1. Mühür (Yüzük) Edinme Konusundaki Hadisler
3. Altın Yüzük Konusundaki Hadisler. 6
4. Demir Yüzük Konusunda Varid Olan Hadisler
5. Yüzüğün Sağ Veya Sol Ele Takılması Konusu
6. Zil Konusunda Varid Olan Hadîsler
8. Kadınların Altın Kullanması
4214... Enes
b. Malik (r.a) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a) bazı
yabancılara mektup yazmak istedi. Kendisine, "Onlar mühürsüz mektubu
okumazlar" denildi, bunun üzerine gümüşten yüzük bir mühür edindi. Ve ona
(Muhammedün Rasûlullah) Muhammed Allah'ın Resulu'dür" cümlesini kazıttı.[1]
Hadisin Buharî'deki
bir rivayetinde Hz. Peygamber (s aym yabancılardan bazılarına mektup yazmak
istediği, diğer bir rivayetinde de Romalılara mektup yazmak istediği ifâde
edilmektedir. Buharî'deki başka bir rivayette "Muhammedün Resûlullah"
cümlesinin üç satır halinde nakşedilmiş olduğu her satırda bir kelimenin yer
aldığı ifade edilmektedir. Aynı hâdîs'in Sahîh-i Müslim'de üç rivayeti vardır.
Bunlardan birisinde Efendimiz'in Acem'e diğer birisinde de Kisrâ, Kaysar ve
Necâşi'ye mektup yazmak istediği belirtilmektedir. Ayrıca bazı rivayetlerde
Hz. Enes sonunda "sanki onun beyazlığını görür gibiyim" demektedir.
Ebû Davud'un
rivâyetindeki "Eacim" kelimesinin "yabancılar diye terceme
edilmesi, bu rivayetlerin hepsine şamil olur kanaatindeyiz.
"Yüzük" diye
terceme ettiğimiz kelimesini, hâtem şeklinde de, hatim şeklinde okumak
mümkündür. Kamûs'ta bu
kelimenin yedi lügati
olduğu ifade edilmekte ve bunlar teker teker sayılmaktadır. Biz, o lûgatlarin
hepsini buraya aktarmaya lüzum görmedik.
Hâtem veya Hâtîm:
Mühür, yüzük, bir şeyin sonu, bir milletin veya grubun sonuncusu, atın
ayağındaki hafif sakarlık, kısrağın memelerinden karnına doğru olan kısım
manalarına gelmektedir. Rasûlullah (s.a)'in mührü, yüzüğünün kaşına nakşedilmiş
olduğu için, bu bâbdaki mühür kelimesi, aynı zamanda yüzük mânâsını da içine
almaktadır.
Hâdîs-i şerifte,
Rasûlullah (s.a)'in bazı yabancılara mektup yazmak istediği bildirilmektedir.
Bunlardan maksat, yabancıların liderleridir. Yani Roma İmparatoru, İran
kisrası ve Habeş necaşisi'dir.
Hz. Peygamber (s.a)'in
mektup yazmasından maksat, mektup yazdırmasıdır. Bu söz şekline mecaz denilir.
İşin yapılmasını emreden, yaptıran kişi; onu bizzat yapmış gibi ifâde edilir. Meselâ,
Süleymaniye Camii’ni Sultan Süleyman yaptı, denilir. Halbuki camiyi o yapmamış
yaptırtmıştır. İşte bu anlatım şekli mecazdır, Karine de örftür. Bu izaha göre,
Hz. Peygamber (s.a)'in yazı yazmayışına delâlet eden haberlerle, bu hadis
arasında bir çelişkinin olmadığı görülür. Ayrıca Rasûlullah'in önceleri yazı
yazmayı bilmezken daha sonra öğrenmiş olması da muhtemeldir.
Metinde görüldüğü
üzere Sahâbîler, Efendimiz'e yabancıların mühürsüz mektuplara itibar
etmediklerini söylemişler, O da kaşı üzerinde "Muhammedün
Rasûlullah" Muhammed Allah'ın rasûlüdür, ibaresi bulunan gümüşten bir
yüzük yaptırmıştır. Yabancıların mühürsüz mektuplara itibar etmeyiş sebepleri,
mühürün mektubu yazana delâlet etmesi, mektuba başkaları tarafından bir takım
ilâvelerin yapılmasını engellemesi ve mektuba ciddiyet kazandırmasıdır.
Hâdis-i şerif yüzük
takmanın caiz olduğuna delâlet etmektedir. Bu konudaki fıkhı hükümlere babın
son hadisinin izahı esnasında temas edilecektir.[2]
1. Yazışma yoluyla
da Lslamı tebliğ caizdir.
2. Gayri
müslimlere mektup yazmak caizdir.
3. Gümüş
yüzük takınmak caizdir.
4. Yüzüğün
üzerine sahibinin isminin kazınmasında dinen bir mahsur yoktur.[3]
4215... Vehb
b. Bakiyye, Halid'den; o, Said'den; Said, Katade'den; Katade'de Enes'ten, İsa
b. Yunus hadisini rivayet etmiştir. (Halid rivayetinde) şunları da ilâve
etmiştir:
O yüzük, Rasülullab
vefat edinceye kadar elinde idi. (Daha sonra) vefat edinceye kadar Ebubekir'in
elinde, (Ondan sonra vefat edinceye kadar Ömer'in elinde idi. Sonra Hz.
Osman'ın elinde idi, fakat Osman bir kuyunun yanında iken kuyuya düşüverdi.
Kuyunun suyunun boşaltılmasını emretti ve boşaltıldı, fakat onu bulamadı.[4]
Haberin BuhaıTdeki
rivayetinde, Rasûlullah'ın yüzüğünün kendisinden sonra sırayla Hz. Ebu Bekir'e,
Hz. Ömer'e ve Hz. Osman'a intikal ettiğine temas edilmekte fakat "Vefat
edinceye kadar" ifadesi yer almamaktadır. Yine BuharîMeki rivayette Hz.
Osman'ın yüzüğü düşürdüğü kuyunun Eriş kuyusu olduğu belirtilmektedir.
Bezlü'l Mechûd'da Eriş
kuyusunun, Küba kuyusu diye bilindiğine işaret edilmiştir.
Hz. Osman'ın yüzüğü
kuyuya düşürüşü şöyle olmuştur:
Hz. Osman, Eriş
kuyunun başında dalgın bir vaziyette yüzüğü bir parmağından çıkarıp öbürüne
takıyordu. Bu esnada yüzük kuyuya düşüverdi. Bulmak için kuyunun suyunu
çekerek üç gün aradılar fakat bulamadılar. Bunun üzerine Hz. Osman (ra) yine
üzerinde "Muhammedun Rasulullah" yazısı bulunan başka bir gümüş yüzük
yaptırmıştır.
İbn Hacer, bazı
ulemâya nisbet ederek Hz. Peygamber (s.a)'in yüzüğünün Hz. Süleyman'ın
yüzüğüne benzediğini bu yüzüklerde bir sırrın bulunduğunu, Hz. Süleyman'ın
yüzüğünü kaybetmesini saltanatının sonu olduğunu, Osman'ın kaybetmesi ile de
Haricîlerin isyan edip fitnenin başladığını söyler.
Hatırlatmaya bile
gerek yok ama Askalanî'nin naklettiği bu görüş ne âyete ne de hâdise
dayanmamaktadır. İslâm'ın görüşü değil; katılmak zorunda olmadığımız bazı indi
görüşlerdir.[5]
4216... Enes
(r.a); şöyle demiştir: Rasülullah(s.a)'in yüzüğü gümüşten kaşı da Habeş işi
idi.[6]
Hadisin, Müslim'deki
bir rivayetinin sonunda Efenivia
dimiz'in yüzüğü sağ eline taktığı ve kaşını avucu içine getirdiği
belirtilmektedir.
Tirmizî "Bu hadîs
hasen sahiîhtir. Bu vecihten gariptir." demektedir.
Hâdîs-i şerifte,
Rasulullah (s.a)'in yüzüğünün kaşının "Habeşî"' olduğu beyân
edilmektedir. Bu kelimenin birkaç mânâya gelme ihtimali vardır.
1- Yüzüğünün
kaşı Habeş yapısı, yani Habeşlilerin yüzüklerinin kaşı gibidir.
2- Yüzüğün
kaşım yapan usta Habeşli idi.
3- Kaşın taşı
Habeş taşı idi, yani göz boncuğu veya akikden idi. Çünkü bunların ikisinin
madeni de Habeşistan'dan veya Yemen'den geliyordu.
4- Kaşın
rengi Habeşî yani siyahı idi.
Hâdîs'teki
"Habeşî" kelimesini, yukarıdaki vicihlerden ilk. ikisine
3-
hamledersek, Aşağıda gelecek olan rivayetlerle bir çelişki söz konusu olmaz.
Çünkü aşağıdaki rivayette, Efendimiz'in yüzüğünün ve kaşının gümüşten olduğu
ifade edilmektedir. Kaşın gümüşten olup Habeşli bir usta tarafından veya Habeşi
usûlüne göre yapılmış olması mümkündür. "Habeşî kelimesi Habeş taşı, göz
boncuğu veva akik manasına alırsak, aşağıda gelecek olan rivayetle bir çelişki
ortaya çıkmaktadır. O zaman, Rasû-lullah'ın birden fazla yüzüğü olduğunu,
birisinin kaşının gümüşten, öbürününde taş, veya akikten olduğunu söylemek
gerekir. Nitekim Beyhakî'den böyle rivayet edilmiştir.[7]
4217... Enes
b. Mâlik (r.a)'dan; şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a)'in yüzüğünün tamamı
gümüştendi.[8]
Tirmizî bu hadis için
"Bu, hasen sahihtir, bu vecihle garjptir" demektedir.
Bu rivayet Peygamber
Efendimiz'in yüzüğünün tamamının ve kaşının gümüşten olduğunu bildirmektedir.
Efendimiz'in yüzüğünün kaşının "Habeşî" olduğunu bildiren önceki
rivayetle, bu rivayetin telifine yukar-daki rivayetin izahında işaret ettik.
