105. Hayızlı Kadına Yaklaşmanın Hükmü
106. Hayız Halindeki Hanımına Cîmâ
Dışında Kişinin Yapabileceği Şeyler
107. İstihazalı Kadın Hakkındaki
Hükümler Ve "Ayhali Olduğu Gün
Sayısınca Namaz Kılmaz" Diyenler
108. İstihazalı Bir Kadın Hayız Günleri
Geçtiği Zaman Namazını Terk Edemez
109. (İstihazalı Kadın) Hayzı Gelince
Namazı Terk Eder
110. Müstehazanîn Her Namaz İçin
Yıkanacağını İşaret Eden Hadisler
111. Müstehaza İki Namazı Birleştirir
Ve İkisi İçin Bir Gusül Eder Diyenlere (Delil Olan Hadisler)
112. (Müstehaza) Bîr Temizlikten
Diğer Temizliğe Kadar Gusleder Diyenler(İn Dayandığı Hadisler)
(Müstehaza),Öğleden Öğleye Yıkanır Diyenler (İn
Dayandıkları Hadisler)
113. (Müstehaza) Öğle Vaktinde Değil
Her Gün Bir Defa Yıkanır Diyenler
114. (Müstehaza Temizlik) Günleri
Esnasında Yıkanır Diyenler(İn Dayandığı Hadisler
115. (Mustehaza) Her Namaz İçin
Abdest Alır Diyenlerin Delilleri)
116. (Müstehazanın) Sadece Hades Vâki
Olduğunda Abdest Alacağı Nı Söyleyenler
117. Temizlendikten Sonra Sarı Ve
Bulanık Renkte Akıntı Gören Kadına Ait Hükümler
118. Kocası Müstehazayla Cinsî
Temasta Bulunabilir
119. Lohusalığın Müddetini (Tayin)
Hakkındaki Hadisler
120. Hayzdan Dolayı Yıkanma (Nın
Keyfiyeti)
124. Soğuktan Korktuğu Zaman Cünub
Teyemmüm Edebilir Mi?
126. Namazı Kıldıktan Sonra Vakit
İçinde Su Bulan Müteyemmimin Durumu
128. Cuma Günü Guslünü Terketme
Ruhsatı
129. Yeni Müslüman Olan Kimseye
Gusletmesi Emrolunur
130. Kadın, Hayızken Giydiği
Elbisesini Yıkar
131. Hanımıyla Cinsi Temasta
Bulunurken Giydiği Elbise İle Namaz Kılmanın Hükmü
132. Kadınların İç Çamaşırları İle
Namaz Kılmak
133. Kadınların İç Çamaşırları İle
Namaz Kılma Ruhsatı
134. Elbiseye Bulaşan Meninin Hükmü
135. Çocuk İdrarının Elbiseye
Bulaşması
136. İdrarın İsabet Ettiği Toprak(In
Temizlenmesi)
137. Yeryüzünün (Toprağın) Kurumakla
Temizlenmesi Hakkında
Elbisenin) Eteğine Bulaşan Necaset İn Hükmü
Ayakkabıya Bulaşan Pisliğin Temizlenmesi
138. Elbisedeki Necasetten Dolayı
(Namazı) İade (Gerekir Mi?)
Erkeğin navız hâlindeki hanımıyla aynı yatağa yatması caizdir,
139. Elbiseye Bulaşan Tükrüğün Hükmü
264....İbn Abbâs (r.a.) hanımına, hayızh iken münâsebette bulunan kimse
hakkında Rasûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Bir veya
yarım dinar sadaka verir (versin)."[1]
Ebû Dâvûd
dedi ki, "sahih olan rivayet (burada olduğu gibi) "Bir dinar veya
yarım dinar" şeklindedir. Ancak çoğu kere Şû'be bu hadisi Hz. Peygambere
ref etmemiştir.[2]
Hayızlı olan
kadına yaklaşmanın kesinlikle caiz olmadığını bundan doğacak zararların neler
olabileceğini 258. hadiste beyân etmiştik.
Bu yasağa
uymayıp karısına yaklaşmış olanın cezası bu Hadis ile belirlenmiştir. Ancak bu
ceza maddi bir ceza değildir. Ekseri ulemâ tevbe ve istiğfardan sonra maddî
ceza ile temizlenileceği görüşündedirler.
Hadis-i
şeriften, karısına hayızh iken temasta bulunan bir kimsenin bir veya yarım
dinar sadaka vermesinin gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
Dinar,
Lâtinceden arapcaya geçmiş bir kelimedir. Latincede "denarius"
kelimesinden, o da öşür manasına olan "decem" ıstılahından müştaktır.
Fıkıh
istilâhı olarak hâlis on dirhem gümüş kıymetindeki altını ifâde eder. Bir
miskal ağırlığında altın sikkeye de ıtlak olunur.
Kamus
mütercimi Âsim Efendi, Zemahşerî'den naklen dinarın 48 arpa ağırlığında altın
olduğunu söyler.
Zihnî Efendi,
"Dinar, altın sikkedir; yarım altın lira değerindedir",der.
Ömer Nasûhi
Efendi de, "Bir dinar bir miskal, yani yüz arpa ağırlığında bulunan attın
sikkedir" demektedir.
Bir miskal,
yirmi kırattan, her kırat da beş arpa miktarından ibarettir. O halde bir miskal
100 arpa ağırlığına denk olur. Bugünkü ölçülerle 4. 1/4 grama eşittir.
Hadisin
metnindeki "veya" kelimesi şek için değil tenvî' ve taksim içindir.
Yani münâsebet, hayzın ük günlerinde olmuşsa bir dinar; sonuna doğru olmuşsa
yarım dinar sadaka verileceğini bildirir. Nitekim Tirmizî'nin yaptığı bir
rivayette:
"Kan
kırmızı ise bir dinar; san ise, yarım dinar (sa'daka verir)" [3] buyrulmaktadır.
Hadisin
zahirinden hayızlı iken karısına temasta bulunan kişinin keffâret vermesinin
vacip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak konu âlimleri arasında ihtilaflıdır.
İbn Abbâs,
Hasen eİ-Basrî, Said b. Cübeyr, Katâde, Evzâî, İshâk ve bir rivayetinde de
Şafiî, keffâretin vacip olduğu görüşündedirler. Keffâretin vücûbuna
hükmedenler, keffâretin cins ve miktarında mütefik değildirler. Bunlardan,
Hasen el-Basrî ve Said b. Cübeyr, ramazanda cinsî münâsebette bulunana kıyas
ederek, bir köle azad eder, demişlerdir. Diğerleri ise, bu babın hadisini
delil göstererek, -münâsebetin zamanına göre- bir veya yarım dinar tasaddukta
bulunması gerektiği görüşündedirler.
Atâ, Şâ'bî,
Neha'î, Mekhûl, Zuhrî, Eyyûb es-Sahtiyânî, Sufyân es-Sevrî, Leys b. Sa'd,
Malik, Ebû Hanîfe ve ashabı, esah olan rivayetinde Şafiî, bir rivayetinde
Ahmed b. Hanbel ve selefin cumhuruna göre hayızlı iken karısına temas eden
kişiye keffâret vacip değildir. Onun için vâcib olan istiğfardır. Eğer temas
âdetin ilk günlerinde olmuşsa bir dinar, son günlerinde olmuşsa yarım dinar
sadaka vermesi menduptur.
îbn
Abdilberr, "Sadaka icabetmez" diyenin delili bu hadisin muzdanp
oluşudur. Bir de "Berâet-i zimmet asıldır" kaidesidir.
Hattâbîde,
"ulemanın ekserisine göre buna bir şey lâzım gelmez" dedikten sonra,
bunların hadisi mürsel, ya da mevkuf kabul ettiklerini belirtir. Doğru olanın
hadisin merfu olduğu görüşünü kaydeder.
lbn
Seyyidi'n-Nâs, hadisin merfu olduğunu tercih ederken, Ebû Bekir el-Hatib, bu
mevkuf-merfu münakaşalarının hadisin sıhhatine tesir etmeyeceğini söyler. İbn
Dakiki'1-Iyd, İbnü'l-Kattân ve Şevkânîde hadisin salih olduğunu tercih
edenlerdendir.
Ebû Davud'un
"Şu'be bunu, Rasûlullah'a ref etmeyin, İbn Abbas'tan mevkûfen rivayet
ettiğini" söylemesi, hadiste bir ızdırap gördüğüne işarettir.[4]
1. Kişinin karısı hayızlı iken onunla cinsi temasta bulunması haramdır.
Bunda icma vardır.
2. Bu durumda münâsebette bulunmanın tevbe ve istiğfardan sonra dünyalık
ceza olarak temas zamanına göre bir veya yarım dinar sadaka vermesi gerekir.
265....İbn Abbâs (r.a.) demiştir ki;
"(Bir
kimse), kanın başlangıcında karısına yaklaşırsa bir dinar, kanın kesilmesi
sırasında (yaklaştığında) cima ederse yarım dinar sadaka versin.”[5]
Ebû Dâvûd,
"îbn Cüreyc A bdülkerim 'den, o da Miksem 'den aynısını rivayet
etmiştir" dedi.[6]
Bu hadis
bundan evvelki hadisi tefsir eden bir mâhiyet arzetmektedir. İbn Abbâs (r.a.)
hayız hâlinin ilk günlerinde, (kanın çokça geldiği zamanlarda) cimada
bulunmanın keffâretinin bir dinar, hayzın sonunda cimada bulunmanın
keffâretinin ise, yanm dinar olduğunu söylemektedir. Hayız halinin sonundan
maksat, kanın kesilmesinin yaklaşmasıdır. Kan kesilip de gusül etmeden evvelki
hal olduğunu söyleyenler de vardır. Hanefi mezhebine göre kan kesildikten
sonra gusül etmediği halde, üzerinden bir namaz vakti geçerse temasta
bulunmakta mahzur yoktur.
Hayzın
başlangıcı ile sonu arasındaki farklılığın hikmeti şudur: İlk günler cinsî
münasebette bulunmanın mubah olduğu temizlik günlerine daha yakın, sonu ise,
daha uzaktır. Dolayısıyla hayzın ilk günlerinde temasta bulunmak hiç bir
şekilde mazur görülemez. Sonunda ise, bir dereceye kadar mazur görülmüş ve
cezası hafifletilmiştir.
îmam Gazali,
hayz müddeti bitip kan kesildiği halde gusletmeden temasta bulunmanın erkekte
veya doğacak çocukta cüzzâm hastalığına sebep olabileceğini söylemiştir.
Burada mevzuu
bahs edilen kef fâretin cumhura göre vacip olmayıp men-dup olduğunu, bundan
evvelki hadisin izahında belirtmiştik.
266....tbn Abbâs (r.a), Rasûlullah (s.a.)'uı şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir:
"Bir
kimse ailesiyle hayı/lı iken cinsî temasta bulunursa, yarım dinar sadaka
versin"[7]
Ebû Dâvûd
dedi ki; "Ali b. Bezîme'nin Miksam tarikiyle Rasûlullah 'tan mürsel
olarak bunun aynısını rivayet etti. Keza Evzaî, Yezîd b. Ebi Mâlik'ten, O da
Abdülharnid b. Abdurrahman'dan, o da Rasûlullah (sallallahü aleyhi
vesellem)'den: "Rasûlullah onun(soruyu soran Hz. Ömer'in) beşte iki dinar
sadaka vermesini emretti", diye rivayet etmiştir. Bu rivayet mu'daldır.[8]
Bu hadis,
hayz halinin son günlerinde karısıyla temasta bulunanm cezasının yarım dinar
olduğuna hamledilir. Böylece evvelki hadislerle herhangi bir ihtilaf ortaya
çıkmaz. Hadis-i şerifte bir hazfin olduğu da muhtemeldir. Bu durumda hadisin
aslı, "Hayzın başlangıcında cima ederse, bir dinar; sonunda ederse, yarım
dinar sadaka versin" şeklinde olur. Taberânî ve Darekutnî'deki bazı
rivayetler bu ihtimali te'yid etmektedir.
Ebü Dâvûd
bunu ayrı bir hadis olarak değil 266. hadisin sonunda bir değişik rivayet
olarak vermiştir.
Beyhakî'nin rivayetine
göre, Hz. Ömer (radıyallahü anh)'m cimâdan hoşlanmayan bir hanımı vardı. Hz.
Ömer'in her müracaatına hazıylı olduğunu bahane ederek karşı çıkardı. Yine
böyle bir müracaatında kadın hayız halinde olduğunu söylemiş, Hz. ömer de onun
yalan söylediğini zannederek temasta bulunmuş, fakat kadının doğru söylediği
meydana çıkmış. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) Rasûlullah'a gelerek durumu arz
etmiş. O da bir dinarın beşte ikisini sadaka olarak vermesini emretmiştir...
Bu rivayet
Mû'dal () dır.[9] Ancak Beyhakî müteselsil bir rivayetle hadisi tahriç
etmiştir.
Bu rivayette
hayızlıya temasın keffaretinin beşte iki dinar olduğu ifade edilmektedir. Ancak
gerek hadisin mu'dal oluşu, gerekse bunun Hz. Ömer'e mahsus bir cevap olması
ihtimalinden dolayı ulemadan hiç kimse tarafından delil kabul edilmemiştir.
Çünkü Hz. Ömer bu işi, kadının hayz olmadığına inanarak yapmıştır. Bu yüzden
Rasûlullah (s.a.) onun keffâretini hafifleterek bir veya yarım dinar değil de,
beşte iki dinar sadaka vermesini emretmiştir.[10]
267....Meymûne demiştir ki; Rasûlullah (s.a.) hammlanndan birisi hayızlı
iken, üzerinde uyluklarının yarısına veya diz kapaklarına kadar (olan kısmı) örten
bir örtü olduğu halde, ondan faydalanırdı.[11] [12]
Mübaşeret,
çıplak olarak vücudu vücuda dokundurmaktır. Bazı hallerde cima için de
kullanılıyorsa da burada ittifakla birinci mânâyadır.
Hadis-i
şerif, Rasûlullah'in, diz kapağı ile göbeği arası kapalı olan hayız halindeki
hanımlarından istifâde ettiğini göstermektedir.
Hayızlı olan
kadından mübaşeret şu şekillerde olur:
1. Cima, bu Kur'ân-ı Kerim'in açık nassı ve sahih hadislerle yasaklanmıştır;
haramdır. Bir müslüman bunun helâl olduğunu söylerse kâfir olur. Haram olduğunu
inkâr etmeden, kadının hayızlı olduğunu bildiği halde cima ederse, günahkâr
olur. Tevbe istiğfar etmesi lazımdır. Cumhura göre bir veya yarım dinar sadaka
vermesi müstehaptır. Bazılarına göre vaciptir. Bundan evvelki bâbta tafsilât
verilmiştir.
Unutarak veya
hayızlı olduğunu bilmeden temas ederse günah da, keffâret de yoktur.
2. Göbek ile diz kapağı arası hariç vücudun geri kalan kısmı ile, her ne
suretle olursa olsun faydalanmak helâldir. Bunda da icmâ vardır.
Netice olarak,
İmam Ebû Hanîfe, îmam Malik, Said b. Müseyyeb, Şureyh, Tâvûs, Atâ, Süleyman b.
Yesâr, Katâde, Ebû Yûsuf'tan bir rivayette Şâfiîlerin esah olan görüşüne göre
hayzh kadının diz kapağı ile göbek arasından çıplak olarak her türlü istifâde
haramdır. Bunlar, bu babtaki hadislerle Zeyd b. Eslem'den gelen bir rivayeti
delil kabul etmişlerdir.[13]
Kişinin,
hayız olan karısından diz kapağı ile göbek arası örtülü olması şartıyla çımadan
başka her turlu istifâdede bulunması caizdir.
268....Âişe (r. anhâ)'den, şöyle demiştir:
"Bizden
biri hayız olduğunda, Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) Ona (diz kapağı
ile göbeği arasım örtecek) bir izar (peştemal) bağlamasını emreder, sonra da
kocası onunla (aynı yatağa) yatardı."
(Esved) bir
defasında ("onunla yatardı" cümlesinin yerine) "cildini cildine
dokundururdu" demiştir.[14] [15]
Irâkî.(
)"sonra kocası beraber yatardı”
cümlesinin sadece Ebû Dâvûd'ta olduğunu, diğer imamların bu cümleyi rivayet
etmediğini söyler. Ebû Davud'un rivâyetindeki
"kocası" kelimesinden murad, ya Rasûlullah (sallallahü aleyhi
vesellem)'dir, kelime zamir yerindedir; ya da Hz. Âişe "Bizden birine
emrederdi” derken Rasûlullah'ın hanımlarını değil, bütün müslüman kadınlarını
kastetmiştir. Buna göre ( ) dan murat sadece Rasûlullah değil, hayız olan
kadının kocasıdır. Yani Rasûlullah, bütün müslüman kadınlara, hayız olduklarında
üzerlerine bir izar (peştemal) bağlayıp sonra da kocalarının kendileriyle
beraber yatmalarını emretmiş olmaktadır.
269....Âişe (r.anhâ) şöyle demiştir:
"Biz
geceleyin Rasûlullah (sallellahü aleyhi vessellem)le beraber, ben hayızlıyken
hem de hayzın ilk günlerinde, aynı örtünün altında yatardık. Eğer Rasûlullah'a
(bedenine) benden bir şey (kan) bulaşırsa, kenarına taşırmadan sadece
bulaştığı yeri yıkar, sonra da namaz kılardı. Yok eğer ona -elbisesini
kastediyor- kandan bir şey bulaşırsa, kenarına taşmadan sadece bulaştığı yeri
yıkar sonra da o elbise ile namaz kılardı."[16] [17]
İç çamaşırı
veya bütün vücudu örten elbisedir.Tercemeye "örtü" diye
geçirilmiştir.kelimesi hayızlı manasındadır. Te'kid için getirilmiştir.İbn
Reslân"et-tamsu","hayzın ilk günleridir" demektedir.
Terceme bu mânâya göre yapılmıştır.
Bu hadis,
bundan evvelki izar sarmanın lüzumuna delâlet eden hadislere zıt değildir.
Çünkü Hz. Âişe'nin üzerinde izar olduğu halde Rasûlullah'la beraber bir örtünün
altında yatardı.[18]
1. Hayizh kadınla bir örtünün altında yatmak veya ona dokunmak caizdir.
2. Elbiseye bir pislik bulaştığında, elbisenin tamamını yıkamaya lüzum
yoktur, sadece pisliğin bulaştığı yeri yıkamak kâfidir.
3. Kan bulaşmadığı müddetçe hayızh kadının giydiği elbise temizdir.
4. Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) hanımlarının hayızh hallerini
anlayışla karşılardı.
270....Umara b. Gurâb[19] rivayet etmiştir: Umârenin halası, Âişe (r.anhâ)ya:
Bizden biri
hayız oluyor; halbuki onun ve kocasının sadece bir yatağı var, (ikisi aynı
yatakta yatabilir mi?) diye sormuş. Âişe (r.anhâ) da şöyle cevap vermiş:
Sana
Rasûlullah (s.a.)'ın yaptığını haber vereyim: Rasûlullah (bir gece odama) girdi
doğruca mescidine geçti. Ebû Dâvûd, "evinin mescidini kast
ediyor"dedi.Ben uyuyuncaya ve kendisini de soğuk rahatsız edinceye kadar
(namaz kıldığı yerden) ayrılmadı. Sonra:
Bana yaklaş,
buyurdu.
Ben hay
izliyim, dedim.
Uyluklarını
aç dedi, ben de açtım. Yanağını göğsünü uyluklarım üzerine koydu. Rasûlullah
ısınıp da uyuyuncay kadar ona doğru eğildim (kaldım).[20] [21]
Munzirî
hadisin ravilerinin zayıf olduğunu ve bunun delil gösterilemeyeceğini
söylemektedir.
271....Âişe (r.anhâ)'dan, şöyle demiştir;
"Ben
hayızlı olduğum zaman (Rasûlullah'm) yatağından bir hasır üzerine
iner ve temizleninceye kadar
Rasûlullah (s.a.)'a
yaklaşmazdım."[22] [23]
İlk bakışta
bu hadis-i şerif daha evvelki hadislerle çatışır gibi görünürse de, aslında
hadis, Hz. Aışe validemizin bir nezaketve hassasiyet örneği verdiğini
göstermektedir.
Hz. Âişe
kadının o halinde erkeğini rahatsız edebileceğini düşünerek, Rasûluİlah'ı
rahatsız etmemek ve O'na duyduğu sevgiye halel getirmemek için böyle
davranmaktadır. Ayrıca bu durum Rasûlullah'm isteği ile değil, Hz. Âişe'nin
isteğiyle olan bir durumdur.
272....îkrime, Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)’ın hanımlarının
birinin[24] şöyle elediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(sallallahü aleyhi vesellem) hayızlı olan (bir hanımından bir şey (cima
dışında faydalanmak) istediği zaman, hanımının ferci üzerine bir bez
örterdi."[25] [26]
Bu ve bundan
evvelki hadislerden anlaşıldığına göre Peygamber (s.a.) hayız halindeki bir
hanımından faydalanmak istediğinde, bazan söz konusu hanımının göbeği ile diz
kapağı arasını bir elbise ile kapatmasını emreder, bazan da avret mahalli
üzerine bir bez atardı. Bu hadîs ferç gibi belirli yerler hariç hayızlı kadının
vücudunun her tarafından faydalanmayı caiz görenlerin delillerindendir. Fakat
Rasûlullah'ın örttüğü bezin büyük olup da göbek ile diz kapağının arasını
tamamen Örtmüş olması da muhtemeldir. Ayrıca elbiseyi bizzat Rasûlullah'ın
örtmesi düşünülebileceği gibi, hanımına Örtmesini emretmesi de mümkündür.
Hatta bu daha muvafık görünmektedir.
Diğer bir
görüşe göre hayzın başında göbekle diz arasının sonlarında ise yalnız avret
yerinin kapatılması şeklindedir. Gelecek hadis-i şerif de bu ihtimali
desteklemektedir.
273....Âişe (r.anhâ)dan demiştir ki;
"Rasûlullah
(s.a.) hayamızın ilk günlerinde bize (belimizden aşağısına) izar (peştemal)
sarmamızı emreder, sonra da tenini tenimize dokundururdu. Sizlerden hanginiz
Rasûlullah'ın nefsine hâkim olduğu gibi nefsine sahip olabilir?” [27] [28]
Hadis-i
şerifte geçen ( ) "fevh" kelimesinin mânâsı Nihâye'de belirtildiğine
göre hayzın başlangıcı ve kanın çok olduğu zamandır. Buhârî ve Müslim'in
rivayetlerinde "fevr" şeklinde kaydedilmiştir ki, aynı manayı ifâde
etmektedir.
Daha evvel
geçen bazı hadislerde Rasûlullah'ın hayız halindeki hanımları ile cima
haricinde beraber olmak istediğinde onların bellerinden aşağısını örtecek bir
peştemal bağlamalarını emrettiğini görmüştük. Fakat o hadislerde bu örtünme
için bir zaman tayin edilmemişti. Bu hadis-i şerif ise, peştemal bağlamayı
kayıtlamakta ve hayzın ilk günlerine mahsus olduğuna işaret etmektedir. Buna
göre Rasûlullah (s.a.)'in hayız olan bir hanımı ile hayzının ilk günlerinde
mübaşeret etmek isterse, onun peştemal bağlamasını, son günlerinde ise, ferci
üzerine bir bez örtmesini emrettiği anlaşılmaktadır.
Hz. Âişe,
''hanginiz Rasûlullah'ın nefsine mâlik olduğu gibi nefsine mâlik
olabilir?" derken, "Rasûlullah bunu yapıyordu ama, onun haddi tecâvüz
edip harama dalma korkusu yoktu. Ama siz Rasûlullah'ın yaptığını yapamazsınız.
Binaenaleyh nefsinizden emin değilseniz, meşru da olsa, bu şekilde bir
faydalanma cihetine gitmeyin" demek istemiştir.
Yukarıdaki
hadislerde görüldüğü gibi hayızlı kadına yaklaşmak istendiğinde göbekle diz
kapağı arasının kapatılması emredildiği gibi yalnız avret yerinin örtülmesi ile
iktifa edilebileceğine de işaret vardır.
Sübkî der ki:
"Rasûlullah (s.a.)'in zevcelerine mübaşerette bulunması, şehvetini tatmin
için değil, onun caiz olduğunu göstermek içindir. Mübaşereti zevcelerinden her
birine yapması, hükmün (îslâmî emirlerin) yayılması içindir. Nitekim çok adınla
evlenmesinin bir hikmeti de hükümleri neşredip öğretmektir. Çünkü hanımlarından
her biri gördüğünü ümmete haber verecektir."
Yukarıda
verilen hadis-i şeriflerde özet olarak şu üç husus yer almıştır. Fukahânın
içtihadı da bu istikâmettedir:
1. 272 nolu hadiste yalnız avret yerinin örtülmesi yer almaktadır. Bu
görüşü savunanların az da olsalar delili bu hadistir. Ancak "yasak bölgeye
yaklaşan o yasağı işleyebilir" fetvasınca bu durum tehlike arz etmektedir.
Bundan dolayı büyük fıkıh imamları bu görüşü benimsememektedirler.
2. Hayzın başlangıcında diz-göbel; arasının kapatılması, sonunda yalnız
fercin örtülmesi görüşü ise, Hz. Âişe'nin son hadiste belirttiği gibi,
"nefsine malik olabilecek kişilere mahsustur. Bunu da ancak Rasûlullah
başarır” demekle işin nezâketini belirtmek istemiş, bizim için yasak olması
gerektiğim işaret etmiştir.
3. Hayız müddetince kadınlara yaklaşmak istendiğinde bir peştemalle göbek
ve diz arası kapatılması cumhuru ulemânın görüşüdür. Hanefî mezhebinin de
görüşü budur.[29]
1. Hayızlı kadından hayzmın ilk günlerinde de olsa, avret mahallim bir
örtü ile örtmek şartıyla faydalanmak caizdir.
2. Nefsinden emin olmayan kişinin, cima dışındaki faydalanmalardan da
uzak kalması daha uygundur.[30]
274....Rasûlullah (s.a.)'ın hanımı Ümmü Seleme (r.anhâ')dan, demiştir ki;
Rasûlullah
(s.a.) zamanında, kendisinden devamlı kan gelen bir kadın vardı. Ümmü Seleme
(r.anhâ) onun için Peygamber (s.a.) den fetva istedi. Rasûlullah (s.a.):
"Kendisine
bu hal arız olmadan evvelki aylarda hayz olduğu gece ve gündüzlerin sayısını
hesap edip (her) aydan bu kadar (günün) namazını terketsin. Bu günler geçtikten
sonra yıkansın ve avret yerine (kanın akmasını önleyecek) bir bez
bağlayıp namazını kılsın” buyurdu.[31] [32]
Fukahâmiz
kadınların gördükleri kanı üçe
ayırmışlardır. 1. İstihâza, 2.
Hayız kanı, 3. Nifas kanı.
İstîhâza
kanı: Kadınların yaşla ilgisi olmadan bir hastalık sonucu görmüş oldukları
renk ve koku itibariyle diğer iki kandan farklı
olan kan. Damar çatlamasından olabileceği gibi, herhangi bir
hastalıktan da meydana gelebilir.
Bu haldeki
kadınlar özürlü sayılmaları sebebiyle her vakit namaz için abdest alırlar,
namazlarını kılarlar. Bu durumları, ne namaz kılmalarına, ne de kocalarının
yaklaşmalarına mânidir.
Hayız kanı:
Balığa olan kadın (kızın)ın belirli zamanlarda gördüğü siyaha meyyal, kokulu
bir kandır. Bu kan ekseriyetle 9-55 yaş arasında görülür.
Bu durumdaki
bir kadın, namaz kılamaz, oruç tutamaz. Kur'ân-i Kerim'e el süremez, camiye
giremez, eşi ile cinsî münâsebette bulunamaz...
Nifas kanı:
Doğumla ilgili olan kandır. Kadının lohusa olduğu müddet içerisinde gördüğü
kandır: Görülmeyebilir de. Görüldüğü takdirde Hanefîlere göre 40, Şafiîlere
göre 60 gün devam edebilir. Bu haldeki bir kadının durumu, hayız olan kadının
durumundan farksızdır.
Hadis-i
şerifte adı zikredilmeyen müstehâza kadın, Ebû Davud'un 278. hadiste tasrih
edeceği üzere Fatıma binti Ebî Hubeyş'tir. Süyûtf nin Nesâî Şerhi'nde ifâde
ettiğine göre, Peygamber (s.a.) Efendimiz zamanında dokuz tane müstehâza kadın
vardı. Bunlar: Fâtıma bint Ebi Hubeyş, Ümmü Habîbe bint Cahş, kızkardeşi Hamne,
kızkardeşi Ümmü'l-Mü'minin Zeyneb binti Cahş, Sehle binti Sehl, Ümmü'l-Mü'minîn
Şevde, Esma bint Mürşit el-Hârisî, Zeyneb bint Ebî Seleme ve Bâdine bint Gaylân
es-Sekafî'dir.
Bu hadis-i
şerif devamlı kan gören istihazalı bir kadının devamlı kan germesinden dolayı
âdet günlerinde de istihzalı olduğundan, ibâdetle mükellef olup olmadığı
günleri belirlemektedir. Şöyle ki; bu duruma mübtelâ olan bir kadın için iki
durum vardır:
1. Hayız hali başlamadan önce istihazaya mübtelâ olan ve bu durum devam
ederken hayız görme dönemine giren kadın,
2. Daha evvel hayız görüp âdet günlerini bilen bir kadının istihâza haline
mübtelâ olması. Şerhini yaptığımız hadis, bu ikinci durumu açıklamaktadır. Bu
iki meselede ulemâ şöyle demektedir:
a) Müstehâzanın hükmü temiz kadın gibidir. Binaenaleyh cumhur-u ulemâya
göre, kocası o kadınla cinsî temasta bulunabilir. Namazlarını kılıp, oruçlarını
tutmakla mükelleftir. Kur'ân okuma, mushafa el sürme, secde-i tilâvet, secde-i
şükür ve Kabe'yi tavaf meselelerinde ulemânın ittifakı ile temiz hükmündedir.
İbnü'l-Münzir'in
el-Işrâk adındaki eserinde bildirdiğine göre, Hz. Âişe, İbrahim en-Nehâî ve
Hâkim'e göre istihzalı kadına kocasının temasta bulunması haram; İbn Sîrîn'e
göre de mekruhtur. îmam Ahmed b. HanbeFden iki görüş nakledilmiştir: Bir görüşe
göre, temas her hâlü kârda caiz değil; diğer görüşe göre, kocasının zinaya
sapma ihtimâli varsa, caizdir. Bu görüşlerden makbul olanı cumhurun görüşüdür.
Delilleri İkrime'nin rivayet ettiği Harone bint Cahş hadîsidir. Bu hadiste
Hamne'nin istihazalı bir kadın olduğu ve kocasının kendisi ile münâsebette
bulunduğu beyân edilir. Ayrıca bir şeyin haram olması ancak şer'î bir delille
sabit olur. İstihazalı kadınla münâsebette bulunulmayacağına dair serî bir
delil yoktur.
Hattâbî, bu
hadis-i şerifteki hükmün, normal halinde, âdet günleri değişmeyip belli olan
kadınlar hakkında olduğunu söylemektedir, istihazalı bir kadının, sıhhatli
günlerinde âdeti hangi günlerde ve ne kadar ise, müstehaza olduktan sonra her
ay o kadar gün kendisini hayızlı sayıp namazı terketmesi emredilmektedir.
Meselâ; Normal halinde âdeti beş gün olan bir kadına bir hastalık arız olup
kanı hiç kesilmeyecek olsa, bundan sonra her ayın başında beş gün namazını
terkeder.
b) Hanefî mezhebinde, yeni hayız görmeye başlayan bir kızın âdeti sabit
olmaksızın kanı kesilmeyip devam edecek olursa, her ayın on günü âdetine
mahsub edilir, yirmi gün de temizlik müddeti sayılır.
Daha evvel
âdeti belli olan müstehaza bir kadının hayzının bittiği, Hanefilere göre âdet
zamanının geçmesi ile bilinir. Kadın âdet zamanını şaşırırsa araştırır. Adet
günlerinin geçtiğine kanaat getiremezse bildiği günlerin en azı ile amel eder.
Şafiîlere
göre: Hayzın bittiği kanın renginden anlaşılır. Kadından gelen kan sarıyla
siyah, kırmızımtırak, sarı ve bulanık renklerdedir. Bu renklerin en koyusunu
gördüğü günlerde kadın hayzlı, açığını gördüğünde de hayzı bitmiş sayılır.
Hayız
günlerini ayırmak için Şafiîlerin üç şartı vardır:
1. Kanın koyu renkte geldiği günler 15 günü geçmeyecektir.
2. Koyu renkte gelen kan en az bir gün - bir gece devam edecektir.
3. Açık renkte gelen kana bakarak kadının temizlendiğine hükmedebilmek
için, bu kan en az on beş gün devam etmelidir.
İmam Mâlik
ile İmam Ahmed b. Hanbel'in görüşleri de aynıdır.
c) Namaz kılmak isteyen istihazalı bir kadının hem hadesten, hem de
necasetten temizlenmesi lâzımdır. Bunun için abdest veya teyemmümden evvel
fercini yıkaması, içine pamuk veya bez gibi birşey koyarak kanın dışarıya
çıkmasını önlemesi veya azaltması lâzımdır.
Hanefilere
göre özürlü kimsenin çamaşırına özüründen neş'et edip bulaşan kan vs. özür
devam ettikçe namazın sıhhatine mani olmaz. Fakat bu pislikler çamaşırına
tekrar bulaşmayacaksa bunların yıkanması icab eder. Ancak kalbini tatmin etmesi
bakımından temizlenmesi elbette daha iyidir.
Şafiîlere
göre böyle bir kadın fercine hem pamuk koymalı, hem de üzerini bir kuşakla sarmalıdır.
Bu vaciptir. İmam Nevevî bu kuşağın sarılış şeklini tafsilatıyla anlatır. Buna
teleccüm, istisfâr veya ta'sîb denilir. Şafiîlere göre, müstehâza olan kadın
bu şekilde, pamuk, kuşak vs. ile fercini iyice bağlamaz da, abdesti aldıktan
sonra kan gelirse, abdestin iadesi gerekir. İdrarını tutamayan kişi için de
hüküm aynıdır. Bu durumda olan bir kimsenin elinden geldiği kadar idrar
yollarım tıkaması, tıkamadan idrar damlaması halinde abdestini iade etmesi
gerekir.
Urve b.
ez-Zübeyr, Süfyân es-Sevrî, Ahmed b. Hanbel ve Şafiîlere göre istihazalı bir
kadın bir abdestle, -edâ olsun kaza olsun-
sadece bir farz namaz kılabilir. Fakat aynı abdestle farzdan Önce ve
sonra istediği kadar nafile kılabilir.
Hanefilere
göre istihazalı kadının temizliği vakitle mukayyettir. Vaktin çıkması ile
abdest bozulur. Tercih edilen görüşe göre sonraki namaz için tekrar abdest
almak icab eder. İdrarım tutamayan, devamlı burnu kanayan ve yarasından
devamlı kan gelen özür sahibi için de hüküm aynıdır.
İmam Züfer'e
göre özürlünün abdesti, vaktin girmesi ile, Ebû Yûsuf'a göre, vaktin hem
girmesi hem çıkması ile; İmanı-ı Azam'la İmam Muham-med'e göre vaktin çıkması
ile bozulur. Meselâ özürlü bir kimse güneş doğduktan sonra, abdest alsa tmam
Azam'la İmam-ı Muhammed'e göre o abdestle öğieyi kılabilir. Çünkü vakit
girmiştir, çıkmamıştır. İmam Ebû Yûsuf'
1. Dinî konularda bilinmeyen hususlar ehline sorularak öğrenilmeli.
2. Vasıta ve rivayetle ilim almak caizdir.
3. Haber-i vâhid hüccettir. Onunla amel edilir.
4. Hayızlı kişi namaz kılamaz.
5. Adeti mûtad iken müstehâza olan kadının malum günleri gelip geçtiğinde
yıkanması lâzımdır.
6. Müstehâza olan kadın fercini bir bezle kapayıp, kanın dışarı akmasına
mani olmaya çalışmalı. Bu husus bilhassa Şafiî mezhebinde mühimdir.
275....Ümmü Seleme (r.anhâ) demiştir ki; "Kendisinden devamlı kan
gelen bir kadın vardı... -(Leys) evvelki hadisin mânâsını nakletti ve- (Hz. Peygamber): "Bu günler geçip de
namaz vakti gelince yıkansın... ilı." dedi."[34]
Bu rivayet,
yukarıdaki hadisin aynıdır. Musannif, senetteki bazı farklılıklara işaret için
hadisi tekrar eie almıştır. Rivayetlerin senetlerinde görüldüğü üzere, evvelki
hadis Nâfî'den Mâlik kanalıyla, bu rivayet ise Nâfi'den Leys kanalıyla
gelmekledir. Ayrıca Leys bu rivayetinde, Ümmü Seleme ile İbn Yesâr arasında
adını vermediği bir zatı zikretmiş ve metinde "namaz vakti gelince"
sozünu ilâve etmiştir.
276....Süleyman b. Yesâr, Ensârdân olan birisinden rivayet etmiştir ki;
Kendisinden
devamlı kan gelen bir kadın vardı... (dedikten sonra Leys, yukarıdaki
hadisinin mânâsını nakletti.)
Rasûlullah
(s.a.): "O günleri geçip namaz vakti gelince yıkansın..." buyurdu ve
ravi önceki hadisi manâ olarak nakletti.[35]
Bu rivayet
de, evvelki hadislerin aynıdır. Burada zikredilmesine sebep sened ve metindeki
bazı ayrılıklara işarettir.
277....Sahr b. Cüveyriye Nâfi'den, Leys'in hadisinin senet ve manasına
uygun olarak rivayet etti. (Bu rivayette) Rasülullah (s.a.):
"Bu gün
ve geceler miktarınca namazı terk etsin. Namaz vakti gelince gusletsin, bîr
elbise ile ((ercini) bağlasın sonra da namaz kılsın" buyurdu.[36]
Bu hadis de
öncekilerin aynıdır. Ancak bu rivayette kelimesinin yerme kelimesi kullanılmıştır."zafer" aslında
güzel veya çirkin kokunun çıkmasıdır. Bundan dolayı bazı sarihler hadisin
tercemesini, "Güzel koku kullansın" şeklinde yapmışlardır. Ancak burada
M en h el sahibinin de belirttiği gibi
mânâsında olması daha uygun görülmüş ve terceme buna göre yapılmıştır.
278....Eyyûb, Süleyman b. Yesâr'dan o da Ümmü Seleme'den bu kıssayı
(yukarıda geçen hâdiseyi) rivayet edip şöyle demiştir:
"O günlerde
namazı terkeder. Bu günlerin dışında yıkanır, bir bez ile (fercini) kapatır ve
namazını kılar."
Ebû Dâvûd
dedi ki: Hammad b. Zeyd, Eyyûb'tan rivayet ettiği bu hadiste müstehâza olan
kadının adını vermiş ve onun Fâtıma bint Ebî Hubeyş olduğunu söylemiştir.[37]
Bu hadis de
diğerlerinin aynıdır. Musannif bunu ilk hadisi takviye bakımından nakletmiş
ayrıca sonunda müstehâza olan kadının adını vermiştir. Ebû Davud'un temas
ettiği Hammâd b. Zeyd hadisini Dârakutnî şulâfızla rivayet etmiştir:
"Fâtıma
bint Hubeyş istihâzah bir kadındı. Hatta altında leğen bulundurulur ve bu
leğen kanla dolu olarak alınırdı. Ümmü Seleme (r.a)'dan (ne yapacağını)
Rasülullah (s.a.)'e soruvermesini İstedi.
Rasûlullah
(s.a.) "Hayz günlerinde namazı terketsin, sonra yıkanıp bir bez bağlasın
ve namazını kılsın" buyurdu.
Ebû Davud'un
ilâvesi ve Dârakutnî'nin bu rivayetinden, müstehaza olan kadının adını sadece
Hammâd b. Zeyd'in açıkladığı anlaşılabilirse de hakikatte Vühey b. Abdülvâris
ve Süfyân da bu kadının Fâtıma bint Ebî Hubeyş olduğunu açıklamışlardır.
279....Âişe (r.anhâ)dan, demiştir ki; Ümmü Habibe[38] (r.anha) Rasûlullah (s.a.)'e (istihaza) kanından
sordu. Hz. Âişe de:
"Onun
leğenini kan ile dolu gördüm" dedi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi
vesellem) şu cevabı verdi:
"Hayzının
seni (namazdan) alakoyduğu (günler) sayısınca bekle, sonra yıkan."
Ebû Dâvûd
Kuteybe'nin bu hadisi Cafer b. Rabia hadisinin arasında yazdığını ve Ali b.
Ayyaş ile Yûnus b. Muhammed'in Leys'ten rivayet edip -Leys'in yerine babasını zikrederek- Cafer b. Rabia dediklerini, söylemiştir.[39]
Hadisten
anlaşıldığına göre Hz. Peygamber'in hanımlarından Hz. Zeyneb'in kızkardeşi Ümmü
Habibe bint Cahş (r.anha) Rasûlullah (s.a.)'e gelerek kendisinden devamlı kan
gelen müstehâzanın durumu ile ilgili hükümleri sormuş. Orada bulunan Hz. Âişe
de Ümmü Habibe'nin durumunu açıklamak için "ben onun leğenini kan ile
dolu vaziyette gördüm" demiştir.
leğenin kan
ile dolu olmasından maksad, saf kan ile dolu olması demek değildir. îşin aslı o
leğen içinde yıkandığında leğendeki suyun içerisine damlayan kan, suyun
rengini kan rengine çevirmiş olmasıdır. Sanki leğen kan ile dolu gibi olurdu.
Nitekim Müslim'in rivayeti de meselenin bu şekilde olduğunu göstermektedir.
Mirken,
içerisinde çamaşır yıkanan küvet, tekne, leğen, manasındadır ki
"iccâne"de aynı manaya gelir.
Peygamber
(s.a.) Ümmü Habibe'ye daha evvel hayz olduğu günler miktannca namazı terk edip,
daha sonra yıkanarak namazını kılmasını emretmiştir. Zaten bu babın bütün
hadisleri aynı hüküm etrafında birleşmektedir. Konu ile ilgili tafsilat babın
ilk hadisinde verilmiştir.
280....Urve b. ez-Zübeyr'den demiştir ki; Fâtima bint Ebî Hu-beyş,
Rasûlullah (s.a.)'e (istihâza) kanından şikayet edip (hükmünü) sordu.
Rasûlullah
(sallallahü aleyhi vesellem) ona:
"Bu bir
damar (kanı)dır, (hayz kanı değil). Bak (mûtad olan) hayz günlerin geldiğinde
namaz kılma; hayz günlerin geçince yıkan. İki ay hali arasında namaz kılmaya
devam et" buyurdu.[40] [41]
"Kâr"kelime
olarak hem hayz hem de hayzdan temizlenme manalarına gelir. İbn Reslân, bu
hadisin kar' kelimesinin hayz manasında olduğunu söyleyenlere delil olduğunu
söyler. Çünkü hayzdan diğer kar'a kadar namazın kılınması, kar içinde ise terk
edilmesi emredilmektedir.
Rasûlullah
Efendimiz kendisine istihaza kanının hükmünü soran Fâtima bint Ebî Hubeyş'e,
onun bir damar kanı olduğunu, bu kanın hayız kanının mâni olduğu şeylere mani
olmadığını söylemiştir. Bu hadis de evvelki hadislerin hükmünü te'yid eder.[42]
1. Müslüman dinî meselelerdeki sorularını utanmadan bilenlere sormalı.
2. Soru sorulan kişi kendi mevki ve soru soranın durumu ne olursa olsun
cevap vermelidir.
3. Hayız olan kadın namaz kılmaktan nehyedildiğî halde, müstehaza olari
namaz kılmakla emredilmiştir.
281....Urve b. ez-Zübeyr şöyle demiştir:
Bana Fâtıma
bint Ebî Hubeyş haber verdi ki; o Esmâ'dan istedi. Veya Esma bana haber verdi
ki;[43] Fâtıma bint Ebî Hubeyş kendisinden (Esmâ'dan)'
Rasûlullah sallallahü aleyhi veselleme (istihazanın hükmünü) soruvermesini
istedi. Rasûlullah da ona daha evvel (hayz olup) namazı kılamadığı günlerdeki
namazını kılmamasını, daha sonra da yıkanmasını emretti.[44]
Ebû Dâvûd
demiştir ki: "Bunu Katâde, Urve'den, o da Zeyneb bint Ümmi Seleme'den:
"Ümmü Habibe bint Cahş istihaza oldu da Rasûlullah sallallahü aleyhi
vessellem ona (mûtadı olan) hayız günlerinde namazı terketmesinu sonra yıkanıp
namazına devam etmesini emretti" şeklinde de rivayet etti.
Ebû Dâvûd,
(senetteki bir inkıtaa işâreten) "Katâde Urve'den hiç bir şey duymamıştır.
" dedi.
Ebû Dâvûd,
"İbn Uy ey ne, ZührVnin amra tarikiyle Âişe'den rivayet ettiği hadisinde
(Âişe'nin): Ümmü Habibe müstehaza idi. Rasûlullah (s.a.)'a (istihazanın
hükmünü) sordu. O da (eski) hayz günlerinde namazı terketmesini emretti (dediğini)
ilâve etti." deniektedir.
