle göre haramdır. Çünkü, böylesi suya karışan
sidik, onu necis eder, kullanılmaz hâle getirmekle mâ (su) olmaktan çıkarır,
bilmeden başkasının onu kullanıp aldanmasına sebep olur.
Âlimler demişler ki
suda büyük abdest bozmak küçük abdest bozmak gibidir; hattâ daha çirkindir. Bîr
kab içinde abdest bozup onu su içine dökmenin hükmü de su içinde abdest bozmak
gibidir. Keza bir su kenarında küçük abdest bozmak suretiyle sidiğin akıp suya
karışmasına sebebiyet vermenin hükmü de aynıdır. Bütün bunlar mezmum, çirkin ve
yasaklanmış fiillerdir.
Hatta âlimler, su
yollarında ve suya yakın yerlerde suya kanşmasa bile abdest bozmayı mekruh
görmüşlerdir.[341]
2. Az suyun
içine girerek yıkanmak yasaktır.
3. Az otsun
çok olsun durgun suyun kirletilmemesi, çevre sağlığı bakımından oldukça önemlidir.[342]
37. Köpeğin Artığı
İle Abdest Almak
71....Ebu
Hureyre (r.a.)fden rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.) şöyle
buyurmuştur: "Sizden birinin kabını
köpek yaladığı zaman onun temizlenmesi, (birincisi toprakla olmak şartıyla)
yedi kere yıkanmasıdır”.
Ebû Dâvûd dedi ki:
"Bu hadisi "birincisi toprakla olmak" ilâvesiyle Eyyûb ve Habtb
b. Şehid, Muhammenden rivayet etmişlerdir."[343]
“Vüluğ” köpeğin
dilinin kenarıyla su içmesi anlamındadır.Bu mevzuda farkh akı rivâyet vardır,
rititün btf rivayetler şu dört hususu ihtiva etmektedir:
1. Birinci
yıkayışta toprakla ovunuz.
2. Yedincisinde,
toprakla ovuverirseniz de caizdir. Ancak birincide toprakla ovmanız daha
iyidir.
3. Bu
yıkayışların herhangi birisinde toprakla ovmanız yeterlidir.
4. Sekizincide
toprakla ovunuz.
Menhel yazan bu
rivayetlerin arasını şöyle birleştirmiştir:
"Birinci yıkayışı
toprakla yapmak en iyi ve en mükemmel olanıdır.Yedinciyi toprakla yıkamak en iyisi
olmamakla beraber caizdir. Geriye kalan yıkayışların herhangi birini toprakla
yapmak da yeterlidir.”
Nevevî,
"Sekizincide toprakla ovun" rivayeti bizim(şâfîilerin) ve aynı
zamanda cumhurun mezhebidir. Zira hadisten murad, kabı yedi defa yıkayın ama bunların
birinde suyla toprağı karıştırarak yıkayın, demektir. Bu bakımdan toprak su
yerine geçmiş ve ona sekizinci yıkama denmiştir" görüşündedir.[344]
Lâkin îbn Dakiki'1-lyd
buna itiraz ederek, "Sekizinci yıkayışı toprağa bulayarak yapınız"
emri bu hususta herhangi bir te 'vile imkân vermeyecek kadar açıktır. Eğer ilk
yıkayış toprakla olmuşsa sekizinci yıkayış da su ile olmuştur" demektedir.
Bazıları
"Hanefüerle Mâlikfler bu hadisin zahirine muhalefet ederek toprakla
yıkamaya itiraz etmekte fakat yedi kere yıkamayı kabul etmektedirler"
demişlerse de, kendilerine şu cevap verilmiştir: "Toprakla sürtmek imam
Mâ-lik'in rivayetinde yoktur. Fakat yedi kere yıkamak ona göre mendubtur. Çünkü
İmam Mâlik'e göre köpek pis değildir."
Mâliklerden bazılarına
göre, çoban ve av köpeklerinin yaladığı kabı yıkamak gerekmez. Ancak
beslenmesine izin verilmeyen köpeklerin yaladığı kabı yıkamak menduptur.
Mâlikîlerden bazılanda
"kuduz köpeğin yaladığı kap yıkanır, diğerleri yıkanmaz" derler.
Hanefîlere göre ise,
kabı yedi kere yıkamak ve toprakla ovmak icabet-mez. Ebu Cafer "et-Tahâvî,
Hanefîlerin bu konudaki görüşünü şöyle özetlemiştir: "Köpek ağzını kabın
içine sokarsa o kabı hemen dök, sonra üç kere yıka"[345]
hadisini de Hz. Ebu Hüreyre rivayet etmiştir. Yedi defa yıkamanın vücubu bu
hadisle kaldırılmıştır. Çünkü yedi defa lâfzını daJEbû Hurey-re rivayet
etmiştir. Hiç bir sahâbinin Efendimizden işittiğinin tersine amel etmesi veya
fetva vermesi helâl olmaz. Demek ki, ikinci hadis birincinin hükmünü
kaldırdığından ikinciyle amel etmiştir. Ebû Hureyre'den rivayet eden râviler
için bu hadis haber-i âhad obuası bakımından zayıf sayılabilirse de haberi
bizzat Resûlullah (s.a.)'dan işiten Ebû Hureyre (r.a.) için zayıflık mevzuu
bahs değildir. Zaten onunla amel etmiştir.[346]
1. Köpek
pistir. Çünkü salyasının pis olduğu kabul edilince, salyanın çıktığı bedenin
de pis olduğunu kabul etmek gerekir ki cumhurun görüşü de budur.
2.
Maliklerin köpeğin temiz olduğuna dair delili bu hadis değil, "Avcı
hayvanların size tutuverdiklerinden de yeyin"[347] mealindeki âyet-i kerîmedir.
"Mademki onların
tuttukları av temizdir, öyleyse köpeklerin avlar üzerine akıttıkları salyaları
ve dolayısıyla kendileri de temizdir" diyorlar. Bir de Buhârî'deki Hz.
Peygamber zamanında köpeklerin mescide serbestçe girip çıktığım ifâde eden
hadisi delil getiriyorlar.
Halbuki âyette köpeğin
yaladığı hayvanın helal kılınması, köpeğin av Üzerine akan salyasının da temiz
olmasını ve yıkanmamasını gerektirmez. Salyanın pisliği ve yıkanması
gerektiği, temizlikle ilgili umûmî hükümler içerisinde ifâde edilmiştir. Avı
yıkamanın gerekmediği kabul edilse bile, bu, avlara ait özel bir durum
olabilir. Köpeğin mescide girmesi de onun temizliğine delâlet etmez. Hafız İbn
Hacer bunun, İslâm'ın ilk günlerinde böyle olduğu: mı, sonra köpeklere
kapıların kapatıldığını söylüyor.
3. Köpeğin
yaladığı şey pistir.
4. Köpeğin
yaladığı şeyi yedi kere veya üç kere yıkamak vaciptir. Kuduz mikrobunu
öldürmekte en te'sirli ilâcın, onun bulunduğu yeri toprak ve su karışımıyla
sürtmek olduğundan[348] hadis-i şerifte geçen köpeğin bandığı kabı
su ve toprakla ovmak emrine uymak tıbbî yönden daha ihtiyatlıdır.
5. Pisliğin
içine düşdüğü kabın içindeki sıvı ise, pislik olduğu yerde kalmaz, hepsim
kirletir.
72....İki ayrı
senedle, aynı mânâda Ebû Hureyre'den mevkuf olarak bir hadis daha
nakledilmiştir. Ancak onda Ebû Hureyre: "Kedinin su İçtiği kap bir kez
yıkanır" cümlesini ilâve etmiştir.[349] [350]
1. Bu hadis
bir kedinin su içtiği kabın yıkanmasını em-retmektedir. Ancak bu, kedinin
salyasının pis olduğundan değil, sadece temizliğe riâyet içindir. Nitekim 75
numaralı hadis-i şerif de buna delâlet etmektedir.
2. Hanefîler
bu hadisle yabanî kır kedisinin artığının, sütünün ve salyasının pis olduğuna
hükmetmişlerdir. Çünkü bu kediler dağlarda pis etlerle beslendiklerinden, pis
etlerden meydana gelen salya ve sütün de pis olacağı tabiidir. (Bu konu 75
numaralı hadisin şerhinde ele alınacaktır).
73....Ebû
Hureyre (r.a.) hazretlerinden rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.) şöyle
buyurmuştur: "Köpek bir kaba bandığı zaman yedincisi toprakla (olmak
şartıyle) onu yedi kere yıkayınız.”
Ebû Dâvûd; "bu
hadisi Ebû Salih, Ebû Rezîn, el-A 'rac ve Sabit el~Ahneft Hemmâm b. Münebbih ve
Ebu's-Sûddî Abdurrahman Ebû Hureyre'dert rivayet ettiler ama topraktan
bahsetmediler" dedi.
Bu hadisin hükümleri,
yukarıdaki hadiste verildiği gibidir.
74....Abdullah
b. Muğaffel'den, dedi ki; Resûlullah (s.a.) köpeklerin öldürülmesini emretti.
Sonra da "Bu insanlara ne oluyor ki (bütün) köpekleri öldürüyorlar?"
buyurdu. Koyun ve av köpeğinin öl-dürülmemesine ruhsat verdi. Sonra şöyle
buyurdu: "Köpek bir kabı yaladığı zaman onu yedi kez (su ile) yıkayın,
sekizincide toprakla ovuşturun!"[351]
Ebû Dâvâd dedi ki:
"îbn Muğaffel böyle dedi."[352]
Köpeklerin
öldürülmesinin sebebi Müslim'de şöyle açıklanmıştır:”Cebrâil (aleyhisselam)
Resulüllah (s.a.) ile belli bir saatte buluşmak üzere sözleşmişti. Saat
geldiği halde Cibril gelmedi. Resûlullah (s.a.) in elinde bir sopa vardı, onu
elinden bıraktı ve: "Ne Allah vadini bozar, ne de Resulleri" dedi.
Sonra bakındı, bir de ne görsün sedirin altında bir köpek eniği!
“Ya Âlşe; bu köpek
boraya ne zaman girdi?" diye sordu. Âişe;
"Vallahi
bilmiyorum, dedi. Derhal köpek çıkarıldı. Ve hemen arkasından Cibril geldi.
Resûlullah (sallallahü aleyhi vesselem)
“Benimle sözleştin,
ben seni bekledim. Ama gelmedin" dedi. Bunun üzerine Cibril:
“Bana senin evindeki
köpek mani oldu. Biz içinde köpek ve resim bulunan eve girmeyiz" dedi.
Resûlullah ogün sabah
olur olmaz köpeklerin öldürülmesini emir buyurdu. Hatta küçük bahçe köpeğini
öldürüp, büyük bahçe köpeğini bırakıyordu.[353]
Bunun sebebi "o
zamanki halkın, gönlünü köpek besteme sevdasına kaptırmağıdır" diyenler de
vardır. Fakat hadis-i şerifte belirtildiği gibi, daha sonra bu köpekleri
öldürme emri yürürlükten kaldırıldı. Ancak bu emir siyah ve yırtıcı köpekler
için geçerli oldu. Ulemânın bir kısmı bu görüştedir, ulemânın ekserisi ile
Îmam-Mâük ve taraftarları ise, "Beş şey vardır ki Haremi Şerifde de
öldürtilebilir" mealindeki 1846-1848.hadis-i şeriflere dayanarak
beslenmelerine izin verilen çoban, av ve ziraat köpekleri dışında bütün
köpeklerin öldürüleceğine hükmetmişlerdir. Yırtıcı köpeklerin öldürülmeleri
günümüzde de görülen bir hâdisdir. Bu sebeble yırtıcı köpeklerin öldürülmelerine
itiraz söz konusu değilse de siyah köpeklerin Öldürülmesindeki hikmeti soranlar
her yerde bulunmaktadır.
İbn Kuteybe konuyu
şöyle açıklamaktadır: "Çünkü köpeklerin alaca-sız siyah olanları, insanlara
en zararlı olanı ve en ısırganıdır. Köpekler de diğerlerinden ziyâde onlara
saldırırlar. Bununla beraber o faydası en az olan ve bekçiliği en kötü olandır.
Avlamaktan en uzak (kabiliyetsiz) olan ve en çok uyuklayan da odur. [354]
Hz. Peygamber
"Siyah köpek şeytandır" (bk. 702 nolu hadis) beyânı ile siyah
köpeğin, köpeklerin en kötüsü olduğunu ifade etmek istemiştir. Tıpkı, "O
azgın şeytandan başka bir şey dejildir", "O ancak parçalayıcı bir
ars-landır", "o parçalayıcı bir kurttur" denildiği gibi... Bu sözler
ile sadece o kimsenin bunlara benzediği kast edilir.[355]
Resûlullah'ın
Medine'nin köpeklerini öldürtmeğine gelince bunda onun, "Eğer köpekler
ümmetlerden bir ümmet olmasaydı onların öldürülmelerini emrederdim."[356]
beyânını nakz edecek bir şey yoktur. Çünkü Medine onun zamanında, meleğin vahy
indirdiği yer idi. Rahmet melekleri ise, içinde köpek veya resim bulunan eve
girmediğinden, Medine'de evlerde köpek beslemek yasaklandı. Bu yasağa aldırış
etmeyerek köpek besleyen kimseler de evleri rahmet meleklerinden mahrum kalmak
suretiyle cezalandırıldı. Ancak Azrail aleyhisselam ve Hafaza Melekleri ise,
her eve girerler.
Ulema metinde gecen
"Köpeklerden banlara ne?" sözünden, "niçin evlerinde köpek
besliyorlar?" manasım çıkararak ihtiyaç olmaksızın sadece zevk için köpek
beslemenin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Fakat ihtiyaç duyulduğu zaman
köpek beslemekte bir sakınca görmemişlerdir.
Avcılık için,
hayvanları ve ekinleri beklemek için köpek bir ihtiyaçtır. Binaenaleyh bu
durumlarda köpek beslemek caizse de, tâlim için ve evleri beklemek için
beslemekte ihtilâf vardır. Bu hususta mezheblerin görüşü şöyledir:
1. Şâfıî
ulemâsından Nevevî şöyle demektedir: Bizim mezhebimize göre, ihtiyaç yokken
köpek edinmek haramdır. Ama av, ziraat ve hayvan muhafazası gibi işler için
köpek edinilmesi caizdir. Evleri, sokakları ve bunlara benzer yerleri muhafaza
için köpek edinilip edinilemeyeccği hususunda iki görüş vardır. Birinci veçhe
göre caiz değildir. Çünkü hadislerin zahirleri ziraat, av ve çoban köpeğinden
maadasını sarahaten yasak etmektedir. Esah olan görüşe göre, bu üç nevi köpeğe
kıyas edilerek diğerlerini edinmek de caizdir. Acaba köpek yavrusu edinerek av,
ziraat ve hayvan muhafazası hususlarında eğiterek yetiştirmek caiz midir? Bu
meselede de iki görüş vardır. Doğru olanı ise caiz oluşudur.
2.
Mâükîlerden bazıları, edinilmesi câlz olan köpeğin hangi köpek olduğuna bu
hadisi delil getirmişlerdin Binaenaleyh çoban köpeği, av köpeği ve ekinleri
bekleyen köpeğin beslenmesinde bir sakınca yoktur, demişlerdir. Aynı zamanda bu
cins köpeklerin temiz oldukları görüşünü de benimsemişlerdir.
3. Hanefî
mezhebinden Kemaleddin Îbnu'l-Hümüm, Fethü'l-Kadîr adlı eserinde, "köpeği
av, yahut hayvan, ev ve ziraat muhafazası için edinmek icma ile caizdir. Lâkin
hırsız, yahut düşman korkusu olmadıkça onu eve sokmamalıdır" demektedir.[357]
1. Hadis'i
şerif Allahu Teâlâ'nın kullarına lutüf ve mer-hametle muamele ettiğine bir
delildir. Çünkü Resulünün diliyle ihtiyaç duydukları av köpeğine, çoban
köpeğine ve ekin bekleyen köpeğe izin verdi de melâikenin eve girmesine mâni
olan ve insanları korkutan köpeklerin beslenmesini, aynı zamanda insanların
sevabını da azaltacağı için yasakladı.
2. Köpek
taşıma, bir gayeye matuf olduğundan, insanların menfaatına olmayan, süs köpeği
ve faydasız bütün köpeklerin taşınması yasaktır.[358]
75....Ka'b
b. Mâlik'in kızı Kebşe'den rivayet edilmiştir: Kebşe, Ebû Katâde'nin oğlunun
nikâhlısı iken Ebû Katâde onun yanına geldi ve (gelin) Kebşe de O'na abdest suyu
getirdi. Hemen bir kedi gelip o sudan içmeye başlayınca, Ebû Katâde kabı eğdi
ve kedi suyu içip bitirdi. Kebşe dedi ki; Ebû Katâde, benim kendisine
baktığımı görlince, "Ey kardeşimin kızı, acâib mi buldun?" dedi.
"Evet" dedim. O da: Rasulüllah (s.a.), "Kedi pis değildir. Çünkü
o devamlı olarak etrafınızda dolaşan hayvanlardandır" buyurdu, dedi.[359] [360]
Buradaki "Ey
kardeşimin km" sözünden Kebşe'nin Ebû Kebşe’ nin Ebu Kadate o!dUğu manası
çıkanlmanuhdır. Çünkü araplar arasında her hangi bir kimseye "Ey
kardeşimin oğlu", "yeğen, emmioğhı" v.s. diye çağırtnakk bir
âdettir. Islâmî gelenekte de bu şekilde hitab caizdir. Zira bütün mü'minler
kardeştirler. Bu hadis-i şerif hakkında Tirmia "hasen-sahîh"
demiştir.
Bu hadis-i şerife göre
kedinin ağzı ve artığı temizdir. İmam Mâlik Şafiî, Ahmed, Ishâk ve Sahâbe-i
kiram'm ekserisinin görüşü budur. Ancak Ebû Hanife ve taraftarlarının görüşü
ise, şöyledir: Ev kedisi devamlı etrafımızda dolaştığı için onun pisliğinden
insanların korunması imkansızdır. Bu yüzden şeriat onu temiz saymıştır. Bu
bakımdan ev kedisinin ağzı ve artığı temizdir. Binaenaleyh İmam A'zam ve
Muhammed'e göre; "başka bir su varken kedinin artığım kullanmak tenzihen
mekruhtur, Başka su yoksa, bu kerahet kalkar." Gerçekten de kedi ağzını
pislikten korumaz. Bu husus aynen sabahleyin kalkan kimsenin gece elinin
pislenmesi ihtimalinden dolayı elini yıkamadan kabuı içine sokmasının
yasaklanmasına benzer. Bu açıdan bakılırsa, kedinin artığı tenzihen mekruhtur.
Fakat kedinin bir pisliği yaladığı görülerek ağzının pisliği kesin olarak
bilinirse artığının da pisliğine; fakat su içerek ağzım temizlediği de kesin
olarak bilinirse, artığının temizliğine hükmedilir. İşte Hz. Peygamberin
kedinin artığından abdest aldığım İfâde eden hadisler de bu manaya
hamledilmiştir.
Diğer bir rivayete
göre kedinin eti pis olduğundan dolayı artığı mekruhtur. Bu açıdan bakılınca
da kerahet-i tahrimiye ile mekruhtur. Fakat bu hususta en kuvvetli görüş
tenzihen mekruh olduğudur.
Kedilerden sakınmak
imkânsız olduğundan İslâmiyet bunları pis saymamıştır. Bu aynen, başkalarına
hiç bir zaman izin istemeden evlere girmek caiz olmadığı halde her zaman evde
bulunduklarından dolayı üç vaktin dışında evin baliğ olmamış çocuklarına ve
hizmetçilerine izinsiz olarak evlere girme ruhsatının verilmesine benzer.
Binaenaleyh bu hadis-i şerifte her ne kadar kedilerin arttığının temizliği
belirtilmişse de temiz su varken kullanılmamalıdır.
Eğer kedinin su içip
ağzının temizlendiği görülürse, artık o kedinin artı-ğı temizdir. Hadiste ifade
edilen kedinin içmesi için kabın eğilmesi hâdisesi- , nin sebebi budur. Bu
durumda, o suyu kullanmakta kerahet yoktur. Çünkü kedinin ağzının pis olması ihtimali
kalmamıştır. Fakat ağzının pislendiği ke- i sinlikle bilindiği zaman, artığının
da kesinlikle pisliğine hükmedilir.[361]
1. Kişi
bilmedigmi bir bilene sormalıdır.
2. Zararsız
olan hayvanlara merhametli davranılmalıdır.Zararlı olan hayvanlara işkence
çektirmeden öldürülmesine cevaz verilmistir.
3. Kedinin
artığı temizdir.
76....Dâvûd
b. Salih annesinden rivayetle dedi ki; Birgün eski hanımefendim benimle Âişe
(r.a.)'ye keşkek gönderdi. O'nu namazda buldum. Bana, elimdekini yere koymamı
işaret etti. (Koydum) ve birden bire bir kedi geldi keşkek'ten bir parça yedi.
Âişe (r.a.) namazı bitirince, kedinin yemiş olduğu yerden yemeye başladı
ve:"Rasûlul-lah (s.a.): "Kedi pis değildir. O ancak sizin etrafınızda
dolaşan hayvanlardandır" buyurmuştur. Ben Resulüllah'ı (s.a.) kedi
artığıyla abdest alırken de gördüm"[362]
dedi.[363]
Hadis-i şerifte geçen
"herîse" ttirkçede keşkek denilen, döğülmüş etle buğdaydan yapılan
bir yemektir.Ümmü Dâvûd' un ismi kitablarda açıkça zikredilmemiştir. Ancak
Zehebî Mizanü'l-İ'tidâl'da şu kadarcık bir malumat vermektedir:
"Bu hanımın ismi
açıklanmamış olup Dâvûd b. Salih et-Temmâr'ın an-nesidir. Kendisini Hz. Âişe'ye
gönderen de onu hürriyetine kavuşturan ha-nımefendisidir."
Hz. Âişe validemizin,
kedinin yediği yerden yemesi, kedinin artığının yenilebileceğini göstermek, bu
hususta dinin hükmünü açıkça bil-fül ortaya koyarak onun yayılıp bilinmesine
hizmet etmek gayretinden ileri gelmektedir. Eğer kedinin ağzının değdiği yeri
atsa ve yemeseydi, kedinin artığı pis zannedilecekti.
Hz. Âişe validemizin
namazda işaret etmesi hususu ise, namaz içinde yapılıp da "amel-i
kesir" derecesine varmayan küçük hareketlerin namazı bozmadığının
işaretidir.
Bilindiği gibi
"amel-i kesîr" çok iş, "amel-i kalîl"de "az iş"
anlamına gelir. Amel-i kesir namazı bozar; amel-i kalil (az iş) ise, bozmaz.
Amel-i kesîr; namaz kılan
şahsın dışarıdan bakan kimselere namazda olmadığı kanaatini verecek derecede
namazla ilgisi bulunmayan işlerle meşgul olmasıdır. Amel-i kesirin en güzel
tarifi budur.[364]
Amel-İ kalil: Bu
dereceye varmayan ve namazla ilgili olmayan fiil ve hareketlerdir.
Abdesti bozulan şahsın
abdestini yenilemek, namaz kılmaya devam edemeyen bir imamın yerini almak,
salat-i havf (korku namazın)da saf değiştirmek için yapılan fiil ve hareketler
amel-i kesîr sayılmazlar.
Namaz kılarken düşen
fesi başa koymak da amel-i kesir değildir. Peş peşe yapılan üç hareket amel-i
kesir, bundan daha az hareket amel-i kalil-dir. Özür yokken peş peşe üç adım
yürünmesi, namaz kılan emzikli bir kadının bir çocuk tarafından emilmesi ve
kadından süt gelmesi, bir elle yapılması lâzım gelen işin iki elle yapılması
amel-i kesirdir. Namaz kılanın keyfî olarak yaptığı iş amel-i kesir; mecbur
olarak yaptığı iş ise, amel-i kalildir. Namaz kılan bir kimsenin elbisesini ve
seccadesini düzeltmesi, bir yerini kaşıması, kendini rahatsız eden bir sineği
defetmesi amel-i kesir değildir.
Bazı haller namaz
kılan şahsın takdirine bağlıdır. Bu şahıs yaptığı bir işin amel-i kesir
olduğuna kanaat getirirse o iş amel-i kesirdir; aksi halde değildir.[365]
1. İnsanlar
arasında hediyeleşmek caizdir.
2. Namaz
küan kimsenin, namaz esnasında eliyle, gözüyle ve başıyla işarette bulunması
caizdir.
3. Kedi ve
artığı temizdir. Onu içmek ve ondan abdest almak mekruh değildir. (Bu hususta
mezheb imamlarının görüşleri bir önceki hadis-i şerifin izahında verilmiştir.)
4. Bazı
âlimler bu hadisden, evde kedi besleyip terbiye etmenin müste-hab olduğu
hükmünü çıkarmışlardır.[366] [367]
39.
Kadının Abdest Suyu Artığı İle Abdest Almak
77.... Âişe
(r.anha)dan, şöyle demiştir; "Ben ve Resûlullah (s.a.)cünup iken aynı kaptan
guslederdik" [368] [369]
İslâm, kadınlan
erkeklerin bir parçası olarak görmüş, cenneti annenin ayaklan altına sermiş,
kadını mübarek ve saygıya lâyık bir varlık bilmiş, onu, kadınlığına uygun bütün
haklan bahşederek mukaddes bir varlık kılmıştır.
Kadınlığın tarihde
çeşitli dönemlerde uğradığı haksızlık ve hakareti bilmeyenler belki şu hadis-i
şerifte, kadının abdest aldığı kaptan arta kalan suyun temizliğinin
zikredilişindeki önemi kavrayamazlar. Bu bakımdan eski dinlerde ve devirlerde
kadına ait düşünce ve telakkilerden bazı örnekler sunmak faydalı olacaktır.
Romalılarda kadının
hukukî ehliyeti yoktu. Tanrılarını memnun etmek için her sene kadın ve
kızlarını kurban eden eski Hindlilere göre, "acıya, sabır, rüzgâr, ölüm,
ateş, zehir, haşerat ve cehnenem, kadından daha kötü değillerdir."
Tevratta şöyle
yazılıdır; "Kadın ölümden acıdır. Allah nezdinde iyi kimse kadından
kurtulandır."
Hıristiyanlarda; İlk
hıristiyan din adamları Roma toplumundaki yaygın fuhuş ve rezalete bakarak
bütün bunlardan sorumlu kişinin kadın olduğuna hükmettiler. Kadının (pis
olduğuna) ve ondan uzaklaşılması lâzım geldiğine ve bekârlığın Allah yanında
evlilikten daha şerefli olduğuna karar
verdiler.
İslâmiyet bütün bâtıl
fikirleri kökünden yıkarak hakkı ve Fıakikati kafalara yerleştirdiği halde
İngiliz kanunları daha 1805 yılına kadar erkeğin karısını satmasına müsaade
ediyordu.[370] [371]
1. Cünub pis
değildir. Cünub kelimesinin anlamı lügâtta uzak demektir. Namaz kılmak, Kur'ân okumak,mescide
girmek v.s. gibi faziletlerden uzak kaldığı için kendisinden meni çıkan
kimselere cünub denir.
2. Durgun
suya cünub bir kimsenin girerek yıkanmasının yasaklanmasının hükmü ise,
tenzihen mekruhtur. Çünkü o cünub kişinin vücuduna temas eden sular temizdir,
fakat temizleyici değildir. Böyle cünub kimsenin vücuduna temas eden sular,
içine dalman suyun yarısını teşkil ettiği zaman suyun hepsi kullanılmış su
(müstamel) durumuna geleceğinden dolayı cünûb kimsenin durgun suya girerek
yıkanması yasaklanmıştır.
3. İki
kişinin aynı kaptan avuçlayıp üzerine dökerek gusletmesi caizdir. Daha fazla
kişilerin hükmü de böyledir.
4. Az bir
suya cünub bir kimsenin elini sokarak avuçlaması o suyu temizlikten çıkarmaz.
Bu hususta kadınla erkek arasında fark yoktur.
5. Halk
arasında yaygın olan "karı kocanın guslettikten sonra,bir birlerinin
mahrem yerlerini görmeleri tekrar gusletmeyi gerektirir" sözü yanlıştır,
dînî hiç bir mesnedi yoktur..
78. ...Ümm-ü
Subeyye el-Cuheniyye'den rivayet edildiğine göre, O, şöyle demiştir: "Resûlullah (s.a.)
ile birlikte bîr o, bir ben ellerimizi suya batırarak aynı kaptan abdest
alırdık."[372] [373]
Hadis-i şerifte geçen
Ümmü Subeyye el-Cüheniyye'nin Havle bint-i
Kays oldyğu söylenir Havle (r..anna) Hârice bin Haris'in ninesidir.
Efendimize biat eden bahtiyar kadınlardandır. Kendisinden Nâfî' ve Salim
rivayette bulunmuşlardır.
Hadis-i şerifte geçen
Ümm-ü Subeyye (r.a.) Hazretlerinin aralarında mahremiyyet veya nikâh bağı olmadığı
halde Resülullah'la bir kaptan su almasını bazıları, "bu hadise örtünme
âyetleri gelmeden olmuştur'* diye açıklarken; bazıları da "Resûlullah
(s.a) ile Ümm-ü Subeyye aralarında birbirlerini görmelerine engel bir örtü
olduğu halde aynı kaptan aynı zamanda sıra ile avuçlayarak abdest alıyorlardı'*
diye yorumlamışlardır. Üçüncü bir görüşe göre ise, aynı kaptan peş peşe su
almaktan maksat, Önce Resûluüah (s.a.) söz konusu İcaptan abdest alması sonra
da Hz. Ümmü Subeyye'nin aynı kaptan abdest almasıdır. Ancak bute'vil hadisin
zahirine uygun değildir.
Bazı ilim adamları
mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif ile 81 ve 82 numaralı hadisler
arasındaki zahirî çelişkiye bakarak sözü gecen hadislerin zayıf olduğunu ve
mevzumuzu teşkil eden hadîsin onlara tercih edilmesi gerektiğini, şayet 81 ve
82 numaralı hadislerin sıhhati kabul edilse bile, mevzumuzu teşkil eden
hadisle neshedilmiş oldukları cihetle hükümsüz kaldıklarım söyleyerek bu
çelişkiyi gidermeye çalışmışlardır. Ancak Hafız tbn Hacer'in de ifâde ettiği
gibi, böyle zahiren biribirlerine aykırı gibi görünen hadislerin aralarını
te'Iif etmek mümkün olduğu zaman tercih edilip, nesh yoluna gitmemelidir.
Burada da 81 ve 82 nolu hadislerdeki nehyi, kerahat-i tenzihiye-ye
hamlettiğimiz zaman, söz konusu* tezat ortadan kalkmış olacaktır. Binaenaleyh
mevzumuzu teşkil eden hadisteki cevazı mutlak câizliğe; 81 ve 82-hadislerdeki
nehyi de kerâhet-i tenzihîyyeye yormak bu hadisler arasındaki tezadı ortadan
kaldırmak için eh isabetli yol olmalıdır.
79....Abdullah
b. Ömer (r.a.)’ den rivayet edildiğine göre O şöyle demiştir: Resulullah
(s.a.) zamanında kadınlar ve erkekler (bir arada) abdest alırlardı."Râvi
Müsedded, "Hep birlikte aym kaptan" dedi.[374] [375]
Kadınlarra ve
erkeklerin toplu halde bir kaptan abdest almalanndan maksat, aralarında bulunan
nikâh bağı veya mahremiyet sebebiyle birbirlerine haram olmayan kadınlar ve
erkeklerin beraberce abdest almalarıdır. Eğer yabancı kadınlarla erkekler aynı
anda ve beraberce bir kaptan aldıkları kabul edilirse aralarında, bir perdenin
bulunması gerekir. Çünkü bu mevzuda gelen nasslar bunu emretmektedirler.
Yahutta burada anlatılan hadisler örtünme âyeti inmeden öncesine aittir.
Bu hadiste geçen
"bir kaptan" sözü hadisin sadece Müsedded yoluyla gelen rivayetinde bulunmakla
beraber rivayet sahih olduğundan bu sözü nazar-ı itibara almak ve hadisi
açıkladığımız şekilde anlamak gerekir, kanaatindeyiz.
Bununla beraber iki
veya daha fazla kişinin aynı kaptan avuçlayarak abdest almaları caizdir.
80....Abdullah
b. Ömer (r.a.) şöyle demiştir; "Biz (erkekler) Peygamber (s.a.)
sağlığında kadınlarla beraber bir kaptan abdest alır, ellerimizi aynı kaba
batırırdık.”[376] [377]
Sünen-i Ebî Davud'un bazı
nüshalarında bu hadis-i şerifte geçen “abdest alırdık” kelimesinden sonra
"ve gusiederdik" sözü yer almaktadır. Yabancı bir erkekle yabancı bir
kadının beraberce yıkanmaları müslümanlarca hicab âyetinden önce bile caiz
görülmediğinden bu hadiste anlatılan kadın ve erkeklerin beraberce abdest
almaları ve gusletmeleri hâdisesinin aralarında nikâh bağı bulunan kadınlarla
erkekler arasında meydana gelmiş olması icâb eder. Dolayısıyla bu hadis bu
babda geçen bu mevzu ile ilgili tüm hadislerin bu istikâmette te'vil
edilmesini gerektirmektedir. Nitekim, Menhel yazarının da açıkladığı gibi
hadiste geçen "en-nisâ" kelimesinin başında bulunan "el"
takısı mahzûf ve muzafün ileyh durumunda olan bir "nâ" zamirinden
bedel olduğundan, hadisi; "Biz Hi. Peygamber zamanında hanımlarımızla
birlikte bir kaptan beraberce abdest alırdık" şeklinde anlamak lazımdır.[378]
1.Karı-koca
aynı kaptan abdest alıp gusledebilirler.
2. Dini
herhangi bir mahzur bulunmadığı takdirde ıkı kişi aynı kabı kullanabilirler.[379]
40. Kadın Ve Erkeğin Birbirinin Abdest Artığı Su İle Abdest
Almalarının Nehyedilmesi
81....Humeyd
el-Hımyerî'den rivayet edilmiştir, demiştir ki; "Ben Ebû Hüreyre (r,a.)
gibi dört sene Resûlüllah (s.a.) ile sohbet etmiş biriyle karşılaştım",
bana şöyle dedi:
“Resûlüllah (s.a.)
kadımn erkekten arta kalan suyla, erkeğin de kadından arta kalan suyla
yıkanmasını nehyetti" Râvî Müsedded bu hadisi rivayet ederken "Kadın
ve erkek suyu beraber avuçlasınlar" sözünü ilâve etti.[380] [381]
Hadis-i şerifte Humeyd
el-Himyerî'nin karşılaştığı ifade edilen sahabinin ismi bazılarına göre
el-Hakem b. Amr'dir. Abdullah İbn Sercîs olduğuna dâir rivayetler de vardır.
Bilindiği gibi râvî sahâbi olunca isminin bilinmemesi rivayet ettiği hadisin
sıhhatine zarar vermez.
Bu hadis-i şerifte,
bir kadımn yıkandığı sudan arta kalan suyla bir erkeğin yıkanmasının ve bir
erkeğin yıkandığı sudan artakalan suyla da bir kadının yıkanmasının
yasaklandığı ifâde edilmektedir. Ancak bu yasağın haram mı, yoksa karâhet mi
ifâde ettiğini ortaya koyabilmek için Hz. Peygamber'-in hanımı ile aynı, kaptan
yıkandığım ifâde eden hadis-i şerifle, suyun abdest almakla veya gusletmekle
pislenmeyeceğini belirten 68 numaralı hadis-i şerifi birlikte mutalca etmek
icab eder. Gerçekten meseleye çeşitli yönden açıklık getiren bu hadis-t
şerifler bir arada mütalea edildiği zaman, söz konusu olan bu hadisteki
yasağın kerâhet-i tenzihiye için olduğu anlaşılır. Bu yasağın kerahet-i
tenzihiye ifâde ettiğine hükmedince de bu hadis ile 68 numaralı hadis arasında
var gibi görülen çelişki de ortadan kalkar. Yalnız şu noktaya dikkat
edilmelidir, kadın ve erkek bir arada yıkanmak ve suyu kaptan avuçlayarak
almak zorunda kaldıkları zaman bu kerahetten kurtulabilmeleri için metinde
geçen "suyu aynı anda avuçlasınlar" emrine uymaları gerekmektedir.
Aksi takdirde bir birinin artığı olan suyla yıkandıkları için kerahet işlemiş
olurlar.[382]
1. Erkek
veya kadının birbirlerinin abdestinden arta kalan suya abdest almaları veya
gusletmeleri caiz olmakla beraber tenzihen mekruhtur.
2. İmam
Nevevî 77, 78 ve 79 ile 80 numaralı hadisleri delil getirerek, "Kadının
erkekle bir kaptan yıkanması caiz olduğunda icma' vardır. Erkeğin yıkandığı
sudan artakalan suyla kadının yıkanmasının câizliğinde de yine icmâ' vardır. Kadının
yıkandığı sudan artan suyla erkeğin yıkanması ise biz Şâfiîlerle Ebu Hanîfe ve
Cumhuru ulemâya göre caizdir. Bu hususta kadının erkekten Önce yıkanması ile
erkekle birlikte yıkanması arasında bir fark yoktur, tmam-ı Ahmed'le Dâvud-ı
ZâhirTye göre ise, kadının erkekten önce yıkandığı sudan arta kalanla erkeğin
yıkanması caiz değildir."[383]
demiştir.
Ancak Hafız îbn Hâcer
İmam Nevevf nin bu sözüne itiraz ederek, şöyle demiştir: "Nevevî'nin,
erkeğin artığından kadının abdest almasının caiz olduğunda ittifak varsa da,
aksinde yoktur" sözünün tenkidi gerekir. Çünkü îmam Tahâvî bu mevzuda
ihtilâf bulunduğunu tfesbit etmiştir. Ayrıca tbn Ömer'le Şa'bî ve EvzaTde bir
erkeğin hayizlı bir kadından artan suyla abdest alamayacağını söylemişlerdir.
Erkeğin kadının, artığıyla temizlenmesine gelince, bu mevzu İmam Nevevî'nin
dediği gibi ihtilaflıdır. Nitekim sahabeden Abdullah tbn Serds; TabiTnden Said
Îbn el-Müseyyeb ve Hasan-ı basrî (r.a.) erkeğin, kadından artan suyla
yıkanmasını caiz görmemişler. Keza İmam Nevevî "Kadınla erkeğin aynı
kaptan yıkanmalarının caiz olduğunda ittifak vardır" demişse de bu da
ihtilaflıdır. Çünkü İbn Münzir ile tbn Abdi'I-Berr'in Hz. EbÛ Hureyre'den
rivayet ettikleri hadis bu görüşün aksini ifâde etmekte ve bu görüşte olanların
aleyhinde bir hüccet teşkil etmektedir. Bu mevzudaki hadisler arasında görülen
zahirî çelişkiyi kaldırmak ve ihtilâfların ortak noktasını bulmak ancak bu
yasak hadislerinin kerâhet-i tenzihiyye ifade ettiklerini kabul etmekle
mümkündür. Hattâbî ise bu ihtilâfı artıktan maksat kullanılmış sudur diyerek
çözmeye çalışmıştır.”[384]
Hanefî ulemâsından
Aynî de Hafız îbn Hacer'in bu görüşünü tenkid ederek; "Bu sözün sahibi
ittifak kelimesiyle icma' kelimesi arasındaki farka dikkat etmelidir"
demiş ve îmam-ı Nevevî'nin bu mevzudaki sözlerini tasvib etmiştir.
3. Erkek
veya kadınların aynı kaptan aynı zamanda abdest almaları caizdir. Ancak bu
mevzuda mezheb imamlarının görüşü şöyledir:
a. Kadının
erkekten artan su ile yıkanması ittifakla caizdir.
b. Erkeğin
kadından artan su ile yıkanması İmam Mâlik ve EbÛ Hanife'ye ve cumhur-u ulemâya
göre caizdir."
c. İmam
Ahmed b. Hanbel ile Dâvud-i Zâhirî'ye göre, evvelâ kadın yalnız başına suyu
kullanarak yıkanırsa, ondan artan su ile erkeğin yıkanması caiz olmaz.
d. Bir rivayette
Ahmed b. Hanbel de bu su ile erkeğin yıkanmasının veya abdest almasının caiz
olduğuna kaildir.
e. Hasan
Basrî ile Said b. Müseyyeb kesinlikle mekruh olduğu kanaatmdedirler. Bu hususta
itibar edilen cumhurun görüşüdür. Bu konuda ileride geniş açıklama
yapılacaktır; inşaallah.
82....el-Hakem
b. Amr'ın [385] rivayet ettiğine göre,
demiştir ki; "Resûluüah (s.a.) erkeğin, kadının abdestinden artan su ile
abdest almasını nehyetti.”[386] [387]
Hattâbfnin beyânına
göre, buradaki nehyden maksat» bazı fakihlerce kerâhet-i tenzihîyyedir, tahrîm
değildir.
"Artık su”dan
maksat da kadının bizzat kullanıp uzuvlanndan akıp dökülen sudur. Yoksa
kullanılmayıp kapta kalan veya üzerinden içilerek artık .kalan su değildir.
Abdullah b. Ömer (r.a.) bu yasağın hayız veya cünup kadından arta kalan abdest
suyuyla ilgili olup temiz kadından arta kalan abdest alma veya gusletmede hiç
bir mahzur olmadığını söyledi.
Bu hususta fıkıh
ulemâsının görüşleri şöyledir:
1. Erkekle
kadının bir kaptan abdest almaları veya yıkanmaları men edilmiştir. Bu hususta
kadınla erkeğin aynı zamanda bir kaptan temizlenmeleriyle önce kadın, sonra
erkeğin temizlenmesi arasında da fark yoktur. Bu Hz. Ömer b. el-Hattâb,
Abdullah b. Sercis, el-Hakem b. Amr, Saîd b. el-Müseyyeb ve İbn Hazm'ın görüşüdür.
Delilleri ise 81 numaralı hadisle, bu hadistir.
2. Önce
kadının yıkanıp da sonra erkeğin aynı kaptan yıkanması men*-edilmiştir. Ancak
beraber temizlenirlerse herhangi bir sakınca yoktur. (Erkek ve kadından
maksadın karı-koca olduğu daha önce izah edildi). Bu görüş Dâvûd, İshâk ve bir
rivayette îmam Ahmed'in görüşüdür.
İmam Ahmed, "bu
hadis-i şerifler kadının temizlendiği su ile temizlenmenin caiz olduğuna
delâlet ettikleri gibi, caiz olmadığına da delâlet ettiklerinden kesin bir
neticeye varmak ve bîr tercih yapmak mümkün olmadığından muzdaribdirler. Lâkin
sahabeden gelen pek çok sahih rivayetler, kadının temizlendiği sudan arta
kalanla temizlik yapmanın caiz olmadığım ortaya koyuyor" demişse de bu
görüşe şöyle cevap verilmiştir:
Hadisteki ızdırap (kesin
hüküm vermeye engel olan durumlar) hadisler arasını birleştirmek mümkün
olmadığı zaman söz konusudur. Burada ise hadislerin arasını birleştirmek ve
te'lif etmek mümkün olduğundan hadisler-deki ızdırap zarar vermez.
Bu hadislerdeki nehy,
tenzihen mekruha delâlet eder. Caiz olduğuna delâlet eden hadisler de mutlak
cevaz ifâde ederler. Ancak özel durumlarda bu cevaz kalkar; denmek suretiyle
hadislerin araları birleştirilmiş ve ızdırabın te'siri kaldırılmıştır. Bu su
ile temizlenmenin caiz olduğu sahabeden İbn Abbâs, Câbir,Hz. Âişe, Enes, ÜmmÜ
Seleme vs. gibi bir cemaat tarafından rivayet edilmiştir.
3. Kadının
temizlik yaptığı suyla erkeğin yıkanması ancak kadın cünup veya hayzlı olduğu
zaman men edilmiştir. Bunun dışında caizdir. Bu görüş İbn Ömer, Şa'bî ve
el-Evzaî*y^ aittir. Ancak bu yasakhğı cünup ve hayızhya tahsis etmelerinde
herhangi bir delilleri yoktur.