Ancak 4224 numaralı hadiste, Hz. Peygamber'in demirden yapılmış ve üzerine
gümüş kaplanmış bir yüzüğünün olduğu beyan edilmektedir. O zaman, üzerinde
durduğumuz bu rivayetle, işaret edilen hadis arasında bir çelişki göze
çarpmaktadır. Aska-lanî bu çelişkiyi, Rasûlullah'ın birden fazla yüzüğünün
bulunduğunu, birisinin gümüşten birinin de gümüş kaplanmış demirden olduğunu
söyleyerek tevil eder.[9]
4218... İbn
Ömer (r.a) demiştir:
Rasûlullah (s.a)
altından bir yüzük edindi. Kaşını avucunun içine denk getirdi. Kaşa
"Muhammedun Rasûlullah" cümlesini kazıttı. Bunun üzerine sahabîler
de altın yüzükler edindiler. Rasûlullah (s.a) onların altın yüzük
edindiklerini görünce, onu attı (bıraktı) ve "Artık onu ebediyyen
takmayacağını" buyurdu. Daha sonra gümüşten bir yüzük edindi ve ona
"Muhammedun Rasûlullah" ibaresini nakşettirdi. Efendimiz'den sonra o
yüzüğü Ebû Bekir ondan sonra, Ömer; Ömer'den sonra da Eriş kuyusuna düşünceye
kadar Osman taktı.
Ebû Davûd der ki:
Yüzük kuyuya düşünceye kadar, İnsanlar Hz. Osman'a karşı çıkmadılar.[10]
Hadisin Buhari ve
Tirmizî'deki rivayetlerinde Rasûlullah (s.a)'in altın yüzük yaptırdıktan sonra
sahabîlerin yaptırdıklarını görünce, minbere çıktığı ve "Bunu ben yaptırmıştım,
ben onu artık takmayacağım" deyip attığı ve sâhâbîlerin de attıkları
ifade edilmiştir.
Sahîh-i Müslim'deki
rivayette ise, gümüşten yaptırdığı yüzüğe "Muhammedun Rasûlullah"
cümlesini kazıttıktan sonra "Ben bu yüzüğümün nakısı üzerine kimse nakış
yapmasın" buyurduğu belirtilmektedir. Bu ilâve, Ebû Davud'un bundan sonra
gelecek olan rivayetinde de vardır. Ayrıca Müslim'de Efendimiz'in yüzüğünün,
Muaykıp kuyuya düşürünce-ye kadar Hz. Osman'da kaldığı söylenmiştir. Bu
rivayete göre, yüzüğü kuyuya düşüren Muaykıp'ır. Halbuki meşhur rivayetlerde
yüzüğü düşürenin bizzat Hz. Osman olduğu beyan edilmektedir. Müslim sarihleri
bu rivayetler arasındaki çelişkiyi şu şekilde gidermişlerdir.
Rasûlullah'ın yüzüğü
genelde, Said b. Ebi'-l As'ın azatlısı Muaykıp'da durur, halifeler zaman zaman
ondan alıp, teberrüken takınırlardı. Hz. Osman'la Muaykıp, Eriş kuyusunun
başında iken Hz. Osman yüzüğü istemiş, Muaykıp verirken yüzük kuyuya düşmüştür.
Buharî'nin rivayetinde
de Hz. Osman'ın yüzüğü elinde oynarken dalgınlıkla kuyuya düşürdüğü ifâde
edilmektedir.
Hz. Peygamber (s.a)'in
altından yüzük yaptırması, Altının erkeklere haram kılınmadan önce olması
gerekir. Çünkü Altının erkeklere haram olduğunu bildiren Rasûlullah'ın,
kendisinin altın takması düşünülemez. Altının daha Önce mubah olduğu halde, Hz.
Peygamber'in bu hareketiyle haram kılınmış olması mümkündür. Hz. Peygamber'in
sâhâbilerinde altın yüzük yaptırdıklarını görünce onu çıkarması iki sebebe
bağlanabilir.
1- Sâhâbîler
altın yüzük takarak kibirleniyorlar, onunla övünüyorlardı. Onun için çıkardı.
2- Altın
Mübadele aracıdır ve azdır. Bir kısmının da yüzük yaptırılıp pasif hale
sokulması piyasada para darlığına, dolayısıyla ekonomik sıkıntıya sebep
olacaktır. Peygamber Efendimiz bunun için altın yüzüğü atmıştır.
Hz. Peygamber (s.a)'in
altın yüzüğü atmasından maksat, onu telef etmesi değil, başka bir maksatla
kullanmasıdır.
Hadisden anladığımız
diğer bir nokta da, Rasûlullah Efendimizin yüzüğü sağ elinin parmağına taktığı
ve kaşını avucunun içine denk getirdiğidir. Bu meselenin izahı 4226 ve
devamındaki hadîslerde gelecektir.[11]
1-
Erkeklerin altın yüzük takmaları caiz değil
gümüş yüzük takmaları ise caizdir.
2- Salih
kulların fiilleri ile teberrükte bulunmak caizdir.
3-
Rasûlullah'a kimse mirasçı olmamıştır. Olsa idi, yüzüğü Hz. Ebu-bekir almaz,
varislerine intikal ederdi.
4- Yüzüğün
üstüne sahibinin veya Allah ism-i Celâlinin yazdırılması caizdir. Ancak
üzerinde Allah yazılı olan yüzükle helaya girmek mahzurludur.[12]
4219... Bize
Osman b. Ebî Şeybe haber verdi, Bize Eyyûb b. Musa'dan naklen Sufyân b. Uyeyne
haber verdi. Eyyûb, Nâfi'den o da İbn Ömer'den bu (yukarıdaki) haberi nakledip;
şöyle dedi:
Rasûlullah (s.a) ona
"Muhammedün rasulullah" sözünü kazıttı ve "Benim bu yüzüğümün
nakşı üstüne (bunun benzerini) kimse kazıtmasın" buyurdu.
Ravî sonra hadîsi
şevketti.[13]
Bu rivayet, yukarıdaki
hadisin biraz farklı bir naklidir. Bu rivâyette Hz. Peygamber (s.a) kendi nakşı
üstüne başka birisinin nakış kazıtmasını nehyetmiştir. Nevevî'inin bildirdiğine
göre, buna sebep şudur: Peygamber Efendimiz, yüzüğüne ismini, yazdığı
mektuplarını mühürlemek için kazıttı, Şayet başkaları da aynısını yaparsa,
onlar da yazdıkları mektupları mühürlerler ve bir takım karışıklıklar
çıkabilirdi.
Bu karışıklığa meydan
vermemek için, başkaları da mühür kazıtma-malıdır. Tabiatıyla o günün tekniği,
bugünkü ile kıyaslanamaz. Bu gün resmi kurumların mühürleri, yine belirli
kurumlar tarafından hazırlanır. Mühürlerin yazıları nettir. Karışıklık pek söz
konusu olmaz. Halbuki Hz. Peygamber devrinde durum farklı idi teknik geri,
mühürler ilkeldi.
Hadîs'in ibaresinden
nehyin, Hz. Peygamber'in yüzüğüne başka bir nakşın kazınmasını nehy olduğu
zannedilmemelidir. Kanatimizce maksat, "Benim ismimi, benim nakşınım
benzerini başkası kazıtmasın" mânâsıdır.[14]
4220... Bize
Muhammed b. Yahya b. Faris haber verdi. (Dedi ki) bize Muğîra b. Ziyâd'dan
naklen Ebû Asım haber verdi. Ebû Asım, Nâfî'den; Nâfî'de İbn Ömer kanalıyla
Rasulullah (s.a)"den bu haberi rivayet etti. (Bu rivayette) Ravî şöyle
dedi:
Sâhâbiler, o (kuyuya
düşen) yüzüğü aradılar, ama bulamadılar. Bunu üzerine, Osman bir yüzük yaptırdı
ve üzerine "Muhammedün Rasulullah" sözünü kazıttı. Hz. Osman onu
takınırdı.[15]
Bu rivayette
öncekilerden farklı olarak, Hz. Osman'ın Kasûlullah'ın yüzüğünü düşürdüğü ve
tekrar bir yüzük yaptırıp üzerine "Muhammedun Râsulullah" sözünü kazıttığı
görülmektedir. Rasûlullah'ın yüzüğü kaybolduğu ve yeni yaptırılan yüzüğün, onun
yerine geçeceği için Hz. Osman'ın yaptığı iş yukarıdaki hadîs'te varid olan
Nehye muhalefet sayılmaz.
Bu babdaki hadîslerin
hepsi Rasûlullah (s.a)' 'in gümüşten yüzük edindiğinde müttefiktirler. Bunun
sonucu olarak ulema erkeklerin gümüş yüzük takmalarını caiz görmüştür. Bazı
eski Şam âlimleri, hükümdardan başkalarının yüzük takmasının mekruh olduğunu
söylemişlerdir. Nevevî bu görüşün şâz olduğunu belirtir. Ancak Hanefî fıkhına
göre, Sultanın yüzük takması sünnet olduğu halde, ihtiyacı olmayanların
takmamaları daha efdâldir.[16]
Kadınların da gümüş
yüzük takmaları caizdir. Ancak erklerin taktıkları yüzüğün, kadınların
yüzüklerine benzememesi ve ağırlıklarının üç gramdan daha az olması gerekir.[17]
Altından yapılan
yüzüğü erkekler takamaz. Konu, 4222 numaralı hadîsin izahı yapılırken
anlatılacaktır. Demir, bakır, kurşun, tunç gibi madde lerden yapılan yüzüğe
ait, hükümlerde ilgili bilgi de 42223 ve devamındaki hadîslerin izahı
esnasında gelecektir.
Bu babdan istifâde ettiğimiz
diğer bir hüküm de yüzüğün kaşına isim kazıtmasının caiz oluşudur. Ulema
yüzüğün kasma, Allah'ın, Peygamber'in veya kişinin kendi ismini kazıtmasının
caiz olduğunu söylemişlerdir. Fakat insan veya hayvan gibi bir canlı varlığın
resmini işlemek caiz değildir. Kaşında, Allah'ın veya Hz. Peygamber'in ismi
nakşedilmiş yüzükle helaya giren kişi onu gizlemelidir. Şayet yüzük sol elde
ise taharetleneceğinde çıkarmalıdır.[18]
4221... Enes
b. Mâlik (r.a) rivayet edildi ki:
O bir tek gün
Rasûlullah (s.a)'in elinde gümüş bir yüzük gördü (onu gören) insanlar da yüzük
yaptırıp takındılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) yüzüğü attı, insanlar
da attılar.
