MUKADDİME.. 2

1- Mevsuklardan Rivayet ve Yalancıları Terk Etmenin Vücubu Babı. 5

2- Resulüllah (S.A.V.) in Üzerinden Yalan Uydurmanın Pek Ağır Bir İftira Olduğunu Beyan Babı  6

Hadisin Îzahı :. 10

3- Her İşittiğini Söylemekten Nehîy Babı. 10

4- Zaif Hâvilerden Rivayette Bulunmaktan Nehîy Ve Rivayetleri Alırken İhtiyat Gösterilmesi Babı. 12

5- İsnadın Dinden Olduğunu Beyan Babı. 15


MUKADDİME

 

Hamd [1] âlemlerin rabbı olan A 1 1 a h 'a, akıbet de takva sahipleri­ne mahsustur. Allah, Peygamberlerin sonu olan Muhammed'-le bütün Nebilere ve Mürsellere [2] salât eylesin:

Bundan sonra:  Sen —Allah  iyiliğini versin— Yaradammn tevfitiyle dinin sünnetleri, ahkâmı ile sevap, azâb, teşvik, terhib ve diğer bir-ok şeyler hakkında Resûlüll ah (S.A.V.)'den naklolunan bütün aberîeri, nakledildikleri ve ulemanın kendi aralarında ele aldıkları isnadlan ile inceden inceye araştırarak öğrenmeğe azmettiğini söyledin [3] Ve —Allah hidayetini arttırsın— bu haberlerin mecrnuuna  te'lif edil­miş; der-top bir şekilde vâkıf olmak istedin.  Benden  de bunları  sana. çok  tekrardan   hâli   bir   te'lif   hâlinde   hulâsa   etmemi   diledin.   C\.nku tekrarların seni asıl maksadın olan, o haberleri anlama ve onlardan hü­küm çıkarma işinden alıkoyacağına kail oldun. - -Allah sana kerem bu­yursun— bu dileğinin üzerinde dikkatle durarak hâlin nereye  varaca­ğını iyice düşündüğüm zaman inşallah güzel bir neticesi ve mevcud bir faidesi olacaktır. Bu yükün altına girmemi benden dilediğin vakit, eğer bu iş bana müyesser ve ikmâli mukadderse, izahı uzun sürecek bir çok sebeblerden dolayı herkesden evvel onun faydasını  ilk  görecek  kimse­nin hassaten ben olacağımı düşündüm. Ancak uzun lâfın kısası: insana; bu işin azının hakkından gelerek başarmak çoğu ile  uğraşmaktan  da­ha kolaydır.    Hele iyi ile kötüyü bir birinden ayıramayan, ancak baş­kasının yardımiyle iyiyi kötüyü seçebilen avamdan olursa!..     Bu bâbta mesele arzetüğimiz şekilde olunca;     böyleler için sahih hadîsin  azının hakkından gelmek zaif hadisin çoğuna tama' etmekten evlâdır. Bu fen­nin çoğuna t'.ma1 etmekte ve mükerrerlerini toplamakta- insanların an­cak hususî bir tabakasına; kendilerine hadîs babında bir parça uyanık­lık, onun sebep ve illetlerine dair az çok bilgi nasîb  olanlarına  biraz fayda me'muldür. Böyle bir kimse —inşâallah— kendisine verilen ilim sebebîle, çok hadîs toplamaktaki faideye nail olur. [4]

Teyakkuz ve ma'rifet ehli olan havassın taşıdığı ma'nalann zıddını taşıyan avâram-ı nâsa gelince: bunların, azı bilmekten âciz iken çoltu aramalarında bir nıa'na yoktur.

Bundan sonra: Sana —anlatacağım şarta göre— inşâallah diledi­ğini tahric ve te'life başlıyoruz. Şart şudur : Biz Resûlüllah (S.A.V.) den senedle gelen haberlerin cümlesini [5] ele alıyor ve on­ları tekrarsız olarak üç kısma, râvilerini de üç tabakaya ayırıyoruz. An­cak kendisinde ma'nâ ziyadeliği bulunan bir hadisin tekrarından müs­tağni kalınamayacak bir yer gelir; yahud isnadın birinde illet bulunduğu için yanında başka bir isnad bulunursa o başka. Zira hadîsde kendi­sine ihtiyaç hissedilen ziyade ma'na tam hadîs yerini tutar. Binaenaleyh kendisinde anlattığımız ziyâde bulunan hadîsi tekrar etmek yahud müm­kün olduğu takdirde, kısa olmak şartıyla o ma'nayı hadîsin tamamın­dan ayırmak mutlaka lâzımdır. [6]

Lâkin onu hadîsin bütününden ayırmak çok defa güç olur. Ayırmak güç olduğu zaman hadîsi olduğu gibi tekrar etmek daha doğrudur. Am­ma kendisine hiç bir ihtiyacımız yokken bütünü ile tekrarlamamak im­kânını bulduğumuz hadîsi inşâallah tekrar etmeyeceğiz.

Birinci kısma gelince: «Biz — bu kısımda — başka haberlerden da­ha kusursuz ve daha temiz olan haberleri öne almak istiyoruz. Çünkü bu haberleri nakledenler hadîsde istikamet sahibi ve naklettiklerini sağ­lam nakleden, rivayetlerinde şiddetli ihtilâf ve [7] zararlı karıştırma bu­lunmayan kimselerdir. Nitekim hadîsi karıştıran birçok muhaddislei görülmüş; bu husus onların hadîslerinde meydana çıkmıştır.

Bu sınıf insanların haberlerini birer birer tedkikten geçirince arka­sından senedlerinde önceki sınıf kadar hıfz ve itkanla vasıfianamayan ba­zı kimseler bulunan haberleri anlatacağız. [8] Maamafih bunlar izah et­tiğimiz hususlarda her nekadar ötekilerden aşağı iseler de. setir [9] ismi, doğruluk ve ilini teatisi şüphesiz ki onlara da şâmildir.

Bunlar Atâ'b. Sâbit [10] , Yezid b. Ebi Ziyâd [11] , Leys b. Ebî Süleym [12] ve onların emsali, râviyan-ı âsâr ve nâkıîân-ı ahbâr zevattır. Bunlar ulemaya göre her ne kadar arzettiğimiz ilim ve setir ile ma'ruf iseler de, kendilerinde rivayet hususunda söyle­diğimiz itkan ve istikâmet bulunan sair akranları hâl ve mertebece bun­lardan üstündürler. Çünkü bu cihet ulemâ indinde yüksek bir derece ve ulvî bir haslettir.

Görmüyormusun,   Ata,   Yezid   ve   Leys   adını verdiğimiz bu üç zâtı hadîsteki başarı ve istikâmet hususunda Mansur b. Mu’temir [13] , Süleyman el-A'meş [14] ve İsmail b. Ebî Hâlid [15] ile karşılaştığında bunların onlara benzemediğini, onlara yak­laşmadıklarını anlıyorsun.

Hadîs ulemâsmca bu hususta hiç şüphe yoktur. Çünkü onlarca Mansur'un, A'meş'in ve İsmail Tin doğru belleyişleri ve hadîslerin-deki titizlikleri meşhurdur. Atâ, Yezid ve Leys hakkında ise böyle bir şeyden haberleri yoktur.

İbni Avn [16] ve Eyyub-ı Sahtiyanı [17] ile Avf b. İEbî Cemile [18] ve Eş'as el-Humrâni [19] gibi akran zevatı karşılaştırdığın zaman  dahi vaziyet oteKiierae oıduğu gibidir,    Malûma 'Avn ile Eş'as, Hasan-ı Basrî ile İbniSîrîn 'in ar­kadaşlarıdır. Nitekim İbni Avn ile Eyyub 'da onların arka­daşlarıdır,

Şu kadar var ki; onlarla bunların arasında naklin doğruluğu ve fazi­letin kemâli hususundaki fark büyüktür. Vakıa Avf ile Eş'as da ulemâca sıdk ve emanet sıfatlarından mahrum sayılmazlarsa da derece itibarile ehl-i ilim nazarında hâl, anlattığımız şekildedir.

İsim göstermek hususunda bu zevatı misal almamızın sebebi; onları misal göstermek bir alâmet olsun da ulemânın ilim babında ehil olan bir kimseyi ne suretle derecelendirdiklerini anlayamayan bir kimse, o alâ­meti anlamakla işin içinden çıksın diyedir. Böylelikle kıymeti yüksek olan bir zâtın derecesi aşağı düşürülmemiş; ilimde derecesi düşük olan da mev­kiinin üstüne çıkarılmamış olur. İlimde her hak sahibine hakkı verilir; ve o kimse lâyık olduğu yerine oturtulur.