4. Erkeğin,
kadının artığıyla ve kadının, erkeğin artığıyla temizlenmesi men'edilmiştir.
Fakat karı-koca beraberce aynı kaptan temizlik yapabilirler. Delilleri ise,
bir önceki hadiste geçen "Beraberce avuçlasınlar" cümlesidir. Ancak
bu görüş evvelce izahı geçen "su pis olmaz" mealindeki 68 numaralı
hadis-i şerife ters düşmektedir.
5. Kadın ve
erkek asla birbirlerinin artığıyla temizi* yapamazlar. Bu görüş Hz. Ebû Hureyre
île îmam Ahmed'e nisbet edilmiştir. Bu görüşü îbn Abdilberr de bir cemaatten
rivayet etmiştir.
6. Her ikisi
de birbirinin artığıyla temizlik yapabilirler. Bu cumhurun (ekseri ulemânın)
görüşüdür. Aynı zamanda İmam Ahmed de bir rivayete göre "bu görüş tercih
edilen görüştür" demiştir, çünkü Resulûllah (s.a.) pek çok sahih
hadislerde geçtiği Üzere, hem hanımlarından birinin temizlik yaptığı kaptaki
artan sudan yıkanmış ve hem de biriyle aynı kaptan aynı zamanda beraberce
yıkanmıştır. Bu görüşü benimseyen cumhur, nehiy ifâde eden hadislertfeki
"artık su"dan maksat, kapta artan su değil, kendisiyle yıkanılan ve
vücuddan dökülen, kullanılan (müstamel) sudur" diye te'vil etmişlerdir.
İkinci bir te'vil
şekli de şudur; buradaki nehyin hükmü haram değil, tenzihen mekruhtur.
Hattâbî, eğer nehye
delâlet eden hadisler sahihse, mensûhturlar, (hükümleri kendilerinden sonra
gelen hadislerle kaldırılmıştır) demektedir.
Şâfıî ulemâsından
Nevevî, kadının, erkeğin artığıyla temizlenmesinin caiz olup aksinin caiz
olmadığım nakletmişse de Hafız İbn Hacer, "Kadının artığından erkeğin de
temizlik yapabileceğini ekseri ulemânın kabul ettiğini Tehavî
nakletmîştir" diyerek NevevTyi tenkid etmektedir.
Gerçekten de erkek ve
kadının beraberce aynı kaptan abdest almalarının caiz olduğunda İttifak
bulunduğu Tahâvî, Kurtubî ve Nevevî tarafında^ rivayet edilmişse de îbn Münzir
aksi görüşlerin de bulunduğunu, Ebû HÜ-reyre (r.a.)den ve tbn AbdiPberr de bir
cemaatten nakletmelerdir.[388]
41. Deniz Suyuyla Abdest
Almak
83....Saîdibn
Seleme, Muğîra îbn Bürde'nin, Ebû Hüreyre (r.a.) yi “Şöyle derken
dinledim" dediğini haber verdi: Bir adam Resûlul-lah (s.a.) e:
"Ya Resûlallah,
biz deniz yolculuğu yaparız ve beraberimizde pek az su taşırız. Onunla abdest alırsak
susuz kalırız. Bu durumda deniz suyundan abdest alabjjir miyiz?" diye
sordu. Resûlullah (s.a.) de:
"O (denizin) suyu
temiz, ölüsü helâldir" buyurdu.[389] [390]
Hadis-i şerifte
ResuI-ü Ekrem'in kendisine deniz suyunun hükmü sorulduğu halde, denizdeki
yaşayan hayvanların ölüsünden de bahsetmesi, şüphesiz Üzerinde durulması
gereken bir mes'eledir. Deniz suyunun hükmünü soran kimsenin şüphesizdeniz
suyunun tadının ve kokusunun değişik olmasından ileri gelmektedir. Tuzlu ve
kokusunun bozuk oluşu sebebiyle içilmesi mümkün olmadığından temizlikte 4e
kullanılmasının caiz olamayacağını zannetmiştir. Diğer taraftan deniz suyunun
bu açık olan temizleyicilik vasfını bilmeyen kişinin deniz hayvanlarının temiz
olup olmadığını ise hiç bilmediği anlaşıldığından Rasul-i Ekrem (s.a.) bu hususu
da açıklamaya lüzum görmüş ve o anda suya olan ihtiyaçları balığa olan
ihtiyaçlarından fazla olduğu için cevaba suyun hükmünü bildirerek başlamıştır.
Usulcüler arasında
meşhur olan "cevab suale uygun olmalıdır" sözünün anlamı,
"sorulan şeyin hükmünü eksiksiz İfâde etmelidir" demektir. Yoksa
"cevabta fazlalık olmamalıdır" demek değildir.
Deniz hayvanlarının
ölçüsü hakkında ulemâ arasında çeşitti görüşler vardır. İmam Mâlik, şâfiî ve
Ahmed'e göre "denizde yaşayan bütün hayvanları yemek helâldir".
Şâfi'î ve İmam Ahmed'den gelen bir rivayette ise, "kurbağadan başka bütün
deniz hayvanları helâldir". Ayrıca Şâfîî, Mâlikî ve Hanbelî'lere göre,
denizde yaşayanların hükmü, karada yaşayanların hükmüne benzer. Yani şeklen
karada yaşayan temiz hayvanlara benzeyenler helâldir; temiz olmayan kara
hayvanlarına benzeyenler de haramdır.
Hanefi ulemasına göre,
suda yaşayan, hayvanlardan her nevi balık etleri helâldir. Kalkan balığı,
sazan balığı, yunus balığı, yılan balığı bu cümledendir. Fakat diğer su
hayvanları haram sayılır. Meselâ yengeçler, midyeler, istiridyeler, İstakozlar,
helal değildir. Etleri yenilmez. Deniz aygın, deniz domuzu gibi balık
suretinde olmayan denir hayvanlarının yenilmeleri helâl olmadığı gibi
avlanmaları da helâl görülmemiştir.
Suda kendi kendine
zahiren sebebsiz olarak ölüp de suytm yüzüne çıkan balıklar yenilemez. Fakat
suyun çekilip kurumasından, fazla sıcaktan, soğuktan dolayı ölen veya kuşlar
tarafından öldürülen, su içinde bağlı tutulmakla öldürülen, buz arasında
sıkışarak ölen balıklar helâldir.
"üzerinden suya”
çekilmesiyle "suyun kenara atmasıyla ölen (balığı) yiyin, ama sebebsiz
ölüp su yüzüne çıkan yemeyin" mealindeki hadis 3815 numarada gelecektir.
Balıklar temiz olmayan
suların içinde bulunmuş olsalar da etleri yenilebilir. Avlanan bir balığın
içinden çıkan balık sağlam ise yenilir. Diğer mezheb imamlarının delili
mevzumuzu teşkil eden bu hadistir. Hanefîlerin delili ise,"V o (Resul-i
Mükerrem) onlara (domuz eti ve ölmüş hayvan eti gibi) habis olan şeyleri
haram kılar”[391]
âyetiyle İmam Ahmed ve İbn Mâce'nin riva yet ettikleri, "Bize iki ölü, iki
de kan helal kılındı. İki ölü, çekirge ile bank; iki kan ise karaciğer ile
dalaktır"[392]
hadis-i şerifidir. Çünkü bu hadis, mevzuumuzu teşkil eden hadisteki "meyte
(ölü)" kelimesini "balık" olarak açıklamaktadır.
Timsah gibi hem karada
hem de denizde yaşayan hayvanlara gelince; bu husus Malikî ulemâsı arasında
ihtilaflıdır. Bu mevzuda el-Bâcî Muvattâ Şerhi'nde şöyle diyor:
Deniz hayvanı iki
kısımdır; bir kısmı karada yaşayamaz. Balık türleri gibi. Diğeri karada da
yaşayabilir: kurbağa, yengeç ve kaplumbağa gibi. Balık ne şekilde ölürse ölsün
tahîrdir ve yenilir. Mâlik ve Şafiî böyle hükmetmişlerdir. Ebû Hanife ise,
kendi kendine ve sebebsiz Ölen balık yenilemez demiştir. "Deniz avı ve
taamı sizler için helâl kılındı"[393] âyeti ve (bu babta geçen) hadis bizim
delilimizdir. Lügat ehli olan Ömer b. el-Hattab (r.a.) âyetin tefsirinde;
"Deniz avı senin avladığındır. Taamı da denize atılandır", demiştir.
Meyte kelimesi kayıtsız olarak Şer-i şerifte kullanıldığı zaman boğazlanmadan
Ölen hayvan demektir.
Deniz kurbağası ve
kaplumbağası gibi karada da hayatını sürdürebilen hayvan Mâlik'e göre temiz ve helâldir.
Boğazlanması gerekmez. îbn Nâfi ise, bunlar sebebsiz Ölürse pistir ve haramdır,
demiştir. İmam Mâlik'e göre
bunlar balık gibi
deniz hayvanı olup boğazlanmasına ihtiyaç yoktur, İbn Nâfi' ise bunlar kuş gibi
karada yaşayabilen hayvanlardır.[394]
Hanbelî âlimlerine
göre deniz hayvanlarından kurbağa, yılan ve timsah yenilmez diğerlerinin hepsi
yenilir.
Şafiî âlimlerine
gelince genel hüküm şudur:
Yalnız denizde yaşayan
ve karada yaşayamayan hayvanlar fealık şeklinde olmasa bile yenilir. Deniz
köpeği ve deniz domuzu gibi... Fakat hem denizde hem karada yaşayabilen hayvanların
yenilmesi haramdır. Kurbağa yengeç, yılan, kaplumbağa ve timsah gibi...
Minhâc'ın şerhi Nihfiyetü'l-Muhtâc Müellifi Allame Muhammed er-Renüt konu
hakkında şöyle der: "Karada yaşayamayan deniz hayvanlarından balık türü
nasıl ölürse Ölsün yenilir. Çünkü Cenab-ı Allah; "Deniz avı ve taamı
sizin için helâl kılındı"
buyurmaktadır.[395]
Sahâbîlerin ve tabiinin cumhuru âyetteki "taam"ı "su yüzünde
kalan" diye yorumlamışlardır. (Bu babta geçen) hadis de sahihtir. Ancak su
yüzünde kalan balık, şayet şişerek sıhhî yönden zarar verecek durumda ise
yenilmesi haramdır.
Karada yaşayan diğer
deniz hayvanları da nasıl Ölürse ölsün, en sahih kavle göre, balık gibi
helâldir. er-Ravda'da belirtildiği gibi karada yaşayamayan bütün deniz
hayvanlarına "semek (balık)" denilir.
Balıktan başka deniz
hayvanlarının helâl olmadığına dair bir gnrüş vardır. Bu görüşün delili;
"Bizim için iki meyte helâl kılındı. Bunlar da balık ve çekirgedir"
hadisidir. Fakat" semek(balık)" kelimesinin bütün deniz hayvanlarına
verilen bir isim olduğu gerekçesi ile bu görüş reddedilmiştir.
Şâfîî mezhebindeki
diğer bir kavle göre deniz hayvanı, eğer karadaki benzeri yenilen cinsten ise
yenilir. Aksi takdirde yenilmez. Buna göre deniz merkebi ve deniz köpeği
yenmez.
Kurbağa yengeç, yılan
ve kaplumbağa gibi hem denizde hem de karada .yaşayabilen hayvan yenilmez.
Çünkü bunlar hem habistir, hem de zararlıdır. Mûtemed olan görüş de budur.[396] [397]
1. Bir
meselevi bilmeyen kimse, Onu Öğrenmek için bilen bir kimseye
sormalıdır.
2. Deniz yolculuğu
yapmak caizdir. "Hac, umre ve savaş haricinde gemiye binilemez"
mealindeki 2489 numaralı hadiş-i şerif ise, sahih değildir.
3. Susuzluk
korkusu, içme suyunun taharette kullanılmasına mânidir. Yani o suyun abdest ve
gusülde kullanılması gerekmez.
4. Deniz
suyu ile taharet caizdir. Cumhurun görüşü, budur.
5. Deniz
hayvanlarının etleri helâldir. Konuyla ilgili açıklama yukarıda geçmiştir.
6. Balığın
helal olması için boğazlanması gerekmez.
7. Müftiye
bir mesele sorulduğu zaman fetvasının anlaşılması için lüzumlu gördüğü
yardımcı bilgileri de aktarması müstehabdır.[398]
42. Nebîz (Şıra) İle
Abdest Almak
84....Abdullah
b. Mes'ûd (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.) (dinlerini
öğretmek üzere) cinlere gittiği gece İbn Mes' ûd'a: "Mataranda ne
var?" diye sormuş, o da "nebîz var" deyince» Nebî (s.a.)
"hurma (hoş ve) temiz, su (yu) temizleyicidir" buyurmuş.[399]
Ebu Dâvûd dedi ki:
Süleyman b. Dâvûd, "Ebû Zeyd'den" yahud "Zeyd'den" diye bu hadisi
rivayet etmiştir. Şerîk de aynı tereddüde düşmüştür. Hennâd ise rivayetinde
"cin gecesi'nde” kaydını zikretmemiştir.[400]
Cin gecesi, Hacûn
denilen ve Mekke'de bulunan bir dağda Rasûlü Ekrem (S.a.)’le cinler arasında
geçen görüşmenin vuku bulduğu gecedir. Rasûlü Ekrem (s.a.) efendimiz bu
görüşmeyi herkese açıkjj tutmuş, ancak konuşmaya sâdece İbn Mes'ûd (r.a.)
hazretleri katılmıştır. Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği bir hadîs-i şeriften
anlaşıldığına göre Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) hazretleri bu buluşmaya katılmak
isteyince yanına içinde, su olduğunu zannettiği bir matara alır ve
Rasülullah'la birlikte yola düşer.Yüksek bir tepeye vardıkları zaman Rasûlü
Ekrem (s.a.) bir çizgi çizerek bu çizginin dışına çıkmamasını söyler. Rasûlü
Ekrem (s.a.) bir takım karatet larla haşir-neşir olup sabaha kadar onlarla
sohbet eder.Sabâh olunca gelip İbn Mesud'dan abdest almak için su isteyince o
da içinde su olduğuna zannettiği matannın hemen ağzını açıp su vermeye
davranır. Bir de ne görsün matarının içindeki su değil de Nebîz'dir. Bunun
üzerine, "Ya Rasûlallah (s.a.) ben bunun içinde su var zannediyordum,
meğer nebîz varmış" der. Rasûlü Ekrem (s.a.) "hurma güzel su(yu)
temizleyicidir*' buyurur ve bu suyla abdest alır. İbn Mes'ûd'la birlikte, o
cemaatten gelen iki kişiye namaz kıldırır. Namazdan sonra İbn Mesud (r.a)
geceki gördüğü kimseleri sorar, Rasûlti Ekrem (s.a.) de "onlar Nusaybin
ellileriydi” cevabını verir. Tirmizî Şerhi el-Kevkebu'd-dürrî de beyân
olunduğuna göre, Rasûlü Ekrem (s.a.)'in cinnilerle görüşmesi altı kerre vuku
bulmuştur.
Nebîz: Su
içine.atılarak az bir müddet pişirilmiş üzüm veya hurma suyudur.[401]
İlim adamlarından
bazıları, şıra ile abdest alınabileceği görüşündedirler. Süfyân es-Sevrî
bunlardandır. İmam Şafiî, Ahmed ve Ishak ise, şıra ile abdest almanın caiz
olmadığı görüşündedirler.
îmam Nevevî, el-Mecmu
isimli eserinde (I, 93) "Bize göre Nebîz çeşitlerinin hiç biriyle abdest
almak caiz değildir. Hangi vasıfta olursa olsun. Se-kir vereni ise içilmesi
haramdır ve haddi gerektirir.”
Cumhurun görüşü bu
olduğu gibi, imam Malik, Ahmed ve Ebû Yusuf da bu görüştedirler.
İmam A'zam Ebu Hanife
(r.a.) ile Süfyân es-Sevrî ise, Mevzumuz olan hadis-i şerifteki beyâna bakarak
"su bulamayan kimse uzuvlar üzerinde akabilen (incelik vasfını hâiz) sarhoşluk
vermeyen ve pişmemiş tatlanmış hurma nebîz'i bulursa bununla abdest alabilir.
Teyemmüme de lüzum kalmaz" demişlerdir.
İmam Muhammed
"böyle bîr nebizle abdest almak yeterli değildir. Bu abdestle birlikte
teyemmüm de edilmesi gerekir" diyor.
İmam Ebu Yusuf ise,
"abdest almaz, sadece teyemmüm eder" demektedir. Yani nebîzle abdest
almanın caiz olmadığı görüşündedir.
Bu görüş aynı zamanda
cumhurun ve diğer üç imamın görüşüdür ki, sonradan Ebu Hanife hazretleri de bu
görüşü benimsemiş ve bu görüş Hanefî mezhebinin de görüşü olmuştur. Çünkü
müetehid ilk kavlinden döndükten sonra artık evvelki kavli ile fetva
verilemez.
Hanefi imamlarından
Tahavî de bu son görüşü benimsemiş, “İbn Mesûd hadisinin aslı yoktur” demiştir
ki, bir numara sonra gelecek olan hadis de bu sözü doğrulamaktadır. Gerçekten
de bu görüş Kitâb'a en uygun görüştür. Çünkü Allah Teala Kur’an-ı Kerîmi’nde
"Su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm ediniz"[402]
buyurmaktadır.
Ancak burada şu hususa
dikkat etmek gerekir ki, münakaşa tatlı ve ince, sarhoşluk vermeyen pişmemiş
hurma nebîzi üzerindedir. Tatlanmadan önceki hurma suyu ile abdestin caiz
olduğunda ittifak olduğu gibi sarhoşluk veren ve İnceliği olmayan pişmiş hurma
şırası ile abdestin caiz olmadığında da ittifak vardır.
Hurmanın dışındaki nebîzlerle
abdest almak ise, sahih olan kavle göre caiz değildir. Çünkü bazı hurma
nebîzleriyle abdest almanın caiz olması kıyasa aykın olarak hadisle sabit
olmuştur. Bu bakımdan diğer nebîzler ona kıyas edilemezler. Nitekim "alâ
hilaf-i kıyas sabit olan şey, şâire makisün aleyh olamaz.[403]
Bahrü'r-râik'de
deniliyor ki: "İmamların görüşü böyle olunca, esasen sıhhati üzerinde çok
şeyler söylenen İbn Mes'ûd hadisi üzerinde durmaya hiç lüzum yoktur. Şayet sahih
olduğu kabul edilse bile, teyemmüm âyetiyle nesh edilmiştir. Çünkü, teyemmüm
âyeti daha sonra gelmiştir."[404]
1. Resûl-ü
Ekrem (s.a.) aynv zamanda cinlerin de peygamberidir.
2. İnsan
bilhassa ibâdet konusunda ihtiyaç duyacağı şeyleri önceden hazır bulundurmalıdır.
3. Küçüğün
büyüğe hizmet etmesi caizdir.
4. Allah'ın
verdiği nimeti medhetmek caizdir.
85....Alkame'den
rivayet.edildiğine göre, dedi ki: "Ben Abdullah b. Mes'ûd'a, sizden kim
cin.gecesinde Resulüllah (s.a.) ile birlikte bulundu? dedim. O da "Bizden
hiç kimse O' nunla bulunmadı" diye cevap verdi.[405] [406]
Musannif Ebû Davud'un
bu hadis-i şerifi rivayet etmekten maksadı, bir önce geçen hadisi, sıhhat
yönünden tenkid etmektir. Nevevî merhum, Müslim Şerhi'nde diyor ki; bu hadis-i
şerif, Ebû Dâvud' da ve diğer bazı kitaplarda cin gecesi'nde îbn Mesûd'un
Resul-i Ekrem (s.a.)’le beraber bulunduğuna ve nebizle abdest almanın cevazına
dâir zikredilen hadisi çürütmekte açık bir delildir. Çünkü bu hadis sahibdir.
"Nebiz hadisi" ise ulemanın ittifakıyla zayıftır. Eğer o hadisin
sağlam olduğu kabul edilirse şu iki hadisin arasını uzlaştırmak mümkündür.
Şöyle ki lbn Mes'ûd (r.a.) o gece Resul-i Ekrem (s.a.) in cinlerle konuştuğu
yerde bulunmamıştır da oradan hayli uzakta kendisine çizilen çizgi içinde
bulunmuştur.[407] İmam Nevevî bu sözüyle
mevzumuzu teşkil eden bu hadisin sahih olabileceği ihtimaline yer vermişse de
bu ihtimal onun nesh edilmiş olmasına mâni değildir. Aynı şekilde
îbnu'I-Hümâm'da bu hadisin sahih hadislere aykırı olmadığını ifade etmiştir,
lbnu'l Hümân'ın bu mevzudaki sözleri şu mealdedir: "îbn Mes'ûd hadisinde
bulunan "Onunla beraber bizden hiç
kimse bulunmadı" cümlesini: "O gecede bizden, benden başka, hazır
bulunan olmadı" şeklinde anladığımızda iki hadis arasında tearuz kalmaz.
Ayrıca "İki hadîs
arasında te'vil ve te'lif imkânı olmadığı kabul edilirse, "işbat eden
görüş, nefyeden görüşe mukaddemdir" kaidesince isbat edilen görme olayı
"bulunmadı ve görmedi" şeklindeki hadise nisbetle öncelik kazanır.
Böylece görme olayı tesbit edilmiş olur.[408]
Ayrıca bu dimilerle
buluşma eş-Şiblî'nin beyânına göre altı defa vuku bulmuştur. Şöyle ki:
1.
Peygamberimizin, hilekârlar tarafından kaçırıldığı zannedildiği gece ki İbn
Mes'ûd bu gecede bulunmadı.[409]
2. Hacûn'da
vuku bulmuştur ki, Mekke'de bir dağdır.
3. Mekke'nin
en yüksek yerin de olmuştur.
4. Medine'de
vuku bulmuştur. Bu üç gece devam etmiş ve Hz. İbn Mes'ûd da hazır bulunmuştur.
5.
Medine'nin dışında olmuştur.Bunda da Zübeyr b. Avvâm hazır bulunmuştur.
6. Resûl-i
Ekrem (s.a.)'in bir yolculuğunda olmuştur ki, bunda da Bilâl İbn Hâris hazır
bulunmuştur.[410]
Binaenaleyh cin gecesi
hadisinde anlatılan "nebîzle abdest alma" olayı daha sonra Medine'de
inen teyemmüm âyetiyle neshedilmiştir.[411]
86....Atâ b.
Ebi Rebah'dan nakledildiğine göre O, süt ve nebizle abdest almayı hoş görmez ve
şöyle derdi: "Teyemmüm etmek, nebizle veya sütle abdest almaktan daha çok
hoşuma gidiyor."[412]
Bu hadisin râvisi Ata,
tabiinin büyüklerinden olan Atâ b. Ebî
Rebah’dır.Ebû Hanife (r.a.) kendisinden Hadis rivayet etmiştir. Büyük
bir âlim, Hadis ilminde güvenilir râvidir.
Abdullah îbn Abbâs onun
hakkında şöyle demiştir. "Ey Mekkeliler, siz bir müşkilinizi hallettirmek
için benim etrafımda toplanıyorsunuz. Halbuki sizin içinizde, Ata b. Ebî Rebâh
gibi bir âlimin bulunduğunu unutuyorsunuz."
Sarihlerin beyânına
göre, Atâ b. Ebî Rebâh süt ve nebîz ile abdest almayı mekruh saymış, teyemmüm
etmenin daha iyi olduğunu söylemiştir.
Halbuki su karışmamış
sütle abdest alınmayacağında icmâ vardır. Nebîz hakkındaki görüşler ise 84
nolu hadiste beyân edildi ve orada Ebu Hanife'nin ikinci görüşünün buna cevaz
vermeyen cumhurun görüşü ile birlikte olduğu açıklandı. Ebû Davud'un bu eseri
burada zikretmesinden maksat, nebîz ile abdest almanın caiz olmadığını te'yid
içindir. Ancak, bu görüşün aksini te'yid edenler yukarıda açıklandığı gibi Hz.
Ali, İbn Mes'ud ve îbn Abbas gibi sahâbilerden vârid olan cevaz delillerini[413] ileri sürmektedirler. Ancak buradaki sütten
maksat su ve sıvı karışımı olan süt ise, bu hususta fukahânın görüşü şöyledir:
Buhârî Şârihi ve
meşhur Hanefi âlimi Ayni merhum der ki;
"Sütle abdest almak iki şekilde düşünülebilir:
a. Ya sade
ve katışıksız süt ile abdest alınmıştın.
b. Veya
rjyla karışık sütle abdest alınmıştır.
Birinci durum, yani
sırf süt ile abdest almak, bütün mezheb imamlannca ittifak caiz değildir.
İkinci duruma gelince, bize göre caizse de Şâfiîye göre câiz değildir."
Ancak Aynî'nin:
"bize göre suyla karışmış sütle abdest almak caizdir" sözü, 'sütün
rengi suya galip gelmemek şartıyla bu karışımla abdest almak caizdir"
şeklinde anlaşıldığı zaman doğrudur. Aksi takdirde bu su mukayyed su olur ki
Hanefî mezhebinde mukayyed suyla abdest almak caiz olmaz. Bilindiği gibi Hanefî
ulemasının bu mevzudaki görüşü şöyledir: Suya bir sıvı karıştığı zaman, bu
karışan sıvının özelliklerine bakılır; eğer süt gibi suya muhalif üç özelliği
bulunan bir sıvı karışmışsa,bu özelliklerden birinin, suyun özelliğine üstün
gelmesi hâlinde o karışımla abdest almak caiz değildir. Suyun rengi gâlibse
caizdir. Bilindiği gibi suyun Özellikleri, rengi, tadı, kokusu ile bilinir.
Sütün suya muhalif olan özellikleri ise tadı, rengidir.[414]
Tabii sabun ve deterjan bunun dışındadır. Zira, bunlar suyun temizleyicilik
vasfını artıran şeflerdir. Fakat bunların da suyun tabiatını bozacak kadar çok
olmaması gerekir.
2. Temiz bir
sıvı suya karışırsa suyun vasfına galib gelirse o suyla abdest alınamaz. îmam
Mâlik'e göre suya vasıflarından birini azıcık bile değiştirecek bir sıvı
karışırsa o suyla abdest almak caiz olmaz. Şâüîlerle Hanbelilere göre ise,
içine vasıflarından birini birazcık değiştiren temiz bir sıvı karışan suyla
abdest almak caizse de bir vasfın tümünü ya da tüm vasıfları değiştiren bir
sıvıyla karışan suyla abdest alınamaz.
Hanbelilere göre bu
karışımda değişiklik temizlik anında ve temizlik mahallinde olursa suyun
temizleyicilik vasfına zarar vermez.
87. ...Ebû
Halde dedi ki: Ebû Aliye'ye:
"Cünub olup da
yanında nebîzden başka su bulunmayan kimse nebîzle gusledilebilir mi?"
diye sordum.
"Hayır"
cevabım verdi.[415] [416]
43. Abdesti Sıkışık Kişi
Bu Halde Namaz Kılabilir Mi?
88....Abdullah
b. Erkam'dan[417] rivayete göre, Abdullah (r.a.) imamlığını
yaptığı bir cemaatla hacca veya umreye gitmek üzere yola çıktı. Bir gün sabah
namazı için kaamet getirdi.Sonra "biriniz öne geçsin” diyerek helaya
yöneldi ve şunları söyledi: "Ben Resûlullah (s.a.)'i şöyle buyururken işittim:
"Sizden biriniz namaza dururken helaya gitmek ihtiyacı duyarsa önce
helaya gitsin." [418]
Ebû Dâvûddediki; (tBu
hadisi Vüheyb b. Hâlid, Şuayb b. I s hak ve Ebû Damre, Hişam b. Urve'den o
babasından babası da bir kişinin kendisine Abdullah b. Erkam'dan naklettiğini
bildirmiştir. Hadisi Hi-şâm'dan rivayet eden ekseriyet birinci senetteki
Züheyr'in rivayet ettiği gibi (an racülin kaydı olmaksızın) rivayet ettiler.[419]
Bu hadis-i şerif
abdesti sıkışmış olarak namaz kılan bir kimsenin bu namazı iade etmesi
gerektiğini söyleyen Malikîlerin delilidir.Maliki âlimlerinden "el-Bâci
Muvatta Şerhi'nde şunları naklediyor:
"Eğer kişi
sıkışmış vaziyette namaza devam ederse, kalbi meşgul olup namazı bir an evvel
bitirmek için acele edeceği ve namazın ruhu olan huşûu kaybedeceği için
namazını iade etmesi gerekir. Çünkü huşu gittikten sonra geriye kalan
iskelettir. Nitekim: "Ümmetimden ilk kayb olacak haslet huşû'dur.[420] buyurulmuştur."
İmam-Mâlik bu namazın o
anda veya sonra iade edilmesini daha isabetli bulmaktadır.
Nitekim mevzumuzu
teşkil eden bu hadis-i şerif de bu görüşü te'yid etmektedir. Çünkü, bu hadis-i
şerifte namazı tehir edip öncelikle helaya gitmek emredilmektedir. Bu, namazı öncelikle
kılmanın nehyedilmesi demektir. Binaenaleyh namaz önce kılınırsa, fasit olur.
Çünkü sıkışık bir.vaziyette namaz kılmaya çalışmakbir bakıma amel-i kesir
demektir. Diğer amel-i kesitler gibi bu, da namazı bozar. İnsanın sıkışık bir
vaziyette namazı devam ettirebilmesi kabalarını sıkması ve birleştirmesiyle
mümkündür ki, bu ağır bir yük taşımak kadar zor ve kalbi meşgul eden bir iştir.
İbn Nâfi'in Mâlik'ten
rivayet ettiği bir hadis-i şerifte "Kim nama/da sıkışırsa elini burnunun
üzerine koysun sanki burnu kanamış gibi dışarı çıksın” buyruluyor.
Namazı sıkışık
vaziyette kılmanın namazı bozmayacağı görüşünde olanlar ise “Hadis-i şerifteki
nehy, namazın dışındaki kişilerle ilgilidir. Bizzat namazla ilgili değildir.
Binaenaleyh namazın hiç bir farzını terk etmeden edâ eden kimse için iade
gerekmez" derler. Şâfiîler ve Hanbeliler bu görüştedirler.
Önce ihtiyacın
giderilmesi sonra namaza durulması mendubtur.
Hanefilere göre,
farzlara ve vâciblere riâyet edilmesi şartıyla bu halde kılınan namaz sahihdir.
Ancak namazda gerekli huzurun sağlanmaması sebebile mekruhtur. Zira namazda
aranan husus huzur-ı kalb ile namazın edâ edilmesidir. Bu bakımdan cemaatle
namaz kılarken abdestine sıkışan kimse, ikinci bir cemaat bulamama ihtimali
bile olsa namazı bozup tuvalet ihtiyacmı giderdikten sonra abdest alıp namazını
yeniden kılar.[421]Şafiîlerle
Hanbeliler bu görüştedirler. İnsan gönlünün arzu ettiği bir yemek hazırken de
yme namaza durmamalıdır, Nitekim Müslim'in bu mevzuda rivayet ettiği bir
hadiste şöyle buyuruluyor: "Yemek hazır olduğu zaman bir de büyük ve küçük
abdest sıkıştığında namaz kılınmaz.”[422]
Bu konu için 89
numaralı hadisin şerhine de bakılabilir.[423]
1.
YoIculukta Cemaat câizdİr"
2. Açık
ifade yerine kapalı ifade
kullanmak yani kinâyeli lâfızlarla
maksadı beyân etmek caizdir.
3. Namazda
huşu içinde bulunulmalı ve namazın ruhuna zıt davranışlardan sakınılmalıdır.
4. Kişi
yaptığı bir işin garip karşılanması halinde o fiilin meşru olduğunu dinî bir
delille açıklamalıdır.
5. Namazda
iken abdestine sıkışan kişi namazım bozup yeniden kılmalı ve sıkışmış halde
namaza durulmamahdır.
6. İmamın
kaamet etmesi caizdir. Ancak imamdan başka birinin kamet etmesi daha
faziletlidir.
89....Kasım
b. Muhammed'in kardeşi Abdullah b. Muhammed b. Ebî Bekr'den, demiştir ki;
Âişe'nin yanında idik. Sofra hazırlandı, bu sırada Kasım namaz kılmak üzere
kalktı. Bunun üzerine (Hz.) Âişe; ben Resulüllah (s,a.)'ı şöyle buyururken
işittim dedi: "Yemek hazırken, büyük veya küçük abdeste sıkışmışken namaz
kılınmaz”.[424] [425]
Hadis-i şerifin
beyânından anlaşıldığına göre sofra kurulmuşken veya yemeğin sofraya
getirilmesi kolaysa, farz veya nafile herhangi bir namaza durulmamalıdır. Ancak
karnın çok aç olması sebebiyle kalbin yemekle meşgul olması ihtimalinden
dolayı yemeğin namaza takdim edilebilmesi için yedikten sonra namaz kılmak için
zaman müsait ol- malıdır. Bundan maksat namazın huzur ve huşûunu sağlamaktır.
Bazıları "yemekten biraz yedikten
sonra namazı kılıp sonra da karnını doyurmalı”
demişlerse de bu hadis-i şerif, böyle bir te'vile âçık kapı bırakmayacak
kadar açıktır.
Ulemâ buradaki yeme
emri üzerinde ihtilâf etmişlerdir. Cumhura göre, buradaki emr nedb içindir.
Yani bu emre uymak mendubtur. (İşlenmesi iyi hoş karşılanan fiillere, uyulması
dinen tercih edilen fakat terki yasaklanma- yan davranışlara mendub denir.
Mendubu terk, tenzihen mekruhtur.) Binaenaleyh karnı aç olan bir kimse sofra
hazır bulunduğu takdirde evvela yemek
yerse iyi bir iş yapmış olur. Bazıları buradaki emrin farz ifâde
ettiğini söylerler. Zahirîlerden İbn Hazm diğer ulemadan Ebû Sevr ve bir cemaat
da bu görüştedirler. "Şayet önce
namaz kılınacak olursa batıl olur" derler. Şev- kânî, Şâfiîlerden
bazılarının da bu görüşte olduğunu söyler. Hadisin zahiri de bu görüşü
doğrulamaktadır. Cumhura göre ise, vakit daralmışsa namaz önce kılınmalıdır.
Bu hususta İmam-ı
Azarri "bütün yemeğimin namazolması, benim için bütün namazımın yemek
olmasından hayırlıdır" demiştir. Hazret-; İmam bu sözü ile vakit müsait
olması halinde yemeğin öne alınmasının isabetli olacağına işaret etmiştir.
Begavî'nin
ŞerhuVSünne'de rivayet ettiği ve EbÛ Drvûd'un da 3758 numarada zikrettiği bir
hadis-i şerifte Efendimizin (s.a.): "Yemek veya başka bîr şey için namazı
geciktirmeyiniz" buyurmasını Hanefî ulemâsından İbn Melek "vakit
müsait olmadığı ve fazla açlık hissedilmediği zaman namaz öne alınır" diye
te'vil etmek suretiyle iki hadisin arasını te'lif etmiştir.
Bazıları yemeğin öne
alınmasını kul hakkının Allah'ın hakkına tercih edilmesi şeklinde anlamışsa da
bu yanlıştır. Çünkü yemeğin öne alınışı, namazı hakkıyla edâ etmek gayesiyle
yapıldığından burada Allah'ın hakkını titizlikle korumak söz konusudur. Abdesti
sıkışık iken namaz kılmanın hükmü bir önceki hadisin şerhinde geçmiş
bulunmaktadır.[426]
1. Kişinin
şiddetle ihtiyac duyduğu bir yemeğin hazır olması halinde namaza durması
mekruhtur. Namazda huşûa mâni olan kalbî meşgul edici her şey bu hükme girer.
2. Abdesti
sıkışmış olan kimse o haliyle namaza durmamalıdır.
90....Sevbân[427] (r.a.)'ın rivayet ettiğine göre; Resulullah
(s.a.) şöyle buyurmuştur. "Yapılması hiç kimseye helal olmayan üç şey
vardır:
Bir topluluğa imam
olan kimse sadece kendisi için dua edip de onlara dua etmemezlik yapmasın. O
takdirde o topluma ihanet etmiş olur.Kişi izin almaksızın bir evin içine
bakamaz, eğer bakarsa o eve (izinsiz) girmiş gibi olur. Kişi yükünü
hafifletmedikçe sıkışmış olduğu halde namaz kılamaz."[428] [429]
İslâmda cemaatle namaz
kılmanın temelinde birlik beraberlik ruhu vardır. Bu ruh içerisinde cemaata
imam olan kişinin, cemaati ayırarak enâniyet duyguları içerisinde yalnız
kendisine duâ edemeyeceği aksi halde cemaatle kılınan namazın gayesine ters
düşeceği aşikârdır. Bunun için bir kimsenin bir topluluğa imam olup da cemaati
yaptığı duaların dışında bırakması hadis-i şerife göre uygun değildir. Ancak
bu durum açıktan yapılan dualarda söz konusudur. Yoksa gizli yapıan dualarda
söz konusu değildir. Çünkü açıktan yapılan dualarda cemaat imamın sesine, gizli
yapılan dualarda da kalbinin sesine kulak vermekle memurdur. Nitekim Resul-i
Ekrem (s.a.) Efendimiz namaza başlarken kendisi için şöyle duâ etmiştir:
"Ey Allah'ım
hatalarımı benden doğu ile batı arasındaki mesafe kadar uzak kıl. Ey Allahım
beyaz elbisenin kirli paslı(elbise)den ayıklandığı gibi beni de günahlarımdan
pâk eyle. Ey Allah'ım beni (katında bulunan mânevi) kar, su ve dolu ile
yıka"[430]
Rükû ile secdede
yaptığı duası ile iki secde arasında
yaptığı duası ve namazın sonunda yaptığı duaları buna örnek gösterilebilir.
Bazıları bu mevzuda
çeşitli görüşler ileri sürmüşlerse de işin esası şudur: İmanın bütün
müslümanları kapsaması gereken duası açıktan yaptığı duadır. Bir de imamı hâin
duruma düşüren duâ, bedevî arabın "Ey Allahım bana, bir.de Muhammed'e
(s.a.) merhamet et, bizimle birlikte başkasına merhamet etme!" duasına
benzeyenlerdir, Duaların bütün mü'minleri kapsar mâhiyette olması duâmn
âdabındandır.
Burada imamın
zikredilişi, bu görevin sadece imama ait olduğundan değildir. Belki umumiyetle
toplu dualarda imâmın bulunuşundandır. Yoksa cemaat de namazdan
sonraki dualarında mü'min
kardeşlerini duadan unutmamalıdır.Her ne kadar gizli yapılan
dualarda sadece kendisine duâ etmesi caizse de, namazların toplu halde
kılınışının hikmeti, elde edilen feyz ve bereketin dualar vasıtasıyla mü'min
kardeşlere de taşmasıdır.
Hadis-i şerifte
üzerinde durulan diğer mühim bir mesele de içeri girmek için izin verilmeden
kapı aralarından veya benzeri yerlerden evin içine göz atmaktır. Bu davranış
hüküm bakımından aynen izinsiz bir eve girip mü'-minlerin mahrem işlerine,
araştırılması haram olan sırlarına muttali olmak gibidir. Aslında izin
istemekden maksat, bu yasaktan sakınmaktır. Binaenaleyh bu yasağı işleyen
kimse de mü'min kardeşinin namusuna saygısızlık ve ihanet etmiş olur.
Hadis-i şerifte
üzerinde durulan üçüncü husus da sıkışık abdestle namaz kılmanın doğru
olmayışıdır. Bilindiği gibi namaz kılan kimse münacât halindedir. Cenab-ı
Hakk'a yakındır. Eğer namazı sıkışmış halde kılarsa, bu sıkışıklık kendisini
namazda hissedilecek huşûdan mahrum edeceği için nefsine ihanet etmiş olur.
Evlere girmek için
izin istemenin namazla beraber zikredilmesinin hikmeti, kul hakkıyla Allah
hakkının birlikte hatırlatılmasıdır.
Bir kimse kul hakkına
dikkat ederse, Allah'ın hakkına kesinlikle Rikkat edeceğinden burada kul
hakkıyla ilgili olan izin isteme mevzuu özellikle zikredilmiştir.
Hanefî ulemâsından
Aynî'nin açıklamasına göre bu hadis-i şerifte geçen üç yasaktan birincisinin
hükmü, tenzihen mekruh, ikincisinin hükmü tahrimen mekruhtur. Üçüncü yasak ise,
insanlara cenâb-ı peygamberin şefkat ve merhametindendir. Buna şefkat yasağı
denilir. Çünkü insan namazı sıkışıkken kılsa namazı sahihtir, ama o kişi
nefsine zulmetmiştir. Nitekim 88 ve 89 numaralı hadislerin şerhinde bu konuyu
açıklamıştık. "Bu işlerden birini yapmak helâl olmaz" sözü, bu üç
işten şiddetle sakınmanın lüzumunu ifâde eder.[431]
1. İmamın
sadece kendisine duâ etmesi mekruhtur. Eğer böyle yaparsa cemaate jhânet etmiş
olur.
2. Girmek
için izin almadan başkasına ait evin içine göz atmak tıaramdır.
3. Sıkışan
kimse yükünü atmadan namaza girmemelidir.
4. Toplumda
görev üstlenen kişinin toplumu ihmal ederek kendi menfaatine hareket etmemesi
gerekir.
91....Ebû
Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre: Rasulullah (s,a.) şöyle
buyurmuştur: "Allah'a ve âhiret
gününe inanan bir kimsenin sıkışıklığını gidermeden sıkışmış haliyle namaz
kılması helal olmaz."
Sonra Sevr b. Yezîd,
Habîb b. Salih'in rivayet ettiği (90 numaralı) hadise benzeyen şu lâfızlarla
sözlerine devam etti: "Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimseye,
izinleri olmaksızın bir topluluğa imam olması asla helâl olmaz ve duayı sadece
kendisine yapıp o toplumu duanın dışında bırakması da helâl olmaz. Eğer böyle
yaparsa onlara ihanet etmiş olur."[432]
Ebû Dâvûd, "bu
hadis-i şerif Şamlıların rivayetidir, râvileri arasında Şamlılardan başka
kimse yoktur'" dedi.[433]
Bu hadis-î Şerifin
mâna itibariyle bir benzeri 90 numarada zikredilmişti. Müellif Ebû Dâvûd bu iki
hadisin râvîlerinin sıra ile birinin Habib b. Salih, diğerinin ise Sevr b.
Yezid olduğunu ve bunların ikisinin de hadisi şeyhleri Yezid b. Şüreyh'den
aldıkları ve mânaları da aynı olduğu halde lâfızlarının farklı okluğunu;
"Sonran Sevr b. Yezid, Habib b. Salih'in rivayet ettiği hadisine benzeyen
şu lafızlarla sözlerine devam etti" diyerek ifâde etmiştir. Ancak bu
hadisten başka 90 numaralı hadis-i şerifte ayrıca bir de "ev sahibinin
izni olmadan evin içine bakmanın o ev sahibinin harim-i ismetine bir tecâvüz ve
dolayısıyla İhanet olduğu"nu belirten üçüncü bir madde daha vardır ki, bu
hususların hükmü orada açıklanmıştır.
Hattâbî bu hadis-i
şerifle ilgili olarak şunları söylüyor: Kişi cemaatin Kur'an-ı Kerimi en iyi
okuyanı ve namaz-meselelerini en iyi bileni değilse,rızaları olmadan onlara
imam olması caiz olmaz. Amma gerek Kur'ân okumakta gerek namaz meselelerini
bilmekte onlardan üstün olup imamlık vasıflarım hakkıyla üzerinde taşıyorsa,
onların izni söz konusu olmaksızın Öne geçmek hakkına sahiptir. Zaten bu
durumda cemaat onun imamlık yapmasını kendiliklerinden arzu ederler.
Bazıları da derler ki;
bu izin başkasına ait bir evde namaz kıldıran kişi için lâzımdır. Amma evin
dışında ise, imamlık vasıflarını taşıyan kimse için cemaatin rızasını almak söz
konusu değildir.
Netice olarak kişinin
hangi şartlar içinde olursa olsun, imamlığa talip olması, aslında kendine
güvenin ve kendini beğenmenin bir neticesidir. însan imamlığa geçmekte acele
etmemeli ve bu hususta atılgan olmamalıdır. İmâmet-i suğra (namaz imamlığı) nın
hükmü böyledir. İmâmet-i kübrâ (devlet başkanlığı) ise, mutlaka ehl-i hal ve
akdin tasvibiyle tâyin edilir.