Ebû Davûd der ki:
Bu hadîsi Zührî'den
Ziyad b. Sa'd, Şuayb ve'İbn Müsafir rivayet etti ve hepsi "gümüş
yüzük" dedi.[19]
Hadîsin Buharî ve
Müslim'deki rivayetlerinde "İnsanıar da gümüşten yüzükler
yaptırdılar" cümlesi yer almaktadır. Hadisin siyakı, Hz. peygamber
(s.a)'in başkalarının da yaptırıp takındıklarını görünce, takinmakda olduğu
gümüş yüzüğü attığı anlayışını vermektedir. Halbuki vakıa bu değildir. Çünkü
meşhur rivayetlerde belirtildiğine göre, Hz. Peygamber'in takındıktan sonra
attığı yüzük, gümüşten değil, altından idi. Tüm ulemâ Rasûlullah'ın gümüş yüzük
takındığında ve bunu terketmediğinde müttefiktir. Ancak, bu hadîsi tevil ya da
diğer rivayetlerle telifte farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Bu görüşleri şu
maddelerde toplayabiliriz:
1- Hadîsin
rivayetinde yanlışlık yapılmıştır. Doğrusu "gümüş yüzük" değil, diğer
rivayetlerde olduğu gibi "altın yüzüktür"
Nevevî, Kâdî İyâz'a
tebean "tüm ehl-i hadîs bunun İbn-i Şihâb'dan bir vehim olduğunu, çünkü
atılan yüzüğün altın yüzük olduğunu söylerler." demektedir.
2- Hz.
Peygamber (s.a) altın yüzüğün haram olduğunu bildirmek isteyince gümüşten bir
yüzük yaptırdı. Onun mubah olduğunu anlatmak için, o gün, halka gösterdi sonra
da altın yüzüğü atıp onun haram olduğunu bildirdi. Bunun üzerine insanlar da
eskiden ellerinde olan altın yüzükleri attılar. Buna göre bu hadîsteki
"yüzüklerini attılar" sözünün mânâsı "altından olan yüzüklerini
attılar" demektir.
Nevevî bu tevilin
sahih olduğunu ve hadiste bu anlayışa engel teşkil edecek bir noktanın
bulunmadığını söylemektedir.
Bu tevile Buharî'deki
ve Müslim'deki "İnsanlar da gümüşten yüzükler edindiler" şeklinde
varid olan cümle, itiraz olarak ileri sürülebilir. Nevevî bu itiraza şu cevabı
vermektedir. "Muhtemeldir ki, Hz. Peygamber (s.a)'in gümüşten bir yüzük yaptırmak
istediğini öğrenince, onlar da gümüşten yüzükler yaptırdılar, ve altın
yüzükleri ellerinde kaldı. Rasûlullah (s.a) altın yüzüğünü atınca, onlar da
altın yüzüklerini attılar".
3-
Hadîs'teki "yüzüğünü attı" sözündeki yüzükten maksat altın yüzüktür.
4- Hadîste,
Rasûlullah'ın attığı yüzüğün, gümüş yüzük olduğunu gösteren bir kayıt yoktur.
Aksine o mutlaktır. Rasûlullah'ın altın yüzüğünü attığına hamledilir.
Bu son iki tevile,
Buharı haşiyesinde Sindî nakletmekte ve uzak birer tevil olduğuna işaret
etmektedir.
5- Zührî'nin
hadisi muhtasardır. Asıl maksadın anlaşılmasını engelleyen bir hazîf vardır.
Akla ilk gelen mânâ değildir.
Aksine mânâ şudur:
Rasûlullah (s.a) ve Sâhâbîler daha önceden alim yüzüklerini atmışlardı'1 ancak
bu anlayışı verecek olan kısım hazfedilmiştir.
Bu izahı Bezlü'l
Mechûd sahibi Sehâr Nefurî, Muhammed Yahya'dan nakletmiştir. Onu bu anlayışa
sevkeden amil, Ebû Davud'un hadisin sonuna aldığı talikin hadiste vehm olduğu
ihtimaline meydan vermeyişidir. Çünkü Ebû Davûd tâîikinda, hadîsi Zührî'den
nakleden tüm ravîlerin "gümüş" diye naklettiklerini söylemektedir.
Hadîsteki vehmin,
İbrahim b. Sad'den kaynaklandığı söylense, Ebû Davud'un taliki ile karşı
çıkılabilir. Ama alimler vehmi İbn Şihâb ez-Zührî'ye nisbet etmişlerdir.
6- Hz.
Peygamber'in attığı yüzük gümüştendir. Rasûlullah, halkın gümüş yüzük takarak
kibirlenmelerinden korktuğu için yüzüğünü çıkartıp atmıştır. Yahut attığı yüzük
gümüş kaplanmış, demir yüzüktür.
Bu tevili Şemail
şerhinde Kârî, Begavî'den nakletmiştir. Ancak Ulema arasında pek rağbet gördüğü
söylenemez.
Bu tevillerden
sonuncusu hariç hangi tevil kabul edilirse edilsin kesin olan şudur: Hz.
Peygamberin (s.a) halkın da takındıklarını görünce çıkartıp attığı yüzük
gümüşten değil, altından idi.[20]
4222... İbn Mes'ud
(r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) şu on şeyi kerih gördü.
1- Sufrayi,
yani halûk sürünmeyi,[21]
2- Beyaz
kılları değiştirmeyi,
3- Eteği
sürümeyi,
4- Altın
yüzük takınmayı,
5- Mahalli
olmayan yerde zineti göstermeyi,
6- Zar
atmayı,
7-
Muavvizat'ın dışında bir şeyle rukye yapmayı,
8- Nazar
boncuğu takmayı,
9- Meniyi
mahallinden başka yere akıtmayı,
10-
Çocuğu(nsütünü) bozmayı,
Bu sonuncusunu haram
kılmadan kerih gördü.[22]
Hadîs-i şerifte Hz.
Peygamber (s.a) on hasleti kerih gördüğü, onlardan hoşlanmadığı beyan edilmektedir.
Hadîs'in metninde bu on şey teker teker sayılmaktadır. Ancak çoğu izaha
muhtaçtır. Onun için biz bu on maddeyi ele alıp kısa kısa açıklamak istiyoruz.
1- Sufra,
yâni halûk sürünmek: Aslında Rasûlullah'ın kerih görüğü şey Suf-radır. İbn
Mes'ud veya daha sonraki râvîlerden birisi bunu "halûk" diye tefsir
etmiştir. Halûk, zaferan ve daha başka kokuların karıştırılmasından elde edilen
bir esanstır. Rengi kırmızıya ve sarıya çalar. Mekruhluğu erkeklere hastır. Bu
konuda geniş bilgi için 4176 ve devamındaki hadislere bakılabilir.
2- Beyaz
kılları değiştirmek: Mekruh olan, beyaz kılları yolmak ve siyaha boyamaktır.
Kına yakmak veya kırmızıya, sarıya boyamak caizdir. Bu konudaki 4202 ve 4212
hadislerde geçmiştir.
3- Eteği
sürümek: Bundan maksat, kibirlenerek yürümek, büyüklenmek maksadıyla uzun
elbise giymektir. Ama tesettür için kadınların eteklerini yere kadar uzatmaları
mahzurlu değildir.
Rasûlullah (s.a)
devrinde erkeklerin giydikleri, entari şeklinde olduğu için Efendimiz, eteği
sürümek şeklinde ifade buyurmuştur. Yukarıda temas edildiği gibi, Efendimiz'in
hoş görmediği, davranış böbürlenmek maksadıyla elbise giymektir. Bu konu 4084
ve devamındaki hadislerde geçmiştir.
4- Altın
yüzük takmak: Hz. Peygamber (s.a)'in kerih gördüğü altın takmak erkeklere
hastır.
Erkeklerin altın yüzük
takmaları dört imama göre de haramdır. İbn Hazm'e göre haram değildir. Sâhâbe
ve tabîundan bir grubun altın yüzüğü caiz gördükleri rivayet edilmiştir. Altın
yüzüğün erkekler için haram oluşunun delili, bu ve buna benzer birçok hadistir.
Kadınlar ise, ayrı bir nass ile bu hükümden istisna edilmiştir. Çünkü Hz.
Peygamber (s.a) altın ve ipeğin erkekler için haram, kadınlar için ise helâl
olduklarını ifade buyurmuştur.
Erkeklerin altın yüzük
takabileceklerini söyleyenlerin delili Tahavî'nin Meani'l Âsâr Şerhi'nde
Muhammed b. Malik'e muttasıl bir senetle rivayet ettiği şu hadistir:
"Ben Bera'in
parmağında altın bir yüzük gördüm. Kendisine niçin o yüzüğü taktığı soruldu, o
da şu karşılığı verdi: Bu, Rasûlullah (s.a)'ın bana bir hediyesidir. Bunu bana
o taktı, ve "Allah'ın ve Rasûlunün sana ihsan ettiği bu yüzüğü tak"
buyurdu.
Görüldüğü gibi bu
haber erkeklerin altın yüzük takabileceklerine delalet etmektedir.
Altın yüzüğün erkeklere
haram olduğu görüşünde olan fukaha bu hadise iki şekilde cevap vermişlerdir.
I- Mubah
kılan nas ile haram kılan nas tearuz ettiği zaman haram kılan nass tercih
edilir. Bu külî bir kaidedir. Dolayısıyla Erkeklerin altın yüzük takmalarının
haramlığına delalet eder. Nasslar karşısında bu haberin kıymeti yoktur.
II- Altın
yüzüğün cevazına işaret eden bu hadis, daha altın yüzük haram kılınmadan önce
vârid olmuştur.
Ancak ulema bu ikinci
cevabı pek kuvvetli bulmamışlar, Bera'in parmağındaki yüzüğün garipsenip
sebebinin sorulmasının, hadisenin altın yüzük haram kılındıktan sonra vuku
bulduğuna delâlet ettiğini, söylemişlerdir. Az ipeğe kıyasla nişan yüzüğünü
caiz görenler olmuştur. Altından olan nişan yüzüğünün cevazı ile ilgili bir
mütalaa için, Tecrid-i Sarîh Terceme ve şerhine bakılabilir. (c:IV, sn: 288,
289
5- Mahalli
olmayan yerde zineti göstermek: Bu, kadınlarla ilgilidir. Maksat kadınların
kocalarından başkaları için süslenmeleridir. "Zineti göstermek" diye
terceme ettiğimiz "teberrüc" aslında kadının güzelliğini erkeklere
göstermesidir. Kur'an-ı Kerim'de kadınlara hitaben:
Eski Cahilîyyede
olduğu gibi açılıp saçılmayın buyurulmuştur.[23]
Kadınlar, hilkaten
süslenmeye heveslidirler. Dinimiz hilkat dini olduğu için, kadının süslenmesini
yasak etmemiş, ancak onu disiplin altına almıştır. Kocalarına karşı
süslenmelerine, onların beğenisini kazanmak için gayret göstermelerine izin
vermiştir. Yabancılar için süslenmek ise caiz değildir.
Çünkü bu nefislerin
meyline; hoş olmayan düşünce ve hareketlerin belirmesine sebeptir.