Filvaki'  Âişe  (Radıyallahu Anha)dan rivayet olunmuştur ki.

«Resulüllah (Sallâllahu Aleyhi ve Sellem) bize insanlara dereceleri­ne gö*o yor vermemizi emir buyurdu.» demiştir. Bununla birlikte Kur'an dahi   Teâ1â Hazretlerinin.

-Her ilim sahibinin üstünde daha âlim biri vardır» [20]

Kavl-i Kerîmini nâtık bulunmaktadır.

İşte   Resulüllah    (S.A.V.)'in haberlerine aid dileğini, ş zettiğimiz suretlere göre te'lif ediyoruz.

Hadîs ulemâsınca yahud o ulemânın ekserisine göre; müttehem sayı­lanların haberlerine gelince: biz onların hadîslerini tahric etmekle uğra-raşacak değiliz. Bunlar Abdullah b. Misver, Ebu Ca'fer el-Medâinî, Amr b. Hâlid, Abdülkuddûs eş-Şâmî,[21] Muhammed b. Said   e1-Mas1ûb , [22] Gıyâs b. İbrahim [23] Süleyman b. Amr, [24] Ebu Davud en-Nehaî ve emsali kimseler olup Hadîs uydurmak ve haber düzen­lemekle İtham olunmuşlardır

Keza,, hadîsleri ekseriyetle münker veya yanlış olan kimselerin hadîs­lerini rivayet etmekten de çekindik.

Bir muhaddisin hadîsindeki münkerlik alâmeti: Onun rivayeti hafız ve makbul olan başka râvîlerin rivâyetleriyle karşılaştırıldığı zaman on­ların rivayetlerine muhalif düşmesi yahud hemen hemen onlara uyma-masıdir. Şâyed hadîslerinin ekserisi böyle ise onun hadisi metruk .gayr-i makbul ve kullanışsızdır.

İşte Abdullah b. Muharrer, Yahya b. Ebi Üneyse, e İ-Cerrah b. el-Minhâl, Ebu'l-A tûi,  Abbâd b. Kesir, Hüseyin b. Abdillah b. Dumeyre ve Ömer b. Suhbân [25] ile münker hadîs rivayeti hususunda onların yolundan gidenler bu nevi' muhaddislerdendirler. Ar­tık biz onların hadîsleri üzerinde duracak ve onlarla meşgul olacak deği­liz. Çünkü bir muhaddisin yalnız kendisinin rivayet ettiği bir hadisi ka­bul hususunda ulemânın —bizim bildiğimiz— şartı: onun ilim ve hıfz ehli mu'temedzevâta, rivayetlerinin bir kısmında iştirak etmiş olması ve bu hususta onlara uymağa gayret göstermiş bulunmasıdır. Böyle yaptığı görülürde sonra o rivayete başkalannınkilerde olmayan bir fazlalık ka­tarsa, yaptığı ziyade kabul olunur. [26] Ama bakarsın biri, büyüklüğün­den ve gerek onun gerekse başkalarının hadîslerini mükemmel şekilde ri­vayet eden hafız râvîlerini çokluğundan dolayı Z ü h r i yahud H i -şam b. Urve gibi bir zâtı —ki her ikisinin hadîsleri ulemâ arasında yaygın ve müşterek olup bunları kendilerinden, bir çoğunu ittifakla ol­mak şartile kendi ravîleri rivayet etmişlerdir— gözüne kestirir de her ikisinden yahud birinden bir sürü hadîs rivayet eder. Halbuki onların râ-vîlerinden hiç biri bu hadîsleri tanımaz. Aslında o râvîlerin ellerindeki sahih hadîslere iştirak edenlerden de değildir. İşte bu nevi' insanların ha­dîsini kabul etmek caiz değildir. Allahu a'lem.

Hadis ve ehl-L hadîsin mezhebinden muhaddislerin yolunu tutmak is­teyen ve buna muvaffak da olanlara rehberlik edecek kadarını izah ettik. Kitabın bir kaç yerinde, muallel haberlere geldiğimiz zaman onları anlatırken şerh ve izah icabeden yerleri inşaallah daha da şerh ve izah

edeceğiz. [27]

Bundan sonra: —Allah sana merhamet eylesin— şunu demek iste­riz ki; eğer biz muhaddis geçinen bir çok kimselerin, rivayet ettikleri zaif hadîsleri ve münker rivayetleri atmak, sıdk-u emânete tanınmış mevsuk râvîlerin naklettikleri sahîh ve meşhur hadîslerle yetinmek lâzım gelir­ken, câhil ve gafil insanların arasına attıkları şeylerin bir çoğunun münker olduğunu bildikleri ve dilleriyle i'tiraf ettikleri halde; üstelik bu riva­yetleri hadîs imamlarından Mâlik b. Enes, Şu'betü'bnü'l-Haccâc, Süfyan [28] b. Uyeyne, Yahya b. Saîd e 1 -Kattan, Abdurrahman b. Mehdi ile diğer imamların, kendilerinden rivayette bulunmayı zemmettiği yaramaz bir takım kimse­ler taralından nakledilmişken yine de hadîse karşı ettikleri çirkin icra'atı görmüş olmasaydık, istediğin tahsil ve temyiz için ortaya atılmak bizim için kolay bir şey olmazdı, lâkin bu adamların sana bildirdiğimiz: zaif, meç­hul senedîerle münker haberleri neşretmeleri, onları kusurlarım bilme­yen avam arasına atmaları sebebiyle senin dileğine icabet eylemek kalbi­mize yatıştı.

 

İmam Müslim (204-261) in bu izahatı verip vermediği ihtilaflıdır. Bazılarına göre yapamadan vefat etmiştir. Bir takımları kitabının bâblarmda yeri geldikçe bu îzâhâti yapmış olduğunu söylerler. Mukaddimede bundan bahsedilmişti.

 

1- Mevsuklardan Rivayet ve Yalancıları Terk Etmenin Vücubu Babı

 

—Allah Teâlâ seni muvaffak kılsın— Bilmiş ol ki, rivayetlerin sahih ile sakîmini onları nakledenlerin mu'temed olanlarıyla, müttehemlerini bir birinden ayırmayı bilen herkese vâcib olan :

1- O rivayetlerden mahreçlerinin sahîh, ravîlerinin mu'temed olduk­larını bildiklerinden başkasını rivayet etmemek;

2- Töhmet altında olan aşırı bid'atçılarm rivayetlerinden sakınmak­tır. [29]

Söylediklerimizin aksinin değil, asıl bizim söylediklerimizin lâzım gel­diğine delil:   Allah   Zü1ce1âl'in şu kavl-i kerîmidir:

«Ey iman edenler! Eğer fâsikm biri size bir haber getirirse, aslı olup olmadığını araştırın. Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz»  [30]

Teâ1â Hazretleri:

«Razı olduğunuz şahidleri  (getirin) [31] ve. «Sizden iki adaletli kimseyi şahid getirin.» [32] buyurmuştur. Zikrettiğimiz bu âyetler, fâsikın haberinin i'tibârdan sakıt olup kabul edilmediğine; âdil olmayanın da şâhidliğinin reddedileceğine delâlet et­mektedirler.

Haberin ma'nası bâzı * vır etlerde şehâdetin ma'nasından ayrılırsa da birçok ma'nalarında her ikisi birleşirler. [33] Çünkü fâsikm haberi ule­mâya göre makbul değildi. Nitekim şehâdeti dahî bütün ulemâca merdud-dur. Fâsikın haberi kabul edilmeyeceğine K u r' a n delâlet ettiği gibi, münker haber rivayetinin kabul edilmeyeceğine de sünnet delâlet etmiş­tir. O da,   Resulüllah    (S.A.V.)'den meşhur olarak nakledilen şu

eserdir :

-Her kim yalan olduğu zannedilen bir sözü benden    (olmak     üzere) rivayet ederse kendisi de yalancılardan biridir.»  

Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe [34] anlattı. Dedi ki: bize Veki* [35] Şu'be'i den [36] o da el-Hakem'den [37] o da Abdurrahmân b. Ebî Leylâ'dan [38] o da Semuretü'bnü Cündeb'den [39] naklen rivayet etti.

Bize yine Ebu Bekir b. Ebî Şeybe anlattı. Dedi ki: Bize Veki' Şu'be ile Süfyan'dan [40] onlar da Habib'den [41] o da.Meymûn b. Ebî Şebîb'-den [42] o da Muğîreti'bni Şu'be'den [43] işitmiş olarak rivayet etti. Se-mure ile Mugîre:

«Resuîüllâh (SaüaUahü Aleyhi ve Sellem)  bunu söyledi.» demişler.