Bİr hadis-i şerifi
sadece bir belde ahalisinin rivayet etmesi o hadisin zayıf hadis çeşitlerinden
"garib" hadis olması demektir ki, müellif Ebu Dâvûd hadisin sonunda
bu hususa dikkati çekmiştir. Ancak bir önceki hadis bu hadisi takviye
ettiğinden hadisimiz, zayıflıktan kurtulup hasen li-ğayrihî derecesine
yükselmektedir. İşte bu sebeble musannif bu hadisi Sünen'ine almıştır.[434]
1. İmamın
sadece kendisine dua etmesi mekruhtur.
2. Kışının, cemaatin
rızası olmadan imamlık yapması caiz değildir. (Bu iki maddenin izahı bir
evvelki hadis-i şerifte geçmiştir).
3. Bazı
âlimler "sıkışık iken namaz kılmak haramdır" hükmünü bu hadisten
çıkarmışlardır. Ekseri ulemaya göre bu halde kılınan namaz mekruhtur. Nitekim
mes'ele bir önceki hadisin şerhinde etraflıca açıklanmış bulunmaktadır.[435]
44. Abdest İçin Yeterli
Su Miktarı
92....Âişe
(r.anha)dan demiştir ki; "Nebi (s.a.) bir sa'(mikdarı) su ile gusleder,
bir müdd(mikdarı) su ile de abdest alırdı."[436]
Ebû Dâvûd dedi ki;
hadisin Ebân rivayetinde Katâde "ben Safiyye'den işittim'' diye(aralarında
sema’ bulunduğunu) açıklamıştır.[437]
Hadis-i şerifte geçen
ölçüler merhum Ahmed Nâîm tarafın-dan şöyle açıklanmaktadır:
"Sa”: Beş rıtl-i
Bağdadî ile üçte bir ntl (1/3) alan kaba denir. Bir miidd de bir sa'ın dörtte
biri mikdarıdır. Bu Şâfiîlerden Nevevî'nin verdiği ölçüdür. Ancak bu ölçek pek
ihtilaflı olduğundan ihtilafların derecesini anlamak isteyenler Kamus
Tercemesi'nden "müdd, sa', rnekkuk, ntl" kelimelerine müracaat
edebilirler. Aleyhisselâtü vesselam efendimiz hazretlerinin muhtelif
mikdarjarda su ile abdest alıp guslettiklerine dair diğer pek çok rivayetler de
vardır. Buradaki mikdarlar orta yapılı bir kimsenin yıkanacak azası üzerinden
akacak suyun en az mikdanm gösterir. Bedenin azası üzerinden su aktıkdan sonra
bu mikdarlardan da az su ile caiz olduğu halde, israf dedirtmeyecek
ziyadesiyle de caizdir.
Medine-i Münevvere'de
kullanılan müd -ki fukaha arasında müdd-ü nebevi diye bilinir- ( i ) ntl mikdarı alan bir hacim Ölçüsüdür. Dört
müd bir sa'dır. Ancak müd ile sa'ın mikdarlarını anlamak ölçü alınan rıtlın ne
mikdar olduğunu bilmeye bağlıdır. Rıtlın ise Bağdadîsi, Şâmîsi vardır. Yani
birinin İran, diğerininki Roma ölçüleri olup hesap edilince takribî bir mikdar
gösteren iki ölçektir.
Rıtl-i Biağdadî (130),
daha doğrusu, imam Nevevî'nin tahkikine göre ( 128 ) dirhemdir. Esah olan
ikinci takdir ise de kesirli olduğundan buna (1 ) dirhemi; diğer tabirle, bir
miskal kesirsiz 130 dirhem itibar edilmiştir, deniliyor.
(ı ) rıtl olan bir
müd-ü nebevi bu hesaba göre ( ı ), veya 130 dirhem hesabına göre ( ) dirhem eder ki en doğru hesap ve takdire
göfe bir dirhem (3,898) gram ettiğinden bu miktar (0,530) yani yarım litre: den
biraz ziyade tutar. Bu mikdar bugün sucuların kullandıkları su bardaklarından
üçünün aldığı sudan azdır. Bu İmam Şafii ile Hicaz fukahâsı takdiri olup Ebû
Hanife ile Irak fukahâsına göre ise müd iki rıtl olduğundan (1, 6) litre eder
ki beş kadehten biraz ziyâdedir.[438]
Netice olarak
Peygamber (s.a.) (3,328) kilo gram su ile gusleder, (832) gram su ile de abdest
alırdı.
Günümüzde geçerli olan
gram itibariyle yukarda geçen ölçüler şöyledir:
1) Sa' = 8
rıtl = 3,328 kgr.
2) Rıtl =
416 gr.
3) Müd = 832
gr.
4) Sa' =
3,328 kgr.
5) Dirhem =
3,2 gr.
6) Okka =
1,30943 kgr dır.
Rasûlü Ekrem (s.a.) in
bir sa' mikdarı su ile gusletmesi ve bir müd mikdarı su ile abdest alması bu
mikdarlann ğusl ve abdest için değişmeyen mikdarlar olması demek değildir.
Çünkü Resul-ü Ekrem (s.a.) bazan bu miktarlarda su kullanırken bazan de
bunlardan daha fazla veya eksik su kullanmıştır.
tbn Dakik'1-îyd diyor
ki; ğusülde vâcib olan suyun organlar üzerine dökülüp akmasıdır. Bu olunca
vacib yerine getirilmiş olur. Tabii ki bu durum şahıslara göre değişir. Guslün
yerine gelmesi iri vücutlu kişiler için daha çok, küçük cüsseli kişiler içinse,
daha az su kullanmayı gerektirir.
İmam Şafiî (r.a.)
hazretleri de buyuruyor ki; "bazan az su gusle veya abdeste yeter, bazan
da çok su yetmeyebilir. Binaenaleyh gusülde bir sa'dan aşağı, abdestte de bir
müdden aşağı su kullanmamak müstehabdır."[439]
Nitekim hadîs-i
şerifler değişik ölçüler vermektedir. Herhalde bu içinde bulunulan zamana ve
duruma göre insanın ihtiyacının değişebilmesinden ileri gelmektedir.
Yine Nevevî şöyle demektedir:
"Abdest veya gusle yetecek su için belirli bir miktar tayin edilmiş
değildir. Burada gerekli olan suyun azlığı veya çokluğu değil, organların
yıkanmasıdır. Yıkanmada ise gerekli olan suyun organlar üzerinden akmasıdır.
Binaenaleyh insan abdest alırken veya guslederken ihtiyacına uygun olarak
bazan bu hadiste belirtilen miktardan biraz fazla ya da az su
kullanılabilir."
Nitekim şu hadis-i
şerifler bu gerçeği doğrulamaktadır: "Resûlüllah (s.a.) bir sa' veya beş
müdde kadar olan su (miktarı) ile gusül abdestini alır, abdest için de bir müd
(miktarı) su kullanılırdı."[440]
"Nebi (s.a.) ile Âişe (r.anha) üç müd su alan bir kaptan yıkanarak gusül
abdesti almışlardır."[441]
Şevkânî ise mevzumuzu
teşkil eden bu hadisin şerhinde: "Abdest veya gusül için yeterli olan su
miktarında ölçü, organların şüphe kalmayacak şekilde iyice yıkanmasıdır. Suyun
bir sa'dan çok veya az olması Önemli değildir" diyor. Yeter ki, suyu
kullanan kişinin abdest almadığı veya gusletmediği söylenemiyecek kadar az veya
israf derecesinde çok su kullanılmış olmasın.
Netice olarak şunu
söyleyebiliriz: Resûl-ü Ekrem (s.a.) bir sa' miktarı su ile gusül eder, bir müd
miktarı su ile de abdest alırdı. Ümmetine gerekli olan da bu hususta ona uymak,
şeytanın ve cehaletin mahkûmu olmuş kişilerin düştüğü suda israf etme hatasına
düşmemektir. Bu kişiler temizlik esnasında israf derecesine varan su
sarfiyatında akılları sıra isabetli hareket edip kusursuz bir şekilde abdest
almanın gereğini yaptıklarını zannederler de dinen yasaklanan israfa
kaçtıklarını anlayamazlar. Halbuki deniz kenarında bile olsa, abdest ve gusül
için yeterli olan sudan fazlasını kullanmak mekruhtur. Nitekim 96. hadisin
şerhinde açıklanacaktır. Ancak ihtiyaca mebni olarak bu miktarı geçmek israf
olmayacağı gibi ihtiyaç duymadığı için bu miktardan daha az su kullanmakta da
bir sakınca yoktur. Abdest ve gusül-de kullanılacak su miktarının ihtiyaca göre
nasıl değişeceği meselesi 95 numaralı hadisin şerhinde gelecektir.[442]
1. Bir müd
su ile abdest almak, bir sa’ dolusu su ile
gusül etmek sünnete uymak olur
2. Bu
miktarın dışında ihtiyaç olmadan fazla su harcamak israftır. Akar veya göl suyu
da olsa hüküm aynıdır, değişmez.
3. Müslümanların
hareketleri dengeli olmalıdır.
93....Câbir
b. Abdullah (r.a.)'dan şöyle demiştir: "Resûlullah (s.a.) bir sa' su ile
gusül eder, bir müd su ile de abdest alırdı.”[443]
Bu hadis-i şerif ile
ilgili açıklama 92 numaralı hadisin izahında geçmiş bulunmaktadır.
94....ÜmmüUmâre
[444]’den
rivayet edilmiştir ki: "Resûlullah (s.a.) kendisine getirilen ve içinde
bir müddün üçte ikisi su bulunan bir kaptan abdest almıştır."[445] [446]
Fahr-i kâinat
Efendimizin bir müdden daha az bir suyla abdest aldığım, ifâde bu hadîs.i şerif Mâkîlerden İbn Şa'bân'ın
abdest için yeterli suyun bir müdd (832 gr), gusül için bir sa' (3.328 gr)
olacağına dair iddiasını reddetmektedir.
Ulemânın ekserisi ise
bu miktarlara riâyet etmek müstehabtır, demişlerdir. Ancak bu daha fazla
kullanmayı, gerektirecek bir durum bulunmamasına ve kişinin cüssesinin mutedil
olmasına bağlıdır. Nitekim bu durum, 92 numaralı hadisin şerhinde
açıklanmıştır. Tafsilat için bundan sonraki 95 numaralı hadis-i şerifin şerhine
de bakılabilir.
95. ..Enes
(r.a.) den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: "Resulüllah (s.a.) iki
ntl su (alan kab) ile abdest alır, bir sa* (dolusu) su ile de gusül
ederdi."[447]
Ebû Dâvûd der ki: Bu
hadis-i şerifi aynı zamanda Yahya b. Âdem Şerik'den rivayet etmiştir. Ancak
şerik "îbn Cebr b. Atîk'den" diyerek hadisi sevketmiştir. Yine aynı
hadisi Süfyan’da Abdullah b. İsa'dan,
onun "Bana Cebr b. Abdullah haber verdi ki" dediğini kaydederek
rivayet etmiştir.
Yine Ebû Davud'un
belirttiğine göre aynı hadisi Şube, "Bana A b-dullah b. Abdullah b. Cebr
(Enes'den şöyle duydum) dedi" diyerek rivayet etmiştir. Fakat Şu'be
hadis-i şerifte geçen "iki rıtl'ı zikretmeksizin, "Resulü Ekrem
(s.a.) birmekkûksu ile abdest alırdı" demiştir.
Yine Ebû Dâvud dedi
ki: "Ben Ahmed b. Hanbel'i "bir sa’ ,
beş rıtl’dır” derken işittim.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Gerçekten de bu miktarda olan sa' îbn Ebî Zi'b'in sa'ıdır. îbn EbtZi'b'in saU
da Nebiyy-i Ekrem (s.a.) Efendimizin sa'ının ta kendisidir.[448]
Hadis-i şerifte geçen
Mekkûk kelimesi ( 11) rıtla denk bir hacim ölçüsüdür.İbn Esîr’e göre ise
mifctan bölgelere
göre değişir
.Nevevî'ye ve bu hadis-i şerifdeki zahirî mânaya göre "Mekkûk
birmüdd(832gr) dür.
Übbî,
"Iraklıların kullandıkları bir ölçektir ki, Medine'lilerin Medine sa'ı ile
bir buçuk sa' alır" diyor.
İbn Esîr "Burada
Mekkûk ile Müd kasdedilmiştir. Çünkü diğer hadisler mckkûk'ü müdd ile
açıklamıştır" diyor ki; Müslim ve Nesâi'nin Abdullah b. Cebr kanalıyla
Hz. Enes'den rivayet ettikleri "Resûlüllah (s.a.) beş mekkûk ile yıkanır,
bir mekkûk ile de abdest alırdı" mealindeki hadis de bu görüşü doğrulamaktadır.
Eğer bu hadis-i
şerifteki Mekkûk’ü te'vil etmeden hakiki manada kullanıldığını kabul edersek
Resul-i Ekrem (s.a.)'in ( 5 ) ntl su ile gusül ettiğini söylemiş oluruz ki,
bunu hiç bir kimse söylememiştir. 92 ve onu tâkibeden diğer hadis-i şerifler de
açıklandığı gibi abdest veya gusulde kullanılan su için Resulü Ekrem'in her
zaman riayet ettiği ve bizim de riayet etmemizi gerektiren bir ölçü tayin
edilmiş değildir.
Hadislerde Resulü
Ekrem (s.a.)'in bazan en çok kullandığı, bazan da en az kullandığı ölçüler
nakledilmektedir ki, bu duruma göre söz konusu ölçülerin hepsinden istifâde
edilebilir.
Hanefî ulemâsından ve
Buhâri sarihlerinden allame Aynî merhum bu hususta şunları nakletmektedir:
a. Orta
boylu ve orta cüsseli bir kişi, orta boylu ve orta cüsseli olan Resulü Ekrem
(s.a.)'in abdest ve gusulde kullandığı su ölçülerine uymalı, ondan daha az
veya çok kullanmaktan kaçınmalıdır.
b.
Bedenleri, Resul-Ü Ekrem (s.a.)'in bedenine uymayan zayıf cüsseli kişiler ise,
Resulü Ekrem (s.a.) in vücuduna nisbetle ne kadar cılız olduklarını hesap edip
kullandıkları suyu da o nisbette azaltmalıdırlar. Bu onlar için müstehaptır.
c. Resulü
Ekrem (s.a.) in mübarek vücuduna nisbetle çok daha iri olan kimseler ise,
Resûlullah'ın kullandığı suyun miktarını göz önünde bulundurarak irilikleri
nisbetinde bu Ölçüyü artırmalıdırlar. Bu da bu kimseler için mustehabtır.
Ahmed b. Hanbel'in
"bir sa' 5 ntldır" açıklamasının aslı (5 ) rıtl olması lâzımdır.
Ancak bu rivayette (1/3) miktannm yanlışlıkla düşdüğü diğer rivayetlerden
anlaşılmaktadır. Yine bu açıklamada adı geçen îbn Ebî Zi'-b'in kimliği hakkında
iki ihtimal vardır:
1. İsmi
geçen îbn Ebi Zi'b'in; yanında Resûlu Ekrem (s.a.) in kullandığı rıtlı saklayan
ve ntl imal eden kişilerin ölçü için müracaat ettiği Îbn Ebî Zi'b olması
ihtimali vardır. Bu ihtimale göre bu zatın, rıtl imal eden bir kimse olması
gerekir. Bu yüzdendir ki rıtılar "tbn Ebî-Zi'b ntli" şeklinde ona
nisbet edilmiştir.
2. Yine Îbn
Ebî Zi'b isminde tarihte bir emîr vardır ki o ismi geçen îbn Ebî Zi'b'in
sakladığı Resulü Ekrem (s.a.) e ait ntla uyulmasını emrederdi. Bu bakımdan ntl
ölçüsü"ibn Ebî Zi'b ntlı" diye bazan da bu kişiye nisbet edilir.
Bu hadis-i şerifte
geçen ölçülerin grama çevrilişine dair izahat 92 numaralı hadis-i şerifin
açıklamasında geçmiştir.[449]
96....Ebû
Neâme (r.a.) den nakledilir ki: Abdullah b. Muğaffel, oğlunun; "Ey
Allah'ım muhakkak ki ben senden cennete girdiğimde sağ tarafındaki beyaz köşkü
istiyorum" diye duâ ettiğini duyunca şöyle demiştir: Allah'dan cenneti
iste ve cehennem ateşinden de O'na sığın (yeter). Zira ben Resûlullah (s.a.)'i
"İleride bu ümmet içinde abdestte ve duada aşırılık yapacak bir topluluk
gelecektir" , buyururken işittim."[450] [451]
Abdullah b. Muğaffel
hakkında 27. hadis-i şerifin izahında bilgi verilmiştir. Oğlunun ismi hakkında
Said, Ziyad, Yezid gibi çeşitli rivayetler vardır. Hadis-i şerifte geçen
"Beyaz köşk" cennette bulunan malum bir köşktür ki, Peygamberlere aittir.
İçi cennet hurileri ile doludur. Cennetin sağında olmasından maksat Cennetin
dışında ve sağ tarafında olması değil bilakis içinde ve sağ tarafında
olmasıdır. Binaenaleyh insanın, amellerinin ulaşamayacağı, ancak peygamberlerin
erişebileceği nimetler istemesi duada aşırılıktır. Bu bakımdan Rasûlü Ekrem
(s.a.) Efendimiz daha sağlığında, böyle aşırılık yapacak kimselerin ileride
zuhur edeceğini haber vermiş ve ümmetini bundan sakındırmışım Bazı Ulemâ da
duadaki aşırılığı, isteklerin, yapılan amellerin çok fevkinde oluşuna değil de,
belli şeyleri istemeye bağlamışlardır. Çünkü o belli şeyi belki cenab-ı hak
başka kimselere verecektir. Binaenaleyh bu hadîs-i şerifteki gibi mutlaka
cennetin sağ tarafındaki beyaz köşkü istemek yerine herhangi bir beyaz köşk
istenmelidir.
Aynı zamanda güna h
olan bir şeyi istemek ve duada feryad-ü figan etmek de aşırılığa girer.
Aşırılık, yapılan duada edebi terk, kendini peygamberler seviyesinde görmek
gibi bir büyüklenme korkusunun bulunmasıdır.
Abdestte veya abdest
suyu kullanmakta aşırılık gösterecek bir topluluğun zuhur edeceğini de habib-i
kibriyâ (s.a.) haber vermektedir. Hadîs-i şerifte geçen () kelimesinin birinci
harfi zamme okunursa, "abdest alma fiilinde aşırılık göstermek"
kasdedilmiş olur ki, abdest organlarının yıkanışında ve mesh edişte sünnetle
tayin edilen ölçüyü aşmak demektir. Şayet birinci harf fetha ile okunacak
olursa, "abdest suyu" anlamına gelir ki o zaman da kastedilen
ölçüsüzlük, abdest suyunda meydana gelir. O taktirde de 92. ve 95. hadîs-i şerifler
de açıklanan ölçülere dikkat etmeyerek israfa kaçmakla, aşırılık gerçekleşmiş
olur.
Nitekim Ahmed b.
Hanbel ve îbn Mâce'nin Abdullah b. Ömer'den rivayet ettikleri bir hadiste Hz.
Peygamber, abdest almakta olan Sad'a rastladığında "Bu israf da nedir, ya
Sa'd" buyurdu. Sa'd da:
"Abdestte israf
olur mu ya Resulullah?" dedi, Resuluüah da
"Evet, akan bir
nehir kenarında bile olsan" buyurdular.
îbn Ömer'in bir başka
rivayetinde de abdest alan birini görünce Hz. Peygamber (s.a.)'irıi
"İsraf etme, israf etme" buyurduğu, kaydedilmektedir.
Nevevî merhum der ki;
"Deniz kenarında bile olsan israftan kaçınılması lâzım geldiği hususunda
âlimler görüş birliğindedirler. Bu hususta kuvvetli olan görüş tenzihen mekruh
oluşudur. Şafiî ulemasından bazıları da "israf haramdır" diyerek su
kullanmada aşın gitmenin haram olduğunu ifade etmişlerdir."[452]
Bu husustaki israfın
tenzihen mekruh olduğu görüşü cumhurun da görüşüdür. Ancak bu kerahet herhangi
bir zarara veya bir malın telef olmasına sebeb olmamasına bağlıdır. Eğer böyle
bir durum varsa o zaman haram olur. Abdestte yeterliden fazla su kullanmanın
israf olduğunu ifade eden hadisler[453] ise, zayıf olduklarından delil olmak
niteliğinden uzaktır.
Hanefî ulemasına göre
abdestte israf tahrimen mekruhtur. Bu hüküm de herkese mubah olan veya
kendisine ait olan sulardadır. Vakıf suyu veya parası mescitlerden Ödenen
sularla bu şekilde abdest almak haramdır.[454]
1. Allah
Teâlâ Peygamberlerine ileride vukua gelecek hadiselerden bazılarını haber
verir.
2. Hiçbir vakit
Ümmet-i Muhammed toptan yolunu şaşırmayacaktır. Bu Ümmet içinden bazı
topluluklar ve hatta büyük kitleler yolunu sasırsa bile, kıyamete kadar hak
yolda bulunan cemaatler mevcut olacaktır. Nitekim bu hadis-i şerifte
"Ümmetim abdestte ve duada aşın gidecektir" denmeyip de "onların
içinden bir topluluk abdestte ve duada aşın gidecektir" buyurulması bunu
göstermektedir. Hâkim'in Hz. Ömer'den rivayet ettiği ve îbn Mâ-ce'nin de
doğruladığı şu hadis-i şerif bu hususa delildir. "Kıyamete kadar ümmetim
içinde, haktan yana olan bir topluluk bulunacaktır."
3. Abdestte,
gusülde, temizlikte, duada haddi aşmamak dininizin bir gereğidir. Aşırılığa
kaçmak Velhân adlı şeytanın verdiği vesvesenin mahsulüdür.[455]
97....Abdullah
b. Ömer (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.) ökçeleri
kuruluktan parlayan (abdest almış) bir topluluk gördü de; "Ökçeleri
cehennemde yanacakların vay haline!... Abdesti tam alın" buyurdu.[456] [457]
Hadis-i şerifte
zikredilen topluluğun ökçelerinin
parlamasından maksat, ökçeleri yıkanmadığından kuruluğunun göze çarp maşıdır.
Bu cemaat ya "bir abdest uzvunun ekseriyetinin yıkanmasının abdest için
yeterli olduğu" inancını taşıdıklarından, veyahut da ikindi namazına
yetişmek üzere acele etmeleri sebebiyle ökçeleri göze batacak şekilde kuru
kalmıştır. Resulü Ekrem (s.a.) Efendimiz de ilk bakışta bu durumu fark etmiş ve
işin tehlikesini her zamanki i'cazkâr ifadesiyle dile getirmiştir.
Müslim'in rivayet
ettiği aşağıdaki şu hadis-i şerif bu topluluğun ikindi namazına yetişmek için
abdestlerini acele olarak almaları sebebiyle ökçelerinin bir kısmının kuru
kaldığını gösteriyor:
"Abdullah b. Amr
rivayet etmiştir; Resûlullah (s.a.) ile birlikte Mekke'den Medine'ye döndük.
Nihayet yol üzerinde bir suya varınca cemaat ikindi zamanı acele ederek
çarçabuk abdest aldılar. Biz de onların yanma vardık. Ökçelerine suyun
değmediği görülüyordu. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.) "Vay Ökçelerin
ateşten başına gelene... Abdesti doğru dürüst alın” buyurdular.[458]
Bu hâdise büyük bir
ihtimalle Veda Haccında olmuştur.
Hadisteki
"veyl" kelimesi ise helak, şiddetli azab anlamına gelen ve fiilî
olmayan bir mastardır. Bu kelimenin irinden ve kandan meydana gelmiş
cehennemdeki bir dağ, cehennemde bir vadi gibi daha başka mânaları da vardır.
"Veyl o ökçelere” denilince yıkanmayan ökçeleri bu azab ve tehlikelerin
beklediği anlatılmış olur.
Abdesti tam almaktan
maksat ise, farzlarına ve sünnetlerine ayrıca âdabına riâyet ederek almaktır.
Yukarıdaki tehdit her ne kadar sadece ökçeler İçin olmuşsa da burada, sadece
"ökçelerinizi yıkayın",denmeyip"abdesti dosdoğru, tastamam
alınız” buyurulması, "bütün abdest organlarını aynı titizlikle yıkayın
yoksa sizin için "veyl" vardır" demektir ki, genellikle bu çeşit
tehditler farzların terkinden dolayı vuku bulur.[459]
1. Abdestte
yıkanması farz olan organların her tarafına suyu eriştirmek farzdır. Takva
ehli olan fıkıh ulemâsının tümü abdest alırken ayakları topuklara kadar
yıkamanın farz olup çıplak ayağa meshetmenin caiz olmadığında ittifak
etmişlerdir.[460] Hafız îbn Hacer'in
Fethü'l-Bâri'deki açıklamasına göre sahabeden Hz. îbn Abbas ile Hz. Ali dışında
bu görüşe itiraz eden yoktur. Sonradan onlar da bu görüşe dönmüşlerdir.
Abdurrahman tbn Ebi Leylâ sahabenin bu konuda ittifak ettiklerini söylerken,
İbn Hanbel ile Tahâvî çıplak ayağı meshetmenin sonradan neshedildiğini
söylemiştir.[461]
2. Abdest
organların üzerinde yıkanmadık küçük bir
yerin kalması abdeste mânidir.
3. Cahili
öğretmek ve kendisi için daha hayırlı şeylere yöneltmek dinen makbul bir iştir.
4. Dinî
konulara ters hareket eâenler ibir âlim gördüğü zaman ikaz edip uyarmalıdır.
Başkalarının da duyması için bu uyan yüksek sesle yapılabilir.
5. Bu hadis
cumhuru ulemâya göre, abdestte çıplak olan ayakların yıkanmasına bir delil
olduğu gibi aksini söyleyenlerin
görüşlerini de çürüten bir delildir.[462]
47. Tunçtan Yapılmış
Kaplardan Abdest Almak
98.....Âişe
(r.a.) demiştir ki, "Ben Resûlullah'la beraber tunca benzeyen bir madenden
(pirinç) yapılmış kabdan yıkanırdım."[463] [464]
Hadis-i Şerifte geçen
"tevr" kelimesi, tunçtan veya taştan yapılmış bir kaptır ki
umumiyetle ondan su içilir, bazan abdest alınır, bazan da yemek yenir.
el-Muhtâr'da "bir bakır çeşididir" diye tarif edilirken el-Misbah'da
"bakır renginde bir madendir" deniyor. Aftterî'de ise, "bakır ki
ondan kap yaparlar" dedikten sonra onun bakırla pirinç karışımından
meydana gelen ve tunç denilen bir nesnenin de adı olduğunu söyler. Terceme
buna göre yapılmıştır. Bakır renginden anlaşılan sarı renktir ki altın
rengidir. Altın kap kullanmak caiz olmayınca, acaba altın renkli kaplardan
abdest almak da böyle midir, diye akla bir soru gelebilir, işte bu hadis-i
şerif bu şüpheyi gideriyor.
Müellif Ebû Davud'un
bu hadis-i şerifi nakletmesinden maksadı eskiden beri bu mevzudaki ihtilâfa
ışık tutmaktır.
îbn Kudâme, İbn Ömer
(r.a.)*den, "sarı kaptan abdest almanın kerahetini" nakletmiştir.
el-Kanfûriyye Şerhi'nde, Suyutî ve Ebü Hüreyre' den Resulü Ekrem'in bakır
kaptan abdest almayı sevdiğine dair nakiller vardır. Nitekim ihya'da Gazzâlî
merhum da ' 'bakır kabın kokusundan melekler rahatsız olur. Binaenaleyh bu
kaplardan abdest almak mekruhtur" demektedir.
Eğer bu hükme esas
teşkil eden İbn Ebî Şeybe hadisi sahih ise, şu durum ortaya çıkar: Her ne
kadar, bu kaplardan abdest almak sahih ise de, evlâ olan bunları imkân
nisbetinde kullanmamaktır. Madem ki melekler bu kapların kokusundan rahatsız
olmaktadır, öyleyse, bakırın kokusu sinecek kadar kapta kalmış suları
kullanmamak âdaba uygun bir hareket olur. Şerhü's-Sünne'de bakır kaptan değil
de topraktan mamul kaplardan su almanın abdestin âdabından olduğu
nakledümektedir.Şir'a isimli meşhur kitapda da Gazzâlî merhum'un görüşlerine
yer verilmektedir. Nitekim asrımızın fıkıh âlimlerinden merhum Ömer N. Bilmen
Efendi de Büyük İslâm İlmihali isimli eserinin 79. sahifesinde toprak ibrik
kullanmayı abdestin âdabından saymıştır.[465]
1. Kadın ve
kocasının aynı kaptan yıkanmaları caizdir.
2. Yıkanmak
için kaptan avuçlamaya niyyet etmek gerekmez.
3. Gusül ve
abdest için bakır ve tunç gibi kaplar kullanmak caizdir.
99....Urve
babası (Zübeyr) den rivayet ettiğine göre Âişe (r.anha) validemiz Resulullah
(s.a.) Efendimizden yukarıdaki hadis-i şerifin benzerini nakletmiştir.[466]
Önceki hadisle bunun
farkı sadece râvilerindedir 98. hadisi
Hişâm rivayet etmiştir. Halbuki Hişâm, Hz. Âişe'yi görmemiştir. Bu
bakımdan 98. hadis munkati'dir. Bu hadisi ise, Hişâm'in babası Urve (r.a.)
rivayet etmiştir ki, muttasıl bir rivayettir. Her iki rivayette de ismi
zikredilmeyen bir şahıs varsa da bu, hadisin sıhhatine zarar vermez. Zira bu
şahsın Şu'be olduğu bilinmektedir.
100....Abdullah
b. Zeyd (r.a;) şöyle demiştir: "Bir keresinde Rasulullah (s.a.) bize
geldi. Biz kendisine tunçtan bir kapla su takdim ettik de o suyla abdest
aldı."[467]
Açıklaması yukarıdaki
iki hadisin açıklamalarıyla aynı olan bu hadisten şu hükümler çıkarılabilir.
1. Abdest
almakta yardımlaşmak caizdir.
2. Her ne kadar
renk bakımından altına benzerse de bakır kapdan abdest almak caizdir.
Hz. Abdullah b.
Ömer'in bakır kaplardan abdest almanın mekruh olacağına dâir rivayet ettiği
hadîsin dışında umumiyetle müslümanların bakır kaplardan abdest almaları
hususunda ruhsat ve genişlik vardır. Bu mevzuda Hanefî ulemâsından Allame Aynî
şunları nakletmektedir: "îbn Ömer'in bakır kapdan su içmediği ve abdest
almadığı rivayeti varsa da bu, onun bakırın kokusunu sevmediğinden ileri gelmiş
olabilir. Rasülü Ekrem (s.a.) efendimizin bakır kaplardan abdest aldığına
binaenaleyh bakır kaplardan alınan abdestin kerâhetsiz olarak caiz olacağına
delâlet eden hadislere ters düşmez." Aynî merhum sözlerine şöyle devam
ediyor: "Ulemâdan pek çok kimse bakır kapdan abdest almanın caiz olacağına
hükmediyor, es-sevrî, lbnü'l-Mübârek, Eş-Şâfiî ve Ebû Sevr bunlardandır. Ben
bakır ve benzeri sarı kaplardan abdest almanın mekruh olduğunu söyleyen bir
âlimi gördüğümü hatırlamıyorum. Esasen eşyada asıl olan mübahlıktır. îbn Ömer
(r.a.)'dan mevkuf olarak rivayet edilen haber bü ruhsatı kaldırıp haram hükmü
getiremez."[468]
48. Abdeste Baslarken
Besmele Çekmek
101....Ebû
Hureyre (r.a.),"Resulullah(s.a.) şöyle buyurdu" demiştir:
"Abdest olmayanın
namazı, abdeste başlarken besmele çekmeyen kimsenin de abdesti yoktur.”[469] [470]
Açıklama
Hadis-i Serifin
senedinde geçenYa'küb'unbabası, Selemetü'l Leysî'dir. Hafız İbn Hacer'in
beyânına göre SelemeEbû Hüreyre'den
hadis rivayet etmiş, oğlu Yakûb da kendisinden rivayet etmiştir. Ebü Dâvûd ve
îbn Mâce de Seleme'nin oğlu Yaküb'dan hadis rivayet etmişlerdir.
Hafız Zehebî ise, oğlu
Yaküb'dan başka Seleme'den hadis rivayet eden bir kimsenin bilinmediğini Buhârî
de Seleme'nin Ebû Hüreyre'den hadis işittiğinin sabit olmadığım söylemektedir.
Aliyyü't-Kaarî'nin
Kâdî'dan naklettiğine göre bu hadis-i şerifteki "yoktur" anlamına
gelen "Ia" kelimesi; a. Hakiki manasında kullanıldığı zaman, bir
şeyin yok olduğunu ifâde der, b. Fakat mecazen, bir şeyin sahih olmadığından dolayı
nazar-i itibara almaya değmediği anlamına gelir. c. Yine mecazen o şeyin
"kâmil olmadığı" mânâsım da ifâde eder.
Binaenaleyh
"abdesti olmayanın namazı yoktur" cümlesinde "lâ" kelimesi,
hakiki manasında kullanılmıştır ki, abdesti olmayan kimsenin gerçekte namazı
da yoktur. "Besmele çekmeyenin abdesti yoktur" cümlesinde ise, mecazi
anlamda kullanılmıştır ki, "abdeste başlarken besmele çekmeyenin abdesti
kâmil değildir" demektir. "Mescide komşu olanın mescid dışında
namazı yoktur"[471]
cümlesinde olduğu gibi... Bununla beraber besmele ile ilgili cümledeki
"lâ" kelimesi üzerinde ulemâ arasında görüş farkları vardır:
Zahirîlere, îshâk'a ve
Ahmed b. Hanbel'e göre: "Kasden besmele çekilmeyen abdest sahih değildir,
iadesi gerekir.”
Şafîîlere, İmam
Malik'e ve Hanefilere göre ise, besmele çekmeyenin ab-destinin kemâli yoktur.
Fakat sahihtir.
Birincilerin delili,
üzerinde durduğumuz hadis-i şerif ve onu te'yid eden diğer hadislerdir.
İkincilerin delili ise, Dârakutnî ve Beyhakî'nin naklettiği şu hadis-i şeriftir:
"Kim besmeleyle abdest alırsa, bütün vücudunu temizlemiş olur, kim de
besmelesiz abdest alırsa sadece abdest organlarım temizlemiş olur."[472] Ancak bu hadis-i şerifin senedinde Abdullah
b. el-Hakan ez-Zahirî vardır ki hakkında hadis uydurduğu söylentileri vardır.
Fakat bu hadis-i şerif yine Dârakutnî ve Beyhakî tarafından başka senetlerle
rivayet edilerek kuvvet kazanmıştır.[473]
tbn Seyyidi'n-Nâs'm
Tirmizî'de bu hadis Üzerinde yaptığı açıklamaya göre mevzumuzu teşkil eden bu
hadisi bazı râviler: "Besmele çekmeyenin abdesti kâmil değildir"
şeklinde rivayet etmişlerdir ki, eğer bu rivayet sabit-se, bu ikinci görüşün
doğruluğunda şüphe yoktur. İmam Tahâvî, Resûlullah (s.a.)'in Allah'ın ismi olan
selâm kelimesini abdestsiz ağzına almayı çirkin gördüğünü ve selamı abdestli
olarak almak arza ettiğini, ifâde eden hadisi[474] delil getirerek abdest için besmelenin şart
olmayıp sünnet olduğunu söylemiştir.
Menbel yazarının
açıklamasına göre "besmelesiz abdest olmaz" hadisinin besmeleyi
kasden terkedenlere yukarıda tercemesini sunduğumuz Darakutnî ile Beyhakî'nin
rivayet ettikleri hadisin de besmeleyi unutarak terk edenlere ait olduğunu
kabul ettiğimiz zaman, hadisler arasında bir çelişki kalmaz.
İbnu'l-Hümâm ise, bu
mevzuda şunları söylemektedir: "Abdestin başında besmeleyi unutan kimse
sonra onu hatırlar da abdestin ortasına besmele çekerse, sünneti yerine
getirmiş olmaz. Ama yemek ortasında çekilirse, sünnet işlenmiş olur."
Keza Hidâye
şerhlerinden tnâye'de de şöyle denilmektedir: "Abdest tek bir iş
olduğundan ortasında çekilen besmele yetmez ama yemeğin her lokması ayrı bir
iş olduğundan besmelesiz yenen lokmaları telâfi edemezse de yemek arasında
çekilen besmele, çekildiği andan itibaren yenecek olan lokmaların sünnet üzere
yenilmiş olmasına kifayet eder."
îmam Nevevi’nin
açıklamasına göre besmelenin, abdestin sıhhatinin şartı olmayıp kemâlinin şartı
olduğunun en büyük delili "Besmeleyle başlamayan biç bir önemli iş tam
değildir"[475] hadis-i şerifidir. Çünkü bu hadiste besmeleyle
başlanmayan işin sahih olmadığı değil, kâmil olmadığı ifâde edilmektedir.
Besmele'nin hükmü
hakkında fıkıh ulemasının görüşleri şöyledir:
Zahirîlere göre
besmele çekmek abdestin sıhhati için farzdır. Ahmed b. Hanbel'den gelen bir
rivayete göre ise besmele, hatırlayan kimse için abdestin sıhhati bakımından
farzdır. Binaenaleyh besmeleyi kasten terk edenin ab-desti sahih değildir.
Fakat unutarak terk etmek abdestin sıhhatine zarar vermez. Besmelenin yerini de
hiç bir şey tutmaz. Bir kimse meselâ, "bismi'lkuddûs" dese besmele
çekmiş olmaz.
Besmele aynı zamanda
gusül ve teyemmüm için de farzdır.
Hanefi, Mâlikî ve
Şâfîîlere göre ise, besmelenin hükmü sünnettir. Bir rivayete göre, Ahmed b.
Hanbel'in de görüşü budur. Besmele şu lâfızlardan ibarettir. Bismillah,
velhamdülillah, Hanefi kitaplarından Fethü'l-Kadir'de şöyle deniliyor:
"Besmelenin lâfzı ashab-ı kiram, tabiîn ve tebe-i tabiînden
nakledilegelmiştir. Buna göre, abdest alırken Bismillahilazim, velhamdülillahi
alâ dini'l-İslam denilmelidir. Efdal olanın (eûzü)'den sonra Bismillahir-rahmanirrahîm
demek olduğuna da işaret edilmiştir. el-Müctebâ isimli eserde bu iki şekil
birleştirilmiştir. el-Muhît isimli eserde ise, eğer bir kimse Lâ ilahe
illallah ve elhamdülillah veya eşhedü enlâilahe illallah dese, besmele yerine
geçer" denilmektedir.[476]
Şâfiîlerde bismillah
yeterlidir, fakat Bismillahirrahmanirrahim demek daha faziletlidir.[477]
1.
Abdestsiz namaz olmayacağı hususunda
ittifak vardır.
2. Âlimlerin
çoğunluğuna göre abdestin başında besmele çekmek sünnettir.
102....Rabîa[478]
(b.Ebî Abdurrahman) dan "AbdestebaşlaFken besmele çekmeyen kimsenin
abdesti yoktur" hadisini "âbdest alıp da namaz abdestine niyyet
etmeyen, yıkanıp da cünuplüğü gidermeye niyyet etmeyen kişi" olarak
yorumladığı nakledilmiştir.[479]
Merhum musannif Ebû Davud'un
bu hadisi rivayet etmekten maksadı
Rabia'nın bir önceki Ebu Hüreyre'hadisi üzerindeki görüşünü nakletmektir.
Rabiaya göre hadisten geçen "besmele çekmek"ten maksat, abdeste
niyyet etmektir. Yoksa sadece besmele okumak değildir. Bu bakımdan bir kimse
abdest alır ve gusül eder, aynı zamanda ibâdet için mânevi pislikten
temizlenmenin idrak ve niyyeti içinde olursa, o kişi, Allah'ın ismini zikr
etmiş sayılır. Rabia'ya göre Allah'ın ismini anmaktan murat, Allah'ı Şaiben
hatırlamaktır, lisanen telaffuz etmek değildir. Bunun için besmeleyi niyetle
tefsir etmiştir. Ancak bu tefsir lâfızları karinesiz olarak zahirî manalarından
çıkararak bir tefsir olduğu için hatalı bir tefsirdir.
Niyyetin mezheblere
göre hükmü şöyledir:
Hanbelilere ve
Rabi'aya göre niyyet abdestin şartıdır. Maliki ve Şâfiîlere göre abdestin
rüknüdür,
Hanefîlere göre ise
sünnet-i müekkededir. Yüzü yıkamadan önce niyet edilir.[480]
49, Yıkamadan Elini Su
Kabına Daldıran Kimse
103....Ebû
Hureyre (r.a.) Resulüllah'ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Biriniz gece uykusundan kalktı mı elini üç kere yıkamadan sn kabına
daldırmasın. Çünkü elinin nerede gecelediğini bilemez."[481] [482]
Bu hadis-i Şerifte
uykudan kalkan kimsenin elini yıkaması emrediliyor. Yıkamadan elini abdest alacağı
kaba sokmaması isteniyor. Bu husus tabii ki, elde ibrik gibi bir kabın
bulunmaması halinde söz konusu oluyor. Ancak bu yıkama emrinin hükmü ve sebebi
üzerinde ulemâ çeşitti görüşler ileriye sürmüşlerdir. Yıkama emrinin sebebleri
üzerinde konuşanlar şu görüşleri ileri sürmüşlerdir:
İbn Kayyım gibi bazı
âlimlere göre yıkama emri teabbüdîdir. Yani bunun hikmetini akıl kavrayamaz,
sadece kulların kulluklarını göstermeleri için verilmiş bir emirdir. Ancak,
hadis-i şerifte yıkama emrinin sebebi açıklanmış olduğundan bu görüş
reddedilmiştir.
Hadis-i şerifte
açıklanıldığı üzere bu emrin sebebi, insanın gece ellerinin nerelerde
gezindiğini bilememesidir. Gerçekten de ellerin nerelerde dolaştığı bilinemez.
Geceleyin eller vücudun pis yerlerinde dolaşarak ya da sivilceli ve yaralı
yerleri kaşıyarak pislenebilirler. Basur gibi hastalığa mübtelâ olan kişiler
için bu durum daha çok söz konusudur. Binaenaleyh kaba sokmadan önce elleri
yıkama emrinin hikmeti budur. Bu emrin hükmü mevzuunda fıkıh ulemasının görüşü
şöyledir:
1. Bu emre
uymamak ulemânın ekserisine göre tenzihen mekruhtur. Uykudan uyanır uyanmaz
etini suya sokan kimse elinde bir pislik olmadığından eminse, o su pis
olmadığı gibi o kimse günahkâr da olmaz. Fakat bu emre uyarak yıkaması
müstehabtır.
2. Hanbelîlere
göre gece uykusundan kalkan kimsenin etini yıkaması vâcibtir. Yıkamadan etini
su kabına sokmak tahrimen mekruhtur. Gündüz uykusudan kalkan kimsenin elini
suya sokması ise, tenzihen mekruhtur. Nitekim Dâvud-ı Zâhirî'nin görüşü de
budur.
3. Şafiî,
Mâliki ve Hanefî ulemasına göre ise, su kabına daldırmadan ellerini yıkamak
sünnettir. Çünkü kişinin ellerinin nerede gezdiğini bilmemesinin bu yıkamaya
sebeb olarak gösterilmesi, eÜerin temiz olup olmaması şüphesinin bu emrin
sebebi olduğunu gösterir ki, bu emrin hakiki manası olan vücûb ifâde etmekten
çıkması demektir. Bu bakımdan mezkûr imamlar uykudan kalkıp da abdest almak
isteyen kişinin ellerini kaba sokmadan yıkamasının hükmünün sünnet olduğunu
söylemişlerdir.[483]
Bazı Hükümler
1. Uykudan
uyanan kimsenin elini üç kere yıkamadan kaba sokması nehyedilmiştir.