Yine Ebû
Dâvûd dedi ki; "Bu, İbn Uy ey ne'nin bir vehmidir. Çünkü Hafızların
Zührî'den rivayet ettikleri hadiste (namazı terkeder ifadesi) yoktur. Süheyl
b. Ebî Salih bundan müstesnadır. Nitekim Humeydî bu hadisi, İbn Uyeyne'den
rivayet etmiş, onda; "Hayız günlerinde namazı terk eder" cümlesini
zikretmemiştir."
Mesrûk'un
hanımı Kâmîr bint Amr, Âişe (r.anhâ)'dan:
Müstahaza
hayz günlerinde namazı terk eder sonra yıkanır, şeklinde rivayet etmiştir.[45]
Abdurrahman
b. Kasım babasından Rasûlullah (s.a.)'ın müstehaza olan kadına, hayz günleri
miktannca namazı terk etmesini emrettiğini rivayet etmiştir.
Ebû Bişr
Cafer b. Ebî Vahşiyye, îkrime'den o da Peygamber (s.a.)'den yapdığı rivayette:
"Ümmü
Habibe bint Cahş müstehaza idi" (dedikten sonra) yukarıdaki rivayetin
aynını nakletti.
Şerîk,
Ebu'l-Yekzân'dan, O, Adiy b. Sâbit'ten, o da babası tankıyla dedesinden
Rasûlullah (s.a.)'in,
"Müstehaza
olan kadın, hayz günlerinde namazı terkeder. Sonra gusl edip namazını
kılar" buyurduğunu rivayet etmiştir.
Alâ b.
el-Museyyeb Hakem'den o da Ebu Ca'fer'den rivayet etmiştir ki: Şevde (r.a.)[46] îstihaze oldu. Rasûlullah (s.a.) kendisine mutad
günleri geçtiğinde yıkanıp namazını kılmasını emretti.
Saîd b.
Cubeyr, AH ve İbn Abbas'tan müstehazanın hayız günlerinde namazı terk
edeceğini rivayet etmiştir. Beni Hâşimin azatlısı Am-mâr ve Talk b. Habîb, İbn
Abbas'tan; Ma'kil el-Has'amî, Ali'den ve Şa'bî, Mesrûk'un hanımı Kamîr
vasıtasıyla Âişe'den aynısını rivayet etmişlerdir.
Ebû Dâvûd
dedi ki; "Müstehaza hayz günlerinde namazı terk eder” sözü Hasen, Saîd b.
Müseyyeb, Atâ, Mekhül, İbrahim ve Kasım'in kavlidir, Ebû Dâvûd dedi ki; Katâde
Urve'den hiç bir şey duymamıştır.[47]
Müellif bir
hadisin on ayrı rivayetini tek hadis halinde nakletmiştir. Bunlar esas olarak
ilk rivayeti te'yid eder mâhiyettedir. Hz. Peygamber (s.a.) müstehâza olan bir
kadına (Fâtıma bint Ebî Hubeyş, Ümmü Habibe bint Cahş veya Şevde olduğuna dair
rivayetler var) her ay mûtadı olan hayz günleri gelince namazına ara vermesini,
bu günler geçince yıkanarak namazlarına devam etmesini emretmiştir. Hadisin
bütün rivayetleri aynı manayı kuvvetlendirmektedir. Ancak aralarında çok cüz'î
ifâde farkları görülmektedir. Ayrıca bazı rivayetlerde "namazı terk
eder(veya terk etsin)" cümlesi bulunduğu halde bazı rivayetlerde yoktur.
Musannifin bu
hadisi değişik rivâyetleriyle birlikte getirmesindeki sebep, hayız günleri
belli olan bir kadın sonradan müstehâza olursa eski âdet günlerine dönüp o
günlerde kendisini hayızh sayacağını isbattır. Nitekim son rivayette, Ali b.
Ebî Tâlib, Âişe ve İbn Abbâs gibi sahâbîlerle Hasan el-Basrî, Saîd b.
el-Müseyyeb, Atâ, Mekhûl, Nehaî, Salim b. Abdullah ve Kasım b. Muhammed b. Ebî
Bekir gibi tâbiûnun büyüklerinin de bu görüşte olduklarını beyân etmektedir.[48]
282....Âişe (r.anhâ)dan demiştir ki; Fâtıma bint Ebî Hubeyş, Rasülullah
(s.a.)'e gelerek:
"(Yâ
Râsulallah) Ben istihazalı bir kadınım, hiç temizlenemiyorum, namazı terk edeyim
mi?" diye sordu.
Rasûlullah
sallallahti aleyhi ve sellem:
"(Hayır)
bu hayız kanı değil, bir damar (kam)dır. Hayız (günleri) gelince namazı bırak,
bitince kanını yıka ve (gusledip) namazını kıl" buyurdu.[49] [50]
Bu rivayetin
istihazalı kadının hükmünü Rasûlullah'a soran kadının bizzat Fâtıma bint Ebî
Hubeyş'in kendisi olduğu anlaşılmaktadır. Daha evel bu soruyu, ümmü Seleme ve
Esma bint Umeys'in sorduğuna dâir rivayetler geçmişti. Ancak bu, rivayetler
arasında tezat olmasını gerektirmez. Çünkü Fâtıma bint Ebî Hubeyş'in, bir
seferinde de vasıta ile sormuş olması mümkün olduğu gibi, râvinin, bu
rivayette iktisar İçin vasıtayı zikretmemiş olmasLda muhtemeldir.
Buhârî'nin rivayetinde
"kanını yıka"cümlesi zikredilmemiş, fazla olarak "guslet" kelimesi yer almıştır.
îstihazalı
bir kadının hayz günlerini ayırdetmek için ne şekilde hareket etmesi
icabettiğine dâir ihtilaflar ve mezheplerin görüşleri ile istihazalıya ait
hükümler 274. hadisin açıklamasında verilmiştir.[51]
1. İhtiyaç anında kadının erkekle konuşması, kadın sesjnm işitilmesi ve
ayıp gibi görünen şeylerin sorulması caizdir.
2. İnsan bilmediğini bilene sormalı, sorulan kişi de cevap vermekten kaçınmamalıdır.
3. Hayızlı kadın, hayz günlerinde namazını terk eder ve sonra da kaza
etmez.
4. İstihazalı kadın da âdeti olan günlerde namazı terk etmek mecburiyetindedir,
Farz, vacip ve nafile bütün namazlar için hüküm aynıdır.
5. Hayız kanı pistir.
283....Ka'nebî, Mâlik'ten, o da Hişâm'dan: Züheyr'in (rivâyetindeki) isnadı
ile evvelki hadisin mânâsını rivayet ederek, Rasûlullah (s.a.)'ın:
"Hayız
hali gelince namazı terk et, hayz (günleri) kadarı gidince kanını yıka ve
namazı kıl" buyurduğunu söylemiştir.[52]
Bu lıadis-i
şerif evvelki hadisten pek farklı değildir. Ancak bu rivayette hayz günleri
miktarınca namazı terketmesi emredilmektedir. Bu rivayet istihazalı kadının,
hayz günlerini evvelki âdet günlerine göre tesbit edeceği görüşünde olan
Hanefîlerin fikrini te'yid etmektedir.[53]
284....Bukeyye (r.anhâ) demiştir ki:
"Hayzı
(hayzı istihaza ile karışarak) bozulup kendisinden devamlı kan gelen bir
kadının durumunu Âişe'ye soran bir kadım işittim. (Âişe dedi ki):
Rasûlullah
(s.a.) bana o kadına "âdeti düzgün iken her ay hayz olduğu (günler)
kadarını araştırmasını, o kadar günü sayıp o günlerde (o günler miktarınca)
namazı terk etmesini, sonra yıkanıp (fercine) bir bez koymasını, sonra namaz
kılmasını" söylememi emretti.[54]
285....Âişe (r.anhâ)'dan demiştir ki;
"Rasûlullah
(s.a.) baldızı ve Abdurrahman b. Avf'ın hanımı Ümmü Habîbe bint Cahş yedi sene
istihaza oldu. Rasûlullah'tan fetva istedi. Rasûlullah (s.a.):
Bu hayz
değil, bir damar (kanı)dır. Yıkan ve namazım kıl" buyurdu.[55]
Ebû Dâvûd
demiştir ki; Evzâî, bu hadiste ZührVden o da Urve ve Amre kanalıyla Âişe'den
şöyle dediğini ilâve etmiştir:
Abdurrahman
b. Avf'ın hanımı Ümmü Habibe bint Cahş yedi sene istihaza oldu. Rasûlullah
(s.a.) ona, "Hayz vakti geldiğinde namazı terketmesini, gittiğinde de
yıkanıp namazı kılmasını emretti"...
(Yine) Ebû
Dâvûd, bu sözü Zührî'nin ashabından EvzâVden başka kimse söylememiştir. Bunu
ZührVden, Amr b. Haris, Leys, Yûnus, îbn Ebî Zi'b, Mâ'mer, ibrahim b. Sa'd,
Süleyman b. Kesîr, İbn İshâk ve Süfyan b. Uyeyne rivayet etmişler ve bu sözü
zikretmemişlerdir. Ancak bu, (yanUHayız geldiğinde namazı terketmesini...) lâfzı
Hişâm b. Urve'nin, babasından, onun da Âişe (r. anhâ)dan rivayet ettiği hadisin
lâfzıdır” dedi.
Ebû Dâvûd
(ilave olarak); îbn Uyeyne;"Rasûlullah ona hayz günlerinde namazı
terketmesini emretti"lâfzını ilave etmiştir. Fakat bu, îbn Uyeyne'den bir
vehmdir. Muhammedb. Amr'ın ZührVden (rivayet ettiği) hadiste, EvzâVnin
hadisinde ilâve ettiği söze yakın bir şey var
demiştir.[56]
Görüldüğü
üzere müellif hadisi zikrettikten sonra, birkaç değişik rivayete de işaret
etmiştir. Bu değişik rivayetler çeşitli hadis kitaplarında yer almaktadır.
Hadis-i
şerifin metnindeki Rasûlullah (s.a.)'in"Bu hayız değil, bir damar
kanıdır, yıkan ve namazını kıl" buyruğundan şu akla gelebilir: Madem ki bu
hayz değil, damardan gelen bir kandır, guslü gerektirmemesi gerekir. O halde
Rasûlullah, gusletmesini niçin emretmiştir.
Rasûlullah'ın
bu emri hayzdan yıkanmaya hamledililir. Peygamberin sözünün hülasası: "Bu
devam eden kan hayz kanı değil, istihaza kanıdır, hayz günleri geçince guslet
ve namazını kıl" şeklindedir.
Sahihayndaki
rivayette "her namaz için gusül
ederdi" ifâdesi yer almaktadır.
İmam Şafiî,
istihaza olan Ümmü Habibe'nin her namaz için tetavvû olarak guslettiğini
söylemektedir. Cumhura göre, Rasûlullah Efendimiz Ümmü Habîbeye her namaz için
yıkanmasını emretmemiştir. Bu hanım kendi kendine bu işi yapmıştır. Mütehayyire
(hayız günlerini şaşıran) kadının dışındaki müstehaza olan kadınların her namaz
için gusletmeleri gerekmez. Ancak her namaz için abdest almaları farzdır.
Bu hanımın,
her namaz için yıkanmasını, kanın azalmasını te'min için bir tedavi usûlü
olduğuna hamletmek de mümkündür.
Bu hadisin,
bâb başlığı ile alâkası daha çok Evzâî'inîn rivâyetindeki ilâvede kendisini
gösteriyor. Geri kalan kısımda bu alâka görülmemektedir.
286....Urve b. Zübeyr, Fâtıma bint Ebî Hubeyş'ten şunu rivayet etmiştir:
Fâtıma
müstehaza idi. Rasûlullah (s.a.) kendisine:
"(Gelen
kan) hayız kanı olduğunda -ki o, (kadınlar tarafından) bilinen bir kandır-
namazı terk et. Başkası (siyahın dışındaki bir renkte) olunca (guslet, her
namaz için) abdest al ve namaz kıl. Çünkü o sadece bir damar (kanı)dır"
buyurdu.[57]
Ebû Dâvûd
(hadis-i şerifin farklı rivayetlerini sıralamak maksadıyla) dedi ki;
tbn Müsennâ
şöyle demiştir: îbn EbîAdiy bu hadisi bize kitabından böylece (yukarıda
geçtiği gibi) haber verdi. Daha sonra ezberinde;
Bize Muhammed
b. Amr, ZührVden o da Urve'den, Urve de Hz. Âişe'den haber verdi ki, Patıma
müstehaza idi... şeklinde rivayet etti.
Enes b.
Şîrîn, İbn Abbâs (radıyallahü anhumâ) dan müstehaza hakkında şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
"Müstehaza
koyu renkte çok kan gördüğü zaman namazı terk eder (bu bol ve koyu renkteki
kanın kesilmesi ile) kısa bir müddet de olsa temizlik görürse yıkanıp namaz
kılar."[58]
Mekhûl şöyle
demiştir:
"Kadınlara
hayz gizli değildir. Çünkü onun kanı koyu ve siyahtır. Bu (hâl) gidip de, san
ve rakîk olarak devam edince o (kadın) müs-tehazadır, yıkansın ve namazını
kılsın."[59]
Hammâd b. Zeyd,
Yahya b. Saîd'den, o da Kâ'kâ' b. Hakim'den, o da Sa 'îd b. el-Müseyyeb 'den
müstehaza hakkında şöyle rivayet etmiştir;
"Hayz
(önceki mûtad olan hayz günleri) gelince namazı terk eder, gidince yıkanır ve
namazını kılar.”[60]
Sümeyy ve
başkaları da Sa'îd b. el-Müseyyeb'ten "Hayz günlerinde
oturur"şeklinde rivayet etmişlerdir. Hammâd b. Seleme, Yahya b. Said'den
o da Sa'îd b. el-Museyyeb'den aynı şekilde rivayet etmiştir.
Yûnus, Hasan
(el-Basrî)den şöyle rivayet etmiştir:
"Hayızh
kadının âdeti bittikten sonra kan devam ederse, bir veya iki gün namazı terk
eder. (Bundan sonra) o müstehazadtr. "[61]
Teymi
Katâde'den rivayetle:
"Mûtadı
olan kadın hayz günlerinden fazla kan gelirse beş gün (bekler) sonra (yıkanır)
namazını kılar." demiştir. Teymîdevamla: "Ben (günleri) iki güne
ininceye kadar azaltmaya devam ettim" der. (Katâde); "(Zaid olan) iki
gün olunca o hayzdandır" demiştir. Bu îbn Sîrîn'den soruldu o da:
"Bunu kadınlar daha iyi bilir" cevabını verdi.[62] [63]
Ebu Davud bu hadisi
zayıf bulurken tbn Hibbân, Hâkim ve Îbn Hazm sahih olduğunu söylemişlerdir.
tbnü's-Salâh da bu hadis ile ihticac olunur demiştir.
Hadis-i
şerifte, istihazalı olan kadının hayz kanım ayırmak için kanın rengine bakması
emredilmektedir. imâm Şâfi'î ve Mâlik bu görüşü benimsemişlerdir.
Sübülü's-Selâm'da
şöyle denilmektedir: "Bu hadisin daha önce geçen "Bu ancak bir- damar
(kam)dir. Hayzın geldi mi namazı terket, gitti mi kendinden kanı yıka ve
namazını kıl"[64] mealindeki hadise zıt değildir. Çünkü "hayız
kanı siyahtır, bilinir" demek hayzın başlayış ve bitiş zamanını beyandır.
İstihazalı kadın, ya kanın sıfatından, ya da âdet günlerinde kanın gelmesinden,
gelen kanın hayz kanı olduğunu bilir. İhtimal ki Fâtıma bint Ebî Hubeyş âdeti
malum olan bir kadındı. Bu takdirde "hayzın geldi mi" sözü "âdet
günlerin geldiği zaman" demek olur. Şayet âdet günleri belli değil
idiyse, o zaman da kanın sıfatına bakarak, "hayzın geldiyse" demek
olur. Bir kadın hakkında hem âdet günleri, hem de kanın sıfatı bir araya gelebilir."
Hanefîlerle,
Ahmed b. Hanbel'in meşhur olan görüşüne göre bu meselede kanın rengine değil,
âdete itibar edileceğini daha evvel ifade etmiştik.
287....Hamne bint Cahş (r. anha) şöyle demiştir:
"(Normal
gününden)fazla ve sıkıntılı hayız görürdüm. Durumu haber verip fetva almak
üzere Rasûlullah (sallallahü aleyhi veseüem)e geldim. O'nu kız kardeşim Zeyneb
bint Ca'ş'in evinde buldum ve dedim ki: Ya
Rasûlullah ben (gününden) fazla ve sıkıntılı hayz gören bir kadınım. Bu duruma
ne buyurursun (ne yapayım)? Bu beni namazdan oruçtan alıkoydu.
Rasûlullah
(s.a.):"Sana pamuğu tavsiye ederim. Çünkü o kanı giderir" buyurdu.
O kan bundan
(pamuğun mani olacağından) daha çoktur[65] dedim.
Bez kullan[66] buyurdu.
Kan bundan da
fazla devamlı geliyor, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah:
İki hüküm
söyleyeyim. Hangisini yaparsan sana yeter, ikisine de gücün yeterse, orasını
sen bilirsin: Onlardan kuvvetli olanını seç şunu bil ki bu, (kanın gelmesi)
ancak şeytanın darbelerinden biridir.[67]
Altı veya [68] yedi gün,
Allah'ın sana (kadınların âdetlerinden) bildirdiği şeylerde kendini hayızh say[69] sonra da yıkan. Temizlendiğine ve paklandığına kanaat
getirdiğinde yirmi üç veya yirmidört gün namaz kıl ve oruç tut.[70] Çünkü bu (takdir edilen müddet) sana yeter. (Sıhhatli)
kadınlar nasıl hayz vaktinde hayz oluyorlar, temizlik günlerinde de
temizleniyorlarsa sen de her ay öylece yap. Eğer öğleyi (son vaktine kadar)
geciktirip ikindiyi (ilk vaktinde) öne almaya ve yıkanıp bu iki namazı bir arada
kılmaya, akşamı geciktirip yatsıyı öne almaya, sonra da yıkanıp iki namazı
birleştirmeye gücün yeterse öyle yap. Sabah namazında yıkanabilirsen yıkan,
(namaz kıl) ve gücün yeterse oruç tut." Rasûlullah: "Bu (iki namazı
birleştirerek ikisi için bir gusul etmek) bana iki işin daha sevimli
olanıdır" buyurdu.[71]
Ebû Dâvûd
dedi ki:
Bu hadisi Amr
b. Sabit İbn Aktl'den rivayet etmiştir. İbn Akıl Hamne'nin;"Dedim ki bu
bana iki işin daha sevimli olanıdır"dediğini söylemiş, bu sözü
Rasûlullahhn sözü değil, Hamne'nin sözü kabul etmiştir.
Ebû Dâvûd,
Yahya b. Maîn'den naklen Amr b. Sâbit'in Rafızî olduğunu söylemiştir.
Yine Ebû
Dâvûd, Ahmedb. Hambel'in "İbn AkîVin hadisi hakkında içimde bir şüphe
var" derken işittim demiştir.[72]
Hadis-i
şeriften anlaşıldığına göre, Fâtıma bint Cahş'dan normal hayz günlerinden daha
fazla ve keyfiyet itibariyle de çok şiddetli kan gelmekte idi. Rasülullah'a
gelerek hâlini arz etti ve fetva istedi.
îbn Reslân bu
ifâdelere dayanarak hayzın şiddetli ve zayıf olmak üzere iki kısma ayrıldığını
söylemektedir. Bazıları kuvvet ve zâfın sadece renkle fark edildiğini
söylerler. Iraklılara göre kuvvet üç şeyle belli olur: Renk, koyuluk ve
koku... Ancak hadisin bab başlığı ile olan münâsebetine bakılırsa1 kuvvet
alâmetinin renk olması gerekir.
Hadis-i
şerifin sonlarında Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem iki vaktin birini
vaktin sonuna te'hir etmek, diğerini de vaktin başına almak suretiyle iki
namazı birleştirmesini ve bu iki namaz için gusletmesini tavsiye ettikten
sonra,"bu, bana iki şeyin daha sevîmlisidir"buyurmuşlardır. Bu iki
işten murat Bezlü'l-mechûd müellifinin beyânına göre, müstehazanın her namaz
için abucst alması veya iki namazı birleştirerek bunlar için gusletmesi-dir.
İki namaz için gusl daha meşakkatli olacağı ve Cenab-ı Allah, mü'min-lere
kolaylık murat ettiği için, Rasûlullah'ın bunu sevimli bulması biraz garib
görünmektedir. Bundan dolayı İbn Melek bu ifâdeyi te'vil etmiş ve iki işten
muradın, Sefer ve istihaza olduğunu söylemiştir. Ancak hadis-i şerifte bu te'vili
doğrulayıcı hiç bir ipucu yoktur. Bundan dolayı Aliyyü'1-Karî buna itiraz
etmiş ve "Bundaki iki şeyden muradın her namaz için ayrı ayrı gusletmek
veya iki namazı birleştirerek ikisi için bir defa gusletmektir. Çünkü iki
namazı cem'ettikten sonra ikisi için bir gusletmek daha kolaydır" demiştir.
Biraz sonra gelecek olan babda Ebû Davud'un îbn Akıl hadisi hakkında "Eğer
gücün yeterse her namaz için yıkan, olmazsa cem'et" demesi de
Aliyyü'l-Karî'nin sözlerini te'yid etmektedir.
Avnü'l-Mâ'bûd
sahibi, "İkincisi bana daha sevimli geliyor. Çünkü o daha meşakkatlidir.
Ecir meşakkate göredir. Rasûlullah sallallahü aleyhi ve-sel-'emin kendisi de
büyük ecir olan şeyi sever" demektedir. Ancak bu anlayış Bezlü'l-Mechûd
daki ifâdelere göre büyük bir gaflettir. Çünkü Ebû Davud'un ibn Akıl hadisi
hakkında yukarıya aldığımız ifadeleri, hadisten bu mananın anlaşılmasına imkân
vermez.Ayrıca Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem hiç bir zaman ümmeti için
güçlüğü murat etmez. Bundan dolayı visal orucunu nehyetmiştir. Rasûlullah iki
şey arasında muhayyer bırakıldığı zaman daima kolayını seçmiştir.
Müstehaza
olan kadından gelen kan devamlı aynı ölçüde ve renkte olur,daha evvel âdeti
muayyen olmasa veya müstehaza olarak bulûğa ermişse böyle bir kadının ne
şekilde hareket edeceği hususu mezhepler arasında, ihtilaflıdır.
İmam Mâlik
böyle bir kadının hayzının on beş gün itibar edileceğini bundan sonra yıkanıp
namazım kılacağını söylemiştir.
Şâfiîlere göre
hayız günleri belli olmayan müstehaza bir kadın ilk defa kan gelmeye başladığı
günden itibaren namazı terk eder ve hayızlıya caiz olmayan şeylerden
uzaklaşır. Eğer kan on beş günde veya daha az zamanda kesilirse, bu müddet
oruın hayz müddetidir. Onbeş günden fazla devam edecek olursa, bir gün ve bir
gece hayızlı sayılır, ayın geri kalan kısmında temiz hükmündedir. Bir günün
dışındaki namazlarım kaza eder. tik aydan sonraki aylarda hayzı bir gün bir
gece, temizliği de yirmi dokuz gün olmuş olur.
Âdet zamanı
ve miktarı belli olduğu halde bunu unutan kadın için talaktan başka, niyete
bağlı olmayan ve namaz, oruç, itikâf, tavaf gibi niyyete muhtaç olan bir şeyde
hayızlının hükmü vardır. Bu kadın eğer kanın kesilme vaktini bilmiyorsa her
namaz için vaktinde gusleder. Sıhhat zamanındaki kanın kesilme vaktini
biliyorsa her gün o vakitte gusleder ve geri kalan namazlar için ayrı ayrı
abdest alır.
Hanefîlere
göre,âdet gören bir kadından bir hastalık neticesi kan kesilmeyecek olursa,
sıhhat hâlindeki mûtadına göre hareket eder. Mesela normal zamandaki hayzı her
ay başında on gün olursa, devamlı olarak her ayın ilk on günü hayızlı, geri
kalan yirmi gününde temiz sayılır. Fakat normal zamanında temizlik müddeti altı
ay veya daha fazla ise, istihaza olduktan sonraki temizlik müddeti altı aydan
bir saat noksan olarak kabul edilir.
Yeni hayız
görmeye başlayan bir kızın âdeti sabit olmadan, kan kesilmeyip devam edecek
olsa, her aydan on günü âdetine mahsub edilir. Yirmi günü temizlik müddeti
sayılır. Her vakit için yıkanır ve namazını kılar,
Bir hastalık
veya ihtimamsızhk sonucu âdet günlerini unutmuş olan bir kadına mütehayyire
denir. Böyle bir kadından gelen akıntı kesilmeyecek olursa, âdeti hakkında
zann-ı galibi ile amel eder. Zann-ı galib bulunmayınca ihtiyat yönüne sarılır.
Boşanmış ise, iddeti hususunda hayzı on gün, temizlik müddeti de altı aydan
bir saat noksan olmak üzere takdir edilir. Diğer bir kavle göre temizlik
müddeti iki ay olarak takdir edilir.
Kadının
sıhhat hâinde belli bir âdeti yoksa, meselâ bazı aylar altı gün, bazı aylar
yedi gün âdet görüyor idiyse ve bilâhere istihaza olsa, bu kadın, namaz, oruç,
ric'at[73] hususunda daha
az olanı, iddetin bitmesi ve cinsî münasebet hususunda daha fazla olanı tercih
etmelidir Bu şekildeki bir kadın yedinci gün girince yıkanır namazını kılar,
ramazana tesadüf etmişse orucunu tutar, fakat cinsî temasta bulunulamaz.
Sekizinci gün girince tekrar yıkanır ve ramazana tesadüf etmesi halinde
yedinci günün orucunu kaza eder. Çünkü yedinci günün hayızlı olması muhtemeldir.
Namazları kazaya ihtiyaç yoktur. Çünkü yedinci gün temizlendi idiyse zaten
namazlarını kıldı; ha-yızlıysa, hayızlı olana da namaz farz değildir.
Müstehaza
olan kadın, sıhhat hâlindeki âdeti sâbitse ve onu hatırlıyorsa kendisini her
ay o kadar gün hayızlı, geri kalanında da temiz sayar. Bu mesele daha evvel
açıklanmıştı.
Önceden âdeti
sabit iken kan kesilmeyip devam etse ve âdetinin ne zaman olduğuna dair hiç
bir görüşü olmasa, kadının ne hayızlı olduğuna, ne de temiz olduğuna hüküm
edilemez. Bu durumda ihtiyatlı hareket eder.Ebe-diyyen hayızlının sakındığı
şeylerden sakınır. Her namaz için yıkanır. Farz, vâcib ve sünneti müekkedeleri
kılar,nafile kılamaz. Farz olan miktarı kadarını okur. Sahih kayle göre
farzların son iki rek'atinde de okur.
Eğer hayzın
girip girmediğinde tereddüt ederse, her namaz için abdest alır. Hayzın çıkıp
çıkmadığında tereddüt ederse her namaz için gusleder.
Ramazanın
tamamını oruçlu geçirir, sonra hayz günleri adedince orucu kaza eder. Hayzının
gece başladığını bilirse yirmi, gündüz başladığını bilirse yirmi iki günlük
orucu kaza etmesi lâzımdır. Gece mi, yoksa gündüz mü başladığını bilemiyorsa
yirmi günlük orucu kaza eder. Mevzu ile ilgili olarak fıkıh kitaplarında
tafsilat vardır,
İstihazah
kadınlardan gelen kan bazan hiç kesilmeden fasılasız, bazı hallerde de arasira
kesilerek fasılalı biçimde gelir. Bunlardan birincisine "istimrarı
muttasıl" ikincisine de “istimrâr-i munfasıl" denilir. Yukarıdaki
açıklamalar istimrâr-ı muttasılla ilgilidir.
İstimrâr-ı
munfasıl ile ilgili hükümleri de şu şekilde özetleyebiliriz:
İki kan
arasındaki temizlik müddeti on beş gün veya daha fazla ise, normal hükümler
cereyan eder. İki kan arasına giren temizlik hâli üç günden az olursa, bu
fasıla sayılmaz. Her iki kan da tek hayızdır. Meselâ bir kadın üç gün kan
görse, sonra iki gün görmese, daha sonra tekrar üç gün daha görse, bu sekiz
günün tamamı aynı hayz müddetidir. Bunların dışındaki tasavvurlar hususunda
Hanefi ulemâsının ihtilafı vardır. Tafsilat fıkıh kitaplarında mevcuttur.
Âdeti on gün
olarak sabit olan bir kadın on günden fazla kan görecek olursa, bu fazlalık
istihazadır. Âdeti on günden az olan bir kadından oagün veya daha az kan
gelirse, tamamı hayız, on günden fazla kan gelirse, önceki âdet müddeti hayız,
geri kalanı istihazadır. .
Hayız kanının
rengi de mezhepler arasında ihtilaflıdır.
Şâfıîlere
göre hayız kanı ancak siyah renkte olur. Çünkü Rasülullah (s.a.) Fâtıma bint
Ebî Hubeyş'e "Hayz olduğunda -ki o siyah kandır- namazı terk et..." buyurmuştur.
Hariefîlere
göre hayz kanı siyah olabileceği gibi kırmızı kenkte de olabilir. Şâfiîlerin
dayandıkları hadis garibtir, meşhur hadise muarız olamaz, Cenab-ı Allah
Kur'an-i Kerimde 'Sana hayz hâlinden soruyorlar, de ki: O bir ezadır..”[74] buyurmaktadır... Ezâ ismi sadece siyah kana mahsus
değildir.
Kadınlar Hz.
Âişe'ye sarı renkte kan bulaştırılmış pamuk göndererek hayzın sona erip
ermediğini sorarlar, o da "beyazı görünceye kadar acele etmeyin"
karşılığını verirdi. Yine Âişe (r.anha), "Beyazın dışındakiler
hayzdır"
buyurmuştur. Bu gibi şeyler akılla bilinemeyeceğine göre, Hz. Âişe bunu
Rasûlullah'tan duymuştur. Ayrıca kanın rengi alınan gıdaya göre değişiklik
arzeder. Öyleyse hayz kanını sadece renge tahsis etmek uygun değildir.
Fatıma bint
Ebî Hubeyş hadîsinin sübûtu kabul edilirse,
-ki, Rasülullah (s.a.) bu kadının hayzının siyah renkte olduğunu vahy
ile bilmiş ve haber vermiştir-
Rasûlullah'tan başka kimse hayz vaktini kanın rengi ile tayin edemez.
Buhârî ve Müslim'in rivayet ettikleri bazı hadisler de bu mütâlâayı te'yid
etmektedir. İkiyuz yetmiş dördüncü hadisin açıklamasında, Şafiîlere göre
istihazalı bir kadının hayız günlerini kanın rengi ile tayin edeceğini beyân
etmiştik.
Aynî ve
Hattabî, bu hadisin daha evvel geçen Ümmü Seleme ve Hz. Âişe (r.anhümâ)
hadislerinin hilâfına olduğunu, bu kadının daha önce hayz olmamış, âdet
günlerini ayırd edemeyen birisi olduğunu söylerler. Rasülullah (s.a.) bu
kadına, kadınlar daha çok altı veya yedi gün âdet oldukları için zahirî örfe
göre cevap vermiştir. Nitekim "Kadınların hayz günlerinde hayız oldukları,
temizlik günlerinde temiz oldukları gibi.." ifâdeleri bunu te'yid
etmektedir.
Eimme-i
selâse, îbn Akîl'i zayıf buldukları için bu hadisi hüccet saymamışlardır.[75]
1. Sorulan şey, haya edilecek.cinsten de olsa, dinî hükümlerm sorulması
teşvik edilmektedir.
2. Cevap veren kişi, işin en kolay yönünü göstermelidir.
3. Hastalıklardan tedavi meşrudur.
4. Şeytan insanın bir takım hallerini vesvese mevzuu yaparak insana tasallut
etmeye çalışır.
5. İstihazahya namaz, oruç vs. farzdır, hayz hâlinde olana değil.
6. Âdet günlerini bilmeyen veya unutan kadın diğer kadınların ekserisinin
âdetine göre hareket eder. Bu hüküm sadece Şâfiîlere göredir. Diğer mezheplerce
kabul edilmemiştir.
7. Müftü fetva isteyene en güzel yönü de belirtmelidir.[76]
288. .. Rasûlullah'ın hanımı, Âişe (r.anha)'dan, demiştir ki;
Rasûlullah'ın
baldızı, Abdurrahman b. AvPın hanımı Ümmü Ha-bibe bint Cahş yedi sene istihaza
oldu ve bu hususta Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)den fetva istedi.
Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem:
"Bu hayz
değil, bir damar (kanı)dır. Yıkan ve namazını kıl” buyurdu.
O, kız
kardeşi Zeyneb bint Cahş'ın hücresinde bir leğende yıkanır, kanın kırmızılığı
suyun yüzüne çıkardı.[77] [78]
Bu hadis-i
şerif 285 numarada da geçmiştir. Orada hadisin sonundaki Hz. Aişe'nin sözü
mevcut değildir. Musannif bu fazlalıktan dolayı hadisi tekrar etmiştir. Hadisin
bu rivayetinde bab başlığı ile hiçbir alâkası yoktur. Ancak bundan sonra gelen
iki rivayette Ommü Habibe'nin her namazda yıkandığına işaret edilmektedir.
Bundan sonraki rivayetler bazı nüshalarda müstakil bir hadis sayılmamış, bu
hadisin peşinde zikredilmiştir.
289....İbn Şihâb demiştir ki:
"Amre
bint Abdirrahman bana Ümmü Habîbe'den bu (bir önceki) hadisi haber verdi. Âişe
(r.anha):
O, (Ümmü
Habibe) her namaz için guslederdi dedi."
290....Leys b. Sa'd, İbn Şihâb'dan o da Urve tarikiyle Âişe (r.anha) dan bu
hadisi rivayet edip "O (Ümmü Habibe) her namaz için yıkanırdı" dedi.
Ebû Dâvûd, bu
hadisi Kasım b. Mebrûr'un Yûnus'tan, onun İbn Şihâb'tan Onun Amre'den, Amre'nin
de Âişe kanalıyla Ümmü Habibe bint Cahş'tan rivayet ettiğini söyledi.
Aynı şekilde
Ma'mer, Zührî'den; o da Amre Tarikiyle Âişe'den rivayet etmiştir. Bazan Ma'mer,
Amre vasıtasıyla Ümmü Habibe'den hadisi (mu 'an 'an olarak) bu manada rivayet
etti.
Yine aynı
şekilde İbrahim b, Sa'd ve İbn Uyeyne Zührî'den, o Amre'den Amre de Âişe'den
rivayet etmiştir. İbn Uyeyne, hadisinde Rasûlullah sallallahü aleyhi
vesselemin ona (Ümmü Habibe'ye) yıkanmasını emrettiğini söylememiştir. Evzaî de
aynı şekilde Âişe (r.anha)nın "her namaz için yıkanırdı" dediğini
rivayet etmiştir.[79]
Bâbın başındaki
iki yüz seksen sekizinci hadiste Peygamber (s.a.)'in Ümmü Habibe'ye verdiği
yıkanma emri mutlaktır. Her namazda yıkanması gerektiğine dair bir kayıt
yoktur. Bu iki hadiste ise, Ümmü Habibe'nin her namazda yıkandığı
anlaşılmaktadır. Yalnız rivayetlerden anlaşılan, bu yıkanmanın Peygamberimizin
bir emri değil, Ümmü Habibe'nin yaptığını haber vermedir. Müslim'in rivayetinde
de Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)in her namaz için yıkanmayı
emretmediği, Hz. Ümmü Habibe'nin kendiliğinden yıkandığı bildirilmektedir.
Biraz sonra
gelecek olan ikiyüz doksan ikinci hadiste ise, Rasülullahın her namaz için
yıkanmayı emrettiği zikredilmektedir. Beyhakî bu rivayetin yanlış olduğunu
söylemiştir.
Bazı âlimler,
Ümmü Habîbe'nin her namaz için yıkanmasını tetavvuya hamletmişler, bazıları da
bu hadisin Fâtıma bint Ebî Hubeyş hadisi ile neshedildiğini söylemişlerdir. Hz.
Âişe, Rasûlullah'ın vefatından sonra Fâtıma hadisiyle fetva vermiş, Ümmü Habibe
hadisine muhalefet etmiştir. Bundan dolayı Ebû Muhammed îşbilî: "Fâtıma
hadisi istihaza hakkında rivayet edilen en sahih hadistir" demiştir. İmam
Şafiî'den "Ümmü Habibe'nin her namaz için yıkanması, Rasûlullah'ın emri
ile değil, kendi fiilidir" dediği rivayet edilmektedir.
Ümmü
Habibe'nin, mütehayyire olduğu ve kendisine her namaz için yıkanmanın vacib
olduğu şeklinde de görüş serdedilmiştir.
Hanefî ve
Şafiîlerin görüşü Ümmü Habibe'nin mütehayyire olduğudur. Muğnî'de beyân
edildiğine göre, İmam Ahmed, her müstehazanın gusletmesinin müstehap olduğu görüşünü benimsemiştir.
Hâftz İbn
Hacer, Ümmü Habibe'nin mütehayyire oluşunu red etmiş ve "doğrusu, Ümmü
Habibe'nin mûtâde oluşudur, kendi kendine istihbâben yıkanırdı" demiş ve
kendisine guslün emredildiğini ilâve etmeyi doğru bulmamıştır.
İbn Reslân,
mütehayyire olan müstehazanın, kanın belli bir zamanda kesildiğini bilemezse
her namaz için yıkanması gerektiğini söyler. Hanefî ve Şafiîler de aynı
görüşteler. Hanefîlerin görüşü ile ilgili olarak iki yüz seksen yedinci
hadiste tafsilat verilmiştir.
Sıhhat
halindeki âdeti sabit olup değişmeyen ve âdet günlerini hatırlayan kadının her
namaz için yıkanması ulemanın cumhuruna göre gerekli değildir. Bu iki
hadisten, istihazah bir kadının her namaz için yıkanmasının müstehap olduğu
anlaşılmaktadır.
291....Âişe (r.anha)'dan, demiştir ki;
"Ümmü
Habibe yedi sene istihaza oldu. Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)
kendisine yıkanmasını emretti. Bunun üzerine Ümmü Habibe her namaz için
yıkanırdı."[80] [81]
Bu hadis
hakkında söylenebilecek şeyler, bundan evvelki hadiste mufassal olarak
söylenmiştir. Bu rivayette de her namaz için yıkanma Hz. Âişe (r.anha)'nm
sözüdür. Rasûlullah'ın sözü değildir.
292....Âişe (r.anha) şöyle demiştir:
"Ümmü
Habibe bint Cahş Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) zamanında istihaza
oldu. Rasûlullah kendisine her namaz için yıkanmasını emretti."
(İbn İshâk
bunu söyledikten) sonra (babın başında zikredilen Ümmü Habîbe) hadisi(ni)
nakletti.
Ebû Dâvûd
dedi ki:
Bu hadisi
Ebu'i-Velîd et-Tayâlisî -ancak ben bunu kendisinden işitmedim- Süleyman b. Kesîr'den,
o Zührî tankıyla Urve'den, o da, Hz. Âişe'den şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Zeyneb bint
Cahş istihaza oldu. Rasûlullah (s.a.) ona: "Her namaz için guslet"
buyurdu. (Süleyman b. Kesir bunları zikrettikten sonra babın başındaki) hadisi
ilâve etti.[82]
Ebû Dâvûd
dedi ki;
Bu hadisi
AbdüsSamed Süleyman b. Kesîr'den "Her namaz için abdest al" dedi
şeklinde rivayet etti. Fakat bu Abdussamed'in vehmidir. Doğrusu
Ebu'l-Velîd'irı dediğidir.[83]
Hadis
hafızlarından birçoğu "Resûlüllah ona her namaz için yıkanmasını emretti”
ilavesini tenkıd etmiştir. Beyhakı de Zührî'den gelen diğer rivayetlere muhalif
olduğu için İbn İshak'ın rivayetinin yanlış olduğunu söylemiştir.
Bu
rivayetlerin Ümmiı Habîbe hadisindeki her namaz için yıkanma emri, nedbe
hamledilmek suretiyle cem ve te'lif edilebilir.
Hattabî, Ümmü
Habîbe'nin mütehayyire olduğunu, bundan dolayı Resûlullah'ın bu hanıma her
namaz için gusletmesini emrettiğini söylemiştir.
Hadisin
Abdüssanıed tarikıyla gelen rivayetinde Resûlüllah (sallellâhu aleyhi vesellem)
Ümmü Habîbe'ye her namaz için abdest almasını emretmiştir. Ancak Ebû Dâvûd bunu
tenkid etmiş ve bu ifâdelerin Abdüssamed'den bir vehm olduğunu, doğrusunun
"her namaz için yıkan" şeklindeki Ebu'l Velîd'in rivayeti olduğunu
söylemiştir.
Müstehâzanın
guslü ile ilgili tafsilat önceden verilmişti. Her namaz için abdest alması
hususu da ihtilaflıdır.
Mâlikîlere
göre, her namaz için gusletmesi müstehaptır, başka bir hades yoksa abdest
alması şart değildir.
Hanefî ve Han
belilere göre, abdest namaz vaktine bağlıdır. Müstehâzanın vakit çıkmadıkça
bir abdestle o vaktin farzım kılması ve geçmiş namazlardan dilediği kadarını
kaza etmesi caizdir.
Hanefîler,
Abdüssamed'in rivâyetindeki "Her namaz için abdesl al" ibaresinde
mecazi hazf olduğunu, mânânın, "her namaz vakti için abdest al” şeklinde
olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca Ebû Hanife'den merfu'an rivayet edilen
"Müstehaza her namaz vakti için abdest alır" şeklide rivayet ile,
Tahâvî'nin ŞerhiH-Muhtasar'ında yine Ebu Hanîfe'nin Hişam b. Urve, onun da
babası tankıyla Hz. Âişe'den rivayet ettiği "Resulullah (s.a.) Fâtima bint
Ebî Hubeyş'e her namaz vakti için abdest al, dedi" mealindeki hadis de bu
görüşün delilleridir.
293....Ebû Seleme (r.a.) şöyle demiştir:
"Zeyneb
bint Ebî Seleme bana haber verdi ki; Abdurrahman b. Avf'in nikâhı altında
bulunan hanımından[84] devamlı kan
geliyordu. Resûlullah ona her namaz vaktinde yıkanmasını ve namazını kılmasını
emretti."
(Yahya b. Ebi
Kesir der ki: Ebû Seleme bana) haber verdi ki: Ümmü Bekr Âişe'nin şöyle
dediğini söyledi:
"Resûlullah
(s.a.) temizlendikten (hayzı bittikten) sonra kendisini şüpheye düşüren bir
şey (kan) gören kadın hakkında: "Bu ancak bir damar (kanı)dır."[85] buyurmuştur."[86]
Ebû Dâvûd der
ki:
(Hayz
geldiğinde namazı terk eder, babındaki) İbn Akıl hadisinde; her iki emri (işi)
birlikte zikrederek Kasım 'in (aşağıda) dediği gibi "Eğer gücün yeterse
her namaz için yıkan, aksi takdirde cem 'et" demiştir.
Bu söz (gücü
yeterse her namaz için gusletmesi aksi halde cem 'etmesi), Said b. Cubeyr
tarafından, Hz. Ali ve İbn Abbâs (r.anhümâ)dan rivayet edilmiştir.[87]
Bu hadis-i
şerif, İbn İshak ve Süleyman b. Kesîr'in Zührî'den rivayet ettikleri hadisleri
takviye etmektedir. Bu hadis-i şerif için de o hadisler hakkında söylenilenleri
söylemek mümkündür.
Yani
Rasûlullah'ın Ümmü Habîbe'ye her namaz vakti yıkanmasını emretmesi ya nedb
içindir; ya da Ümmü Habibe mütehayyiredir. Resûlullah bunu bildiği için her
namazda gusletmesini emretmiştir.
Bu hadis
hakkında Hattabî şunları söylemektedir:
"Bu
hadis muhtasardır, bunda mezkûr kadının hali, ne şekilde bir müstehaza olduğu
zikrediimemiştir. Müstehaza olan her kadına her namaz için gusletmek gerekli
değildir. Ümmü Habibe ya hayız günlerini hiç ayırdede-memiştir, veya
unutmuştur. Hayzın zamanını, gün adedini ve kanın kesildiği zamanı
bilmiyordur. Böyle bir kadın hiç bir namazını terk edemez ve her namaz vaktinde
yıkanması lâzımdır. Kocası hiç bir zaman kendisine yakla-şamaz. Çünkü hayız
olduğu günler belli değildir. Eğer haccediyorsa iki defa tavaf yapması gerekir
ve bu tavaflar arasında on beş gün aralık bulunmalıdır. Ancak bu hayzın azamî
müddetini on beş gün kabul edenlerin görüşüdür."
Aynî,
"Hayzın azamî müddetini on gün görenlere (Hanefiler) göre iki tavaf arasında
on gün aralık bulunması gerekir" der.
Hattabî'nin,
"Ümmü Habibe mütehayyire idi" şeklindeki mütalaası reddedilmiştir.
Çünkü Müslim'in Bekr b. Mudar'dan yaptığı rivayette Ümmü Habîbe'nin istihaza
olmadan Önce mûtade olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Hafız İbn Hacer de buna
işaret etmiş ve "Hattabî'nin, Ümmü Habibe'nin mûtahayyire olduğuna dair
söylediklerini ihtiyatla karşılamak lâzımdır" demiştir.