6- Zar
atmak: Bundan maksat tavla oynamaktır. Ulema genelde tavla oynamanın haram
olduğu görüşündedir. Rasûlullah (s.a) ve (sahâbîler onu kötülemişlerdir.
Rasûlullah (s.a) bir hadisinde "Tavla oynayan kişi Allah'a ve Rasulüne
isyan etmiştir." buyurmuştur.
Tavla kumar olarak
oynandığı takdirde haramdır. Bunun aksini iddia eden yoktur. Ancak karşılıksız
olarak oynandığı takdirde hükümde ihtilâf edilmişti. İbn Mugafferin
hanımlarıyla tavla oynadığı rivayet edilmiştir. İbn Müseyyeb'in de kumar
olmadığı takdirde tavlayı mubah saydığı rivayet edilmiştir.
Hanefîlere göre, kumar
için olmadığı takdirde tavla ve satranç oynamak tahrimen mekruhtur. Yukarıda
naklettiğimiz hadisin yanı sıra, Rasûlullah'ın, kişinin hanımıyla oynaması, ok
atması ve atını terbiye etmesi dışındaki tüm oyunların haranı olduğunu bildiren
hadîs'de tavlanın caiz olmayışına delildir. Tavla ile kumar oynamakta olan
birine selam verilip verilmeyeceğini tartışmışlardır.
Yukarıda işaret
ettiğimiz gibi çoğunluğa göre tavla haramdır.
7-
Muavvizâtm dışında bir şeyle rukye: Yani Felâk, Nâs süreleriyle onlara
benzeyen ayetlerden başka ayetlerle rukye yapmak. Bazı alimler.muavvizâtin;
Felâk, Nass, İhlâs ve Kâfirûn sûreleri olduğunu söylerler.
Bu sûreler okunarak,
Allah'ın isimleri söylenerek hastalara şifa istemek dua etmek caizdir. Rukye
konusu, Kitabü'-t -Tıbb'ın 18 ve 19 bab-larında işlenmiştir. Geniş malûmat için
oraya müracaat edilmelidir.[24]
8- Nazar
boncuğu takmak: Bu mânâya verdiğimiz terkip, Bezlü'l Mec-hûd'da bu şekilde
açıklanmıştır. Avnü'l Ma'bûd'da ise bu ikinci tefsir olarak işaret edilmiştir.
Avnü'l Ma'bûd'daki birinci izaha göre
" maksat,
şeytanların isimlerini anarak mânâsı bilinmeyen sözlerle cahiliyye adeti
üzerine efsun yapmaktır. Zamanımızda, bir mânâ ifâde etmeyen, ne dediği
anlaşılmayan garip şekiller çizip muska yapmak, bunları hastalara asmak da caiz
olmayan rukyeler cümlesine girer. Göz değmesi haktır, ancak göz değmesinden
korunmak için göz boncuklan takmak bid'attır. Bu hâdîs-i şerif göz boncuğu
takmanın caiz olmadığına delâlet etmektedir. Zaten bunun hiç bir şeye faydası
yoktur.
9- Meniyi
mahallinden başka yere akıtmak: Bundan maksat azl yapmak yani erkeğin cinsi
temas esnasında boşalmadan çekilmesi, dışa boşaltılması dır. Bunun yasak
oluşunun hikmeti neslin kesilmesine neden oluşudur.
Ulema erkeğin
hanımının izni olmadan dışa boşalamayacağmı, izni olduğu takdirde ise haram
olmadığını söylemektedir. Ancak Rasûlullah (s.a)'den azle izin verdiğini
gösterenlerin yanı sıra, azli çocuk ödürmeye benzeten rivayetler de gelmiştir.
Onun için zaruret olmadığı takdirde bu yola tevessül etmemek muvafıktır.
10- Çocuğun
(sütünü) bozmak: Bundan maksat kişinin
küçük bebeği olan hanımıyla cinsî
temasta bulunmasıdır. Çünkü cinsî temasta bulunduğu takdirde hanımın tekrar
hamile kalması ve sonuç itibariyle sütünün bozulması hatta çekilmesi
muhtemeldir. Çocuğun sütünün bozulması ise çocuğun bozulmasıdır.
Hadisin sonunda
"Haram kılmadan" kaydı yer almıştır. Bazı alimler bu kaydı sadece
sonuncu maddeye tahsis, etmişlerdir. Terceme de bu izaha uygun olarak
yapılmıştır. Bazı âlimler ise bu kaydın on maddenin tamamıyla ilgili olduğunu
dolayısıyla bunların hepsinin haram değil mekruh olduğunu söylerler.[25]
4223... Abdullah
b. Burey'de, babası Büreyde (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir. Rasûlullah'a
parmağında pirinçten yüzük olan bir adam geldi. Rasûlullah (s.a) adama:
Sende niçin putların
kokusunu buluyorum? dedi. Adam o yüzüğü attı, sonra da demirden bir yüzükle geldi.
Bu defa Efendimiz:
Sende niçin
cehennemliklerin şeklini görüyorum? buyurdu. Adam onu da attı ve,
Yâ Rasûlullah öyleyse
yüzüğü neden yaptırayım? dedi. Rasûlullah (s.a):
Onu gümüşten edin ve
bir miskale vardırma, buyurdu.[26]
Muhammed ''Abdullah b. Müslim" demedi, Hasep de "Es-Sülemî
El-Mefyezî" demedi.[27]
4224... İyaz
b. Haris b. Muaykıp - İyaz'm anne tarafından dedesi Ebû Zûbabtır - Dedesi
fmuaykıp (r.a) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a)'in
yüzüğü, üzerine gümüş kaplanmış demirdendi. O yüzük bazen benim elimde
otururdu.
(İyaz veya başka bir
râvî) Muaykıp, Rasûlullah'm yüzüğünün emini idi. dedi.[28]
Bu iki hadisten
birincisi Hz. Peygamber (s.a)'in emir yüzük takmayı men ettiğine, ikincisi ise
Efendimiz'in yüzüğünün demirden olduğuna delâlet etmektedir. Dolayısıyla bu
şekliyle görünüşte aralarında bir çelişki olduğu izlenimi belirmektedir. Onun
için bu iki hadîsin açıklamasını birlikte yapmayı uygun bulduk.
Birinci hadisten
anladığımıza göre, Rasûlullah (s.a)"e parmağında pirinç madeninden
yapılmış bir yüzük olan bir adam gelmiş. Efendimiz onu doğru bulmayarak, pirinç
yüzüğün caiz olmayışını putların kokusuna benzeterek ifade buyurmuştur.
Buradaki benzetmedeki ilgi Hattabî'nin dediğine göre putların pirinçten
yapılmalarıdır. Gelen zat Rasûlullah'ın pirinç yüzüğü hoş görmediğini anlayınca
hemen onu atmış daha sonra da parmağında demirden yüzük olduğu halde
gelmiştir. Fakat bu sefer de Efendimiz, adamın halini, cehennemliklerin haline
benzetmiştir. Bu benzetmedeki alâka da, cehennemliklerin bağlı olduğu zincir
ve bukağıların demirden olmasıdır. Andan sâhâbi, Efendimizin bu tavrı
karşısında demir yüzüğü de atarak hangi madenden yüzük edinebileceğini sormuş,
Efendimiz de, gümüşü tavsiye etmiş, ama yüzüğün bir miskalden (takriben dört gr.)
daha az olmasını tenbih etmiştir.
Bu hadisin zahiri,
demir ve pirinçten imâl edilen yüzüklerin caiz olmadığına delalet etmektedir.
Ancak ikinci, yani 4224. hadis Hz. Peygamber (s.a)'in yüzüğünün demirden
olduğuna delâlet etmektedir. Ayrıca Buharı ve Müslim'de yer alan bir hadiste
Hz. Peygamber (s.a) Vâhib'e, kısasında, "Demirden de olsa bir yüzük
bul"[29] buyurmuştur. Bu, ikinci
hadisi takviye etmektedir.
Bu farklı
rivayetlerden dolayı ulemanın demir yüzük takınmanın hükmü konusundaki
görüşleri farklı olmuştur. Bu konuda bazı alimlerden nakledilen görüşler şu
şekildedir:
Aliyü'1-Kârî"
demir yüzüğün mekruh olduğunu alimlerimiz açıkça belirtmişlerdir." der.
Nevevî, Mühezzeb şerhi'nde İbâne müellifinden demir ve pirinçten yapılan
yüzüklerin mekruh olduğunu, Mütevelli'dert ise onun mekruh olmadığım nakletmiş
ve ikincisinin daha sahih olduğunu söylemiştir. Yine Nevevî, Müslim şerhi'nde
"Bizim ashabımızın demir yüzüğün mekruh olup olmadığı konusunda iki
görüşü vardır, Bunlardan mekruh olmadığı tarzındaki görüş daha sahihtir Çünkü
demir yüzüğü nehy eden hadîs zayıftır." demiştir. Askalanî ise, yukarda
Buharı ve Müslîm-den naklettiğimiz Vahibe hadisesindeki "Demirden de olsa
bir yüzük al" hadisinin onun cevazına delil olmayacağım, yüzük almanın
yüzük
takmak manasına
gelmediğini, çünkü Hz. Peygamber (s.a)'in kadının, yüzüğün kıymeti ile
menfaatlanmasım murat edmesinin muhtemel olduğunu söyler.
Askalâni'nin bu
sözünden onun da demir yüzüğü meşru görmediği sonucu çıkartılabilir.
Büceyramî'de, esah
olan; bu görüşe göre kurşun, bakır ve demir yüzüğün mubah olduğunu söyler.
Şamî ise Cevheriden
naklen demir yüzük takınmanın mekruh olduğunu söylemektedir.
Maliki ve Hanefî
mezhebine göre, hem erkeklerin hem de kadınların demir, bakır, pirinç gibi
madenlerden yapılan yüzük takınmaları mekruhtur. Delilleri, üzerinde
durduğumuz hadislerden birincisidir. Her ne kadar bu hadîs hakkında Nevevî
zayıf demiş, daha başka bazı alimler de bazı yönlerden tenkit etmişlerse de.
Munavî, onun, "hasen" derecesinden daha aşağı olmadığını söyler.
Ayni'de, demir yüzük takmayı men eden başka rivayetler zikreder.
İbnü'l Arabî'de.
Tirmizî Şerhî'nde bu konudaki hadîslerin sahîh olduklarını, sahîh olmasa bile
demir yüzük takmanın fiilen terkedilişinin bu hadîsi kuvvetlendirdiğini söyler.
