105. Hayızlı Kadına Yaklaşmanın Hükmü. 6

106. Hayız Halindeki Hanımına Cîmâ Dışında Kişinin Yapabileceği Şeyler. 7

107. İstihazalı Kadın Hakkındaki Hükümler  Ve "Ayhali Olduğu Gün Sayısınca Namaz Kılmaz" Diyenler. 10

108. İstihazalı Bir Kadın Hayız Günleri Geçtiği Zaman Namazını Terk Edemez. 15

109. (İstihazalı Kadın) Hayzı Gelince Namazı Terk Eder. 16

110. Müstehazanîn Her Namaz İçin Yıkanacağını İşaret Eden Hadisler. 20

111. Müstehaza İki Namazı Birleştirir Ve İkisi İçin Bir Gusül Eder Diyenlere (Delil Olan Hadisler). 22

112. (Müstehaza) Bîr Temizlikten Diğer Temizliğe Kadar Gusleder Diyenler(İn Dayandığı Hadisler). 24

   (Müstehaza),Öğleden Öğleye Yıkanır Diyenler (İn Dayandıkları Hadisler) 26

113. (Müstehaza) Öğle Vaktinde Değil Her Gün Bir Defa Yıkanır Diyenler. 26

114. (Müstehaza Temizlik) Günleri Esnasında Yıkanır Diyenler(İn Dayandığı Hadisler  27

115. (Mustehaza) Her Namaz İçin Abdest Alır Diyenlerin Delilleri). 27

116. (Müstehazanın) Sadece Hades Vâki Olduğunda Abdest Alacağı Nı Söyleyenler  27

117. Temizlendikten Sonra Sarı Ve Bulanık Renkte Akıntı Gören Kadına Ait Hükümler  28

118. Kocası Müstehazayla Cinsî Temasta Bulunabilir. 28

119. Lohusalığın Müddetini  (Tayin)  Hakkındaki Hadisler. 29

120. Hayzdan Dolayı Yıkanma (Nın Keyfiyeti). 30

121. Teyemmüm... 32

122. Hazarda Teyemmüm... 40

123. Cünübün Teyemmüm Etmesi. 42

124. Soğuktan Korktuğu Zaman Cünub Teyemmüm  Edebilir Mi?. 44

125. Yaralının  Teyemmümü. 46

126. Namazı Kıldıktan Sonra Vakit İçinde Su Bulan Müteyemmimin Durumu. 47

127. Cuma Günü Gusletmek. 48

128. Cuma Günü Guslünü Terketme Ruhsatı. 54

129. Yeni Müslüman Olan Kimseye Gusletmesi Emrolunur. 55

130. Kadın, Hayızken Giydiği Elbisesini Yıkar. 57

131. Hanımıyla Cinsi Temasta Bulunurken Giydiği Elbise İle Namaz Kılmanın Hükmü  60

132. Kadınların İç Çamaşırları İle Namaz Kılmak. 60

133. Kadınların İç Çamaşırları İle Namaz Kılma Ruhsatı. 61

134. Elbiseye Bulaşan Meninin Hükmü. 62

135. Çocuk İdrarının Elbiseye Bulaşması. 63

136. İdrarın İsabet Ettiği Toprak(In Temizlenmesi). 65

137. Yeryüzünün (Toprağın) Kurumakla Temizlenmesi Hakkında. 67

   Elbisenin) Eteğine Bulaşan Necaset İn Hükmü. 68

   Ayakkabıya Bulaşan Pisliğin Temizlenmesi. 69

138. Elbisedeki Necasetten Dolayı (Namazı) İade (Gerekir Mi?). 70

   Erkeğin navız hâlindeki hanımıyla aynı yatağa yatması caizdir, 70

139. Elbiseye Bulaşan Tükrüğün Hükmü. 70

 

 

 

 


105. Hayızlı Kadına Yaklaşmanın Hükmü

 

264....İbn Abbâs (r.a.) hanımına, hayızh iken münâsebette bulu­nan kimse hakkında Rasûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Bir veya yarım dinar sadaka verir (versin)."[1]

Ebû Dâvûd dedi ki, "sahih olan rivayet (burada olduğu gibi) "Bir dinar veya yarım dinar" şeklindedir. Ancak çoğu kere Şû'be bu hadi­si Hz. Peygambere ref etmemiştir.[2]

 

Açıklama

 

Hayızlı olan kadına yaklaşmanın kesinlikle caiz olmadığını bundan doğacak zararların neler olabileceğini 258. hadiste be­yân etmiştik.

Bu yasağa uymayıp karısına yaklaşmış olanın cezası bu Hadis ile belir­lenmiştir. Ancak bu ceza maddi bir ceza değildir. Ekseri ulemâ tevbe ve is­tiğfardan sonra maddî ceza ile temizlenileceği görüşündedirler.

Hadis-i şeriften, karısına hayızh iken temasta bulunan bir kimsenin bir veya yarım dinar sadaka vermesinin gerekli olduğu anlaşılmaktadır.

Dinar, Lâtinceden arapcaya geçmiş bir kelimedir. Latincede "denarius" kelimesinden, o da öşür manasına olan "decem" ıstılahından müştaktır.

Fıkıh istilâhı olarak hâlis on dirhem gümüş kıymetindeki altını ifâde eder. Bir miskal ağırlığında altın sikkeye de ıtlak olunur.

Kamus mütercimi Âsim Efendi, Zemahşerî'den naklen dinarın 48 arpa ağırlığında altın olduğunu söyler.

Zihnî Efendi, "Dinar, altın sikkedir; yarım altın lira değerindedir",der.

Ömer Nasûhi Efendi de, "Bir dinar bir miskal, yani yüz arpa ağırlığın­da bulunan attın sikkedir" demektedir.

Bir miskal, yirmi kırattan, her kırat da beş arpa miktarından ibarettir. O halde bir miskal 100 arpa ağırlığına denk olur. Bugünkü ölçülerle 4. 1/4 grama eşittir.

Hadisin metnindeki "veya" kelimesi şek için değil tenvî' ve taksim içindir. Yani münâsebet, hayzın ük günlerinde olmuşsa bir dinar; sonuna doğru ol­muşsa yarım dinar sadaka verileceğini bildirir. Nitekim Tirmizî'nin yaptığı bir rivayette:

"Kan kırmızı ise bir dinar; san ise, yarım dinar (sa'daka verir)" [3] buyrulmaktadır.

Hadisin zahirinden hayızlı iken karısına temasta bulunan kişinin keffâret vermesinin vacip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak konu âlimleri arasında ihtilaflıdır.

İbn Abbâs, Hasen eİ-Basrî, Said b. Cübeyr, Katâde, Evzâî, İshâk ve bir rivayetinde de Şafiî, keffâretin vacip olduğu görüşündedirler. Keffâretin vücûbuna hükmedenler, keffâretin cins ve miktarında mütefik değildirler. Bunlardan, Hasen el-Basrî ve Said b. Cübeyr, ramazanda cinsî münâsebette bulunana kıyas ederek, bir köle azad eder, demişlerdir. Diğerleri ise, bu ba­bın hadisini delil göstererek, -münâsebetin zamanına göre- bir veya yarım dinar tasaddukta bulunması gerektiği görüşündedirler.

Atâ, Şâ'bî, Neha'î, Mekhûl, Zuhrî, Eyyûb es-Sahtiyânî, Sufyân es-Sevrî, Leys b. Sa'd, Malik, Ebû Hanîfe ve ashabı, esah olan rivayetinde Şa­fiî, bir rivayetinde Ahmed b. Hanbel ve selefin cumhuruna göre hayızlı iken karısına temas eden kişiye keffâret vacip değildir. Onun için vâcib olan is­tiğfardır. Eğer temas âdetin ilk günlerinde olmuşsa bir dinar, son günlerin­de olmuşsa yarım dinar sadaka vermesi menduptur.

îbn Abdilberr, "Sadaka icabetmez" diyenin delili bu hadisin muzdanp oluşudur. Bir de "Berâet-i zimmet asıldır" kaidesidir.

Hattâbîde, "ulemanın ekserisine göre buna bir şey lâzım gelmez" de­dikten sonra, bunların hadisi mürsel, ya da mevkuf kabul ettiklerini belirtir. Doğru olanın hadisin merfu olduğu görüşünü kaydeder.

lbn Seyyidi'n-Nâs, hadisin merfu olduğunu tercih ederken, Ebû Bekir el-Hatib, bu mevkuf-merfu münakaşalarının hadisin sıhhatine tesir etmeye­ceğini söyler. İbn Dakiki'1-Iyd, İbnü'l-Kattân ve Şevkânîde hadisin salih ol­duğunu tercih edenlerdendir.

Ebû Davud'un "Şu'be bunu, Rasûlullah'a ref etmeyin, İbn Abbas'tan mevkûfen rivayet ettiğini" söylemesi, hadiste bir ızdırap gördüğüne işarettir.[4]

 

Bazı Hükümler

 

1. Kişinin karısı hayızlı iken onunla cinsi temasta bulunması haramdır. Bunda icma vardır.

2. Bu durumda münâsebette bulunmanın tevbe ve istiğfardan sonra dün­yalık ceza olarak temas zamanına göre bir veya yarım dinar sadaka vermesi gerekir.

 

265....İbn Abbâs (r.a.) demiştir ki;

"(Bir kimse), kanın başlangıcında karısına yaklaşırsa bir dinar, kanın kesilmesi sırasında (yaklaştığında) cima ederse yarım dinar sa­daka versin.”[5]

Ebû Dâvûd, "îbn Cüreyc A bdülkerim 'den, o da Miksem 'den aynısını rivayet etmiştir" dedi.[6]

 

Açıklama

 

Bu hadis bundan evvelki hadisi tefsir eden bir mâhiyet arzetmektedir. İbn Abbâs (r.a.) hayız hâlinin ilk günlerinde, (kanın çokça geldiği zamanlarda) cimada bulunmanın keffâretinin bir dinar, hayzın sonunda cimada bulunmanın keffâretinin ise, yanm dinar olduğunu söy­lemektedir. Hayız halinin sonundan maksat, kanın kesilmesinin yaklaşma­sıdır. Kan kesilip de gusül etmeden evvelki hal olduğunu söyleyenler de var­dır. Hanefi mezhebine göre kan kesildikten sonra gusül etmediği halde, üze­rinden bir namaz vakti geçerse temasta bulunmakta mahzur yoktur.

Hayzın başlangıcı ile sonu arasındaki farklılığın hikmeti şudur: İlk günler cinsî münasebette bulunmanın mubah olduğu temizlik günlerine daha ya­kın, sonu ise, daha uzaktır. Dolayısıyla hayzın ilk günlerinde temasta bu­lunmak hiç bir şekilde mazur görülemez. Sonunda ise, bir dereceye kadar mazur görülmüş ve cezası hafifletilmiştir.

îmam Gazali, hayz müddeti bitip kan kesildiği halde gusletmeden te­masta bulunmanın erkekte veya doğacak çocukta cüzzâm hastalığına sebep olabileceğini söylemiştir.

Burada mevzuu bahs edilen kef fâretin cumhura göre vacip olmayıp men-dup olduğunu, bundan evvelki hadisin izahında belirtmiştik.

 

266....tbn Abbâs (r.a), Rasûlullah (s.a.)'uı şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Bir kimse ailesiyle hayı/lı iken cinsî temasta bulunursa, yarım dinar sadaka versin"[7]

Ebû Dâvûd dedi ki; "Ali b. Bezîme'nin Miksam tarikiyle Rasû­lullah 'tan mürsel olarak bunun aynısını rivayet etti. Keza Evzaî, Yezîd b. Ebi Mâlik'ten, O da Abdülharnid b. Abdurrahman'dan, o da Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)'den: "Rasûlullah onun(soruyu soran Hz. Ömer'in) beşte iki dinar sadaka vermesini emretti", diye rivayet etmiştir. Bu rivayet mu'daldır.[8]

 

Açıklama

 

Bu hadis, hayz halinin son günlerinde karısıyla temasta bulunanm cezasının yarım dinar olduğuna hamledilir. Böylece evvelki hadislerle herhangi bir ihtilaf ortaya çıkmaz. Hadis-i şerifte bir hazfin olduğu da muhtemeldir. Bu durumda hadisin aslı, "Hayzın başlangıcın­da cima ederse, bir dinar; sonunda ederse, yarım dinar sadaka versin" şek­linde olur. Taberânî ve Darekutnî'deki bazı rivayetler bu ihtimali te'yid et­mektedir.

Ebü Dâvûd bunu ayrı bir hadis olarak değil 266. hadisin sonunda bir değişik rivayet olarak vermiştir.

Beyhakî'nin rivayetine göre, Hz. Ömer (radıyallahü anh)'m cimâdan hoş­lanmayan bir hanımı vardı. Hz. Ömer'in her müracaatına hazıylı olduğunu bahane ederek karşı çıkardı. Yine böyle bir müracaatında kadın hayız halin­de olduğunu söylemiş, Hz. ömer de onun yalan söylediğini zannederek te­masta bulunmuş, fakat kadının doğru söylediği meydana çıkmış. Bunun üze­rine Hz. Ömer (r.a.) Rasûlullah'a gelerek durumu arz etmiş. O da bir dina­rın beşte ikisini sadaka olarak vermesini emretmiştir...

Bu rivayet Mû'dal () dır.[9] Ancak Beyhakî müteselsil bir rivayetle hadisi tahriç etmiştir.

Bu rivayette hayızlıya temasın keffaretinin beşte iki dinar olduğu ifade edilmektedir. Ancak gerek hadisin mu'dal oluşu, gerekse bunun Hz. Ömer'e mahsus bir cevap olması ihtimalinden dolayı ulemadan hiç kimse tarafından delil kabul edilmemiştir. Çünkü Hz. Ömer bu işi, kadının hayz olmadığına inanarak yapmıştır. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.) onun keffâretini hafifleterek bir veya yarım dinar değil de, beşte iki dinar sadaka vermesini emretmiştir.[10]

106. Hayız Halindeki Hanımına Cîmâ Dışında Kişinin Yapabileceği Şeyler

 

267....Meymûne demiştir ki; Rasûlullah (s.a.) hammlanndan birisi hayızlı iken, üzerinde uyluklarının yarısına veya diz kapaklarına ka­dar (olan kısmı) örten bir örtü olduğu halde, ondan faydalanırdı.[11]  [12]

 

Açıklama

 

Mübaşeret, çıplak olarak vücudu vücuda dokundurmaktır. Bazı hallerde cima için de kullanılıyorsa da burada ittifakla birinci mânâyadır.

Hadis-i şerif, Rasûlullah'in, diz kapağı ile göbeği arası kapalı olan ha­yız halindeki hanımlarından istifâde ettiğini göstermektedir.

Hayızlı olan kadından mübaşeret şu şekillerde olur:

1. Cima, bu Kur'ân-ı Kerim'in açık nassı ve sahih hadislerle yasaklan­mıştır; haramdır. Bir müslüman bunun helâl olduğunu söylerse kâfir olur. Haram olduğunu inkâr etmeden, kadının hayızlı olduğunu bildiği halde cima ederse, günahkâr olur. Tevbe istiğfar etmesi lazımdır. Cumhura göre bir veya yarım dinar sadaka vermesi müstehaptır. Bazılarına göre vaciptir. Bun­dan evvelki bâbta tafsilât verilmiştir.

Unutarak veya hayızlı olduğunu bilmeden temas ederse günah da, keffâret de yoktur.

2. Göbek ile diz kapağı arası hariç vücudun geri kalan kısmı ile, her ne suretle olursa olsun faydalanmak helâldir. Bunda da icmâ vardır.

Netice olarak, İmam Ebû Hanîfe, îmam Malik, Said b. Müseyyeb, Şureyh, Tâvûs, Atâ, Süleyman b. Yesâr, Katâde, Ebû Yûsuf'tan bir rivayette Şâfiîlerin esah olan görüşüne göre hayzh kadının diz kapağı ile göbek ara­sından çıplak olarak her türlü istifâde haramdır. Bunlar, bu babtaki hadis­lerle Zeyd b. Eslem'den gelen bir rivayeti delil kabul etmişlerdir.[13]

 

Bazı Hükümler

 

Kişinin, hayız olan karısından diz kapağı ile göbek arası örtülü olması şartıyla çımadan başka her turlu istifâdede bulunması caizdir.

 

268....Âişe (r. anhâ)'den, şöyle demiştir:

"Bizden biri hayız olduğunda, Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) Ona (diz kapağı ile göbeği arasım örtecek) bir izar (peştemal) bağlamasını emreder, sonra da kocası onunla (aynı yatağa) yatardı."

(Esved) bir defasında ("onunla yatardı" cümlesinin yerine) "cil­dini cildine dokundururdu" demiştir.[14]  [15]

 

Açıklama

       

Irâkî.( )"sonra kocası beraber yatardı”  cümlesinin sadece Ebû Dâvûd'ta olduğunu, diğer imamların bu cümleyi rivayet etmediğini söyler. Ebû Davud'un rivâyetindeki  "kocası" kelimesinden murad, ya Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)'dir, kelime zamir yerindedir; ya da Hz. Âişe "Bizden birine emrederdi” derken Rasûlullah'ın hanımlarını değil, bütün müslüman kadınlarını kastetmiştir. Buna göre ( ) dan murat sadece Rasûlullah değil, hayız olan kadının kocasıdır. Yani Rasûlullah, bütün müslüman kadınlara, hayız oldukla­rında üzerlerine bir izar (peştemal) bağlayıp sonra da kocalarının ken­dileriyle beraber yatmalarını emretmiş olmaktadır.

 

269....Âişe (r.anhâ) şöyle demiştir:

"Biz geceleyin Rasûlullah (sallellahü aleyhi vessellem)le beraber, ben hayızlıyken hem de hayzın ilk günlerinde, aynı örtünün altında yatardık. Eğer Rasûlullah'a (bedenine) benden bir şey (kan) bulaşır­sa, kenarına taşırmadan sadece bulaştığı yeri yıkar, sonra da namaz kılardı. Yok eğer ona -elbisesini kastediyor- kandan bir şey bulaşırsa, kenarına taşmadan sadece bulaştığı yeri yıkar sonra da o elbise ile na­maz kılardı."[16]  [17]

 

Açıklama

 

İç çamaşırı veya bütün vücudu örten elbisedir.Tercemeye "örtü" diye geçirilmiştir.kelimesi hayızlı manasındadır. Te'kid için getirilmiştir.İbn Reslân"et-tamsu","hayzın ilk günleridir" demektedir. Terceme bu mânâya göre yapılmıştır.

Bu hadis, bundan evvelki izar sarmanın lüzumuna delâlet eden hadisle­re zıt değildir. Çünkü Hz. Âişe'nin üzerinde izar olduğu halde Rasûlullah'la beraber bir örtünün altında yatardı.[18]

 

Bazı Hükümler

 

1. Hayizh kadınla bir örtünün altında yatmak veya ona dokunmak caizdir.

2. Elbiseye bir pislik bulaştığında, elbisenin tamamını yıkamaya lüzum yoktur, sadece pisliğin bulaştığı yeri yıkamak kâfidir.

3. Kan bulaşmadığı müddetçe hayızh kadının giydiği elbise temizdir.

4. Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) hanımlarının hayızh hallerini anlayışla karşılardı.

 

270....Umara b. Gurâb[19] rivayet etmiştir: Umârenin halası, Âişe (r.anhâ)ya:

Bizden biri hayız oluyor; halbuki onun ve kocasının sadece bir yatağı var, (ikisi aynı yatakta yatabilir mi?) diye sormuş. Âişe (r.anhâ) da şöyle cevap vermiş:

Sana Rasûlullah (s.a.)'ın yaptığını haber vereyim: Rasûlullah (bir gece odama) girdi doğruca mescidine geçti. Ebû Dâvûd, "evinin mescidini kast ediyor"dedi.Ben uyuyuncaya ve kendisini de soğuk rahatsız edinceye kadar (namaz kıldığı yerden) ayrılmadı. Sonra:

Bana yaklaş, buyurdu.

Ben hay izliyim, dedim.

Uyluklarını aç dedi, ben de açtım. Yanağını göğsünü uylukla­rım üzerine koydu. Rasûlullah ısınıp da uyuyuncay kadar ona doğru eğildim (kaldım).[20]  [21]

 

Açıklama       

                                                                                                                                                                                                                                                                             Munzirî hadisin ravilerinin zayıf olduğunu ve bunun delil gösterilemeyeceğini söylemektedir.

 

271....Âişe (r.anhâ)'dan, şöyle demiştir;

"Ben hayızlı olduğum zaman (Rasûlullah'm) yatağından bir ha­sır   üzerine   iner   ve   temizleninceye   kadar   Rasûlullah   (s.a.)'a yaklaşmazdım."[22]  [23]

 

Açıklama

 

İlk bakışta bu hadis-i şerif daha evvelki hadislerle çatışır gibi görünürse de, aslında hadis, Hz. Aışe validemizin bir nezaketve hassasiyet örneği verdiğini göstermektedir.

Hz. Âişe kadının o halinde erkeğini rahatsız edebileceğini düşünerek, Rasûluİlah'ı rahatsız etmemek ve O'na duyduğu sevgiye halel getirmemek için böyle davranmaktadır. Ayrıca bu durum Rasûlullah'm isteği ile değil, Hz. Âişe'nin isteğiyle olan bir durumdur.

 

272....îkrime, Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)’ın hanım­larının birinin[24] şöyle elediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) hayızlı olan (bir hanı­mından bir şey (cima dışında faydalanmak) istediği zaman, hanımı­nın ferci üzerine bir bez örterdi."[25]  [26]

 

Açıklama

 

Bu ve bundan evvelki hadislerden anlaşıldığına göre Peygamber (s.a.) hayız halindeki bir hanımından faydalanmak is­tediğinde, bazan söz konusu hanımının göbeği ile diz kapağı arasını bir elbi­se ile kapatmasını emreder, bazan da avret mahalli üzerine bir bez atardı. Bu hadîs ferç gibi belirli yerler hariç hayızlı kadının vücudunun her tarafın­dan faydalanmayı caiz görenlerin delillerindendir. Fakat Rasûlullah'ın ört­tüğü bezin büyük olup da göbek ile diz kapağının arasını tamamen Örtmüş olması da muhtemeldir. Ayrıca elbiseyi bizzat Rasûlullah'ın örtmesi düşü­nülebileceği gibi, hanımına Örtmesini emretmesi de mümkündür. Hatta bu daha muvafık görünmektedir.

Diğer bir görüşe göre hayzın başında göbekle diz arasının sonlarında ise yalnız avret yerinin kapatılması şeklindedir. Gelecek hadis-i şerif de bu ihtimali desteklemektedir.

 

273....Âişe (r.anhâ)dan demiştir ki;

"Rasûlullah (s.a.) hayamızın ilk günlerinde bize (belimizden aşa­ğısına) izar (peştemal) sarmamızı emreder, sonra da tenini tenimize dokundururdu. Sizlerden hanginiz Rasûlullah'ın nefsine hâkim olduğu gibi nefsine sahip olabilir?” [27] [28]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerifte geçen ( ) "fevh" kelimesinin mânâsı Nihâye'de belirtildiğine göre hayzın başlangıcı ve kanın çok olduğu zamandır. Buhârî ve Müslim'in rivayetlerinde "fevr" şek­linde kaydedilmiştir ki, aynı manayı ifâde etmektedir.

Daha evvel geçen bazı hadislerde Rasûlullah'ın hayız halindeki hanım­ları ile cima haricinde beraber olmak istediğinde onların bellerinden aşağısı­nı örtecek bir peştemal bağlamalarını emrettiğini görmüştük. Fakat o hadis­lerde bu örtünme için bir zaman tayin edilmemişti. Bu hadis-i şerif ise, peş­temal bağlamayı kayıtlamakta ve hayzın ilk günlerine mahsus olduğuna işa­ret etmektedir. Buna göre Rasûlullah (s.a.)'in hayız olan bir hanımı ile hayzının ilk günlerinde mübaşeret etmek isterse, onun peştemal bağlamasını, son günlerinde ise, ferci üzerine bir bez örtmesini emrettiği anlaşılmaktadır.

Hz. Âişe, ''hanginiz Rasûlullah'ın nefsine mâlik olduğu gibi nefsine mâlik olabilir?" derken, "Rasûlullah bunu yapıyordu ama, onun haddi tecâvüz edip harama dalma korkusu yoktu. Ama siz Rasûlullah'ın yaptığını yapa­mazsınız. Binaenaleyh nefsinizden emin değilseniz, meşru da olsa, bu şekil­de bir faydalanma cihetine gitmeyin" demek istemiştir.

Yukarıdaki hadislerde görüldüğü gibi hayızlı kadına yaklaşmak isten­diğinde göbekle diz kapağı arasının kapatılması emredildiği gibi yalnız avret yerinin örtülmesi ile iktifa edilebileceğine de işaret vardır.

Sübkî der ki: "Rasûlullah (s.a.)'in zevcelerine mübaşerette bulunması, şehvetini tatmin için değil, onun caiz olduğunu göstermek içindir. Mübaşe­reti zevcelerinden her birine yapması, hükmün (îslâmî emirlerin) yayılması içindir. Nitekim çok adınla evlenmesinin bir hikmeti de hükümleri neşredip öğretmektir. Çünkü hanımlarından her biri gördüğünü ümmete haber vere­cektir."

Yukarıda verilen hadis-i şeriflerde özet olarak şu üç husus yer almıştır. Fukahânın içtihadı da bu istikâmettedir:

1. 272 nolu hadiste yalnız avret yerinin örtülmesi yer almaktadır. Bu görüşü savunanların az da olsalar delili bu hadistir. Ancak "yasak bölgeye yaklaşan o yasağı işleyebilir" fetvasınca bu durum tehlike arz etmektedir. Bundan dolayı büyük fıkıh imamları bu görüşü benimsememektedirler.

2. Hayzın başlangıcında diz-göbel; arasının kapatılması, sonunda yal­nız fercin örtülmesi görüşü ise, Hz. Âişe'nin son hadiste belirttiği gibi, "nefsine malik olabilecek kişilere mahsustur. Bunu da ancak Rasûlullah başarır” de­mekle işin nezâketini belirtmek istemiş, bizim için yasak olması gerektiğim işaret etmiştir.

3. Hayız müddetince kadınlara yaklaşmak istendiğinde bir peştemalle göbek ve diz arası kapatılması cumhuru ulemânın görüşüdür. Hanefî mez­hebinin de görüşü budur.[29]

 

Bazı Hükümler

 

1. Hayızlı kadından hayzmın ilk günlerinde de olsa, avret mahallim bir örtü ile örtmek şartıyla faydalan­mak caizdir.

2. Nefsinden emin olmayan kişinin, cima dışındaki faydalanmalardan da uzak kalması daha uygundur.[30]

 

107. İstihazalı Kadın Hakkındaki Hükümler  Ve "Ayhali Olduğu Gün Sayısınca Namaz Kılmaz" Diyenler

 

274....Rasûlullah (s.a.)'ın hanımı Ümmü Seleme (r.anhâ')dan, demiştir ki;

Rasûlullah (s.a.) zamanında, kendisinden devamlı kan gelen bir kadın vardı. Ümmü Seleme (r.anhâ) onun için Peygamber (s.a.) den fetva istedi. Rasûlullah (s.a.):

"Kendisine bu hal arız olmadan evvelki aylarda hayz olduğu ge­ce ve gündüzlerin sayısını hesap edip (her) aydan bu kadar (günün) namazını terketsin. Bu günler geçtikten sonra yıkansın ve avret yerine (kanın akmasını önleyecek)     bir  bez  bağlayıp  namazını  kılsın” buyurdu.[31]  [32]

 

Açıklama

 

Fukahâmiz kadınların gördükleri  kanı üçe ayırmışlardır. 1. İstihâza,  2. Hayız kanı, 3. Nifas kanı.

İstîhâza kanı: Kadınların yaşla ilgisi olmadan bir hastalık sonucu gör­müş oldukları renk ve koku itibariyle diğer iki kandan farklı  olan kan. Da­mar çatlamasından olabileceği gibi, herhangi bir hastalıktan da meydana ge­lebilir.

Bu haldeki kadınlar özürlü sayılmaları sebebiyle her vakit namaz için abdest alırlar, namazlarını kılarlar. Bu durumları, ne namaz kılmalarına, ne de kocalarının yaklaşmalarına mânidir.

Hayız kanı: Balığa olan kadın (kızın)ın belirli zamanlarda gördüğü si­yaha meyyal, kokulu bir kandır. Bu kan ekseriyetle 9-55 yaş arasında görü­lür.

Bu durumdaki bir kadın, namaz kılamaz, oruç tutamaz. Kur'ân-i Kerim'e el süremez, camiye giremez, eşi ile cinsî münâsebette bulunamaz...

Nifas kanı: Doğumla ilgili olan kandır. Kadının lohusa olduğu müddet içerisinde gördüğü kandır: Görülmeyebilir de. Görüldüğü takdirde Hanefîlere göre 40, Şafiîlere göre 60 gün devam edebilir. Bu haldeki bir kadının durumu, hayız olan kadının durumundan farksızdır.

Hadis-i şerifte adı zikredilmeyen müstehâza kadın, Ebû Davud'un 278. hadiste tasrih edeceği üzere Fatıma binti Ebî Hubeyş'tir. Süyûtf nin Nesâî Şerhi'nde ifâde ettiğine göre, Peygamber (s.a.) Efendimiz zamanında dokuz tane müstehâza kadın vardı. Bunlar: Fâtıma bint Ebi Hubeyş, Ümmü Habîbe bint Cahş, kızkardeşi Hamne, kızkardeşi Ümmü'l-Mü'minin Zeyneb binti Cahş, Sehle binti Sehl, Ümmü'l-Mü'minîn Şevde, Esma bint Mürşit el-Hârisî, Zeyneb bint Ebî Seleme ve Bâdine bint Gaylân es-Sekafî'dir.

Bu hadis-i şerif devamlı kan gören istihazalı bir kadının devamlı kan ger­mesinden dolayı âdet günlerinde de istihzalı olduğundan, ibâdetle mükellef olup olmadığı günleri belirlemektedir. Şöyle ki; bu duruma mübtelâ olan bir kadın için iki durum vardır:

1. Hayız hali başlamadan önce istihazaya mübtelâ olan ve bu durum de­vam ederken hayız görme dönemine giren kadın,

2. Daha evvel hayız görüp âdet günlerini bilen bir kadının istihâza hali­ne mübtelâ olması. Şerhini yaptığımız hadis, bu ikinci durumu açıklamak­tadır. Bu iki meselede ulemâ şöyle demektedir:

a) Müstehâzanın hükmü temiz kadın gibidir. Binaenaleyh cumhur-u ule­mâya göre, kocası o kadınla cinsî temasta bulunabilir. Namazlarını kılıp, oruç­larını tutmakla mükelleftir. Kur'ân okuma, mushafa el sürme, secde-i tilâ­vet, secde-i şükür ve Kabe'yi tavaf meselelerinde ulemânın ittifakı ile temiz hükmündedir.

İbnü'l-Münzir'in el-Işrâk adındaki eserinde bildirdiğine göre, Hz. Âişe, İbrahim en-Nehâî ve Hâkim'e göre istihzalı kadına kocasının temasta bu­lunması haram; İbn Sîrîn'e göre de mekruhtur. îmam Ahmed b. HanbeFden iki görüş nakledilmiştir: Bir görüşe göre, temas her hâlü kârda caiz de­ğil; diğer görüşe göre, kocasının zinaya sapma ihtimâli varsa, caizdir. Bu görüşlerden makbul olanı cumhurun görüşüdür. Delilleri İkrime'nin rivayet ettiği Harone bint Cahş hadîsidir. Bu hadiste Hamne'nin istihazalı bir kadın olduğu ve kocasının kendisi ile münâsebette bulunduğu beyân edilir. Ayrıca bir şeyin haram olması ancak şer'î bir delille sabit olur. İstihazalı kadınla münâsebette bulunulmayacağına dair serî bir delil yoktur.

Hattâbî, bu hadis-i şerifteki hükmün, normal halinde, âdet günleri değişmeyip belli olan kadınlar hakkında olduğunu söylemektedir, istihazalı bir kadının, sıhhatli günlerinde âdeti hangi günlerde ve ne kadar ise, müstehaza olduktan sonra her ay o kadar gün kendisini hayızlı sayıp namazı terketmesi emredilmektedir. Meselâ; Normal halinde âdeti beş gün olan bir kadına bir hastalık arız olup kanı hiç kesilmeyecek olsa, bundan sonra her ayın başın­da beş gün namazını terkeder.

b) Hanefî mezhebinde, yeni hayız görmeye başlayan bir kızın âdeti sa­bit olmaksızın kanı kesilmeyip devam edecek olursa, her ayın on günü âde­tine mahsub edilir, yirmi gün de temizlik müddeti sayılır.

Daha evvel âdeti belli olan müstehaza bir kadının hayzının bittiği, Hanefilere göre âdet zamanının geçmesi ile bilinir. Kadın âdet zamanını şaşırırsa araştırır. Adet günlerinin geçtiğine kanaat getiremezse bildiği günlerin en azı ile amel eder.

Şafiîlere göre: Hayzın bittiği kanın renginden anlaşılır. Kadından gelen kan sarıyla siyah, kırmızımtırak, sarı ve bulanık renklerdedir. Bu renklerin en koyusunu gördüğü günlerde kadın hayzlı, açığını gördüğünde de hayzı bitmiş sayılır.

Hayız günlerini ayırmak için Şafiîlerin üç şartı vardır:

1. Kanın koyu renkte geldiği günler 15 günü geçmeyecektir.

2. Koyu renkte gelen kan en az bir gün - bir gece devam edecektir.

3. Açık renkte gelen kana bakarak kadının temizlendiğine hükmedebil­mek için, bu kan en az on beş gün devam etmelidir.

İmam Mâlik ile İmam Ahmed b. Hanbel'in görüşleri de aynıdır.

c) Namaz kılmak isteyen istihazalı bir kadının hem hadesten, hem de necasetten temizlenmesi lâzımdır. Bunun için abdest veya teyemmümden evvel fercini yıkaması, içine pamuk veya bez gibi birşey koyarak kanın dışarıya çıkmasını önlemesi veya azaltması lâzımdır.

Hanefilere göre özürlü kimsenin çamaşırına özüründen neş'et edip bu­laşan kan vs. özür devam ettikçe namazın sıhhatine mani olmaz. Fakat bu pislikler çamaşırına tekrar bulaşmayacaksa bunların yıkanması icab eder. Ancak kalbini tatmin etmesi bakımından temizlenmesi elbette daha iyidir.

Şafiîlere göre böyle bir kadın fercine hem pamuk koymalı, hem de üze­rini bir kuşakla sarmalıdır. Bu vaciptir. İmam Nevevî bu kuşağın sarılış şek­lini tafsilatıyla anlatır. Buna teleccüm, istisfâr veya ta'sîb denilir. Şafiîlere gö­re, müstehâza olan kadın bu şekilde, pamuk, kuşak vs. ile fercini iyice bağ­lamaz da, abdesti aldıktan sonra kan gelirse, abdestin iadesi gerekir. İdrarı­nı tutamayan kişi için de hüküm aynıdır. Bu durumda olan bir kimsenin elin­den geldiği kadar idrar yollarım tıkaması, tıkamadan idrar damlaması ha­linde abdestini iade etmesi gerekir.

Urve b. ez-Zübeyr, Süfyân es-Sevrî, Ahmed b. Hanbel ve Şafiîlere göre istihazalı bir kadın bir abdestle, -edâ olsun kaza olsun-  sadece bir farz na­maz kılabilir. Fakat aynı abdestle farzdan Önce ve sonra istediği kadar nafi­le kılabilir.

Hanefilere göre istihazalı kadının temizliği vakitle mukayyettir. Vaktin çıkması ile abdest bozulur. Tercih edilen görüşe göre sonraki namaz için tekrar abdest almak icab eder. İdrarım tutamayan, devamlı burnu kanayan ve ya­rasından devamlı kan gelen özür sahibi için de hüküm aynıdır.

İmam Züfer'e göre özürlünün abdesti, vaktin girmesi ile, Ebû Yûsuf'a göre, vaktin hem girmesi hem çıkması ile; İmanı-ı Azam'la İmam Muham-med'e göre vaktin çıkması ile bozulur. Meselâ özürlü bir kimse güneş doğ­duktan sonra, abdest alsa tmam Azam'la İmam-ı Muhammed'e göre o abdestle öğieyi kılabilir. Çünkü vakit girmiştir, çıkmamıştır. İmam Ebû Yûsuf'­la Züfer'e göre kılamaz. Çünkü vakit girmiştir. Fetva İmam A'zam ve Mu-hammed'in görüşlerine göredir. Özürlü bir kimse her vakit için abdest alır ve bu abdestle farz, vacip, nafile, dilediği kadar namaz kılabilir. İstihazalı kadın sadece hayız vakti geçtiği zaman yıkanır. Her namaz için yıkanması­na lüzum yoktur. Cumhurun görüşü bu merkezdedir. Bu meseleye ileride tekrar temas edilecektir.[33]

 

Bazı Hükümler

 

1. Dinî konularda bilinmeyen hususlar ehline sorularak öğrenilmeli.

2. Vasıta ve rivayetle ilim almak caizdir.

3. Haber-i vâhid hüccettir. Onunla amel edilir.

4. Hayızlı kişi namaz kılamaz.

5. Adeti mûtad iken müstehâza olan kadının malum günleri gelip geçti­ğinde yıkanması lâzımdır.

6. Müstehâza olan kadın fercini bir bezle kapayıp, kanın dışarı akması­na mani olmaya çalışmalı. Bu husus bilhassa Şafiî mezhebinde mühimdir.

 

275....Ümmü Seleme (r.anhâ) demiştir ki; "Kendisinden devamlı kan gelen bir kadın vardı... -(Leys) evvelki hadisin mânâsını nakletti ve-  (Hz. Peygamber): "Bu günler geçip de namaz vakti gelince yıkan­sın... ilı." dedi."[34]

 

Açıklama

 

Bu rivayet, yukarıdaki hadisin aynıdır. Musannif, senetteki bazı farklılıklara işaret için hadisi tekrar eie almıştır. Rivayetlerin senetlerinde görüldüğü üzere, evvelki hadis Nâfî'den Mâlik kanalıyla, bu rivayet ise Nâfi'den Leys kanalıyla gelmekledir. Ayrıca Leys bu rivaye­tinde, Ümmü Seleme ile İbn Yesâr arasında adını vermediği bir zatı zikret­miş ve metinde "namaz vakti gelince" sozünu ilâve etmiştir.

 

276....Süleyman b. Yesâr, Ensârdân olan birisinden rivayet et­miştir ki;

Kendisinden devamlı kan gelen bir kadın vardı... (dedikten son­ra Leys, yukarıdaki hadisinin mânâsını nakletti.)

Rasûlullah (s.a.): "O günleri geçip namaz vakti gelince yıkan­sın..." buyurdu ve ravi önceki hadisi manâ olarak nakletti.[35]

 

Açıklama

 

Bu rivayet de, evvelki hadislerin aynıdır. Burada zikredilmesine sebep sened ve metindeki bazı ayrılıklara işarettir.

 

277....Sahr b. Cüveyriye Nâfi'den, Leys'in hadisinin senet ve ma­nasına uygun olarak rivayet etti. (Bu rivayette) Rasülullah (s.a.):

"Bu gün ve geceler miktarınca namazı terk etsin. Namaz vakti gelince gusletsin, bîr elbise ile ((ercini) bağlasın sonra da namaz kılsın" buyurdu.[36]

 

Açıklama

 

Bu hadis de öncekilerin aynıdır. Ancak bu rivayette kelimesinin   yerme kelimesi   kullanılmıştır."zafer" aslında güzel veya çirkin kokunun çıkmasıdır. Bun­dan dolayı bazı sarihler hadisin tercemesini, "Güzel koku kullansın" şek­linde yapmışlardır. Ancak burada M en h el   sahibinin de belirttiği gibi mânâsında olması daha uygun görülmüş ve terceme buna göre yapılmıştır.

 

278....Eyyûb, Süleyman b. Yesâr'dan o da Ümmü Seleme'den bu kıssayı (yukarıda geçen hâdiseyi) rivayet edip şöyle demiştir:

"O günlerde namazı terkeder. Bu günlerin dışında yıkanır, bir bez ile (fercini) kapatır ve namazını kılar."

Ebû Dâvûd dedi ki: Hammad b. Zeyd, Eyyûb'tan rivayet ettiği bu hadiste müstehâza olan kadının adını vermiş ve onun Fâtıma bint Ebî Hubeyş olduğunu söylemiştir.[37]

 

Açıklama

 

Bu hadis de diğerlerinin aynıdır. Musannif bunu ilk hadisi takviye bakımından nakletmiş ayrıca sonunda müstehâza olan kadının adını vermiştir. Ebû Davud'un temas ettiği Hammâd b. Zeyd hadi­sini Dârakutnî şulâfızla rivayet etmiştir:

"Fâtıma bint Hubeyş istihâzah bir kadındı. Hatta altında leğen bulun­durulur ve bu leğen kanla dolu olarak alınırdı. Ümmü Seleme (r.a)'dan (ne yapacağını) Rasülullah (s.a.)'e soruvermesini İstedi.

Rasûlullah (s.a.) "Hayz günlerinde namazı terketsin, sonra yıkanıp bir bez bağlasın ve namazını kılsın" buyurdu.

Ebû Davud'un ilâvesi ve Dârakutnî'nin bu rivayetinden, müstehaza olan kadının adını sadece Hammâd b. Zeyd'in açıkladığı anlaşılabilirse de haki­katte Vühey b. Abdülvâris ve Süfyân da bu kadının Fâtıma bint Ebî Hubeyş olduğunu açıklamışlardır.

 

279....Âişe (r.anhâ)dan, demiştir ki; Ümmü Habibe[38] (r.anha) Rasûlullah (s.a.)'e (istihaza) kanından sordu. Hz. Âişe de:

"Onun leğenini kan ile dolu gördüm" dedi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) şu cevabı verdi:

"Hayzının seni (namazdan) alakoyduğu (günler) sayısınca bekle, sonra yıkan."

Ebû Dâvûd Kuteybe'nin bu hadisi Cafer b. Rabia hadisinin ara­sında yazdığını ve Ali b. Ayyaş ile Yûnus b. Muhammed'in Leys'ten rivayet edip  -Leys'in yerine babasını zikrederek-  Cafer b. Rabia de­diklerini, söylemiştir.[39]

 

Açıklama

 

Hadisten anlaşıldığına göre Hz. Peygamber'in hanımlarından Hz. Zeyneb'in kızkardeşi Ümmü Habibe bint Cahş (r.anha) Rasûlullah (s.a.)'e gelerek kendisinden devamlı kan gelen müstehâzanın du­rumu ile ilgili hükümleri sormuş. Orada bulunan Hz. Âişe de Ümmü Habi­be'nin durumunu açıklamak için "ben onun leğenini kan ile dolu vaziyette gördüm" demiştir.

leğenin kan ile dolu olmasından maksad, saf kan ile dolu olması demek değildir. îşin aslı o leğen içinde yıkandığında leğendeki suyun içerisine dam­layan kan, suyun rengini kan rengine çevirmiş olmasıdır. Sanki leğen kan ile dolu gibi olurdu. Nitekim Müslim'in rivayeti de meselenin bu şekilde ol­duğunu göstermektedir.

Mirken, içerisinde çamaşır yıkanan küvet, tekne, leğen, manasındadır ki "iccâne"de aynı manaya gelir.

Peygamber (s.a.) Ümmü Habibe'ye daha evvel hayz olduğu günler miktannca namazı terk edip, daha sonra yıkanarak namazını kılmasını emret­miştir. Zaten bu babın bütün hadisleri aynı hüküm etrafında birleşmekte­dir. Konu ile ilgili tafsilat babın ilk hadisinde verilmiştir.

 

280....Urve b. ez-Zübeyr'den demiştir ki; Fâtima bint Ebî Hu-beyş, Rasûlullah (s.a.)'e (istihâza) kanından şikayet edip (hükmünü) sordu.

Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) ona:

"Bu bir damar (kanı)dır, (hayz kanı değil). Bak (mûtad olan) hayz günlerin geldiğinde namaz kılma; hayz günlerin geçince yıkan. İki ay hali arasında namaz kılmaya devam et" buyurdu.[40]  [41]

 

Açıklama

 

"Kâr"kelime olarak hem hayz hem de hayzdan temizlen­me manalarına gelir. İbn Reslân, bu hadisin kar' kelimesinin hayz manasında olduğunu söyleyenlere delil olduğunu söyler. Çünkü hayz­dan diğer kar'a kadar namazın kılınması, kar içinde ise terk edilmesi emredilmektedir.

Rasûlullah Efendimiz kendisine istihaza kanının hükmünü soran Fâtima bint Ebî Hubeyş'e, onun bir damar kanı olduğunu, bu kanın hayız kanının mâni olduğu şeylere mani olmadığını söylemiştir. Bu hadis de evvelki hadis­lerin hükmünü te'yid eder.[42]

 

Bazı Hükümler

 

1. Müslüman dinî meselelerdeki sorularını utanmadan bilenlere sormalı.

2. Soru sorulan kişi kendi mevki ve soru soranın durumu ne olursa ol­sun cevap vermelidir.

3. Hayız olan kadın namaz kılmaktan nehyedildiğî halde, müstehaza olari namaz kılmakla emredilmiştir.

 

281....Urve b. ez-Zübeyr şöyle demiştir:

Bana Fâtıma bint Ebî Hubeyş haber verdi ki; o Esmâ'dan istedi. Veya Esma bana haber verdi ki;[43] Fâtıma bint Ebî Hubeyş kendisin­den (Esmâ'dan)' Rasûlullah sallallahü aleyhi veselleme (istihazanın hük­münü) soruvermesini istedi. Rasûlullah da ona daha evvel (hayz olup) namazı kılamadığı günlerdeki namazını kılmamasını, daha sonra da yıkanmasını emretti.[44]

Ebû Dâvûd demiştir ki: "Bunu Katâde, Urve'den, o da Zeyneb bint Ümmi Seleme'den: "Ümmü Habibe bint Cahş istihaza oldu da Rasûlullah sallallahü aleyhi vessellem ona (mûtadı olan) hayız günle­rinde namazı terketmesinu sonra yıkanıp namazına devam etmesini emretti" şeklinde de rivayet etti.

