1. Muhammed B. Kesîr'in Rivayeti
4. Kuteybe B. Saîd'in Rivayeti
6. Muhammed B. Râfi'in Rivayeti
10. Kuteybe B. Said'in Rivayeti
11. Muhammed B. El-Alâ'nın Rivayeti
13. Mûsâ B. İsmail'in Rivayeti
14. Muhammed B. El-Alâ'nın Rivayeti
15. Heysem B. Hâlid El-Cühenî'nin
Rivayeti
17. Süleyman B. Abdirrahman
Ed-Dimeşki'nin Rivayeti
18. Mahled B. Halidin Rivayeti
19. Yezid B. Halid B. Mevhib'in
Rivayeti
Lukata: (Lâm'ın
ötresi, kâfin üstünü veya sükûnuyla) yerden alınıp kaldırılan mala verilen
isimdir.[1]
Bu kelime şer'iat
dilinde, kendi gücüyle kendini koruyamayan ve muhafaza altında bulunamayan,
başkasının hakkı olarak bulunan ve sahibi belli olmayan yitik maldır. Bu malı almada
emânet, velayet ve iktisab manaları vardır. Çünkü bu malı emânet olarak
almıştır. Şeriat veliyi çocuğunun malını korumaya görevlendirdiği gibi, bu
malı bulup alan kimseyi de onu korumakla görevlendirmiştir. Ayrıca belli bir
süre onu ilan ettikten sonra bu, malı alan kimseye ona sahip olma hakkını da
vermiştir.[2] Söz
konusu kelime şeriat lisanında para ve eşya gibi şeyler hakkında kullanılır.
Sokakta bulunan çocuğa, lakît, hayvana ise dâlle denir.
Bir malın Iûkata
sayılması için mutlaka sahibinin bilinmemesi ve mubah olması lâzım değildir.
Bilinen bir kimsenin kaybettiği bir mal da lukata sayılır. Ancak bunun için
tarif ve ilâna lüzum yoktur. Bu bir emanettir. Bunu mümkünse hemen sahibine
vermek lâzım gelir. Kırlarda tarlalarda bahçelerde bırakılmış sâhibleri
tarafından aranılmayan meyvelere, çekirdeklere şeriat ve lügat cihetinden
lukata denirse de bunlar mubah olduğu için ilân edilmeleri ve sahiplerine
verilmeleri vâcib değildir.[3]
Lukata Kitab ve Sünnet
ile sabittir. Kitaptan delili, "iyilik etmek ve fenalıktan sakınmak
hususunda yardımlasın"[4]
âyetidir. Sünnetten delili ise, "kul din kardeşinin yardımında oldukça
Allah da kulun yardımın-dadır."[5]
mealindeki hadistir.
Lukata'nın (bir süre)
ilan edilmesi gereklidir.[6]
1701.
...Süveyd b. Gafele'den; demiştirki: Zeyd b. Sûhan ve Selmân İbn Rabia ile
birlikte savaşa çıkmıştım. (Yolda) bir kamçı buldum. Bana, "onu (aldığın
yere) at (çünkü başkasına aittir)" dediler. Ben de "Hayır (onu atmayacağım)
fakat eğer sahibim bulursam (ona teslim edeceğim) yoksa ondan kendim
yararlanacağım" dedim. Sonra hacc farizasını edâ edip Medine'ye uğradım.
(Bulmuş olduğum yitik kamçının hükmünü) Übeyy b. Kab'a sordum. Şöyle cevap
verdi:
Ben de (bir gün) içinde
yüz dinar bulunan bir kese bulmuş Peygamber (s.a.)'e getirmiştim de (bana):
"Onu bir sene
ilân et" demişti. Bunun üzerine ben onu bir sene ilân ettim. Sonra (sahibi
çıkmadığı için yine) Peygamber (s.a.)'e vardım. (Bana tekrar) -"Onu bir
sene ilân et" dedi. Ben onu bir sene daha ilan ettim. Sahibi çıkmayınca
durumu haber vermek üzere (tekrar) Peygamber (s.a.)'in huzuruna vardım. (Bana
aynı şekilde); "Onu bir sene (daha) ilân et" buyurdu. Bunun üzerine
onu bir sene daha ilân ettim, sonra (tekrar) yanma vardım ve; "Onu tanıyan
bir kimse bulamadım" dedim. Bunun üzerine:
"Bu paranın
sayısını, kesesini ve ağız bağını muhafaza et! Eğer sahibi gelirse (kendisine
teslim edersin); gelmezse, ondan kendin yararlanırsın" buyurdu. (Râvi
Seleme'b. Küheyl) dedi ki: (Süveyd İbn Gafele) "Onu (bir sene) ilân
et." sözünü üç (defa) mı yoksa bir (defa) mı naklettiğini (iyice)
bilemiyorum.[8]
Hadis sarihlerinin
açıklamasına göre buluntu bir malı tarif etmek,
"bulan kimsenin ya da görevlendirdiği bir kimsenin, sokaklarda,
halkın toplantı yerlerinde, cemaat çıkarken mescid kapılarında veya benzeri
yerlerde "kimin bir şeyi kaybolduysa gelsin, benden sorsun, istesin"
diye yüksek sesle bağırması" demektir. Bir başka ifâdeyle tarif, bulunan
yitik malın halkın toplu olduğu yerlerde herkese ifşa ve ilân edilmesidir. Bu
sebeple biz C$fo kelimesini "onu ilân et" diye tercüme ettik.
Hadisin râvilerinden
Seleme b. Küheyl'in, "Süveyd İbn Gafele, "onu (bir sene) ilan
et" sözünü üç defa mı, yoksa bir defa mı tekrar etti iyice bilemiyorum."
demesi, hadis metinlerinin naklinde sahâbî ve tabiîlerin ne büyük ve şâyân-ı
takdir bir himmet ve gayret içinde olduklarının en açık delillerinden biridir.
İmam Buhârînin
senedine göre bu hadisi şu'be, Seleme'den, o Süveyd b. Gafele'den, Süveyd de
Ubeyy b. Ka'b'den rivayet etmiştir. Bu rivayete göre, sözü geçen buluntu kese
ile ilgili olayı Süveyd, Übeyy b. Ka'b'dan işitiyor ve Seleme'ye bildiriyor,
Seleme de Şu'be'ye bu paranın, bulan kimse tarafından üç sene ilân edilmesinin
emr olunduğunu, görüldüğü şekilde rivayet ediyor. Aradan on sene bir zaman
geçiyor Seleme ile Şu'be Mekke'de birleşiyorlar. Bu karşılaşmalarında Seleme,
Şu'be'ye, "vaktiyle sana hikâye ettiğim bu kıssanın zamanla ilgili kısmını
Süveyd'den üç sene mi yoksa bir sene olarak mı, işittiğimi pek iyi
bilemiyorum" diyerek tereddüdünü izhar etmeyi dinî bir vazife sayıyor.[9]
Rivayetin bu şekli
İslâmî hükümlerin İslâm uleması tarafından ne ince bir sorumluluk idrâk ve
şuuru içerisinde nakledildiğinin bariz bir Örneğidir.
Şu'be'nin Seleme ile
Mekke'deki bu ikinci karşılaşması birinci karşılaşmalarından on sene sonra
olmuştur. Nitekim Müslim'in bir rivayeti bunu açıkça ifade etmektedir.[10]
Seleme'nin zamana ait
bu şübhesi, bu konuyla ilgili fıkhı hüküm üzerinde müessir olmuş, yitik bir
malı bulan kimsenin ancak bir sene ilan etmesi gerektiği esasını getirmiştir.
Nitekim Hidâye'de:
"Eğer buluntu on dirhemden az olursa, onu birkaç gün ilan etmek kâfidir.
Eğer on dirhem veya on dirhemden fazla olursa bir yıl ilan etmek gerekir. Ben
derim ki, bu ayırım imam Ebû Hanife'-den gelen bir rivayettir ve birkaç gün
deyimi de kişinin uygun gördüğü süre manasındadır. İmam Muhammed ise, az ile
çok arasında ayırım yapmadan "bir yıl ilan etmek gerekir" demiştir
ki İmam Malik ile İmam Şafiî de bu görüştedirler.[11]
denilmektedir. Delilleri ise, "Kim bir yitik malı bulup alırsa bir yıl
ilan etsin"[12] mealindeki hadis-i
şeriftir. Hanefî mezhebinde zâhirür rivâyeye göre bulunan mal, ister kıymetli
olsun ister kıymetsiz olsun bir sene bekletilmesi gerekir.[13]
İmam Malik ile Küfe
fakîhleri ve imam Şâfîi de bu görüştedirler. İbnu'l-Cevzî'ye göre bu bir sene,
yitiğin bulunduğu günden itibaren değil ilan gününden itibaren başlar.
Hidâye sahibi bu
konuda Hanefi mezhebine ait üçüncü bir görüş daha zikretmektedir.
"Buluntu malın
ilânı ile ilgili olarak zikredilen sürelerin hiç biri de gerekli değildir.
Yitik malı bulan kimse ilan için ne kadar bir zamanı gerekli görürse o kadar
ilân eder ve ne zaman artık sahibinin gelmeyeceğine kesin kanaat getirirse, o
zaman ilanı kesip onu sadaka olarak fakirlere verir."[14]
Serahsî de Mebsût'unda bu görüşü tercih etmiştir.[15]
Çünkü hadis-i şerifte: "Buluntu mal helâl değildir. Kim bir mal bulacak
olursa, onu bir sene ilan etsin, sahibi çıkarsa, ona teslim etsin, aksi
takdirde onu (sahibi adına) sadaka olarak versin" buyuruimuştur.[16]
Nitekim Hanefî
ulemasından İbn Âbidîn de şöyle demiştir:
"Musannif İmam
Serahsî'ye tâbi olarak tarif ve ilân için muayyen bir müddet tâyin etmemiş ve
mal sahibinin artık aramayacağına kanaat gelinceye kadar tarif ve üan olunur
demişti. Hidâye ve Muzmarat'ta bu kavil sahih görülmüştür. Cevhere de:
"Fetva bu kavil üzeredir" diye zikr edilmiştir. Bu görüş, Zahir-i
rivayete muhaliftir."[17]
Münzirî,
"Mevzumuzu teşkil eden bu hadisin zahirine bakarak fetva imamlarının
hiçbirisi buluntu malın üç sene ilan keyfiyyetini kabul etmemiştir" diyor.
Bu müddet Hz. Ömer'den
de rivayet edilmiş olmakla beraber aynı zamanda üç ay ilân edilmesi gerektiğine
dâir de bir rivayet vardır. Sevrî de; "dirhem dört gün ilân edilir"
demiştir.
Ulemadan bazıları bu
hadisten bir sene geçtikten sonra malı bulan kimsenin ona sahip olacağı hükmünü
çıkarmışlardır ki, şârih Aynî bunu çok garib karşılamıştır.[18]
1. Bulunan
bir paranın sahibini bulmak için yapuması gereken ilan müddetinin uç yıl olup
olmadığı şüpheli görüldüğünden bu süre umumiyetle fıkıh âlimleri tarafından
bir sene olarak kabul edilmiştir. Buhârî Sarihi İbn Battal: "Fetva imamlarından
hiç birisi hadisin zahirine bakarak buluntu malın üç sene ilan edileceğine
dâir bir fetva vermemişlerdir," demiştir.
2. Buluntu
malın kendisine ait olduğunu iddia eden bir kimsenin ortaya çıkması halinde, o
kimsenin doğru söyleyip söylemediğini anlamaya yarayacak olan çıkının (bohça,
kese, cüzdan) ağız bağının ve buluntu malın adedinin belirlenip korunması
gerekir. Bulunan para kesesinin içindeki paralar alınarak kabının atılması her
zaman için yürürlükte bulunan bir âdet olduğundan, hadisimizde para kesesinin
ve ağız bağının korunması özellikle tavsiye edilmiştir.
3. Parayı
bulan kimsenin, kendi malına karıştırmayarak kesesiyle ayrıca muhafaza etmesi
gerekir. Çünkü günün birinde sahibiyim diye birisinin çıkıp gelmesi ve doğru
zannedilerek verilmesi ihtimali bulunduğundan böyle bir yanlışlığa meydan
vermemek için bu, tavsiye edilmiştir. Bu tavsiye, bulunan bir paranın sahibini
tayin ederken doğacak zorlukları önlemek içindir. Bu nedenle İmam Ebu Hanife ile imam Şafiî
"bu para benimdir" demek bir iddiadır. İddiada bulunan kimsenin
iddiasını bir bey-yine ile ispatlaması ise, hadîs gereğidir,[19]
diyerek beyyinesiz verilmesini caiz görmemişler ve beyyine gösterilmesi halinde
teslim edilmesini vâcib görmüşlerdir. Hattâ buluntu malın üç vasfı takrir
edilerek verildikten sonra birisi çıkar da kendisine ait olduğunu isbat
ederse, Hanefîlerin ileri gelen imamlarına göre bu malın teslim edildiği
kişiden alınıp beyyine sahibine verilmesi gerekir, malın verildiği kimse şayet
malı telef ettiyse, malı bulunan kimse mal sahibinin isteğine göre malı ya
aynen, ya da bedelen ödemeğe mecbur edilir. Bunun için Hanefî ulemasına göre
para verilirken kefaletle verilmelidir. Parayı vasıflara dayanarak teslim eden
kimse paranın teslim edildiği kimsenin hakiki sahibi olmadığının anlaşılması
üzerine geri isteme hakkı varsa da beyyine karşılığında verdiği parayı hiç bir
surette geri isteme hakkı yoktur. Eşyanın ya da paranın, sahiplerini tesbit etmede
işe yarayan üç vasfından, önem bakımından ilk sırayı alanlar çıkın ile ağız
bağıdır. Paranın mikdarı ikinci derecede gelir.
4. Yitik bir
para bulan kimsenin onu alırken, sahibini bulduğu zaman vermek üzere almış
olması icab eder. Ona sahip olmak üzere alması ise, gasb hükmündedir.
Binaenaleyh bu şekilde almış olduğu yitik bir parayı telef veya kaybettiği
takdirde, herhangi bir kusuru olmasa bile ödemesi icab eder.