 

2- Resulüllah (S.A.V.) in Üzerinden Yalan Uydurmanın Pek Ağır Bir İftira Olduğunu Beyan Babı

 

1- (1) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti:  (Dedi ki:) Bize Şu'be1 deu naklen Gımder [44] rivayet etti.

Bize: Muhammed b. el-Müsennâ [45] ile İbni Beşşâr [46] da rivayet et­tiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi M:) Bize Şu/be Mansur'dan o da Rib'î b. Hırâş'dan rivayet etti ki:

Rib'î b. Hırâş [47], Ali [48] (Radiyaîlohu anh) i hutbe okurken işitmiş. Alî (R. A.) şöyle demiş:

— Resulüllah (Saîlalhhü Aleyhi ve Seltem) :

«Benîm üzerimden yalan uydurmayınl Çünkü her kim benim üzerim­den yalan uy durursa Cehennemi boylar.»   Buyurdular.

2- (2) Bana Züheyr b. Harb [49] da rivayet etti. (Dedi ki:) Bize İsmâîl ya'nî İbni Uleyye [50], Abdulazîz b. Suhayb'dan [51] o da Encs b. Mâ-lik'den [52] naklen rivayet etti ki, Enes;

— Sizlere çok hadîs rivayet etmeme Resûlifflah (SallallaJıü Aleyhi ve Seilem) 'in şu hadîsi cidden mâni' olmaktadır.

— Her kim kasdî olarak benim üzerimden bir yalan uydurursa hemen Cehennem'deki yerine hazır olsun.»   buyurdular; demiştir.

3- (3) Bize Muhammed b. Ubeyd el-Guberi [53] rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Ebû Avâne [54], Ebû Hasîn'den [55] o da Ebû Sâlih'edn [56] o da Ebû Hüreyre'den [57] naklen rivayet etti. Ebu Hüreyre şöyle demiş:

Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seilem)   :

«— Her kim benim üzerimden kasden yalan söylerse Cehennemideki yerine hazır olsun.»   buyurdular.

4-  (4)    Bize Muhammed b. Abdillah b. Nunıeyr [58]  rivayet etti.

 (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Said b. Ubeyd [59] rivayet etti. (Dedi ki:) Bize AH b. Rabîa rivayet etti [60] dedi ki:

«Mugîre Küfe emîri iken mescide geldim. Az sonra Muğîre şunları söyledi:

__Ben Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   :

— Şüphesiz ki benim üzerimden söylenen bir yalan başka bîrinin üzerinden söylenen yalan gibi değildir. İmdi her kim kasden benim üzerim­den yalan söylerse Cehennem'deki yerine hazır olsun!- buyururken işit­tim.               

Bana Ali b. Hucr ejs-Sa'dî [61] de rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Ali b. Müshir [62] rivayet etti. (Dedik ki:) Bize Muhammed b. Kays el-Esedî [63] , Ali b. Rabıate'l Ese di Men (63) o da Muğiretü'bnü Şu'be'den o da Peygamber (S.A.V.)'den naklen bu hadîsin bir benzerini haber verdi; ama:

«— Şüphesiz ki benim üzerimden söylenen bir yalan, başka birinin üzerinden söylenen yalan gibi değildir.»   cümlesini zikretmedi.»

 

Hadisin Îzahı :

 

«— Benim üzerimden söylenen bir yalan, başka birinin üzerinden s,öy-lenen yalan gibi değildir.»

Başkasının üzerinden söylenen yalan te'Iif ve te'vil götürür, onun işi kolaydır. Ama benim üzerimden uydurulan yalan ondan daha ehven hile olsa günahı onunkinden çoktur demektir. Peygamber (S.A.V.)'in üzerinden uydurulan yalana şiddetli azâb lâzım gelmesi başkasının üze­rinden yalan uydurmanın mubah olmasını iktizâ etmez. O da başka de­lillerle haramdır. Bu iki nevi' yalanın birbirinden farkı; Resûlüllah (S.A.V.) üzerinden yalan uyduran kimseye cehennemin mesken tayin edilmesi; ötekine edilmemesidir. Bundaki hikmet meydandadır. Çünkü Peygamber (S.A.V.) Allah 'dan haber verir. Şu halde onun üzerinden söylenen yalan AIIah'in üzerinden söylenmiş gibi olur ki böylelerinin azabının pek şiddetli olacağı nassı Kur'an'la sabittir. Teâ1â Hazretleri   En'am   Sûresi;   Âyet 21 de:   

«Allah'a yalan iftirasında bulunanla âyetlerim yalanlayandan daha zalim kim olabilir?» buyurarak kendisine iftirada bulunanla kâfiri biri tut­muş;   Zümer   Sûresi,   Âyet 60 da :    

— Kıyamet gününde Allah'ın üzerinden yalan uyduranların yüzlerini simsiyah göreceksin!»  buyurmuştur.

Bu hususta âyetler çoktur.

 

3- Her İşittiğini Söylemekten Nehîy Babı

 

5- (5) Bize Ubeydullah b. Muaz el-Anberî [64] rivayet etti. (Dedi ki) Bize babam rivayet etti H.

Bize Muhammed b. el-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Ab-durrahman b. Mehdi [65] rivayet etti. (Anberî'nin babasıyla îbni Mehdî) demişler ki: Bize Şu'be, Hubeyb b. Abdirrahmân'dan [66] oda Hafs b. ÂsrnV-dan [67] o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

— Kesûlüllah    (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)   :

*<— Her işittiğini söylemek, bir insana yalan namına kâfidir» buyurdu­lar.

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeyde de rivayet etti. (Dedi ki:) AH b. Hafs [68] rivayet etti. (Dedi ki) Bize Şu'be, Hubeyb b. Abdirrahmân'dan o da Hafs b. Âsım'dan, o da Ebu Hüreyre'den, o da Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) den bunun mislini rivayet etti.

Bize Yahya b. Yahya [69] dahi rivayet etti. (Dedi ki;) BizeHüşeym [70] Süleyman et-Teymî'den [71], o da Ebu Osman en-Nelıdi'den [72] naklen haber verdi. Şunu söyledi:

— Ömerü'bnü'l-Hattâb (Radiyallahu anh) :

« Her işitimini söylemek, kişiye yalan nâmına kâfidir.» dedi.

Bana Ebu-Tâhir Ahmed b. Amr [73] b. Abdillâh b. Amr b. Şerh riva­yet etti. Dedi ki: Bize tbni Vehb [74] haber verdi. Dedi id: Bana Mâlik şunu söyledi:

Bilmiş ol ki, her işittiğini söyleyen kimse selâmete eremez. Her işit­tiğini söyleyip dururken o ebediyyen imam da olamaz.»

Bize Muhammed b. el-Müsennâ rivayet etti. Dedi ki: Bize Abdurrah­man [75] rivayet etti ki: Bize Süfyân [76] Ebû İshâk'dan [77] o da Ebu' ah-vas'dan [78] o Ja Abdullah'dan [79] naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

«Her işittiğini söylemek insana yalan nâmına kâfidir.»

Bize Muhamined b. cî-Müsennâ dahî rivayet etti. Dedi kî: Abdurrah-man b. Mehdî'yi:

«Bir adam işittiği şeylerin bacısından dilini tutmadıkça, kendisine uyulacak bir imam olamaz» derken işittim.

Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki;) Bize Ömer b. AH b. Mukaddem [80] , Süfyan b. Hüseyin'den [81] naklen haber verdi. Süfyân şöyle demiş:

  Bana İIyâs b. Muvâvİye sordu. Dedi ki:

  Gerçekten ben senin Kur'an ilmine pek düşkün olduğunu görüyo­rum. Bana bir sûre oku ve tefsir et ki, ben de ilmini bir göreyim.»

Ben de istediğini yaptım. Bunun üzerine bana şunları söyledi:

«Sana söyleyeceklerimi cyi belle! Sakın hadîse şenaat [82] yapmayasın! Çünkü şeni' hadisleri kim nakletti ise mutlaka şahsen rezîl olmuş;

hadîsi hususunda da yalancı sayılmıştır.»

Bana Ebu/t-Tâhir ile Harmeletü'bnü Yahya [83]  dahi rivayet etliler

Dediler ki: Bize İbni Vchb haber vererek şunu söyledi: Bana Yunus [84] İbni Şihâb'dan [85] o da Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den [86]  naklen haber verdi ki, Abdullah b. Mes'ud :

«— Eğer bir kavme, akıllarının ermeyeceği bir hadîs rivayet eder­sen, o hadîs onların bazısı için ancak bir fitne olur.» demiş. [87]

 

4- Zaif Hâvilerden Rivayette Bulunmaktan Nehîy Ve Rivayetleri Alırken İhtiyat Gösterilmesi Babı.