2. Kişinin
dünya işlerine dalarak kendini unutmasından dolayı elini yıkaması gerekmez.
3. Ellerin
üç kere, yıkanması müstehabtır.
4. İbâdetlerde
vesveseye varmayan bir ihtiyat üzere olmak lâzımdır.
5. Sadece
ellerin üzerine su serpmek temizlik için yeterli değildir. Bu bakımdan
Efendimiz (s.a.), "Üç kere üzerine su serpmedikçe elini sokmasın"
dememiş üç kere yıkamadıkça sokmasın" buyurmuştur.
6. Sarih
lâfızların kullanılmasının istihza ile karşılanması tehlikesi karşısında kinayeli lâfızlara baş
vurulabilir. Ancak kinayeli lâfzı, dinleyenin anlayabilecek seviyede bulunması
gerekir.
104....Müsedded'in
Ebû Muâviye, el-A'meş, Ebû Rezîn ve Ebû Salih kanalıyla Hz. Ebu Hureyre’den
rivayet ettiği önceki hadisi yine Müsedded, bir de İsâ b. Yûnus, A'meş, Ebû
Salih kanahyteEbû Hureyre'den nakletmiştir. Ancak bu rivayete göre (bir evvelki
hadisten farklı olarak) Peygamber Efendimiz (s.a.) "Ellerini İki kere veya
üç kere yıkasın” buyurmuştur. Bir de bu rivayette A'meş, Ebû Rezîn'i
zikretmemiştir.[484] [485]
Açıklama
103 nolu hadis-i
şerifin aynısı yine müsedded tarafından rivayet edilmiştir. Ancak bu iki rivayet
arasında iki yerde farklılık bulunmaktadır. Birincisi seneddedir; 103 hadis-i
şerifle A'meş ile Ebû Salih arasında zikredilen Ebû Rezîn, 104 numaralı hadisin
senedinde yoktur. Bir de metinde farklılık vardır; 103. hadiste "Ellerini
üç kere yıkasın" buyurulurken, burada "iki veya üç kere yıkasın"
deniliyor. Ancak bu rivayetteki "veya" kelimesi, Peygamber
Efendimizin sözü müdür yoksa râviye ait bir söz müdür, burası kesin değildir.
îkisine de ihtimali vardır.
105.... Ebû
Meryem dedi ki; "Ben Ebû Hüreyre (r.a.) yi, Resûlullah (s.a.) şöyle
buyurmuştur derken dinledim:
“Sizden biriniz uykudan
uyandığı zaman elini üç kere yıkamadan su kabıma sokmasın. Çünkü elinin gece
nerelerde bulunduğunu, veya nerelerde dolaştığını bilemez”
Bu hadis-i şerifle
ilgili izahat 103. hadis-i şerifte
geçmiştir.[486]
50. Elini Yıkamadan Önce
Su Kabında Dolaştırmak
(Not: Concordance'a
göre burada bu başlığı taşıyan bir bâb bulunmakta ise de tercüme'ye esas alınan
Sünen'de böyle bir bâb mevcut değildir. Sonraki bab sayımında Concordance'Ia
uyumsuzluğu önlemek için biz de sadece bab olarak koymayı uygun bulduk.) [487]
51. Peygamber (S.A.)’in
Abdest Alış Şekli
106... Osman
b. Affân'ın hürriyetine kavuşturduğu Humrân b. Ebân demiştir ki: "Ben
Osman b. Affân'ın abdest aldığını gördüm. Önce ellerine üç defa su döküp onları
yıkadı, sonra ağzına su alıp çalkaladı, sonra burnuna su verip dışarı attı,
sonra üç defa yüzünü yıkadı, sonra sağ elini dirseğiyle beraber üç defa ve sol
elini aynı şekilde yıkadı, başını meshedip önce sağ, sonra sol ayağını
yıkayınca şöyle dedi: "Ben, Resulullah'ın aynen şu benim abdest aldığım
gibi abdest aldığım gördüm ve şöyle buyurduğunu duydum": "Kim benim
abdest aldığım gibi abdest alır da gönlünden hiç bir şey geçirmeyerek iki rekât
namaz kılarsa, Allah onan geçmiş günahlarını affeder”[488] [489]
Hadis-i Şerif’te geçen
mazmaza kelimesinin anlamı, suyu ağzında çalkalamak demektir. Bunun aslı suyu
ağzına alarak ağzında çalkaladıktan sonra döndürmek, sonra dışarıya atmaktır.
Oruçlu olmayanlara mazmaza
ve istinşâkda mübalağa göstermek sünnettir.
İstinşâk: Buruna su
çekmek, istinsâr da burundan suyu dışarı atmaktır.
Vech:Yüz demektir.
Uzunluğuna yüzün hududu, saçın bittiği yerden alt çenenin aşağısına kadar;
genişliğine hududu da, iki kulak yumuşağının arasıdır. Ağıza ve buruna suyun
Üçer defa verilmesi mevzuu bahs ediliyor ki, bu sayıya uymak Hanefîlere göre
sünnettir. Hadis-i şerifte geçen ( )
sonra kelimesi, takib edilecek sırayı gösterir ki, Şâfiîlere göre bu sırayı
takib farz ise de, Hanefî ulemâsına göre sünnettir.
Binaenaleyh kişi önce
suyu görmekle suyun rengini görür, sonra ağzına alarak tadını alır, sonra da
burnuna çekerek kokusunu tetkik eder.
1. Mazmaza
ve istinşâkın hükmü hakkında mezheb imamlarının görüşleri farklıdır. Şöyle ki:
a. Malikîlere
ve Şâfiîlere göre gusülde de abdeste de mazmaza ve istin-şâk sünnettir.
Seleften Hasan Basrî, Zührf, Hakem b. Uteybe, Katâde, Rabîa, Yahya b. Sa'd
el-Ensârî, Leys b. Sa'd, İbn Cerir et-Taberî ehl-i beytten en-Nasr (r.a.) bu
görüştedirler. Delilleri ise, "...Yüzlerinizi yıkayınız..."[490]
âyet-i kerimesiyle, "Allah'ın emrettiği gibi abdest al" hadis-i
şerifi [491] ve 54 ile 55 numaralı hadis-i şeriflerdir.
Çünkü bu iki hadis-i şerifte mazmaza ve istinşâkın sünnetten olduğu ifâde
edilmektedir.
b. İstinşâk
abdest ve gusülde vâcibtir. Mazmaza ise sünnettir. Bu görüşün sahipleri
şunlardır: Ebû Sevr, Ebû Ubeyd, Dâvud-ı Zahirî, Ebû Bekr İbnü'l-Münzir ve bir
rivayete göre Ahmed b. Hanbel (r.a.)... Bunlar Buhâ-rî'nin rivayet ettiği ve
ileride gelecek, olan "Sizden biriniz abdest aldığında suyu önce ağzına
alsın sonra da burnuna çekip dışan atsın" mealindeki 140 numaralı hadis-î
şerifle Dârakutnî'nin tbn Sîrin'den rivayet ettiği "Resul-i Ekrem (s.a.)
cenabetten temizlenmek için üç kefe buruna su çekmeyi emretmiştir"
mealindeki hadis-î delil getirirler. Bu hadislere bakarak diyorlar ki;
"Mazmaza Resulü Ekrem'in fiiliyle sabit olmuştur. Sözü ve emriyle sabit
olmamıştır. Oysa istinşâk, Resul-ü Ekrem'in kavlî sünnetiyle sabit olmuştur."
c. Abdestte
de gusülde de mazmaza ve istinşâk farzdır. Bunlar olmayınca abdest ve gusül
sahih değildir. Bu görüşün sahipleri: Meşhur olan bir rivâyete göre Ahmed b.
Hanbel, İbn Ebi Leylâ, İshâk b. Râhûye'dir. Delilleri ise, Mâide Sûresi'nin
altına âyetinde yüz yıkamanın emredilmiş olmasıdır. Ağız ve burun da yüzden
olduğuna göre ağız ve burun da bu emre dahildir.
d. Abdestte
sünnettir, gusülde ise, amel bakımından farzdır. (Amelî farz)in işlenmesi diğer
farzlar gibidir. Yapılmadığı takdirde ise, vacib hükmündedir. Farzı inkâr
edenin imanı olmaz. Vacibi inkâr edene ise bu hüküm verilemez. Bu görüşün
sahipleri ise Ebû Hanife ve ashabı ile Süfyan-ı Sevrî ve Zeyd b. Ali'dir.
Delilleri ise, "Eğer cümıp iseniz hemen temizleniniz"[492] âyetidir. Çünkü bu âyet-i kerimede bütün
bedenin temizlenmesi istenmektedir. Ancak suyun eriştirilmesi imkânsız
değildir. Gusülde ağzın içine suyun eriştirilmesi imkânsız değildir.
Binaenaleyh güsulde ağzın içini ve burnun içini yıkamak amelî farzdır. Abdestte
ise, yüzü yıkamak emredilmiştir, ama ağız ve burun yüzden değildir. Zira yüzün
sının, yüzün karşıdan görülebilen kısmıdır, ağız ve burunun cepheden görülmesi
mümkün olmadığından bu sınırın dışında kalırlar. Nitekim İbn Abbas (r.a.)
"Maz-maza ve istinşâk gusülde farz, abdestte sünnettir" buyurmuştur.[493]
2. Mazmaza
ile istinşakın sırasını, hükmünü ve mahiyetim beyân ederken Nevevî şunları
söylemiştir:
a. Üç avuç
su ile mazmaza ve istinşâk yapılır. Her avuçta önce ağıza sonra buruna su
verilir.
b. Bir avuç
su ile mazmaza ve istinşâk yapılır. Yani bir avuç su ile üç defa mazmaza sonra
üç defa da istinşâk yapılır. Zayıf bir senetle Hz. Peygamber'den Ali b. Ebî
Talib (r.a.) rivayet etmiştir.
c. Bir avuç
sudan hem mazmaza hem de istinşâk yapılır. Şöyle ki, Evvela bir defa mazmaza
sonra istinşâk yapılır, tkinci ve üçüncü defalarda da aynı şekilde hareket
edilir. Bunu Tirmizî, hasen ve garip diyerek rivayet etmiştir ki, bu babda en
güzel ve sahih hadîsin bu olduğunu iddia etmiştir.
d. Altı avuç
su ile mazmaza ve istinşâk yapılır. Bunların üçü ayrı ayrı mazmazada üçü de
istinşakda kullanılır. Ancak bu babdaki rivayet zayıf dır.
e. İki avuç
su ile mazmaza ve istinşâk yapılır. Bunların biri üç defa mazmazada diğeri de
üç defa İstinşakda kullanılır.
Şâfıî fukahasından
Nevevî: "Sahih olan vecih, birincisidir. Buhâri, Müslim ve diğer sahih
hadis kitaplarında rivayet edilen hadisler bunu göstermektedir." diyor.[494]
3.
Hanefîlere göre her mazmaza için ayrı ayrı üç avuç, her istinşak için de aynı
şekilde üç avuç su kullanılır. Delilleri Taberânî'nin rivayet ettiği şu
hadîstir: "Rasûlullah (s.a.) abdest aldı ve üç defa mazmaza, üç defa da istinşak
yaptı. Bunların her biri için ayn ayrı su aldı."[495]
4. Mazmazanın, istinşakdan öne alınmasının
hükmüne gelince bu hususta iki görüş vardır:
a.
"Abdestte sıra farz'dır" diyenlere göre önce mazmaza sonrada istinşak
yapılması şarttır.
b. Sırayı
şart koşmayanlara göre, mazmazanın öne alınması müstehabtır. Hanefîler bu
görüştedir.
5. Yüzün
abdest alırken yıkanması ise, bütün imamlarca farzdır. Yüzün yıkanmasının Üç
defa tekrar edilmesi ise yine ittifakla sünnettir.
6. Abdestte kollar dirseklerle beraber yıkanır.
Kolların yıkanmasında alimler arasında görüş birliği varsa da dirseklerin buna
dahil olup olmamasında çeşitli görüşler vardır. Dört büyük mezheb imamları ile
ulemanın ekseriyetine (cumhura) göre dirsekleri yıkamak da farzdır.
Hanefîlerden İmam Züfer'e göre dirsekleri yıkamak farz değildir.
Ebû Bekr b. Dâvud ile
bir rivayette İmam Mâlik'in görüşü de böyledir. Ulemanın bu mevzudaki ihtilâfı
abdestin farzlarım bildiren âyet-i kerimedeki (ilâ) edatına farklı mana
verilmesinden ileri gelmektedir. Bu edat bir gaye (sonuç noktası) bildirir.
Gayenin muğayyaya (burada, yıkanan organ) dahil olup olmadığı mevzuu ise
ihtilaflıdır. İşte ulemanın bu konudaki görüşlerinin farklı olması bu ihtilâftan
doğmaktadır.
7. Mesh'te
farz ve sünnet olan miktar ile mesh şekli; abdest alırken başı mesh etmek bütün
mezheblerin ittifakı ile farzdır. Ancak başta meshedilmesi farz olan miktar
ihtilaflıdır.
Başta mesh edilmesi
gereken miktar: Hadisin zahiri, meshederken bütün başı kaplamayı gerektirir.
İmam Şâfiîye göre, isterse bir kıl miktarı olsun başa değmekle farz yerini
bulur. Buna karşılık imam Mâlik'e ve İmam Ahmed b. Hanbel'den bir rivayete
göre, bütün başı kaplayarak meshetmek farzdır.
Başa meshetmek için
önden arkaya gidilir. Hasan b. Salih arkadan öne doğru gelineceğini söyler.
Evzaî ye Leys'e göre başın Ön tarafına meshedilir. Hasılı başa mesh meselesinde
fıkıh âlimlerinin çeşitli görüşleri vardır.
Mesh hakkında Şafiî
ulemâsından iki görüş rivayet olunur:
a. Ekseri
Şâfıî âlimlerine göre, bir kıl miktarı ile başa dokunmak mesh için kâfidir.
Bunun nasıl olacağını tasavvur için Şafiî ulemâsı şöyle derler; bir kimse
başına kına sürse de kınalanmadık yalnız bir kıl kalsa abdest alırken elini o
kılın üzerine değdirmesi kâfidir. Farz olan mesh bununla ifâ edilmiş olur.
Fakat bu görüş çok zayıftır. Çünkü şeriatta böyle tasavvuru bile güç olan nâdir
meseleler varid olmamıştır.
b. lbnü'1-Kadî;
vâcib olan meshin üç kıl miktarı olduğunu söylemiştir ki, bu birinciden biraz
daha hafiftir. Çünkü yüzü yıkarken bu miktar yüzle birlikte kendiliğinden ve
fazlasıyla yıkanmış olur. Bu da gerçekte başa mesh için kâfidir, Abdest alırken
her uzva sıra geldikçe niyyet etmek şart değildir. Bu hususta Şafiî âlimleri
arasında ittifak vardır. Onlara göre abdest azasını âyette sıralanan tertip
üzere yıkamak ve meshetmek farzdır. Fakat bu mevzudaki delilleri de zayıftır.
Hanefilere göre, başa
mesh miktarı hususunda üç rivayet vardır:
a. Başa üç parmak miktarı mesh farzdır. Hişam'ın
Ebû Hanife'den rivayeti budur.
b. Kerhî ile
TahâvTnin rivayetine göre Nâsiye (alın) miktarı mesh etmek farzdır. Mamafih
tmam Züfer'in rivayetine göre Ebu Hanife ile Ebû Yusuf bu miktarın kâfi
gelmediğine hükmetmiş, başın Üçte biri yahut dörtte birinin meshedilmesi lâzım
geldiğini söylemişlerdir.
c. îmam Muhammed'den bir rivayete göre, mesh
hususunda muteber olan miktar, başın dörtte biridir. Ebû Bekr, "Bizde mesh
hakkında iki rivayet vardır: Dörtte bir ve üç parmak miktarı" demiş ve
bazı ulemanın üç parmak miktarım, bazılarının da ihtiyaten dört parmak miktarı
rivayetini tercih ettiklerini söylemiştir..
d. "Câmiü'1-Fıkh" adlı eserde îmam
Hasan'dan, başın dörtte birini mesh etmenin vâcib olduğu bildirilmiştir.
Netice olarak
Hanefflerin görüşleri iki noktada Özetlenebilir:
1. Başın
dörtte birini mesh etmek: Bu görüş Hanefî fukahasından müteahhirinin görüşüdür,
uygulama bu görüş üzerine bina edilmiştir.
2. Mesih
vasıtası olan elin üç parmağının mesh edebileceği miktar kadar. Bu da Hanefî
fukahasından mütekaddiminin görüşüdür.
Bu mevzuda İmam Ahmed
b. Han bel'den de iki rivayet vardır:
1. Bütün
başı mesh etmek vaciptir. İmam-ı Mâlik (r.a.) de bu görüştedir. Mâlikilerden
bir kısmına göre başın üçte birini, diğer bir kısmına göre de üçte ikisini mesh
etmek gerekir.
2. Başın bir
miktarına mesh kâfidir. Kadına sadece başının ön tarafına meshetmek kâfidir.
Binaenaleyh baştan meshedilmesi farz olan kısmın ne kadar olduğu Hanbelî âlimleri
arasında ihtilaflıdır. İmam Ahmed'den bir rivayete göre herkes hakkında başın
bütünün meshetmek farzdır. Diğer bir rivayette bîr kısmını meshetmesi kâfidir.
Ebu'l-Hâris diyor ki: îmam Ahmed'e "Bir adam başına mesh eder de, bir
kısmını bırakırsa ne dersin?" dedim.
"İmkânı olan
bütün başını mesh etmelidir" cevabım verdi. İmam Ahmed'den gelen zahir
rivayete göre erkeğin bütün başını meshetmesi farz, kadına ise başının Ön
tarafına meshetmesi kâfidir.
Fıkıh.âlimlerinin bu
husustaki delillerine gelince: Aynî'nin beyânına göre Peygamber (s.a.)'in nasıl
abdest aldığını bildiren rivayetler içerisinde İmam Şafiî'nin bu mevzudaki
görüşüne delil olabilecek tek bir hadis yoktur. Fakat "Başına mesnetti ve
ellerini bir defa öne ve arkaya götürdü”[496] hadisi Mâlikîler'in bu mevzudaki görüşlerini
desteklemektedir. Çünkü bu hadis "Resûlullah (s.a.) abdest aldı ve alnına
mesnetti" anlamına gelir. Hadis-i Şerifi Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn
Mâce nakletmişlerdir.
Hanefilerin delili
ise, Muğîre bin Şu'be'nin rivayet ettiği: "Resulullah (s.a.) abdest aldı
ve alnına mesnetti"[497] hadis-i şerifidir.[498]
Bir de Hanefî alimleri
şöyle derler: "Başınızı mesh edin" âyeti mücmel (izaha muhtaç)tır.
Resûlullah (s.a-.) ın alnına mesh etmesi bu mücmeli açıklamaktadır. Bu hadis-i
tek kişi de rivayet etmiş olsa, Kur'ân-ı Kerimdeki mücmel ifadeleri izaha
yeterlidir. Âyet-i Kerimedeki izaha muhtaç taraf mesh edilecek miktardır. Bu
bakımdan meselenin izahı şöyledir: "Başınızı mesh ediniz"[499] âyetindeki (b) edatı mâna itibariyle bir şeyi
diğer şeye yapıştırmaktır. Buna hususî tâbiri ile "ılsâk" derler.
Mezkûr edat meshin âleti olan el kelimesinin başına gelirse meselâ: () “elimle
duvarı sildim" denilirse silmek, işi, bütün duvarı kaplar.Eğer mesh
âyetinde olduğu gibi mesh edilecek yere bitişecek olursa, bütün meshedilecek
yeri kaplamayı icabettîrmez, mesh âyetinde olduğu gibi ve şöyle bir mâna
ortaya çıkar: "Ellerinizi başlarınıza yapıştırın" burada mesh bütün
mahalli kaplamadığına göre ne miktar yerin mesh edileceği izaha muhtaçtır ki
işte o izah, yukarıda mealini sunduğumuz ve ileride gelecek olan 150 numaralı
hadiste yer almaktadır.
Meshte sünnet olan
miktar: Mevzumuzu teşkil eden hadiste geçen "sonra başına mesh etti"
cümlesinin muktezası, başa bir defa meshetmektir. Nitekim fıkıh âlimlerinden
bir çokları bunu böyle anladığı gibi, İmam Ebû Ha-nife, îmam Mâlik ve İmam
Ahmed b. Hanbel’in anlayışları da budur. Nitekim başa bir defa meshedileceğine
dair olan hadisler[500] de bu görüşü desteklemektedir.
İmam Şafiî'ye göre
diğer abdest organlarında olduğu gibi başı üç defa mesh etmek müstahabdır.
Şafiî'nin meşhur sözü budur. Buharı sarihi Aynî başa üç defa meshedileceğini
bildiren hadis-i şeriflerin bulunduğunu isbatla-mıştır. Fakat bunun Şafiî'nin
zannettiği gibi üç ayrı suyla olmayıp aynı suyla olduğunu ve İmam Ebû
Hanife'nin görüşünün de bu olduğunu söylemiştir.[501]
Hanefî ulemasından
Burhaneddin el-Mergmânî ise Hidâye isimli eserinde
İmam Ebû Hanife’ye
göre başa üç defa meshetmenin mekruh olduğunu söyler ve "Her ne kadar
Peygamber Efendimiz (s.a.) başını üç kez meshederdi"
diye bir rivayet varsa
da bu "her birinde elini yeni su ile ıslatırdı", demek değildir.[502]
Meshetme Şekli: Meshin
nasıl yapılacağına dair çeşitli hadisler .rivayet edilmiştir. Nesaî'nin
Abdullah b. Zeyd'den rivayet ettiği bir hadisten, başın ön tarafına
meshedileceği ve iki elle ön taraftan başlanarak arkaya doğru oradan da öne
doğru gidileceği anlaşılmaktadır.[503]
Taberânî'nin
rivayetinde ise; evvela arkadan öne doğru, sonra önden arkaya doğru yapıldığı
bildiriliyor. Bir rivayette de bütün başın mesh edildiği fakat saçlar hareket
ettirilmeyerek hey'eti bozulmadığı, başka bir rivâyet-te de
başa meshedildiği fakat
ellerin ileriye hareket
ettirilmediği bildirilmektedir.[504]
8. Abdestte
ayakları yıkamak farzdır. Topuklar da hükme dahildir. Dirseklerin yıkanması
hakkında verilen malumat aynen burada da geçerlidir. Topuk manasına gelen
"ka'b" kelimesinden muradın ne olduğu hususunda iki görüş vardır.
Ekseri ulemaya göre, bundan murat; bildiğimiz topuk yani ayağın bacak kemiğine
bağlandığı yerdeki şişkin kemiktir. Ve her ayağın iki tarafında birer topuk
bulunur. İmâmiyye ile çıplak ayağa meshedileceğini söyleyenlere göre, topuktan
kast edilen ayakların üstünde ve biraz yan tarafında kalan hafif çıkıntıdır.
Ulemâ abdest âyetindeki topuklardan muradın bu çıkıntılar olmadığını çeşitli
delillerle isbat etmişlerdir. Nitekim 117 numaralı hadis-i şerifin şerhinde
gelecektir; inşaallah.
Mezheblere göre
abdestin farzları
Yukarıda abdestin
farzlarını, özellikle Hanefîlerce kabul edilen farzları mezhebler arası görüş
farkları ile izaha çalıştık. Mezheb imamlarının abdestin farzları hakkındaki
tespitleri oldukça farklı olduğundan bu mevzudaki görüşleri aynı başlıklar
altında mezheblere göre vermeyi gerekli görmekteyiz.
A.
Hanefilere göre: Abdestin farzı dörttür; elleri dirseklerle beraber, yüzü (boy
olarak başın kıl bittiği yerden çene kemiğinin altına kadar) genişlik olarak,
kulak yumuşağından kulak yumuşağına kadar; ayakları, topuklarla birlikte
yıkamak; başın dörtte birini mesh etmektir.
B. Şafiîlere
göre: Hanefîlerin görüşüne ek olarak tertibe (yüz, el, baş ayak) riâyet etmek
ve abdestte niyyet etmektir.
C. Mâlikîlere göre ise: Şâfiîlerinkine ek olarak tertip müstesna
niyyet ederek dört azanın yıkanırken ovulması, su dökmekle iktifa edilmemesi,
bir de abdest azalarının arasına zaman
koymadan peş peşe yıkanması ki, buna muvâlât denir.
D.
Hanbelilere göre: Şâfiilerin görüşüne ek olarak muvalattan ibarettir.
"Aklından hiç bir
şey geçirmeyerek iki rekât namaz kılanın geçmiş günahlarının
affolunacağı" hususunu ise ulemâ, inceden inceye tetkik etmiştir. Kâdi
îyaz'a göre bundan murat kasden düşünülerek hatıra getirilen şeylerdir.
Ekseriyetle kendiliğinden hatıra gelen şeyler değildir. Binaenaleyh onlar
namazın kemaline zarar vermezler. Bazıları kasıtsız olarak namazda hatıra gelen
şeylerin namaza zarar vermeyeceğini fakat o namazın hatıra hiçbir şey
gelmeksizin kılınan namazdan sevap itibariyle daha aşağı olacağını söylemişlerdir.
Çünkü peygamber (s.a.) af edilme meselesinin hatıra hiçbir şey gelmeksizin
kılınan namaza mahsus olduğunu bildirmiştir. Böyle namaz kılmak hemen hemen
Rasûlullah (s.a.) a mahsus gibidir. Zira hatırına hiçbir şey getirmeden namaz
kılmak pek nâdir kişilere nasip olur.
Bu sözle namazda
Allah'a ihlâs kasdedilmiş de olabilir. Bu takdirde mana şöyle olur: "Sonra
halisane iki rekat namaz kılar bununla Allah'dan başka kimseden bir makam
beklemez, namaz kılıyorum diye böbürlenmez bilakis tevazu gösterirse geçmiş
günahları affolur."
Bazıları: "Eğer
bununla dünya işlerine ait bir şey düşünmemek kasdedilmişsebu güç bir şeydir.
Ama "dünyaya dair hatırına bir şey gelir de onu hemen terk ederse"
anlamında kullanılmışsa, buna diyecek yoktur. Zira muhlis kulların yapacağı
budur" demişlerdir.
Hanefi âlimlerinden
Aynî ise şunları söylüyor:
Hatırdan geçen şeyler
iki kısımdır. Bir kısmı istemeyerek hatıra, gelir. Bunları hatıra getirmemek
imkânsızdır. Fakat hatıra geldiği gibi üzerine durmayarak onları hatırdan çıkarmak mümkündür. İşte bu hadis bu
manâdadır.
Namazda âhiret
işlerine âit bir şey düşünmek huşû'a mani değildir. Kur'ân-ı Kerimin manasını
düşünerek okumak, dünya ve ahirete âit hayırlı işler düşünmek namazın
faziletine zarar vermez.
Geçmiş günahlardan
muradsa, küçük günahlardır.[505] [506]
Bazı Hükümler
1. Uykudan
kalkmış olsun, veya olmasın, abdestten evvel elleri üç kerre yıkamak
müstehaptır.
2. Abdest
organlarım üç defa yıkamak müstehabtır. Ayaklar da bu hükme dahildir.
3.
Uygulamalı olarak öğretim yapmak (netice almak bakımından) daha verimlidir.
4. Namazda
ihlas, dînen teşvik edilmiştir.
5. Sevapdan
mahrum edeceğinden dolayı namaz kılarken dünya ile kalben meşgul olmaktan
sakınılmalıdır.
6. Abdestin
sonunda iki rekât namaz kılmak sevabı çok bir iştir. Nevevî merhum, Şafiî
mezhebine göre iki rekat namazın siinnel-i müekkede olduğunu, mekruh vakitlerde
bile kılınabileceğini söylüyorsa da ulemânın büyük çoğunluğu bu namazın
sünnet-i gayr-i müekkede olduğunu mekruh vakitlerde kılınamayacağını söylüyor.
7. İyi
ameller, kötü amellerin günahına keffâret olur.
8. İbâdet ve
tâat Allah'ın af ve merhametine vesile olacağından dînen teşvik edilmiştir.
9. Abdest
organlarım yıkarken hadîs-i şerifdeki sırayı gözetmelidir. Şâfîilere göre bunu
gözetmek farzdır. Hanefî ve Mâlikî ulemâsına göre sünnettir.
Bu hususta 118.
hadîsin şerhine de bakılmalıdır.
107....Ebû
Seleme b. Abdirrahman, Humrân'in kendisine şöyle dediğini nakletmektedir:
"Ben Osman b. Affan'ı abdest alırken gördüm". Ebû Seleme rivayetine
devamla Atâ b. Yezîd'in Humrân'dan naklettiği hadîsin aynısını nakletti.
Ancak"Mazmaza ve istinşâkî"[507]
zikretmedi. Ebû Seleme, Humrân'dan naklettiği bu hadîsde şunları söyledi:
"Osman (r.a,) başını üç kerre mesh etti sonra iki ayağını üç kere yıkadı.
Ve dedi ki: İşte ben Rasûlullah (s.a.) in böyle abdest aldığım (gördüm) ve O
(s.a.) şöyle buyurdu: "Kim bu sayıdan daha az yıkayarak abdest alırsa bu
abdest o kimseye yeter." dediğini duydum. Ancak Ebû Seleme bu rivayette
Rasûlü Ekrem (s.a.)'in abdestten sonra namaz kıldığını zikretmedi.[508]
a. Bu
rivayette (mazmaza ve iştinşak) zikredümemiştir. Halbuki önceki rivayette
zikredilmiştir.
b. 8u ikinci
hadiste (107. hadis) Resulü Ekrem (s.a.) in başını üç kere meshettiği ziyâdesi
vardır. Birinci hadiste ise, yoktur.
c. Birinci
hadisteki, "Kim benim abdest aldığım gibi abdest alırsa" ifâdelerinin
yerine bu hadis-i şerifte, "Kim abdestini, azalarını daha az sayıda
yıkayarak alırsa, abdesti ona yeter" beyânı görülmektedir. Ayrıca bu 107
numaralı hadis-i şerifte Resul-ü Ekrem (s.a.)'in namaz kıldığı
zikredilmemiştir.
Bu hadis-i şerif 'başı
üç kere mesh etmek sünnettir' diyen imam Şafiî'nin delilidir.
Hanefi mezhebine göre
ise, başı bir kerede ve bütününü kaplarcasına mesh etmek sünnettir. Meshi
üçlemek mekruhtur. Hasan'ın Ebû Hanife’den bir su ile Üç kere mesh edileceğine
dair de bir rivayeti vardır. Ancak başın bir kere mesh edileceğine dâir olan
hadisler daha sağlamdır. Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıklandığı
gibi Hanelilere göre bu hadiste geçen "başını üç defa mesh etti"
sözünden maksat, avucuna yeni bir su almadan tek bir su ile mesh etmektir.
108....Osman
b. Abdurrahman et-Teyim'den rivayet edildiğine göre; îbn Ebî Müleyke'ye abdesti
sormuşlar. O da şöyle cevap vermiş; "Ben Osman b. Affân'a [509] abdestin sorulduğuna şâhid olmuştum. O (bunun
üzerine) su istedi. Kendisine bir su kabı getirildi. Sonra o kabı eğip
(içindeki sudan) sağ eline döktü ve ellerini yıkadı. Sonra da sağ elini suya
daldırıp üç kerre ağzına su verip dışarı attı. Üç kerre burnuna su verdi, üç
kerre de yüzünü yıkadı. Sonra üç kerre sağ elini ve üç kerre de sol elini
(bileklerine kadar) yıkadı. Sonra elini daldırıp suyu avuçlayarak başını ve
kulaklarını mesh etti. Kulaklarının içini ve dışını birer kerre meshetti. En
sonunda da ayaklarını yıkayıp, "bana abdestten soranlar hani nerede? İşte
ben Rasûlullah'ı böyle abdest alırken gördüm." dedi.
Ebû Dâvud dedi ki:
Osman’ın rivayet ettiği sahih hadîslerin hepsi de başın bir kerre mesh edileceğine
delâlet ederler. Osman hadîsini nakleden râviler, rivayetlerinde abdestin, her
uzvun üç kerre yıkanmasıyla olacağını söyledikleri halde, başın sadece
meshedileceğini söylemekle yetinip diğer uzuvlardaki gibi kaç defa olacağını
zikretmediler.[510]
Bu hadîste geçen
meselelerle ilgili açıklama bundan evvelki iki hadîs-i şerifin izahında
geçmiştir.Ancak burada Ebû Davud'un, Hz. Osman (r.a.)'ın rivayet ettiği hadîslerin
hepsinin başın bir kerre meshedileceğine delâlet ettiği sözüne İbn Kudâme gibi
bazı alimler itiraz etmişlerdir. Zira Ebü Dâvud bizzat kendisi Rasûlullah
(s.a.)'ın başını üç kerre meshettiğine dâir iki hadis rivayet etmiştir. Bunu,
Hafız İbn Hacer, Buhârî şerhi Fethu'l-Bâri’de şöyle izah etmiştir:
"Ebû Dâvud bu
sözüyle kendisinin rivayet ettiği iki hadîs-i şerifin dışındaki Hz. Osman'dan
rivayet edilen hadisleri kasdetmiş ve onlar üzerindeki görüşlerini
açıklamıştır."
Bu mevzuda başın bir
kerre meshedileceğine dâir en kuvvetli delil İbn Huzeyme ve başkalarının
Abdullah b. Amr b. Âs kanalıyla rivayet ettiği meşhur hadîsdir ki; bu hadîse
göre Rasûlü Ekrem (s.a.) başını bir kerre meshetmiş ve abdest sona erdikten
sonra da: "Kim benim şu abdestime bir şey ilâve ederse kötülük ve
zulmetmiş olur buyurmuştur.[511] [512]
1. Bilmeyen
kişi, dîni meselelerini sorarak veya başka vesilelerle öğrenmeye çalışmalıdır.
2. Kendisine
dîni bir mesele sorulan kimse eğer biliyorsa o sorunun cevabını vermelidir.
3. Bir su
kabına sokulmak icabeden el, sokulmadan
önce yıkanmalıdır.
4. Abdest
alırken sağ el sol elden önce yıkanır ve tertibe riâyet edilir.
5. Başın
dışında bütün abdest organları üç
kere yıkanır. Kulaklar da baş gibidir.
6. Ayaklar
yıkanır, mesh edilmez.
7. Kendisine
soru sorulan kişi soranın sorusuna cevap verirken çok dikkatli olmalıdır.
109....Ebû
Alkama'den demiştir ki; Osman b. Affan (r.a.) su istedi, abdest aldı. Suyu önce
sağ eliyle sol eline döküp iki elini bileklerine kadar yıkadı. Sonra ağzına ve
burnuna Üç kerre su verip dışarı attı. Ebû Alkame Hz. Osman'ın abdest
organlarım üç kerre yıkadığını söyledi ve şöyle devam etti: "Hz. Osman
sonra başını meshetti ve daha sonra da iki ayağım yıkayıp şöyle dedi: Ben
Rasûlullah (s.a.)'m aynen şu gördüğünüz benim abdest alışım gibi abdest
aldığını gördüm." Sonra (bu hadîsi Ebû Alkame'den nakleden Ubeydullah,
(106 nolu) Zührî hadîsinin aynısını sonuna kadar okudu.[513] [514]
Bu hadîs-i arifle
ilgili açıklama 106 ncı hadîs-i şerifin izahında geçtiğinden burada tekrara
lüzum görmüyoruz.
110....Şekîk
b. Seleme'den şöyle demiştir: "Ben Osman b. Af-fan'ın üçer kerre
bileklerini yıkayıp üç kerre de başını meshettikten sonra şöyle dediğini
gördüm: Rasûlullah işte böyle yaptı."[515]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadîsi Veki aynı zamanda îsrailden de rivayet etmiştin Ancak Vek’i bu
rivayetinde (tafsilat vermeksizin sadece) söyle demiştir. "Hz. Osman
(r.a.) abdest organlarını üçer kene yıkadı."
111....Abdü
Hayr'dan şöyle demiştir; "Ali (r.a.) bir gün bize uğradı ve namaz kıldı.
Sonra bir de abdest suyu istedi. Biz içimizden, namazı kıldığı halde suyu ne
yapacak ki, dedik. Halbuki onun maksadı bize bir şeyler öğretmekten başka bir
şey değilmiş. Nihayet içinde abdest suyu bulunan bir kapla bir de leğen
getirildi. Önce kabı sağ eline döküp iki elini üç defa yıkadı. Sonra üç kerre
ağzına ve burnuna su verip dışarı attı. Ağzına ve burnuna suyu (kaptan) su
aldığı eliyle/Verdi. Sonra Üç defa yüzünü ve üçer defa da sağ ve sol ellerini
yıkadı. Sonra elini kaba daldırıp başını bir kerre mesnetti. Sonra da sağ ve
sol ayaklarını üçer kerre yıkadı ve peşinden şunu söyledi: Rasûlullah'n
abdestini öğrenmek kimi sevindirecekse İşte bu abdest onun abdestinin ta
kendisidir."[516] [517]
Hadîs'i şerifte geçen
"Hz’ Ali'nin bize bir şeyler öğretmekten başka bir maksadı yok idi"
sözü, daha evvel içlerinden kendi kendilerine "Namaz kıldığı halde abdest
suyunu ne yapacak ki?” diye sordukları soruya yine içlerinden kendi
kendilerine verdikleri bir cevaptır.
Üzerine su döktüğü el,
hadîs-i şerifte açıklandığı üzere sağ eldir. Sağ elle ağza ve burna su
verilmesi ve buruna verilen suyun sol elle dışarı atılması sünnettir. Bu
hadîs-i şerifin uzun bir açıklaması için 106. hadîsin izahına bakılmalıdır.
112....Abdü
Hayr'den şöyle demiştir: "Ali (r.a.) sabah namazını kıldıktan sonra
Kûfe'deki Rahbe denilen yere gelip bir abdest suyu istedi. Sonra bir çocuk,
içinde su bulunan bir kapla bir leğen getirdi."
Abdü Hayr sözlerine
devamla dedi ki: "Ali (r.a.) kabı sağ eline aldı, suyu sol eline döküp iki
elini üç kerre yıkadı. Sağ elini kaba daldırıp üç kerre ağzına üç kerre de
burnuna su verdi." Sonra bu hadîsin ravîlerinden zaide, bir önceki Ebu
Avâne hadîsine benzeyen sözler naklederek rivayetine şöyle devam etti:
"Sonra Ali (r.a.) başının Ön ve arka tarafını bir kerre mesnetti."
Daha sonra da (Zaîde, Ebu Avanenin naklettiği 111 no’lu hadisin) aynısını
nakletti.[518] [519]
Hz. Ali sabah
namazından sonra Kûre'de bulunan ve Rahbe denüen yere gelerek oturuyor.Halka,
Rasulü Ekrem (s.a.)'in abdest alışını öğretmek maksadıyla bir su kabı isteyip
hadîs-i şerifte belirtildiği şekilde kabı önce sağ eline alıp yanına koyuyor,
oradan sağ eli üzerine suyu boşaltıp sağ elden de sol elin üzerine aktararak
ellerini önce bileklerine kadar yıkıyor.
Bazı nüshalara göre
ellerim üç kerre yıkıyor. Sonra ellerini kaba daldırıp üç kerre ağzına üç
kerre de burnuna sağ elle su veriyor. Bu hadîsi nakleden Zâîde Hz. Ali'nin
ellerini bileklerine kadar yıkamasından, başını meshedişine kadarki durumu şu
lafızlarla anlatıyor.
"Sonra sağ elini
kaba sokup ağzına ve burnuna üçer kerre su vererek dışarı attı. Sonra sağ elini
tekrar kaba sokup üç kerre yüzünü, üç kerre de önce sağ sonra sol elini
dirsekleriyle beraber yıkadı. Daha sonra sağ elini suya daldırıp iyice
ıslattıktan sonra onunla sol elini de ıslatıp önce başının ön tarafından arkaya
doğru, sonra da başının arkasından önüne doğru ellerim kaydırarak başının ön ve
arka taraflarını mesh etti."
Zaide bu hadisin
sonunda 111 numaralı Ebu Avane hadisini aynen nakletmiştir. 106 numaralı
hadisle ilgili açıklamalar bu hadis için de geçerli olduğundan burada daha
fazla bir açıklamaya lüzum görmemekteyiz.
113.….Mâlik
b. Urfuta dedi ki, Abdü Hayr'ın şöyle dediğini işittim: "Ben (bir
defasında) Ali (r.a.) i (Kûfe'de) gördüm. Kendisine bir oturak getirildi ve
üzerine oturdu. Daha sonra bir testi getirildi, önce ellerini üç kere yıkadı ve
bir avuç su ile hem ağzına hem de burnuna su verdi" (Şu'be önceki) hadisi
sonuna kadar (eksiksiz) nakletti.[520] [521]
Bu hadis-i şerif “bir avuç suyun bir kısmım ağıza kalanını da buruna
vererek mazmaza ve istinşak bir suyla yapmalıdır" diyen İmam Şafiî'nin
(r.a.) delilidir. Tirmizi’nin Sünen'inde belirttiği üzere İmam Şafiî
"Mazmaza ve istinşakı bir avuç suyla yapmak caizdir" demiştir. Şafiî
ikinci görüşünde de "eğer iki ayrı suyla mazmaza ve istinşak yapılırsa bu
daha iyidir" demiştir. Bu son görüş aynı zamanda Ebu Hanife'nin de görüşüdür.
Özet olarak
diyebiliriz ki, Hz. Peygamber bazan bir avuç su ile mazmaza ve istinşak
yaparlar, bazan iki avuç su ile mazmaza ve istinşak yaparlar, bazan da üç defa
ayrı ayrı mazmaza ve istinşak
yaparlardı. Ancak bir avuç su ile mazmaza ve istinşak yaptıklarında, aynı suyun yarısı ile mazmaza
yansı ile de istinşak yaparlardı.
Hz. Peygamber (s.a.)
çoğu kere üç defa mazmaza Üç kere de istinşak için ayrı ayrı su alırlardı. Hanefî uleması da
bu görüşü benimsemişlerdir. Bilgi için 106. hadisin açıklamasına bakılabilir.[522]
1. Abdest
alırken sandalye ve benzeri şeyler üzerinde oturulabilir.
2. Bir avuç
su ile hem mazmaza ve hem de istinşak caizdir.
114....Minhâl
b. Amr'in rivayet ettiğine göre, Zirr b. Hubeyş, "Ali'ye Resûlullah'ın
abdest alışından sorulduğunu işittim" demiş ve (yukarıdaki) hadis-i şerifi
nakletmiştir. (Bu nakil esnasında) Zirr, sözlerine şöyle devam etmiştir:
"Ali (r.a.)
başını hiç su damlamayacak şekilde mesh etti, ayaklarını Üçer kere yıkadı ve;
"İşte
Resulullah'tn abdesti böyleydi", dedi."[523] [524]
Bu hadis-i şerifte
daha evvel geçen hadislerden farklı olarak Hz .Ali’nin başına hiç su
damlamayacak şekilde mesh ettiği ifâdesi vardır. Bu sözün anlamı Hz.Ali'nin
başına bir kere mesh etmiş olmasıdır. Çünkü, eğer basma üç kere mesh etseydi
mutlak başından abdest sularının damladığı görülürdü. Bu bakımdan hadis-i
şerif: "Başına birden fazla mesh edilmez"diyen Hanefilerin delilidir.
"Basma hiç su damlamayacak şekilde mesh etti" ifâdesi aynı zamanda
başa mesain az bir su ile yapılmasının müstehap olduğunu gösterir. Bazıları da
bu ifâdeden "neredeyse su damlayacak şekilde başını bol su ile mesh etti"
anlamını çıkarmışlardır.
115....Abdurrahman
b. Ebî Leylâ şöyle demiştir: "Ben Ali'yi (r.a.) gördüm, abdest aldı üç
kere yüzünü, üç kere de kollarını yıkadı, bir kere de başını mesh etti. Sonra
da "Resûlullah işte böyle abdest alırdı" dedi."[525]
116....Ebû
İshâk'ın rivayetine göre: Ebû Hayye, Ben Ali'yi (r.a.) abdest alırken gördüm,
demiş ve her abdest organını üçer kere yıkadığını nakletmiş ve demiştir ki:
"Sonra başına mesh etti, sonra ayaklarını topuklarına kadar yıkadı"
daha sonra da Hz. Ali (r.a.):
" Resulü Ekrem
(s.a.)'in abdest alışım size göstermek istedim de..."[526] [527]
Her iki hadis-i
şerifin izahı için 106. hadisin açıklamasına müracaat edilebilir.