Yitik parayı bulan
kimsenin, bu paraya karşı durumu bir emanetçilikten ibarettir. Bu sebeple
sahibi bulununcaya kadar onu muhafaza ve usûlüne göre ilan etmekle
mükelleftir. Şayet usûlüne göre ilan ettikten sonra harcamışsa yine de sahibine
teslim etmesi gerekir, cumhurun görüşü budur. Delilleri ise, mevzumuzu teşkil
eden hadiste geçen "Eğer sahibi gelirse ona teslim edersin"
cümlesidir.
Gâsıb durumuna
düşmemesi için onu sahibine vermek üzere aldığına dâir âdil bir kimseyi şahit
tutması gerekir. Nitekim 1709 numaralı hadisin şerhinde bu konu gelecektir.
5. Bulunan
bir mal, usûlüne göre bir sene ilân edildikten sonra sahibi çıkmazsa o parayı
kendisi için harcayabilir. Ancak bu parayı bulan kimsenin sözü geçen esaslar
dâiresinde ondan yararlanabilmesi için fakir olması şartının aranıp aranmaması
hususu fıkıh ulemâsı arasında ihtilaflıdır.
İmam Şafiî,
"bulan kimse, o paraya sahip ve mâlik olarak istifâde eder" demiştir.
Hanefî imamlarına göre ise, fakir olursa, o mala sahip olarak ondan
yararlanabilir. Zengin olursa, esas sahibi adına onu sadaka olarak dağıtır.
Ancak hükümetin izni ve hâkimin hükmü ile bu mala zengin de sahip olabilir. Bu
konuda imam Şafiî'nin delili, "Eğer sahibi gelirse öna ver, gelmezse
ondan yararlan"[20]
mealindeki Ubeyy b. Ka'b hadisidir. İmam Şafiî hazretlerine göre Hz. Übeyy
zengin bir sahabî olduğu halde Hz. Peygamber ona, bulduğu parayı bir sene ilan
ettikten sonra sahibi çıkmadığı takdirde bu parayı kendi hesabına
harcayabileceğini ifâde buyurmuştur.
Bu meselede birisi,
bulan kimsenin özel veliliği (velâyet-i hâssa), diğeri de devletin umumî
veliliği (Velâyet-i âmme) olmak üzere buluntu mal üzerinde iki velayet vardır.
Hanefîler zenginin tasarrufunu devletin iznine tâbi kılarak yitik bir mal bulan
kimsenin bir sene ilân sonunda sahibi çıkmaması halinde o mallardan
yararlanmasının devletin iznine bağlı olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bulunan
para aslında bulanın değildir.
İmam Şafiî'nin bu
konudaki delili Hz. Ali'den rivayet edilen şu hadis-i şeriftir: "Bir gün
bir dinar bulmuştum. Bu para ile Resûl-i Ekrem'e gelip arz ettiğimde,
"bunu ilân et", buyurdu. Bir süre sonra gelip:
Ya Resûlullah! İlan
ettim fakat bir bilene ve sahibine tesadüf edemedim, dedim. Resûl-i Ekrem:
"Artık ondan
yararlanabilirsin," buyurdu. Bu, bir dinarı üç dirheme rehin verip buğday
ve yağ aldım. Bu sırada paranın sahibi çıkageldi. Paranın evsafını tarif etti.
Ben de peygamber (s.a.)'e gelip haber verdim. Resûlullah (s.a.):
"Bu adam paranın
sahibidir. Artık bunu ona ver," buyurdu. Ben de verdim.[21]
Şafiî ulemasına göre
Hz. Peygamber bu parayı Hz.Ali'ye bir sadaka olarak değil, mülk olarak helâl
kılmıştır. Çünkü Ehl-i Beyte sadaka almak haram olduğundan, Hz. Peygamberin bu
parayı Hz. Ali'ye sadaka olarak verdiği düşünülemez.
Her ne kadar adı geçen
âlimler bu mevzuda bu hadise dayanmışlarsa da aslında bu hadisin senedinde
bulunan Şüreyk, Atâ b. Yesâr'dan hadis rivayet etmemiştir. Dolayısıyla bu hadis
munkati'dir ve delil olma niteliğinden mahrumdur. Adı geçen alimlerin bu
mevzuda dayandıkları ikinci delilleri de şu haberdir:
"Süfyan b.
Abdullah bir gün bir heybe bulmuştu. Bunu Hz. Ömer'e getirip hükmünü sordu. Hz.
Ömer, bir sene ilân etmesini emretti. Ve sonra sana gelip evsafım tarif eden
olursa, ona verirsen; olmazsa, bu heybe senindir, demişti. Aradan bir sene
geçtiği halde sahip çıkmamıştı. Bu vaziyeti Hz. Ömer'e arz edince, Hz. Ömer:
Şimdi bu senindir.
Çünkü Resûlullah (s.a.) bize bu suretle emretti, demiştir. Süfyân'ın,
"benim buna ihtiyacım yoktur" demesi üzerine de Hz. Ömer, o heybeyi
Beytü'1-mal hesabına almıştır." Fakat bu hadis de Şâfiîler için delil
olamaz. Çünkü Hz. Ömer "-Bu heybe senindir" sözünü "artık bu
senin malın olmuştur" anlamında söylememiştir.
Bu konuda Hanefîlerin
delili de Hz. Ali'den rivayet edilen şu hadistir: "Hz. Ali'ye bir gün
birisi geldi, ben bir çıkın dirhem buldum. Evsafını tarif eden bir kimse zuhur
etmedi, ne buyurulur? diye sordu. Hz. Ali:
Tasadduk et, ileride
sahibi zuhur eder de senin tasaddukuna razı olursa, ecri ona aittir. Olmazsa,
onu ödersin de, ecri senin olur, demiştir.[22]
Yine Hanefi ulemasına
göre açıklamakta olduğumuz hadiste Hz. Peygamber Hz. Ubeyy'e hitaben,
"Eğer sahibi gelmezse, o maldan kendin yararlanırsın" buyurduğundan
bahsedilmesi, yitik malı bulan kimse onu usûlüne göre yeterince ilân ettikten
sonra zengin de olsa onu kendi hesabına harcayıp ondan yararlanabileceğine
delâlet etmez. Çünkü Hz. Peygamber bu maldan yararlanabileceğini söylediği
zaman Hz. Übeyy, fakir idi. Nitekim şu hadis-i şerif de Hanefîlerin bu görüşünü
doğrulamaktadır:
"Siz sevdiğiniz
mallardan infak etmedikçe asla cennete giremezsiniz" âyeti nâzîl olunca,
Ebû Talha "galiba Rabbimiz bizden mallarımızdan bir kısmını istiyor.
Öyleyse ey Allah'ın Resulü! Sen şâhid ol, ben Bârihâ denilen bahçemi Allah'a
verdim", dedi bunu nüzerine Resûlullah (s.a.):
"Sen onu akrabana
ver" buyurdular. Ebu Talha'da onu Hassan b. Sabit ile Ubeyy b. Ka'b'a
verdi.[23]
Bu durum Hz.
Peygamber'in, Hz. Übeyy'e bu yitik malı yeterince ilan ettikten sonra sahibi çıkmazsa,
ondan kendin yararlanabilirsin dediği zaman onun fakîr olduğunu gösterir.
Anlatılan olaylara bakılırsa Übeyy'in sonradan zenginleştiği anlaşılır.[24]
6. Yitik
malı bulan kimse o malı ilan etme velayetine sahiptir. Eğer ücretsiz olarak bu
malı ilân etme velayetini üzerine alacak birini bulabilir-se, bu velayet ona
devredilir. Eğer bu velayet hakkını bir ücret karşılığında başka birine
devrederse, bu ücreti kendi kesesinden öder. İmam Ah-med ile İmam Şafiî bu
görüştedirler.
Ebu'l-Hattâb'a göre
ise, eğer yitik malı bylan kimse, sırf onu sahibine ulaştırıncaya kadar
saklamak niyyetiyle almışsa ve usûlü dâiresinde ve yeterince ilân ettikten
sonra bile yine ona sahip olmak niyyeti yoksa, o malın sahibi çıkınca ücret
karşılığında devrettiği bu ilân etme velayeti için ödediği ücreti mal
sahibinden alabilir.[25]
7. Yitik
malı bulan kimsenin imkânı olduğu halde onu bulduğu sene içinde ilân etmeyip
bir sene geciktirmesi günahtır. Çünkü metinde geçen "...onu ilân
et!.." emri vucub ifâde ettiğinden, bu emrin gereğini yerine getirmek
farzdır. Ayrıca 1709 numaralı hadis-i şerif de buna delâlet etmektedir. Çünkü
malını kaybeden bir kimse bir sene içerisinde malını bulamadığı takdirde artık
ondan ümidini keser ve onu aramaktan vazgeçer.
İmam Ahmed'e göre
yitik mal bir sene ilân edildikten sonra artık onu ilân etme sorumluluğu
kalkar. Çünkü ilân etmenin hikmeti bir sene ilân etmekle gerçekleşmiştir. Eğer
yitik mal bulunduğu ilk sene içinde ilan edilmekle beraber, ilân edilmesi
gereken bazı günlerde ilânı ihmal edilmişse, ihmâle uğrayan bu ilân süresi
ikinci yılda telâfi edilir. Bu sayede kusurlu da olsa ilan etme
yükümlülüğünden kurtulmuş olunur. Çünkü "...ben size bir şey emrettim mi,
ondan gücünüz yettiği kadarını yapınız. Bir şeyden sizi men'ettim mi onu
derhâl bırakınız"[26]
buyrulmuştur.
Buraya kadar, bulunup
alınan bir yitik malın alındıktan sonraki hükümlerini kısaca anlatmaya
çalıştık. Yerden alınmadan önceki hükmü konusunda ise, İmam Kasânî
Bedâyi'ü's-sanâyî' isimli eserinde şu görüşlere yer vermektedir:
"Bulunan yitik
bir malı bulunduğu yerden alıp kaldırmak bazı hallerde mendub, bazı hallerde
mubah, bazı hallerde de haramdır.
a. Eğer
alınmadığı takdirde kaybolup gitmesinden korkuluyorsa, o takdirde onu oradan
alıp kurtarmak menduptur. Fakat böyle bir durumda yerinde bırakıldığı takdirde
sahibinin gelip alması ihtimali varsa, onu sahibine vermek üzere almak,
bırakmadan daha faziletlidir.
b. Eğer
alınmadığı takdirde telef ya da kayb olması tehlikesi yoksa ve sahibinin gelip
onu orada bulması ihtimali varsa, Hanefîlere göre, onu almak mubahtır. Eğer
alınmadığı takdirde telef olmasından korkuîuyorsa almak vâcibtir.
c. Kişinin
bulduğu bir malı kendisi için alması ise, haramdır."[27]
1702.
...Şu'be'den önceki hadisin mânâsı rivayet edilmiştir. (Şube'nin bu rivayetine
göre hocası Seleme b. Küheyl önceki hadisi, Resûlullah uç defa, "onu bir
yıl (boyunca) ilan et." buyurdu şeklinde rivayet etmiş, (sonra da) şöyle
demiştir. "Resûlullah (s.a.), Ubey b. Ka'b'a bu üç defa tekrarlama işini
bir sene içerisinde mi, yoksa uç sene içinde mi, yerine getirmesini emretmiş,
iyice bilemiyorum."[28]
1703.
...Mûsâ b. İsmail, Hammâd kanalıyla Seleme b. Küheyl'-den aynı sened ve manada
bir Önceki 1701 no'lu hadisi rivayet etmiştir. (Râvi Seleme buluntu malın)
ilânı hakkında (yaptığı bu rivayette) şöyle dedi:
(Süveyd b. Gaf ele
bana buluntu bir malın) "İki yahutta üç yıl" (bekletilmesi
gerektiğini) söyledi. (Ve Hz. peygamber Hz. Ubeyy b. Kab'a; "Bulduğun
kesenin (içinde bulunan paraların) sayışım ve (kesenin) ağız bağım tesbit
et" buyurdu" (Bu hadisin râvilerinden Hammâd kendi rivayetinde hadise
şunları da) ilâve etti: "Eğer sahibi gelir de (buluntu kesenin içindeki
paraların) miktarını ve (kesenin) ağız bağını bilecek olursa, keseyi ona
ver".
Ebû Dâvûd dedi ki: bu
"miktarını bilecek olursa" sözünü bu hadîste Hammâd'dan başka
rivayet eden olmadı.[29]
Musannif Ebû Dâvûd,
hadisin bu rivayetini de ayrıca zikretmekle Şu'be'nin, Seleme b. Küheyl'den
rivayet ettiği 1701 numaralı hadisle Hammâd İbn Seleme'nin rivayeti arasındaki
farka işaret etmek istemiştir.
Bilindiği gibi Şu'be,
sözü geçen hadiste Hz. Peygamber'in, Übeyy b. Ka'b'a buluntu bir parayı üç sene
içerisinde üç defa ilan etmesini emrettiğini rivayet etmiştir.
Hammâd b. Seleme'nin
rivayetine göre ise, Hz. Peygamber Hz. Ubeyy'e buluntu parayı iki yahut da üç
yıl ilân etmesini emretmiştir. Ayrıca Ham-mad'ın rivayetinde Hz. Peygamber'in
Hz. Übeyy'e "Eğer kesenin gerçek sahibi gelirde onun ağız bağını ve
içindeki paraların miktarını bilecek olursa o zaman keseyi ona teslim et"
dediğine dair bir ilâve bulunmaktadır.
Gerçekten bu hadiste
buluntu paranın ilan süresi ile ilgili "üç sene" kaydı, pekçok
râviler tarafından rivayet edilmiş olmakla beraber 'İki sene" kaydı Hammâd
İbn Seleme'nin dışında hiç bir raviden rivayet edilmemiştir.