 

6- (6)    Bana Mubammed b. Abdillah b. Nümeyr ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: bize Abdullah b. Yezid [88] rivayet etdi. Dedi ki: Bana Saîd b. EM Eyyûb [89] rivayet etti. Dedi ki: Bana Ebû Hâni [90] , Ebu Osman Müslim b. Yesâr'dan [91] o da Ebu Hüreyre'den, o da Resu-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki şöyle buyur­muşlar :

«— ümmetimin sonunda öyle bir takım insanlar zuhur edecek ki, size ne sizin ne de babalarınızın işitmediği şeyleri rivayet edecekler. Am.n on­lardan sakınml»

 

7- (7) Bana Harmeletü'bnü Yahya b. Ab d Ulah b. Harmele b. îm-rân et-Tücîbî de rivayet etti. Dedi ki: Bize İbni Vehb rivayet etti. Dedi ki: Bana Ebu Şureyh [92] , Şerâhîl b. Yezîd'den şunları söylerken işittiğim ri­vayet eyledi: Bana Müslim b. Yesâr, Ebu Hüreyre'yi şöyle derken işittiği­ni haber verdi:

— Resulüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    :

«Ahir zamanda bir takım deccallar, yalancılar çıkacak. Size, sizin ve babalarınızın işitmediği hadîsler getirecekler. Aman onlardan sakinini Sizi sapıtarak fitneye düşürme sinleri»   buyurdular.

Bana Ebû Saîd el-Eşecc [93] dahî rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Vekî' ri­vayet etti. (Dedi ki:) Bize A'meş, Müseyyeb b. Râfi'den [94] o da Âmir b. Abede'den [95] naklen rivayet etti. Âmir şöyle demiş:

«Abdullah [96] dedi ki:

Muhakkak şeytan insan kılığına girerek cemâate gelir de onlara ya-landan hadîs söyler. Az sonra o cemâat dağılırlar. Onlardan bazısı:

— Bir adam dinledim; yüzünü tanıyorum ama adının ne olduğunu bilmiyorum; hadîs söylüyordu; der.»

Bana Muhammed b. Râfi' [97] de rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Abdur-razzâk [98] rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Ma'mer, [99] İbni Tâvûs'dan [100] o da babasından, o da Abdullah [101] b. Amr b. Âs'dan naklen haber verdi, Ab­dullah şöyle demiş:

«Gerçekden deryada mahbus bir takım şeytanlar vardır. Onları Süley­man ( A. S. ) bağlamıştır. Bunların çıkması ve insanlara Kur'an (diye bir şeyler) okuması yakındır.» [102]

Bana Muhammed b. Abbâd [103] ile Saîd b. Amr [104] el-Eş'asî hep be­raber İbni Uyeyne'den [105] rivayet ettiler. Saîd dedi kî: Bize Süfyân, Hi-şâm b. Huceyr'den, [106] o da Tâvus'dan [107] naklen haber verdi. Tavus, Büşeyr b. Kâ'bı kasdederek demiş ki:

— «Bu zât, İbni Abbas'a [108] geldi de ona hadîs rivayet etmeğe başla­dı. Bunun üzerine İbni Abbas kendisine:

— Filân ve filâv hadîsi tekrarla! dedi. O da tekrarladı. Sonra yine ona hadîs rivayet etti. İbni Abbas yine:

__Filân ve filân hadîsi tekrar eyle! dedi. O da tekrar etti. Bu sefer İbni Abbas'a hitaben:

— Bilmiyorum; acaba benim bütün hadîslerimi bildin de yalnız bunu mu tanımadın? Yoksa bütün hadîslerimi biîmedin de yalnız bunu mu ta­nıdın? dedi.

İbnî Abbas ona şu cevabı verdi:

Filhakika biz Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'in üzerinden yalan uy durulmazken ondan hadîs rivayet ederdik. Fakat insanlar hır­çın deveye de uysal deveye de binmeğe başlayınca [109] (yani insanlar eyi kötü demeyecek her mesleğe girmeye başlayınca) biz de ondan ha­dîs rivayet etmekten vaz geçtik.»

Bana Muhammed b. Râfi'de rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Abdurrezzâk rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Ma'mer, İbni Tavûs'dan o da babasından, o da îbni Abbas'dan naklen haber verdi. İbni Abbas şöyle demiş:

«Biz hadîsi ancak ve ancak Kesulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den bellenirken bellerdik. Ama sizler her boyayı boyamağa başlayalı hey­hat!..» [110]

Bana Ebû Eyyûb Süleyman b. Ubeydillâh el-Gaylânî [111] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Âmir yânî el-Akadî [112] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ra-bâh, [113] Kays b. Sa'd'dan, [114] o ^a Mücâhid'den [115] naklen rivayet etti. Mücâhid şöyle demiş:

— Büşeyr el-Adevî îbni Abbas'a geldi; ve hadîs rivayet ederek: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   şöyle    buyurdu:  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle buyurdu...» demeye başladı. İbni Ab­bas ise onun hadîs rivayetine kulak vermiyor; ona bakmıyordu. Bunun üzerine Büşeyr:

Ey İbnî Abbâs! Aceb neden senin benîm hadîsime kulak astığını gör­müyorum! Ben sana ResulüHalı (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'den hadîs okuyorum. Halbuki sen dinlemiyorsun? dedi. İbni Abbas (R. A.) şu ceva­bı verdi:

— Bir zamanlar biz bir kimseyi:

«Resulüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu...» derken işit­tik mi gözlerimi hemen ona yönelir; ve kulaklarımızı ona verirdik. Vak-ta ki insanlar her boyayı boyamağa başladılar: artık biz de tanıdığımız şeylerden başkasını onlardan almaz olduk.

Bize Davud b. Amr ed-Dabbî [116] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Nâü' b. Ömer, [117] İbni Ebî M&cyke'den [118] naklen rivayet etti. İbni EbîMüleyke

şöyle demiş:

— İbni Abbas'a mektup yazdım. Bana bîr nâme yazmasını ve bazı şeyleri benden gizli tutmasını istiyordum. Bunun üzerine benim hakkım­da:

«O samimî, çocuktur; ben onun namına her şeyi adem akıllı seçiyor;

bazılarını da kendisinden gizliyorum.» demiş. Râvî diyorki: Bir ara Ali (R.A.)'ın mahkeme kararlarını istedi. Ve onlardan bazı şeyler yazmağa başladı. Bazan bir şeye takılıyor ve:

«Vallahi bu hükmü Alî vermemiştir; meğer ki sapmış ola!...» diyor­du. [119]

Bize Amru'n-Nâkıd [120] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyey-ne, Hİşâm b. Huceyr'den, o da Tâvus'dan naklen rivayet eyledi: Tavus şöy­le demiş:

tbni Abbas'a. Alî (R.A.)'in hükümlerini hâvi bir kitap getirdiler. Ancak şu kadar yeri müstesna olmak üzere, İbni Abbas onu hemen yok etti (Râvi Süfyan b. Uyeyne, istisna edilen yerin bir arşın olduğuna kolu iîe işaret etmiştir):

Bize Hasen b. Alî el-Hulvânî [121] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Âdem [122] rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni İdris, [123] A'meş'den o da Ebu lshâk'dan naklen rivayet etti. Ebu İshâk şöyle demiş:

— Alî (Radiyallahu anh) 'dan sonra bu şeyleri îcâd ettikleri vakit Alî'­nin arkadaşlarından bir zât:

«Allah belâlarım versin! Ne kadar muhteşem bir ilmi ifsâd ettiler!...» dedi [124]

Bize Alî b. Haşrem [125] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Bekr yâni İb-ni Ayyaş [126] haber verdi. Dedi ki:

__ Muğire'yi şunları söylerken işittim :

«Ali (Radiyallahu anh) 'dan hadîs rivayeti hususunda Abdullah b. Mes'ûd'un arkadaşlarından başka doğru söyleyen yoktu.»  [127]

 

5- İsnadın Dinden Olduğunu Beyan Babı

 

Bu bâbta: rivayetin ancak mevsuk râvîlerden kabul edilmesi lâzım geldiği; râvîlerde bulunan kusurlar sebebiyle onlan cerh etmenin caiz, hattâ vâcib olduğu; bunun haram gıybet değil, bilâkis şer-i şerifi müdâfa'a ma'nasına geldiği görülecektir.

Bize Hasen b. Rabî [128] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd, [129] Eyyöb'Ia Hişâm'den, [130] onlar da Muhammed'din [131] naklen rivayet ettiler.