Ebû Dâvûd, (senetteki bir inkıtaa işâreten) "Katâde Urve'den hiç bir şey duymamıştır. " dedi.

Ebû Dâvûd, "İbn Uy ey ne, ZührVnin amra tarikiyle Âişe'den rivayet ettiği ha­disinde (Âişe'nin): Ümmü Habibe müstehaza idi. Rasûlullah (s.a.)'a (istihazanın hükmünü) sordu. O da (eski) hayz günlerinde namazı terketmesini emretti (dediğini) ilâve etti." deniektedir.

Yine Ebû Dâvûd dedi ki; "Bu, İbn Uy ey ne'nin bir vehmidir. Çün­kü Hafızların Zührî'den rivayet ettikleri hadiste (namazı terkeder ifa­desi) yoktur. Süheyl b. Ebî Salih bundan müstesnadır. Nitekim Humeydî bu hadisi, İbn Uyeyne'den rivayet etmiş, onda; "Hayız günlerinde namazı terk eder" cümlesini zikretmemiştir."

Mesrûk'un hanımı Kâmîr bint Amr, Âişe (r.anhâ)'dan:

Müstahaza hayz günlerinde namazı terk eder sonra yıkanır, şeklinde rivayet etmiştir.[45]

Abdurrahman b. Kasım babasından Rasûlullah (s.a.)'ın müstehaza olan kadına, hayz günleri miktannca namazı terk etmesini em­rettiğini rivayet etmiştir.

Ebû Bişr Cafer b. Ebî Vahşiyye, îkrime'den o da Peygamber (s.a.)'den yapdığı rivayette:

"Ümmü Habibe bint Cahş müstehaza idi" (dedikten sonra) yu­karıdaki rivayetin aynını nakletti.

Şerîk, Ebu'l-Yekzân'dan, O, Adiy b. Sâbit'ten, o da babası tan­kıyla dedesinden Rasûlullah (s.a.)'in,

"Müstehaza olan kadın, hayz günlerinde namazı terkeder. Son­ra gusl edip namazını kılar" buyurduğunu rivayet etmiştir.

Alâ b. el-Museyyeb Hakem'den o da Ebu Ca'fer'den rivayet et­miştir ki: Şevde (r.a.)[46] îstihaze oldu. Rasûlullah (s.a.) kendisine mutad günleri geçtiğinde yıkanıp namazını kılmasını emretti.

Saîd b. Cubeyr, AH ve İbn Abbas'tan müstehazanın hayız günle­rinde namazı terk edeceğini rivayet etmiştir. Beni Hâşimin azatlısı Am-mâr ve Talk b. Habîb, İbn Abbas'tan; Ma'kil el-Has'amî, Ali'den ve Şa'bî, Mesrûk'un hanımı Kamîr vasıtasıyla Âişe'den aynısını rivayet etmişlerdir.

Ebû Dâvûd dedi ki; "Müstehaza hayz günlerinde namazı terk eder” sözü Hasen, Saîd b. Müseyyeb, Atâ, Mekhül, İbrahim ve Ka­sım'in kavlidir, Ebû Dâvûd dedi ki; Katâde Urve'den hiç bir şey duymamıştır.[47]

 

Açıklama

 

Müellif bir hadisin on ayrı rivayetini tek hadis halinde nakletmiştir. Bunlar esas olarak ilk rivayeti te'yid eder mâhiyet­tedir. Hz. Peygamber (s.a.) müstehâza olan bir kadına (Fâtıma bint Ebî Hubeyş, Ümmü Habibe bint Cahş veya Şevde olduğuna dair rivayetler var) her ay mûtadı olan hayz günleri gelince namazına ara vermesini, bu günler ge­çince yıkanarak namazlarına devam etmesini emretmiştir. Hadisin bütün ri­vayetleri aynı manayı kuvvetlendirmektedir. Ancak aralarında çok cüz'î ifâde farkları görülmektedir. Ayrıca bazı rivayetlerde "namazı terk eder(veya terk etsin)" cümlesi bulunduğu halde bazı rivayetlerde yoktur.

Musannifin bu hadisi değişik rivâyetleriyle birlikte getirmesindeki se­bep, hayız günleri belli olan bir kadın sonradan müstehâza olursa eski âdet günlerine dönüp o günlerde kendisini hayızh sayacağını isbattır. Nitekim son rivayette, Ali b. Ebî Tâlib, Âişe ve İbn Abbâs gibi sahâbîlerle Hasan el-Basrî, Saîd b. el-Müseyyeb, Atâ, Mekhûl, Nehaî, Salim b. Abdullah ve Kasım b. Muhammed b. Ebî Bekir gibi tâbiûnun büyüklerinin de bu görüşte olduklarını beyân etmektedir.[48]

 

108. İstihazalı Bir Kadın Hayız Günleri Geçtiği Zaman Namazını Terk Edemez

 

282....Âişe (r.anhâ)dan demiştir ki; Fâtıma bint Ebî Hubeyş, Rasülullah (s.a.)'e gelerek:

"(Yâ Râsulallah) Ben istihazalı bir kadınım, hiç temizlenemi­yorum, namazı terk edeyim mi?" diye sordu.

Rasûlullah sallallahti aleyhi ve sellem:

"(Hayır) bu hayız kanı değil, bir damar (kam)dır. Hayız (gün­leri) gelince namazı bırak, bitince kanını yıka ve (gusledip) namazını kıl" buyurdu.[49]  [50]

 

Açıklama

 

Bu rivayetin istihazalı kadının hükmünü Rasûlullah'a soran kadının bizzat Fâtıma bint Ebî Hubeyş'in kendisi olduğu an­laşılmaktadır. Daha evel bu soruyu, ümmü Seleme ve Esma bint Umeys'in sorduğuna dâir rivayetler geçmişti. Ancak bu, rivayetler arasında tezat ol­masını gerektirmez. Çünkü Fâtıma bint Ebî Hubeyş'in, bir seferinde de va­sıta ile sormuş olması mümkün olduğu gibi, râvinin, bu rivayette iktisar İçin vasıtayı zikretmemiş olmasLda muhtemeldir.

Buhârî'nin  rivayetinde  "kanını yıka"cümlesi zikredilmemiş, fazla olarak  "guslet" kelimesi yer al­mıştır.

îstihazalı bir kadının hayz günlerini ayırdetmek için ne şekilde hareket etmesi icabettiğine dâir ihtilaflar ve mezheplerin görüşleri ile istihazalıya ait hükümler 274. hadisin açıklamasında verilmiştir.[51]

 

Bazı Hükümler

 

1. İhtiyaç anında kadının erkekle konuşması, kadın sesjnm işitilmesi ve ayıp gibi görünen şeylerin sorulması caizdir.

2. İnsan bilmediğini bilene sormalı, sorulan kişi de cevap vermekten ka­çınmamalıdır.

3. Hayızlı kadın, hayz günlerinde namazını terk eder ve sonra da kaza etmez.

4. İstihazalı kadın da âdeti olan günlerde namazı terk etmek mecburi­yetindedir, Farz, vacip ve nafile bütün namazlar için hüküm aynıdır.

5. Hayız kanı pistir.

 

283....Ka'nebî, Mâlik'ten, o da Hişâm'dan: Züheyr'in (rivâyetindeki) isnadı ile evvelki hadisin mânâsını rivayet ederek, Rasûlullah (s.a.)'ın:

"Hayız hali gelince namazı terk et, hayz (günleri) kadarı gidince kanını yıka ve namazı kıl" buyurduğunu söylemiştir.[52]

 

Açıklama

 

Bu lıadis-i şerif evvelki hadisten pek farklı değildir. Ancak bu rivayette hayz günleri miktarınca namazı terketmesi emredilmektedir. Bu rivayet istihazalı kadının, hayz günlerini evvelki âdet günle­rine göre tesbit edeceği görüşünde olan Hanefîlerin fikrini te'yid etmektedir.[53]

 

109. (İstihazalı Kadın) Hayzı Gelince Namazı Terk Eder

 

284....Bukeyye (r.anhâ) demiştir ki:

"Hayzı (hayzı istihaza ile karışarak) bozulup kendisinden devamlı kan gelen bir kadının durumunu Âişe'ye soran bir kadım işittim. (Âişe dedi ki):

Rasûlullah (s.a.) bana o kadına "âdeti düzgün iken her ay hayz olduğu (günler) kadarını araştırmasını, o kadar günü sayıp o günler­de (o günler miktarınca) namazı terk etmesini, sonra yıkanıp (fercine) bir bez koymasını, sonra namaz kılmasını" söylememi emretti.[54]

285....Âişe (r.anhâ)'dan demiştir ki;

"Rasûlullah (s.a.) baldızı ve Abdurrahman b. Avf'ın hanımı Ümmü Habîbe bint Cahş yedi sene istihaza oldu. Rasûlullah'tan fetva is­tedi. Rasûlullah (s.a.):

Bu hayz değil, bir damar (kanı)dır. Yıkan ve namazım kıl" buyurdu.[55]

Ebû Dâvûd demiştir ki; Evzâî, bu hadiste ZührVden o da Urve ve Amre kanalıyla Âişe'den şöyle dediğini ilâve etmiştir:

Abdurrahman b. Avf'ın hanımı Ümmü Habibe bint Cahş ye­di sene istihaza oldu. Rasûlullah (s.a.) ona, "Hayz vakti geldiğinde namazı terketmesini, gittiğinde de yıkanıp namazı kılmasını emretti"...

(Yine) Ebû Dâvûd, bu sözü Zührî'nin ashabından EvzâVden başka kimse söylememiştir. Bunu ZührVden, Amr b. Haris, Leys, Yûnus, îbn Ebî Zi'b, Mâ'mer, ibrahim b. Sa'd, Süleyman b. Kesîr, İbn İshâk ve Süfyan b. Uyeyne rivayet etmişler ve bu sözü zikretmemişlerdir. Ancak bu, (yanUHayız geldiğinde namazı terketmesini...) lâf­zı Hişâm b. Urve'nin, babasından, onun da Âişe (r. anhâ)dan rivayet ettiği hadisin lâfzıdır” dedi.

Ebû Dâvûd (ilave olarak); îbn Uyeyne;"Rasûlullah ona hayz gün­lerinde namazı terketmesini emretti"lâfzını ilave etmiştir. Fakat bu, îbn Uyeyne'den bir vehmdir. Muhammedb. Amr'ın ZührVden (riva­yet ettiği) hadiste, EvzâVnin hadisinde ilâve ettiği söze yakın bir şey var   demiştir.[56]

 

Açıklama

 

Görüldüğü üzere müellif hadisi zikrettikten sonra, birkaç değişik rivayete de işaret etmiştir. Bu değişik rivayetler çeşit­li hadis kitaplarında yer almaktadır.

Hadis-i şerifin metnindeki Rasûlullah (s.a.)'in"Bu hayız değil, bir da­mar kanıdır, yıkan ve namazını kıl" buyruğundan şu akla gelebilir: Madem ki bu hayz değil, damardan gelen bir kandır, guslü gerektirmemesi gerekir. O halde Rasûlullah, gusletmesini niçin emretmiştir.

Rasûlullah'ın bu emri hayzdan yıkanmaya hamledililir. Peygamberin sö­zünün hülasası: "Bu devam eden kan hayz kanı değil, istihaza kanıdır, hayz günleri geçince guslet ve namazını kıl" şeklindedir.

Sahihayndaki rivayette   "her namaz için gusül ederdi" ifâdesi yer almaktadır.

İmam Şafiî, istihaza olan Ümmü Habibe'nin her namaz için tetavvû ola­rak guslettiğini söylemektedir. Cumhura göre, Rasûlullah Efendimiz Üm­mü Habîbeye her namaz için yıkanmasını emretmemiştir. Bu hanım kendi kendine bu işi yapmıştır. Mütehayyire (hayız günlerini şaşıran) kadının dı­şındaki müstehaza olan kadınların her namaz için gusletmeleri gerekmez. An­cak her namaz için abdest almaları farzdır.

Bu hanımın, her namaz için yıkanmasını, kanın azalmasını te'min için bir tedavi usûlü olduğuna hamletmek de mümkündür.

Bu hadisin, bâb başlığı ile alâkası daha çok Evzâî'inîn rivâyetindeki ilâ­vede kendisini gösteriyor. Geri kalan kısımda bu alâka görülmemektedir.

 

286....Urve b. Zübeyr, Fâtıma bint Ebî Hubeyş'ten şunu rivayet etmiştir:

Fâtıma müstehaza idi. Rasûlullah (s.a.) kendisine:

"(Gelen kan) hayız kanı olduğunda -ki o, (kadınlar tarafından) bilinen bir kandır- namazı terk et. Başkası (siyahın dışındaki bir renk­te) olunca (guslet, her namaz için) abdest al ve namaz kıl. Çünkü o sadece bir damar (kanı)dır" buyurdu.[57]

Ebû Dâvûd (hadis-i şerifin farklı rivayetlerini sıralamak maksa­dıyla) dedi ki;

tbn Müsennâ şöyle demiştir: îbn EbîAdiy bu hadisi bize kitabın­dan böylece (yukarıda geçtiği gibi) haber verdi. Daha sonra ezberin­de;

Bize Muhammed b. Amr, ZührVden o da Urve'den, Urve de Hz. Âişe'den haber verdi ki, Patıma müstehaza idi... şeklinde rivayet etti.

Enes b. Şîrîn, İbn Abbâs (radıyallahü anhumâ) dan müstehaza hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Müstehaza koyu renkte çok kan gördüğü zaman namazı terk eder (bu bol ve koyu renkteki kanın kesilmesi ile) kısa bir müddet de olsa temizlik görürse yıkanıp namaz kılar."[58]

Mekhûl şöyle demiştir:

"Kadınlara hayz gizli değildir. Çünkü onun kanı koyu ve siyah­tır. Bu (hâl) gidip de, san ve rakîk olarak devam edince o (kadın) müs-tehazadır, yıkansın ve namazını kılsın."[59]

Hammâd b. Zeyd, Yahya b. Saîd'den, o da Kâ'kâ' b. Hakim'den, o da Sa 'îd b. el-Müseyyeb 'den müstehaza hakkında şöyle rivayet etmiştir;

"Hayz (önceki mûtad olan hayz günleri) gelince namazı terk eder, gidince yıkanır ve namazını kılar.”[60]

Sümeyy ve başkaları da Sa'îd b. el-Müseyyeb'ten "Hayz günle­rinde oturur"şeklinde rivayet etmişlerdir. Hammâd b. Seleme, Yah­ya b. Said'den o da Sa'îd b. el-Museyyeb'den aynı şekilde rivayet et­miştir.

Yûnus, Hasan (el-Basrî)den şöyle rivayet etmiştir:

"Hayızh kadının âdeti bittikten sonra kan devam ederse, bir ve­ya iki gün namazı terk eder. (Bundan sonra) o müstehazadtr. "[61]

Teymi Katâde'den rivayetle:

"Mûtadı olan kadın hayz günlerinden fazla kan gelirse beş gün (bekler) sonra (yıkanır) namazını kılar." demiştir. Teymîdevamla: "Ben (günleri) iki güne ininceye kadar azaltmaya devam ettim" der. (Katâde); "(Zaid olan) iki gün olunca o hayzdandır" demiştir. Bu îbn Sîrîn'den soruldu o da: "Bunu kadınlar daha iyi bilir" cevabını verdi.[62]  [63]

 

Açıklama

 

Ebu Davud bu hadisi zayıf bulurken tbn Hibbân, Hâkim ve Îbn Hazm sahih olduğunu söylemişlerdir. tbnü's-Salâh da bu hadis ile ihticac olunur demiştir.

Hadis-i şerifte, istihazalı olan kadının hayz kanım ayırmak için kanın rengine bakması emredilmektedir. imâm Şâfi'î ve Mâlik bu görüşü benim­semişlerdir.

Sübülü's-Selâm'da şöyle denilmektedir: "Bu hadisin daha önce geçen "Bu ancak bir- damar (kam)dir. Hayzın geldi mi namazı terket, gitti mi ken­dinden kanı yıka ve namazını kıl"[64] mealindeki hadise zıt değildir. Çünkü "hayız kanı siyahtır, bilinir" demek hayzın başlayış ve bitiş zamanını be­yandır. İstihazalı kadın, ya kanın sıfatından, ya da âdet günlerinde kanın gelmesinden, gelen kanın hayz kanı olduğunu bilir. İhtimal ki Fâtıma bint Ebî Hubeyş âdeti malum olan bir kadındı. Bu takdirde "hayzın geldi mi" sözü "âdet günlerin geldiği zaman" demek olur. Şayet âdet günleri belli de­ğil idiyse, o zaman da kanın sıfatına bakarak, "hayzın geldiyse" demek olur. Bir kadın hakkında hem âdet günleri, hem de kanın sıfatı bir araya gelebilir."

Hanefîlerle, Ahmed b. Hanbel'in meşhur olan görüşüne göre bu mese­lede kanın rengine değil, âdete itibar edileceğini daha evvel ifade etmiştik.

 

287....Hamne bint Cahş (r. anha) şöyle demiştir:

"(Normal gününden)fazla ve sıkıntılı hayız görürdüm. Durumu haber verip fetva almak üzere Rasûlullah (sallallahü aleyhi veseüem)e geldim. O'nu kız kardeşim Zeyneb bint Ca'ş'in evinde buldum ve de­dim ki:                                             Ya Rasûlullah ben (gününden) fazla ve sıkıntılı hayz gören bir kadınım. Bu duruma ne buyurursun (ne yapayım)? Bu beni namazdan oruçtan alıkoydu.

Rasûlullah (s.a.):"Sana pamuğu tavsiye ederim. Çünkü o kanı giderir" buyurdu.

O kan bundan (pamuğun mani olacağından) daha çoktur[65] dedim.       

Bez kullan[66] buyurdu.

Kan bundan da fazla devamlı geliyor, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah:

İki hüküm söyleyeyim. Hangisini yaparsan sana yeter, ikisine de gücün yeterse, orasını sen bilirsin: Onlardan kuvvetli olanını seç şunu bil ki bu, (kanın gelmesi) ancak şeytanın darbelerinden biridir.[67]

Altı veya [68]  yedi gün, Allah'ın sana (kadınların âdetlerinden) bildir­diği şeylerde kendini hayızh say[69] sonra da yıkan. Temizlendiğine ve paklandığına kanaat getirdiğinde yirmi üç veya yirmidört gün namaz kıl ve oruç tut.[70] Çünkü bu (takdir edilen müddet) sana yeter. (Sıh­hatli) kadınlar nasıl hayz vaktinde hayz oluyorlar, temizlik günlerin­de de temizleniyorlarsa sen de her ay öylece yap. Eğer öğleyi (son vaktine kadar) geciktirip ikindiyi (ilk vaktinde) öne almaya ve yıka­nıp bu iki namazı bir arada kılmaya, akşamı geciktirip yatsıyı öne al­maya, sonra da yıkanıp iki namazı birleştirmeye gücün yeterse öyle yap. Sabah namazında yıkanabilirsen yıkan, (namaz kıl) ve gücün ye­terse oruç tut." Rasûlullah: "Bu (iki namazı birleştirerek ikisi için bir gusul etmek) bana iki işin daha sevimli olanıdır" buyurdu.[71]

Ebû Dâvûd dedi ki:

Bu hadisi Amr b. Sabit İbn Aktl'den rivayet etmiştir. İbn Akıl Hamne'nin;"Dedim ki bu bana iki işin daha sevimli olanıdır"dedi­ğini söylemiş, bu sözü Rasûlullahhn sözü değil, Hamne'nin sözü ka­bul etmiştir.

Ebû Dâvûd, Yahya b. Maîn'den naklen Amr b. Sâbit'in Rafızî olduğunu söylemiştir.

Yine Ebû Dâvûd, Ahmedb. Hambel'in "İbn AkîVin hadisi hak­kında içimde bir şüphe var" derken işittim demiştir.[72]

 

Açıklama

 

Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre, Fâtıma bint Cahş'dan normal hayz günlerinden daha fazla ve keyfiyet itibariyle de çok şiddetli kan gelmekte idi. Rasülullah'a gelerek hâlini arz etti ve fetva istedi.

îbn Reslân bu ifâdelere dayanarak hayzın şiddetli ve zayıf olmak üzere iki kısma ayrıldığını söylemektedir. Bazıları kuvvet ve zâfın sadece renkle fark edildiğini söylerler. Iraklılara göre kuvvet üç şeyle belli olur: Renk, ko­yuluk ve koku... Ancak hadisin bab başlığı ile olan münâsebetine bakılırsa1 kuvvet alâmetinin renk olması gerekir.

Hadis-i şerifin sonlarında Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem iki vak­tin birini vaktin sonuna te'hir etmek, diğerini de vaktin başına almak sure­tiyle iki namazı birleştirmesini ve bu iki namaz için gusletmesini tavsiye et­tikten sonra,"bu, bana iki şeyin daha sevîmlisidir"buyurmuşlardır. Bu iki işten murat Bezlü'l-mechûd müellifinin beyânına göre, müstehazanın her na­maz için abucst alması veya iki namazı birleştirerek bunlar için gusletmesi-dir. İki namaz için gusl daha meşakkatli olacağı ve Cenab-ı Allah, mü'min-lere kolaylık murat ettiği için, Rasûlullah'ın bunu sevimli bulması biraz garib görünmektedir. Bundan dolayı İbn Melek bu ifâdeyi te'vil etmiş ve iki işten muradın, Sefer ve istihaza olduğunu söylemiştir. Ancak hadis-i şerifte bu te'vili doğrulayıcı hiç bir ipucu yoktur. Bundan dolayı Aliyyü'1-Karî bu­na itiraz etmiş ve "Bundaki iki şeyden muradın her namaz için ayrı ayrı gus­letmek veya iki namazı birleştirerek ikisi için bir defa gusletmektir. Çünkü iki namazı cem'ettikten sonra ikisi için bir gusletmek daha kolaydır" demiş­tir. Biraz sonra gelecek olan babda Ebû Davud'un îbn Akıl hadisi hakkında "Eğer gücün yeterse her namaz için yıkan, olmazsa cem'et" demesi de Aliyyü'l-Karî'nin sözlerini te'yid etmektedir.

Avnü'l-Mâ'bûd sahibi, "İkincisi bana daha sevimli geliyor. Çünkü o daha meşakkatlidir. Ecir meşakkate göredir. Rasûlullah sallallahü aleyhi ve-sel-'emin kendisi de büyük ecir olan şeyi sever" demektedir. Ancak bu anla­yış Bezlü'l-Mechûd daki ifâdelere göre büyük bir gaflettir. Çünkü Ebû Da­vud'un ibn Akıl hadisi hakkında yukarıya aldığımız ifadeleri, hadisten bu mananın anlaşılmasına imkân vermez.Ayrıca Rasûlullah sallallahü aleyhi ve­sellem hiç bir zaman ümmeti için güçlüğü murat etmez. Bundan dolayı visal orucunu nehyetmiştir. Rasûlullah iki şey arasında muhayyer bırakıldığı za­man daima kolayını seçmiştir.

Müstehaza olan kadından gelen kan devamlı aynı ölçüde ve renkte olur,daha evvel âdeti muayyen olmasa veya müstehaza olarak bulûğa ermişse böyle bir kadının ne şekilde hareket edeceği hususu mezhepler arasında, ihtilaflı­dır.

İmam Mâlik böyle bir kadının hayzının on beş gün itibar edileceğini bundan sonra yıkanıp namazım kılacağını söylemiştir.

Şâfiîlere göre hayız günleri belli olmayan müstehaza bir kadın ilk defa kan gelmeye başladığı günden itibaren namazı terk eder ve hayızlıya caiz ol­mayan şeylerden uzaklaşır. Eğer kan on beş günde veya daha az zamanda kesilirse, bu müddet oruın hayz müddetidir. Onbeş günden fazla devam ede­cek olursa, bir gün ve bir gece hayızlı sayılır, ayın geri kalan kısmında temiz hükmündedir. Bir günün dışındaki namazlarım kaza eder. tik aydan sonra­ki aylarda hayzı bir gün bir gece, temizliği de yirmi dokuz gün olmuş olur.

Âdet zamanı ve miktarı belli olduğu halde bunu unutan kadın için ta­laktan başka, niyete bağlı olmayan ve namaz, oruç, itikâf, tavaf gibi niyyete muhtaç olan bir şeyde hayızlının hükmü vardır. Bu kadın eğer kanın kesil­me vaktini bilmiyorsa her namaz için vaktinde gusleder. Sıhhat zamanında­ki kanın kesilme vaktini biliyorsa her gün o vakitte gusleder ve geri kalan namazlar için ayrı ayrı abdest alır.

Hanefîlere göre,âdet gören bir kadından bir hastalık neticesi kan kesil­meyecek olursa, sıhhat hâlindeki mûtadına göre hareket eder. Mesela nor­mal zamandaki hayzı her ay başında on gün olursa, devamlı olarak her ayın ilk on günü hayızlı, geri kalan yirmi gününde temiz sayılır. Fakat normal zamanında temizlik müddeti altı ay veya daha fazla ise, istihaza olduktan sonraki temizlik müddeti altı aydan bir saat noksan olarak kabul edilir.

Yeni hayız görmeye başlayan bir kızın âdeti sabit olmadan, kan kesilmeyip devam edecek olsa, her aydan on günü âdetine mahsub edilir. Yirmi günü temizlik müddeti sayılır. Her vakit için yıkanır ve namazını kılar,

Bir hastalık veya ihtimamsızhk sonucu âdet günlerini unutmuş olan bir kadına mütehayyire denir. Böyle bir kadından gelen akıntı kesilmeyecek olur­sa, âdeti hakkında zann-ı galibi ile amel eder. Zann-ı galib bulunmayınca ihtiyat yönüne sarılır. Boşanmış ise, iddeti hususunda hayzı on gün, temiz­lik müddeti de altı aydan bir saat noksan olmak üzere takdir edilir. Diğer bir kavle göre temizlik müddeti iki ay olarak takdir edilir.

Kadının sıhhat hâinde belli bir âdeti yoksa, meselâ bazı aylar altı gün, bazı aylar yedi gün âdet görüyor idiyse ve bilâhere istihaza olsa, bu kadın, namaz, oruç, ric'at[73]  hususunda daha az olanı, iddetin bitmesi ve cinsî mü­nasebet hususunda daha fazla olanı tercih etmelidir Bu şekildeki bir kadın yedinci gün girince yıkanır namazını kılar, ramazana tesadüf etmişse orucu­nu tutar, fakat cinsî temasta bulunulamaz. Sekizinci gün girince tekrar yı­kanır ve ramazana tesadüf etmesi halinde yedinci günün orucunu kaza eder. Çünkü yedinci günün hayızlı olması muhtemeldir. Namazları kazaya ihti­yaç yoktur. Çünkü yedinci gün temizlendi idiyse zaten namazlarını kıldı; ha-yızlıysa, hayızlı olana da namaz farz değildir.

Müstehaza olan kadın, sıhhat hâlindeki âdeti sâbitse ve onu hatırlıyor­sa kendisini her ay o kadar gün hayızlı, geri kalanında da temiz sayar. Bu mesele daha evvel açıklanmıştı.

Önceden âdeti sabit iken kan kesilmeyip devam etse ve âdetinin ne za­man olduğuna dair hiç bir görüşü olmasa, kadının ne hayızlı olduğuna, ne de temiz olduğuna hüküm edilemez. Bu durumda ihtiyatlı hareket eder.Ebe-diyyen hayızlının sakındığı şeylerden sakınır. Her namaz için yıkanır. Farz, vâcib ve sünneti müekkedeleri kılar,nafile kılamaz. Farz olan miktarı kada­rını okur. Sahih kayle göre farzların son iki rek'atinde de okur.

Eğer hayzın girip girmediğinde tereddüt ederse, her namaz için abdest alır. Hayzın çıkıp çıkmadığında tereddüt ederse her namaz için gusleder.

Ramazanın tamamını oruçlu geçirir, sonra hayz günleri adedince orucu kaza eder. Hayzının gece başladığını bilirse yirmi, gündüz başladığını bilirse yirmi iki günlük orucu kaza etmesi lâzımdır. Gece mi, yoksa gündüz mü baş­ladığını bilemiyorsa yirmi günlük orucu kaza eder. Mevzu ile ilgili olarak fıkıh kitaplarında tafsilat vardır,

İstihazah kadınlardan gelen kan bazan hiç kesilmeden fasılasız, bazı hal­lerde de arasira kesilerek fasılalı biçimde gelir. Bunlardan birincisine "istimrarı muttasıl" ikincisine de “istimrâr-i munfasıl" denilir. Yukarıdaki açıkla­malar istimrâr-ı muttasılla ilgilidir.

İstimrâr-ı munfasıl ile ilgili hükümleri de şu şekilde özetleyebiliriz:

İki kan arasındaki temizlik müddeti on beş gün veya daha fazla ise, nor­mal hükümler cereyan eder. İki kan arasına giren temizlik hâli üç günden az olursa, bu fasıla sayılmaz. Her iki kan da tek hayızdır. Meselâ bir kadın üç gün kan görse, sonra iki gün görmese, daha sonra tekrar üç gün daha görse, bu sekiz günün tamamı aynı hayz müddetidir. Bunların dışındaki ta­savvurlar hususunda Hanefi ulemâsının ihtilafı vardır. Tafsilat fıkıh kitap­larında mevcuttur.

Âdeti on gün olarak sabit olan bir kadın on günden fazla kan görecek olursa, bu fazlalık istihazadır. Âdeti on günden az olan bir kadından oagün veya daha az kan gelirse, tamamı hayız, on günden fazla kan gelirse, önceki âdet müddeti hayız, geri kalanı istihazadır.   .

Hayız kanının rengi de mezhepler arasında ihtilaflıdır.

Şâfıîlere göre hayız kanı ancak siyah renkte olur. Çünkü Rasülullah (s.a.) Fâtıma bint Ebî Hubeyş'e   "Hayz olduğunda  -ki o siyah kandır-  namazı terk et..." buyurmuştur.

Hariefîlere göre hayz kanı siyah olabileceği gibi kırmızı kenkte de ola­bilir. Şâfiîlerin dayandıkları hadis garibtir, meşhur hadise muarız olamaz, Cenab-ı Allah Kur'an-i Kerimde 'Sana hayz hâlinden soruyorlar, de ki: O bir ezadır..”[74] buyurmaktadır... Ezâ ismi sadece siyah kana mahsus değildir.

Kadınlar Hz. Âişe'ye sarı renkte kan bulaştırılmış pamuk göndererek hayzın sona erip ermediğini sorarlar, o da "beyazı görünceye kadar acele etmeyin" karşılığını verirdi.  Yine Âişe (r.anha),  "Beyazın dışındakiler

hayzdır" buyurmuştur. Bu gibi şeyler akılla bilinemeyeceğine göre, Hz. Âi­şe bunu Rasûlullah'tan duymuştur. Ayrıca kanın rengi alınan gıdaya göre değişiklik arzeder. Öyleyse hayz kanını sadece renge tahsis etmek uygun de­ğildir.

Fatıma bint Ebî Hubeyş hadîsinin sübûtu kabul edilirse,  -ki, Rasülul­lah (s.a.) bu kadının hayzının siyah renkte olduğunu vahy ile bilmiş ve ha­ber vermiştir-  Rasûlullah'tan başka kimse hayz vaktini kanın rengi ile tayin edemez. Buhârî ve Müslim'in rivayet ettikleri bazı hadisler de bu mütâlâayı te'yid etmektedir. İkiyuz yetmiş dördüncü hadisin açıklamasında, Şafiîlere göre istihazalı bir kadının hayız günlerini kanın rengi ile tayin edeceğini be­yân etmiştik.

Aynî ve Hattabî, bu hadisin daha evvel geçen Ümmü Seleme ve Hz. Âi­şe (r.anhümâ) hadislerinin hilâfına olduğunu, bu kadının daha önce hayz ol­mamış, âdet günlerini ayırd edemeyen birisi olduğunu söylerler. Rasülullah (s.a.) bu kadına, kadınlar daha çok altı veya yedi gün âdet oldukları için zahirî örfe göre cevap vermiştir. Nitekim "Kadınların hayz günlerinde hayız oldukları, temizlik günlerinde temiz oldukları gibi.." ifâdeleri bunu te'yid etmektedir.

Eimme-i selâse, îbn Akîl'i zayıf buldukları için bu hadisi hüccet sayma­mışlardır.[75]

 

Bazı Hükümler

 

1. Sorulan şey, haya edilecek.cinsten de olsa, dinî hükümlerm sorulması teşvik edilmektedir.

2. Cevap veren kişi, işin en kolay yönünü göstermelidir.

3. Hastalıklardan tedavi meşrudur.

4. Şeytan insanın bir takım hallerini vesvese mevzuu yaparak insana ta­sallut etmeye çalışır.

5. İstihazahya namaz, oruç vs. farzdır, hayz hâlinde olana değil.

6. Âdet günlerini bilmeyen veya unutan kadın diğer kadınların ekserisi­nin âdetine göre hareket eder. Bu hüküm sadece Şâfiîlere göredir. Diğer mezheplerce kabul edilmemiştir.

7. Müftü fetva isteyene en güzel yönü de belirtmelidir.[76]

 

110. Müstehazanîn Her Namaz İçin Yıkanacağını İşaret Eden Hadisler

 

288. .. Rasûlullah'ın hanımı, Âişe (r.anha)'dan, demiştir ki;

Rasûlullah'ın baldızı, Abdurrahman b. AvPın hanımı Ümmü Ha-bibe bint Cahş yedi sene istihaza oldu ve bu hususta Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem)den fetva istedi. Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem:

"Bu hayz değil, bir damar (kanı)dır. Yıkan ve namazını kıl” buyurdu.

O, kız kardeşi Zeyneb bint Cahş'ın hücresinde bir leğende yı­kanır, kanın kırmızılığı suyun yüzüne çıkardı.[77] [78]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif 285 numarada da geçmiştir. Orada hadisin sonundaki Hz. Aişe'nin sözü mevcut değildir. Musannif bu fazlalıktan dolayı hadisi tekrar etmiştir. Hadisin bu rivayetinde bab başlığı ile hiçbir alâkası yoktur. Ancak bundan sonra gelen iki rivayette Ommü Habibe'nin her namazda yıkandığına işaret edilmektedir. Bundan sonraki riva­yetler bazı nüshalarda müstakil bir hadis sayılmamış, bu hadisin peşinde zik­redilmiştir.

 

289....İbn Şihâb demiştir ki:

"Amre bint Abdirrahman bana Ümmü Habîbe'den bu (bir önce­ki) hadisi haber verdi. Âişe (r.anha):

O, (Ümmü Habibe) her namaz için guslederdi dedi."

290....Leys b. Sa'd, İbn Şihâb'dan o da Urve tarikiyle Âişe (r.anha) dan bu hadisi rivayet edip "O (Ümmü Habibe) her namaz için yıkanırdı" dedi.

Ebû Dâvûd, bu hadisi Kasım b. Mebrûr'un Yûnus'tan, onun İbn Şihâb'tan Onun Amre'den, Amre'nin de Âişe kanalıyla Ümmü Habi­be bint Cahş'tan rivayet ettiğini söyledi.

Aynı şekilde Ma'mer, Zührî'den; o da Amre Tarikiyle Âişe'den rivayet etmiştir. Bazan Ma'mer, Amre vasıtasıyla Ümmü Habibe'den hadisi (mu 'an 'an olarak) bu manada rivayet etti.

Yine aynı şekilde İbrahim b, Sa'd ve İbn Uyeyne Zührî'den, o Amre'den Amre de Âişe'den rivayet etmiştir. İbn Uyeyne, hadi­sinde Rasûlullah sallallahü aleyhi vesselemin ona (Ümmü Habibe'ye) yıkanmasını emrettiğini söylememiştir. Evzaî de aynı şekilde Âişe (r.anha)nın "her namaz için yıkanırdı" dediğini rivayet etmiştir.[79]

 

Açıklama

 

Bâbın başındaki iki yüz seksen sekizinci hadiste Peygamber (s.a.)'in Ümmü Habibe'ye verdiği yıkanma emri mutlaktır. Her namazda yıkanması gerektiğine dair bir kayıt yoktur. Bu iki hadiste ise, Ümmü Habibe'nin her namazda yıkandığı anlaşılmaktadır. Yalnız rivayetlerden an­laşılan, bu yıkanmanın Peygamberimizin bir emri değil, Ümmü Habibe'nin yaptığını haber vermedir. Müslim'in rivayetinde de Rasûlullah (sallallahü aley­hi vesellem)in her namaz için yıkanmayı emretmediği, Hz. Ümmü Habibe'­nin kendiliğinden yıkandığı bildirilmektedir.

Biraz sonra gelecek olan ikiyüz doksan ikinci hadiste ise, Rasülullahın her namaz için yıkanmayı emrettiği zikredilmektedir. Beyhakî bu rivayetin yanlış olduğunu söylemiştir.

Bazı âlimler, Ümmü Habîbe'nin her namaz için yıkanmasını tetavvuya hamletmişler, bazıları da bu hadisin Fâtıma bint Ebî Hubeyş hadisi ile neshedildiğini söylemişlerdir. Hz. Âişe, Rasûlullah'ın vefatından sonra Fâtıma hadisiyle fetva vermiş, Ümmü Habibe hadisine muhalefet etmiştir. Bundan dolayı Ebû Muhammed îşbilî: "Fâtıma hadisi istihaza hakkında rivayet edi­len en sahih hadistir" demiştir. İmam Şafiî'den "Ümmü Habibe'nin her na­maz için yıkanması, Rasûlullah'ın emri ile değil, kendi fiilidir" dediği rivayet edilmektedir.

Ümmü Habibe'nin, mütehayyire olduğu ve kendisine her namaz için yı­kanmanın vacib olduğu şeklinde de görüş serdedilmiştir.

Hanefî ve Şafiîlerin görüşü Ümmü Habibe'nin mütehayyire olduğudur. Muğnî'de beyân edildiğine göre, İmam Ahmed, her müstehazanın gusletme­sinin müstehap   olduğu görüşünü benimsemiştir.

Hâftz İbn Hacer, Ümmü Habibe'nin mütehayyire oluşunu red etmiş ve "doğrusu, Ümmü Habibe'nin mûtâde oluşudur, kendi kendine istihbâben yıkanırdı" demiş ve kendisine guslün emredildiğini ilâve etmeyi doğru bul­mamıştır.

İbn Reslân, mütehayyire olan müstehazanın, kanın belli bir zamanda kesildiğini bilemezse her namaz için yıkanması gerektiğini söyler. Hanefî ve Şafiîler de aynı görüşteler. Hanefîlerin görüşü ile ilgili olarak iki yüz sek­sen yedinci hadiste tafsilat verilmiştir.

Sıhhat halindeki âdeti sabit olup değişmeyen ve âdet günlerini hatırla­yan kadının her namaz için yıkanması ulemanın cumhuruna göre gerekli de­ğildir. Bu iki hadisten, istihazah bir kadının her namaz için yıkanmasının müstehap olduğu anlaşılmaktadır.

 

291....Âişe (r.anha)'dan, demiştir ki;

"Ümmü Habibe yedi sene istihaza oldu. Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) kendisine yıkanmasını emretti. Bunun üzerine Ümmü Habibe her namaz için yıkanırdı."[80]  [81]

 

Açıklama

 

Bu hadis hakkında söylenebilecek şeyler, bundan evvelki hadiste mufassal olarak söylenmiştir. Bu rivayette de her namaz için yıkanma Hz. Âişe (r.anha)'nm sözüdür. Rasûlullah'ın sözü değildir.

 

292....Âişe (r.anha) şöyle demiştir:

"Ümmü Habibe bint Cahş Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) zamanında istihaza oldu. Rasûlullah kendisine her namaz için yıkan­masını emretti."

(İbn İshâk bunu söyledikten) sonra (babın başında zikredilen Ümmü Habîbe) hadisi(ni) nakletti.

Ebû Dâvûd dedi ki:

Bu hadisi Ebu'i-Velîd et-Tayâlisî -ancak ben bunu kendisinden işitmedim- Süleyman b. Kesîr'den, o Zührî tankıyla Urve'den, o da, Hz. Âişe'den şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Zeyneb bint Cahş istihaza oldu. Rasûlullah (s.a.) ona: "Her namaz için guslet" buyurdu. (Süleyman b. Kesir bunları zikrettikten sonra babın başındaki) hadisi ilâve etti.[82]

Ebû Dâvûd dedi ki;

Bu hadisi AbdüsSamed Süleyman b. Kesîr'den "Her namaz için abdest al" dedi şeklinde rivayet etti. Fakat bu Abdussamed'in vehmi­dir. Doğrusu Ebu'l-Velîd'irı dediğidir.[83]

 

Açıklama

 

Hadis hafızlarından birçoğu "Resûlüllah ona her namaz için yıkanmasını emretti” ilavesini tenkıd etmiştir. Beyhakı de Zührî'den gelen diğer rivayetlere muhalif olduğu için İbn İshak'ın rivayetinin yanlış olduğunu söylemiştir.

Bu rivayetlerin Ümmiı Habîbe hadisindeki her namaz için yıkanma em­ri, nedbe hamledilmek suretiyle cem ve te'lif edilebilir.

Hattabî, Ümmü Habîbe'nin mütehayyire olduğunu, bundan dolayı Resûlullah'ın bu hanıma her namaz için gusletmesini emrettiğini söylemiştir.

Hadisin Abdüssanıed tarikıyla gelen rivayetinde Resûlüllah (sallellâhu aleyhi vesellem) Ümmü Habîbe'ye her namaz için abdest almasını emretmiştir. Ancak Ebû Dâvûd bunu tenkid etmiş ve bu ifâdelerin Abdüssamed'den bir vehm olduğunu, doğrusunun "her namaz için yıkan" şeklindeki Ebu'l Velîd'in rivayeti olduğunu söylemiştir.

Müstehâzanın guslü ile ilgili tafsilat önceden verilmişti. Her namaz için abdest alması hususu da ihtilaflıdır.

Mâlikîlere göre, her namaz için gusletmesi müstehaptır, başka bir hades yoksa abdest alması şart değildir.

Hanefî ve Han belilere göre, abdest namaz vaktine bağlıdır. Müstehâ­zanın vakit çıkmadıkça bir abdestle o vaktin farzım kılması ve geçmiş na­mazlardan dilediği kadarını kaza etmesi caizdir.

Hanefîler, Abdüssamed'in rivâyetindeki "Her namaz için abdesl al" iba­resinde mecazi hazf olduğunu, mânânın, "her namaz vakti için abdest al” şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca Ebû Hanife'den merfu'an rivayet edilen "Müstehaza her namaz vakti için abdest alır" şeklide rivayet ile, Tahâvî'nin ŞerhiH-Muhtasar'ında yine Ebu Hanîfe'nin Hişam b. Urve, onun da babası tankıyla Hz. Âişe'den rivayet ettiği "Resulullah (s.a.) Fâtima bint Ebî Hubeyş'e her namaz vakti için abdest al, dedi" mealindeki hadis de bu görüşün delilleridir.

 

293....Ebû Seleme (r.a.) şöyle demiştir:

"Zeyneb bint Ebî Seleme bana haber verdi ki; Abdurrahman b. Avf'in nikâhı altında bulunan hanımından[84]  devamlı kan geliyordu. Resûlullah ona her namaz vaktinde yıkanmasını ve namazını kılması­nı emretti."

(Yahya b. Ebi Kesir der ki: Ebû Seleme bana) haber verdi ki: Ümmü Bekr Âişe'nin şöyle dediğini söyledi:

"Resûlullah (s.a.) temizlendikten (hayzı bittikten) sonra kendisi­ni şüpheye düşüren bir şey (kan) gören kadın hakkında: "Bu ancak bir damar (kanı)dır."[85] buyurmuştur."[86]

Ebû Dâvûd der ki:

(Hayz geldiğinde namazı terk eder, babındaki) İbn Akıl hadi­sinde; her iki emri (işi) birlikte zikrederek Kasım 'in (aşağıda) dediği gibi "Eğer gücün yeterse her namaz için yıkan, aksi takdirde cem 'et" demiştir.

Bu söz (gücü yeterse her namaz için gusletmesi aksi halde cem 'et­mesi), Said b. Cubeyr tarafından, Hz. Ali ve İbn Abbâs (r.anhümâ)dan rivayet edilmiştir.[87]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif, İbn İshak ve Süleyman b. Kesîr'in Zührî'den rivayet ettikleri hadisleri takviye etmektedir. Bu hadis-i şerif için de o hadisler hakkında söylenilenleri söylemek mümkündür.

Yani Rasûlullah'ın Ümmü Habîbe'ye her namaz vakti yıkanmasını em­retmesi ya nedb içindir; ya da Ümmü Habibe mütehayyiredir. Resûlullah bunu bildiği için her namazda gusletmesini emretmiştir.

Bu hadis hakkında Hattabî şunları söylemektedir:

"Bu hadis muhtasardır, bunda mezkûr kadının hali, ne şekilde bir müstehaza olduğu zikrediimemiştir. Müstehaza olan her kadına her namaz için gusletmek gerekli değildir. Ümmü Habibe ya hayız günlerini hiç ayırdede-memiştir, veya unutmuştur. Hayzın zamanını, gün adedini ve kanın kesildi­ği zamanı bilmiyordur. Böyle bir kadın hiç bir namazını terk edemez ve her namaz vaktinde yıkanması lâzımdır. Kocası hiç bir zaman kendisine yakla-şamaz. Çünkü hayız olduğu günler belli değildir. Eğer haccediyorsa iki defa tavaf yapması gerekir ve bu tavaflar arasında on beş gün aralık bulunmalı­dır. Ancak bu hayzın azamî müddetini on beş gün kabul edenlerin görüşüdür."

