Gündemden

Yansimalar Yorumlar

Nevzat GÜN

Depremin üzerinden birbuçuk ay geçti. Devlet hala enkazin altindan nasil çikacagini bilemiyor. Halk ile devlet ayrismasi daha da netlesti. Devletin, halkindan ne kadar uzak oldugu halk tarafindan da görülmüs oldu. Hala ne ölü sayisi tam olarak biliniyor, ne de yaralilar. Kayip sayisi binlerle ifade ediliyor. Organ mafyasi ortalikta cirit atiyor. Organlari alinmis cesetler ortada ama onlari çalanlar bilinmiyor.

Hükümet depremden tam bir ay sonra ‘Marmara deprem Bölgesi Koordinatörlügü‘ kurulmasi için gerekli kanun hükmündeki kararnameyi ancak hazirlayabildi. Ama yangindan mal kaçirircasina sosyal güvenlik yasa tasarisi ile af kanununu deprem telasesi sirasinda meclisten geçirmesini bildi.

Sivil toplum örgütlerinin etkinligi, yardim çabalari olmasaydi belki de Türkiye diye bir devletten bahsedilemezdi. Demek ki, türkiye’yi Türkiye yapan halkmis. Dogudan-batiya halk kendini seferber etti ve deprem bölgesini yardima bogdu. TV’ler, gazeteler anons yapiyor ‘su su yardimlari yapmayin, fazlasiyla var, sunlar eksik bunlardan gönderin‘. Eksiklerin içinde devlet vardi hep. Halk devleti bulup göndermesini bilmiyordu, sadece elinde olani vermesini biliyordu. Ama bir devlete ihtiyacin oldugunu da ögrenmis oluyordu.

Halkin kendi yaralarini sarma çabalari karsisinda devlet; sevinip tesvik edecegi yerde kendi acziyetinin verdigi gurur ve inatla öfkeleniyor, bagnaz ve yobaz bir sekilde çalismalari karaliyor, yardimlara el koyuyor, faaliyetleri yasakliyordu. Halki hem kendinden hem de yardimlardan sogutuyor. Hatasini anlayip olgun bir tavir takinacagi yerde fatura hep halka kesiliyor. Resmi kanallarla toplanan yardimlar seffaflasamadigi için de yardimlar her gün biraz daha azaliyor.

Tayvan depremindeki kurtarma çalismalarini da izledik. 24 saat içinde bütün hersey tamamdi. Kurtarmalar kusursuzdu. Iki gün sonra hasar ve rapor hazir, kime ne kadar para yardimi yapilacagi kesinlesmisti. Ingiltere, 2000 yilini kutlamaya hazirlik yapiyor. Milyonlara varan bir izleyici kitlesi bekleniyor. Olasi bir kargasada ölenler olur diye 1000 kisilik morg hazirlamis.

Devletimiz depremde ölenlere bile sahip çikamadi. Toplu mezarlari bir Bosna’da, Kosova’da açilirken gördük bir de deprem bölgesinde kapatilirken...

Depremin üzerinden birbuçuk ay geçti hala çadirsiz insanlarimiz var. Her gün girdikleri çadir alma sirasinda elleri bos dönüyorlar. Her gün yasadiklarina biraz daha pisman ediliyorlar. Ölüler toplu mezara, diriler toplu çadirlara yerlestiriliyor, bir çadirda dört aile kaliyor, bunlar sansli aileler. Büyük devletin küçük çadirlarinda yatmak her kula nasip olmaz. Ne büyük sereftir yasayan bilir!

24 Eylül Sabah Gazetesinin manseti ‘Verin Artik Su Paralari‘. Depreme yardim için toplanan paralarin miktari kisi basina 7 milyari geçiyormus. Acaba kimin bankasinda faizsiz olarak bekletiliyor da her gün yardim isteyenlere iskence yapiliyor.