Hammâd b. Seleme'nin
rivayetinde geçen "Sahibi gelir de kesenin ağız bağını ve içindeki
paraların miktarını bilirse keseyi ona teslim et"
mealindeki ilâveye
gelince, her ne kadar Musannif Ebû Dâvûd, "bu cümleyi Hammâd'dan başka
rivayet eden yoktur", demişse de, aslında bu söz doğru değildir. Nitekim
Müslim'in bu hadîsi rivayet ettikten sonra, "Süfyan, Zeyd İbn Ebî Uneys ve
Hammad b. Seleme hadisinde, "şayet sana biri gelir, onun sayısını, çıkınım
ve ağız bağını haber verirse onu kendine veriver" ifâdesi vardır"[30]
demesi de bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Hafız İbn Hacer
el-Askalanî de musannif Ebû Davud'un bu tesbiti-nin isabetsiz olduğunu
söylemiştir.[31]
Hammâd b. Seleme'nin
rivayetinde bulunan bu ziyâde cümleye dayanarak, İmam Malik, İmam Ahmed,
Dâvûd, Leys b. Sa'd ve Buhârî, para kesesi bulan kimsenin bu paranın kendisine
ait olduğunu iddia eden bir kimsenin gelip de paranın miktarını, kesesini ve
kesenin ağız bağım bilmesi halinde, başka bir delil istemeden bu paranın o
kimseye teslim edilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Hatta Buhârî, Sahih'inde
"yitik malın sahibi olduğunu iddia eden bir kimse ortaya çıkıp da malın
alâmetlerini söyleyebildiği zaman mal kendisine teslim edilir," başlıklı
bir bab[32]
açarak bu manaya geîen hadisleri orada toplamıştır.
Hanefîlerle Şâfiîlere
göre ise, bu paranın kendisine ait olduğunu iddia edip de sözü geçen üç vasfı
bilen bir kimseye sırf bu vasıflan bilmesinden dolayı paranın teslimi gerekmez.
Fakat parayı bulan kimse paranın kendisine ait olduğunu iddia eden kimsenin
doğru söylediğine herhangi bir şekilde kanaat getirmesi hâlinde kendisine
paranın bu vasıflarını sormadan da teslim edebilir. Ancak teslim etmek zorunda
değildir. Paranın kendisine ait olduğunu isbatlayan bir delil ortaya koyması
halinde ise parayı ona teslim etmeye mecburdur. Birinci görüştekiler paranın
teslim edilmesini gerektirmesi hâlinde delil getirmeyi vasıfları bilmekten daha
kuvvetli görmekle beraber, parayı kaybedenin onu zaten gaflet anında düşürdüğü
için paranın kendisine ait olduğunu isbatlamasının imkânsız derecede zor olduğundan
burada vasıflarını bilmenin delil yerine geçtiğini söylemişlerdir. Yine bu
görüşü savunan ulemâya göre yitik bir paranın kendisine ait olduğunu,
vasıflarını saymakla isbat eden iki kişinin çıkması hâlinde de aynı yola
başvurulur.[33]
Bu konuda Hanefîlerle
Şâfiîlerin delili "delil iddia edene gerekir"[34]
hadisidir. Nitekim bir önceki hadisin şerhinde açıklandı.[35]
1704. ...Zeyd
b. Hâlid el-Cühenî'den (rivayet edildiğine göre) bir adam Resûlullah (s.a.)'a,
buluntu malın hükmünü sormuş O (s.a.)'da;
"Onu bir sene
ilan et! Sonra ağız bağıyla çıkınını iyice tespit et ve harca. Eğer sahibi
gelirse, ona verirsin" buyurmuş. Bunun üzerine (adam):
Ey Allah'ın Resulü, ya
yitik davar (nasıl bir muameleye tabi tutulacak?) demiş, (Hz. Peygamber de:)
"Onu da al, çünkü
o ya senindir ya da (bir din) kardeşinindir. Yahut da kurdundur"
buyurmuştur.
(Bunun üzerine adam:)
Ey Allah'ın Resulü ya
yitik develer (nasıl bir mualeye tabî tutulurlar) demiş. Resûlullah (s.a.) de
yanakları ya da yüzü kızaracak kadar öfkelenip:
“Sahibi gelinceye
kadar onun ayakkabısı da su kırbası da beraberindedir. Onlardan sana ne?"
buyurmuştur.[36]
Hıza ayakkabı anlamına
gelir. Burada mecazen deve ayağı anlamında kullanılmıştır.
Sika ise lügatte su
tulumu anlamına gelir. Burada ise, deve karnı anlamında kullanılmıştır. Deve
bir defada bir kaç günlük su ihtiyacını içebildiğinden karnı su tulumuna
benzetilmiştir.
Bilindiği gibi
kaybolan bir malın yitik bir mal hükmüne girebilmesi için onun kendi kendini
müdafaadan âciz olması ve telef olma tehlikesine mâruz kalmış olması gerekir.
İşte bu durumda olan bir mal bulunduğu zaman onu telef etmekten kurtararak
sahibine eriştirmek amacıyla yerden alıp saklamak meşru kılınmıştır. Deve için
herhangi bir şekilde telef olma söz konusu değilse de koyun ve keçi türünden
olan hayvanlar için bu tehlikeler söz konusu olduğundan bunlar yitik olarak
bulunduğu zaman sahiplerine teslim etmek amacıyla alınıp saklanmaları meşru
kılınmıştır.
Resûl-i Zişân
efendimiz yitik koyun ve develer hakkındaki sorulara farklı cevaplar verirken
bu incelikleri ifâde etmek istemiştir.
Mevzumuzu teşkil eden
bu hadis-i şerifte geçen "Onu bir sene ilân et" cümlesini açıklarken
ilim adamları şu görüşlere yer vermişlerdir:
Bu emrin zahiri ilan
etme işinin tekrar tekrar yapılması icabettiğini ifâde etmektedir. Meselenin
özü şudur: "Eğer ilan et" emrinin zarfı, sene ise, o zaman ilan işini
senede bir defa yapmak yeterli olur. Fakat bu emri alışılmış olan ilan etme
şeklinde anlamak icab eder ki, bu takdirde bu emrin yerine getirilmesi, ancak
malın sahibinin kulağına gitmesi ihtimalinin bulunduğu her yer ve zamanda
usûlüne uygun olarak ilan etmekle gerçekleşebilir.
Bu konuda Hanefî
ulemasından îbn Melek de şöyle diyor: "Bu ilan emri ancak ilk hafta,
birisi her gün gündüzün başında diğeri sonunda olmak üzere günde iki defa
yapmakla, ikinci hafta her gün bir defa yapmakla, bundan sonra da haftada bir
defa yapmakla gerçekleşir. İmam Mâlik ile İmam Şafiî ve İmam Ahmed bu
görüştedirler." Bu mevzuda Hidâye'de şöyle denmektedir:
"On dirhemden
daha az bir değere sahip olan bir mal günlerce ilan edilir. On dirhem veya daha
fazlası için ise, bir yıl ilan edilir. Üçüncü bir görüşe göre ilan müddetinin
takdiri yitik malı bulan kimseye aittir."[37]
1. Yitik
deveyi sahibi bulununcaya kadar onu serbest bırakmak gerekir. Malık, Evzaı ve
Şanının kavli böyledir. Hanefîlere göre yitik deveyi almak mekruhtur. Yani
sahi-Ibini bulmaya çalışmak ve ilan etmek üzere bunu barındırmak mekruhtur.
el-Leys b. Sa'd ise,
yitik deveyi köylerde ve meskûn sahalarda bulan iyi niyetli kimse alır, fakat
sahrada bulursa alamaz, demiştir. Mâlik ve Şafiî'den birer rivayet de böyledir.
Hanefi'lerden de bu kavi rivayet olunmuştur.
Şafiî âlimleri: Yitik
deve köy ve şehirden uzak yerlerde görülürse muhafaza edilmek üzere hakim veya
başkası onu alabilir. Fakat mülkiyetine geçirmek niyetiyle alıp götürmek
haramdır. Şayet yitik deve köyde bulunur ise, usûlü dâiresinde ilân etmek ve
buna rağmen sahibi çıkmadığı takdirde mülkiyetine geçirmek niyetiyle bunu
almak caizdir. En sahih kavil budur, demişlerdir.
Yitik Sığırın Hükmü:
Tâvûs, Evzâî,
Hanefîler ve İmam Mâlik'in bazı arkadaşları "yitik sığır, yitik deve
gibidir" demişlerdir. İmam Mâlik ve Şafiî ise, "yitik sığır tehlikeli
bir yerde ise, yitik koyun hükmündedir. Aksi halde yitik deve hükmündedir"
demişlerdir. Başka görüşler de vardır.
2. Yitik
koyun ve keçiyi gereği yapılmak üzere almak caizdir. Cumhur ve Hanefiler bu
hadisi delil göstererek böyle hükmetmişlerdir.
Tekmile yazarı bu konu
hakkında özetle şöyle der:
"el-Leys b.
Sa'd'in kavline ve bir rivayetinde Ahmed'in kavline göre yitik koyun ve keçiyi
ancak devlet yetkilisi alabilir, kişiler alamaz." Bu hadis bu görüşü
reddeder.
Bazı âlimler: Yitik
koyun ve keçiyi meskûn sahada almak caiz değildir. Fakat çölde, dağda ve
benzeri yerde almak caizdir, demişler ise de bu hadis bu görüşü de reddeder. Çünkü
Resûl-i Ekrem (aleyhisselatü vesselam) böyle bir ayırım yapmaksızın alınmasını
emretmiştir. Eğer meskûn saha ile çöl ve dağ arasında bir fark bulmuş olsaydı,
Resul-i Ekrem (s.a.) bu durumu soru sahibine soracaktı veya olan farklılığı
belirtecekti. Kurt meskûn sahalarda bulunmaz ancak çölde, dağda ve benzeri
yerlerde bulunur denemez. Çünkü koyun ve keçinin bu gibi yerlerde kurta yem
olması köy ve şehirlerde kurttan başkasına yem olmamasını gerektirmez. Yani bu
yerlerde çalınma gibi tehlikeler de mevcuttur. Diğer taraftan sahibi meçhul
yitik mal çölde olsun köy ve şehirlerde olsun lukata hükmüne tâbidir.
Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in, "Çünkü o ya senindir ya senin kardeşinindir, ya da
kurdundur." buyruğunun zahirine göre, yitik koyun ve keçiyi bulan kimse
ondan yararlanabilir. îbn Kudâme bu konu hakkında özetle şöyle der:
Yitik koyun ve keçiyi
bulup alan kimsenin, dilerse, (evsafını ve alametlerini tesbit ettikten sonra)
hemen yemesinin cevazı üzerinde âlimler icma etmişlerdir. Bu hükmün dayanağı
ise, Resûl-i Ekrem (s.a.)'in; "O ya senindir, ya kardeşinindir veya
kurdundur" mealindeki buyruğudur. Çünkü bu buyrukta hayvancağız bulana ait
kılınmış ve bulan kimse ile kurt eşit kılınmıştır. Sonra hayvan sahibi için en
kârlı iş budur. Çünkü hayvancağız hefrıen boğazlanıp yenmezse bakım ve
beslenmesi sorunu doğar. Hayvanın uzun süre elde tutulup bakım ve yem masrafı
bazen değeri kadar bir meblağ tutar. İleride sahibi çıktığı zaman, icabında
hayvının değeri kadar masraf ödeme durumunda kalabilir. Fakat bunun alâmet ve
evsâfı tesbit edilip kıymeti de takdir edildikten sonra hemen yenilmesi ve
pahasının teslim edilmek üzere muhafaza edilmesi en kârlı yoldur, demiştir.
Yitik koyun ve keçiyi
(evsafı belirlenip değeri takdir edildikten sonra) hemen yemenin câizliği
hususunda bu hayvancağızı çölde, dağda ve benzeri yerlerde bulmak ile şehirde
bulmak arasında bir fark yoktur. Fakat Ebû Ubeyd, Şâfüler ve İbnu'l-Münzir,
bunu şehirde bulan kimse satabileceği için yiyemez. Satıp da değerini muhafaza
etmesi gerekir. Fakat çölde bulan kimse satma imkânına sahip olmadığı için
yiyebilir demişlerdir. Cumhurun görüşü ilk görüştür. Cumhurun delili hadiste
bir kayıtlanmanın olmayışıdır. Ayrıca sahrada yenilmesi helâl olan bir şeyi
şehirde yemek de helâldir.
İbn Kudâme sözlerine
devamla şöyle der: "Yitik koyun ve keçiyi bulan kimse yukarda anlatıldığı
şekilde dilerse bunu kesip yiyebildiği gibi dilerse bunu kendi malından besler,
karşılıksız olarak bakar ve mülkiyetine geçirmez. Sahibi çıkınca ona teslim
eder. Bulan kişi şayet ilerde hayvan sahibinden tahsil etmek üzere hayvanın
bakım ve yem masrafını tesbit edip bu durumu şâhidlerle tevsik eder ve sonra
hayvan sahibi bulunursa, anılan masraflar hayvan sahibinden tahsil edilebilir
mi? Bu hususta iki rivayet vardır: Bir rivayete göre anılan masraf tahsil
edilebilir. Diğer rivayete göre tahsil edilemez. İkinci görüş Şâ'bî ve
Şafiî'nin kavlidir. Bunun gerekçesi de şudur: Hayvanın bakım ve yemi hergün
tekrarlanır. Bazan hayvanın değeri kadar masraf olabilir. Bu itibarla yitik
hayvancağızı bulan kişinin bunu derhal satıp bedelini muhafaza etmesi veya
bedelini takdir ve tesbit ettikten sonra boğazlayıp yemesi ve bedelini
saklaması hayvan sahibi için daha kârlıdır.
Yitik koyun veya
keçiyi bulan kimsenin üçüncü bir yolu, bunu satıp bedelini muhafaza etmesidir.
Satış işini bizzat yapabilir. Şafiî'nin bazı arkadaşlarına göre satış işini
ancak devlet yetkilisinin izni ile yapabilir. Cumhurun görüşüne göre devlet
yetkilisinden izin almaya gerek yoktur."
3. Lukata'yı
(yani yerde bulunan sahibi meçhul para ve diğer eşyayı) iyi niyetle almak
caizdir. Alınan mal az olsun çok olsun, bir yıl ilân edilir. Sahibi çıkmazsa,
bulana helâl olur. Bulan kişi bulduğu malın alâmetlerini ve evsafını iyice
belirlemek zorundadır.[38]
1705.
