|
|
|
|
AHMED ZİYÂÜDDÎN-İ GÜMÜŞHÂNEVÎ (K.S.)
Beynelmilel şöhrete sahip, nâdirül-emsâl, meşhur bir İslam âlimi, gerçek bir âbid ve zâhid, cihâd-ı ekberi ve cihâd-ı küffârı bihakkın eda etmiş örnek bir mücâhid, turuk-ı aliyyemiz silsilelerinde kendi adına özel bir şube teşkil edecek kadar ileri mertebede bir şeyhler şeyhi, aşkın en yüksek tasavvufî makam olduğuna dair bir eser yazmış olmasına rağmen, şöhret ve şatafata kapılmamış, ilm-i zâhiri ve ilm-i bâtını, tasavvufu, tarikatı ve şeriatı beraber götürmüş, ehl- i sahh ve ehl-i temkinden, çok ciddi ve çok vakur bir ârif-i kâmil; yüzden fazla kâmil mürebbî ve halîfe yetiştirmiş bir mürşid-i kâmil ve mükemmil, nice nice hadis, kelam, fıkıh ve tasavvuf eseri yazmış çok velud bir müellif; muhaddis, mütekellim, fakih, kutbül-aktâb, gavsül-vâsılîn Ahmed b. Mustafa b. Abdurrahman el-Gümüşhânevî 1228/1813 senesinde Gümüşhanenin Emirler Mahallesinde dünyaya gelmiştir. Ondokuzuncu yüzyıl gibi Osmanlı Devletinin çalkantılı, buhranlı bir devrinde yaşamış olan Gümüşhânevî hazretleri; tarikat anlayışı, tekkesi, irşad hususiyeti, bir milyondan fazla müridi, padişahlar nezdindeki nüfûzu, tasavvuf, fıkıh ve hadise dair eserleri ve dünyanın çeşitli bölgelerine gönderdiği yüz on altı halifesiyle günümüzde de halen canlılığını m uhafaza eden bir tesir ve şöhrete sahiptir. YETİŞMESİ Gümüşhânevî (k.s.)nin çocukluğundan beri ilim tahsiline ayrı bir merak ve kaabiliyeti vardır. Beş yaşında Kurân-ı Kerîmi hatmeder, sekiz yaşına geldiğinde ise Kasâid, Delâil-i Hayrât ve Hizb-i Azâm adlı eserleri hatmedip icâzet alır. On yaşlarına geldiğinde ailesiyle birlikte Trabzona göç eder. Ağabeyinin askere gitmesiyle yalnız kalan babasına işyerinde yardım etmektedir ama bir taraftan da o yörenin âlimlerinden sarf, nahiv ve fıkıh dersleri almaya başlar. Hem ilim tahsili hem ticari işler altında ezilmesinden endişe eden babası, ağabeyi askerden gelince onu İstanbula Dârül-Ulûma göndermeye söz verir. O da bunun sevinciyle bir taraftan derslerine devam eder; hıfzını tamamlar, bir taraftan da eli ile ördüğü para keselerini satarak ileride ihtiyacı olacak parayı biriktirmeye başlar. Düşündüğü, hayal ettiği ve en çok arzuladığı şey ise mâsivâdan soyutladığı bedenini yalnızca ilim tahsiline hasretmektir. İLİM TAHSÎLİ Onsekiz yaşlarına geldiğinde ticari alış-veriş için amcasıyla İstanbula gelir. Babasının verilmiş bir sözü vardır, ağabeyi de askerden dönmüştür. Bunları göz önünde bulunduran genç Ahmed, gerekli malzemeleri satın alıp amcasına teslim ettikten sonra Trabzona onunla dönmeyeceğin i , ilim tahsili için artık İstanbulda kalmaya karar verdiğini uygun bir dille anlatır. İhtiyaçları için biriktirdiği bir miktar parayı da kendisine hiç pay ayırmadan babasına gönderir. Yardımcı ve dost olarak Allah bana yeter diyerek İstanbulda hiç bir tanıdığı, yanında da tek kuruş parası olmadığı halde Rabbine tam bir teslimiyet ve tevekkül duygusu içinde Bayezid Medresesinde yapayalnız kalır. Burada bir velînin mânevî murakabesinde Hikmet, Ahbâr, Tasavvuf ve Fen gibi aklî-naklî ilimleri tahsil ed e r. Bu zâtın vefatının ardından Mahmutpaşa Medresesinde bir hücreye yerleşerek kendisini ilme verir. Çocukluğundan beri hep Şeyh Salim, Şeyh Ömer el-Bağdâdî, Şeyh Ali el-Vefâî ve Şeyh Ali gibi şeyhlerin dizi dibinde olan Gümüşhânevî (k.s.), mânevî bir olgunluk içerisindedir. Bir gece Süleymaniye Camii ile ilgili dehşetli ama bazı mânevî müjdelere de işaret eden bir rüya görür. Bu rüya Süleymaniye menşeli Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî (k.s.)nin yine Süleymaniye menşeli Ahmed b. Süleyman el-Ervâdîyi Onun irşâdı ile görevlendirmesi ve nihayet kendi türbesinin de Süleymaniye Camii Şerîfi avlusunda bulunmasıyla geniş tabirini bulmaktadır. Mahmud Paşa Medresesinde Abdülaziz, Abdülmecid ve II. Abdülhamidin hocası Abdullah el-Mekkî el-Erzincanînin halifesi ve d a ha sonra kendisine intisap eden Şehri Hafız Muhammed Emir el-İstanbulî ile Erzincanlı Nakşî Şeyhi Kürd Hoca namıyla bilinen Abdurrahman el-Harpûtîden ders okumuştur. Bu hocaların rahle-i tedrisinde ikmâl-i