Aynî, "Hayzın azamî müddetini on gün görenlere (Hanefiler) göre iki tavaf arasında on gün aralık bulunması gerekir" der.

Hattabî'nin, "Ümmü Habibe mütehayyire idi" şeklindeki mütalaası red­dedilmiştir. Çünkü Müslim'in Bekr b. Mudar'dan yaptığı rivayette Ümmü Habîbe'nin istihaza olmadan Önce mûtade olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Hafız İbn Hacer de buna işaret etmiş ve "Hattabî'nin, Ümmü Habibe'nin mûtahayyire olduğuna dair söylediklerini ihtiyatla karşılamak lâzımdır" de­miştir.

Hanefîlerden Tahavî de Ümmü Habîbe hadisinin her namaz İçin guslü değil, abdesti emreden Fâtıma bint Ebî Hubeyş hadisiyle neshedildiğini söy­lemiştir.

Bu rivayetlerin arasını bulmanın en uygun yolu, her namaz için yıkan­mayı emreden Ümmü Habibe hadisindeki guslü nedbe hamletmektir.[88]

 

111. Müstehaza İki Namazı Birleştirir Ve İkisi İçin Bir Gusül Eder Diyenlere (Delil Olan Hadisler)

 

294....Âişe (r.anhâ) şöyle demiştir:

"ResûlüIIah devrinde bir kadın[89] istihaza oldu. İkindiyi öne (ilk vaktine) alıp, öğleyi te'hir ederek ikisi için bir defa; akşamı te'hir edip, yatsıyı öne alarak ikisi için bir defa gusletmekle ve sabah için de bir defa gusletmekle emrolundu."[90]

 (Şu'be der ki): Abdurrahman'a, Resûlullah'tan mı (haber veri­yorsun)? dedim. "Sana Resûlullahtan başka kimseden bir şey haber veremem" dedi.[91]  [92]

 

Açıklama

 

Bu hadisi şerifte îstihaza olan kadının öğleyi son vaktine kadar te hır edip ikindiyi de ilk vaktine alması ve her ıkısı için bir defa gusletmesi, akşam ile yatsı için de aynısını yapması ve sabah için ayrıca yıkanması emredilmektedir. İkiyüz yetmiş sekizinci hadiste de aynı manaya gelen ifadeler yer almıştır. Ancak oradaki ifadelerden bu şekilde ha­reketin ihtiyarî, bu hadisten ise iltizâmî olduğu anlaşılmaktadır.

Mezkûr kadının istihazası uzayıp, kendisine her namaz için gusletmesi ağır gelince bir kolaylık olmak üzere bu şekilde emredilmiştir. Menhel sahi­binin ifâdesine göre, iki namazı cem'ederek ikisi için bir defa gusletmekle emrolunan kadın âdetini unutup da hayz ile istihazanm arasını ayıramayan kadındır.

 

295....Âişe (r.anhâ)dan, demiştir ki;

Sehle bint Süheyl istihâza oldu ve Resûlullah (s.a.)'a istihazanm hükmünü sormaya geldi. Resûlullah da ona her namazda gusletmesi­ni, bu kendisine ağır gelince öğleyle ikindiyi bir gusülle, akşamla yat­sıyı da bir gusülle birleştirmesini ve sabah için de ayrıca gusletmesini emretti.[93]

Ebû Dâvûd dedi ki; "Bu hadisi İbn Uyeyne Abdurrahman b. Ka­sım'dan; o da, babasından, "bir kadın istihaza oldu ve Resâlullah'a sordu. Resûlullah da ona emretti... (yukarıdaki hadisin manasım nak­len)" şeklinde rivayet etti.[94]

 

Açıklama

 

Bu hadis tön Beyhakî, Ebû Bekr b. İshak'm "Meşayihirnizden bazısı, bu haberi îbn îshak ve Şu'be'den başka hiç bir kimse Resûlüllah'a kadar ref'etmemiştir" dediğini nakleder. Bu hadis için Anzatü'l-ahvezî'de (ma'lûl) denilmiş fakat illet yönü beyân edilmemiştir.

Tahavî bu hadisi tahric ettikten sonra, "bu, bu hükmün evvelki eserler­deki hükmü (her namaz için gusletmeyi) neshettiğine delâlet eder, dediler" demektedir.

Hattâbî, bu kadınla, her namaz için yıkanması emredilen kadının du­rumlarının aynı olduğunu, ancak Resûlullah bu kadına her namaz için yı­kanmak zor geldiği için iki namazı 'birleştirmeye ruhsat verdiğini söyler. Hattabî devamla Hanefîlerle İbn Museyyeb, Sufyân es-Sevrî, Hasen ve Zührî gibi bir teyemmümle iki namazın farzını kılmayı caiz görenlerin bu hadise dayandıklarını söyler. Mâlik, Şafiî, Ahmed ve îshak'a göre bir teyemmümle iki vaktin farzı kılınamaz. Her biri için ayrı ayrı teyemmüm yapılmalıdır. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Nehaî, Şâbî ve Katâde'den de bu şekilde rivayet edilmiştir.

Hanefî ulemasınca suyun bulunmadığı yerde teyemmüm abdest yerine geçer, bir abdestle birden fazla namaz kıhnabildiği gibi bir teyemmümle de birden fazla namaz kıhnabilir.

 

296....Esma bint Umeys şöyle demiştir:

"Yâ Resûlallah, Fâtıma bint Ebi Hubeyş şu kadar zamandan[95] beri müstehazadır, (istihaza kanının namaza manî olduğunu zannetti­ği için) namazım kılmamaktadır, dedim.

Bunun üzerine Resûlullah:

Sübhânellâh!... Bu şeytandandır. Bir leğene otursun, suyun üze­rinde bir sanlık görürse öğlen ve ikindi için bir defa, akşam ve yatsı için de bir defa, sabah için de bir defa gusletsin. Bunların arasında da abdest alsın" buyurdular."[96]

Ebû Dâvûd dedi ki;

Mücâhid, îbn Abbâs'tan; "Ona gusul zor gelince iki namazı bir­leştirmesini istedi" şeklinde rivayet etmiştir. Bunu İbrahim de îbn Abbas'tan rivayet etmiştir. Bu, İbrahim en-Nehaî ve Abdullah b. Şed­dadin görüşüdür.[97]

 

Açıklama

 

Hadis-i şeriften anlaşılmaktadır ki, Fâtıma bint Ebî Hubeyş istihaza olunca Resûlullah kendisine içerisinde su bulunan bir leğene oturmasını, suyun yüzüne çıkan renk sarı ise, bunun istihaza kanı ol­duğuna hüküm etmesini, başka bir renk çıkarsa, hayza hükmetmesini em­retmiştir. Bu hadis-i şerif müstehazanın hayz günlerini kanın rengi ile tayin edeceğini söyleyen Şafiîlerin görüşünü te'yid etmektedir. Hanefîlerin bu hu­sustaki görüşleri ve Şafiilere cevaplan daha evvel kaydedilmiştir.

Hadis-i şerifteki "bunlar arasında abdest alır" ifâdesini Hane fil er ha­kîki manasında anlamışlar ve "bir namaz için gusledince sonraki namaz için abdesti bozan bir şey olmazsa abdest almasın" diye hükmetmişlerdir.

Şafiilere göre ise, cem edeceği namazlar arasında kaza namazı kılacaksa o namaz için abdest alır, gusletmesine lüzum yoktur. Çünkü gusül sadece beş vakit namaza mahsustur. Malikilere göre, iki namaz arasında abdesti bo­zan bir şey meydana gelmezse abdest almasına lüzum yoktur.[98]

 

112. (Müstehaza) Bîr Temizlikten Diğer Temizliğe Kadar Gusleder Diyenler(İn Dayandığı Hadisler)

 

297.... Adiy b. Sabit, babası tarikiyla dedesinden Nebî (s.a.)in müstehaza hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

(Müstehaza hastalanmadan evvelki) hayız günlerinde namazı terk eder, sonra (hayız günleri bitince) gusleder ve namazım kılar. Her namazda da abdest alması lâzımdır. [99]

Ebû Dâvûd dedi ki:

(Râvi)i Osman "Oruç tutar ve namaz kılar", ibaresini ilâve etti.[100]

 

Açıklama

 

Hadis-i  şeriften  anladığımıza  göre, mu'tâde  olan  müstehaza eski hayız günleri bitince gusleder ve temizlenmiş sayı­lır. Ancak özür sahibi sayıldığı için Hanefilere göre her namaz vaktinde ab­dest alır ve sonraki hayız günleri gelinceye kadar, namazını kılmaya devam eder. Hanefîlerden Tahâvîbu meselede şunları söylemektedir: "Müstehaza her namaz için abdest alır, diyenler ihtilaf etmişlerdir. Bunlardan Ebû Ha-nîfe, Züfer, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasen'e göre her namaz vakti için abdest alır. Bazıları ise, vakti söz konusu etmeden her namaz için abdest alır demişlerdir. Biz, bu iki görüşten sahih olanı ortaya koymak istedik ve gördük ki, müstehaza abdest alıp daha namazını kılmadan vakit çıksa ve bu abdestle namaz kılmak istese yeniden abdest almadan bunun caiz olmayacağında ittifak etmişlerdir. Yine gördük ki, istihazah bir kadın bir namaz vaktinde abdest alsa ve bu abdestle namaz kılsa, sonra da bu abdeste nafile kılmak istese vakit çıkmadığı müddetçe bunun caiz olduğunda icma etmişlerdir. Bu söylediklerimiz abdesti bozan şeyin vaktin çıkması olduğuna ve abdestli ol­mayı gerekli kılan şeyin namaz değil, vakit olduğuna delildir..."

Tahâvî'nin bu ifâdeleri aslında Hanefî mezhebinde fetva verilen görüşü tesbit ve takviyedir. Buna göre, Hanefîlerce müstehaza her namaz vakti için bir ayrı abdest alacaktır. Bu mesele hakkında daha evvel de bilgi verilmiştir.

imam Kâsânî, Bedâyi'de bu hususta mezheplerin görüşünü vermiştir. Kâsânî'nin söylediklerinin hülâsası şudur:

"Müstehaza gibi kendisinde hades bulunmadığı halde üzerinden namaz vakti geçmeyen özür sahiplerine gelince, namaz vakti devam ettiği müddet­çe bunlardan necaset çıkması abdesti bozmaz. Bu biz Hanefilerin görüşüdür.

"Şâfif, özür istihaza, idrarı tutamama ve devamlı yellenme gibi iki yol­dan birisinden ise, her farz için abdest alır ve bununla istediği kadar nafile kılabilir, demiştir.

"İmam Mâlik'in iki görüşünden birine göre her namaz için abdest al­ması lâzımdır. İmam Mâlik "Müstehaza her namaz için abdest alır" hadisi­ne dayanmış, Şafîi de bu namazı farz olarak kayıtlandırmış ve nafileyi de farza tâbi saymıştır.

"Bizim delilimiz ise, Ebû Hanîfe'nin nivâyet ettiği "müstehaza her na­maz vakti için abdest alır" hadis-i şerifidir. Bu hadis bu babda nasstır. Ay­rıca azîmet, nimete şükür bakımından vaktin tamamını edâ ile meşgul etmektir. Ancak bir ruhsat, kolaylık, rahmet ve fazl olarak Sâri, vaktin bir kısmını edâ ile meşgul etmeyi terke cevaz vermiş ve bunu, hükmen bütün vakti namazla meşgul etmek saymıştır. Öyleyse vaktin tümünü Şer'an edâ etmek fiîlen edâ etmek demektir. Bu da taharetin bekası ile mümkündür..."

Kâsânî bu şekilde Hanefî mezhebinin görüşünü müdafaa ettikten onra Şafiî ve Malikilerin dayandıkları hadisin aslında kendi görüşleri aleyhine bir delil olduğunu söyleyerek bunu ispat cihetine gitmiştir. Fakat burada bu mü­nakaşaları nakletmeye lüzum yoktur.

 

298....Âişe (r. anha)dan, şöyle demiştir:

Fatıma bint Ebî Hubeyş Resülullah (sallallahü aleyhi vesellem)e geldi (Burada Urve) yukarıda geçen Fâtıma ile ilgili haberi nekletti. Resülullah:

"Sonra guslet ve her namaz (vakti) için abdest ahp namazını kıl" buyurdu.[101]  [102]

 

Açıklama

 

İbni Mâce ve Beyhakî'de Fâtıma'nın haberi lâfzan şöyle zikredilmektedir:

Fatıma; Ya Resülullah ben istihaza olan bir kadınım, temizlenemiyorum. Na­mazı terkedeyim mi? dedi. Resülulah; "hayır bu ancak damar(kam)dır hayz değildir. Hayz günlerinde namazı bırak, sonra yıkan ve kan hasır (seccade) üzerine damlasa da her namaz (vakti) için abedst al!" buyurdu.

Yukarıda beyan edildiği gibi "her namaz için abdest al" ifadesinde bu­lunan lâm vakit mânâsındadır. Buna göre mana, "her namaz vakti için ab­dest al," şeklinde olur. Tereceme de buna göre yapılmıştır. Hanefîlerin görüşü budur. Yani özür sahibi bir kadının her farz namaz için değil, her vakit için abdest alması lâzımdır.

Şafiîlere göre ise, hadisteki lâm vakit manasında tefsir edilmemiştir. Dolayısıyle her namaz için abdest alması gereklidir, denilmiştir.

Mâli kilere göre ise, buradaki emir istihbâba hamdedilmiş, her namaz için abdest alması müstehab addedilmiştir.

Burada söz konusu olan ihtilaflar farz namazlar içindir; istihazalubir kadın bir farz namazın arkasında istediği kadar nafile kılabilir. Bunda bütün imamlar ittifak etmişlerdir.

 

299....Âişe (r.anhâ) Müstehaza hakkında "Bir kere gusleder, son­ra hayız günleri gelinceye kadar abdest alır" demiştir.[103]  [104]

 

Açıklama

 

Görüldüğü gibi, bu hadis-i şerifin senedi Hz. Âişeîde kalmak-tadır. Yani mevkuf bir hadistir. Ancak Beyhakî, Abbas b. Mu-hammed tarikiyle merfûan, biraz değişik lafızlarla Resulüllah'dan nakletmiştir.

Hadis-i şerif daha evvelki hadislerde olduğu gibi mu'tâde olan müstehazanın hayz günleri bitince bir defa gusledeceğine sonra da her namaz vak­ti için abdest alacağına işaret etmektedir.

 

300....Mesrûk'un hanımı, Hz. Âişe validemizden, o da, Resulüllah (s.a.)den aynen önceki hadisin benzerini rivayet etmiştir.[105]

Ebu Dâvud bu rivayetler hakkında şöyle demektedir: Adiy b. Sâbit'in bu hadisi A'meş'inHabîb'denrivâyet ettiği hadis ve Eyyûb Ebul-âlâ'nın (Hz. Âişe'den mevkuf ve merfu olarak rivayet ettiği) hadislerin hepsi zayıftır, sahih değildir. A 'meş'in Habîb 'den ri­vayet ettiği hadisin zayıflığına bu (evvelki) hadis delildir. Hafs b. öı~ yâs bunu A 'meş'den mevkuf olarak rivayet ederek Habîb'in hadisinin merfû olduğunu red etmiştir. Aynı şekilde Esbât, A 'meş'ten; o da mev­kuf olarak Hz. Âişe'den rivayet etmiştir.

Ebû Dâvûd devamla, tbn Dâvûd bu hadisin baş tarafını merfû olarak rivayet etmiş ve onda, her namazda abdest almafnın gerekli) ol­duğunu (bildiren ifadenin mevcudiyetini) red etmiştir. ZuhrVnin Ur-ve'den; onun da Hz. Âişe'den rivayet ettiği müstehaza hadisinde "Her namaz için guslederdi" demesi Habîb'in bu hadisinin Zaafına delil­dir. Ebu'l-Yekzân Adiy b. Sabit'ten; o da, babası tarikiyle Ali (r.a.), Beni Hâşim'in azatlısı Ammâr; İbn Abbas'tan, Abdülmelik b. Mey-sere, Beyân, Muğîre, Firâs, ve Mücâhid de Şâbî'den; o da Kamîr vası­tasıyla Hz. Âişe'den "her namaz için abdest alır*1 şeklinde rivayet etmişlerdir. Dâvûd ve Âsim'tn Şabt'den; onun da Kamîr vasıtasıyla Âişe'den rivayeti "müstehaza her gün bir defa yıkatıp" şeklindedir. Hişâmb. Urve de babasından "müstehaza her namaz için abdestahr" diye rivayet etmiştir.

Kâmir ve Beni Başım 'in azatlısı Ammâr ile Hişâm b. Urve'in ba­basından rivayet ettiği hadislerin dışındaki bütün bu hadisler zayıftır, îbn Abbâs tan bilinen (her namaz için abdest değil), gusüldür.[106]

 

Açıklama

 

Ebu Dâvûd bu rivayetleri, bu babdaki hadislerin zayıf oldu-ğunu isbat etmek için getirmiştir. Bu dokuz rivayetten altısı mevkuf, üçü merfûdur. Sarihler, A’meş'in Habîb'den rivayet ettiği hadisin zayıf olduğu iddiasını reddetmişlerdir ve bu rivayetin zayıf olmadığını ispat için hayli söz söylemişler.[107]

 

(Müstehaza),Öğleden Öğleye Yıkanır Diyenler (İn Dayandıkları Hadisler) [108]

 

301.... Ebû Bekr (İbn Abdirraman)m azatlısı Sümeyy'den riva­yet edilmiştir ki: Ka'kâ ve Zeyd b. Eşlem, Sümeyy'i müstehazanın na­sıl yıkandığını sormak üzere Saîd b. Müseyyeb'e gönderdiler[109]  Saîd:

"Öğleden Öğleye gusleder ve her namaz için abdest alır. Eğer kan çok gelecek olursa fercine bir bez bağlar” karşılığını verdi.[110]

Ebû Dâvûd dedi ki;

îbn Ömer, ve Enes b. Mâlik'ten "öğleden Öğleye yıkanır" şek­linde rivayet edilmiştir. Dâvûd ve Âsim, ŞâbVden o karısı kanalıyla Kamtr'den, Kamîr de, Âişe'den aynısını rivayet etmişlerdir. Ancak Dâ­vûd (yukarıdakine ilave olarak) "hergün" (sözünü de) eklemiştir. Âsim *ın hadisinde de “öğle vaktinde'' ilâvesi vardır. Bu görüş Salim b. Abdillah, Hasen ve Atâ'nın görüşüdür.

Ebû Dâvûd dedi ki,

Mâlik: "Ben İbn Müseyyeb'in"öğleden öğleye.:.." şeklindeki hadisinin "temizlikten temizliğe,,."şeklinde olduğunu zannediyorum. Ancak buna vehm girmiştir ve insanlar bu­nu değiştirerek, "öğleden öğleye" şekline çevirmişlerdir." Misver b. Adlimelik b. Saîd b. Abdirrahman b. Yerbû; bu hadisi rivayet etmiş ve "temizlikten temizliğe...." demiş, insanlar bunu "öğleden öğleye..."şeklinde çevirmişlerdir.[111]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerifin metninden anlaşılan, müstehaza olan bir kadın öğleden öğleye bir defa yıkanmalı, geri kalan namazlar için de abdest almalıdır.

Ebû Dâvûd, Salim b. Abdullah, Hasen ve Atâ'nın bu görüşte olduğunu söylemiştir.

Mâlik, hadis-i şerifteki Öğle mânâsına gelen (zuhr) kelimelerinin, aslında noktasız olarak temizlik manasındaki      (tuhr) şek­linde olduğunu, fakat insanların zamanla bunu bozduğunu söylemiştir.

Hattâbî de Mâlik'in bu sözünü beğenmiş ve "Mâlik'in sözü ne kadar güzel ve zannı ne kadar uygundur. Çünkü müstehazamn öğle vaktinde gus­letmesinde hiç bir mana yoktur. Nitekim, fukahanın hiç birisinin bu görüşte olduğunu bilmiyorum. Doğrusu "temizlikten temizliğe gusleder" şeklinde­dir ki, bu hayz kanının kesildiği vakittir. Ancak, "öğleden Öğleye yıkanır" rivayeti bazı hallerde bazı kadınlar için uygun olabilir. Meselâ kadın normal âdet günlerini ve vaktini unutur, sadece kanın daima öğle vaktinde kesildi­ğini hatırlar. îşte o zaman bu kadının Öğle vaktinde yıkanması, diğer vakit­ler için de abdest alması lâzımdır. Said b. eli Müseyyeb'e soru soran kimsenin hâli böyle olan bir kadın hakkındaki hükmün ne olduğunu sorması, Said'in de mezkûr cevabı vermiş olması.muhtemeldir." Hattabî'inin sözü burada sona ermektedir. Ancak hadis-i şerifin başka muhaddisler tarafından "zâ" harfi ile "zuhr" şeklinde yapılan rivayetleri mevcuttur. Bunların hepsine vehm karışması biraz müşkil görünmektedir. Bazı sarihlerin ifâdelerine göre hadi­sin hem (zuhr) hem de (tuhr) şeklinde değişik ola­rak rivayet edilmiş olması da mümkündür.

Görüldüğü gibi, bu Resulüllah'(s.a.v.)ın bir hadisi değil, Saîd b. el- Museyyeb'in bir sözüdür.[112]

 

113. (Müstehaza) Öğle Vaktinde Değil Her Gün Bir Defa Yıkanır Diyenler

 

302.... Ali (r.a.) dan, şöyle demiştir:

"Müstehaza (olan bir kadın) hayzı bittiği zaman her gün gusleder ve yağ veya zeytin yağı sürülmüş bir yün (veya pamuk) kullanır."[113]   [114]

 

Açıklama

 

Hz.Ali kendisine müstehazanm hükmünü sorulduğunda, onun her gün gusletmesini ve tereyağı veya zeytin yağı sürülmüş bir bezi fercine koymasını söylemiştir. Daha evvel de müstehazanm pamuk kul­lanması tavsiye edilmiştir. Bunlardan maksat tedavi ve kanın akışını azalt­maktır.[115]

 

114. (Müstehaza Temizlik) Günleri Esnasında Yıkanır Diyenler(İn Dayandığı Hadisler

 

303.... Muhammed b. Osman, Kasım b. Muhammed (b.Ebî Bekr)e müstehazanm hükmü sordu; O da:

"Hayz günlerinde namazı terk eder, hayzı bitince yıkanır, nama­zını kılar sonra da (temiz olduğunu kabul ettiği) günlerde yıkanır."[116]

 

Açıklama

 

Kasım b. Muhammed'in bu ifâdelerine göre müstehaza olan bir kadın iki defa yıkanır. Birisi kendini hayızlı saydığı günle­rin bitiminde, diğeri de temizlik günleri esnasında. Bu sadece Kasım b. Mu­hammed'in görüşüdür.

Cumhura göre ilk gusül farz, sonraki ise, kanı azaltmak ve bedeni te­mizlemek için mendubtur.[117]

 

115. (Mustehaza) Her Namaz İçin Abdest Alır Diyenlerin Delilleri)

 

304.... Urve b. Zübeyr, Fâtıma bint Ebî Hübeyş'ten rivayet et­miştir:

Fatıma müstehaza idi. Resulüllah (s.a.) kendisine:

"Hayız kam (olduğu zaman) siyah olur, bilinir. Böyle olduğu za­man namazı terket. Başkası olunca abdest al ve namaz kıl" buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki;

Îbnü'l-Müsennâ "bize tbn EbîAdiy ezber olarak Urve'den o da Hz. Âişe'den "muhakkak Fatıma...." diye haber verdi."

Bu hadis aynı zamanda Ala b. Müseyyeb ve Şube'den -ki o Ha­kem kanalıyla, Ebü Cafer'den- de rivayet edilmiştir. Ala doğrudan doğ­ruya Resulüllah (s.a.), Şube ise, mevkuf en Ebû Cafer'den "Her namaz için abdest alır'9 diye nakletmişlerdir.[118]  [119]

 

116. (Müstehazanın) Sadece Hades Vâki Olduğunda Abdest Alacağı Nı Söyleyenler

 

305.... (tbn Abbâs azatlısı) tkrime'den şöyle rivayet edilmiştir:

Ümmü Hâbibe bint Cahş istihaza oldu. Resulüllah (s.a.) ona hayz günlerini(n geçmesini) beklemesini; sonra yıkanıp namazım kılması­nı, (hayz günler bittikten sonra) ancak bundan (abdesti bozan haller­den) birşey görürse, abdest alıp namazını kılmasını emretti.[120]  [121]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i  şerif mürseldir- Anlaşıldığına göre, mustehaza olan kadın mûtâde ise, âdeti olan hayz günleri bitince gusleder. Daha sonra abdesti bozan bir şey gelirse abdest alır. Bu abdesti bozan şeyin kan mı, yoksa başka bir şey mi olduğu hususunda ihtilâf edilmiştir. Aynî, bu me­sele ile ilgili olarak Hanefi imamlarının ihtilaflarını dercetmiştir. Bu ihtila­fın özeti şudur: Ebû Hanife ve Muhammedi göre müstehazanm abdesti vaktin çıkmasıyla Ebû Yûsuf'a göre girmesi ve çıkmasıyle bozulur. İmam Ahmed'-in görüşü de Ebû Yüsuf'unki gibidir.

 

306....Rabia, (b. Ebû Abdurrahman), müstehazanın her namaz için abdest alması gerektiği görüşünde değildi: "Ancak kendisine kan­dan başka bir hades gelirse abdest alır" derdi.

Ebû Dâvûd: "Bu, Mâlik'in görüşüdür'' dedi.[122]

 

Açıklama

 

Rabia'nın görüşüne göre müstehaza olan kadın ancak kendisinden kandan başka bir hades (abdesti bozan şey) vaki olursa abdest almak zorundadır.

Rabîa'mn bu görüşü aynı zamanda Hanefî mezhebinin de görüşüdür. Daha önceden de temas edildiği üzere Hanefîlere göre özür sahibinden, özürün dışında bir hades olmadığı müddetçe abdesti vakte bağlanır. Bu abdest-Ie vakit içinde dilediği kadar namaz kılabilir. Fakat özrün dışında abdesti bozan bir hal arız olursa, namaz kılmak için abdestini yenilemesi gerekir.

Ebû Davud'un kaydına göre Mâlik'in görüşü de budur.[123]

 

117. Temizlendikten Sonra Sarı Ve Bulanık Renkte Akıntı Gören Kadına Ait Hükümler

 

307....Resulüllah (s.a.)a bi'at etmiş olan Ümmü Atıyye[124] den, şöyle demiştir:

"Biz hayz, bittikten sonra sarıldığı ve bulanıklığı bir şey (hayz) saymazdık."[125]  [126]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerifte her ne kadar "Resulüllah'in zamanında" kaydı yoksa da Ümmü Atıyye'nin ifâdesinden, zikredilen du­rumun Resulüllah (s.a.) devrinde hayz sayılmadığı anlaşılmaktadır.

Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre; âdet günleri bittikten sonra ka­dının gördüğü toprak rengi veya sarı renkteki akıntı hayz değil, âdet günleri içinde gördüğü ise, hayzdır. Bu hal içindeki kadınların sarı renkte akıntı bu­laştırılmış pamuklan Hz. Âişe'ye göndermeleri, Hz. Âişe'nin de onlara ace­le etmemelerini bildirdiğine dâir rivayet, bu hâdisenin âdet günleri içerisinde olduğuna hamledilir. Dolayısıyle bu iki hadis arasında zıtlık yoktur.

Hattâbî'nin ifâdesine göre hayz bittikten sonra gelen sarımtırak ve bu­lanık su şeklindeki akıntı hakkında ulema ihtilaf etmiştir. Hz. Ali, Süfyan es-Sevrî ve Evzaî'ye göre bu hayz değildir, namaza mâni olmaz. Said b. el-Müseyyeb ve Ahmed b. Hanbel'e göre kadın bunu görünce gusledip nama­zım kılar.

Şâfiîlere göre muhteliftir. Meşhur olana göre, bu renklerdeki akıntı kan kesildikten sonra fakat onbeş gün içinde gelirse, hayz sayılır. On beş gün geçtikten sonraki akıntı ise, hayz değildir.

Haneğîlere göre ise kan kesildikten sonra fakat on gün içinde gelen bir veya iki günlük akıntı hayzdan sayılır. Hâiz olan kişi beyaz görünceye kadar temizlenmiş sayılmaz.

Hiç hayz olmamış kadının ilk gördüğü kan sarı veya bulanık renkte ise, fukahanm ekserisine göre hayz sayılmaz. Şâfiîlerin bazıları, bunlar için hayz hükmünün câri olduğunu söylemişlerdir.

Ebû Dâvûd dediki; Yahyab.Maîn, "Mualiâ Sikadır" derdi. Ah-med b. Hanbel ise, Muallâ re*ye değer veren biri olduğu için ondar hadis rivayet etmedi.

 

308....Muhammed b. Sîrin; Ümmü Atıyye'den evvelki hadisin aynısını rivayet etti.

Ebû Dâvûd dedi ki;

(Evvelki hadisin senedinde adı geçen) Ümmü Hüzeyl, Hafsa bint Sîrtn'dir. Oğlunun ismi Huzeyl, kocasının ismi de Abdurrahman'dır.[127]

 

118. Kocası Müstehazayla Cinsî Temasta Bulunabilir

 

309.... îkrime şöyle demiştir:

"Üramü Habîbe müstehaza idi ve kocası kendisiyle cinsi temasta bulunurdu."[128] Ebû Davûd dedi ki: Yahya b. Main, "Muallâ sıkadır" dedi Ahmed b. Hanbel ise, Muâllâ re'ye değer veren biri olduğu için ondan hadis rivayet etmedi.[129]

 

Açıklama

 

Ebu Davud'un üzerinde durduğu râvî Muallâ, Ebû Yûsuf ve Muhammed'in arkadaşlarındandır. Ahmed b. Hanbel'in, onu rey taraftan görerek hadis rivayet etmemesi, Muallâ'yı ta'n etmeye delil ola­maz. Zehebî, "Ahmed, Muallâ'ya yalancılık isnad etti, diyenler hata etmiştir" der.

"Eser"den anlaşıldığına göre Müstehâza olan bir kadına kocasının te­masta bulunması caizdir. Ulemanın çoğunluğunun görüşü de bu merkezdedir.

Sadece îbn Şîrîn müstehâzaya teması mekruh görmüş, Ahmed b. Han­bel de temasın cevazım istihâza halinin uzamasına bağlamıştır. Ahmed'den başka bir görüşe göre ise, erkeğin zinaya sapmasından korkulursa temas ca­iz, korkulmazsa caiz değildir.

Hanefî, Şafiî ve Mâliklere göre; müstehâza, temiz hükmündedir. Na­maz, oruç, mushafa el sürme, i'tikâf caiz olduğu gibi, cinsî temas da caizdir.

 

310. ...îkrime'nin Hamne bint Cahş'tan rivayetine göre;

Hamne müstehâza idi ve kocası kendisiyle cinsi temasta bulu­nurdu.[130]  [131]

 

Açıklama

 

Bu “eser"de yukandakinde olduğu gibi müstehâzaya, kocasının temas etmesinin caiz olduğuna delildir. Münzirî; "îkri­me'nin bunları Ümmü Habîbe ve Hamne'den işitmiş olmasını ihtiyatla kar­şılamak lâzımdır" demiş, “Eser"[132] lerde inkıta olduğuna işaret etmiştir.

Hayz halindeki kadına yaklaşmanın nass ile yasaklandığını bilen sahâ-bîlerin, müstehâzaya temasta beis görmemeleri, bunun cevazına delildir. Ay­rıca Resulüllah'(s.a.)'dan bunu nehyedenhiç bir haber yoktur. Darimî de îbn Abbâs'danbunun caiz olduğunu rivayet etmiştir.[133]

 

119. Lohusalığın Müddetini  (Tayin)  Hakkındaki Hadisler

 

Türkçemize lohusahk olarak geçen nifas, fakîhlere göre, doğumdan sonra gelen kandır. Lügatçılara göre nifas, "doğum yapmak"tır.

Doğum yapan kadına nüfesâ denilir, çoğulu "nifâs" şeklindedir. Ha-yızh olan kadına haram olan şeyler lohusa olan kadınlarada haramdır. Yani namaz, kılamaz, oruç tutamaz, Kur'an-ı Kerim'e el süremez ve okuyamaz, Kabe'yi tavaf edemez, Mescid'e giremez vs... Lohusalık müddeti hakkında farklı görüşler vardır. Bunlar hadislerin açıklaması yapılırken beyan edile­cektir.

 

311....Ümmü Seleme (r.anhâ) şöyle demiştir:

"Resulüllah (sallellahü aleyhi vesellem) zamanında lohusa olan bir kadın doğumdan sonra kırk gün veya[134] kırk gece oturur (nama­zı, orucu terk eder)di." Biz (yüzdeki çığıttan dolayı) yüzlerimize vers [135] sürerdik. [136]  [137]

 

Açıklama

 

Hadis-i şeriften lohusalığın azamî müddetinin kırk gün oldu­ğu anlaşılmaktadır. Ulemânın ekserisinin görüşü bu merkez­dedir. Ömer b. Hattâb Osman, Ali, îbn Abbâs, Enes, b. Mâlik, Âişe, Üm­mü Seleme, Süfyân-es-Sevrî, Ebû Hanife ile ashabı, Ahmed ve İshak b. Râhûye bu görüştedirler.

Şâbî, Atâ ve Şafiî'ye göre lahusalığın ekser müddetli iki aydır. İmam Mâlik'in görüşü de bu merkezde iken sonra bundan dönmüş ve lohusalığın âzâmî müddeti için bir sınır tayin etmemiştir. Mâlik'in ashabı ise İmam Mâ­lik'in ilk görüşünü benimsemişlerdir.

Hasan el-Basri'ye göre elli gündür.

Bu hadisin senedi hakkında bazı tenkitler yapılmışsa da, Tirmizî,. İbn Mâce ve Teberânî'de bu hadisi takviye eden başka rivayetler vardır.

Lohusalık müddetinin asgarisi hakkında da ihtilaf edilmiştir.

Şafiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre lohusalığın asgarî müddeti için sınır yoktur. İbâdet meselesinde Hanefiler de aynı görüştedir.

Doğumdan sonraki kan gelmezse kadın hiç lohusa olmamış sayılır. Kan gelir de kırk günden önce kesilirse, lohusalık müddeti kanın kesilme müdde­tidir. Kan kırk günden fazla devam ederse Hanefîlere göre, kırk günü mfâs, kalanı istahâzadır. Şafiîlere göre ise, iki aydan sonrası istihâzadır. Nifas müd­deti içinde görülen temizlik de nifastan sayılır. Meselâ, on gün kan gelip beş gün kesildikten sonra tekrar on gün kan gelecekolsa, bu yirmi beş günün hepsi nifas müddeti sayılır.

Şafiîlere göre bu temizlik günleri en az onbeş gün devam ederse tuhr sayılır. Bu günlerden evvelki hal nifas, sonraki günler de hayz hali sayılır. Fakat temizlik on beş günden az devam ederse, hepsi nifastan sayılır. Ancak iddet için nifas müddetine ihtiyaç hissedilirse bu, Ebû Hanîfe'ye göre yirmi beş gün, Ebû Yûsuf'a göre on bir gün, İmam Muhammed'e göre on bir sa­attir. Şöyleki, bir adam karısına, "sen doğurduğun zaman boşsun" dese, bilâhere kadın gelerek ben doğum yaptım, lohusa oldum, sonra da üç defa hayz görüp temizlendim dese, kadının sözünün tasdik edilebilmesi için, Ha­nefî imamlarına göre, yukarıda geçtiği şekilde nifas müddeti şart koşulur.[138]

 

Bazı Hükümler

 

1. Nifas müddetinin âzamisi kırk gündür,

2. Tedavi için ilaç kullanılabilir, buna cevaz vardır.

 

312....Müsse (r.anha) şöyle demiştir:

Hacca gitmiştim, Ümmü Seleme (r.anha)nın huzuruna girdim ve

Ey mü'minlerin annesi, Semure b. Cündub kadınların hayz gün­lerindeki namazlarım kaza etmelerini emrediyor dedim.

Bunun üzerine Ümmü Seleme:

(Hayır) kaza etmezler, Resulüllah (sallellahü aleyhi veseilem)m kadınları[139]  lohusahkta kırk gece otururlar (namazı, orucu, terk eder­lerdi de Resulüllah (s.a.) onlara lohusalık zamanındaki namazlarını kaza etmelerini emretmezdi, dedi.[140]

Muhammed b. Hatim dedi ki, (Senetteki el-Ezdiyye'nin) ismi Müs­se, künyesi Ümmü Büsse'dir.

Ebü Dâvûd, "(Hadisin senedinde geçen) Kesîr b. Ziyâd'ın kün­yesi Ebû Sehl'dir" dedi.[141]

 

Açıklama

 

Semure b. Çündüb'un kadınlara hayz günlerindeki namazla-rım kaza etmelerini emretmesi tamamen içtihadıdır. Her hal­de ikiyüz altmış iki numaradaki Hz. Âişe hadisini duymamıştır. Semure'nin bu hareketine Ümmü Seleme, Resultillah'ın akrabaları olan hanımların lohusahk esnasında geçirdikleri namazları kaza etmediklerini delil getirerek, hayız halinde geçen namazları kaza edilmeyecek diye cevap vermiştir. Hal­buki nifas hayizdan çok daha nâdirdir. Hayız da geçen namazlar kaza edile­cek olsaydı nifasta geçenlerin evleviyyetle kaza edilmeleri gerekirdi.

Bu hadisin burada getirilmesine sebep lohusalık müddetini kırk gece ola­rak tayin etmesidir. Konu ile ilgili malumat önceki hadisin açıklanmasında verilmiştir.[142]

 

Bazı Hükümler

 

1. Hayz ve nifas halinde kılınamayan namazlar sonradan kaza edilmezler.

2. Lohusalığın azamî müddeti kırk gündür.[143]

 

120. Hayzdan Dolayı Yıkanma (Nın Keyfiyeti)

 

313....Süleyman b. Sühaym; Ümeyye bint Ebi Sait'in ismini ken­disine açıkladığı Benî Gifâr'dan bir kadının şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Resulüllah (sallellahü aleyhi vessellem) beni terkisine (hayvanı­nın semerinin arkasına) bindirdi. Vallahi Resulullah sabah namazı için indi(ği yere kadar yola devam etti.) (Sabah olunca) hayvanını çöktür-dü. Ben de hayvanının semerinden indim. Bir de ne göreyim, semerin arkasına benden kan bulaşmış. Bu benim ilk hayz görüşümdü. Uta­narak devenin yanma çekildim, Resulullah benim hâlimi ve kanı görünce.

Sana ne oluyor? Her halde sen hayz oldun, buyurdu. Ben de:

Evet, dedim. Resulullah:

Kendine (kanın akmasına mani olacak) uygun bir şey bul, sonra bir su kabı al ve içine tuz at ve semere bulaşan kanı yıka sonra da bi­neğine dön buyurdu."

(öifârlı kadın devamla) dedi ki:

"Resulullah (sallellahü aleyhi vesellem) Hayberi fethedince gani­metten bize de bir miktar verdi."[144]

(Ümeyye) dedi ki: Bu Gifârh kadın bundan sonra, suyuna tuz katmadan hiç hayzdan temizlenmezdi. Öldüğü zaman yıkanacağı su­ya da tuz karıştırılmasını vasiyet etti.[145]

 

Açıklama

 

ResululIan (s-a-). Hayber kalesini fethetmek için yola çıktığında hayvanına henüz bâliğa olmamış bir kız çocuğunu da bindirmişti. Gerek bu kızın küçük olması, gerekse hayvanın semerinin bü­yüklüğünden Peygamber Efendimize dokunmaması, "Resulullah yabancı bir kadınla nasıl aynı hayvana biner?" gibi bir soru sormaya meydan vermez.

Hz. Resulullah semere bulaşan kanın temizlenmesi için suya tuz karıştı­rılmasını emretmiştir. Hattâbî buna istinad ederek elbise sabundan zarar gö­recek cinsten ise, bu elbiseyi bal ile veya elbiseye bulaşan mürekkebi sirke ile yıkamanın ve insanın kepek ile kirini sürttürmesinin caiz olduğunu söyle­miştir. Yûnus b. Abdilalâ'da "Mısır'da bir hamama girdim, Şafiî'yi kepek­le vücudunu ovdururken gördüm" demiştir.

Yukarıda temas edildiği gijîî üzerinde durduğumuz olay Hayber fethi esnasında olmuştur. Hayber bir takım kale ve köylerden müteşekkil bir ye­rin adıdır. Medine ile Şam arasındadır. Orada yerleşen Amâlikahlardan Hay­ber b. Kâniye'den dolayı bu ismi almıştır. Hicretin yedinci senesi Muharrem ayında fethedilmiştir. Resulullah (s.a.) Hudeybiye'den dönerken Hayber'in fethi ile va'd olunmuştur. Hayber'in kaleleri teker teker fetholunmuş en sağ­lam kalelerini muhasara, on gece kadar devam etmiş, Resulullah'ın hastalı­ğı dolayısıyle zafer gecikmiştir. Bunun üzerine sancağı Hz. Ebu Bekir almış, şiddetli çarpışmalar yapmış fakat sonuç alamamıştır. Daha sonra Hz. Ömer sancağı almış fakat netice yine değişmemiştir. Bir gün Resulullah, "Yarın sancağı Allah ve Resulünü seven birine vereceğim Allah ve Resulü de onu sever. Allah fethi onun elleri ile müyesser kılacaktır" buyurdu. Sabah olun­ca Resulullah Hz. Ali'yi sordu. Ashab "Ya Resulullah Hz. Ali'nin gözleri ağrıyor" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Resulullah Hz. Ali'nin gözleri­ne tükrüğünü sürüp dua etti. O da şifa buldu. Sancağı Ali'ye verdi, o da fetih tamamlanıncaya kadar savaştı.[146]

 

Bazı Hükümler

 

1. Elbiselerin yıkanmasında tuz kullanılması caizdir. Dıger gıda maddeleri de aynı hükümdedir. Yanı te­mizleyici özellikleri bilindiği takdirde bu maksatla kullanılabilirler.

2. Hayz kanının yıkanması lâzımdır.

3. Savaşa katılan kadınlara da ganimetten bir miktar verilir.

4. Sahabe hanımlarının cihâda rağbeti tanındı. Resulullah da onlara iti­nâ ederdi.

 

314. .. Âişe (r.anha)dan demiştir ki; "Esma Resulullah (s.a.)ın huzuruna girdi ve;

Ya Resulallah bizden biri hayızdan temizlediğinde nasıl yıkan­malı? diye sordu. Resûlullah (s.a.)î

Sidrini[147]  ve suyunu alıp abdest alır, su saçlarının dibine va­rıncaya kadar ovalayarak başım yıkar ve vücuduna döker; sonra da bezini[148]  alıp onunla temizlenir, buyurdu.

Esma;

Ya Resulallah, o bezle nasıl temizleneyim? diye sordu.

Âişe (r.anha), Resulüllah'm kastettiğinianladımveEsmâ'ya; “o bez­le kan izlerini silersin dedim" dedi.[149]  [150]

 

Açıklama

 

Esmâ bint Şekel adında bir kadın Resulullah'a gelerek hayızdan temizlendikten sonra nasıl yıkanacağını sormuş, Hz. Peygamber Efendimiz de ona tafsilatlı olarak anlatmıştır. Ancak Resuhıllah'ın söylediklerinin farz olarak telakki edilmemesi lâzımdır. Gusülde abdest al­mak veya sidr kullanmak farz değildir. Hayzdan temizlendikten sonra yı­kanmakla, cenabetten dolayı yıkanmak arasında fark yoktur. İnsanın nasıl gusledeceği ve guslün mezheplere göre farzları önceden verilmiştir.

Bu hadisi şeriften sabun soda, deterjan gibi suyun içine karıştırılan ve suyun temizleyicilik özelliğini artıran maddelerin guslün ve abdestin sıhhati­ne mani olmadığı anlaşılmaktadır.[151]

 

Bazı Hükümler

 

1. Dinî hükümleri öğrenmek için, yapmak, gurbete çıkmak faziletli bir ıştır.

2. Söylenilmesi, hayayı gerektiren şeylerden de olsa, dinî hükümlerin öğrenilmesi maksadıyla büyüklere soru sormak meşrudur, hatta teşvik edilir.

3. Halk arasında ayıp telâkki edilen şeylerin, kinâ olarak söylenmesi, açıklanmaması efdaldır,

4. Kendisine soru sorulan kişi, soruya açıkça cevap vermelidir.

5. Gusle, abdestle başlamak sünnettir.

6. Yıkanırken sabun, şampuan, soda gibi şeyler kullanılabilir; meşrudur.

7. Başı diğer azalardan evvel yıkamalıdır.

8. Saçların dibine kadar suyun ulaşması için başı yıkarken ovalamalıdır.

9. Hayzı biten kadının, vücûdunda kalan pislik ve fena kokuları gider­mek için misk gibi güzel koku sürülmüş bir pamuğu veya bezle vücuttaki kan ve kirleri silmesi müstehaptır.

 

315....Safiyye bint Şeybe'den rivayet edildi ki,

Âişe (r.anhâ) Ensâr kadınlarını anıp övdü; onlar hakkında güzel şeyler söyledi ve:

"Onlar (Ensar)dan bir kadın Resûlullah'ın huzuruna girdi. ..." dedi. Ebû Avâne dan geçen, kadınların hayızdan nasıl temizlenmesi gerektiğine dair soru ile ilgili hadisi nakletti ancak "bezini alırsın" sö­zünün yerine "misk sürülmüş bir bez alırsın" demiştir.

Musedded dedi ki: Ebû Avâne (fırsaten), Ebü'l-Ahvas ise,  (kırsaten) derdi.[152]

 

Açıklama

 

Bu hadisin burada getirilmesinden maksat, Sellâm (b. Sûleym) ile Ebû Avâne'nin rivayetleri arasındaki ihtilâflara işarettir.Hadis metninde de görüldüğü gibi Ebû Avâne'nin rivayetinde, kullanılması tavsiye edilen bezin misk sürülmüş olması ziyâde edilmiştir. Bunun hikmeti, avret mahallinin temizlenmesi ve pis kokularının giderilmesidir.