117....Ubeydullah
el-HavIânî'nin rivayetine göre İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Bir gün Ali
b. Ebi Tâlib abdest bozmuş olarak bulunduğum yere girdi ve su istedi. Biz de
ona içinde su bulunan bir kap getirip önüne koyduk. Ali bana "Ey İbni
Abbâs, Resulü Ekrem (s.a.)'in nasıl abdest aldığını sana göstereyim mi?"
dedi. Bende, "evet göster" dedim. Bunun üzerine önce kabı elinin
üzerine eğerek (sağ) elini güzelce yıkadı. Sonra sağ elini suya daldırıp
onunla diğer (sol) elini yıkadı. Sonra da bileklerine kadar iki elini yıkadı.
Nihayet ağzına, burnuna su verdikten sonra iki elini birden kaba daldırıp su
ile doldurarak yüzüne çarptı. Baş parmaklarının birini sağ kulağının diğerini
de sol kulağının iç kısımlarına soktu. Yüzünü ikinci ve üçüncü yıkayışında da
aym şekilde yaptı. Sağ eliyle bir avuç su alıp yüzüne akabilecek şekilde
alnına döktü, kollarını dirsekleriyle beraber üçer kere yıkadı. Başını ve
kulaklarının dış kısmını mesh etti. Ellerini suya daldırıp iki elinin dolusu su
avuçlayıp ayağı nalınlı iken üstüne dökerek ovdu, Diğer ayağına da aynı şeyi
yaptı. (İbn Abbâs) dedi ki: "Ben (Ali'ye); na-İmli iken ha!" dedim.
(O da): "Evet nalinli iken" dedi (sonra tekrar) "nalinli iken
mi?" dedim, "Evet! Nalinli iken" dedi. (Sonra tekrar)
"Nalinli iken mi?" dedim. "Evet! Nalinli İken" Cevabını
verdi.
Ebû Dâvud dedi ki: İbn
Cüreyc'in Şeybe'den rivayeti [528] (106-127 numaralı hadislerde geçen ve
muhtelif râviler tarafından nakledilen) Ali (r.a.) hadisine benzemektedir.
Ancak Haccâc'ın İbn Cüneyc'den rivayet ettiği hadis[529]
‘te: "başına bir defa mesh etti” denilirken, ibn Vehb'in, İbn Cüreyc'den rivayet
ettiği (aynı) hadis[530]
‘te: "üç defa mesh etti" denilmektedir. (İbn Vehb tedlisci bir râvi
olduğuna göre onun bu rivayetinin diğer sahih rivayetler karşısında bir kıymeti
yoktur demek oluyor.[531] [532]
1. Hadîs-i
şerifte geçen "suyu yüzüne çarpmak" kelimesinden maksat, yüzün
yıkanmasıdır. Ahmed İbn Hanbel Müsned'inde, İbn Hıbbân'da Sahîh'inde her ne
kadar yüze su çarpmak tabirini nakletmişse de Hanefî ve Şafiî ulemâsı suyu yüze
çarpmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Çünkü, Rasûlu Ekrem'in abdest
alışını rivayet edenlerin hepsi "yüzüne su döktü" tâbirini
kullanırken sadece bu hadîs-i şerifte suyu yüze çarpmak tabiri kullanılıyor. Bu
rivayetin yalnızlığı göz önüne alınarak "Suyu yüze çarpmak" tabiriyle
"yüzü suyla yıkama" kastedildiği kanaatine varılmıştır.
2. Rasûlu
Ekrem'in yüzünü yıkarken baş parmaklarım kulaklarının içine sokmasına gelince,
Mâverdî buradan kulaklar ile sakal arasında kalan kılsız beyaz kısmın yüzden
olduğu hükmünü çıkarmıştır. Bu görüş aynı zamanda Şafiî mezhebinin görüşüdür.
Binaenaleyh Şâfiîlere
göre bu beyaz kısmı yıkamak yüzü yıkamak gibi farzdır. Hanefî ulemâsının bir
kısmı da bu görüştedir. Ancak İmam Ebu Yûsuf: "Bu beyaz kısmı yıkamak
sakalsızlar için farz ise de sık sakallılar için farz değildir” der.
Mâlikilerde ise, bu
beyaz kısmın yıkanmasında dört görüş vardır:
a. Yıkanması
farzdır. Mezhebin meşhur olan görüşü budur.
b.
Yıkanmaması vaciptir.
c.
Sakallıların yıkaması vacip, sakalsızlarıma vacip değildir.
d. Kulağın sakal
tarafında bulunan ve arapça da "Vetîd" denilen çıkıntının üst
kısmındaki beyazlığı yıkamak sünnettir. Alt kısmını yıkamaksa farzdır.
îbn Teymiyye, "Bu
hadîs kulakların iç kısmı yüzden sayılır" diyenler için bir delildir
demiştir.
Nevevî merhum ise
"Bu hadîs-i şerif İbn Şüreyh için bir delildir. İbn Şüreyh, hem kulakları
yıkar, hem de meshederdi" demiştir.
Mirkât'te İbn
Hacer'den naklen "evlâ olan yüzleri yıkarken kulakları da yıkamak ve başla
beraber meshetmektir" demiştir. Ancak, şeriatta bir uzvun hem yıkanıp hem
de meshedildiği görülmemiştir.
Rasûlullah (s.a.)'ın
yüzünü yıkadıktan sonra bir avuç su alarak alnının üzerine dökmesi ise, ulemâ
için haili müşkil bir meseledir. Bu hususta Şafiî ulemâsından merhum Nevevî
şunları söylemiştir: Bu sözden Rasûlu Ekrem (s.a.)'m yüzünü dört defa yıkadığı
manası çıkar ki, bu icmâ-i ümmet'e ve Rasûlü Ekrem'in sünnetine ters düşen bir
durumdur. Bu bakımdan bu sözlerin izahı şöyle olmalıdır: Rasûlullahın üç kerre
yüzünü yıkadıktan sonra alnının üzerine dördüncü defa bir avuç su dökmesi orada
yıkanmadık bir kuru yerin kaldığım görmüş olmasıdır.
Velivvüddin de bu
hususu şöyle açıklıyor; Bu suyu başının bir kısmına yüzünün her tarafım iyice yıkamış olmak için
dökmüştür. Nitekim, ulemâ da yüzün her tarafını yıkamış olmak için başın bir
kısmına su dökmenin caiz olduğunu söylemişlerdir. Muhammed b. Yahya gibi bazı
âlimler de; bu harareti gidermek için yapılan bir iştir; şeklinde îzah
getirmişler ve Rasûlullah (s.a.)in başım
meshetmeyerek sadece suyu alnının
üzerine dökmesini buna bağlamışlar, bu hareketin abdestin âdâbıyla ilgili
olmadığım, abdestin âdabı veya sünneti olduğuna inanmanın bid'at olacağım
söylemişlerdir.
"Onu onunla
ovdu" anlamına gelen, ( ) kelimelerindeki, birinci zamir ayağa, ikinci
zamir ise, bir avuç suya döner ki, o takdirde mânâ, "o bir avuç suyla
ayağını yıkadı" demektir. İkinci bir ihtimale göre de, birinci zamir yine
ayağa ikinci zamir ise ayakkabıya döner ve ( ) harfi cer-i de () manasına olur.
Bu takdirde mânâ "ayağım nalinin içindeyken yıkadı” demek olur. Bu
kelimelerle kastedilen mana ayağın altının ve üstünün suyla yıkanmasıdır.
Bazıları ise "ayağın abdestte yıkanması söz konusu değildir. Esas olan
uyağın meshedilmesidir." diyerek bu sözlerden ayağın ve ayakkabının
meshedileceği manasını çıkarmışlardır ki, bu görüş pek çok açık ve sağlam
delillerle reddedilmiştir.
Aynî merhum bu konuda
şunları söylemektedir.”( )sözünün mânâsı elini ayağının üstünde ve nalininin
altında gezdirerek ayağım yıkadı demektir."
Bu hadîs-i şeriften
Râfizîler ve onların yolunda gidenler abdest alırken çıplak ayaklar üzerine
mesh etmenin caiz olduğu hükmünü çıkarmışlardır. İçlerinde Cûbâî'nin de
bulunduğu bazı kelâm âlimleri de bu hadîs-i şerife bakarak kişinin abdest
alırken ayaklarım yıkamak veya çıplak ayak üstüne meshetmek hususunda muhayyer
olduğunu söylemişler ve bu görüşü aynı zamanda Muhammed b. Cerîr'den
nakletmişlerdir.
Aslında bu hadîs'in
sıhhati üzerinde ihtilâf vardır.
Tirmizî, "Ben bu
hadîs-i Muhammed b. İsmail' (Buhârî)e sordum, o da zayıf olduğunu söyledi. Ben
de bu sözü anlamıyorum. Eğer bu sözün hadîs olduğu kesinse o zaman ayakkabı
içinde bile olsa bu bir avuç su ayağın hem içini hem de dışını yıkamaya yeter.
Nitekim, bazı nüshalarda ayağını yıkadı tabiri geçmektedir. Yok eğer bu bir
avuç suyla ayağı meshetmek kastedilmişse bu kadar suya lüzum yoktu. Zira, daha
az bir suyla da mesh yapılabilirdi" dedi. Hz. Âişe (r.a.) ise; "İki
ayağımın kesilmesi benim için çıplak ayağa meshetmemden daha ehvendir"
demektedir.
Atâ (r.a.) ise:
"Vallahi ben sahâbe-i kiramdan hiçbir kimsenin çıplak ayağa meshettiğini
görmedim" demiştir.
İbn Kayyım, Ebû Dâvud
üzerine yazdığı Tehzîbu's-sünen isimli haşiyesinde şunları zikretmektedir:
"Bu hadîs
gerçekten izahı güç bir hadîstir. Zira ilim adamları bu hadîs'in izahı üzerinde
çeşitli görüşler ortaya attılar. Bir kısmı bu hadîsin zayıf olduğunu söyledi
ki, Buhârî ve Şafii bunlardandır. Bu hadîs üzerinde ikinci görüş ise şudur:
Çıplak ayaklar
üzerinde meshedilmesinin cevazı, İslâmiyyetin ilk günlerinde idi. Sonra
ayakların yıkanmasını ifâde eden hadîs-i şeriflerle neshe-dildi. Önceleri İbn
Abbâs'da çıplak ayakların meshedilmesinin caiz olduğu görüşünde idi. Ancak,
Dârakutnî'nin rivayet ettiği Abdullah b. Muhammed b. Akil hadîsinden
anlaşıldığına göre, sonradan bu görüşünden dönmüş, ayakların çıplak olarak
meshedilmesinin caiz olmayıp yıkanması lâzım geldiğine inanmıştır.
Üçüncü görüş: Hz. Ali
ve Hz. îbn Abbâs'dan bu mevzuda rivayet edilen hadîs-i şerifler birbirini tutmamaktadır.
Bazıları çıplak ayağa meshedilmesinin cevazını ifâde ederken, bazıları da caiz
olmadığını ifâde etmektedir. Halbuki, büyük bir topluluktan gelen hadîs-i
şerifler Rasûlullah (s.a.)'ın ayaklarını yıkadığım açıkça ifâde etmektedir ki,
bu hadîs-i şerifler kendisiyle amel edilmeye ve tercih edilmeye daha
lâyıktırlar.
Dördüncü görüş: Çıplak
ayağa meshedilmesinin caiz olduğunu İfâde eden hadîs-i şerifler,
abdestsizlikten dolayı abdest almakla ilgili olmayıp, abdest tazelemekle
ilgilidir. Binaenaleyh, abdestli olan kişiler için abdest yenilerken çıplak
ayak üstüne mesh caizse de abdestsizlikten dolayı abdest alanlar için caiz
değildir.
Beşinci görüş: Hz.
Ali'nin rivayet ettiği mesh etmekle ilgili hadîs-i şeriflerde geçen mesh
çıplak ayak Üzerine değil ayakkabı veya çorap üzerine yapılmıştır.
Binaenaleyh, mesh ancak şartlarını hâiz ayakkabı veya yine mesh şartlarını hâiz
çorap üzerine yapılabilir.
Altıncı görüş: Ayağın
üç hali vardır:
1. Mest
içerisinde bulunan ayak, bu durumda mesh, mest üzerine veya mest şartlarını
taşıyan ayakkabı üzerine yapılmalıdır.
2. Ayak
çıplak olur ki, bu durumda ayağı mutlaka yıkamak icap eder.
3. Veya
mestli olmakla çıplak olmak arası bir ayakkabı içinde bulunur ki, bu durumda da
ayak üzerine su serpilir. Zira, su serpmek yıkamak ile meshetmek arasında bir
temizliktir. Bu durumda mesh denilince su serpmek kastedilir.
Yedinci görüş: Çıplak
ayak üzerine meshetmek farzdır. Ve Dâvud el-Cevârî ve tbn Abbas'ın bu görüşte
olduğu, bu görüşün taraftarlarınca rivayet edilir. Ayrıca Ibn Cerîr'in de
kişinin abdest alırken ayağını yıkamakla meshetmek arasında muhayyer olduğu
görüşünde bulunduğu rivayet edilir.
İşin aslı şudur: îbn
Abbas (r.a.)'la ilgili iddia yukarıda ikinci görüşün izahında geçmiştir. Ibn
Cerîr'e âit rivayete gelince bu açık ve büyük bir hatadır. Zira, îbn Cerîr'in
bütün kitapları ortadadır. Hepsi bu rivayetin asılsız olduğunu ortaya koyar.
Ancak, buradaki hata bir isim benzerliğinden ileri gelmektedir. Çıplak ayak
üzerine meshetmenin caiz olduğunu söyleyen İbn Cerîr başka bir Ibn Cerîr'dir
ki, Şiî'dir.
Merhum İbn Kayyım,
sözlerine devamla Şîa’dan olan bu Ibn Cerîr'in Şîa ile ilgili pek çok
eserlerine rastladığını kaydederek açıklamalarını bitiriyor.
Sonuç olarak, çıplak
ayağa meshedilir diyenlerin görüşleri mesnetsiz, delilsiz, aynı zamanda icma'a
aykırıdır. Zîra, yukarıda da belirttiğimiz gibi, abdest aldıktan sonra
topuklarında kuru yer kalan kişiler için "yazık o topuklara!..."
mealindeki hadîs-i şerif bu görüşün mesnetsiz olduğuna en büyük delildir.
Zamanımızda çıplak
ayağa mesheden Şîileri görürüz. Bunlar ehl-i beytin dışında râvileri sahabe de
olsa kabul etmezler. Halbuki, Ehl-i Beyt'ten tbn Abbas'ın çıplak ayağa
meshettiğinî, daha sonra bundan vaz geçtiğini, görmekteyiz, Ayrıca, Hz. Ali'nin
ayaklarını yıkadığım bildiren (112 ve 114) hadîslerin râvilerini de ehli
beytten olmadıkları için bu hadîsleri ihtiyatla karşılayıp muhtevası ile amel
etmemektedirler.
Dört mezhebe ve
mezheplerinin taraftarları kalmayan diğer müctehitlere göre; çıplak ayağın
kesinlikle yıkanması ve meshin çıplak ayak üzerine caiz olmayacağı
istikametindedir.[533]
1. Sahâbe-i
kiram, Rasulullah (s.a.)'ın sünnetini tesbit hususunda son derece
gayretliydiler.
2. Abdest
alırken suyu yüze çarpmak mekruhdur.
3.
Ayakkabının içinde iken ayakların yıkanması mümkünse çıkarmadan da
yıkanabilir.
4. Yüzü
yıkadıktan sonra bir avuç su alıp alnın üstüne dökmek caizdir.Bu yüzü dördüncü
defa yıkamak anlamına gelmez.
5. Yüz
yıkanırken kulakların içi, başa meshedilirken de kulakların dışı meshedilebilir.
6. Bir
kimsenin yadırgadığı bir mevzuda üstüste soru sorarak anlamaya çalışması
caizdir.
118....Amrb.
Yahya el-Mâzini'nin rivayet ettiğine göre: Babası, Amr b. Yahya'nın dedesi olan
Abdullah b. Zeyd'e "Bize Resulullah' (s.a.)ın nasıl abdest aldığım
gösterir misin?" demiş.Abdullah b. Zeyd de "evet" diyerek bir
abdest suyu istemiş, sonra suyu dökerek ellerini yıkamış, sonra ağzına ve
burnuna üç kene su vererek dışarı atmış, daha sonra da üç kerre yüzünü ve
dirseklerle beraber ikişer defa ellerini yıkayıp, ön taraftan arkaya ve
arkadan öne olmak Üzere başım iki eliyle meshetmiştir. Şöyle ki: Başının ön
tarafından başlayıp ellerini ensesine götürüyor ve sonra ellerini gerisin
geriye ilk başlangıç yerine kadar getiriyor. En sonunda da ayaklarını yıkamıştır.[534] [535]
Bazı rivayetler elleri
yıkamanın iki kerre olduğu bazılarında üç defa olduğu kaydedildiği halde
müellif Ebû Davud'un bu rivayetinde herhangi bir aded zikredilmemiştir.
Beyhâkî'nin rivayetinde
ellerin iki defa yıkandığı kaydedilirken Buhârî ve Müslim'de üç defa yıkandığı
zikredilmektedir. Yine îmam Mâlik'in ve Abdullah b. Zeyd vasıtasıyla BuhârTnin
bir rivayetinde de iki kere yıkandığından bahsedilmektedir. Burada geçen
mutlak lâfızlar mukayyede hamledildiğinde, yani ellerin iki defa yıkanması
vakit darlığı veya su kıtlığı gibi özel hallere hamledildiği zaman bu
rivayetler arasında bir çelişki kalmaz. îki ve üç defa yıkandığına dâir
rivayetlerin birini tercih etmek gerekirse, üç defa yıkandığı rivayeti tercihe
lâyıktır. Çünkü, bu sayıya ait rivayetler daha çoktur. İtimada daha lâyıktır.
"Sonra ağzına ve
burnuna üç kere su verme" mevzuuna gelince; buradaki sonra manasına gelen
"sunime" kelimesi bu sıraya riâyet etmenin bir hüküm ifâde ettiğini
bildirmektedir ki; ellerin yıkanmasından sonra ağız ve burun yıkanmalı ve bu
sıraya riâyet etmeli, demektir. Ayrıca ellerin bileklerde beraber ikişer defa
yıkanmasından maksat, her elin ayrı ayrı ikişer defa yıkanmasıdır. Yoksa her
eli birer defa yıkayıp toplam yıkama adedinin iki defa olması demek değildir.
Bu hadisin şerhinde imam Nevevî şöyle diyor:
"Bu ifâdelerde
abdest organlarının yıkanışında farklı uygulama yapmanın caiz olduğuna bir
delil vardır. Bir kısmı üç kere yıkanırken bir kısmı iki kere yıkanabilir.
Ancak müstehab olan yıkamayı üçlemektir. Resûlullah (s.a.)'ın bu adedine zaman
zaman uyması, üç adedine uymamanın da caiz olduğunu beyan etmek içindir. Çünkü,
dinî hükümleri açıklamak Resulü Ekrem (s.a.) üzerine vaciptir. Ayrıca bu açıklamanın
bilfiil yapılması ise, uygulamalı açıklamaların anlaşılmasının daha kolay
olmasındandır.[536]
"İkbal ve idbâr;
başı meshetmek için elleri önce başın ön tarafından arkaya doğru götürmek,
sonra da tersine doğru çekip eski yerine getirmek" kelimelerinin mânası ve
ifâde ettiği fiilin uygulanması konusunda üç görüş vardır:
1. Başın ön
tarafından, enseye doğru elleri kaydırmak, sonra da tekrar gerisin geriye
başlangıç noktası olan kıl bitimine kadar elleri meshederek getirmek. Bu
uygulama tarzı İmam Mâlik ve Şafiî'nin görüşüdür. Hanefi uleması da bu
görüştedir.[537]
Ancak bu görüşe itiraz
edilmişse de, taraftarlarınca çeşitli cevaplar verilmiştir.
2. Eller
baştan ense kısmına konur ve ön tarafa doğru kaydırılarak çekilir. Sonra da
tekrar geriye başlangıç noktasına çekilir, ki bu uygulama tarzının da dayandığı
birçok sağlam hadis vardır. Hasan
Basrî de bu görüştedir.[538]
3. Eller
başın ön tarafına konur, sonra yüz tarafına doğru çekilir; sonra da gerisin
geriye başın ense tarafına kaydırılır. Neticede tekrar başlangıç noktasına
getirilir. Nevevî merhum der ki; "iki elle başı mesh etmek müste-haptır.
Bu hususta ulemâ arasında görüş birliği vardır. Çünkü bu şekilde yapılan mesh,
suyun bütün kılların arasına erişmesine en uygun bir uygulama tarzıdır. Ancak
bizim Şafiî uleması, bu mesh tarzının saçı örülü kimseler için müstehab
olacağı, saçı örülü olmayanlar için buna ihtiyaç olmadığı görüşündedirler.
Ayrıca bu hadisten
başa meshin iki elle başı kaplarcasına yapılmasının vacip olduğu mânâsı
çıkarılmamalıdır. İki elle başı kaplarcasına yapılan mesh ancak meshin kemâli
içindir. Hadis-i şerif bu mânâyı ifâde etmektedir.[539]
Mesh lûgatta; bir şey
üzerinde eli gezdirmek demektir.
Şeriatta mesh ise;
başka yerde kullanılmadık yaşlığı bir yere değdirmektir. Bu değdirme el ile
olabileceği gibi başka bir âletle de olabilir.
Meshin farz olan
miktarı: Hanelilere göre, başın dörtte biridir. Ancak, Uç parmak el
parmaklarının ekserisini teşkil ettiğinden, beş parmak yerini tutmuş ve başın
Uç parmak miktarının meshedilmesi farzdır, denilmiştir.
Baş dört kısma
bölünürse ön tarafta kalan kısma "nâsiye", yanlarda kalan kısma,
"kazal" arkada kalan kılma da "feved" denir ki, Hanefılere
göre farz olan meshin nâsiye üzerine yapılması daha faziletlidir ve meshedilen
yer iki kulağın üstüdür. Bu kısımdaki saçların üzerine meshedilmesi yeterlidir.
Ancak, bu kısımdan aşağı sarkan saçların meshedilmesi yeterli değildir. İsterse
bu sarkan saçlar başın üstünde topuz teşkil etsin, yine de caiz değildir.
Mâlikilere ve
Hanbelilere göre: Başın tümünü meshetmek farzdır. Şâfiilere göre ise: Başın bir
kılım bile meshetmek kâfidir.
Hadîs-i şerifte tarif
edilen ellerin ileriye ve geriye çekilerek başın meshedilmesindeki hikmet,
saçların hem üst ve hem de alt taraflarının meshedilmesidİr. Başın her tarafım
kaplarcasına meshedilmesinin farz olduğu görüşünde olanlar için, birinci defa
başı kaplarcasına meshetmek farz; ikincisinde geri çekerek meshetmek ise,
sünnettir.[540]
1. Abdeste
başlarken önce elleri yıkamak müstehaptır.
2. Ağıza ve
buruna su vermeyi üç defa tekrarlamak sünnettir.
3. Abdest
organlarının bazısı üç kere yıkandığı halde, bazısının iki kerre yıkanması
caizdir.
4. Abdest
suyunun hazırlanması için başkasından yardım istemek caizdir.
5. Tatbîki
öğretim, sadece sözlü öğretimden daha faydalıdır.
6. Başı
kaplarcasına meshetmek daha faziletlidir.
7. Başı
meshederken, başın ön kısmından başlamak ve meshi iki elle yapmak sünnettir.
(106. hadîs-i şerifin izahına da müracaat edilmelidir).
119....Amr b.
Yahya el-Mâzinî, babası vasıtasıyla Abdullah b. Zeyd b. Âsım'dan (bir evvelki)
hadîsin aynısını rivayet etmiş, Ancak, (Abdullah İbn Zeyd ilâve olarak) şunları
söylemiştir: "Ağzına ve burnuna bir elden su verdi ve bunu üç kerre
tekrarladı." Sonra Abdullah, hadîsin geriye kalan kısmım aynen zikretti.[541]
Bir önceki hadîs-i
şerifi Ebû Dâvûd, şeyhi Abdullah b. Mesleme'den o da Mâlik'den rivayet etmişti.
Sözü geçen hadîsin aynısını bir de Ebû Dâvûd, diğer şeyhi Müsedded, Hâlid b. Abdillah
el-Vâsıtî vasıtasıyla nakletmiştir. Ancak, bu ikinci hadîs-i şerifte "ağzına ve burnuna suyu tek elle verdi"
ilâvesi vardır. Hadisle ilgili açıklama 118. hadîsin îzâhında geçtiğinden
burada tekrara lüzum görmüyoruz.
120....Habbân'ın
rivayetine göre babası Vâsî’, Abdullah b. Zeyd b. Asım el-Mâzinî'yi
Rasûlullah'ı gördüğünden bahsedip abdest alışını naklederken işitmiştir.
Abdullah b. Zeyd şöyle demiştir: "Basım, ellerinin artığı olmayan (yem)
bir su ile mesnetti. Ayaklarım da tertemiz edinceye kadar yıkadı.”[542] [543]
Aynî, "başına
yeni su ile mesh etti ifâdesi mâ-i müstamel ile abdest alınamayacağına işaret
eder” demiş ise de, Nevevî merhum ise; "Bu hadîs-i şerif kullanılmış su
ile abdestin caiz olmayacağına bir delil teşkil etmez. Bunun delili başka
hadîs-i şeriflerdir. Ancak burada belirtilmek îstenen husus yüzün yıkanması ve
başın meshedilmesinin ayrı ayrı sularla yapılacağı" görüşündedir.
Halebî merhum ise
Munye şerhi’nde şunları söylemektedir: "Eğer abdest alan kimse başını,
yüzünü yıkadığı suyun ıslağıyla meshetse bu mesh caizdir. Çünkü, bu «İde kalan
ıslaklık kullanılmış değildir. Suyun kullanılmış olması için abdest organından
ayrılması lâzımdır. Bu ıslaklık henüz elden akıp eli terketmediğine göre
bununla başı meshetmek caizdir. Fakat» başa meshettikten sonra kalan ıslaklıkla
mestleri üzerine meshederse caiz değil' dir. Çünkü, mesihten sonra kalan
ıslaklık kullanılmış sudan saydır. Zira, mesh uzvuna temas eden su, kullanılmış
su hükmündedir."
Bu hadîs-i şerifte
diğer abdest organlarından bahsedilmiyorsa da 106. hadîs-i şerifte ve onu
takibeden Hz. Ali (r.a.) hadîslerinde bütün abdest organlarının yıkanışı veya
meshedilişi bütün ayrıntılarıyla açıklanmıştır.[544]
1. Başı,
yüzden arta kalan suyla değil de yeni
bir su ile mesh etmelidir.
2. Ayaklan
tertemiz oluncaya kadar yıkamalıdır, isterse bu yıkamanın adedi üçten fazla
olsun.
121....Abdurrahman
b. Meysere el-Hadrâmî, el-Mikdâm b. Ma'-dîkcrib el-Kindî'nin[545]
şöyle dediğini işittim demiştir: "Rasûlullah (s.a.)'e bir abdest suyu
getirildi ve abdest aldı. (önce) ellerini üç kerre yıkadı, sonra üç kerre de
ağzına ve burnuna su verdi, sonra da yüzünü ve kollarını üçer kere yıkadı. Nihayet başım, kulaklarının içini ve
dışını mesnetti."[546] [547]
Bu hadîs-i şeriften abdest
organlarını yıkamakta sıra takibetmenin farz olmadıgı anlaşılmaktadır.Çünkü,
Resûlullah (s.a.) ağzına ve burnuna su vermeyi yüz ve kollan yıkamadan sonraya
bırakmıştır. Şevkânî: "Bu hadîs-i şerif ağza ve burna su vermekle kollan
ve yüzü yıkamak arasında sırayı gözetmenin farz olmadığına bîr delildir"
diyor. Bilindiği gibi 106. Hadîs-i şerif ve onu takîbeden diğer hadîs-i
şeriflerde mazmaza ve istinsak yüzü ve kollan yıkamadan evvel zikredilmektedir.
Dolayısıyla bu hadîs-i şerif aynı zamanda tertibe riâyet, abdestte farz
değildir diyen Hanefi ulemasının delilidir.
Nevevî ise, abdest
uzuvları arasında sıraya riâyet etmenin farz olmadığına dâir yapılan bütün
îzah tarzlarını yetersiz bularak, Nebiyy-i Ekrem'in haccının sıfatı mevzuunda
gelecek olan "Allah'ın (c.c.) başladığı şekilde başlahz" mealindeki
(1905) numaralı hadisi delil getirerek abdestte sırayı gözetmenin farz olduğunu
söylemiştir.
Bazıları da "bu
güvenilir râvîlerin rivayetine ters düşen şâz bir hadîstir. Binaenaleyh
güvenilir râvîlerin mahfuz denilen ve mazmaza ve istinsahın yüzden evvel
yapılmasını ifade eden hadîslerini tercih etmek lâzımdır" demişlerdir.
Kulakların
meshedilmesine gelince; kulakların içinden maksat yüze bakan kısmıdır.
Dışından maksat ise baş tarafında kalan kısmıdır. Meshin yapılış tara, İbn
Mâce'nin rivayetine göre şöyledir: "Şehâdet parmakları kulak deliklerine
konur ve hareket ettirilir. Baş parmak da kulağın dış tarafına konarak hareket
ettirilir"[548]
Keza, Nesâı'de aynı şekilde bu uygulamayı nakletmiştir.
Yine bu hadîs-i
şeriften açıkça anlaşıldığına göre kulakların meshedilmesi için yeni bir su
almaya ihtiyaç yoktur. Başa mesh için alman su ile aynı zamanda kulaklar da
meshedilir.[549]
1. Mazmaza
ve istinşak kollan yıkamadan sonraya bırakılabilir.
2. Başa
meshettikten sonra su almadan, kulaklar meshedilebilir. Bu görüş Ebû Hanife
(r.a.) ve Sevrî' nin mezhebidir. İmam Ahmed, Mâlik, Şafiî ve Ebû Sevr'e göre
ise, kulakların meshi için suyu yenilemek sünnettir.
3. Kulağın
hem içini ve hem de dışını meshetmek sünnettir.
122....Abdurrahman
b. Meysere'nin rivayet ettiğine göre: Mikdâm b. Ma'dîkerîb şöyle demiştir:
"Rasûlullah (s.a.)'ı abdest alırken gördüm. Sıra başını meshetmeye gelince
ellerini başının ön tarafına koydu, sonra başının ense kısmına kadar hareket
ettirdi. Nihayet gerisin geriye elini, başladığı yere kadar çekti."
Hadis'in ravisi Mahmud Velid’in "Hariz bana dedi ki" diye hadisi
(semâ yoluyla) rivayet etmiş olduğunu bildirdi.[550] [551]
Bu hadîs-i şerifle
ilgili açıklama 118 nolu hadîsin izahında geçmiştir. Burada şu hususa dikkat
etmek gerekir ki, bu hadîsi müellif merhum Ebû Davud'un şeyhlerinden Mahmud b.
Halid ve Yâkub b. Kâb rivayet etmişlerdir. Bunlardan Yaküb, muânân denilen ve
râvîlerin isimlerini saklamaya müsait olan... "Falandan nakledilmiştir. O
da falandan nakletmiştir," gibi ...den, ...dan tabirleriyle rivayette
bulunduğu halde, diğer şeyhi Mahmud b. Halid râvîlerin birbirlerinden
kesinlikle duyduklarını ifâde eden her hangi bir râvînin ismini saklamaya
müsait olmayıp bilakis her türlü kapalılığı kaldıran (bana falan haber verdi,
ona da falan haber verdi) şeklindeki "îhbâr" denen ifâdeyle rivayette
bulunmuştur. Binaenaleyh, Mahmud b. Hâüd'in rivayeti bu balamdan daha çok itimâda
lâyıktır.[552]
1. Başın her
tarafının meshedilmesi sünnettir.
2. Başı
meshetmeye, başın ön tarafından başlanmalıdır.
123....Mahmûd
b. Halid ile Hişam b. Hâlid aynı manayı rivayetle dediler ki (Bu hadisi)
"el-Velid bize bu senetle (ve şu şekilde) rivayet etti ve Resûlüllah kulaklarının
içini ve dışım maketti." Hişâm ise, {bu rivayete) "Parmaklarını kulak
deliklerine soktu" cümlesini de ekledî. [553] [554]
Açıklama
el-Mikdâm b.
Ma'dîkerîb'in rivayet ettiği "Ben Resulüllah abdest| alırken gördüm, kulaklarının içini ve
dışını
meshetti" hadisine
ilâve olarak Hişam "Parmaklarını kulaklarının deliklerine soktu"
cümlesini de rivayet etmiştir.
Bilindiği gibi
"Parmaklar"dan maksat, parmak uclarıdır ki, parmağın bütünü
söylenmiş, mecazen ucu kastedilmiştir. Ebû Davud'un bazı nüshalarında,
"İki parmağını kulak deliklerine soktu" tâbiri kullanılmıştır ki, bu
iki parmaktan maksat şehâdet parmaklarıdır.
124....Ebu'1-Ezher,
el-Muğîre b. Ferve ile Yerfd b. Ebî Mâli demişlerdir ki: "Muâviye[555] Müslümanlara
göstermek için Resûlüllah (s.a.)'ın abdest alışını gördüğü gibi abdest aldı.
Başına sıra gelince bir avuç su alıp o suyu sol eline aktardı ve başının
ortasına döktü, Nihayet sular damlamaya başladı veya neredeyse damlayacak hâle
geldi, Daha sonra başını önce ön tarafından arkaya, sonra da arka tarafından
öne doğru meshetti"[556]
1. Abdest
esnasında suyu sağ elden sol ele aktarmak câizdir
2. Başın her
tarafını kaplayacak şekilde mesh edilmesi matluptur. Ve abdestin kemalindendir.
3. Meshten
maksat, ıslak etin baş üzerinde gezdirilmesidir. Su dökerek veya başı çeşmeye
tutarak yıkamak mesh yerine geçer. Anlaşıldığına göre, Hz. Muâviye her ikisini
birden uygulamıştır.
125....(Bir
evvelki) senetle (gelen) bir rivayete göre: el-Velîd, dedi ki;' 'Hz. Muâviye
(abdest organlarını) üçer üçer (yıkayarak) abdest aldı, sonra ayaklarını
yıkadı."(Fakat)kaç kere yıkadığını belirtilmemiştir[557]
Bu hadis-i şerif, bir
evvelki hadîsin senedini teşkil eden Abdullah b. el-Alâ’dan Hz. Muâviye'ye
kadar uzanan rivayet zincirine dayanmaktadır. Buna göre Hz. Muâviye
Rasûlullah'm abdest alışını öğretmek gayesiyle halka uygulamalı olarak
göstermiştir. Bütün abdest uzuvlarım üçer kerre yıkamıştır. Ancak, el-Velîd'in
bu rivayetinde Hz. Muâviye'nin ayaklarım kaçar kerre yıkadığı yer almamaktadır.
Fakat buna bakarak Rasûlullah (s.a.)'ın ayaklarım yıkarken belli bir sayı
gözetmediğini, mühim olan ayakların yıkanması olduğunu söylemek doğru değildir.
Çünkü, Rasû-lü Ekrem (s.a.)'in ayaklarını da üçer kerre yıkadığına dâir pek çok
sahih rivayet vardır. Ulemâ ayakların da üç kerre yıkanacağı görüşünü tercih
etmiştir. Nitekim 97 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.
126....er-Rubeyyi’
binti Muavviz b. Afra[558] şöyle demiştir; "Rasû-luilah (s.a.)
(zaman zaman) bize gelirdi." (Abdullah b, Muhammed der ki:) er-Rubeyyi'
Rasûlullah (s.a.)'ın ona; "bana abdest suyunu döker misin?" dediğini
bildirdi. Sonra da Rubeyyi Rasûlullah'ın nasıl abdest aldığını anlattı ve şöyle
dedi: "Ellerini ve yüzünü flçer defa yıkadı, ağzına ve burnuna birer kare
su verdi. Üçer kerre de elleriyle beraber kollarını yıkadı, (birincisinde)
arkadan Öne, ikincisinde önden arkaya olmak üzere başım iki kere mesh etti.
Hem içi hem de dışı olmak üzere kulaklarını mesnetti. Ve (nihayet) ayaklarım üçer
kerre yıkadı."
Ebû Dvûd dedi ki: Bu,
Müsedded'in rivayet ettiği hadîsin manâsıdır, (lafızları değil).[559] [560]
Bu hadfs-i şerifte
ellerin ve yüzün üçer kerre yıkandığı halde
ağız ve burnun birer kerre ve
yüzden sonra yıkandığı zikredilmektedir ki: 121 nolu hadiste gectiği üzere bu
caizdir, er-Rubeyyi' bu rivayetinde Rasûlullah (s.a.)'ın başını iki kerre
meshettiğinden söz etmektedir. Anlaşılan şu ki, Rubeyyf elini başının Ön
tarafından arka tarafına doğru çekişini ayrı bir mesh, arkadan öne doğru
çekişini de ayrı bir mesh saymıştır. Oysa aslında bu hareketlerin ikisi birden
bir mesh sayılır. Bu hadîs-i şerifte dikkati çeken diğer bir husus ta başın
arkadan öne doğru meshedilmesidir. Aslında bu mesh ediş tarzı, meshin başın ön
tarafından başlanarak arkaya doğru yapılacağım ifâde eden sahih hadislere ters
düşmektedir.
Bazıları bu hadîse
bakarak, bazan meshin bu şekilde arkadan öne doğru yapılmasının caiz olduğunu
bu hadîs-i şerifin bu cevazı bildirmek için geldiğini söylemişlerdir. Hafız
Süyûtî ise: "Bu hadîs-i şerif, "baş arkadan öne doğru
meshedilir" diyenlerin delilidir" demiştir.
İbn Ârâbî ise bu
görüşü reddederek: "Bu iddia râvîlerden birinin "muahhar" ve
"mukaddem" kelimelerine elini başın arka tarafından Önüne, sonra da
ön taralından arka tarafına doğru çekerek meshetti diye yanlış manâ vermesinden
ileri gelmiştir" demiştir. Doğrusu ise, "elini önce başının Ön
tarafına koyup arkaya doğru kaydırmış, sonrada öne doğru kaydırarak başlangıç
noktasına getirmiştir" şeklindedir. Cümhûr'u ulemanın görüşü de budur.
Şevkânî ise, bu hadîsi
açıklarken; "Rasûlullah (s.a.)'ın bu fiili yapması böyle de olabileceğini
göstermek hikmetine mebnidir. Aslında Rasûlullah (s.a.) ekseriyetle başını
meshederken meshe başın ön tarafından başlamıştır. Rasûlullah'm devamlı yaptığı
işi örnek almak ise, daha faziletlidir" diyor.[561]
1. Başı
meshederken başın arka kısmından başlayarak öne doğru meshetmek caizdir. Ancak
bu meshe başın ön tarafından başlamak daha faziletlidir.
2. Bir büyüğün
halkı evlerinde ziyaret ederek aralarına karışmak suretiyle onlara karşı
mütevâzi davranması ve gönüllerini kazanması lâzımdır.
3. Dîni
konularda gerekli olan bilgileri öğretmek için başkasından yardım istenebilir.
4. Mazmaza
ve istinşak yüzü yıkadıktan sonra da yapılabilir.
5. Mazmaza
ve istinşak'ın birer defa yapılması da caizdir.
127....İshâk
b. İsmail, Süfyan vâsıtası ile îbn Akü'den şu (bir evvelki) hadîs-i rivayet
etmiştir. Ancak Süfyan (bir evvelki) Bişr hadîsin bazı manâlarını değiştirmiştir.
Süfyan bu rivayetinde: "Ve Rasûlullah (s.a.) Üç kerre ağzına ve burnuna su
verdi." demiştir.[562] [563]
Mevzumuzu teşkil eden
Süfyan ilm Uyeyne hadîsi ile bir önceki Bişr b. el-Mufaddal hadîsi, manâ
itibariyle birbirlerinin aynısı iseler de Süfyan, "Resulü Ekrem (s.a.)
ağzına ve burnuna üç kerre su verdi" demek suretiyle bir Önceki Bişr
hadisinden farklı bir ifâde kullanmış ve aralarında bir farklılık meydana
gelmiştir. Zira Bişr'in rivayetinde Rasûlü Ekrem'in ağzına ve burnuna birer
kerre su verdiği ifâdesi vardı. Bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımız gibi
ulema her iki rivayetle de amel etmenin caiz olduğu görüşündedir.
128....er-Rubeyyi'
bint Muavviz b. Afrâ'dan rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah (s.a.)
er-Rubeyy'in yanında abdest almış^aşını bütünüyle saçlarının en Üst kısmından
itibaren saçlarının dökülüp nihayet bulduğu yere kadar her tarafını saçının
şeklini bozup dağıtmadan meshetmiştir.[564] [565]
Rasulu Ekrem (s.a.)
efendimiz zevcelerinin veya zevcelerinden birinin de bulunduğu bir yerde
er-Rubeyyf (r.anha) hazretlerinin yamnda abdest almış ve başının her tarafını
kaplarcasına meshetmiştir.
Metinde geçen kelimesine farklı manâlar verildiğinden bu
mevzuda ortaya farklı izah tarzları çıkar. Şah Veliyy-üd-din el-Irâkî bu kelimenin,
"Bir tutam saç, başın dört yanından herhangi birisi ve başın tepe
noktası" manalarına geldiğini söylüyor. et-Tevessut isimli eserde ise,
şöyle deniliyor. "Bu kelime ile başın orta noktası kastedilmiştir. Eğer bu
kelimeyle saçların döküldüğü, başın aşağı kısımları kastedildiği kabul
edilirse, o zaman aşağıdan yukarı doğru eller çekilirken saçların bozulması
gerekeceğini unutmamak lâzım gelir. Halbuki hadîs-i şerifin son tarafında
meshten sonra saçların meshedilmeden evvelki halinin hiç bozulmadığı ifade
ediliyor."
Buna göre Rasûlü Ekrem
(s.a.)'in iki eliyle tepe noktasından itibaren öne, arkaya, sağa ve sola olmak
üzere dört tarafa doğru başının tümünü mes-hetmiş olması gerekir.
Muhammed Şemsülhak
el-Azîmâbâdî ise Avn-ül-Ma'bûd adlı şerhinde "Karnüsşa'r, hayvanlarda
bulunan boynuzdur. İnsanlarda İse, hayvan başına nisbetle boynuz yerinde
bulunan yerdir. Nitekim Kâmus'ta da böyle denilmektedir" diyor.
Buna göre, bu
kelimeyle kastedilen başın ön tarafıdır. Rasûlü Ekrem (s.a.) başımn Ön
tarafından başlayarak dört tarafını da kaplayacak şekilde meshetmiştir. Bu
mesh, başın arka tarafından saçların döküldüğü yere kadar devam etmiştir. Eğer
meshi Rasûlullah önden arkaya doğru yahutta tepeden her hangi bir tarafa veya
soldan sağa veya sağdan sola doğru yapmış olsaydı, saçlarının şekli bozulurdu.
Halbuki hadîs-i şerifin devamında saçların meshten evvelki şeklinin
bozulmadığı ifâde ediliyor. Bu ifâdeden saçların arkaya doğru tarandığının
kabul edildiği anlaşılıyor.
Bu mevzuda Şevkânî de
şunları söylemektedir: "Kişi önce başının ön tarafını ve sonra da arka
tarafını ayrı ayrı mesheder ve bu iki mesh bir mesh sayılır. Eğer bir defada
hem önü hem de arkayı meshederse, o zaman saçların şekli bozulur."
Ahmed b. HanbeFe kadın
veya kadın gibi uzun saçlı erkeğin başını nasıl meshedeceği sorulmuş. O'da:
"İsterse er-Rubeyyi'den rivayet edildiği gibi mesheder" demiş ve
er-Rubeyyi’ hadîsim zikretmiştir. Sonra da işte şöyle diyerek elini tepesine
koyup, evvela başının ön tarafına doğru çekmiş, sonra kaldırıp tekrar tepesine
koyarak bu defa başının gerisine doğru götürmüştür.