Hanefîlerden
Tahavî de Ümmü Habîbe hadisinin her namaz İçin guslü değil, abdesti emreden
Fâtıma bint Ebî Hubeyş hadisiyle neshedildiğini söylemiştir.
Bu
rivayetlerin arasını bulmanın en uygun yolu, her namaz için yıkanmayı emreden
Ümmü Habibe hadisindeki guslü nedbe hamletmektir.[88]
294....Âişe (r.anhâ) şöyle demiştir:
"ResûlüIIah
devrinde bir kadın[89] istihaza oldu. İkindiyi öne (ilk vaktine) alıp,
öğleyi te'hir ederek ikisi için bir defa; akşamı te'hir edip, yatsıyı öne
alarak ikisi için bir defa gusletmekle ve sabah için de bir defa gusletmekle
emrolundu."[90]
(Şu'be der ki): Abdurrahman'a, Resûlullah'tan
mı (haber veriyorsun)? dedim. "Sana Resûlullahtan başka kimseden bir şey
haber veremem" dedi.[91] [92]
Bu hadisi
şerifte îstihaza olan kadının öğleyi son vaktine kadar te hır edip ikindiyi de
ilk vaktine alması ve her ıkısı için bir defa gusletmesi, akşam ile yatsı için
de aynısını yapması ve sabah için ayrıca yıkanması emredilmektedir. İkiyüz
yetmiş sekizinci hadiste de aynı manaya gelen ifadeler yer almıştır. Ancak
oradaki ifadelerden bu şekilde hareketin ihtiyarî, bu hadisten ise iltizâmî
olduğu anlaşılmaktadır.
Mezkûr
kadının istihazası uzayıp, kendisine her namaz için gusletmesi ağır gelince bir
kolaylık olmak üzere bu şekilde emredilmiştir. Menhel sahibinin ifâdesine
göre, iki namazı cem'ederek ikisi için bir defa gusletmekle emrolunan kadın
âdetini unutup da hayz ile istihazanm arasını ayıramayan kadındır.
295....Âişe (r.anhâ)dan, demiştir ki;
Sehle bint
Süheyl istihâza oldu ve Resûlullah (s.a.)'a istihazanm hükmünü sormaya geldi.
Resûlullah da ona her namazda gusletmesini, bu kendisine ağır gelince öğleyle
ikindiyi bir gusülle, akşamla yatsıyı da bir gusülle birleştirmesini ve sabah
için de ayrıca gusletmesini emretti.[93]
Ebû Dâvûd
dedi ki; "Bu hadisi İbn Uyeyne Abdurrahman b. Kasım'dan; o da,
babasından, "bir kadın istihaza oldu ve Resâlullah'a sordu. Resûlullah da
ona emretti... (yukarıdaki hadisin manasım naklen)" şeklinde rivayet
etti.[94]
Bu hadis tön
Beyhakî, Ebû Bekr b. İshak'm "Meşayihirnizden bazısı, bu haberi îbn îshak
ve Şu'be'den başka hiç bir kimse Resûlüllah'a kadar ref'etmemiştir"
dediğini nakleder. Bu hadis için Anzatü'l-ahvezî'de (ma'lûl) denilmiş fakat
illet yönü beyân edilmemiştir.
Tahavî bu
hadisi tahric ettikten sonra, "bu, bu hükmün evvelki eserlerdeki hükmü
(her namaz için gusletmeyi) neshettiğine delâlet eder, dediler"
demektedir.
Hattâbî, bu
kadınla, her namaz için yıkanması emredilen kadının durumlarının aynı
olduğunu, ancak Resûlullah bu kadına her namaz için yıkanmak zor geldiği için
iki namazı 'birleştirmeye ruhsat verdiğini söyler. Hattabî devamla Hanefîlerle
İbn Museyyeb, Sufyân es-Sevrî, Hasen ve Zührî gibi bir teyemmümle iki namazın
farzını kılmayı caiz görenlerin bu hadise dayandıklarını söyler. Mâlik, Şafiî,
Ahmed ve îshak'a göre bir teyemmümle iki vaktin farzı kılınamaz. Her biri için
ayrı ayrı teyemmüm yapılmalıdır. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Nehaî, Şâbî ve
Katâde'den de bu şekilde rivayet edilmiştir.
Hanefî
ulemasınca suyun bulunmadığı yerde teyemmüm abdest yerine geçer, bir abdestle
birden fazla namaz kıhnabildiği gibi bir teyemmümle de birden fazla namaz
kıhnabilir.
296....Esma bint Umeys şöyle demiştir:
"Yâ
Resûlallah, Fâtıma bint Ebi Hubeyş şu kadar zamandan[95] beri müstehazadır, (istihaza kanının namaza manî
olduğunu zannettiği için) namazım kılmamaktadır, dedim.
Bunun üzerine
Resûlullah:
Sübhânellâh!...
Bu şeytandandır. Bir leğene otursun, suyun üzerinde bir sanlık görürse öğlen
ve ikindi için bir defa, akşam ve yatsı için de bir defa, sabah için de bir
defa gusletsin. Bunların arasında da abdest alsın" buyurdular."[96]
Ebû Dâvûd
dedi ki;
Mücâhid, îbn
Abbâs'tan; "Ona gusul zor gelince iki namazı birleştirmesini istedi"
şeklinde rivayet etmiştir. Bunu İbrahim de îbn Abbas'tan rivayet etmiştir. Bu,
İbrahim en-Nehaî ve Abdullah b. Şeddadin görüşüdür.[97]
Hadis-i
şeriften anlaşılmaktadır ki, Fâtıma bint Ebî Hubeyş istihaza olunca Resûlullah
kendisine içerisinde su bulunan bir leğene oturmasını, suyun yüzüne çıkan renk
sarı ise, bunun istihaza kanı olduğuna hüküm etmesini, başka bir renk çıkarsa,
hayza hükmetmesini emretmiştir. Bu hadis-i şerif müstehazanın hayz günlerini
kanın rengi ile tayin edeceğini söyleyen Şafiîlerin görüşünü te'yid etmektedir.
Hanefîlerin bu husustaki görüşleri ve Şafiilere cevaplan daha evvel
kaydedilmiştir.
Hadis-i
şerifteki "bunlar arasında abdest alır" ifâdesini Hane fil er hakîki
manasında anlamışlar ve "bir namaz için gusledince sonraki namaz için
abdesti bozan bir şey olmazsa abdest almasın" diye hükmetmişlerdir.
Şafiilere
göre ise, cem edeceği namazlar arasında kaza namazı kılacaksa o namaz için
abdest alır, gusletmesine lüzum yoktur. Çünkü gusül sadece beş vakit namaza
mahsustur. Malikilere göre, iki namaz arasında abdesti bozan bir şey meydana
gelmezse abdest almasına lüzum yoktur.[98]
297.... Adiy b. Sabit, babası tarikiyla dedesinden Nebî (s.a.)in müstehaza
hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
(Müstehaza
hastalanmadan evvelki) hayız günlerinde namazı terk eder, sonra (hayız günleri
bitince) gusleder ve namazım kılar. Her namazda da abdest alması lâzımdır. [99]
Ebû Dâvûd
dedi ki:
(Râvi)i Osman
"Oruç tutar ve namaz kılar", ibaresini ilâve etti.[100]
Hadis-i şeriften
anladığımıza göre, mu'tâde olan
müstehaza eski hayız günleri bitince gusleder ve temizlenmiş sayılır.
Ancak özür sahibi sayıldığı için Hanefilere göre her namaz vaktinde abdest
alır ve sonraki hayız günleri gelinceye kadar, namazını kılmaya devam eder.
Hanefîlerden Tahâvîbu meselede şunları söylemektedir: "Müstehaza her namaz
için abdest alır, diyenler ihtilaf etmişlerdir. Bunlardan Ebû Ha-nîfe, Züfer,
Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasen'e göre her namaz vakti için abdest alır.
Bazıları ise, vakti söz konusu etmeden her namaz için abdest alır demişlerdir.
Biz, bu iki görüşten sahih olanı ortaya koymak istedik ve gördük ki, müstehaza
abdest alıp daha namazını kılmadan vakit çıksa ve bu abdestle namaz kılmak istese
yeniden abdest almadan bunun caiz olmayacağında ittifak etmişlerdir. Yine
gördük ki, istihazah bir kadın bir namaz vaktinde abdest alsa ve bu abdestle
namaz kılsa, sonra da bu abdeste nafile kılmak istese vakit çıkmadığı müddetçe
bunun caiz olduğunda icma etmişlerdir. Bu söylediklerimiz abdesti bozan şeyin
vaktin çıkması olduğuna ve abdestli olmayı gerekli kılan şeyin namaz değil,
vakit olduğuna delildir..."
Tahâvî'nin bu
ifâdeleri aslında Hanefî mezhebinde fetva verilen görüşü tesbit ve takviyedir.
Buna göre, Hanefîlerce müstehaza her namaz vakti için bir ayrı abdest
alacaktır. Bu mesele hakkında daha evvel de bilgi verilmiştir.
imam Kâsânî,
Bedâyi'de bu hususta mezheplerin görüşünü vermiştir. Kâsânî'nin söylediklerinin
hülâsası şudur:
"Müstehaza
gibi kendisinde hades bulunmadığı halde üzerinden namaz vakti geçmeyen özür
sahiplerine gelince, namaz vakti devam ettiği müddetçe bunlardan necaset
çıkması abdesti bozmaz. Bu biz Hanefilerin görüşüdür.
"Şâfif,
özür istihaza, idrarı tutamama ve devamlı yellenme gibi iki yoldan birisinden
ise, her farz için abdest alır ve bununla istediği kadar nafile kılabilir,
demiştir.
"İmam
Mâlik'in iki görüşünden birine göre her namaz için abdest alması lâzımdır.
İmam Mâlik "Müstehaza her namaz için abdest alır" hadisine dayanmış,
Şafîi de bu namazı farz olarak kayıtlandırmış ve nafileyi de farza tâbi
saymıştır.
"Bizim
delilimiz ise, Ebû Hanîfe'nin nivâyet ettiği "müstehaza her namaz vakti
için abdest alır" hadis-i şerifidir. Bu hadis bu babda nasstır. Ayrıca
azîmet, nimete şükür bakımından vaktin tamamını edâ ile meşgul etmektir. Ancak
bir ruhsat, kolaylık, rahmet ve fazl olarak Sâri, vaktin bir kısmını edâ ile
meşgul etmeyi terke cevaz vermiş ve bunu, hükmen bütün vakti namazla meşgul
etmek saymıştır. Öyleyse vaktin tümünü Şer'an edâ etmek fiîlen edâ etmek
demektir. Bu da taharetin bekası ile mümkündür..."
Kâsânî bu
şekilde Hanefî mezhebinin görüşünü müdafaa ettikten onra Şafiî ve Malikilerin
dayandıkları hadisin aslında kendi görüşleri aleyhine bir delil olduğunu söyleyerek
bunu ispat cihetine gitmiştir. Fakat burada bu münakaşaları nakletmeye lüzum
yoktur.
298....Âişe (r. anha)dan, şöyle demiştir:
Fatıma bint
Ebî Hubeyş Resülullah (sallallahü aleyhi vesellem)e geldi (Burada Urve)
yukarıda geçen Fâtıma ile ilgili haberi nekletti. Resülullah:
"Sonra
guslet ve her namaz (vakti) için abdest ahp namazını kıl" buyurdu.[101] [102]
İbni Mâce ve
Beyhakî'de Fâtıma'nın haberi lâfzan şöyle zikredilmektedir:
Fatıma; Ya
Resülullah ben istihaza olan bir kadınım, temizlenemiyorum. Namazı terkedeyim
mi? dedi. Resülulah; "hayır bu ancak damar(kam)dır hayz değildir. Hayz
günlerinde namazı bırak, sonra yıkan ve kan hasır (seccade) üzerine damlasa da
her namaz (vakti) için abedst al!" buyurdu.
Yukarıda
beyan edildiği gibi "her namaz için abdest al" ifadesinde bulunan
lâm vakit mânâsındadır. Buna göre mana, "her namaz vakti için abdest
al," şeklinde olur. Tereceme de buna göre yapılmıştır. Hanefîlerin görüşü
budur. Yani özür sahibi bir kadının her farz namaz için değil, her vakit için
abdest alması lâzımdır.
Şafiîlere
göre ise, hadisteki lâm vakit manasında tefsir edilmemiştir. Dolayısıyle her
namaz için abdest alması gereklidir, denilmiştir.
Mâli kilere
göre ise, buradaki emir istihbâba hamdedilmiş, her namaz için abdest alması müstehab
addedilmiştir.
Burada söz
konusu olan ihtilaflar farz namazlar içindir; istihazalubir kadın bir farz
namazın arkasında istediği kadar nafile kılabilir. Bunda bütün imamlar ittifak
etmişlerdir.
299....Âişe (r.anhâ) Müstehaza hakkında "Bir kere gusleder, sonra
hayız günleri gelinceye kadar abdest alır" demiştir.[103] [104]
Görüldüğü
gibi, bu hadis-i şerifin senedi Hz. Âişeîde kalmak-tadır. Yani mevkuf bir
hadistir. Ancak Beyhakî, Abbas b. Mu-hammed tarikiyle merfûan, biraz değişik lafızlarla
Resulüllah'dan nakletmiştir.
Hadis-i şerif
daha evvelki hadislerde olduğu gibi mu'tâde olan müstehazanın hayz günleri
bitince bir defa gusledeceğine sonra da her namaz vakti için abdest alacağına
işaret etmektedir.
300....Mesrûk'un hanımı, Hz. Âişe validemizden, o da, Resulüllah (s.a.)den
aynen önceki hadisin benzerini rivayet etmiştir.[105]
Ebu Dâvud bu
rivayetler hakkında şöyle demektedir: Adiy b. Sâbit'in bu hadisi
A'meş'inHabîb'denrivâyet ettiği hadis ve Eyyûb Ebul-âlâ'nın (Hz. Âişe'den
mevkuf ve merfu olarak rivayet ettiği) hadislerin hepsi zayıftır, sahih
değildir. A 'meş'in Habîb 'den rivayet ettiği hadisin zayıflığına bu (evvelki)
hadis delildir. Hafs b. öı~ yâs bunu A 'meş'den mevkuf olarak rivayet ederek
Habîb'in hadisinin merfû olduğunu red etmiştir. Aynı şekilde Esbât, A 'meş'ten;
o da mevkuf olarak Hz. Âişe'den rivayet etmiştir.
Ebû Dâvûd
devamla, tbn Dâvûd bu hadisin baş tarafını merfû olarak rivayet etmiş ve onda,
her namazda abdest almafnın gerekli) olduğunu (bildiren ifadenin
mevcudiyetini) red etmiştir. ZuhrVnin Ur-ve'den; onun da Hz. Âişe'den rivayet
ettiği müstehaza hadisinde "Her namaz için guslederdi" demesi
Habîb'in bu hadisinin Zaafına delildir. Ebu'l-Yekzân Adiy b. Sabit'ten; o da,
babası tarikiyle Ali (r.a.), Beni Hâşim'in azatlısı Ammâr; İbn Abbas'tan,
Abdülmelik b. Mey-sere, Beyân, Muğîre, Firâs, ve Mücâhid de Şâbî'den; o da
Kamîr vasıtasıyla Hz. Âişe'den "her namaz için abdest alır*1 şeklinde
rivayet etmişlerdir. Dâvûd ve Âsim'tn Şabt'den; onun da Kamîr vasıtasıyla
Âişe'den rivayeti "müstehaza her gün bir defa yıkatıp" şeklindedir.
Hişâmb. Urve de babasından "müstehaza her namaz için abdestahr" diye
rivayet etmiştir.
Kâmir ve Beni
Başım 'in azatlısı Ammâr ile Hişâm b. Urve'in babasından rivayet ettiği
hadislerin dışındaki bütün bu hadisler zayıftır, îbn Abbâs tan bilinen (her
namaz için abdest değil), gusüldür.[106]
Ebu Dâvûd bu
rivayetleri, bu babdaki hadislerin zayıf oldu-ğunu isbat etmek için
getirmiştir. Bu dokuz rivayetten altısı mevkuf, üçü merfûdur. Sarihler,
A’meş'in Habîb'den rivayet ettiği hadisin zayıf olduğu iddiasını
reddetmişlerdir ve bu rivayetin zayıf olmadığını ispat için hayli söz
söylemişler.[107]
301.... Ebû Bekr (İbn Abdirraman)m azatlısı Sümeyy'den rivayet edilmiştir
ki: Ka'kâ ve Zeyd b. Eşlem, Sümeyy'i müstehazanın nasıl yıkandığını sormak
üzere Saîd b. Müseyyeb'e gönderdiler[109] Saîd:
"Öğleden
Öğleye gusleder ve her namaz için abdest alır. Eğer kan çok gelecek olursa
fercine bir bez bağlar” karşılığını verdi.[110]
Ebû Dâvûd
dedi ki;
îbn Ömer, ve
Enes b. Mâlik'ten "öğleden Öğleye yıkanır" şeklinde rivayet
edilmiştir. Dâvûd ve Âsim, ŞâbVden o karısı kanalıyla Kamtr'den, Kamîr de,
Âişe'den aynısını rivayet etmişlerdir. Ancak Dâvûd (yukarıdakine ilave olarak)
"hergün" (sözünü de) eklemiştir. Âsim *ın hadisinde de “öğle
vaktinde'' ilâvesi vardır. Bu görüş Salim b. Abdillah, Hasen ve Atâ'nın
görüşüdür.
Ebû Dâvûd
dedi ki,
Mâlik:
"Ben İbn Müseyyeb'in"öğleden öğleye.:.." şeklindeki hadisinin
"temizlikten temizliğe,,."şeklinde olduğunu zannediyorum. Ancak buna
vehm girmiştir ve insanlar bunu değiştirerek, "öğleden öğleye"
şekline çevirmişlerdir." Misver b. Adlimelik b. Saîd b. Abdirrahman b.
Yerbû; bu hadisi rivayet etmiş ve "temizlikten temizliğe...." demiş,
insanlar bunu "öğleden öğleye..."şeklinde çevirmişlerdir.[111]
Hadis-i
şerifin metninden anlaşılan, müstehaza olan bir kadın öğleden öğleye bir defa
yıkanmalı, geri kalan namazlar için de abdest almalıdır.
Ebû Dâvûd,
Salim b. Abdullah, Hasen ve Atâ'nın bu görüşte olduğunu söylemiştir.
Mâlik,
hadis-i şerifteki Öğle mânâsına gelen (zuhr) kelimelerinin, aslında noktasız
olarak temizlik manasındaki (tuhr)
şeklinde olduğunu, fakat insanların zamanla bunu bozduğunu söylemiştir.
Hattâbî de
Mâlik'in bu sözünü beğenmiş ve "Mâlik'in sözü ne kadar güzel ve zannı ne
kadar uygundur. Çünkü müstehazamn öğle vaktinde gusletmesinde hiç bir mana
yoktur. Nitekim, fukahanın hiç birisinin bu görüşte olduğunu bilmiyorum.
Doğrusu "temizlikten temizliğe gusleder" şeklindedir ki, bu hayz
kanının kesildiği vakittir. Ancak, "öğleden Öğleye yıkanır" rivayeti
bazı hallerde bazı kadınlar için uygun olabilir. Meselâ kadın normal âdet
günlerini ve vaktini unutur, sadece kanın daima öğle vaktinde kesildiğini
hatırlar. îşte o zaman bu kadının Öğle vaktinde yıkanması, diğer vakitler için
de abdest alması lâzımdır. Said b. eli Müseyyeb'e soru soran kimsenin hâli
böyle olan bir kadın hakkındaki hükmün ne olduğunu sorması, Said'in de mezkûr
cevabı vermiş olması.muhtemeldir." Hattabî'inin sözü burada sona
ermektedir. Ancak hadis-i şerifin başka muhaddisler tarafından "zâ"
harfi ile "zuhr" şeklinde yapılan rivayetleri mevcuttur. Bunların
hepsine vehm karışması biraz müşkil görünmektedir. Bazı sarihlerin ifâdelerine
göre hadisin hem (zuhr) hem de (tuhr) şeklinde değişik olarak rivayet edilmiş
olması da mümkündür.
Görüldüğü
gibi, bu Resulüllah'(s.a.v.)ın bir hadisi değil, Saîd b. el- Museyyeb'in bir
sözüdür.[112]
302.... Ali (r.a.) dan, şöyle demiştir:
"Müstehaza
(olan bir kadın) hayzı bittiği zaman her gün gusleder ve yağ veya zeytin yağı
sürülmüş bir yün (veya pamuk) kullanır."[113] [114]
Hz.Ali
kendisine müstehazanm hükmünü sorulduğunda, onun her gün gusletmesini ve
tereyağı veya zeytin yağı sürülmüş bir bezi fercine koymasını söylemiştir. Daha
evvel de müstehazanm pamuk kullanması tavsiye edilmiştir. Bunlardan maksat
tedavi ve kanın akışını azaltmaktır.[115]
303.... Muhammed b. Osman, Kasım b. Muhammed (b.Ebî Bekr)e müstehazanm
hükmü sordu; O da:
"Hayz
günlerinde namazı terk eder, hayzı bitince yıkanır, namazını kılar sonra da
(temiz olduğunu kabul ettiği) günlerde yıkanır."[116]
Kasım b.
Muhammed'in bu ifâdelerine göre müstehaza olan bir kadın iki defa yıkanır.
Birisi kendini hayızlı saydığı günlerin bitiminde, diğeri de temizlik günleri
esnasında. Bu sadece Kasım b. Muhammed'in görüşüdür.
Cumhura göre
ilk gusül farz, sonraki ise, kanı azaltmak ve bedeni temizlemek için
mendubtur.[117]
304.... Urve b. Zübeyr, Fâtıma bint Ebî Hübeyş'ten rivayet etmiştir:
Fatıma
müstehaza idi. Resulüllah (s.a.) kendisine:
"Hayız
kam (olduğu zaman) siyah olur, bilinir. Böyle olduğu zaman namazı terket.
Başkası olunca abdest al ve namaz kıl" buyurdu.
Ebû Dâvûd
dedi ki;
Îbnü'l-Müsennâ
"bize tbn EbîAdiy ezber olarak Urve'den o da Hz. Âişe'den "muhakkak
Fatıma...." diye haber verdi."
Bu hadis aynı
zamanda Ala b. Müseyyeb ve Şube'den -ki o Hakem kanalıyla, Ebü Cafer'den- de
rivayet edilmiştir. Ala doğrudan doğruya Resulüllah (s.a.), Şube ise, mevkuf
en Ebû Cafer'den "Her namaz için abdest alır'9 diye nakletmişlerdir.[118] [119]
305.... (tbn Abbâs azatlısı) tkrime'den şöyle rivayet edilmiştir:
Ümmü Hâbibe
bint Cahş istihaza oldu. Resulüllah (s.a.) ona hayz günlerini(n geçmesini)
beklemesini; sonra yıkanıp namazım kılmasını, (hayz günler bittikten sonra)
ancak bundan (abdesti bozan hallerden) birşey görürse, abdest alıp namazını
kılmasını emretti.[120] [121]
Bu
hadis-i şerif mürseldir- Anlaşıldığına
göre, mustehaza olan kadın mûtâde ise, âdeti olan hayz günleri bitince
gusleder. Daha sonra abdesti bozan bir şey gelirse abdest alır. Bu abdesti
bozan şeyin kan mı, yoksa başka bir şey mi olduğu hususunda ihtilâf edilmiştir.
Aynî, bu mesele ile ilgili olarak Hanefi imamlarının ihtilaflarını
dercetmiştir. Bu ihtilafın özeti şudur: Ebû Hanife ve Muhammedi göre
müstehazanm abdesti vaktin çıkmasıyla Ebû Yûsuf'a göre girmesi ve çıkmasıyle
bozulur. İmam Ahmed'-in görüşü de Ebû Yüsuf'unki gibidir.
306....Rabia, (b. Ebû Abdurrahman), müstehazanın her namaz için abdest
alması gerektiği görüşünde değildi: "Ancak kendisine kandan başka bir
hades gelirse abdest alır" derdi.
Ebû Dâvûd:
"Bu, Mâlik'in görüşüdür'' dedi.[122]
Rabia'nın
görüşüne göre müstehaza olan kadın ancak kendisinden kandan başka bir hades
(abdesti bozan şey) vaki olursa abdest almak zorundadır.
Rabîa'mn bu
görüşü aynı zamanda Hanefî mezhebinin de görüşüdür. Daha önceden de temas
edildiği üzere Hanefîlere göre özür sahibinden, özürün dışında bir hades
olmadığı müddetçe abdesti vakte bağlanır. Bu abdest-Ie vakit içinde dilediği
kadar namaz kılabilir. Fakat özrün dışında abdesti bozan bir hal arız olursa,
namaz kılmak için abdestini yenilemesi gerekir.
Ebû Davud'un
kaydına göre Mâlik'in görüşü de budur.[123]
307....Resulüllah (s.a.)a bi'at etmiş olan Ümmü Atıyye[124] den, şöyle demiştir:
"Biz hayz,
bittikten sonra sarıldığı ve bulanıklığı bir şey (hayz) saymazdık."[125] [126]
Hadis-i
şerifte her ne kadar "Resulüllah'in zamanında" kaydı yoksa da Ümmü
Atıyye'nin ifâdesinden, zikredilen durumun Resulüllah (s.a.) devrinde hayz sayılmadığı
anlaşılmaktadır.
Hadisin
zahirinden anlaşıldığına göre; âdet günleri bittikten sonra kadının gördüğü
toprak rengi veya sarı renkteki akıntı hayz değil, âdet günleri içinde gördüğü
ise, hayzdır. Bu hal içindeki kadınların sarı renkte akıntı bulaştırılmış
pamuklan Hz. Âişe'ye göndermeleri, Hz. Âişe'nin de onlara acele etmemelerini
bildirdiğine dâir rivayet, bu hâdisenin âdet günleri içerisinde olduğuna
hamledilir. Dolayısıyle bu iki hadis arasında zıtlık yoktur.
Hattâbî'nin
ifâdesine göre hayz bittikten sonra gelen sarımtırak ve bulanık su şeklindeki
akıntı hakkında ulema ihtilaf etmiştir. Hz. Ali, Süfyan es-Sevrî ve Evzaî'ye
göre bu hayz değildir, namaza mâni olmaz. Said b. el-Müseyyeb ve Ahmed b.
Hanbel'e göre kadın bunu görünce gusledip namazım kılar.
Şâfiîlere
göre muhteliftir. Meşhur olana göre, bu renklerdeki akıntı kan kesildikten
sonra fakat onbeş gün içinde gelirse, hayz sayılır. On beş gün geçtikten
sonraki akıntı ise, hayz değildir.
Haneğîlere
göre ise kan kesildikten sonra fakat on gün içinde gelen bir veya iki günlük
akıntı hayzdan sayılır. Hâiz olan kişi beyaz görünceye kadar temizlenmiş
sayılmaz.
Hiç hayz
olmamış kadının ilk gördüğü kan sarı veya bulanık renkte ise, fukahanm
ekserisine göre hayz sayılmaz. Şâfiîlerin bazıları, bunlar için hayz hükmünün
câri olduğunu söylemişlerdir.
Ebû Dâvûd
dediki; Yahyab.Maîn, "Mualiâ Sikadır" derdi. Ah-med b. Hanbel ise,
Muallâ re*ye değer veren biri olduğu için ondar hadis rivayet etmedi.
308....Muhammed b. Sîrin; Ümmü Atıyye'den evvelki hadisin aynısını rivayet
etti.
Ebû Dâvûd
dedi ki;
(Evvelki
hadisin senedinde adı geçen) Ümmü Hüzeyl, Hafsa bint Sîrtn'dir. Oğlunun ismi
Huzeyl, kocasının ismi de Abdurrahman'dır.[127]
309.... îkrime şöyle demiştir:
"Üramü
Habîbe müstehaza idi ve kocası kendisiyle cinsi temasta bulunurdu."[128] Ebû Davûd dedi ki: Yahya b. Main, "Muallâ
sıkadır" dedi Ahmed b. Hanbel ise, Muâllâ re'ye değer veren biri olduğu
için ondan hadis rivayet etmedi.[129]
Ebu Davud'un
üzerinde durduğu râvî Muallâ, Ebû Yûsuf ve Muhammed'in arkadaşlarındandır.
Ahmed b. Hanbel'in, onu rey taraftan görerek hadis rivayet etmemesi, Muallâ'yı
ta'n etmeye delil olamaz. Zehebî, "Ahmed, Muallâ'ya yalancılık isnad
etti, diyenler hata etmiştir" der.
"Eser"den
anlaşıldığına göre Müstehâza olan bir kadına kocasının temasta bulunması
caizdir. Ulemanın çoğunluğunun görüşü de bu merkezdedir.
Sadece îbn
Şîrîn müstehâzaya teması mekruh görmüş, Ahmed b. Hanbel de temasın cevazım
istihâza halinin uzamasına bağlamıştır. Ahmed'den başka bir görüşe göre ise,
erkeğin zinaya sapmasından korkulursa temas caiz, korkulmazsa caiz değildir.
Hanefî, Şafiî
ve Mâliklere göre; müstehâza, temiz hükmündedir. Namaz, oruç, mushafa el
sürme, i'tikâf caiz olduğu gibi, cinsî temas da caizdir.
310. ...îkrime'nin Hamne bint Cahş'tan rivayetine göre;
Hamne
müstehâza idi ve kocası kendisiyle cinsi temasta bulunurdu.[130] [131]
Bu
“eser"de yukandakinde olduğu gibi müstehâzaya, kocasının temas etmesinin caiz
olduğuna delildir. Münzirî; "îkrime'nin bunları Ümmü Habîbe ve Hamne'den
işitmiş olmasını ihtiyatla karşılamak lâzımdır" demiş, “Eser"[132] lerde inkıta olduğuna işaret etmiştir.
Hayz
halindeki kadına yaklaşmanın nass ile yasaklandığını bilen sahâ-bîlerin,
müstehâzaya temasta beis görmemeleri, bunun cevazına delildir. Ayrıca
Resulüllah'(s.a.)'dan bunu nehyedenhiç bir haber yoktur. Darimî de îbn
Abbâs'danbunun caiz olduğunu rivayet etmiştir.[133]
Türkçemize
lohusahk olarak geçen nifas, fakîhlere göre, doğumdan sonra gelen kandır.
Lügatçılara göre nifas, "doğum yapmak"tır.
Doğum yapan
kadına nüfesâ denilir, çoğulu "nifâs" şeklindedir. Ha-yızh olan
kadına haram olan şeyler lohusa olan kadınlarada haramdır. Yani namaz, kılamaz,
oruç tutamaz, Kur'an-ı Kerim'e el süremez ve okuyamaz, Kabe'yi tavaf edemez,
Mescid'e giremez vs... Lohusalık müddeti hakkında farklı görüşler vardır.
Bunlar hadislerin açıklaması yapılırken beyan edilecektir.
311....Ümmü Seleme (r.anhâ) şöyle demiştir:
"Resulüllah
(sallellahü aleyhi vesellem) zamanında lohusa olan bir kadın doğumdan sonra
kırk gün veya[134] kırk gece oturur (namazı, orucu terk eder)di."
Biz (yüzdeki çığıttan dolayı) yüzlerimize vers [135] sürerdik. [136] [137]
Hadis-i
şeriften lohusalığın azamî müddetinin kırk gün olduğu anlaşılmaktadır.
Ulemânın ekserisinin görüşü bu merkezdedir. Ömer b. Hattâb Osman, Ali, îbn
Abbâs, Enes, b. Mâlik, Âişe, Ümmü Seleme, Süfyân-es-Sevrî, Ebû Hanife ile
ashabı, Ahmed ve İshak b. Râhûye bu görüştedirler.
Şâbî, Atâ ve
Şafiî'ye göre lahusalığın ekser müddetli iki aydır. İmam Mâlik'in görüşü de bu
merkezde iken sonra bundan dönmüş ve lohusalığın âzâmî müddeti için bir sınır
tayin etmemiştir. Mâlik'in ashabı ise İmam Mâlik'in ilk görüşünü
benimsemişlerdir.
Hasan
el-Basri'ye göre elli gündür.
Bu hadisin
senedi hakkında bazı tenkitler yapılmışsa da, Tirmizî,. İbn Mâce ve Teberânî'de
bu hadisi takviye eden başka rivayetler vardır.
Lohusalık
müddetinin asgarisi hakkında da ihtilaf edilmiştir.
Şafiî, Mâlikî
ve Hanbelîlere göre lohusalığın asgarî müddeti için sınır yoktur. İbâdet
meselesinde Hanefiler de aynı görüştedir.
Doğumdan
sonraki kan gelmezse kadın hiç lohusa olmamış sayılır. Kan gelir de kırk günden
önce kesilirse, lohusalık müddeti kanın kesilme müddetidir. Kan kırk günden
fazla devam ederse Hanefîlere göre, kırk günü mfâs, kalanı istahâzadır.
Şafiîlere göre ise, iki aydan sonrası istihâzadır. Nifas müddeti içinde
görülen temizlik de nifastan sayılır. Meselâ, on gün kan gelip beş gün kesildikten
sonra tekrar on gün kan gelecekolsa, bu yirmi beş günün hepsi nifas müddeti
sayılır.
Şafiîlere
göre bu temizlik günleri en az onbeş gün devam ederse tuhr sayılır. Bu
günlerden evvelki hal nifas, sonraki günler de hayz hali sayılır. Fakat temizlik
on beş günden az devam ederse, hepsi nifastan sayılır. Ancak iddet için nifas
müddetine ihtiyaç hissedilirse bu, Ebû Hanîfe'ye göre yirmi beş gün, Ebû
Yûsuf'a göre on bir gün, İmam Muhammed'e göre on bir saattir. Şöyleki, bir
adam karısına, "sen doğurduğun zaman boşsun" dese, bilâhere kadın
gelerek ben doğum yaptım, lohusa oldum, sonra da üç defa hayz görüp temizlendim
dese, kadının sözünün tasdik edilebilmesi için, Hanefî imamlarına göre,
yukarıda geçtiği şekilde nifas müddeti şart koşulur.[138]
1. Nifas müddetinin âzamisi kırk gündür,
2. Tedavi için ilaç kullanılabilir, buna cevaz vardır.
312....Müsse (r.anha) şöyle demiştir:
Hacca
gitmiştim, Ümmü Seleme (r.anha)nın huzuruna girdim ve
Ey
mü'minlerin annesi, Semure b. Cündub kadınların hayz günlerindeki namazlarım
kaza etmelerini emrediyor dedim.
Bunun üzerine
Ümmü Seleme:
(Hayır) kaza
etmezler, Resulüllah (sallellahü aleyhi veseilem)m kadınları[139] lohusahkta
kırk gece otururlar (namazı, orucu, terk ederlerdi de Resulüllah (s.a.) onlara
lohusalık zamanındaki namazlarını kaza etmelerini emretmezdi, dedi.[140]
Muhammed b.
Hatim dedi ki, (Senetteki el-Ezdiyye'nin) ismi Müsse, künyesi Ümmü Büsse'dir.
Ebü Dâvûd,
"(Hadisin senedinde geçen) Kesîr b. Ziyâd'ın künyesi Ebû Sehl'dir"
dedi.[141]
Semure b.
Çündüb'un kadınlara hayz günlerindeki namazla-rım kaza etmelerini emretmesi
tamamen içtihadıdır. Her halde ikiyüz altmış iki numaradaki Hz. Âişe hadisini
duymamıştır. Semure'nin bu hareketine Ümmü Seleme, Resultillah'ın akrabaları
olan hanımların lohusahk esnasında geçirdikleri namazları kaza etmediklerini
delil getirerek, hayız halinde geçen namazları kaza edilmeyecek diye cevap
vermiştir. Halbuki nifas hayizdan çok daha nâdirdir. Hayız da geçen namazlar
kaza edilecek olsaydı nifasta geçenlerin evleviyyetle kaza edilmeleri
gerekirdi.
Bu hadisin
burada getirilmesine sebep lohusalık müddetini kırk gece olarak tayin
etmesidir. Konu ile ilgili malumat önceki hadisin açıklanmasında verilmiştir.[142]
1. Hayz ve nifas halinde kılınamayan namazlar sonradan kaza edilmezler.
2. Lohusalığın azamî müddeti kırk gündür.[143]
313....Süleyman b. Sühaym; Ümeyye bint Ebi Sait'in ismini kendisine
açıkladığı Benî Gifâr'dan bir kadının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Resulüllah
(sallellahü aleyhi vessellem) beni terkisine (hayvanının semerinin arkasına)
bindirdi. Vallahi Resulullah sabah namazı için indi(ği yere kadar yola devam etti.)
(Sabah olunca) hayvanını çöktür-dü. Ben de hayvanının semerinden indim. Bir de
ne göreyim, semerin arkasına benden kan bulaşmış. Bu benim ilk hayz görüşümdü.
Utanarak devenin yanma çekildim, Resulullah benim hâlimi ve kanı görünce.
Sana ne
oluyor? Her halde sen hayz oldun, buyurdu. Ben de:
Evet, dedim.
Resulullah:
Kendine
(kanın akmasına mani olacak) uygun bir şey bul, sonra bir su kabı al ve içine
tuz at ve semere bulaşan kanı yıka sonra da bineğine dön buyurdu."
(öifârlı
kadın devamla) dedi ki:
"Resulullah
(sallellahü aleyhi vesellem) Hayberi fethedince ganimetten bize de bir miktar
verdi."[144]
(Ümeyye) dedi
ki: Bu Gifârh kadın bundan sonra, suyuna tuz katmadan hiç hayzdan
temizlenmezdi. Öldüğü zaman yıkanacağı suya da tuz karıştırılmasını vasiyet etti.[145]
ResululIan
(s-a-). Hayber kalesini fethetmek için yola çıktığında hayvanına henüz bâliğa
olmamış bir kız çocuğunu da bindirmişti. Gerek bu kızın küçük olması, gerekse
hayvanın semerinin büyüklüğünden Peygamber Efendimize dokunmaması, "Resulullah
yabancı bir kadınla nasıl aynı hayvana biner?" gibi bir soru sormaya
meydan vermez.
Hz.
Resulullah semere bulaşan kanın temizlenmesi için suya tuz karıştırılmasını
emretmiştir. Hattâbî buna istinad ederek elbise sabundan zarar görecek cinsten
ise, bu elbiseyi bal ile veya elbiseye bulaşan mürekkebi sirke ile yıkamanın ve
insanın kepek ile kirini sürttürmesinin caiz olduğunu söylemiştir. Yûnus b.
Abdilalâ'da "Mısır'da bir hamama girdim, Şafiî'yi kepekle vücudunu
ovdururken gördüm" demiştir.
Yukarıda
temas edildiği gijîî üzerinde durduğumuz olay Hayber fethi esnasında olmuştur.
Hayber bir takım kale ve köylerden müteşekkil bir yerin adıdır. Medine ile Şam
arasındadır. Orada yerleşen Amâlikahlardan Hayber b. Kâniye'den dolayı bu ismi
almıştır. Hicretin yedinci senesi Muharrem ayında fethedilmiştir. Resulullah
(s.a.) Hudeybiye'den dönerken Hayber'in fethi ile va'd olunmuştur. Hayber'in
kaleleri teker teker fetholunmuş en sağlam kalelerini muhasara, on gece kadar
devam etmiş, Resulullah'ın hastalığı dolayısıyle zafer gecikmiştir. Bunun
üzerine sancağı Hz. Ebu Bekir almış, şiddetli çarpışmalar yapmış fakat sonuç
alamamıştır. Daha sonra Hz. Ömer sancağı almış fakat netice yine değişmemiştir.
Bir gün Resulullah, "Yarın sancağı Allah ve Resulünü seven birine
vereceğim Allah ve Resulü de onu sever. Allah fethi onun elleri ile müyesser
kılacaktır" buyurdu. Sabah olunca Resulullah Hz. Ali'yi sordu. Ashab
"Ya Resulullah Hz. Ali'nin gözleri ağrıyor" karşılığını verdiler.
Bunun üzerine Resulullah Hz. Ali'nin gözlerine tükrüğünü sürüp dua etti. O da
şifa buldu. Sancağı Ali'ye verdi, o da fetih tamamlanıncaya kadar savaştı.[146]
1. Elbiselerin yıkanmasında tuz kullanılması caizdir. Dıger gıda maddeleri
de aynı hükümdedir. Yanı temizleyici özellikleri bilindiği takdirde bu
maksatla kullanılabilirler.
2. Hayz kanının yıkanması lâzımdır.
3. Savaşa katılan kadınlara da ganimetten bir miktar verilir.
4. Sahabe hanımlarının cihâda rağbeti tanındı. Resulullah da onlara itinâ
ederdi.
314. .. Âişe (r.anha)dan demiştir ki; "Esma Resulullah (s.a.)ın
huzuruna girdi ve;
Ya Resulallah
bizden biri hayızdan temizlediğinde nasıl yıkanmalı? diye sordu. Resûlullah
(s.a.)î
Sidrini[147] ve suyunu alıp
abdest alır, su saçlarının dibine varıncaya kadar ovalayarak başım yıkar ve
vücuduna döker; sonra da bezini[148] alıp onunla
temizlenir, buyurdu.
Esma;
Ya
Resulallah, o bezle nasıl temizleneyim? diye sordu.
Âişe
(r.anha), Resulüllah'm kastettiğinianladımveEsmâ'ya; “o bezle kan izlerini
silersin dedim" dedi.[149] [150]
Esmâ bint
Şekel adında bir kadın Resulullah'a gelerek hayızdan temizlendikten sonra nasıl
yıkanacağını sormuş, Hz. Peygamber Efendimiz de ona tafsilatlı olarak
anlatmıştır. Ancak Resuhıllah'ın söylediklerinin farz olarak telakki edilmemesi
lâzımdır. Gusülde abdest almak veya sidr kullanmak farz değildir. Hayzdan
temizlendikten sonra yıkanmakla, cenabetten dolayı yıkanmak arasında fark
yoktur. İnsanın nasıl gusledeceği ve guslün mezheplere göre farzları önceden
verilmiştir.
Bu hadisi
şeriften sabun soda, deterjan gibi suyun içine karıştırılan ve suyun
temizleyicilik özelliğini artıran maddelerin guslün ve abdestin sıhhatine mani
olmadığı anlaşılmaktadır.[151]
1. Dinî hükümleri öğrenmek için, yapmak, gurbete çıkmak faziletli bir
ıştır.
2. Söylenilmesi, hayayı gerektiren şeylerden de olsa, dinî hükümlerin
öğrenilmesi maksadıyla büyüklere soru sormak meşrudur, hatta teşvik edilir.
3. Halk arasında ayıp telâkki edilen şeylerin, kinâ olarak söylenmesi,
açıklanmaması efdaldır,
4. Kendisine soru sorulan kişi, soruya açıkça cevap vermelidir.
5. Gusle, abdestle başlamak sünnettir.
6. Yıkanırken sabun, şampuan, soda gibi şeyler kullanılabilir; meşrudur.
7. Başı diğer azalardan evvel yıkamalıdır.
8. Saçların dibine kadar suyun ulaşması için başı yıkarken ovalamalıdır.
9. Hayzı biten kadının, vücûdunda kalan pislik ve fena kokuları gidermek
için misk gibi güzel koku sürülmüş bir pamuğu veya bezle vücuttaki kan ve
kirleri silmesi müstehaptır.
315....Safiyye bint Şeybe'den rivayet edildi ki,
Âişe (r.anhâ)
Ensâr kadınlarını anıp övdü; onlar hakkında güzel şeyler söyledi ve:
"Onlar
(Ensar)dan bir kadın Resûlullah'ın huzuruna girdi. ..." dedi. Ebû Avâne
dan geçen, kadınların hayızdan nasıl temizlenmesi gerektiğine dair soru ile
ilgili hadisi nakletti ancak "bezini alırsın" sözünün yerine
"misk sürülmüş bir bez alırsın" demiştir.
Musedded dedi
ki: Ebû Avâne (fırsaten), Ebü'l-Ahvas ise,
(kırsaten) derdi.[152]
Bu hadisin
burada getirilmesinden maksat, Sellâm (b. Sûleym) ile Ebû Avâne'nin rivayetleri
arasındaki ihtilâflara işarettir.Hadis metninde de görüldüğü gibi Ebû Avâne'nin
rivayetinde, kullanılması tavsiye edilen bezin misk sürülmüş olması ziyâde
edilmiştir. Bunun hikmeti, avret mahallinin temizlenmesi ve pis kokularının
giderilmesidir.
316....Âişe (r.anhâ)dan rivayet edildi ki;
Esma, önceki
hadiste zikredilen şeyleri Resûlullah'a sordu. (Resûlullah, cevabının sonunda)
"misk sürülmüş bir bez alır" buyurdu. Esma:
Onunla nasıl
temizleneyim? dedi, Resûlullah bir elbise ile gizlenerek;
Sübhanellah...
Onunla temizlen buyurdu. (Şube rivayetinde şunları) ilâve etti:
Esma,
Resûlullah'a cünüplükten dolayı nasıl yıkanacağını sordu, Resûlullah da şu
karşılığı verdi:
Suyunu alır
güzelce temizlenir (abdest alır)sın. Sonra başına su döker, saçlarının dibine
(su) ulaşıncaya kadar iyice ovalarsın. Daha sonra da bedenine dökersin.
(Şube) dedi
ki:
Hz. Âişe;
"Ensarın kadınları ne iyi kadınlardır. Haya onları dinlerini (n
hükümlerini) sorup anlamaktan alıkoymadı" demiştir.[153] [154]
Bu hadiis
babın başındaki hadisin bazı ilâvelerle değişik bir rivâyetinden ibarettir.