Üzerinde durduğumuz
hadislerden ikincisi hakkında ise, bu görüş sahipleri, onun gümüşle kaplı
olduğunu, yasak olanın, sırf demir veya benzeri bir maddeden yapılanlar
olduğunu söylerler.
Birinci hadiste bahsi
edilen diğer bir konuda gümüş yüzük takmanın meşru olduğu ve bu yüzüğün bir
miskalden daha az olmasının gerekliliğidir. Gümüş yüzük takmanın kadınlara da,
erkeklere de, helâl olduğu; ancak zaruret yoksa, yüzük takınmanın pek uygun
olmadığı daha Önce geçmişti. Burada, yüzüğün bir miskalden daha az olması
konusuna temas etmek istiyoruz.
Kârî'nin
Cemiu'l-Vesâil'deki nakline göre konu Şafiîler arasında ihtilaflıdır. Yani
bazılarına göre yüzüğün ağrlığı bir miskalden daha az olmalıdır, bazılarına
göre ise böyle bir ayırım yoktur.
Neylü'l Meârib'de bir
miskalden fazla bile olsa erkeklerin de kadınların da gümüş yüzük
takabilecekleri zikredilmektedir. Kari bunu Tahâ-vî'nin şerhlerinden de
nakletmiştir.
Malikîlere göre, iki
dirhemden daha ağır olan yüzüğü takmak haramdır. Hanefî fıkıh kitaplarından
İhtiyar'da "Sünnet olan, yüzüğün bir mıskal kadar veya daha aşağı
olmasıdır." denilmektedir.
4224, hadîsin
isnadında ravîlerden birisi, İyas'ın anne tarafından olan dedesinin Ebû Zübab
olduğunu söylemiştir.
Bunu söylemekten
maksadı, hadisin işitenlerin, İyâs'in hadisi annesi tarafından olan dedesinden
mi, yoksa babası tarafından olan dedesinden mi rivayet ettiği tarzında bir
şüpheye kapılmamasıdır. Yani İyâs, hadîsi, babası tarafından olan dedesi
Muykip'den rivayet etmiştir.[30]
İki hadis birlikte mütalâa
edildiğinde şu hükümler çıkartılabilir
1- Demirden
veya pirinçten yapılmış olan yüzükleri takmak meşru değildir.
2- Caiz
olmayan bir şeyi yapanın davranışlarını, gayri müslimlerin veya
cehennemliklerin davranışlarına benzetmek caizdir.
3- Gümüş yüzüğün
bir miskalden daha az olması gerekir.
4- Üzerine
gümüş kaplanmış demir yüzük takmak caizdir.[31]
4225... Ali
(r.a) şöyle demiştir:
Rasûlullah s.a) bana:
"Allah'ım! bana hidâyet ver, beni doğrult de.
(Ondan) hidâyeti
(istediğinde) yolun doğrusunu zikret. (Ondan) doğruluk (istediğinde) oku
(hedefe nasıl) doğrulttuğunu hatırla", buyurdu.Hz. Ali devamla şöyle dedi:
Rasûlullah (s.a), beni
yüzüğü şu veya şu, yani işaret veya orta parmağıma Asım hangi parmak olduğunda şüphe etti -
takmaktan, kassiye ve Mîsera'dan nehyetti"Ebû Bürde dedi ki:
Hz. Ali'ye
"Kassiye nedir?" diye sorduk "Şam'dan veya Mısır'dan gelen,
üzerinde kaburga kemiği gibi geniş turunca benzer şekiller bulunan bir
kumaştır. Mîsera'da kadınların kocaları için yaptıkları bir şeydir" dedi.[32]
Hâdîs-i şerifin
Buharî'deki rivayetinde sadece Ebû Bûrde'nin Kassi ve Misera konusundaki Hz.
Ali'ye sorduğu soru ve Ali (r.a)'in cevabı yer almıştır. Buharî'nin bu
rivayetinde Kıs-sî'nin kaburgaya benzeyen çizgilerinin ipekten olduğuna işaret
edilmiş ve Ebû davûd'daki: (ûtrüc) kelimesi orada (ûtrünc) şeklinde varid
olmuştur. Ayrıca, Misera'nın kadınların kocaları için yapıp sarıya boyadıkları
kadifeye benzer bir kumaş olduğu ifâde edilmektedir.
Müslim'in libas'taki
bir rivayetinde Misera'nın kadınların kocalarının eğerleri üzerine koymaları
için ergovan kadifesinden yaptıkları bir kumaş olduğu söylenmektedir.
Bu hadîsin Sahîh-i
Müslim'deki bir rivayetinde de sadece baş tarafındaki dua kısmı vardır.
Hâdîs-i şerifte, Hz.
Ali (r.a), Rasûlullah (s.a),'in kendisine bir dua öğrettiğini haber
vermektedir. Bu duayı, Hattabî'nin yaptığı bazı takdirleri de göz önüne alarak
terceme etmeye çalıştık. Ancak, duada kullanılan kelimelerdeki maksadın
açılması için Hattabî'nin bu konuda söylediklerinin tamamını aktarmak
istiyoruz.
Hattabî duanın,
"(Ondan) hidâyeti (istediğinde) yolun doğruluğuna" diye terceme
ettiğimiz
cümlesi ile ilgili olarak şöyle demektedir: "Bu sözün mânâsı şudur:
Bir yola veya çöle giren kişi, geniş yolu takip eder; caddeden ayrılmak
istemez. Kaybolmaktan korktuğu için sağa sola sapmaz, bu şekilde, hidayete
erer ve selâmete çıkar. Rasûlullah (s.a), buyuruyor ki, "Allah'tan
hidayet istediğin zaman, aklına yolun doğrusunu getir; yola girdiğinde, doğru
olanı araştırdığın gibi allah'dan hidayeti ve istikameti iste."
Yine Hattabî
"(Ondan) doğruluk (istediğinde) oku (hedefe nasıl) doğrulttuğunu
hatırla" diye terceme ettiğimiz " cümlesi hakkında da şunları
söylemektedir:
"Bu cümlenin
mânâsı şudur: Ok atan kişi, bir hedefe ok attığı zaman, oku tam hedefe
yöneltir. Okun hedeften sapmaması ve gayretinin boşa gitmemesi için sağa sola
dönmez. Rasûlullah buyuruyor ki: "Allah'tan doğruluk istediğin zaman,
istediğinin ok atarken yaptığın gibi olması için bu mânâyı hatırla"
Hattabî'nin bu
söylediklerinden, Rasûlullah (s.a) dua konsunda Hz. Ali'ye bulunmuş olduğu
tavsiyelerinin daha iyi anlaşıldığını zannediyoruz.
Hadîs-i şerifin
devamında Hz. Ali (r.a), Rasûlullah'ın kendisini işaret veya orta parmağından
birisine yüzük takmaktan nehy ettiğini söylemiştir. Burada "veya"
edatiyla ifâde ettiğimiz mânâ "şek" içindir. Bu şek'de râvîlerden
Asım'a aittir. Yani Ebû Büreyde, Hz. Âli'den işaret veya orta parmaktan
birisini aktarmış, fakat Asım bunun hangi parmak olduğunu hatırlayarnamış, onun
için "işaret veya orta parmak" şeklinde rivayet edilmiştir.
Müslim'in bir
rivayetinde ise, Hz. Ali'nin orta parmakla yanmdakine işaret ederek
"Rasûlullah beni bunlara yüzük takmaktan menetti" demiştir.
Müslim'in bu rivayetine göre bir şek söz konusu değildir.
Hâdîs-i şerif, işaret
veya orta parmağa yüzük takmanın kerahatine delâlet etmektedir. Nevevî,
"Bu hadîsten dolayı yüzüğü orta parmağa veya onun yanıdakilerine takmak mekruhtur.
Müslümanlar yüzüğün küçük parmağa takılması gerektiğinde müttefiktirler"
demektedir. Kevkebu'd-dûrrî, Şerhu'l - İkna ve Neylü'l-Meârîb gibi eserlerde,
yüzüğün küçük parmağa takılmasının efdal, başka bir parmağa takmanın mekruh
olduğu ifâde edilmektedir. Neylü'l - Mearib'de bunun hikmetinin küçük parmağın
elin uç tarafında oluşu ve iş yaparken müdahalesinin bulunmayışı olduğu
söylenmiştir.
Aliyyü'l - Kârı de
Mîrek'ten naklen şunları söylemektedir: "Baş parmak ve yüzük parmağı
konusunda Rasûlullah'tan herhangi bir haber vâ-rid değildir. Öyle olunca,
yüzüğü küçük parmağa takmanın mendup olduğu ortaya çıkmış demektir. Şafiî ve
Hanefîler de buna meyletmişlerdir."
Bu konuda
söylenenlerin en güzeli, Aliyyü'l - Kârî'nin bu söyledikleri olsa gerektir.
Hadîsin sonunda Hz.
Ali, Efendimizin kendisini kasiyye ve misara denilen kumaşları giymekten de
men ettiğini bildirmektedir. Bu kelimelerin ne mânâya geldiği bizzat Hz. Ali
tarafından açıklanmıştır. Biz, buna ilaveten, Buharî ve Müslim'in
rivâyetlerindeki bazı farklılıkları da izah bölümünün baş tarafında vermiştik.
Sindi, Buharî Hâşîyesinde, kaysî denilen kumaşa bu ismin veriliş sebebinin, bu
kumaşın Dimyat yakınlarında deniz sahilindeki Kays köyüne nisbetle olduğunu
söyler.
Hz. Peygamber (s.a)'in
bu kumaşları giymekten men edişine sebep, içerisinde ipek oluşudur.[33]
1. Allah’a
dua ederken, ondan bazı şeyler isterken temsil getirmek tevessül de bulunmak
caizdir.
2. Yüzüğü
orta veya işaret parmağına takmak mekruhtur. Konu yukarıda açıklanmıştır.
3. İçerisinde
ipek bulunan kumaştan yapılmış olan elbisenin erkekler tarafından giyilmesi
caiz değildir.[34]
Gerek Rasûlullah'iri,
gerekse sahâbî ve tabiîlerin yüzüğü sağa da sola da taktıklarına delâlet eden
haberler vârid olmuştur. Musannif Ebû Davûd bu haberleri birbirlerine tercih
etmediği için bab başlığında meylini izhar etmemiştir.
Biz bu babdaki
hadislerin hepsinin tercemelerini verip, daha sonra izahlarını birlikte
yapacağız.[35]
4226... Hz.
Ali (r.a); şöyle demiştir:
Şureyk, bana Ebû
Seleme b. Abdurrahman şöyle haber verdi, dedi.[36]
"Rasûlullah (s.a)
yüzüğü sağ eline takardı."[37]
4227... İbn
Ömer (r.a)'den rivayet edildiğine göre:
Rasûluîlah (s.a)
yüzüğü sol eline takardı. Yüzüğünün kaşını da avucunun içine alırdı.