Maliyla, caniyla, canindan çok sevdikleriyle birlikte yikilan, ortada kalan halk saskin, arayis içinde. Uman, bekleyen, depresyona giren, elestiren, kizan, isyan eden, sesini yükselten halk olmasi gerekirken, devlet buna tahammül edemiyor. Kendisi daha çok kiziyor, anlamiyor, anlamak istemiyor. Dogal bir refleksi bile lüks görüyor halkina. Depremi ve sonrasindaki gelismeleri ekrandan izlemek bile zor geliyor insana. Isyan ediliyor olup bitene. ‘Vatan hainligi‘ için degil, isyanlar daha iyi bir Türkiye için.

Devlet kendini halkiyla mücadeleye adamis sanki, yardima degil. Elle tutulabilen hissedilen bir devlet çikiyor karsimiza nihayet. Ama polis olarak, panzer olarak, cop olarak. Sogukta, yagmurda disarida kalan halk birbuçuk aydir çadir bekliyor. Çareyi gösteri yapmakta buluyor dogal olarak. Muhatab bulamayan halk sonunda muhatabini buluyor, yaninda degil karsisinda.

Iktidar sahipleri basinin karsisinda sadece sov yapiyor. Aldiklarini söyledikleri tedbirler, demek ki bunlardan ibaretmis. Basbakan Ecevit’e ‘Ne olacak bizim halimiz!‘ diye soran Fadime USTA gözaltina aliniyor, sorgudan geçiriliyor. Hem sosyal hem de demokrat baskana soru sormanin faturasidir bu.

Kizilay’in ise hali ortada. Dinazor masonlarin arpaligi haline getirilmis, adeta bir saltanat kurulmus. Masonlarin Türkiye’deki gücü ortada, eger baskani kemal Demir dindar biri olsaydi dünyasi zindan edilir, dis baglantilari ile birlikte ortaya konulur, idama bile mahküm edilirdi. Ama birileri sahip çikiyor biraderine. Kizilay olayini gündemde tutmayi devleti yipratmak olarak görüyorlar. Öyleyse kizilay skandali kadar sevsinler sisteminizi.

Depremin sisteme açtigi derin çatlaklar, siddetli sarsintilar bati dünyasi tarafindan da hissedildi. ”Kutsal devlet” anlayisinin zedelendigini, hayal kirikliginin, hüsran ve isyan seklinde bir toplumsal tepkinin gelebilecegini anladilar. Bu devletin böyle bir depremden sag çikamayacagini, en azindan basina birseylerin gelebilecegini çok iyi biliyorlardi. Sistem tehlikeye düsebilir ve yerine islami yönelisle birlikte seriat devleti kurulabilir endisesine kapildilar. Bu yönde açiklamalar yapan uzmanlar batinin hizla Türkiye’ye yardim kapilarinin açilmasini istediler.

Pratikte elle tutulur, gözle görülür bir yardim olmasa da bol bol yardim edecekleri vaadinde bulundular. Yerli isbirlikçileri olan bati hayranlari ile yapacaklari yardimlar ayyuka çikarildi, yere göge sigdirilamadi. Bir çirpida AB’ye aliniverdik, AB pasaportunu da cebimize koyuverdik (sabah olunca da bunun bir rüya oldugunu görecegiz). ABD’de tekstil kotalarini kaldiracagini, Deprem Tahviline garanti verecegini söyledi. Sonradan yavas yavas çarketti. Deprem yikintilarinin altindan AB, ABD ve Israil sevgisini çikarmayi dogrusu iyi becerdiler.

Bütün çabalarina ragmen sistemin isi zor. Çünkü bati böyle bir sisteme sahip ki Türkiye’yi sahiplenmeye hiç niyetli degil ve bunu da her firsatta söylüyorlar. Amaçlari Türkiye’yi kaybetmek degil. Istedikleri yönde bir degisimi yapmak ve kendi istedikleri bir yörüngeye oturtarak yeni dünya düzeninde bir uydu ülke yaratmak.

Depremle birlikte sivil toplumun-halkin gücü ortaya çikarken sistem enine boyuna elestirilmeye baslandi. Her ne kadar sistem müdahale etsede 101 tane sivil toplum kurulusu ortak bir bildiri yayinlayarak devlete ”DUR” dedi, ”Sen kendi sinirlarina çekil” ihtarini verdi. Birbirinden farkli vakif, dernek, sendika ve birlikler ortak bir noktada birlesti. Kendi yerlerini savunarak devletin de sinirlarini çizmis oldu.