Görüldüğü gibi burada hazıylının nasıl gusledeceği sorusuna ilâveten,
cenabetten dolayı nasıl gusledileceği sorusu ve cevabı da yer almıştır. Hz.
Âişe bu gibi şeyleri sormaktan haya etme dikleri için Ensar kadınlarını
övmüştür. Aslında haya, bir korku veya ayıplanma anında arız olan hâldir.
Burada kasdedilen bu değil, halk arasında iyi bir haslet olarak kabul edilen
utangaçlık hâlidir.[155]
1. Taacüp anında teşbih (süphanellah demek) caizdir.
2. Mahrem şeylerle ilgili konuların üstü kapalı ifadelerle anlatılması
uygundur.
3. Yıkanmakta mübalağa edilmeli ve vücut ovulmalıdır; bu müstahaptır.
4. Gerekli olduğunda hayayı izhar etmek matlup amellerdendir.
5. Hayzdan dolayı yıkanan kadının vücûduna güzel koku sürmesi
müs-tehaptır.
6. Âlimin sözü, Onun huzurunda başkaları tarafından tefsir edilebilir.
7. Âlim birinin huzurunda, İlimde aşağı derecede birinden ilim almak
caizdir.
8. Yaratılıştan da olsa kişinin ayıplarını gizlemesi lâzımdır. [156]
Müellif,
su ile temizlenmeye ait hükümleri ihtiva eden hadis-i şerifleri sıraladıktan
sonra, toprakla temizlenme demek olan teyemmüm bahsine geçmiştir. Teyemmüm, abdest
ve gusle bedel olduğu için ancak onlara muktedir olunamaması halinde taharet
sebebi olabilir. Teyemmüm bir çeşit taharet olduğundan müellif bu konuyu ayrı
bir "kitap" olarak değil de, "Kitabü't-Tahâre"nin
içerisinde mütalaa etmiştir.
"Teyemmüm"
tefe'ül babından mastardır. "Su bulunmadığı veya bulunduğu halde,
kullanılmasına imkân olmadığı takdirde, temiz olan toprak cinsinden bir şey ile
hadesi gidermek maksadıyla, yüzü ve elleri (dirseklere kadar) meshetmek"
demektir.
Teyemmüm,
bu ümmete mahsus bir ruhsattır. Önceki ümmetlere böyle bir ruhsatın
verilmediğini bizzat Efendimiz (s.a.) haber vermiştir. Seyhan'ın
(Buharî-Müslim), Hz. Câbir vasıtasıyla rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber
(s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Bana,
benden evvelki Peygamberlere verilmeyen şu beş şey verilmiştir : Bir aylık
mesafeden düşmanlarımın kalbine korku vermekle bana yardım edildi, bana (bir
rivayette "Ümmetime") yer yüzü namazgah ve temizleyici kılındı, Onun
için ümmetimden namaz vakti gelip çatmış her kim olursa olsun, hemen (orada)
namazını kılıversin. (Savaşta alınan) ganimetler de bana helâl kılındı.
Halbuki benden evvel kimseye helâl kılınmamıştı. Bana şefaat verildi. Bir de,
(benden evvelki) her peygamber sadece kendi kavmine gönerilmişken, ben bütün
insanlara gönderildim.”[157]
Teyemmümün
meşruiyeti Kitab, Sünnet ve icmâ ile s,abittir.Onun azîmet mi, yoksa ruhsat mı
olduğunda ihtilâf vardır.
Bazıları,
suyun bulunmaması hâlinde azîmet; hastalık gibi bir özürden dolayı olursa,
ruhsat olduğunu söylemişlerdir.
Teyemmüm,
hicret'in beşinci yılının Şaban ayının ilk günlerinde meşru kılınmıştır. Benî
Mustalik Gazvesinde Resûlullah (s.a) ile bin kadar İslâm askeri, Hz. Âişe'nin
kaybolan gerdanlığım aramak için susuz bir yerde konaklamak mecburiyetinde
kalmışlardı. Sabah namazını kılmak için abdest almaya su bulamadılar. Sabaha
yakın, "Su bulamazsanız temiz toprak ile teyemmüm ediniz.”[158]
mealindeki âyet-i kerime nazil oldu. Bu ayet-i kerime, teyemmümün meşruiyetinin
Kitab'tan delilidir.
Ulema,
teyemmümün hem küçük nemde büyük hadeslerde (abdests izlik-gusül) meşru
olduğunda müttefiktir. Sadece İbrahim en-Nehâî ve Amr b. Mes'üd'un, teyemmümün
ancak küçük hadesi (abdestsizliliği) izâlede meşru olduğu görüşünde oldukları
rivayet edilmiştir. Onların bu görüşlerinden döndüklerini söyleyenler de
bulunmaktadır.
Hanefîlere
göre, tahâretsiz yapılması caiz olmayan her şey,,teyemmümle mübâh olur. Meselâ,
cünup kimse teyemmüm ettiğinde, Kur'ân-ı Kerîm'i eline alabilir mescide
girebilir...Teyemmüm eden bir kimse abdesti bozacak bir şey olmadığı ve suyu
bulmadığı müddetçe dilediği kadar farz ve nafile namaz kılabilir. Özür devam
ettiği müddetçe onunla hades izâle olur.
Diğer
mezheblere göre teyemmüm, hadesi izâle etmez. Onunla sadece
bir
farz edâ edilebilir. Ancak, istenildiği kadar nafile kılınabilir. Bir teyemmümle
iki farz edâ edilemez. Teyemmüm eden kişi, teyemmüm ederken farz kılmaya niyet
etmişse hem farz, hem de nafile namaz kılabilir. Nafile kılmak için niyet
etmişse, ancak nafile kılabilir, farz kılamaz. Bir teyemmümle birden fazla
cenaze namazı kılabileceği gibi bir farz namaz ve birden fazla cenaze namazı da
kılabilir.
Teyemmüm
edecek olan bir kimse, iki elini Şâfiîlere göre toprağa; Ha-nefîlere göre, yer
yüzü cinsinden temiz bir şeye bir defa vurup, bununla yüzünü mesheder. Sonra
iki elini bir daha vurup bununla da dirseklerine kadar iki elini mesh eder.
Yaptığı bu işleri, hadesi gidermek veya namaz kılmak ya da tahâretsiz sahîh
olmayan diğer bir ibâdette bulunmak maksadıyla yapar.
Hanefî
mezhebine göre teyemmümün farzları, bir niyet ve iki meshten ibarettir. İmam
Züfer'e göre niyet farz değildir.
Şâfiîlere
göre, teyemmümün farzı beştir: 1. Niyet
etmek, 2. Toprağı mesh edilecek uzva
nakletmek, 3. Bütün yüzü meshetmek, 4. Elleri dirseklerle beraber
meshetmek, 5. Tertibe riâyet etmektir.
Teyemmüm
bahsine girerken şu hususları da belirtelim:
Su
yerine toprak kullanılmasının hikmet-i teşriiyyesini bazı âlimlerimiz şu
şekilde açıklamışlardır: İnsan iki unsurdan meydana gelmiştir: Toprak ve su.|Su
tabiatı itibariyle temizleyicidir. Su bulunmadığı takdirde, görünürde kirletici
olan fakat insanın ikinci unsuru bulunan toprak da temizleyici olarak kabul
edilmiştir. Bu da insanın aslını hatırlatmak noktasından olsa gerektir.
Teyemmümde
dört abdest azası değil de bunlardan yalnız ikisi olan el ve yüze meshetmek
gereklidir. Zira teyemmüm abdeste bedeldir. Abdestte vasıtalı veya vasıtasız
meshi caiz olan baş ve ayaklar, teyemmümde bir ruhsat olarak çıkarılmıştır.
Diğer
bir husus ise,teyemmümün namazla beraber farz olan abdestten takriben 6,5 -7
yıl sonra meşfru olması nazar-ı dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Başka bir husus ise,
teyemmüm sadece abdestsizliği gidermek için değil, gerektiğinde cenabeti izâle
etmek içinde yapılır :Bu iki teyemmüm arasında yapılış bakımından hiç bir fark
yoktur. Abdest için yapılan teyemmüm neyse, cenabeti temizleyen gusül yerine
geçen teyemmüm de odur-.
Teyemmümün şartları,
teyemmümü mubah kılan özürler, teyemmümü bozan haller ve diğer hükümler yeri
geldikçe beyân edilecektir.[159]
317. ...Âişe (r.anha)dân;demiştir ki;
"Resûlullah
(s.a.) Üseyd b. Hüdayr[160] ile
birlikte bazı kişileri Âi-şe'nin kaybettiği bir gerdanlığı aramak üzere
gönderdi. (Gerdanlığı ararlarken) namaz vakti geldi, onlar da namazı abdestsiz
olarak kılıp Resûlullah (s.a.)'a geldiler ve yaptıklarını haber verdiler. Bunun
üzerine teyemmüm âyeti (el-Maide (5), (6) nazil oldu."
İbn
Nufeyl şunu da ilave etti: "Üseyd b. Hudayr Âişe'ye dedi ki;
Allah'ın
rahmeti üzerine olsun, senin başına, hoşlanmadığın ne gelmişse Allah sana ve
müslümanlara ondan bir kurtuluş ihsan etmiştir."[161]
Hadis-i şerifte
zikredilen sahâbîlerin, su olmadığı için abdest-siz namaz kılmaları ve bunu
Resûlullah (s.a.)a haber verdikleri halde, Efendimizin men'etmemesi, abdest alacak
su veya teyemmüm edecek bir şey bulamayan kimsenin bu halde kıldığı namazın
sahih olduğuna delil gösterilmiştir. Zira bu durumda namaz sahih olmasaydı,
Resûlullah buna tepki gösterir, böyle durumlarda namazın farz olmadığını
söylerdi. Halbuki Efendimiz böyle yapmamış, Onların yaptığını ikrar etmiştir.
İmam Şafiî, İmam Ahmed ve Muhaddislerin cumhuru bu görüştedir. İmam Mâlik'in ashabının
çoğu da aynı şeyi söylemişlerdir. Ancak bu görüşte olanlar, bu durumda kılınan
namazın iade edilip edilmeyeceğinde ihtilâf etmişlerdir. İmam Şafiî ve
ashabının ekserisine göre iadesi gerekir. İmam Ahmed'in meşhur görüşüne,
Müzenî ve Sehnûn'a göre bu şekilde kılınan namazın iadesi gerekmez.
İmam Ebû Hanife ve
İmam Malik'e göre, Abdest için su, teyemmüm içinde teyemmüm edecek bir şey
bulamayan kimsenin abdestsiz veya teyemmümsüz olarak namaz kılmaları sahih
değildir Bâbu farzi'1-Vudu’ (abdestin farzları) daki 59,60 ve 61 numaralı
hadisler bu görüşün delilleridir. İşaret edilen hadislerde abdestsiz namazın
sahih olmayacağı açıkça ifâde edilmektedir. Bu görüşte olanlar, üzerinde
durduğumuz hadis hakkında şu mütalaada bulunmuşlardır: "Resûlullah
aleyhisselâmm, zikredilen sahâbilerin abdestsiz namaz kılmalarını hoş
karşılamamış olması muhtemeldir. Hadiste inkârın zikredilmemesi, aslında onun
olmamasını gerektirmez. O sahâbilerin abdestsiz olarak namaz kılmaları kendi
ictihadlarıyla olmuştur. Müctehid isabet edebileceği gibi hata da edebilir.
Ayrıca meselenin beyânının daha sonra yapılmış olması da mümkündür. Üstelik
tahâretsiz namazın olmayacağını ifâde eden hadisler sarihtir. Üzerinde
durduğumuz hadiste, Resûlul-lah'ın onların hâlini red etmediği kabul edilse
bile, bu tahâretsiz namazı men'eden hadislere muarız olamaz. Çünkü bu hadis
tahâretsiz namazın sıhhatine ihtimâlli olarak delâlet eder. Öbürleri ise
sarihtir.
Hanefîlere göre bu
durumdaki bir kimsenin, imkân bulduğunda geçen namazını kaza etmesi lâzımdır.
Medinelilerin rivayetine göre, İmam Mâlik bu durumda kılınamayan namazın kaza
edilmesini şart görmez.
Hadisteki İbn
Nufeyl'in ilâvesinden anlaşıldığına göre, teyemmüm âyetinin inmesine sebep
olan bu hâdise İfk Hâdisesi değildir. Buradan Hz. Âişe'nin gerdanlığının bir
kaç defa kaybolduğu anlaşılmaktadır.[162]
1. Az da
olsa, malın korunması lâzımdır.
2. Savaş
veya başka bir maksat için
kadınlarla birlikte sefere çıkmak caizdir.
3. Kaybolan
malı aramak meşrudur.
4.
Kadınların kocalarına güzel görünmek için süslenmeleri ve ziynet eşyası
takmaları caizdir.[163]
318. ...Ammâr b. Yâsir
(r.a) şöyle haber vermiştir:
"Sahâbîler,
Resûlullah (s.a) ile beraber oldukları halde, sabah namazı için yeryüzü
(toprak) cinsinden bir şeyle teyemmüm ettiler. Şöyleki: Ellerini yere vurdular
sonra yüzlerini bir kere meshettiler. Bilâhere ellerini tekrar yere vurdular ve
her iki ellerini omuzlarına ve koltuk altlarına kadar avuçlarının içiyle
meshettiler."[164]
İbn Reslan ve el-
Munziri, Ubeydullah b. Abdullah'ın Ammar b Yasın görmediğini söyleyerek bu
hadisin munkatı olduğuna hükmetmişlerdir. îbn Mâce bu hadisi Ubeyhudullah'ın
babasından,onun da Ammâr'dan rivayeti şeklinde muttasıl olarak tahrîc etmiştir.
İbnü'l-Arabî de "Ammar hadisindeki ıztırap, noksanlık, ziyâde ve başka
illetlere rağmen, ulemanın bu hadisin sıhhati üzerindeki ittifakı şaşılacak
şey!" demiştir.
Müellifin bu ve bundan
sonraki hadisi getirmekten maksadı teyemmümün yapılış şeklini göstermek ve
teyemmümün ne ile yapılacağını belirtmektir.
Hadis-i şerifte geçen
“said” kelimesinin mânâsı, ister toprak, ister başka birşey olsun, yer yüzünün
adıdır ,Zeccâc:in mânâsının bu olduğunda lûgatçılar arasında bir ihtilaf
bilmiyorum" demiştir. Bu kelimenin, sadece toprak için kullanıldığını
söyleyenler de olmuştur. Bu yüzden âlimler kendisiyle teyemmüm yapılabilecek
maddeler hakkında ihtilaf etmişlerdir.
Evzâi ve Sevrî'ye
göre, yer yüzündeki her şeyle hatta kar ile teyemmüm edilebilir.
îmam Şafiî, İmam Ahmed
b. Hanbel, Hanefî imamlarından Ebû Yûsuf, Dâvûd ve İbn Munzir, teyemmümün
ancak uzuvlara tozu yapışan toprakla sahih olduğu görüşündedirler.
İmam Mâlik, yanmadığı
müddetçe yer yüzündeki her türlü madde ile teyemmümün sahih olduğunu
söylemiştir.
îmam Ebû Hanîfe ve
İmam Muhammed'e göre (mezhebin görüşü de budur) yandığı zaman kül olmayan ve erimeyen
arz cinsinden her şey ile teyemmüm yapılabilir. Buna göre toprak kum, taş,
kireç ve sürme gibi maddelerle teyemmüm sahihdir. Ama odun, tahta gibi yamnea
kül olan, demir, kurşun, bakır gibi ateşte yumuşayan maddelerle teyemmüm sahih
değildir. Bu görüş, "saîd" kelimesinin manasına en uygun düşenidir.
Ayrıca bu babın mukaddimesinde mânâsım naklettiğimiz '"Bana yeryüzü
namazgah ve temizleyici kılındı" şeklindeki hadis-i şerif ile Ebû Dâvûd'da
331 numarada gelecek olan ve Resûlullah (s.a) in duvardan teyemmüm ettiğini
bildiren hadis-i şerif de Hanefî mezhebinin görüşünü te'yid etmektedir.
Hadis-i şerifte geçen
ibaresindeki "min" harf-i cerrinin mânâsında olması mümkün olduğu
gibi, ibtidâi gaye için olması da caizdir. Ter ceme birinci ihtimâle göre yapılmıştır.
İkinci veçhe göre mânâ, "avuçlarının içinden omuzlan ve koltuk altlarına
kadar mesnettiler" şeklinde olur.
Teyemmümde, ellerden
mesh edilecek kısmın, parmak uçlarından, dirseklere kadar olduğunda ulema
aşağı yukarı müttefiktir. Sadece Zührî'nin bu hadisin zahiri ile amel ederek
koltuğa kadar meshedilmesinin gerektiği görüşünde olduğu nakledilmiştir.
Cumhur, bu hadisle
ilgili olarak şöyle demiştir: "Ammâr ve beraberindekiler, kendilerinde
husus ifâde eden bir delil bulunmadığı için el kelimesini zahiri mânâsına göre
tâbir etmişlerdir. Çünkü el, parmak uçlarından koltuğa kadar uzanan uzvun
adıdır. Ama bilâhere, dirseklerden sonraki kışımın sükûtuna dâir icmâ delili
meydana gelmiş geriye kalan kısım yani parmaklardan dirseklere kadar olan uzuv
aslı üzere kalmıştır. Üstelik teyemmüm abdestten bedeldir. Bedel olan birşey
bedel kılınana muhalif olamaz."
İmam Şafiî, -üzerinde
durduğumuz hadisteki koltuklara kadar- "mesh ile ilgili haber,
Resûlulah'ın emri ile olmuşsa, bu mensûh efendimizin emri ile olmamışsa hüccet
yine Resulullah'ın emri olandır." der.
Hattâbî
"Dirseklerden yukarısını meshetmenin lüzumlu olmadığı hususunda ulemâ
müttefiktir" demiştir.
Bu hadis-i şerifin
zahiri, teyemmümde, biri yüz, diğeri de eller için olmak üzere iki defa yere
vurulacağına delildir. Ulemânın çoğunluğunun görüşü de bu şekildedir.
Atâ, Mekhûl, Dâvûd,
Evzâî, Taberî, Ahmed, İshak b. Râhûye ve İbn Munzir'e göre yüz ve eller için
sadece bir vuruş kâfidir. Mâlikiler'e göre eller yere iki defa vurulur, fakat
bunlardan birincisi farz ikincisi sünnettir.
îbn Şîrîn ve
İbnu'l-Museyyeb ise, elleri yere üç defa vurmanın şart olduğu görüşündedirler.
Hanefî ve Şâfiîlere
göre teyemmümün farzları, bu babın mukaddimesinde verilmiştir.[165]
1. Teyemmüm
biri yüz diğeri de kollar için olmak üzere iki vuruşla yapılar.
2. Kollar
koltuklara kadar meshedilebilir
3. Teyemmüm
yer yüzü cinsinden bir şeyle yapılabilir.[166]
319.
...Abdülmelik b. Şuayb, İbn Vehb'den önceki hadisin benzerini rivayet etti.
îbn Vehb rivayetinde şöyle dedi:
"Müslümanlar
kalktılar ve topraktan bir şey avuçlamadan ellerini yere vurdular." (İbn
Vehb bundan sonra) önceki hadisin benzerini söyledi. Ancak omuzlan ve koltuk
altlarım zikretmedi. İbnu'1-leys ise, "dirseklerin üstüne kadar..."
dedi.[167]
Görüldüğü gibi, bu
hadis aşağı yukarı bir önceki hadisin aynısıdır Ancak bu rivayette, Sahâbilerin
toprağı avuçlamadan, sadece yere vurdukları tasrih edilmiş, omuzlar ve koltuk
altlan zikredilmemiştir. Ayrıca İbnu'l-Leys'in rivayetinde dirsek üstlerine
kadar meshedileceği beyan edilmektedir.[168]
320.
...Ammâr b. Yâsir'den rivayet edilmiştir ki;
Resûlullah (s.a.)
yanında Âişe olduğu halde gece yarısından sonra Ulâtü'1-Ceyş (denilen yer)[169] de
konakladı.
(Burada) Âişe'nin
Zafâr[170] boncuğundan olan gerdanlığı kayboldu. Ordu
tanyeri ağarıncaya kadar bu gerdanlığı aramakla meşgul oldu. Halbuki
yanlarında su yoktu. Bundan dolayı Ebû Bekir, Âişe'ye kızdı ve, "insanları
(yola devam etmekten) alakoydun. Halbuki onların yanında su yok" dedi.
Bunun üzerine Allah Celle Celâlühü, Resûlullah (s.a.)'a temiz olan yer yüzü
cinsinden bir şeyle temizlenme ruhsatını (teyemmüm âyetini) indirdi. Hemen
müslümanlar Resûlullah'Ia birliktekalktılarıve ellerini yere vurdular,sonra da
topraktan bir şey avuçlamadan kaldırıp yüzlerini ve ellerini üstten omuzlarına,
avuç-larının içinden de koltuk altlarına kadar mesnettiler.[171]
İbn Yahya rivayetinde,
îbn Şihâb'ın; "insanlar buna (omuzlara ve koltuk altlarına kadar
meshetmeye) itibar etmiyorlar" dediğini ilâve etti.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Bu hadis-i şerifi, îbn
îshâk da böylece (Salih b. Keysân 'in rivayet ettiği gibi) rivayet etti ve
rivayetinde (Ubeydullah b. Abdillah ile Am-mârb. Yâsir'in arasına) îbn Abbâs'ı
soktu. (îbn îshâk ayrıca) Yûnus'un dediği gibi, "iki defa vurdular"
dedi. (Musannifin bu sözü, Salih b. Keysân 'in "bir defa vurdular”şeklinde
rivayet ettiğine delâlet ediyor.)
Bunu Mâ'mer de
Zührî'den "iki vuruş" şeklinde rivayet etti.
Mâlik, ZührVden,
Zührî, Ubeydullah b. Abdillah'dan o da babası tankıyla Ammâr'dan rivayet etti.
Ebû Uveys de aynı
şekilde (Mâlik'in dediği gibi Abdullah 'in ilâvesiyle) Zührî'den rivayet etti.
îbn Uyeyne,
Ubeydullah'ın babası(nın zikredilip ve zikredilmediği)nde şüphe etti.
Bir seferinde
"Ubeydullah'dan o da babasından, veya Ubeydullah'tan, o da îbn
Abbâs'tan" şeklinde, başka bir seferinde i 'babasından “bir seferinde de'
'îbn Abbâs 'tan” şeklinde rivayet etti
Yine îbn Uyeyne, o
hadisi Zührî'den duyup duymadığında da tereddüt etti.
Onlardan (Ammâr
hadîsini Zührî'den rivayet edenlerden) ismini verdiğim (Yûnus, Îbn îshâk ve
Ma'mer)den başka hiçbirisi bu hadiste "iki vuruştu zikretmedi.[172]
Görüldüğü S'bibu
hadis-i Şerif teyemmüm âyetinin inmesine sebep olan hâdiseyi anlatmaktadır.
Ancak bu mevzudaki rivayetler arasında bazı farklılıklar göze çarpmaktadır.
Bazı rivayetlerde gerdanlığı bütün ordunun aradığı beyân edilirken bazılarında
(317. hadiste olduğu gibi), gerdanlığı arayanların ordudan bir kısmı olduğu
ifâde edilmektedir.
Buhârî ve Müslim'in
rivayetinde, Resûlullah Efendimizin, Âişe validemizin uylukları üzerine başını
koyup uyuduğu ve Hz. Âişe'nin, "Beni yola çıkmaktan men'eden şey
(gerdanlığı aramak değil) Resûlullah (s.a.)'ın uyluklarım üzerinde oluşudur”
dediği nakledilmektedir.
Ashâb-ı Kiram,
teyemmüm ettiklerinde, Resûlullah (s.a.) da teyemmüm etti mi, yoksa o'nun
namazını abdestte mi kıldığı konusunda ihtilâf edilmiştir. Hadisin zahirinden
onun da teyemmüm ettiği anlaşılmaktadır. Fakat îbn Reslân,îbn
AbdiIUerr'demnaklen efendimizin namaz farz kılındıktan sonra bütün namazlarını
abdestle kıldığını nakletmektedir. Buna göre Efendimizin teyemmümünü anlatan
haberleri ümmetini ta'lime hamletmek gerekir.
Görüldüğü gibi bütün
bu hadis-i şerifler Kur'ân-ı Kerim'de mücmel olan teyemmüm âyetini tefsir ve
beyân etmektedir. Teyemmümde toprağa vurmanın bir veya iki olması ve el ve
kollardan nerelere kadar mesh yapılacağı hususunda geçen ve ileride gelecek
hadisler ışığında fukahâ üç görüşe ayrılmışlardır. Ayrıca ulemânın ekserisinin
kabul ettiği gibi toprağa vuruş bir değil, her ne kadar bir defa ile iktifa
edilebileceğini söyleyenler ve hatta üç kere vurulmasının gerektiğini
söyleyenler var ise de iki defa olması istikametindedir. Ulemânın mesh
konusundaki ihtilâflarını şu şekil de sıralayabiliriz:
1. Parmak
uçlarından omuzlara kadar mesh edilmesi görüşüdür. Bu İmam-i Zuhrî'ye aittir.
2. Yalnız
bileklere kadar meshedilmesi gerekir diyenlerin görüşüdür. Bu da Ammâr b.
Yâsir'den vârid olan sahîh bir hadise dayanmaktadır.
3. Dirsekler
de dahil dirseklere kadar mesh edilmesi görüşüdür. Bu, Hanefiler de dahil,
cumhurun görüşü oluyor. Bu hususta İmam Dehlevî "İki vuruşla dirseklere
kadar meshedilmesi amel bakımından ihtiyata en uygundur" demektedir.
Buhâri ve Müslim'in
rivayetlerinde Hz, Âişe'nin gerdanlığının kayboluşu anlaşılmakta, fakat
teyemmümün keyfi1 yetinden söz
edilmemektedir.[173]
321.
...Şakîk (r.a.)'den; şöyle demiştir:
Ben, Abdullah
(b.Mes'ud) ile Ebû Mûsâ el-Eşârî'nin yanında oturmakta idim. Ebû Mûsâ;
Ya Ebû Abdirrahman[174] bir
adam cünup olsa ve bir ay su bulamazsa teyemmüm yapamaz mı? Ne dersin? dedi.
Abdullah;
Hayır, bir ay da su
bulamasa teyemmüm yapamaz, karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebû Musa:
Peki, Mâide
Süresindeki "Su bulamazsanız temiz yer yüzü ile teyemmüm ediniz" âyetini
ne yapacaksın? dedi, Abdullah;
İnsanlara ruhsat
verilseydi, suları soğuk gördükleri zaman hemen toprakla teyemmüme
yönelirlerdi. Ebû Mûsâ:
Demek bunu
(cünüplükten dolayı teyemmümü)bunun için kerih gördünüz, öyle mi? Abdullah:
Evet, dedi.Ebû Musa;
Ammâr'ın, Hz. Ömer'e
(söylediği) şu sözü duymadın mı? "Resûlullah (s.a.) beni bir ihtiyaç için
göndermişti, Cünup oldum, fakat su bulamadım .Bunun üzerine hayvanın yerde
yuvarlandığı gibi yuvarlandım, sonra da Resûlullah sallelahü aleyhi vesellem'e
gelip bu durumu haber verdim. Resûlullah; "Şöyle yapman kâfi idi"
dedi ve elini yere vurup, silkeledi, sonra sol eliyle sağ elinin üstünü, sağ
eliyle de sol elinin üstünü daha sonra da yüzünü mesnetti" Abdullah
(b.Mesûd, Ebû Musa'ya cevaben);
Sen de Ömer (b. Hattâb)ın,
Ammâr'ın sözü ile ikna olmadığını bilmiyor musun? dedi."[175]
Üzerinde durduğumuz
haberin Buhârî ve Müslim'deki rivayetlerinde bazı farklılıklar göze
çarpmaktadır. Ancak bu farklılıklar mânâyı pek değiştirmemekte» laf uzların ayrılığına rağmen mefhum
itibariyle aynı sonuç elde edilmektedir.
Haberin zahirinden
anlaşıldığına göre Abdullah b. Mesûd, cünup olan kişinin su bulunmaması veya
suyu kullanma imkânı Olmaması hâlinde teyemmüm edemiyeceğini söylüyordu. Bu,
Ebû Mûsâ el-Eş'ârî'nin kulağına gitmiş ve aralarında, haberin metninde görülen
konuşma cereyan etmiştir. İbn Mes'üd'un cünubün teyemmümünü kerih görmesi,
insanların soğuktan korktukları takdirde guslü bırakıp teyemmüme yönelmeleri
endişesinden doğmaktadır. Buhârî sarihlerinden Kirmânî'nin beyânına göre,
cünubün teyemmüm edebilmesi ruhsatı ile, soğuktan dolayı teyemmüme yönelmesi
arasındaki alâka, suyu kullanmaya kudretinin yetmemesidir. Suyu kullanmaya
gücün yetmemesi, ya suyun bulunmaması veya kullanılmasının mümkün olmamasıdır.
Ulemânın büyük
çoğunluğu, hem abdestsizlik, hem de cünublükten dolayı teyemmüm edip namaz
kılmanın sahih olduğu görüşündedirler ,Dört mezhebin görüşü budur. Sadece,
Ömer b. el-Hattab, Abdullah b. Mesûd ve İbrahim en-Nehaî'den, cünubün
teyemmümle namaz kılamayacağı görüşünde oldukları nakledilmiştir.Yine bunlardan
Hz.Ömer ile îbnMes'ûdunbu görüşlerinden döndükleri de rivayet edilmiştir.
Bu haberin
tertibinden, teyemmümde tertibin şart olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü Ammâr'ın
haberine göre, Efendimiz önce kollarını meshetmiş, yüzünün meshini sonraya
bırakmıştır. Tertip ise bunun tam aksidir. Hanefî ve Mâlikîlerin mezheplerinde
tertip şart değildir. Ahmed b. Hanbel de büyük hadesten dolayı teyemmümde
tertibe riâyeti şart koşmaz. Yine bu haberden, teyemmüm için ellerde toz
izlerinin bulunmasının şart olmadığı anlaşılmaktadır. Resûlullah Efendimizin
ellerini silkelemesi bu görüş sahiplerini te'yid etmektedir. Ellerde toz
izlerinin kalmasını şart koşanlar bu silkelemenin hafif olduğunu, tozları
düşürmediğini söylemektedirler.[176]
1.
Cünüplükten dolayı teyemmüm caizdir.
2. Teyemmüm
ederken elleri silkelemek caizdir.
3.
Teyemmümde tertibe riâyet şart değildir.Gusül için yapılan teyemmüm, abdest
için yapılanın aynıdır.[177]
322. ...Abdurrahmânb.
Ebza[178]
(r.a.)den şöyle demiştir:
Ben Ömer b. el-Hattab
(r.a)ın yanında idim. Bir adam geldi ve;
(Yâ emire'1-mü'minin)
biz bir iki ay bir yerde kalıyoruz. (Cünub oluyor su bulamıyoruz, ne yapalım?)
dedi. Hz. Ömer;
Ben olsam su buluncaya
kadar yıkanmam, cevabını verdi. (Orada bulunan) Ammâr şöyle dedi:
Yâ emir'el-mü'minin,
hatırlıyor musun? Hani senjnle deve (gütmek) de idik de ikimiz de cünup
olmuştuk. Bunun üzerine ben yerde yuvarlandım.Resûlullah (s.a) a gelip durumu
söyledim. Resûlullah;
"Şöyle yapman
sana yeterdi" buyurdu ve ellerini yere vurdu, sonra onlara üfledi. Sonra
da elleriyle yüzünü ve kolunun yansına kadar ellerini meshetti. Hz. Ömer:
Yâ Ammâr Allah'tan
kork! dedi. Ammâr da:
Yâ Emirel-mü'minin, eğer
sen istersen vallahi bunu ebediyyen (bir daha) söylemem, dedi. Bunun üzerine
Hz. Ömer:
Hayır, vallahi bundan
(teyemmüm hadisesinden) üzerine aldığın sorumluluğu sana bırakıyorum, dedi.[179]
Haberden anlaşıldığına
göre, bir adam Hz. Ömer'e gelerek kendilerinin çok az su bulunan bir yerde
olduklarım, bu yüzden bazan yıkanabilmek için bir iki ay su bulamadıklarını, bu
durumda ne yapmaları gerkektiğini sormuş. Hz. Ömer de"Ben olsam su
buluncaya kadar yıkanmam" diyerek bu durumda namaz Alamayacaklarını
söylemiş; orada bulunan Hz. Ammâr başlarından geçen bir hâdiseyi hatırlatarak,
böyle hallerde teyemmüm yapılabileceğini belirtmek istemiştir. Ancak Hz. Ömer
bu hâdiseyi hatırlayamamış ve bu istikâmetteki birfetvânın vebalinin Ammâr'a
ait olacağını söylemiştir.
Bu hadiste
Resûlullah'ın, ellerini yere vurduktan sonra üflediği beyân edilmektedir ki
önceki hadiste de ifâde edildiği üzere teyemmümde elde toz bulunmasını şart
koşmayanların görüşlerini te'yid eder. Karşı görüşte olanlar, bu üflemenin,
tozu uçurmayacak şekilde hafif olduğunu söylemişlerdir.
Yine hadis-i şeriften,
teyemmümde bir vuruşun yeterli olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, bazı âlimlerin
bu görüşte oldukları daha evvel beyân edilmişti. İki vuruşun farz olduğu
görüşünde olanlar, bu hadis-i şerifi şu şekilde anlamışlardır: "Bu ve
bundan önceki hadis, meshin nasıl yapıldığını beyân içindir. Teyemmümle ilgili
bütün esasları ifade etmemekdedir. Cenab-ı Allah, abdestte elleri dirseklere
kadar yıkamayı "yüzünüzü ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayınız"[180] ayet-i
kerimesi ile farz kılmıştır. "Teyemmüm’de de meshi "yüzünüzü ve
ellerinizi mesh ediniz"[181]
ayeti ile vacip kılmıştır. Teyemmüm âyetinde mutlak olarak zikredilen el,
abdest âyetinde "dirseklere kadar" diye kaydedilen eldir.Bu açık
beyân ancak bunun kadar açık bir beyanla terkedilebilir ki, o da yoktur.
Öyleyse teyemmümde ellerin mes-hedileceği miktar, "dirseklere
kadar"dır. Bu ifâdeler, ayrıca teyemmümde, ellerin bileklere kadar meshini
yeterli görenlere de bir cevap mahiyetindedir.
Hafız İbn Hacer el-Askalânî
Buhârî şerhi Fethu'l-Bârî'de teyemmümde vacip olan şeylerin bu hadiste
anlatılanlar olduğunu, bunlara ilave olarak fiilen yapılan şeylerin kemâle
delâlet ettiğini, kavli bir ziyâdenin de mevcut olmadığını söylemektedir.
Ammâr (radıyallahü
anh)ın bu kıssası Resûlullah (s.a.) zamanında içti-Mdm caiz olduğuna ve bunun
fiilen tatbik edildiğine delildir. Fakat konu, usûl âlimleri arasında
ihtilâflara yolaçmıştır.Kimi, Resûlullah (s.a.) devrinde içtihadın mutlak
olarak caiz olmadığını; kimi, Efendimiz'in gıyabında caiz olduğunu, huzurunda
caiz olmadığını söylerken bazıları da Efendimizin hem huzurunda hem de
gıyabında içtihadın caiz olduğu görüşünü benimsemektedirler. Menhel sahibinin
beyânına göre esah olan, her hâlükârda cevazıdır.[182]
1. Öğreticinin,
öğreteceği şeyleri en iyi metotla karşıdakine aktarması lâzımdır.
2. Teyemmümde
bir vuruş kâfidir. Tafsilat yukarıdaki hadislerin şerhinde açıklanmıştır. Bu
hadis de bir vuruş ile kifayet edilir diyenlere delildir.
3. Yere
vurduktan sonra ellere üflemek caizdir.
4. Ashâb-ı
kiramın, Resûlullah zamanında ictihâd ettikleri vakîdir.
5. Müctehid
bütün gayretini sarfettikten sonra hata ederse, bu hatadan dolayı kınanamaz.[183]
323.
...Abdurrahman b. Ebzâ; Ammâr b. Yâsir'den bu hadis-i şerifi (şu şekilde)
rivayet etti:
"Resûlullah
(s.a.)î
"Ya Ammâr, şöyle
yapman sana yeterdi” buyurdu Ve ellerini bir kere yere, sonra da birini diğerine vurdu. Sonra
yüzünü ve dirsekleri aşmadan kollarını, yarısına kadar mesnetti."[184]
Ebû Dâvûd dedi ki; Bu
hadisi Veki’ A'meş-Seleme b. Küheyl- Abdurrahman b. Ebzâ senediyle; Cerîr de A
'meş-Seleme b, Küheyl-Said b. Abdirrahman b. Ebzâ ve babası (Abdurrahman b.
Ebzâ) senediyle rivayet etti.[185]
Bu hadis bazı küçük farklarla
önceki hadisin tekrarı gibi görünmektedir. Ancak bu rivayette Resulullah in
teyemmümü beyan etmesine sebep olan hâdise yer almamıştır. Bir de Efendimizin
yere bir defa vurduğu ve kollan meshederken dirsekleri aşmadığı açıkça ifâde
edilmiştir.
Müellifin, sonraki
ziyâdeyi kitabına almaktan maksadı A'meş'in talebeleri arasındaki ihtilaflara
işaret etmektir.[186]
1. Teyemmümde
yere bir vuruş kâfidir
2. Dirsekten
mesh etmek şart değildir. Ancak teyemmüm abdestten bedel olduğu için hanefîlere
göre dirsekler de meshedilmelidir.[187]
324.
...Abdurrahman b. Ebzâ'nın oğlu, babası vasıtasıyla Ammâr (r.a.)dan bu (önceki
hadislerde geçen)kıssayı rivayet etti.^Bu rivayete göre) Resulullah
(sallellâhü aleyhi vesellem): "Sana sadece (şu) yeterdi" buyurdu ve
elini yere vurup ona üfledi sonra da yüzü ve ellerini mesnetti.[188]
(Şube dedi ki); Seleme
şüphe etti ve “Bu hadiste, dirseklere kadar mı, yoksa bileklere kadar
(manasına gelen bir şey) mi (dediğini) bilmiyorum" dedi.[189]
Bu rivayet de,
öncekilerle aynı mânâyı ifâde emektedir. Ancak bu rivayette: Seleme, Rasûlullah
(s.a.)'ın ellerini dirseklerine kadar mı, yoksa "ellerine kadar"
mânâsına gelen başka bir mafsala kadar mı, meshettiğini bilmediğini
kaydetmiştir. Ancak Seleme "ellerine kadar” mânâsı ifâde eden sözü,
lâfzan, hatırlayamadığını fakat bu manayı ifâde eden bir söz olduğunu
söylemiştir.[190]
325. ...Şube
bu (önceki) hadisi ayrı isnatla rivayet etti ve şöyle dedi: (Ammâr) dedi ki;
"Resûlullah
(s.a.) sonra eline üfleyip, onunla (elleriyle) yüzünü ve dirseklere -veya
kollara- kadar ellerini mesnetti."
Şube dedi ki;
"Seleme,
(Resûlullah) ellerini, yüzünü ve kollarım (mesnetti)" derdi. Bir gün
Mansûr kendisine "söylediğine dikkat et çünkü kolları (Zerr b. Abdullah'ın
talebelerinden) senden başka hiç biri söylemedi" dedi.[191]
Bu Dâvûd bu rivayeti
Sünen'e almaktaki maksadı, yukarıda Seleme'nin lâfzını hatırlayamayıp mânâsıyle
naklettiği sözün,"Kollara kadar" ibaresi olduğuna işaret etmektir.
Ancak bu ilâveyi sadece Seleme, bazı rivayetlerinde zikretmiştir.[192]
326.
...Abdurrahmân b. Ebzâ bu (yukarıda geçen) hadisi Ammâr' dan, rivayet etti. Bu
rivayetinde Ammâr der ki:
"Resûlullah
(s.a.) şöyle buyurdu:
Ellerini yere vurup
onlarla yüzünü ve ellerini meshedivermen sana yeterdi." Ammâr (bunu
dedikterî sonra) hadisin tamamım nakletti.
Ebû Dâvüd dedi ki;
Bu hadisi Şu'be,
Husayn'den, o da Ebû Mâlik'ten şöylece rivayet etti: "Ammâr'ı (Önceki
hadisin) benzerini söylerken işittim. Ancak o "üflemedi" dedi."
Bu hadisi, Huseyn b.
Muhammed ve Şu 'be 'den o da Hakem 'den: (Ammâr), "Resûlullah ellerini
yere vurdu ve üfledi dedi" şeklinde rivayet etti.[193]
Bu rivayet de aşağı
yukarı öncekilerdeki mefhumu içine almaktadır. Ne var ki, önceki rivayetlerde Efendimizin,
teyemmümü bizzat yaparak tarif ettiği beyân edilirken, bunda lisânen tarif
ettiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, bu rivayette ellerde meshin son haddi beyân
edilmemektedir.Herneıkada^bazı âlimler bu hadisin elleri bileklere'kadar mesh
etmeyi kâfi görenlerin görüşünü te'yid ettiğini söylemekte ise de, buna delâlet
eden açık bir ifâde yoktur. Çünkü dirseklere kadar mesh de elleri içine alır.
Ebû Dâvûd bu hadisi
Müsedded'den,bundan önceki rivayetleri ise, başa doğru sırayla, Ali b. Selh
er-Remlî, Muhammed b. Beşşâr, Muhammed b. Ali, Muhammed b. Kesir el1-Abdı ve
Muhammed b. Süleyman el-Enbârî isimli hocalarından almıştır.[194]
327.
...Ammâr b. Yâsir'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Resûlullah (s.a.Ve
teyemmümü sordum. Bana hem yüz, hem de eller için bir defa vurmamı emretti."[195]
Bu hadisin zahirine
göre, yüzü ve elleri meshetmek için yere bir kere vuruş yeterli olmaktadır.
Ellerin meshedilmesinde son bir had zikredilmediği için de sadece ellerin meshi
kâfi gibi görünmektedir.
Yere iki kere vurmayı
ve dirseklere kadar meshetmeyi şart koşanlar, bu hadisi şöyle te'vil
etmişlerdir: "Daha önce Ammâr'ın teyemmümde iki kere vurmaya işaret eden
rivayetinde olduğu gibi bu hadisin manası bir kere yüz bir kere de eller için
vurmanı emretti" şeklindedir. Bu hadis-i şerifte sadece eller zikredilmiş
ise de, dirseklere kadar meshi işaret eden hadisler ve teyemmümün abdeste bedel
olması keyfiyeti ellerin dirseklere kadar meshedileceği hükmünü ortaya
koymaktadır.
Tahâvî, Şerhu
Meânil-Âsâr'da bu hususa işaretle
şunları söylemektedir;
"Teyemmüm
hakkındaki rivayetlerin farklılığı ve ulemânın ihtilâfından dolayı bu
görüşlerden sahih olanı ortaya çıkarmak için düşündük ve gördük ki, teyemmüm,
Cenab-ı Allah'ın zikrettiği abdest azalarından bazılarını düşürmüştür. Meselâ,
baş ve ayakların teyemmümde meshine lüzum yoktur. Ancak meshedilmeme o uzvun
bir kısmını değil, tümünü içine almaktadır. Yani teyemmümde meshedilmesi
gerekmeyen uzvun tümü hükmün dışında bırakıldığı gibi, meshedilecek uzvun da
tamamı hükmün içine girmekdedir. Abdest de yüzün tamamını yıkamak gerektiği
gibi, teyemmümde de yüzün tamamını meshetmek lâzımdır Aynı şekilde, nasıiki
abdestte elleri dirseklere kaçlar ykamak icabediyor ise teyemmümde de
dirseklere kadar meshetmek gerekir."
Bu konuda söylenecek
en güzel söz bu olsa gerektir.[196]
328.
...Katâde'ye seferde iken teyemmümün hükmü soruldu. Katâde;
Bana bir muhaddis
Şâ'bî'den, o Abdurrahman b. Ebzâ'dan o da Ammâr b. Yâsir'den (Ammâr'ın) şöyle
dediğini haber verdi:
"Resûlullah
(s.a.) (bana yüzü ve) dirseklere kadar (elleri) meshetmemi emretti."[197]
Bu rivayet elleri
dirseklere kadar meshetmeyi şart görenlerin görüşlerim te’yid etmektedir.
Katâde'nin kendisinden
hadis aldığı muhaddisin ismini söylememesi hadisin sıhhatine mâni değildir.
Çünkü bu zat onun katında güvenilir bir
kimsedir. Nitekim, Buhârî'nin de bu şekilde rivayet ettiği hadisler vardır.[198]
329. ..İbn
Abbâs (r.anhümâ)'nın azatlısı Umeyr şöyle demiştir:
"Resûlullah (s.a.)'uı
zevcesi Meymune (r.anhâ)'nın azatlısı Ab-durrahman b. Yesâr'la birlikte geldik
ve Ebû Cuheym[199] b. Haris b. Simme el-Ensâri'nin yanma girdik.
Ebû Cuheym şunları söyledi:
Resûlullah (s.a.)
Bi'ri Cemel tarafından geliyordu. Kendisine bir adam rastlayıp selâm verdi.
Fakat Resûlullah selâmını almadı. Bir duvara gelip yüzünü ve ellerini meshetti
sonra da adamın selâmını aldı."[200]
Bu hadis-i şerifin ana
mezvuu, şartların elverdiği takdirde seferde olduğu gibi hazarda da teyemmümün
caiz olduğudur.
