MUKADDES BAĞLILIK:

EVLİLİK

SÜLEYMAN NAZİF TURAN  

Evlilik, bir araya gelmek, birleşmek, bir olmak içindir. Birliğin gerçekleşmediği evliliklerde, aile huzur ve mutluluğundan söz edilemez. Erkek ve kadın, bu birliği oluşturacak parçalardır ve sağlıklı bir aile için bu parçaların “doğru” bir bağlılıkla bir araya gelmeleri gerekir.

Eğer bağlılıktan bahsedilecekse, bir bağlılık sıralamasından (hiyerarşik sıralamadan) başlamak gerekir. Hiyerarşik sıralama, bir zincirin bağlı olduğu tüm halkaların rastgele değil, bir düzen içinde olduğu ve zincirin bağlı olduğu yere yakınlığın sadece görünür bir yakınlık olmadığını kabul eder.

İslâm itikadında öylesine, rastgele bir unsur yoktur. Böyle olunca, önümüzdeki ve arkamızdaki herşeyin kendi sıralamasına göre bir makamı olduğunu da gözden kaçırmamamız gerekiyor.

Bu hakikatin en belirgin örneği, Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz'e tabi olma hususudur. Allah Tealâ, Efendimiz'e inanmaksızın ve O'na tabi olmaksızın müslüman olmanın mümkün olmadığını bildirir. Yani, Efendimiz s.a.v.'in ümmeti olmaksızın müslüman olunamaz. Bu Allah'ın bizim için takdir ettiği bir düzen, bir sıralamadır.

Efendimiz'e bağlılığımız bizi Allah Tealâ'ya bağlar. Erkek ve kadın tüm müminler O'nu görmezlikten gelerek Allah'a yaklaşamaz. Ancak O'nun vasıtasıyla yaklaşabilir, ulaşabilir.

Kim kime tabi?

Erkeğin ve kadının farklılıkları vasıflarından kaynaklanıyor. Birbirini tamamlayan bu vasıflar eğer uyum içinde birleşirse, ortaya Allah'ın birlikte zikredildiği, ebediyyet yolculuğunda bir ve beraber, zorlukların üstesinden gelebilen bir “çift” çıkmış olur.

Fakat bu birlikte oluşta iki tarafın yekdiğerine nazaran farklı konumları vardır. Mesela erkek ve kadın birlikte namaz kılarken önde durması gereken nasıl erkekse, bu yolculuğun maddi ve manevi güzergâhını belirleyecek olan yine erkektir. Yani “imam” odur.

Çok bilinen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “Eğer kulun kula secdesi caiz olsa idi, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.”

Bu nebevî beyandan anlaşılıyor ki, kadın, dünya hayatındaki bu yolculuğunda kocasına bağlılığı nisbetince mesafe katetmiş olacaktır. Evliliğin en önemli ve en zor aşaması hem kadın hem de erkek açısından budur.

Fakat Allah'ın yardımıyla ailede bu bağlılık düzeni gerçekleşirse, herkesin yerini bildiği, dolayısıyla neye ne ölçüde müdahale edeceğinin bilincinde olduğu, tarafların görevini bildiği müteâl bir birlik gerçekleşir. Evdeki dirliğin, huzurun sağlanması da herkesin sorumluluğunu bilip buna göre davranmasına bağlı değil mi?

Yanlış özgürlük anlayışı ve evlilik

Bağlılığın bir diğer cephesi de, eşlerin birbirlerine mukaddes sadakat bağıyla bağlanmalarıdır.

Kocanın evine, yuvasına ve kadınına bağlılığı hadisesini tek başına erkekten beklemek doğru değildir. Kadın kocasını evine bağlamayı bilmeli, kocası geldiğinde onu kapıda güler yüzle karşılamalı, kocaya kendi evine geldiği hissettirilmelidir. Evin direğinin, göz bebeğinin, reisinin erkek olduğunu, yolunun beklendiğini belli etmelidir. Aynı şekilde erkek de kendi harim-i ismetinde bulunduğunun farkında olmalı, evinin bir manada kendisi olduğunu bilmeli, şefkat, vakar ve sevgiyle hareket etmelidir.

Aksi halde, günümüzün hatalı özgürlük anlayışının da tetiklemesiyle eşlerin birbirlerine bağlılığı, saygısı azalır ve birbirlerinden soğurlar. Yanlış özgürlük anlayışı, eşlerin hatalarından beslenerek salgın bir hale gelmektedir. Buna engel olmak için aile kavramının hayatın neresine oturduğu iyi anlaşılmalıdır.