...Önceki hadisin mânâsı aynı senetle (bir de) Mâlik (b. Enes)'den rivayet
edilmiştir (ve bu rivayette onların) "su tulumu beraberindedir (bu sayede
onlar) suya gelirler, ağaçlan otlarlar" (sözünü) ekledi, (fakat önceki
hadiste) yitik koyunlar hakkında (geçen) "onu al (çünkü ya senindir, ya
din kardeşinindir, yahut da kurdundur" sözünü) rivayet etmedi.
Yitik mal hakkında da
(şunları) rivayet etti:
"Onu bir sene
ilan et, eğer sahibi gelirse (teslim edersin), gelmezse onu nasıl istersen
yap" (Fakat önceki hadiste geçen "onu kendin için sarfet" sözünü
rivayet etmedi.)
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi es-Sevrî ile Süleyman b. Bilâl ve Hammâd b. Seleme de Rabia 'dan aynen
Mâlik'in rivayeti gibi rivayet ettiler; "onu al (Çünkü o ya senindir... ya
din kardeşinindir, ya da kurdundur)9* sözünü rivayet etmediler.[39]
Bir önceki hadis-i
şerifin tetkikinden de anlaşılacağı gibi bir önceki hadise nisbetle Mâlik b.
Enes'in bu rivayetinde bulunan ilâve "suya gelirler, ağaçlan
otlarlar" cümlesidir. Bu cümlenin başında bulunan "Sikauha: su
tulumu" kelimesi, bu fazlalığa dahil değildir. Bu hadiste bir önceki
hadise nisbetle bazı eksiklikler de bulunmaktadır. Bunlardan birisi bir önceki
hadiste bulunan yitik koyunlar hakkındaki "onu al, çünkü ya senindir ya
din kardeşinindir, ya da kurdundur." cümlesidir.
Ayrıca Mâlik bu
rivayetinde önceki hadisten farklı olarak yitik mal konusunda "onu bir
sene ilan et, eğer sahibi gelirse (verirsin) gelmezse nasıl istersen öyle
yap," sözlerini rivayet etmiş, buna karşılık bir öncçki hadiste yer alan
"onu kendin için sarfet," anlamına gelen "istenfik" sözünü
rivayet etmemiştir.
Gerçekten de Musannif
Ebû Davud'un dediği gibi imam Mâlik'in rivayet ettiği bu hadisi muttasıl
olarak Buhârî ile Müslim ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.[40]
Süleyman b. Bilârin
rivâyetindeki hadisi de yine Buhârî ile Müslim ve Beyhakî rivayet etmişlerdir.[41]
Fakat Süleyman b. Bilârin rivayet ettiği bu hadisin Buhârî'deki metinlerinin
birinde, "Onu al, Çünkü o ya senindir..." cümlesi de bulunmaktadır.[42]
Musannifin ta'likde
rivayet ettiği İmam Mâlik'in bu rivayetini destekleyenlerden biri de Hammâd b.
Seleme'nin rivayet etiği ve musannifin da Sünen'ine aldığı ileride gelecek olan
1708 numaralı hadistir.
Mevzumuzu teşkil eden
bu hadis-i şerif yitik malı bulan bir kimsenin yeterince ve usûlüne göre ilan
ettikten sonra ona sahip olabileceğine delâlet etmektedir. Biz fıkıh
âlimlerinin bu konudaki görüşlerini 1701 numaralı hadisin şerhinde açıklamış
bulunmaktayız.[43]
1706.
...Zeyd b. Hâlid el-Cühenî'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.)'e
buluntu mal(ın nasıl bir muameleye tabi tutulacağı) sorulmuş, o (s.a.)'da şöyle
cevap vermiş:
"Onu bir sene
ilân et. Eğer arayıcısı gelirse, ona ver. Eğer gelmezse, onun kabını ve ağız
bağını tesbit et, onu malına kat. Eğer (onu harcadıktan sonra bir gün onun)
arayıcısı çıkıp gelecek olursa, onu(n değerini) kendisine veriver."[44]
Hadis-i şerif, yitik
mal bulan kimseye bir süre sonra bir kimsenin gelip de malın vasıflarını
sayarak onun kendisine ait olduğunu iddia etmesi hâlinde bu malı teslim
etmek gerektiğine delâlet etmektedir.
İmam Mâlik ile İmam
Ahmed'e göre, malı arayan kimsenin malm vasıflarım sayıp dökmesi hâlinde,
gerçekten ona ait olduğuna dair malı bulanın kalbinde bir kanaat hâsıl olursa,
malı ona teslim etmesi farzdır.
Hanefî ulemâsı, îmam
Şafiî ve cumhuru ulemâya göre ise, hadiste geçen "kendisine ver" emri
"nedb," ifâde ettiğinden malı bulan kimsenin, malın kendisine ait
olduğunu söyleyerek vasıflarım sayıp döken kimseye teslim etmesi farz değil,
mendubtur. Ancak malın kendine ait olduğunu iddia eden kimse bu iddiasını
delille isbatlayacak olursa, o zaman, bu malı ona teslim etmek farz olur.
Bu durum malın
harcanmasından sonra bile sâhabinin çıkması hâlinde, en azından malın
bedelinin ona ödenmesi gerektiğini yitik malın, onu bulanın elinde bir emânet
olduğuna/ ve sahibinin belirlenmesi halinde ona teslim edilmesi icabettiğini
gösterir.
Bu mevzuda Hattâbî
şöyle demiştir:
"Sonra ondan
yararlan" ifadesi, yitik bir mal bulan kimsenin usûlüne göre ve yeterince
onu ilan ettikten sonra, sahibinin çıkmaması halinde, sahibi çıkınca kendisine
bedelini ödemek şartıyla, onu harcayabileceğine, bunda hiçbir kerahet
olmadığına delâlet etmektedir. Her ne kadar İmam Mâlik; "O, ya senindir,
ya da kurdundur" mealindeki 1704 numaralı hadis-i şerife dayanarak
"çölde bir koyun bulup da yiyen kimse sonradan sahibinin çıkması halinde
o koyunun bedelini ödemekle mükellef değildir" demişse de bu hadiste
geçen '*eğer arayıcısı çıkıp gelirse onu(n değerini) kendisine veriver"
cümlesi aleyhine bir delildir.
Bu cümleye dayanarak
İmam Şafiî de "ister şehirde ister şehir dışında bulmuş olsun, bulduğu
bir koyunu yiyen kimse sahibinin çıkması halinde onu ödemekle yükümlüdür,"
demiştir ki Hafız İbn Hacer'in dediği gibi, Hz. Peygamber'in ona yeme izni
vermeden önce sahibinin gelmesi halinde ona teslim etmeyi emretmesi İmam
Şafiî'nin bu görüşünü kuvvetlendirmektedir.[45]
1707.
...Zeyd b. Hâlid el-Cühenî'den rivayet edilmiştir. Dedi ki:
Resûlullah (s.a.)'a
lukata(mn nasıl bir muameleye tabi tutulacağı) soruldu da...
Bundan sonra (1704
no'lu) Rabia hadisinin bir benzerini rivayet etti.
(Abdullah b. Yezîd bu hadisi)
şöyle rivayet etti: (Hz. Peygambere) buluntu mal(ın nasıl bir işleme tabi
tutulacağı) soruldu da o (s.a.), şöyle cevap verdi:
"Onu bir sene Han
edersin, eğer sahibi gelirse onu kendisine teslim edersin. Gelmezse, ağız bağım
ve çıkınını belirlersin sonra onu kendi malına katarsın. Eğer bir süre sonra
sahibi gelecek olursa bunu ona veriverirsin."[46]
Hadis-i şerîf yitik
malı bulan kimsenin bir sene ilan ettikten sonra sahibi çıkmasa bile yine ona
kayıtsız şartsız sahib olamayacağına, bir başka ifadeyle, sahibi ne zaman
ortaya çıkarsa çıksın, onu isteme hakkına sahip olduğuna delâlet etmektedir.
Nitekim bir önceki hadisin şerhinde açıkladık.
Yine bu hadisin
zahiri, yitik malı bulan bir kimsenin, o malın kendisine ait olduğunu iddia
eden kimseye hiç bir delil istemeden teslim etmesi gerektiğini ifâde
etmektedir.
Ancak 1703 ve 1706
numaralı hadisler, bu hadis-i şerifi kayıtladığından bu hadisi sözü geçen
hadislerle birlikte ele almak icabeder. Bu bakımdan bulunan bir malın sahibine
hangi şartlarla teslim edilebileceği hususu için anılan hadislerin şerhlerine
müracaat edilmelidir.[47]
1708.
...(Bir önceki hadisin) manası (bir de 1704 numaralı) Kuteybe (b. Abdurrahman)
hadisinin senediyle yani Rabia b. Ebî Abdurrahman yoluyla (rivayet edilmiştir.
Şu farkla ki Hammâd b. Seleme) bu rivayete şu cümleyi de eklemiştir:
"Eğer arayıcısı
gelir de (malın) çıkınını ve miktarını bilirse, onu ona verîver". (Bu
hadisin) bir benzerini de yine Hammâd, Ubeydullah b. Ömer, Amr b. Şuayb, onun
babası ve dedesi yoluyla Peygamber (s.a.)'den rivayet etmiştir.[48]
Ebû Davud'un hadise
ait üç ta'liki aşağıda ayrı ayrı ele alınarak değerlendirilecektir.
Bilindiği gibi bu
hadisin benzeri daha önce 1704 numarada geçmiştir.
Ancak burada 1704
numaralı hadisten fazla olarak bir de Hammâd b. Seleme'nin ilâve ettiği
"eğer arayıcısı gelir de malın çıkınım ve miktadıfını bilirse, malı ona
veriver" anlamına gelen bir cümle bulunmaktadır.
Bu hadisin zahirine
bakarak İmam Mâlik (r.a.) buluntu bir malın vasıflarını sayarak onun kendisine
ait olduğunu iddia eden bir kimseye bu malın başka bir delil aranmadan teslim
edilmesi farz olduğunu söylemiştir.
Şâfiîlerle Hanefîler
ise yine bu hadisten, malın sahibi olduğunu iddia eden kimsenin malın vasıflarını
sayıp dökmesi neticesinde malı bulan kimsenin kalbinde malın o kimseye ait
olduğuna dair bir kanaat uyanırsa malı o kimseye teslim etmesi caiz olmakla
beraber, farz değildir. Çünkü "buradaki emir farziyyet ifâde etmez,
mendupluk ifâde eder" demişlerdir.
Hammâd b. SeJeme'nin
metinde geçen ilâvesini Müslim, Hammâd b. Seleme Yahya b. Said, Rabiatü'r-Rey,
İbn Ebi Abdirrahman, Yezid, Zeyd b. Halid el-Cüheni zinciriyle ve şu mânâya
gelen lâfızlarla rivayet etmiştir:
Bir adam Peygamber
(s.a.)'e kaybolan develerin hükmünü sormuş..." Rabia şunu ilâve etmiş:
"Bunun üzerine kızdı. Hatta yanakları da kızardı" ve hadisi
yukandakilerin hadisi gibi rivayet etmiş şunu da ilave etmiş: "Şayet
sahibi gelir de muhafazasını, sayısını ve bağını bilirse, onu kendisine veriver!
Aksi takdirde o senindir."[49]
(a) Ebû
Dâvûd dedi ki: Hammâd b. Seleme'nin, Seleme b. Kü-heyl, Yahya b. Said,
ubteydullah b. Ömer ve Rabia'nın "Eğer sahibi gelir (yitik malın) çıkınını
ve (çıkının) ağız bağım bilecek olursa, o malı ona teslim ediver" (şeklindeki)
hadisine yaptığı şu "çıkını ve (çıkının) ağız bağını bilirse"
(sözlerinden oluşan) ilâve (bu hadisin diğer yollardan gelen rivayetlerine)
tercih edilebilecek nitelikte değildir.[50]
Her ne kadar musannif,
Hammâd b. Seleme'nin bu ilâvesinin diğer rivayetlerden daha sağlam olmadığını
söylemişse de aslında bu ilâveyi Müslim de Sahih'inde rivayet etmiş[51] ve
İbn Hacer de Musannif Ebû Davud'un bu tespitinin isabetsiz olduğunu söylemiştir.[52]
Nitekim 1703 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık. Ayrıca İbn Hazm da
Musannifin bu kanaatinin doğru olmadığını ifade etmiştir.[53]
(b) (Ebû
Dâvûd dedi ki:) Ukbe b. Süveyd'in babası vasıtasıyla Peygamber (s.a.)'den
(rivayet ettiği) hadiste de (Zeyd b. Hâlid el-CühenVnin rivayet ettiği 1706
no'lu hadiste) olduğu gibi (Hz. Peygamber'in kendisine yitik malın nasıl bir
işleme tabi tutulacağını soran bir kimseye):
"Onu bir sene
ilan et!" buyurdu(ğu ifade edilmektedir.)[54]
Her ne kadar musannif,
Hamnıâd ibn Seleme'nin bu ta'lîki buluntu bir malın bir sene ilan edilmesi
gerektiğini ifâde eden 1706 numaralı hadîsi takviye için getirmişse de aslında
Ebû Davud'un bu ta'lîkini Taberâni ile Beğavi, Elhumeydî ve ibn Seken şu
senedle zinciriyle Hz. Peygambere ulaştırmışlardır. "Muhammed ibn
Ma'n-elğıfârî, Rabîa, Ukbe ibn Süveyd ve babası Süveyd. Söz konusu ta'lîk şu
manaya gelen lafızlardan ibarettir. "Resûlullah (s.a.)'e lükatayı sordum
da:
"Onu bir sene
ilan et, sonra onun kabım muhafaza et", buyurdu.[55]
(c) (Ebû Dâvûd
dedi ki) Ömer b. ei-Hattâb'ın Peygamber (s.a.)'den rivayet ettiği hadiste de
(Zeyd b. Halid el-CühenVnin rivayet ettiği 1706. hadiste) olduğu gibi (Hz.