İkinci husus ise Hz.
Peygamber'in selâmı almak için de teyemmüm etmeleri hususudur. Halbuki yine
ittifakla kabul edilen hükme göre selâm alan birinin abdestli veya teyemmümlü
olması gerekmez. Abdestsiz bir kimse de selâm alabilir. Ancak burada Peygamber
(s.a)'m tahâretsiz gezmemeye ve zikruilah olan selâmı da taharet üzere almasma
itinası görülmektedir ve bunda ümmeti teşvik vardır. Bu husustaki hadisler
ilerde gelecektir.
Resûlullah sallellâhü
aleyhi vesellem'in, Medîne'nin yakınındaki Bi'r-i Cemel denilen yerden gelirken
karşılaş ip abdesti olmadığı için selâmına karşılık vermediği şahabı, Ebû
Cuheym'in, Begavî'deki rivayetinden anlaşıldığına göre, kendisidir. Bu hâdise,
Medine içinde vuku bulduğu için seferde olduğu gibi hazarda da teyemmümün caiz
olduğuna delildir. Dört mezhebin muteber görüşü de budur.
Peygamber (s.a.)'ın
teyemmüm yaptığı duvar, ya vakıf gibi mubah bir maldır ya da Efendimiz,
sahibinin rızâsı olacağını bildiği için izin almak ihtiyacını hissetmedi. Rıza
hâlinde sahibine sormadan bir kimsenin malından istifade etmek müslümanlara
caizdir.
Resûlullah (s.a.)ın bu
teyemmümünü bazı âlimler suyu bulamadığına hamletmişlerdir. Aynî şöyle der:
"Şeyh Muhyiddin;
Bu hadis, Peygamber aleyhisselâmın suyu bulamadığına hemledilir. Çünkü suyun
bulunması halinde, onu (suyu) kullanmaya muktedir olan kimsenin ister vakit
dar, ister geniş, ister cenaze ve bayram namazı olsun, teyemmümün caiz
olmadığını söylemiştir. Ben de derim ki, hadis mutlaktır. Bundan selâm almak
gibi bir şey için, su bulunsa da bulunmasa da teyemmüm etmenin caiz olduğu
anlaşılır. Vaktin çıkmasından korkulduğu takdirde cenaze ve bayram namazları
için de hüküm budur. Yani su olsa bile teyemmüm yapılabilir. Onun için hadisi,
suyun bulunmadığına hamletme mecburiyeti yoktur."
Begavî, Şâfitlerden
naklen, vaktin darlığı hâlinde teyemmüm ederek farz namazın kılınacağını, sonra
abdest alarak o namazın kaza edileceğini söylemişse de bu Şafiîler arasında pek
muteber değildir. Hatta onlara göre vaktin daralması sebebiyle cenaze ve bayram
namazları için bile (su bulunduğu takdirde) teyemmüm edilemez.
Hanefilere göre, hüküm
yukarıda Aynî'den naklettiğimiz gibidir. Vaktin çıkması korkusuyla vakit ve
cuma namazı için teyemmüm yapılamaz. Fakat cenaze ve bayram namazı için
caizdir. Ayrıca Hanefî âlimlerinden bazıları bu hadise dayanarak, suyu kullanma
imkânı olduğu halde mendup olan abdestin yerine teyemmümün caiz olduğunu
söylemişlerdir.
Yine bu hadis taş
üzerinde teyemmüm caiz olduğu görüşünü de te'yid etmektedir. Çünkü Medine'nin
duvarları taş ile yapılmakta idi. Resûlullah öyle bir duvarda teyemmüm yaptı.
Teyemmüm için tozu şart koşan Şafiîler . hadisi duvarda tozun bulunduğuna
hamletmişlerdir.[201]
1. Hadis,
selâmın meşru oluşuna delildir.
2. Selamı
alırken, teyemmümle de olsa taharet üzere bulunmak müstehabtır.
3. Duvar ve
taş üzerine teyemmüm yapmak caizdir.[202]
330.
...(Abdullah İbn Ömer'in azatlısı) Nâfi' demiştir ki;
Bir ihtiyaç
içinîbnömer'leberaber İbn Abbâs'a gittik. İbn Ömer, (İbn Abbas'la ilgili olan)
ihtiyacım giderdi, (sonra döndük). İbn Ömer o günkü konuşması arasında şöyle
dedi:
(Medine) yollar(m)dan
birinde bir adam büyük veya küçük ab-destinden çıkmış olan Resûlullah (s.a.)'a
rastlayıp selâm verdi. Fakat Efendimiz selâmını almadı. Adam nerde ise sokakta
kayboluyordu (uzaklaşmıştı) ki, Peygamber (s.a.) ellerini duvara vurdu yüzünü
mesnetti. Sonra tekrar vurdu, kollarını meshetti, sonra da adamın selâmını
iade edip şöyle buyurdu:
"Selâmını
almadığıma sebep abdestsiz olmamdan başka bir şey değildir."[203]
Ebû Dâvûd dedi ki;
Ahmed b. Hanbel'i,
"(Bu hadisin râviierinden olan) Muhammed b. Sabit teyemmüm hakkında münker
bir hadis rivayet etti" derken işittim. (Ebû Davud'un talebeleriden) îbn
Dâse de şöyle demiştir:
Ebû Dâvûd; "Bu
kıssadaki yere iki defa vurmanın Resûlullah aleyhisselâmdan nakledildiğinde
Muhammed b. Sabit'e mutâbeat edilmemiştir. (Başkaları) onu İbn Ömer'in fiilî
olarak rivayet etmişlerdir" dedi.[204]
Musannifin bu son
ilâveleri yapmaktan maksadı habisin zayıf-lığına işarettir. Aynî, Buhârî'nin,
Muhammed b, Sâbit'in bu hadisi Resûlullah'a kadar ref etmesini red ettiğini
söylerken, Hattâbî de Muhammed b. Sâbit'in> hadisi ile amel edilemeyecek
kadar zayıf bir râvi olduğunu, bu yüzden bu hadisin sahih olmadığını kaydeder.
Beyhakî ise, bazı Hafızların bu hadîsin Resûlullaha ref'ini inkâr
ettiklerini,bir gurubun da bunu Nâfî'den İbn Ömer'in fiilî olarak rivayet
ettiklerini söylemiştir. Daha sonra bu hadisin ref'inin münker olmadığını,
Müslim b. İbrahim'in Muhammed b. Sâbit'i övüp ondan rivayette bulunduğunu ilâve
etmiştir.
Resûlullah (s.a.)'ın
yolda karşılaştığı sahâbînin kim olduğu bu hadiste tasrih edilmemiştir. Fakat
eğer bu hâdise, evvelki hâdis-i şerifte beyân edilen hâdisenin aynısı ise, o
zatın Ebû'l-Cuheym olması gerekir.
Efendimizin bu zâtın
selâmını almaması hadis-i şerifte de beyân edildiği üzere abdesti olmadığından
dolayıdır. Bu konuda Aynî, İbn'l-Cevzî'nin şöyle dediğini söylemiştir:
"Ya, Selâm Allah'ın isimlerinden biri olduğu için, Resûlullah abdestsizken
selâm almayı doğru bulmamıştır, ya da önceden hüküm bu iken sonradan
değişmiştir." ,
Tahâvi, şerhinde ise
"Abdestsiz iken selâm aimayı men'eden hadis ab-dest âyeti ile
neshedümiştir.ıBu hükümün''Resûlullah her zaman Allah'ı zikrederdi"
mealindeki Hz. Âişe hadisi ile neshedildiği de söylenmiştir" denilmektedir.[205]
331.
...Nâfijbn Ömer(r.ahumâ)ınşöyle dediğini rivayet etmiştir:
Resûlullah (s.a.)
def-i hacetten gelmişti ki,Bi’r-i Cemel'in yanında bir adam (Ebû Cuheym)
kendisi ile karşılaşıp selâm verdi.
Resûlullah hemen
selâmım almadı. Ancak duvara yönetip de, elini üzerine koyup yüzünü ve ellerini
meshettikten sonra o zatın selâmını aldı.[206]
Bu hadis-i şerifin
diğerlerinden farklı olan tarafı Peygamber (s.a.)'ın duvara kaç defa el
sürdüğünün belirtilmemesidir.
îbn Mâce ise bu konuda
şöyle bir hadis nekletmektedir:
"Resûlullah
(s.a.) bevlederken birisi yanından geçti ve selâm verdi. Resûlullah selâmını
almadı. Hacetini bitirince, yere iki elini vurdu, teyemmüm etti, sonra da
selâmım aldı."
Bu rivayet ise, bir
önceki Muhammed b. Sâbit'in merfü denilen hadîsini desteklemekte ve merfu
olduğunun inkâr edilmemesinin uygun olacağı istikametindedir. Ayrıca Münzirî
de bu hadis-î şerife basen demiştir.[207]
332. ...Ebû
Zerr[208] (r.a.)'den demiştir ki;
"Resûlullah (sallellâhü
aleyhi vesellem)in yanında (gelen zekâtlardan) küçük bir koyun sürüsü birikti.
Resûlullah (s.a.):
"Yâ Ebâ Zer, bu
sürüyü (gütmük üzere) kıra götür”,buyurdular.
Ben de Rebeze köyüne[209]
sürdüm. Ben cünup oluyor ve (su olmadığı için yıkanamadan) beş altı (gece)
kalıyordum. Nihayet Resûlullah (s.a.)a geldim:
"Sen ha Ebü
Zer" (bu halin ne!)? buyurdular. Ben (cevap vermeden) sustum. Efendimiz;
"Ya Ebâ Zer, Anan
acını görmesin yazık anana" buyurdu ve benim için siyah bir câriye kız çocuğu
çağırdı. Câriye, içerisinde su dolu bir kova getirdi, beni (bir taraftan) bir
örtü ile gizledi. Ben de (öte yandan bir) devenin arkasına geçerek gizlendim
ve yıkandım. Üstümden bir dağı atmış gibi oldum. Bilâhere Resûlullah (s.a.)
şöyle buyurdu:
On seneye kadar bile
olsa temiz toprak müslümanın abdest suyu (temizleyicisi)dur. Ancak suyu
bulduğun zaman onu bedenine dök, (guslet). Çünkü bu daha hayırlıdır."[210]
Müsedded,
"Sürünün zekâtlardan biriktiğini" söylemiştir. (Tercemede de bu
gözönünde bulundurulmuştur.)
Ebû Dâvûd, Amr (İbn
Avn )ın rivayeti daha tamdır, dedi.[211]
Hadis-i şerifin
siyakından anlaşıldığına göre, kıra koyun gütmek üzere giden Ebû Zerr-i Gıfârî
cünup olmuş, su bulamadığı için beş altı gün yıkanamamış ve namazlarını bu
halde kılmıştır. Ancak bu durum kendisini rahatsız etmiş ve Resûlullah (s.a.)'a
gelerek halini haber vermiştir. Resûlullah, Ebû Zerr'in durumunu yadırgayarak
"Sen ha, Ebû Zer?!" buyurmuş Ebû Zer ise utandığı için susmuştur. Bu
hadisten sonra gelecek olan rivayette ise, Ebû Zer Resûlullah'm sorusuna
"Evet" diyerek mukabelede bulunmuştur. Bu iki rivayet birleştirildiği
takdirde, Hz. Ebû Zerr'in önce sustuğu daha sonra da meselenin hükmünü
öğrenmek için "evet" diyerek mukabelede bulunduğu anlaşılır.
Bunun üzerine Hz.
Peygamber, "Anan oğulsuz kala, yazık senin anana" buyurmuştur. Bu
mânâyı ifade eden deyimi,
bir beddua olabileceği gibi "Sen bu hâle geldikten sonra ölseydin daha iyi
idi" manasına da gelebilir. Buradaki söyleniş beddua manasına olmayıp, ayıplama,
kınama mânâsına olması akla yakındır. Bu bakımdan tercümede bu deyimleri,
"Anan acını görmesin, yazık senin anana!" diye çevirdik.
Resûlullah (s.a.)a
bunu söyledikten sonra, Ebû Zerr'in gusletmesi için siyahı bir cariyeyi
vazifelendirmiş, daha sonra da suyun bulunmaması halinde teyemmümü tavsiye
etmiştir.
Hattâbî bu hadis
hakkında şunları söylemektedir:
"Teyemmüm eden
bir kimsenin bu teyemmümü ile birden fazla namaz kılmasını caiz gören
Hanefîler, bu hadis-i şerifi delil alırlar. Ayrıca her hâlü kârda ister namaz
içinde, ister dışına suyun bulunması ile, teyemmümle yapılan taharetin
bozulacağı da hadisin hükmü içindedir.
"Vücûdunun
tamamına su yetişmediği takdirde yetiştiği kadarını yıkayıp geri kalan
uzuvların ise, teyemmüm edileceği görüşünde olanlar da bu hadise dayanırlar.
"Aynı şekilde,
bazı uzuvlarında yara olanların, yaralı kısımları teyemmüm edip, kalan
kısımları yıkayacağını ve şehir içerisinde cenaze ve bayram namazı için de olsa
teyemmümü caiz görmeyen Şâfiîler için de bu hadis hüccettir."
Efendimizin "on
seneye kadar bile olsa" sözünün mânâsı, belirli bir süre ile tahdit etmek
olmayıp uzun süre yapılabileceğini ifade etmektir, "on seneye kadar bir
teyemmüm kâfidir" demek değildir.
Ancak Hattabî'nin
söylediği şeylere hadisin delâleti açık değildir. Nitekim Buhârî şârihi Aynî,
Hattabî'ye itiraz ederek şöyle der:
"Bu hadis, mübdel
ile (teyemmümle) mübdelün minh olan (guslün) birleştirilerek bir taharet
yapılacağı anlamına gelmemektedir. Cildin bir kısmını yıkamak, bir kısmını da
teyemmüm etmek Efendimizin "onu bedenine sür" sözünün neresinden
anlaşılır? İbare asla buna delâlet etmez. Bilakis bu Şâfiîlere karşı bizim için
bir hüccettir. Çünkü "suyu bulduğun zaman" sözü gusül veya abdeste
yetecek kadar suyu bulduğun zaman onu bedenine sür, demektir. Zira Efenimiz,
(s.a.), "su" kelimesini harf-i tarifle söylemiştir ki, bu tam olanı
içine alır. Dolayısıyle abdest veya gusle yetmeyecek kadar su bulunursa,
teyemmüm yapılır. İhtiyaca kâfi gelmediği takdirde suyun varlığı ile yokluğu
arasında fark yoktur. Aynı şekilde bir kimse su bulduğu halde, kullandığı
takdirde kendisinin veya hayvanının susuz kalacağından korkarsa, su bulamamış
gibidir. Yani teyemmüm yapar.
"Şehir içinde,
cenaze veya bayram namazları için teyemmüm edilmeyeceği istidlali de sahih
değildir. Çünkü sadece suyu bulmak kâfi değildir. Şart olan onu kullanmaya
muktedir olmaktır. Cenaze hazır olup da ona yetişe-meyeceğinden korkan kişi,
suyu kullanmaya gücü yetmiyor demektir. Ama abdest alıp cenazeye veya bayram
namazına yetişebilecekse teyemmüm edemez. Bu mes'ele Hanefi fıkıh kitaplarında
açıktır."
Yukarıda Hattâbî'den
naklettiğimiz Şâfiîlerin; Aynî'den naklettiklerimiz de Hanefîlerin
görüşleridir» Onun için mesele hakkında mezheplerin görüşlerini ayrıca
tekrarlamaya lüzum görülmemiştir.[212]
1. Malın
korunması ve artırılması için gayret sarfedilmelidir.
2.
İdarecinin, idaresi altındakileri gerektiği şekilde eğitmesi uygundur.
3. Küçüğün
büyüğe hizmeti meşrudur.
4. Avret
mahallin'in örtülmesi lâzımdır.
5. Suyun bulunmaması
halinde gusül için de teyemmüm meşrudur. Bu teyemmüm de abdest yerine yapılan
teyemmüm gibidir.
6. Teyemmüm
eden kişi bu teyemmümle birden fazla namaz kılabilir. Bu, Ebû Hanîfenin
görüşüdür.
7. Su
bulunduğu zaman teyemmüm bozulur.
8. Teyemmüm
hususunda abdestsiz olanla cünup olan arasında fark yoktur.[213]
333. ...Benû
Âmir'den bir zatın,[214]
şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"İslama (yeni)
girmiştim. Dinim beni gayrete getirdi. (Dini konulara sarıldım). Ebû Zerr'e
geldim. Ebû Zerr şöyle dedi:
Medine'nin havası bana
dokundu. Resûlullah (s.a.) bir zevd (üç yaş ile dokuz yaş arasındaki deve) ile
bir koyun (almamı) emretti ve "Sütlerinden iç " buyurdu.
Hammad dedi ki:
"(Şeyhimin) idrarından da iç (deyip demediğinde) şüphe ediyorum. "
Ebû Zerr devamla şöyle
dedi:
Ben sudan uzakta idim,
ve hanımım da benimle beraberdi. Bu yüzden cünup oluyor ve abdestsiz namaz
kılıyordum. (Bir gün) öğle vakti Resûlullah (s.a.)'a geldim. Efendimiz
ashabından bir cemaat içinde mescidin gölgesinde idi. (Beni görünce):
(Ne bu halin) Ebû
Zerr? buyurdu.
Evet, ya Resûlullah
helak oldum, dedim. Resûlullah:
"Seni helak eden
nedir? "diye buyurdu.
Ben sudan uzakta idim
ve ailem benim yanımda idi. Bu yüzden cünup oluyor ve abdestsiz namaz
kılıyordum, dedim. Resûlullah (s.a.) benim için su getirilmesini emretti ve
siyah bir câriye (kız çocuğu)içinde su çalkalanan bir kap getirdi. Tam dolu
olmayan o su kabını alıp devemin arkasına gizlenip yıkandım ve (geri) geldim.
Resûlullah (s.a.) şöye buyurdu:
Ey Ebâ Zerr, on seneye
kadar bile su bulamazsan muhakkak temiz toprak temizleyicidir suyu bulduğun zaman suyla
yıkan (guslet).[215]
Ebû Dâvûd şunları
ilave etti:
Bunu Hammâd b. Zeyd,
Eyyûb'dan "idrarlarını" zikretmeden rivayet etti.
(Bu hadiste)
"idrarlarını" sözü sahih değildir. "İdrarlar" (lâfzı)
hakkında Enes hadisinden başkası yoktur. Onu da sadece Basralılar rivayet
etmiştir.[216]
Görüldüğü gibi bu
rivayet, önceki hadisle hemen hemen aynıdır.Fazla olarak bu rivâyette, Ebû Zerr
(r.a.)m koyunla birlikte bir de deve götürdüğü ve ailesi yanında olduğu için
cünüplüğün temas neticesinde meydana geldiği anlaşılmaktadır. Buna göre,
teyemmümâle temizlenilen cünüplüğün isteyerek olması ile elde olmadan olması
arasında fark yoktur.
Hammâd'ın şüphe olarak
belirtdiği fakat Enes hadisinde açıkça ifade edilen "idrariarı"
kelimesinden,İmam Mâlik'le İmam Ahmed, deve ve buna kıyasla eti yenen
hayvanların idrarlarının temiz olduğu hükmüne varmışlardır.
Hanefî ve Şâfiîlere
göre eti yenen ve yenmeyen bütün hayvanların idrarları ve tersleri pistir.
"İdrardan sakınınız. Çünkü kabir azabının çoğu, idrardandır" hadis-i
şerifinin umumu delil olarak kabul edilmiştir. Bu görüş sahipleri, adı geçen
Enes hadisi ile yapılan istidlale, Efendimiz (s.a.)in vahy ile şifâ vereceğini
bildiği için tedâvî maksadıyle idrarı süte karıştırarak içmeyi emrettiğini
söyleyerek cevap vermişlerdir.
Resûlullah (s.a.)uı,
"Muhakkak temiz toprak temizleyicidir" beyânının mutlak oluşundan,
teyemmüm hususunda yolcu ile yolcu olmayan arasında fark olamadığı, zaman
uzasa bile suyu kullanma imkânı olmadığı takdirde teyemmümün caiz olduğu
anlaşılmaktadır. Çünkü Efendimiz teyemmümün cevazı için bir mekân tayin
etmemiştir.[217]
334. ...Amr
b. el-Âs (r.a.)den demiştir ki;
"Zâtü's-selâsil gazvesinde
iken soğuk bir gecede ihtilâm oldum. Gusledersem helak olacağımdan korkup
teyemmüm ettim ve arkadaşlarıma (orduya) sabah namazını kıldırdım. (Medine'ye
döndükten sonra) bunu Resûlullah (s.a.)'a haber verdiler. Resûlullah (s.a.):
"Ya Amr, sen ashabına
cünup olarak mı, namaz kıldırdın? dîye sordu.
Beni yıkanmaktan
alıkoyan şeyi haber vererek şöyle dedim;
Ben Cenab-ı Allah'ın
şöyle buyurduğunu işittim: “Kendi kendinizi öldürmeyiniz, muhakkak Allah size
karşı merhametlidir."[218]
Bunun üzerine Peygamber (s.a.) güldü, hiç
bir şey demedi.[219]
Ebû Üâvûd dedi ki;
Abdurrahman b. Cubeyr Mısırlı 'dır, Hârice b. Huzâfe'nin azathsıdır. Cubeyr b.
Nufeyr değildir.[220]
Zâtü’s-selâsil gazvesi
h.8.senede yapılmıştır.Müşrikler, içlerinden bazılarının korkarak kaçmalarından
çekindikleri için birbirlerine zincirlerle bağlanmışlardı.Bu yüzden bu isimle
anılmaktadır.Bu isim hakkında başka görüşler varsa da meşhur olanı budur. Bu
gazve hakkında kısaca şu bilgileri yazalım:
Kuzâa Kabilesinden bir
gurup toplanarak Medine civarına yaklaşmak isdediler. Resûlullah (s.a.) Amr b.
Âs'ı çağırarak üç yüz kişi ile düşmana karşı gönderdi. Amr, onlara yaklaşınca
çok kalabalık olduklarını öğrendi ve Hz. Peygamber'den yardım istedi. Efendimiz
de içlerinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de bulunan iki yüz kişilik bir kuvvetle
Ebû Ubeyde'yi gönderdi. Müslümanlar, düşmana şiddetli bir hamle yaptılar.
Onlar da korkarak dağıldılar.
Hadis-i şeriften
anlaşıldığına göre, soğuğun zarar vermesinden korkulduğu takdirde gusül yerine
teyemmüm caizdir. Çünkü Peygamber Efendimiz Amr b. Âs'ın gusletmeyip teyemmüm
etmesinin sebebini öğrenince ona karşı çıkmamış, bilakis gülerek mukabelede
bulunmuştur. İbn Reslân, tebessüm ve gülmenin ikrar yönünden sükûttan daha
kuvvetli olduğunu söyler. Ancak soğuktan korkan kimsenin gusül yerine teyemmüm
edip edemeyeceği ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Atâ b. Ebî Rebâh ve
Hasen el-Basrî'ye göre Ölecek de olsa, bu durumda teyemmüm caiz değildir,
gusletmesi gerekir. Süfyan es-Sevri ve İmam Mâlik soğuğu hastalık mesabesinde
tutarak mutlak manada teyemmümü caiz görmüşlerdir. İmam-ı âzam Ebû Hanife bu
durumda teyemmümü hazarca bile caiz görürken, Ebû Yûsuf ve Muhammed hazar
hâlinde caiz görmemişler; cevazı seferle kayıtlamışlardır.
İmam Şafiî'ye göre
yıkandığı takdirde helak olacağından korkan kimse teyemmüm ederek namazını
kılar, fakat sonradan bu şekilde kıldığı namazlarını kaza eder. Bu konuda İbn
Reslân da şöyle der:
"Suyu ısıtmaya
veya hatta onu, zarar vermeyecek şekilde kullanmaya imkân bulan kimse teyemmüm
edemez. Meselâ Uzuvlarını teker teker yıkayıp örtmeye böylece soğuktan
korunmaya muktedir olan kimse gusletmeli-dir. Ama buna imkân bulamazsa teyemmüm
edebilir. Ulemânın çoğunuluğunun görüşü bu merkezdedir."
Bu durumda teyemmümü
caiz görenler hükmen, suyu yok kabul etmişlerdir.Hanefîlere göre sudan bir mil
(1855m) uzakta olan kimse de hükmen suya sahip değildir. Teyemmüm edebilir.
Yine aynı şekilde suya gittiği takdirde kendisine veya malına (İmam Ebû
Hanife'ye göre bir dirhem, Mâlik'e göre temizleneceği suyun parası kadar bile
olsa) zarar geleceğinden korkan kimseye göre de su hükmen yok sayılır,
teyemmüm edebilir.[221]
1. Peygamber
(s.a.) devrinde ictihâd yapılmıştır.
2. Hakimin
hüküm vermeden önce davalıyı dinlemesi sadece hasmının iddiasıyla yetinmemesi
gerekiyor.
3. Dâvâlının
ileri sürdüğü deliller doğru ve geçerli ise, hâkimin bunu kabul ettiğini
göstermesi lâzımdır.
4. Resûlullah
(s.a.)ın susması ve tebessümü ikrardır; hüküm için hüccettir.
5. Su olduğu
halde kullanma imkânı yoksa teyemmüm caizdir. Çünkü bu halde hükmen su yok
sayılır.[222]
335. ...Amr
b. el-Âs'ın azatlısı Ebû Kays:
"Amr b. el-Âs,
bir seriyyenin başında idi" (diye başlayarak) önceki hadisin bir benzerini
rivayet etti ve şöyle dedi:
"Amr, koltuk
altlarını ve eteğini yıkadı, namaz için aldığı abdest gibi abdest aldı, sonra
da cemate namaz kıldırdı." Ebû'Kays önceki hadisin benzerini nakletti[223] ancak teyemmümü zikretmedi.[224]
Ebû Dâvûd bu kıssa
Evzâî tarikiyle Hassan b. Atiyye'den: "Daha sonra teyemmüm eti"
şeklinde rivayet edildi demiştir.[225]
Bu hadis, önceki
hadisin değişik bir rivayetidir.Ancak önceki rivayette Hz. Amr'ın teyemmüm
ederek namazı kıldırdığı söylenirken, bu rivayette teyemmüm zikredilmemiş, buna
mukabil, koltuk altlan ile eteğini yıkayıp abdest aldığı ve bu şekilde namazı
kıldırdığı belirtilmiştir.
Beyhakî'nin beyânına
göre, Amr b. el-Âs'ın her iki rivayette nakledilenleri yapması yani hem abdest
alarak hem de teyemmüm ederek namazı kıldırmış olması muhtemedir. Böylece iki
rivayet arasındaki ihtilâf giderilmiş olmaktadır.[226]
336.
...Câbir b. Abdillah (r.a.)den, şöyle demiştir:
Bir sefere çıkmıştık,
bizden bir adama taş değdi ve başını yardı. Sonra bu zat ihtüâm oldu.
Arkadaşlarına:
Benim teyemmüm etmeme
ruhsat buluyor musunuz? diye sordu.
Sen suyu
kullanabilirsin, sana (teyemmüm için) ruhsat bulmuyoruz dediler.
Adam yıkandı akabinde
de öldü. Peygamber (s.a.)ın huzuruna geldiğimizde bu hâdise (kendisine) haber
verildi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.):
"(Fetvayı
verenler) onu Öldürdüler, Allah da onları öldürsün. Bilmediklerini sorsalardı
ya! Cehaletin ilacı ancak sormaktır. Onun teyemmüm etmesi, yarasının üzerine
bir bez bağlayıp[228]
sonra üzerine meshetmesi ve vücudunun geri kalan kısmım da yıkaması ona yeterdi,
diye buyurdu.[229]
Hadis-i şerif, yaralı
olan kişinin teyemmüm edebileceğini göstermektedır.Hattabi, bu hadisin
teyemmümle guslü beraber yapmayı emrettiğini, diğeri olmadan birisinin kâfi
olmayacağını söyledikten sonra, Hanefi ve Şâfiîlerin bu meseledeki görüşlerini
kaydeder. Hattâbî'nin kaydına göre, Hanefî mezhebinde, uzuvların azı yaralı
ise, su ile teyemmüm arası birleştirilir. Azaların çoğu yaralı ise, yıkanmaya
lüzum yoktur, her tarafı için teyemmüm yeterlidir. Şafiî'de esah olan görüşe
göre, yara az olsun çok olsun mutlaka gusül gerekir.
Ancak Hanefilerden
Aynî, Hanefî Mezhebinin görüşünün, Hattâbî'nin isnad ettiği gibi olamadığını,
doğrusunun şu şekilde olduğunu söyler: "Bir kimsenin vücudunun yandan çoğu
sağlam olup da bazı yerlerinde yara varsa, sıhhatli yerlerini yıkar,
sargıların üzerine mesheder, teyemmüm edemez. Eğer bedeninin çoğu yaralı ise,
sadece teyemmüm eder sıhhatli yerlerini yıkamasına lüzum yoktur."
Hanefi Mezhebinin
yaralılar hakkındaki görüşü Hattâbî'nin dediği gibi değil, Aynî'nin söylediği
gibidir.
Aynî, üzerinde
durduğumuz hadis-i şerifteki, teyemmümle guslü birleştirmeyi ifâde eder
mahiyetteki ibareyi de şu şekilde izah etmiştir: "Peygamber (s.a.)
gusulle teyemmümü birlikte yapmayı emretmemiştir. Ancak yaralı olan cünub bir
kimsenin, ya teyemmüm edeceğini, ya da yaranın üzerini mes-hedip bedeninin
kalan kısmını yıkayacağım beyân etmiştir. Fakat buradaki "teyemmüm edip
yarasını mesheder" sözü, vücudunun ekserisinin yaralı oluşuna,"bedeninin
geri kalanım yıkar" sözü de vücudunun ekserisinin sıhhatli oluşuna
hamledilir. Böyle olmasa bile bu hadis ma'lûldür. Çünkü senedinde Zübeyr b.
Hurayk vardır. Dârakutnî bu zat için "kuvvetli değildir", Beyhakî de
bu hadis kuvvetli değildir, demektedir."
Aynî'nin sözleri
burada sona ermektedir. Aynî ve Hattâbî'nin söyledikleri ile beraber diğer
mütalaalar da değerlendirilirse, şöyle bir sonuca varılabilir:
Suyu kullandığı takdirde
öleceğinden korkan bir kimsenin teyemmüm etmesi ittifakla caizdir. Eğer
hastalığın artması veya tedavinin gecikmesinden korkarsa, Ebû Hanife ve
Mâlik'e göre teyemmüm ederek namaz kılabilir, iadesi de gerekmez. Şafiî
mezhebindeki râcih görüş de budur. Bir kimsenin bir uzvunda yara, çıban veya
kırık olur da üzerine sargı sarar ve onu çözdüğü takdirde öleceğinden
korkarsa, Şafiî'ye göre sargının üzerine mesheder ve teyemmüm eder. Eğer
sargıyı taharet üzere iken sarmışsa, bu şekilde kıldığı namazı iade gerekmez.
Hanefîlerle Mâlik'e göre vücudunun bir kısmının yaralı veya çıban olmakla
beraber, sağlam tarafı fazla ise, oraları yıkayıp yaranın üzerini
mesheder.Yaralı kısım daha fazla ise, sadece teyemmüm eder. Ahmed b. Hanbel ise
sağlam kısımların yıkanacağını, kalan kısımların da teyemmüm edileceğini
söyler.
Resûlullah (s.a.),
yaralı olan sahâbiye teyemmüm ruhsatı vermedikleri için ölümüne sebep olanlara
"Onu öldürdüler" dediği halde diyet almaması,haksız yere de olsa
yanlış fetva verip de birisinin ölümüne sebep olan müftüye diyet gerekmediğine
işaret eder.
Resûlullah (s.a.)ın
yanlış fetva verenler için, "Onu öldürdüler, Allah da onları öldürsün”
buyurması, onların ölümü için dua değil, onları tehdid ve azarlamak içindir.
Bundan sonra da Efendimiz, bilmeden fetva vermeyi ayıplamış ve bilmediklerini
sorup öğrenmeye teşvik etmiştir.[230]
1. Bilmeden
fetva vermek büyük bir günahtır.
2. Ilım
öğrenmek cehaletin ilacıdır.
3. Hata da
etse, fetva veren kimseye diyet yoktur.
4. Zarara uğramakdan
korkan kişinin, guslü bırakıp teyemmüm etmesi caizdir.
5. Yaralı
olan kimsenin yarayı bir sargı ile sardıktan sonra üzerine meshetmesi caizdir.[231]
337.
...Abdullah b. Abbâs (r. anhüma)dan; demiştir ki;
Resûlullah (s.a.)
zamanında bir adam yaralandı sonra da ihtilam oldu. Yıkanmasını emrettiler o da
yıkandı. Bunun üzerine adam öldü. Hâdise Peygamber (s.a.)e aktarıldı.
Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
Onu öldürdüler, Allah
da onları öldürsün, cehaletin şifâsı sormak değil miydi?[232]
Bir önceki hadiste
zikredilen hâdisenin değişik bir rivayeti olan bu hadisi Evzâî'nin Ata'dan
bizzat işitip işitmediğinde ihtilâf vardır. Ebû Zür'a ve Ebû Hâtim'den,
Evzâî'nin bu hadisi Atâ'dan işitmediği, onun İsmail b. Müslim'den, onun da
Atâ'dan işittiği nakledilmiştir. Fakat Hâkim bu hadisi, Bişr b. Bekir, Evzaî ve
Atâ b.^Ebî Rebah senediyle rivayet edip, "Bişr b. Bekir sıkadır,
me'mundur" demiştir.
Evzâ’nin bu hadisi
Atâ'dan bir defa vasıtalı, bir defa da vasıtasız olarak iki kere rivayet etmiş
olması muhtemeldir. İmam Nevevî, "Bu, yân'ı bu babın hadisi ittifakla
zayıftır. Peygamber (s.a.)'in Hz. Ali'ye sargı üzerine meshetmesini emrettiği
haberine benzer." demektedir.
Hadisin muhtevası
hakkında malumat edinmek için bir önceki hadisin açıklamasına bakılmalıdır.[233]
338. ...Ebû
Saîd el-Hudrî'den ; demiştir ki;
"İki kişi bir
yolculuğa çıktılar. Namaz vakti geldi ama yanlarında su yoktu. Temiz toprakla teyemmüm
edip namazlarını kıldılar. Bilâhere vakit çıkmadan suyu buldular. Birisi
abdestini ve namazım iade etti, öbürü ise iade edemedi. Sonra Resûlullah
(s.a.)'e gelip durumu anlattılar, Resûlullah (s.a.) iade etmeyene:
Sünnete uydun, namazın
sahihdir; abdest alıp namazını iade edene de "senin de ecrin iki
kattır." buyurdu.[234]
Ebû Dâvûd dedi ki:
İbn Nâfî'den başkaları
bu hadisi, Leys, Amîre b, EbîNaciye, Bekr b. Sevâde, Ata b. Yesâr senediyle
Resûlullah (s.a.)dan rivayet etti.
Ebû Dâvûd dedi ki; Bu
hadiste, Ebû Saîd el-Hudrî'nin zikredilmesi mahfuz değildir.. Dolay isiyle
hadis mürseldir.[235]
Hattabi bu hadis
hakkında şunları söylemektedir:
"Bu hadisten
anlaşıldığına göre, su ile abdest alan hakkında olduğu gibi, teyemmüm eden için
de namazı vaktin başında kılmak sünnettir. Ancak bu meselede ulema ihtilaf
etmişlerdir. İbn Ömer'in, vakit içerisinde istediği anda teyemmüm eder dediği
rivayet edilmiştir. Atâ, Süfyân, Ebû Hanife ve Ahmed b. Hanbel de aynı şeyi
söylemişlerdir. İmam Mâlik'-in görüşü de buna benzemektedir. Ancak Mâlik, kişi
suyun bulunması umulmayan bir yerde ise, vaktin başında teyemmüm eder ve
namazını kılar demiştir.
Zuhrî'nin,
"vaktin çıkmasından korktuğu bir zamana kadar teyemmüm edemez" dediği
rivayet edilmiştir.
Aynı şekilde teyemmüm
edip namazını kıldıktan sonra, daha vakit çıkmadan suyu bulan kişinin ne
yapması gerektiği de ihtilaflıdır. Atâ, Tâvûs, İbn Sırın, Mekhûl ve Zührî'ye
göre namazını iade etmelidir. Evzâî ise, bunu müstehab görmüş "vâcib"
dememiştir.
Cumhurun görüşüne göre
ise, namazı iadeye lüzum yoktur. Bu, îbn Ömer'den de rivayet edilmiştir. Şafiî,
Mâlikî,Hanbelî ve Hanefî mezheplerinin görüşleri de bu şekildedir.
Hattâbî'nin özet
olarak verdiği bu malumat namazı kıldıktan sonra suyu gören kimseye ait
hükümler ile namaz vakti girince hemen teyemmüm edilip namazın kılınıp
kılınmayacağı husundaki ihtilaflara işaret etmektedir. Teyemmümle namaza duran
veya henüz namaza durmadan suyu gören kimsenin ne yapması gerekdiği de aynı
şekilde ihtilaflıdır.
Cumhura göre, namaza durduktan
sora suyu bulan kimse namazını kesmez. Ebû Hanîfe ve bir rivayetinde Ahmed b.
Hanbel teyemmümün bozulduğu görüşündedirler. Ancak Muğnî'nin ifâdesine göre,
Ahmed b. Hanbel cumhurun görüşünden dönmüştür. Hanefî mezhebinde namaz içinde
su bulunsa teyemmüm bozulacağından namaz da bozulmuş olur, yeniden namazın
kılınması icab eder. Muzenî, Sevrî, Evzâî ve İbn Şureyh'de bu görüştedir.
Teyemmüm edip de henüz
namaza durulmadan su bulunacak olursa, ittifakla teyemmüm bozulur.
Her ne kadar yukarıda
Hattâbî'nin sözleri nakledilirken, namazını teyemmüm ile kılıp vakit çıkmadan
suyu gören kimsenin namazını iadeye lüzum olmadığı dört mezhebin görüşü olarak
verilmişse de bu konuda Şâfiiî mezhebinde bazı ayrılıklar vardır. Bunları İmam
Nevevî şu şekiide ifâde etmektedir:
"Teyemmümle
kılman namazın iadesi meselesine gelince, bizim mezhebimize (safilere) göre
hastalık, yara ve buna benzer bir sebepten dolayı teyemmüm etmişse, iade
gerekmez. Suyu kullanmaktan âciz olduğu için teyemmüm etmişse -ki, yolculukta
olduğu gibi- suyun olmadığı bir yerde ise yine iade gerekmez. Ama suyun
bulunmaması nâdir olan bir yerde teyemmüm etmişse iadesi gerekir. Sahih olan
görüş budur."[236]
1. Suyun
bulunmadığı yerde teyemmüm yapılabilir.
2. Önemli
meselelerin merciine götürülmesi gerekir.
3. İçtihada
ehil olan kişi içtihadından mes'ûldür.
4. Teyemmüm
eden kimsenin namazını kıldıktan sonra vakit çıkmadan suyu bulması halinde
namazını iade etmesine gerek yoktur.[237]
339.
...İsmail b. Ubeyd, Atâ b, Yesâr'dan:
"Resûlullah'in
ashabından iki zat" (diye başlayarak) önceki hadisi manâ olarak rivayet
etti.[238]
Musannifin bu rivayeti
Sünen'e alması, senetlerdejki bazı farklılıklara işaret etmek içindir. Bu
farklılıklar, hadis metinlerinin başındaki isnat silsilesinde kendisini
göstermektedir.[239]
340.
...Ebû Hureyre (r.a.)
şöyle haber vermiştir:
"Ömer b.
el-Hattab (r.a.) bir cuma günü hutbe okurken, bir zat (mescide) giriverdi. Hz.
Ömer:
Niçin namaza (vaktinde)
gelmiyorsunuz? dedi. Adam:
Ezam duyup abdest
aldım (ancak geldim) , dedi. Bunun
üzerine Hz. Ömer şu karşılığı verdi:
Hem de sadece abdest
(öyle mi)? Resûlullah (s.a.)ın, "Sizden biri cumaya geldiği zaman
gusletsin" buyurduğunu işitmediniz mi?[241]
Hadis-i Şerifin
Buhârî'deki rivayetinde cuma namazına geç kalan sahabînin muhacirlerden biri,
Müslim'deki bir rivayette ise, daha da müşahhas olarak Hz. Osman olduğu beyân
edilmektedir. Buna göre, Ebû Davud'un adını vermediği şahsın. Hz. Osman olduğu
anlaşılmış olmaktadır.
Hz. Ömer, önce Hz.
Osman'ın namaza geç kalmasına tariz ederken, Onun gusletmeden sadece abdest
alarak geldiğini duyunca sözü o yöne çevirmiş ve "namaza geç kalmak
suretiyle fazileti kaçırmakla yetinmedin bir de, guslü terkettin öyle mi?"
demiştir.
Hz. Osman başka bir
rivayetten anladığımıza göre pazara gittiği için gecikmiş, ezanı işitince,
hutbe dinlemenin faziletini, guslün faziletine tercih ettiği için gusletmeden
abdest alarak mescide koşmuştur.
Hattâbî, bu hadisin
cuma günü gusletmenin vâcib olmadığına delalet ettiğini söyler. Çünkü eğer
vacip olsaydı, Hz. Ömer, Hz. Osman'a gidip gusletmesini emreder veya Hz. Osman
gusletmeden camiye gelmezdi. Hz. Osman'ın cevâbına karşılık, Hz. Ömer ve
mescitte hazır olan ashâb'ı kiramın susması, cuma günü gusletmenin müstehap
olduğuna delâlet eder. Bütün bu zevatın, vacibin terki üzere içtima etmeleri
düşünülmez.
Fethıı'l-Bârî'de de
İmam Şafiî hazretlerinin şöyle dediği nakledilmektedir: "Hz. Osman
gusletmek için namazı terketmediğine ve Hz. Ömer de çıkıp gusletmesi için
emretmediğine göre, onlar gusülle ilgili emrin ihtiyarî olduğunu
biliyorlardı."
Hattâbî ve diğer bazı
ulemadan, cuma günü gusletmeden namazın cevâzmda icmâ olduğu nakledilmiştir. Bu
guslün hükmü hakkında bazı ihtilaflara rastlanmaktadır. Ebû Hureyre, Ammâr b.
Yâsir ve Mâlik'ten bu guslün vacip olduğu nakledilmiştir. Zahirî mezhebinin
görüşü de bu şekildedir. Hattâbî, Hasan el-Basrî'den de aynısını rivayet
etmiştir.
Selef ve Halef
ulemâsının cunhüruna göre bu gusül sünnettir.
Efendimizin cuma için
guslü emretmesindeki hikmet, diğer bazı rivayetlerden anlaşıldığına göre,
vücuttaki kirleri, yağlan ve fena kokuları izâle edip cemaate eziyet
vermemektir. Bu sebep göz önüne alınırsa guslün, cuma namazından evvel olması iktiza
eder. Nitekim cumhura göre, gusül cuma namazından evvel yapılmışsa,
efendimizin emrine ittiba edilmiş sayılır. Namazdan sonraki gusül cuma guslü
sayılmaz. Sabah namazından sonra gusletmek de Imam-i Azam ve İmam-ı Şafiî'ye
göre fazileti kazanmaya kâfidir, ancak cuma namazına gidecek zamana yakın
olması efdaldir.
İmam Mâlik, Evzâî ve
Leys b. Sa'd ise sabah namazından sonraki guslü kâfi görmeyip fazileti
kazanabilmek için cumaya giderken gusledilmesini şart koşarlar.
Hanefîlerden Hasan b.
Ziyâd ve Zahirîlere göre, cuma namazından sonra yapılan gusül de, fazilet elde
etmeye kâfidir. Çünkü bu gusül cuma gününün faziletini izhar içindir.
Mebsût'un beyânına göre İmam Muhammed'in kavli de budur. Hidâye'nin ifadesine
göre Ebû Yûsuf'un görüşü, cumhurun görüşüne muvafıktır. Niketim Âişe (r.anha.)
şöyle demektedir: 'İnsanlar İş sahibi idiler yeterli vakitleri de yoktu. İş
sonucu terlemeden ötürü ter kokulan hissedilirdi. Bunun için de onlara cuma
günü yıkanabilirsiniz.." denilmiştir.[242]
341. ...Ebû
Said el-Hudrî (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s,a.) şöyle
buyurmuştur;
"Cuma günü
gusletmek, baliğ olan herkese vaciptir.”[243]
Hadis-i Şerifte
"bâliğ olan" diye terceme edilen kelime "ihtilâm olan"
mânasına gelecek şekildedir. Bundan maksat baliğ olandır. İhtilâm olmak bulûğa
ermeyi gerekli kıldığı için, mecazen bulûğa eren yerine "ihtilâm
olan" kullanılmıştır. Burada "ihtilâm olan" kelimesini, hakiki
mânâda anlamak mümkün değildir. Çünkü ihtilâm olan kimsenin cuma olsun olmasın
mutlaka yıkanması lâzımdır. Bazıları ise bu kelimeden muradın erkekler olduğunu
söylerler.
Yine hadis-i şerifteki
"vâcibtir" kelimesinin mânâsı "sabittir" şeklinde
anlaşılmalıdır. Çünkü bundan evvelki hadisin şerhinden de anlaşılabileceği
gibi, cuma günü gusletmenin vacip olmadığını ifâde eden bir çok rivayet
mevcuttur. Meselâ Hz. Semure'den rivayet edilen bir hadiste, "Bir kimse
abdest alırsa ne alâ! Fakat guslederse, gusül daha efdaldir"
buyurulmaktadır.
