Günah Anlayışı
Dîn-i mübîn, ferdî
ve ictimâî hayâtın bütününü kapsar. Cenâb-ı Hak alîmdir. Yerlerde ve
göklerde, gizli-açık her ne varsa hepsini bilir. O yarattığı âlemden,
insandan ve onun meselelerinden habersiz değildir. O müheymindir, alâ
külli şeyin şehîddir. Görüp gözetendir, her şeye şâhittir. Mahlûkat
Onun tarassudu (gözetlemesi) altındadır. O rahmân-u rahim olduğu için
Kurânı göndermiş ve öğretmiştir. O seven ve sevilen (vedûd) bir Zât-ı
Kibriyâ olduğundan, yarattığı canlıların perişan olmasını istememiş,
kullarının dünya ve âhiretlerinin Cennet olması için kurallar koymuştur.
Bütün teklifleri kullarının maslahâtını gerçekleştirmek içindir.
Yasakları ise ya kullarından zararı bertaraf etmek içindir, ya da hukûku
korumaya matuftur. Ne ki ferdin ve toplumun hayrınadır, Hâlik-ı Zü-l
celâl tarafından teklif ve tavsiye edilmiş; ne ki insanlığa ve diğer
canlılara zararlıdır, nehyedilmiştir. Hulâsa-i kelâm emir ve yasaklardan
maksat, insanların ve diğer canlıların maslahâtıdır. Binâenaleyh
Kurân-ı Kerim ve sünnet-i seniyye iyi anlaşılsaydı, iyi uygulansaydı,
iki cihanda aziz ümmet Muhammed ümmeti olacaktı. Müslümanlar, insanlık
âleminde iyi bir durumda değillerse, Peygamber Aleyhisselâm âlemlere
rahmetken, ümmeti bir türlü rahmet olmayı başaramıyorsa, Kurân ve
sünnete yaklaşımda yanlışlık var demektir. Kurân ve sünnetin ilkelerini
hem teker teker, hem de bir bütün olarak, murâd-ı ilâhîye uygun okumak
diye çok önemli bir meselemiz var demektir. Kurân ve sünnet doğru
okunur ve doğru yaşanırsa, hayatın kalitesini mutlaka en yükseğe
taşıyacaktır. Şâheser varlık insan ile sözlerin en güzeli Kurân
buluşsun da izzet ve üstünlük meydâna gelmesin, bu olur şey değildir.
Eğer siz gerçekten inanıyorsanız en üstünsünüz demektir.1
İnsanlığı yükselten
nedir? İman mı, ilim mi, usûl mü, zamânı değerlendirme şuûru mu,
disiplin mi, çalışkanlık mı, sabır mı, idealizm mi, realizm mi, sevgi mi,
insan haklarına riâyet mi, teşebbüs hürriyeti mi, hepsi mi? Kurân ve
sünnette bunların hepsini bulmak mümkündür. Bulamamışsak,
basîretsizliğimize ağlayalım. Hayatta sâdece, yükselmenin prensiplerini
iyi tesbit edip iyi uygulayanlar yükselecektir. Bu ferdî plânda da,
ictimâî plânda da böyledir. Başaramayanlar yerlerde sürünecektir.
Böyledir hükm-i
kader
Uyanıklar
uyuyanları yer.
Nedir günah?
İşte bu noktada
günah mefhûmunu ele alabiliriz.
İlâhî emir ve
yasaklara riâyetsizlik. Kişiyi haktan saptıran fiil veyâ davranış. Rûhun
mükemmele doğru gelişimini engelleyen veya geciktiren davranış ve
alışkanlıklar.2
Günaha, yükseltici
prensiplere riâyetsizlik diyebiliriz. Derler ki; Milletlerin başarısı
olmaz, prensiplerin başarısı olur. Bir prensip yanında bir prens hiç
kalır. Hayâtın maddi ve mânevi kalitesini yükselten prensiplerden
habersizlik gaflettir, belâ-yı azimdir. İşi, baştan kaybetmektir.
İlim-irfân olmadan
prensiplerin farkına nasıl varılacaktır?
Önce ilim. İlk emir
oku. Maddi ve mânevi yükselmelere tâlip olanlar okuyup öğrenerek,
yükselmelere yol açan prensipleri bilmeli ve sabırla riâyet etmelidir.
Allah (c.c) sâdece îmanından dolayı kimseyi yükseltmez.
Yüksel ki yerin bu
yer değildir
Dünyâya gelmiş
olmak hüner değildir.
Günahı, bireysel ve
toplumsal olmak üzere iki grupta ele almakta fayda vardır. Aksi takdirde
mesele beni aşıyor narkozuyla rahatlarız. Hâlbuki, büyük vebâller
altına girmişizdir. Çünkü bireysel olarak omuzlanacak sorumluluklar da
vardır. Her problem bizi aşmayabilir. Ferdi sorumluluklarımızı elbette
kendimiz omuzlayacağız.