Adana depremiyle ismini duyuran AKUT’un yildizi parladi. Bilgi, beceri, organizasyon, fedakarlik, teknik donanim ve gayret etmelerinin sonucunda, hazir birsekilde, dogru durakta tarih trenine binmeyi basardilar. Tarih, AKUT’u alarak yoluna devam ediyor. Ve tarih treni hiç bir zaman kaçmaz. Herkes için firsatlar hazirlar.

...

Hükümetin ”Af yasasini” alelacele çikarmak istemesinin nedeni anlasildi. Eger mahkumlar, serbest birakilsaydi; lapiste degil, sokakta savasacaklardi. Devlet de kurtulmus olacakti. ”Hapishanelerini bile kontrol altinda tutamayan devlet, devlet degildir.” Elestirisine muhatap olmayacakti.

...

Tanzimatla baslayan dinden uzaklasma ve yozlastirma çabalari sonunda kemale yaklasti, meyvelerini vermeye basladi. Çagdaslasma ve modernlesme diyerek yola çikarildik. Gelecek adi altinda meçhule dogru götürülen gençlik, satanizmin kucagina birakildi. Tabiat bosluktan hoslanmaz. Insanin dogasi (fitrat) birseylere inanmak istiyor. Siz, Allah’i vermezseniz, o tapacak bir seyler bulur kendisine. Sonunda iste böyle cani bir gençlik yaratmis olursunuz. Sosyal sistemin sigortasi olan, toplumu tedavi eden okullari, kurslari, vakif ve dernekleri kapatmanin faturasi ise daha gelmedi. Insan sadece akildan ibaret degildir. Kalbine bir otokontrol mekanizmasi, Allah sevgisi koymazsaniz, o insana aklini seytanin yolundan baska kullanacak alan birakmamissiniz demektir.

Cumhuriyetçiler’e ve Demokratlar’a Dair

T.C. Osmanli mirasini reddetse de bazi degerlerini aynen aldi. Asker esasli bir yönetim ile ”Padisah” ve ”Teba(kul)” ayrismasi, Cumhuriyet rejiminde de ”devlet” ve ”halk” zitlasmasi olarak yoluna devam ediyor.

1917 ve 1945 yillari arasinda çaga damgasini vuran ceberrut degerler oldu. Bati 19. Yy.‘a kadar düse-kalka da olsa bir demokrasi anlayisi gelistirmeye çalisiyordu. Ama Italya, Almanya ve SSCB’deki gelismeler bir anda demokrasiyi tersine çevirdi. Islami degerlerden habersiz Bati’nin, Hiristiyanlik dini içinde bulabilecegi en kamil yönetim, ancak demokrasi olabilirdi. Ve bu simdilik askiya alinmistir.

Osmanli’da baslayan Batililasma hareketi yeni Cumhuriyet’le birlikte hiz kazandi. Türkiye’nin tarih içindeki nabzi Bati ile birlikte atmaya basladi. Osmanli’nin yikilisi ile arayis içine girenler, istisnalar hariç, hep bati’ya baktilar. Bati’da ortaya çikan diktatör, ceberrut yönetimler ve savunduklari ideolojiler birer kurtulus reçetesi olarak kabul edildi. Aynen olmasa da bu degerlerin yansimasi T.C.‘de görüldü. Bu dönemde ne Islami degerler, ne de demokratik degerler gündemdeydi. Bati demokrasiyi rafa kaldirirken, Dogu da Islam’i rafa kaldiriyordu. Ömer Çaha’ya göre; Türkiye’nin en büyük handikapi, böyle bir dönemde kurulmasi ve sistemine Bati’dan aldigi ceberrut degerlerle yön vermesi, 1930‘lu yillarda, etkileri dünyada iyice hissedilen totaliter, siyasal degerlerin Cumhuriyet’in resmi ideolojisine iyice yerlesmis olmasidir. Türkiye, cumhuriyet sablonu altinda, dünyada yükseltmekte olan bu insanliktan, halkin beklentilerinden, özgürlüklerden, inançlardan uzak degerlerin etkisiyle yeni bir ideoloji formul etmeye girismistir.