Hattâbî, bu kelimenin
bilinen mânâda vacibin karşılığı olmadığım şu sözleri ile ifâde eder: Buradaki
"vâcib" kelimesinin mânâsı vücub-i ihtiyari ve istihbâbî'dir, vücub-i
farzî değildir. Bir adamın arkadaşına "Senin hakkın bende vâcibtir, ben
hakkını ödeyeceğim" demesi gibidir. Bu, uyulması şart olan lüzum mânâsına
değildir. Bu te'vilin sıhhatine bir önce geçen Hz. Ömer radiyellahü anh hadisi
şahittir."
Cuma günü gusletmenin
vacip olduğu görüşünde olanların dayandıkları hadislerden birisi budur. Vâcib
olmadığım söyleyenler ise, ya yukarıda ifâde edildiği gibi te'vil etmişler, ya
da vücûbiyetinin mensûh olduğunu söylemişlerdir. Aynî şöyle der:
"Ashabımızdan
(Hanefîler) bazıları, zahiri guslün vücübuna delâlet eden hadislerin "Bir
kimse abdest alırsa ne alâ! Guslederse daha efdaldir" hadisi ile
neshedildiğini söylemişlerdir."
İbn Dakîki'1-İyd,
İbnu'l-Cevzî ve Şevkânî bu te'villere karşı çıkarak vücûba delâlet edenierin
daha sarîh ve daha sağlam olduklarım, bundan daha zayıf olan hadislerle nesh
edilemeyeceğini söylemişlerdir.
Dikkat edilmesi
gereken hususlar:
1. Bu
hadisten anlaşıldığına göre "Her baliğ (ergin) olan kişiye gusül"
gerektiğinden, hem kadın hem de erkek için bu bir emirdir.
2. Bu
Fethii'1-Bârî sahibi îbn Hacer'in görüşüdür, diğer âlimlere göre ise, yalnız
erkeklere şâmildir.[244]
342.
...Hafsa (r.anhâ) Peygamber (s.a.)in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Her ihtilam
(baliğ) olana, cumaya gitmek vâcibtir. Cumaya giden (gitmek isteyen) herkese
de gusül vaciptir."[245]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bir
adam cünüblükten dolayı da olsa fecrin doğmasından sonra gusül ederse, ona
kâfidir.[246]
Bu hadis-i şerifteki
harf-i çerler mukaddem ve mahfuz bir habere
mütealliktirler.Bezlu'l-Mechud
sahibi bu mahzufu olarak takdir etmiştir. Terceme de bu
takdir göz önünde bulundurularak yapılmıştır.
Hadis-i şerifden
mutlak olarak cumanın baliğ olan herkese vacip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak
ileride cuma namazı bahsinde de temas edileceği gibi hasta, misafir, kadın,
köle vs. ye cuma namazı farz değildir. 1067. no'-da gelecek olan Târik b.
Şihâb'ın rivayet ettiği "Cuma, köle, kadın, çocuk ve hastaların haricinde
her müslümana vâcib bir haktır" mealindeki hadis, üzerinde durduğumuz
hadisi kayıtlamaktadır.
Ebû Davud'un
ilâvesinden, cünuplükten dolayı yıkanıldığı takdirde, ayrıca cuma için tekrar
gusletmenin gerekli olmadığını anlıyoruz.
Bundan da cuma günü
yapılan guslün cuma namazı için camiye gelecek müslümanları kerih kokularla
rahatsız etmemek için olduğu anlaşılmaktadır.[247]
343. ...Ebû
Hureyre ve Ebû Saîd el-Hudrî (r.anhüma), Resûlullah (s.a.)in şöyle buyurduğunu
haber vermişlerdir:
"Kim cuma günü
gusül eder, en güzel elbisesini giyer, yanında varsa (güzel) koku sürünür,
sonra da cumaya gelip insanların omuzlarına basmaz ve Allah'ın kendisine
yazdığı ve takdir ettiği (tahiyyetu'el-mescidi)ni kılar; imam (hutbe için)
çıktığı zaman namazını bitirinceye kadar (konuşmaz) susarsa, (onun bu durumu)
bu cuma ile geçmiş cuma arasındaki (günah) ler için keffârettir."[248]
Ebû Seleme, Ebû
Hureyre'nin;"iki cuma arasındakilere" (ilâve olarak) ve üç gün
ziyâdesinin,(günahlarına kefaret olur.) Çünkü haseneler on misli
iledir" dediğini nakletti.
Ebû Dâvûd dedi ki;
Muhammed b. Ebî Seleme'nin hadisi (Hammad'ın hadisinden) daha tamdır, Hammâd,
Ebû Hureyre'nin sözünü zikretmemiştir.[249]
Müellif, hadis-i
şerifi üç ayrı şeyhten almış ve bunlara senette işaret etmiştir. Bunlar: Yezîd
b. Hâlid, Abdül-Aziz b. Yahya ve Musa b. İsmail'dir. Yezîd'Ie Abdulaziz,
Muhammed b. Seleme'den, Musa b. İsmail de Hammâd'dan Muhammed b. Seleme ile
Hammad da Muhammed b. îshâk'dan rivayet etmişlerdir. Hadisin metni Muhammed b.
Seleme'nin rivayet ettiği metindir.
Bu hadis-i şerifte,
Resûhıllah (s.a.) Cuma günü gusül edip en güzel elbiselerini giyen ve varsa
güzel kokular sürünüp mescide gelerek öne geçmek için insanların omuzlarına
basıp eziyet etmeden tahiyyetü'l-mescid veya nafile namaz kılıp, imam hutbeye
çıktıktan sonra namaz bitinceye kadar hiç konuşmadan dinleyen kimsenin bu
hareketlerinin, iki cuma arasındaki günahlarına keffâret olacağını haber
vermiştir. Ebû Hureyre (r.a.) her iyiliğin on katı ile mukabele göreceği
esasını dikkate alarak, iki cuma arasındakilere ilâve olarak üç günün daha (7 +
3 = 10 gün) günahına keffâret olacağım söylemiştir.
Hattâbî, keffârete
konu olan günahların namazı kılınmakta olan ile önceki cuma namazının kılındığı
vakit arasındaki geçen müddet olduğu kanaatindedir.
Hadisin açıklamasında
beyân edilen tahiyyetü'l-mescid ve mutlak nafile veya kaza namazının
zikredilmesi, diğer imamların bir çoğunun bu görüşte olması dolayısıyladır.
Hanefî mezhebine göre ise, bu hadis-i şerif iki şekilde te'vil edilmelidir:
a.
"Allahın yazdığı ve takdir ettiği ifâdesini Hanefiler Peygamber (s.a.)in
söylediği de Allah'ın takdir ettiği gibi olacağından vaktin girmesi ile kılınan
namazı cumanın ilk sünnetine hamletmişlerdir. Amel de buna göre olmuştur.
b.
Hanefilerden bazılarına göre bu hadis-i şerifin mutlak ifâdesinden ve diğer
bazı hadislerden de istifâde ederek cuma günü öğle vaktinde tahîyyetü'l-mescit
için ruhsat olduğuna cevaz vermişlerdir. Bu, da Ebû Yûsuf'un görüşüdür.[250]
1. Cuma günü
gusletmek ve güzel elbise giymek sünnettir.
2. Cuma günü
güzel koku sürmek müstehaptır.
3. Ön
saflara geçmek için camide cemaat rahatsız edilmemelidir.
4. Mescide
giren bir kimsenin orada namaz kılması meşrudur.
5. İmam
hutbe okumak için minbere çıktığı zaman, namaz bitinceye kadar konuşulmaz.[251]
344. ...Ebû
Saîd el-Hudrî (r.a.) Peygamber (s.a.)ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Cuma günü gusül
etmek ve dişleri misvaklamak baliğ olan herkese sabittir.[252]
(Baliğ kimse o gün) kendisi için takdir edilen kokudan (da) sürer."
(Râvilerden) Bukeyr,
Abdurrahman'ı zikretmemiş, koku hakkında da "kadınların kokusundan bile
olsa" demiştir.[253]
Hadis-i şerifinin
Buhârîdeki rivayeti şeklindedir. Dipnotta işaret edilen Ebû Dâvûd nüshasındaki
rivayet de aynıdır.Buradaki cümlesi de Müslim'de "bulabildiği
takdirde" demektir. Bu cümle hakkında Kadı Iyâz, "Bu cümle
bulabildiğini sürmesi hususunda te'kid için ya da çok sürmek istediğini
anlatmak için söylenmiş olabilir. Birinci mânâ daha zahirdir" demiştir.
BehlüI-mechûd sahibi
ise, "Kadı İyaz'ın dediği bu iki ihtimal, Müslim'in rivayetine göredir;
Ebû Davud'un rivayetine göre, te'kid olma ihtimali daha yakındır"
demiştir. Ancak bu ifâdeler Kadı iyaz'ın söylediklerinden pek farklı değildir.
Bu hadis-i şerifin
Buhârî'de yer alan rivâyetindeki "vacib" lâfzının açık ifâdesine
bakarak, cuma günü guslü vacip görenler bu hadisi delilleri arasına
almışlardır. Cumhur ise buradaki "vâcib"in terkedilmesi uygun
olmayan müekked sünnete delâlet ettiğini, gusülden sonra zikredilen misvak
kullanma ve koku sürünmenin de bunu pekiştirdiğini söylemişlerdir. Çünkü misvak
kullanmak ve koku sürünmek ittifakla vacip değildir. Vacib olmayan bir şeyin vacip
olanla birlikte tek lâfızla müşterek olarak kullanılması sahih değildir. O
halde cuma günkü gusül de vacip değil, misvak kullanma ve koku sürünmenin
hükmündedir.
İbnü'l-Cevzî:
"Özellikle ma'tûfun hükmü sarahaten ifâde edilmediği zaman, vacib olmayan
bir şeyin vacib olan birşey üzerine atfına manî bir durum yoktur" demiş
ve cumhurun bu hadisi,kendi mezheplerine göre te'villerini tenkid etmiştir.
Bu hadis cumaya gitsin
veya gitmesin, baliğ olan her müslüman kişiye guslün lâzım olduğuna delâlet
ediyor. Bu babın ilk hadîsinde ise, "Sizden biriniz cumaya gittiği zaman
gusletsin" buyurulmaktadir. Cuma günündeki gusül etmenin herkes için
müstehap, cumaya gitmek isteyenlere de sünnet-i müekkede olduğunu söyleyerek bu
hadisilerin arasını birleştirmek mümkündür. Ancak cumhura göre meşhur olan
görüş guslün cumaya gitmek isteyenlere müstehap olduğu şeklindedir.
Misafir ve kendisine
cuma farz olmayanların gusletmelerinin müstehap olup olmadığı ihtilaflıdır.
Cumhura göre bunlar cumaya gitmek isterlerse gusletmeleri müstehabtır.
Hanbelîler, kadınlar için gusletmenin gerekli olmadığım söylemişlerdir.
İmam Şafiî: "Ben
suyu bir dinara satın alsam bile hazarda da seferde de cuma günü guslü terk
etmedim" demiştir.
Alkame, Abdullah b.
Amr, İbn Cubeyr, Kasım b. Muhammed, Esved ve İyas b. Muâviye kendisine cuma
farz olmayanlara guslü gerekli görmezler.[254]
345. ...Evs
b. Evs es-Sekâfî, Resûlullah (s.a.)'i şöyle buyururken işittim demiştir:
"Her kim cuma
günü (başını ve vücudunun geri kalan kısmını) yıkar ve gusleder erkenden yola
çıkıp (hutbenin evveline) yetişir (bir şeye) binmeyip yürür, imamın yakınına
oturarak abesle iştigal etmeyip (konuşmadan) hutbeyi dinlerse onun için attığı
her adıma bir senelik oruç ve namazının ecri vardır."[255]
İmam Nevevî Muhezzeb Şerhi'nde
bu hadisin şeddeli ve şeddesiz olarak şekilleriyle rivâyet edildiğini,
muhakkikler nazarında şeddesiz olarak "ğasele"nin daha tercihe şayan
olduğunu ve mânâsının "başını yıkadı" şeklinde olduğunu, Ebû Davud'un
bundan sonra rivayet ettiği hadis-i şerifinin bu mânâyı kuvvetlendirdiğini
söyler. Araplar hıtmî ve yağ sürerek önce başlarını yıkayıp sonra gusül
ettikleri için başı yıkama gusulden ayrı
olarak zikredilmektedir.
“camiye erken gitti,
ilk saatte yola çıktı" demektir. İbn En-bârî, nin "sadaka verdi"
mânâsında olduğunu söyler. Buna göre mânâ, "camiye gitmeden Önce sadaka
verirse..." şeklinde olacaktır.
Namaz kılmak, Kur'ân
okumak ve zikretmek gibi, erken gelenlerin yaptığını yapar veya hutbenin
evveline yetişirse, demektir.
"konuşmadı"
manasındadır. Çünkü hutbe esnasında konuşma Iağvdır.Hutbe esnasında konuşmak,
cumhura göre haram Şâfiîlere göre tenzihen mekruhtur.
Hadis-i şeriften
tavsiye edildiği şekilde camiye gelip hutbeyi dinleyen ve namazını kılan
kimseye bütün senenin gecelerini namaz kılarak, gündüzlerini de oruç tutarak
geçirmiş gibi sevap verileceği anlaşılmaktadır.[256]
1. Cuma günü
gusledilmelidir.
2. Camiye
erkence gitmelidir.
3. Camiye
giderken -mümkünse- yürüyerek gitmek daha efdaldir.
4. Hatibe
yakın bir yere oturup hutbeyi dinlemeli ve hutbe okunurken konuşulmamalıdır.[257]
346. ...Evs
es- Sekafî (r.a.) Resûlullah (s.a.)ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Her kim cuma
günü başını yıkar ve gusleder..." Daha sonra (ubâde) önceki hadisin
lâfızları ile devam etti.[258]
Bundan önceki
hadisin aşağı yukarı
aynıdır.Sadece kelimesi şeddesiz olarak ve mef ulu ile beraber vârid
olmuştur. Bu hadis yukarıda da işaret edildiği gibi önceki hadisteki nin "başını yıkadı" mânâsında
kullanıldığına delildir.[259]
347.
...Abdullah b. Amr b. el-Âs, Resûlullah (s.a.)'uı şöyle buyurduğunu haber
vermiştir:
"Her kim cuma
günü gusleder, -varsa- hanımımn kokusundan sürünür, en güzel (temiz)
elbisesini giyer, insanların omuzları üzerinden aşmaz ve hutbe esnasında
konuşmazsa (bunlar) iki cuma arasındaki (günahlara) keffâret olur. Konuşan ve
insanların omuzlarına basan kimseye ise (cuma namazı) Öğlen namazı (gibi) olur,
(Ancak öğlen namazının sevabını alır."[260]
Bu hadis-i Şerif de
önceki hadislerde olduğu gibi cuma günü müslümanların temiz olmalarım,
insanlara eziyet verecek koku ve davranışlardan sakınmalarım ve hutbe
esnasında konuşmamalarını tavsiye etmektedir.
"Varsa hanımının
kokusundan sürünür" cümlesinden maksat, kendilerinin kokusu olmadığı
takdirde hanımların kokularım kullanabileceklerine işarettir. Çünkü kadınlar,
genellikle koku bulundururlar.
"İnsanların
omuzları üzerinden aşmak" ise, sonradan gelen bir kimsenin ön saflara
geçebilmek için cemaate ezâ etmesi, onların üzerlerinden geçmesidir.
Efendimiz, her konuda olduğu gibi, burada da sevap kazanmak kasdıyla bile olsa,
müslümana eziyet edilmemesini emretmiştir.
Bu tavsiyelere uymayan
kimsenin ise iki cuma arasındaki hatalara keffaret olan ecirden istafâde
edemeyeceği, cumanın sevabını bile alamayıp sadece öğle namazının sevabını
alabileceği Resûlullah (s.a.) tarafından haber verilmiştir.[261]
348.
...Abdullah b. ez-Zübeyr, (r.anha)nın kendisine şöyle dediğini rivayet eder:
"Peygamber
sallellahü aleyhi vesellem (şu) dört şeyden dolayı guslederdi: Cenabet, cuma
günü, kan aldırmak ve cenaze yıkamak."[262]
Bu hadis-i şerif
sünen'in Cenâiz bölümünde 3160 numarada tekrar gelecektir.Müellif aynı
anlamdaki 3162. hadisin akabinde bu hadis-i şerifin mensuh olduğunu
söylemektedir.
Resûlullah (s.aj'in
bizzat cenaze yıkamadığını ileri sürerek "Peygamber sallellahü aleyhi
vesellem bu dört şeyden dolayı gusülederdi" ibaresini "gusletmeyi
emrederdi" şeklinde takdir edenler olmuştur.
Hadis-i şerif zikri
geçen dört şeyden dolayı gusül etmenin meşru olduğuna delâlet etmektedir.
Cenabetten dolayı yıkanmanın hükmü bellidir. Cuma günü gusletmenin de hükmü
bundan evvelki hadislerin şerhlerinde beyân edilmiştir.
Kan aldırmadan dolayı
gusül, cumhura göre müstehap değildir. Bu, burun kanamasına benzer. Üzerinde
durduğumuz hadis ile de istidlal edilemez. Çünkü biraz önce de işaret edildiği
gibi buna "mensühtur" diyenler olduğu gibi, başka yönlerden tenkide
tabi tutanlar da vardır. Buhârî "bu konudaki Âişe hadisi bir şey
değildir", İmam Ahmed ve İbn Medînî: "Bu konuda hiçbir şey sabit
değildir" demişlerdir. Bu hadisin tenkidi daha çok Mus'ab b. Şeybe
yönünden olmuştur. Kendisi hakkında "kavi değildir, hafızası sağlam
değildir." denilmektedir. Dârakutnînin rivayet ettiği ve Peygamber
(s.a.)'ın kan aldırdığını ve kan alınan yerden başka bir tarafını yıkamadığını
bildiren hadis de cumhurun mezhebini takviye etmektedir. Ancak senedinde Salih
b. Mukâtil olduğu için Dârakutnî'nin hadisi de tenkide tâbîdir.
Cenaze yıkamaktan
dolayı gusülün hükmü de ihtilaflıdır.
Hz. Ali ve Ebû Hureyre
(r.anhüma)dan onun vâcib olduğu rivayet edilmiştir, îmam Mâlik, İmam Ahmed ve
İmam Şafiî'nin ashabına göre, müstehaptır.
Leys ve Hanefîlere
göre, müstehap da değildir. Bunlar, cenaze yıkayanın gusül edeceğine dâir olan
hadislerdeki guslü el yıkamaya hamletmişlerdir. Beyhakî'nin rivayet ettiği,
"Sizin ölüleriniz temiz olarak ölür. Ellerinizi yıkamanız kâfidir."
mealindeki hadis, bu gürüş sahiplerinin delillerindendir.
Her nekadar bazı
Hanefî fıkıh kitaplarında sünnet ve müstehap olan gusüller arasında kan
aldırmak ve cenaze yıkamaktan dolayı gusül etmek de sayılmamakta ise de
bazılarında ihtilâftan (bunlardan dolayı gusül etmenin vacib olduğunu
söyleyenlerin ihtilâfından) sakınmak için, kan aldırmak ve cenaze yıkayanın
gusül etmesinin mendub olduğu beyân edilmektedir, ki ihtiyath olanı da budur.[263]
349. ...Ali
b. Havşeb şöyle demiştir:
sözünün manasını
Mekhûl'a sordum.Başım ve bedenini
yıkar (demektir) dedi."[264]
350. ...Saîd
b. Abdilazîz (Evs hadisindeki) sözü hakkında şöyle demiştir: "Başını ve
bedenini yıkar."[265]
Müellefîn bu eserleri
kitabına almaktaki maksadı 345 numaradaki Evs b. Evs es-Sekafî hadisindeki
cümlesi hakkında) Mekhûl}ve Said b. Abdilaziz'in görüşlerini nakletmekdir.
Ancak bu eserler mezkûr hadisin hemen akabinde verilmiş olsaydı daha uygun
olurdu.[266]
351. ...Ebû
Hureyre (r.a.) Resûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Bir kimse cuma
günü cünüplükten dolayı yıkandığı gibi yıkanır, sonra da erkenden (mescide)
giderse, bir deve tasadduk etmiş gibi olur. ikinci saatte giden bir sığır,
üçüncü saatte giden boynuzlu bir koç, dördüncü saatte giden bir tavuk, beşinci
saatte giden de bir yumurta tasadduk etmiş sayılır. İmam (minbere) çıktığı
zaman melekler (minberin yanında) hutbeyi dinlemeye gelirler."[267]
Hadis-i şerifteki
kelimesi ile ifâde edilen mânâ hususunda âlimler değişik görüşler
serdetmişlerdir. Muvatta'da fülinden
sonra (ilk saatte) ibaresi ziyâde edilmiş ve îmâmMâlik bu hadisteki saatleri
"güneşin zevalinden sonraki latif anlar" diye tefsir etmiştir.
Şâfiilerden Kadı Hüseyin ve İmamü'l-Haremeyn de aynı görüşü benimsemişlerdir.
Ulemânın cumhuruna göre cuma günü müstehap olan günün evvelinde
gitmektir.Ezherî'nin ifâde ettiğine göre, günün başında da, sonunda da gitmek
manasına kullanılabilir.
Râfiîye göre,
"saatler"den murat gece ve gündüzün zaman dilimleri olan saatler
değil, dereceleri tertibe koymak ve önce gelenlerin sonra gelenlerden daha çok
fazilete nail olduklarını bildirmektir.
Cumhur hadis-i
şerifteki saatleri zaman mânâsına hamletmişlerdir. Ancak bu saatlerin ne
zamandan itibaren başlayacağı hususunda görüş ayrılıkları vardır.
Rûyânî: "İmam
Şafiî'nin sözünün zahiri erken gitmenin fecrin doğmasından itibaren olduğunu
gösterir" demiş. Râfiî ve Nevevî de bunu sahih görmüşlerdir. Mâverdî ise
bu saatlerin güneşin doğmasından itibaren başlayacağım çünkü bundan evvelki
vaktin gusül vakti olduğunu söyler.
Hadis-i şerifin diğer
hadis kitaplarındaki rivayetleri arasında ufak-tefek bazı farklılıklar göze
çarpmaktadır. Bununla beraber hepsinin ittifak ettiği mânâya göre, cumaya
gelenlerin alacakları sevaplar geliş sırasına göre farklıdır. Melekler, hatip
minbere çıkıncaya kadar bunları zapt ve tesbit ederler. Yukarıda beyân
ettiğimiz farklı görüşlere göre, sabahın erken vaktinde veya hemen zevalden
sonra gelenlere bir deve tasadduk etmiş gibi sevap yazarlar. Daha sonra
gelenlere de sırayla, sığır, boynuzlu koç, tavuk ve yumurta tasadduk etmiş
sevabı yazarlar. Hatip minbere çıkınca bu yazma işini bırakırlar ve okunacak
hutbeyi dinlemek üzere minberin yanına gelirler. Artık bu vakitten sonra
gelenler yukarıda adı geçen sevaplardan istifâde edemezler. t Sadece cuma
namazına ait sevaplara nail olurlar. Camiye erken gelenlere verilen sevapların
farklı oluşu gelenlerin namaz kılmak, Kur'ân okumak, teşbih ve zikir gibi
ibadetleri daha çok yapacakları içindir.[268]
1. Cuma günü
gusletmek teşvik edilmiştir.
2. Camiye
gitmek hususunda, erken davranılmalıdır.
3.
Mükafatlar amellere göre verilecektir.
4. Cumaya
melekler de iştirak ederler.[269]
352. ...Âişe
(r.anha)dan, demiştir ki;
"İnsanlar, kendi
işlerini kendileri yapıyorlar ve o halleriyle (iş elbiseleriyle, terli bir halde
yıkanmadan) cumaya geliyorlardı. (Bundan dolayı) kendilerine, "keşke
yıkansaydınız" denildi."[270]
Hadis-i şerifin Buhârî
ve Müslim'deki rivayetleri birbirlerinden farklılıklar arz etmektedir.
Hadisten anlaşıldığına
göre Asr-ı Saadette genel olarak ashab-ı kiram işlerinde bizzat çalışır
hizmetçi, işçi kullanmazlardı. Bu yüzden tabiatiyle terlerler, üzerlerinde ter
kokusu olduğu halde cumaya gelirler ve bu durum cemaati rahatsız ederdi.
Bundan dolayı kendilerine "keşke yıkansanız" denilmiştir. Bu sözü
söyleyen (Buhârî'nin rivayetinden anlaşıldığına göre) Peygamber (s.a.)'in
kendisidir.
Resûlullah (s.a.)in
ashaba yıkanmayı emretmeyip de temenni suretiyle tavsiyede bulunması cuma günü
gusletmenin farz olmadığına delâlet etmektedir. Şayet farz olsaydı, temenni
etmez, emrederdi. Guslü emreden hadislerdeki emir siğasının emretmeyen
hadislerle tearuza düşmemesi için mendûbiyete hamledilrniştir.[271]
l. Cumanın
vakti, öğlenin vaktidir ki, o da zevalden sonradır. Çünkü ashabın cumaya gıdısı fiiliyle ifâde
edilmiştir. Lûgatçılann ekserisine göre bu kelime, öğleden sonra gitme
mânâsında kullanılır.
2. Cuma günü
gusletmenin hikmeti, insanlara ve meleklere eza vermemesi için pis kokuların
izâlesidir.[272]
353.
...İkrime (r.a.)den rivayet edilmiştir.; "Iraklılardan (bazı) insanlar
(Ibn Abbâs'a) gelip:
Ya İbn Abb. a, cuma
günü gusletmeyi vâcib görür müsün?dediler. İbn Abbas,:
Hayır, fakat o daha
çok temizlik ve gusleden için daha hayırlıdır. Gusletmeyen kimseye de vâcib
değildir. Size (cuma günü) gusletmenin nasıl başladığını haber vereyim:
İnsanlar darlık ve
meşakkatte idiler. Yünden (elbiseler) giyerler, bedenen (yük taşıyarak)
çalışırlardı. Mescidleri dar, tavam basıktı, o (tavan) bir gölgelikten
ibaretti. Sıcak bir günde, Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem) mescide
geldi. Yün elbiseler içerisinde insanlar terlemiş, kendilerinden kokular
yayılmıştı. Bu kokularla bir birlerine eziyet ediyorlardı. Resûlullah
(sallellahü aleyhi vesellem) bu kokuyu hissedince:
"Ey insanlar,
Bugün (cuma günü) olunca yıkanınız.Her biriniz bulabildiği koku ve yağların en
güzelini sürünsün” buyurdu.
Aradan zaman geçti
Şanı yüce Allah, (mallar, elbiseler, hizmetçilerle onlara) bolluk verdi.
Müslümanlar yünden başka elbiseler giydiler, (bizzat bedenen) çalışmaya ihtiyaçları
kalmadı, mescidleri genişletildi. Böylece bir birlerine eziyet veren ter de
kısmen zail oldi.[273]
Abdullah ibn Abbas'ın
azatlısı ikrime'nin naklettiği bu konuşma, İbn Abbas Basra'da vali iken onunla
Iraklı bazı kimseler arasında geçmiştir. Irak o zamanlar İran körfezi ile Musul
arasındaki bölgenin adı idi.
Abdullah İbn Abbas'ın
sözlerinden anladığımıza göre, Müslümanlar ilk günlerinde fakir oldukları için
bizzat kendileri bedenen çalışarak maişetlerini te'min ediyorlardı. Yünden
dokunmuş elbiseden başka giyecekleri de olmadığı için terliyorlar ve bu
kendilerinde hoş olmayan kokular bırakıyordu. Bu halleriyle, mescidin üstünün
hurrna dallan ile örtülü olması, hava almaması, mescidin dar ve tavanının basıklığına
izdiham da eklerince, çıkan ter kokuları gelen cemaati rahatsız ediyordu. Bu
yüzden Efendimiz Cuma günleri yıkanmalarını emretmişti. Ancak müslümanlar
bolluk ve refaha kavuşunca içlerinde hizmetçiler çalıştırmaya başlamışlar,
yünün dışında daha hafif elbiseler giyme imkânına kavuşmuşlar, böylece eskiden
olduğu gibi, başkalarını rahatsız edecek biçimde terlemez olmuşlardır.
Böylelikle cuma günleri gusletme zorunlulukları da ortadan kalkmıştı.
Hanefi âlimlerinden
Tahavî Şerhu Meânil-Âsâr adındaki eserinde bu hadisi rivayet ettikten sonra
şunları söylemektedir:
"Resûlullah
(s.a.)'ın guslü emrettiğini haber veren İbn Abbâs bunun vücûb için olmadığını
söylemektedir. Bu emir, bir illete mebnidir. Bu illet ortadan kalkınca guslün
vücûbu da ortadan kalkmış demektir. Bunları söyleyen İbn Abbas, ayin zamanda
cuma günü guslü emreden hadisleri rivayet edenlerden biridir."[274]
1. Mescid
veya bir toplantıya gidecek olan kişi üzerideki kerih kokuları izale etmelidir.
2. Cuma günü
gusletmek teşvik edilmektedir.[275]
354. ...Semure b.
Cündüb (r.a.)den demiştir ki;
Resûlullah (s.a.)şöyle buyurdu.
"Kim cuma günü
abdest alırsa gerekeni yapmıştır ve güzeldir. Ama kim guslederse o daha
faziletlidir."[276]
Bu hadis-i şerif biraz
değişik lâfızlarla Ashâb-ı kirâmdan Enes, Ebû Saidel-Hudrî,ve Ebû
Hureyre,Câbir, Abdurrahrnan b.Semure veîbn Abbâs tarafından da rivayet
edilmiştir.
Hattâbinin de dediği
gibi hadis-i şerif bu konuda gayet açıktır. Cuma namazı için abdest kâfidir.
Gusül farz değildir, fakat gusleden için fazilet vardır. Tirmizî de şöyle
demiştir; "Bu hadis delâlet etmektedir ki cuma günü gusletmekte fazilet
vardır, vacip değildir."[277]
355. ...Kays
b. Âsim[278] (r.a.)'den, şöyle demiştir:
"Müslüman olmak
gayesiyle ResuluIIah (s.a.)'a geldim, Sidr karışmış su ile gusletmemi
emretti."[279]
Hadis-i şerif,
müslüman olmak isteyen bu zâta Efendimizin Sidr karıştırılmış su ile
yıkanmasını emrettiğini haber vermektedir.
Sidr:kelimesinin çoğuludur.
Trabzon hurmasına benzer bir ağacın adıdır. Yaprakları kurutularak dövülür ve
sabun yerine kullanılırdı.
Yeni müslüman olan
kimsenin gusletmesinin vücûbuna kail olanlar bu hadis ile istidlal etmişlerdir.
Ebû Hureyre (r.a.)den rivayet edilen ve Sumâme müsluman olduğu zaman,
Efendimizin ona gusletmesini emrettiği hadis de aynı mevzudadır. İmam Ahmed ve
Ebû Sevr'in mezhebi budur. Bunlar, "Müşrikin, küfr halinde cima veya
ihtilâmdan hali olmayacağını İslama girmeden önce gusletmiş bile olsalar, farz-ı
ikâmeye kâfi gelmeyeceğini" söylemişlerdir.
Şâfîî ve Mâlikîlere
göre, İslama girmeden önce cünup olan kimsenin küfür halinde gusletse de etmese
de müsluman olunca yıkanması farz, cünup olmayan kimsenin yıkanması ise,
müstehaptır. Bunlar Efendimizin, her İslama girene guslü emretmeyiyim delil
kabul etmişler ve eğer yeni müslüman olan herkesin gusIetmesi vacip olsaydı, Peygamber (s.a.) herkese
emrederdi, halbuki böyle yapmamıştır. Bu, emrin bazen istihbâba delâlet ettiğine,
guslün vücöbunu gösteren emirlerin de cünub olana gusletmenin vacib olduğuna
karinedir demişlerdir.
Hanefilere göre ise
küfür halinde cünup olup da gusleden kişiye müsluman olduktan sonra tekrar
yıkanmak farz değildir. Çünkü su temizleyicidir ve gusl için niyet şart
değildir. Ancak bu halde yıkanmak müstehaptır. Müslüman olmadan önce cünup
olup da, gusletmemişse İslama girdikten sonra gusletmesi farz olur.
İslama girmeden önce
abdest alıp da abdesti bozmadan müslüman olan bir kimsenin o abdestle namaz
kılıp kılamayacağı meselesi de ihtilaflıdır.
Şafiî, Mâlikî ve
Hanbelîlere göre,bu durumda olan bir kimse namaz kılamaz, abdestini yenilemesi
gerekir, Teyemmüm için de hüküm aynıdır.
Hanefîler, teyemmüm
niyete muhtaç olduğu için teyemmüm konusunda diğer mezheplerle aynı fikirde
oldukları halde abdest hususunda farklı görüştedirler. Hanefî mezhebine göre
cenabetten daha önce yıkanmış ise, şirk hâlinde abdest alan kimse, bu abdest
ile müslüman olduktan sonra namaz kılabilir. Çünkü abdest için niyet şart
değildir. Dolayısıyle abdestin iadesine ihtiyaç yoktur. Eski abdestin
kullanılması daha faziletlidir.[280]
1. İslama
yeni giren kimsenin gusletmesi gerekir.
2. Sabun
gibi, suyun temizleyicilik özelliğim artıran maddelerin suya katılması
caizdir.[281]
356.
...Useym b. Kuleyb[282] babası
tarikiyle.dedesinden rivayet etmiştir ki:
"O (Kuleyb
el-Cuhenî) Peygamber (s.a.)e gelip:
Ben müslüman oldum,
demiş, Resulûllah (s.a.) de 'ona:
"Kendinden küfür
kıllarını al, buyurmuştur."
(Kavilerden biri
Resûlullah (s.a.)'ın sözünü) "traş ol" diye açıklamıştır.
(Useym'in babası
Kesîr) şöyle dedi:
"Bir başkası bana
haber verdi ki; Peygamber (s.a.) kendisi (Haberi veren veya Resûlullah) ile
beraber olan diğer birine:
"Kendinden küfür
kıllarını at ve sünnet ol, buyurdu."[283]
Resûlullah (s.a.)ın
yeni müslüman olan bu zata "kendinden küfür kıllarını at" buyurması
umûma şâmil değildir. Yani İslama yeni giren herkesin traş olması şart
değildir. Burada; "kıl'ın küfre izafe edilemesi, bazı kâfirlerin, alemeti
farikası olarak uzattıkları saçlarının kesilmesi gereğine işarettir. Çünkü bazı
bölgelerdeki gayr-i müslimler başlarını değişik bir biçimde traş ederlerdi. Ve
kendilerine has bir alâmet olarak başlarının bir yerindeki saçları uzatırlardı.
Meselâ, Mısır ve Hindistan'da durum böyle idi. İşte Resûlullah (s.a.)'ın
kesilmesini emrettiği kıllar bu tipteki saçlardır.
Aynî bu mevzuda
şunları söyler: "Peygamber (sallellahu aleyhi ve sellem)in tıraş olmayı
emretmesi, temizlikten mübalağa ve kâfirken büyüyen kıllarım izâle içindir. Sünnet
olmayı emretmesi ise, gayet açıktır. Eğer kâfir müslüman olur ve sünnet olmanın
vereceği eleme katlanamayacak durumda olursa, olduğu hal üzere terk
edilir."
Aynî'nin, sünnet
hususunda söylediği günümüzde problem değildir. Zira uyuşturucu iğnelerle hiç
bir acı duymadan sünnet olmak mümkündür. Dolayısıyle İslama yeni girenlerin
sünnet olmamasını meşru kılacak bir özür kalmamıştır.
Bu mevzudaki görüş
farkları 54. hadis-i şerifin şerhinde verilmiştir. Ayrıca, hanefî fukahası bu
konuda şunları da ilâve etmiştir:
Bülûg çağından sonra
müslüman olan kişinin mümkünse, kendi kendini sünnet etmesi veya eşi tarafından
(sünnet) edilmesi daha uygundur.
Hz.İbrahim'in, 80
yaşında iken kendi kendisini sünnet ettiği sahih hadislerde bildirilmiştir.
Bütün buna rağmen mümkün olmadığı takdirde "sünnetin ikâmesi için haram
irtikab edilmez" kaidesinden hareketle sünnet olma işini terk eder
diyenler, olmuş ise de bu görüş muteber sayılmamaktadır. Zira sünnet olma
hüküm bakımından her ne kadar sünnet ise de İslâmın şiarı olması açısından
lüzumlu görülmüş ve doktor tarafından sünnet edilmesi gereği üzerine durulmuş,
fetva da buna göre verilmiştir.
Peygamber Efendimiz,
küfür halinden kalma kılların kesilmesini İslâmın şiar olan sünneti
emrettiğine göre, küfür halinden kalma kirlerin izâlesi öncelikle emredilmiş
olmaktadır. Netice itibariyle hadis-i şerifte, müslüman olan kimsenin
üzerindeki İslam adabına uymayan kılları kesmesi ve sünnet olması
istenmektedir.[284]
357.
...Muâze (bint Abdullah el-Adevî) şöyle demiştir:
"Âişe (r.anhâ)'ye
elbisesine kan bulaşan hayızlı kadının ne yapacağını sordum.
Onu yıkasın eğer kanın
eseri gitmezse, onu (n rengini) sarı bir şeyle değiştirsin. Muhakkak ben
Resûlullah (s.a.)'ın yanında (peşi peşine) uç hayızı (birden) olur, elbisemi
yıkamazdım (elbiseme kan bulaştırmadım.)"[285]
Bu hadis-i şerif
mevkuftur fakat merfû hükmündedir.Çünkü Âişe (r.anhâ)'nın hayız halinde giydiği
elbisesini yıkamaması Resûlullah devrinde olmuş ve Peygamberimiz buna müdâhale
etmemiştir. Hz. Âişe kendisine bunu soran kadına elbisesinde kan izi varsa onu
yıkamasını, kanın rengi çıkmıyorsa üzerine rengini değiştirecek başka bir şey
sürmesini tavsiye etmiştir.[286]
1.
Kadınların özel hallerinde titiz ve dikkat gerekir.
2. Kadınlar,
mahrem yerlerinden çıkan her hangi bir şeyin izâlesi mümkün olmadığı takdirde
rengini değiştirerek kullanabilirler.
3.
Kadınların, utancakları herhangi bir şeyi yok edici tedbire baş vurmaları
mümkündür.[287]
358. ...Âişe
(r.anhâ) şöyle demiştir;
"Bizden
(Resulüllah’ın hanımlarından) birinin sadece bir elbisesi vardı. O elbisesi
üzerinde iken de hayız olurdu. Eğer elbisece kan bulaşırsa, onu tükürüğü ile
ıslatır, sonra ovalardı."[288]
Hz. Âişe'nin elbisedeki
kanı tukruğu ile ovaladıktan sonra su ile yıkaması fakat ravinin bunu
zikretmemesi mümkün olduğu gibi, kanın yıkamaya lüzum hissettirmeyecek
derecede az olması da muhtemeldir. Çünkü her ne kadar Menlıel müellifi
"Hanefîler elbisedeki necasetin suyun dışındaki sirke ve tukrük gibi
maddelerle izâlesine bu hadisle istidlal etmişlerdir" demekte ise de,
tükrükle necaset izâle edilemez. Ancak burada şu söylenebilir, bu necaset
namaza manî olacak miktarda değildir. Tükürükle izâlesi ise, eserin gözlerden
uzak tutulmasını sağlamaktı. Hanefîlere göre bazı şartlarla, sudan başka da
bazı mayiler ile necaset izâle edilebilir. Zaten hadis de, necasetin suyun
dışındaki bazı maddelerle de izale edileceğine delâlet etmektedir.[289]
359.
...Bekkâr b. Yahya, ninesinin şöyle dediğini haber verdi:
"(Bir gün) Ümmü
Seleme'nin yanına gitmiştim ki, Kureyş'ten bir kadın, (kadının) hayızlı iken
giydiği elbisede namazı (n hükmünü) sordu. Um mu Seleme şu cevabı verdi:
Resülullah (s.a.)
zamanında biz hayz olur, hayz günlerinde bir elbise giyer, temizlenince hayızlı
iken giydiğimiz bu elbiseye bakardık: Eğer ona kan bulaşmışsa, yıkar ve o
elbise içinde namazı kılardık. Ona bir şey bulaşmamışsa (yıkamaya gerek
duymaz), onunla namaz kılardık.
Saçı taralı olana
gelince, bizden (Resûlullah'ın hanımlarından) birinin saçları taralı (saçları
taranacak kadar uzun) ise; guslettiğinde saçlarını çözmez, başı üzerine üç
avuç su döker, saçlarının dibine ıslaklık nüfuz ettiği zaman onu ovalar sonra
da (suyu) bedeninin geri kalan kısmına dökerdi.[290]
Hadis-i şerif eğer kan
bulaştınlmamışsa hayız halinde ikengiyilen elbiseyi yıkamadan giyip onunla
namaz kılmanın caiz olduğuna delâlet etmektedir. Zira pis olan giyilen elbise
değil, o haldeki kandır. Kan olmayınca da elbise temizdir. Ümmü Seleme
cevâbında, saçı sık olduğu için saçını tarakla tarayan kadının guslederken
saçlarını ve örgülerini çözmesine lüzum olmadığını da söylemiştir. Hadisteki
ifâdede saçın sık oluşundan bahesedilmemekte ise de, kadının saçlarını
tarayıcı olmasından maksat onların sık olduğunu ifâde etmektir. Mecazen buna
"mümteşita" denmiştir. Burada ifâde edilmek istenen husus, hayızdan
kurtulan kadının yıkanırken örgülerini çözmesi gerekmediğidir.
Kadının âdet halinde
giydiği elbiseye kan bulaşmaması halinde o elbise ile namaz
kılabilir.Bulaşmışsa, yıkadıktan sonra kılabilir.[291]
360. ...Esma
bint Ebî Bekr[292] (r.anhümâ)'dan, demiştir
ki;
"Bir kadının
Resûlullah (s.a.)'a "Bizden (kadınlardan) biri temizlendiği zaman (hayızh
iken giydiği) elbisesini ne yapsın, onunla namaz kılsın mı?" diye
sorduğunu işittim (Resûlüllâh sallellahü aleyhi vesellem) şöyle cevap verdi:
"Baksın, eğer
onda kan görürse, biraz su ile ovalasın (bu suda veya elbisede kan izi)
görmeyinceye kadar yıkasın[293] ve namazını kılsın.”[294]
Son cümlenin mânâsı
dipnottaki şekilde olduğu takdirde, bu yıkama,, kokuların,vesvesenin
giderilmesi ve temizlik içindir. Necasetten temizlenmesinde (sirke, elma suyu
vs. gibi) sudan başka maddeleri caiz görmeyenler bu hadis-i şerifi görüşlerine
destek saymaktadırlar. Ancak su haricindeki bazı mayilerle de temizlenmeyi caiz
gören Hanefîler "bu hadisteki suyun zikri tahsis için değil, temizlenme
daha çok su ile olduğu için Efendimiz su ile ovalamayı emretmiştir" derler.[295]
1. Soru
sorulan kişi bildiği şekliyle cevap vermekten kaçınmamahdır.
2. Kan
ittifakla necistir, temizlenmelidir.
3. Namaz
kılabilmek için elbisedeki necasetin izâlesi şarttır.[296]
361. ...Esma
bint Ebî Bekr (r.ahhâ)dan, demiştir ki; "Bir kadını Resûlullah (s.a.)'a
şöyle sorarken duydum:
Ya Resûlullah, bizden
birinin elbisesine hayız kanı bulaşırsa, ne yapsın? Nebi (s.a.) şu cevabı
verdi:
" Sizden birinize
hayz kanı bulaşırsa onu (pamukla) ovalasın sonra su ile yıkasın ve namazım
kılsın."[297]
Açıklama
Aynî'
Buhârî Şerni'nde İbn Battâl’ın "Esma hadisi, ulemâ katında necasetin
yıkanması hususunda esastır" dediğini naklettikten sonra şunları söyler:
"Bu hadis ulemâ indinde çok olan kana hamledilir. Çünkü Cenâb-ı Allah
kanın necaseti konusunda mesfuh olmayı şart koşmuştur. O da akıcı olan çok
kandan kinayedir. Fakihler çok olanın miktarım tayinde ihtilâf etmişlerdir.
Küfeliler (Hanefîler) kanda ve diğer necasette az ile çoğun arasını
ayıklamakta bir dirhem den daha aza itibar etmişlerdir..."
İmam
Mâlik'e göre kanın azı affedilir, fakat diğer necasetlerin azı da, çoğu da
yıkanmalıdır.
Şâfiîlere
göre kanın azı affedilmiştir. Yalnız köpek ve domuz kanının azıda, afdan
müstesnadır. Pire kanı, bazı şartlarla çok da olsa mâfuvdür. Diğer necasetlerde
gözle görülebilen pislik necistir.[298]
362. ...Hammâd b. Seleme, Hişâmb. Urve'den önceki hadisi mânâ bakımından
(aynen) rivayet etti: (Müsedded ve Musa b. İsmail rivayetlerinde) şöyle
dediler: "Resûlullah (s.a.):
"Onu
(kanı) kazı, sonra su ile ovala, sonra da yıka','buyurdu.[299]
363. ...Ümmu Kays bint Mihsan ([300])
şöyle demiştir:
"Resûlullah
(sallellahü aleyhi vesellem)'e elbisede olan hayz kanım(n hükmünü) sordum.