 

316....Âişe (r.anhâ)dan rivayet edildi ki;

Esma, önceki hadiste zikredilen şeyleri Resûlullah'a sordu. (Re­sûlullah, cevabının sonunda) "misk sürülmüş bir bez alır" buyurdu. Esma:

Onunla nasıl temizleneyim? dedi, Resûlullah bir elbise ile gizlenerek;

Sübhanellah... Onunla temizlen buyurdu. (Şube rivayetinde şunları) ilâve etti:

Esma, Resûlullah'a cünüplükten dolayı nasıl yıkanacağını sordu, Resûlullah da şu karşılığı verdi:

Suyunu alır güzelce temizlenir (abdest alır)sın. Sonra başına su döker, saçlarının dibine (su) ulaşıncaya kadar iyice ovalarsın. Da­ha sonra da bedenine dökersin.

(Şube) dedi ki:

Hz. Âişe; "Ensarın kadınları ne iyi kadınlardır. Haya onları din­lerini (n hükümlerini) sorup anlamaktan alıkoymadı" demiştir.[153]  [154]

 

Açıklama

 

Bu hadiis babın başındaki hadisin bazı ilâvelerle değişik bir rivâyetinden ibarettir. Görüldüğü gibi burada hazıylının nasıl gusledeceği sorusuna ilâveten, cenabetten dolayı nasıl gusledileceği sorusu ve cevabı da yer almıştır. Hz. Âişe bu gibi şeyleri sormaktan haya etme dik­leri için Ensar kadınlarını övmüştür. Aslında haya, bir korku veya ayıplan­ma anında arız olan hâldir. Burada kasdedilen bu değil, halk arasında iyi bir haslet olarak kabul edilen utangaçlık hâlidir.[155]

 

Bazı Hükümler

 

1. Taacüp anında teşbih (süphanellah demek) caizdir.

2. Mahrem şeylerle ilgili konuların üstü kapalı ifade­lerle anlatılması uygundur.

3. Yıkanmakta mübalağa edilmeli ve vücut ovulmalıdır; bu müstahaptır.

4. Gerekli olduğunda hayayı izhar etmek matlup amellerdendir.

5. Hayzdan dolayı yıkanan kadının vücûduna güzel koku sürmesi müs-tehaptır.

6. Âlimin sözü, Onun huzurunda başkaları tarafından tefsir edilebilir.

7. Âlim birinin huzurunda, İlimde aşağı derecede birinden ilim almak caizdir.

8. Yaratılıştan da olsa kişinin ayıplarını gizlemesi lâzımdır. [156]

 

121. Teyemmüm

 

Müellif, su ile temizlenmeye ait hükümleri ihtiva eden hadis-i şerifleri sıraladıktan sonra, toprakla temizlenme demek olan teyemmüm bahsine geç­miştir. Teyemmüm, abdest ve gusle bedel olduğu için ancak onlara mukte­dir olunamaması halinde taharet sebebi olabilir. Teyemmüm bir çeşit taharet olduğundan müellif bu konuyu ayrı bir "kitap" olarak değil de, "Kitabü't-Tahâre"nin içerisinde mütalaa etmiştir.

"Teyemmüm" tefe'ül babından mastardır. "Su bulunmadığı veya bu­lunduğu halde, kullanılmasına imkân olmadığı takdirde, temiz olan toprak cinsinden bir şey ile hadesi gidermek maksadıyla, yüzü ve elleri (dirseklere kadar) meshetmek" demektir.

Teyemmüm, bu ümmete mahsus bir ruhsattır. Önceki ümmetlere böyle bir ruhsatın verilmediğini bizzat Efendimiz (s.a.) haber vermiştir. Seyhan'ın (Buharî-Müslim), Hz. Câbir vasıtasıyla rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Pey­gamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:

"Bana, benden evvelki Peygamberlere verilmeyen şu beş şey verilmiştir : Bir aylık mesafeden düşmanlarımın kalbine korku vermekle bana yardım edildi, bana (bir rivayette "Ümmetime") yer yüzü namazgah ve temizleyici kılındı, Onun için ümmetimden namaz vakti gelip çatmış her kim olursa olsun, hemen (orada) namazını kılıversin. (Savaşta alınan) gani­metler de bana helâl kılındı. Halbuki benden evvel kimseye helâl kılınma­mıştı. Bana şefaat verildi. Bir de, (benden evvelki) her peygamber sadece kendi kavmine gönerilmişken, ben bütün insanlara gönderildim.”[157]

Teyemmümün meşruiyeti Kitab, Sünnet ve icmâ ile s,abittir.Onun azîmet mi, yoksa ruhsat mı olduğunda ihtilâf vardır.

Bazıları, suyun bulunmaması hâlinde azîmet; hastalık gibi bir özürden dolayı olursa, ruhsat olduğunu söylemişlerdir.

Teyemmüm, hicret'in beşinci yılının Şaban ayının ilk günlerinde meşru kılınmıştır. Benî Mustalik Gazvesinde Resûlullah (s.a) ile bin kadar İslâm askeri, Hz. Âişe'nin kaybolan gerdanlığım aramak için susuz bir yerde ko­naklamak mecburiyetinde kalmışlardı. Sabah namazını kılmak için abdest almaya su bulamadılar. Sabaha yakın, "Su bulamazsanız temiz toprak ile teyemmüm ediniz.”[158] mealindeki âyet-i kerime nazil oldu. Bu ayet-i kerime, teyemmümün meşruiyetinin Kitab'tan delilidir.

Ulema, teyemmümün hem küçük nemde büyük hadeslerde (abdests izlik-gusül) meşru olduğunda müttefiktir. Sadece İbrahim en-Nehâî ve Amr b. Mes'üd'un, teyemmümün ancak küçük hadesi (abdestsizliliği) izâlede meş­ru olduğu görüşünde oldukları rivayet edilmiştir. Onların bu görüşlerinden döndüklerini söyleyenler de bulunmaktadır.

Hanefîlere göre, tahâretsiz yapılması caiz olmayan her şey,,teyemmümle mübâh olur. Meselâ, cünup kimse teyemmüm ettiğinde, Kur'ân-ı Kerîm'i eline alabilir mescide girebilir...Teyemmüm eden bir kimse abdesti bozacak bir şey olmadığı ve suyu bulmadığı müddetçe dilediği kadar farz ve nafile na­maz kılabilir. Özür devam ettiği müddetçe onunla hades izâle olur.

Diğer mezheblere göre teyemmüm, hadesi izâle etmez. Onunla sadece

bir farz edâ edilebilir. Ancak, istenildiği kadar nafile kılınabilir. Bir te­yemmümle iki farz edâ edilemez. Teyemmüm eden kişi, teyemmüm ederken farz kılmaya niyet etmişse hem farz, hem de nafile namaz kılabilir. Nafile kılmak için niyet etmişse, ancak nafile kılabilir, farz kılamaz. Bir teyemmümle birden fazla cenaze namazı kılabileceği gibi bir farz namaz ve birden fazla cenaze namazı da kılabilir.

Teyemmüm edecek olan bir kimse, iki elini Şâfiîlere göre toprağa; Ha-nefîlere göre, yer yüzü cinsinden temiz bir şeye bir defa vurup, bununla yü­zünü mesheder. Sonra iki elini bir daha vurup bununla da dirseklerine kadar iki elini mesh eder. Yaptığı bu işleri, hadesi gidermek veya namaz kılmak ya da tahâretsiz sahîh olmayan diğer bir ibâdette bulunmak maksadıyla yapar.

Hanefî mezhebine göre teyemmümün farzları, bir niyet ve iki meshten ibarettir. İmam Züfer'e göre niyet farz değildir.

Şâfiîlere göre, teyemmümün farzı beştir: 1. Niyet etmek, 2. Toprağı mesh edilecek uzva nakletmek, 3. Bütün yüzü meshetmek, 4. Elleri dirseklerle be­raber meshetmek, 5. Tertibe riâyet etmektir.

Teyemmüm bahsine girerken şu hususları da belirtelim:

Su yerine toprak kullanılmasının hikmet-i teşriiyyesini bazı âlimlerimiz şu şekilde açıklamışlardır: İnsan iki unsurdan meydana gelmiştir: Toprak ve su.|Su tabiatı itibariyle temizleyicidir. Su bulunmadığı takdirde, görünürde kirletici olan fakat insanın ikinci unsuru bulunan toprak da temizleyici olarak kabul edilmiştir. Bu da insanın aslını hatırlatmak noktasından olsa gerektir.

Teyemmümde dört abdest azası değil de bunlardan yalnız ikisi olan el ve yüze meshetmek gereklidir. Zira teyemmüm abdeste bedel­dir. Abdestte vasıtalı veya vasıtasız meshi caiz olan baş ve ayaklar, teyemmümde bir ruhsat olarak çıkarılmıştır.

Diğer bir husus ise,teyemmümün namazla beraber farz olan abdestten takriben 6,5 -7 yıl sonra meşfru olması nazar-ı dikkatten uzak tutulmamalıdır.

Başka bir husus ise, teyemmüm sadece abdestsizliği gidermek için de­ğil, gerektiğinde cenabeti izâle etmek içinde yapılır :Bu iki teyemmüm arasın­da yapılış bakımından hiç bir fark yoktur. Abdest için yapılan teyemmüm neyse, cenabeti temizleyen gusül yerine geçen teyemmüm de odur-.

Teyemmümün şartları, teyemmümü mubah kılan özürler, teyem­mümü bozan haller ve diğer hükümler yeri geldikçe beyân edilecektir.[159]

 

317. ...Âişe (r.anha)dân;demiştir ki;

"Resûlullah (s.a.) Üseyd b. Hüdayr[160] ile birlikte bazı kişileri Âi-şe'nin kaybettiği bir gerdanlığı aramak üzere gönderdi. (Gerdanlığı arar­larken) namaz vakti geldi, onlar da namazı abdestsiz olarak kılıp Resûlullah (s.a.)'a geldiler ve yaptıklarını haber verdiler. Bunun üze­rine teyemmüm âyeti (el-Maide (5), (6) nazil oldu."

İbn Nufeyl şunu da ilave etti: "Üseyd b. Hudayr Âişe'ye dedi ki;

Allah'ın rahmeti üzerine olsun, senin başına, hoşlanmadığın ne gelmişse Allah sana ve müslümanlara ondan bir kurtuluş ihsan et­miştir."[161]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerifte zikredilen sahâbîlerin, su olmadığı için abdest-siz namaz kılmaları ve bunu Resûlullah (s.a.)a haber verdik­leri halde, Efendimizin men'etmemesi, abdest alacak su veya teyemmüm ede­cek bir şey bulamayan kimsenin bu halde kıldığı namazın sahih olduğuna delil gösterilmiştir. Zira bu durumda namaz sahih olmasaydı, Resûlullah buna tepki gösterir, böyle durumlarda namazın farz olmadığını söylerdi. Halbuki Efendimiz böyle yapmamış, Onların yaptığını ikrar etmiştir. İmam Şafiî, İmam Ahmed ve Muhaddislerin cumhuru bu görüştedir. İmam Mâlik'in as­habının çoğu da aynı şeyi söylemişlerdir. Ancak bu görüşte olanlar, bu du­rumda kılınan namazın iade edilip edilmeyeceğinde ihtilâf etmişlerdir. İmam Şafiî ve ashabının ekserisine göre iadesi gerekir. İmam Ahmed'in meşhur gö­rüşüne, Müzenî ve Sehnûn'a göre bu şekilde kılınan namazın iadesi gerekmez.

İmam Ebû Hanife ve İmam Malik'e göre, Abdest için su, teyemmüm içinde teyemmüm edecek bir şey bulamayan kimsenin abdestsiz veya teyemmümsüz olarak namaz kılmaları sahih değildir Bâbu farzi'1-Vudu’ (abdestin farzları) daki 59,60 ve 61 numaralı hadisler bu görüşün delilleridir. İşaret edilen hadislerde abdestsiz namazın sahih olmayacağı açıkça ifâde edilmek­tedir. Bu görüşte olanlar, üzerinde durduğumuz hadis hakkında şu mütala­ada bulunmuşlardır: "Resûlullah aleyhisselâmm, zikredilen sahâbilerin abdestsiz namaz kılmalarını hoş karşılamamış olması muhtemeldir. Hadiste inkârın zikredilmemesi, aslında onun olmamasını gerektirmez. O sahâbile­rin abdestsiz olarak namaz kılmaları kendi ictihadlarıyla olmuştur. Müctehid isabet edebileceği gibi hata da edebilir. Ayrıca meselenin beyânının daha sonra yapılmış olması da mümkündür. Üstelik tahâretsiz namazın olmaya­cağını ifâde eden hadisler sarihtir. Üzerinde durduğumuz hadiste, Resûlul-lah'ın onların hâlini red etmediği kabul edilse bile, bu tahâretsiz namazı men'eden hadislere muarız olamaz. Çünkü bu hadis tahâretsiz namazın sıh­hatine ihtimâlli olarak delâlet eder. Öbürleri ise sarihtir.

Hanefîlere göre bu durumdaki bir kimsenin, imkân bulduğunda geçen namazını kaza etmesi lâzımdır. Medinelilerin rivayetine göre, İmam Mâlik bu durumda kılınamayan namazın kaza edilmesini şart görmez.

Hadisteki İbn Nufeyl'in ilâvesinden anlaşıldığına göre, teyemmüm âye­tinin inmesine sebep olan bu hâdise İfk Hâdisesi değildir. Buradan Hz. Âişe'nin gerdanlığının bir kaç defa kaybolduğu anlaşılmaktadır.[162]

 

Bazı Hükümler

 

1. Az da olsa, malın korunması lâzımdır.

2. Savaş veya başka  bir maksat   için  kadınlarla birlikte sefere çıkmak caizdir.

3. Kaybolan malı aramak meşrudur.

4. Kadınların kocalarına güzel görünmek için süslenmeleri ve ziynet eş­yası takmaları caizdir.[163]

318. ...Ammâr b. Yâsir (r.a) şöyle haber vermiştir:

"Sahâbîler, Resûlullah (s.a) ile beraber oldukları halde, sabah na­mazı için yeryüzü (toprak) cinsinden bir şeyle teyemmüm ettiler. Şöyleki: Ellerini yere vurdular sonra yüzlerini bir kere meshettiler. Bilâhere ellerini tekrar yere vurdular ve her iki ellerini omuzlarına ve koltuk altlarına kadar avuçlarının içiyle meshettiler."[164]

 

Açıklama

 

İbn Reslan ve el- Munziri, Ubeydullah b. Abdullah'ın Ammar b Yasın görmediğini söyleyerek bu hadisin munkatı ol­duğuna hükmetmişlerdir. îbn Mâce bu hadisi Ubeyhudullah'ın babasından,onun da Ammâr'dan rivayeti şeklinde muttasıl olarak tahrîc etmiştir. İbnü'l-Arabî de "Ammar hadisindeki ıztırap, noksanlık, ziyâde ve başka illetlere rağmen, ulemanın bu hadisin sıhhati üzerindeki ittifakı şaşılacak şey!" de­miştir.

Müellifin bu ve bundan sonraki hadisi getirmekten maksadı teyemmü­mün yapılış şeklini göstermek ve teyemmümün ne ile yapılacağını belirtmektir.

Hadis-i şerifte geçen “said” kelimesinin mânâsı, ister toprak, ister başka birşey olsun, yer yüzünün adıdır ,Zeccâc:in mânâsının bu oldu­ğunda lûgatçılar arasında bir ihtilaf bilmiyorum" demiştir. Bu kelimenin, sadece toprak için kullanıldığını söyleyenler de olmuştur. Bu yüzden âlimler kendisiyle teyemmüm yapılabilecek maddeler hakkında ihtilaf etmişlerdir.

Evzâi ve Sevrî'ye göre, yer yüzündeki her şeyle hatta kar ile teyemmüm edilebilir.

îmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel, Hanefî imamlarından Ebû Yû­suf, Dâvûd ve İbn Munzir, teyemmümün ancak uzuvlara tozu yapışan top­rakla sahih olduğu görüşündedirler.

İmam Mâlik, yanmadığı müddetçe yer yüzündeki her türlü madde ile teyemmümün sahih olduğunu söylemiştir.

îmam Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre (mezhebin görüşü de budur) yandığı zaman kül olmayan ve erimeyen arz cinsinden her şey ile te­yemmüm yapılabilir. Buna göre toprak kum, taş, kireç ve sürme gibi mad­delerle teyemmüm sahihdir. Ama odun, tahta gibi yamnea kül olan, demir, kurşun, bakır gibi ateşte yumuşayan maddelerle teyemmüm sahih değildir. Bu görüş, "saîd" kelimesinin manasına en uygun düşenidir. Ayrıca bu ba­bın mukaddimesinde mânâsım naklettiğimiz '"Bana yeryüzü namazgah ve temizleyici kılındı" şeklindeki hadis-i şerif ile Ebû Dâvûd'da 331 numarada gelecek olan ve Resûlullah (s.a) in duvardan teyemmüm ettiğini bildiren hadis-i şerif de Hanefî mezhebinin görüşünü te'yid etmektedir.

Hadis-i şerifte geçen ibaresindeki "min" harf-i cerrinin mânâsında olması mümkün olduğu gibi, ibtidâi gaye için olması da caizdir. Ter ceme birinci ihtimâle göre yapılmıştır. İkinci veçhe göre mâ­nâ, "avuçlarının içinden omuzlan ve koltuk altlarına kadar mesnettiler" şeklinde olur.

Teyemmümde, ellerden mesh edilecek kısmın, parmak uçlarından, dir­seklere kadar olduğunda ulema aşağı yukarı müttefiktir. Sadece Zührî'nin bu hadisin zahiri ile amel ederek koltuğa kadar meshedilmesinin gerektiği görüşünde olduğu nakledilmiştir.

Cumhur, bu hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: "Ammâr ve beraberin­dekiler, kendilerinde husus ifâde eden bir delil bulunmadığı için el kelimesi­ni zahiri mânâsına göre tâbir etmişlerdir. Çünkü el, parmak uçlarından koltuğa kadar uzanan uzvun adıdır. Ama bilâhere, dirseklerden sonraki kışımın sü­kûtuna dâir icmâ delili meydana gelmiş geriye kalan kısım yani parmaklar­dan dirseklere kadar olan uzuv aslı üzere kalmıştır. Üstelik teyemmüm abdestten bedeldir. Bedel olan birşey bedel kılınana muhalif olamaz."

İmam Şafiî, -üzerinde durduğumuz hadisteki koltuklara kadar- "mesh ile ilgili haber, Resûlulah'ın emri ile olmuşsa, bu mensûh efendimizin emri ile olmamışsa hüccet yine Resulullah'ın emri olandır." der.

Hattâbî "Dirseklerden yukarısını meshetmenin lüzumlu olmadığı hu­susunda ulemâ müttefiktir" demiştir.

Bu hadis-i şerifin zahiri, teyemmümde, biri yüz, diğeri de eller için ol­mak üzere iki defa yere vurulacağına delildir. Ulemânın çoğunluğunun gö­rüşü de bu şekildedir.

Atâ, Mekhûl, Dâvûd, Evzâî, Taberî, Ahmed, İshak b. Râhûye ve İbn Munzir'e göre yüz ve eller için sadece bir vuruş kâfidir. Mâlikiler'e göre eller yere iki defa vurulur, fakat bunlardan birincisi farz ikincisi sünnettir.

îbn Şîrîn ve İbnu'l-Museyyeb ise, elleri yere üç defa vurmanın şart ol­duğu görüşündedirler.

Hanefî ve Şâfiîlere göre teyemmümün farzları, bu babın mukaddime­sinde verilmiştir.[165]

 

Bazı Hükümler

 

1. Teyemmüm biri yüz diğeri de kollar için olmak üzere iki vuruşla yapılar.

2. Kollar koltuklara kadar meshedilebilir

3. Teyemmüm yer yüzü cinsinden bir şeyle yapılabilir.[166]

319. ...Abdülmelik b. Şuayb, İbn Vehb'den önceki hadisin ben­zerini rivayet etti. îbn Vehb rivayetinde şöyle dedi:

"Müslümanlar kalktılar ve topraktan bir şey avuçlamadan elleri­ni yere vurdular." (İbn Vehb bundan sonra) önceki hadisin benzerini söyledi. Ancak omuzlan ve koltuk altlarım zikretmedi. İbnu'1-leys ise, "dirseklerin üstüne kadar..." dedi.[167]

 

Açıklama

 

Görüldüğü gibi, bu hadis aşağı yukarı bir önceki hadisin aynısıdır Ancak bu rivayette, Sahâbilerin toprağı avuçlamadan, sadece yere vurdukları tasrih edilmiş, omuzlar ve koltuk altlan zikredilmemiştir. Ayrıca İbnu'l-Leys'in rivayetinde dirsek üstlerine kadar meshedileceği beyan edilmektedir.[168]

 

320. ...Ammâr b. Yâsir'den rivayet edilmiştir ki;

Resûlullah (s.a.) yanında Âişe olduğu halde gece yarısından son­ra Ulâtü'1-Ceyş (denilen yer)[169] de konakladı.

(Burada) Âişe'nin Zafâr[170]  boncuğundan olan gerdanlığı kaybol­du. Ordu tanyeri ağarıncaya kadar bu gerdanlığı aramakla meşgul ol­du. Halbuki yanlarında su yoktu. Bundan dolayı Ebû Bekir, Âişe'ye kızdı ve, "insanları (yola devam etmekten) alakoydun. Halbuki onla­rın yanında su yok" dedi. Bunun üzerine Allah Celle Celâlühü, Resû­lullah (s.a.)'a temiz olan yer yüzü cinsinden bir şeyle temizlenme ruhsatını (teyemmüm âyetini) indirdi. Hemen müslümanlar Resûlullah'Ia birliktekalktılarıve ellerini yere vurdular,sonra da topraktan bir şey avuçlamadan kaldırıp yüzlerini ve ellerini üstten omuzlarına, avuç-larının içinden de koltuk altlarına kadar mesnettiler.[171]

İbn Yahya rivayetinde, îbn Şihâb'ın; "insanlar buna (omuzlara ve koltuk altlarına kadar meshetmeye) itibar etmiyorlar" dediğini ilâ­ve etti.

Ebû Dâvûd dedi ki:

Bu hadis-i şerifi, îbn îshâk da böylece (Salih b. Keysân 'in rivayet ettiği gibi) rivayet etti ve rivayetinde (Ubeydullah b. Abdillah ile Am-mârb. Yâsir'in arasına) îbn Abbâs'ı soktu. (îbn îshâk ayrıca) Yûnus'un dediği gibi, "iki defa vurdular" dedi. (Musannifin bu sözü, Salih b. Keysân 'in "bir defa vurdular”şeklinde rivayet ettiğine delâlet ediyor.)

Bunu Mâ'mer de Zührî'den "iki vuruş" şeklinde rivayet etti.

Mâlik, ZührVden, Zührî, Ubeydullah b. Abdillah'dan o da ba­bası tankıyla Ammâr'dan rivayet etti.

Ebû Uveys de aynı şekilde (Mâlik'in dediği gibi Abdullah 'in ilâ­vesiyle) Zührî'den rivayet etti.

îbn Uyeyne, Ubeydullah'ın babası(nın zikredilip ve zikredilmediği)nde şüphe etti.

Bir seferinde "Ubeydullah'dan o da babasından, veya Ubeydul­lah'tan, o da îbn Abbâs'tan" şeklinde, başka bir seferinde i 'babasından “bir seferinde de' 'îbn Abbâs 'tan” şeklinde rivayet etti

Yine îbn Uyeyne, o hadisi Zührî'den duyup duymadığında da te­reddüt etti.

Onlardan (Ammâr hadîsini Zührî'den rivayet edenlerden) ismini verdiğim (Yûnus, Îbn îshâk ve Ma'mer)den başka hiçbirisi bu hadiste "iki vuruştu zikretmedi.[172]

 

Açıklama

 

Görüldüğü S'bibu hadis-i Şerif teyemmüm âyetinin inmesine sebep olan hâdiseyi anlatmaktadır. Ancak bu mevzudaki ri­vayetler arasında bazı farklılıklar göze çarpmaktadır. Bazı rivayetlerde ger­danlığı bütün ordunun aradığı beyân edilirken bazılarında (317. hadiste olduğu gibi), gerdanlığı arayanların ordudan bir kısmı olduğu ifâde edilmektedir.

Buhârî ve Müslim'in rivayetinde, Resûlullah Efendimizin, Âişe valide­mizin uylukları üzerine başını koyup uyuduğu ve Hz. Âişe'nin, "Beni yola çıkmaktan men'eden şey (gerdanlığı aramak değil) Resûlullah (s.a.)'ın uy­luklarım üzerinde oluşudur” dediği nakledilmektedir.

Ashâb-ı Kiram, teyemmüm ettiklerinde, Resûlullah (s.a.) da teyemmüm etti mi, yoksa o'nun namazını abdestte mi kıldığı konusunda ihtilâf edilmiş­tir. Hadisin zahirinden onun da teyemmüm ettiği anlaşılmaktadır. Fakat îbn Reslân,îbn AbdiIUerr'demnaklen efendimizin namaz farz kılındıktan sonra bütün namazlarını abdestle kıldığını nakletmektedir. Buna göre Efendimi­zin teyemmümünü anlatan haberleri ümmetini ta'lime hamletmek gerekir.

Görüldüğü gibi bütün bu hadis-i şerifler Kur'ân-ı Kerim'de mücmel olan teyemmüm âyetini tefsir ve beyân etmektedir. Teyemmümde toprağa vurmanın bir veya iki olması ve el ve kollardan nerelere kadar mesh yapılacağı hususunda geçen ve ileride gelecek hadisler ışığında fukahâ üç görüşe ayrıl­mışlardır. Ayrıca ulemânın ekserisinin kabul ettiği gibi toprağa vuruş bir değil, her ne kadar bir defa ile iktifa edilebileceğini söyleyenler ve hatta üç kere vurulmasının gerektiğini söyleyenler var ise de iki defa olması istikametindedir. Ulemânın mesh konusundaki ihtilâflarını şu şekil de sıralayabiliriz:

1. Parmak uçlarından omuzlara kadar mesh edilmesi görüşüdür. Bu İmam-i Zuhrî'ye aittir.

2. Yalnız bileklere kadar meshedilmesi gerekir diyenlerin görüşüdür. Bu da Ammâr b. Yâsir'den vârid olan sahîh bir hadise dayanmaktadır.

3. Dirsekler de dahil dirseklere kadar mesh edilmesi görüşüdür. Bu, Hanefiler de dahil, cumhurun görüşü oluyor. Bu hususta İmam Dehlevî "İki vuruşla dirseklere kadar meshedilmesi amel bakımından ihtiyata en uygundur" demektedir.

Buhâri ve Müslim'in rivayetlerinde Hz, Âişe'nin gerdanlığının kaybo­luşu anlaşılmakta, fakat teyemmümün   keyfi1 yetinden söz edilmemektedir.[173]

 

321. ...Şakîk (r.a.)'den; şöyle demiştir:

Ben, Abdullah (b.Mes'ud) ile Ebû Mûsâ el-Eşârî'nin yanında otur­makta idim. Ebû Mûsâ;

Ya Ebû Abdirrahman[174] bir adam cünup olsa ve bir ay su bula­mazsa teyemmüm yapamaz mı? Ne dersin? dedi. Abdullah;

Hayır, bir ay da su bulamasa teyemmüm yapamaz, karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebû Musa:

Peki, Mâide Süresindeki "Su bulamazsanız temiz yer yüzü ile teyemmüm ediniz" âyetini ne yapacaksın? dedi, Abdullah;

İnsanlara ruhsat verilseydi, suları soğuk gördükleri zaman he­men toprakla teyemmüme yönelirlerdi. Ebû Mûsâ:

Demek bunu (cünüplükten dolayı teyemmümü)bunun için kerih gördünüz, öyle mi? Abdullah:

Evet, dedi.Ebû Musa;

Ammâr'ın, Hz. Ömer'e (söylediği) şu sözü duymadın mı? "Resûlullah (s.a.) beni bir ihtiyaç için göndermişti, Cünup oldum, fakat su bulamadım .Bunun üzerine hayvanın yerde yuvarlandığı gibi yuvar­landım, sonra da Resûlullah sallelahü aleyhi vesellem'e gelip bu duru­mu haber verdim. Resûlullah; "Şöyle yapman kâfi idi" dedi ve elini yere vurup, silkeledi, sonra sol eliyle sağ elinin üstünü, sağ eliyle de sol elinin üstünü daha sonra da yüzünü mesnetti" Abdullah (b.Mesûd, Ebû Musa'ya cevaben);

Sen de Ömer (b. Hattâb)ın, Ammâr'ın sözü ile ikna olmadığı­nı bilmiyor musun? dedi."[175]

 

Açıklama

 

Üzerinde durduğumuz haberin Buhârî ve Müslim'deki riva­yetlerinde bazı farklılıklar göze çarpmaktadır. Ancak bu fark­lılıklar mânâyı pek değiştirmemekte»  laf uzların ayrılığına rağmen mefhum itibariyle aynı sonuç elde edilmektedir.

Haberin zahirinden anlaşıldığına göre Abdullah b. Mesûd, cünup olan kişinin su bulunmaması veya suyu kullanma imkânı Olmaması hâlinde te­yemmüm edemiyeceğini söylüyordu. Bu, Ebû Mûsâ el-Eş'ârî'nin kulağına gitmiş ve aralarında, haberin metninde görülen konuşma cereyan etmiştir. İbn Mes'üd'un cünubün teyemmümünü kerih görmesi, insanların soğuktan korktukları takdirde guslü bırakıp teyemmüme yönelmeleri endişesinden doğ­maktadır. Buhârî sarihlerinden Kirmânî'nin beyânına göre, cünubün teyem­müm edebilmesi ruhsatı ile, soğuktan dolayı teyemmüme yönelmesi arasındaki alâka, suyu kullanmaya kudretinin yetmemesidir. Suyu kullanmaya gücün yetmemesi, ya suyun bulunmaması veya kullanılmasının mümkün olmama­sıdır.

Ulemânın büyük çoğunluğu, hem abdestsizlik, hem de cünublükten do­layı teyemmüm edip namaz kılmanın sahih olduğu görüşündedirler ,Dört mez­hebin görüşü budur. Sadece, Ömer b. el-Hattab, Abdullah b. Mesûd ve İbrahim en-Nehaî'den, cünubün teyemmümle namaz kılamayacağı görüşünde oldukları nakledilmiştir.Yine bunlardan Hz.Ömer ile îbnMes'ûdunbu gö­rüşlerinden döndükleri de rivayet edilmiştir.

Bu haberin tertibinden, teyemmümde tertibin şart olmadığı anlaşılmak­tadır. Çünkü Ammâr'ın haberine göre, Efendimiz önce kollarını meshetmiş, yüzünün meshini sonraya bırakmıştır. Tertip ise bunun tam aksidir. Hanefî ve Mâlikîlerin mezheplerinde tertip şart değildir. Ahmed b. Hanbel de bü­yük hadesten dolayı teyemmümde tertibe riâyeti şart koşmaz. Yine bu ha­berden, teyemmüm için ellerde toz izlerinin bulunmasının şart olmadığı anlaşılmaktadır. Resûlullah Efendimizin ellerini silkelemesi bu görüş sahip­lerini te'yid etmektedir. Ellerde toz izlerinin kalmasını şart koşanlar bu sil­kelemenin hafif olduğunu, tozları düşürmediğini söylemektedirler.[176]

 

Bazı Hükümler

 

1. Cünüplükten dolayı teyemmüm caizdir.

2. Teyemmüm ederken elleri silkelemek caizdir.

3. Teyemmümde tertibe riâyet şart değildir.Gusül için yapılan teyemmüm, abdest için yapılanın aynıdır.[177]

 

322. ...Abdurrahmânb. Ebza[178] (r.a.)den şöyle demiştir:

Ben Ömer b. el-Hattab (r.a)ın yanında idim. Bir adam geldi ve;

(Yâ emire'1-mü'minin) biz bir iki ay bir yerde kalıyoruz. (Cünub oluyor su bulamıyoruz, ne yapalım?) dedi. Hz. Ömer;

Ben olsam su buluncaya kadar yıkanmam, cevabını verdi. (Ora­da bulunan) Ammâr şöyle dedi:

Yâ emir'el-mü'minin, hatırlıyor musun? Hani senjnle deve (güt­mek) de idik de ikimiz de cünup olmuştuk. Bunun üzerine ben yerde yuvarlandım.Resûlullah (s.a) a gelip durumu söyledim. Resûlullah;

"Şöyle yapman sana yeterdi" buyurdu ve ellerini yere vurdu, son­ra onlara üfledi. Sonra da elleriyle yüzünü ve kolunun yansına kadar ellerini meshetti. Hz. Ömer:

Yâ Ammâr Allah'tan kork! dedi. Ammâr da:

Yâ Emirel-mü'minin, eğer sen istersen vallahi bunu ebediyyen (bir daha) söylemem, dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer:

Hayır, vallahi bundan (teyemmüm hadisesinden) üzerine aldı­ğın sorumluluğu sana bırakıyorum, dedi.[179]

Haberden anlaşıldığına göre, bir adam Hz. Ömer'e gelerek kendilerinin çok az su bulunan bir yerde olduklarım, bu yüzden bazan yıkanabilmek için bir iki ay su bulamadıklarını, bu durumda ne yapmaları gerkektiğini sormuş. Hz. Ömer de"Ben olsam su buluncaya kadar yıkanmam" diyerek bu durumda namaz Alamayacaklarını söylemiş; orada bulunan Hz. Ammâr başlarından geçen bir hâdiseyi hatırlatarak, böyle hal­lerde teyemmüm yapılabileceğini belirtmek istemiştir. Ancak Hz. Ömer bu hâdiseyi hatırlayamamış ve bu istikâmetteki birfetvânın vebalinin Ammâr'a ait olacağını söylemiştir.

Bu hadiste Resûlullah'ın, ellerini yere vurduktan sonra üflediği beyân edilmektedir ki önceki hadiste de ifâde edildiği üzere teyemmümde elde toz bulunmasını şart koşmayanların görüşlerini te'yid eder. Karşı görüşte olan­lar, bu üflemenin, tozu uçurmayacak şekilde hafif olduğunu söylemişlerdir.

Yine hadis-i şeriften, teyemmümde bir vuruşun yeterli olduğu anlaşıl­maktadır. Nitekim, bazı âlimlerin bu görüşte oldukları daha evvel beyân edil­mişti. İki vuruşun farz olduğu görüşünde olanlar, bu hadis-i şerifi şu şekilde anlamışlardır: "Bu ve bundan önceki hadis, meshin nasıl yapıldığını beyân içindir. Teyemmümle ilgili bütün esasları ifade etmemekdedir. Cenab-ı Al­lah, abdestte elleri dirseklere kadar yıkamayı "yüzünüzü ve dirseklere ka­dar ellerinizi yıkayınız"[180] ayet-i kerimesi ile farz kılmıştır. "Teyemmüm’de de meshi "yüzünüzü ve ellerinizi mesh ediniz"[181] ayeti ile vacip kılmış­tır. Teyemmüm âyetinde mutlak olarak zikredilen el, abdest âyetinde "dir­seklere kadar" diye kaydedilen eldir.Bu açık beyân ancak bunun kadar açık bir beyanla terkedilebilir ki, o da yoktur. Öyleyse teyemmümde ellerin mes-hedileceği miktar, "dirseklere kadar"dır. Bu ifâdeler, ayrıca teyemmümde, ellerin bileklere kadar meshini yeterli görenlere de bir cevap mahiyetindedir.

Hafız İbn Hacer el-Askalânî Buhârî şerhi Fethu'l-Bârî'de teyemmüm­de vacip olan şeylerin bu hadiste anlatılanlar olduğunu, bunlara ilave olarak fiilen yapılan şeylerin kemâle delâlet ettiğini, kavli bir ziyâdenin de mevcut olmadığını söylemektedir.

Ammâr (radıyallahü anh)ın bu kıssası Resûlullah (s.a.) zamanında içti-Mdm caiz olduğuna ve bunun fiilen tatbik edildiğine delildir. Fakat konu, usûl âlimleri arasında ihtilâflara yolaçmıştır.Kimi, Resûlullah (s.a.) devrinde içtihadın mutlak olarak caiz olmadığını; kimi, Efendimiz'in gıyabında caiz olduğunu, huzurunda caiz olmadığını söylerken bazıları da Efendimizin hem huzurunda hem de gıyabında içtihadın caiz olduğu görüşünü benimsemek­tedirler. Menhel sahibinin beyânına göre esah olan, her hâlükârda cevazıdır.[182]

 

Bazı Hükümler

 

1. Öğreticinin, öğreteceği şeyleri en iyi metotla karşıdakine aktarması lâzımdır.

2. Teyemmümde bir vuruş kâfidir. Tafsilat yukarıdaki hadislerin şer­hinde açıklanmıştır. Bu hadis de bir vuruş ile kifayet edilir diyenlere delil­dir.

3. Yere vurduktan sonra ellere üflemek caizdir.

4. Ashâb-ı kiramın, Resûlullah zamanında ictihâd ettikleri vakîdir.

5. Müctehid bütün gayretini sarfettikten sonra hata ederse, bu hatadan dolayı kınanamaz.[183]

 

323. ...Abdurrahman b. Ebzâ; Ammâr b. Yâsir'den bu hadis-i şerifi (şu şekilde) rivayet etti:

"Resûlullah (s.a.)î

"Ya Ammâr, şöyle yapman sana yeterdi” buyurdu Ve ellerini bir kere yere, sonra da birini diğerine vurdu. Sonra yüzünü ve dirsekleri aşmadan kollarını, yarısına kadar mesnetti."[184]

Ebû Dâvûd dedi ki; Bu hadisi Veki’ A'meş-Seleme b. Küheyl- Abdurrahman b. Ebzâ senediyle; Cerîr de A 'meş-Seleme b, Küheyl-Said b. Abdirrahman b. Ebzâ ve babası (Abdurrahman b. Ebzâ) senediyle rivayet etti.[185]

 

Açıklama

 

Bu hadis bazı küçük farklarla önceki hadisin tekrarı gibi görünmektedir. Ancak bu rivayette Resulullah in teyemmümü be­yan etmesine sebep olan hâdise yer almamıştır. Bir de Efendimizin yere bir defa vurduğu ve kollan meshederken dirsekleri aşmadığı açıkça ifâde edil­miştir.

Müellifin, sonraki ziyâdeyi kitabına almaktan maksadı A'meş'in tale­beleri arasındaki ihtilaflara işaret etmektir.[186]

 

Bazı Hükümler

 

1. Teyemmümde yere bir vuruş kâfidir

2. Dirsekten mesh etmek şart değildir. Ancak teyem­müm abdestten bedel olduğu için hanefîlere göre dirsekler de meshedilmelidir.[187]

 

324. ...Abdurrahman b. Ebzâ'nın oğlu, babası vasıtasıyla Ammâr (r.a.)dan bu (önceki hadislerde geçen)kıssayı rivayet etti.^Bu ri­vayete göre) Resulullah (sallellâhü aleyhi vesellem): "Sana sadece (şu) yeterdi" buyurdu ve elini yere vurup ona üfledi sonra da yüzü ve elle­rini mesnetti.[188]

(Şube dedi ki); Seleme şüphe etti ve “Bu hadiste, dirseklere ka­dar mı, yoksa bileklere kadar (manasına gelen bir şey) mi (dediğini) bilmiyorum" dedi.[189]

 

Açıklama

 

Bu rivayet de, öncekilerle aynı mânâyı ifâde emektedir. Ancak bu rivayette: Seleme, Rasûlullah (s.a.)'ın ellerini dirsekle­rine kadar mı, yoksa "ellerine kadar" mânâsına gelen başka bir mafsala ka­dar mı, meshettiğini bilmediğini kaydetmiştir. Ancak Seleme "ellerine kadar” mânâsı ifâde eden sözü, lâfzan, hatırlayamadığını fakat bu manayı ifâde eden bir söz olduğunu söylemiştir.[190]

 

325. ...Şube bu (önceki) hadisi ayrı isnatla rivayet etti ve şöyle dedi: (Ammâr) dedi ki;

"Resûlullah (s.a.) sonra eline üfleyip, onunla (elleriyle) yüzünü ve dirseklere -veya kollara- kadar ellerini mesnetti."

Şube dedi ki;

"Seleme, (Resûlullah) ellerini, yüzünü ve kollarım (mesnetti)" der­di. Bir gün Mansûr kendisine "söylediğine dikkat et çünkü kolları (Zerr b. Abdullah'ın talebelerinden) senden başka hiç biri söylemedi" dedi.[191]

 

Açıklama

 

Bu Dâvûd bu rivayeti Sünen'e almaktaki maksadı, yukarıda Seleme'nin lâfzını hatırlayamayıp mânâsıyle naklettiği sözün,"Kollara kadar" ibaresi olduğuna işaret etmektir. Ancak bu ilâ­veyi sadece Seleme, bazı rivayetlerinde zikretmiştir.[192]

 

326. ...Abdurrahmân b. Ebzâ bu (yukarıda geçen) hadisi Ammâr' dan, rivayet etti. Bu rivayetinde Ammâr der ki:

"Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

Ellerini yere vurup onlarla yüzünü ve ellerini meshedivermen sana yeterdi." Ammâr (bunu dedikterî sonra) hadisin tamamım nakletti.

Ebû Dâvüd dedi ki;

Bu hadisi Şu'be, Husayn'den, o da Ebû Mâlik'ten şöylece riva­yet etti: "Ammâr'ı (Önceki hadisin) benzerini söylerken işittim. Ancak o "üflemedi" dedi."

Bu hadisi, Huseyn b. Muhammed ve Şu 'be 'den o da Hakem 'den: (Ammâr), "Resûlullah ellerini yere vurdu ve üfledi dedi" şeklinde ri­vayet etti.[193]

 

Açıklama

 

Bu rivayet de aşağı yukarı öncekilerdeki mefhumu içine almaktadır. Ne var ki, önceki rivayetlerde Efendimizin, teyem­mümü bizzat yaparak tarif ettiği beyân edilirken, bunda lisânen tarif ettiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, bu rivayette ellerde meshin son haddi beyân edilmemektedir.Herneıkada^bazı âlimler bu hadisin elleri bileklere'kadar mesh etmeyi kâfi görenlerin görüşünü te'yid ettiğini söylemekte ise de, buna delâ­let eden açık bir ifâde yoktur. Çünkü dirseklere kadar mesh de elleri içine alır.

Ebû Dâvûd bu hadisi Müsedded'den,bundan önceki rivayetleri ise, ba­şa doğru sırayla, Ali b. Selh er-Remlî, Muhammed b. Beşşâr, Muhammed b. Ali, Muhammed b. Kesir el1-Abdı ve Muhammed b. Süleyman el-Enbârî isimli hocalarından almıştır.[194]

 

327. ...Ammâr b. Yâsir'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Resûlullah (s.a.Ve teyemmümü sordum. Bana hem yüz, hem de eller için bir defa vurmamı emretti."[195]

 

Açıklama

 

Bu hadisin zahirine göre, yüzü ve elleri meshetmek için yere bir kere vuruş yeterli olmaktadır. Ellerin meshedilmesinde son bir had zikredilmediği için de sadece ellerin meshi kâfi gibi görünmektedir.

Yere iki kere vurmayı ve dirseklere kadar meshetmeyi şart koşanlar, bu hadisi şöyle te'vil etmişlerdir: "Daha önce Ammâr'ın teyemmümde iki kere vurmaya işaret eden rivayetinde olduğu gibi bu hadisin manası bir kere yüz bir kere de eller için vurmanı emretti" şeklindedir. Bu hadis-i şerifte sa­dece eller zikredilmiş ise de, dirseklere kadar meshi işaret eden hadisler ve teyemmümün abdeste bedel olması keyfiyeti ellerin dirseklere kadar meshedileceği hükmünü ortaya koymaktadır.

Tahâvî, Şerhu Meânil-Âsâr'da  bu hususa işaretle şunları söylemektedir;

"Teyemmüm hakkındaki rivayetlerin farklılığı ve ulemânın ihtilâfından dolayı bu görüşlerden sahih olanı ortaya çıkarmak için düşündük ve gördük ki, teyemmüm, Cenab-ı Allah'ın zikrettiği abdest azalarından bazılarını dü­şürmüştür. Meselâ, baş ve ayakların teyemmümde meshine lüzum yoktur. Ancak meshedilmeme o uzvun bir kısmını değil, tümünü içine almaktadır. Yani teyemmümde meshedilmesi gerekmeyen uzvun tümü hükmün dışında bırakıldığı gibi, meshedilecek uzvun da tamamı hükmün içine girmekdedir. Abdest de yüzün tamamını yıkamak gerektiği gibi, teyemmümde de yüzün tamamını meshetmek lâzımdır Aynı şekilde, nasıiki abdestte elleri dirseklere kaçlar ykamak icabediyor ise teyemmümde de dirseklere kadar meshetmek gerekir."

Bu konuda söylenecek en güzel söz bu olsa gerektir.[196]

 

328. ...Katâde'ye seferde iken teyemmümün hükmü soruldu. Katâde;

Bana bir muhaddis Şâ'bî'den, o Abdurrahman b. Ebzâ'dan o da Ammâr b. Yâsir'den (Ammâr'ın) şöyle dediğini haber verdi:

"Resûlullah (s.a.) (bana yüzü ve) dirseklere kadar (elleri) meshetmemi emretti."[197]

 

Açıklama

 

Bu rivayet elleri dirseklere kadar meshetmeyi şart görenlerin görüşlerim te’yid etmektedir.