Şöyle düşünebiliriz:
Eğitim ve öğretimde yüce Yaratanın ilkelerini, insanın fıtratını,
temâyül ve kâbiliyetlerini, kapasite ve seviyesini hesâba katmamak
toplumsal bir günahtır da, sabır ilkesine riâyetsizlik bireysel bir
günahtır. Birincisi ferdi aşar, ikincisi aşmaz. Öğretmen adaylarını
idealist tiplerden seçmek için gerekli titizliği göstermemek, öğretmeni
bilgi, görgü, iman ve imkân yönüyle yetersiz bırakmak ictimâî günahtır
da, zaman şuûruna erememek ferdî bir günahtır.
İnsan yerlerin
çocuğu olduğu kadar göklerin de çocuğudur. Kendisini kuşatan olumsuz
şartlar insanda büyük yaralar açabilir, önemli ölçüde örseleyebilir ama
sıfırlayamaz. İnsanın peygamberâne bir direniş için, her zaman bir
imkânı vardır. İçinden ilâhi bir ses, vicdânî bir feryat her zaman
yükselebilir. Ne kadar yaldızlı olursa olsun, insan her yalanı
yutmayabilir. İnsânî duyarlılık, sahteliğin farkına varabilir. Hiç bir
zaman kapılar büsbütün kapalı değildir. Allah (c.c) sonsuz bir imkândır.
Çârelerin tamâmen tükendiği bir durumda, yeniden çâreler yaratabilir.
Meydan tamâmen müfsitlere kaldı derken bir köşeden bir el kalkabilir,
bir baş doğrulabilir.
Hey dost, lâ
taknetû hitap nedir?
Günah, ferdî ve
ictimâî gelişimi durduran, dumura uğratan, gerileten her şeydir. Ahlâk
kânunlarına zıttır. Ferdin beden ve ruh selâmetini tahrib eder.
Toplumsal vazifelerini yapamaz hâle getirir. İnsanlar arası irtibatları
koparır. Fazilet yapıcı, günah yıkıcıdır. El hâsıl günahkâr duruma
düşmemek için, dâima olmamız gereken yerde, rıza-yı ilâhîye en uygun
noktada bulunmamız gerekiyor. Yükselmek ve birikimi sürekli artırmak
zorundayız. Duran düşer ve düşen ezilir. Orman kânununda düşeni yemek
vardır. Mâdem ki ömür sermâyesinin eriyişini durdurmak mümkün değildir,
bâri kâra dönüştürme gayreti içinde olalım.
Sözün bu noktasında
ânın vâcibini, asrın ve çağın vâciplerini çok iyi tesbit etme zarûreti
ortaya çıkıyor. Ehemleri, mühimleri belirlemek gerekiyor. Öncelik ve
sonralık hangi vazîfelere verilecektir, bir bir saymak gerekiyor.
Tesâdüfün başarı, tesâdüfen gelişme olmaz.
Yerine getirilmesi
gerekirken getirilmiyenler, işlenmemesi gerekirken işlenenler... Bu
ifâde çok geniş kapsama sâhiptir. Bütün vazifeler, bütün yasaklar bu
kapsama dâhildir. Buluğdan ölüme kadar bütün hayat. Günah böylesine bir
geniş kapsama sâhiptir.
Din bütün
boyutlarıyla doğru okunup, hedefleri doğru tesbit edilmediği zaman,
günah meselesi de asla doğru anlaşılmayacaktır. Çünkü günah, hedeflerden
sapma veya hedefe giderken oyalanmadır. Hedef doğru tesbit edilmediyse
sapma nasıl anlaşılacaktır? Meselâ dünyâyı âhiretin tarlası, bir imtihân
salonu olarak görüyorsanız, tesbit ve hedefiniz doğru, eğlence salonu
olarak görüyorsanız yanlış demektir. İşi değiştirerek dinlenme, yeteri
kadar dinlenme doğru, işi değiştirerek dinlenme imkânı varken yatarak
dinlenme ve lüzûmundan fazla dinlenme yanlış demektir. Yanlış anlayışlar
uygulamaya dönüştüğünde günah doğuyor. Asıl günah yanlış anlayışın
kendisidir. Günahlardan kaçınmak için, imkânlar elverdiği nisbette, ömür
sermâyesi âhiret sermâyesine dönüştürülecektir. Hulâsa-i kelâm bu
olabilir.
Günah anlayışı
konusunda birkaç misâl vermek isterim. Bir değerlendirmeye tâbi
tuttuğumuzda, geneli itibâriyle toplum, meselâ ekmek isrâfını -haklı
olarak- günah sayar da, zaman isrâfını günah saymaz. Halbuki Kurân
nimetlerden mutlakâ sorguya çekileceksiniz3 derken Peygamberimiz
Aleyhisselâm da, sağlık ve boş vakit iki nimettir buyurur.