Bu ifâdelerden de
saçların dört tarafa tabiî haliyle dökülüp sarktığı kabul edildiği
anlaşılıyor. Saçların dökülüp nihayet bulduğu yere kadar meshetmekten maksat,
saçların dört tarafa döküldükleri yere kadar meshetmektir. Bu hadîsin râvîsi
Abdullah b. Âkîl'dir. Muhaddisler tarafından rivayetinin kabulü, tartışmalı
olan bir kişidir. Her ne kadar bu hadisin ravisi tenkid edilmişse'de, Ibn
Reslan'ın dediği gibi bu hadiste tarif edilen mesh tarzının uzun saçlılara
mahsus özel bir mesh şekli olması da mümkündür.
Demek oluyor ki: başı
kaplarcasına her defasında tepeden başlamak üzere saçın tümünü meshetmek
caizdir.
129....Abdullah
b. Muhammed b. Akü, er-Rubeyyi' bint Muav-viz b. Afrâ'mn şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Rasûlullah (s.a.)'ı abdest alırken gördüm. Başını ön ve arka
tarafını, gözle kulak arasında kalan kısmım ve kulaklarım birer kerre mesnetti.[566] [567]
Bu hadîs-i şerifte Resûlullah'ın başını
meshedişinin keyfîyyeti "başın Ön ve arka tarafını meshetti" şeklinde
izah edilmiştir. el-Azîmâbâdî, Avn-ü'l-Ma'bûd isimli şerhinde bu keümeleri
açıklarken ''Başının önünü ve arkasını kulakları ile beraber bir defa
meıhetti" demektedir.
önceki hadîsin
izahında belirtildiği gibi başın önce Ön tarafını sonra da arka tarafını veya
önce ön tarafından arkaya, sonra da arka taraftan öne doğru meshetmek bir kerre
mesh sayılır. Binaenaleyh "başın önünü ve arkasını meshetti" tabiri
hadîs-i şerifteki "bir kerte" ifâdesine aykırı değildir.
İmam Şâ'rânî'nin bazı
seleften naklettiğine göre, "Rasulullah (s.a.) elini önce tepesinin
Üzerine koyar ensesine kadar çekerek mesheder, sonra tekrar gerisin geriye ilk
başladığı yere kadar elini çekerek meshini tamamlardı. Bütün bunları elini
başından hiç kaldırmadan ve suyu yenilemeden yapardı. Binaenaleyh, "üç
kerre mesnetti" tabiriyle "bir kerre mesnetti" tabiri arasında
hüküm bakımından bir fark yoktur."
Tafsilat için 106 ve
118 numarah hadis-i şeriflere de bakılabilir.[568]
1. Gözle
kulak arasında kalan kısmı (yan tarafı) ve kulağı başla beraber bir çırpıda
mesh etmek ca'izdir.
2. Kulakların meshi başın meshinde kullanılan su
ile yapılır.
3. Başın önü, arkası ve yanları için yapılan
meshler, bir mesh sayılır. [569]
130....er-Rubeyyi'den
rivayet edildiğine göre: "Rasulullah (s.a,) elinde arta kalan {ıslak)
suyla başını meshetmiştir.”[570]
Bu hadîs-i şeriften
anlaşıldığına göre Rasulü Ekrem (s.a.) abdest almış ellerini ve yüzünü
yıkadıktan sonra elinde kalan ıslaklıkla da başını meshetmiştir. îbn Dâvud ise,
bu meshin yapılış tarzını şu ifadelerle anlatmıştır. "Ellerini başının
arka tarafından ön tarafına kadar çekmiş sonra da Ön tarafından ilk başladığı
yere kadar gerisin geriye çekerek götürmüştür." Bu görüş aynı zamanda
başı meshetmek için suyu yenilemenin vacip olmadığım kabul eden Hanefilerin
görüşüdür. Nitekim, el-Münye şerhinde Halebî şunları söylemektedir: "Eğer
eüer yıkandıktan sonra arta kalan suyun ıslaklığıyla başa meshedilecek olsa, bu
mesh caizdir. Çünkü, bu su veya ıslaklık ma-i müstamel değildir. Zira
kullanılmış hale gelmesi için suyun dokunduğu organ üzerinden akması ve o
organdan ayrılması lâzımdır. Oysa bu ıslaklık elden ayrılmamıştır."
Ulemanın büyük bir
çoğunluğu ise, 120, numaradaki Abdullah b. Zeyd hadisini delil getirerek başı
meshetmek için yeniden su avuçlamanın vacib olduğu görüşündedir.
Aynı zamanda başın
artık olmayan bir su ile meshedilmesi hususunda diğer abdest organlarının her
bîrinin müstakil yeni bir suyla yıkandıklarını esas alarak kıyas yapmışlar ve
üzerinde durduğumuz hadîs-i şerif hakkında şunları söylemişlerdir: Binaenaleyh
bu hadis-i şerif "elde kalan ıslaklıkla başı meshetmek caizdir" diyen
hanelilerin delilidir. Ancak bu hadisin râvisi tbn Akıl hakkında çeşitli
söylentiler vardır. O'nun hadîsleri, hadis hafızlarınca delil olarak kabul
edilmemiştir. Ayrıca bu hadîste ızdırap vardır. Çünkü bu hadis îbn Mâce'de
"başını yeni bir su ile mesnetti" şeklinde rivayet edilmiştir.
Müslim, Mecmau'z-zevaid ve Azîzî'nin rivayetleri de böyledir" Bize göre
mevzûmuzu teşkil eden hadisin ifadesini cevaza, sözü geçen hadislerdeki ifadeyi
de istihbaba hamletmek en uygun te'vildir.[571]
Nevevi merhum ise bu
hadis hakkında şunları söylemiştir: "Burada elde kalan ıslaklıktan maksat,
Üçüncü yıkayıştaki sudan arta kalan ıslaklık olmak ihtimali vardır." Şafii
mezhebinde farz olan birinci yıkayışın dışında kalan nafile yıkayışlar suyu
müsta'mel yapmazlar. Binaenaleyh, bu Üçüncü yıkayışta elde kalan ıslaklık
kullanılmış hâle gelmemiştir. Bu mevzu ile ilgili açıklama 106. hadîsin
izahında geçmiştir.
131....er-Rubeyyi'
bint Muavviz b. Afrâ'nın rivayet ettiğine göre; "RasûIÜ Ekrem (s,a.)
abdest almış iki (şehâdet) parmağını kulak deliklerine sokmuştur."[572] [573]
Metinde geçen
kelimesinin başında atıf harfi bulunmasından
"edhaie" kelimesinden önce bir gizli kelime bulunduğu ve ( )
kelimesinin de bu gizli kelime üzerine atfedildiği anlaşılıyor. Bu hadîs
üzerinde açıklama yapan hadis alimlerinin tesbitîne göre bu gizli kelimenin
"başını mesnetti" anlamına gelen ( ) olması gerekiyor. Bu tesbite
göre mânâ şöyle oluyor: "Rasûlullah (s.a.) abdest aldı ve başını mesnetti.
Sonra sıra ile kulaklarına gelince iki parmağını kulak deliklerine soktu."
iki parmaktan maksat ise şehâdet parmaklarının uçlarıdır.
Mirkat'ta açıklandığı üzere
Râfİî, bu konuda şunlan söylemektedir: "Abdest organlarından sağ
organların soldan önce yıkanması, el ve ayaklarda olduğu gibi ikisini birden
yıkamanın mümkün olmadığı organlardandır. Kulakların ise ikisini bir anda
meshetmek mümkün olduğundan sağ kulağı soldan önce meshetmek diğer çift
organlarda olduğu gibi müstehap değildir. Çünkü, bunların ikisini birden
meshetmek kolayca mümkündür."[574]
Netice olarak bu
hadisten abdest alırken başı meshettikten sonra şehâdet parmaklarıyla kulak
deliklerinin meshedilmesi caiz olduğu anlaşılmaktadır.
Kulakları meshetmek
konusunda ibn Âbidîn şöyle diyor: "Kulaklardan maksat, içleridir. Kulak
içleri şehadet parmaklarının içleriyle dışları da baş parmakların dışlarıyla
mesh edilir."[575]
132....Talha
b. Musarnfın babasından rivayetine göre, dedesi şöyle demiştir: "Ben
Rasûlü Ekrem' (s.a.)'i başını "kazfil" denilen arka kısmına kadar bir
kerre meshederken gördüm." Müsedded dedi ki: “Ve basını ön kısmından
ensesine kadar mesnetti, öyle ki ellerini ta kulaklarının altından (çekip)
çıkardı."
Ebû Dâvûd dedi ki:
Müsedded demiştir ki; "Ben bunu Yahya ya anlattım da kabul etmedi "
Ebû Dâvûd dedi ki: Ben
Ahmed b. HanbeVU "İddiaya göre bu hadisi tbn Uyeyne de kabul etmezmis
ve-Talha babasından, (babası da) dedesinden (işitmiş) bu ne biçim senet
böyle-dermiş." derken işittim.[576] [577]
Bu hadîs-i şerife göre
Talha b. Musarnf m dedesi Ka'b b. Amr, Rasûlullah (s.a.)M başını ön tarafından
tutup ense tarafında bulunan ve "kazâl" denilen yumru yere kadar meshederken
görmüştür. Metinde geçen "Kozftl kelimesi başın enseye (yani başın arkaya
düşen en alt kısmına) bitişik olan kısmıdır" anlamındaki cümle hadisin
aslından değildir. Ravîlerden birine aittir.
Mütercim Asım
efendinin açıklamasına göre "kazfil" başm arka kısmında bulunan
yumru kısmidir. Bu durumda kazâl’ ın aşağı kısmı da “kafâ"dır.
Ahmed b. Hanberin
Müsnedi'nde bu hadis, "başın arkasını ve onu ta-kibeden boynun ense kısmım
mesnetti" şeklinde rivayet edilmektedir.
Tahâvî'ni Şerhu
mean-i'I-Asar' ında ise, "Başının ön tarafım ense kısmına kadar
mesnetti" diye rivayet edilmiştir.
Müsedded ise bir
rivayetinde: "Basım ön taraftan başlayarak arka tarafına kadar mesnetti.
Meshederken ellerini ta kulaklarının altım kadar götürdü ve kulaklarının
altında çekip çıkardı" demiştir. Burada kulaklarının altından maksat,
kulakların dış tarafıdır. Buna göre başla beraber kulakların dış tarafının da
meshedildiği ifâde ediliyor. Müsedded'in bu rivayetinden boynun meshedilmediği
anlaşılıyor.
Boynun meshedilmesi mevzuunda
ulemânın görüşleri çeşitlidir:
a. Hanefüerle,
Beğavî, bazı Şafiî âlimler, el-Hâdî, el-Kasım, İmam Ahmed, el-Müeyyedbillah ve
el-Mansûrbillah başı mcshten sonra boynun meshedilmesinin raüstehab olduğu
görüşündedirler. Bu mevzuda ilerde gelecek olan hadîs-i şerifleri delil
getirmişlerdir.
b. Ulemânın
ekseriyyetine göre ise, müstehab değildir. Onlara göre bu mevzuda boynun
meshedileceğinc dâir rivayet edilen hadisler sahih ve hasen derecesine
erişmemiştir.
Boynu meshetmenin,
âhiret gününde boyunlara takılacak olan bukağılardan sahibinin emin kılacağına
dâir rivayet edilen hadîs hakkında ise İbnu's-Salâh zayıf demiştir. Bunun İslâm
âlimlerinden birinin sözü olması lâzım geldiği hükmüne varmıştır.
Merhum Nevevî ise,
"bu söz bir hadîs-i şerif değil, bilakis Peygamber adına söylenmiş uydurma
bir sözdür. Bu işi yapmak ise, sünnet değil bilakis bir bidattir" demiş
ve "boynu meshetmek müstehaptır" diyen İmam Be-ğavfyi tenkid etmiş,
bu görüşün bir dayanağı olmadığına dâir İbnür-Rifâ'dan nakilde bulunmuştur.
Merhum Nevevî sözlerine şöyle devam etmiştir: "Öyle zannediyorum ki,
el-Beğavî'nin bu mevzuda yegâne dayanağı Ahmed îbn Hanbel'in "Başının
arkasını ve boynunun ensesesini meshetti." şeklindeki hadîsidir. Bu hadîs
ise zayıfdır. Zira râvîleri arasında Leys vardır." Mevzü-muzu teşkil eden
hadisi şerifle ilgili olarak Şevkanî Neylul-evtâr isimli eserinde şunları
söylemektedir: "Bu hadîsi îbn Seyyidinnas Tirmizî Şerhi'nde Beyhakî'ye
nisbet ederek; Beyhakî bu rivayetinde boynun meshedilmesine dâir güzel bir ilâveyi
denakletmiştir" diyor .Bu büyük hafız (yani îbn Seyyidinnas) boynun
meshedilmesi hakkında güzel tabirini kullanıyor.
"Makdisî de; Leys
hakkında çeşitli söylentilerin bulunduğunu söylemiş ancak, bu söylentilerin
değeri olmadığını hatta Müslim gibi titiz hadîs âlimlerinin Leys1 den
rivayette bulunduklarım ifâde etmiştir."
"Netice olarak
îmam NevevTye göre: Boynu meshetmek sünnet değil bid'attır. Kıyamet gününde
boyuna yapılan meshin cehenneme sürüklemek için boyuna takılacak olan
bukağılardan koruyacağına dâir Ebû Ubeyd'in Kitab-ut Tuhür da Musa b. Talha
kanalıyla rivayet ettiği hadisin aslı yoktur. Hafız İbn Hacer ise; bu merfu
hükmünde mevkuf bir hadîsdir. Zira bu gibi sözleri insan kendi re'yiyle
söyleyemez, demektedir.”
Ebû Nuaym,
tsbehânTarihi'nde: İbn Ömer (r.a.)'in her abdestten sonra boynunu meshedip:
"Rasûlullah (s.a.); kim boynunu abdestten sonra meshederse kıyamet gününde
boynana bukağı takılmıyacaktır; derdi" dediğini nakletmektedir. Lakin bu
rivayetin senedinde bulunan Muhammed b. Amr, zaiftir. Keza aym haberi İbn Fâris
de nakletmiş ve "İnşallah bu bir hadîsdir" demiştir.
Yine Neylu'l-evtâr'da
Muhammed b. el-Hanefîyye vasıtasıyla Ali (r.a.) den nakledilen uzun bir hadîste
Cenab-ı Peygamberin abdestten sonra boynunu meshederek Hz. Ali’(r.a.)e;
"Sen de böyle yap" dediği rivayet edilmektedir. Bütün bu nakillerden
sonra Şafii âlimlerinden Nevevî merhumun boynu meshetmenin bidat ve bu mevzuda
rivayet edilen hadîsin uydurma olduğuna ilişkin sözlerini bazı âlimler bir
cür'et olarak vasıflandırmışlardır. Bundan daha garibi "Şafii âlimleri ve
tmam Şafii boynun meshedileceğine dâir bir şey söylememiştir" demesidir.
Halbuki Şafii âlimlerinden Ruyânî "el-Bahr" isimli eserinde
"Bize göre sünnettir" demiştir.
Menhel sahibi Mahmud
Muhammed Hattab-el-Sübkî ise, üzerinde durduğumuz hadîsin izahına dair bu
açıklamaları da verdikten sonra, boynu meshetmekle ilgili haberin bir delil
niteliği taşımadığım söylemektedir. İbn Kayyım de Zad-ül-meâd isimli eserinde
boynun meshedilmesiyle ilgili olarak Rasûlullah'dan (s.a.) kesinlikle sahih bir
hadîs bulunmadığını savunur. Başın tüm olarak meshedilmesi ise Hanbelî ve
Malikîlere göre farz, Hanefî ve Şâfiîlere göre sünnettir. Ancak, başı meshin
farz olan miktarı Şâfiîlere göre bir kıl, Hanefilere göre ise başın dörtte
biridir.
İmam Şa'rânî, boynun
meshedilmesiyle ilgili olarak, şöyle diyor: "Boynu meshetmek İmam-ı Ebü
Hanife, îmam Ahmed ve Şafiîlerin bazısına göre müstehab ise de imâm-ı şafiî ile
imam-ı mâlik'e göre müstehab değildir."
İmam-ı Ahmed'in bu
hadisin senedini tenkid etmesi, ravilerin meşhur olan künye veya isimlerinin
verilmeyip meşhur olmayan künyelerinin verilmiş olmasındandır. Bu gibi
künyelerin verilmesi genellikle itimad edilmeyen ravilerin kimliklerini
saklayarak kusurlarının anlaşılmasını önlemek gayretinden doğar ki bu tedlîs
şekillerinden biridir.[578]
1. Kulaklann
dışlarının da başla beraber meshedümesi sünnettir.
2. Başın
bütünüyle meshedilmesi müstehabdır.
133....Saîd b.
Cübeyr'in rivayet ettiğine göre: İbn Abbâs (r.a.), RasûluÜah (s.a.)'in abdest
alışını görmüş ve (Rasûlullah (s.a.) bütün abdest organlarını) üçer kerre
yıkadığını kulaklarıyla başını da birer kerre meshettiğini" haber
vermiştir.[579] [580]
Bu hadîsten
anlaşıldığına göre Rasûlullah (s.a.) yıkanan abdest ojganianm üçer üçer
yıkarken mesh edilen organları da birer kerre meshetmiştir. Ancak, bu yıkama ve
mesh fiillerinin uygulanış tarzları 106. hadîs-i şerifte ve kısmentje onu
takîb eden hadîs-i şeriflerde açıklanmıştır.
134....Ebu
Ümâme[581] (r.a.) Rasûlullah
(s.a.)'in abdest alışını naklederken şunları söylemiştir: "Rasûlullah
(s.a.) göz pınarlarını meshcderdi" ve devamla "kulaklar
baştandır" buyurdu."[582]
Süleyman îbn Harb
("kulaklar baştandır" cümlesinin) Ebû Uma-me'nin kendi sözü olduğunu
(yani hadis olmadığım) söylemşitir. Ku~ teybe'de Hammad'ın kulaklarla ilgili bu
söz hakkında "Bu sözün Hz. Peygambere mi, yoksa Ebû Umâmg'ye m> ait
olduğunu bilmiyorum" dediğini nakletmiştir. Süleyman İbn Harb ile Müsedded
bu hadîs-i Sinan b. Rabîa'dan rivayet ettiklerini söylerlerken (Ebû Davud'un
diğer şeyhi) Kuteybe (bu hadisi) Sinan Ebû Rabîa'nın rivayet ettiğini
söylemiştir. (Aslında bu iki isimden biri aynı kişinin ismi diğeri de
kün-yesidir. Bu noktayı açıklamak için) Ebû Dâvûd (şöyle) diyor. "O (yani
Sinan) Rabîanm oğludur. Künyesi de Ebû Rabîadır. (Yani bu iki isimle kasdedilen
şahıs aynı kişidir.)[583]
Allâme Hattabî bu
hadîs-i şerîfin şerhinde şunları söylemiştir: ( ) gözün bufun tarafındaki
ucudur. Bu kelime şu
üç şekilde okunabilir.
1) Mâkun 2) Me'kun 3) Mükun.
"el-mâk" kelimesinin çoğulu "el-âmâk" gelirken
"mûk" kelimesinin çoğulu da "el-emâkî" gelir.
Hadîs-i şerifte geçen
"kulaklar baştandır" ifâdesinden maksat kulakların yüzden
olmamasıdır. Zühri'nin görüşü de budur, Şa'bî'ye göre ise bu sözle kulakların
sadece iç taraflarının baştan olmadığı ifade edilmek istenmiştir. Dış
tarafları bu hükme dâhil olmadığından bu kısımlar baştandır.
Fıkıh âlimlerinden
bazılarına göre ise, kulaklar baştandır. Bu görüşte olan fıkıh âlimleri
şunlardır, lbnü'l Müseyyeb, Atâ, el-Hasen, İbn Şîrîn, Sa'îd b. Cübeyr,
en-Nehâî, es-Sevrî ve rey taraftarları. Delilleri ise mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şeriftir. Bu hadis ayrıca İbn Mace, tbn Huzeyme, İbn Hıb-bân ve Hakîm'de
rivayet etmişlerdir. Nesâî, bu hadisi takviye eden hadisleri içine alan özel
bir bab açmıştır. Ayrıca Aliyy-ül-kârf Mirkat isimli eserinde bu hadisin
sıhhatini isbat etmiştir. [Birgivi şerh-ul-ehâdis el-erbâın-75] İmam Malik ile
İmam Ahmed ve Şafiî'ye göre ise kulakların hükmü dış görünüşlerine tabidir.
Yani ne yüz tarafına doğru eğiktir ne de başa doğru dönüktür. İkisiyle de
alâkası yoktur. Binaenaleyh ne yüzdendir ne de baştandır. Ancak îmam-ı
Şafiî'nin dışında kalanlar bu hadisi te'vil ederek İmam-ı Şafiî'nin görüşünden
farklı şu iki neticeye ulaşmışlardır.
1. Kulaklar
başa tabî olduğu için başla beraber meshedilirler.
2. Kulaklar
baş gibi meshedilirler, yüz gibi yıkanmazlar. Hadisteki kulakların başa olan
izafesi teşbih izafetidir, tahkik izafeti değildir. Yani kulaklar hüküm
bakımından başa benzerler, onlar gibi meshedilirler, demektir. Yoksa gerçekten
"baştandır" anlamına değildir. "Bir kavmin azatlı kölesi
onlardandır." sözü gibi ki; o azatlı köle, hakikaten neseb (soy)
itibariyle o kavimdendir anlamında değildir. Ancak, yardımlaşma ve diğer
akrabalık hükümleri bakımından o kavmin bir ferdi gibidir, demektir.
Bu hadîs-i şerifin
ifâde ettiği manâ, kulakların yıkanma hükmünde yüze dahil olmadığıdır.
Gerçekten insan kulakların yaradılışına bakacak olursa yüzle aralarında bazı
benzerlikler görür ve kulakların da yüz gibi yıkanacağım zannedebilir. Çünkü,
kulaklar da yüz gibi kılsızdır ve duyu organlarının en mühimlerindendir. Duyu
organlarının çoğu da yüzdedir. Bu sebeple kulağın da yüzden olabileceği hükmüne
varabilir. Bu hadîs-i şerif işte bu yanılmayı önlemektedir.
Hanefi mezhebine göre,
kulaklar başla birlikte ellerde kalan ıslaklıkla meshedilirler. Delilleri ise
130 numaralı hadis-i şeriftir.
îmam Mâlik ve Ahmed'e
göre; kulaklar başla beraber meshedilirler. Ancak, kulaklar için baştan arta
kalan eldeki ıslaklık kâfi gelmez yeniden ele su almak lâzım gelir. 130
numaralı hadisin şerhinde de bunu açıklamıştık.
İbn Kayyim ise,
Rasûlullah (s.a.)ın kulakları m es hederken baştan ayrı bir su alıp onu kullandığı
görülmemiştir demektedir.
Müellif Ebû Dâvûd
verdiği ek bilgilerde "kulaklar baştandır" hadîs-i şerifinin mevkuf
hadîs olup, merfû' olmadığı hakkındaki mütâlâalarım naklederken konumuz olan
hadîs'in râvîlerinden Sinan'ın künyesine âit görüşlerini de açıklamış ve
sonuçta Sinan Ebi Rabia ile Sinan b. Rabîa'nın aynı kişi olduğunu belirtmiştir.[584]
1. Yüzü
yıkarken söz pınarlarının ovulması sünnettir.[585]
2. Kulaklar
başla birlikte mesh edilir.[586]
[1] Bu s0z, el-Hatîb el-Bağdâdî'nin talebesinden birine,
muhtemelen İbrahim b. Muhammed b. Mansûr el-Kerhî (537/1142}'ve aittir.
[2] Bundan sonra Sünen'in metni K. Tahâre ile başlayıp
devam eder.
[3] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
5.
[4] Bkz. 4840 numaralı hadis.
[5] Bkz. 4841 numaralı hadis.
[6] Subkî, el-Menhel, I, 21.
[7] Dârimî, vudu 2; Ahmed b- Hanbel, V, 342-344.
[8] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
7-8.
[9] es-Şuara (26). 88-89.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 8.
[10] Buhârî, Tcerid Tercemest, 47S. nolu hadis.
[11] el En'am (6), 12.
[12] el-'Al'ak (96), 1.
[13] el-Müddessır (74), 4.
[14] el-Bakara (2), 222.
[15] Tecrid Tercemesi, 484. nolu hadis.
[16] el-A'raf (7), 31.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 8-9.
[17] Bkz. Buhârî lûbe 35; mezâlim 24, 28; akîka 2; birr 38;
Müslim, İman 58; Ebu Davud, edeb 160; zekât 42; Tirmizî iman 6 Nesâî, iman 16;
İbn Mâce, mukaddime 9; edeb 7, 9; Ahmed b. Hanbel, II, 379, 445; V, 17.
[18] S. Gülle Gazalİ'den Vaazler, s. 46-47.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 9-10.
[19] el-Mugîre b. Şu be b. Ebî Âmir b. Mes'Ûd, Ebû Muhammed
yahut Ebû Abdullah es-Sakafî. Hendek Savaşı yılında müslümaıı oldu. Hudeybiye
anlaşmasında bulundu. İlk İştirak ettiği gaza Hudeybiyedir. Kendisi Arabm
dâhilerindendir. Yemâme vak'asında ve Şam fütuhatında bulunmuştur. Istâmda ilk
defa gelir ve giderleri muhtevi bir kitap tanzim ederek bütün hesaplan oraya
kaydeden, yani İslâm'da ilk divan kuran zat odur. (Bkz. lbnu'1-Esîr,
Usdu'1-Gâbe, V, 248). Hz. Peygamberden 136 hadis rivayet etmiştir. Bunlardan
dokuzunu Buharı ile Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir. Ayrıca birini Müslim'den
ayrı olarak Buharî, ikisini de Buharî'den ayrı olarak Müslim rivayet etmiştir.
(Bkz. Ayni, el-Bİnftye, 1,114). Mugîre, hicretin 50. senesinde Küfe civarındaki
tâûn salgınında yetmiş yaşında iken vefat etti. (Bilgi için bk. İbn Sa'd,
Tabakât, IV, 284; VI, 20; İbn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-U'dîl, VIII, 224; Hatib,
Târibul Bagdad, I, 191; tbnu'1-Esîr, Üsdu'l-tftbe, IV, 406; Zehebî,
A'lİmu'n-niıbelfi, III, 21-32; İbn Hacer, el-tsâbe, III, 452-453;
Tehzîba't-Tehzib, X, 262; îbnu'1-tmâd, Şezerâta'z-zeheb, I, 56; Ensarî Asr-i
Sudet, II, 401-408 (Şâmil Yayım)).
[20] Tîrimizi, taharet 16; Nesâî, tahare 15; İbn Mâce*
tahare 22; Ahmed b. Hanbel, IV, 248.
[21] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/12.
[22] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/12-13.
[23] Câbİr b. AbdUlab b. Amr b. Haram. Medincli meşhur
sahâbî. 1540 hadis rivayet ererek müksirûn arasında yer almıştır. Akabe
Matlarında bulunanlardan en son vefat eden kişidir. 58 hadisini Buhar! ve
Müslim müştereken, 26 hadisini sadece Buhârî, 126 hadisini de sadece Müslim
rivayet etmiştir. Kütüb-i sitte müellifleri kendisinden hadis rivayet etmişlerdir.
19 savaşta hazır bulunmuş ve h. 73'de 94 yaşında iken vefat etmiştir. Cenaze
namazını Medine valisi Ebân b. Osman kıldırmıştır. (Geniş bilgi için bkz.
Buhârî, et-târthu'l-ktblr, II, 207; İbnu'l-Kayserânî, d-Cem'u beyne
rkaU's-Sahİtıityn, 1,72; İbnu'l Esîr, Üsda'Hmbe, 1,256; ZehSbî,
Tezkiretu'l-huffâz, 1,40; A'lâmu'n-nubeW, III, 189-194; İbn Hacer, el-tsflbe,
I, 213; Tehzfba't-Tehzfb, II, 42; lbnu'1-tmâd, Şezeratu'z-zeheb, I, 84; Asr-ı
saadet, III, 345-359 (Şamil yayınları)).
[24] İbn Mâce, tahâre 22; Dârimî, tahâre 4.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/12-13.
[25] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/13.
[26] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/13.
[27] Ebu't-Teyyah: Asıl adı Yezîd b. Humeyd'dir. Hadiste
sika kabul edilen Hicretin 128 veya 130. yılında vefat etmiştir.
(Tehrîbü't-Tehzîb, II» 320).
[28] Abdullah b. Abbâs: Bahra'1-Ümme ve Hıbrii'1-Ümme (bu
ümmetin deryası ve en büyük âtimi) unvanlarını almıştır .Resulüllah'in
amcasının oğludur. Hicretten Üç sene önce doğmuştur, tüm sahasında çok büyük
mercidir. Resul-İ Ekrem (s.a.) O'nün dinde fakih olması için dua etmiş, bu
duanın bereketiyle müslümanların tefsir ve hadiste en ilen gelen büyüklerinden
olmuştur. Rivayet ettiği hadislerin sayısı 1660 kadardır. Bunlardan 75'inı
Buhar? ve Müslim sahihlerine almışlardır. 120'sini sadece Buharı, 19'unu da
sadece Müslim rivayet etmiştir, ömrünün sonlarına doğru gözlerini kaybetmiş. H.
68 yılında Tâif'te ir-tihal etmiştir. Allah ondan razı olsun. Âmin. [Geniş
bilgi için bkz. İbn Sa'd, Tabakât, II, 365 Buhârî, et-Tarîhu'l-keblr, V, 3; Ibn
Ebi Hatim, e!-Cerh ve't-ta'idtl, V, 116; ebû Nuayım, Hilyeta'l-evllyft, I, 314;
Hatib, Tarihu Bagdâd, 1,173; İbnu'l-Kayserânî, el-Cem1 beyne ricâli's-Sahîhayn
1, 239; tbnu'1-Esir, Usdu'l-gfibe, III, 290; Zehebî Tezkiretu'I-huffâz, I, 37;
A'lârau'-nubelâ, III, 331-359 tbn Hacer, d-isâbe, II, 330;
TehzibıTl-Tehzîb,V, 276; Ansârî Asr-ı
Saadet, II, 75-103].
[29] Ebû Mûsa: Asıl adı Abdullah b. Kays'dır. Ebû
Musa'l-Eş'ârî künyesiyle tanınır. Mekke devrinde müslüman olmuş ve Habeşistan'a
hicret etmiştir. Resulüllah devrinde bazı valiliklerde bulunmuştur. Hz. Ömer
onu H. 20 tarihinde Basra'ya vali tayin ettCHz. Osman kendisini bu vazifeden
azledince Kûfe'ye taşınarak oraya yerleşti. Sıffîn vak'asında Hz. Ali'nin
hakemi idi. Daha sonra Mekke'ye giderek ömrünün sonuna kadar orada kaldı. Vefat
tarihi olarak H. 50 yılım gösterenler olduğu gibi, başka tarihler veren de
vardır. 360 hadis rivayet etmiş, bunlardan 50'sini hem Buhârî neni de Müslim
Sahihlerinde rivayet etmişlerdir. 4'ünü sadece Buhârî, 25'ini de sadece Müslim
rivayet etmiştir. Allah kendisinden razı olsun. Âmin. (Geniş bilgi için bkz.
tbn Sa'd, Tabakât, II, 344-345; IV, 105;VI,
16; İbn Ebi Hatim, el-Cerh ve't-ia'du, V, 138; tbnu'1-Esir,
Üsdu'l-gfibe, III, 367; Zeheb! A'lamu'n-nubela, II, 380-402; tbn Hacer,
el-İsâbe VI, 194; Tehzibu't-Tehzîb, V, 249; Ansâıî, Asr-ı Saadet, II, 135-160).
[30] Ahmed b. Hanbel IV, 396; ayrıca bkz. Tirmizî, tahâre
16.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/13-14.
[31] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/14-15.
[32] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/15.
[33] Enes b. Mâlik: Neccâr oğullarından Ebû Hamze,
"Hâdimu Resûlillah Hz. Peygamberin hizmetçisidir. Sahâbiler arasında Enes
b. Nadr isimli birisi de bulunduğu için Hz. Peygamber ona Ebû Hama künyesini
vermişti. Annesi Ummu Suleym; babası, Mâlik b. Nadr'-dır. Allah Resulü, Enes b.
Mâlik için; "Ya Rabbi, malına, çocuklarına bereket ver, ömrünü uzat,
günahını affet" diye dua etmişti. Bu dua bereketiyle olmalı ki, Enes'in
pek çok evlâdı olmuş, malında feyz ve bereket görülmüştür. Bir rivayete göre
103 sene yaşamıştır. Basra'da en son vefat eden sahabidir. Resul-i Ekrem
(s.a.)'den 2186 hadis rivayet etmiştir. Hicretin 93. yılında ebedî âleme
göçmüştür. Allah kendisinden razı olsun, âmin. (Geniş bilgi için bkz. İbn
Sa'd, Tabaka!, VII, 17; Buhârî, et-Tarİhu'l-kebİr, II, 27; İbn Ebî Hatim,
el-Cera vet-ta'dîl, II, 286; lbnu'1-Esîr, Üsdu'Ug&be, I, 151; Zehebî,
TezkirettH-huffaz, 1,42; A'ttmu'n-nubelfi, III, 395-406; İbn Hacer, el-tsâbe,
1,71; Tehzibu't-Tehrfb, I, 376; Ansârî, Asr-ı Saadet, III, 187-209).
[34] Buhârî, vudÛ Müslim, tahâre 94; Nesâî: tahâre 19,
Tirmizî, tahare 5, İbn Mâce, tahâre 9.
[35] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/15-16.
[36] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/16.
[37] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/16-17.
[38] Bkz. bir önceki hadisin kaynaklan.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/16-17.
[39] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/17-18.
[40] Zeyd b. Erkam: Tanınmış bir sahabidir. Buhârî'nin
rivayetine göre Hz. Peygamber'in 19 gazasından 17'sinde hazır bulunmuştur. Mute
Savaşında yararlıklar göstermiş, Sıffîn muharebesinde Hz. AH tarafında
bulunmuştur. Sahabe ve tabiinden önemli kimseler kendisinden rivayetlerde
bulunmuşlardır. Resûlullah (s.a.)'dan 90 hadis rivayet etmiştir. Hicretin 67.
veya 68. yılında Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Allah razı olsun, âmin. (Geniş
bilgi için bkz. İbn Sa'd, Tabakftt, VI, 18; İbn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dîl,
III, 554; İbnuM-Esîr, Üsdü'l-fcabe, II, 219; Zehebî, A'lamv'n-nııbela, III,
165-168; tbn Hacer, el-İsfibe, I, 560;Tehz!bu't-Tehrib, II, 394; tbnu'1-lmâd,
Şezeratu'z-zeheb, 1, 74; Ansan, Asr-ı Saadet, III, 400-404.).
[41] Ibn Mâce, tahâre 9; Ahmed b. Hanbel, IV, 369, 373
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/17-18.
[42] Hak Dini kur'an Di», VIII, 5383.
[43] el-HedİyyetıTI-Alâiyye, s. 365.
[44] en~NahI (16), 72.
[45] Benzen hadisler için bkz. 52S2 numaralı hadis.
[46] 1bn Nüceym el-Eşbâh Ve'n-Nezair, s. 327-329.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 18-20.
[47] Selmfinü'l-Hayr: Selman-ül-Farisî isimleriyle tanınmış
îran asıllı sahabidir. Henüz küçük yaşta mecusi babasının itikadına karşı
çıkmış, mahsul satmak üzere gittiği kasabada Hıristiyanların ibâdet
ettiklerini görmüş, dinlerine merak sarmış, hakikati arama ve teslim olma
arzusuna düşmüştü. Önce Şam'a daha sonra Musul, Nusaybin ve Amuriyye'ye gitti.
Burada bir rahibin gelecekte zuhur edecek Peygamberden bahsetmesi sebebiyle ona
tâbi olmak niyetiyle Medine'ye gitmek üzere yola düştü. Yolda kendisini köle
diye sattılar. Medine'de, bahçe işleri ile uğraşırken Hz. Peygamber Hicret
etti. Hz. Peygamberin huzuruna çıkarak ayaklarına kapandı. Resul-i Ekrem (s.a.)
bedelini vererek onu satın aldı ve azat etti. 30'u muttefekünaleyh olmak üzere
60 kadar hadis rivayet etmiştir. Âlim ve zahit bir kimseydi. Sahih rivayete
nazaran 33. hicret yılında ölmüştür. Allah rahmet eylesin îran asıllı olduğu
için faziletlerine dâir Şîa tarafından bir hayli hadis uydurulmuştur. (Geniş
bilgi için bkz. İbn Sa'd, Tabak&t, IV, 54; İbn Ebî Hatim, el-Cerh
ve't-ta'dU, IV, 296-297; Ebû Nuaym, Hilyetu'l-evliyâ, I, 185-208; Hatîb, Târîbu
Bagdad, I, 163-171; lbnu'1-Esîr, Üsdu'I-gftbe II, 417; Zehebî,
A'lflmu'n-oubelâ, I, 505-558; İbn Hacer, el-fsfibe IV, 223,-Tehzibul-TehzîD,
IV, 137; lbnu'1-îmâd, Şezerfitu'z-zeheb, I, 44; Ansârî, Asr-ı Saadet, II,
326-336).
[48] Soranlar müşriklerdir. Sırf müslümanlarla alay etmek
için sormuşlardır. Müslim'in bir rivayetinde Selmân, "Kıtale
kna'l-müşrikdn" sözleriyle hadisi sevk etmiştir. Bu da^oran-ların
müşrikler olduğuna delâlet eder. Hadisin bu rivayetinin Müslim'deki yeri için
sonraki dip notuna bakınız.
[49] Buhârî, vudu 1,11, Müslim, tahâre 57, 59; Tirmizî,
tahâre 6, 12; Nesâî, tahâre 36; İbn Mâce, tahâre 16, Dârîmî, vudü 6; Ahmed b.
Hanbel V/439.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 21.
[50] el-Menhei, I, 39.
[51] 1bn Mâce, tahâre 18.
[52] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
22-24.
[53] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
24.
[54] İbn Mâce, tahâre 18; Ahmed b. Hanbel VI, 227.
[55] İbn Mâce, tahâre 17.
[56] 1bn Mâce, tahâre 18.
[57] Davudoğlu Ahmed, İbn Abidin Terceme ve Şerhi I, 588.
[58] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
25-28.
[59] Ebû Hureyre: Hz. Peygamber'den en fazla hadis rivayet
eden sahâbidir. Adı ve babasının adı üzerinde ihtilâf edilmiş ve ortaya otuz
kadar rivayet çıkmıştır. Nevevî'ye göre bunların en doğru olanı, Abdurrahmân
b. Sahr'dır. Abdullah olması ihtimali de büyüktür. Hay-ber Vak'ası yılında
müslüman olmuş ve o vak'ada bulunmuştur. Câhilıyyet devrinde İsmi Abdu'1-kays
idi. Kedilerim çok sevdiği için Allah Resulü tarafından "Ebû Hureyre"
lâkabı verilmiştir. Ashâb-i kiramın en fakirlerindendi. Kendisi ashab-ı
suffe'den olup onlara başkanlık etmekte idi. Hz. Peygamber'den hiç ayrılmazdı.
Buhârî'nin rivayetine göre kendisinden 800'den fazla sahâbî ve tabiî hadis
rivayet etmiştir. Ebû Hureyre'nin doğum tarihi bilinmiyorsa da, vefatı Hicrî
59. tarihindedir. 78yaşında Hakk'ın rahmetine kavuşmuş ve Medine'nin
"el-Baki" namındaki meşhur kabristanına defnedilmıştir. Ebû Hureyre
hazretleri-Resul-i Ekrem (s.a.)'den 5374 hadis-i şerif rivayet etmiştir.
Ashab-ı kiram İçerisinde bu kadar hadis rivayet eden bir başkası bulunmadığı
gibi bu miktara yaklaşan da olmamıştır. (Geniş bilgi için bkz. İbn Sa'd,
Tabaka!, II, 362-364; IV, 325-341; Ebû Nuaym, HiIyeluT-evlIyâ, I, 376-385;
tbnu'l-Esîr, Üsdu'l-gfibe, VI, 318; Zehebî, A'lâmu'n-nubel», II, 578-632; İbn
Hacer, d-tsftbe, XII, 63, Tebzîbu't-Tehrfb, XII, 263-267; İbnu'l-tmâd,
Şeierfltu'z-zeheb, I, 63; Ansâri, Asr-ı Saadet, II, 301-313).
[60] Buhârî, salât 20; Müslim, tahâre, 59, 60 Tirmizi,
tahâre 6; Nesâî tahare 18, 19, 35; ibn Mâce, tahâre 18; Muvatta kıble 1, Ahmed
b. Hanbel, II, 247, 250; III, 360, 487; V, 414, 415, 417, 419, 421, 437, 438,
VI, 184.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 25-28.
[61] Halid b. Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensâri'dir. Ashab-i kiramın
büyüklerinden olup, Resul-i Ekrem (s.a.) Medine'ye hicret ettiğinde ilk defa
kendilerine misafir olmuşlardır. Bedir, Uhud, Hendek-ve diğer gazalarda
Resulüllah ile beraber bulunmuştur. Kendilerinden 155 hadîs rivayet edilmiş,
bunların 7'sinde Buhârî ve Müslim ittifak etmişlerdir. Bir tanesini sadece
Buharı, beşini sadece Müslim rivayet etmiştir. Kendisinden Berâ, İbn Abbâs,
Câbir b. Se-mure ve Enes (radıyallahu anhum) hazretleri rivayette
bulunmuşlardır. Yezid b. Muaviye kumandasındaki tslâm ordusuyla istanbul'un
muhasarasında bulunduğu sırada istanbul surları önünde hicretin 52. yılında
vefat etmiş ve vasiyetleri üzerine oraya defn olunmuştur. Kaydedildiğine göre
hastalığının ağırlığım gören ordu komutam kendisini ziyaret ederek "son
arzusu"nun ne olduğunu sormuş. O da şu cevabı vermiştir:
— Beni gücünüz yettiğince düşman yurdu içerilerine defnediniz. Zira ben
Resulütlah'-in, "Kostantiniyye surları dibine salih bir kişi defn
olunacaktır" buyururken duymuş bulunmaktayım. Umarım ki o kişi ben olurum.
Bu vasiyeti üzerine surların yakınına defnedilen Ebû Eyyûb'u İstanbul
asırlardır Eyüp Sultan olarak misafir etmektedir. (Geniş bilgi için bkz. Jbn
Sa'd, Ta bak âl, III, 484-485; Buhârî, ei-Târihu'l-kebir, III, 136-137; Ibn Ebî
Hatim, el-Cerh ve't-U'dtl. 111, 331; tbnu'1-Esîr, Üsdul-Jfibe, II, 94; Zehebî,
A'lâmun-nubetfl, II, 402-413; tbn Hacer, el-İsabe, III, 56; Tehzîbtri-Tetazîb,
III, 90-91; lbnu'1-lmâd, Şezerfitu'z-zeheb, I, 57; Ansârî, Asr-ı saadet, III,
171-183.).
[62] Buhârî, vudû 11; salât 29; Müslim, tahâre 59; Tirmizî,
tahâre 6; tbn Mâce, tahâre 16; Nesaî, tahâre 19, 60; Ahmed b. Hanbel, V/42I.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/28-29.
[63] Mubârekfûrî, Tuhfetit'l-abvezî, I, 53.
[64] Ma'kıl b. EM'I-Heysem el-Esedf: Ma'kıl b. Ebî Ma'kıl
ve Ma'kıl b. Ümm-i Ma'kıi diye de anılır. Kendisinden Ebû Seleme ve Mevlâsı Ebû
Zeyd ve Ümmu Ma'kıl rivayette bulunmuştur. Sahâbidir. "Ramazan ayında
umre yapmak bir hacca bedeldir" Hadis-i şerifinin râvîsidir. Hz. Muâviye
devrinde vefat etmiştir. (Bilgi için bkz. lbnu'1-Esîr, Üsdu'l-ğabe, V, 232).
[65] İbn Mâce, tahâre 17.
[66] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/29-31.