Yine bize; Fudayl, [132] Hişâm'dan naklen rivayet etti. Dedi ki: Bize de Mahled [133] b. Hüseyin, Hişâm'dan, o da Muhammet! b. Sîrîn'den naklen ri­vayet etti. Muhammed şöyle demiş:

«Şüphesiz ki bu ilim dindir. Öyle ise dinînizi kimlerden aldığınıza dikkat edin!...» [134]

Bize Ebû Ca'fer Itluhammed b. es-Sabbah [135] rivayet etti. (Dedi ki:) Bize îsmâîl b. Zekeriyya [136] ,Âsım el-Ahvel'den [137] o da İbniSîrin'den naklen rivayet etti. İbni Şîrîn şöyle demiş:

«Eskiden isnadı sormazlardı [138]. Fitne ortaya çıkınca :

  Bize râvilerinizîn adlarım söyleyin, demeye başladılar. Şimdi ehl-i sünnete dikkat ediliyor ve onların hadîsleri kaba! ediliyor; ehi-i bid'ata bakılıyor; onların hadîsleri kabul edilmiyor:

Bize İsbak b. İbrahim [139] el-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki): Bize îsâ [140] —ki İbni Yünus'tur— haber verdi. (Dedi ki): Bize Evzâî [141], Süleyman b. Musa'dan naklen rivayet etti. Süleyman şöyle demiş:

— Tâvus'a tesadüf ettim; ve: filân bana şöyle şöyle hadîs rivayet etti; dedim. Tavus:

«Eğer o arkadaşın mu'temed ise ondan hadîs al» dedi.

Bize Abdullah b. Abdirrahmaa ed-Dârîmî [142] rivayet etti. (Dedi ki):

Bize Mervân yânî tbni Muhammed ed-Dımeşkî [143] haber verdi. (Dedi ki): Bize Saîd b. Abdilâzîz [144], Süleyman b. Musa'dan naklen rivayet eyledi. Süleyman şöyle demiş:

  Tâvus'a dedim ki; Gerçekten filân bana şöyle şöyle hadîs rivayet etti. Tâvûs:

«— Eğer arkadaşın mu'temed ise ondan hadis al!» dedi,

Bize Nasr b. Alî el-Cehdamî [145] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Esmai, [146] İbni Ebi'b-Zinâd'dan [147] , o da babasından (14T) naklen rivayet etti. Ba­bası şöyle demiş:

  Medine'de hepsi güvenilir yüz kişiye yetiştim ki, onlardan hadîs kabul edilmez; haklarında: «Hadîs ehli değildir.» denilirdi.

Bize Muhammed b. Ebî Ömer [148] el-Mekkî rivayet etti. (Dediki):Bi­ze Siifyân rivayet etti. H.

Bana Ebu Bekr b. Haîlâd [149] el-BâhUî dahi rivayet etti; bu lâfız onun­dur. Dedi ki: Süfyân b. Uyeyne'den dinledim; o da Mis'ar'dan [150] işitmiş. Mis'ar şöyle demiş:

Sa'd b. İbrâhîmi [151] :

«Mevsuk râvîlerden başka hiç bir kimse Resulüllah (Saîîaliahü Aleyhi ve Sellem)  'den hadîs rivayet edemez.» derken işittim.

Bana Mervli Muhammed b, Abdillah b. Kuhzaz [152] da rivayet etti. Dedi ki:

  Abdan b. Osman'ı [153] şunu söylerken işittim. «Abdullah b. el-Mübarek'i [154]

  İsnâd dîndendir. Eğer isnâd olmasa idi muhakkak hei isteyen is­tediğini söylerdi; derken işittim,»

Muhammed b. Abdiliâh dedi ki: Bana el-Abbâs b. Ebî Rizme [155] an­lattı. Dedi ki:

Abdullah'ı: Bizimle (hadîs nakleden) şu kavım arasında ayaklar ya'ni isnâd vardır [156], derken işittim.»

Muhammed şunu da söyledi:

«Ebu İshak İbrahim b. îsâ et-Tâlekanî'yi dinledim. Şöyle dedi:

  Abdullah b. el-Mübarek'e dedim ki:

  Ya Ebâ Abdirrahman! Kulağımıza gelen şöyle bir hadîs var:

— «Hiç şüphe yok ki kendi namazınla beraber anne ve babana da na­maz kılman, orucunla beraber onlara da oruç tutman iyilik üstüne iyilik kabîlindendir.»

Bunun üzerine Abdullah:

  Ya Ebâ İshak, bu hadîs kimdendir? dedi.

  Bu hadîs Şihâb b. Hjrâş'dandır; dedim.

— O mevsuktur. Ya o kimden almış? dedi.

  Haccâc b, Dinar'dan; dedim.

  O da mevsuktur. O kimden almış?

  Kesulüllah (Salîallahii Aleyhi ve Sellem)    buyurmuş; dedim,

— Yâ Ebâ İshâk, şüphesiz ki, Haccâc b. Dinar'la Peygamber    ( S. A. V.) arasında öyle (aşılmaz) çöller var ki, o çöllerde b>nek hayvanlarının boyun-lan kopar. Ama sadaka hususunda ihtilâf yoktur; dedi.  [157]

Yine Muhamraed  (b. Abdillâh) şöyle dedi: «Alî b. Şakîk [158]'den dinledim. Diyordu ki:

  Abdullahi'bni'l-Mubârek'i halk arasında:

«Amr b. Sâbit'in hadîsini bırakın! Çünkü o selefe söverdi.» derken işittim.

Bana Ebû Bekr [159] b. en-Nadr b. Ebi'n-Nadr da rivayet etti. Dedi ki; Bana Ebu'n-Nadr Hâşim b. el-Kaasim [160] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Rüheyye [161]'inin tilmizi Ebu Akil rivayet etti. Dedi ki:

  Ben cl-Kaasîm b. ITbeydillâh ile Yahya b. Saîd'in yanında oturu­yordum. Bir ara Yahya, el-Kaasime:

«Yâ Ebâ MuhammcJ, sana şu dîn umuruna dair bir şey sorulup da ondan sende bir bilgi ve sadra şifâ biı- şey yahud bir ilim ve bir çıkar yol bulunmaması hakikaten senin gibi bir adam için pek büyük bîr kaba­hattir.» dedi. el-Kaasim hemen:

— Nedenmiş? diye mukaabele etti. Yahya:

__Çünkü sen ki hidâyet imamının, Ebû. Bekir'le Ömer'in oğ­lusun; dedi. el-Kaasim ona şunu söyledi:                

«Allah için düşünen bir kimse nazarında benim bilgisiz konuşmam yahud mevsuk olmayan bir kimseden hadîs olmam bundan daha büyük bir kabahattir.» Râvi (Ebû Akîl):

«Bunun üzerine Yahya sustu. Artık ona cevap vermedi» dedi.

Bana Bişru'bnü'l-Hakem el-Abdî [162] de rivayet etti. Dedi ki: «Süfyan b. Uyeyne'yi şöyle derken işittim:

— Bana Büheyye'nin tilmizi Ebu Akîl'den naklen haber verdikleri­ne göre Abdullah b. Ömer'in oğullarından ba?4İarı el-Kaasim [163]'e bilme­diği bir şey sormuşlar. Bunun üzerine Yahya b. Saîd ona Ömer'le İbni Ömeri  [164] kasderek:

«Vallahi ben senin gibi bir zâtın — ki hidâyet imamının oğlu olduğun halde— sorulan bir şey hakkında ma'lûmatsız bulunmam cidden büyük bir kabahat sayarım» demiş. O da hemen şunları söylemiş:

Vallahi, Allah indinde ve Allah için düşünen bir kimse nazarına be­nim Himsiz konuşmam yahud mevsuk olmayan bir râvîden haber naklet­mem bundan daha büyük kabahattir [165]. Râvî diyor ki:

Onlar bunu konuşurken Ebu Akîl Yalıya b. el-Miitevekkil ikisine de şâhid olmuştur.

Bize Amr b. AH Ebu Hafs dahî rivayet etti. Dedi ki:

  «Yahya b. Saîd'i §unu söylerken işittim:

  Süfyan-ı Sevrî ile Şu'be'ye, Mâlik'e ve İbni üyeyne'ye sordum:

  Bir kimse hadîsde mevsuk olmaz da, birisi onun hakkında bana sual sorarsa ne yapmalıyım? dedim.

— «Onun mevsuk olmadığım haber ver!» dediler.

Bize Ubeydullah b. Saîd de rivayet etti. Dedi ki: i      — «en-Nadr'ı şunu söylerken işittim:

  İbni Avn [166] kapının eşiği üzerinde ayakta dururken kendisine Şehr'in bir hadîsi soruldu. Bunun üzerine:

«Gerçekten Şehr [167], ta'nedilmiş'bir râvîdir. Gerçekten Şehr ta'nedü-miş bir râvîdir.» dedi.