Peygamber'in, kendisine yitik malın nasıl bir işleme tâbi tutulacağını soran
bir kimseye):
"Onu bir sene
ilân et." buyurdu(ğu ifâde edilmektedir.)[56]
Bu ta'lîki de Tahâvi
ile Beyhakî, Amr ibn Şuayb'dan O'da Süfyân ibn Abdillâh'ın oğullan Amr ile
Asım'dan, O'nlar da babaları Süfyân ibn Abdillah'dan O'da Hz. Ömer'den O'da Hz.
Peygamberden rivayet etmiştir.[57]
1709.
...İyaz b. Hımâr'dan; demiştir ki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
"Kim bir yitik
mal bulursa bir veya iki adaletli kimseyi (bu malı emânetine aldığına dâir)
şâhid tutsun, gizlemesin ve kaybetmesin. Eğer sahibi çıkarsa ona versin, eğer
çıkmazsa, o zaman o aziz ve celîl olan Allah'ındır, onu istediğine verir.[58]
Tutulacak âdil şâhid
sayısının bir veya iki olduğuna dair tereddüt râviye aittir. Ahmed ve
Tahâvî'nin rivayetlerinde bu tereddüd durumu yoktur. Oralardaki rivayette iki
âdil şâhid'in tutulması emredilmiştir. Lukataya ait tutulacak şâhidlerin hangi
hususlar için tutulacağı hakkında birkaç görüş vardır:
a. Kişi
sadece bir lukata bulduğuna dair şâhidler tutacak fakat bulduğu malın evsafını
açıklamayacaktır ki, herhangi bir yalancı kimse haksız yere bu mala sahip
çıkmasın.
b. Kişi
bulduğu malın evsafım tesbit etmek için şâhidler tutacak ve bütün vasıfları
şâhidlere anlatacak ki günün birinde ölürse vârisleri o malda tasarruf
etmesinden dolayı kendisinin malı olduğunu sanmasınlar. Şafilerin bir kısmına
göre kişi bulduğu malın bazı vasıflarnı şahidlendirecek ve bazı evsafım gizli
tutacaktır. Nevevî "en sıhhatli görüş budur" der.[59]
1. Lukata yani
yitik mal bulan kimse bunu alınca durumu şahıdlerle tespit etmelidir. Şahit
tutmaya ait hadisteki emrin hükmü hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle
ki:
a.
Hanefîlere göre kişinin bulduğu malın onun yanında emânet sayılıp kusur ve
ihmali olmadıkça zayiinden ve helak olmasından sorumlu tutulmaması için şahid
tutmuş olması şarttır. Eğer şâhid tutmamış ise, mal onun yanında helak veya
zayi olursa, kusur ve ihmali olsun veya olmasın, mal sahibi ortaya çıktığında
ödettirir. Kişi yitik malı sahibine teslim etmek
üzere iyi niyetle
aldığını, fakat şâhid tutmadığını söyler ve mal sahibi de onu doğrularsa, bu
takdirde kişi o maiın helak veya zayiinden sorumlu değildir. Şu halde bir adam
yitik bir mal bulup yerden alıp da durumu şâhidlendirmez ve sonra henüz sahibi
bulunmamış iken adamın kusuru olmaksızın mal helak veya zayi olur, sonra sahibi
çıkar ve adam durumu anlatır mal sahibi de adamın iyi niyetle malı götürdüğünü
doğrularsa, adama malın değerini ödettiremez. Şayet mal sahibi adamı
yalanlarsa, Ebû Hanî-fe'ye göre malı tazmîn ettirir. Ebû Yûsuf ile Muhammed'e
göre adam bulduğu malı sahibine iade etmek niyetiyle aldığına yemin ederse
ödetme durumu kalmaz.
b. Şafiî'ye
göre kişinin yitik mal bulduğunu şahidlendirmesi vâcibtir. Şafiî, hadisin
zahirini esas almıştır. Bir de şu durum vardır: Adam şahid tutmayınca,
görünüşte adam malı kendi nefsi için almış gibi olur.
c. Mâlik,
Ahmed ve meşhur kavlinde Şafiî, "ŞahuJ tutmak müstehabdır. Hadisteki emir
müstehablık içindir. Çünkü sahih hadislerde yitik mala şahid tutma emri
yoktur. Bu hadislere bakılınca burdaki emrin, müstehablık için olduğu kanaati
hâsıl olur" demişlerdir.
Hattâbi, bu hadisin
şâhid tutma emri, eğitim ve irşâd anlamı taşır. Şahid tutma hakkında
ikilhikmetlvardır: Birisi şudur: Şahid tutulmadığı takdirde nefis ve şeytan,
yitik malı götüren adamın kalbine vesvese sokabilir. Adam malı götürürken iyi
niyetle götürmüş olmasına rağmen,sonra nefis ve şeytan yitik malı götüren adamı
iğfal edebilir ve hiyânete sürükleyebilir. Adam şahid tutmuş ise, böyle bir
tehlike endişesi kalmaz. İkinci hikmet de şudur: Adam aniden ölebilir.
Mirasçıları da bunu onun öz malından sayarak bölüşebilirler. Şâhid tutulmuş
ise, böyle bir tehlikeye yer kalmamış olur.
2.
(Zeydîlerin bir kolu olan) Hâdeviler hadisin "mal sahibi gelmezse artık o,
Allah'ın malıdır" cümlesini delil göstererek bir yıl süre ile usûlüne
uygun olarak ilân edilmesine rağmen sahibi çıkmayan yitik mal bunu bulan
kimsenin fakir olması kaydı ile mülkiyetine geçer. Bulan kimse fakir değilse
yitik mal onun mülkiyetine geçmez. Çünkü Allah'ın malım ancak sadakaya muhtaç
kimseler alabilir, demişlerdir.[60]
Nitekim 1701 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.[61]
1710.
...Abdullah b. Amr b. el-As'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.)'a
ağaçta bulunan meyveden (alıp yemenin hükmü) sorulmuş da:
"Her kim onu
ihtiyacından dolayı ağzıyla alıp yer de eteğini doldurmazsa, (bundan dolayı)
ona bir ceza lâzım gelmez. Ondan bir şey koparır (da başka yere taşır)sa, onun
değerinin iki mislini ödemek onun üzerine borç olmakla beraber (tazir) cezasına
da çarptırılır.
Kim de meyveyi meyve
kurutulan yere konduktan sonra çalar da (çalınan bu meyvenin) değeri, bir
kalkan değeri olursa, ona (el) kesme (cezası) lâzım gelir," buyurmuş ve
(Abdullah b. Amr, rivayetine devam ederek) başkalarının rivayet ettiği şekilde
yitik deve ve koyun hakkında rivayette bulunmuş (bu rivayetinde) şöyle demiş.
(Hz. Peygambere) yitik maldan soruldu da şöyle cevap verdi:
"İşlek bir yolda
ya da ma'mür olan bir köyde bulduğun bir malı bir sene ilan et. Eğer (bu süre
içerisinde) sahibi gelirse ona ver, eğer gelmezse senindir. Harab olan bir
yerde bulunan bir malda ve rikâzda beşte bir (Vergi) vardır. (Gerisi bulana kalır)[62]
Hadis-i şerif, fakr-u
zaruret içerisinde bulunan bir kimsenin başkasına ait bir ağacın meyvelerini
ağacın başında eteğine doldurmaksızın alıp yiyecek olursa, sahibinin rızası
olmadığı takdirde ona sadece yediği meyvelerin kıymetini ödemek düşer.
İslâm'ın ilk yıllarında bu kimse yediği meyvelerin bedelini ödemekten de
muaftı. Fakat sonradan bu uygulama yürürlükten kaldırıldı. Meyvelerin bedelini
ödemek mecburiyeti getirildi. Eğer bir kimse ağacın meyvelerini koparıp da
başka bir yere götürecek olursa, zaruret icabı götürmüş bile olsa, ona tazir
cezasıyla birlikte götürdüğü o meyvelerin değerinin iki mislini ödeme cezası
verilir. Fakat meyveler hırz (muhafaza) altında olmadığı için hırsızlık cezası
verilmez.
Eğer bu meyveler
sahibleri tarafından ağaç üzerinden sergiliğe indirildikten sonra alınmışsa ve
alınan bu meyvelerin değeri hırsızlık cezası için aranan dörtte bir dinar veya
on dirheme ulaşmışsa, o zaman alan kimse hırsızlık cezasına çarptırılır. Çünkü
sergilik âdeten mal için emniyetli bir yer sayılır. Bilindiği gibi böyle
emniyetli bir yerden alınan mal çalınmış sayılır ve bu işi yapan kimse
hırsızlık cezasına çarptırılır.
İşlek bir yol üzerinde
ya da mamur ve meskûn bir yerleşim bölgesinde bulunan yitik malların hükmü,
diğer yitik malların hükmüne tabî olmakla beraber harabe bir yerleşim
bölgesinde bulunan yitik mallar ve rikâz, vergiye tabidirler. Beşte biri vergi
olarak devlete verilir, kalanı ise bulan kimsenin mülkü olur. Bilindiği gibi
rikâz, define (gömü) demektir.
Fıkıh kitaplarında
açıklandığı üzere rikâz (kenz, define) üç türlüdür:
1. Kenz-i İslâmî: Üzerinde îslâmî işaretler bulunan para, kıymetli eşya vs.
gömüleridir. Bunlar Lukata hümündedir. Bunları bulanlar fakir iseler
kendilerine, değil iseler fakirlere sarf veya İslâm idaresine teslim ederler.
2. Kenz-i Câhili: Üzerinde kâfirlerin işaretleri bulunan para vs.'dir. Bunların beşte
biri İslâm idaresine zekât olarak verilir. Geri kalanı toprak sahibine aittir.
3. Kenz-i Müştebih: Kime ait olduğu anlaşılamayan para eşya vs. definedir. Bunlar bir
görüşe göre kenz-i câhilî bir görüşe göre de lukata hükmündedirler.
İmam A'zam ve îmam
Muhammed'e göre deniz mahsûllerinden zekât alınmaz. İmam Ebû Yusuf'a göre ise,
denizden çıkarılan inci vs.'den beşte bir zekât alınır.[63]
1. Zaruret durumunda
olan bir kimse yanına alıp başka
bir yere goturmemek
şartıyla başkasının meyvesini
ağacının başında ihtiyacını giderecek kadar yiyebilir.
Ancak bu cevaz meyve
sahibinin o meyvenin yenmesine izin vermiş olduğuna dair bir karinenin
bulunmasına bağlıdır.[64] Aksi
takdirde kendisine yediği meyvelerin bedeli ödetilir.
2. Zaruret durumunda olmadığı halde bir
başkasının meyvesini ağacının başında yiyen kimseye o meyvenin bedelinin iki
misli ödetilir ve bir de tâzir cezasına çarptırılır. Ömer b. el-Hattâb (r.a.)
ile İmam Ahmed mevzumuzu teşkil eden hadisin zahirine sarılarak bu hükme
varmışlardır. İmam Şafiî'nin eski görüşü de budur.
Cumhhûru ulemâya göre
bu kimseden malî ceza olarak sadece meyvenin değeri alınır, iki katı alınmaz.
Hadiste geçen "iki kat" kelimesi halkı ihtiyaçsız olarak halkın
meyvelerini yemekten şiddetle sakındırmak için kullanılmıştır.
Hanefî ulemasından İbn
Melek ise, metinde geçen tâzir cezasının sırf halkı vazgeçirmek için
kullanılmış olabileceğini ya da İslâm'ın ilk yıllarında olup sonradan
yürürlükten kaldırılan bir uygulama ile ilgili olabileceğini ve 3569 numaralı
hadisin de buna delâlet ettiğini binaenaleyh başkasının meyvesini yiyen bir
kimseye yediği meyvenin bedelini ödemekten başka bir ceza verilemeyeceğini
söylemiştir. Hattâbî de bu görüştedir. Esasen İmâm Sindî'nin de ifâde ettiği
gibi[65]
metinde geçen "değerinin iki misli" sözü Ebû Davud'un bazı
nüshalarında bir misli olarak geçmektedir ki bu daha iyi ve îslâmın ruhuna daha
uygundur.
3. Muhafaza
(hırz) altına alınmış olan ve miktarı hırsızlık cezası için şart olan dörtte
bir dinara ya da on dirheme ulaşan bir malı çalıp giden bir kimse hırsızlık
cezasına çarptırılır (eli kesilir.)
4. Mamur ve
meskûn yerleşim birimlerinde bulunan yitik mallar, diğer yitik mallar gibi
usûlüne göre bir sene ilân edilir. Meskûn olmadığı için harab olan yerleşim
birimlerinde bulunan yitik mallar ise, vergiye tâbidir. Beşte biri İslâm
devletine verilir, gerisi bulana kalır.
5. Ele geçen
yitik koyunlar buluntu mal hükmündedir. Deve ise buluntu mal hükmünde
olmadığından sahipsiz bir deveyi bulan kimse onu almaya kalkmamalıdır. Nitekim
1704 numaralı hadisin şerhinde açıkladık.[66]
1711. ...Şu
(önceki) hadisi (yine) Amr b. Şuayb (önceki) senediyle rivayet etti. (Bu
rivayete göre Abdullah b. (Amr ya da Velid b. Kesir) yitik koyun hakkında şöyle
demiştir: (Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem kendisine yitik koyun
hakkında soru soran kimseye):
"Onu al (yanında)
iyi muhafaza et" buyurmuştur.[67]
Musannifin bu hadis-i
şerifi burada nakletmekten maksadı, Velid b. Kesir'in rivayeti olan bu hadisle,
îbn Ac-lân'ın rivayet ettiği önceki hadis arasındaki farka işarettir. Bu iki
hadis karşılaştırıldığı zaman görülür ki, bu hadis-i şerifte, Hz. Peygamber'in yitik
bir koyun bulan kimsenin sahibine vermek üzere onu yanına emaneten alıp
muhafaza etmesini emrettiği açıkça ifade edildiği halde, önceki hadis-i şerifte
Hz. Peygamber'in bu hususta ne buyurduğuna dâir açık bir ifâde yoktur. Hz.
Peygamber'in bu hususta ne buyurduğu başka rivayetlere havale edilmektedir.