Ebû Davûd der ki:
İbn İshak ve Üsâme
yani İbn Zeyd - Nâfî'den (Onun isnadı ile) (Rasûlullah'ın yüzüğünü) sağ eline
(taktığını) rivayet ettiler.[38]
4228... Nafi'den
rivayet edildi ki İbn Ömer (r.a) Yüzüğünü sol eline takardı.[39]
4229... Muhammed
b. İshak şöyle demiştir:
Salt b. Abdullah b.
Nevfel b. Abdilmuttalib'in sağ elinin küçük parmağında bir yüzük gördüm ve:
Bu da ne?! dedim.
"îbn Abbas'ı
yüzüğünü böyle takarken gördüm" dedi ve yüzüğün taşını elinin üst
tarafına denk getirdi.
(Muhammed b. İshak
devamla şöyle) dedi. "Salt: îbn Abbas'ın Rasû-lullah'ın yüzüğünü böyle
takındığını söylediğini zannediyor.[40]
Hadîslerin tercemesine
başlamadan önce de işaret ettiğimiz gibi bu babda varid olan hadîslerin bir
kısmı Rasûluîlah (s.a)'in yüzüğünü sağ eline, bir kısmı da sol eline taktığına
delâlet etmektedir. Bu konuda sâhâbîler tarafından nakledilen başka haberler de
vardır. Bu haberlerden birkaçını daha aktarmak istiyorum.
Enes b. Malik demiştir
ki:
Rasûluîlah (s.a) eline
Habeşi kaşı, olan gümüş bir yüzük taktı. Kaşını avucunun içine denk
getirdi."[41] Abdullah b. Cafer şöyle
demiştir : "Rasûluîlah (s.a) yüzüğünü sağ eline takardı"[42] Enes
b. Malik (r.a); demiştir ki:
Rasûluîlah (s.a)
yüzüğü şunda idi". Enes, bunu söylerken sol elinin küçük parmağını işaret
etti.[43]
Cafer b. Muhammed
babasından şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hasen ve Hüseyin yüzüklerini sol
ellerine takarlardı.[44]
Alimler biribirine muhalif görünen bu hadislerin arasını telifte değişik şeyler
söylemişlerdir.
Bazı alimler her iki
tarafın da eşit olduğuna meyletmişler, yani sağa da sola da takmanın caiz
olduğunu ve birini öbürüne tercihe delil bulunmadığını söylemişlerdir. Ebu
Davud'un baba verdiği isim ve bu bab'm altına biribirine muhalif hadisleri
alması, onun da bu görüşte olduğuna delâlet eder.
Bazıları da Peygamber
(s.a)'in yüzüğü önceleri sağ eline taktığını, ama bilâhare bu adetini
değiştirip sol eline takmaya başladığını söylerler.Bu görüş sahipleri, Ebû Şeyh
ve İbn Adiyy'in, İbn Ömer'den rivayet ettikleri "Rasûluîlah (s.a) yüzüğü
sağ eline taktı, sonra onu sol eline değiştirdi. "mânâsındaki habere
istinad ederler.
Hafız ,"Eğer bu
sahih ise ortada niza kalmaz, ama onun senedi zayıftır" der. Nevevî'de
ulemanın yüzüğü sağa veya sola takmanın cevazında müttefik olduklarım fakat,
hangisinin daha efdal olduğunda ihtilâf ettiklerine işaret ettikten sonra, İmam
Malik'in sol ele takmayı müstehap, sağa takmayı ise mekruh gördüğünü kendi
mezheplerin de (şafiîler'de) ise sağ elin daha efdâl olduğunu söyler.
Bu konu ile ilgili olarak
Fethü'l Vedûd'ta şöyle denilmektedir; "Rasûluîlah (s.a)'in yüzüğünü hem
sağ hem de sol eline taktığı gerçektir. Bazı âlimler her iki ele de takmanın
caîz, zinet olduğu için, sağ ele takmanın ise daha efdal olduğunu söylerler.
Çünkü zineti sağ ele takmak daha evlâdır. Başka alimler ise Peygamber (s.a)'in
önceleri yüzüğünü sağ eline taktığı halde sonraları bunu değiştirip sol eline
takdığmı bildiren bazı zayıf rivayetlere dayanarak, sağ ele takmanın nesh
edildiğini söylerler.
Diğer bazı alimler
ise, her ikisini de caiz görmekle birlikte, sola takmayı tercih ederler"
Hanefî alimleri ise
Rafiziler'den olan ehl-i bid'ate benzeyeceği için sola takmayı uygun
bulmamışlardır. Çünkü kafire benzemek haram olduğu gibi ehl-i bidate benzemek
de haramdır. Zira alimler her ne kadar onlara kafir demenin caiz olup
olmayışında ihtilâf halinde iseler de fasıklığında icma halindedirler.
Fasıklann yaptıklarını yapmak caiz değildir.
Bütün bu nakillerden
anlaşıldığına göre yüzüğü sağ ele de sol elede takmak caizdir. Ancak hangisinin
daha efdal olduğu ihtilaflıdır.
Hanefî ve Şafiîlere
göre sağ ele takmak daha efdal, Malikîlere göre ise sola takmak efdaldir.
Yüzük sol ele
takıldığı zaman taharet esnasında parmaktan çıkartılır, çünkü sol elle taharat
edilir.
Yüzüğün hangi parmağa
tması gerektiği bundan önceki babın son hadîsinde geçmiştir.[45]
1. Yüzüğü
sağ ele de sol ele de takmak caizdir.
2. Kişi
bildiği bir şeyin âksi bir hareketle karşılaşınca, bunun sebebini sormalıdır.[46]
4230... Ali
b. Sehl b. Zübeyr'den rivayet edildi ki:
Kendilerine ait olan
bir cariye, Zübeyr'in, ayağında ziller olan kızını Ömer b. el-Hattab'a götürdü.
Ömer, zilleri kesti ve:
"Rasûlullah (s.a)
'i her zille birlikte bir şeytan var" buyururken duydum" dedi.[47]
4231... Abdurrahman
b. Hassan el-Ensarî'[48] nin
cariyesi, Bünane'den rivayet edildi ki;
O (Bûnâne) Hz. Aişe
(r.a)'mn yanında iken üzerinde sesler çıkartan ziller bulunan bir câriye, Hz.
Aişe'nin yanına katıldı.
Hz. Aişe (r.a):
" Onun zillerini
kesmeden (çıkarmadan) benim yanıma sokmayınız. Ben, "Rasûlullah (s.a) 'i
"içerisinde zil bulunan eve melekler girmez" derken işittim"
dedi.[49]
Bu hadîsin Hz.
Aişe'nin "RasûlullahMan naklettiği bölümü Kitâbü'l Cihâd'da
"Melekler, içerisinde köpek ve çan olan yolcularla arkadaşlık
etmezler"[50] lâfzi ile geçmiştir.
Hadis bu şekli ile Müs-lîm, Libas, 103 ve Tirmizi, Cihâd 25'de de yer almıştır.
Gerek Hz. Ömer'den
rivayet edilen birinci hadis, gerekse Hz. Aişe'den rivayet edile ikinci hadis,
kadınların kendilerine zinet olarak, ses çıkaran zinet takmalarının caiz
olmadığına delâlet etmektedir. Müslim'in Ebü Hureyre' (r.a)'dan rivayet ettiği
bir hadiste de Hz. Peygamber (s.a) "zil, şeytanın düdüklerindendir"
buyurmuştur. Bu hadîs de zilin caiz olmayışına delâlet etmektedir.
Hadîslerin zahirine
göre ister büyük, ister küçük olsun ve hangi maddeden yapılmış olursa olsun
ses çıkaran her türlü çanın caiz olmadığına delâlet eder. Buna göre ses çıkaran
bütün zinetler çan hükmündedir ve kadınlar tarafından kullanılması caiz
değildir.
Meleklerin, içerisinde
zil bulunan eve girmeyişlerinin hikmeti, bazı alimlere göre kilise çanına
benzedikleri içindir. Bazı alimler ise buna sebebin, çanların çirkinliği
olduğunu söylerler. Kanatımızca, çan ses çıkardığı için dikkat çektiğini ve
nehyin hikmetleri arasında bununda göz önünde tutulması gerekir.[51]
4232... Abdurrahman
b. Tarafe'den şöyle rivayet edilmiştir;
Külab gününde dedesi
Arfece b. Esad'ın burnu kesildi. Arfece'de gümüşten bir burun yaptırdı, ama o,
koku yaptı. Bunun üzerine "Rasûlullah (s.a) kendisine altından bir burun
yaptırmasını emretti.[52]
4233... Bize
Hasen b. Ali haber verdi, bize Yezîd b. Harun ve Ebû Asım haber verdiler.
Onlar, "Bize Ebûl - Eşheb, Abdurrahman b. tarafe'den o da Arfece b.
Esad'dan önceki hadisin mânâsını haber verdi" dediler.
Yezid der ki:
Ebu Eşheb'e,
"Abdurrahman b. Tarafe dedesi Arface'ye yetişti mı?"
dedim.
"Evet" dedi.[53]
4234... Bize
Müemmel b. Hişâm haber verdi. Bize İsmail, Ebü'l - Eşheb'ten, O, Abdurrahman b.
Tarafe'den, Abdurrahman, Arfece b. Esed'den O da babasından (şüphesiz Arface
diye) önceki hadîsi mânâsı ile rivayet etti.[54]
Bu babdaki üç rivayet
aslında tek hadistir. Rivayetlerin isnaciındaki farklılıktan dolayı, Musannif,
bunları ayrı hadîsler şeklinde kitabına almıştır.
Kûlâb: Cahiliye
devrinde Arapların iki kere savaştığı bir yerin adıdır. Burasının Küfe ile
Basra arasında ve Yemame'ye yedi günlük bir mesafede olduğu söylenmektedir.
Tirmizî Şerhi,
Ârızatü'l - Ahvezi'de, Kûlâb savaşının iki kez vuku bulduğu bunlardan
birincisinin Bekir ve Tağlib kabileleri arasında, ikincisinin ise Temim ve
Ehl-i Hecr arasında olduğu belirtilmektedir. Hadiste adı geçen Arfece, bu
savaşlardan ikincisine katılmıştır.
Yukarda da temas
edildiği gibi Arfece'nin burnunun koptuğu Kûlâb savaşı Rasûlullah'dan önce,
Câhilîyye devrinde olmuştur.