Müslim    (Rahimehullah)    (İbni Avn'in sözünü tefsir ede­rek) der ki:

«Halkın diline düşmüştür; hakkında söz edilmiştir: demek istiyor.»

Bana Haccâc b. es-Şâir [168] dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şebâbe [169] rivâyet etti. Dedi ki:

  «Şu'be:

  Filhakika fcen Şehrle karşılaştım; ama ona iltifat etmedim, dedi.

Bana Merv halkından Muhammed b. Abdillâh b. Kuhzâz da rivayet etti. Dedi ki: Bana Adlî b. Hüseyn b. Vâkıd haber verdi. Dedi ki:

«Abdullah b. eî-Mubârek şunları söyledi:

— Süfyan-ı Sevrî'ye- dedim ki:

— Şüphesiz Abbâd b. Kesîr, hâlini (n zaif olduğunu) bildiğin bir kim­sedir. Hadîs rivâyet ettiği zaman yüksekten atar. Şu halde halka: ondan hadîs almayın, dememi münasib görür müsün?» Süfyan:

— Hay hay!, cevabım verdi. Abdullah dedi ki:

«O zamandan beri, bulunduğum bir meclisde Abbâd'in sözü geçti mi, dîni hususunda onu över; fakat: ondan hadîs almayın derim.»

Yine Muhammed (İbni Kuhzâz) şunları söyledi: Bize Abdullah b. Os­man rivâyet etti. Dedi ki: Babam şunu söyledi:

Abdullah b. el-Mubârek dedi ki: «Şu'be'ye vardım da (bana): Şu Ab­bâd b. Kesir var ya, ondan korunuverin! dedi.»

Bana el-Fadl b. Sehl de rivâyet etti. Dedi ki:

— Mualİâ er-Râzı'ye, Abbâd'm kendisinden hadîs rivâyet ettiği Mu­hammed b. Saîd'i sordum. O da bana îsâ b. Yumıs'dan naklen haber ver­di, îsâ şöyle demiş:

«Süfyan'ın onun yanında bulunduğu bîr sırada ben de onun kapısın­da idim. Süfyân çıktığı zaman ona Muhammed'i sordum. Bana onun ya­lancı olduğunu haber verdi.»

Bana Muhammed b. Ebi Attâb dahî rivâyet etti. Dedi ki: Bana Affân,  Muhammed b. Yahya b. Saîd el-Kattân'dan [170] o da babasından naklen rivâyet etti. Babası şöyle demiş:

  «Salih kimselerin, hadîsde olduğu kadar hiç bir şeyde yanıldık­larını görmedik.» tbni Ebi Attâb dedi ki:

— «Bunun üzerine bizzat ben Muhammed b. Yahya b. Saîd el-Kattan'-la görüştüm; ve kendisine bunu sordum. Babasından naklen şunları söyledi:

«Hayır ehlini, hadîsde olduğu kadar hiç bir şeyde yanılmış görmez­sin.» [171] demiş.

Müslim   der ki:

— «Yanlış söylemek istemedikleri hâlde ağızlarından yanlış çıkar, de­mek istiyor.»

Bana el-Fadl b. Sehl [172] rivayet etti. Dedi ki: Bize Yezîd b. Ha­run [173] rivayet etti. Dedi ki: Bana Halîfetü'bnü Musa haber verdi. De­di ki:

  «Gâlib b. Ubeydiîlâh'in yanma girdim. Az sonra:

— Bana Mekhûl rivayet etti; bana Mekhûl [174] rivayet etti.» diye ba­na imlâ ettirmeye başladı. Derken kendisini idrar sıkıştırdı;  ve kalktı. Ben de deftere baktım. Bir de ne göreyim! defterde:

«Bana Ebân Enes'den rivayet etti. Ebân filândan rivayet etti.» denil­miş. Bunun üzerine onu terk ederek kalktım gittim. [175] el-Fadl b. Sehl dedi ki:

  «Ben Hasen b. Aîîyyi'1-Hulvâr.î'yi de şöyle derken işittim:

  Affan'ın kitabında; «Ebu'l-Mikdâm Hişâmın hadîsi... Ömer b. Ab-dilâzîz'in hadîsi... Hişâm dediki: [176] Bana Yahya b. fülân denilen bir adam, Muhammed b. Kâ'b'dan rivayet etti...» ibarelerini gördüm, Affân'a:

  «Bazı kimseler: Hişâm bu hadîsi Muhammed b. Kâ'b'den işitmiş-tir.» diyorlar? dedim. Affân:

«Zâten Hişâm'm [177] başına ne geldi ise bu hadîsden geldi ya! Evvelce:

Bana Muhammed'den naklen Yahya rivayet etti; derdi. Sonraları onu Mu-hammed'den işittiğini iddia etmeğe başladı- dedi.

Bana Muhammed b. Abdillâh b. Kuhzâz rivayet etti. Dedi ki: «Abdullah b. Osman h. Cebele'yi şöyle derken işittim:

— Abdullahi'bnü'l-Mubârek'e; kendisinden Abdullah b. Amfin (Fıtır günü bahşişler günüdür [178] hadîsini rivayet ettiğin bu adam kimdir? dedim.

  Süleyman b. el-Haccâc'tır; ondan hadîs ele geçirmeye bak!» dedi. tbni Kuhzaz dedi ki:

«Ben Vehb b. Zem'a'yı da Süfyan b. Abdümelik'ten naklen şunları söylerken işittim: Demiş ki:

  «Abdullah yani tbnü'l -Mübarek:

 Ben (dirhem mikdârı kan)  [179] hadîsinin râvîsi Ravh b. Gutayf'ı [180] gördüm de bir yerde yanına oturdum. Ama arkadaşlarım onun hadîsini beğenmedikleri için, beni onunla beraber otururken görürler diye onlar-|dan utanmaya başladım.»

Bana İbni Kuhzâz rivayet etti. Dedi ki: Vehb'den dinledim, Süfyan'-dan o da İbnü'l-Mubârek'den naklen şöyle diyordu: İbnü'l-Mubârek demiş ki :

Bakıyye [181], doğru söyleyen bir zattır. Lâkin her gelenden gidenden (yani sikadan ve zaiftan) hadîs alır.»

Bize Kuteybetü [182] İbnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bhce Cerîr, Mu-gîra'dan o da Şa'bî'den [183] naklen rivayet etti. Şa'bî:

— «Bana el-Hârisü'1-A'ver [184] el-Hcmdânî rivayet eyledi. Ama o bir yalancı idi.» demiş.

Bize Ebû Âmir Abdullah b. Berrâd [185] el-Eş'arî rivayet etti. (Dedi ): Bize Ebû Üsâme [186], Mufaddıl'dan [187] o da Mugîra'dan [188] naklen rivayet eyledi.

Demiş ki:

— Şa'biyi: «Bana cl-Hârisü'l - A'ver rivayet etti.» derken işittim. Hal­buki kendisi onun yalancılardan biri olduğuna şehâdet eylerdi., 

Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr, Muğîra'-dan o da İbrahim'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

  Alkame:

  Ben Kur'âm iki senede okudum, dedi. Bunun üzerine el-Hâris:

— Kur'an kolaydır. Vahîy daha zordur, dedi.

Bana Iîaccac b. eş-Şâir de rivayet etti. (Dedi \$)\ Bize Ahmed yani îb-ni Yûnus rivayet etti. (Dedi ki): Bize Zaide, el-A'meş'den o da İbrahim'­den naklen rivayet ettiğine göre el-Hâris şöyle demiş:

-Ben Kur'ân'ı üç sonede, vahyi [189] ise İki senede öğrendim.» Yahud «Vahyi üç senede, Kur'ân'ı iki senede öğrendim.» demiş.

Bana Haccâc rivayet etti. Dedi ki, bana Ahmed [190] (ki İbni Yunusdur) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zâİde, [191] Mansur'Ia el-Mugîra'dan on­lar da İbrahim'den naklen, el-Hâris'in itham olunduğunu rivayet etti.

Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti.  (Dedi î  ): Bize Cerîr, Hamze-tü'z Zeyyât'dan [192] naklen rivayet etti. Şöyle demiş :

«Mürratü'l-Hemdanî, [193] el-Hâris'den bir şey işitti. Bunun üzerine cendisine: şu kapıda otur (da beni bekle) dedi. Arkacığından Mürra içe­riye dalarak kılıcını aldı. Fakat el-Hâris işin fenaya varacağını sezerek lemen oradan defoldu.