nüsah ederek İstanbuldaki onüç yıllık tahsil h a yatı sonunda 1844de icâzet almıştır. Şerî ve zâhirî ilimleri, padişah ve saray hocalarının rahle-i tedrîsinde tamamlayan, icâzet almadan önce ardadaşlarına ders verebilecek kadar başarılı olan Gümüşhânevî (k.s.), icâzet aldıktan sonra Bayezid ve Mahmud Paşa Medreselerinde müderrisliğe başlar. Bir yandan geceli gündüzlü otuz yıl sürecek olan ilmî eserler tertip ve telîfine çalışırken bir yandan da gittikçe ders halkasını genişletir. TASAVVUFA İNTİSÂBI Gümüşhânevî (k.s.), şerî ilimlerde zirvede iken, bâtınını teslim edip, gönül bağlayabileceği, kâmil bir mürşid arayışı içine girmiştir. Bu sıralarda 1845de İstanbula gelip yerleşen ve Üsküdar Alaca Minare Tekkesinde tarîkat neşrine çalışan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (k.s.)nin İstanbul halifelerinden Ab d ülfettah el-Ukarî (1281/1864) ile bir sohbet meclisinde tanışır. Kendisine intisap etmek isteyen Gümüşhânevî (k.s.)nin bu arzusunu ileride gelecek olan bir zâtın buna izinli olduğunu söyleyerek kabul etmez. Nihayet bir gün Abdülfettah Efendinin bulunduğu tekkede kendisi için önceden tayin edilmiş ve yalnızca kendisinin mânevî irşadıyla görevli olarak İstanbula gönderilmiş bulunan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (k.s.)nin bir başka halifesi Trablus Şam Müftüsü diye anılan Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî ile karşıl a şır ve Ona intisap eder. Onun mânevî murakabesi altında seyr-u sülûkunu tamamlar. İki yıl aralıkla iki defa halvete giren Gümüşhânevî, ikinci halveti müteakip 1848de şeyhi Ervâdîden Nakşbendiyye, Kâdiriyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Sühreverdiyye, Şâzeliyye, Desûkiyye, Halvetiyye, Müceddidiyye, Mazhariyye, Rifâiyye, Hâlidiyye tarikatlarından hilâfet-i tâmme ile icâzet alır. Bu ledün ilmi alış verişi onaltı yıl sürer. Kendileri artık mânevî ilimlerin de bir kutbu olmuştur. Pek çok meşayıhın mânevî bir işaretle varlığını öğrendikleri mürşidlerini arayıp bulmak için diyar diyar gezdikleri ve uzun yolculuklar yaptıkları bilinir. Gümüşhânevî hazretlerinde ise tamamen farklı bir durum sözkonusudur. Şems-i Tebrîzînin Mevlânâyı arayıp bulmasında olduğu gibi E rvâdî (k.s.)nin de Şamdan İstanbula kadar gelerek Gümüşhânevîyi irşâd etmesi Onun ileride Hâlidiyye Tarîkatı içindeki yerinin büyüklüğüne işaret etmektedir. Ervâdî hazretleri, 1858 senesinde Şamda vefat eder. Şeyhinin tavsiyesi üzerine Gümüşhânevî, Onun vefatından sonra Abdülfettah Efendiyi sohbet şeyhi ittihaz eder. Bu bağlılığını kendisi Cağaloğlunda, Ukarî (k.s.) de Üsküdarda olduğu halde haftada bir defa karşılıklı ziyeretlerle devam ettirir. Gümüşhânevî, Hâlidî âdâbına riayet ederek, bu z â tın vefatına kadar müstakil hareket etmekten sakınmış ve böylece Mevlânâ Hâlid (k.s.)in İstanbul halifelerinde bulunmasını istediği en kıdemli halifeye uygun hareket etme esasına riayet etmiştir. 1864de Abdülfettah Efendinin vefatına kadar tarîkat neşrinden daha çok ilmî çalışmalarda bulunmuş, bütün telifâtını bu tarihe kadar tamamlamıştır. 1864de başladığı haftalık sohbetlerde Râmûzül-Ehâdîsin şerhedilmesi ve yorumlandırılması ile Levâmiul-Ukûl adlı eserini meydana getirmiştir. On altı yıl müridlerine Nakşbendiyye ve Hâlidiyye usûlü zikir tâlim etmiş ve Hatme-i Hace zikri icra eylemiştir. Bu dönemden sonra artık irşad faaliyetlerine de hız vermiş, pek çok talebe yetiştirmiştir. İsimleri bir icâzetnâme hacmine sığmayacak kadar çok olan eserin kendisi tedkik ve mütâlaa ettiği gibi bazı talebelerine de bu eserlerin tamamından icâzet vermiştir. Onun bu ilmî seviyeye gelmesinde etkili olan hocalarından Şehri Hafız Muhammed Emin el-İstanbulî ilk önce Abdullah-ı Mekkî (k.s.)den hilâfet aldığı halde daha sonradan Ervâdî (k.s.)den Hâlidî Tarîkatı üzere irşad icâzeti alan talebesi Gümüşhânevî (k.s.)ye intisab etmiştir. Hocalarından bir diğeri de belirtildiği gibi Kürd Hoca diye meşhur olan Abdurrahman el-Harpûtîdir. TEKKESİ Tarikat neşrine başlad ığında önceleri tekkeye fazla rağbet etmeyen Gümüşhânevî, Mahmud Paşa Medresesindeki hücresi ile iktifa