Egemenligi padisahin elinden alan ama halka hiç bir zaman vermeyen ve sürekli halkini denetleyen bir baski rejimine dönüsen Cumhuriyet böyle bir dünya ortaminda kuruldu.

Halk, degerlerinden ve inançlarindan hiç bir zaman vazgeçmedi; Bati da demokrasiden... Iki taraf da degerlerini raftan indirdi. Ikinci dünya savasindan sonra, Bati, yeniden demokrasi hareketleriyle çalkalanmaya basladi ve ciddi mesafeler katetti. En azindan kendi halkina karsi, ceberrut degerlerin bir kismindan uzaklasabildi.

Bati’yi taklit eden, türkiye’de 1950‘den sonra sekli demokrasiye geçti. Ne Bati’daki demokrasinin özdegerlerini, ne de kendi halkinin özdegerlerini benimseyebildi. 1950‘den bu yana Cumhuriyete karsi yeni bir muhalefet gelisti. Cumhuriyet’in temel degerleriyle demokrasinin degerleri karsi karsiya geldigi durumlarda, Cumhuriyet’in temel degerlerini muhafaza etmekten yana tercihini kullanmis ve demokrasiden ödün vermistir. Böyle bir tercih ”Zinde Güçler” tarafindan Türkiye’ye kabul ettirilmek istenmistir. Demokratik hak ve özgürlükler ile cumhuriyetin temeline yerlestirilmis olan ideolojik degerler ciddi bir çatisma içindedir. Ve ikisi bir arada yasayamamaktadir. Bu yüzden demokrasi asker dipçigiyle rahatlikla rafa kaldirilabilmektedir. Kökten cumhuriyetçiler demokrasiyi düsman ilen ettiler. Çünkü ”biraz özgürlük, biraz hak verdiniz mi, cumhuriyet hapi yutacak” diye korkuyorlar. Jakoben Mümtaz Soysal; ”Bu adamlara biraz oy hakki verelim falan deyince, devrimci Cumhuriyet hapi yutuyor... Demokrasi Cumhuriyeti öldürüyor"(2) diyebiliyor.

Ülkede cumhuriyetçiler ile demokratlar arasindaki tartisma, biraz daha netlesmeye basladi. Bugüne kadar demokratlar, düzeni içeriden tamir ederek ve makyaj yaparak yazarlamaya çalistilar hep, ama düzenin dikis tutacak bir yaninin olmadigini ve ciddi bir degisime ihtiyaç oldugunu görmeye basladilar. Statükocularla degisimciler, simdi laf kavgasindalar ve aslinda iki tarafta geçimini bundan sagliyorlar. Biri düzeni savunuyor, öteki de aslinda herkesin söylemek istedigi ama bir türlü söyleyemedigini söyleyerek muhalefet ediyor. Böylece sessiz çogunlugun hislerine tercüman olarak, büyük takdir topluyor. Bakalim ”Demokrasi çok yoksul bir sözcük olurdu, eger onun için bir çok erkek ve kadinin savastigi savas alanlariyla tanimlanmasaydi”(3) sözüne sahip çikabilecekler mi? zira ”Hakikat endisesi tasimak, endiselerinin geregi savasi göze almak bir yerde, muhalefet etmek baska bir yerdedir.” (4)

Cumhuriyet savunucusu Org. Kivrikoglu, 28 Subat sürecinin yeni olmadigini 1923 yilindan beri sürdügünü söylemesi üzerine böyle bir giris yaparak buraya kadar geldik. 28 Subat zihniyetinin, Cumhuriyet ideolojisinin temelinde (mayasinda) oldugunu ve belli sikliklarla, uygulamalarla her zaman gündemde oldugunu, dolayisiyla Kivrikoglu’nun ne kadar hakli(!) oldugunu ispatlamis olduk.