Bu hadisle ilgili
açıklama 1704 numaralı hadisin şerhinde geçtiğinden burada tekrara lüzum
görmüyoruz.[68]
1712. ...Şu
(1710 numaralı) hadisi Amr b. Şuayb aynı senedle (üçüncü defa olmak üzere bir
defa daha) rivayet etti. (Bu rivayete göre Resülullah sallallahu aleyhi
vesellem) yitik koyun hakkında sadece:
"O ya senindir,
ya (din) kardeşinindir, ya da kurdundur. Öyleyse onu al." buyurmuştur.
Aynı şekilde Eyyûb (es-Sahtiyânî)
ile Yakub b. Ata, Amr b. Şuayb kanalıyla Peygamber (s.a.)'den (sözü geçen
hadisi rivayet etmişler ve) bu rivayetlerinde (Hz. Peygamberin sadece);
"Onu (sahibine vermek üzere yanına) al." buyurduğunu
nakletmişlerdir.[69]
Bu hadisin sonuna
musannifin ilâve ettiği Eyyûb es-Sahtiyânî ile Yakub b. Ata b. Ebû Rebâh'a ait
taliklerin senedini Hz. Peygamber'e kadar ulaştıran bir kimse bilinmiyor.
Esasen Eyyûb es-Sahtiyanı ile Yakub râvi olarak sağlam değil, zayıftırlar,
1711 no'lu hadisle
1712 no'lu hadisten çıkan netice şudur: Hz. Peygamberin yitik koyun hakkında
yaptığı açıklama "Onu (yanına) al" sözünden ibarettir. Fazla
değildir. Fakat 1704 numaralı muttasıl ve merfu hadis, Hz. Peygamber'in yitik
koyun hakkındaki açıklamasının sadece bu sözden ibaret olmadığını
göstermektedir. Hz. Peygamber'in bu konudaki açıklamaları için sözü geçen
hadisin tercüme ve şerhine müracaat edilebilir.[70]
1713. ...Şu
(1710 numaralı) hadisi Amr b. Şuayb, babası Şuayb ve dedesi Abdullah b. Amr b.
el-As yoluyla Peygamber (s.a.)'den bir de (Muhammed) îbn İshak rivayet
etmiştir: (Bu rivayete göre Hz. Peygamber) yitik koyun hakkında şöyle
buyurmuştur: "Onu al, arayıcısı gelinceye kadar (yanında muhafaza
et)"[71]
Musannif, Ebû Davud'un
bu rivayeti kayd etmekten maksadı bununla 1710,
1711, 1712 numaralı rivayetler
ara-
sındaki farkı
göstermektir.
Sözü geçen
rivayetlerin gözden geçirilmesiyle de anlaşılacağı gibi o rivayetlerde Hz.
Peygamberdin yitik koyun hakkında sadece "onu al" buyurduğu ifâde
edilirken, bu rivayette "Onu al arayıcısı gelinceye kadar (muhafaza
et)" buyurduğu ifade edilmektedir. Bu hadisle ilgili fıkhî hükümler 1710
numaralı hadisin şerhinde geçmiştir.[72]
1714. ...Ebû
Saîd (el-Hudrî)'den (rivayet edildiğine göre) Ali b. Ebî Tâlib bir dinar bulup
Hz. Fatıma'ya getirmiş, (Hz. Fatıma da) Onu (harcamanın haram olup
olmayacağını) Resûlullah (s.a.)'a sormuş (Peygamber (s.a.):
"Allah'ın
rızkıdır" buyurmuş. Sonra ondan Resûlullah (s.a.) de yemiş, Hz. Ali ile
Fatıma da yemiş. Sonra Hz. Ali'ye, onu arayan bir kadın çıkmış gelmiş. Bunun
üzerine Peygamber (s.a.):
"Ey AH, dinarı
(ona geri) ver" buyurmuş, (Hz. Ali de geri vermiştir).[73]
Hafız Zeylâî'nin
açıklamasına göre Hafız Münzirî mevzumıızu teşkil eden bu hadisi açıklarken
şöyle demiştir: "Bu hadis-i şerifte izahı müşkil olan taraf Hz. Ali'nin
bulmuş olduğu bir dinarı hiç ilan etmeden harcamış olmasıdır. Halbuki sıhhat
bakımından daha üstün ve sayı bakımından daha çok olan birçok hadis-i şerif,
bulunan bir yitik malı usûlüne göre ve yeterince açıklamadan harcamanın caiz
olmadığını ifâde etmektedir. Kanaatimce bu meselenin izah tarzı şudur:
Aslında bulunan yitik
bir malın ilanı için kalıplaşmış belli bir ifâde yoktur. Bu nedenle Hz.
Ali'nin, bulmuş olduğu bu malı Hz. Peygamber'-in etrafında kalabalık bir cemaat
bulunduğu bir sırada Hz. Peygamber'e haber vermiş olması bir ilan sayılmış,
orada malın sahibi çıkmayınca artık o malı yemek ona helâl olmuştur. Bu durum
buluntu malın bir defa ilan edilmesinin yeterli olduğuna dair olan görüşleri
kuvvetlendirmektedir".
Hafız Zeylâî sözlerine
şöyle devam etmiştir: "Her ne kadar Hafız Münzirî böyle demişse de bana göre
mesele hiç te böyle değildir. Binaenaleyh Hafız Münzirî'nin zannettiği gibi
buluntu malı bir defa ilân etmek yeterli değildir. Nitekim Abdurrezzak'm
Musannef inde Hz. Ali'nin söz konusu dinarı üç gün ilan ettiği rivayet
edilmektedir.[74]
Hadis-i şerif yitik
bir malı bulan kimsenin onu yeterince ilân ettikten sonra yiyebileceğine ve bu
hususta malı bulan kimsenin zengin olmasıyla, fakir olması arasında bir fark
bulunmadığına delâlet etmektedir. Nitekim 1701 numaralı hadis-i şerifin şerhinde
de açıkladığımız gibi bu konuda İmam Şafiî ile İmam Ah-med ve daha başkalarının
görüşleri de böyledir.
Sözü geçen fıkıh
imamlarına göre Hz. Peygamber'in Hz. Ali'ye söz konusu buluntu malı sadaka
olarak bağışladığı da düşünülemez. Çünkü Hz. Ali ile Hz. Fatıma Hâşim
oğullarından olduklarından onların sadaka almaları caiz değildir.
Hanefî ulemâsına göre
ise, devletin izni olmadan zengin bir kimse bulduğu yitik malı harcayamaz. Onu
yeteri kadar ilan ettikten sonra sadaka olarak fakirlere dağıtır.[75]
Hanefî ulemâsı
mevzumuzu teşkil eden hadisin zahiriyle amel etmeyi terk etmelerinin sebebini
şöyle açıklamışlardır:
1. Bu
hadis'in bütün senedleri tenkid edilmiştir.
2. Hz.
Peygamber bu dinarı Hz. Ali ve Fâtıma'ya zaruret içerisinde oldukları için
vermiş olabilir. Nitekim Beyhakî buna delâlet eden bir de olay rivayet
etmiştir.[76]
Hennâd'ın Hz. Atâ'dan
bu konuda rivayet ettiği bir hadis de şu mealdedir:
"Ali dedi ki: Bir
kaç gün ne bizde ne de Peygamber Efendimizin evinde bir yiyecek yoktu. O sırada
bir gün evden çıkarken yerde bir altın buldum. Alaymı mı almayayım mı, diye
biraz tereddüt ettikten sonra içinde bulunduğumuz halsizlik ve sıkıntıyı
düşünerek aldım. Sonra dükkancılara gidip onunla bir miktar un aldıktan sonra
Fatıma'ya yoğurup bize ekmek yapmasını söyledim. Fâtıma unu yoğurmaya başladı
fakat o kadar halsizdi ki perçemi hamur teknesinin kenarlarına değiyordu. Sonra
durumu gidip Peygamber efendimize anlattım Peygamber efendimiz bana:
"O cenab-ı
Allah'ın size göndermiş olduğu bir nzıkür"[77]
İmam Ahmed de Muhammed
b. Ka'b el-Kurazî'den Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet ediyor:
"Peygamber
Efendimizle birlikte o kadar açtık ki karnımın üstüne taş bağladığımı
hatırlıyorum. Bugün ise malımın zekâtı kırkbin dinarı bulmaktadır."[78]
1715. ...Ali
(r.a.)'dan (rivayet edildiğine göre) kendisi (bir gün) bir dinar bulup onunla
bir miktar un satın almış (fakat) hemen o anda un sahibi onu tanıyıp (kendisine
ikram için) dinarı geri vermiş. Bunun üzerine Ali (r.a.) dinarı alıp ondan iki
kıratını ayırmış ve onunla et satın almıştır.[79]
"Dinar" 4,8
gr. ağırlığında bir altındır. Ağırlığı 3/7 dirheme ve 22 6/7 kırata eşittir.
Bu hadis-i şerif bir
numara sonra gelecek olan hadisin bir bölümüdür. Orada açıklandığı üzere Hz.
Ali'nin kendisinden un satın aldığı kimse bir yahudidir. Yahudi Hz. Ali'nin
Hz. Peygamber'in damadı olduğunu bildiği için kendisini tanıyınca aldığı dinarı
geri verip unu ona karşılıksız olarak vermiştir. Hz. Ali de o paranın iki
kıratıyla bir miktar et alıp onları Fatıma'ya getirmiş, Hz. Fatıma da unu
pişirip ekmek yapmış eti de ayrıca pişirip çocuklarının önüne getirmiştir. Bu
hadisle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçmiştir.[80]
1716. ...Sehl
b. Sa'd'dan rivayet edildiğine göre Ali b. Ebî Tâlib (bir gün) Fâtıma'
(r.anha)nın yanına girmiş. Hz. Hasan ile Hüseyin ağlıyorlarmış. "Bunları
ağlatan nedir?" diye sormuş. O da:
Açlıktır, demiş. Bunun
üzerine Ali (r.a.) (dışarı) çıkmış çarşıda bir dinar bulmuş. Hemen gidip onu
Fâtıma'ya haber vermiş. Fâtıma da:
Falanca yahudiye git
(ondan) bize bir miktar un al, demiş. Bunun üzerine Hz. Ali gidip o dinarla
bir miktar un satın almış. O anda Yahudi (onu tanıyarak):
Sen kendisinin Allanın
elçisi olduğunu iddia eden kimsenin damadı değil misin demiş (Ali); "Evet"
cevabım vermiş. (Bunun üzerine Yahudi);
Sen dinarını al, un da
senin olsun, demiş. Ali hemen (unu alıp dükkandan dışarı) çıkmış ve unu
Fâtıma'ya getirmiş olayı da kendisine haber vermiş.
Hz. Fâtıma da (O'na);
Falan kasaba git (bu
paradan ayıracağın) bir dirhemle bize et satın al, gel demiş. Ali et için
harcayacağı dirhem karşılığında (elindeki) dinarı rehin vermiş ve (bu dirhemle
satın aldığı) eti Fâtıma'ya getirmiş, (Fâtıma da unu) yoğurmuş ve (içinde eti
pişirmek üzere ateş üzerine bir tencere) koymuş. (Hamuru da) ekmek yapmış ve
(yanlarına gelmesi için) babasına (haber) göndermiştir. Biraz sonra da (babası)
yanlarına gelmiş. Bunun üzerine (babasına hitaben):
Ey Allah'ın Resulü,
(durumu) sana anlatacağım. Eğer onu (bizim için) helâl görürsen onu yiyeceğiz
ve bizimle beraber sen de yiyeceksin. Onun durumu şöyle şöyledir, demiş.
(Bunları dinleyen) Peygamber (s.a.):
"Allah'ın adıyla
(onu) yeyiniz." buyurmuş ve (ve Peygamber'le birlikte orada bulunan Hz.
Ali Fâtıma ve çocukları o ekmeği) yemişler. Onlar yerlerinde (oturup dururlar)
iken bir de ne görsünler, biri "Allah aşkına ve İslâm aşkına" diyerek
dinarı arıyormuş. Resûlullah (s.a.) derhal (orada bulunan birisine) o gencin
çağırılıp getirilmesini emretmiş. Bunun üzerine genç, Peygamber (s.a.)'in huzuruna
çağırılmış. (Peygamber huzuruna gelen)bu gence (aradığı dinarın vasıflanın ve
miktarım) sormuş. (Genç de dinarın vasıflarını ve miktarını söyledikten sonra):
"Çarşıda benden düştü," demiş. Peygamber (s.a.) de:
"Ey Ali, kasaba
git, ona, Resûlullah sana "dinarı bana gönder, dirhemin de bendedir” diyor
de." buyurmuş. Bunun üzerine
(kasab) dinarı göndermiş Resûlullah (s.a.)'de dinarı o gence (geri)
vermiş.[81]
Her ne kadar bu
hadis-i şerifte Hz. Ali'nin söz konusu dinarı bulduktan sonra onu usûlüne göre
ve yeterince ilân etmeden yediği anlaşılıyorsa da aslında bu konuda gelen sahih
rivayetlerden de anlaşıldığı üzere H. Ali bu dinarı usûlüne göre ve yeterince
ilan ettikten sonra harcamıştır. Nitekim 1714 numaralı hadisin şerhinde
açıklamıştık.[82]
1. Devlet
başkanı tebaasının hâlini sürekli olarak gözetmeli onların dertleriyle
ilgilenmeli, şer ı ölçüler içerisinde onlara yaklaşarak müşkillerini çözmeye
çalışmalıdır.
2. Elden
geldiğince ehl-i beyt'ten olan kimselere hürmet ve ikramda kusur etmemek
gerekir.
3. Gayr-ı
müslimlerden hediye almak caizdir.
4. Bir şeyin
helâl olup olmadığında şüphe eden kimse onun hükmünü kendinden daha iyi bilen
bir kimseye sormalıdır.
5. Bulunan
bir yitik malın kendine ait olduğunu iddia eden bir kimsenin ortaya çıkması
halinde o malın gerçekten ona ait olup olmadığını anlamak için mutlaka o
kimseye bu malı nerede kaybettiğini sormak icâb eder.
6. borçlu
bir kimsenin borcunu başka bir kimsenin üzerine alması caizdir.
7. Bir kimse
yitik bir malı bulduktan sonra malın gerçek sahibinin çıkması hâlinde her
halükârda o malı sahibine teslim etmesi gerekir.