etmiştir. Burası sayıları zamanla artan müridlerinin ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelince ibadete kapalı ve metruk bulunan Fatma Sultan Câmii tekk e ittihaz edilmiştir. Halîfelerinden Kastamonulu Hasan Hilmi Efendinin gayretleriyle beş vakit ibadete açık hale getirilen bu caminin bitişiğine Gümüşhânevî (k.s.) tarafından onaltı odalı bir ev ile bir de tekke yaptırılıp vakfedilmiştir. Ev ve tekke yapımından sonra Şeyh hazretleri buraya taşınmış, bu cami ve müştemilatı zamanla Gümüşhâneli Dergâh-ı Şerîfi diye şöhret bulmuştur. Gümüşhânevînin tarîkat ve tasavvuf anlayışında ferdî planda kâmil insanlar yetiştirme hedefi gözetilirken, ictimâî hayatın da asla ihmal edilmediğini görüyoruz. Esasen Onun tarikat faaliyeti ve tasavvufî eğitimle ulaşmak istediği asıl hedef fikriyle, îmanıyla, ahlâkıyla kemâle ermiş, şuurlu müslümanların oluşturduğu ideal bir toplum ortaya çıkarmaktır. Onun Bâb-ı Alînin ta m karşısında yer alan, metruk bir camiyi ihyâ ederek, idare merkezine böyle yakın bir yeri tekke olarak seçmesi bu anlayışın bir tezâhürüdür. Toplumun istikametini tayin etmek, büyük ölçüde idarenin insiyatifini ele geçirmeye bağlıdır. Gümüşhânevî hazretleri de ehemmiyetli bir mevkiyi tekke olarak seçmiş, devlet idaresine yön verici bir irşad siyaseti ile hareket etmiştir. Kendi zamanında hem bir tekke, hem de bir dârül-hadîs hüviyeti kazanan dergahına Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz, Sultan II. Abdülhamid ve daha bir çok devlet adamının zaman zaman gelerek sohbet ve derslerine iştirak etmeleri, müridleri arasında Arap Mehmed Ağa, Erkân-ı Harb livalarından Münib Bey, saray doktorlarından Emin Paşa, Reîsül-Ulemâ Tikveşli Yusuf Ziyâeddin Efendi gibi zatların yer alması, Onun ne derece etkili ve hürmet edilip sözü dinlenen bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. II. Abdülhamid ile hususî bir yakınlıklarının bulunduğu özel istişare ve toplantılarının olduğu da bilinmektedir. Toplumun her türlü ihtiya cına cevap verme gayreti içinde olan Ziyâüddin hazretleri, o devirde yeni kurulmaya başlanan ve faizle çalışan bankalara bir alternatif olarak, müntesiplerinin ellerinde bulunan menkul kıymetleri bir araya getirerek bir yardım ve borç sandığı kurdurmuştur . Atıl vaziyette bulunan bu birikimler toplanarak ortak yardımlaşma ve yatırım amacıyla kullanılacak bir sermaye olmuştur. Kapısında: Nakşbendî Dergâhıdır bu makâm-ı dil-küşa İşte meydân-ı muhabbet gel azîzim merhaba! yazılı olanGümüşhâneli Dergâh-ı Şerîfi diye şöhret bulan tekkesi, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra 1942ye kadar mabed olarak korundu. Anıtlar Yüksek Kurulunun, korunması gerekli eski eser kararına rağmen, 1857 senesinde yol yapımı gerekçesiyle yıktırıldı. Bugün sadece minares i nden tuğla enkazı ile; Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddîn Sokağı hatıra kaldı. Arsası üzerinde ise, İstanbul Defterdarlığı bulunmaktadır. CİHÂDI Kalemi ve kelâmıyla mücâdele veren Gümüşhânevî, yeri gelince kılıca ve silaha sarılmayı da bilmiş 93 Harbi diye bilinen Osmanlı-Rus savaşlarına iştirak ederek cephede bizzat çarpışmış, gönüllü gittiği bu savaşın kesintiye uğradığı bir ara Ofa gelerek tarikat neşrinde ve irşad hizmetinde bulunmuş, savaş başlar-başlamaz muharebe meydanına tekrar dönmüştür. Gümüşhâne vînin toplum hayatına, insanlara hizmet etmeye, sosyal faaliyetlere bu derece önem vermesi, biraz da müntesibi bulunduğu tarikatın hususiyetinden kaynaklanmaktadır. Nakşbendî Tarikatı, irşad faaliyetinde halkın içine karışmayı ve insanlara hizmeti ön pla n da tutan bir anlayışa sahiptir. Bu tarikatın en önemli prensiplerinden biri de halvet der encümendir. Bu prensip, toplum içerisinde meşru olan her türlü faaliyete iştirak ederek insanlara hizmet etmeyi, bütün bunları yaparken de kalben daima ALLAH (c.c.) ile beraber olmayı, yani halvet şuurunu muhafaza etmeyi ifade eder. İLMÎ ŞAHSİYETİ Gümüşhânevî hazretleri, talebelerinden birine verdiği icâzette şunları söylüyor: -Bu aciz kula Cenâb-ı Hakk ikramlarda bulunmuş, onu itaatlerin en üstünü ile meşgul