"Onu
bir çubuk (çöp) ile kazı, su ve sidr ile yıka','buyurdu.[301]
Tercemeye
çubuk (çöp) diye aktardığımız kelimesi
aslında kaburga kemiğinin Arapçası olduğu halde, ona benzeyen eğri çubuk için
de ad olmuştur îbn Dakiki'1-iyd, Nesâî'den Ibn Hay-ve tarafından yapılan
rivayette bu kelimeyi "taş" şeklinde bulduğunu söylemiş fakat Irakî
bunu tenkid etmiştir.
Kanın
yıkanmadan ince bir çubuk parçasıyla kazınması, yıkanmayı kolaylaştırmak, suya
sidr karıştırılması ise, temizlikte mübalağa bakımından suyun temizleyecilik
özelliğini artırmak içindir. Bugünkü deterjanlar sidrin görevini fazlasıyla yapmaktadır.
Tabii bu ameliyeler, uyulması şart olmayıp kolaylık bakımından yapılmış
tavsiyelerdir.[302]
1. Elbisedeki hayz kanını yıkamadan önce sert bir cisimle kazımak, daha
çok temizlenmeye vesiledir.
2. Necasetin yıkanacağı suya, suyun temizleme gücünün artması gayesiyle
uygun maddelerin karıştırılması meşrudur.[303]
364. ...Âişe (r.anhâ)dan, demiştir ki;
"Bizim
(Rasûlullah'ın zevcelerinden) birimizin bir tek gömleği olurdu. O gömlek üzerinde
iken hayız olur, o üzerinde iken cünüp olurdu. Sonra onda bir kan damlası
görür ve onu tükrüğü ile ovalardı."[304]
Hz.Âişenin
naber verdiği hanımın kendisi olması muhtemeldir. Bu hadis her ne kadar mevkuf
ise de Resûlullah'ın huzurunda olduğu ve Efendimiz reddetmediği için merfû'
hükmündedir.
Hz.
Âişe bu haberi verirken, hayız veya cenabet halinde giyilen bir elbisenin pis
olmadığını, şayet elbisede az bir kan lekesi olursa, bunun namaza manî
olmadığını söylemek istemesinden dolayı zikretmiştir.[305]
365. ...Ebû Hureyre (r.a.)den rivayet edilmiştir; "Havle bint Yesâr,
Resûlullah (s.a.)'a gelip:
Ya
Resûlullah! Benim sadece bir tane elbisem var, ben o (elbisem) üzerimde iken
hayız oluyorum, ne.yapayım? dedi.
Nebî(s.a.)
şu cevabı verdi:
Temizlendiğin
zaman onu yıka ve onda (onu giyerek) namazını kıl."
Havle
dedi ki:
Kan
çıkmazsa (ne yapayım)? Nebî (s.a.);
'"Kam
yıkamak sana yeter, izi zarar vermez" buyurdular.[306]
Bu
hadis-i şerif de Efendimiz, hayız olunan elbisenin yıkanmasını emretmişlerdir.
Bunu kanın çok oluşuna hamledersek önceki hadislerle olan ihtilâf halledilmiş
olur. Ayrıca buradan anlıyoruz ki, temizce yıkandıktan sonra necaset eserinin
kalması, o elbisenin temiz olmasına manî değildir. Bu şekildeki necasetler,
temizlendiğine kanaat gelinceye kadar yıkanır, Hanefîlere göre üç defa yıkanıp
sıkıldığında temizlenmiş sayılır.[307]
366.
...Muâviye b. Ebî Süfyân'dan rivayet edilmiştir;
"O, Peygamberimizin
hanımı olan, kızkardeşi Ummu Habîbe'ye:
Resûlullah (s.a.) cima
ederken üzerinde bulunan elbisesi ile namaz kılar mıydı? diye sordu. Ummu
Habîbe (Radıyellahü anhâ):
Evet, O elbisede
pislik görmediğinde (kılardı) dedi."[308]
Meninin pis olduğuna hükmedenlerin
dayandıkları hadisIerden birisi budur. Çünkü cinsi temastan sonra elbiseye bulaşabilecek
pislik nıezi veya menidir. Efendimiz, elbisede pislik görmediğinde o elbise
ile namaz kıldığına göre, meni veya mezi gördüğü zaman yıkattığı anlaşılmaktadır.
Bu, Efendimizden çıkan
şeylerin temiz oluşuna muhalif değildir. Çünkü hükümlerde ümmetin durumu göz
önünde bulundurulur.
Yine bu hadis-i
şeriften şüphe ile amelin vacip olmadığı anlaşılmaktadır. Zira cima esnasında
giyilmiş olan elbisede meni veya mezi eserinin bulunacağı muhtemeldir. Buna
rağmen Efendimiz necasetin olduğunu yakinen bilmedikçe şüpheye binâen amel
etmeyerek şüphe ile değil, kesin bilgi ile amelin vacip olduğuna işaret
etmiştir.[309]
1. Cinsi
temas esnasında giyilen elbiseye meni veya mezi bulaşmamışsa yıkanmadan o
elbise ile namaz kı-hnabilir. Çünkü meni ve mezinin her ikisi de necistir.
(İmam Şafiî'ye göre meni tâhirdir.)
2. Elbiseye
meni bulaşmışsa yıkanması gerekir.
3. Bir şeyin
aksi ortaya çıkmadıkça aslı üzere hükümedilir.
4. Şüphe ile
değil kesin bilgi ile amel vaciptir.[310]
kelimesi Arapçada
kelimesinin çoğuludur. Aslında insanın vücuduna temas eden iç çamaşırı
demektir. Ancak burada uyku esnasında örtülen örtü mânâsında olması da
muhtemeldin. Fakat terceme, kelimenin
asıl manasına göre yapılmıştır.[311]
367. ...
Âişe (r.a.)'dan demiştir ki
Rasûlullah
(salallallahü aleyhi vesellem) bizim çamaşır larımiz da veya çarşaflarımızda
namaz kılmazdı.[312]
Ubeydullah:
"Babam (çamaşır mı, yoksa çarşaf mı olduğunu) şüphe etti" demiştir.[313]
Hadis-i şerif hayız
kanı gibi necaset bulunması ihtilmali olan
kadın elbiselerinden sakınmanın matlup olduğuna işaret etmektedir. Her
ne kadar vacip olan, zanna göre değil de, kesin bilgiye göre hükmetmek ise de
ihtiyatlı davranmak dinimizin teşvik ettiği hususlardandır. Ancak bu farz değil
menduptur. Nitekim bir sonraki babta gelecek olan hadis-i şeriflerden,
kadınların iç elbiselerinde namaz kılmanın caiz olduğu anlaşılmaktadır.[314]
368. ...Âişe
(r.anhâ)'nm şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Peygamber (s.a.)
bizim elbiselerimizde (veya çarşaflarımızda) namaz kılmazdı."
Hammâd;Said b. Ebi
Sadaka 'nın şöyle dediğini duydum demiştir:
Bu hadis-i şerifi Muhammed
b. Sırın 'e sordum, rivayet etmedi ve "Ben onu eskiden beri duydum. Fakat
kimden duyduğumu bilmiyorum. Güvenilir birinden mi, yoksa başkasından mı
duyduğumu hatırlayamıyorum. Onu (başkasına) sorunuz” dedi.[315]
Hadis-i Şerifin Hz.
Âişe'ye nisbet edilen bölümü bir evvelki hadisle aynıdır.
Müellifin Hampvîd'ın
sözünü kaydetmekten maksadı, hadisin münkatı' olduğuna işaret etmektir. Çünkü
hadisin senet zincirine göre Hammâd Hişâm'dan, Hişâm da İbn Şîrîn vasıtasıyla
Hz. Âişe'den rivayet etmiş görünmektedir. Said b. Ebî Sadaka, bu hadisi İbn
Sîrîn'e sorduğunda kesin bir cevap da almamış, ne red etmiş ne de olumlu
karşılık vermiştir. Bu, hadis-i şerifte bir inkıta olma ihtimalini ortaya
koymaktadır.[316]
369.
...Meymûne (r.anha)dan;
"Resûlullah
(s.a.)'m bir bölümü kendi üzerinde, diğer bölümü hayız hâlindeki bir hanımının
üstünde olan bir elbise ile namaz kıldığı" rivayet edilmiştir.[317]
Hadis-i Şerifin konu
ile alâkası şudur: Peygamber (s.a.) kendi üzerindeki elbisenin yarışımda hayız
halindeki hanımının üzerine örttüğü halde namaz kıldığını ifâde etmektedir.
Efendimiz bu şekilde namaz kılarken yanında olan zevcesi, Meymûne olabileceği
gibi aşağıdaki hadisten anlaşılacağı üzere Hz. Âişe de olabilir. Ancak
Buharî'nin rivayetinden Meymûne olduğu anlaşılmaktadır.
Hadiste geçen
kelimesinin mânâsı yün, keten veya başka bir şeyden yapılan, hem erkeklerin,
hem de kadınların göbekten aşağıya ve yukarıya giyebüdekleri bir elbise
çeşididir.[318]
1. Üzerinde
kan görülmedikçe hayızlı olan kadının elbisesi temizdir.
2. Bir
kimsenin hayız olan hanımının yakınında namaz kılması caizdir.
3. Bir kısmı
namaz kılanın, diğer bir kısmı da hayız halindeki hanımının üstünde olan
elbisede namaz kılmak caizdir.[319]
370. ...Âişe
(r.a.)dan; demiştir ki;
"BenResûlullah
(s.a.)'m yakınında, hayızlı bulunduğumda, üzerimdeki elbisenin bir kısmı
Resûlullah'ın üzerine (sarkmış) bir vaziyetteyken geceleyin namaz
kılardı."[320]
Yukandaki hadisle aynı
gibi görülen bu hadis farklı bir manaya gelmektedir. Şöyle ki; birinci hadis-i
şerif Peygamber (s.a.)'ın elbisesinin hayızlı hanımının üzerine sarktığını
anlatırken hayızlı kadının pis olmadığını, onun üzerine sarkan elbisenin pis
olmayacağına işaret etmektedir. Halbuki bu hadis-i şerif, Hz. Âişe validemizin
üzerindeki elbisenin Resûlullah (s.a.)'e örttüğünü, dolayısıyla hayızlı
kadının elbisesinin pis olmadığı gibi başkasını da kirletemediğini ortaya
koymaktadır.[321]
371.
...Hemmam b. Haris[322] ten
rivayet edilmiştir:
"(Bir gün) Hemmâm
Hz. Âişe'nin yanında (misafir) iken ihtilâm olmuştu.Elbisesini veya[323]
elbisesindeki.cenabet eserini (meniyi) yıkarken Hz. Âişe'nin cariyesi onu
gördü ve Hz. Âişe'ye haber verdi. Bunun üzerine Aişe (r.anha) şöyle dedi:
(Şu anda) Resûlullah
(s.a.)'m elbisesinden onu ovaladığımı görür (gibiyim).[324]
Ebû Dâvâd: "Bunu,
Hakem rivayet ettiği gibi, A 'meş de rivayet etmiştir" dedi.[325]
Bu hadis-i şerîf,
kurumuş olan meninin ovalamakla temizleneceği görüşünde olanların del
iHeırindendir. Konu ulema arasında ihtilaflıdır.
Şafiî, Dâvûd, İbn
Munzir, Said b. el-Müseyyeb, Atâ İshak ve Ebû Sevr'e göre meni temizdir. İmam
Ahmed'in iki rivayetinden esah olanı da bu şekildedir. Ancak Şafiî mezhebinin
muteber kitaplarından Muğnî'l-muhtâc'ta "Bir kimse küçük abdestten sonra
tenasül uzvunu yıkamazsa ondan çıkan meni pistir" denilmektedir.
Bu görüşte olanların
delili, meninin ovalanmakla izâle edilebildiğini, gösteren rivayettir. Pis
olsaydı ovalamakla temizlenmezdi, demektedirler.
Hanefî Mezhebine göre
meni pistir. Yaşı ancak yıkamakla, kurusu ise, ovalamak suretiyle de
temizlenebilir. Ancak küçük abdestinden sonra su ile temizlenmiş olması
şarttır. Aksi halde ovalamakla da temizlenmez. Zira uzuv üzerinde kurumuş olan
idrar ıslak meni ile yayıldığından temizlenmez.
Üzerinde durduğumuz,
Hz. Âişe'nin rivayeti, bu görüşün delilerinden-dir. Meninin ovalamakla izâle
edilmesi, Onun temiz olmasını gerektirmez. Nitekim, ayakkabıya, bulaşan ve
cüssesi olan pislik yere veya toprağa sürtmek suretiyle temizlenebilir,
yıkamaya ihtiyaç göstermez. Su ile yıkanmadan silmek, tehavvül, kuruma vs.
gibi daha birçok temizleme yollan vardır. İbn Abbâs'tan nakledilen ve meniyi
bir burun akıntısına benzeten rivayeti ise, İshâk el-Ezrak'm Şureyk tarikiyle
yaptığından başka ref eden olmamıştır. Gerçekte bu rivayet Beyhakî'nin dediği
gibi mevkuftur, hüccet olmaz.
Dârekutnî'nin Hz.
Âişe'den rivayet ettiği, "Ben Resûlullah (s.a.)'nı elbisesindeki meniyi
kuru ise ovalar, yaş ise yıkardım" şeklindeki hadis de açıkça bu görüşü
takviye etmektedir.[326]
1. Meni
pistir
2. Elbiseye
bulaşan meni kuru ise ovalayarak, temizlenebilir; yaşı ise yıkanır.[327]
372. ...Âişe
(r.anha) şöyle demiştir:
"Ben Resûlullah
(s.a.)'ın elbisesinden meniyi ovalardım. Resûlullah da o elbisede namaz
kılardı."[328]
Ebû Dâvûd dedi ki:
Hammâd'a bu
rivayetinde Muğîre, Ebû Ma'şer ve Vâsıl muvafakat ettiler.[329]
373.
...Süleyman b. Yesâr Âişe (r.anhâ)'yı şöyle söylerken dinlemiştir:
"Ben Resûlullah
(s.a.)'ın elbisesinden meniyi yıkardım daha sonra elbisedeki temizleme izlerini
görürdüm."[330]
Bu hadis-i şerif,
meninin pis olduğu görüşünü kabul edenlerin delil gösterdikleri hadislerden
biridir. Çünkü Hz. Âişe Efendimizin elbisesindeki meniyi kendi kendine değil,
Resûlullah aleyhisselâmın emri ile yıkamıştır. Eğer meni pis olmasaydı
Efendimiz onu yıkamayı emretmez, Hz. Âişe de yıkamazdı. Âişe validemizin
meniyi ovaladığını gösteren hadisler ise, İmam-ı A'zam'ın kavline göre, meninin
kuru oluşuna hamledilir.
Meninin temiz olduğunu
söyleyenler ise, buradaki yıkama işinin, istihbabâ delâlet ettiğini söylerler.
Meninin temiz olup olmadığı hususunda ulemânın görüşleri 371. hadisin
açıklaması içerisinde verilmiştik.[331]
Bazı Hükümler
1. Meni pistir.
2. Kadının
kocasına hizmet etmesi, elbiselerim yıkaması meşrudur."[332]
374.
...Üramü Kays bint Mihsan'dan rivayet edilmiştir ki:
"O, (bir gün)
henüz yemek yemeye(başlamaya)n küçük oğlunu Resûlullah (s.a.)'a getirdi
Ffendimiz de çocuğu kucağına oturttu. Çocuk Resûlullah(s.a.)'m elbisesine
bevletti.Efendimiz su isteyerek (sidiğin) üzerine döktü, onu yıkamadı."[333]
İmam Nevevî'nin
beyânına göre, küçük çocuğun idrarının pis olduğunda ihtilâf yoktur. Hatta bu
konuda icmâ olduğunu bile söyleyenler vardır. Ancak Dâvûd-u Zâhirî'ye göre
çocuğun bevli temizdir. İmam Şafiî'den de onun temizliğine dâir bir nakil
yapılmakta ise de, Nevevî bunun kesinlikle bâtıl olduğunu kaydeder.
Çocuğun idrarının
temizleniş biçimi ise, mezhepler arasında ihtilaflıdır.
Şafiî mezhebinde üç
ayrı kavil vardır. Bunlardan esah olanına göre, oğlan çocuğunun idrarı,
üzerine su serpmekle, kız çocuğununki ise, diğer necasetlerde olduğu gibi
ancak yıkamakla temizlenir. Hz. Ali, Atâ b. Ebî Rebah, Hasan el-Basrî, Ahmed b.
Hanbel, İshak b. Râhûye ve Mâlikîlerden İbn Vehb'e göre de oğlan çocuğu ile kız
çocuğunun idrarları farklıdır. İmam Ahmed, İshak ve Ebû Sevr de Şâfiîlerle
aynı görüştedirler. Bu görüşte olanların dayandığı bir çok hadis-i şerif
vardır. Mesela Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce'nin tahric ettikleri, "kızın
idrarı yıkanır oğlanınkinin üzerine su dökülür" mealindeki hadis
bunlardandır.
Hanefi mezhebi ile
İmam Malik, İbrahim en-Nehaî, Said b. El-Müseyyeb, Hasan b. Hayy ve Sevriye
göre kız ve oğlan çocuklarının idrarları arasında fark yoktur. Her ikisi de
pistir ve ancak yıkamakla temizlenir.
tmam Muhammed,
"Yemek yemeye başlamamış oğlan çocuğunun idrarı hakkında ruhsat verilmiş,
kız b'evli ise yıkanması emredilmiştir. Fakat bize göre her ikisini de yıkamak
daha makbuldür" demiştir.
Bu görüş sahipleri,
hadislerdeki "Su serpme, su dökme" şeklinde anlaşılan
"Nadh" kelimesinden bazan yıkamak da kastedilir demişler ve mezkûr
kelimenin yıkamak mânâsında kullanıldığnı bazı hadislerle isbat etmişlerdir.
Bazı hadislerde "nadh" kelimesinden sonra "onu yıkamadı"
şekilindeki ilâveleri de "yıkamada mübalağa etmedi" şeklinde tefsir
etmişlerdir.
Buraya kadar, ifâde
etmeye çalıştığımız bilgiler henüz yemek yemeğe başlamayan, süt ile beslenen
çocuklar ile ilgilidir. Yemek yiyen çocukların idrarı ise, ittifakla ancak
yıkamakla temizlenebilir.[334]
1. Sütle
beslenen çocuğun idrarı üzerine su dökmekle temizlenebilir.
2. Çocuklara
şefkatli davranmak gerekir.[335]
375. ...Lûbâbe
bint el-Hâris[336] (r.anhâ)'dan; demiştir
ki;
"Ali(r.a.)nın
oğlu Hüseyin, Resûlullah (s.a.)'ın kucağında idi. Efendimizin üzerine bevletti.
Bir elbise giy,
izarını da bana ver yıkayayım, dedim. Resûlullah (s. a.);
"Ancak kızın
idrarından dolayı yıkanır oğlanın idrarından ise (üzerine) su dökülür,"
buyurdu.[337]
Bu hadisin zahiri
erkek çocuğu ile kız çocuğunun idrarları arasında fark görenlerin görüşünü
te’yıd etmektedir. Ancak Hattâbî, buradaki "nadh" kelimesini su
serpme değil de önceden suyla ıslamadan ve ovalamadan yıkamak şeklinde
açıklamıştır. Erkek ve kız çocuklarının idrarları arasında fark görmeyen
Hanefîler de hadisi Hattâbî'nin dediği gibi anlamışlardır.
Hanefi âlimlerinden
Tahâvî de bu hadis hakkında şunları söyler:
"Erkek çocuğun
idrarının çıkış yeri dar olduğu için dar bir satha isabet eder. Kız çocuğunun
idrarı ise, daha geniş bir alana yayılır. Bundan dolayı Efendimiz oğlanın
idrarı üzerine su dökmeyi kız çocuğun idrarında ise, muhtelif yerlere
bulaşacağı için yıkamayı murat etmiştir."
Bu ifâdelere göre
hadis-i şerifin her iki görüşe de aykırı olmadığı, taraflardan birini, hadise
zıt görüşe sahip olmakla töhmet altında bırakmağa mahal olmadığı
anlaşılmaktadır.[338]
376. ...Ebu
's-Semh[339] den; demiştir ki;
"Resûllullah
(s.a.)'e hizmet ederdim. Efendimiz gusletmek istediğinde bana "Yönünü
çevir" der, ben de çevirir ve onu gizlerdim, (siper olurdum). (Bir gün)
Hasan veya Hüseyin (r.anhumâ) getirildi. Efendimiz'in göğsü üzerine bevletti.
Ben hemen onu yıkamaya geldim. Resûlullah (s.a.):
“Kız çocuğunun
idrarı(ndan dolayı)yıkamr, oğlanınkine ise, su serpilir" buyurdu.[340]
Abbâs (b. Abdilazîm)
dedi ki;
(Çoğul sigasıyla) Bize
Yahya b. Velid haber verdi. Ebû Davûd da dedi ki; Yahya b, Velid, Ebu'z-Za'râ
dır. Harun b. Ebî Temim, Hasen el-Basrî'nin "Bütün idrarlar eşittir,"
dediğini söyledi.[341]
Bu hadis-i şerifte,
küçük çocuğun idrarının hükmünün yani sıra ikinci bir konu dikkatimizi
çekmektedir ki, o da gusul esnasında örtünme meselesidir. Bundan önceki
hadis-i şeriflerin şerhinde çocuğun idrarı ile ilgili yeterli bilgi verildiği
için burada gusül esnasında örtünme meselesini ele alacağız.
İnsanların
görebileceği açık bir yerde gusleden kimsenin tesettüre riâyetinin farz
olduğunda ulemâ müttefiktir. Açık bir yerde fakat kimsenin görme ihtimali
olmadan veya kapalı bir yerde gusleden kimsenin örtünmesinin hükmü ise,
ihtilaflıdır.
İbn Ebî Leylâ'ya göre,
her hâl-ü kârda gusleden kimsenin avret yerini örtmesi farzdır.
Cumhur-u ulemâya göre
bu durumlarda örtünmek farz değil, müstehaptır. Üzerinde durduğumuz hadis-i
şerifte ki Ebû s-Semh'in Efendimize siper olmasının, Efendimizin emri ile değil
kendi arzusu ile,olduğunu ve bunun vücûba delâlet etmediğini söylerler.
Hadisin sonundaki
ta'lik'de Hârûn b. Temîm, Hasan el-Basrî'nin "Bütün idrarlar
eşittir." dediğini rivayet etmiştir.[342]
1. Fazilet
erbabına hizmet etmek meşrudur.
2. Satr-ı
avrete itina edilmelidir.[343]
377. ...Ali
(r.a.) şöyle demiştir:
"Kız çocuğun
idrarı yıkanır, oğlan çocuğunun ise (sütten başka) yemek yemediği müddetçe
idrarına su serpilir."[344]
Bu "eser"
de, oğlan ve kız çocuklarının idrarlarının temizlenmesinin farklı olması
bakımından önceki hadisler gibidir. Ancak bunda ilâve olarak bu hükmün, henüz
yemeye başlamayan, ana sütü ile beslenen oğlan çocuklara ait olduğu sarahaten
beyân edilmektedir.[345]
378. ...Ali
(k.v.) yukarıdaki hadisi Resûlullah (s.a.)dan merfûan rivayet etmiştir. Ancak
(bu rivayette) "yemedikçe" kaydını (Katâde'nin talebesi Hişâm)
zikretmemiştir. (Hişam ilâveten) Katâde'nin; "Bu, yemek yemedikleri
müddetçedir, yemek yerlerse her ikisi de yıkanır"
dediğini de
bildirmiştir.[346]
Müellif burada Hz.
Ali'nin hadisim, tekrar rivayet, etmiştir. Ancak önceki hadis Hz. Ali'nin sözü
olarak mevkuf iken, aynı manadaki bu ikinci hadis-i şerif Resûlullah (s.a.)'a
nisbet edilmektedir.
Bir de birinci hadiste
"yemedikçe" ifâdesi erkek çocuğa inhisar ettirilmiş bu rivayette
ise, her ikisine teşmil edilerek "yemedikleri müddetçe" denilmiştir.
Buna göre de erkek ve
kız çocuğunun idrarı aynı derecededir.[347]
379.
...Hasan (el-Basrî), annesinin şöyle dediğini haber verdi:
"(Ben) Ümmü
Seleme (r.anha)yı henüz yemek yemeyen erkek çocuğun idrarı üzerine su dökerken
gördü (m). Eğer (çocuk) yerse, onu yıkardı. Kız çocuğunun idrarını da
yıkardı."[348]
Buraya kadar bu
bölümle ilgili hadislerde henüz yemek yemeyen süt çocuklarının idrarlarının aynı
derecede pis olmadığı, kız çocuğununkinin her hâl-ü kârda yıkanması, erkek
çocuğunkinin ise üzerine su dökülerek temizleneceği ifâde edilmektedir. Bu
hadislere dayanarak cumhûr-u ulemâ iki idrar arasında fark olduğuna zâhib
olmuşlardır. Ancak Hanefî fukahası "İdrardan temizlenin! Çünkü kabir
azabının çoğu idrardandır" hadis-i şerifi ve benzeri hadislerle isdidlâl
ederek bir ayırım yapmaksızın erkek ve kız çocuğunun idrarları, henüz süt
çocuğu bile olsalar eşit ve aynı derecede pistir ve büyüklerin idrarına
eşittir; affedilen miktarı aştığı takdirde yıkanması gerekir, görüşündedirler.
Bununla beraber Hanefî uleması bu bölümdeki hadislerle diğer babtaki hadisler
arasında görünen tearuza cevaben hadislerde geçen "nadh" kelimesini
yıkama ile tefsir etmişler ve bu tefsirlerini diğer hadislerdeki yıkama
manasına gelen "nadh" ile takviye etmişlerdir.[349]
380. ... Ebû
Hureyre (r.a.)'dan rivayet edilmiştir ki;
Resûlullah (s.a.)
Mescidde otururken bir bedevi Mescide girip namaz kıldı.(İbn Abd bu namazın
iki rekat olduğunu söyler). Sonra da:
Allah'ım, bana ve
Muhammed (s.a.)'e rahmet eyle, bizimle beraber bir başkasına acıma, dedi.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.):
Geniş olan şeyi
men'ettin (Allah'ın geniş tuttuğu rahmetini daralttın), buyurdu. Aradan fazla
bir zaman geçmeden bedevi Mescidin içinde (bir kenara) bevletti. Bunu gören
sahâbîler bedeviye doğru koştular, fakat Resûlullah (s.a.) onlara mâni oldu
ve:
Siz ancak
kolaylaştırcı olarak gönderildim, zorlaştırıcı olarak değil. O (bedevinin)
bevli üzerine büyük bir kova dolusu veya doluya yakın su dökünüz" buyurdu.[350]
A’rabi
çöllerde, kırlarda yaşayan ancak bir ihtiyaç için zamanla şehre gelen Araplara
denir.
Hadis-i
şerifte bahsi geçen A'rabî'nin adı, başka rivayetlerden anlaşıldığına göre
Zu'I-Huveysıra el-Yemânî veya Ekra' b. Habis et-Temimîdir.
Hadis-i
şerifin siyakından da anlaşılacağı üzere bu zat İslâmı yeni kabul etmişti.
Henüz İslâm edep ve kültürünü tam olarak elde edememiş, câhiliye ve çöl
geleneğini üzerinden atamamıştı. Bu yüzden Cenab-ı Allah'tan rahmet isterken,
başkalarının rahmetten mahrum olmasını ister hissini veren ifâdeler kullanmış
ve Mescide idrar yapmıştı. Rahmet Peygamberi sallellahü aleyhi vesellem
Efendimiz, bu şahsın her iki hatasını da gayet nâzik bir şekilde düzeltmiş ve
güzel bir ders vermiştir. Bedevînin bevletmesine mâni olmak üzere harekete
geçen sahâbileri de daha büyük zararlar tevlid edebileceği mülahazasıyla
durdurmuştur.O'nun"Siz zorlaştırıcı olarak değil, kolaylaştırıcı olarak
gönderildiniz" tabirini kullanması mecazî mânâdadır. Çünkü aslında tebliğ
vazifesi ile gönderilen sahâbiler değil, bizzat Resûllah'ın kendisidir. Fakat,
sahâbiler de Resûlullah'tan gerek huzurunda, gerek gıyabında tebliğ vazifesi
için onun tarafından gönderilmiş olmaktadırlar.
Hadis-i şerif necis
olan arz (yer) üzerine su dökmek suretiyle o mahallin temizleneceğine delâlet
etmektedir ki, cumhurun görüşü de bu merkezdedir.
Hanefîlere göre,
yeryüzü ve yeryüzünde sabit bulunan her hangi bir şey, pislenince kurumakla
temizlenir. Hidâye'de "güneşte kurumakla" deniyorsa da, İbn Humam
"güneş" kelimesinin kaydı ittifakı olduğunu, rüzgâr veya güneşle
kuruması arasında fark olmadığım söyler ki, mezhebin görüşü de bu şekildedir.
Ancak pisliğin renk vekokusudan eser kalmaması lâzımdır.
Necaset bulaşan yer
yüzü (mahal) süratle temizlenmek istenirse, o yeri alt-üst ederek necasetin
kokusu hissedilmeyecek şekilde gömmek ya da üzerine toprak taşımak veya eseri
kalmayıncaya kadar üzerine su dökmekle de temizlenebilir.
Merâkf 1-Felâh
Haşiyesi Tahtâvî'nin beyânına göre arz, üzerine su dökülerek temizlenecekse
toprağın sert veya yumuşak oluşuna göre farklı ameliyeler uygulanır.
Yer gevşekse,
temizlendiği kanaati hasıl oluncaya kadar su dökülür, adet önemli değildir. Yer
engebeli ve sertse, necaset mahalinin alt kısmına bir çukur kazılır ve
necasetin üstüne su dökülür. Çukurun içine dolan suyun üzerine toprak
doldurulur. Yer sert ve düz ise, necaset üzerine üç defa su dökülür fakat her
döküşte temiz bir bez ile kurutulur.
Yukarıda da işaret
edildiği gibi diğer mezheplere göre necaset bulaşan yeryüzü, üzerine her hangi
bir şekil ve tafsilata lüzum görülmeden su dökülerek temizlenir.
Hadis-i şerifin
sonunda seçil ve zenîib kelimelerinin aynı mânâya geldiği belirtilmiş ve ikisi
arasında zikredilen ev (veya) râvinin rivayetteki şüphesine hamledilmiştir.
Diğer bir ifâdeye göre "seçil" dolu kova; "zenûb" ise,
biraz eksik (doluya yakın) olan manalarına gelir. Buna göre râviden bir şüphe
varid olmamış her iki lafız da Resûlullah'tan (s.a.) varit olmuş olur. O zaman
"ev" kelimesi muhayyerliğe hamledilir. Tercüme buna göre yapılmıştır.[351]
1. Dua eden
kişi, duasında sadece kendisi için değil, diğer müslümanlar için de istekte
bulunmalıdır.
2. Cahil,
söylenileni küçümseyip inadına muhalif hareket etmedikçe ona yumuşak davranmak
gerekir.
3. İki
zarardan büyüğü, küçüğü irtikâb edilerek def'edilebilir.
4. Mâbedlere
hürmet edilmeli ve temiz tutulmalıdır.
5. Toprağa
bulaşan necaset, üzerine su dökülmek suretiyle temizlenir.[352]
381.
...Ma'kıl b. Mukarrin[353]
den; şöyle demiştir:
"Bir bedevî,
Resûlullah (s.a.) ile birlikte namaz kıldı..." (Ma'kıl bundan sonra)
Önceki hadisteki hâdiseyi (anlattı) ve şunları ilâve etti: Resûlullah (s.a.);
"Üzerine
bevlettiğî toprağı alın ve (Mescidin dışına) atın, yerine de su dökün"
buyurdu.[354]
EbûDâvûd;
"Bu hadis mürseldir. Çünkü İbn Ma'kıl, Resûlullah (s.a.)'ı görmemiştir”
dedi.[355]
Görüldüğü
gibi bu hadis-i şerif Tâbiûndan bir zât tarafından, aradaki sahâbî
zikredilmeksizin bizzat Resûlullah'tan duyulmuş gibi rivayet edildiği için
mürseldir. Fakat bu durum, hadisin kuvvetine zarar vermemektedir. Çünkü aynı
hadisi Dârakutnî, kesintisiz olarak -Ahmed ve Taberânî de dahil- iki ayrı
senette rivayet etmişlerdir.
Ancak
bu rivayetlerden İbn Mes'ücTdan geleni, senette Sem'anb. Malik olduğu için;
Vasile b. Eska'dan geleni de râviler arasında Ubeydullah b. Ebî Humeyd
el-Huzelî olduğundan tenkide uğramıştır, kuvvetli sayılmamıştır.[356]
Bu
hadis ihtiva ettiği ahkâm itibariyle bir önceki hadisten pek farklı değildir.
Sadece öncekine ilâve olarak necaset mahalline su dökülmeden evvel o toprağın
alınıp atılması emredilmektedir.[357]
382. ...Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan, şöyle demiştir:
"Ben
Resûlullah (s.a.) zamanında bekâr bir genç idim ve Mescidde gecelerdim.
Köpekler mescide girerler, çıkarlar, bevlederler, (sa-habiler de) bundan dolayı
hiç bir şey (su) dökmezlerdi."[358]
Abdullah
İbn Ömer'in Mescitte gecelemesi orada uyumasına delâlet etmez. Çünkü
"geceledi" fiili "geceleyin uyudu" mânâsına pek nadir
kullanılır. Ferrâ demiştirki, "gecenin tamamını taatle veya masiyetle
uyanık geçirdi manasında "geceledi" denilir. Ancak İbn Ömer'in geceyi
Mescitte uyuyarak geçirdiğini anlamaya da bir mani yoktur. Nitekim bazı
sarihler fiiline "geceleyin
uyudu" mânâsını vermişlerdir. Mescitte uyumayı men eden açık bir nass
olmadığına göre orada geceleyin uyumaya da bir mâni yoktur. Fakat yine de bu
konu ihtilâflıdır. îbn Abbâs ibâdet maksadı olmasa, İbn Mesûd ise her halü
kârda mescitte gecelemeyi mekruh görürler. îmam Mâlik, kalacak evi olmayanın
mescitte kalmasını mubah sayarken evi olanın kalmasını mekruh sayar. İmam
Nevevî'nin bildirdiğine göre, İmam Şafiî mutlak olarak, İmam Ahmed de
misafirin kalmasını caiz görmüşlerdir. Hanefîlerin görüşü de bu merkezdedir.
Yeryüzündeki
necasetin, kurumak suretiyle temizleneceğini söyleyen Hanefîler, bu hadis-i
şerifi delil kabul ederler.
îbn
Hümam bu hadis ile ilgili olarak özetle şöyle der: "Eğer necasetin
kuruyarak temizlendiği kabul edilmezse sahâbilerin bile bile orayı pis bırakmış
olmalarına hamletmek gerekir ki, bu mümkün değildir. Çünkü mescid-i Nebevî dar
ve mü slümanlar hemen hemen tamamen namazı mescidde kıldıkları için,
köpeklerin bevlettiği yerlerde namaz kılmamış olabilirler denemez. Ayrıca
köpeklerin mescidin bir köşesine değil, bir çok yerine bevletmeleri kuvvetle
muhtemeldir. Bedevi'nin bevli üzerine Resûlullah'ın su dökülmesini emretmesi,
bunun ancak su ile temizleneceği manasına gelmez. Zira o hâdise gündüz
olmuştur. Gündüz Mescitte peşi peşine devamlı namaz kılınacağı için Efendimiz
pislenen mahallin hemen temizlenmesini istemiş, kuruyunca-ya kadar beklemeden
üzerine bolca su dökmelerini emretmiştir. Abdullah îbn Ömer'in haberinde
köpeklerin Mescide bevletmeleri geceleyin olduğu ve geceleri de kısa
aralıklarla cemaat halinde namaz kılınmadığı için su dökme ihtiyacı
hissedilmemiş, temizlik konusunda kurumaya itibar edilmiştir."
Necaset
bulaşan yer yüzünün kurumakla temizlenemeyeceğini mutlaka su dökülmesi
gerektiğini söyleyenler ise, bu hadîse daha değişik bir açıdan bakarlar. Kimi
"köpeklerin mescide girip çıkmaları oraya bevletmiş olmalarını gerektirmez.
Mescide girip çıkarlar, fakat dışarıya bevletmiş olabilir." Bazıları da,
"köpek idrarlarının üzerine su dökülmeyişi ya yerleri bilinemediği veya
temizlenmesine lüzum kalmayacak kadar az olduğu içindir" demişlerdir.
Şüphesiz
her iki görüşün sahipleri makul fikirler ileri sürerek hadis-i şerifin mânâsım
te'vil etmişler ve görüşlerini mesnetsiz bırakmamışlardır. Ne varki, kuramakla
yer yüzünün temizlenmeyeceğini söyleyenlerin te'villerinde bir zorlama olduğu
hissedilmektedir.
Temizlendiğini
söyleyenlere göre ise, bu sadece üzerinde namaz kılmak içindir. Oradan teyemmüm
etmek için yine de temiz sayılmamaktadır. Hanefîlerin görüşü budur.
Daha
önce de bildirdiğimiz gibi, o günkü mescidleri bugünkülerle mukayese etmemek
gerekir. Peygamber aleyhisselâm zamanında kapılar açık pencereler açık,
yerlerde örtü yoktu. Dışarıdan farkı, duvarlarla çevrili olması idi. Bu
durumda kedi ve köpeklerin geceleyin bu gibi yerlere girmesi gayet normaldir.
Bununla
beraber, hadisten mescidlerde kedi ve köpek beslenir hükmü çıkarılamaz.
Güvercinler müstesna, bütün hayvanların mescidde beslenme, büyütülmeleri ve
aralara sokulmaları yaksaktır.[359]
1. Mescitte gecelemek câizdir.
2. Toprağa isabet eden necaset mahalli kurumak sureti ile
temizlenebilir.[360]
383.
...Abdurrahman b. Avf'ın oğlu İbrahim'in Ümmü Veledi (Humeyde)[361] den
rivayet edilmiştir. O; ResûluIIah'ın hanımı Ümmü Seleme (r.anhâ) ya;
Ben eteğim uzatan bir kadınım,
pis yerlerde yürüyorum (ne yapmalıyım)? diye sordu. Ümmü Seleme (r.anha);
Resûlullah (sallellahü
aleyhi vesellem) "Onu sonraki (temiz yerler) temizler" buyurdu diye
cevap verdi.[362]
Ümmü Seleme (r.anha) kendisine
sorulan bir soruya delilini söyleyerek cevab vermiştir. Çünkü soru soran hanımı
zeki, anlayışlı zaptı kuvvetli ve ilmi nakletmeye kabiliyetli görmüştür.
Bundan anlaşılmaktadır ki, bir âlime soru sorulduğu zaman soru soran anlayışlı
ve tâlime kabiliyetli ise, cevabı verirken delilini de zikretmeli ve bu konu
ile ilgili lüzumlu malumatı aktarmalıdır.
Ulemâdan bir gurup bu
hadis-i şerifin zahirini alarak, "temiz bir yerde yürümek pis yerden
geçerken elbisenin eteğine ve paçasına bulaşan pisliği temizler. Elbisenin
eteği ayakkabı hükmündedir. Eteği pisleten yerin kuru veya yaş olması arasında
fark yoktur" demişlerdir.
Cumhura göre ise, bir
kimse üzerinde necaset olan kuru bir yerden geçip de elbiseye pislik
bulaşmazsa sonradan yürüdüğü temiz yerlerle temizlendiği görüşündedir.
Üzerinde necaset bulunan yer yaş ise, ancak yıkamakla temizlenebilir. İmam
Şafiî, "Bu, kuru bir yerden geçip de üzerine necaset bulaşmayan kimse
hakkındadır. Ama yaş (ve pis) yerden geçerse ancak yıkamakla temizlenir"
demiştir.
Şafiîlerde mezhebin
görüşüne göre pis olan yolun çamuru şu dört şartın tahakkuku ile affedilir:
1. Necasetin
görülmemesi,
2. Yoldan
geçenin dikkat edip, necasetten sakınması,
3. Yürürken
veya binek üzerinde iken kendisine isabet etmesi.Şayet düşer veya başkasından
sıçrayarak kendisine bulaşırsa af yoktur.
4. Necasetin
elbiseye veya vücuda isabet etmesi. Başka bir şeye isabet ederse af yoktur.
İmam Ahmed b. Hanbel
de şöyle der: "Bunun mânâsı, üzerine idrar bulaşır sonra da temiz bir
yerden geçerse, o elbise temizlenir demek değildir. Maksat, bir yerden geçerken
eteği pislenirse sonraki temiz yer Onu temizler demektir."
Zürkânî, İmam
Mâlik'ten şunu nakleder: "Resûlulah'tan rivayet edilen "arzın bazısı
bazısını temizler" hadisinin mânâsı şudur: Bir kimse pis bir yere basar
sonra da kuru ve temiz bir yerde yürürse, sonraki yürüdüğü yer, evvelkinin
pislettiğini temizler. Fakat necaset bevl veya bu hükümde olan bir şey olur ve
elbise yada bedene bulaşırsa, ancak yıkamakla temizlenir. Bunda icmâ
vardır."
Bu hadis hakkında Şah
Veliyullah Dehlevî'nin şu sözleri de kayda değer: "Bu şu demektir. Bir
kimsenin eteğine yol pisliği bulaşır, sonra bir başka yerden geçer ve necasete
temiz yerin çamur veya tozu karışıp kurur. Bu durumdaki etek ovalamak veya
çitilenmekle temizlenir. Bu kadar zorIuğa binâen sâri tarafından
affedilmiştir."
Hanefîlere göre
üzerinde necasetin aynı görülmedikçe yol çamurları temizdir. Bu çamurun cıvık
veya kuru, az veya çok olması arasında fark yoktur. Köpeklerin yattığı yerler,
pis şeylerden çıkan buharlar ve hayvan gübresinin tozu da aynı hükümdedir.
Çünkü bunlardan korunmak mümkün değildir.
Şunu unutmamak gerekir
ki "elbiselerini de temiz tut"[363]
ayet-i kerimesi genel manada elbiselerin temizlenmesini emrettiği gibi,
"eteklerini yerde sürünemeyecek şekilde kısaltarak temiz tut"
şeklinde de tefsir
edilmiştir. Ayrıca etekleri yere sürünecek şekilde elbise giymek kibir ve
gurur alâmeti olduğu için İslâm'da makbul sayılmamıştır. Kadınların
ayaklarını1 topuk üstü göstermeyecek tarzda ve bilhassa çorap giyme adeti
olmayan Arap köylü kadınları için lüzumlu görülmüştür ki, bu bir istisna
niteliğindedir.[364]
1.
Hanımların uzun etekli elbise giymeleri meşrudur.
2.
Yollardaki kuru pislik ile pislenen etekler daha sonra temiz bir yerden
geçilerek temizlenir.[365]
384.
...Abdu'l-Eşhel oğullarından bir kadın şöyle demiştir;
"(Resûlullah'a);
Ya Resûlullah! Bizim mescide giden yolumuz pis, kerih kokuludur. Yağmur
yağdığında ne yapalım? diye sordum.
Bu kirli yoldan sonra daha
temizi yok mu? dedi.
Evet (var) dedim,
Temiz yer pis yerin
pislettiğini temizler" buyurdu.[366]
Hattâbî, bu ve bundan
önceki hadislerin senetlerindeki sahabî râvilerin halleri meçhul olduğu için bu
iki hadîsi tedbirle karşılamak gerektiğini söyler. Ancak hali bilinmeyen
râviler, sahabî olduğu ve sahâbiler tümüyle sika (güvenilir) kabul edildiği
için Hattâbî'nin bu sözlerine itiraz edilmektedir.[367]
1. Dini
hükümleri öğrenmek için soru sormak gerekli ve tabiidir.
2. Kadın
doğrudan ilgili makama soru sorabilir.
3. Fitneye
sebep olmadığı takdirde kadınlar da camiye gidebilerler, caizdir.[368]
385. ...Ebû
Hureyre'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz
ayakkabısı ile bir pisliğin üzerine basarsa (bilsin ki) toprak onun için
temizleyicidir."[369]
Hadîsin zânirî
ayakkabıya bulaşan pisliğin (cinsi ne olursa olsun) yere sürtülerek
temizlenebileceğine delâlet etmektedir. Evza'î Ebû Sevr (bir rivayette) Ebû
Yûsuf, İshâk, (bir rivayette) İmam Ahmed, ve Zahirîler bu görüşü
benimsemişlerdir.
Beğavî, ulemânın
çoğunluğunun bu görüşte olduklarım söyler.
İmam Mâlik, Şafiî,
Züfer ve Muhammed'e göre, pislenen ayakkabı ancak yıkamakla temizlenir,
toprağa sürterek temizlenemez. Bunlar, üzerinde durduğumuz hadisteki
"necâset"i kuru olanına hamletmişlerdir.
İmam Azama göre,
ayakkabıya bulaşan pislik katı (cüsseli, maddi varlığı bilinen türden) olursa,
toprağa sürtülerek temizlenir. îdrar gibi sıvı haldeki cüssesiz necasetler ise
ancak yıkamakla temizlenir, yere sürtmekle temizlenmez. Hanefî mezhebinde
fetva, îmam-ı Âzam'm kavline göredir.[370]
1. Toprak,
ayakkabıya bulaşan katı pisliği temizler.
2. Ayakkabı tarafından
emilen sıvı pislikler yıkanmalıdır.[371]
386. ...Ebû
Hureyre (r.a.) mânâ olarak öncekine benzeyen rivayetinde Resûlullah (s.a.)'ın
şöyle buyurduğunu haber vermiştir.