8. Dünya,
insan için lüzumlu olmakla beraber bizatihi önemli değildir. Eğer dünya
bizatihi kıymetli ve azîz olsa idi, Allah Peygamberinin ehl-i beytini zaman-zaman
ondan mahrum etmediği gibi onu kendi düşmanlarına da nasib etmezdi. Dünya, onu
Allah yolunda ve meşru yollarda harcamakla ve mahrumiyetine gösterilen sabırla
değer kazanır. Nitekim Allah'ın daha nice ilim ve irfan sahibi hass kullan ve
evliyası da açlık ve mahrumiyete mübtelâ olmuşlardır. Yüce Allah bu
sıkıntılarla o kullarını günahlardan arındırmış, âhirette huzuruna tertemiz
çıkmalarını sağlamıştır.
Bu mevzuda Hz. Ebu
Ümâme'den rivayet edilen bir hadis-i şerîf şu mealdedir:
"Rabbim bana
Mekke vadisini benim için altına çevireceğini söyledi. Ben de:
Hayır ya Rabb! Ben bir
gün doyup bir gün aç durmayı tercih ederim. Aç kaldığım zaman, sana yalvarır
seni zikr ederim. Doyduğum zaman da sana şükür ve hamd ederim, dedim.”[83]
Bu mevzuda gelen bir
hadis de şu mealdedir:
"Bir gün Allah
İsrafil'i, bütün yeryüzünün hazinelerini vermek, Tihâme dağlarını zümrüte,
yakuta, altın ve gümüşe çevirmek üzere Hz. Peygamber'e göndermiş ve
"İstersen seni (dünyanın bütün imkânlarına sahip) hükümdar bir Peygamber ya
da kul bir Peygamber yapayım" demesini-emretmiş. Hz. Peygamber de kul bir
Peygamber olarak kalmayı tercih etmiştir."[84]
Bazı eserlerde
açıklandığı üzere insanın başına gelen musîbetler ve dünyevî sıkıntılar üç
çeşittir:
1. Sırf
işlenen bir günâhın cezası olarak gelen musibet karşılığında herhangi bir sevap
yoktur.
2.
Karşılığında bir sevab olmamakla beraber herhangi bir günahın cezası olarak da
gelmeyen fakat sadece kişiyi işlediği günahdan arındırmak için gelen musibet.
3. Sırf
sevab ve dereceyi yükseltmek için gelen musibet.Bunlardan birincisinin alameti,
musibete uğrayan kişinin ona sabretmeyip halka şikâyet etmesidir.
İkincinin alâmeti bu
belâya sabredip halka şikâyette bulunmamak ve kendini tâata vermektir.
Üçüncüsünün alâmeti
ise, gelen belâya sabredildiği gibi aynı zamanda onu rıza ve şükürle
karşılamaktır.[85]
1717.
...Câbir, b. Abdillah'dan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) bize
(fakir olan) kişinin bulduğu baston, ip, kamçı ve benzeri (kıymetsiz) şeylerden
yararlanmasına izin verdi.[86]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi bir de en-Numan b. Abdisselâm, el-Mugîre Ebi Seleme'den, senedi (olan
ez-Zübeyr el-Mekkî yolu) ile rivayet etti.
(Ayrıca) Şebâbe de
Muğîre b. Müslim, Ebû'z Zübeyr yoluyla Câbir'den "Ashâb böyle idiler"
dedi ve bu hadisi Şebâbe'ye rivayet eden Şeyhlerin hiçbirisi rivayetlerinde)
Peygamber (s.a.)'i anmadılar. (Yani hadisi mevkuf olarak rivayet ettiler.)[87]
Mevzumuzu teşkil eden
bu hadisin zahiri ip, kamçı ve baston gibi kıymetsiz bir malı bulan kimsenin,
fakir olmasa bile ondan yararlanabileceğine delâlet etmektedir.
Gerçekten de bu gibi
değersiz şeyleri sahipleri genellikle aramaz.
Fakat Ya'lâ b.
Mürre'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.)'in şöyle
buyurduğu ifade edilmektedir: "Her kim ip, dirhem, gibi kıymetsiz bir
yitik mal bulacak olursa onu üç gün ilan etsin. Eğer bulduğu yitik mal
bunlardan daha kıymetli ise, onu altı gün ilân etsin."[88]
İbn Reslân'a göre
"bu konuda amel edilmesi gereken hadis budur. Çünkü bu hadisin senedi
sağlamdır ve aslında kıymetsiz eşya bulan kimsenin onu üç yada altı gün ilân
etmesi gerektiğini ifade eden bu hadisle onu bir sene ilân etmesi gerektiğini
ifâde eden sahih hadisler arasında herhangi bir çelişki yoktur. Çünkü üç yada
altı gün ilân edilmesini emreden hadisler ruhsata, bir sene ilan edilmesini
emreden hadisler de azimete delâlet etmektedir. Usul kitaplarında ayrıntılı
biçimde açıklandığı üzere ruhsat ile azimet arasında çelişki söz konusu olmaz.
Binaenaleyh insan
kıymetsiz eşyayı üçgün ilan etmekle sorumluluktan kurtulur. Çünkü kıymetsiz bir
malı bir sene boyunca ilan etmek gerçekten insana ağır gelir. Bu durumda böyle
kıymetsiz yitik eşyayı bulan kimselerin onları almamalarına ve dolayısıyla
birçok eşyanın telef olup gitmesine yol açar."
Hanefi ulemâsından
es-Serahsı'ye göre bulunan yitik mallar aslında iki kısımdır:
1. Nar
kabuğu ve çekirdek gibi sahibinin aramayacağı belli olan mallar.
2. Sahibinin
arayacağı belli olan mallar.
Birinci kısımdan olan
yitik mallan bulan bir kimsenin onu alıp ondan yararlanması caiz olmakla
beraber sahibi ortaya çıkınca malı ona teslim etmek icab eder. Çünkü bu malın
sahibi tarafından yere atılmış olması, ondan başka birinin yararlanmasının
mubah olduğuna delâlet etmekle beraber, başkasının ona sahiplenmesine izin
verildiğine delâlet etmez. Çünkü meçhul bir kişinin malının mülkiyetini
bağışladığına hükmetmek mümkün değildir. Fakat meçhul bir kişinin mülkiyeti
kendinde kalmak üzere malından yararlanmak caizdir. Bu maldan başkası
yararlanırken sahibinin ortaya çıkması hâlinde mal kendisine teslim edilir.
Çünkü malın mülkiyeti kendi üzerindedir.
Nitekim, "kim
kendi malım bulacak olursa onu almaya (herkesten) daha çok müstehaktır."[89]
mealindeki hadis-i şerif bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Bu açıklamaya göre
baston, ip ve kamçı, eğer sahibinin aramayacağı cinsten kıymetsiz eşyadan ise,
bulan kimsenin sahibi çıkıncaya kadar ondan yararlanmasında bir sakınca
yoktur.
Eğer ikinci cinsten
olan kıymetli eşyadan sayılıyorlarsa, bulan kimsenin onlardan yararlanması
caiz değildir ve bulan kimse onları kıymetleri nisbetinde belli bir süre ilân
etmekle mükelleftir.
Bulunan eşya gerçekten
değersiz ve yenilmeyen cinsten ise, bulan kimse onu üç gün ilân etmekle
mükelleftir. Fakat meyve gibi kıymetsiz ve yenen cinsten ise, onu ilân etmekle
mükellef olmaz.
Nitekim: Peygamber
(s.a.) yolda bir hurma buldu da "Eğer sadaka hurmalardan olduğundan korkma
saydım onu yerdim" buyurdu, mealindeki 1652 no'lu hadis-i şerîf de buna
delâlet etmektedir.[90]
1718. ...Ebû
Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"(Bulunduğu halde
ilân edilmeyip) saklanan yitik deve(nin saklanmasının) mâli cezası kıymetinin
ödenmesidir, ve onunla birlikte (kıymetinin) bir mislinin daha (verilmesidir.)[91]
Bu hadis-i şerifin
zahirine göre bir deveyi bulduktan sonra ilân etmeyerek, vaktinde sahibinin
eline geçmesini geciktirip de telef olmasına sebep olmanın mâlî cezası o
devenin değerinin iki mislini sahibine ödemektir. Bu mevzuda imam Ahmed'in
görüşü de budur, İmam Şafiî'nin eski görüşü böyle olduğu gibi Ömer b. el-Hattâb
(r.a.)'ın görüşü de böyledir.
Hz. Ömer'in,
halifeliği yıllarındaki uygulaması böyle idi. Ancak Hz. Ömer bu uygulamanın
halka getirdiği zorluk sebebiyle halkın bulduğu develeri almaktan kaçınıp da
telef olan yitik develerin adedinin arttığını görünceye kadar bu uygulamaya
devam etti. Neticede bir çok yitik devenin bu uygulamanın getirdiği külfet
sebebiyle telef olduğu görüldü. Bu nedenle söz konusu uygulama Hz. Osman
devrinde yürürlükten kaldırıldı.
Nitekim İmam Mâlik'in
rivayet ettiği şu hadis-i şerif de bu gerçeği ifade etmektedir: "Ömer b.
Hattâb devrinde yitik develer yavrularlardı da yine onlara kimse dokunmazdı,
Osman b. Affân zamanında Hz. Osman (bu durumu ortadan kaldırmak için) bu
develerin (alınıp) ilân edilmelerini sonra (sahibi gelmediği takdirde)
satılmalarını (bir gün) sahibi gelecek olursa, parasının ona verilmesini
emretti."[92]
"Fıkıh ulemâsının
büyük çoğunluğuna göre ise, bir kimsenin bulduğu yitik deveyi ilân etmeden
elinde telef oluncaya kadar bekletmesinin malî cezası devenin sadece kıymetini
ödemektir. Kıymetinin iki mislini ödemek söz konusu değildir. Bu görüşte olan
ulemâya göre mevzumuzu teşkil eden hadiste ilan edilmeden telef oluncaya kadar
elde tutulan deveden dolayı ödenmesi gerek paranın devenin değerinin iki misli
olarak belirlenmesinden maksat, halkı bu hususta titiz davranmaya teşvik ve
onların bu konuda gösterecekleri İhmâli önlemektir. Gerçekten onun değerinin
iki mislini ödemelerini istemek değildir. Yahutta bu, İslâm'ın ilk yıllarında
geçerli olup da sonradan terk edilen bir uygulamadır.
Bilindiği gibi bu
hadis-i şerif 1710 numaralı hadisin bir parçasıdır. Biz fıkıh ulemasının bu
konudaki görüşlerini sözü geçen hadisin şerhinde açıkladık.[93]
1719.
...Abdurrahman b. Osman et-Teymî'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.)
hacının kaybettiği malı (almayı) yasaklamıştır.[94]
Ebû Davud'a bu hadisi
rivayet eden iki şeyhden biri olan Ah~ med (b. Salih) dedi ki: İbn Vehb hacının
kaybettiği mal hakkında (şöyle) dedi: "(Hacının malını bulan kimse ona
dokunmaz onu (olduğu yerde) bırakır. Nihayet sahibi (gelip) onu (orada)
bulur.)"
Ebû Davud'un şeyhi
Ahmed b. Salih bu hadisi, "bana Âmir haber verdi" diyerek ihbar
bildiren kelimelerle rivayet ettiği halde, diğer şeyhi) İbn Mevhib (bana);
"Amr'dan (rivayet edildi diyerek an'ane yoluyla) rivayet etti."[95]
Hadis-i şerîf Haremde
kaybedilmiş olan yitik bir malı bulunduğu yerden almanın caiz olmadığını ifâde
etmek için söylenmiş olabileceği gibi, ister Harem dahilinde olsun, ister Harem
sınırlan dışında kaybedilmiş olsun, hacı adaylarının yitik mallarını almanın
caiz olmadığını ifâde etmek için söylenmiş de olabilir.
Bazı ilim adamları bu
hadis-i şerife dayanarak hacılara ait olduğu anlaşılan yitik mallarla, her kime
ait olursa olsun, Harem sınırları içerisinde bulunan yitik malları almanın caiz
olmadığım söylemişlerdir.
Bu görüşte olan
ulemâya göre sözü geçen yitik mallara el sürülemez, bu mallar olduğu yerde
sahipleri gelip buluncaya kadar beklemeye terk edilirler.
Ulemânın büyük
çoğunluğuna göre ise sözü geçen yitik mallar, usûlüne göre ve yeterince ilân
ettikten sonra sahibi çıkmadığı takdirde sahiplenmek gayesiyle bulundukları
yerden alınamazlar, sadece sahibine duyurmak üzere ilan etmek gayesiyle
alınabilirler. Bir başka ifadeyle sahibi çıkıncaya kadar ilâna devam etmek
gayesiyle alınabilirler. Nitekim İbn Ab-bâs (r.a.)'ın rivayet ettiği şu hadis-i
şerif de bu görüşü desteklemektedir:
"Mekke'de bulunan
yitik malı (sahibi çıkıncaya kadar) Han edecek kimseden başkası alamaz."[96] Hz.
Ebû Hüreyre'den rivayet edilen bir hadis-i şerif de şu mealdedir:
"Mekke'nin buluntu malını, ilan edecek olan kimseden başkası alamaz."[97]
Görülüyor ki bu
hadis-i şeriflerde Mekke'de bulunan bir yitik malı bulan bir kimse onu ancak
ilan ederek sahibinin eline ulaştırmak maksadıyla alabilir. Başka bir maksatla
alamaz. Dolayısıyla orada bulunan bir mal, yeterince ilân edildikten sonra
sahibi çıkmayınca bulan kimsenin mülkü olamaz. Çünkü Mekke'de bulunan bir malın
sahibi eğer Mekkeli ise, ilan edildiği takdirde sahibinin eline ulaşması
ihtimali çok kuvvetlidir.
Eğer malın sahibi
Mekkeli değilse ilan sayesinde bu malın sahibinin eline geçmesi ihtimali yine
de büyüktür. Çünkü onun memleketinden her yıl binlerce kimsenin Mekke'ye akın
edeceğinde şüphe yoktur. Söz konusu malın ilânına devam edildiği takdirde bu
hacılar aracılığıyla esas sahibinin eline geçmesi mümkündür.