etmiş ve ibadetlerin en büyüğünde çalıştırmıştır ki o da şerefli ilmi taleb etme işidir. Zira insan Allah Tealânın rızasını istemekte, ihlas sahibi olduğu, çirkin olan gösteriş ve desinlerden uzak bulunduğu zaman, ilâhî emirle mükellef olanlar arasında t emâyüz eder ve şeref kazanır. Aksi halde ilim, sahibine vebal olur. Kulluk ve yaradılış gayesinin Cenâb-ı Hakkın vahdâniyetine ermek olduğunu ifade eden Gümüşhânevî, kişiyi bu gayeye götüren sebeplerin başında ilmi görmektedir. Gerek meşrebi, gerekse tasavvuf ve tarikat anlayışı bakımından ilme ve ilim tahsiline ağırlık verilmesini isteyen Gümüşhânevînin eserleri, sohbetleri ve talebelerinin hususiyeti de bunu yansıtmaktadır. Bütün eserlerini Arapça yazmış olması, Mısırdaki derslerini Arapça takrîri onun yazacak ve okutacak derecede Arapçaya vukûfiyetinin dolayısıyla ilmî kudretinin delilidir. Vasiyetlerinde amelleriniz, tahsiliniz ve ahlakınızla âlim olup, insanlara seviyelerine göre hitap ediniz. Alimlerin zâlim ve inatçılarından olmayınız. Daima müzâkere, Hakk ve hakikati izhar için ilminizi ve araştırmalarınızı artırınız. diyen Gümüşhânevî (k.s.), bu konudaki hassasiyetini göstermektedir. Kendisi de ilme ve ilmî araştırmalara büyük önem vermiş, ömrünün yirmi sekiz senesini telif hayatına vakfe t miş nice geceleri uykusuz geçirip, durup dinlenmeden çalışmıştır. Halifelerinden Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi (k.s.) bir defasında altı ay boyunca geceleri hiç uyumadığını anlatarak şöyle demektedir: Çok uzun süren bu dönem içerisinde, öğleye az bir zaman kala kıbleye karşı döner, başına bir havlu örterek uyumaya çalışırdı. Böyle yaparken de her defasında çevresindekilere, öğle ezanına az bir zaman kala beni uyandırın diye tenbih ettiği halde her defasında kendiliğinden uyandığı için Onu uyandırmak hiç kimseye nasip olmamıştır. Gümüşhânevî (k.s.) tekkesinde kurduğu yardımlaşma ve yatırım sandığında biriken sermaye ile büyükçe bir matbaa satın alarak, ilmî eserlerin ilim erbabına bedelsiz ve hediye usûlü dağıtılarak, ilmin daha verimli ve yaygın hale getirilmesine gayret göstermişti. Aynı sermayeden tahsis edilen beşyüzer altınlık vakıflarla İstanbul, Bayburt, Rize ve Ofta onsekizbin ciltlik dört ayrı kütüphane tesis edilerek ilmin Anadoluda da yayılması temin edilmeye çalışılmıştır. Tekkeler za manın şartları ve imkanları dahilinde ictimâî hayata yön veren çeşitli faaliyetleri tarihin her döneminde gerçekleştirmişlerdir. Ancak Gümüşhâneli Dergâhının toplumun ihtiyaçlarına ve zamanın şartlarına hitap eden böyle verimli bir metodla, ilmî, iktisâd î ve ictimâî gayeleri hedef alan bir usul ile ortaya çıkması takdire şayandır. İlme ve Sünnet-i Seniyyeye uymaya ayrı bir önem verdiği görülen Gümüşhânevînin ikinci büyük hususiyeti, tekkesinde hadis ilmine ağırlık vermesi ve hadis ilmi ile meşguliyeti tarikatının bir rüknü haline getirmiş olmasıdır. Alfabetik sıraya göre yazmış olduğu Râmûzül-Ehâdîs adlı Hadis kitabından, haftanın iki günü , çoğu defa sorulu-cevaplı ders takrir eden Gümüşhânevî ömrü boyunca yetmiş defa bu usulle Râmûz u hatmettirmiş tir. Kendisinden okuyup icâzet alanlar da aynı usule riayet etmişlerdir. Bu silsilenin en son halifelerinden Mehmed Zâhid Kotku (Rh.a) İskender Paşa Camii imamı iken burada Râmûz okutarak, bu geleneği günümüze kadar devam ettirip getirmiştir. Günümüzde d e Mahmud Esad Coşan Hoca Efendi Pazar günleri ikindi namazını müteakip İskender Paşa Camiinde Râmûz sohbetlerine devam etmektedir. Hadis ilmine yaptığı hizmetlerden dolayı Muhaddisîn-i Rûm, Hâtimetül-Muhaddisîn gibi ünvanlarla da anılan Gümüşhânevînin bu gayretleri meyvesini vermiş ve Gümüşhâneli Dergâhı bir Dârül-Hadîs hüviyetine bürünmüştür. Bu çalışmalar, Gümüşhâneli Dergâhında icâzet almış, yüzlerce hadis âliminin yetişmesine, bir çoğunun Huzur Dersleri mukarrir ve muhataplığına, bazılarının da Safranbolulu İsmail Necâti Efendi ve Dağıstanlı Ömer Ziyâeddin Efendi hazretleri gibi Dârül-Hilâfetil-Aliyye Medresesi hadis ve hilâfiyyat dersleri müderrisliğine kadar yükselmelerine sebep olmuştur. ESERLERİ Hadis