Allah'i Böyle Sevmeli

        Hepimiz bir yarisin içindeyiz ve hayati daha iyi degerlendirme çabasindayiz. Hepimiz akli basinda laflar ederek "Vakit nakittir" diyoruz. "Bu hayat, bu firsat bir daha ele geçmez" diyoruz. Kosmakta oldugumuz yönde bizi gayrete getiren bu sözlerin rüzgâriyla kollarimizi açip ya dünyaya, ya Mevlâ’ya dogru kosuyoruz. Kimimiz o bir daha ele geçmeyecek ömrü kasamizi doldurmak, kimimiz âhiret azigi hazirlamak için harciyoruz.
Süphesiz bu kosu bir gün bitecek. Dizdeki derman tükenecek. Yolun sonu görünecek. Iste o gün, gönüllerini dünyaya açanlarin mi, yoksa Mevlâ’sina dogru uçanlarin mi kârli çiktigi belli olacak. Dünya sevgisinin mi, Allah sevgisinin mi gerçek oldugu anlasilacak.
                    Akilli insan; Allah’a iman eden, O’na gönül veren ve O’nu her seyden daha çok seven insandir [Bakara sûresi (2), 165]. Zira Allah, kendisini seven ve kendisi tarafindan sevilen kullar istemektedir. Sayet biz onun istedigi gibi olmazsak, bizi yok edip yerimize kendisinin sevdigi ve kendisini seven kullar getirecegini haber vermektedir [Mâide sûresi (5), 54]. Eger Allah’in bizi sevmesini ve günahlarimizi bagislamasini istiyorsak", O’nun Resûlü’nü sevip itaat etmemiz yani onu kendimize örnek alip buyruklarini tutmamiz gerekmektedir [Âl-i Imrân sûresi (3), 31-32]. Daha açik bir söyleyisle Allah’i sevmeyi ve O’nun tarafindan sevilmeyi de Peygamber’inden ögrenmemiz icap etmektedir.

            Ibadet Coskusu

        Peygamber Efendimiz Allah’i derin bir muhabbetle sevdigi için O’na büyük bir coskuyla ibadet ederdi. Huzurunda saatlerce kiyâmda, rükûda ve secdede kalarak Allah’a kullugunu ve O’na bagliligini gösterirdi. Gönlü Rabbine derin bir sevgiyle bagli oldugu için ibadet ederken ayaklarinin sismesi, vücudunun yorgun düsmesi onu namazdan alikoymazdi. ‘Allah benim günahlarimi bagislayarak bana emsâlsiz bir lutufta bulunmussa, ben O’na gücümün üstünde bir gayretle tesekkürlerimi sunmaliyim’ diye düsünürdü. Namazi, Allah’a kullugunu isbat etmenin en iyi sekli kabul eder, Allah ile uzun süre karsi karsiya olma imkâni sagladigi için bu üstün ibadeti "gözümün nuru" diye severdi. Hz. Âise’nin belirttigine göre, geceleyin kildigi namazin bazi rek’atlerinde elli âyet okunacak kadar bir zaman basini kaldirmadan secde ederdi (Buhârî, Vitir 1, Teheccüd 3). Bu haldeyken Allah’a olan sevgi ve kullugunu anlamli cümlelerle dile getirir: "Allahim! Sadece sana secde ettim. Yalniz sana iman ettim. Sana teslim oldum. Benim yüzüm kendini yaratip ona sekil veren, kulagini ve gözünü vâreden Rabbine secde etti.          Yaratanlarin en güzeli olan Allah pek yücedir" derdi (Müslim, Müsâfirîn 201). Geceleyin uzunca bir süre Allah’a ibadet eder, bu sirada bazan Bakara, Âl-i Imrân ve Nisâ sûreleri gibi en uzun sûreleri okur, sonra yorulan bedenini dinlendirmek için yataga uzanir, ama sabah ezanini duyunca hemen kalkar, sabah namazinin iki rek`at sünnetinin, dünya ve dünyadaki her seyden daha hayirli ve degerli oldugunu söyleyerek (Müslim, Müsâfirîn 96, 97) yeni bir ibadete heyecanla baslardi. Onun bu tavri, namazi ne kadar önemsedigini, kullugu ifade etmek ve Allah’i sevdigini göstermek için onu ne kadar lüzumlu gördügünü ortaya koymaktadir.
        Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, peygamberlik görevini tamamlayip da son hastaligina yakalandigi sirada "Yâ Rabbî! Refîk-i a‘lâ" diyerek O en büyük sevgilinin yanini ve yakinini, ulvî refâkatini istemesi Allah’a duydugu engin sevgi ve özlemin en güzel ifadesidir.
        Habîbullah Efendimiz’in dilinden düsürmedigi o zengin zikirler dünyasi yani Cenâb-i Hakk’i en güzel ifadelerle durmadan anmasi, Mevlâ’sina olan hamdini, sükrünü, tesbihini, tehlilini son derece derin ve anlamli sözlerle dile getirmesi bu sevginin ne kadar canli oldugunu ortaya koymaktadir.
        ‘Ben Allah’i seviyorum’ deyip orada kalmak, Allah’a olan sevgisini O’nun emrettigi ibadetlerle güçlendirmemek hazin bir aldanistan, sIkIntiyi sevmeyen nefsin insani düpedüz aldatmasindan ibarettir.