Metinde görüldüğü
üzeri, Arfece savaşta kopan burnunun yerine gümüşten bir burun taktırmış ama bu
burun zamanla koku yapmaya başlamıştır. Burnunun koku yapması Rasûlullah'm
Peygamberliği döneminde olmuş Efendimiz de gümüşün yerine altından bir burun
taktırmasını emretmişti.
Hadîs altından burun
taktırmak ile ilgili olduğu halde, musannif bunu, "altın ile diş
bağlatmak" adı altında vermiştir. Herhalde buna sebep, halk arasında
yaygın olanın burun taktırmak değil, altından diş taktırmak veya diş bağlatmak
oluşudur. Ebû Davûd buruna kıyasla, sallanan dişleri altın, ile bağlatmanın
cevazına kail olmuştur.
Ulema bu hadîse
istinad ederek, zaruret halinde altının erkekler tarafından kullanışının caiz
olduğunu söylemişlerdir.
Hanbelî Ulemasından
İbn Kûdame bu konuda şöyle demektedir: "Burnu kesilenin, burnunu taktırması
gibi, zaruretin gerekli kıldığı yerlerde altın kullanmak mubahtır.
İbn Kudame devamla,
Ahmed b. Hanbel'in sallanan dişlerin düşmemesi için, dişi altınla bağlatmanın
caiz olduğunu söylediğini nakleder. Bu alimin naklettiğine göre Esrem; Ebu
Râfî, Sabit el - Bûnânî, İsmail b. Zeyd b. Sabit ve Muğire b. Abdullah'ın
dişlerini altınla bağladıklarını rivayet etmiştir. Ayrıca Hasen, Zühri ve
Nehâî buna ruhsat vermiştir.[55]
Üç büyük mezhebin
hepsine göre, sallanan dişlerin altın bir telle bağlanması veya altından diş
yaptırıp takılması caizdir. Ancak Hanefî alimleri arasında ihtilaf vardır.[56]
Hanefî mezhebinin
imamı, Ebû Hanife'ye göre sallanan bir dişin altınla bağlanması caiz değildir.
Bu şekilde bir dişin gümüşle bağlanması gerekir. İmam Muhammed'e göre ise, hem
altınla hem de gümüşle bağlanması caizdir. Zahirrü'r - Rivâye eserlerinden el-
Camiu's - sağîr'da İmam Ebû Yûsuf'un görüşü verilmemiş daha sonraki alimler de
onun İmam-ı Azam'la mı yoksa, imam Muhammed'lemi olduğu konusunda ihtilâf etmişlerdir.
Bazı Hanefî
kitaplarında ise, sallanan bir dişin altınla ya da gümüşle bağlanmasının Ebu
Hanif'e ve Ebû Yûsuf'a göre de caiz olduğu belirtilmektedir.[57]
Görüldüğü gibi üç
mezhebe göre ihtilafsız, Hanefî mezhebinde de ihtilaflı olarak salanan
dişlerin altınla bağlanması caizdir. Diş doldurmak da diş bağlatmak gibidir.
Hanifî mezhebi imamlarından nakledilen ihtilaf, diş doldurmanın veya diş
taktırmanın caiz olup olmayışında değil, bu işi altınla yaptırıp yaptırmamanın
caiz olup almayışıdır. Yani diş doldurmak veya diş taktırmak bütün ulemaya göre
caizdir.
İslâmiyet fıtrat
dinidir. İnsanların dünya nimetlerinden meşru sınırlar içerisinde
yararlanmalarına izin verir. Hastalananları tedavi olmaya teşvik eder. Durum
böyle olduğu halde ve bütün müctehidler caiz olduğunu söylerlerken, mücerret
bir vehimden dolayı diş doldurmanın caiz olmadığını söylemek takılan dişleri
söktürmek, insanları dişsiz bırakmak, İslâm'ın ruhuna uygun bir davranış
değildir. İslam'a hizmet maksadıyla yapıldığı zannedilen ama aslında İslâm'a
zarar veren bir davranıştır.[58]
4235... Aişe
(r.a), şöyle demiştir:
Hz. Peygamber (s.a)'e
Necâşî'nin kendisine hediye ettiği zinet getirildi. O zinetin içerisinde Habeş
işi kaşı olan bir de yüzük vardı. "Rasûlullah (s.a) yüzüğü, ondan uzak
durarak, bir çubukla veya bir parmağı ile aldı sonra, Ebü'I As'ın kızı - kızı
Zeyneb'in kızı - Ümame'yi çağırdı, ve "Bunu sen takın kızcağızım"
buyurdu.[59]
Hz. Peygamber (s.a)'e
zinet gönderen "Necâşî, Habeşistan hükümdarı Eshame'dir. "Rasûlullah
(s.a) 'e gelen yüzüğün kaşı Habeş işinden idi. Sarihler bundan maksadın, göz
boncuğu veya akik olduğunu, çünkü, bunların Yemen veya Habeşistan'da bulunduğunu
söyler. Habeş işinden maksadın ne olduğu konusunda başka görüşler de vardır. Bu
görüşler için 4216 nolu hadîse bakılmalıdır.
Hadîste görüldüğü
üzere, Hz. Peygamber fs.a) altın yüzüğü görünce ondan yüz çevirmiş, bir çubukla
veya parmağı ile onu almış ve torunu Ümame'ye vermiştir. Ancak Râvî
Efendimiz'in yüzüğü çubukla mı, yoksa bir parmağı ile mi aldığında tereddüt
etmiştir.
"Rasûlullah (s.a)
'in yüzüğü eline almak istemeyişi ve onu bir kız olan torununa verişi altının
erkekler için caiz olmadığı, kadınlar için ise caiz olduğuna delildir. Çünkü
altın kadınlar İçin de haram olsa idi, Efendimiz onu torununa vermezdi. Altının
erkeklere haram, kadınlara ise helâl olduğunu gösteren başka haberler de
vardır. Meselâ, Ebû Davûd, Ahmed ve Nesaî'nın Hz. Ali'den rivayet ettikleri şu
hadîs bunlardandır. "Bir gün "Rasûlullah (s.a) sağ eliyle ipek, sol
eliyle de altın alarak "Şüpesiz bunlar ümmetimin erkeklerine haram,
kadınlarına ise helaldir," buyurdu."[60]
Bundan sonra gelecek
olan bazı hadîslerde, "Rasûlullah'in, kadınların altın kullanmasında men
ettiğini bildiren haberler varittir. Yeri gelince temas edileceği üzere, ulema,
bunu, ya neshe yada zekâtı verilmeyen miktara hamletmişlerdir. Yani ya
önceleri kadınların da altın kullanmaları caiz değildi, bilâhare bu yasak
neshedildi, ya da kadınlar için caiz olmayan altın zinet, fazla miktarda olup
da zekâtı verilmeyen zinettir.[61]
1- İslâm
hükümdarının başka milletlerle muahedeler yapması, onlarla hediyeleşmesi
caizdir.
2- Kişinin,
kullanılması caiz olmayan bir şeyi küçümsemesi, ondan uzak kalmaya çalışması gerekir.
3-
Erkeklerin altın yüzük edinmeleri caiz değil, kadınların edinmeleri ise
caizdir.[62]
4236... Ebû
Hûreyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre; "Rasûlullah (s.a) şöyle
buyurmuştur:
"Sevdiğine
ateşten bir halka takmayı seven kişi ona altından bir halka taksın, sevdiğine
ateşten bir bilezik takmak isteyen kişi ona altından bir bilezik taksın. Ancak
siz gümüşü alınız, onu (istediğiniz gibi) kullanınız."[63]
Hâdis-i şerif, kişinin
sevdiği çocuğunu ve ailesini nasıl ateşe atmak istemezse, onlara altından yapılmış
yüzük, küpe ve bilezik takmaktan da kaçınmasını istemektedir. Ha-dîs'in
zahirine göre hüküm hem erkekler hem de kadınlar için aynıdır. Çünkü mutlaktır.
Ancak, kadınların altından mamul zinet eşyaları takınmalarının caiz olduğu
önceki hadiste geçmişti.
Hadis-i şerifte
Efendimiz, altından sakındırırken gümüşü de teşvik etmiştir. İrâde'nin mutlak
oluşu, gümüşün her türlü zinete şâmil olduğuna işaret eder. Ancak alimleri
beyanına göre erkekler gümüşten ancak yüzük, kılıç süsü ve benzeri şeylerde
yararlanabilirler.
Şevkânî, el-Veşyu'l -
Merkum adındaki risalesinde bu hadîsle istidlal ederek, kadın erkek herkes için
altından zinet takmanın haram, gümüş zinet takmanın da helâl olduğunu
söylemiştir. Şevkanî, bu hadîsin isnadını sahîh, râvîlerinin rivayeti ile
ihticac edilenler olduğunu söylemişlerdir.
Ahmed b. Hanbel'in
rivayetinin sâhâbî râvisi Ebû Katede'dir. Hafız Heysemî, Ahmed b. Hanbel'in
rivayetinin isnadını güzel bulmuştur.[64]
4237...
Hüzeyfe (r.a)'ın kız kardeşinden:[65]
Rasûlullah (s.a)'in
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ey kadınlar topluluğu, sizin
süslenmenize gümüş kâfi değil mi? Dikkat edin, Sizden altınla süslenip de onu
başkalarına gösteren hiç bir kadın yok ki o altın sebebiyle azap
edilmesin."[66]
Bu hadîs-î şerifin sâhâbe
tabakasından râvîsi Huzeyfe b
El-Yeman'ın kız kardeşidir. Tabiin tabasından olan râvîsi de Ribî b.
Hıraş'in hanımıdır. İsnad'da bu hanımın ismi de anılmıştır.
Bu hadîs'in zahiri,
kadınların altından mamul zinetleri takmalarının caiz olmadığına delalet
etmektedir. Ancak aksine delalet eden başka hadislerin bulunuşu ve bu hadisin
cümle dizilişi sebebiyle ulema, bu hadisi, değişik biçimlerde tevil
etmişlerdir. Bu tevillerin belli başlıları şunlardır.:
1- İbn Abdil
Berr'e göre bu hadis, bilâhere varid olan ve kadınların altınla süslenmelerine
izin veren hadislerle nesh edilmiştir. Yani bu hadis mensuhdur. Mirkatü's
Suııt'ta da bu ve benzeri hadislerin mensuh olduğu söylenir.
2- Bu hadîs,
altınla süslenip ele bunu başkalarına gösteren kadınlarla ilgilidir. Aliyyü'l
Kâri azabın, altınla süslenmek ve onu başkalarına göstermek üzere tereddüp
ettiğini söyleyerek bu tevili benimsemiştir.