"(Bir kimse) Necaset
üzerine mestleri ile basarsa onların temizleyicisi topraktır.”[372]
Râvîlerî arasında
Muhammed b. Kesîr olduğu için bu hadisi sahih kabul etmeyenler olduğu gibi,
başka yönlerden bu kusuru takviye edip hadisin sıhhatini savunanlar da vardır.
Yine senetteki Muhammed b. Aclân'i zayıf sayanlar olmakla beraber, çoğunluk
sika kabul etmiştir.
Hadis-i şerifin ihtiva
ettiği hüküm önceki hadisle aynıdır.[373]
387. ...Âişe
(r.anhâ) Resûlullah (s.a.)dan aynı manada bir hadis rivayet etmiştir.[374]
388. ...Ummu
Câhder el-Âmiriye'den; O, Âişe (r.anhâ)ya elbiseye bulaşan hayız kanının
hükmünü sordu. Âişe (r.anhâ) şu cevabı verdi:
"Ben (hayızlı
iken bir gece) üzerimizde şiltemiz olduğu halde Resûlullah (s.a.) ile
beraberdik. Şiltenin üstüne bir elbise örtmüştük. Sabah olunca Hz. Peygamber
elbiseyi alıp giydi, çıktı. Sabah namazını kıldırdı ve oturdu. Bir adam:
Ya Resûlullah! Bu bir
kan (lekesi) parıltısı (değil mi, diye kanı gösterdi).
Resûlullah lekeli
kısmın kenarım avuçlayıri durulmuş bir vaziyette bir çocukla bana gönderdi,
ve:
'Bunu yıka kurut ve
bana gönder,' buyurdu.
Çanağımı isteyip onu
yıkadım, kuruttum ve Resûlullah (s.a.)a gönderdim. Resûlullah öğleye doğru o
elbise üzerinde olduğu halde
geldi."[375]
Bu hadisin bâb ile
münâsebeti, Resûlullah (s.a.Vın namazı kıldıktan sonra üzerindeki kan lekesine
vakıf olması ve fakat namazı iade ettiğine dair bir işaretin bulunmayışıdır.
Yani Resûlullah kan lekesini öğrendikten sonra namazını iade etmemiştir. Bu
mesele mezhepler arasında ihtilaflıdır.
Mâlikîler e göre,
üzerinde necaset varken kılınan bir namaz necaset farkediîdikten sonra iade
edilmez. Şafiî ve Hanbelîlerden iki görüş vardır. Hanefîlere göre namaz iade
edilmelidir.
Hanefîler, üzerinde
durduğumuz hadisten, Resûlullah (s.a.)'m namazı iade etmediği hükmü
çıkartılırsa, bu görülen kanın namaza mâni olmayacak kadar az olmasındandır,
derler.[376]
2. Bir
müslümanın, başka bir müslüman da gördüğü ve ıslahı gereken şeyi haber vermesi
caizdir.
3.
Başkasının uyarmasını anlayışla
karşılamak gerekir.
4. Necaseti
izâlede acele edilmelidir.
5. Kadının
kocasına hizmet etmesi meşrudur.
6.
Elbisedeki necaset yeri belli ise, sadece oranın yıkanması kâfidir, elbisenin
tamamını yıkamaya lüzum yoktur.
7. Hadis
Resûlullah (s.a.)'ın tevazuunu göstermektedir.[377]
389. ...Ebû
Nadra'dan, demiştir ki;
"Resûlullah
(s.a.) elbisesine tükürdü ve orayı biri biri üstüne (katlayıp) sürttü."[378]
Bu hadis-i şerif
mürseldir. Çünkü Ebû Nadra tabiûndandır. Resûlullah (s.a.)'ı görmemiştir. Başka
rivayetlerden
anlaşıldığına göre,
Efendimiz'in elbisesinin bir ucuna tükürmesi namazda iken zarurete binâen
olmuştur. Ebû Nuaym'ın rivayeti de böyledir. Şöyleki namazdaki bir insanın
yutamayacağı ve açığa da tüküremeyeceği bir tükürüğü, yanında da mendili
bulunmadığım düşünürsek, başkalarının kendisinin rahatsız olacağı bir manzara
zuhur etmemesi için, elbisesinin bir kenarına bırakmak ve onu izâle etmek en
iyi bir durumdur ki, onun temizlenmesi ise, daha kolaydır. Bu husus Hadisin
rivayetinde "tükürdü" manasına gelen lafzın tefsir ve te'vilidir.
Ebû Nuaym'in rivayetin
de "Resûlullah namazda iken ağzındaki ıslaklığı elbisesinin bir ucu ile
çıkardı" şeklindedir.
Buna göre normal olan
bu durumun te'vile ihtiyacı yoktur. Nitekim Menhel sahibi de hadisi bu şekilde
açıklamıştır.
Hadis-i şerif tükrüğün
mutlak olarak temiz olduğuna delâlet eder. Aynî, İbn Battâl'dan rivayetle,
"tükrüğün temiz oluşu icmâ ile sabittir. Selman' dan rivayet edilenden
başka bu konuda ihtilaf bilmiyorum. Hasan b. Hayy da onu elbisede kerih
bulmuştur" demektedir. îbn Hazm: "Selman'-ı Fârisî ve Nehaî'ye göre
ağızdan ayrılan tükrüğün necis olduğu rivayeti sahihtir" der. İbn Ebî
Şeybe de Musannef inde onun temiz olmadığını söyler.
Bunların dışındaki
bütün müctehid imamlar tükrüğün temiz olduğu hususunda tüttefiktir. Bu İbn
Battâl'ın da dediği gibi icmâ hükmündedir.[379]
390. ...Enes
b. Mâlik (r.a.), Resûlullah (s.a.)'dan önceki hadisin benzerini rivayet
etmiştir.[380]
Bu
rivâvetin Nesâî'de zikredilen metni “Resûlullah ri dasının bir ucunu alıp içine
tükürdü. Sonra bir kısmını, diğer kısmı üzerine örttü" şeklindedir.[381]
[1] Ebû Dâvûd, nikâh 77, Nesâî, tahâre 181; hayz 9; İbn
Mâce, tahâre 123; Ahmed b Hanbel, I, 230, 237, 245, 272, 286, 306, 312, 339,
363.
[2] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 470.
[3] Tİrmizî tahâre, 103.
[4] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 470-472.
[5] Hadisi bu şekliyle kütub-İ sitte müelliflerinden
sadece Ebû Dâvûd burada ve nikâh 47'de.
[6] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 472-473.
[7] Ibn Mâce, tahâre 129; Dâriraî, vudû' 111.
[8] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 473-474.
[9] Mu'dal: Senedinde biribiri peşinden iki veya daha
fazla râvinın düştüğü hadistir.
[10] Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 474-475.
[11] Nesâî, hayz 13; Ayrıca bk. Müslim, hayz 3; Ebû Davûd,
nikâh 46; Dârîmî, vudû' 107; Muvatta, tahâre 95; Ahmed b. Hanbel, VI, 33, 55,
72, 113, 134, 143, 174, 189, 204, 209, 235.
[12] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 475.
[13] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 475-476.
[14] Ahmed b. Hanbel, VI, 174.
[15] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 476.
[16] Ebû Dâvûd, nikah 46; Nesâî, tahâre 178; hayz 11.
[17] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 476-477.
[18] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 477.
[19] Umara: Tabiûndandır. îbn Hibbân Sika raviler arasında
sayar. Halasından ve Abdur-rahmân b. Ziyâd'dan hadis rivayet etmiştir. [Bilgi için
bk. tbnu'l-Esîr, Üsdu'l-gabe, IV, 142; Îbn Hacer el-tsâbe, III, 170-171].
[20] Hadisi kutub-u sıtte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd
rivayet etmiştir.
[21] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 477-479.
[22] Bu hadisi de sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[23] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 479.
[24] Bu hanımın, Hz. Âişe veya Meymune olması muhtemeldir.
[25] Ahmed b. Hanbel, VI, 59.
[26] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 479-480.
[27] Buhârî, hayz 5; Müslim, hayz 2; İbn Mâce tahâre 12V,
Ahmed b. Hanbel, VI, 40, 42, 44, 98, 113, 126, 128, 156, 161, 201, 204, 206,
216, 230, 266.
[28] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 480-481.
[29] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 481-482.
[30] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 482.
[31] Ncsâî, tahâre 133; hayz 3; İbn Mâce menasik 12;
Darimî, vudu 84; Muvatta' 105; Ah-med b. Hanbel, VI, 293, 304, 320, 323, 464.
[32] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 482-483.
[33] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 483-486.
[34] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 486.
[35] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 486-487.
[36] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 487.
[37] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 488.
[38] Ümmü Habibp: Cahş'ın kızıdır. Abdurrahman b. Avf'm
hanımı. Resulûllah (s.a.)'ın hanımı Hz. Zeyneb'in kardeşidir. Üçüncü bii
kardeşleri daha vardı ki o da Hamne'dir. İbn Abdilberr bu üç kardeşin de
mustehâza olduğunu söyler. Suyûtî'nin de bunları müsteha-zalar arasında saydığı
daha evvel zikredilmişti. tbnü'l-Arâbî Zeyneb'i müstehaza saymaz, (bk.
el-Menhel, III, 67-68.).
[39] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 488-489.
[40] Nesâî, talâk 74; tahâre 134; hayz 4; İbn Mâce tahâre
115; Ahmed b. Hanbel VI, 420, 464.
[41] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 490-491.
[42] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 491.
[43] Urve kendisine hadiseyi haber verenin Fâtıma mı, yoksa
Esma mı olduğunda şüphe etmiştir. Fakat her hâl u kârda Resûlullah'a soruyu
soran Esma olmuştur. Bu Esma, Umeys'in kızıdır.
[44] Bu hadisi kütüb-i sitte sahiplerinden sadece Ebû Dâvûd
rivayet etmiştir.
[45] Müellifin bu ve bundan sonraki rivayetleri getirmesi
cümlesinin Zührî hadisinde vehm olmakla birlikte başka rivayetlerde sabit
olduğunu göstermek İçindir.
[46] Şevde binti Zem'a b. Kays b. Abdi Şems el-Kureşî
el-Âmirî: Resûlullah sallellahu aleyhi vesellem kendisi ile Hz. Hatice'nin
vefatından sonra -daha Hz. Âişe ile evlenmeden evvel evlenmiştir.-Tirmizî'nin,
İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, Şevde, Resûluilah'ın kendisini
boşamasından korkmuş ve Efendimize (s.a.): "Beni boşama yanında tut ve
sıramı Hz. Âişe'ye ver" demiş. Resûlullah da bunu yapmış bunun üzerine:
"Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasından yahut (herhangi bir suretle
kendisinden) yuz çevirmesinden endişe ederse sulh ile aralarını düzeltmekte
ikisine de vebal yoktur. Sulh daha hayırlıdır..." mealindeki Nisa, 128.
âyeti nazil olmuştur.
Şevde (r.a.) Resûluilah'tan hadis rivayet etmiştir, ibn Abbâs ve Yahya
b. Abdullah da ondan rivayet etmişlerdir. Buhârî kendisinden iki hadis rivayet
etmiştir. H. 54 senesinde vefat etmiştir. [Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakât,
VIII, 52-58; İbnu'1-Esir, Üsdii'l-gâbe, VII, 157; Zehebi A'lamu'n-nubelâ, II,
265-269; İbn Hacer, el-lsâbe, IV, 338; Tehzibu't-Tehzîb, XII, 426-427;
tbnu'1-tmad, Şezerâtu'z-zeheb, I, 24, 60.].
[47] Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 491-494.
[48] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 495.
[49] Buhârî, hayz
19, 28; Tirmizî, tahâre 93; Nesâî, tahâre 133, 134, 137; hayz 2, 4, 6;
tbn Mâce, tahâre 115, 116, Dârimî, vudû' 84.
[50] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 495-496.
[51] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 496.
[52] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 496-497.
[53] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 497.
[54] Hadisi Kutûb-i sitte içinde yalnızca Ebû Davud rivayet
etmiştir.
[55] Buhârî, hayz 8, 19; Müslim, hayz 64; Tirmizî, tahâre
94; Nesâî tahâre 133, 134, 137, hayz 4, 6, İbn Mâce, tahâre 115, 116; Dârimî,
vudû' 80.
[56] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 497-499.
[57] Nesâî, tahâre 137; hayz 6.
[58] Bu rivayetten anlaşılmaktadır ki, İbn Abbâs'a göre
hayız kanının alâmeti çok miktarda kan gelmesi, istihaza kanının alameti de az
kan gelmesidir. (el-Menhel, III, 88).
[59] Bu eseri Beyhakî musannifin tarikiyla tahriç etmiş ve
"Mekhûl ün dediğinin manası zayıf bir isnadla Ebû İmameden merfuan
rivayet edilmiştir" demiştir.
[60] Daha evvel zikredildiği gibi bu, Ebû Hanîfe ve Ahmed
b. Hanbel'in mezhebidir.
[61] Bır rivayette imâm Mâlik bu görüşü benimsemiştir.
[62] Bu son iki eseri Dârimî tahriç .etmiştir.
[63] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 499-503.
[64] Söz konusu Hadis: 282-283.
[65] Hamne bundan sonra gaibe sıygasını kullanmıştır. Fakat
Turkçeye uygun olması için mu tekellim (1. şahıs) siygasına göre terceme
edilmiştir.
[66] Bir nüshada
"bez kullan" ibaresinden önce ifadesi yer almaktadır
Tırmızî'deki rivayet de bu şekildedir. Telemim ise, bezi önünden ve arkadan
dolayıp belde üzerine ip ya da kuşakla iyice bağlamak demektir.
[67] aslında ayakla vurmak, tepmek manasına gelir. Bununla
zarar vermek ve ifsâd etmek kast edilir. Hattâbî'nin ifadesine göre kanın çokça
gelmesinin şeytanın bir darbesi olmasından maksat, şeytanın bununla dinî
vazifelerinde işini karıştırmaya yol bulması Hammâne'ye bu emirleri unutturmasıdır.
[68] Buradaki
Ahyyu'l-Kârî'nın beyanına göre, râvıden gelen bir sektir Buna göre
Ravî, Resülüllah'ın altı gun mu, yoksa yedi gun mü dediğinde şüphe etmiştir
Neve-vî'ye göre taksim içindir. Yanı sıhhatli iken âdeti altı gün ise, altı
yedi gun ise yedi gun kendim hayızlı say, demektir. Resulüllah kadınların ekserisi daha çok altı-yedı gun âdet
gördükleri için bu iki rakamı zikretmiş olabilir.
[69] ibaresi bazı nüshalarda kelimesi olmadan geçmektedir.
Bu ibareye şerhler değişik manalar vermişlerdir. Terceme, Muhammed AH Esse-yid
neşrinin hâmişindeki ifadeler esas alınarak yapılmıştır. Hattâbî: "Senin
işin hakkında altı veya yedi günden Allah'ın bildiğinde kendini hayızlı
say" şeklinde mana vermiştir. Buna göre Hamne daha evvelki âdetinin altı
günmü, yoksa yedi gün mu olduğunu unutmuştur. Resulüllah da kendisine âdetinin
altı gün mü yoksa yedi gün mü olduğunu araştırmasını ve ona göre hareket
etmesini emretmiştir.
[70] Hayız hâli yedi günse yirmi üç gün, altı günse yirmi
dört gün temiz olur.
[71] Tirmizî, tahâre 95; Dârimî, vudû' 94; MuvattS', hacc
124; Ahmed b. Hanbel, VI, 439, 464.
[72] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 503-506.
[73] Ric'at: Karısını bir veya iki ric'î talakla boşamiş
olan bir kimsenin iddet içerisinde, evliliği devam ettirmek maksadıyla, sözle,
cinsî temas veya Öpme vs. gibi bir şekilde karısına geri dönmesidir.
[74] el-Bakara (2), 222.
[75] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 507-511.
[76] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 511.
[77] Bk. 285. hadisin kaynaklan.
[78] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 511-512.
[79] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 512-513.
[80] Buhârî.hayz 26; Müslim, hayz 64; Nesâî,tahârel33, 134;
tbnMâce, tahâre, 116-Dâri-mî, vudu 80, 84, 96; Ahmed b. Hanbel, VI, 83, 119,
128, 187, 237.
[81] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 513-515.
[82] Musannifin bu rivayeti almasının maksadı, tbn Ishâk'ın
rivayetini takviyedir.
[83] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 515-516.
[84] Bu kadın Ümmü Habîbe bint Cahş'tır.
[85] Râvîlerden birisi zamirin müzekker olarak mi, yoksa
müennes olarak mı olduğunda ve mı yoksa
mu olduğunda şüphe etmişlerdir.
[86] Ümmü Bekr'in rivayetini sadece tbn Mâce tahric
etmiştir.
[87] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 516-518.
[88] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 518-519.
[89] Aşağıdaki hadisten anlaşıldığına göre, bu kadın Sehje
bint Süheyl'dir.
[90]
Bazı nüshalarda istisna edatı yoktur. Buna göre mana "Sana Rasulüllah'tan
(s.a.) hiç bir şey söyleyemem" şeklinde olur.
[91] bk. Tirmizî tahâre 95; Nesâî, tahâre 135; hayz 5;
mevâkît 21; tbn Mâce, tahâre 117;Dârimî, vudu 84, 94, 95, 96, Ahmed b. Hanbel,
VI,;172, 382, 439, 440.
[92] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 519-520.
[93] Dârimî, vudû' 84; Ahmed b. Hanbel VI, 119.
[94] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 520-521.
[95] Yedi seneden beri.
[96] Hadisi, kütüb-i sütte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd
rivayet etmiştir.
[97] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 521-522.
[98] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 522-523.
[99] Tirmizi, tahâre 44; Dârimi, vudÛ'46.
[100] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 523.
[101] Tirmizi, tahâre 93; İbn Mâce, tahâre 115; Ahmed b.
Hanbel, VI, 42, 204, 262.
[102] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 523-525.
[103] Hadisi Beyhâkî merfu olarak rivayet etmiştir.
[104] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 525-526.
[105] Önceki hadis mevkuf olduğu halde, bu Resul u İlah'a
(s.a.) kadar çıkan merffi bir hadistir.
[106] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 526-528.
[107] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 528.
[108] Aynî bunun Said b. Müseyyeb ve Hasen'in görüşü
olduğunu söylemektedir. Concordance bu bâb'a bab numarası vermemiştir.
[109] Buradaki soru guslün keyfiyetini değil vaktini
sormadır.
[110] bk. Dârimî, vudû'85 (bab başlığında).
[111] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 528-529.
[112] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 529-530.
[113] Sadece Ebû DâvÛd rivayet etmiştir.
[114] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 530-531.
[115] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 531.
[116] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 531.
[117] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 531.
[118] Bu hadis 286. hadisin tekrarıdır. Orada gerekli
açılmamda bulunulmuştur.
[119] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 532-533.
[120] Bu hadisi
Kutub-i Sitte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[121] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 533.
[122] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 533-534.
[123] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 534.
[124] Ummü Atlyye'nin asıl adı Nesibe bini Ka'b
el-Ensâriyye'dir. Resûlullah'tan kırk kadar rivayeti vardır. Bunların altısında
Buhar! ve Müslim ittifak etmiştir. Müstakil olarak her birinde birer hadisi
vardır. Kadın cenazeleri yıkardı, Resûlullahın kızım da bu hanım yıkamıştır.
(Bilgi için bk. İbn Ebî Hatim, el-Cerh ne'I-ta'dil, IX, 465; lbnu'1-Esir,
Üsdii'l-ğftbe, VII, 280; Zehebî, A'lfimu'n-nubelfi, II, 318; tbn Hacer,
el-ts&be, 476; TehzEbıTt-Tehzib, XII, 455).
[125] Nesâi, hayz 7; Ibn Mâve, tahâre 127; Dârimi vudû
93,94; Ayrıca bk. Buhârî, hayz 25.
[126] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 534-535.
[127] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 535-536.
[128] Sadece Ebü Dâvûd rivayet etmiştir.
[129] Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 536-537.
[130] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[131] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 537.
[132] "Eser" hz. Peygambere ulaşmayıp sahâbi veya
tâbü'de kalan, onlara ait olan görüş vt haberlere denir.
[133] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 537.
[134] Buradaki şüphe râvidendir.
[135] Vers: Yemen'de biter, kadınların hamilelikten dolayı
yüzlerinde çıkan ve halk arasında "çiğit" denilen benekler üzerine
sürdükleri san renkte bir bitkidir.
[136] Tirmizi, tahâre 105; tbn Mâce, tahâre 128; Ahmed b.
Hanbel VI, 300, 303, 304, 310.
[137] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 538.
[138] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 538-539.
[139] Bundan murat, Resühıllah'ın hanımları değil,akrabalarıoiankadınlardır.
Zira Resûlul-lah'ın hanımlarından Hz. Hadîce'dcn başka hiç birisi Resûlullah'm
yanında lohusa olmamıştır. Hadîce de hicretten evvel vefat etmiştir. Mâriye de
câriyesidır.
[140] Hadisi Kütüb-i Sitte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd
rivayet etmiştir.
[141] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 539-540.
[142] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 540-541.
[143] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 541.
[144]
Ahmed b. Hanbel, VI, 380.
[145] Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 541-542.
[146] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 542-543.
[147] Sidr: Trabzon hurmasına benzer bir ağaçtır. Yapraklan
suya atılarak kaynatılır. Böylece suyun temizleyicilik özelliği artar.
[148] Bir pamuk veya bez parçasıdır.
[149] bk. Buhârî, hayz 13; Müslim, hayz 60, 61; İbn Mâce,
tahâre 124; Dârimi, vudü 84.
[150] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 543-544.
[151] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 544.
[152] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 544-545.
[153] İbn Mâce, tahâre 124;Müslim, hayz 61;Ahmed b.Hanbel,
V, 72; VI, 148.
[154] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 545-547.
[155] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 547.
[156] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 547.
[157] Buhârî, teyemmüm 1; salât 56; cihâd 122; ta'bir 11:
i'tisam 1; Müslim, mesâc id 3, 5, 8; Tirmizî, siyer 5; Nesâî, gusl 26; cihâd 1;
Dârimî, siyer 29; Ahmed b. Hanbel, I, 98, 301; II, 222, 264, 268, 314, 394,
412, 455/501; III, 304; IV, 416: V, 145, 148, 162, 248, 256.
[158] el-Mâide (5), 6.
[159] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/7-10.
[160] Useyd b. Hudayr : İbn Simâk b. Atik el-Ensârî. İslama
ilk girenlerdendir. Bedr dışındaki bütün savaşlara katılmıştır. Uhud günü,
Resûlullah'Ia birlikte sebat etmiş ve yedi yerinden yaralanmıştır. Menkıbeleri
çoktur. Ebû Hureyre'den, Resûlullah (s.a.)'m kendisi için "Useyd b. Hudayr
ne iyi adamdır!" buyurduğu rivayet edilmiştir. Hz. Âişe; "Useyd, insanların
en fazıllarındandır" demiştir. Bir gün Useyd bir topluluğa konuşuyor ve onları
güldürüyordu. Efendimiz onun böğrüne dürttü. Useyd: "Beni incittin ya
Resûlullah" dedi. Efendimiz: "Aynısını sen de bana yap" buyurdu.
Useyd: "Ya Resûlullah senin üzerinde gömlek var, bende İse yok" dedi.
Efendimiz gömleğini topladı. Useyd onu bağrına bastı ve böğrünü öpmeye başladı.
"Anam, babam sana feda olsun ya Resûlullah, ben işte bunu istedim"
dedi.
Useyd H. 20 yılında vefat eti. [Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakât, III,
135; Buhârî, et-Tarîhu'l-Kebîr, II, 47; İbn Ebî Hatîm, ei-Cerh ve't-ta'dîl, II,
310; İbnu'1-Esîr, Usdu'l-gâbe, I, 111, 113; Zehebî, A'lâmıTn-nubelâ, I, 340 -
343; İbn Hacer, el-İsâbe, I; Tehzîbu't-tehzîb, İbnu'1-İmâd, Şezerâtu'z-zeheb,
I, 31; Ansârî, Asr-ı Saadet, III, 297 - 303 (Şamil Yayınları)].
[161] Buhârî, teyemmüm 1, 2; Tefsiru's-Sûre: 3, 4, 5, 10;
nikâh 65; Müslim, tahâre 28; Ibn-i Mâce, tahâre 90; Nesâî, tahâre 193; Muvattâ,
tahâre 89; Ahmed b. Hanbel, I,
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/10-11.
[162] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/11-12.
[163] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/12.
[164] ibn Mâce, tahâre 92; Ahmed b. Hanbel, IV, 321.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/12.
[165] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/12-14.
[166] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/14.
[167] İbn Mâce, tahâre 92.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/14-15.
[168] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/15.
[169] Ulatü'lceyş: Buhârî ve Müslim'de, Beyda ve Zâtü'1-Ceyş
diye rivayet edilmiştir. Avnu'l-Mâbud'un İfâdesine göre Ulâtü'1-Ceyş ile
Zatü'1-Ceyş aynı yerin adıdır. Medine ile Mekke arasındaki konak yerlerinden
biridir.
[170] Zafâr, Yemen sahillerinde bir şehrin adıdır.
[171] Buhârî, teyemmüm 1; şehâdât 15; meğâzî 34; Müslim,
hayz 108; tevbe 56; Nesâî, tahâ-re 196; Ahmed b. Hanbel, IV, 264, VI, 195, 197,
198.
[172] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/15-17.
[173] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/17-18.
[174] Abdullah b. Mes'ûd'un künyesidir.
[175] Buhârî, teyemmüm 7; Müslim, hayz 110; Nesâî,
tahâre 198, 201; Ahmed b. Hanbel, IV,
264, 265.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/18-19.
[176] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/20.
[177] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/20.
[178] Abdurrahmar b. Ebzâ; Nâfi' b. Hâris'in azatlısıdır. Kendisinin
Resûlullah'a sohbeti hususunda ihtilâf edilmiştir. Ancak onun Efendimizden on
iki hadisi olduğu rivayet edilmektedir. Ayrıca Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den
rivayetleri vardır. Ibn Hibbân onu, tâbiûnun sikalarından saymış, Ebû Hatim
sahâbidir, demrş. Buhârî, Tirmizî, Yâ-kub b. Sufyan ve Dârakutnî de sahâbî
olduğunu söyleyenlerdendir. (Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakat, V, 462; Buhârî,
et-Tarîhul-kebir, V, 245; İbn Ebi Hatim, el-cerh ve't-ta'dil, V, 209;
Ibnu'l-Kayserânİ, el-Cem'beyne ricali's-Sahihayn, I, 282; İbnu'1-Esir,
Üsdul-ğâbe, III, 278; Zehebî, A'lamu'n-nubelâ, III, 202 - 202; ibn
Hacer^el-İsâbe, 11,388; Tehribu't-Tehzîb, VI, 132.).
[179] Buhârî, teyemmüm 4, 5, 8; Müslim, hayz 112; Nesâî,
tahâre 195, 199, 200; İbn Mâce, tahâre 91; Ahmed b. Hanbel IV, 263, 265, 320.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/20-22.
[180] el-Maide (5), 6
[181] Nisa (4), 43.
[182] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/22-23.
[183] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/23.
[184] bk. Önceki hadisin kaynakları.
[185] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/23-24.
[186] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/24.
[187] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/24.
[188] bk. önceki hadislerin kaynaklan.
[189] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/24.
[190] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/25.
[191] bk. aynı kaynaklar.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/25.
[192] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/25.
[193] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/25-26.
[194] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/26.
[195] Ahmed b. Hanbel, IV, 263, 265.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/27.
[196] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/27.
[197] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/28.
[198] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/28.
[199] Ebû Cuheym'in Müslim'deki zaptı Ebû Celim şeklindedir.
İbn Hacer, doğrusunun Ebû Cuheym olduğunu, Ebû Cehm'in Kureyş'li başka biri,
bunun ise Ensârî olduğunu söyler. Ubey b. Kâ'b'm kız kardeşinin oğlu olduğu
söylenir. Buhârî ve Müslim İki rivayetinde ittifak etmişlerdir.
[200] Buhârî, teyemmüm 3; Müslim, hayz 114; Nesâî, tahâre
194; Ahmed b. Hanbel, IV, 169.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/28-29.
[201] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/29-30.
[202] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/30.
[203] Hadisi sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[204] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/30-32.
[205] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/29-30.
[206] Buhârî, teyemmüm 3; Müslim, hayz 114; Nesaî, tahâre
İ94; Ahmed b. Hanbel IV, 169.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/32-33.
[207] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/33.
[208] Ebû Zerr: Asıl adının ne olduğunda hayli ihtilâflar
vardır. Cundub b. Ci'nlde b. Kays diyenler olduğu gibi Bureyr ve Berîr diyen
ler de vardır, islâm dinini ilk kabul edenlerdendir. Kendisi "Gıfâr"
kabilesindendir. Ebû Zerr-i Gıfârî diye tanınmıştır. Resûlul-lah'm davetini
duyup Mekke'ye gelmiş, Efendimiz'in tebliğini dinleyip, davranışlarını
inceledikten sonra îslâma girmiş, bu yüzden Mekke müşriklerinin hakaret ve
saldırılarına uğramıştır. Peygamberimiz, kavmine dönüp duyduklarını ve
bildiklerini onlara da aktarmasını emretmiştir. Ebû Zerr ilk müslüman
olanlardan olmakla beraber, hicreti hayli geç olmuş, bu yüzden Bedr ve Uhud
muharebelerine iştirak edememiştir. Dünyaya hiç değer vermezdi. İlimde İbn
Mes'ûd'a denk sayılır. Kendisinden 281 hadis rivayet edilmiştir. Bunların
12'sinde Buhârî ve Müslim müttefiktir. Ayrıca Buhâri'de iki, Müslim'de yedi
rivayeti vardır. H. 32'de vefat etmiştir. (Bilgi için bk. tbn Sa'd, Tabâkât,
IV, 219 - 237; Buhârî, et-Târihu'1-kebir, II, 221; Ebû Nuaym, Hilyetu'l-evliyâ,
I, 156, 170; lbnu'1-Esir, Üsdii'1-ğâbe, I, 357; VI, 99, 101; Zehebî,
A'lamu'n-nubelâ, II, 46 -78; Ibn Hacer, el-tsâbe, IV, 62 - 64:
Telızîbu't-tehzîb, XII, 90-91; İbn İmâd, ŞezerâtuVzeheb, I, 24, 56, 63; Ansârî,
Asr-ı Saadet, (Ashâb-i kiram), H, 315, 324. 22.
[209] Rebeze: Medine'ye
üç konak uzaklıkta bir köydür.
[210] Nesâî, tahâre 203; Tirmizî, tahâre 92; Ahmed b.
Hanbel, V, 146, 147, 155, 180.
[211] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/33-35.
[212] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/35-36.
[213] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/36-37.
[214] Bu zat Munzirî'ye göre önceki hadiste adı geçen Amr b.
Bucdân'dır.
[215] Nesâî, tahâre 203; Ahmed b. Hanbel, V, 146.
[216] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/37-39.
[217] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/39.
[218] en-Nisâ (4), 29.
[219] Biraz değişik şekli için bk. Buhârî, teyemmüm 7.
[220] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/40-41.
[221] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/41-42.
[222] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/42.
[223] Bu ifâde, Bezlu'I-Mechûd sahibinin dediğine göre
te'kiddir. Menhel sahibine göre ise, önceki(ayi) (benzerini) Amr b.el-As'm
ihtilâm olup teyemmüm ile namaz kıldırmasına, ikinci ise Amr'ın Hz. Peygamberle konuşmasına
işarettir.
[224] bk. Buhârî teyemmüm 7.
[225] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/42-43.
[226] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/43.
[227] Bazı nüshalarda "yaralı"kelimesininyerine
“özürlü” bazılarında da "sivilceli" kelimeleri yer almaktadır.
[228] Buradaki bağlama manasına gelen kelimenin mı, yoksa mı
olduğunda râvî şüpheye düşmüştür.
[229] İbn Mâce tahâre
93 (değişik şekilde).
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/43-44.
[230] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/44-46.
[231] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/46.
[232] Ibn Mâce, tahâre 93; Ahmed b. Hanbel,!, 370.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/46.
[233] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/46-47.
[234] Nesâî, ğusul 27; Dârimı, vudu 65.
[235] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/47-48.
[236] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/48-49.
[237] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/49.
[238] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/49-50.
[239] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/50.
[240] Bir nüshadababın isme "Cuma için gusletmekle ilgi
hadisler" şeklindedir.
[241] bk. Buharı, cuma 2, 5, 12, 26; MüsIim,Cuma, 1, 3, 4;
Tirmizi, Cuma 3, 29," Nesâî, Cuma 25; muvatta, cuma 5, Dârimî, salat 190;
Ahmed b. Hanbel, I,15, 46.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/50.
[242] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/51-52.
[243] Buhârî, ezan 161; cuma 2, 3, 12; şehâdât 18; Müslim,
cuma 5; Dârimî, salât J90; Ibn Mace, ikâme 80; Muvatta,cuma 2, 4; Ahmed b.
Hanbel, III, 6, 30, 60.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/52.
[244] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/52-53.
[245] Nesâî, cuma 25.
[246] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/53-54.
[247] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/54.
[248] Müslim, cuma 26-27 (muhtasar olarak).
[249] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/54-55.
[250] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/55-56.
[251] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/56.
[252] Bu cümle başka bir nüshada "cuma günü gusletmek
her baliğ üzerine vacibtir" şeklindedir.
[253] Müslim, cuma 7; Nesâî, cuma 6, 11; Ahmed b. Hanbel, III, 30, 69; IV, 34.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/57.
[254] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/57-58.
[255] Nesâî, cuma 10, 12, 19; Ibn Mâce, ikâme 80;
Tirmizî,cuma 4; Ahmed b. Hanbel, III, 209; IV, 8, 9, 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/58-59.
[256] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/59.
[257] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/59.
[258] bk. Bir önceki hadisin kaynaklan.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/60.
[259] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/60.
[260] Nesâî, cum'a'10, 12, 19; İbn Mâce, ikâme 80,83; Ahmed
b. Hanbel, I, 93;IV, 9, 10, 104.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/0-61.
[261] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/61.
[262] Ebû Dâvûd, cenâiz 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/61-62.
[263] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/62-63.
[264] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/63.
[265] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/63.
[266] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/63.
[267] Buhârî, cuma 4; Müslim, cuma 10; Nesâî, cuma 14;
Tirmizî, cuma 6; Muvatta, cuma 5; Ahmed b. Hanbel, II, 460.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/63-64.
[268] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/64-65.
[269] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/65.
[270] Buhârî, cuma 16; Müslim, cuma 6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/65.
[271] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/66.
[272] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/66.
[273] Hadisi kutub-ı sitte müelliflerinden sadece Ebû Davûd
rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/66-67.
[274] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/67-68.
[275] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/68.
[276] Nesâî, cuma, 9; Tirmİzî, cuma 5; salât 337; Ahmed b.
Hanbel; 8,11,15, 16, 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/68.
[277] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/69.
[278] Kays b. Asım: Sinan b. Minkâr'ın oğludur. H. 9.
senesinde îbni Temim kabilesinden gelen heyetle birlikte Resûlullah (s.a.)'a
gelip mü^ıiman olmuştur. Gayet zeki, halim-selim ve cömert bir zat idi.
Efendimiz kendisi için "Göçebe hayatı yaşayanların efendisi" diyerek
iltifat etmiştir. Ibn Abdilberr'İn beyânına göre câhiliye hayatında da şarabı
kep-disine haram kılmıştı. Basra'ya yerleşerek orada vefat etmiştir. Ebû Dâvûd,
Nesâi ve Tirmizi kendisinden rivayette bulunmuştur. (Bilgi için bk.
lbnu'1-Esir, üsdü'1-ğâbe, IV, 432 - 434; Ibn Hacer, el-îsâbe, III, 252 - 254).
[279] Nesâî, tahâre 125; Tirmizî, cuma 72; Ahmed b.
Hanbel.V, 61.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/69.
[280] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/69-70.
[281] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/70.
[282] Sarihlerin beyânına göre Useym'in babası Kesîr, dedesi
de .Kuleyb el-Cuhenîveya el-Hadramî'dir. Senedde Useym, dedesine nisbet
edilerek zikredilmiş, sanki Useym'in babası Kuleyb olarak gösterilmiştir. Buna
göre senedin Useym b. Kesir b. Kuleyb olması gerekir. Ancak lerceme hadisin
senedindeki ibareye göre yapılmıştır. (Bilgi İçin bk. İb-nul Esîr, Usdul -ğâbe,
III, 602; İbn Hacer, el-İsâbe, III, 163'te yanlışlıklasahâbi sayılmış olanlar
arasında zikreder.)
[283] Kütüb-i sitte sahiplerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/70-71.
[284] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/71-72.
[285] Dârlmî, vudu', 84, 92.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/72-73.
[286] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/73.
[287] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/73.
[288] Buhârî, hayz 11.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/73-74.
[289] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/74.
[290] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/74-75.
[291] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/75.
[292] Esma bint Ebî Bekr: H7. Ebû Bekir'in kızı, Zubeyr b.
Avvâm'ın hanımıdır. Kendisine "Zatun-Nitakayn" (iki kemer sahibi)
denilir, tslâmiyeti kabul bakımından musluman-lann onsekizincisidir. Oğlu
Abdullah'a hamile iken Medine'ye hicret etmiş oğlu Abdullah'ın katlinden on
veya yirmi gun sonra Mekke'de vefat etmiştir. (H. 73) Hişam b. Urve babasından
rivayetle Hz. Esmâ'nın yuz yaşma bastığını, bir tane dişinin dahi düşmediğini
söylemiştir. Resulullah'tan hadis rivayet etmiştir. Oğullan Abdullah Urve ve
torunları da kendisinden hadis almışlardır. (Bilgi için bk. Ibn Sa'd, Tabakât,
VI-II, 249 - 255; Îbnu'1-Esîr, Üsdu'1-ğâbe, VII, 9; Zehebî, A'lâmu'n-nubelâ,
II, 287, 296; Ibn Hacer, el-İsâbe, 229 - 230; Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 398;
lbnu'1-Imâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 44, 80.)
[293] Bu cümleyi, "Kan izi göremediği (fakat şüphe
ettiği) yeri yıkasın" şeklinde de anlamak mümkündür.
[294] Buhârî, hayz 9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/75-76.
[295] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/76.
[296] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/76.
[297] Buhârî, hayz 9, vudu 63; Müslim, tahâre 110; Tirmizî,
tahare 104, Ibn Mâce, tahâre 118; Nesâî, hayz 26; muvatta tahâre 103; Ahmed b.
Hanbel, VI, 246, 253.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/76-77.
[298] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/77.
[299] Tirmızî, tahare 104; Nesaî, tahare 26; hayz 26;
Darimi, vudu 83, 105;.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,
Şamil Yayınları: 2/77-78.
[300] Ummu Kays bint Mihsanı AdınınCuzâme,Âmine veya
Ümeyyelolduğu söylenir. Ukka-şe'nin kız kardeşidir. Mekke'de Islâmı kabul edip,
Medine'ye hicret edenlerdendir. Efendimiz kendisinin uzun omurlu olması İçin
dua etmiştir. Gerçekten de onun kadar yaşayan başka bir kadın sahabi
bilinmemektedir. Resûlullah'dan 24 hadis rivayet etmiştir. İkisinde Buhârî ve
Müslim müttefiktir. (Bilgi için bk. Îbnu'1-Esîr, Usdu'l-ğâbe, VII, Ibn Hacer,
el-lsâbe, Isâbe, IV, 485.).
[301] Nesai, tahare 184; hayz 26; Ibn Mâce, tahare 118;
Dârimî, vudû 83, 105; Ahmed b. Hanbel, VI, 355, 356.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/78.
[302] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/78.
[303] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/79.
[304] Dârimî, vudû, 105.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/79.
[305] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/79.
[306] Ahmed b. Hanbel, II, 380.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/79-80.
[307] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/80.
[308] Nesâi, tahâre 185; İbn Mâce, tahare 83.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/80-81.
[309] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/81.
[310] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/81.
[311] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/81-82.
[312] Ebû Dâvûd, salât 86; Nesâi, ziynet 115; Tirmîzî, cuma 64; Ahmed b. Hanbel, VI, 101.
[313] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/82.
[314] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/82.
[315] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/82-83.
[316] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/83.
[317] Müslim, salât 274; İbn Mâce, tahare 131; Ahmed b.
Hanbel, VI, 67, 99, 129, 137.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/82-83.
[318] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/84.
[319] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/84.
[320] İbn Mâce, tahâre 131; Ahmedb. Hanbel, VI, 204; ayrıca
bk. Buhârî, salat 19, Müslim, salat 273, 274.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/84.
[321] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/84.
[322] Tabiûndandır, İbn Mes'ûd, Ammâr b. Yâsir, Huzeyfe ve
Hz. Âişe'den rivayette bulunmuştur. (Bilgi için bk. ibn Ebî Hatim, el-Cerh,
IX, 106).
[323] Buradaki şüphe, râvilerden birine aittir.
[324] Müslim, tahâre
105, 106, 45; Nesâi, tahâre 187; ibn Mâce, tahare 82 (mânâ olarak);
Tirmizî, tahâre 85 (mânâ olarak);Ahmed b. Hanbel, VI, 35 97, 135.
[325] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/85.
[326] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/85-86.
[327] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/86.
[328] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[329] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/86.
[330] Buhârî, vudû' 65; Müslim, tahâre 108 (benzeri);
Tirmizî, tahare 86 (benzeri);Nesaî tahâre 186; İbn Mâce, tahâre 81 (benzeri);
Ahmed b. Hanbel, VI, 142, 235.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87.
[331] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87.
[332] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87.
[333] Buhârî, vudû
59; Muslim.tahâre 101, 104; Nesâî,tahâre 188; Tirmizî, tahare 54 (benzeri) ibn
Mace, tahâre 77; Darİmî, vudû' 63; muvatta', tahâre 110; Ahmed b. Hanbel, VI,
356, 464.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/87-88.
[334] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/88-89.
[335] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/89.
[336] Lubâbe bint el-Hâris: Resûlullah'm amcası Hz. Abbâs'm
hanımıdır. Hz. Hatice'den sonra Islâmı ilk kabul eden kadın olduğu söylenir.
Efendimizden otuz hadis rivayet etmiştir. Buhârî ve Müslim bir rivayetinde
ittifak etmişler, birerini de ayrı ayrı rivayet etmişlerdir. Hz. Osman'ın
hilâfeti devrinde vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Ibnu'1-Esîr, Üsdu'l-ğabe,
VII, 253; Zehebî, A'lamu'n-nubelâ, II, 314 - 315; Ibn Hacer, el-İsâbe, IV.;
Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 449).
[337] Buharı, vudu 59; İbn Mâce, tahâre 77; Ahmed b. Hanbel,
VI, 239, 240, 255, 256.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/89-90.
[338] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/90.
[339] Resûlullah'ın
azatlısı ve hizmetcisidir. Ebû Zur'a; "Onun adını da bundan başka bir
rivayetini de bilmiyorum" demiştir. Başkaları adının; Iyad veya Ebû Zer
olduğunu söylemişlerdir.
[340] Nesâî, tahâre 189; İbn Mâce, tahâre, 77.
[341] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/90-91.
[342] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/91.
[343] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/91.
[344] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/92.
[345] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/92.
[346] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/92.
[347] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/92.
[348] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 2/93.
[349] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/93.
[350] Buhârî, vudû 57, 58, edeb 35, 80; Müslim, tahâre 98,
100; Tirmızî, tahâre 112; Nesâî, tahâre 44; mjyâh 2, İbn Mâce, tahâre 78;
Dârimî, vudü' 62; Muvattâ', tahâre 111; Ah-med b. Hanbel, ÎI, 282.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/93-94.
[351] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/94-96.
[352] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/96.
[353] Tâbıûndandır. Sika bir râvî olarak tanınır. H. 88'de
Basra'da vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Ibn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dîl,
VIII, 285; İbnu'1-Esir, Üsdu'1-ğâbe, V, 221 -222; Ibn HAcer, el-İsâbe, ili,
447).
[354] bk. önceki hadisin kaynakları.
[355] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/96.
[356] Bezlu'l-mechûd, III, 130.
[357] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/97.
[358] Buharı, ta'bir
36; fedailu ashabın-Nebi 19; Müslim, fedailu's-sahâbe 140.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/97.
[359] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/98-99.
[360] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
2/99.
[361] Ümmü Veled, Efendisinden çocuk dünyaya getiren
câriyedir. Bu hanım tabiîdir.
[362] Tirmizî, tahâre 109; İbn Mâce, tahâre 79; Dârimî, vudû
64; muvatta, tahâre 16.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 2/99-100.
[363] el-Müddessir (74), 4.
[364] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/99-100.
[365] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları:
2/101.
[366] Ibn Mâce, tahâre 79.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil
Yayınları: 2/102.
[367] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları:
2/102.
[368] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları:
2/102.
[369] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi,Şamil Yayınları: 2/102-103.
[370] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları:
2/103.
[371] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları:
2/103.
[372] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/103-104.
[373] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/104.
[374] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları:
2/104.
[375] Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi,Şamil Yayınları: 2/104-105.
[376] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları:
2/105-106.
[377] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları:
2/106.
[378] Nesâî, tahâre 192; İbn Mâce, ikâme 61; Ahmed b.Hanbel,
III, 42.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi,Şamil Yayınları: 2/106.
[379] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları:
2/106-107.
[380] Sunen-i Ebû Dâvûd, Kıtabu’t-Tahâre (Temizlik
Bölümü)'nün sonu.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi,Şamil Yayınları: 2/107.
[381] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları:
2/107.