Katâde'nin kendisinden hadis aldığı muhaddisin ismini söylememesi ha­disin sıhhatine mâni değildir. Çünkü bu zat  onun katında güvenilir bir kim­sedir. Nitekim, Buhârî'nin de bu şekilde rivayet ettiği hadisler vardır.[198]

 

122. Hazarda Teyemmüm

 

329. ..İbn Abbâs (r.anhümâ)'nın azatlısı Umeyr şöyle demiştir:

"Resûlullah (s.a.)'uı zevcesi Meymune (r.anhâ)'nın azatlısı Ab-durrahman b. Yesâr'la birlikte geldik ve Ebû Cuheym[199]  b. Haris b. Simme el-Ensâri'nin yanma girdik. Ebû Cuheym şunları söyledi:

Resûlullah (s.a.) Bi'ri Cemel tarafından geliyordu. Kendisine bir adam rastlayıp selâm verdi. Fakat Resûlullah selâmını almadı. Bir duvara gelip yüzünü ve ellerini meshetti sonra da adamın selâmını aldı."[200]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerifin ana mezvuu, şartların elverdiği takdirde seferde olduğu gibi hazarda da teyemmümün caiz olduğudur.

İkinci husus ise Hz. Peygamber'in selâmı almak için de teyemmüm et­meleri hususudur. Halbuki yine ittifakla kabul edilen hükme göre selâm alan birinin abdestli veya teyemmümlü olması gerekmez. Abdestsiz bir kimse de selâm alabilir. Ancak burada Peygamber (s.a)'m tahâretsiz gezmemeye ve zikruilah olan selâmı da taharet üzere almasma itinası görülmektedir ve bunda ümmeti teşvik vardır. Bu husustaki hadisler ilerde gelecektir.

Resûlullah sallellâhü aleyhi vesellem'in, Medîne'nin yakınındaki Bi'r-i Cemel denilen yerden gelirken karşılaş ip abdesti olmadığı için selâmına kar­şılık vermediği şahabı, Ebû Cuheym'in, Begavî'deki rivayetinden anlaşıldı­ğına göre, kendisidir. Bu hâdise, Medine içinde vuku bulduğu için seferde olduğu gibi hazarda da teyemmümün caiz olduğuna delildir. Dört mezhebin muteber görüşü de budur.

Peygamber (s.a.)'ın teyemmüm yaptığı duvar, ya vakıf gibi mubah bir maldır ya da Efendimiz, sahibinin rızâsı olacağını bildiği için izin almak ih­tiyacını hissetmedi. Rıza hâlinde sahibine sormadan bir kimsenin malından istifade etmek müslümanlara caizdir.

Resûlullah (s.a.)ın bu teyemmümünü bazı âlimler suyu bulamadığına hamletmişlerdir. Aynî şöyle der:

"Şeyh Muhyiddin; Bu hadis, Peygamber aleyhisselâmın suyu bulama­dığına hemledilir. Çünkü suyun bulunması halinde, onu (suyu) kullanmaya muktedir olan kimsenin ister vakit dar, ister geniş, ister cenaze ve bayram namazı olsun, teyemmümün caiz olmadığını söylemiştir. Ben de derim ki, hadis mutlaktır. Bundan selâm almak gibi bir şey için, su bulunsa da bulun­masa da teyemmüm etmenin caiz olduğu anlaşılır. Vaktin çıkmasından kor­kulduğu takdirde cenaze ve bayram namazları için de hüküm budur. Yani su olsa bile teyemmüm yapılabilir. Onun için hadisi, suyun bulunmadığına hamletme mecburiyeti yoktur."

Begavî, Şâfitlerden naklen, vaktin darlığı hâlinde teyemmüm ederek farz namazın kılınacağını, sonra abdest alarak o namazın kaza edileceğini söylemişse de bu Şafiîler arasında pek muteber değildir. Hatta onlara göre vaktin daralması sebebiyle cenaze ve bayram namazları için bile (su bulunduğu tak­dirde) teyemmüm edilemez.

Hanefilere göre, hüküm yukarıda Aynî'den naklettiğimiz gibidir. Vak­tin çıkması korkusuyla vakit ve cuma namazı için teyemmüm yapılamaz. Fakat cenaze ve bayram namazı için caizdir. Ayrıca Hanefî âlimlerinden bazıları bu hadise dayanarak, suyu kullanma imkânı olduğu halde mendup olan abdestin yerine teyemmümün caiz olduğunu söylemişlerdir.

Yine bu hadis taş üzerinde teyemmüm caiz olduğu görüşünü de te'yid etmektedir. Çünkü Medine'nin duvarları taş ile yapılmakta idi. Resûlullah öyle bir duvarda teyemmüm yaptı. Teyemmüm için tozu şart koşan Şafiîler . hadisi duvarda tozun bulunduğuna hamletmişlerdir.[201]

 

Bazı Hükümler

 

1. Hadis, selâmın meşru oluşuna delildir.

2. Selamı alırken, teyemmümle de olsa taharet üzere bulunmak müstehabtır.

3. Duvar ve taş üzerine teyemmüm yapmak caizdir.[202]

 

330. ...(Abdullah İbn Ömer'in azatlısı) Nâfi' demiştir ki;

Bir ihtiyaç içinîbnömer'leberaber İbn Abbâs'a gittik. İbn Ömer, (İbn Abbas'la ilgili olan) ihtiyacım giderdi, (sonra döndük). İbn Ömer o günkü konuşması arasında şöyle dedi:

(Medine) yollar(m)dan birinde bir adam büyük veya küçük ab-destinden çıkmış olan Resûlullah (s.a.)'a rastlayıp selâm verdi. Fakat Efendimiz selâmını almadı. Adam nerde ise sokakta kayboluyordu (uzaklaşmıştı) ki, Peygamber (s.a.) ellerini duvara vurdu yüzünü mes­netti. Sonra tekrar vurdu, kollarını meshetti, sonra da adamın selâ­mını iade edip şöyle buyurdu:

"Selâmını almadığıma sebep abdestsiz olmamdan başka bir şey değildir."[203]

Ebû Dâvûd dedi ki;

Ahmed b. Hanbel'i, "(Bu hadisin râviierinden olan) Muhammed b. Sabit teyemmüm hakkında münker bir hadis rivayet etti" derken işittim. (Ebû Davud'un talebeleriden) îbn Dâse de şöyle demiştir:

Ebû Dâvûd; "Bu kıssadaki yere iki defa vurmanın Resûlullah aleyhisselâmdan nakledildiğinde Muhammed b. Sabit'e mutâbeat edilme­miştir. (Başkaları) onu İbn Ömer'in fiilî olarak rivayet etmişlerdir" dedi.[204]

 

Açıklama

 

Musannifin bu son ilâveleri yapmaktan maksadı habisin zayıf-lığına işarettir. Aynî, Buhârî'nin, Muhammed b, Sâbit'in bu hadisi Resûlullah'a kadar ref etmesini red ettiğini söylerken, Hattâbî de Mu­hammed b. Sâbit'in> hadisi ile amel edilemeyecek kadar zayıf bir râvi oldu­ğunu, bu yüzden bu hadisin sahih olmadığını kaydeder. Beyhakî ise, bazı Hafızların bu hadîsin Resûlullaha ref'ini inkâr ettiklerini,bir gurubun da bu­nu Nâfî'den İbn Ömer'in fiilî olarak rivayet ettiklerini söylemiştir. Daha sonra bu hadisin ref'inin münker olmadığını, Müslim b. İbrahim'in Muhammed b. Sâbit'i övüp ondan rivayette bulunduğunu ilâve etmiştir.

Resûlullah (s.a.)'ın yolda karşılaştığı sahâbînin kim olduğu bu hadiste tasrih edilmemiştir. Fakat eğer bu hâdise, evvelki hâdis-i şerifte beyân edi­len hâdisenin aynısı ise, o zatın Ebû'l-Cuheym olması gerekir.

Efendimizin bu zâtın selâmını almaması hadis-i şerifte de beyân edildi­ği üzere abdesti olmadığından dolayıdır. Bu konuda Aynî, İbn'l-Cevzî'nin şöyle dediğini söylemiştir: "Ya, Selâm Allah'ın isimlerinden biri olduğu için, Resûlullah abdestsizken selâm almayı doğru bulmamıştır, ya da önceden hü­küm bu iken sonradan değişmiştir." ,

Tahâvi, şerhinde ise "Abdestsiz iken selâm aimayı men'eden hadis ab-dest âyeti ile neshedümiştir.ıBu hükümün''Resûlullah her zaman Allah'ı zikrederdi" mealindeki Hz. Âişe hadisi ile neshedildiği de söylenmiştir" de­nilmektedir.[205]

 

331. ...Nâfijbn Ömer(r.ahumâ)ınşöyle dediğini rivayet etmiştir:

Resûlullah (s.a.) def-i hacetten gelmişti ki,Bi’r-i Cemel'in yanın­da bir adam (Ebû Cuheym) kendisi ile karşılaşıp selâm verdi.

Resûlullah hemen selâmım almadı. Ancak duvara yönetip de, elini üzerine koyup yüzünü ve ellerini meshettikten sonra o zatın selâmını aldı.[206]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerifin diğerlerinden farklı olan tarafı Peygamber (s.a.)'ın duvara kaç defa el sürdüğünün belirtilmemesidir.

îbn Mâce ise bu konuda şöyle bir hadis nekletmektedir:

"Resûlullah (s.a.) bevlederken birisi yanından geçti ve selâm verdi. Re­sûlullah selâmını almadı. Hacetini bitirince, yere iki elini vurdu, teyemmüm etti, sonra da selâmım aldı."

Bu rivayet ise, bir önceki Muhammed b. Sâbit'in merfü denilen hadîsi­ni desteklemekte ve merfu olduğunun inkâr edilmemesinin uygun olacağı is­tikametindedir. Ayrıca Münzirî de bu hadis-î şerife basen demiştir.[207]

 

123. Cünübün Teyemmüm Etmesi

 

332. ...Ebû Zerr[208]  (r.a.)'den demiştir ki;

"Resûlullah (sallellâhü aleyhi vesellem)in yanında (gelen zekât­lardan) küçük bir koyun sürüsü birikti. Resûlullah (s.a.):

"Yâ Ebâ Zer, bu sürüyü (gütmük üzere) kıra götür”,buyurdular.

Ben de Rebeze köyüne[209] sürdüm. Ben cünup oluyor ve (su ol­madığı için yıkanamadan) beş altı (gece) kalıyordum. Nihayet Resû­lullah (s.a.)a geldim:

"Sen ha Ebü Zer" (bu halin ne!)? buyurdular. Ben (cevap vermeden) sustum. Efendimiz;

"Ya Ebâ Zer, Anan acını görmesin yazık anana" buyurdu ve be­nim için siyah bir câriye kız çocuğu çağırdı. Câriye, içerisinde su dolu bir kova getirdi, beni (bir taraftan) bir örtü ile gizledi. Ben de (öte yan­dan bir) devenin arkasına geçerek gizlendim ve yıkandım. Üstüm­den bir dağı atmış gibi oldum. Bilâhere Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

On seneye kadar bile olsa temiz toprak müslümanın abdest suyu (temizleyicisi)dur. Ancak suyu bulduğun zaman onu bedenine dök, (guslet). Çünkü bu daha hayırlıdır."[210]

Müsedded, "Sürünün zekâtlardan biriktiğini" söylemiştir. (Tercemede de bu gözönünde bulundurulmuştur.)

Ebû Dâvûd, Amr (İbn Avn )ın rivayeti daha tamdır, dedi.[211]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerifin siyakından anlaşıldığına göre, kıra koyun güt­mek üzere giden Ebû Zerr-i Gıfârî cünup olmuş, su bulama­dığı için beş altı gün yıkanamamış ve namazlarını bu halde kılmıştır. Ancak bu durum kendisini rahatsız etmiş ve Resûlullah (s.a.)'a gelerek halini haber vermiştir. Resûlullah, Ebû Zerr'in durumunu yadırgayarak "Sen ha, Ebû Zer?!" buyurmuş Ebû Zer ise utandığı için susmuştur. Bu hadisten sonra gelecek olan rivayette ise, Ebû Zer Resûlullah'm sorusuna "Evet" diyerek mukabelede bulunmuştur. Bu iki rivayet birleştirildiği takdirde, Hz. Ebû Zerr'­in önce sustuğu daha sonra da meselenin hükmünü öğrenmek için "evet" diyerek mukabelede bulunduğu anlaşılır.

Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Anan oğulsuz kala, yazık senin anana" buyurmuştur. Bu mânâyı ifade eden               deyimi, bir beddua olabileceği gibi "Sen bu hâle geldikten sonra ölseydin daha iyi idi" manasına da gelebilir. Buradaki söyleniş beddua manasına olmayıp, ayıpla­ma, kınama mânâsına olması akla yakındır. Bu bakımdan tercümede bu de­yimleri, "Anan acını görmesin, yazık senin anana!" diye çevirdik.

Resûlullah (s.a.)a bunu söyledikten sonra, Ebû Zerr'in gusletmesi için siyahı bir cariyeyi vazifelendirmiş, daha sonra da suyun bulunmaması ha­linde teyemmümü tavsiye etmiştir.

Hattâbî bu hadis hakkında şunları söylemektedir:

"Teyemmüm eden bir kimsenin bu teyemmümü ile birden fazla namaz kılmasını caiz gören Hanefîler, bu hadis-i şerifi delil alırlar. Ayrıca her hâlü kârda ister namaz içinde, ister dışına suyun bulunması ile, teyemmümle ya­pılan taharetin bozulacağı da hadisin hükmü içindedir.

"Vücûdunun tamamına su yetişmediği takdirde yetiştiği kadarını yıka­yıp geri kalan uzuvların ise, teyemmüm edileceği görüşünde olanlar da bu hadise dayanırlar.

"Aynı şekilde, bazı uzuvlarında yara olanların, yaralı kısımları teyem­müm edip, kalan kısımları yıkayacağını ve şehir içerisinde cenaze ve bayram namazı için de olsa teyemmümü caiz görmeyen Şâfiîler için de bu hadis hüc­cettir."

Efendimizin "on seneye kadar bile olsa" sözünün mânâsı, belirli bir süre ile tahdit etmek olmayıp uzun süre yapılabileceğini ifade etmektir, "on se­neye kadar bir teyemmüm kâfidir" demek değildir.

Ancak Hattabî'nin söylediği şeylere hadisin delâleti açık değildir. Nite­kim Buhârî şârihi Aynî, Hattabî'ye itiraz ederek şöyle der:

"Bu hadis, mübdel ile (teyemmümle) mübdelün minh olan (guslün) bir­leştirilerek bir taharet yapılacağı anlamına gelmemektedir. Cildin bir kısmı­nı yıkamak, bir kısmını da teyemmüm etmek Efendimizin "onu bedenine sür" sözünün neresinden anlaşılır? İbare asla buna delâlet etmez. Bilakis bu Şâfiîlere karşı bizim için bir hüccettir. Çünkü "suyu bulduğun zaman" sözü gusül veya abdeste yetecek kadar suyu bulduğun zaman onu bedenine sür, demektir. Zira Efenimiz, (s.a.), "su" kelimesini harf-i tarifle söylemiştir ki, bu tam olanı içine alır. Dolayısıyle abdest veya gusle yetmeyecek kadar su bulunursa, teyemmüm yapılır. İhtiyaca kâfi gelmediği takdirde suyun varlı­ğı ile yokluğu arasında fark yoktur. Aynı şekilde bir kimse su bulduğu hal­de, kullandığı takdirde kendisinin veya hayvanının susuz kalacağından korkarsa, su bulamamış gibidir. Yani teyemmüm yapar.

"Şehir içinde, cenaze veya bayram namazları için teyemmüm edilmeye­ceği istidlali de sahih değildir. Çünkü sadece suyu bulmak kâfi değildir. Şart olan onu kullanmaya muktedir olmaktır. Cenaze hazır olup da ona yetişe-meyeceğinden korkan kişi, suyu kullanmaya gücü yetmiyor demektir. Ama abdest alıp cenazeye veya bayram namazına yetişebilecekse teyemmüm ede­mez. Bu mes'ele Hanefi fıkıh kitaplarında açıktır."

Yukarıda Hattâbî'den naklettiğimiz Şâfiîlerin; Aynî'den naklettikleri­miz de Hanefîlerin görüşleridir» Onun için mesele hakkında mezheplerin gö­rüşlerini ayrıca tekrarlamaya lüzum görülmemiştir.[212]

 

 

Bazı Hükümler

 

1. Malın korunması ve artırılması için gayret sarfedilmelidir.

2. İdarecinin, idaresi altındakileri gerektiği şekilde eğitmesi uygundur.

3. Küçüğün büyüğe hizmeti meşrudur.

4. Avret mahallin'in örtülmesi lâzımdır.

5. Suyun bulunmaması halinde gusül için de teyemmüm meşrudur. Bu teyemmüm de abdest yerine yapılan teyemmüm gibidir.

6. Teyemmüm eden kişi bu teyemmümle birden fazla namaz kılabilir. Bu, Ebû Hanîfenin görüşüdür.

7. Su bulunduğu zaman teyemmüm bozulur.

8. Teyemmüm hususunda abdestsiz olanla cünup olan arasında fark yoktur.[213]

 

333. ...Benû Âmir'den bir zatın,[214] şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"İslama (yeni) girmiştim. Dinim beni gayrete getirdi. (Dini ko­nulara sarıldım). Ebû Zerr'e geldim. Ebû Zerr şöyle dedi:

Medine'nin havası bana dokundu. Resûlullah (s.a.) bir zevd (üç yaş ile dokuz yaş arasındaki deve) ile bir koyun (almamı) emretti ve "Sütlerinden iç " buyurdu.

Hammad dedi ki: "(Şeyhimin) idrarından da iç (deyip demedi­ğinde) şüphe ediyorum. "

Ebû Zerr devamla şöyle dedi:

Ben sudan uzakta idim, ve hanımım da benimle beraberdi. Bu yüzden cünup oluyor ve abdestsiz namaz kılıyordum. (Bir gün) öğle vakti Resûlullah (s.a.)'a geldim. Efendimiz ashabından bir cemaat için­de mescidin gölgesinde idi. (Beni görünce):

(Ne bu halin) Ebû Zerr? buyurdu.

Evet, ya Resûlullah helak oldum, dedim. Resûlullah:

"Seni helak eden nedir? "diye buyurdu.

Ben sudan uzakta idim ve ailem benim yanımda idi. Bu yüzden cünup oluyor ve abdestsiz namaz kılıyordum, dedim. Resûlullah (s.a.) benim için su getirilmesini emretti ve siyah bir câriye (kız çocuğu)içinde su çalkalanan bir kap getirdi. Tam dolu olmayan o su kabını alıp de­vemin arkasına gizlenip yıkandım ve (geri) geldim. Resûlullah (s.a.) şöye buyurdu:

Ey Ebâ Zerr, on seneye kadar bile su bulamazsan muhakkak temiz toprak temizleyicidir suyu bulduğun zaman suyla yıkan (gus­let).[215]

Ebû Dâvûd şunları ilave etti:

Bunu Hammâd b. Zeyd, Eyyûb'dan "idrarlarını" zikretmeden rivayet etti.

(Bu hadiste) "idrarlarını" sözü sahih değildir. "İdrarlar" (lâfzı) hakkında Enes hadisinden başkası yoktur. Onu da sadece Basralılar rivayet etmiştir.[216]

 

Açıklama

 

Görüldüğü gibi bu rivayet, önceki hadisle hemen hemen aynıdır.Fazla olarak bu rivâyette, Ebû Zerr (r.a.)m koyunla bir­likte bir de deve götürdüğü ve ailesi yanında olduğu için cünüplüğün temas neticesinde meydana geldiği anlaşılmaktadır. Buna göre, teyemmümâle te­mizlenilen cünüplüğün isteyerek olması ile elde olmadan olması arasında fark yoktur.

Hammâd'ın şüphe olarak belirtdiği fakat Enes hadisinde açıkça ifade edilen "idrariarı" kelimesinden,İmam Mâlik'le İmam Ahmed, deve ve buna kıyasla eti yenen hayvanların idrarlarının temiz olduğu hükmüne varmışlardır.

Hanefî ve Şâfiîlere göre eti yenen ve yenmeyen bütün hayvanların id­rarları ve tersleri pistir. "İdrardan sakınınız. Çünkü kabir azabının çoğu, idrardandır" hadis-i şerifinin umumu delil olarak kabul edilmiştir. Bu gö­rüş sahipleri, adı geçen Enes hadisi ile yapılan istidlale, Efendimiz (s.a.)in vahy ile şifâ vereceğini bildiği için tedâvî maksadıyle idrarı süte karıştırarak içmeyi emrettiğini söyleyerek cevap vermişlerdir.

Resûlullah (s.a.)uı, "Muhakkak temiz toprak temizleyicidir" beyânı­nın mutlak oluşundan, teyemmüm hususunda yolcu ile yolcu olmayan ara­sında fark olamadığı, zaman uzasa bile suyu kullanma imkânı olmadığı takdirde teyemmümün caiz olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Efendimiz teyem­mümün cevazı için bir mekân tayin etmemiştir.[217]

 

 

124. Soğuktan Korktuğu Zaman Cünub Teyemmüm  Edebilir Mi?

 

334. ...Amr b. el-Âs (r.a.)den demiştir ki;

"Zâtü's-selâsil gazvesinde iken soğuk bir gecede ihtilâm oldum. Gusledersem helak olacağımdan korkup teyemmüm ettim ve arkadaş­larıma (orduya) sabah namazını kıldırdım. (Medine'ye döndükten son­ra) bunu Resûlullah (s.a.)'a haber verdiler. Resûlullah (s.a.):

"Ya Amr, sen ashabına cünup olarak mı, namaz kıldırdın? dî­ye sordu.

Beni yıkanmaktan alıkoyan şeyi haber vererek şöyle dedim;

Ben Cenab-ı Allah'ın şöyle buyurduğunu işittim: “Kendi ken­dinizi öldürmeyiniz, muhakkak Allah size karşı merhametlidir."[218] Bunun üzerine Peygamber (s.a.) güldü, hiç bir şey demedi.[219]

Ebû Üâvûd dedi ki; Abdurrahman b. Cubeyr Mısırlı 'dır, Hârice b. Huzâfe'nin azathsıdır. Cubeyr b. Nufeyr değildir.[220]

 

Açıklama

 

Zâtü’s-selâsil gazvesi h.8.senede yapılmıştır.Müşrikler, içlerinden bazılarının korkarak kaçmalarından çekindikleri için birbirlerine zincirlerle bağlanmışlardı.Bu yüzden bu isimle anılmaktadır.Bu isim hakkında başka görüşler varsa da meşhur olanı budur. Bu gazve hak­kında kısaca şu bilgileri yazalım:

Kuzâa Kabilesinden bir gurup toplanarak Medine civarına yaklaşmak isdediler. Resûlullah (s.a.) Amr b. Âs'ı çağırarak üç yüz kişi ile düşmana karşı gönderdi. Amr, onlara yaklaşınca çok kalabalık olduklarını öğrendi ve Hz. Peygamber'den yardım istedi. Efendimiz de içlerinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de bulunan iki yüz kişilik bir kuvvetle Ebû Ubeyde'yi gönderdi. Müs­lümanlar, düşmana şiddetli bir hamle yaptılar. Onlar da korkarak dağıldılar.

Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre, soğuğun zarar vermesinden korkul­duğu takdirde gusül yerine teyemmüm caizdir. Çünkü Peygamber Efendi­miz Amr b. Âs'ın gusletmeyip teyemmüm etmesinin sebebini öğrenince ona karşı çıkmamış, bilakis gülerek mukabelede bulunmuştur. İbn Reslân, te­bessüm ve gülmenin ikrar yönünden sükûttan daha kuvvetli olduğunu söy­ler. Ancak soğuktan korkan kimsenin gusül yerine teyemmüm edip edemeyeceği ulemâ arasında ihtilaflıdır.

Atâ b. Ebî Rebâh ve Hasen el-Basrî'ye göre Ölecek de olsa, bu durum­da teyemmüm caiz değildir, gusletmesi gerekir. Süfyan es-Sevri ve İmam Mâlik soğuğu hastalık mesabesinde tutarak mutlak manada teyemmümü caiz gör­müşlerdir. İmam-ı âzam Ebû Hanife bu durumda teyemmümü hazarca bile caiz görürken, Ebû Yûsuf ve Muhammed hazar hâlinde caiz görmemişler; cevazı seferle kayıtlamışlardır.

İmam Şafiî'ye göre yıkandığı takdirde helak olacağından korkan kimse teyemmüm ederek namazını kılar, fakat sonradan bu şekilde kıldığı namaz­larını kaza eder. Bu konuda İbn Reslân da şöyle der:

"Suyu ısıtmaya veya hatta onu, zarar vermeyecek şekilde kullanmaya imkân bulan kimse teyemmüm edemez. Meselâ Uzuvlarını teker teker yıka­yıp örtmeye böylece soğuktan korunmaya muktedir olan kimse gusletmeli-dir. Ama buna imkân bulamazsa teyemmüm edebilir. Ulemânın çoğunuluğunun görüşü bu merkezdedir."

Bu durumda teyemmümü caiz görenler hükmen, suyu yok kabul etmişlerdir.Hanefîlere göre sudan bir mil (1855m) uzakta olan kimse de hük­men suya sahip değildir. Teyemmüm edebilir. Yine aynı şekilde suya gittiği takdirde kendisine veya malına (İmam Ebû Hanife'ye göre bir dirhem, Mâlik'e göre temizleneceği suyun parası kadar bile olsa) zarar geleceğinden kor­kan kimseye göre de su hükmen yok sayılır, teyemmüm edebilir.[221]

 

Bazı Hükümler

 

1. Peygamber (s.a.) devrinde ictihâd yapılmıştır.

2. Hakimin hüküm vermeden önce davalıyı dinlemesi sadece hasmının iddiasıyla yetinmemesi gerekiyor.

3. Dâvâlının ileri sürdüğü deliller doğru ve geçerli ise, hâkimin bunu kabul ettiğini göstermesi lâzımdır.

4. Resûlullah (s.a.)ın susması ve tebessümü ikrardır; hüküm için hüccettir.

5. Su olduğu halde kullanma imkânı yoksa teyemmüm caizdir. Çünkü bu halde hükmen su yok sayılır.[222]

 

335. ...Amr b. el-Âs'ın azatlısı Ebû Kays:

"Amr b. el-Âs, bir seriyyenin başında idi" (diye başlayarak) ön­ceki hadisin bir benzerini rivayet etti ve şöyle dedi:

"Amr, koltuk altlarını ve eteğini yıkadı, namaz için aldığı abdest gibi abdest aldı, sonra da cemate namaz kıldırdı." Ebû'Kays önceki hadisin benzerini nakletti[223]  ancak teyemmümü zikretmedi.[224]

Ebû Dâvûd bu kıssa Evzâî tarikiyle Hassan b. Atiyye'den: "Da­ha sonra teyemmüm eti" şeklinde rivayet edildi demiştir.[225]

 

Açıklama

 

Bu hadis, önceki hadisin değişik bir rivayetidir.Ancak önceki rivayette Hz. Amr'ın teyemmüm ederek namazı kıldırdığı söylenirken, bu rivayette teyemmüm zikredilmemiş, buna muka­bil, koltuk altlan ile eteğini yıkayıp abdest aldığı ve bu şekilde namazı kıldırdığı belirtilmiştir.

Beyhakî'nin beyânına göre, Amr b. el-Âs'ın her iki rivayette nakledi­lenleri yapması yani hem abdest alarak hem de teyemmüm ederek namazı kıldırmış olması muhtemedir. Böylece iki rivayet arasındaki ihtilâf gideril­miş olmaktadır.[226]

 

125. Yaralının[227]  Teyemmümü

 

336. ...Câbir b. Abdillah (r.a.)den, şöyle demiştir:

Bir sefere çıkmıştık, bizden bir adama taş değdi ve başını yardı. Sonra bu zat ihtüâm oldu. Arkadaşlarına:

Benim teyemmüm etmeme ruhsat buluyor musunuz? diye sordu.

Sen suyu kullanabilirsin, sana (teyemmüm için) ruhsat bulmu­yoruz dediler.

Adam yıkandı akabinde de öldü. Peygamber (s.a.)ın huzuruna geldiğimizde bu hâdise (kendisine) haber verildi. Bunun üzerine Efen­dimiz (s.a.):

"(Fetvayı verenler) onu Öldürdüler, Allah da onları öldürsün. Bilmediklerini sorsalardı ya! Cehaletin ilacı ancak sormaktır. Onun teyemmüm etmesi, yarasının üzerine bir bez bağlayıp[228] sonra üzeri­ne meshetmesi ve vücudunun geri kalan kısmım da yıkaması ona ye­terdi, diye buyurdu.[229]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerif, yaralı olan kişinin teyemmüm edebileceğini göstermektedır.Hattabi, bu hadisin teyemmümle guslü beraber yapmayı emrettiğini, diğeri olmadan birisinin kâfi olmayacağını söyledikten sonra, Hanefi ve Şâfiîlerin bu meseledeki görüşlerini kaydeder. Hattâbî'nin kaydına göre, Hanefî mezhebinde, uzuvların azı yaralı ise, su ile teyemmüm arası birleştirilir. Azaların çoğu yaralı ise, yıkanmaya lüzum yoktur, her ta­rafı için teyemmüm yeterlidir. Şafiî'de esah olan görüşe göre, yara az olsun çok olsun mutlaka gusül gerekir.

Ancak Hanefilerden Aynî, Hanefî Mezhebinin görüşünün, Hattâbî'nin isnad ettiği gibi olamadığını, doğrusunun şu şekilde olduğunu söyler: "Bir kimsenin vücudunun yandan çoğu sağlam olup da bazı yerlerinde yara var­sa, sıhhatli yerlerini yıkar, sargıların üzerine mesheder, teyemmüm edemez. Eğer bedeninin çoğu yaralı ise, sadece teyemmüm eder sıhhatli yerlerini yı­kamasına lüzum yoktur."

Hanefi Mezhebinin yaralılar hakkındaki görüşü Hattâbî'nin dediği gibi değil, Aynî'nin söylediği gibidir.

Aynî, üzerinde durduğumuz hadis-i şerifteki, teyemmümle guslü birleş­tirmeyi ifâde eder mahiyetteki ibareyi de şu şekilde izah etmiştir: "Peygam­ber (s.a.) gusulle teyemmümü birlikte yapmayı emretmemiştir. Ancak yaralı olan cünub bir kimsenin, ya teyemmüm edeceğini, ya da yaranın üzerini mes-hedip bedeninin kalan kısmını yıkayacağım beyân etmiştir. Fakat buradaki "teyemmüm edip yarasını mesheder" sözü, vücudunun ekserisinin yaralı olu­şuna,"bedeninin geri kalanım yıkar" sözü de vücudunun ekserisinin sıhhat­li oluşuna hamledilir. Böyle olmasa bile bu hadis ma'lûldür. Çünkü senedinde Zübeyr b. Hurayk vardır. Dârakutnî bu zat için "kuvvetli değildir", Beyhakî de bu hadis kuvvetli değildir, demektedir."

Aynî'nin sözleri burada sona ermektedir. Aynî ve Hattâbî'nin söyle­dikleri ile beraber diğer mütalaalar da değerlendirilirse, şöyle bir sonuca va­rılabilir:

Suyu kullandığı takdirde öleceğinden korkan bir kimsenin teyemmüm etmesi ittifakla caizdir. Eğer hastalığın artması veya tedavinin gecikmesin­den korkarsa, Ebû Hanife ve Mâlik'e göre teyemmüm ederek namaz kılabi­lir, iadesi de gerekmez. Şafiî mezhebindeki râcih görüş de budur. Bir kimsenin bir uzvunda yara, çıban veya kırık olur da üzerine sargı sarar ve onu çözdü­ğü takdirde öleceğinden korkarsa, Şafiî'ye göre sargının üzerine mesheder ve teyemmüm eder. Eğer sargıyı taharet üzere iken sarmışsa, bu şekilde kıl­dığı namazı iade gerekmez. Hanefîlerle Mâlik'e göre vücudunun bir kısmı­nın yaralı veya çıban olmakla beraber, sağlam tarafı fazla ise, oraları yıkayıp yaranın üzerini mesheder.Yaralı kısım daha fazla ise, sadece teyemmüm eder. Ahmed b. Hanbel ise sağlam kısımların yıkanacağını, kalan kısımların da teyemmüm edileceğini söyler.

Resûlullah (s.a.), yaralı olan sahâbiye teyemmüm ruhsatı vermedikleri için ölümüne sebep olanlara "Onu öldürdüler" dediği halde diyet almaması,haksız yere de olsa yanlış fetva verip de birisinin ölümüne sebep olan müf­tüye diyet gerekmediğine işaret eder.

Resûlullah (s.a.)ın yanlış fetva verenler için, "Onu öldürdüler, Allah da onları öldürsün” buyurması, onların ölümü için dua değil, onları tehdid ve azarlamak içindir. Bundan sonra da Efendimiz, bilmeden fetva vermeyi ayıplamış ve bilmediklerini sorup öğrenmeye teşvik etmiştir.[230]

 

Bazı Hükümler

 

1. Bilmeden fetva vermek büyük bir günahtır.

2. Ilım öğrenmek cehaletin ilacıdır.

3. Hata da etse, fetva veren kimseye diyet yoktur.

4. Zarara uğramakdan korkan kişinin, guslü bırakıp teyemmüm etmesi caizdir.

5. Yaralı olan kimsenin yarayı bir sargı ile sardıktan sonra üzerine meshetmesi caizdir.[231]

 

337. ...Abdullah b. Abbâs (r. anhüma)dan; demiştir ki;

Resûlullah (s.a.) zamanında bir adam yaralandı sonra da ihtilam oldu. Yıkanmasını emrettiler o da yıkandı. Bunun üzerine adam öldü. Hâdise Peygamber (s.a.)e aktarıldı. Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

Onu öldürdüler, Allah da onları öldürsün, cehaletin şifâsı sor­mak değil miydi?[232]

 

Açıklama

 

Bir önceki hadiste zikredilen hâdisenin değişik bir rivayeti olan bu hadisi Evzâî'nin Ata'dan bizzat işitip işitmediğinde ihtilâf vardır. Ebû Zür'a ve Ebû Hâtim'den, Evzâî'nin bu hadisi Atâ'dan işitmedi­ği, onun İsmail b. Müslim'den, onun da Atâ'dan işittiği nakledilmiştir. Fakat Hâkim bu hadisi, Bişr b. Bekir, Evzaî ve Atâ b.^Ebî Rebah senediyle rivayet edip, "Bişr b. Bekir sıkadır, me'mundur" demiştir.

Evzâ’nin bu hadisi Atâ'dan bir defa vasıtalı, bir defa da vasıtasız ola­rak iki kere rivayet etmiş olması muhtemeldir. İmam Nevevî, "Bu, yân'ı bu babın hadisi ittifakla zayıftır. Peygamber (s.a.)'in Hz. Ali'ye sargı üzerine meshetmesini emrettiği haberine benzer." demektedir.

Hadisin muhtevası hakkında malumat edinmek için bir önceki hadisin açıklamasına bakılmalıdır.[233]

 

126. Namazı Kıldıktan Sonra Vakit İçinde Su Bulan Müteyemmimin Durumu

 

338. ...Ebû Saîd el-Hudrî'den ; demiştir ki;

"İki kişi bir yolculuğa çıktılar. Namaz vakti geldi ama yanların­da su yoktu. Temiz toprakla teyemmüm edip namazlarını kıldılar. Bilâhere vakit çıkmadan suyu buldular. Birisi abdestini ve namazım iade etti, öbürü ise iade edemedi. Sonra Resûlullah (s.a.)'e gelip durumu anlattılar, Resûlullah (s.a.) iade etmeyene:

Sünnete uydun, namazın sahihdir; abdest alıp namazını iade edene de "senin de ecrin iki kattır." buyurdu.[234]

Ebû Dâvûd dedi ki:

İbn Nâfî'den başkaları bu hadisi, Leys, Amîre b, EbîNaciye, Bekr b. Sevâde, Ata b. Yesâr senediyle Resûlullah (s.a.)dan rivayet etti.

Ebû Dâvûd dedi ki; Bu hadiste, Ebû Saîd el-Hudrî'nin zikredil­mesi mahfuz değildir.. Dolay isiyle hadis mürseldir.[235]

 

Açıklama

 

Hattabi bu hadis hakkında şunları söylemektedir:

"Bu hadisten anlaşıldığına göre, su ile abdest alan hakkında olduğu gibi, teyemmüm eden için de namazı vaktin başında kılmak sünnet­tir. Ancak bu meselede ulema ihtilaf etmişlerdir. İbn Ömer'in, vakit içeri­sinde istediği anda teyemmüm eder dediği rivayet edilmiştir. Atâ, Süfyân, Ebû Hanife ve Ahmed b. Hanbel de aynı şeyi söylemişlerdir. İmam Mâlik'-in görüşü de buna benzemektedir. Ancak Mâlik, kişi suyun bulunması umul­mayan bir yerde ise, vaktin başında teyemmüm eder ve namazını kılar demiştir.

Zuhrî'nin, "vaktin çıkmasından korktuğu bir zamana kadar teyemmüm edemez" dediği rivayet edilmiştir.

Aynı şekilde teyemmüm edip namazını kıldıktan sonra, daha vakit çık­madan suyu bulan kişinin ne yapması gerektiği de ihtilaflıdır. Atâ, Tâvûs, İbn Sırın, Mekhûl ve Zührî'ye göre namazını iade etmelidir. Evzâî ise, bunu müstehab görmüş "vâcib" dememiştir.

Cumhurun görüşüne göre ise, namazı iadeye lüzum yoktur. Bu, îbn Ömer'den de rivayet edilmiştir. Şafiî, Mâlikî,Hanbelî ve Hanefî mezhepleri­nin görüşleri de bu şekildedir.

Hattâbî'nin özet olarak verdiği bu malumat namazı kıldıktan sonra su­yu gören kimseye ait hükümler ile namaz vakti girince hemen teyemmüm edilip namazın kılınıp kılınmayacağı husundaki ihtilaflara işaret etmektedir. Teyemmümle namaza duran veya henüz namaza durmadan suyu gören kim­senin ne yapması gerekdiği de aynı şekilde ihtilaflıdır.

Cumhura göre, namaza durduktan sora suyu bulan kimse namazını kes­mez. Ebû Hanîfe ve bir rivayetinde Ahmed b. Hanbel teyemmümün bozul­duğu görüşündedirler. Ancak Muğnî'nin ifâdesine göre, Ahmed b. Hanbel cumhurun görüşünden dönmüştür. Hanefî mezhebinde namaz içinde su bu­lunsa teyemmüm bozulacağından namaz da bozulmuş olur, yeniden nama­zın kılınması icab eder. Muzenî, Sevrî, Evzâî ve İbn Şureyh'de bu görüştedir.

Teyemmüm edip de henüz namaza durulmadan su bulunacak olursa, ittifakla teyemmüm bozulur.

Her ne kadar yukarıda Hattâbî'nin sözleri nakledilirken, namazını te­yemmüm ile kılıp vakit çıkmadan suyu gören kimsenin namazını iadeye lü­zum olmadığı dört mezhebin görüşü olarak verilmişse de bu konuda Şâfiiî mezhebinde bazı ayrılıklar vardır. Bunları İmam Nevevî şu şekiide ifâde et­mektedir:

"Teyemmümle kılman namazın iadesi meselesine gelince, bizim mez­hebimize (safilere) göre hastalık, yara ve buna benzer bir sebepten dolayı teyemmüm etmişse, iade gerekmez. Suyu kullanmaktan âciz olduğu için te­yemmüm etmişse -ki, yolculukta olduğu gibi- suyun olmadığı bir yerde ise yine iade gerekmez. Ama suyun bulunmaması nâdir olan bir yerde te­yemmüm etmişse iadesi gerekir. Sahih olan görüş budur."[236]

 

Bazı Hükümler

 

1. Suyun bulunmadığı yerde teyemmüm yapılabilir.

2. Önemli meselelerin merciine götürülmesi gerekir.

3. İçtihada ehil olan kişi içtihadından mes'ûldür.

4. Teyemmüm eden kimsenin namazını kıldıktan sonra vakit çıkmadan suyu bulması halinde namazını iade etmesine gerek yoktur.[237]

 

339. ...İsmail b. Ubeyd, Atâ b, Yesâr'dan:

"Resûlullah'in ashabından iki zat" (diye başlayarak) önceki ha­disi manâ olarak rivayet etti.[238]

 

Açıklama

 

Musannifin bu rivayeti Sünen'e alması, senetlerdejki bazı farklılıklara işaret etmek içindir. Bu farklılıklar, hadis metinleri­nin başındaki isnat silsilesinde kendisini göstermektedir.[239]

 

127. Cuma Günü Gusletmek[240]

 

340. ...Ebû    Hureyre    (r.a.)    şöyle    haber    vermiştir:

"Ömer b. el-Hattab (r.a.) bir cuma günü hutbe okurken, bir zat (mescide) giriverdi. Hz. Ömer:

Niçin namaza (vaktinde) gelmiyorsunuz? dedi. Adam:

Ezam duyup abdest aldım (ancak geldim) , dedi.   Bunun üzerine Hz. Ömer şu karşılığı verdi:

Hem de sadece abdest (öyle mi)? Resûlullah (s.a.)ın, "Sizden biri cumaya geldiği zaman gusletsin" buyurduğunu işitmediniz mi?[241]

 

Açıklama

 

Hadis-i Şerifin Buhârî'deki rivayetinde cuma namazına geç kalan sahabînin muhacirlerden biri, Müslim'deki bir rivayette ise, daha da müşahhas olarak Hz. Osman olduğu beyân edilmektedir. Buna gö­re, Ebû Davud'un adını vermediği şahsın. Hz. Osman olduğu anlaşılmış ol­maktadır.

Hz. Ömer, önce Hz. Osman'ın namaza geç kalmasına tariz ederken, Onun gusletmeden sadece abdest alarak geldiğini duyunca sözü o yöne çe­virmiş ve "namaza geç kalmak suretiyle fazileti kaçırmakla yetinmedin bir de, guslü terkettin öyle mi?" demiştir.

Hz. Osman başka bir rivayetten anladığımıza göre pazara gittiği için ge­cikmiş, ezanı işitince, hutbe dinlemenin faziletini, guslün faziletine tercih et­tiği için gusletmeden abdest alarak mescide koşmuştur.

Hattâbî, bu hadisin cuma günü gusletmenin vâcib olmadığına delalet ettiğini söyler. Çünkü eğer vacip olsaydı, Hz. Ömer, Hz. Osman'a gidip gus­letmesini emreder veya Hz. Osman gusletmeden camiye gelmezdi. Hz. Os­man'ın cevâbına karşılık, Hz. Ömer ve mescitte hazır olan ashâb'ı kiramın susması, cuma günü gusletmenin müstehap olduğuna delâlet eder. Bütün bu zevatın, vacibin terki üzere içtima etmeleri düşünülmez.

Fethıı'l-Bârî'de de İmam Şafiî hazretlerinin şöyle dediği nakledilmekte­dir: "Hz. Osman gusletmek için namazı terketmediğine ve Hz. Ömer de çı­kıp gusletmesi için emretmediğine göre, onlar gusülle ilgili emrin ihtiyarî olduğunu biliyorlardı."

Hattâbî ve diğer bazı ulemadan, cuma günü gusletmeden namazın cevâzmda icmâ olduğu nakledilmiştir. Bu guslün hükmü hakkında bazı ihti­laflara rastlanmaktadır. Ebû Hureyre, Ammâr b. Yâsir ve Mâlik'ten bu guslün vacip olduğu nakledilmiştir. Zahirî mezhebinin görüşü de bu şekildedir. Hat­tâbî, Hasan el-Basrî'den de aynısını rivayet etmiştir.

Selef ve Halef ulemâsının cunhüruna göre bu gusül sünnettir.

Efendimizin cuma için guslü emretmesindeki hikmet, diğer bazı riva­yetlerden anlaşıldığına göre, vücuttaki kirleri, yağlan ve fena kokuları izâle edip cemaate eziyet vermemektir. Bu sebep göz önüne alınırsa guslün, cuma namazından evvel olması iktiza eder. Nitekim cumhura göre, gusül cuma na­mazından evvel yapılmışsa, efendimizin emrine ittiba edilmiş sayılır. Namaz­dan sonraki gusül cuma guslü sayılmaz. Sabah namazından sonra gusletmek de Imam-i Azam ve İmam-ı Şafiî'ye göre fazileti kazanmaya kâfidir, ancak cuma namazına gidecek zamana yakın olması efdaldir.

İmam Mâlik, Evzâî ve Leys b. Sa'd ise sabah namazından sonraki guslü kâfi görmeyip fazileti kazanabilmek için cumaya giderken gusledilmesini şart koşarlar.

Hanefîlerden Hasan b. Ziyâd ve Zahirîlere göre, cuma namazından sonra yapılan gusül de, fazilet elde etmeye kâfidir. Çünkü bu gusül cuma günü­nün faziletini izhar içindir. Mebsût'un beyânına göre İmam Muhammed'in kavli de budur. Hidâye'nin ifadesine göre Ebû Yûsuf'un görüşü, cumhurun görüşüne muvafıktır. Niketim Âişe (r.anha.) şöyle demektedir: 'İnsanlar İş sahibi idiler yeterli vakitleri de yoktu. İş sonucu terlemeden ötürü ter koku­lan hissedilirdi. Bunun için de onlara cuma günü yıkanabilirsiniz.." denil­miştir.[242]

 

341. ...Ebû Said el-Hudrî (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s,a.) şöyle buyurmuştur;

"Cuma günü gusletmek, baliğ olan herkese vaciptir.”[243]

 

Açıklama

 

Hadis-i Şerifte "bâliğ olan" diye terceme edilen kelime "ihtilâm olan" mânasına gelecek şekildedir. Bundan maksat baliğ olandır. İhtilâm olmak bulûğa ermeyi gerekli kıldığı için, mecazen bulûğa eren yerine "ihtilâm olan" kullanılmıştır. Burada "ihtilâm olan" kelimesini, ha­kiki mânâda anlamak mümkün değildir. Çünkü ihtilâm olan kimsenin cu­ma olsun olmasın mutlaka yıkanması lâzımdır. Bazıları ise bu kelimeden muradın erkekler olduğunu söylerler.