        Kuru bir laftan öteye geçmeyen sevginin hiçbir degeri yoktur. Zira sevgi, eserinin görünmesini ister. Bunun içindir ki bazi âsiklar, beserî olan sevgilerini isbat etmek için hayatlarini fedâ etmekten çekinmemislerdir. Ilâhî sevginin isbatina gelince, Allah Teâlâ bunun ibadetle, kendisine itaatle, yapilmasi istenen seyleri yapmakla, kaçinmasi istenen seylerden uzak durmakla ortaya konacagini belirtmistir. Ayakta dururken, otururken, uyumak için uzanirken Allah’i anarak, O’nu zikrederek, göklerin ve yerin yaratilisi üzerinde inceden inceye düsünerek kullugumuzu gösterebilecegimizi haber vermistir [Âl-i Imrân sûresi (3), 191]. Ne ticaretin ne de kazanma hirsinin bizi Allah’i anmaktan, O’na ibadet etmekten alikoymamasi gerektigini bildirmistir [Nûr sûresi (24), 37].
        Resûlullah Efendimiz, o berrak sular gibi aydinlik hayatinda, Allah’a giden yolda nasil yürümek gerektigini bize ögretmistir. Âyet-i kerîmelerde genel hatlariyla isaret edilen hususlari hayata geçirmeyi bize göstermis, yerken, içerken, yatarken, kalkarken, elbise ve ayakkabilarimizi giyerken ve çikarirken, yolculuga giderken ve dönerken, kisacasi hayatin bütün safhalarinda Allah’i nasil anacagimizi bize göstermistir. Bir hadis kitabinin dualar ve zikirler bölümünü açip okudugumuz zaman bunlari bütün teferruatiyla ögrenebiliriz.

        Sen Oldun

        Resûl-i Ekrem’in sevgi okuluna kaydolarak onun gösterdigi programi izleyen gerçek âsiklar, insani Allah’a götüren muhabbet bagina girmis ve sevgi güllerini dermislerdir. Sevgilerinden çiçeklenen tomurcuklari bir daha solmamak üzere âbidelestirmisler, isteyenlerin koklaya koklaya gerçek sevgiliyi bulmalari için sevgi demetleri hazirlamislardir. Simdi size bu âsiklardan birinin, Erzurumlu Ibrâhim Hakki hazretlerinin enfes bir sevgi çiçegini sunmak istiyorum. Ezelden ebede dogru uzayip giden muhabbet yolunun isaret taslarindan biri olan bu âsik-i sâdik, gönlündeki Allah sevgisini çaglayanlarin coskusuyla dile getirmektedir. Sevgilisinin (dildârinin) bir baskasi degil, sadece Allah olmasini bir saâdet (devlet) saymakta, O’nun dostu ve yakini (enîs ve mûnisi), hasta gönlünün sifâsi (sifây-i cân-i bîmâri) olmasindan duydugu bahtiyarligi dile getirmekte, her an onun gamini, tasasini çekmekten (gamhâri olmaktan) duydugu mutlulugu anlatmaktadir. ‘Allahim, sen benim koruyucum ve gözcüm (nigehdârim) olduktan, ne yapsam yanimda sen (refîk-i cümle etvârim) bulunduktan sonra kimseden korkum yok’ dedikten sonra siirlerinde güzellerden bahsettigini, ama bütün bu güzellerin Allah’tan baskasi olmadigini da hatirlatmaktadir.

        Sevgilisi Allah oldugu için sevincinden dünyaya sigmayan bu âsigin sevdâsina benzer bir aski, ikrâmi bol Rabbimin bizim gönlümüze de ihsân etmesini niyâz ediyor, sizi dilinizden düsmeyecegini tahmin ettigim nefis bir ask çiçeginin doyumsuz râyihasiyla basbasa birakiyorum:

        Ne devlettir ki dildârim sen oldun
        Enîs ü mûnis ü yârim sen oldun

        Dil-i pür derdimin dermâni sensin
        Sifây-i cân-i bîmârim sen oldun

        Sürûrumdan sigismam bu cihâna
        Demâdem çünki gamhârim sen oldun

        Bana hasmolsa âlem halki gam yok
        Ne korku çün nigehdârim sen oldun

        Safâlar ger cefâlar bulsa cânim
        Refîk-i cümle etvârim sen oldun

        Sana dil vermisim ey cân-i âlem
        Ezelden çünkü dildârim sen oldun

        Güzeller vasfin etsem dilde sensin
        Murâdim, cümle muhtârim sen oldun

        Desem ism-i serîfin yâ demezsem
        Dilimde cümle güftârim sen oldun

        Sana tâzim eder dillerde Hakki
        Der: inkârim yok, ikrârim sen oldun.

Kaynak: Altinoluk dergisi, Aralik 1998