Bana Ubeyduîlah b. Saîd rivâyel etti. (Dedi ki): Bize Abdurrabman lyani İbni Mehdi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd, İbni Avn'-|dan naklen rivayet eyledi. İbni Avn şöyle demiş :

İbrahim [194] bize:

«el-Muğiratü'bnü Saîd [195] ile Ebu Abdirrahîm [196] den sakının! Zi­ra bunların ikisi de yalancıdır.» dedi.

Bize Ebû Kâmil eI-Cahderî [197] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ham­mâd — ki îbni Zeyd'dir — rivayet etti. Dedi ki: Bize Âsim rivayet etti; ve şöyle dedi:

  Biz yetişkin delikanlılarken Ebu Abdirrahman es-Sülemî [198] ye gelirdik. Bize:

  Ebu'l-Ahvas'tan başka hikayecilerle düşüp kalkmayın!  Hele Şakik [199] den sakının! derdi. Bu Şakîk haricilerin mezhebinde idi. Ama o Ebû Vâil değildir.

Bize Ebu Gassân Muhammed b. Amr [200] er Râzî rivayet etti. Dedi ki: Cerîr'i şöyle derken işittim:

«Câbir b. Yezîd el-Cu'fî ile görüştüm, fakat ondan hadîs yazmadım. (Zira) o rae'ata [201] inanırdı.»

Bize el-Hasenü'l-Huîvânî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya h. Âdem rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mis'ar rivayet etti. Dedi ki:

«Câbir b. Yezîd, ortaya attığı bid'atları çıkarmazdan önce bize hadîs rivayet etmiştir.»

Bana Selemetü'bnü Şebîb [202] de rivayet etti. (Dedi ki): Bizel el-Humeydi [203] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân [204] rivayet etti. Dedi ki: — Câbir, ortaya attığı şeyi mevdann çıkarmazdan evvel muhaddisler kendisinden hadis alırlardı. Fakat marifetini meydana çıkardıktan sonra artık onu hadîsi hususunda itham etmeye haşladılar. Bazıları da kendisi­ni büsbütün terk etti. Bunun üzerine Süfyân'a:

«O ne gibi şeyler çıkardı?» diyenler oldu. Süfyân: «Rac'ata inanmayı!» dedi.

Bize Hasenü'l-Hulvânî dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Yahya el-Hımmâni [205] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Kabîsa ile kardeşi rivayet ettiler. İkisi de: el-Cerrâh b. Mclih'i [206] şunu söylerken işitmiştir:

«Câbir'i:

— Bende hepsini Ebu Ca'ferden [207] duyduğun, onunda Nebî (Saltallakü Aleyhi ve Selleri) 'den naklettiği yetmiş bin hadîs vardır; der­ken işittim."

Bana Haccâc b. eş-Şâir de> rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ahmed b. Yû­nus rivayet etti. Dedi ki:

Züheyr'i şunu söylerken dinledim:

  Câbir dedi ki (yahud: Câbiri şunu söylerken işittim):

  Gerçekten bende elli bin hadîs vardır ki, bunlardan hiç birini rî-vâyet etmemişim di r;

Bundan sonra Câbir günün birinde bir hadîs rivayet etti. Ve:

— Bu hadîs elli binden biridir; dedi.

Buna İbrâhîm b. Hâlid el-Yeşküri [208] dahi rivayet etti. Dedi ki: «Ehu'l-Velîd'i [209] şunu söylerken işittim : Sellâm b. EM Mutî'i [210]

dinledim: Câbir el-Cu'fi'yi: Bende Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) den elli bin hadîs vardır, derken işittim; diyordu.»

Bana Selemetü'bnü Şebîb de rivayet etti. (Dedi ki): Cize el-Humeydî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân rivayet etti. Dedi ki:

«Cahir'e bir adam, Teâlâ Hazretlerinin:

Ya babam izin verinceye yahud hakk;..ıda Allah hüküm buyuruncaya kadar bu yerden kat'iyyen ayrılmam. O (Allah) hâkimlerin en hayırlısidır.»[211] âyeti kerîmesini sorarken işittim. Câbir:

—Bu âyetin te'vîli gelmemiştir; dedi. Halbu ki yalan söyledi.

Bunun üzerine biz Süfyân'a:

«Peki, Câbir bununla ne demek istedi?» diye sorduk. Cevaben dedi kî:

«Râfizîlcr, muhakkak Alî bulutların içindedir, İmdi gökyüzünden bir münâdi sesleiunedikçe biz onun meydana çıkan oğlu ile birlikde çıkma­yız; derler. (Süfyân) bu sözü ile râfizîîerîn bâtıl i'tikadına göre Uz. Alinin: «filânla birlikte çıkın.» diye sesleneceğine işaret etti. Ve: Câbir: bu âye­tin te'vîli iste budur; demek istiyor. Ama yalan söylemiştir; âyet YûsuC (A. S.)'ın kardeşleri hakkındadır.» dedi.

Bana Seleme dahî rivayet elti. (Dedi ki): Bize el-Humeydi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân rivayet etti. Dedi ki:

«Câbir'i otuz bin kadar hadîs rivayet ederken dinledim. Fakat onlar­dan bir şey anmamı ve: bende şöyle şöyle hadîsler var... dememi helâl ad­detmiyorum.

Müslim   der ki;

«Ben de Ebû Gassâa Muhammed b. Amr er-Râzîden dinledim. Şöyle dedi:

__Cerîr b. Abdilhamîd'e sordum: Sen el-Hâris b. Hasıra ile görüştün mü? dedim.

— Evet, o çok sükûtî bir şeyhtir. Ama pek büyük bir mesele üzerinde ısrar ediyor, dedi.»

Bana Ahmed b. İbrahim ed-Devrakî [212] rivayet etti. Dedi ki: Bana Abdurrahman b. Mehdi, Hammâd b. Zeyd'den [213] naklen rivayet etti. şöyle demiş:

— «Eyyub [214] bir gün birini andı ve onun hakkında: "Doğru söyle­mezdi." dedi. Bir başkasını daha andı. Onun için de: Bu adam rakamda şişirme yapar, dedi.»

Bana Haccâc b. eş-Şâir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Harb [215] rivâyâet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd rivayet etti. De­di ki:

  Eyyub:

  Benim bir komşum var, dedi. Sonra onun faziletlerinden bahsetti. Ama benim yanımda iki hurma danesine şâhidlik etse ben onun şehâdetini câîz görmem.» dedi.

Bana Muhammed b. Râfi' ile Haccâc b. eş-Şâir rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdurrezzâk rivayet etti. Dedi ki: Ma'rac; sunu söyledi:

«Ben Eyyûb'un Abdülkerîm yânî Ebû Ümeyye'den [216] başka hiç bir kimseyi gıybet ettiğini görmedim. Fakat Ebû Ümeyye'yi andı da:

— Allah ona rahmet eylesin; güvenilir bir adam delildi. Bana İkri-me'nin bir hadîsini sordu. Sonra ben (onu). İkrinıe'den işittim, dedi.»

Bana el-Fadl b. Sehl rivayet etti. Dedİ ki: Bize Affân b. Müslim [217] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hemmâm rivayet etti ve şunları söyledi:

— «Yanımıza a'mâ Ebû Davud [218] gelerek: Bize el-Berrû' rivayet et­ti. Bize Zeyd b. Ekrem rivayet etti...» demeye başladı. Biz de bunu Ka-* tâde'ye  [219]  anlattık, Katâde:

  «Yalan söylemiş; o onlardan hadîs dinlemedi. O sadece bir dilenci idi. (Bir çok hânumanlar) silip süpüren taun [220] hastalığı zamanında- âle­me avuç açardı.» dedi.

Bana Hasen b. Alî el-Hulvâni rivayet etti. Dedi ki: Bize Yezîd b. lîâ-rûn rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hemmam haber verdi. Dedi ki:

A'mâ Ebıı Dâvtid Katâdc'mn yanma girdi. Kalkıp gittiği vakit ora­dakiler:

— Bu adam on sekiz Bedir gâzisiylc görüştüğünü iddia ediyor, dedi-\"r. Bunun Üzerine Katâde:

— Bu zat, o müthiş taundan Önce bir dilenci idi; böyle şeylere hiç ka­rışmaz; bu bâbta konuşmazdı. Vallahi bize gerek Hasan gerekse Saîdü'b-nü'İ-Müseyyeb, [221] Sa'd b. Malik [222] den başka hiç bir Bedir gazisinden leb be leb ağızından alarak hadîs rivayet etmemiştir; dedi. [223]

Bize Osman b. Ebi Şeybe [224] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir'in Ra-kabe [225] den naklen rivayetine göre:

Ebu Ca'fer [226] el-Hâşimî el-Medenî, ma'nâca doğru, hikmetli fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) 'in hadîslerinden olmayan bir çok sözleri hadîs diye uydurur; onları Peygamber (S.A.V.) den rivayet eder­miş.