Yine hadis-i şerifteki "vâcibtir" kelimesinin mânâsı "sabittir" şeklin­de anlaşılmalıdır. Çünkü bundan evvelki hadisin şerhinden de anlaşılabile­ceği gibi, cuma günü gusletmenin vacip olmadığını ifâde eden bir çok rivayet mevcuttur. Meselâ Hz. Semure'den rivayet edilen bir hadiste, "Bir kimse abdest alırsa ne alâ! Fakat guslederse, gusül daha efdaldir" buyurulmaktadır.

Hattâbî, bu kelimenin bilinen mânâda vacibin karşılığı olmadığım şu sözleri ile ifâde eder: Buradaki "vâcib" kelimesinin mânâsı vücub-i ihtiyari ve istihbâbî'dir, vücub-i farzî değildir. Bir adamın arkadaşına "Senin hak­kın bende vâcibtir, ben hakkını ödeyeceğim" demesi gibidir. Bu, uyulması şart olan lüzum mânâsına değildir. Bu te'vilin sıhhatine bir önce geçen Hz. Ömer radiyellahü anh hadisi şahittir."

Cuma günü gusletmenin vacip olduğu görüşünde olanların dayandıkla­rı hadislerden birisi budur. Vâcib olmadığım söyleyenler ise, ya yukarıda ifâde edildiği gibi te'vil etmişler, ya da vücûbiyetinin mensûh olduğunu söylemiş­lerdir. Aynî şöyle der:

"Ashabımızdan (Hanefîler) bazıları, zahiri guslün vücübuna delâlet eden hadislerin "Bir kimse abdest alırsa ne alâ! Guslederse daha efdaldir" hadisi ile neshedildiğini söylemişlerdir."

İbn Dakîki'1-İyd, İbnu'l-Cevzî ve Şevkânî bu te'villere karşı çıkarak vücûba delâlet edenierin daha sarîh ve daha sağlam olduklarım, bundan daha zayıf olan hadislerle nesh edilemeyeceğini söylemişlerdir.

Dikkat edilmesi gereken hususlar:

1. Bu hadisten anlaşıldığına göre "Her baliğ (ergin) olan kişiye gusül" gerektiğinden, hem kadın hem de erkek için bu bir emirdir.

2. Bu Fethii'1-Bârî sahibi îbn Hacer'in görüşüdür, diğer âlimlere göre ise, yalnız erkeklere şâmildir.[244]

 

342. ...Hafsa (r.anhâ) Peygamber (s.a.)in şöyle buyurduğunu ha­ber vermiştir:

"Her ihtilam (baliğ) olana, cumaya gitmek vâcibtir. Cumaya gi­den (gitmek isteyen) herkese de gusül vaciptir."[245]

Ebû Dâvûd dedi ki: Bir adam cünüblükten dolayı da olsa fecrin doğmasından sonra gusül ederse, ona kâfidir.[246]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerifteki harf-i çerler mukaddem ve mahfuz bir habere  mütealliktirler.Bezlu'l-Mechud  sahibi  bu  mahzufu olarak takdir etmiştir. Terceme de bu takdir göz önünde bulundurularak yapılmıştır.

Hadis-i şerifden mutlak olarak cumanın baliğ olan herkese vacip oldu­ğu anlaşılmaktadır. Ancak ileride cuma namazı bahsinde de temas edileceği gibi hasta, misafir, kadın, köle vs. ye cuma namazı farz değildir. 1067. no'-da gelecek olan Târik b. Şihâb'ın rivayet ettiği "Cuma, köle, kadın, çocuk ve hastaların haricinde her müslümana vâcib bir haktır" mealindeki hadis, üzerinde durduğumuz hadisi kayıtlamaktadır.

Ebû Davud'un ilâvesinden, cünuplükten dolayı yıkanıldığı takdirde, ay­rıca cuma için tekrar gusletmenin gerekli olmadığını anlıyoruz.

Bundan da cuma günü yapılan guslün cuma namazı için camiye gele­cek müslümanları kerih kokularla rahatsız etmemek için olduğu anlaşıl­maktadır.[247]

 

343. ...Ebû Hureyre ve Ebû Saîd el-Hudrî (r.anhüma), Resûlullah (s.a.)in şöyle buyurduğunu haber vermişlerdir:

"Kim cuma günü gusül eder, en güzel elbisesini giyer, yanında varsa (güzel) koku sürünür, sonra da cumaya gelip insanların omuz­larına basmaz ve Allah'ın kendisine yazdığı ve takdir ettiği (tahiyyetu'el-mescidi)ni kılar; imam (hutbe için) çıktığı zaman namazını bitirinceye kadar (konuşmaz) susarsa, (onun bu durumu) bu cuma ile geçmiş cu­ma arasındaki (günah) ler için keffârettir."[248]

Ebû Seleme, Ebû Hureyre'nin;"iki cuma arasındakilere" (ilâve olarak) ve üç gün ziyâdesinin,(günahlarına kefaret olur.) Çünkü haseneler on misli iledir"  dediğini nakletti.

Ebû Dâvûd dedi ki; Muhammed b. Ebî Seleme'nin hadisi (Hammad'ın hadisinden) daha tamdır, Hammâd, Ebû Hureyre'nin sözünü zikretmemiştir.[249]

 

Açıklama

 

Müellif, hadis-i şerifi üç ayrı şeyhten almış ve bunlara senette işaret etmiştir. Bunlar: Yezîd b. Hâlid, Abdül-Aziz b. Yahya ve Musa b. İsmail'dir. Yezîd'Ie Abdulaziz, Muhammed b. Seleme'den, Musa b. İsmail de Hammâd'dan Muhammed b. Seleme ile Hammad da Muhammed b. îshâk'dan rivayet etmişlerdir. Hadisin metni Muhammed b. Seleme'nin rivayet ettiği metindir.

Bu hadis-i şerifte, Resûhıllah (s.a.) Cuma günü gusül edip en güzel el­biselerini giyen ve varsa güzel kokular sürünüp mescide gelerek öne geçmek için insanların omuzlarına basıp eziyet etmeden tahiyyetü'l-mescid veya na­file namaz kılıp, imam hutbeye çıktıktan sonra namaz bitinceye kadar hiç konuşmadan dinleyen kimsenin bu hareketlerinin, iki cuma arasındaki günahlarına keffâret olacağını haber vermiştir. Ebû Hureyre (r.a.) her iyili­ğin on katı ile mukabele göreceği esasını dikkate alarak, iki cuma arasındakilere ilâve olarak üç günün daha (7 + 3 = 10 gün) günahına keffâ­ret olacağım söylemiştir.

Hattâbî, keffârete konu olan günahların namazı kılınmakta olan ile önceki cuma namazının kılındığı vakit arasındaki geçen müd­det olduğu kanaatindedir.

Hadisin açıklamasında beyân edilen tahiyyetü'l-mescid ve mutlak nafi­le veya kaza namazının zikredilmesi, diğer imamların bir çoğunun bu görüş­te olması dolayısıyladır. Hanefî mezhebine göre ise, bu hadis-i şerif iki şekilde te'vil edilmelidir:

a. "Allahın yazdığı ve takdir ettiği ifâdesini Hanefiler Peygamber (s.a.)in söylediği de Allah'ın takdir ettiği gibi olacağından vaktin girmesi ile kılınan namazı cumanın ilk sünnetine hamletmişlerdir. Amel de buna göre olmuştur.

b. Hanefilerden bazılarına göre bu hadis-i şerifin mutlak ifâdesinden ve diğer bazı hadislerden de istifâde ederek cuma günü öğle vaktinde tahîyyetü'l-mescit için ruhsat olduğuna cevaz vermişlerdir. Bu, da Ebû Yû­suf'un görüşüdür.[250]

 

Bazı Hükümler

 

1. Cuma günü gusletmek ve güzel elbise giymek sünnettir.

2. Cuma günü güzel koku sürmek müstehaptır.

3. Ön saflara geçmek için camide cemaat rahatsız edilmemelidir.

4. Mescide giren bir kimsenin orada namaz kılması meşrudur.

5. İmam hutbe okumak için minbere çıktığı zaman, namaz bitinceye ka­dar konuşulmaz.[251]

 

344. ...Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) Peygamber (s.a.)ın şöyle buyur­duğunu rivayet etmiştir:

"Cuma günü gusül etmek ve dişleri misvaklamak baliğ olan her­kese sabittir.[252] (Baliğ kimse o gün) kendisi için takdir edilen koku­dan (da) sürer."

(Râvilerden) Bukeyr, Abdurrahman'ı zikretmemiş, koku hakkında da "kadınların kokusundan bile olsa" demiştir.[253]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerifinin Buhârîdeki rivayeti şeklindedir. Dipnotta işaret edilen Ebû Dâvûd nüshasındaki rivayet de aynıdır.Bu­radaki cümlesi de Müslim'de "bulabildiği takdirde" demektir. Bu cümle hakkında Kadı Iyâz, "Bu cümle bulabildiği­ni sürmesi hususunda te'kid için ya da çok sürmek istediğini anlatmak için söylenmiş olabilir. Birinci mânâ daha zahirdir" demiştir.

BehlüI-mechûd sahibi ise, "Kadı İyaz'ın dediği bu iki ihtimal, Müslim'­in rivayetine göredir; Ebû Davud'un rivayetine göre, te'kid olma ihtimali daha yakındır" demiştir. Ancak bu ifâdeler Kadı iyaz'ın söylediklerinden pek farklı değildir.

Bu hadis-i şerifin Buhârî'de yer alan rivâyetindeki "vacib" lâfzının açık ifâdesine bakarak, cuma günü guslü vacip görenler bu hadisi delilleri arasına almışlardır. Cumhur ise buradaki "vâcib"in terkedilmesi uy­gun olmayan müekked sünnete delâlet ettiğini, gusülden sonra zikredilen mis­vak kullanma ve koku sürünmenin de bunu pekiştirdiğini söylemişlerdir. Çünkü misvak kullanmak ve koku sürünmek ittifakla vacip değildir. Vacib olmayan bir şeyin vacip olanla birlikte tek lâfızla müşterek olarak kullanıl­ması sahih değildir. O halde cuma günkü gusül de vacip değil, misvak kul­lanma ve koku sürünmenin hükmündedir.

İbnü'l-Cevzî: "Özellikle ma'tûfun hükmü sarahaten ifâde edilmediği za­man, vacib olmayan bir şeyin vacib olan birşey üzerine atfına manî bir du­rum yoktur" demiş ve cumhurun bu hadisi,kendi mezheplerine göre te'villerini tenkid etmiştir.

Bu hadis cumaya gitsin veya gitmesin, baliğ olan her müslüman kişiye guslün lâzım olduğuna delâlet ediyor. Bu babın ilk hadîsinde ise, "Sizden biriniz cumaya gittiği zaman gusletsin" buyurulmaktadir. Cuma günündeki gusül etmenin herkes için müstehap, cumaya gitmek isteyenlere de sünnet-i müekkede olduğunu söyleyerek bu hadisilerin arasını birleştirmek mümkün­dür. Ancak cumhura göre meşhur olan görüş guslün cumaya gitmek iste­yenlere müstehap olduğu şeklindedir.

Misafir ve kendisine cuma farz olmayanların gusletmelerinin müstehap olup olmadığı ihtilaflıdır. Cumhura göre bunlar cumaya gitmek isterlerse gus­letmeleri müstehabtır. Hanbelîler, kadınlar için gusletmenin gerekli olmadı­ğım söylemişlerdir.

İmam Şafiî: "Ben suyu bir dinara satın alsam bile hazarda da seferde de cuma günü guslü terk etmedim" demiştir.

Alkame, Abdullah b. Amr, İbn Cubeyr, Kasım b. Muhammed, Esved ve İyas b. Muâviye kendisine cuma farz olmayanlara guslü gerekli görmezler.[254]

 

345. ...Evs b. Evs es-Sekâfî, Resûlullah (s.a.)'i şöyle buyururken işittim demiştir:

"Her kim cuma günü (başını ve vücudunun geri kalan kısmını) yıkar ve gusleder erkenden yola çıkıp (hutbenin evveline) yetişir (bir şeye) binmeyip yürür, imamın yakınına oturarak abesle iştigal etme­yip (konuşmadan) hutbeyi dinlerse onun için attığı her adıma bir se­nelik oruç ve namazının ecri vardır."[255]

 

Açıklama

 

İmam Nevevî Muhezzeb Şerhi'nde bu hadisin şeddeli ve şeddesiz olarak şekilleriyle rivâyet edildiğini, muhakkikler nazarında şeddesiz olarak "ğasele"nin daha tercihe şayan olduğunu ve mânâsının "başını yıkadı" şeklinde olduğunu, Ebû Davud'un bundan sonra rivayet ettiği hadis-i şerifinin bu mânâyı kuvvetlendir­diğini söyler. Araplar hıtmî ve yağ sürerek önce başlarını yıkayıp sonra gusül ettikleri  için başı yıkama gusulden ayrı olarak zikredilmektedir.

“camiye erken gitti, ilk saatte yola çıktı" demektir. İbn En-bârî, nin "sadaka verdi" mânâsında olduğunu söyler. Buna göre mânâ, "camiye gitmeden Önce sadaka verirse..." şeklinde olacaktır.

Namaz kılmak, Kur'ân okumak ve zikretmek gibi, erken gelenlerin yaptığını yapar veya hutbenin evveline yetişirse, demektir.

"konuşmadı" manasındadır. Çünkü hutbe esnasında konuşma Iağvdır.Hutbe esnasında konuşmak, cumhura göre haram Şâfiîlere göre tenzihen mekruhtur.

Hadis-i şeriften tavsiye edildiği şekilde camiye gelip hutbeyi dinleyen ve namazını kılan kimseye bütün senenin gecelerini namaz kılarak, gündüzleri­ni de oruç tutarak geçirmiş gibi sevap verileceği anlaşılmaktadır.[256]

 

Bazı Hükümler

 

1. Cuma günü gusledilmelidir.

2. Camiye erkence gitmelidir.

3. Camiye giderken  -mümkünse-  yürüyerek gitmek daha efdaldir.

4. Hatibe yakın bir yere oturup hutbeyi dinlemeli ve hutbe okunurken konuşulmamalıdır.[257]

 

346. ...Evs es- Sekafî (r.a.) Resûlullah (s.a.)ın şöyle buyurduğu­nu rivayet etmiştir:

"Her kim cuma günü başını yıkar ve gusleder..." Daha sonra (ubâde) önceki hadisin lâfızları ile devam etti.[258]

 

Açıklama

 

Bundan   önceki   hadisin   aşağı   yukarı   aynıdır.Sadece kelimesi şeddesiz olarak ve mef ulu ile beraber vârid olmuştur. Bu hadis yukarıda da işaret edildiği gibi önceki ha­disteki  nin "başını yıkadı" mânâsında kullanıldığına delildir.[259]

 

347. ...Abdullah b. Amr b. el-Âs, Resûlullah (s.a.)'uı şöyle bu­yurduğunu haber vermiştir:

"Her kim cuma günü gusleder, -varsa- hanımımn kokusundan sü­rünür, en güzel (temiz) elbisesini giyer, insanların omuzları üzerinden aşmaz ve hutbe esnasında konuşmazsa (bunlar) iki cuma arasındaki (günahlara) keffâret olur. Konuşan ve insanların omuzlarına basan kimseye ise (cuma namazı) Öğlen namazı (gibi) olur, (Ancak öğlen namazının sevabını alır."[260]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i Şerif de önceki hadislerde olduğu gibi cuma günü müslümanların temiz olmalarım, insanlara eziyet verecek ko­ku ve davranışlardan sakınmalarım ve hutbe esnasında konuşmamalarını tav­siye etmektedir.

"Varsa hanımının kokusundan sürünür" cümlesinden maksat, kendi­lerinin kokusu olmadığı takdirde hanımların kokularım kullanabilecekleri­ne işarettir. Çünkü kadınlar, genellikle koku bulundururlar.

"İnsanların omuzları üzerinden aşmak" ise, sonradan gelen bir kimse­nin ön saflara geçebilmek için cemaate ezâ etmesi, onların üzerlerinden geç­mesidir. Efendimiz, her konuda olduğu gibi, burada da sevap kazanmak kasdıyla bile olsa, müslümana eziyet edilmemesini emretmiştir.

Bu tavsiyelere uymayan kimsenin ise iki cuma arasındaki hatalara keffaret olan ecirden istafâde edemeyeceği, cumanın sevabını bile alamayıp sa­dece öğle namazının sevabını alabileceği Resûlullah (s.a.) tarafından haber verilmiştir.[261]

 

348. ...Abdullah b. ez-Zübeyr, (r.anha)nın kendisine şöyle dedi­ğini rivayet eder:

"Peygamber sallellahü aleyhi vesellem (şu) dört şeyden dolayı guslederdi: Cenabet, cuma günü, kan aldırmak ve cenaze yıkamak."[262]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif sünen'in Cenâiz bölümünde 3160 numarada tekrar gelecektir.Müellif aynı anlamdaki 3162. hadisin aka­binde bu hadis-i şerifin mensuh olduğunu söylemektedir.

Resûlullah (s.aj'in bizzat cenaze yıkamadığını ileri sürerek "Peygam­ber sallellahü aleyhi vesellem bu dört şeyden dolayı gusülederdi" ibaresini "gusletmeyi emrederdi" şeklinde takdir edenler olmuştur.

Hadis-i şerif zikri geçen dört şeyden dolayı gusül etmenin meşru oldu­ğuna delâlet etmektedir. Cenabetten dolayı yıkanmanın hükmü bellidir. Cuma günü gusletmenin de hükmü bundan evvelki hadislerin şerhlerinde beyân edil­miştir.

Kan aldırmadan dolayı gusül, cumhura göre müstehap değildir. Bu, bu­run kanamasına benzer. Üzerinde durduğumuz hadis ile de istidlal edilemez. Çünkü biraz önce de işaret edildiği gibi buna "mensühtur" diyenler olduğu gibi, başka yönlerden tenkide tabi tutanlar da vardır. Buhârî "bu konudaki Âişe hadisi bir şey değildir", İmam Ahmed ve İbn Medînî: "Bu konuda hiç­bir şey sabit değildir" demişlerdir. Bu hadisin tenkidi daha çok Mus'ab b. Şeybe yönünden olmuştur. Kendisi hakkında "kavi değildir, hafızası sağ­lam değildir." denilmektedir. Dârakutnînin rivayet ettiği ve Peygamber (s.a.)'ın kan aldırdığını ve kan alınan yerden başka bir tarafını yıkamadığını bildiren hadis de cumhurun mezhebini takviye etmektedir. Ancak senedinde Salih b. Mukâtil olduğu için Dârakutnî'nin hadisi de tenkide tâbîdir.

Cenaze yıkamaktan dolayı gusülün   hükmü de ihtilaflıdır.

Hz. Ali ve Ebû Hureyre (r.anhüma)dan onun vâcib olduğu rivayet edil­miştir, îmam Mâlik, İmam Ahmed ve İmam Şafiî'nin ashabına göre, müstehaptır.

Leys ve Hanefîlere göre, müstehap da değildir. Bunlar, cenaze yıkaya­nın gusül edeceğine dâir olan hadislerdeki guslü el yıkamaya hamletmişlerdir. Beyhakî'nin rivayet ettiği, "Sizin ölüleriniz temiz olarak ölür. Ellerinizi yıkamanız kâfidir." mealindeki hadis, bu gürüş sahiplerinin delillerindendir.

Her nekadar bazı Hanefî fıkıh kitaplarında sünnet ve müstehap olan gusüller arasında kan aldırmak ve cenaze yıkamaktan dolayı gusül etmek de sayılmamakta ise de bazılarında ihtilâftan (bunlardan dolayı gusül etmenin vacib olduğunu söyleyenlerin ihtilâfından) sakınmak için, kan aldırmak ve cenaze yıkayanın gusül etmesinin mendub olduğu beyân edilmektedir, ki ihtiyath olanı da budur.[263]

 

349. ...Ali b. Havşeb şöyle demiştir:

sözünün  manasını  Mekhûl'a  sordum.Başım ve bedenini yıkar (demektir) dedi."[264]

 

350. ...Saîd b. Abdilazîz (Evs hadisindeki) sözü hakkında şöyle demiştir: "Başını ve bedenini yıkar."[265]

 

Açıklama

 

Müellefîn bu eserleri kitabına almaktaki maksadı 345 numa­radaki Evs b. Evs es-Sekafî hadisindeki cümlesi hakkında) Mekhûl}ve Said b. Abdilaziz'in görüşlerini nakletmekdir. Ancak bu eserler mezkûr hadisin hemen akabinde verilmiş olsaydı daha uy­gun olurdu.[266]

 

351. ...Ebû Hureyre (r.a.) Resûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğu­nu haber vermiştir:

"Bir kimse cuma günü cünüplükten dolayı yıkandığı gibi yıka­nır, sonra da erkenden (mescide) giderse, bir deve tasadduk etmiş gibi olur. ikinci saatte giden bir sığır, üçüncü saatte giden boynuzlu bir koç, dördüncü saatte giden bir tavuk, beşinci saatte giden de bir yu­murta tasadduk etmiş sayılır. İmam (minbere) çıktığı zaman melekler (minberin yanında) hutbeyi dinlemeye gelirler."[267]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerifteki kelimesi ile ifâde edilen mânâ hususunda âlimler değişik görüşler serdetmişlerdir. Muvatta'da  fülinden sonra (ilk saatte) ibaresi ziyâde edilmiş ve îmâmMâlik bu hadisteki saatleri "güneşin zevalinden sonraki latif anlar" diye tefsir et­miştir. Şâfiilerden Kadı Hüseyin ve İmamü'l-Haremeyn de aynı görüşü be­nimsemişlerdir. Ulemânın cumhuruna göre cuma günü müstehap olan günün evvelinde gitmektir.Ezherî'nin ifâde ettiğine göre, günün ba­şında da, sonunda da gitmek manasına kullanılabilir.

Râfiîye göre, "saatler"den murat gece ve gündüzün zaman dilimleri olan saatler değil, dereceleri tertibe koymak ve önce gelenlerin sonra gelenlerden daha çok fazilete nail olduklarını bildirmektir.

Cumhur hadis-i şerifteki saatleri zaman mânâsına hamletmişlerdir. Ancak bu saatlerin ne zamandan itibaren başlayacağı hususunda görüş ayrılıkları vardır.

Rûyânî: "İmam Şafiî'nin sözünün zahiri erken gitmenin fecrin doğma­sından itibaren olduğunu gösterir" demiş. Râfiî ve Nevevî de bunu sahih gör­müşlerdir. Mâverdî ise bu saatlerin güneşin doğmasından itibaren başlayacağım çünkü bundan evvelki vaktin gusül vakti olduğunu söyler.

Hadis-i şerifin diğer hadis kitaplarındaki rivayetleri arasında ufak-tefek bazı farklılıklar göze çarpmaktadır. Bununla beraber hepsinin ittifak ettiği mânâya göre, cumaya gelenlerin alacakları sevaplar geliş sırasına göre fark­lıdır. Melekler, hatip minbere çıkıncaya kadar bunları zapt ve tesbit ederler. Yukarıda beyân ettiğimiz farklı görüşlere göre, sabahın erken vaktinde veya hemen zevalden sonra gelenlere bir deve tasadduk etmiş gibi sevap yazarlar. Daha sonra gelenlere de sırayla, sığır, boynuzlu koç, tavuk ve yumurta ta­sadduk etmiş sevabı yazarlar. Hatip minbere çıkınca bu yazma işini bırakır­lar ve okunacak hutbeyi dinlemek üzere minberin yanına gelirler. Artık bu vakitten sonra gelenler yukarıda adı geçen sevaplardan istifâde edemezler. t Sadece cuma namazına ait sevaplara nail olurlar. Camiye erken gelenlere ve­rilen sevapların farklı oluşu gelenlerin namaz kılmak, Kur'ân okumak, teş­bih ve zikir gibi ibadetleri daha çok yapacakları içindir.[268]

 

Bazı Hükümler

 

1. Cuma günü gusletmek teşvik edilmiştir.

2. Camiye gitmek hususunda, erken davranılmalıdır.

3. Mükafatlar amellere göre verilecektir.

4. Cumaya melekler de iştirak ederler.[269]

 

128. Cuma Günü Guslünü Terketme Ruhsatı

 

352. ...Âişe (r.anha)dan, demiştir ki;

"İnsanlar, kendi işlerini kendileri yapıyorlar ve o halleriyle (iş el­biseleriyle, terli bir halde yıkanmadan) cumaya geliyorlardı. (Bundan dolayı) kendilerine, "keşke yıkansaydınız" denildi."[270]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerifin Buhârî ve Müslim'deki rivayetleri birbirlerinden farklılıklar arz etmektedir.

Hadisten anlaşıldığına göre Asr-ı Saadette genel olarak ashab-ı kiram işlerinde bizzat çalışır hizmetçi, işçi kullanmazlardı. Bu yüzden tabiatiyle ter­lerler, üzerlerinde ter kokusu olduğu halde cumaya gelirler ve bu durum ce­maati rahatsız ederdi. Bundan dolayı kendilerine "keşke yıkansanız" denilmiştir. Bu sözü söyleyen (Buhârî'nin rivayetinden anlaşıldığına göre) Peygamber (s.a.)'in kendisidir.

Resûlullah (s.a.)in ashaba yıkanmayı emretmeyip de temenni suretiyle tavsiyede bulunması cuma günü gusletmenin farz olmadığına delâlet etmek­tedir. Şayet farz olsaydı, temenni etmez, emrederdi. Guslü emreden hadislerdeki emir siğasının emretmeyen hadislerle tearuza düşmemesi için mendûbiyete hamledilrniştir.[271]

 

Bazı Hükümler

 

l. Cumanın vakti, öğlenin vaktidir ki, o da zevalden sonradır. Çünkü ashabın cumaya gıdısı fi­iliyle ifâde edilmiştir. Lûgatçılann ekserisine göre bu kelime, öğleden sonra gitme mânâsında kullanılır.

2. Cuma günü gusletmenin hikmeti, insanlara ve meleklere eza verme­mesi için pis kokuların izâlesidir.[272]

 

353. ...İkrime (r.a.)den rivayet edilmiştir.; "Iraklılardan (bazı) insanlar (Ibn Abbâs'a) gelip:

Ya İbn Abb. a, cuma günü gusletmeyi vâcib görür müsün?dediler. İbn Abbas,:

Hayır, fakat o daha çok temizlik ve gusleden için daha hayır­lıdır. Gusletmeyen kimseye de vâcib değildir. Size (cuma günü) gus­letmenin nasıl başladığını haber vereyim:

İnsanlar darlık ve meşakkatte idiler. Yünden (elbiseler) giyerler, bedenen (yük taşıyarak) çalışırlardı. Mescidleri dar, tavam basıktı, o (tavan) bir gölgelikten ibaretti. Sıcak bir günde, Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem) mescide geldi. Yün elbiseler içerisinde insanlar ter­lemiş, kendilerinden kokular yayılmıştı. Bu kokularla bir birlerine eziyet ediyorlardı. Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem) bu kokuyu hissedince:

"Ey insanlar, Bugün (cuma günü) olunca yıkanınız.Her biriniz bulabildiği koku ve yağların en güzelini sürünsün” buyurdu.

Aradan zaman geçti Şanı yüce Allah, (mallar, elbiseler, hizmet­çilerle onlara) bolluk verdi. Müslümanlar yünden başka elbiseler giy­diler, (bizzat bedenen) çalışmaya ihtiyaçları kalmadı, mescidleri genişletildi. Böylece bir birlerine eziyet veren ter de kısmen zail oldi.[273]

 

Açıklama

 

Abdullah ibn Abbas'ın azatlısı ikrime'nin naklettiği bu ko­nuşma, İbn Abbas Basra'da vali iken onunla Iraklı bazı kimseler arasında geçmiştir. Irak o zamanlar İran körfezi ile Musul arasındaki bölgenin adı idi.

Abdullah İbn Abbas'ın sözlerinden anladığımıza göre, Müslümanlar ilk günlerinde fakir oldukları için bizzat kendileri bedenen çalışarak maişetleri­ni te'min ediyorlardı. Yünden dokunmuş elbiseden başka giyecekleri de ol­madığı için terliyorlar ve bu kendilerinde hoş olmayan kokular bırakıyordu. Bu halleriyle, mescidin üstünün hurrna dallan ile örtülü olması, hava alma­ması, mescidin dar ve tavanının basıklığına izdiham da eklerince, çıkan ter kokuları gelen cemaati rahatsız ediyordu. Bu yüzden Efendimiz Cuma gün­leri yıkanmalarını emretmişti. Ancak müslümanlar bolluk ve refaha kavu­şunca içlerinde hizmetçiler çalıştırmaya başlamışlar, yünün dışında daha hafif elbiseler giyme imkânına kavuşmuşlar, böylece eskiden olduğu gibi, başka­larını rahatsız edecek biçimde terlemez olmuşlardır. Böylelikle cuma günleri gusletme zorunlulukları da ortadan kalkmıştı.

Hanefi âlimlerinden Tahavî Şerhu Meânil-Âsâr adındaki eserinde bu hadisi rivayet ettikten sonra şunları söylemektedir:

"Resûlullah (s.a.)'ın guslü emrettiğini haber veren İbn Abbâs bunun vücûb için olmadığını söylemektedir. Bu emir, bir illete mebnidir. Bu illet or­tadan kalkınca guslün vücûbu da ortadan kalkmış demektir. Bunları söyleyen İbn Abbas, ayin zamanda cuma günü guslü emreden hadisleri rivayet eden­lerden biridir."[274]

 

Bazı Hükümler

 

1. Mescid veya bir toplantıya gidecek olan kişi üzerideki kerih kokuları izale etmelidir.

2. Cuma günü gusletmek teşvik edilmektedir.[275]

 

354.  ...Semure b.  Cündüb (r.a.)den demiştir ki;  Resûlullah (s.a.)şöyle buyurdu.

"Kim cuma günü abdest alırsa gerekeni yapmıştır ve güzeldir. Ama kim guslederse o daha faziletlidir."[276]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif biraz değişik lâfızlarla Ashâb-ı kirâmdan Enes, Ebû Saidel-Hudrî,ve Ebû Hureyre,Câbir, Abdurrahrnan b.Semure veîbn Abbâs tarafından da rivayet edilmiştir.

Hattâbinin de dediği gibi hadis-i şerif bu konuda gayet açıktır. Cuma namazı için abdest kâfidir. Gusül farz değildir, fakat gusleden için fazilet vardır. Tirmizî de şöyle demiştir; "Bu hadis delâlet etmektedir ki cuma gü­nü gusletmekte fazilet vardır, vacip değildir."[277]

 

129. Yeni Müslüman Olan Kimseye Gusletmesi Emrolunur

 

355. ...Kays b. Âsim[278] (r.a.)'den,  şöyle demiştir:

"Müslüman olmak gayesiyle ResuluIIah (s.a.)'a geldim, Sidr ka­rışmış su ile gusletmemi emretti."[279]

 

 

Açıklama

 

Hadis-i şerif, müslüman olmak isteyen bu zâta Efendimizin Sidr karıştırılmış su ile yıkanmasını emrettiğini haber ver­mektedir.

Sidr:kelimesinin çoğuludur. Trabzon hurmasına benzer bir ağacın adıdır. Yaprakları kurutularak dövülür ve sabun yerine kullanılırdı.

Yeni müslüman olan kimsenin gusletmesinin vücûbuna kail olanlar bu hadis ile istidlal etmişlerdir. Ebû Hureyre (r.a.)den rivayet edilen ve Sumâme müsluman olduğu zaman, Efendimizin ona gusletmesini emrettiği hadis de aynı mevzudadır. İmam Ahmed ve Ebû Sevr'in mezhebi budur. Bunlar, "Müşrikin, küfr halinde cima veya ihtilâmdan hali olmayacağını İslama gir­meden önce gusletmiş bile olsalar, farz-ı ikâmeye kâfi gelmeyeceğini" söyle­mişlerdir.

Şâfîî ve Mâlikîlere göre, İslama girmeden önce cünup olan kimsenin küfür halinde gusletse de etmese de müsluman olunca yıkanması farz, cünup ol­mayan kimsenin yıkanması ise, müstehaptır. Bunlar Efendimizin, her İsla­ma girene guslü emretmeyiyim delil kabul etmişler ve eğer yeni müslüman olan herkesin gusIetmesi  vacip olsaydı, Peygamber (s.a.) herkese emrederdi, halbuki böyle yapmamıştır. Bu, emrin bazen istihbâba delâlet ettiğine, guslün vücöbunu gösteren emirlerin de cünub olana gusletmenin vacib olduğu­na karinedir demişlerdir.

Hanefilere göre ise küfür halinde cünup olup da gusleden kişiye müslu­man olduktan sonra tekrar yıkanmak farz değildir. Çünkü su temizleyicidir ve gusl için niyet şart değildir. Ancak bu halde yıkanmak müstehaptır. Müs­lüman olmadan önce cünup olup da, gusletmemişse İslama girdikten sonra gusletmesi farz olur.

İslama girmeden önce abdest alıp da abdesti bozmadan müslüman olan bir kimsenin o abdestle namaz kılıp kılamayacağı meselesi de ihtilaflıdır.

Şafiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre,bu durumda olan bir kimse namaz kı­lamaz, abdestini yenilemesi gerekir, Teyemmüm için de hüküm aynıdır.

Hanefîler, teyemmüm niyete muhtaç olduğu için teyemmüm konusun­da diğer mezheplerle aynı fikirde oldukları halde abdest hususunda farklı görüştedirler. Hanefî mezhebine göre cenabetten daha önce yıkanmış ise, şirk hâlinde abdest alan kimse, bu abdest ile müslüman olduktan sonra namaz kılabilir. Çünkü abdest için niyet şart değildir. Dolayısıyle abdestin iadesine ihtiyaç yoktur. Eski abdestin kullanılması daha faziletlidir.[280]

 

Bazı Hükümler

 

1. İslama yeni giren kimsenin gusletmesi gerekir.

2. Sabun gibi, suyun temizleyicilik özelliğim artıran mad­delerin suya katılması caizdir.[281]

 

356. ...Useym b. Kuleyb[282] babası tarikiyle.dedesinden rivayet et­miştir ki:     

"O (Kuleyb el-Cuhenî) Peygamber (s.a.)e gelip:

Ben müslüman oldum, demiş, Resulûllah (s.a.) de 'ona:

"Kendinden küfür kıllarını al, buyurmuştur."

(Kavilerden biri Resûlullah (s.a.)'ın sözünü) "traş ol" diye açık­lamıştır.

(Useym'in babası Kesîr) şöyle dedi:

"Bir başkası bana haber verdi ki; Peygamber (s.a.) kendisi (Ha­beri veren veya Resûlullah) ile beraber olan diğer birine:

"Kendinden küfür kıllarını at ve sünnet ol, buyurdu."[283]

 

Açıklama

 

Resûlullah (s.a.)ın yeni müslüman olan bu zata "kendinden küfür kıllarını at" buyurması umûma şâmil değildir. Yani İs­lama yeni giren herkesin traş olması şart değildir. Burada; "kıl'ın küfre iza­fe edilemesi, bazı kâfirlerin, alemeti farikası olarak uzattıkları saçlarının kesilmesi gereğine işarettir. Çünkü bazı bölgelerdeki gayr-i müslimler başla­rını değişik bir biçimde traş ederlerdi. Ve kendilerine has bir alâmet olarak başlarının bir yerindeki saçları uzatırlardı. Meselâ, Mısır ve Hindistan'da du­rum böyle idi. İşte Resûlullah (s.a.)'ın kesilmesini emrettiği kıllar bu tipteki saçlardır.

Aynî bu mevzuda şunları söyler: "Peygamber (sallellahu aleyhi ve sellem)in tıraş olmayı emretmesi, temizlikten mübalağa ve kâfirken büyüyen kıllarım izâle içindir. Sünnet olmayı emretmesi ise, gayet açıktır. Eğer kâfir müslüman olur ve sünnet olmanın vereceği eleme katlanamayacak durumda olursa, olduğu hal üzere terk edilir."

Aynî'nin, sünnet hususunda söylediği günümüzde problem değildir. Zira uyuşturucu iğnelerle hiç bir acı duymadan sünnet olmak mümkündür. Dolayısıyle İslama yeni girenlerin sünnet olmamasını meşru kılacak bir özür kal­mamıştır.

Bu mevzudaki görüş farkları 54. hadis-i şerifin şerhinde verilmiştir. Ay­rıca, hanefî fukahası bu konuda şunları da ilâve etmiştir:

Bülûg çağından sonra müslüman olan kişinin mümkünse, kendi kendini sünnet etmesi veya eşi tarafından (sünnet) edilmesi daha uygundur.

Hz.İbrahim'in, 80 yaşında iken kendi kendisini sünnet ettiği sahih ha­dislerde bildirilmiştir. Bütün buna rağmen mümkün olmadığı takdirde "sün­netin ikâmesi için haram irtikab edilmez" kaidesinden hareketle sünnet olma işini terk eder diyenler, olmuş ise de bu görüş muteber sayılmamaktadır. Zi­ra sünnet olma hüküm bakımından her ne kadar sünnet ise de İslâmın şiarı olması açısından lüzumlu görülmüş ve doktor tarafından sünnet edilmesi ge­reği üzerine durulmuş, fetva da buna göre verilmiştir.

Peygamber Efendimiz, küfür halinden kalma kılların kesilmesini İslâ­mın şiar olan sünneti emrettiğine göre, küfür halinden kalma kirlerin izâlesi öncelikle emredilmiş olmaktadır. Netice itibariyle hadis-i şerifte, müslüman olan kimsenin üzerindeki İslam adabına uymayan kılları kesmesi ve sünnet olması istenmektedir.[284]

 

130. Kadın, Hayızken Giydiği Elbisesini Yıkar

 

357. ...Muâze (bint Abdullah el-Adevî) şöyle demiştir:

"Âişe (r.anhâ)'ye elbisesine kan bulaşan hayızlı kadının ne yapa­cağını sordum.

Onu yıkasın eğer kanın eseri gitmezse, onu (n rengini) sarı bir şeyle değiştirsin. Muhakkak ben Resûlullah (s.a.)'ın yanında (peşi pe­şine) uç hayızı (birden) olur, elbisemi yıkamazdım (elbiseme kan bu­laştırmadım.)"[285]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif mevkuftur fakat merfû hükmündedir.Çünkü Âişe (r.anhâ)'nın hayız halinde giydiği elbisesini yıkamaması Resûlullah devrinde olmuş ve Peygamberimiz buna müdâhale etmemiştir. Hz. Âişe kendisine bunu soran kadına elbisesinde kan izi varsa onu yıkama­sını, kanın rengi çıkmıyorsa üzerine rengini değiştirecek başka bir şey sür­mesini tavsiye etmiştir.[286]

 

Bazı Hükümler

 

1. Kadınların özel hallerinde titiz ve dikkat gerekir.

2. Kadınlar, mahrem yerlerinden çıkan her hangi bir şeyin izâlesi mümkün olmadığı takdirde rengini değiştirerek kullanabilirler.

3. Kadınların, utancakları herhangi bir şeyi yok edici tedbire baş vur­maları mümkündür.[287]

 

358. ...Âişe (r.anhâ) şöyle demiştir;

"Bizden (Resulüllah’ın hanımlarından) birinin sadece bir elbisesi vardı. O elbisesi üzerinde iken de hayız olurdu. Eğer elbisece kan bu­laşırsa, onu tükürüğü ile ıslatır, sonra ovalardı."[288]

 

Açıklama

 

Hz. Âişe'nin elbisedeki kanı tukruğu ile ovaladıktan sonra su ile yıkaması fakat ravinin bunu zikretmemesi mümkün oldu­ğu gibi, kanın yıkamaya lüzum hissettirmeyecek derecede az olması da muh­temeldir. Çünkü her ne kadar Menlıel müellifi "Hanefîler elbisedeki necasetin suyun dışındaki sirke ve tukrük gibi maddelerle izâlesine bu hadisle istidlal etmişlerdir" demekte ise de, tükrükle necaset izâle edilemez. Ancak burada şu söylenebilir, bu necaset namaza manî olacak miktarda değildir. Tükürükle izâlesi ise, eserin gözlerden uzak tutulmasını sağlamaktı. Hanefîlere göre bazı şartlarla, sudan başka da bazı mayiler ile necaset izâle edilebi­lir. Zaten hadis de, necasetin suyun dışındaki bazı maddelerle de izale edileceğine delâlet etmektedir.[289]

 

359. ...Bekkâr b. Yahya, ninesinin şöyle dediğini haber verdi:

"(Bir gün) Ümmü Seleme'nin yanına gitmiştim ki, Kureyş'ten bir kadın, (kadının) hayızlı iken giydiği elbisede namazı (n hükmünü) sor­du. Um mu Seleme şu cevabı verdi:

Resülullah (s.a.) zamanında biz hayz olur, hayz günlerinde bir elbise giyer, temizlenince hayızlı iken giydiğimiz bu elbiseye bakardık: Eğer ona kan bulaşmışsa, yıkar ve o elbise içinde namazı kılardık. Ona bir şey bulaşmamışsa (yıkamaya gerek duymaz), onunla namaz kı­lardık.

Saçı taralı olana gelince, bizden (Resûlullah'ın hanımlarından) bi­rinin saçları taralı (saçları taranacak kadar uzun) ise; guslettiğinde saç­larını çözmez, başı üzerine üç avuç su döker, saçlarının dibine ıslaklık nüfuz ettiği zaman onu ovalar sonra da (suyu) bedeninin geri kalan kısmına dökerdi.[290]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerif eğer kan bulaştınlmamışsa hayız halinde ikengiyilen elbiseyi yıkamadan giyip onunla namaz kılmanın caiz olduğuna delâlet etmektedir. Zira pis olan giyilen elbise değil, o haldeki kandır. Kan olmayınca da elbise temizdir. Ümmü Seleme cevâbında, saçı sık olduğu için saçını tarakla tarayan kadının guslederken saçlarını ve örgülerini çöz­mesine lüzum olmadığını da söylemiştir. Hadisteki ifâdede saçın sık oluşun­dan bahesedilmemekte ise de, kadının saçlarını tarayıcı olmasından maksat onların sık olduğunu ifâde etmektir. Mecazen buna "mümteşita" denmiş­tir. Burada ifâde edilmek istenen husus, hayızdan kurtulan kadının yıkanır­ken örgülerini çözmesi gerekmediğidir.

Kadının âdet halinde giydiği elbiseye kan bulaşmaması halinde o elbise ile namaz kılabilir.Bulaşmışsa, yıkadıktan sonra kılabilir.[291]

 

360. ...Esma bint Ebî Bekr[292] (r.anhümâ)'dan, demiştir ki;

"Bir kadının Resûlullah (s.a.)'a "Bizden (kadınlardan) biri temiz­lendiği zaman (hayızh iken giydiği) elbisesini ne yapsın, onunla na­maz kılsın mı?" diye sorduğunu işittim (Resûlüllâh sallellahü aleyhi vesellem) şöyle cevap verdi:

"Baksın, eğer onda kan görürse, biraz su ile ovalasın (bu suda veya elbisede kan izi) görmeyinceye kadar yıkasın[293]    ve namazını kılsın.”[294]

 

Açıklama

 

Son cümlenin mânâsı dipnottaki şekilde olduğu takdirde, bu yıkama,, kokuların,vesvesenin giderilmesi ve temizlik içindir. Necasetten temizlenmesinde (sirke, elma suyu vs. gibi) sudan başka madde­leri caiz görmeyenler bu hadis-i şerifi görüşlerine destek saymaktadırlar. Ancak su haricindeki bazı mayilerle de temizlenmeyi caiz gören Hanefîler "bu ha­disteki suyun zikri tahsis için değil, temizlenme daha çok su ile olduğu için Efendimiz su ile ovalamayı emretmiştir" derler.[295]

 

Bazı Hükümler

 

1. Soru sorulan kişi bildiği şekliyle cevap vermekten kaçınmamahdır.

2. Kan ittifakla necistir, temizlenmelidir.

3. Namaz kılabilmek için elbisedeki necasetin izâlesi şarttır.[296]

 

361. ...Esma bint Ebî Bekr (r.ahhâ)dan, demiştir ki; "Bir kadını Resûlullah (s.a.)'a şöyle sorarken duydum:

Ya Resûlullah, bizden birinin elbisesine hayız kanı bulaşırsa, ne yapsın? Nebi (s.a.) şu cevabı verdi:

" Sizden birinize hayz kanı bulaşırsa onu (pamukla) ovalasın son­ra su ile yıkasın ve namazım kılsın."[297]

 

Açıklama

 

Aynî' Buhârî Şerni'nde İbn Battâl’ın "Esma hadisi, ulemâ katında necasetin yıkanması hususunda esastır" dediğini nak­lettikten sonra şunları söyler: "Bu hadis ulemâ indinde çok olan kana ham­ledilir. Çünkü Cenâb-ı Allah kanın necaseti konusunda mesfuh olmayı şart koşmuştur. O da akıcı olan çok kandan kinayedir. Fakihler çok olanın mik­tarım tayinde ihtilâf etmişlerdir. Küfeliler (Hanefîler) kanda ve diğer neca­sette az ile çoğun arasını ayıklamakta bir dirhem den daha aza itibar etmişlerdir..."

İmam Mâlik'e göre kanın azı affedilir, fakat diğer necasetlerin azı da, çoğu da yıkanmalıdır.

Şâfiîlere göre kanın azı affedilmiştir. Yalnız köpek ve domuz kanının azıda, afdan müstesnadır. Pire kanı, bazı şartlarla çok da olsa mâfuvdür. Diğer necasetlerde gözle görülebilen pislik necistir.[298]

 

362. ...Hammâd b. Seleme, Hişâmb. Urve'den önceki hadisi mânâ bakımından (aynen) rivayet etti: (Müsedded ve Musa b. İsmail riva­yetlerinde) şöyle dediler: "Resûlullah (s.a.):

"Onu (kanı) kazı, sonra su ile ovala, sonra da yıka','buyur­du.[299]

 

363. ...Ümmu Kays bint Mihsan ([300]) şöyle demiştir:

"Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem)'e elbisede olan hayz kanım(n hükmünü) sordum.