[67] Abdullah b. Ömer: Ömer İbnu'l-Hattab'ın oğludur. Küçük
yaşında babası ile birlikte müs-lüman oldu. İlk katıldığı savaş, Hendek
gazasıdır. Küçük olduğu için Bedir gazasında bulunamamıştır. Uhud gazasında
dahi yaşının küçüklüğü sebebiyle iştirak ettirilmemişti. Sonraları Mute,
Yemâme ve Yermûk gazalarında, Mısır'ın, Mekke ve Afrika'nın fethinde hazır
bulunmuştur. Hz. Peygamber'e o derece muhabbet ve sadâkatle bağlı idi ki, o
nerede namaz kıldı ise, kendisi de orada namaz kılmadan gelmezdi. Kanaatkar,
cömert ve halim-selim bir zat idi. Mallarından hangisine nefsi meylederse onu
derhal tasadduk veya hibe eder, köle ve cariyelerinden hangisini daha dindar
görürse onu hemen azat ederdi. Hilâfet meselelerine asla karışmamıştır. İlimde
bir hazine idi. Ashab-ı Kiramın fukahâsındandır. Kur'ân-ı Kerîmin tefsirine de
hakkıyla vakıf idi. Hadiste ftkıhdan daha ziyâde muktedirdi. Ebû Hureyre'den
sonra ashab-ı kiram arasında en çok hadis rivayet eden odur. Resu-lüllah
(s.a.)'den 2630 hadîs rivayet etmiştir. Bunların 170'i Buhar! ve Müslim'dedir.
Bizzat Resûlullah (s. a.)1 dan, Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ebû Zerr, Muâz, Ebû
Hureyre ve Aişe-i Sıddıka'dan hadis rivayet etmiş, kendisinden de ashab ve
tabiûndan birçok zevat rivayette bulunmuşlardır. Hz. Abdullah, Hicri 73
yılında ve 86 yaşında iken Mekke'de vefat etmiş ve Mekke'deki Muhacirler
kabristanına defn olunmuştur. Alhah ondan razı olsun. (Geniş bilgi için bkz.
İbn Sa'd, Tabakfit, II, 373, IV, 142-188; İbn Ebî Hatim, el-Certı ve't-ta'dîl,
V, 107; Ebû Nuaym, HİIyetu'l-evliya, I, 292; II, 7; Hatîb, Tarthn Bagdad, I,
171; tbnu'1-Esir, Üsdtt'l-ftftbe, III, 227; Zehebî, A'lftmu'n-nubelft, III,
203-239; İbn Ha-cer, d-tsftbe, II, 347; Tehzflra't-Tehzİb, V, 328; İbnu'1-lmâd,
Şezer&tu'z-zeheb, 1,81; An-sârî, Asr-ı Saadet, II, 269-298 (Şâmil Yayını.).
[68] 1bn. Huzeyme Sahih, 135; Dârekutnî: tahâre 1, 58;
Beyhakî, Sünen, 1/92;.
Sünen-i Ebu Davud Terceme
ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 31-32.
[69] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
32.
[70] Buhârî, vudû 12, 14; Müslim, tahâre 61; Nesâî; tahâre
21; Ibn Mâce tahâre 18; Muvatta, Kıble 8; Dârîmî, vudu 8; Ahmed b. Hanbel, II,
4, 99.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 33.
[71] Tifmizî, tahâre 7; İbn Mâce, tahârc 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 33-34.
[72] Tirmizî, tahâre 10; Dârimî, tahâre 7.
[73] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
34.
[74] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
34.
[75] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
34-35.
[76] Ebû Saîd künyesi i!e yirmiye yakın sahabi ismi
zikredilir. Buradaki Ebû Said, Ebû Saîd (
el-Hudrî'dir.
[77] 1bn Mâce, tahâre 24 Ahmed b. Hanbel, III 36.
[78] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
35.
[79] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
35-36.
[80] TirmM, tahâre 67; Isti'zan 27; Nesâî: tahâre 32-33;İbn
Mâce, tahâre 27; Dârimî, Isti'zan 13.
[81] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
37.
[82] Buhârî, Ahlak Hadisleri (trc. F. Yavuz), II, 365.
[83] 1bn Mâce, tahâre 27.
[84] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
37.
[85] El-Muhficir b. Kanfuz b. Umeyr b. Ctid'an -el-Kureşî et-Teymî,
Bir rivayete göre Muhâ-cir'in ismi Amr, Kunfuz'unki ise» Halef dir. Muhacir ve
Kunfuz isimleri takmadır. Bu mübarek sahabî hicret etmek istediği zaman
müşrikler kendisini yakalayarak irkence ettiler. Sonra çaresini bulup
ellerinden kaçtı ve Peygamber Efendimiz'in huzur-i saadetlerine sağ-salim
erişmeye muvaffak oldu. Bunu göçen Rasul-i Ekrem (s.a.) "tjte bn gerçekten
muhacirdir" iltifatında bulundular.-Onun Mekke'nin fethi günü Müslüman
olduğuna, Basra'da oturduğuna ve orada öldüğüne dair de bir rivayet vardır.
Kendisinden Ebû Dâ-vud, Nesâî ve İbn Mâce hadis rivayet etmişlerdir. (Bilgi
için bk. Îbnu'1-Esir Üsdıı'I-g&be, V, 279).
[86] Nesai, tahare 6; İbn Mace, tahare 27.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 38-39.
[87] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
39-40.
[88] Mü'minlcrin annesi Aişe-i Sıddıka, Peygamberimizin
muhterem zevcelerindendir. Hz. Ebû Bekr'in kızıdır. Daima Resulüllah'ın yanında
bulunduklarından başkalarının muttali olmadığı bir çok ahvâle muttali idi. Bunun
için İslâm hukukunda büyük bir ihtisası vardı. Bilhassa kadınlara ait hükümlere
çok vakıftı. 2210 hadis rivayet etmiştir. Bunların 160'ında Buhârî ve Müslim
ittifat etmiştir. 54'ünü sadece Buhârî, 68'ini de sadece Müslim rivayet
etmiştir.
Peygamberimiz ile
Mekke'de iken nişanlanmış (söz kesilmiş) hicretten sonra Medine'de
evlenmiştir. 65 yaşında
iken Medine'de vefat etmiştir. Baki' Mezarlığında tnedfundur. (Geniş
bilgi için bkz. İbn
Sa'd, Tatnkftt VIII, 58-81 ;£bû Nuaym, Hİlyetu'l-evliyfi, II, 43; Jbnu'l-
' Esîr, Osdu'l-fcâbe,
VII, 188; Zehebî, A'lftmu'n-BubeU, II, 135-201; İbn Hacer, et-İsâbe,
XIII, 38; TefaZfbn't-Telutb, XII, 433-436; lbnu'1-lmâd,
Şeierâta'z-zeheb, I, 9, 61-63.)
[89] Buhârî, hayz 7, ezan 19; Müslim, hayz 30 Tirmizî,
tahâre 11; İbn Mâce, tahâre 11; Ah-med b. Hanbel, VI, 70, 103-178.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 40.
[90] Tirmizî tahâre 111; Ahmed b. Hanbel, I, 83, 110, 134.
[91] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
40-41.
[92] Aynî, el-Bfnaye I, 643; Fetevfl-yı Hindiye I, 38.
[93] Tirmizî, tahâre 98; tbn Mâce, tahâre 105.
[94] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
41.
[95] Tirmizî, libâs, 17 İbn Mâce, tahâre, 11;
[96] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
42.
[97] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
42.
[98] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
42-43.
[99] Buhârî, vudû 57; Müslim, tahâre 34;Tirmizî, tahâre 53;
Nesâî, tahâre 5; İbn Mâce, tahfi-re 26.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 43.
[100] Müslim, Zühd 74.
[101] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
44.
[102] el-Mütteki, Kenzü'l-Ummal IX, 374; Munzirî, et-Tergtb
ve't-Terhlb, I, 39 Heysemî,
Mecmeu'z-zevâid, I, 207.
[103] Bk. 4607 numaralı hadis.
[104] Bezlu'I-mechÛd, I, 57.
[105] Cerîr'in bu sözlerinde zühul vardır; zira Ebû
Muâviye'nİn (Muhammed b. Hâzim) A'meş'ten rivayetinde; "Fekftne M
yestetinı" lâfzı vardır. Bk.
Buhârî, vudû 56.
[106] Abdurrahmân b. Hasene, Îbnu'1-Muta' ve Ebü Şurahbîl
künyeleriyle meşhurdur. Hz. Peygamber (s.a)'den rivayetle meşhur ise de,
hakkında kaynaklarımızda fazla bilgi yoktur. Kendisinden Zeyd b. Vehb rivayette
bulunmuştur. (Tercüme-i hali için bkz. Îbnü'1-Esîr, Üsdu'l-ğâbe, III, 436;
Tecridu Esmai's-SahÂbe: I, 45; el-tsâbe: IV, 360; Tehzibu't-Tehzîb: VI, 163).
[107] Amr b. Âs: Âs b. Vâil'in oğludur. Necâşî'nin yanında
muslüman olmuştur. Müslüman olmazdan önce Amr b. Âs: Âs b. Vâil'in oğludur.
Necâşî'nin yanında muslüman olmuştur. Müslüman olmazdan önce Habeşistan'a
hicret eden müslumanlan teslim almak üzere Habeşistan kralı Necâşi'ye
gönderilmişti. Necâşi, Kureyşin bu teklifini reddetmekle beraber. Amr b. As'ı
ayıpladığından orada muslüman olmuş ve sekizinci sene-i hicriye Safer'inde
Medine'ye hicret etmiştir. Bir rivayete göre de Hâlid b. Velid ve Osman b. Talha
ile birlikte Mekke'nin fethinden altı ay önce hicret edip muslüman olmuştur,
müteakiben Resul-i Ekrem kendisini Zâtü's-Selâsil Seriyyesine kumandan tayin
etmiştir. Sonra Amman'a tahsildar tayin edilip Efendimizin irtihaline kadar
orada kalmıştır. Ebû Bekr, Ömer (r.a.) zamanlarında da Şam, Filistin ve
Mısır'ın fethine memur edilmiştir. Hz. Osman'ın şehâdetioden sonra Hz.
Muâviye'nin yanına gitmiş ve Siffîn vak'asında özel müşaviri olmuştur. Son
derece zeki, hatip, şâir olan Amr b. Âs hiç şüphesiz Arab dâhilerinden sayılan
mühim bir simadır. Hicrî 43 yılında vefat etmiştir ve Mukattam'a defn
olunmuştur. Hz. Peygamberden 37 hadis rivayet etmiştir. Bunlardan üç hadisin
rivayetinde Buharı ile Müslim ittifak etmişler, birini sadece Buhârî, ikisini
de sadece Müslim rivayet etmiştir. (Geniş bilgi için bkz. İbn Sa'd, Tabakftt,
IV, 254; VII, 493; Hatîb» Tarttan Baftdftd, VI, 303; Ibnu'l-Kayserâm
el-Cem'beynericâirs-S»hîhayn, 1,362; İbnu'l-Esîr, Üsdu'l-gflbe, IV, 115;
Zehebî, A'lamu'n-nubclft, III, 54-77; İbn Hacer, el-tsâbe, III, 2-3
Tehzfbu't-TehzSb, VIII, 56; tbnu'1-lmâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 53; An sâri,
Asr-ı Saadet, II, 351-374.).
[108] Nesâî, tahâre 25; İbn Mace, tahâre 26; Ahmed b.
Hanbel, IV. 196; VI, 27.
[109] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
44-48.
[110] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
48.
[111] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
48-49.
[112] Huzeyfe: Huzeyfe b. el-Yemânî el-Absî: Künyesi Ebû
Abdullah'dir. Babasıyla Medine-i Münevvere'ye gelmiş ve muhacir mi, yoksa
ensardan mı olmak istediği hususunda serbest bırakılmış, o da ensardan
sayılmasını tercih etmiştir. Gerek kendisi gerek pederi Uhud gazasına iştirak
eden ashab-i güzindendir. Hz. Peygamber münafıkları yalnız bu zata bildirmiş
ve kendisini bu hususta sırdaş edinmişti.
Hz. Ömer halifeliği
zamanında memurları arasında münafık olup olmadığını Hz. Huzeyfe'ye sormuş,
"var" cevabım almıştı. Fakat bütün ısrarlarına rağmen bunların kim olduklarım
söylememişti. Hz. Huzeyfe îran fütuhatına hazır bulunmuş, Nusaybin valiliğine
tayin olunmuştu. Son derece kanatkâr ve emin idi. Medine'ye avdetinde Hz. Ömer
kendisini hiç değişmemiş, fakir kıyafetiyle görünce boynuna sarılmış ve
"Sen benim
kardeşimsin, ben de senin" demişti. Hz. Huzeyfe'den 100 hadis rivayet etmişlerdir.
Yine bunlardan 17'sini sadece Müslim, sekizini de sadece Btthârî rivayet etmiştir.
(Geniş bilgi İçin bkz. İbn Sa'd, TabaUt VI, 15; VII, 317; Buhârî,
et-TarihıTI-kebir, III, 95; İbn Ebî Hatim, d-Cerh ve'Ma'dB, IH, 256; Ebû Nuaym,
HÜyetu'l-evUya, 1,270-283; Ibnu'1-Esir, Üsdu'l-gfibe, 1,468; Zehebî,
A'lâmu'niubdfl, II, 361-369; İbn Hacer, eMsftbe, II, 223; TehzîbıTt-Tehzîb. II,
219-220; lbnu'1-tmad, Şezerfitu'z-zetieb, I, 32, 44.).
[113] Buhârî vudû' 66; Müslim, tahâre 22, Tirmizî tahâre 9,
Nesâî, tahâre 5, tbn Mâce,tahâre
13, Dârîmî, vudü' 9, Ahmed b. Hanbel, IV, 283, 294, 402.
[114] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
49-50.
[115] Ahmed b. Hanbel VI, 136, 213.
[116] İbn Mâce, tahâre
14; Tirmizî, tahâre 8; Nesâî,tahâre 24.
[117] A. Davudoglu, İbn Âbldin Tercümesi, I, 592-593.
[118] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/50-51.
[119] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
51.
[120] Umeyme bint Rukayka. Babası Abdullah b. Bicad b. Umeyr
b. d-Haris el-Ensâr-i, annesi ise, Ebu Seyfi b. Haşim b. Abd Menâfin kızıdır.
Umeyme, Resûl-i Ekrem'den ve ezvac-i tâhirattan Rivayette bulunmuştur,
kendisinden de Muhammed b. Mûnkedir ve kızı Hukeyme hadis rivayet etmiştir.
Hadislerini Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve Ibn Mâce tahric etmiştir. Kendisi
Allah Resulüne biat eden kadınlardandır. Tirmizi ve başkalarının rivayetine
göre bey'at esnasında Allah Resulü kadınlara "gücümüz yettikçe takatimiz
dahilinde itaat edeceğiz" deyin ihtarında bulununca, güçlerinin üstünde
bir ahid altına girmekten onları korumak istediğini gören Umeyme
"Resârattah bize bizden daha merhametli1' demiştir. (Bilgi için bkz.
(bnu'1-Esir, (Jsdul-gabt, VII, 27, 28).
[121] Nesaî, tahâre 6.
[122] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
52.
[123] "Halanız hurmayı ikram ediniz, çünkü o babanız
Âdem'in artık çamurundandir" şeklindeki hadis zayıftır. Mevzu olduğu da
söylenmiştir.
[124] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
52-53.
[125] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
53.
[126] Müslim, tahâre 20, Ahmed b. Hanbel, V, 372.
[127] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
53-54.
[128] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
54.
[129] Çeviren, Serdaroğlu, Ahmed; tslftmda Helâller ve
Haramlar, 1, 337.
[130] Heysemi Mecmau'z-zevâid, I, 204.
[131] Buhârî, hudûd 7, 13; Müslim, hudûd 7; Nesaî, sârik, 1;
îbn Mâce, hudûd 22; Ahmed b. Hanbel, II, 253.
[132] Buhârî, salât 48; cenâiz 62, 96; enbiyâ 50; meğâzt 83;
Müslim, mesâcid 19, 23; EbÛ Dâ-vûd, cenâiz 72; Nesâî, mesâcid 13; cenâiz 106; Dârimî
salat 120, Muvatta, medîne 17; Ahmed b. Hanbel I, 218; II, 260, 284, 285, 366,
396, 454, 518; V, 184, 186, 206; VI, 34, 80, 121, 146, 229, 252, 255, 274, 275.
[133] Muftz b. Cebel b. Amr b. Evs b. Aîz b. Ka'b
el-Hazrecî, el-Ensârî; 18 yasında müslüman olmuş, Akabe biatında ve bütün
savaşlarda bulunmuştur. Peygamber (s.a.) kendisini muallim olarak Yemen'e
göndermiştir. Aynı zamanda kadılık vazifesi de uhdesine tevdi edilmiştir.
Yemen'e uğurlarken Resul-i Ekrem ona şöyle duada bulunmuştur: "Allah seni
önünden, ardından, sağından, solundan, altından ve üstünden gelecek bütün
tehlikelerden ko rusun ve senden bütün İnsan ve cinlerin serlerini
defetsin." Yemen halkına da şu mektubu yazmıştır: "Size dostlarımın
en hayırlısını gönderiyorum."
'Abdullah b. Amr'dan
nakledildiğine göre, Efendimiz, "Kur'am dört kişiden öğreniniz"
buyurmuş ve bu dört kişi arasında Hz. Muâz'ı da saymıştır. Şa'bî'nin Meşrûk'tan
rivayetine göre, Abdullah İbn Mes'ûd, onun hakkında; "Muhakkak Muflz
Allah'a itaatkâr bir ümmettir" buyurmuştur, Ebû Nuaym, onun hakkında
fukahamn: "İmamı, ulemanın hazinesi, Ensarın ilmen ve haya bakımından,
cömertlik ve güzellik bakımından en mümtaz genci idi" beyânında
bulunmuştur. Efendimiz buyurur ki, "Ümmetimin en merhametlisi, Ebû Bekr,
Allah'ın emrinde en şiddetlisi Ömer, en hayırlısı Osman, fer&izi en İyi
bilen Zeyd b. Sabit, Kur'anı en iyi bilen Ubeyy b. Ka'b, haram ve belân* en iyi
biten Muâz b. Cebeldir. Ümmetin emini de Ebû Ubeyde'dir"
Muâz b. Cebel, 157 hadis
rivayet etmiştir. Bunlardan 25'ini Buhârî ve Muslîm beraberce, 3'unü yalnız
Buhârî, birini yalnız Muslîm rivayet etmiştir. Hicrî 18. senede Ürdün'de vefat
etmiştir. (Geniş bilgi için bkz. İbn Sa'd, Tabakit, III, 120; Buhârî;
et-Tarihu'l-kebir, Vil, 359-360, İbn Ebî Hâtîm, el-Cerh ve*t-ta'dİ1, VIII,
244-245; Ebû Nuaym, Hllyelu'l-evllyâ, I, 228-224; Îbnu'1-Esîr, Üsdu'1-gabe, V,
194; Zehebî, Tezhİretu'I-huffaz, I, 19; A'llmu'n-oobelâ I, 443; tbn Hacer,
el-tsabe, III, 426; Tehzîbu't-Tehzib, X, 186; tbnu'l-İmâd, Şezerafu'z-zeheb, I,
29.).
[134] İbn Mâce, tahâre 21, Ahmed b. Hanbel, 11, 163, 372.
[135] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
54-56.
[136] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
56.
[137] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
57.
[138] Abdullah b. Mugaffel: Hudeybiye Gazvesinde ağaç
altında Rıdvan biatina katılan sahabedendir. Hasan-ı Basrî (r.a.)'*un dediğine
göre Hz. Ömer'in Kur'ân öğreticisi olarak görevlendirdiği on kişiden biridir.
Tebûk Gazvesinde, haklarında âyet nazil olan ve kendilerinden "gözleri yaş
döken kimseler" diye bahsedilenlerdendir. Bak: (Tevbe Sûresi: 92).
Faziletleri sayılamayacak kadar çoktur. Kendisinden 43 hadis rivayet
edilmiştir. Kendisi Ebû Bekr, Osman ve Abdullah b. Salim'den rivayette
bulunmuş, kendisinden de Hasan-i Basrî, Sabit el-Bunânî ve daha başkaları
rivayette bulunmuşlardır. Önceleri Medine'ye yerleşmişken, sonraları Basra'ya
göç etti; orada bir ev yaptırdı. Hicretin 59 veya 69. senesnide vefat etti.
(Geniş bilgi için bk. Ibnu'1-Esir, Üsdu'l-g&be, IH, 398, Zehebî, A'lâımı'n-mıbeM,
II, 483-485; İbn Hacer.Tehzibu't-Tehrfb, VI, 42; İbmı'1-İmâd Şezerfttn'z-zeheb,
I, 65.).
[139] Tirmizî, tahâre 17; Nesâî, tahâre 6; Ibn Mâce, tahâre
12; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V,56.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 57.
[140] Sahih-i Müslim bi-Şeriri'n-Nevev! II, 187.
[141] EI-Bakara (2), 284.
[142] Buhârî, rikak 31; Müslim, İman 203, 204,206, 207, 209;
Tirmizî: tefsîr, (sûre: 6) 10; Dâ-rimî, rikâk 70; Ahmed b. Hanbel, I 227, 279,
310, 361; II, 234, 411, 498; 111,149.
[143] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
58-60.
[144] Nesâî, tahâre 146; Ahmed b. Hanbel, IV, 111.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 60.
[145] Nesâî, tahâre 146.
[146] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
60-61.
[147] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
61.
[148] Nseâî, tahâre 29; Ahmed b. Hanbel, V,82.
[149] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
62.
[150] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
62.
[151] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
62.
[152] Tirmizî, tahâre 5; Ibn Mâce, tahâre lOjDârimî vudû 17;
Ahmed b. Hanbel, VI. 155.
[153] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
63.
[154] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
63.
[155] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
64.
[156] Ebû Katâde el-Hâris b. Ribî'dır. Ensânn ileri
gelenlerinden olup Bedr Muharebesinin dışında bütün gazalara katılmıştır.
Vefatı ihtilaflıdır. 54 Hicrî tarihinde 70 yaşında olduğu halde Medine-i
Münevvere'de vefat ettiğine dair rivayetler vardır. Vakidî'nin beyânına göre,
Peygamber Efendimizin dualarına mazhar olmuştur. Yüzünden aldığı onulmaz
yaralar bu dualardan sonra onu rahatsız etmemiş ve koku neşretmez olmuştur.
Kendisinden 170 hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan 11 tanesini Buhar! ve
Müslim birlikte rivayet etmişlerdir. Sadece buhâri'nin rivayet ettiği 2,
Müslim'in rivayet ettiği ise 8'dir. (Geniş bilgi için bk. tbn Sa'd, Tabak&t
VI, İS; Buharı, et-Tarihu'l-kebtr, II, 258-259; lbnu'1-Esîr, Üsdu'l-gabe. VI,
250; Zehebi, A'lfimu'n-nubelâ, H, 449-456; İbn Hacer el-İsabe, IV, 154-155,
TehıSbu't-Tehzîb, XII, 204-205; Ansârî Asr-ı Saadet, III, 290-296).
[157] Buhârî, vudû*18; eşribe 25; Müslim, tahâre 63; Nesâî,
tahâre 41; İbn Mâce, tahâre. 15; Ahmed b. Hanbel, IV, 383, V, 296, 309, 310,
311.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 64.
[158] Nevevî, Şerhu Müslim: III, 156.
[159] Menhel, I, 121.
[160] Aynı yer.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 64-65.
[161] Hz. Hafsa: Hz. Ömer'in kızıdır. Hz. Osman zamanında
Kur'ân-t Kerimler onun yanında bulunan nüshadan teksir edilmiştir. Bedir
Gazasında şehıd olan kocasından dul kalmıştır. Hz. Ömer O'mı Hz. Osman'a vermek
istemişse de Hz. Osman özür beyân edince meseleyi Resul-i Ekrem Efendimiz'e
açmış, Efendimiz de; "Hafsa'yı Osman'da» daha hayırlısı, Osman da
Hafsa'daa daha hayırttsuu alacaktır" buyurarak ciğer-pâreleri Ummü
Gülsûm'ü Hz. Osman'a verip kendisi de Hz. Hafsa'yı nikahlamışlar, her ikisinin
de gönlünü hoşnut eylemişlerdir. Bir hadis-i şerifte O'nun hakkında Cibril'in,
"O İbadetleri yapmakta devamlı ve gayretli, çok oruç tutmakta sabırlıdır,
Cennette zevcendir" dediği rivayet edilir. Hicretin 45. yıhnda 60 yaşında
İrtihal eylemiştir. Kendileri Efendimiz'den ve babasından 60 hadis rivayet
etmiştir: Bunların üçünü Buharı ve Müslim ittifakla rivayet etmişler, altısını
da sadece Müslim rivayet etmiştir. (Geniş bilgi için bk. tbn Sa'd Tabakftt,
VIII, 81-86; lbnu'1-Esir, ÜsdıTI-fcftbe, VII, 65; Zchebî, A'lamu'n-mıbetf, II,
227-231; tbn Hacer, d-tsftbe, IV, 273; Tehzîba't-Tehrfb, XII, 197; ibnuM-İmâd,
Şezerfttu'z-zeheb, I, 10, 16.).
[162] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
66.
[163] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
66-67.
[164] Ahmed b. Hanbel, VI, 265,287 Buhârî, vudü 31; Müslim
tahâre 19; Tirmizi, salat 2.506; Nesâ'î taharc 1; tbn Mace; tahare 401.
[165] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
67.
[166] İbn Mâ'ce, tahâre 23; Dârimî, vudû 5; Ahmed b. Hanbel
II, 371.
[167] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
68-69.
[168] Bk. 1416 numaralı hadis.
[169] Bk. tbn Mâcc, ttbb 25; Nitekim 4061 numaralı Hadis-i
Şerif de bu gerçeğe işaret etmektedir.
[170] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
69-70.
[171] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
70.
[172] Mesleme b. Muhaled el-EnsAri: Efendimiz'in Medine'yi
teşriflerinde dünyaya geldi. Banları O'nun o zaman dört yaşında olduğunu
söylerler. Mısır'ın fethinde mücâhitler arasında bulunuyordu. Hz. Muâviye
tarafından Mısır'a tayin edilmişdi. Sonra Medine'ye döndü. Hz. Peygamber
Efendimizden rivayetleri vardır. Kendisinden de Ali b. Rebah, Mücâhid, Şeybân
b. Umeyye, Abdurrahman b. Şemmâse rivayette bulunmuşlardır. Ahmed b. Han-bel'e
ve Ebû Hâtim'e göre sahâbî değildir; Buharı ve Zehebî'ye göre sahâbidir.
Askerî'ye göre ise Efendimizi görmüş fakat sohbet etmemiştir, Hicretin 62
senesinin Zilka'de ayında Medine-i Munevvere'de 60 yaşında vefat etmiştir.
Mısır'da vefat ettiği de söylenir. (Geniş bilgi için bk. tbn Sa'd, Tabskftt,
VII, 504; Buhârî, et-TflrmıTI-kebir.VII, 387; İbnu'1-Esîr, Üsdu'l-Jâbe, V, 174;
Zehebî, A*lftmu'o-nubeU, III, 424-427; İbn Hacer, et-tstbe, III, 418;
Tehzîbu't-Tebzîb, X, I48;'lbnu'l-!mad, Şezerfttn'z-zefaeb, I, 70).
[173] Nesâî, Ziyne 12; Ahmed b. Hanbel, IV, 108, 109.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 70-71.
[174] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
72.
[175] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
73.
[176] MüsIim, Tahâre 17; Ahmed b. Hanbel, III, 343, 384.
Sünen-i Ebu Davud Terceme
ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 73-74.
[177] Abdullah b. Mesud (r.a.): Onun hakkında Zehebî şöyle
diyor: "O İmanı Rabbani Ebû Abdurrahman Abdul b. Ümmü'l-Huzelî'dir.
ResÛlullah (s.a.)'ın sahip ve hizmetkârıdır. İlk müsltlmanlardan biri olup Bedr
Gazasına iştirâkk edenlerin büyüklerinden ve Fuka-hâ'nın da en ileri
gelenlerindendir. Eskiden müslüman olmuş ve ResÛlullah (s.a.)'den yetmiş sûre
ezberlemişti. ResÛlullah (s.a,) onun hakkında: "Kipi Kur'ânı İndirildiği
gibi taptaze okumak isterse, onu İbn Ümoıü Abd'İn kıraati üzere okusun"
buyurmuşlardır. Peygamberimiz bir gün ashabı ile birlikte bir yerde
bulunurlarken, meyva toplaması için oradaki ağaca çıkmasını Abdullah b.
Mes'ud'a emretmişti. Ashab-ı Kiram, İbn Mes'ud'un bacaklarının inceliğine ve
kuruluğuna bakıp gülüşünce, Peygamberimiz; "Neye gülüyorsunuz?"
buyurdu. "Bacaklarının inceliğine" dediler. Peygamberimiz:
"Gülüşmeyin, mizanda onlar, Uhud dağından daha »girdir. Kıyamet gününde,
mizanda Abdıüliıh'dan daha ağır basan kimse yoktur" dedi. İbn Mes'ud
Kur'an-ı Kerimi okur, helâlini helâl, haramını haram-bilirdi. Dinin bütün
hükümlerini ve Peygamberimizin sünnetim tamamıyle kavramıştı. Hz. Ömer'in üç
defa tekrarlayarak dediği gibi "içi ilimle dolu bir dağarcık" idi.
İbn Mesud az konuşurdu. Çok muttaki idi. "insana, günah olarak, her
işittiğini söylemesi yeter" derdi. "Resulüllah buyurdu ki"
derken, kendisini, bir titreme alırdı. Peygamberimizin, kendilerinden Kur'ân
öğrenilmesini tavsiye ettiği 4 zattan birisidir. Kendisinden tabiîler hadis rivayet
etmişlerdir. Kur'an hadis ve fetvada en büyük âlimlerdendir. 848 hadis rivayet
etmiştir. 64'unü Buhârî ve Müslim beraber, 22'sini sadece Buhârî, 35'ini de
sadece Müslim rivayet etmiştir. Hicretin 65. yılından Medine'de vefat etmiştir.
(Geniş bilgi için bk. ibn Sa'd, Tabakftt III, 106, Hatîb, Tarthu Bagdad I,
147-J50; Îbnu'1-Esir, Üsdu'1-gâbe III, 384; Ze-hebî, Tezkİretu'l-hufffiz, 1,31;
A'lamu'n-nubelâ, 1,461-500; tbn Hacer, el-tsâbe, II, 368, Tehzllan't Tehzîb,
VI, 27-28 lbnu'1-lmâd, Şezerfitu'z-zeheb, I, 38; Ansan, Asr-ı Saadet, II,
105-133.).
[178] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
74-75.
[179] eI-Cinn (72), I.
[180] Buhârî, ezan 105; Tefsir Sûre 72, 1; Müslim, salât
149; Tirmizî, tefsîr süre: 72 1; Ahmed b. Hanbel, I, 252.
[181] Müslim'in rivayet ettiği (Salat 105) bu hadis-i
şerifle metinde verdiğimiz hadis arasında bir farklılık göze çarpmakta ise de,
hadise şudur: Müslim'in rivayet ettiği hadis-i şerifte hediye isteme talebi
cinlerden geliyor. Bunun üzerine de Hz. Peygamber (s.a.) kemiği cinlere, tezeği
de hayvanlarına yiyecek olarak tahsis ediyor. Bu defa cinler Resulü II ah'a hadiste
varid olduğu üzere "Mademki Rabbimiz bizim rızkımızı bunlarda kıldı,
öyleyse bunları ümmetine yasakla" diyorlar. Resûlullah da yasaklıyor.
Binaenaleyh iki hadis arasında bir farklılık yoktur. Her biri hadisenin bir
başka yönünü açıklamaktadır.
[182] Müslim. Salât 105; Tirmizî; tefsir Sûre 46,3; Ahmed b.
Hanbel I, 436.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 75-77.
[183] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
77.
[184] Buhârî, vudû' 21; Müslim, tahâre 57; Tirmizî; tahare
12; Nesâî, tahâre 7; tbn Mâce, tahâre 16.
[185] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
77-78.
[186] Nevevî, Şerhu Sahih-i Müslim IH, 157.
[187] Buhârî vudû' 21; Tirmizî tahâre 13; Nesâî, tahâre 37;
ibn Mâce, tahâre 16; Ahmed b.Hanbel I, 388, 418, 427, 450, 465.
[188] Umdetü-l Kurt II, 304-305.
[189] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
78-79.
[190] Huzeyme b. Sabit b. Fakîh b. Sa'lebe b.
Sâide^l-Ensarî, Bedir muharebesi dahil bütün muharebelere iştirak etme
saadetine ermiş bahtiyarlardandır. Efendimiz (s.a.) onun şeha-detini iki
kişinin şehadetine denk kabul etmiştir. Kendisinden rivayet edildiğine göre,
Efendimiz (s.a.) bir arabîden bir kısrak satın almıştı. A'rabî'den eve kadar
kendisini takib etmesini, evde parayı ödeyeceğini bildirmesiyle eve doğru
yüremeye başladılar. Yolda Efendimiz (s.a.) hızla giderken arabî arkada
kalıyordu. Yolda meseleden habersiz olan kimseler, arabînin etrafını çevirip
atı kendilerine satmasını teklif edince arabî, câzib teklif karşısında
Efendimiz (s.a.) i çağırıp, "sen bu atı satın almamışsan ben bunlara
satıyorum"...dedi. Efendimiz (s.a.): "ben bunu senden biraz evvel
satın almadım mı?" deyince, Arabî; "Ben onu sana satmadım" diye
cevap verdi. Efendimizi "ben onu senden satın aldım" deyince de,
Arabî, "şahidini getir" öyleyse deyiverdi. Huzeyme de: "ben
senin onu sattığına şahidim" cevabım verdi. Efendimiz, Huzeyme'ye
yönelerek: "nasıl sabitlik edersin?" deyince, Huzeyme: "Seni
tasdik ederek" yâni "senin söylediklerinin, hepsinin doğru olduğuna
olan şehatımle şahidlik ederim ya Resûlellah" cevabım verdi. Bunun üzerine
Cenab-ı ResÛl onun şahitliğini iki kişinin şahitliğine denk tuttu. Arabî
kendisine gelip "bu Rasû-lüllah mıydı yahu" demeye başladı. Kendisine
"Cehalet olarak, sana Allah Resulü'nu bilmemek yeter" denildi.
Neticede Arabî, deveyi sattığını kabul etti.
Sıffîn vak'asında Hicri
37. senede vefat etmiştir. Rivayet ettiği hadis sayısı 38'dir. (Geniş bilgi
için bk. İbn Sa'd, Tabak&t IV, 378; İbn Ebî Hatim, el-Cerb ve't-Ta'dîl,
III, 381-382; lbnu'1-Esir, Üsdu'1-gâbe, II, 133; Zehcbî, A'lâmu'n-oubdâ, II,
485-487; İbn Hacer, d-İsâbe, 1,425, Tebribu*t-Tenrib, III, 140-141;
lbnu'1-lmâd, Şezerfitu'z.zeheb, 1,45; An-sârî, Asr-ı Saadet, III, 386-388).
[191] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
80-81.
[192] İbn Mâce, tahâre 20; Ahmed b. Hanbel, VI, 95.
[193] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
81.
[194] el-Hacc (22), 78.
[195] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
81-82.
[196] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
82-83.
[197] Müslim, tahâre
69; Buhârî, vudû' 16.
[198] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
83.
[199] .Buhârî, vudû' 163.
[200] .Aynî, UmdetıTl-Kaari II, 291.
[201] Buhâri, vudû' 16.
[202] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
83-85.
[203] Aynî, el-Binâye, I, 761-762.
[204] Davudoğlu, Ahmed; Îbn Abidin Tercemesi, I, 581.
[205] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
85-86.
[206] Tirmizî, Tefsirü'l-Kurân, et-Tevbe, 10; tbn Mâce,
tahare, 28.
[207] M.A. Koksal, İslâm Tarihi (Medine Devri) 1, 8-9.
[208] İbn Mâce, tahâre, 28.
[209] Ahmed b. Hanbel III, 422.
[210] Zeylaî, Nasbu'r-râye, 1, 218.
[211] Nesâî, mesâcid 8, Tirmizî, salât 124; Ahmed b. Hanbel
V, 116.
[212] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
86-88.
[213] Nesâî, tahâre 43; İbn Mâce, tahâre 29.
[214] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
88.
[215] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
89.
[216] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
89.
[217] Buhârî, cum'a 8; temenni 9; savm 27; Müslim, tahâre
42; Tirmizî, tahâre 18; Nesâî, tahâre 6; mevâkît 20; Ibn mâce, tahâre 7;
Dârimî, salât 168; Muvatta, tahâre 114-115; Ah-med b. Hanbel I, 80, 120; II,
245, 250, 259, 287, 399, 400, 429, 433, 460, 509, 517, 531; IV, 114. 116; V,
193, 410, VI 325, 429.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 89.
[218] Münzirî, el-Tergîb ve't-terhib, I, 166.
[219] Buhari, Savm 27; Nesâî, tahâre 4; İbn Mâce, tahâre 7;
Dârımî, vudü', 19; Ahmed b. Hanbel, I, 3, 10; VI, 47, 62, 124, 146, 238.
[220] Ahmed b. Hanbel VI.272; Münzirî, Terğib,I,167.
[221] İbn Mâce, İkâme 83; Muvatta; tahâre 113; Ahmed b.
Hanbel II, 108.
[222] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
90-91.
[223] İbnu'l-Hümâm, Fethii'l-Kadfr, I, 16.
[224] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
91-92.
[225] Zeyd b. Halid, Ebû Abdurrahman yahut Ebû Talha'dır.
Meşhur sahabelerdendir. Resûlullah iie birlikte Hudeybİye Musâlehasında
bulunmuştur. Mekke'nin Fethi günü Cüheyne kabilesi'nin bayraktarı idi. 81 hadis
rivayet etmiştir. Bunlardan 5'ini Buhârî ve Müslim müştereken nakletmişlmerdir.
Kendisinden Yezîd, Abdurrahman b. Ebİ Umre ve İbn Mü-seyyeb rivayette
bulunmuşlardır. Kûfe'de bir rivayete göre de Medine'de-hicrî 78. senede vefat
etmiştir. (Bilgi için bk. lbnu'1-Esir, Üsdiı'l-gabe, II, 284).
[226] Buharî, cuma 8; temennî 9, savm 27; Müslim, tahâre 42;
Tirmizî, tahâre 18; Nesâî, tahâ- re 6; Mevâkît 20; İbn Mâce, tahâre 7; Dârimî,
salât 168; Muvatta, tahâre 114-115; Ah-med b. Hanbel I, 80, 120; II, 245, 250, VI,
114, 115, 325, 439, V, 193, 410.
[227] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
93.
[228] Abdullah b. Abdullah b. Ömer, Ebû Abdurrahman
el-Medenî. Babasından ve Ebû Hu-reyre'den, kardeşi Hamza'dan hadis rivayet
etmiştir. Kendisinden de Zuhrî, Nâfî', Mu-. hammed b. Abbâd ve Abdullah b. Ebî
Seleme Hazretleri rivayette bulunmuşlardır. Vekî', Ebû Zür'a ve Nesâî güvenilir
bir kişi olduğunu söylerler. îbn Hıbban da güvenilir râviler arasında
zikretmiştir. Îbn Sa'd'a göre de az hadîs rivayet eden güvenilir bir râvîdir.
tbn Ebî Âsim, mürsel bir rivayetinden dolayı onu sahabeden saymaktadır. Hicrî
105 senesinde Hişam b. Abdulmelik'in hilâfeti zamanında vefat etmiştir.
Kendisinden, Buhârî, Müslim, Ebü Davûd ve Nesâî rivayette bulunmuştur. (Bilgi
için bk. Ibnu'1-Esîr, ÜsdıTI-gabe, III, 300).Esma bint-İ Zeyd b. el-Hattab:
Hazret-i Ömer'in torunudur. Îbn Mende ve İbn Hİbbân sahabeden olduğunu
söylemişlerdir. Ebû Dâvud da ondan hadis rivayet etmiştir.Abdullah b. Hanzala
b. Ebî Âmir, Künyesi Ebu Abdirrahman veya Ebû Bekr'dir. Sahabe olmak şerefini
kazananlardandır. Doğrudan doğruya Resut-i Ekrem'den (s.a.) ve Ömer, Abdullah
b. Selam ve Ka'bu'l-Ahbâr'dan rivayetleri vardır. Kendisinden de Abdullah b.
Yczid el-Hutâmî ve Kays b. Sa'd gibi birçok âlimler hadis rivayet etmişlerdir.
Hicretin 4. senesinde dünyaya geldi. 63. senesinde vefat etti. Kendisinden Ebû
Dâvud hadis rivayet etmiştir. (Geniş bilgi için bk. tbn Sa'd, Tabak*I, V, 65;
Buhârî, et-Tarihu'I-kebİr, V, 68; îbn Ebî Hatim, d-Ccrb ve'Ma'uH, V, 29;
lbnu'1-Esîr, Üsdü'1-gabe, III, 218; Ze-hebî, A'lftmu'n-nııbctt III, 321-325;
tbn Hacer, el-tsabe, II, 299; Tehzîbn't-Tehzîb, V, 193.).
[229] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
93-95.
[230] el-Maide (5), 6.
[231] Koçkuzu, Ali Osman; Hadiste Nfisih-Mensah, s. 194.
[232] bk. 172 numaralı hadis-i şerif ve dipnotu.
[233] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
95.
[234] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
96.
[235] Misvakın kullanma şekli 46. hadisin şerhinde
geçmiştir.
[236] Buhârî, vudû 73.
[237] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
96.
[238] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
97.
[239] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
97.
[240] Buhârî, vudû'74; Müslim, rüya 19; zühd 70.
[241] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
97.
[242] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
98.
[243] MUsIim, tahâre 253; Nesâî, tahâre 8; tbn Mâce, tahâre
7.
[244] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
98-99.
[245] Ahmed Naim, Tecridi Sarih Terce m esi, II, 377, (1.
baskı).
[246] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
99.
[247] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
99.
[248] Bu hadisi KUtÛb-i sitte müelliflerinden Ebû Davucfaan
başkası rivayet etmemiştir.
[249] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
99-100.
[250] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
100.
[251] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
100.
[252] Müslim, tahâre 56; Tirmizî, edeb 14; Nesâî, Ziynet 1;
İbn Mâce, tahâre 8; Afamed b.Hanbel, VI.137.
[253] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
100-101.
[254] el-En'am (6), 90.
[255] M. Hamdi Yazır, Hık Dini Kur'ftn Dil I, 1974; Âlusî,
Ruhul-Meftnî, VII, 316-317.
[256] 1bnu'l-Hacer, FethıTI-Bâıi. XII, 458-459.
[257] el-Bakara(2), 124.
[258] en-Nahl (16), 123.
[259] Kurtubî, el-Câmi' U ahUmi'l-Kur'ftn, II, 97-98.
[260] Aynî, Umdeto'1-KMri, XXII, 44.
[261] Tirmizî, edeb 16; Nesâî tahâre 12; Ziyne 2; Ahmed b.
Hanbel IV, 36, 368, V, 410.
[262] İbnu'l-Humam, Fethü'l-Kadîr, II, 77.
[263] Tirmizî, edeb 17.
[264] Nevevî, Şerhu Sahlh-i Müslim, III, 149.
[265] İbn Mâce, tahâre 8.
[266] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
101-106.