Hizli demokrat Doç. Dr. Sami Selçuk da; "1930‘lara dönülmez... Ideolojik militan devletin sonu hep aynidir, hizli yaslanir. Insani kölelestirdigi için mesru degildir." dedi ve Cumuhuriyet’in mayalanma dönemine atifta bulunarak, 1982 yasasini topa tuttu. O da Kivrikoglu’nun sözlerini tesbit olarak dogru, zihniyet olarak ise yanlis oldugunu açiklamis oldu. Kendi çapinda, akademik ve güçlü bir tartismayi baslatti. Kendi çapinda çünkü, onun çapi demokrasi kadardi. Demokrasiyi anlatmaya gerçekten yeterli ve yetkin birisiydi ama Islam’i anlamakta aciz kaldi. Islam’i anlamaya çalisacagi yerde, kendine uydurmaya, "dinde reform” yapmaya, Islam’i demokrasiye uydurmaya kalkti. Islam denizini kavrayamadigi içindir ki, O’nu demokrasi bardagina sigdirmaya çalisti. Bardaga sigmayanlari ise, "isimize yaramaz" diyerek, kabul etmeyerek, jokoben cumhuriyetçilere oranla hosgörü sinirini genisletse de, jakoben bir demokrasiyle sinirli kaldi.

Sunu anliyoruz ki demokrasi; cumhuriyetçilerin kabina sigmiyor ve hiçbir zamanda sigdiramayacaklar, islam da demokrasi kabina sigmiyor, sigdirilamiyor.

Gerek Islami gerekse demokratik talep olarak karsimiza çikan istekler, cumhuriyet temelindeki antidemokratik degerlerle ortadan kaldirilmis durumda. "Demokrasi sarkisi burada bitmez" deniliyor. Elbette bitmeyecek ama bu sarkinin birde nakarat kismi var. Onu da on yilda bir cumhuriyetçiler söylüyorlar. Kivrikoglu ”gerekirse bin yil yine mücadele ederiz." Derken bu sarkinin nakarat kismini hatirlatmaktadir. Atalarimiz ne demis "adam olacak sistem yürüyüsünden belli olur.".

Sonuç olarak sunu söyleyebiliriz:

Demokratlarin bu isi tek basina halletmeleri çok zor. Halk tabanina sahip degiller. Solcularda bu isi yapamadi "kendi özgürlük talebini toplumun özgürlük talebi haline getirip, topyekün bir özgürlesmenin lokomotifi haline getiremedi... Bendin asildigi nokta Kürt meselesi de olabilirdi... türkiye kürt meselesini çözme yoluyla demokratiklesebilirdi. Ama bu da olmadi..."(5) Demokratlarin bu isi basarabilmeleri için bir sebep olmali, birilerine ve birseylere ihtiyaçlari var. Bu da demokratlarin handikaplarindan biri. Islami kesim yeniden kesfediliyor.

"Simdi yeni bir firsatin esigindeyiz, yeni bir sürecin içindeyiz. Bugün de, gücümüzü anti-demokrasinin bamtelinde yogunlastirip, Türkiye de inanç özgürlügünün kazanilmasi için verecegimiz mücadele yoluyla bütün toplumun özgürlesmesi yolunu açabiliriz" (6)

islam degisimin merkezine oturmustur. Halklarin kurtulus umudu olmaya devam ediyor. Gerisi müslümanlarin kendi davalarina sahip çikmasina, gayret, sorumluluk ve kusaticilik bilincine kalmistir. Her problem kendi içinde bir firsat saklar ve problem firsatin yaninda cüce kalir.

 

DIPNOTLAR:

 

1 CAHA Ömer, Düsünen Siyaset Dergisi, Subat 99, Ankara, s.94-96

2 eaköz @ Milliyet.com.tr

3 TOURAINE Alain, Demokrasi, Yapi Kredi yay., ist. 1997, s.21-22

4 ÖZEL Ismet, Yeni Safak Gazetesi, 13.08.1999

5 GÖKTÜRK Gülay, Haftaya Bakis Dergisi, 9-14 Eylül 1999, sayi 14

6 age

 

Kaynak: Evrensel Mesaj Aylik Dergi, Sayi:9 Ekim 1999

 

Hazirlayan: Musa Dogan

 arrow1b.gif (1872 Byte)