Sıradan bir
müslüman, namaz kılmasa günah işlediğini bilir de, sözüyle ve
davranışıyla, hem cinsleri üzerinde çürütücü etki yapmayı umursamaz.
Yön ve istikâmet diye bir mefhûmun varlığından bile haberdar değildir.
Dîn-i Mübin
temizlik imandandır buyurur, mensûbları bu yolda yayadır.
Müstehcen söz ve
durumlar -haklı olarak- günah sayılır da, yanlış bir dünya görüşüne,
Kurânî olmayan bir hayat anlayışına sâhip olmak günah sayılmaz. Halbuki,
bu hatâlı anlayış nice faziletin canına okumaktadır.
Gıybet günah kabûl
edilir, emr-i bi-l marûfun terki günah kabul edilmez. Toplum çürür
gider de, abdestinde-namazında o canım müslüman dönüp bakmaz bile.
Duâ okunur, Kurân
da. Mânâsını okumak mı? Hak getire! Kim kaybetmiş de biz bulalım. Bizler
derin uykumuzun derinliklerinde mest-ü hayrânızdır. Buna gaflet derler.
Kelime-i tevhid bir
bakıma dinin hulâsasıdır. Kelime-i tevhîdin doğru anlaşılması, dinin
doğru anlaşılması demektir. Geneli itibâriyle söylersek halk tabakasının
da, okuyan yazan kesimin de kelime-i tevhîdi, tevhîdi dünya görüşünü,
şirki ve şirke dayalı dünya görüşünü doğru anlamak diye bir meselesi
yoktur. Muhtevâyı artırmamak, eksiltmemek, saptırmamak, tam bir bütünlük
içinde göstermek gibi bir meselesi yoktur. Esmâ-i hüsnânın mânâsı,
hayâta yansıması, Allahın birliği, müminlerin berâberliği, kime ne
söylemektedir? Bu meseleler, dinin olmazsa olmazlarıdır,
vazgeçilmezleridir.
Soruluyor: Dinin
vazgeçilmezleri mi? O da ne demek? İlim ve şuur eksikliğinin meydana
getirdiği boşluğu neyle dolduracaksınız? Böyle bir eksikliğin bizim
günah anlayışımız içinde yeri var mı?
Düşünmek, bir
neticeye varmaya çalışmak insanın meziyetlerinden birisidir. (Düşünürken
insan bilgilerini kullanır.) Düşünce Hâlık ile mahlûk (insan) arasındaki
irtibatı da berâberinde getirir. Düşünce âlemdeki âhengin hissedilmesi,
ihtişam ve ululuğun farkedilmesi, hayattaki aslî vazîfemizin bilinmesi
demektir. Düşüncesizlik, Allah (c.c), âlem, insan arasındaki
irtibatların kurulamaması, hayâtın mânâsının bilinememesi demektir.
İnsanın ve eşyânın Allahtan bağımsız olarak ele alınması demektir.
İnsanın eşyâ üreten bir eşyâ olarak kabûl edilmesi demektir. Bu anlayış
metafizikten kaynaklanan nice bin güzelliği siler süpürür. Durum bu iken,
bir çocuğumuzun düşünmek diye bir ibâdeti var mıdır? İlmihâlimizde
böyle bir ibâdet yazılı mıdır? Düşüme günâhı diye bir günah tanır
mıyız?
Metafizikle
bağlantısını koparan insan, ulvî bir muharrik güç ve câzibe merkezinden
mahrum kalacaktır. Bu maddî, mânevî ve hissî bir üretimsizlik
getirecektir. İnsan bir şekilde yeterli maddeye ulaştıysa, hemcinsi için
fedâkârlık yapmaya onu sevkedecek yüksek heyecân ne olabilir? Takdir ve
alkış yüksek ruhlu insanlara câzip gelmeyebilir. Sevk-i tabîîlerin (içgüdülerin)
tatmîni, büyük fıtratlı insanları avutamayabilir.
Metafizikten mahrum
bir dünyâda, insanlığın büyük evlâtlarının hâli neye varacaktır? Böyle
bir dünyâda kula kulluktan öteye ne vardır? İnsân hayvânî duygularının
ötesine nasıl aşacaktır?
Eşref-i mahlûkât
olan şâheseri, Mâlikül Mülkün halîfesini cinâyet ve intihar sularına
çeken el nasıl kırılacaktır? İnsanı bu şeytan çıkmazına sürüklemenin,
bu yaşanan trajedinin vebâlini dağlar çekebilir mi?
Vel hâsıl, ya
insan dini ve hedeflerini doğru okuyacak, ya da, çöllere sapan küçük bir
dere gibi, günah kumsallarında kaybolup gidecektir.
Dipnotlar:
1) Al-i İmrân, a.
139.
2) Târifler İslâm
Ansiklopedisi, 14. cilt, Günah maddesinden alınmıştır.
3) Tekâsür sûresi,
8. âyet.
Kaynak:
Altinoluk dergisi, 03/2005
|