öğretimine önem veren, hadîse dair eserler kaleme alan Gümüşhânevî, tasavvuf tarihi içinde köklü bir geleneğin sürdürücülerinden biri olmuştur. Onun bu yönü en azından hadis sahasında verdiği eserlerin hacmi bakımından, seleflerinin çoğundan daha belirgindir. Hadise dair eserlerin den ilki ve en önemlisi adı geçen Râmûzül-Ehâdîstir Kendi ifadesiyle az sözle çok mana veren veciz ve alimlerce muteber bir kısım hadisleri bir araya getirip yazdığı bir eserdir. Levâmiul-Ukûl adlı eseri ise Râmûz un şerhidir. Bunlar dışında hadisle alakalı Acâibün-Nübüvve, Letâifül-Hikem, Hadîs-i Erbaîn adlı üç eseri daha vardır. Gümüşhanevinin tasavvufî yorumlarını ihtiva eden hadisle ilgili eserleri ile tasavvuf ve kelâma dâir telifâtı dünyanın dört bir yanına dağılarak yakın-uzak bütün bölge ilim adamlarının el kitabı olma hüviyeti kazanabilmiştir. Tasavvuf konusundaki eserlerinden ikisi daha önce adı geçen Câmiül-Usûl, Mecmûatül-Ahzâb dışında Rûhul-Arifîn gibi tasavvufun inceliklerini ihtiva eden eserleri de mevcuttur. Ahlak konusunda Necâtül-Gâfilîn, Devâül-Müslimîn, Netâicül-İhlâs adlı eserlerinden başka Gümüşhânevî hazretleri Fıkıh ve Kelam ilmine dair eserler de vermiştir. TASAVVUFÎ ŞAHSİYETİ Gümüşhânevî hazretleri, az yemek, az uyumak ve az konuşmak gibi prensipleri içeren z ühd ve takva dolu bir hayatı benimsemişti. Misafirsiz sofraya oturmazdı. Bütün nafile oruçları tutardı. Haftada iki defa müridleriyle topluca Hatme-i Hâce zikri icrâ ederdi. Salı geceleri zikirden sonra yetmiş bin kelime-i tevhid zikri yaptırmayı adet hal i ne getirmişti. Yazlarını Beykozdaki Yûşâ tepesinde çadır kurarak geçirirdi. Yine bir yaz günü Yûşâ tepesinde yakınlarıyla çadır kurmuş olan Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî (k.s.), elinde eski bir kemanla geçmekte olan bir çalgıcıyı çağırdır. Adam, sizin hocanızla benim ne işim var, gidin işinize, siz keman çaldırıp para vermezsiniz, ben de sizin sözlerinize kulak asıp dediğinizi yapmam, derse de ısrar eder ve huzura getirirler. Gümüşhânevî hazretleri, çalğıcının kulağına gizlice bir şey söyler. Adam bu sö z ler özerine öyle bir cezbeye tutulup bağırır ki etratakiler şaşırıp kalırlar. Çalgıcı, tövbekâr olur. Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî hazretlerinin kendisinin kulağına neler söylediğini merak edip soranlara uzun süre bir şey söylemez nihayet bir gün: -"Ben gen çliğimde bir Bektâşî şeyhine intisap etmiştim, kendisi ehl-i sünnet vel-cemaatten idi. Vefat edeceği zaman seni büyüklerden birine emanet ettim, sakın reddedip perişan olma, âhir ömründe iyi bir insan olursun inşaallah demişti. Gümüşhaneli Efendimiz de bana şeyhin seni bana emanet etmişti demesi ile kendime sahip olamadım, bağırdım ve ellerine kapandım demiştir. Nakşbendiyye ve Hâlidiyye usulü gereği halvete çok önem verir, Zilhicce ve Recep aylarında senede iki defa halvete girerdi. Müridlerinden girmek isteyenlere de bu aylarda halvet yaptırırdı. Yatarken ayak uzatarak uyumayı edebe aykırı saydığı için hiç bir zaman ayak uzatarak uyumamıştır. Bir defasında, hasta yatağında baygın bir şekilde dört büklüm yatan Gümüşhânevî (k.s.)nin tedavisi için gelen doktor tarafından, ayakları uzatıldığında, kulaklarının ucuna kadar utancından kıpkırmızı kesilmiş, gözlerini hafifçe açarak, bir de beni Rabbımın huzurunda ayak uzatma suçu ile başbaşa bırakmayın diyerek ayaklarının toplanmasını istemiştir. Kerâ metleri zâhir olan,
Gümüşhânevî hazretleri, ihvânına nasihatlerinde her zaman şunu
tekrar ederlermiş: Müridlerinden iki kişi bir
gün yakınlarındaki bir mevlevi tekkesinde ayin seyretmeye karar
verirler. Akıllarına Gümüşhaneli hezretlerinin tenbihi gelir
ama, nasıl olsa biz kimsenin işine karışmayız,
diyerek giderler. Bir ara birisinin gözüne mevlevi şeyhinin gür
bıyıkları takılır, gittikçe zıddına
gitmeye başlar ve nihayet dayanamaz arkad a şının
kulağına eğilerek hafif bir sesle bu adam
kızılbaş mıdır nedir? der. O anda mevlevî
şeyhi sunlara gözlerini öyle bir diker ki az daha
sıkıntıdan göğüsleri patlayacak olur. Derhal kendilerini
dışarı atar dergahın yolunu tutarlar.