"Onu bir çubuk (çöp) ile kazı, su ve sidr ile yıka','buyurdu.[301]

 

Açıklama

 

Tercemeye çubuk (çöp) diye aktardığımız  kelimesi aslında kaburga kemiğinin Arapçası olduğu halde, ona benzeyen eğri çubuk için de ad olmuştur îbn Dakiki'1-iyd, Nesâî'den Ibn Hay-ve tarafından yapılan rivayette bu kelimeyi "taş" şeklinde bulduğunu söylemiş fakat Irakî bunu tenkid etmiştir.

Kanın yıkanmadan ince bir çubuk parçasıyla kazınması, yıkanmayı ko­laylaştırmak, suya sidr karıştırılması ise, temizlikte mübalağa bakımından suyun temizleyecilik özelliğini artırmak içindir. Bugünkü deterjanlar sidrin görevini fazlasıyla yapmaktadır. Tabii bu ameliyeler, uyulması şart olmayıp kolaylık bakımından yapılmış tavsiyelerdir.[302]

 

Bazı Hükümler

 

1. Elbisedeki hayz kanını yıkamadan önce sert bir cisimle kazımak, daha çok temizlenmeye vesiledir.

2. Necasetin yıkanacağı suya, suyun temizleme gücünün artması gayesiy­le uygun maddelerin karıştırılması meşrudur.[303]

 

364. ...Âişe (r.anhâ)dan, demiştir ki;

"Bizim (Rasûlullah'ın zevcelerinden) birimizin bir tek gömleği olurdu. O gömlek üzerinde iken hayız olur, o üzerinde iken cünüp olur­du. Sonra onda bir kan damlası görür ve onu tükrüğü ile ovalar­dı."[304]

 

Açıklama

 

Hz.Âişenin naber verdiği hanımın kendisi olması muhte­meldir. Bu hadis her ne kadar mevkuf ise de Resûlullah'ın hu­zurunda olduğu ve Efendimiz reddetmediği için merfû' hükmündedir.

Hz. Âişe bu haberi verirken, hayız veya cenabet halinde giyilen bir elbi­senin pis olmadığını, şayet elbisede az bir kan lekesi olursa, bunun namaza manî olmadığını söylemek istemesinden dolayı zikretmiştir.[305]

 

365. ...Ebû Hureyre (r.a.)den rivayet edilmiştir; "Havle bint Yesâr, Resûlullah (s.a.)'a gelip:

Ya Resûlullah! Benim sadece bir tane elbisem var, ben o (elbi­sem) üzerimde iken hayız oluyorum, ne.yapayım? dedi.

Nebî(s.a.) şu cevabı verdi:

Temizlendiğin zaman onu yıka ve onda (onu giyerek) namazı­nı kıl."

Havle dedi ki:

Kan çıkmazsa (ne yapayım)? Nebî (s.a.);

'"Kam yıkamak sana yeter, izi zarar vermez" buyurdular.[306]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif de Efendimiz, hayız olunan elbisenin yıkan­masını emretmişlerdir. Bunu kanın çok oluşuna hamledersek önceki hadislerle olan ihtilâf halledilmiş olur. Ayrıca buradan anlıyoruz ki, temizce yıkandıktan sonra necaset eserinin kalması, o elbisenin temiz olma­sına manî değildir. Bu şekildeki necasetler, temizlendiğine kanaat gelinceye kadar yıkanır, Hanefîlere göre üç defa yıkanıp sıkıldığında temizlenmiş sayılır.[307]

 

131. Hanımıyla Cinsi Temasta Bulunurken Giydiği Elbise İle Namaz Kılmanın Hükmü

 

366. ...Muâviye b. Ebî Süfyân'dan rivayet edilmiştir;

"O, Peygamberimizin hanımı olan, kızkardeşi Ummu Habîbe'ye:

Resûlullah (s.a.) cima ederken üzerinde bulunan elbisesi ile na­maz kılar mıydı? diye sordu. Ummu Habîbe (Radıyellahü anhâ):

Evet, O elbisede pislik görmediğinde (kılardı) dedi."[308]

 

Açıklama

 

Meninin pis olduğuna hükmedenlerin dayandıkları hadisIerden birisi budur. Çünkü cinsi temastan sonra elbiseye bu­laşabilecek pislik nıezi veya menidir. Efendimiz, elbisede pislik görmediğin­de o elbise ile namaz kıldığına göre, meni veya mezi gördüğü zaman yıkattığı anlaşılmaktadır.

Bu, Efendimizden çıkan şeylerin temiz oluşuna muhalif değildir. Çün­kü hükümlerde ümmetin durumu göz önünde bulundurulur.

Yine bu hadis-i şeriften şüphe ile amelin vacip olmadığı anlaşılmakta­dır. Zira cima esnasında giyilmiş olan elbisede meni veya mezi eserinin bulu­nacağı muhtemeldir. Buna rağmen Efendimiz necasetin olduğunu yakinen bilmedikçe şüpheye binâen amel etmeyerek şüphe ile değil, kesin bilgi ile ame­lin vacip olduğuna işaret etmiştir.[309]

 

Bazı Hükümler

 

1. Cinsi temas esnasında giyilen elbiseye meni veya mezi bulaşmamışsa yıkanmadan o elbise ile namaz kı-hnabilir. Çünkü meni ve mezinin her ikisi de necistir. (İmam Şafiî'ye göre meni tâhirdir.)

2. Elbiseye meni bulaşmışsa yıkanması gerekir.

3. Bir şeyin aksi ortaya çıkmadıkça aslı üzere hükümedilir.

4. Şüphe ile değil kesin bilgi ile amel vaciptir.[310]

 

132. Kadınların İç Çamaşırları İle Namaz Kılmak

 

kelimesi Arapçada kelimesinin çoğuludur. Aslında insanın vücuduna temas eden iç çamaşırı demektir. Ancak burada uyku esnasında örtülen örtü mânâsında olması da muhtemeldin. Fakat terceme, kelimenin   asıl manasına göre yapılmıştır.[311]

 

367. ... Âişe (r.a.)'dan demiştir ki

Rasûlullah (salallallahü aleyhi vesellem) bizim çamaşır larımiz da veya çarşaflarımızda namaz kılmazdı.[312]

 

Ubeydullah: "Babam (çamaşır mı, yoksa çarşaf mı olduğunu) şüphe etti" demiştir.[313]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerif hayız kanı gibi necaset bulunması ihtilmali olan  kadın elbiselerinden sakınmanın matlup olduğuna işaret etmektedir. Her ne kadar vacip olan, zanna göre değil de, kesin bilgiye göre hük­metmek ise de ihtiyatlı davranmak dinimizin teşvik ettiği hususlardandır. Ancak bu farz değil menduptur. Nitekim bir sonraki babta gelecek olan hadis-i şeriflerden, kadınların iç elbiselerinde namaz kılmanın caiz olduğu anlaşıl­maktadır.[314]

 

368. ...Âişe (r.anhâ)'nm şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Peygamber (s.a.) bizim elbiselerimizde (veya çarşaflarımızda) na­maz kılmazdı."

Hammâd;Said b. Ebi Sadaka 'nın şöyle dediğini duydum demiştir:

Bu hadis-i şerifi Muhammed b. Sırın 'e sordum, rivayet etmedi ve "Ben onu eskiden beri duydum. Fakat kimden duyduğumu bil­miyorum. Güvenilir birinden mi, yoksa başkasından mı duyduğumu hatırlayamıyorum. Onu (başkasına) sorunuz” dedi.[315]

 

Açıklama

 

Hadis-i Şerifin Hz. Âişe'ye nisbet edilen bölümü bir evvelki hadisle aynıdır.

Müellifin Hampvîd'ın sözünü kaydetmekten maksadı, hadisin münkatı' olduğuna işaret etmektir. Çünkü hadisin senet zincirine göre Hammâd Hişâm'dan, Hişâm da İbn Şîrîn vasıtasıyla Hz. Âişe'den rivayet etmiş görün­mektedir. Said b. Ebî Sadaka, bu hadisi İbn Sîrîn'e sorduğunda kesin bir cevap da almamış, ne red etmiş ne de olumlu karşılık vermiştir. Bu, hadis-i şerifte bir inkıta olma ihtimalini ortaya koymaktadır.[316]

 

133. Kadınların İç Çamaşırları İle Namaz Kılma Ruhsatı

 

369. ...Meymûne (r.anha)dan;

"Resûlullah (s.a.)'m bir bölümü kendi üzerinde, diğer bölümü ha­yız hâlindeki bir hanımının üstünde olan bir elbise ile namaz kıldığı" rivayet edilmiştir.[317]

 

Açıklama

 

Hadis-i Şerifin konu ile alâkası şudur: Peygamber (s.a.) ken­di üzerindeki elbisenin yarışımda hayız halindeki hanımının üze­rine örttüğü halde namaz kıldığını ifâde etmektedir. Efendimiz bu şekilde namaz kılarken yanında olan zevcesi, Meymûne olabileceği gibi aşağıdaki hadisten anlaşılacağı üzere Hz. Âişe de olabilir. Ancak Buharî'nin rivaye­tinden Meymûne olduğu anlaşılmaktadır.

Hadiste geçen kelimesinin mânâsı yün, keten veya başka bir şeyden yapılan, hem erkeklerin, hem de kadınların göbekten aşağıya ve yu­karıya giyebüdekleri bir elbise çeşididir.[318]

 

Bazı Hükümler

 

1. Üzerinde kan görülmedikçe hayızlı olan kadının elbisesi temizdir.

2. Bir kimsenin hayız olan hanımının yakınında namaz kılması caizdir.

3. Bir kısmı namaz kılanın, diğer bir kısmı da hayız halindeki hanımı­nın üstünde olan elbisede namaz kılmak caizdir.[319]

 

370. ...Âişe (r.a.)dan; demiştir ki;

"BenResûlullah (s.a.)'m yakınında, hayızlı bulunduğumda, üzerim­deki elbisenin bir kısmı Resûlullah'ın üzerine (sarkmış) bir vaziyettey­ken geceleyin namaz kılardı."[320]

 

 

Açıklama

 

Yukandaki hadisle aynı gibi görülen bu hadis farklı bir ma­naya gelmektedir. Şöyle ki; birinci hadis-i şerif Peygamber (s.a.)'ın elbisesinin hayızlı hanımının üzerine sarktığını anlatırken hayızlı ka­dının pis olmadığını, onun üzerine sarkan elbisenin pis olmayacağına işaret etmektedir. Halbuki bu hadis-i şerif, Hz. Âişe validemizin üzerindeki elbi­senin Resûlullah (s.a.)'e örttüğünü, dolayısıyla hayızlı kadının elbisesinin pis olmadığı gibi başkasını da kirletemediğini ortaya koymaktadır.[321]

 

134. Elbiseye Bulaşan Meninin Hükmü

 

371. ...Hemmam b. Haris[322] ten rivayet edilmiştir:

"(Bir gün) Hemmâm Hz. Âişe'nin yanında (misafir) iken ihtilâm olmuştu.Elbisesini veya[323] elbisesindeki.cenabet eserini (meniyi) yı­karken Hz. Âişe'nin cariyesi onu gördü ve Hz. Âişe'ye haber verdi. Bunun üzerine Aişe (r.anha) şöyle dedi:

(Şu anda) Resûlullah (s.a.)'m elbisesinden onu ovaladığımı gö­rür (gibiyim).[324]

Ebû Dâvâd: "Bunu, Hakem rivayet ettiği gibi, A 'meş de rivayet etmiştir" dedi.[325]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerîf, kurumuş olan meninin ovalamakla temizle­neceği görüşünde olanların del iHeırindendir. Konu ulema ara­sında ihtilaflıdır.

Şafiî, Dâvûd, İbn Munzir, Said b. el-Müseyyeb, Atâ İshak ve Ebû Sevr'e göre meni temizdir. İmam Ahmed'in iki rivayetinden esah olanı da bu şekil­dedir. Ancak Şafiî mezhebinin muteber kitaplarından Muğnî'l-muhtâc'ta "Bir kimse küçük abdestten sonra tenasül uzvunu yıkamazsa ondan çıkan meni pistir" denilmektedir.

Bu görüşte olanların delili, meninin ovalanmakla izâle edilebildiğini, gös­teren rivayettir. Pis olsaydı ovalamakla temizlenmezdi, demektedirler.

Hanefî Mezhebine göre meni pistir. Yaşı ancak yıkamakla, kurusu ise, ovalamak suretiyle de temizlenebilir. Ancak küçük abdestinden sonra su ile temizlenmiş olması şarttır. Aksi halde ovalamakla da temizlenmez. Zira uzuv üzerinde kurumuş olan idrar ıslak meni ile yayıldığından temizlenmez.

Üzerinde durduğumuz, Hz. Âişe'nin rivayeti, bu görüşün delilerinden-dir. Meninin ovalamakla izâle edilmesi, Onun temiz olmasını gerektirmez. Nitekim, ayakkabıya, bulaşan ve cüssesi olan pislik yere veya toprağa sürt­mek suretiyle temizlenebilir, yıkamaya ihtiyaç göstermez. Su ile yıkanma­dan silmek, tehavvül, kuruma vs. gibi daha birçok temizleme yollan vardır. İbn Abbâs'tan nakledilen ve meniyi bir burun akıntısına benzeten rivayeti ise, İshâk el-Ezrak'm Şureyk tarikiyle yaptığından başka ref eden olmamış­tır. Gerçekte bu rivayet Beyhakî'nin dediği gibi mevkuftur, hüccet olmaz.

Dârekutnî'nin Hz. Âişe'den rivayet ettiği, "Ben Resûlullah (s.a.)'nı el­bisesindeki meniyi kuru ise ovalar, yaş ise yıkardım" şeklindeki hadis de açıkça bu görüşü takviye etmektedir.[326]

 

Bazı Hükümler

 

1. Meni pistir

2. Elbiseye bulaşan meni kuru ise ovalayarak, temizle­nebilir; yaşı ise yıkanır.[327]

 

372. ...Âişe (r.anha) şöyle demiştir:

"Ben Resûlullah (s.a.)'ın elbisesinden meniyi ovalardım. Resû­lullah da o elbisede namaz kılardı."[328]

Ebû Dâvûd dedi ki:

Hammâd'a bu rivayetinde Muğîre, Ebû Ma'şer ve Vâsıl muvafa­kat ettiler.[329] 

          

373. ...Süleyman b. Yesâr Âişe (r.anhâ)'yı şöyle söylerken dinle­miştir:

 

"Ben Resûlullah (s.a.)'ın elbisesinden meniyi yıkardım daha sonra elbisedeki temizleme izlerini görürdüm."[330]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif, meninin pis olduğu görüşünü kabul edenle­rin delil gösterdikleri hadislerden biridir. Çünkü Hz. Âişe Efen­dimizin elbisesindeki meniyi kendi kendine değil, Resûlullah aleyhisselâmın emri ile yıkamıştır. Eğer meni pis olmasaydı Efendimiz onu yıkamayı em­retmez, Hz. Âişe de yıkamazdı. Âişe validemizin meniyi ovaladığını göste­ren hadisler ise, İmam-ı A'zam'ın kavline göre, meninin kuru oluşuna hamledilir.

Meninin temiz olduğunu söyleyenler ise, buradaki yıkama işinin, istihbabâ delâlet ettiğini söylerler. Meninin temiz olup olmadığı hususunda ule­mânın görüşleri 371. hadisin açıklaması içerisinde verilmiştik.[331]

 

Bazı Hükümler

 

1. Meni  pistir.                                

2. Kadının kocasına hizmet etmesi, elbiselerim yıkaması meşrudur."[332]

 

135. Çocuk İdrarının Elbiseye Bulaşması

 

374. ...Üramü Kays bint Mihsan'dan rivayet edilmiştir ki:

"O, (bir gün) henüz yemek yemeye(başlamaya)n küçük oğlunu Resûlullah (s.a.)'a getirdi Ffendimiz de çocuğu kucağına oturttu. Ço­cuk Resûlullah(s.a.)'m elbisesine bevletti.Efendimiz su isteyerek (si­diğin) üzerine döktü, onu yıkamadı."[333]

 

Açıklama

 

İmam Nevevî'nin beyânına göre, küçük çocuğun idrarının pis olduğunda ihtilâf yoktur. Hatta bu konuda icmâ olduğunu bile söyleyenler vardır. Ancak Dâvûd-u Zâhirî'ye göre çocuğun bevli temizdir. İmam Şafiî'den de onun temizliğine dâir bir nakil yapılmakta ise de, Nevevî bunun kesinlikle bâtıl olduğunu kaydeder.

Çocuğun idrarının temizleniş biçimi ise, mezhepler arasında ihtilaflıdır.

Şafiî mezhebinde üç ayrı kavil vardır. Bunlardan esah olanına göre, oğ­lan çocuğunun idrarı, üzerine su serpmekle, kız çocuğununki ise, diğer ne­casetlerde olduğu gibi ancak yıkamakla temizlenir. Hz. Ali, Atâ b. Ebî Rebah, Hasan el-Basrî, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye ve Mâlikîlerden İbn Vehb'e göre de oğlan çocuğu ile kız çocuğunun idrarları farklıdır. İmam Ah­med, İshak ve Ebû Sevr de Şâfiîlerle aynı görüştedirler. Bu görüşte olanla­rın dayandığı bir çok hadis-i şerif vardır. Mesela Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce'nin tahric ettikleri, "kızın idrarı yıkanır oğlanınkinin üzerine su dökülür" mealindeki hadis bunlardandır.

Hanefi mezhebi ile İmam Malik, İbrahim en-Nehaî, Said b. El-Müseyyeb, Hasan b. Hayy ve Sevriye göre kız ve oğlan çocuklarının idrarları arasında fark yoktur. Her ikisi de pistir ve ancak yıkamakla temizlenir.

tmam Muhammed, "Yemek yemeye başlamamış oğlan çocuğunun id­rarı hakkında ruhsat verilmiş, kız b'evli ise yıkanması emredilmiştir. Fakat bize göre her ikisini de yıkamak daha makbuldür" demiştir.

Bu görüş sahipleri, hadislerdeki "Su serpme, su dökme" şeklinde anla­şılan "Nadh" kelimesinden bazan yıkamak da kastedilir demişler ve mez­kûr kelimenin yıkamak mânâsında kullanıldığnı bazı hadislerle isbat etmişlerdir. Bazı hadislerde "nadh" kelimesinden sonra "onu yıkamadı" şekilindeki ilâveleri de "yıkamada mübalağa etmedi" şeklinde tefsir etmişlerdir.

Buraya kadar, ifâde etmeye çalıştığımız bilgiler henüz yemek yemeğe başlamayan, süt ile beslenen çocuklar ile ilgilidir. Yemek yiyen çocukların idrarı ise, ittifakla ancak yıkamakla temizlenebilir.[334]

 

Bazı Hükümler

 

1. Sütle beslenen çocuğun idrarı üzerine su dökmekle temizlenebilir.

2. Çocuklara şefkatli davranmak gerekir.[335]

 

375. ...Lûbâbe bint el-Hâris[336] (r.anhâ)'dan; demiştir ki;

"Ali(r.a.)nın oğlu Hüseyin, Resûlullah (s.a.)'ın kucağında idi. Efendimizin üzerine bevletti.

Bir elbise giy, izarını da bana ver yıkayayım, dedim. Resûlul­lah (s. a.);

"Ancak kızın idrarından dolayı yıkanır oğlanın idrarından ise (üzerine) su dökülür," buyurdu.[337]

 

Açıklama

 

Bu hadisin zahiri erkek çocuğu ile kız çocuğunun idrarları arasında fark görenlerin görüşünü te’yıd etmektedir. Ancak Hattâbî, buradaki "nadh" kelimesini su serpme değil de önce­den suyla ıslamadan ve ovalamadan yıkamak şeklinde açıklamıştır. Erkek ve kız çocuklarının idrarları arasında fark görmeyen Hanefîler de hadisi Hattâbî'nin dediği gibi anlamışlardır.

Hanefi âlimlerinden Tahâvî de bu hadis hakkında şunları söyler:

"Erkek çocuğun idrarının çıkış yeri dar olduğu için dar bir satha isabet eder. Kız çocuğunun idrarı ise, daha geniş bir alana yayılır. Bundan dolayı Efendimiz oğlanın idrarı üzerine su dökmeyi kız çocuğun idrarında ise, muh­telif yerlere bulaşacağı için yıkamayı murat etmiştir."

Bu ifâdelere göre hadis-i şerifin her iki görüşe de aykırı olmadığı, taraf­lardan birini, hadise zıt görüşe sahip olmakla töhmet altında bırakmağa mahal olmadığı anlaşılmaktadır.[338]

 

376. ...Ebu 's-Semh[339] den; demiştir ki;

"Resûllullah (s.a.)'e hizmet ederdim. Efendimiz gusletmek iste­diğinde bana "Yönünü çevir" der, ben de çevirir ve onu gizlerdim, (siper olurdum). (Bir gün) Hasan veya Hüseyin (r.anhumâ) getirildi. Efendimiz'in göğsü üzerine bevletti. Ben hemen onu yıkamaya geldim. Resûlullah (s.a.):

“Kız çocuğunun idrarı(ndan dolayı)yıkamr, oğlanınkine ise, su serpilir" buyurdu.[340]

Abbâs (b. Abdilazîm) dedi ki;

(Çoğul sigasıyla) Bize Yahya b. Velid haber verdi. Ebû Davûd da dedi ki; Yahya b, Velid, Ebu'z-Za'râ dır. Harun b. Ebî Temim, Hasen el-Basrî'nin "Bütün idrarlar eşittir," dediğini söyledi.[341]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerifte, küçük çocuğun idrarının hükmünün yani sıra ikinci bir konu dikkatimizi çekmektedir ki, o da gusul es­nasında örtünme meselesidir. Bundan önceki hadis-i şeriflerin şerhinde ço­cuğun idrarı ile ilgili yeterli bilgi verildiği için burada gusül esnasında örtünme meselesini ele alacağız.

İnsanların görebileceği açık bir yerde gusleden kimsenin tesettüre riâye­tinin farz olduğunda ulemâ müttefiktir. Açık bir yerde fakat kimsenin gör­me ihtimali olmadan veya kapalı bir yerde gusleden kimsenin örtünmesinin hükmü ise, ihtilaflıdır.

İbn Ebî Leylâ'ya göre, her hâl-ü kârda gusleden kimsenin avret yerini örtmesi farzdır.

Cumhur-u ulemâya göre bu durumlarda örtünmek farz değil, müstehaptır. Üzerinde durduğumuz hadis-i şerifte ki Ebû s-Semh'in Efendimize siper olmasının, Efendimizin emri ile değil kendi arzusu ile,olduğunu ve bu­nun vücûba delâlet etmediğini söylerler.

Hadisin sonundaki ta'lik'de Hârûn b. Temîm, Hasan el-Basrî'nin "Bütün idrarlar eşittir." dediğini rivayet etmiştir.[342]

 

Bazı Hükümler

 

1. Fazilet erbabına hizmet etmek meşrudur.

2. Satr-ı avrete itina edilmelidir.[343]

 

377. ...Ali (r.a.) şöyle demiştir:

"Kız çocuğun idrarı yıkanır, oğlan çocuğunun ise (sütten başka) yemek yemediği müddetçe idrarına su serpilir."[344]

 

Açıklama

 

Bu "eser" de, oğlan ve kız çocuklarının idrarlarının temizlen­mesinin farklı olması bakımından önceki hadisler gibidir. Ancak bunda ilâve olarak bu hükmün, henüz yemeye başlamayan, ana sütü ile bes­lenen oğlan çocuklara ait olduğu sarahaten beyân edilmektedir.[345]

 

378. ...Ali (k.v.) yukarıdaki hadisi Resûlullah (s.a.)dan merfûan rivayet etmiştir. Ancak (bu rivayette) "yemedikçe" kaydını (Katâde'nin talebesi Hişâm) zikretmemiştir. (Hişam ilâveten) Katâde'nin; "Bu, yemek yemedikleri müddetçedir, yemek yerlerse her ikisi de yıkanır"

dediğini de bildirmiştir.[346]

 

Açıklama

 

Müellif burada Hz. Ali'nin hadisim, tekrar rivayet, etmiştir. Ancak önceki hadis Hz. Ali'nin sözü olarak mevkuf iken, ay­nı manadaki bu ikinci hadis-i şerif Resûlullah (s.a.)'a nisbet edilmektedir.

Bir de birinci hadiste "yemedikçe" ifâdesi erkek çocuğa inhisar ettiril­miş bu rivayette ise, her ikisine teşmil edilerek "yemedikleri müddetçe" de­nilmiştir.

Buna göre de erkek ve kız çocuğunun idrarı aynı derecededir.[347]

 

379. ...Hasan (el-Basrî), annesinin şöyle dediğini haber verdi:

"(Ben) Ümmü Seleme (r.anha)yı henüz yemek yemeyen erkek ço­cuğun idrarı üzerine su dökerken gördü (m). Eğer (çocuk) yerse, onu yıkardı. Kız çocuğunun idrarını da yıkardı."[348]

 

Açıklama

 

Buraya kadar bu bölümle ilgili hadislerde henüz yemek yeme­yen süt çocuklarının idrarlarının aynı derecede pis olmadığı, kız çocuğununkinin her hâl-ü kârda yıkanması, erkek çocuğunkinin ise üze­rine su dökülerek temizleneceği ifâde edilmektedir. Bu hadislere dayanarak cumhûr-u ulemâ iki idrar arasında fark olduğuna zâhib olmuşlardır. Ancak Hanefî fukahası "İdrardan temizlenin! Çünkü kabir azabının çoğu idrardandır" hadis-i şerifi ve benzeri hadislerle isdidlâl ederek bir ayırım yap­maksızın erkek ve kız çocuğunun idrarları, henüz süt çocuğu bile olsalar eşit ve aynı derecede pistir ve büyüklerin idrarına eşittir; affedilen miktarı aştığı takdirde yıkanması gerekir, görüşündedirler. Bununla beraber Hanefî ule­ması bu bölümdeki hadislerle diğer babtaki hadisler arasında görünen tea­ruza cevaben hadislerde geçen "nadh" kelimesini yıkama ile tefsir etmişler ve bu tefsirlerini diğer hadislerdeki yıkama manasına gelen "nadh" ile tak­viye etmişlerdir.[349]

 

136. İdrarın İsabet Ettiği Toprak(In Temizlenmesi)

 

380. ... Ebû Hureyre (r.a.)'dan rivayet edilmiştir ki;

Resûlullah (s.a.) Mescidde otururken bir bedevi Mescide girip na­maz kıldı.(İbn Abd bu namazın iki rekat olduğunu söyler). Sonra da:

Allah'ım, bana ve Muhammed (s.a.)'e rahmet eyle, bizimle be­raber bir başkasına acıma, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.):

Geniş olan şeyi men'ettin (Allah'ın geniş tuttuğu rahmetini da­ralttın), buyurdu. Aradan fazla bir zaman geçmeden bedevi Mescidin içinde (bir kenara) bevletti. Bunu gören sahâbîler bedeviye doğru koş­tular, fakat Resûlullah (s.a.) onlara mâni oldu ve:

Siz ancak kolaylaştırcı olarak gönderildim, zorlaştırıcı olarak değil. O (bedevinin) bevli üzerine büyük bir kova dolusu veya doluya yakın su dökünüz" buyurdu.[350]

 

Açıklama

 

A’rabi çöllerde, kırlarda yaşayan ancak bir ihtiyaç için zamanla şehre gelen Araplara denir.

Hadis-i şerifte bahsi geçen A'rabî'nin adı, başka rivayetlerden anlaşıldığına göre Zu'I-Huveysıra el-Yemânî veya Ekra' b. Habis et-Temimîdir.

Hadis-i şerifin siyakından da anlaşılacağı üzere bu zat İslâmı yeni ka­bul etmişti. Henüz İslâm edep ve kültürünü tam olarak elde edememiş, câhiliye ve çöl geleneğini üzerinden atamamıştı. Bu yüzden Cenab-ı Allah'tan rahmet isterken, başkalarının rahmetten mahrum olmasını ister hissini ve­ren ifâdeler kullanmış ve Mescide idrar yapmıştı. Rahmet Peygamberi sallellahü aleyhi vesellem Efendimiz, bu şahsın her iki hatasını da gayet nâzik bir şekilde düzeltmiş ve güzel bir ders vermiştir. Bedevînin bevletmesine mâ­ni olmak üzere harekete geçen sahâbileri de daha büyük zararlar tevlid ede­bileceği mülahazasıyla durdurmuştur.O'nun"Siz zorlaştırıcı olarak değil, kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz" tabirini kullanması mecazî mânâdadır. Çünkü aslında tebliğ vazifesi ile gönderilen sahâbiler değil, bizzat Resûllah'ın kendisidir. Fakat, sahâbiler de Resûlullah'tan gerek huzurunda, gerek gıya­bında tebliğ vazifesi için onun tarafından gönderilmiş olmaktadırlar.

Hadis-i şerif necis olan arz (yer) üzerine su dökmek suretiyle o mahallin temizleneceğine delâlet etmektedir ki, cumhurun görüşü de bu merkezdedir.

Hanefîlere göre, yeryüzü ve yeryüzünde sabit bulunan her hangi bir şey, pislenince kurumakla temizlenir. Hidâye'de "güneşte kurumakla" deniyor­sa da, İbn Humam "güneş" kelimesinin kaydı ittifakı olduğunu, rüzgâr ve­ya güneşle kuruması arasında fark olmadığım söyler ki, mezhebin görüşü de bu şekildedir. Ancak pisliğin renk vekokusudan eser kalmaması lâzımdır.

Necaset bulaşan yer yüzü (mahal) süratle temizlenmek istenirse, o ye­ri alt-üst ederek necasetin kokusu hissedilmeyecek şekilde gömmek ya da üze­rine toprak taşımak veya eseri kalmayıncaya kadar üzerine su dökmekle de temizlenebilir.

Merâkf 1-Felâh Haşiyesi Tahtâvî'nin beyânına göre arz, üzerine su dö­külerek temizlenecekse toprağın sert veya yumuşak oluşuna göre farklı ame­liyeler uygulanır.

Yer gevşekse, temizlendiği kanaati hasıl oluncaya kadar su dökülür, adet önemli değildir. Yer engebeli ve sertse, necaset mahalinin alt kısmına bir çu­kur kazılır ve necasetin üstüne su dökülür. Çukurun içine dolan suyun üze­rine toprak doldurulur. Yer sert ve düz ise, necaset üzerine üç defa su dökülür fakat her döküşte temiz bir bez ile kurutulur.

Yukarıda da işaret edildiği gibi diğer mezheplere göre necaset bulaşan yeryüzü, üzerine her hangi bir şekil ve tafsilata lüzum görülmeden su dökülerek temizlenir.

Hadis-i şerifin sonunda seçil ve zenîib kelimelerinin aynı mânâya geldi­ği belirtilmiş ve ikisi arasında zikredilen ev (veya) râvinin rivayetteki şüphe­sine hamledilmiştir. Diğer bir ifâdeye göre "seçil" dolu kova; "zenûb" ise, biraz eksik (doluya yakın) olan manalarına gelir. Buna göre râviden bir şüphe varid olmamış her iki lafız da Resûlullah'tan (s.a.) varit olmuş olur. O zaman "ev" kelimesi muhayyerliğe hamledilir. Tercüme buna göre yapılmıştır.[351]

 

Bazı Hükümler

 

1. Dua eden kişi, duasında sadece kendisi için değil, diğer müslümanlar için de istekte bulunmalıdır.

2. Cahil, söylenileni küçümseyip inadına muhalif hareket etmedikçe ona yumuşak davranmak gerekir.

3. İki zarardan büyüğü, küçüğü irtikâb edilerek def'edilebilir.

4. Mâbedlere hürmet edilmeli ve temiz tutulmalıdır.

5. Toprağa bulaşan necaset, üzerine su dökülmek suretiyle temizlenir.[352]

 

381. ...Ma'kıl b. Mukarrin[353] den; şöyle demiştir:

"Bir bedevî, Resûlullah (s.a.) ile birlikte namaz kıldı..." (Ma'kıl bundan sonra) Önceki hadisteki hâdiseyi (anlattı) ve şunları ilâve etti: Resûlullah (s.a.);

"Üzerine bevlettiğî toprağı alın ve (Mescidin dışına) atın, yerine de su dökün" buyurdu.[354]

EbûDâvûd; "Bu hadis mürseldir. Çünkü İbn Ma'kıl, Resûlullah (s.a.)'ı görmemiştir” dedi.[355]

 

 

 

 

Açıklama

 

Görüldüğü gibi bu hadis-i şerif Tâbiûndan bir zât tarafından, aradaki sahâbî zikredilmeksizin bizzat Resûlullah'tan duyulmuş gibi rivayet edildiği için mürseldir. Fakat bu durum, hadisin kuvvetine zarar vermemektedir. Çünkü aynı hadisi Dârakutnî, kesintisiz olarak -Ahmed ve Taberânî de dahil- iki ayrı senette rivayet etmişlerdir.

Ancak bu rivayetlerden İbn Mes'ücTdan geleni, senette Sem'anb. Ma­lik olduğu için; Vasile b. Eska'dan geleni de râviler arasında Ubeydullah b. Ebî Humeyd el-Huzelî olduğundan tenkide uğramıştır, kuvvetli sayılma­mıştır.[356]

Bu hadis ihtiva ettiği ahkâm itibariyle bir önceki hadisten pek farklı de­ğildir. Sadece öncekine ilâve olarak necaset mahalline su dökülmeden evvel o toprağın alınıp atılması emredilmektedir.[357]

 

137. Yeryüzünün (Toprağın) Kurumakla Temizlenmesi Hakkında

 

382. ...Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan, şöyle demiştir:

"Ben Resûlullah (s.a.) zamanında bekâr bir genç idim ve Mescidde gecelerdim. Köpekler mescide girerler, çıkarlar, bevlederler, (sa-habiler de) bundan dolayı hiç bir şey (su) dökmezlerdi."[358]

 

Açıklama

 

Abdullah İbn Ömer'in Mescitte gecelemesi orada uyumasına delâlet etmez. Çünkü "geceledi" fiili "geceleyin uyudu" mânâsına pek nadir kullanılır. Ferrâ demiştirki, "gecenin tama­mını taatle veya masiyetle uyanık geçirdi manasında "geceledi" denilir. Ancak İbn Ömer'in geceyi Mescitte uyuyarak geçirdiği­ni anlamaya da bir mani yoktur. Nitekim bazı sarihler  fiiline "ge­celeyin uyudu" mânâsını vermişlerdir. Mescitte uyumayı men eden açık bir nass olmadığına göre orada geceleyin uyumaya da bir mâni yoktur. Fakat yine de bu konu ihtilâflıdır. îbn Abbâs ibâdet maksadı olmasa, İbn Mesûd ise her halü kârda mescitte gecelemeyi mekruh görürler. îmam Mâlik, kala­cak evi olmayanın mescitte kalmasını mubah sayarken evi olanın kalmasını mekruh sayar. İmam Nevevî'nin bildirdiğine göre, İmam Şafiî mutlak ola­rak, İmam Ahmed de misafirin kalmasını caiz görmüşlerdir. Hanefîlerin gö­rüşü de bu merkezdedir.

Yeryüzündeki necasetin, kurumak suretiyle temizleneceğini söyleyen Hanefîler, bu hadis-i şerifi delil kabul ederler.

îbn Hümam bu hadis ile ilgili olarak özetle şöyle der: "Eğer necasetin kuruyarak temizlendiği kabul edilmezse sahâbilerin bile bile orayı pis bırak­mış olmalarına hamletmek gerekir ki, bu mümkün değildir. Çünkü mescid-i Nebevî dar ve mü slümanlar hemen hemen tamamen namazı mescidde kıldık­ları için, köpeklerin bevlettiği yerlerde namaz kılmamış olabilirler denemez. Ayrıca köpeklerin mescidin bir köşesine değil, bir çok yerine bevletmeleri kuvvetle muhtemeldir. Bedevi'nin bevli üzerine Resûlullah'ın su dökülmesi­ni emretmesi, bunun ancak su ile temizleneceği manasına gelmez. Zira o hâ­dise gündüz olmuştur. Gündüz Mescitte peşi peşine devamlı namaz kılınacağı için Efendimiz pislenen mahallin hemen temizlenmesini istemiş, kuruyunca-ya kadar beklemeden üzerine bolca su dökmelerini emretmiştir. Abdullah îbn Ömer'in haberinde köpeklerin Mescide bevletmeleri geceleyin olduğu ve geceleri de kısa aralıklarla cemaat halinde namaz kılınmadığı için su dökme ihtiyacı hissedilmemiş, temizlik konusunda kurumaya itibar edilmiştir."

Necaset bulaşan yer yüzünün kurumakla temizlenemeyeceğini mutlaka su dökülmesi gerektiğini söyleyenler ise, bu hadîse daha değişik bir açıdan bakarlar. Kimi "köpeklerin mescide girip çıkmaları oraya bevletmiş olma­larını gerektirmez. Mescide girip çıkarlar, fakat dışarıya bevletmiş olabilir." Bazıları da, "köpek idrarlarının üzerine su dökülmeyişi ya yerleri bilineme­diği veya temizlenmesine lüzum kalmayacak kadar az olduğu içindir" de­mişlerdir.

Şüphesiz her iki görüşün sahipleri makul fikirler ileri sürerek hadis-i şe­rifin mânâsım te'vil etmişler ve görüşlerini mesnetsiz bırakmamışlardır. Ne varki, kuramakla yer yüzünün temizlenmeyeceğini söyleyenlerin te'villerinde bir zorlama olduğu hissedilmektedir.

Temizlendiğini söyleyenlere göre ise, bu sadece üzerinde namaz kılmak içindir. Oradan teyemmüm etmek için yine de temiz sayılmamaktadır. Hanefîlerin görüşü budur.

Daha önce de bildirdiğimiz gibi, o günkü mescidleri bugünkülerle mu­kayese etmemek gerekir. Peygamber aleyhisselâm zamanında kapılar açık pencereler açık, yerlerde örtü yoktu. Dışarıdan farkı, duvarlarla çevrili ol­ması idi. Bu durumda kedi ve köpeklerin geceleyin bu gibi yerlere girmesi gayet normaldir.

Bununla beraber, hadisten mescidlerde kedi ve köpek beslenir hükmü çıkarılamaz. Güvercinler müstesna, bütün hayvanların mescidde beslenme, büyütülmeleri ve aralara sokulmaları yaksaktır.[359]

Bazı Hükümler

 

1. Mescitte gecelemek câizdir.

2. Toprağa isabet eden necaset mahalli kurumak sure­ti ile temizlenebilir.[360]

 

Elbisenin) Eteğine Bulaşan Necaset İn Hükmü

 

383. ...Abdurrahman b. Avf'ın oğlu İbrahim'in Ümmü Veledi (Humeyde)[361] den rivayet edilmiştir. O; ResûluIIah'ın hanımı Ümmü Seleme (r.anhâ) ya;

Ben eteğim uzatan bir kadınım, pis yerlerde yürüyorum (ne yapmalıyım)? diye sordu. Ümmü Seleme (r.anha);

Resûlullah (sallellahü aleyhi vesellem) "Onu sonraki (temiz yer­ler) temizler" buyurdu diye cevap verdi.[362]

 

Açıklama

 

Ümmü Seleme (r.anha) kendisine sorulan bir soruya delilini söyleyerek cevab vermiştir. Çünkü soru soran hanımı zeki, an­layışlı zaptı kuvvetli ve ilmi nakletmeye kabiliyetli görmüştür. Bundan anla­şılmaktadır ki, bir âlime soru sorulduğu zaman soru soran anlayışlı ve tâlime kabiliyetli ise, cevabı verirken delilini de zikretmeli ve bu konu ile ilgili lü­zumlu malumatı aktarmalıdır.

Ulemâdan bir gurup bu hadis-i şerifin zahirini alarak, "temiz bir yerde yürümek pis yerden geçerken elbisenin eteğine ve paçasına bulaşan pisliği temizler. Elbisenin eteği ayakkabı hükmündedir. Eteği pisleten yerin kuru veya yaş olması arasında fark yoktur" demişlerdir.

Cumhura göre ise, bir kimse üzerinde necaset olan kuru bir yerden ge­çip de elbiseye pislik bulaşmazsa sonradan yürüdüğü temiz yerlerle temizlen­diği görüşündedir. Üzerinde necaset bulunan yer yaş ise, ancak yıkamakla temizlenebilir. İmam Şafiî, "Bu, kuru bir yerden geçip de üzerine necaset bulaşmayan kimse hakkındadır. Ama yaş (ve pis) yerden geçerse ancak yı­kamakla temizlenir" demiştir.

Şafiîlerde mezhebin görüşüne göre pis olan yolun çamuru şu dört şartın tahakkuku ile affedilir:

1. Necasetin görülmemesi,

2. Yoldan geçenin dikkat edip, necasetten sakınması,

3. Yürürken veya binek üzerinde iken kendisine isabet etmesi.Şayet düşer veya başkasından sıçrayarak kendisine bulaşırsa af yoktur.

4. Necasetin elbiseye veya vücuda isabet etmesi. Başka bir şeye isabet ederse af yoktur.

İmam Ahmed b. Hanbel de şöyle der: "Bunun mânâsı, üzerine idrar bulaşır sonra da temiz bir yerden geçerse, o elbise temizlenir demek değildir. Maksat, bir yerden geçerken eteği pislenirse sonraki temiz yer Onu temizler demektir."

Zürkânî, İmam Mâlik'ten şunu nakleder: "Resûlulah'tan rivayet edi­len "arzın bazısı bazısını temizler" hadisinin mânâsı şudur: Bir kimse pis bir yere basar sonra da kuru ve temiz bir yerde yürürse, sonraki yürüdüğü yer, evvelkinin pislettiğini temizler. Fakat necaset bevl veya bu hükümde olan bir şey olur ve elbise yada bedene bulaşırsa, ancak yıkamakla temizlenir. Bunda icmâ vardır."

Bu hadis hakkında Şah Veliyullah Dehlevî'nin şu sözleri de kayda de­ğer: "Bu şu demektir. Bir kimsenin eteğine yol pisliği bulaşır, sonra bir baş­ka yerden geçer ve necasete temiz yerin çamur veya tozu karışıp kurur. Bu durumdaki etek ovalamak veya çitilenmekle temizlenir. Bu kadar zorIuğa binâen sâri tarafından affedilmiştir."

Hanefîlere göre üzerinde necasetin aynı görülmedikçe yol çamurları te­mizdir. Bu çamurun cıvık veya kuru, az veya çok olması arasında fark yok­tur. Köpeklerin yattığı yerler, pis şeylerden çıkan buharlar ve hayvan gübresinin tozu da aynı hükümdedir. Çünkü bunlardan korunmak mümkün değildir.

Şunu unutmamak gerekir ki "elbiselerini de temiz tut"[363] ayet-i kerimesi genel manada elbiselerin temizlenmesini em­rettiği gibi, "eteklerini yerde sürünemeyecek şekilde kısaltarak temiz tut"

şeklinde de tefsir edilmiştir. Ayrıca etekleri yere sürünecek şekilde elbise giy­mek kibir ve gurur alâmeti olduğu için İslâm'da makbul sayılmamıştır. Ka­dınların ayaklarını1 topuk üstü göstermeyecek tarzda ve bilhassa çorap giyme adeti olmayan Arap köylü kadınları için lüzumlu görülmüştür ki, bu bir is­tisna niteliğindedir.[364]

 

Bazı Hükümler

 

1. Hanımların uzun etekli elbise giymeleri meşrudur.

2. Yollardaki kuru pislik ile pislenen etekler daha son­ra temiz bir yerden geçilerek temizlenir.[365]

 

384. ...Abdu'l-Eşhel oğullarından bir kadın şöyle demiştir;

"(Resûlullah'a); Ya Resûlullah! Bizim mescide giden yolumuz pis, kerih kokuludur. Yağmur yağdığında ne yapalım? diye sordum.

Bu kirli yoldan sonra daha temizi yok mu? dedi.

Evet (var) dedim,

Temiz yer pis yerin pislettiğini temizler" buyurdu.[366]

 

Açıklama

 

Hattâbî, bu ve bundan önceki hadislerin senetlerindeki sahabî râvilerin halleri meçhul olduğu için bu iki hadîsi tedbirle kar­şılamak gerektiğini söyler. Ancak hali bilinmeyen râviler, sahabî olduğu ve sahâbiler tümüyle sika (güvenilir) kabul edildiği için Hattâbî'nin bu sözleri­ne itiraz edilmektedir.[367]

 

Bazı Hükümler

 

1. Dini hükümleri öğrenmek için soru sormak gerekli ve tabiidir.

2. Kadın doğrudan ilgili makama soru sorabilir.

3. Fitneye sebep olmadığı takdirde kadınlar da camiye gidebilerler, caizdir.[368]

 

Ayakkabıya Bulaşan Pisliğin Temizlenmesi

 

385. ...Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz ayakkabısı ile bir pisliğin üzerine basarsa (bilsin ki) toprak onun için temizleyicidir."[369]

 

Açıklama

 

Hadîsin zânirî ayakkabıya bulaşan pisliğin (cinsi ne olursa ol­sun) yere sürtülerek temizlenebileceğine delâlet etmektedir. Evza'î Ebû Sevr (bir rivayette) Ebû Yûsuf, İshâk, (bir rivayette) İmam Ahmed, ve Zahirîler bu görüşü benimsemişlerdir.

Beğavî, ulemânın çoğunluğunun bu görüşte olduklarım söyler.

İmam Mâlik, Şafiî, Züfer ve Muhammed'e göre, pislenen ayakkabı an­cak yıkamakla temizlenir, toprağa sürterek temizlenemez. Bunlar, üzerinde durduğumuz hadisteki "necâset"i kuru olanına hamletmişlerdir.