[267] Ammâr b. Yâsir b. âmir b. Mâlik: Künyesi
Ebtt'l-Yakazan'dır. Ashab-i Kiramın ileri gelenlerindendir. Bedir dahil bütün
gazalara iştirak etmiştir. İslama ilk giren bahtiyarlardandı;. Annesi Sümeyye,
Mahzum oğullarının kölesi idi. Bir gün Sümeyye, Ebû Cehl ile İslâmiyet
mevzuunda münakaşa ederken Ebû Cehl'in câhiliye damarına dokunacak sözler
söylediği için Ebû Cehl elindeki mızrağı onun mahrem yerine saplayarak şehid
etti. Müşrikler Ammâr'a da ezâ ederlerdi. Onun bütün ailesi ezâ ve musibete
uğradı. Bir kere Ammâr, Resûl-İ Ekrem'e bu halini arzetmişti. Resûl-i Ekrem onu
ve bütün ha-neüanmı cennetle müjdelemişti. Bir gün müşriklerin dayanılmaz
işkenceleri ve ısrarları karşısında onları memnun edecek sözler söyleyerek
kendini kurtarmıştı. Bu durumu Re-sûlullah'a arz edince, Nebiyy-i Ekrem (s.a.):
— Kalbin nasıl? buyurmuş, Ammâr da:
— İmanın verdiği
huzurla dolu, Ya ResÛlellâh, cevabını vermişti. Bu defa Resûl-i Ekrem (s.a.):
— Ammâr sana tekrar
böyle muamelede bulunurlarsa, sen de onların dediğini yap, demiştir. Bunu
müteakiben de: "O ki Allah'a İman ettikten sonra kalbi imanla dolu ve
imanın verdiği huzur ile doymuş olduğu halde Allah'ı inkâra mecbur olacak
olursa bundan dolayı hesaba çekilmeyecektir" (Nahl Sûresi, 106) âyeti
kerimesi nazil olmuştur. Medine mescidinin inşasında herkes birer taş taşırken
onun iki taşı birden taşıdığını gören Resûlullah, onun başını okşamış:
"Vah vah Ammâr, seni asi bir topluluk öldürecek'1 demişti. Nitekim bu
haberin bir mu'cize olduğu Hz. Ammâr'ın Sıffîn harbinde Hz. Ali safında, şehid
edilmesiyle ortaya çıktı. (37 Hicrî.)
Vefatı anında 94 yaşında
idi. Kendisinden 62 hadis rivayet edilmiş bunun ikisini Buhârî ve Müslim
müştereken üçünü sadece Buharı birini de yalnız Müslim rivayet etmiştir.
(Geniş bilgi için bk. İbn Sa'd Tabakflt 111,176; tbn Ebî Hatim, d-Cerh
ve'l-ta'dU, VI, 389; Ebû Nuaym, Hilyetu'l-evlİyfi, I, 139-143, Hatîb Tarlhu Bagdad
I, 150-153; tbnu'I-Esîr, Üsdu'l-gâbe, IV, 129; Zehebî, A'lâmunnübelfl, I,
406-428; İbn Hacer el-Isflbe, II, 513; Tehzlbu't-Tehrfb, VII, 408;
lbiiu'1-lmâd, Şezerfttn'z-zebeb, 1,45; Ansa-rî Asr-ı Saadet, II, 163-173.).
[268] İbn Mâce, tahâre 8; Ahmed b. Han bel, IV, 264.
[269] İbn Mâcc, tahâre 8.
[270] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
106-108.
[271] BotolmckM 1, 136.
[272] Tuhfedu'rahvezî, VIII, 35.
[273] Fcthı'1-Mri, XII, 463.
[274] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
108-110.
[275] Buhfiıt, vudû' 73; Cuma 8; Teheccüd 9; Müslim, tahâre
46,47; Nesâî, tahâre 1; kıyfimul-leyl 10, 11; tbn Mâce, tahâre 7; Dârımî, vudû
20; Ahmed b. Hanbel, V, 382, 390, 397, 402, 407.
[276] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
110.
[277] Sa'd b. HJşâm b. Âmir el-Essârî: Enes b. Malik'in
amcasının oğludur. Babasından, Enes b. Malik'ten, Hz. Âişe ve Ebû Huveyre'den
rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Zu-râre b. Evfâ, Hasan Basrî ve Humeyd b.
Abdirrahman, el-Hımyeri hadis rivayet etmişlerdir. Nesâlonu "güvenilir"
bulmuş tbnHibban da ona kkâbu'KÖtat'ında yer vermiştir. Buhârî onun Hindistanda
bir yer olan Mukrân'da savaşırken vefat ettiğini söyler. Pek çok kışt ondan
hadis rivayet etmişse de Buhâri ondan rivayette bulunmamıştır. (Bilgi için bak:
el-Kelâbâzî, el-Cem" beyne ricali's-sahihayn, I, 159; el-Menhel, I, 200).
[278] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
110-111).
[279] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
111.
[280] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
111-112.
[281] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
112.
[282] Buhari, tefsir-i sûre 3,19-20; deavftt 8,10, tcvhîd
13; Tirmirf, duft 28, tabire 19; Mü»-lim, mıisâfirîn 19; Îbn Mâce, İkâme 181;
Ahmed b. Hanbcl I, 373.
[283] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
112-113.
[284] bk. Sözler, 366.
[285] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
113-115.
[286] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
115.
[287] Usame b. Umeyr b. Âmir: Buhârî bu râvînin sahabe
olduğunu söylemiştir. Sünen sa-hiblert, imam Ahmed, Ebû Avâne, İbn Huzeyme, tbn
Hibbân ve Hâkim de sahihlerinde ondan hadis nakletmişlerdir. Kendisinden oğlu
rivayette bulunmuştur. 7 hadisi vardır. (Bilgi için bk; lbnu'1-Esîr,
Üsdu'l-gâbe, I, 82).
[288] Buhârî, zekat 7;
Müslim, tahâre 1; Tirmizî, tahâre 1; Nesâî, tahâre 103; zekât 48; İbn; Mâce,
tahâre 2; Ahmed b. Hanbel, II 20, 39, 51, 57, 73, V, 74, 75.
[289] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
115-116.
[290] el-Mâide (5), 6.
[291] Nevevî, Şerha Sahih-* Müslim III, 103.
[292] Buhârî, l'tisam 6; Müslim, fedâil 130; hac 412, Nesâî,
hac i; tbn Mâce Mukaddime 1.
[293] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
116-118.
[294] Buhârî, hiyel 2; vudû' 2; Müslim, tahâre 2; Tirmızî,
tahâre 56; Ahmed b. Hanbel 308, 318.
[295] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
118.
[296] Müslim, Selâm 125; Ahmed b. Hanbel H, 429; IV 68, V,
380.
[297] Müslim, İmân 164; Nesâî, tahrîmıTd-dem 12.
[298] Buhârî, Teyemmüm 5, 6; Ebû Dâvud, tafaâre 123;
Tirmizi, tahâre 92; Nesâî, tahâre 203; Ahmed b. Hanbel, V, 146, 147, 155,
180.
[299] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
118-119.
[300] Ali b. Ebî Talib, Ebu'l-Hasen: Peygamberimizin amcası
Ebû Tâlib'in oğludur, Kureyş-lıdır. Peygamberlikten on yıl önce Mekke'de
doğmuş, henüz çocukken müslüman olmuştur. Hicretin 35. yılında Hz. Osman'ın
şehid edilmesi üzerine dördüncü halife olmuştur. 4 sene, 8 ay bu görevde
kaldıktan sonra 63 yaşında iken 17 Ramazan 40 H. (24 Ocak
Hz. Ali buyuk bir âlim
idi. Hz. Peygamber damadıydı. Peygamberimizin soyu kızı Hz. Fatıma ile Hz. Ali
neslinden devam etmiştir. Henüz çocuk denilecek bir yaşta iken musluman olduğu
halde, Allah yolunda hakkıyla savaşmış, ilim amel, ibâdet ve siyâseti beraber
yürütmüştür. Zamanında Cemel(H. 36/M. 656ve Sıffîn (H. 37) olaylan^cere-yan
etmiş, hilâfet hususunda anlaşmazlıklar baş göstermiştir. Aşere-i
mübeşşeredendir.
Hz. Ali hadisleri kabul
ve rivayet hususunda çok dikkatli davranırdı. Hadis rivayet edenlere yemin
ettirdikten sonra hadislerini alırdı. Zamanı daha çok siyasî çekişmelerle
geçtiği için fazla hadis rivayet edememiştir. 586 hadis rivayet etmiştir.
Bunlardan 20'sini Buhârî ve Müslim ortaklaşa rivayet etmişlerdir. Dokuzunu
sadece Buhârî.beşini-de sadece Müslim rivayet etmiştir. (Bilgi için bk. İbn
Sa'd, Tabakât, JII, 19-40; İbnu'l-Imâd, Şezerâtu'z-Zeheb, I, 35, 40-49, 51,
62-64; Anhsârî, Asr-ı Saadet, I, 344-365).
[301] Ebû DâvÛd, Salât 73; Tirmiâ Mcvâkît 63; İbn Mâce;
tahâre 3; Dârimî, vudû' 22; Ah-med b. Hanbel, 1,123, III, 340.
[302] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
119-120.
[303] el-Heysemî, Mecmau'z-Zevttd, II, 105.
[304] Zafer Ahmed el-Osmanî, t'laü's-sünen, II, 159.
[305] el-A'la (87), 15.
[306] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
120-122.
[307] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
122.
[308] Tirmizî, tahâre 44; ibn Mâce, tahâre 73.
[309] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
122-123.
[310] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
123.
[311] Müslim, tahâre 86; Ebû Dâvûd, tahâre 65; Tirmizî,
tahâfe 45; Nesâî, tahâre 100; Ah-med b. Hanbel, V, 350, 351, 358.
[312] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
123.
[313] Tirmizî, tahâre 50; Nesâî, tahârc 43; miyah 2; Ahmed
b. Hanbel, II, 12.
[314] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
124.
[315] Ebü Dâvûd, tahâre 33, 34.
[316] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
124-125.
[317] Tirmizî, tahâre 50; Nesâî, tahâre 43; miyâh 3; tbn
Mâce, tahâre 73; Dârimî, Vudû* 55; Ahmed b. Hanbel H, 23, 27, 107.
[318] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
125-126.
[319] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
126.
[320] Tirmizî, tahâre 49; Nesaî, miyâh 1, 2; Ibn Mâce,
tahâre 76; Ahmed b. Hanbel, I, 235, 284, 308, III, 163, 31, 86, VI, 172, 330.
[321] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
127.
[322] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
127-128.
[323] Ahmed b. Hanbel IV, 194.
[324] Buhârî.buyÛ'3; Tirmizî, kıyâmefiO; Nesflî, kudât 11;
Dârimî, buyu 2; Ahmed b. Hanbel VI, 153.
[325] Tirmizî, tahâre, 49; Nesaî, miyâh 1, 2; tbn Mâce,
tahâre 76; Ahmed b. HuıbcI.J, 235, 284, 308; III, 16, 31, 86; VI, 172, 330.
[326] Bu durum suyun
uzun süre beklemesindendir ve Ebü Davud'un bu kuyuyu ölçmesi, Re-sûlultah'tan
yüzlerce sene sonradır. Onun ölçüsü, Resûlullah devrinin ölçüsünden değişik
olabileceğinden, bu görüşü, fukahânın yukarıda beyân ettikleri görüşlerini
değiştirici mahiyette değildir.
[327] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
128-130.
[328] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/131.
[329] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
131.
[330] Tirmizî, tahâre 48; tbn Mace, tahâre 33.
[331] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
131-132.
[332] İbn Mâce, tahâre 33.
[333] lbnû'1-Esîr, en-Nihâye, I, 302-303.
[334] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
132-133.
[335] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
133.
[336] Buhârî, vudû' 68; Müslim, tahâre 94-96; Tirmizî,
tahâre 51; Ibtı Mâce, tahâre 25; Ne-saî, tahâre 45, 139; gusl 1; Dârimî,
vudû145; Ahmcd b.HanbclJI.259, 265, 288, 316. 346, 362, 364, 433, 464, 492,
529, 532; IH. 341, 350.
[337] bk. yukarıdaki kaynaklar.
[338] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
133-134.
[339] bk. 25 ve 26 numaralı hadisler.
[340] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 134-135.
[341] Hatiboğlu Haydar, Sünen-* İbn Mftce terecine ve Şeriri
I, 537.
[342] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
135-136.
[343] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
136.
[344] Nevevî, Şcrhu Sahİh-i Müslim IH, 185.
[345] Zafer Ahmed Osmanî, I'laü's-Sünen, 1, 197, Zeylaî,
Ntsbü'r-rfiye I, 131.
[346] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
136-137.
[347] el-Mâide (5), 4.
[348] bk. Mansûr AIİ Nâsıf et-Tftc I, 85.
[349] Tirmizî, tahare 68, 69.
[350] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
138.
[351] Müslim, tahâre 93; Ncsâî, tahâre 52; miyah 7; İbn
Mâce, tahâre 31; Dârimî, vudû' 59; Ahmed b. Hanbel, IV, 86; V, 56;
[352] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
139-140.
[353] Müslim, libâs 82; Nesâi, sayd 11; bk. Ebû Dâvûd, 227
no'lu hadis.
[354] İbn Kuteybe, Hadis Müdafaan, 134.
[355] İbn Kuteybe Hadis Müdafaası, s, 184.
[356] Ahmed b. Hanbel, IV, 85; V. 54.
[357] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
140-142.
[358] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
142..
[359] Tirmizî, tahâre 69; Nesâî, tahâre 53; miyâh 8; İbn
Mâce, tahâre 32; Dârimî, vudÛ' 58; Muvatta, tahâre 13; Ahmed b. Hanbel, V, 296,
309.
[360] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
143.
[361] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
143-144.
[362] Bu hadis-i şerifi sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[363] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
144-145.
[364] Dâvudoglu Ahmed: İbn Âbidin Tercemesl I, 537.
[365] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
145-146..
[366] "Kedi sevgisi imandandır" sözü, hadis
değildir, bk. el-Aclûni, Keşfü'l-hafa, I, 347, (Beyrut, 1351).
[367] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
146.
[368] Müslim» hayz 43, 46; Ahmed b. Hanbd, VI, 210.
[369] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
146-147.
[370] Mustafa Sibâî, İslama ve Garbhlara göre Kadın (trc. 1.
Toksan) s. 14-20.
[371] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
147.
[372] Ahmed b. Hanbel, VI, 367.
[373] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
147-148.
[374] Buhârî, vudû' 43; ğusl9,15; hayz 5; Libâs 91; Müslim,
hayz41,43-47,49,50; Tirroizî, tahâre46; libâs 61; Nesâî, tahâre 57,145, ğusl 9;
ibnMâce, Tahâre 32; 34-36,108; Ah-med b. Hanbcl II, 4, 13,103, 142, 111, 112,
116, 130,135, 209,249, VI-30,37,43,64, 91, 103, 118, 127, 129, 131, 157,161,
168, 170, 171, 172, 173, 189, 191-193, f99,210, 230, 231, 235, 255, 265, 281,
366, 367.
[375] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
148-149.
[376] bk. Bir önceki hadisin kaynaklan.
[377] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
149-150..
[378] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
150.
[379] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
150.
[380] Tirmizî, tahârc47. Nesâî.miyahll; tahâre 146;
İbnMftce, tahflre34; Ahmedb. Hanbcl IV, 110, 111; V.329;.
[381] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
151.
[382] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
151-152.
[383] Nevevî, Şerhli Müslim, IV, 2.
[384] bk. tbn Hacer Fethü'l-Bfirî I ,312.
[385] Hakem b. Amr: ResÛlullah (s.a.)'în vefatına kadar
sohbetinde bulundu. Sonra Basra'ya göç etti. Ziyâd'm kendisini Horasan'a vali
tayin etmesiyle Basra'dan ayrıldı. Abdullah b. es-Sâmit, Îbn Şîrîn, Hasan
Basrî ve Ebü'ş-Şa'sâ kendisinden hadis rivayet ettiler. Hasan basrî der ki;
Ziyâd, Hakem'i Horasan'a gönderdiği zaman orada büyük bir ganimet ele
geçirmişti. Bunun üzerine-Ziyad bu ganimetin içinden altın ve gümüşün ayrılıp
kalanının halka taksim edilmesini bir mektupla bildirmiş, bunun aynı zamanda
emirü'l-mü'mininin de emri olduğunu ifâde etmişti. Bu mektubu okuyan Hakem, bir
mektup yazarak Ziyâd'a şöyle cevap verdi: "Sen mektubunda Emirü'l-mü'minin
emri icabı beyaz gümüşlerle san altınları ganimet mallarının taksiminden önce
seçilip ayni-masını, halka ancak geriye kalan malların dağıtılmasını
istiyorsun. Oysa senin mektu-bun benim elime geçmeden Allah'ın kitabi bana ulaştı,
diyor ki, "Yer ve gökler bitişik idi de biz onları ayırdık" (Enbiyâ:
30) Yerle gök bir kulun aleyhine birleşti. O kul da Allah'dmn korktuğu İçin
Allah ona bir çıkış yolu, bir kurtuluş çaresi yarattı."
Bu cevabî mektubu
Ziyâd*a gönderen Hakem, halkı toplayıp ganimet nâmına ne varsa hepsini
bölüştürmüş. Sonra da "ey AHahım, efcer senin katında benim için bir
İyilik varsa beni yanına al." diye duâ etmiş. Hicretin 50. yılında Merv'de
vefat etmiştir. Sahabî Büreydetü'*Eslemî ile aynı yere gömülmüşlerdir.Kendisinden
Tirmiri, İbn Mâce, Ebû Dâvud, Nesâî rivayette bulunmuşlar. Bir ha-dişini de
Buhârî rivayet etmiştir. (Geniş bilgi için bk. İbn Sa'd Tabakfit VII, 28; İbn
Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dil, IH, 119; İbnu'i-Esîr, Üsdn'l-gfibe, II» 40;
Zehebî, A'tamu'n-nttbetft» II, 474-477; İbn Hacer, d-tsftbe 1,346;
Tebrfbu't-Tehzîb, II, 436,437).
[386] Tirmizî, tahâre
37; Nesâî, miyah İl: İbn Mâce, tahâre 34; Ahmed b. Hanbel, IV, 213, V-66.
[387] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 152-154.
[388] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
154-156.
[389] Tinnizî, tahâre 53; Nesâî, tahâre 46; miyah 4, Sayd
35; İbn Mâce, tahâre 38; sayd 18; Mu vatta', tahâre 12, sayd 12; Dârimî, vudu
53; sayd 6; Ahmed b. Hanbel, II, 237,361, 378, 393; III, 373; V, 365.
[390] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
156..
[391] el-A'raf (7) 157.
[392] Îbn Mâce, Sayd 9; ct'ime 31; Ahmed b. Hanbel H, 97.
[393] el-Maide (5), 96.
[394] el-Bâci'nin sözü burada bitti.
[395] el-Mâide (5), 96.
[396] bk. Hatipoğlu, Haydar: Sünen-i İbn Mflce Terceme ve
Şerhi, I, 590-591.
[397] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
157-159.
[398] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
159.
[399] Tirmizî, tahâre 65 [Burada "ve o neblzdeo abdest
aldı" ilavesi vardır.] tbn Mâce, taht re 37; Ahmed b. Hanbcl I, 402, 449,
450, 458.
[400] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
160.
[401] Ö.N. Bilmen, Hukuku, İslfimiyye ve Istüfihâtı Fıkhİyye
Kflmusu III, 21; fazla bilgi için bk: İbn Âbidin Tercümesi, XVI, 61 ve devamı.
[402] el-Maidc (5), 6.
[403] Mecelle, madde 15. "Kıyasa aykırı olarak sabit
olan hüküm, başka hükümlere esas teşkil etmek üzere ölçü alınamaz"
demektir.
[404] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
160-162.
[405] Ahmed b. Hanbel, I, 393, 402, 449, 455, 457, 452.
[406] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
162-163.
[407] Nevevî, Müslim Şerhi, II, 169.
[408] Kemaleddin İbnü'l-Htimam; Fethü'l-Kadîr, I, 82.
[409] Müslim, salât 150.
[410] Ferşat Muhammed, Önlerin Esrftrı, s. 203-204.
[411] AynîBinâye, 1,472.
[412] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
163-164.
[413] Deliller için bk. Aynî, el-Binîye, İ,474.
[414] bk, Davudoğlu Ahmed, İbn Abidin terceme ve şerhi 1
273.
[415] Geniş bilgi için 84 nolu hadisin açıklamasına bak.
[416] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
164-166.
[417] Abdullah b. Erk «m, Mekke'nin fethedildigi sene İslâm
ile müşerref olmuştu. Resul-i Ekrem (s.a.) den sadece bir hadis-i şerif rivayet
etmiştir. Hz. Ömer devrinde hazine memuru idi. Hz. Ömer onun hakkında
"Abdullah'dan daha çok Allah'dan korkan bir kimse görmedim"
derdi.Beğavî'nin Abdullah b. ez-Zübeyr.'den rivayetine göre, Resûl-ü Ekrem
(s.a.) ecnebi devlet başkanlarına cevap vermek üzere Abdullah'ı
görevlendirmiştir. Abdullah jse gelen mektuplara cevap verip mühürledikten
sonra artık başkasına ait bij emânet olduğu düşüncesiyle bir daha o mektubu
okumazdı. Emânete riâyet hususunda fevkalâde hassasiyeti sebebiyle Hz. Osman
(r.a.) de onu hazine memuru tayin etti. Kendisine 300 dirhem maaş bağlamışsa da
Abdullah "ben çalışmanın karşılığını Allah'dan bekliyorum" diyerek
almamıştır. Hz.Osman'tn hilafeti sırasında Hakkın rahmetine kavuşmuştur. (Geniş
bilgi için bk. Buhârî, et-Târihu'l-keblr, V, 32-33; tbn Ebi Hatim, d-Cerh
ve'l-ta dil V, 1; tbnu'1-Esîr, ÜsdıTI-gâbe, III, 172; Zehebî, Alâmu'n-nubclâ.
II, 482. 483; İbn Hacer, el-tsftbe, II, 273; TehzîbıTl-Tehzîb, V, 146-147)
[418] Tirmizî, tahâre 108; Dârİmi, salât 137; Ahmed b.
Hanbel, III, 483; IV, 35.
[419] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
166-167.
[420] bk. Mecmau'z-Zevftİd, I, 177.
[421] Davudoğhı Ahmed tbn Âbidtn Tercemesi, I, 574.
[422] Müslim, Mesâcid, 67.
[423] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
167-168.
[424] Müslim, Mesâcid 67.
[425] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
168-169.
[426] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
169-170.
[427] Sevban b. Bücdud, İbn Cahdar diye bilinir. Künyesi Ebû
Abdullah'dır. Resûlullah'ın azatlı kölesidir. Kendisinden 127 hadis rivayet
edilmiştir. Bunlardan on tanesini Müslim rivayet etmiştir. Râvileri arasında
Me'dan b. Ebû Talha, CUbeyr b. Nufeyr, Ebû İdris el-HavJânî gibi kimseler
vardır. Aslı Yemen'üdir. Esir edilmişti. Resül-ü Ekrem (s.a.) O'nu satın altp
hürriyetine kavuşturdu. Sonra kendisine "istersen kavmine git yine
onlarla yaşa, İstersen burada kal ehl-i beytimden ol" buyurdu. O ailesine
dönmedi; Resül-İ Ekrem (s.a.)'in yanım tercih etti. Hazarda ve seferde O'ndan
hiç ayrılmadı. Resul-i Ekrem (s.a.)'in vefatından sonra Şam'a gitti sonra da
Humus'a yerleşti. Hicri 54 (M. 674) yılında vefat etti. (Bilgi için bk.
lbnu'1-esir, Üsdu'l-ğâbe, I, 296).
[428] Tirmizî, Salât
265; İbn Mâce, ikâme 31.
[429] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
170-171.
[430] Buhârî, ezan 89; daavât39, 44, 46; Müslim,.mesâcid 47;
zikr 48; Ebû DâvÛd, salât 121;Tirmizî,daavât76; Nesâî, tahâre 47, iftitâh, 15;
İbn Mâce, ikâme 1, duâ 3; Dârimî salât37; Ahmed b. Hanbel II, 231, 494; IV/381;
VI, 57, 207.
[431] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
171-172.
[432] Tirmizî, salât 148; Ahmed'b. Hanbel V, 280.
[433] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
172-173.
[434] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
173-174.
[435] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
174.
[436] Buhârî, vudü' 47; Müslim, hayz 5I-53,Tirmizî. tahâre
42; Nesâî, miyah,13; îbn Mâce, tahâre 1; Dârimî, vudû' 23; Ahmed b. Hanbei,
III, 179, 302, V, 222, VI, 121, 133, 219, 234, 239, 249, 280.
[437] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
174-175.
[438] bk. Ahmed Nâim,
Tecrid-i Sarih Tercemesi 1,140-141 1. baskı.
[439] Nevevî, Serhu Müslim, IV, 2.
[440] Bufcan, M\ıdü' 47.
[441] Müslim, hayz 44.
[442] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
175-177.
[443] bk. Bir Önceki hadisin kaynakları.
[444] Ümmü Umâre: Mazin'ti Nesîbe diye anılır. "Lılseyne"
denildiği de söylenir. Meşhur olan adı şöyledir: Nesîbe bint Ka'b b. Amr b.
Avfi'l-Ensariyeti'n- Neccâriyye. Resülul-lah'ın (s.a.) üstün vasıflı kadın
sahabesinden biri idi. Akabe bey'atinde bulundu. Rivayete göre kendisine oğlu
Habîb'in şehâdeti haberi ulaşınca öldürunceye veya öldürülünceye kadar
Müseylime ile çarpışmaya yemin etti. Bundan sonra Halid b. Ve-lid'İn
mttrtedlerle savaşmakta olduğu yer olan Yemâme'ye gitti. Müseylime'nin katledildiği
Muharebeye katıldı ve orada eli kesildi.
Ümmü Umâre eşi Zeyd b.
Âsım'la beraber Uhud muharebesinde de bulundu. Yanında su kabı vardı,
susuzlara su veriyor ve yaralılara tedâvî ediyordu, önce galibiyet mUslümanlar
tarafındayken sonra durum değişti. Resûlüllah (s.a.) etrafında etten ve
kemikten kale olup ona yönelen hücumlara kendilerini siper eden 10 kişiden
başka herkes bozguna uğrayıp kaçmıştı. İşte o anda Ümmü Umâre'nin kolladığı
fırsat gelmişti. Kılıcını sıyırdı, yayım omuzladı, Resülüllah (s.a.)'ın önünde
dolaşarak, O'nu korudu. Ok atıyor, kılıç çalıyordu. Mücâhitler arasında cesaret
ve kahramanlığıyla en çok göze çarpan o idi. Resülüllah (s.a.)e yaklaştığını
hissettiği tehlikelerin hepsini önlüyordu, öyle ki Resülüllah (s.a.) şöyle
demişti: "Her sağa, sola dönüşümde onu vuruşurken görüyordum."Oğlu
Umâre şöyle anlatıyor; "O gün sol pazumdan derince yaralandım. Beni bir
adam vurdu ve savuşup gitti, kan hiç kesilmiyordu. Resülüllah: "Yaranı
bağla1' dedi. Annem yaralar için hazırladığı sargılarla beraber bana geldi,
yaramı sardı. Rasûiullah (s.a.) durmuş bana bakıyordu. Annem: "Kalk yavrum
düşmanla vuruş" dedi. Peygamber (s.a.) şöyle diyordu. "Ey Ümmü Umare
sizin yaptığınızı kim yapabilir?" Umâreder ki: Beni vuran adam yine geldi,
Rasûiullah (s.a.) anneme seslendi."İşte oğluna vuran" Annem onu
karşıladı, bacağına vurdu ve adam çöktü. Rasûiullah (s.a.) bunun üzerine
dişleri görününceye kadar güldü ve anneme "İntikamını aldın Ümmü
Umâre" dedi. Sonra hep beraber o adamın işini bitirdik. Peygamber (s.a.)
anneme "Seul zafere kavuşturan, intikamını gözünle gösteren Allah'a
hamdolsun" dedi.
.
Ümmü Umâre o gün bizzat
savaşırken ve peygamberi korurken on Öç yara almıştı. Yaralardan biri omuzunda
derince açılmıştı.Oradan kan boşandı o buna rağmen ve vücudundan fışkıran kana
aldırmadan savaşa devam etmektcydi.Rasûlullah (s.a.) "Annene, annene bak,
onun yarasını sar, aile olarak Allah size uğur ve bereket lütfetsin" dedi.
Rasûiullah (s.a.)'in dediğini işitince annem de şu dilekte bulundu:
"Cennette bizi seninle beraber kılması için Allah'a (c.c.) dua et"
Bunun üzerine RasÛluUah (s.a.): "Ya Rab onları cennette benim arkadaşlarım
kıl" dedi. Annem de: "Dünyada başıma ne gebe aldırmam artık"
dedi. Nebiyyi Ekrem (s.a.) efendimizden hadîs rivayet etmiş kendisinden de
el-Hâris b. Abdullah, tkrime, Leyla, ÜmmtfSaid binti Sa'd b. er-Rebi* rivayette
bulunmuştur. Allah ondan razı olsun. (Bilgi için bk. lbnu'1-Esir, Üsdu'l-gabe,
VII, 371)
[445] Ncsaî, tahâre 58.
[446] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
177-178.
[447] Müslim, hayz 50,51; Ncsaî, tahâre 58, 143; miyah 13;
Tirmizî, cennet 76; Dârimî, vudu 23; Ahmed b. Hanbel, III, 112, 116, 259, 282,
290.
[448] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
178-180.
[449] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
180-181.
[450] 1bn Mâce, duâ 12, (burada: "duada aşırılık
edecekler" kaydı bulunmamaktadır); Ah-med, I, 172, 183; IV, 86, 87, V-55.
[451] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
182.
[452] En-Nevevî, Şerlin Müslim, IV, 2.
[453] İbn Mâce, tahâre 48; Ahmed b. Hanbel II, 221.
[454] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
182-183.
[455] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
184.
[456] Buhârî, İlim 3,30, vudû1 27, 29; Müslim, tahâre 625,
28, 30; Tirmizî tahâre 31; Nesâî, tahâre 88; Ibn Mâce, tahâre 55; Dârimî, vudû'
35; Muvattâ', tahâre 5; Ahmed b. Han-bel, II, 193, 201, 205, 211, 226, 228,
282, 284, 389, 406, 407, 409, 430, 467, 482, 498, III, 316, 390, 426; IV, 191; V,
425, VI, 81, 84, 99, 112, 192, 258.
[457] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
184.
[458] Müslim, tahâre 26, 27. 241.Nevevî, Şertıu Müslim,
III,129.
[459] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
184-185.
[460] Nevevi, Şerhu
Müslim, III, 129.
[461] es-Sa'âti, FethıTr-Rabbfini, II, 43.
[462] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
185-186.
[463] Bu hadisi sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[464] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
186.
[465] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
186-187.
[466] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
187.
[467] İbn Mâce, tahâre 61.
[468] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
187-188.
[469] Tirmizî, tahâre 20; İbn Mâce, tahâre 41; Dârimî, vudO'
25; Ahmed b. Hanbel, II, 418; III, 41; IV, 70; V, 38; VI, 382.
[470] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
189.
[471] Suyûtî, ef-Câmi'u's-sağîr II, 210.
[472] Aynî, Bİnftye I, 136-137, Zeylâî, Nasbıı'r-râye 1,7.
[473] Aynî, Binftye 1,137.
[474] bk. 17 numaralı hadis.
[475] SüyÛtî el-Câmiü's-Sağîr, II, 97.
[476] İbnu'l-Hümam, Fethü'l-Kaadir, 1, 14.
[477] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
189-191.
[478] Hadis-i şerifte geçen Rabîa, Tabiînden
"Ferrûh" adında bir zattır. Teym kabilesinin azatlılarından idi. Hz.
Enes'den ve tabiinin ileri gelenlerinden hadis rivayet etmiştir. Re'y ve kıyas
Uetamndığı için "Rabiatü'r-Re'y" ismini almıştır. Güvenilir, hafız,
fakih, bir zat idi. İmam MahVin hocasıydı. Kendisinden Yahya el-Ensarî, Sevrî.Şu'be,
İmam Mâlik gibi kimseler hadis rivayet etmişlerdir. Medine-i Münevvere'de ifta
ile temayüz etmişti. İmam Mâlik demiştir ki: "Rabia öldüğü günden
itibaren fıkhın halfiveti gitmiştir." Vefatı H. 136/M. 753 tarihdedir.
[479] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
191-192.
[480] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
192.
[481] Müstan, tahâre 87; Tirmizî, tahâre 19; Nesâî, tahâre
1; Ahmed b. Hanbel 11 241 289 455,471,507.
[482] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
192-193.
[483] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
193-194.
[484] bk. 103. hadisin kaynaklan.
[485] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
194.
[486] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
195.
[487] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
195.
[488] Müslim, tahâre 3,4, 8; Nesâî, tahâre, 67, 68, 93; İbn
Mâce, tahâre 6; Ahmed b. Hanbel, I, 50, 64, 66, 68, 71.
[489] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
196.
[490] el-Mâıde (5) 6.
[491] Tirmızî, salât 110; isti'zân 4; Nesâî istiftâh 7,
tatbîk 15, sehv 67; ibn Mâce, ikâme 72.
[492] El-Mâide (5), 6.
[493] es-Serahsî, el-Mebsût 1, 62.
[494] bk. Nevevî Şerfau Maslİm, III, 105-106. .
[495] bk. el-Heysemî, MecmeVz-zevftid, I, 230.
[496] bk. 118 numaralı hadis.
[497] bk. 15O numaralı hadis.
[498] Aynî, Umdetü'l-Kaarî, II, 235.
[499] el-Mâide (5), 6.
[500] İbn Mâce, tahâre 51; Tirmizî, tahâre 267.
[501] Aynî, Umdetü'l-Kaari, III, 82.
[502] Meylanî; Ahmed, El-Hidflye Tercemesi, I, 26.
[503] bk. Nesai, tahâre 81.
[504] bk. Heysemî, Mecmaü'z-zevaİd, 1,232-233; Ve 118.
hadisin şerhi.
[505] Ahmed Davudoğlu, Sahih'i Müslim lerceme ve şerhi, II,
284.
[506] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
196-204.
[507] Bazı nüshalarda istinsâr geçmektedir.
[508] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
204-205.
[509] Hz. Osman b. Afffin b. Ebi'l-Âs: Kureyşiidir. Fil
olayından altı yıl sonra Mekke'de doğmuştur. Hz. Ebû Bekr'in delaletiyle 34
yaşlarında iken müslüman olmuştur. Hz. Peygamber'in kızı Rukiyye ile
evlenmiştir. Onun vefatı üzerine öteki kızı Ümmü Gülsüm ile evlendi. Bunun için
kendisine iki nur sahibi manasına "zu'n-nureyn" denildi. Hz. Ömer'in
şehid edilmesi üzerine hicretin 24. yılında üçüncü olarak halifeliğe seçildi.
11 yıl 11 ay halifelikte kaldıktan sonra çıkan bir isyan sırasında evi
sarılarak Kur'an-ı Kerim okumakta iken 18 Zilhicce 35 h. (17 Haziran
[510] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
205-207.
[511] bk. Heysemî, MecmeıTz-zevftİd, I, 231.
[512] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
208.
[513] bk. 106. hadisin kaynaklan.
[514] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
208-209.
[515] bk. 106.
hadisin kaynaklan.
[516] Nesâî, tahâre 93, 94, 95; Tirmizî, tahâre 44, 48;.
[517] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
209-210.
[518] Nesâî, tahâre, 93, 94, 95; Tirmizî, 44, 48;.
[519] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
210-211.
[520] Nesâî, tahâre 93-94, 95; Tirmizi, tahâre 44, 48.
[521] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
211-212.
[522] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
212-213.
[523] bk. 111 nolu hadisin kaynakları.
[524] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
213.
[525] bk. 111 nolu hadisin kaynakları.
[526] bk. 111 nolu hadisin kaynaklan.
[527] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
214-215.
[528] Nesâî tahare 78.
[529] Nesflî, tahare 78.
[530] bk. Beritil-Mechûd II, 296.
[531] bk. 126 numaralı hadisin kaynaklan.
[532] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
215-216.
[533] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
217-220.
[534] Buhârî, tahâre 38, 39,41,42,45,46; MUslim, tahâre 18,
19, Tirmizi, tahâre 24, Nesaî, tahâre 79, 80; İbn Mâce, tahâre 51; Muvatta,
tahâre 1.
[535] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
220-221.
[536] Nevevî, Şerhu Müslim, III, 123.
[537] Aynî, Binftye, IV, 176.
[538] Aynî, Binftye, IV, 176.
[539] Nevevî, Şcrhu Müsliifi, III, 124.
[540] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
222-224.
[541] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
224.
[542] Müslim, tahâre 19; Tirmizî, tahfife 36.
[543] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
224-225.
[544] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
225.
[545] el-Mikdâm b. Ma'dî kerib b. Amr b. Ma'dîkerîb EbÛ
Yahya: RasÛlü Ekremden 47 hadis rivayet etmiştir. Ayrıca Hfilid b. Velid,
Muâzb. Cebel ve EbÛ Eyyûb-el-Ensârî'den de hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden
de Şureyh b. Ubeyd, HftUd b. Mi'dan ve Habib b. Ubeyd e?-Şa'bî gibi kimseler
rivayette bulunmuşlardır. Her ne kadar sahâbî olmadığını söyleyenler varsa da
gerçekte büyük bir sahftbidir. Hicretin 86 veya 87 yılında 91 yaşında iken
vefat etmiştir.
[546] İbn Mâcc, tahâre 52, Nesâî tahâre 84.
[547] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
225-226..
[548] bk. İbn Mâce, tahâre 52.
[549] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
226-227.
[550] Buhari tahâre 38, 39,41, 42, 45, 46; Müslim, tahâre
18, 19, Tirmızı, tahâre 24; Nesâi, tahâre 79, 80; İbn Mâce, tahâre 51; Muvattâ,
tahâre 1.
[551] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
227-228.
[552] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
228.
[553] Bu hadisi yalnız Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[554] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
228-229.
[555] Muâviye b. Ebl Stifyan Sahr b. Harb b. Üraeyye b. Abdi
Şems b. Abdi Menaf el-Kureşî el-Emevî, Ebû Adirrahman. Mekke'nin Fethi
sırasında müslüman olmuştur. ez-Zchebî, Muâviye'nin yirmi sene vâü, yirmi sene
de Melik olarak Şam'da bulunduğunu kaydettikten sonra halîm, setim, kerîm,
siyâsî, âkil bir kişi olduğunu söylemiştir. Resûl-ü Ekrem (s.a.) Efendimiz ona
"Eğer melik olursan adlletiea aynhna" buyurmuştur. Şu hikmetli
sözleri idarî siyâsetinin esasını teşkil etmektedir: "Halkın bana pamuk
ipliği / ile bağlı bulunması Kâfidir. Ben onu hiç bir zaman koparmam. Halk bana
doğru gelmezse ben ona yaklaşırım" demiştir. Kendisinden 130 hadis
rivayet edilmiştir. Bunların 4'ünde Buhftrf ile Müslim birleşmişler; 4'ttnü
sadece Buhârî, 5'ini sadece Müslim rivayet etmiştir. Hicrî 60 senesi Recebinde
vefat etmiştir. (Geniş bilgi için bk. Ibn Sa'd, Ta-bakat, III, 32; VII, 406;
Buhârî, et-Târitml-keMr, VII, 326; tbn Ebî Hatim, e4-Cerı ve't-la'dil, VIII,
377; Hatib, Tarihu Bağdad, 1,207; İbnuM-Esîr, ÜMbı*l-«ftbe, IV, 385; Zehebî,
A'Hunu'n-nübeU, III, 119-162; Ibn Hacer, d-tsâbe, III, 433; Telulb-'t-TehiSb.
X, 207; İbnu'l-Imâd, ŞczeritaVzeheb, I, 65).
[556] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
229-230.
[557] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
230.
[558] er-Rubeyyi' binl-i Muavvlz b. Afra ÜmmO Muâ>
el-Ensâriyye, Hudeybiye musâlehâ-sında Rasûlü Ekrem (s.a.)'e bîatta bulunan
bahtiyarlardandır. RasûiuHah <s.a.) ile birlikte savaşlara katılmıştır.
Buhârî, Nesâî ve Ebû Müslim'in Bişf b. Mufaddjl vâsitaayle Hâiıd b. Zckvâit'dan
rivayet «tiklerine göre, er-Rubeyyi bint Muavviz şöyle demiştir; "Biz
Rasûlü Ekrem (s.a.) ile birlikte gazaya çıktık, mücâhitlere su taşır ve çeşitli
hizmetlerinde bulunurduk. ÖJtt ve yarahlan da Medme'ye taşırdık:' Bu sözleri
Ebû Müslim rivayet etmiştir. Buhârî'de ise, şöyle rivayet ediliyor.
"Halka su verirdik ve yarahlan tedavi ederdik" er-Rubeyyi {r.a.) 21
hadîs-i şerif rivayet etmiştir. Kendisinden de İbn Ömer'in azatlı kölesi Nâfî,
Ebû Seleme, Süleyman b. Yasar, Abdullah b. Muhammed ve HaKd b. Zekvan rivayet
etmişlerdir. Kendisinden Buhârî iki hadîs rivayet etmiş, diğer bir hadîsi de
Müslim ve Buhârî beraber riVftyet etmişlerdir. (Geniş bilgi için bk. Ibn Sa'd,
Ttbaklt, VIII, 447; tbnu'l-Esîr, Üsda'1-Jibe, V, 451; Zehebî, A'IInTbtt IJI,
198-200; Jbn Hacer, d-b«be, IV, 300; TekzHnı't-T«htib, XU, 418.).
[559] İbn Mâce, tahâre 52; Tirmizî, tahâre 25.
[560] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
230-231.
[561] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
232.
[562] Tirmizî, tahârc 25; Ibn Mâce, tahâre 52.
[563] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
232-233.
[564] Tirmizî, tahârc 25; Ibn Macc tahârc 52; Ahmed b.
Hanbcl, VI, 359.
[565] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
233.
[566] Tirmizî.tahârc 25; tbn Mâcc tahâre 52; Ahmcd b. Hanbel
VI, 359.
[567] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
234-235.
[568] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
235-236.
[569] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
236.
[570] Tirmizi, tahârc 25, İbn Mâce, tahâre 52, Ahmed b.
Hanbel VI, 359.
[571] Zafer Ahmed el-OSmani, l'lâ-üs-siinen I, 60.
[572] Tirmizî, tahâre 25; İbn. Mâce, tahâre 52; Ahmed b.
Hanbel VI, 359.
[573] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
236-237.
[574] bk. Miyyul-Kârî Mlrk&t, 1, 316.
[575] bk. Davudoğlu A. İbn ağabeydin terceme ve şerhi I,
164.
[576] Ahmed, b. Hanbel, İli, 481.
[577] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
237-239.
[578] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
239-241.
[579] Nesâî, tahâre 84; Tirmizî, lahâre 28; İbn Mace lahare
52.
[580] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
242.
[581] Ebû Ümâme: İsmi Sudey b. Âdân eİ-BâhiB'dir. Humus'a
yerleşen büyük sahabelerdendir. 250 adet hadîs-i şerif rivayet ettiği bilinmektedir.'
Bu hadîslerden Buhârî beşini, Müslim ise üçünü rivayet etmiştir. Kendisi Ömer,
Osman, Ali, Ebû Ubeyde, Muâz, Ebudderdâ, Ubâde b. Sâmit gibi sahâbe-i güzin'den
(r.a.) rivayette bulunmuş; kendisinden de Recâ b. Hayve, Muhammed b. Ziyâd el-Hânî,
Kasım b. Abdirrahman, Şürahbil b. Müslim, Mekhûl ve Ebû Ğâlib gibi tabiiler
hadîs rivayet etmişlerdir. İbn Sa'd Tabakflt'ında Şam'a yerleştiğini söyler.
Taberânî de zayıf bir senetle Uhud Muharebesinde bulunduğunu rivayet
etmektedir. ei-Hasan b. Râfı'in FazâiİH's-Sthabesi'nde Yusuf b. Huzn
el-BâhüTden yaptığı bir rivayete göre "Allah şu mü'Hinlerden razi olmuştur
İd, onlar ağaç altında sana biat ediyorlardı" (Feth, 18) âyeti nazil
olduğu zaman EbÛ Ümâme "Yâ Rasülallah ben de ağaç altında sana biat edenlerdenim!"
demiş. Hz. Peygamberde "Evet sen, bendensin. Ben de sendenim"
cevabını vermişti. Bu mübarek sahabinin kabilesinin mfislu-man olmasında büyük
payı olmuş ve H. 86 yılında vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.
[582] Tirmizî, tahâre 29, ibn Mâce, tahâre 53.
[583] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
242-243.
[584] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
243-244.
[585] bk. Zafer Ahmed et-Osmânî, tlfi's-süoen I, 78.
[586] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
245.