Karşılarına çıkan G ümüşhaneli hazretleri: Gümüşhânevî hazretlerinin
vefatından hayli seneler sonra son demlerini yaşayan ilim ve irfan
sahibi bir zat, Ne zaman kendi halifelerinden
Oflu Hacı Yusuf Efendi Trabzondan istanbula doğru gelen vapura
binse, dergâhta bulunan Gümüşhânevî hazretleri etrafındakilere: Mahmud Esad Coşan Hoca
Efendi anlatıyor: Bayram ve kandil g ecelerini, müridleriyle birlikte sabahlara kadar zikir, fikir, tekbir, tehlil ve tahmidle geçiren Gümüşhânevî (k.s.) ömrünün son on sekiz yılını bayram günleri hariç oruçlu geçirmiştir. Lüzumsuz sözlerden hiç hoşlanmaz, boş vakitlerini ve çoğu gecelerini, ilim ile meşgul olarak geçirirdi. Sabah namazından sonra işrak vaktine kadar ve yatsı namazından sonra mecbur kalmadıkça dünya kelamı konuşmazdı. Kendisine yakın olanlarca rivayet edildiğine göre, yatağa gireceği zaman, mutlaka Yâ-Sîn suresini okumayı a det edinmişti. Kendisi okuyamayacak kadar bitkin olduğu zaman birisine okutup dinlerdi. SEYAHATLERİ VE EVLİLİĞİ Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî hazretleri, ömründe iki defa hacca gitti. Birinci yolculuğunda İskenderiye ve Mısıra uğradı. Buradaki enbiyâ ve evliyâ kabirlerini ziyaret etti. Bir buçuk ay süren bu ziyaretinde Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdînin sohbetiyle şereflenenlerden Küçük Aşık Efendi ile sohbette bulunmuşlardır. İlk haccından sonra altmış üç yaşında iken Şeyhül-Harem-i Nebevî Mehmed Emin Paşa nın kızı Havva Seher Hanımla evlenmiştir. Hanımı kendisinden onsekiz sene sonra vefat etmiştir. İkinci hacc yolculuğuna ailesiyle beraber çıkmış, Mekke ve Medinede pek çok kişi ile görüşmüştür. Bunlardan bazılarına hadis okutmuş, bazılarına da tarikat telkininde bulunmuştur. Hacc dönüşünde Mısıra uğramış ve burada üç yıldan fazla kalmıştır. Bu süre zarfında Tanta, Kahire, Nâsıriyye, Câmiul-Ezher ve Seyyidinâ Hüseyin câmilerinde Râmûz okutmuş, beş kişiye de tarîkat hilâfeti vermiştir. ŞEMÂİLİ Son za manlarında yaşı çok ilerlediği için vücudunda zayıflık hasıl olmuştu. Bir şeye dayanmadan oturamıyor, asasız yürüyemiyordu. Konuşmasını ise ancak sohbetlerine müdavim olanlarla, konuşma tarzına alışık olanlar anlayabiliyordu. Bütün mecalsizliğine rağmen, gözünden fışkıran feyz nuru, yüzünde parlayan müşâhede-i cemâl tecellîsi müridleri üzerinde aynı şekilde aşk, vecd, ızdırap ve hararet meydana getiriyordu. Ömrünün sonlarına doğru görenlerden nakledildiğine göre şemâili şu şekildeydi: Dengeli ve uzuna yakın orta boylu, yanakları kırmızı, beyaz yüzlü, orta kısmı hafifçe yüksek çekme burunlu, çatık kaş ve açık alınlı, sağ ve sol gözünün altında birer siyah ben bulunan yuvarlak yüzlü, siyah ve iri gözlü, başı devamlı traşlı ve beyaz sakallı bir zat idi. Başla r ına nakşi tacı ve beyaz imame sarar, cübbe, hırka ve uzun entari giyerlerdi. Ayağında devamlı ayakkabı bulunur, siyah renge hiç rağbet etmezdi. Yazları beyaz, kışları da yeşil renkli elbise giymeyi tercih ederlerdi. VEFÂTI Gümüşhânevî hazretleri 7 Zilka de 1311/13 Mayıs 1893 senesinde sabahleyin saat on sularında ansızın gözünü açıp Hepsini isterim Ya Kibriyâ! diyerek dâr-ı bekâya irtihal eylemiştir. Kabri, Süleymaniye Camii avlusunda Kanûnî Sultan Süleyman Türbesinin kıble tarafındadır. Yanlarındaki kabirde zevceleri Havva Seher Hanım yatmaktadır. HALÎFELERİ Hâlidiyyenin Ziyâiyye Kolunun pîri ve müessisi olan Gümüşhânevî (k.s.), pek çok eser kaleme alan bir müellif-mutasavvıf olduğu kadar, yüzden fazla kişiye de hilâfet tâcı giydiren bir mürşiddir . İstanbul başta olmak üzere Anadolunun çeşitli yerlerinde, Kazandan Komor Adalarına, Mısırdan Medineye Çinden Afrikaya kadar olan geniş bir saha içerisinde ismini, ilmini, tarikatını ve tasavvufî düşüncelerini halîfeleri devam ettirmiştir. Bir m ilyondan fazla müridi bulunan Gümüşhânevînin tesir sahası yalnızca İstanbulla sınırlı değildi elbette. O, dünyanın çeşitli bölgelerine de halifelerini göndererek etkinliğini artırmış, müslümanların uyanmasına ve İslamın ihyasına büyük gayret sarf etmiş ti. Gümüşhânevînin büyük değer verdiği halifelerinden Lüleburgazlı Muhammed Eşref Efendi Pekine gönderilmiştir. Oradan dönerken Pekinli müslümanlar II. Abdülhamid adına bir üniversite yaptırmaya başlamışlardır. Bu Hoca Efendiye bundan sonra Çinli Hoc a denmiştir. Komor Adalarında da faal bir Gümüşhânevî Dergâhının bulunduğu 1976da İstanbulda tertip edilen İslam Ülkeleri dışişleri bakanları toplantısına katılan Komor Adaları dışişleri bakanı tarafından Mehmed Zâhid Kotku (Rh.a) hazretlerine bildir ilmiştir. Gümüşhânevî (k.s.) II. Hac yolculuğu dönüşünde