İmam Azama göre, ayakkabıya bulaşan pislik katı (cüsseli, maddi var­lığı bilinen türden) olursa, toprağa sürtülerek temizlenir. îdrar gibi sıvı hal­deki cüssesiz necasetler ise ancak yıkamakla temizlenir, yere sürtmekle temizlenmez. Hanefî mezhebinde fetva, îmam-ı Âzam'm kavline göredir.[370]

 

Bazı Hükümler

 

1. Toprak, ayakkabıya bulaşan katı pisliği temizler.

2. Ayakkabı tarafından emilen sıvı pislikler yıkanmalıdır.[371]

 

386. ...Ebû Hureyre (r.a.) mânâ olarak öncekine benzeyen riva­yetinde Resûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir.

"(Bir kimse) Necaset üzerine mestleri ile basarsa onların temizle­yicisi topraktır.”[372]

 

Açıklama

 

Râvîlerî arasında Muhammed b. Kesîr olduğu için bu hadisi sahih kabul etmeyenler olduğu gibi, başka yönlerden bu ku­suru takviye edip hadisin sıhhatini savunanlar da vardır. Yine senetteki Mu­hammed b. Aclân'i zayıf sayanlar olmakla beraber, çoğunluk sika kabul etmiştir.

Hadis-i şerifin ihtiva ettiği hüküm önceki hadisle aynıdır.[373]

 

387. ...Âişe (r.anhâ) Resûlullah (s.a.)dan aynı manada bir hadis rivayet etmiştir.[374]

 

138. Elbisedeki Necasetten Dolayı (Namazı) İade (Gerekir Mi?)

 

388. ...Ummu Câhder el-Âmiriye'den; O, Âişe (r.anhâ)ya elbise­ye bulaşan hayız kanının hükmünü sordu. Âişe (r.anhâ) şu cevabı verdi:

"Ben (hayızlı iken bir gece) üzerimizde şiltemiz olduğu halde Resûlullah (s.a.) ile beraberdik. Şiltenin üstüne bir elbise örtmüştük. Sa­bah olunca Hz. Peygamber elbiseyi alıp giydi, çıktı. Sabah namazını kıldırdı ve oturdu. Bir adam:

Ya Resûlullah! Bu bir kan (lekesi) parıltısı (değil mi, diye kanı gösterdi).

Resûlullah lekeli kısmın kenarım avuçlayıri durulmuş bir vaziyet­te bir çocukla bana gönderdi, ve:

'Bunu yıka kurut ve bana gönder,' buyurdu.

Çanağımı isteyip onu yıkadım, kuruttum ve Resûlullah (s.a.)a gönderdim. Resûlullah öğleye doğru o elbise üzerinde olduğu halde

geldi."[375]

 

Açıklama

 

Bu hadisin bâb ile münâsebeti, Resûlullah (s.a.Vın namazı kıldıktan sonra üzerindeki kan lekesine vakıf olması ve fakat na­mazı iade ettiğine dair bir işaretin bulunmayışıdır. Yani Resûlullah kan le­kesini öğrendikten sonra namazını iade etmemiştir. Bu mesele mezhepler arasında ihtilaflıdır.

Mâlikîler e göre, üzerinde necaset varken kılınan bir namaz necaset farkediîdikten sonra iade edilmez. Şafiî ve Hanbelîlerden iki görüş vardır. Hanefîlere göre namaz iade edilmelidir.

Hanefîler, üzerinde durduğumuz hadisten, Resûlullah (s.a.)'m namazı iade etmediği hükmü çıkartılırsa, bu görülen kanın namaza mâni olmaya­cak kadar az olmasındandır, derler.[376]

 

Bazı Hükümler

 

1. Erkeğin navız hâlindeki hanımıyla aynı yatağa yat­ması caizdir,

2. Bir müslümanın, başka bir müslüman da gördüğü ve ıslahı gereken şeyi haber vermesi caizdir.

3. Başkasının uyarmasını   anlayışla karşılamak gerekir.

4. Necaseti izâlede acele edilmelidir.

5. Kadının kocasına hizmet etmesi meşrudur.

6. Elbisedeki necaset yeri belli ise, sadece oranın yıkanması kâfidir, el­bisenin tamamını yıkamaya lüzum yoktur.

7. Hadis Resûlullah (s.a.)'ın tevazuunu göstermektedir.[377]

 

139. Elbiseye Bulaşan Tükrüğün Hükmü

 

389. ...Ebû Nadra'dan, demiştir ki;

"Resûlullah (s.a.) elbisesine tükürdü ve orayı biri biri üstüne (kat­layıp) sürttü."[378]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif mürseldir. Çünkü Ebû Nadra tabiûndandır. Resûlullah (s.a.)'ı görmemiştir. Başka rivayetlerden

anlaşıldı­ğına göre, Efendimiz'in elbisesinin bir ucuna tükürmesi namazda iken zaru­rete binâen olmuştur. Ebû Nuaym'ın rivayeti de böyledir. Şöyleki namazdaki bir insanın yutamayacağı ve açığa da tüküremeyeceği bir tükürüğü, yanında da mendili bulunmadığım düşünürsek, başkalarının kendisinin rahatsız ola­cağı bir manzara zuhur etmemesi için, elbisesinin bir kenarına bırakmak ve onu izâle etmek en iyi bir durumdur ki, onun temizlenmesi ise, daha kolay­dır. Bu husus Hadisin rivayetinde "tükürdü" manasına gelen lafzın tefsir ve te'vilidir.

Ebû Nuaym'in rivayetin de "Resûlullah namazda iken ağzındaki ıslak­lığı elbisesinin bir ucu ile çıkardı" şeklindedir.

Buna göre normal olan bu durumun te'vile ihtiyacı yoktur. Nitekim Menhel sahibi de hadisi bu şekilde açıklamıştır.

Hadis-i şerif tükrüğün mutlak olarak temiz olduğuna delâlet eder. Ay­nî, İbn Battâl'dan rivayetle, "tükrüğün temiz oluşu icmâ ile sabittir. Selman' dan rivayet edilenden başka bu konuda ihtilaf bilmiyorum. Hasan b. Hayy da onu elbisede kerih bulmuştur" demektedir. îbn Hazm: "Selman'-ı Fârisî ve Nehaî'ye göre ağızdan ayrılan tükrüğün necis olduğu rivayeti sahihtir" der. İbn Ebî Şeybe de Musannef inde onun temiz olmadığını söyler.

Bunların dışındaki bütün müctehid imamlar tükrüğün temiz olduğu hususunda tüttefiktir. Bu İbn Battâl'ın da dediği gibi icmâ hükmündedir.[379]

 

390. ...Enes b. Mâlik (r.a.), Resûlullah (s.a.)'dan önceki hadisin benzerini rivayet etmiştir.[380]

 

Açıklama

 

Bu rivâvetin Nesâî'de zikredilen metni “Resûlullah ri dasının bir ucunu alıp içine tükürdü. Sonra bir kısmını, diğer kısmı üze­rine örttü" şeklindedir.[381]



[1] Ebû Dâvûd, nikâh 77, Nesâî, tahâre 181; hayz 9; İbn Mâce, tahâre 123; Ahmed b Hanbel, I, 230, 237, 245, 272, 286, 306, 312, 339, 363.

[2] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 470.

[3] Tİrmizî tahâre, 103.

[4] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 470-472.

[5] Hadisi bu şekliyle kütub-İ sitte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd burada ve nikâh 47'de.

[6] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 472-473.

[7] Ibn Mâce, tahâre 129; Dâriraî, vudû' 111.

[8] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 473-474.

[9] Mu'dal: Senedinde biribiri peşinden iki veya daha fazla râvinın düştüğü hadistir.

[10] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 474-475.

[11] Nesâî, hayz 13; Ayrıca bk. Müslim, hayz 3; Ebû Davûd, nikâh 46; Dârîmî, vudû' 107; Muvatta, tahâre 95; Ahmed b. Hanbel, VI, 33, 55, 72, 113, 134, 143, 174, 189, 204, 209, 235.

[12] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 475.

[13] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 475-476.

[14] Ahmed b. Hanbel, VI, 174.

[15] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 476.

[16] Ebû Dâvûd, nikah 46; Nesâî, tahâre 178; hayz 11.

[17] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 476-477.

[18] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 477.

[19] Umara: Tabiûndandır. îbn Hibbân Sika raviler arasında sayar. Halasından ve Abdur-rahmân b. Ziyâd'dan hadis rivayet etmiştir. [Bilgi için bk. tbnu'l-Esîr, Üsdu'l-gabe, IV, 142; Îbn Hacer el-tsâbe, III, 170-171].

[20] Hadisi kutub-u sıtte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[21] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 477-479.

[22] Bu hadisi de sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[23] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 479.

[24] Bu hanımın, Hz. Âişe veya Meymune olması muhtemeldir.

[25] Ahmed b. Hanbel, VI, 59.

[26] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 479-480.

[27] Buhârî, hayz 5; Müslim, hayz 2; İbn Mâce tahâre 12V, Ahmed b. Hanbel, VI, 40, 42, 44, 98, 113, 126, 128, 156, 161, 201, 204, 206, 216, 230, 266.

[28] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 480-481.

[29] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 481-482.

[30] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 482.

[31] Ncsâî, tahâre 133; hayz 3; İbn Mâce menasik 12; Darimî, vudu 84; Muvatta' 105; Ah-med b. Hanbel, VI, 293, 304, 320, 323, 464.

[32] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 482-483.

[33] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 483-486.

[34] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 486.

[35] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 486-487.

[36] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 487.

[37] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 488.

[38] Ümmü Habibp: Cahş'ın kızıdır. Abdurrahman b. Avf'm hanımı. Resulûllah (s.a.)'ın ha­nımı Hz. Zeyneb'in kardeşidir. Üçüncü bii kardeşleri daha vardı ki o da Hamne'dir. İbn Abdilberr bu üç kardeşin de mustehâza olduğunu söyler. Suyûtî'nin de bunları müsteha-zalar arasında saydığı daha evvel zikredilmişti. tbnü'l-Arâbî Zeyneb'i müstehaza saymaz, (bk. el-Menhel, III, 67-68.).

[39] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 488-489.

[40] Nesâî, talâk 74; tahâre 134; hayz 4; İbn Mâce tahâre 115; Ahmed b. Hanbel VI, 420, 464.

[41] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 490-491.

[42] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 491.

[43] Urve kendisine hadiseyi haber verenin Fâtıma mı, yoksa Esma mı olduğunda şüphe et­miştir. Fakat her hâl u kârda Resûlullah'a soruyu soran Esma olmuştur. Bu Esma, Umeys'in kızıdır.

[44] Bu hadisi kütüb-i sitte sahiplerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[45] Müellifin bu ve bundan sonraki rivayetleri getirmesi cümlesinin Zührî hadisinde vehm olmakla birlikte başka rivayetlerde sabit olduğunu göster­mek İçindir.

[46] Şevde binti Zem'a b. Kays b. Abdi Şems el-Kureşî el-Âmirî: Resûlullah sallellahu aleyhi vesellem kendisi ile Hz. Hatice'nin vefatından sonra -daha Hz. Âişe ile evlenmeden ev­vel evlenmiştir.-Tirmizî'nin, İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, Şevde, Resûluilah'ın kendisini boşamasından korkmuş ve Efendimize (s.a.): "Beni boşama yanında tut ve sıramı Hz. Âişe'ye ver" demiş. Resûlullah da bunu yapmış bunun üzerine: "Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasından yahut (herhangi bir suretle kendisinden) yuz çevir­mesinden endişe ederse sulh ile aralarını düzeltmekte ikisine de vebal yoktur. Sulh daha hayırlıdır..." mealindeki Nisa, 128. âyeti nazil olmuştur.

Şevde (r.a.) Resûluilah'tan hadis rivayet etmiştir, ibn Abbâs ve Yahya b. Abdullah da ondan rivayet etmişlerdir. Buhârî kendisinden iki hadis rivayet etmiştir. H. 54 sene­sinde vefat etmiştir. [Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakât, VIII, 52-58; İbnu'1-Esir, Üsdii'l-gâbe, VII, 157; Zehebi A'lamu'n-nubelâ, II, 265-269; İbn Hacer, el-lsâbe, IV, 338; Tehzibu't-Tehzîb, XII, 426-427; tbnu'1-tmad, Şezerâtu'z-zeheb, I, 24, 60.].

[47] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 491-494.

[48] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 495.

[49] Buhârî, hayz   19, 28; Tirmizî, tahâre 93; Nesâî, tahâre 133, 134, 137; hayz 2, 4, 6; tbn Mâce, tahâre 115, 116, Dârimî, vudû' 84.

[50] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 495-496.

[51] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 496.

[52] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 496-497.

[53] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 497.

[54] Hadisi Kutûb-i sitte içinde yalnızca Ebû Davud rivayet etmiştir.

[55] Buhârî, hayz 8, 19; Müslim, hayz 64; Tirmizî, tahâre 94; Nesâî tahâre 133, 134, 137, hayz 4, 6, İbn Mâce, tahâre 115, 116; Dârimî, vudû' 80.

[56] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 497-499.

[57] Nesâî, tahâre 137; hayz 6.

[58] Bu rivayetten anlaşılmaktadır ki, İbn Abbâs'a göre hayız kanının alâmeti çok miktarda kan gelmesi, istihaza kanının alameti de az kan gelmesidir. (el-Menhel, III, 88).

[59] Bu eseri Beyhakî musannifin tarikiyla tahriç etmiş ve "Mekhûl ün dediğinin manası za­yıf bir isnadla Ebû İmameden merfuan rivayet edilmiştir" demiştir.

[60] Daha evvel zikredildiği gibi bu, Ebû Hanîfe ve Ahmed b. Hanbel'in mezhebidir.

[61] Bır rivayette imâm Mâlik bu görüşü benimsemiştir.

[62] Bu son iki eseri Dârimî tahriç .etmiştir.

[63] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 499-503.

[64] Söz konusu Hadis: 282-283.

[65] Hamne bundan sonra gaibe sıygasını kullanmıştır. Fakat Turkçeye uygun olması için mu tekellim (1. şahıs) siygasına göre terceme edilmiştir.

[66] Bir nüshada  "bez kullan" ibaresinden önce ifa­desi yer almaktadır Tırmızî'deki rivayet de bu şekildedir. Telemim ise, bezi önünden ve arkadan dolayıp belde üzerine ip ya da kuşakla iyice bağlamak demektir.

[67] aslında ayakla vurmak, tepmek manasına gelir. Bununla zarar vermek ve ifsâd etmek kast edilir. Hattâbî'nin ifadesine göre kanın çokça gelmesinin şeytanın bir darbesi olmasından maksat, şeytanın bununla dinî vazifelerinde işini karıştırmaya yol bulması Hammâne'ye bu emirleri unutturmasıdır.

[68] Buradaki  Ahyyu'l-Kârî'nın beyanına göre, râvıden gelen bir sektir Buna gö­re Ravî, Resülüllah'ın altı gun mu, yoksa yedi gun mü dediğinde şüphe etmiştir Neve-vî'ye göre taksim içindir. Yanı sıhhatli iken âdeti altı gün ise, altı yedi gun ise yedi gun kendim hayızlı say, demektir. Resulüllah kadınların  ekserisi daha çok altı-yedı gun âdet gördükleri için bu iki rakamı zikretmiş olabilir.  

[69] ibaresi bazı nüshalarda kelimesi olmadan geçmek­tedir. Bu ibareye şerhler değişik manalar vermişlerdir. Terceme, Muhammed AH Esse-yid neşrinin hâmişindeki ifadeler esas alınarak yapılmıştır. Hattâbî: "Senin işin hakkında altı veya yedi günden Allah'ın bildiğinde kendini hayızlı say" şeklinde mana vermiştir. Buna göre Hamne daha evvelki âdetinin altı günmü, yoksa yedi gün mu olduğunu unut­muştur. Resulüllah da kendisine âdetinin altı gün mü yoksa yedi gün mü olduğunu araş­tırmasını ve ona göre hareket etmesini emretmiştir.

[70] Hayız hâli yedi günse yirmi üç gün, altı günse yirmi dört gün temiz olur.

[71] Tirmizî, tahâre 95; Dârimî, vudû' 94; MuvattS', hacc 124; Ahmed b. Hanbel, VI, 439, 464.

[72] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 503-506.

[73] Ric'at: Karısını bir veya iki ric'î talakla boşamiş olan bir kimsenin iddet içerisinde, evli­liği devam ettirmek maksadıyla, sözle, cinsî temas veya Öpme vs. gibi bir şekilde karısı­na geri dönmesidir.

[74] el-Bakara (2), 222.

[75] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 507-511.

[76] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 511.

[77] Bk. 285. hadisin kaynaklan.

[78] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 511-512.

[79] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 512-513.

[80] Buhârî.hayz 26; Müslim, hayz 64; Nesâî,tahârel33, 134; tbnMâce, tahâre, 116-Dâri-mî, vudu 80, 84, 96; Ahmed b. Hanbel, VI, 83, 119, 128, 187, 237.

[81] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 513-515.

[82] Musannifin bu rivayeti almasının maksadı, tbn Ishâk'ın rivayetini takviyedir.

[83] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 515-516.

[84] Bu kadın Ümmü Habîbe bint Cahş'tır.

[85] Râvîlerden birisi zamirin müzekker olarak mi, yoksa müennes olarak mı olduğunda ve  mı yoksa mu olduğunda şüphe etmişlerdir.

[86] Ümmü Bekr'in rivayetini sadece tbn Mâce tahric etmiştir.

[87] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 516-518.

[88] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 518-519.

[89] Aşağıdaki hadisten anlaşıldığına göre, bu kadın Sehje bint Süheyl'dir.

[90] Bazı nüshalarda istisna edatı yoktur. Buna göre mana "Sana Rasulüllah'tan (s.a.) hiç bir şey söyleyemem" şeklinde olur.

[91] bk. Tirmizî tahâre 95; Nesâî, tahâre 135; hayz 5; mevâkît 21; tbn Mâce, tahâre 117;Dârimî, vudu 84, 94, 95, 96, Ahmed b. Hanbel, VI,;172, 382, 439, 440.

[92] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 519-520.

[93] Dârimî, vudû' 84; Ahmed b. Hanbel VI, 119.

[94] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 520-521.

[95] Yedi seneden beri.

[96] Hadisi, kütüb-i sütte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[97] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 521-522.

[98] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 522-523.

[99] Tirmizi, tahâre 44; Dârimi, vudÛ'46.

[100] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 523.

[101] Tirmizi, tahâre 93; İbn Mâce, tahâre 115; Ahmed b. Hanbel, VI, 42, 204, 262.

[102] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 523-525.

[103] Hadisi Beyhâkî merfu olarak rivayet etmiştir.

[104] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 525-526.

[105] Önceki hadis mevkuf olduğu halde, bu Resul u İlah'a (s.a.) kadar çıkan merffi bir hadistir.

[106] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 526-528.

[107] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 528.

[108] Aynî bunun Said b. Müseyyeb ve Hasen'in görüşü olduğunu söylemektedir. Concordance bu bâb'a bab numarası vermemiştir.

[109] Buradaki soru guslün keyfiyetini değil vaktini sormadır.

[110] bk. Dârimî, vudû'85 (bab başlığında).

[111] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 528-529.

[112] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 529-530.

[113] Sadece Ebû DâvÛd rivayet etmiştir.

[114] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 530-531.

[115] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 531.

[116] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 531.

[117] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 531.

[118] Bu hadis 286. hadisin tekrarıdır. Orada gerekli açılmamda bulunulmuştur.

[119] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 532-533.

[120] Bu hadisi  Kutub-i Sitte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[121] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 533.

[122] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 533-534.

[123] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 534.

[124] Ummü Atlyye'nin asıl adı Nesibe bini Ka'b el-Ensâriyye'dir. Resûlullah'tan kırk kadar rivayeti vardır. Bunların altısında Buhar! ve Müslim ittifak etmiştir. Müstakil olarak her birinde birer hadisi vardır. Kadın cenazeleri yıkardı, Resûlullahın kızım da bu ha­nım yıkamıştır. (Bilgi için bk. İbn Ebî Hatim, el-Cerh ne'I-ta'dil, IX, 465; lbnu'1-Esir, Üsdii'l-ğftbe, VII, 280; Zehebî, A'lfimu'n-nubelfi, II, 318; tbn Hacer, el-ts&be, 476; TehzEbıTt-Tehzib, XII, 455).

[125] Nesâi, hayz 7; Ibn Mâve, tahâre 127; Dârimi vudû 93,94; Ayrıca bk. Buhârî, hayz 25.

[126] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 534-535.

[127] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 535-536.

[128] Sadece Ebü Dâvûd rivayet etmiştir.

[129] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 536-537.

[130] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[131] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 537.

[132] "Eser" hz. Peygambere ulaşmayıp sahâbi veya tâbü'de kalan, onlara ait olan görüş vt haberlere denir.

[133] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 537.

[134] Buradaki şüphe râvidendir.

[135] Vers: Yemen'de biter, kadınların hamilelikten dolayı yüzlerinde çıkan ve halk ara­sında "çiğit" denilen benekler üzerine sürdükleri san renkte bir bitkidir.

[136] Tirmizi, tahâre 105; tbn Mâce, tahâre 128; Ahmed b. Hanbel VI, 300, 303, 304, 310.

[137] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 538.

[138] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 538-539.

[139] Bundan murat, Resühıllah'ın hanımları değil,akrabalarıoiankadınlardır. Zira Resûlul-lah'ın hanımlarından Hz. Hadîce'dcn başka hiç birisi Resûlullah'm yanında lohusa ol­mamıştır. Hadîce de hicretten evvel vefat etmiştir. Mâriye de câriyesidır.

[140] Hadisi Kütüb-i Sitte müelliflerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[141] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 539-540.

[142] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 540-541.

[143] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 541.

[144] Ahmed b. Hanbel, VI, 380.

[145] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 541-542.

[146] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 542-543.

[147] Sidr: Trabzon hurmasına benzer bir ağaçtır. Yapraklan suya atılarak kaynatılır. Böyle­ce suyun temizleyicilik özelliği artar.

[148] Bir pamuk veya bez parçasıdır.

[149] bk. Buhârî, hayz 13; Müslim, hayz 60, 61; İbn Mâce, tahâre 124; Dârimi, vudü 84.

[150] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 543-544.

[151] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 544.

[152] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 544-545.

[153] İbn Mâce, tahâre 124;Müslim, hayz 61;Ahmed b.Hanbel, V, 72; VI, 148.

[154] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 545-547.

[155] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 547.

[156] Sünen-i  Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 547.

[157] Buhârî, teyemmüm 1; salât 56; cihâd 122; ta'bir 11: i'tisam 1; Müslim, mesâc id 3, 5, 8; Tirmizî, siyer 5; Nesâî, gusl 26; cihâd 1; Dârimî, siyer 29; Ahmed b. Hanbel, I, 98, 301; II, 222, 264, 268, 314, 394, 412, 455/501; III, 304; IV, 416: V, 145, 148, 162, 248, 256.

[158] el-Mâide (5), 6.

[159] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/7-10.

[160] Useyd b. Hudayr : İbn Simâk b. Atik el-Ensârî. İslama ilk girenlerdendir. Bedr dışın­daki bütün savaşlara katılmıştır. Uhud günü, Resûlullah'Ia birlikte sebat etmiş ve yedi yerinden yaralanmıştır. Menkıbeleri çoktur. Ebû Hureyre'den, Resûlullah (s.a.)'m kendisi için "Useyd b. Hudayr ne iyi adamdır!" buyurduğu rivayet edilmiştir. Hz. Âişe; "Useyd, insanların en fazıllarındandır" demiştir. Bir gün Useyd bir topluluğa konuşuyor ve on­ları güldürüyordu. Efendimiz onun böğrüne dürttü. Useyd: "Beni incittin ya Resûlullah" dedi. Efendimiz: "Aynısını sen de bana yap" buyurdu. Useyd: "Ya Resûlullah senin üzerinde gömlek var, bende İse yok" dedi. Efendimiz gömleğini topladı. Useyd onu bağrına bastı ve böğrünü öpmeye başladı. "Anam, babam sana feda olsun ya Resûlul­lah, ben işte bunu istedim" dedi.

Useyd H. 20 yılında vefat eti. [Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakât, III, 135; Buhârî, et-Tarîhu'l-Kebîr, II, 47; İbn Ebî Hatîm, ei-Cerh ve't-ta'dîl, II, 310; İbnu'1-Esîr, Usdu'l-gâbe, I, 111, 113; Zehebî, A'lâmıTn-nubelâ, I, 340 - 343; İbn Hacer, el-İsâbe, I; Tehzîbu't-tehzîb, İbnu'1-İmâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 31; Ansârî, Asr-ı Saadet, III, 297 - 303 (Şamil Yayınları)].

[161] Buhârî, teyemmüm 1, 2; Tefsiru's-Sûre: 3, 4, 5, 10; nikâh 65; Müslim, tahâre 28; Ibn-i Mâce, tahâre 90; Nesâî, tahâre 193; Muvattâ, tahâre 89; Ahmed b. Hanbel, I, 238' VI 57, 171.

   Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/10-11.

[162] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/11-12.

[163] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/12.

[164] ibn Mâce, tahâre 92; Ahmed b. Hanbel, IV, 321.

  Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/12.

[165] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/12-14.

[166] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/14.

[167] İbn Mâce, tahâre 92.

   Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/14-15.

[168] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/15.

[169] Ulatü'lceyş: Buhârî ve Müslim'de, Beyda ve Zâtü'1-Ceyş diye rivayet edilmiştir. Avnu'l-Mâbud'un İfâdesine göre Ulâtü'1-Ceyş ile Zatü'1-Ceyş aynı yerin adıdır. Medine ile Mekke arasındaki konak yerlerinden biridir.

[170] Zafâr, Yemen sahillerinde bir şehrin adıdır.

[171] Buhârî, teyemmüm 1; şehâdât 15; meğâzî 34; Müslim, hayz 108; tevbe 56; Nesâî, tahâ-re 196; Ahmed b. Hanbel, IV, 264, VI, 195, 197, 198.

[172] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/15-17.

[173] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/17-18.

[174] Abdullah b. Mes'ûd'un künyesidir.

[175] Buhârî, teyemmüm 7; Müslim, hayz 110; Nesâî, tahâre   198, 201; Ahmed b. Hanbel, IV, 264, 265.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/18-19.

[176] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/20.

[177] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/20.

[178] Abdurrahmar b. Ebzâ; Nâfi' b. Hâris'in azatlısıdır. Kendisinin Resûlullah'a sohbeti hususunda ihtilâf edilmiştir. Ancak onun Efendimizden on iki hadisi olduğu rivayet edilmektedir. Ayrıca Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den rivayetleri vardır. Ibn Hibbân onu, tâbiûnun sikalarından saymış, Ebû Hatim sahâbidir, demrş. Buhârî, Tirmizî, Yâ-kub b. Sufyan ve Dârakutnî de sahâbî olduğunu söyleyenlerdendir. (Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakat, V, 462; Buhârî, et-Tarîhul-kebir, V, 245; İbn Ebi Hatim, el-cerh ve't-ta'dil, V, 209; Ibnu'l-Kayserânİ, el-Cem'beyne ricali's-Sahihayn, I, 282; İbnu'1-Esir, Üsdul-ğâbe, III, 278; Zehebî, A'lamu'n-nubelâ, III, 202 - 202; ibn Hacer^el-İsâbe, 11,388; Tehribu't-Tehzîb, VI, 132.).

[179] Buhârî, teyemmüm 4, 5, 8; Müslim, hayz 112; Nesâî, tahâre 195, 199, 200; İbn Mâce, tahâre 91; Ahmed b. Hanbel IV, 263, 265, 320.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/20-22.

[180] el-Maide (5), 6

[181]  Nisa (4), 43.

[182] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/22-23.

[183] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/23.

[184] bk. Önceki hadisin kaynakları.

[185] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/23-24.

[186] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/24.

[187] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/24.

[188] bk. önceki hadislerin kaynaklan.

[189] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/24.

[190] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/25.

[191] bk. aynı kaynaklar.

   Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/25.

[192] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/25.

[193] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/25-26.

[194] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/26.

[195] Ahmed b. Hanbel, IV, 263, 265.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/27.

[196] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/27.

[197] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/28.

[198] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/28.

[199] Ebû Cuheym'in Müslim'deki zaptı Ebû Celim şeklindedir. İbn Hacer, doğrusunun Ebû Cuheym olduğunu, Ebû Cehm'in Kureyş'li başka biri, bunun ise Ensârî olduğunu söy­ler. Ubey b. Kâ'b'm kız kardeşinin oğlu olduğu söylenir. Buhârî ve Müslim İki rivaye­tinde ittifak etmişlerdir.

[200] Buhârî, teyemmüm 3; Müslim, hayz 114; Nesâî, tahâre 194; Ahmed b. Hanbel, IV, 169.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/28-29.

[201] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/29-30.

[202] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/30.

[203] Hadisi sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[204] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/30-32.

[205] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/29-30.

[206] Buhârî, teyemmüm 3; Müslim, hayz 114; Nesaî, tahâre İ94; Ahmed b. Hanbel IV, 169.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/32-33.

[207] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/33.

[208] Ebû Zerr: Asıl adının ne olduğunda hayli ihtilâflar vardır. Cundub b. Ci'nlde b. Kays diyenler olduğu gibi Bureyr ve Berîr diyen ler de vardır, islâm dinini ilk kabul edenler­dendir. Kendisi "Gıfâr" kabilesindendir. Ebû Zerr-i Gıfârî diye tanınmıştır. Resûlul-lah'm davetini duyup Mekke'ye gelmiş, Efendimiz'in tebliğini dinleyip, davranışlarını inceledikten sonra îslâma girmiş, bu yüzden Mekke müşriklerinin hakaret ve saldırıla­rına uğramıştır. Peygamberimiz, kavmine dönüp duyduklarını ve bildiklerini onlara da aktarmasını emretmiştir. Ebû Zerr ilk müslüman olanlardan olmakla beraber, hicreti hayli geç olmuş, bu yüzden Bedr ve Uhud muharebelerine iştirak edememiştir. Dünya­ya hiç değer vermezdi. İlimde İbn Mes'ûd'a denk sayılır. Kendisinden 281 hadis rivayet edilmiştir. Bunların 12'sinde Buhârî ve Müslim müttefiktir. Ayrıca Buhâri'de iki, Müs­lim'de yedi rivayeti vardır. H. 32'de vefat etmiştir. (Bilgi için bk. tbn Sa'd, Tabâkât, IV, 219 - 237; Buhârî, et-Târihu'1-kebir, II, 221; Ebû Nuaym, Hilyetu'l-evliyâ, I, 156, 170; lbnu'1-Esir, Üsdii'1-ğâbe, I, 357; VI, 99, 101; Zehebî, A'lamu'n-nubelâ, II, 46 -78; Ibn Hacer, el-tsâbe, IV, 62 - 64: Telızîbu't-tehzîb, XII, 90-91; İbn İmâd, ŞezerâtuVzeheb, I, 24, 56, 63; Ansârî, Asr-ı Saadet, (Ashâb-i kiram), H, 315, 324. 22.

[209] Rebeze: Medine'ye  üç konak uzaklıkta  bir köydür.

[210] Nesâî, tahâre 203; Tirmizî, tahâre 92; Ahmed b. Hanbel, V, 146, 147, 155, 180.

[211] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/33-35.

[212] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/35-36.

[213] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/36-37.

[214] Bu zat Munzirî'ye göre önceki hadiste adı geçen Amr b. Bucdân'dır.

[215] Nesâî, tahâre 203; Ahmed b. Hanbel, V, 146.

[216] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/37-39.

[217] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/39.

[218] en-Nisâ (4), 29.

[219] Biraz değişik şekli için bk. Buhârî, teyemmüm 7.

[220] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/40-41.

[221] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/41-42.

[222] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/42.

[223] Bu ifâde, Bezlu'I-Mechûd sahibinin dediğine göre te'kiddir. Menhel sahibine göre ise, önceki(ayi) (benzerini) Amr b.el-As'm ihtilâm olup teyemmüm ile namaz kıldırması­na, ikinci  ise Amr'ın Hz. Peygamberle konuşmasına işarettir.

[224] bk. Buhârî teyemmüm 7.

[225] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/42-43.

[226] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/43.

[227] Bazı nüshalarda "yaralı"kelimesininyerine “özürlü” bazılarında da "sivilceli" kelimeleri yer almaktadır.

[228] Buradaki bağlama manasına gelen kelimenin mı, yoksa mı olduğun­da râvî şüpheye düşmüştür.

[229] İbn Mâce tahâre  93 (değişik şekilde).

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/43-44.

[230] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/44-46.

[231] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/46.

[232] Ibn Mâce, tahâre 93; Ahmed b. Hanbel,!, 370.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/46.

[233] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/46-47.

[234] Nesâî, ğusul 27; Dârimı, vudu 65.

[235] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/47-48.

[236] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/48-49.

[237] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/49.

[238] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/49-50.

[239] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/50.

[240] Bir nüshadababın isme "Cuma için gusletmekle ilgi hadisler" şek­lindedir.

[241] bk. Buharı, cuma 2, 5, 12, 26; MüsIim,Cuma, 1, 3, 4; Tirmizi, Cuma 3, 29," Nesâî, Cu­ma 25; muvatta, cuma 5, Dârimî, salat 190; Ahmed b. Hanbel, I,15, 46.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/50.

[242] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/51-52.

[243] Buhârî, ezan 161; cuma 2, 3, 12; şehâdât 18; Müslim, cuma 5; Dârimî, salât J90; Ibn Mace, ikâme 80; Muvatta,cuma 2, 4; Ahmed b. Hanbel, III, 6, 30, 60.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/52.

[244] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/52-53.

[245] Nesâî, cuma 25.

[246] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/53-54.

[247] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/54.

[248] Müslim, cuma 26-27 (muhtasar olarak).

[249] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/54-55.

[250] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/55-56.

[251] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/56.

[252] Bu cümle başka bir nüshada "cuma günü gusletmek her baliğ üzerine vacibtir" şek­lindedir.

[253] Müslim, cuma 7; Nesâî, cuma 6, 11; Ahmed b.   Hanbel, III, 30, 69; IV, 34.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/57.

[254] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/57-58.

[255] Nesâî, cuma 10, 12, 19; Ibn Mâce, ikâme 80; Tirmizî,cuma 4; Ahmed b. Hanbel, III, 209; IV, 8, 9, 10.

   Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/58-59.

[256] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/59.

[257] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/59.

[258] bk. Bir önceki hadisin kaynaklan.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/60.

[259] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/60.

[260] Nesâî, cum'a'10, 12, 19; İbn Mâce, ikâme 80,83; Ahmed b. Hanbel, I, 93;IV, 9, 10, 104.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/0-61.

[261] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/61.

[262] Ebû Dâvûd, cenâiz 35.

      Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/61-62.

[263]  Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/62-63.

[264] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/63.

[265] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/63.

[266] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/63.

[267] Buhârî, cuma 4; Müslim, cuma 10; Nesâî, cuma 14; Tirmizî, cuma 6; Muvatta, cuma 5; Ahmed b. Hanbel, II, 460.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/63-64.

[268] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/64-65.

[269] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/65.

[270] Buhârî, cuma 16; Müslim, cuma 6.

      Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/65.

[271]  Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/66.

[272] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/66.

[273] Hadisi kutub-ı sitte müelliflerinden sadece Ebû Davûd rivayet etmiştir.

      Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/66-67.

[274] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/67-68.

[275] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/68.

[276] Nesâî, cuma, 9; Tirmİzî, cuma 5; salât 337; Ahmed b. Hanbel; 8,11,15, 16, 22.

      Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/68.

[277] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/69.

[278] Kays b. Asım: Sinan b. Minkâr'ın oğludur. H. 9. senesinde îbni Temim kabilesinden gelen heyetle birlikte Resûlullah (s.a.)'a gelip mü^ıiman olmuştur. Gayet zeki, halim-selim ve cömert bir zat idi. Efendimiz kendisi için "Göçebe hayatı yaşayanların efendisi" diyerek iltifat etmiştir. Ibn Abdilberr'İn beyânına göre câhiliye hayatında da şarabı kep-disine haram kılmıştı. Basra'ya yerleşerek orada vefat etmiştir. Ebû Dâvûd, Nesâi ve Tirmizi kendisinden rivayette bulunmuştur. (Bilgi için bk. lbnu'1-Esir, üsdü'1-ğâbe, IV, 432 - 434; Ibn Hacer, el-îsâbe, III, 252 - 254).

[279] Nesâî, tahâre 125; Tirmizî, cuma 72; Ahmed b. Hanbel.V, 61.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/69.

[280] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/69-70.

[281] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/70.

[282] Sarihlerin beyânına göre Useym'in babası Kesîr, dedesi de .Kuleyb el-Cuhenîveya el-Hadramî'dir. Senedde Useym, dedesine nisbet edilerek zikredilmiş, sanki Useym'in ba­bası Kuleyb olarak gösterilmiştir. Buna göre senedin Useym b. Kesir b. Kuleyb olması gerekir. Ancak lerceme hadisin senedindeki ibareye göre yapılmıştır. (Bilgi İçin bk. İb-nul Esîr, Usdul -ğâbe, III, 602; İbn Hacer, el-İsâbe, III, 163'te yanlışlıklasahâbi sayıl­mış olanlar arasında zikreder.)

[283] Kütüb-i sitte sahiplerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/70-71.

[284] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/71-72.

[285] Dârlmî, vudu', 84, 92.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/72-73.

[286] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/73.

[287] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/73.

[288] Buhârî, hayz 11.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/73-74.

[289] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/74.

[290] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/74-75.

[291] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/75.

[292] Esma bint Ebî Bekr: H7. Ebû Bekir'in kızı, Zubeyr b. Avvâm'ın hanımıdır. Kendisine "Zatun-Nitakayn" (iki kemer sahibi) denilir, tslâmiyeti kabul bakımından musluman-lann onsekizincisidir. Oğlu Abdullah'a hamile iken Medine'ye hicret etmiş oğlu Ab­dullah'ın katlinden on veya yirmi gun sonra Mekke'de vefat etmiştir. (H. 73) Hişam b. Urve babasından rivayetle Hz. Esmâ'nın yuz yaşma bastığını, bir tane dişinin dahi düşmediğini söylemiştir. Resulullah'tan hadis rivayet etmiştir. Oğullan Abdullah Urve ve torunları da kendisinden hadis almışlardır. (Bilgi için bk. Ibn Sa'd, Tabakât, VI-II, 249 - 255; Îbnu'1-Esîr, Üsdu'1-ğâbe, VII, 9; Zehebî, A'lâmu'n-nubelâ, II, 287, 296; Ibn Hacer, el-İsâbe, 229 - 230; Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 398; lbnu'1-Imâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 44, 80.)

[293] Bu cümleyi, "Kan izi göremediği (fakat şüphe ettiği) yeri yıkasın" şeklinde de anlamak mümkündür.

[294] Buhârî, hayz 9.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/75-76.

[295] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/76.

[296] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/76.

[297] Buhârî, hayz 9, vudu 63; Müslim, tahâre 110; Tirmizî, tahare 104, Ibn Mâce, tahâre 118; Nesâî, hayz 26; muvatta tahâre 103; Ahmed b. Hanbel, VI, 246, 253.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/76-77.

[298] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/77.

[299] Tirmızî, tahare 104; Nesaî, tahare 26; hayz 26; Darimi, vudu 83, 105;.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/77-78.

[300] Ummu Kays bint Mihsanı AdınınCuzâme,Âmine veya Ümeyyelolduğu söylenir. Ukka-şe'nin kız kardeşidir. Mekke'de Islâmı kabul edip, Medine'ye hicret edenlerdendir. Efen­dimiz kendisinin uzun omurlu olması İçin dua etmiştir. Gerçekten de onun kadar yaşayan başka bir kadın sahabi bilinmemektedir. Resûlullah'dan 24 hadis rivayet etmiştir. İki­sinde Buhârî ve Müslim müttefiktir. (Bilgi için bk. Îbnu'1-Esîr, Usdu'l-ğâbe, VII, Ibn Hacer, el-lsâbe, Isâbe, IV, 485.).

[301] Nesai, tahare 184; hayz 26; Ibn Mâce, tahare 118; Dârimî, vudû 83, 105; Ahmed b. Hanbel, VI, 355, 356.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/78.

[302] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/78.

[303] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/79.

[304] Dârimî, vudû, 105.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/79.

[305] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/79.

[306] Ahmed b. Hanbel, II, 380.

      Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/79-80.

[307] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/80.

[308] Nesâi, tahâre 185; İbn Mâce, tahare 83.

      Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/80-81.

[309]  Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/81.

[310]  Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/81.

[311]  Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/81-82.

[312] Ebû Dâvûd, salât 86; Nesâi, ziynet 115; Tirmîzî, cuma 64; Ahmed b. Hanbel, VI, 101.

[313] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/82.

[314] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/82.

[315] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/82-83.

[316] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/83.

[317] Müslim, salât 274; İbn Mâce, tahare 131; Ahmed b. Hanbel, VI, 67, 99, 129, 137.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/82-83.

[318] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/84.

[319] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/84.

[320] İbn Mâce, tahâre 131; Ahmedb. Hanbel, VI, 204; ayrıca bk. Buhârî, salat 19, Müslim, salat 273, 274.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/84.

[321] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/84.

[322] Tabiûndandır, İbn Mes'ûd, Ammâr b. Yâsir, Huzeyfe ve Hz. Âişe'den rivayette bu­lunmuştur. (Bilgi için bk. ibn Ebî Hatim, el-Cerh, IX, 106).

[323] Buradaki şüphe, râvilerden birine aittir.

[324] Müslim, tahâre  105, 106, 45; Nesâi, tahâre 187; ibn Mâce, tahare 82 (mânâ olarak); Tirmizî, tahâre 85 (mânâ olarak);Ahmed b. Hanbel, VI, 35 97, 135.

[325] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/85.

[326] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/85-86.

[327] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/86.

[328] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

[329] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/86.

[330] Buhârî, vudû' 65; Müslim, tahâre 108 (benzeri); Tirmizî, tahare 86 (benzeri);Nesaî ta­hâre 186; İbn Mâce, tahâre 81 (benzeri); Ahmed b. Hanbel, VI, 142, 235.

      Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87.

[331]  Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87.

[332]  Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87.

[333]  Buhârî, vudû 59; Muslim.tahâre 101, 104; Nesâî,tahâre 188; Tirmizî, tahare 54 (benze­ri) ibn Mace, tahâre 77; Darİmî, vudû' 63; muvatta', tahâre 110; Ahmed b. Hanbel, VI, 356, 464.

      Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/87-88.

[334]  Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/88-89.

[335]  Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/89.

[336] Lubâbe bint el-Hâris: Resûlullah'm amcası Hz. Abbâs'm hanımıdır. Hz. Hatice'den sonra Islâmı ilk kabul eden kadın olduğu söylenir. Efendimizden otuz hadis rivayet et­miştir. Buhârî ve Müslim bir rivayetinde ittifak etmişler, birerini de ayrı ayrı rivayet etmişlerdir. Hz. Osman'ın hilâfeti devrinde vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Ibnu'1-Esîr, Üsdu'l-ğabe, VII, 253; Zehebî, A'lamu'n-nubelâ, II, 314 - 315; Ibn Hacer, el-İsâbe, IV.; Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 449).

[337] Buharı, vudu 59; İbn Mâce, tahâre 77; Ahmed b. Hanbel, VI, 239, 240, 255, 256.

      Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/89-90.

[338]  Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/90.

[339]  Resûlullah'ın azatlısı ve hizmetcisidir. Ebû Zur'a; "Onun adını da bundan başka bir rivayetini de bilmiyorum" demiştir. Başkaları adının; Iyad veya Ebû Zer olduğunu söy­lemişlerdir.

[340] Nesâî, tahâre 189; İbn Mâce, tahâre, 77.

[341] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/90-91.

[342] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/91.

[343] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/91.

[344] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/92.

[345] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/92.

[346] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/92.

[347] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/92.

[348] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/93.

[349] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/93.

[350] Buhârî, vudû 57, 58, edeb 35, 80; Müslim, tahâre 98, 100; Tirmızî, tahâre 112; Nesâî, tahâre 44; mjyâh 2, İbn Mâce, tahâre 78; Dârimî, vudü' 62; Muvattâ', tahâre 111; Ah-med b. Hanbel, ÎI, 282.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/93-94.

[351] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/94-96.

[352] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/96.

[353] Tâbıûndandır. Sika bir râvî olarak tanınır. H. 88'de Basra'da vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Ibn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dîl, VIII, 285; İbnu'1-Esir, Üsdu'1-ğâbe, V, 221 -222; Ibn HAcer, el-İsâbe, ili, 447).

[354] bk. önceki hadisin kaynakları.

[355] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/96.

[356] Bezlu'l-mechûd, III, 130.

[357]  Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/97.

[358]  Buharı, ta'bir 36; fedailu ashabın-Nebi 19; Müslim, fedailu's-sahâbe 140.

      Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/97.

[359] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/98-99.

[360] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/99.

[361] Ümmü Veled, Efendisinden çocuk dünyaya getiren câriyedir. Bu hanım tabiîdir.

[362] Tirmizî, tahâre 109; İbn Mâce, tahâre 79; Dârimî, vudû 64; muvatta, tahâre 16.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/99-100.

[363] el-Müddessir (74), 4.

[364] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/99-100.

[365] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/101.

[366] Ibn Mâce, tahâre 79.

   Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/102.

[367] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/102.

[368] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/102.

[369] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir

   Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/102-103.

[370] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/103.

[371] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/103.

[372] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.

   Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/103-104.

[373]  Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/104.

[374] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/104.

[375] Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/104-105.

[376] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/105-106.

[377] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/106.

[378] Nesâî, tahâre 192; İbn Mâce, ikâme 61; Ahmed b.Hanbel, III, 42.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/106.

[379] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/106-107.

[380] Sunen-i Ebû Dâvûd, Kıtabu’t-Tahâre (Temizlik Bölümü)'nün sonu.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/107.

[381] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,Şamil Yayınları: 2/107.