3- Bu hadîs
altından zinet edinip de onun zekatını vermeyenlere ilgilidir.
4- Yasak
olan, övünmek ve böbürlenmek maksadı ile takılan bileziklerle ilgilidir.[67]
4238... Esma
Binti yezid (r.a), Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Altından gerdanlık
takınan her bir kadının boynuna kıyamet gününde ateşten bir benzeri takılır.
Altın küpe takan her bir kadının kulağına da kıyamet günü bunun bir benzeri
takılır.[68]
Bu hadîsin zahiri de
kadınlara altının Caiz olmayışına delalet etmektedir. Ancak bundan önceki hadîs
de ulemâca tevil edilmiştir.
Bu hadisle ilgili
olarak Hattabî şunları söylemiş ve bunlar, daha sonraki sarihler tarafından da
nakledilmiştir: "Bu hadis iki şekilde tevil edilir.
1- Bu,
İslâm'ın ilk devirlerin de idi Bilahere nesh edildi ve kadınların altınla
süslenmeleri mubah kılındı. Sabittir ki Rasûlullah (s.a) bir elinde altın, öbür
elinde ipek olduğu halde minbere çıktı ve "Bunlar ümmetimin erkeklerine
haram, kadınlarına helâldir" buyurdu.
2- Bu
hadîsteki tehdid altının zekatını vermeyenler hakkında varid olmuştur. Zekâtı
verenleri için böyle bir tehdid söz konusu değildir."
Hattabî'nin bu
söyledikleri, önceki hadiste belirtilen tevillerden ikisidir. Diğer iki
tevilin de burada düşünülmesi mümkündür.[69]
4239...
Muaviye b. Ebî Süfyân (r.a)'dan rivayet edildi ki: Rasûlullah (s.a) kaplanlara
(derilerine) binmekten ve parçalanmış olanı hariç, altın takınmaktan nehyetti.[70]
Münzirî bu hadiste
fiki yerde inkita olduğunu söyler. Buharı: Meymunu'l - Kannad'm Said b.
Müseyyeb'den ve Ebû Kılabe'den Mürsel olarak irvâyet ettiğini söylemektedir.
Ebû Hatim er Râzî de,
Ebû Kılâbe'nin, Muâviye b. Ebî Süfyan'dan birşey duymadığını söylemiştir.
Hadis-i şerife göre
Rasûlullah (s.a) iki şeyi men etmiştir. Bunlardan biri kaplan derilerinin
üzerine oturmaktır. Bundan maksat, atların eğerleri üzerine kaplan derisi koyup
üzerine oturmaktır. Nehye sebep de bunun bir kibirlilik alameti veya Acem adeti
oluşudur.
Hadisle nehy edilen
ikinci konu: parça halinde olan hariç, altın takınmaktı. Bu nehye göre,
altının parça halindeki olan mubah, büyük olanı haramdır. Bu konuyu birçok
alim ele almış ve incelemiştir. Bu incelemelerden bazılarını buraya aktarmak
istiyoruz.
Şevkanî, Neylü'l
Evtâr'da: "Bu hadisteki parçaların, affedilen bir miktar ile kayıtlanması
gerekir. Muhtelif hadislerin arasını cem etmek için buna ihtiyaç vardır."
demektedir.
İbn Reslân'da şöyle
der "Bu hadisteki nehyden maksat, çok olan altındır. Kadınlar için küpe,
yüzük veya erkeklerin kılıçlarını süsledikleri küçük parçalar değildir.
İsrafçıların, büyüklük taslayan ve gösteriş peşin-dekilerin adeti olan çok altın
ise caiz değildir. Altının çoğu ile azı arasını ayıran ölçü, zekâtın farz
olduğu nisap miktarına varıp varmam asıdır".
Hattabî'de Mealimü's -
Sünen'de buna benzer şeyler söylemiş ve buradaki istisnayı kadınlara has
kılmış ve şöyle demiştir.
"Çünkü altın
cinsi, kadınlara haram değildir. Erkeklere ise azı da çoğu da haramdır."
İbnü'l Esîr, en -
Nihâye adındaki eserinde, az önce İbn Reslân'dan naklettiklerimize çok yakın
şeyler söyledikten sonra şunları ilâve etmektedir: "Çünkü bazen altının
sahibi cimrilik yapıp, zekâtını vermez ve zi-nete zekâtı farz kılanlara göre
günaha girmiş olur.
İbnü'l Kayyîm'in, İbn
Taymiye'den duyduğunu söyleyerek naklettiği şu cümlelerle ulemadan yaptığımız
nakillere son vermek istiyoruz: "Mutlak mânâda, altının mubah oluşu konusundaki
Muâviye hadisi, sırf altına değil, elbisedeki alem gibi başka şeye tabî olan
hakkındadır."
İbn-i Teymiye'nin bu
sözleri; parça halinde olan altının, erkeğe mubah kabul edilmesi haline aittir.
Kadınlarla ilgili değildir.
Ebû Davud'un bu babda
geçen hadisleri, müstakil olarak ele alındığından altından yapılan takıların
kadınlara da haram olduğu izlenimini vermektedir. Ancak, altının kadınlara
mubah olduğunu bildiren hâdis-i şeriflerle birlikte ele alındığı zaman,
hadisler arasındaki bir çelişki göze çarpmaktadır. Alimlerimiz bu çelişkiyi şu
yollarla tevil etmişlerdir.
1- Altım
yasaklayan hadisler mensuhtur.
2- Yasak
olan, zekâtı verilmemiş olanıdır.
3- Gösteriş
ve kibirlilik için takıldığı takdirde caiz değil, aksi halde caizdir. Az ile
çoğun sınırı nisaba baliğ olup olmamasıdır.[71]
[1] Buharı, Libas 49. 52; Müslim, Libas 56; Tirmizî,
İstizan 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/294.
[2] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/295-296.
[3] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/296.
[4] Buhari, Libas 50.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/296.
[5] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/296-297.
[6] Müslim Libas 61, 62; Tirmizî, Libas 14.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/297.
[7] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/297-298.
[8] Buhari, Libas 48; Tirmizî. Libas 15; Nesai, Zinet 47.
Ahmet/3-266.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/298.
[9] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/298.
[10] Buharı, Libas. 53; Müslîm, Libas, 55, 57; Tirmizî,
Libas 16; Nesai Zinet 33, 34; Mâlik, Sıfatını- Nebî 37.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/298-299.
[11] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/299-300.
[12] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/300.
[13] Müslim. Libas 5: Nesaî. Zinet 50; İbn Mâce, Libas 39.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/300-301.
[14] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/301.
[15] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/301.
[16] el Mevsilî, el-İhtiyar Ii ta'lili'l - Muhtar IV-159.
[17] Alâuddin Abidin, el-Hedîyyetü'l - Alâiyye (1978), 318,
el Cezirî, Kilabü'l Fıkh alel Mezahibi’l - Erbaa II-16.
[18] İbn Abidîn.Reddü’l – Muhtar (İst 1233) V-317.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/301-302.
[19] Buharî, libas 47; Müslîm, Libas 59; Nesaî 47, 53, 77,
79, 80.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/302-303.
[20] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/303-304.
[21] Bu tabirlerin her birinin izahı açıklama bölümünde
gelecektir.
[22] Bazı alimler "haram kılmadan" sözünün tın
hasletin tümüne şamil olduğunu söylerler. Bezlü'l Mechüd'e uyarak sonuncusuna
hasrettik.
Nesâî, Zinet 17; Ahmet 1,380,397,439.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/304-305.
[23] Ahzâb, (33); 33.
[24] bk. 3885 ve 3902 numaralar arasındaki hadisler.
[25] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/305-308.
[26] Tirmizi, Libas 43: Nesai, Zinet 146; Bu hadisin açıklaması sonraki hâdîsinki ile
yapılacaktır.
[27] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/308-309.
[28] Tirmizî, Libas 43; Ahmed b. Hanbel 1-21.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/309.
[29] Buhari, libas 49.
[30] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/310-312.
[31] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/312.
[32] Buhari, Libas 28: Müslim, Zikir ve Dua 78, Libas ve
Zinet 64.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/312-313.
[33] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/313-314.
[34] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/315.
[35] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/315.
[36] Hz. Ali'de, olan rivayet Müsned, Ebû Seleme'den olan
müsneddir. her iki rivayetin lâfzı aynıdır. Tirmizî. Libas 16; Şemail hadis
no:90; Ilın Mace, Libas 42; Ahmed b. Hanbel. 11-204. 205.
[37] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/315.
[38] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/315-316.
[39] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/316.
[40] Tirmizî, Libas/16; Tirmizî'nin rivayeti, Salt b.
Abdullah b. Nevfel'den şu şekildedir. "Ben İbn Abbas'ı; yüzüğünü sağ eline
takar gördüm. Onun ancak Rasûlullah'ı yüzüğünü sağ eline takarken gördüm dediğini zannediyorum. "
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/316.
[41] Müslim, Libas 2, ve Zinet 62.
[42] İbn Mace, Libas 42.
[43] Müslim, Libas 63.
[44] Tirmizî, Libas 16.
[45] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/316-318.
[46] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/318.
[47] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/318.
[48] Bir nüshada Abdurrahman b. Hayyam'dır.
[49] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/319.
[50] Cihâd had No:2555.
[51] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/319.
[52] Tirmizî, Libas 31; Nesaî, Zinet 41; Ahmed b. Hanbel
V-23.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/320.
[53] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/320.
[54] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/320-321.
[55] bn Kudame, el Muğni II -607, 608.
[56] El Cezîrî, Kitabiü’l Fıkıh ale’I – Mezahibi’t, Erbaa
II , 14, 16.
[57] Fetva-i Hindiye V -336.
[58] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/321-322.
[59] İbn Mâce, Libas 40.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/322-323.
[60] Bkz. Hadis no: 4057.
[61] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/323.
[62] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/323.
[63] Ahmed b.Hanbel, 11-334, 378.IV-414.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/324.
[64] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/324.
[65] Huzeyfe (r.a)'m, Rasülullah'ı göre, birden fazla kız
kardeşi vardı. Bu hadîsi rivayet etlen hanımın adının Fatma veya Hevlâ olduğu
tarzında görüşler var dır. Ebû Amr en-Nemrî, adının Falına olduğunu
söylemiştir.
[66] Nesaî, Zinet / 39; Darimî, İstizan 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/324-325.
[67] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/325.
[68] Nesaî, Zinet 39.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/325-326.
[69] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/326.
[70] Nesaî, Zinet 40; Ahmed b. Hanbel, IV-92, 93, 95, 98,
99.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/326.
[71] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/326-327.