Mısıra uğramış orada üç yıl kalmıştır. Bu müddet zarfında yetiştirdiği kişilerden; Mısır Müftüsü Muhammed b. Salim Tamum el-Menûfî, eş-Şeyh Cevdet, Seyyid Muhammed b. Abdürrahim et-Tantâvî, eş-Şeyh Mustafa b. Yusuf es-Sadî, Şeyh Rahmetullah el-Hindî olmak üzere beş kişiye de tarikat hilâfeti vermiştir. Tantada halen faal bir Gümüşhaneli Dergâhı bulunmaktadır. Bugün bu vazifeyi ise Ezher Üniversitesi Tefsir Profesörü ve Usulüd-Dîn Fakültesi Deka n ı olan Cûde Ebul-Yezîd el-Mehdî adında bir zat devam ettirmektedir. Gümüşhânevînin halifelerinden Ahmed Ziyâüddîn Efendi , imamlıkta iken yaş haddinden emekli olmuş, Medinede kırk sene mücavir kalmış, hizmetlerde bulunmuştur. Zeynullah el-Kazânî, Gü müşhânevînin Kazan ve Kafkasyada tarikat neşrine memur ettiği halifelerindendir. Muhammed Zâhid el-Kevserînin babası Hasan Hilmi b. Ali el-Kevserî (k.s.) Düzcede yıllarca Râmûz ve Garâib okutmuştur. Düzcenin ileri gelenleri tarafından yaptırılan Yeni Cami bitişiğindeki medresede müderris olarak ders okutmakta iken Gümüşhânevînin emri üzerine bu medresenin yanına 1892de bir tekke yaptırdı. 1926da vefatına kadar otuzbeş sene burada hizmet etti. Halifelerinden Ünyeli Yusuf Bahri Efendi 1869da Gümü şhânevîden icâzet almıştır. Ünye Sadullah Bey Medresesinde müderrislik yapmış, 1872de Ünye Müftülüğüne tayin olmuş, hem ilim hem tarikat neşrine çalışmıştır. Nallıhanlı Hasan Ziyâüddin Efendi, 1886da seyr-u sülûkunu tamamlayarak hilâfet icâzeti alm ıştır. Memleketi Nallıhana giderek Hacı Mehmed Ağa Medresesi Müderrisliğine tayin olmuş, burada bir taraftan ders okuturken bir taraftan tarikat neşrine çalışmıştır. Ankaralı Ahmed Hilmi Efendi , Gümüşhânevîden hilafet aldıktan sonra, İzmitte Fevziye, Taşçılar Başı ve Yeni Cuma camillerinde ifa ettiği imameti sırasında, haftada iki gün salı ve cuma günleri yatsı namazından sonra Hatme-i Hâce yaptırmıştır. Tarikatı yaymak hususunda büyük gayreti görülmüştür. Yarım asırdan fazla Tarsus muhitinde ilim, ahlak ve edep dağıttığı söylenen Hamza Efendi de Gümüşhânevînin halifelerindendir. 1955de vefat etmiştir. Gümüşhânevî hazretlerinin halifelerinden biri de eski Bayramiç Müftüsü Çırpılarlı Ali Efendidir. 1863 yılında doğmuş, Gümüşhâneli Dergâhında yetişmiş, hilâfet almıştır. Köyüne dönerek orada bir cami ile 24 odalı bir medrese inşa ederek tâlim-terbiye, tebliğe ve irşad hizmetlerinde bulunmuştur. 1910larda açtığı medresesindeki irşad faaliyeti 1924de medreseler kapatılıncaya kadar sürmüştür. Gümü şhâneli Dergâhı son şeyhi Mahmud Esad Coşan Hoca Efendinin babası Halil Necati Efendiyi 17 yaşlarında iken dedesi Molla Abdullah Efendi Çırpılarlı Ali Efendinin bu medresesine getirip yerleştirmiştir. Mahmud Esad Coşan Hoca Efendinin Büyük Dedesi Molla Abdullah Efendi, Halil Necati Efendinin babasını da diğer iki kardeşiyle beraber İstanbula getirmiş, Fatih Medreselerine yerleştirmiş ve kendisi de Gümüşhânevîye intisab eylemiştir. Gümüşhânevî hazretleri Molla Abdullah Efendiyi çok severlermiş Hatta bir kere sen benim oğlum ol diye teklif ve iltifat eylemiştir. Molla Abdullah Efendi, Çırpılarlı Ali Efendi ile karşılaşınca elini öpmeye davranır o da mukabele ederek onun elini öpmeye çalışırmış. Molla Abdullah Efendinin küçük kardeşi Molla Hüseyin Efendi de Çırpılarlı Ali Efendiye intisap eylemiştir. Çırpılarlı Ali Efendi, İstiklal Savaşı sırasında Bayramiç yöresinin Kuvâ-yı Milliye temsilcisi olarak görev yapar. Bir ara Bayramiç Müftülüğü görevinde de bulunan Ali Efendi 1947 yılında 82 yaşlarında iken vefat eder. Gümüşhânevînin halifelerinden biri de Karadeniz Bölgesinin irşadı ile görevlendirilen Şeyh Efendi diye maruf Osman Niyâzî Efendidir (1828/1909). Nakşî halifesi olarak Vardaya (bugünkü adı Rize İkizderenin Nahiyesi olan Güneyce) dönen Şeyh Efendi, Varda büyük Camii Medresesi Müderrisliği ve caminin imamlığını üstlenir. Burada bir müddet kalır. Ardından Vardanın Kolekli (Kurtuluş) Mahallesine geçer. Burada bir cami-tekke inşa edilir. 1909 tarihinde vefatına kadar 14 y ıl burada hizmet eder. Gümüşhânevînin vakıf kütüphanelerinin mütevelliliğini de yapmış olan Şeyh Osman Niyâzi Efendi, Rize Güneycedeki bu tekkede, sağlığında kendisinin de kullandığı bir vakıf kütüphane tesis etmiştir. Bunlardan başka Ziyâiyyeyi kendi beldelerinde neşreden bazı halifelerini de yalnızca isimleriyle anabiliriz. Şamda Yusuf en-Naşuki (1318/1900), Kırımda İsmail el-Kırımî, Erzincanda Hasan el-Erzincanî, Mahmud el-Bosnevî, Adapazarında Mustafa el-Kürdî el-Harputî (1328/1910), Düzcede H asan Hulusi Efendi, Ofta Huccetüs-Sâlikîn müellifi Yusuf Şevki el-Ofî başta gelmektedir. Hayatı, eserleri, fikirleri, tarikat anlayışı, irşad hizmetleri ve halifeleriyle dünden bugüne etkin bir şahsiyet olan Gümüşhânevî, derin izler bırakmıştır. Halen ülkemiz içinde ve dışında milyonlarca müntesibi bulunmaktadır. Gümüşhânevî hazretlerini anlatabilmek, okyanusu avuçlayabilmek gibi zor, imkansız. Her yönü ayrı bir makale konusu. Halifelerinin herbiri ayrı bir derya, eserlerinin her biri birer hazine. Der yaya dalabilene, hazineye sahip olabilene ve bu dergaha mensup olabilene ne mutlu! Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî hazretlerinin Süleymaniye Camii Şerifi avlusunda, Kanûnî Sultan Süleyman Türbesinin, kıble duvarına bitişik, demir parmaklıklarla çevrili makberinin, mezar taşı kitabesi aynen şöyledir: Nazar kıl çeşm-i ibretle, makâm-ı
ilticâdır bu! Sene 1311, 7 Zilkade (13 Mayıs 1893, Pazartesi saat: 10.00) MEKTÛBU Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî hazretleri Mısırda ikamet ettikleri sırada halifesi Hasan Hilmi Efendi (k.s.)nin şahsında bütün müridlerine hitap eden mektubunda şeriat, tarikat, hakikat ve marifetin on makamını, usûl-i aşere prensibi içerisinde izah etmektedir. Tarikattan olan on makam: 1. Tevbe ve inâbe ile bir şeyh-i kâmilden el almak, teslimiyet ve inkiyad, 2. Müridlik ve şeyhliğin şartlarını bilip, itirazı terkederek, sohbet ve hizmete devam etmek, 3. Havf ve reca arasında doğruluk, ihlas ve tevekkül duygusu ile muahedeye riayet etmek, irade ve maksadda müstakim olmak, 4. Kişiyi bosuna övünmeye sevkeden sü s ve debdebeyi terketmek ve temizliğe dikkat göstermek. 5. Sıhhat ve tefekkür ile vukûf-ı kalbî, zikr-i dâimî ve rabıtaya devam etmek. 6. Nefs ve şehveti kırarak, ahlakı güzelleştirmek, çok ibadet ve taatle Allaha yaklaşmaya çalışmak. 7. Rahat ve huzur v eren şeylerden uzak bulunarak, seyr-ü sülûk ve uzleti ihtiyar etmek. 8. Nefs, şeytan, heva ve havatırı yok etmeğe gayret göstermek. 9. Tevazu, şükür ve kanaata sahip olmak. 10. Murâkabe, muhâsebe, muâyene, tefekkür ve basîreti elde etmek. VASİYETLERİ · En az on kişi bir araya gelindi mi, akşam ve sabah Hatme-i Hâce icra edilmeli, mümkünse Kurânın tamamı, üç de biri okunmalı cüz yok ise hatimsiz toplu zikir yapılmalıdır. Daima râbıta ve huzûr meallaha riayet ederek, tazarru ve niyazı elden bırakmamalıdı r. · Yiyecek ve içecekleri helalinden, huzur, râbıta ve sünnetlerine göre yemeye dikkat etmelidir. · Belde ahalisine, ana-babaya, sair dostlara hased ve nizâ edilmemelidir. Çünkü tasavvufun ilk başlangıcı, mahlukâtı incitmekten sakınmaktır. · Günlük vird ve zikirleri, aynen yerine getirerek, bilhassa mübarek gün ve geceleri ihyâya gayret etmelidir. · Tarikat ehli olan kimse, defi kabz için evliyâ kabirlerini ziyaret etmeli, üstadının sohbet ve ziyaretine devam etmelidir. Çok zikir ve muhabbet üzere râbıtaya devam etmeli tasavvuf kitaplarını okumalıdır. · Uyku ve fetreti uzaklaştırmak için, önce zikir mahallini değiştirmeli, râbıta kurup, üstâdına mektup yazmak suretiyle istiâze ederek, zikirde fütûrun giderilmesine çalışılmalıdır. · Musâfaha, cemaat, sabır, şükür ve kanaate devamla, vakitlerin, şehirlerin ve mahlûkatın ihyasına çalışılmalı, ibadetlerde sabr-u sebât gösterilmelidir. SÖZLERİNDEN · Muhabbetin dört çeşidi vardır: Allahı sevmek, Allahın sevdiklerini sevmek, Allah için sevmek, Allahla beraber sevebilmek. · Aşk, bütün his, irâde ve düşüncelerden sıyrılarak yalnız Allaha büyük bir iştiyakla yönelmek, mal, evlad, dünya ve her türlü alakadan koparak, Hâlıka hasret duymaktır. · Günahlardan kurtuluşun en süratli yolu, muhabbetullah ve cemalullaha aşk ve şevk ile bağlanmalıdır. Bu ise çok ibadet etmek, istiğfar etmek, ölümü ve cehennem ateşini çok düşünmek, gecelerini ibadetle ihyâ etmek, mahlukâta şefkat göstermek, hüsn-i zan beslemek, şehvet, kin ve kötü fikirlere karşı sabretmekle elde edilir. · Sağa-sola bakmak nasıl kalbin gücünü parçalayıp zayıflatıyorsa, gözleri kapamak da, aksine kuvvet ve ferahlık verir. · Kim ki gözünü haramdan sakınır, nefsini şehvetten korur, bâtınını murâkabe ile mamûr hale getirir ve helal rızıkla beslenirse, firasetinde yanılmaz. Fakat firaset, bedende nefsin hakimiyeti ile değil, Cenâb-ı Hakkın nuru ile bakabilme hassasını kazanmakla elde edilen bir haslettir. · Tarikatların muhtelif prensipleri, usulleri vardır. Ama bütün tarikatlarda müşterek olan husus, temel esas hizmettir. İnsan hizmet ettikçe himmete mazhar olur, izzet bulur ve saâdet-i dâreyne erer. KAYNAKLAR Hüseyin Vassaf, Sefînetül-Evliyâ
, c.2, s.185, Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar 2306
|
. |
|
|
|