Erkek ve kadın çeşitli saiklerle eski hürriyetlerini özleyebiliyor. İş özlemek boyutunda kaldığı müddetçe, sadece kişinin kendi içinde yaşadığı duygusal bir durum olarak görülebilir. Fakat evliliğin özgürlüğü kısıtlayıcı özelliklere sahip olduğunda ısrar etmek, ailenin temeli olan bağlılık ilkesinin ihlâli demektir ve bu aileyi sarsıcı bir etkiye sahiptir.

Çağdaş kölelik ve müslüman aile

Kocanın sorumluluklarını yerine getirirken kendine ait yaşama alanının daraldığını hissetmesi, aynı şekilde evin hanımının da çocukların bakımı, evin çekip-çevrilmesi derken kendini ev hapsinde hissetmesi, hep bu telakkiden, bu bakış açısından kaynaklanıyor.

Batı dünyası, bireyin kendisinde her şeyi yapma hürriyetini vehmeden modern hayat tarzını ortaya çıkarmıştır. Hayatını arzuların peşinde tüketmeyi, ilâhi sınırlara direnmeyi, ulaştığı her arzudan sonra bir başkasını elde etmek için bütün imkanlarını seferber etmeyi özgürlük zanneden zihniyet, aslında büyük bir açgözlülüğün kölesidir.

Bu kölelik modern dünyanın mutsuzluğunu, huzursuzluğunu daha da artırmış ve dünya hayatının vahşete dönüşmesine sebep olmuştur. Fakat dünya nimetlerini elinden bırakmak istemeyen zihniyet, dünyayı daha da sömürebilmek için hastalıklı yaklaşımlarını, iletişim çağının bütün imkanlarını kullanarak yaldızlayıp İslâm toplumlarına da empoze etmektedir.

Müslüman toplumların özellikle mahremiyet anlayışına darbe indirmeyi amaçlayan bu özgürlük propagandası, müslüman erkek ve kadınların İslâm'ın telkin ettiği konumunu sarsıp, toplumun direği olan müslüman aileyi yıkmayı hedeflemektedir.

Halbuki mümin bir kalp için dünya hayatı yalnızca ahiretle anlamlıdır. Rabbi'nin kendisi için seçtiği konumu sorgulamaz, hangi yaştan, hangi cinsten olduğuna, nerede doğup, nerede yaşadığına, hayat şartlarına bakmaksızın ilâhi emir ve yasaklara riayet ederek yaşamayı şeref kabul eder. Özgürlüğünü, hürriyetini bunda görür. Doymayan nefsin arzularına esareti tercih etmez.

Kendisi gibi görme körlüğü

Bir ailede öne çıkan, özgürlükten ziyade özgünlük yani eşlerin kendilerine has farklılıklarıdır. Sağlıklı bir bağlılığın gerçekleşmesi için bu farklılıkları idrak etmek gerekir. Karşılıklı ihtiyaçların anlaşılması bu idrake bağlıdır.

Bu durumda şunu sormak gerekir: Eşler birbirlerinin ihtiyaçlarının farkındalar mı? Bu sorunun cevabı her iki taraf açısından da evet denilecek kadar sarih, anlaşılır duruyor. Oysa bugün için mesele o kadar basit değil.

“Tok açın halinden anlamaz” derler. Esasında ihtiyacı belirleyen şey, kişinin içinde bulunduğu haldir. İçinde bulunduğu hale göre bir şeye ihtiyacı vardır veya yoktur.

Eşlerden birinin diğerini kendi gibi görmesi ve onu öyle kabul etmesi, onun beğenisini ve ihtiyaçlarını belirleme durumuna gelmişse, tok açın halini tayin etmeye kalkmış demektir. Kendisine ihtiyaç görmediği bir şeyi karşısındaki için de ihtiyaç görmemek, onun ihtiyaçlarını tayin etmek olur ki, bu aile huzurunu etkileyici bir durumdur.

Bu sorunun bulunduğu yerde kötü niyet vardır diyemeyiz. Fakat bir kocanın karısını ve bir kadının kocasını kendisi gibi görmesi, onun haklarına ve ihtiyaçlarına saygı göstermemesi demek olur. Böyle bir durumda yapılacak olan, karşıdakine dışarıdan bakıp, onu olduğu gibi görmeye çalışarak onun hakkını, mizacını ve karakterini ona iade etmektir.

Özetle, evlilik bağlılıktır. Hanımın kocasına itaati, kocanın hanımına sadakati, ikisinin birden Cenab-ı Hakk'a teslimiyeti ile gerçekleşen bir bağlılık. Bu bağlılığın insanı kısıtladığı iddiası yanlış bir özgürlük telakkisinden kaynaklanır. Aksine eşlerin birbirinin farklılıklarını görerek ebediyyet yolculuğunu bir ve beraber ikmal etme çabaları, dünyevîleşmeye birlikte direnmeleri, hakiki hürriyet ve saadet kapısını aralayacaktır.

Kaynak: Semerkand dergisi, 12/2004

.