Hanefî ulemasıyla
Malikî'lere ve Şâfiîlerin bir kısmına göre ise Mekke'de bulunan bir yitik
malla başka ülkede bulunan yitik mal arasında bir fark yoktur. Binaenaleyh
Mekke'de bulunan bir yitik mal aynen başka ülkelerde bulunan yitik malların
hükmüne tabidir. Her hangi bir ayrıcalığa sahip değildir.
Ancak Mekke'de bir mal
kaybeden kimse memleketine döndükten sonra bir daha Mekke'ye gelemeyebilir. Bu
bakımdan Mekke'de bulunan yitik malı diğer ülkeler de bulunan mallara nisbetle
biraz daha fazla bir şekilde ilan etmek gerekir. Diğer yitik mallardan tek
farkı budur.
Hanefi ulemâsının bu
mevzudaki delili "Onun çıkınının, ağız bağım tesbit et, sonra bir sene
ilan et," mealindeki 1701 numaralı hadis-i şeriftir.
Çünkü bu hadiste
ayırım yapılmamıştır. Haremin yitik malı da yitik malden başka bir şey
olmadığına göre ilân süresi geçtikten sonra sahibi çıkmadığı takdirde fakirlere
vermek gerekir. Çünkü onu fakirlere vermek bir bakıma onu sahibine vermek
demektir.
Cumhûr-u ulemâya göre
ise, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif "Mekke'de bulunan bir yitik
malı, (sahibi çıkıncaya kadar) ilân edecek olan kimseden başka birinin alması
helâl değildir,”[98] mealindeki hadisle kayıtlıdır.
Binaenaleyh mevzumuzu teşkil eden hadis-İ şerif mealini sunduğumuz hadisle
birlikte mütalaa edilince Mekke'de bulunan yitik malın diğer yitik mallardan
farklı olarak sahibi çıkıncaya kadar devamıl surette ilân edilmesi gerektiği ve
sahibi çıkmayınca, bulan kimsenin ona sahip olamayacağı rahatlıkla anlaşılır.
Bu konuda Hanefî ulemâsından Kâsânî şöyle diyor:
"Biz Hanefi'lere
göre, Harem-i Şerif dışında bulunan yitik malların tesbiti ve ilânı nasıl
yapılıyorsa Harem-i Şerif sınırları içerisinde bulunan malların tesbit ve ilânı
da aynı şekilde yapılır. İmam Şafiî (r.a.)'ye göre ise, Harem dahilinde bulunan
bir mal, sahibi çıkıncaya kadar ilân edilir. Sahibi çıkmadı diye sahiplenilemez
ve kendisinden yararlanılamaz. Çünkü Peygamber (s.a.) Mekke hakkında;
"Onun yitik malını (sahibine duyurmak üzere) ilân edecek olan kimseden
başkası alamaz."[99]
buyurmuştur.
Bu mevzuda Hanefîlerin
delili ise, Harem sınırları içerisinde bulunan yitik mallarla Harem sınırları
dışında bulunan yitik mallar arasında fark olmadığını ifâde eden Hadis-i
şeriflerdir. Aslında aksini iddia eden İmam Şafiî'nin delil olarak ileri
sürdüğü hadis-i şerifte kendisini destekleyen bir taraf yoktur.
Çünkü sözü geçen
hadis-i şerif, Harem-i Şerif'de bulunan yitik bir malın ancak sahibine duyurmak
için ilan etmek gayesiyle alınabileceğini ifade etmektir. Aslında her yitik mal
bu gayeyle alınır. Fakat durum böyleyken Hz. Peygamber'in, "Yitik mal
ancak sahibinin eline geçmesi için Han etmek gayesiyle alınabilir"
demekten maksadı, bu hususun sadece Mekke'de bulunan mallara ait olduğunu
söylemek değil, "Mekke'de kaybedilen bir mal artık sahibinin eline
geçemez, çünkü Mekke'ye girip çıkan insan sayısı haddinden fazladır. Öyleyse
ilân etmeye gerek yoktur," gibi bir yanlış zannın doğmasını önlemektir.[100]
1720. ...el-Münzir
b. Cerîr'den; demiştir ki: Ben (bir gün babam) Cerîr'le birlikte idim.
(Babamın sığırlarını güden) çoban sığır sürüsünü (yanımıza) getirdi. İçlerinde
sürüden olmayan bir sığır vardı, (babam) Cerîr çobana:
Bu da nedir? diye
sordu. (Çoban:)
Sürüye karışmış kimin
olduğunu bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine Cerîr:
Onu (sürüden) çıkar.
(Çünkü ben) Resûlullah (s.a.)'i "Sapık(olanlar)dan başkası yitik bir
hayvanı (kendi sürüsüne) katmaz" buyururken işittim, dedi.[101]
Hadis-i şerif,
sahiblenmek gayesiyle yitik bir malı kendi
malına karıştıran kimsenin bu
konuda doğru yolu bırakıp sapık bir yol izlediğini ifade etmektedir.
Fakat böyle bir malı
muhafaza edip sahibine vermek üzere kendi malının içerisine karıştırmakta
herhangi bir sakınca yoktur.
"Her kim yitik
bir hayvanı (kendi malı içerisine) katarsa, o malı ilan etmediği sürece
sapıktır"[102]
buyurmuştur.
Mevzumuzu teşkil eden
bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, Cerîr b. Ab-dillah (r.a.) deve ve sığır gibi
büyük baş hayvanlardan olan yitik malların kendilerini yırtıcı hayvanlara karşı
koruyabilecekleri için yitik mallar içerisinde mütalea edilmemeleri lâzım
geldiği ve bunları bulan kimselerin onlara el sürmemesi gerektiği inancında
olduğu için, kendi sürüsünün içerisine karışan bir sığırın derhal sürüden
çıkarılmasını emretmiştir.
Biz
fıkıh ulemâsının bu konudaki görüşlerini 1704 numaralı hadisin şerhinde
açıklamış bulunmaktayız.[103]
[1] Davudoğlu, Ahmed, İbn Âbidin Terceme ve şerhi,
IX-120-121.
[2] Şarkavî, Fethül-mübdt bi şerhi Muhtasarri'z-Zebîdî,
II, 623.
[3] Davudoğlu, İbn Âbidin Terceme ve Şerhi, IX, 121.
[4] Mâide: 2.
[5] Müslim, zikr 38.
[6] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/337.
[7] Concordance bu bölümdeki her hadise bir bâb numarası
vermiştir.Biz de bab numaralarını atlamamak için merhum M. Fuâd Abdulbakî'nin
Teysiru'l-Menfaah'da yaptığı şekilde bab başlıklarını vermeyi uygun bulduk.
[8] Buhârî, ilim 28; lukata 1-4, 9-11; edeb 75; rausakât
12; Müslim, lukata 1-2, 5, 7-9; Tirmizî, ahkâm 35, İbn Mâce, lukata 1-2;
Muvatta, akdiye 46; Ahmed b. Hanbel, II,
180, 203, 207, IV, 115-117;
V, 126-127, 143,
193.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/338-339.
[9] Buharı, Lûkata
1, 10.
[10] Müslim, lûkata 9.
[11] bk. Aynî, Binâye,
VI, 21-22.
[12] Zeylâî, Nasbu'r-râye, III, 466.
[13] Bezlûl-mechûd, VIII, 258.
[14] Aynî, Binâye, VI, 23.
[15] Mebsût, XI-3.
[16] Zeylâlî, Nasbur-râye, III, 466.
[17] Davudoğİu, İbn Abidin Terceme ve Şerhi, IX, 126.
[18] Miras Tecrîd Tercemesi, VII, 464-467, {birinci baskı)
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 6/339-341.
[19] Suyûtî, el-Câmi'üs-sağir 1-107; Mecelle 76. madde.
[20] Buharı, lûkata, 10.
[21] Miras, Tecrid-i Sarih tercemesi VII, 467-470, (I.
Baskı); Ayrıca ileride gelecek olan 1714-1716 no'Iu hadislere de bakınız.
[22] Miras, a.g.e.
[23] Ebû Dâvûd 1689
no'lu hadis.
[24] Zeylaî, Nasbu'r-râye, III, 469.
[25] Ibn Kudâme, el-Muğnî, V, 696-697.
[26] Müslim, hac 412, fedâil 131, Nesaî, menâsik 1, Ibn Mâce,
mukaddime 1; Ahmed b. Hanbel, II- 247, 257, 313, 428, 447, 457, 467, 482, 495,
508, 517. Ibn Kudâme el-Mugnî, V, 699.
[27] Kâsânî, Bedâyius-sanayP, Vı- 200.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/341-346.
[28] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/346.
[29] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/346-347.
[30] Müslim, lukata 10.
[31] İbn Hacer el-Askalânî, Fethul-Bârî, VI, 4.
[32] Bk. Buharı, lukata I.
[33] ibn Kudâme, el-Muğni, V, 709-910.
[34] Suyütî, el-Câmil'ü's-sağîr, I, 107.
[35] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/347-349.
[36] Buhârî, lukata 2-4, 9, 11, Müslim, lukata 1, 2, 5;
Tirmizî, ahkâm 35; Ibn Mâce, lukata 1; Muvatta, akdiye 46; Ahmed b. Hanbel,
11-180, 186, 203; IV, 115-117.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/349-350.
[37] Aynî, Binâye, VI, 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/350-351.
[38] Hatiboğlu, Sünen-i İbn Mâce Tercüme şerhi, VII, 68-71.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/351-353.
[39] Buhârî, ilim 28, şirb 12, lukata 28; Müslim,.lukata 1;
Muvatta, akdıye, 46; Ibn Mâ-ce, lukata 1; Ahmed b. Hanbel, II, 180, 203; IV,
118.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/353-354.
[40] Buharı, lukata 2, Müslim, lukata 1; Beyhakî, Beyhakî,
es-Sünenü’l-Kübra, VI, 185.
[41] Buhârî, ilim 28, Müslim, lukata 4, Beyhakî,
es-Sünenü'1-kübrâ, VI, 185-186;
[42] Buhârî, lukata 3.
[43] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/354-355.
[44] Müslim, lukata, 7; Ibn Mace, lukata 2, Ahmed b.
Hanbel, II, 180, 203; V, 193.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/355.
[45] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/355-356.
[46] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/356-357.
[47] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/357.
[48] Buharı, lukata 2-4, 9,
11, Müslim, lukata 1-2, 5, Tirmizî, ahkâm 35; İbn Mâce, lukata I;
Muvatta, akdiye 46; Ahmed b. Hanbel II,
180, 186, 203; IV, 115-117.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/357-358.
[49] Müslim, lukata 6.
[50] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/358-359.
[51] Müslim, lukata 10.
[52] İbn Hacer, Fethul-Bârî, VI.4
[53] ibn Hazm, el-Muhallâ, lukata, VIII, 265.
[54] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/359-360.
[55] İbn Hazm, el-Muhallâ, (lukata), VIII, 265.
[56] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/360.
[57] Tahavî, Şerhu Meâni'l-âsâr, lukata, IV, 138; Beyhakî,
es-sünenü'l-Kübrâ, VI, 187.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 6/360.
[58] Ibn Mace, lukata 2; Ahmed b. Hanbel, IV, 126, 266.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/360-361.
[59] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/361.
[60] E Mahmud
Hattab, Tekmiletu'l-Menhel, III, 143; H.Hatipoğlu, Sünen-i tbn Mâce Terceme ve
Şerhi, VII, 72-73.
[61] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/361-362.
[62] Ebû Dâvûd, hudûd 13; Nesâî, sârik 11-12; İbn Mâce,
hudûd 28.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/363-364.
[63] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/364-365.
[64] Alûsî, Ruhu'l-Meânî XVIII, 20.
[65] Sünen-ün'-Nesâî, ve Haşiyetü İmami's-Sîndî, VIII, 86.
[66] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/365-366.
[67] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/366.
[68] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/366.
[69] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/367.
[70] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/367.
[71] Ahmed b. Hanbel, II,
180.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/368.
[72] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/368.
[73] Kütüb-i sitte İçinde sadece Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/368-369.
[74] Zeylâî, Nasbür-râye III, 469.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/369-370.
[75] Aynî, Binâye,VI, 24-25
[76] es-Sünenül-Kiibrâ VI,
194.
[77] el-Muttekî, Kenzü'l-ummâl, XV, 196, (hadis no: 40560).
[78] Heysemî, Mecme 'u-zevâid, IX-123.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/370-371.
[79] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/371.
[80] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/371.
[81] Beyhaki, es-Sünenü'1-kübrâ, VI, 194.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/372-374.
[82] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/374.
[83] Tirmizî, zühd 35; Ahmed b. Hanbel, V, 254.
[84] Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, X, 315.
[85] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 6/374-375.
[86] Beyhakî, es-Siinncnü'J-kübrâ, VI, 195.
[87] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/375-376.
[88] Ahmed b Han
bel, IV, 173; Heysemi, Mecmeu'z-zevâid IV, 169; Beyhakî es-SüneniH -Kübrâ,
VI, 195.
[89] Ahmed b. Hanbel, V, 13; Serahsî, Mebsut, XI, 2.
[90] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/376-378.
[91] Beyhakî, es-Sunenu'1-kubrâ, VI, 191.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/378.
[92] Muvatta, akdiyye 51.
[93] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/378-379.
[94] Müslim, lukata 11; Dârimî, buyu' 60; Ahmed b. Hanbel,
III, 499; Beyhaki, es-Sünenü'l-kübrâ, VI, 199.
[95] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/379-380.
[96] Buhârî, lukata 7.
[97] Buhârî, lukata 7.
[98] Ebû Dâvûd, menasik 103; Buharî, lukata 7; Ahmed, b.
Hanbel, I, 318, 348; II, 238.
[99] Ebû Dâvûd, menâsik 103.
[100] Kasam, BedâyiüVsanayi, VI, 202; Fethu'l-Kadîr IV, 430;
Tebyînu'l-Hakaik, III, 301.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/380-382.
[101] Ahmed b.
Hanbel, IV- 360, 362.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 6/382-383.
[102] Müslim, lukata 1; Muvatta, akdiye 50; Ahmed b.
Hanbel, IV, 117.
[103] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
6/383.