Bize el-Hasenü'1-Hulvânî rivayet etti. Dedi ki: Bize Nuaym b. Hammâd [227] rivayet etti. [228]

Ebû İshâk İbrahim b. Muhammed b. Süfyân [229] dedi kî: Bize de Mu-hammed b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Bize Nuaym b. Hammâd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Davud et-Tayâlisî [230] Şu'be'den, o da Yûnus b. übeyd'den [231] naklen rivayet etti. Yûnus:

«Amru'bnü Ubeyd [232] hadîs hususunda yalan söylerdi.» demiş.

Bana Amr b. Alî Ebu Hafs [233] rivayet etti. Dedi ki: Muâz b. Mu-âz'ı [234] şöyle derken işittim: Avf b. Ebî Cemîle'ye dedim ki: Amr b. Ubeyd bize Hasan'dan rivâyeten Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem)   'in:

«Her kim bize karşı silâh çekerse; o bizden değildir.» [235] buyurduğunu rivayet etti; ne dersin?) Avf:

«Bize silâh çeken bizim yolumuzu tutmamış; ilim ve amelimize oymamış olar; de­mektir.

Bu minval üzere gelen bütün hadîslerin te'vîlİ budur.

Müslim'in bu hadîsi burada zikretmekten maksadı: Avf in Amr'ı cerhcttiğini göster­mektir. Zira Avf, Hasan-ı Basri'nin en büyük tilmizlerinden ve ondan rivayet olunan ha­dîsleri en iyi bilenlerden biridir. Hasan'ın bu hadîsi rivayet etmediğini yahud Amr'ra on­dan   işitmediğini bildiği  için :

«Amr yalan söylemiş.» demiştir.

«Vallahi Amr yalan söylemiş; ama o bunu kendi pîs sözlerine katmak istemiştir [236] » dedi.

Bize Ubeydullah b, Ömer [237] el-Kavâriri de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd rivayet etti. Dedi ki:

«Bir adam Eyyub'un dersine devam ediyor; ondan hadîs dinliyordu. Bir ara Eyyub onu görmez oldu ve soruşturdu. Kendisine:

— Ya Ebâ Bekr, o şimdi Amr b. Ubey'de devam ediyor, dediler. Ham­mâd dedi ki:

— Bir gün ben Eyyub'la beraber bulunuyordum. Erken erken çarşıya çıkmıştık. O adam Eyyub'un karşısına çıkıverdi. Eyyub ona selâm verdi; ve hatırını sordu. Sonra ona:

«Senin şu herife devam ettiğini duydum.» dedi. — Hammâd: adım da söyledi yani Amr diye tasrîh etti; diyor.— Adam:

«Evet yâ Ebâ Bekr öyle. Çünkü o bize garip garib bir şeyler getiriyor.» dedi. Eyyub ona:

Biz de ancak ve ancak bu garib şeylerden kaçıyoruz ya! —yahud [238] korkuyoruz ya! — diye mukabele etti.

Bana Haccâc b. Şâir dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Harb rivayet ett).  (Dedi ki): Bize İbni Zeyd yâni Hamınâd rivayet etti:

Dedi ki:

Eyyûba:

«Amr b. Ubeyd, Hasan'm: Şıradan sarhoş olana dayak vurulmaz, de­diğini rivayet etti.» dediler. Bunun üzerine Eyyub.

-Amr yalan söylemiş. Ben Hasanı: Şıradan sarhoş olana dayak vuru­lur, derken) işittim» dedi.

Bana Haccâc da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Harb rivayet etti. Dedi ki: Scllâm b. Ebî Mutî'i [239] şunları söylerken işittim:

«Benim Amr'a giderdiğimi Eyyub duymuş, da bir gün hana geldi; ve: __Söyle bakalım, dindarlığına emîn olmadığın bir adama hadis husu­sunda nasıl emniyet edebiliyorsun? dedi.»

Bana Selemetü'bnü Şebîb dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Humeydî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân rivayet etti. Dedi ki: «Ebu Musa'yı:

— Bize Amr b. Ubeyd mu'tezilî olmazdan evvel hadîs rivayet etmiş­tir, derken işittim.»

Bana Ubeydullah b. Mua'ı el-Anberî rivayet etti (Dedi ki): Bize ba­bam rivayet etti. Dedi ki:

«Şu'be'ye bir mektup yazarak Vâsıt kadısı Ebu Şeybe'yi sordum. Ba-ııa şu cevâbı yazdı:

— Ondan biç bir şey yazma! Benim mektubumu da yırt!»

Bize El-Hulvânİ de riv&yet etti. Dedi ki: AÖân'ı dinledim. Şunları söyledi

Hammad b. Seleme'yo Salih el-Mürri'nin [240] Sâbit'den rivayet etti­ği bir hadîsi rivayet ettim:

— Yalan söylemiş, dedi. Hemmam'a dahî Salih el-Mürri'den bir hadîs söyledim. (O da): Yalan söylemiş, dedi.

Bize Mabmud b. Gaylân [241] dahî rivayet eti. (Dedi ki): Bize Ebû Davııd rivayet etti. Dedi ki:

«Şu'be bana: Cerîr b. Hâzim'e [242] git de ona: Hasan b. Umara [243] dan rivayette bulunman sana helâl olmaz; çünkü o yalan söyler; diye an­lat, dedi. Ben Şu'be'ye:

— Bu nasıl olur? dedim.

  Bize el-Hakem'den, asıllarını bulamadığım bir çok şeyler rivayet etti, cevabım verdi.

  Neler rivayet etti? dedim. Şunları söyledi:

  el-Hakem'e: Peygamber   (S.A.V.)   Uhud şehidlerinin  üzerine  ce­naze namazı kıldı mı? diye sordum:

  Onların üzerine namaz kılmadı, diye cevap verdi, Arkasından el-Hasen b. Umara: el-Hakem'den, o da Mîksem'den, o da İbni Abbâs'dan naklen Peygamber (S.A.V.) onların üzerine cenaze namazı kılmış; ve ken­dilerini defnetmiştir, dedi.

el-Hakem'e: Zinadan doğan çocuklar hakkında ne dersin? diye sordum:

«Onların üzerine cenaze namazı kılınır.» dedi.

— (Bu) kimin hadîsinden rivayet olunuyor? dedim.

«Hasan-ı Basrî'den rivayet olunuyor.» dedi. el-Hasen b. Umara ise:

«Bize el-Hakem, Yahya b. el-Cezzâr' [244] dan, o da Alî'den naklen ri­vayet etti.» dedi. [245]

Bize el-Hasen el-Hulvâni de rivayet etti. Dedi ki:     

«Yezîd b. Harun'u dinledim. Ziyâd b. Meymun'u [246] anarak: ondan ve Hâlid b. Mahdûc [247] dan biç bir şey rivayet etmeyeceğime yemin verdim; dedi. Ve şunu ilâve etti:

— Ziyâd b. Meymun'la görüştüm. Kendisine bir hadîs de sordum. O, hadîsi bana Bekr el-Müzeni [248] den rivayet etti. Sonra kendisine tekrar müracaat eyledim. Bu sefer onu bana Müverrik [249] dan rivayet etti. Bi­lâhare yine müracaatta bulundum. Bu sefer de onu bana el-Hasen'den ri­vayet etti. [250]

Yezîd b. Hârûn (Halid b. Mahdûc ile Ziyâd b. Meymun'un) ikisini ile yalancılığa nisbet ederdi. el-Hulvânî dedi ki:

Ben Abdüssamed [251] i dinledim: Ve yanında Ziyad b. Meymun'u acı­dım da onu yalancılığa nisbet eyledi.»

Bize Mahmûd b. Gaylân da rivayet etti. Dedi ki:

«Ebu Dâvûd et-Tayâlisî'ye şunu söyledim:

— Abbâd b. Mansur'dan çok hadîs rivayet ettin. Acaba bize Nadr b. Şümeyl'in [252] rivayet ettiği Attâre hadîsim [253] ondan niçin dinleme­din? Bana şu cevabı verdi:

«Sus! Zîra ben ve Abdurrahman b. Mehdi, Ziyâd b. Meymun'la görüş­tük de kendisine sorduk: Bu rivayet ettiğin hadîsler hep Enes'den midir? dedik. Bize cevaben;

— Ne dersiniz, bir adam günah işler de arkasından tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul etmez mi? dedi.

  Evet, eder; dedik.

— Ben Enes'den hadîs namına az veya çok hiç bir şey işitmedim. Be­nim Enes'e yetişmediğimi başkaları bilmiyorsa siz de mi bilmiyorsunuz?» dedi. Ehu Dâvud demiş ki:

Bundan bir müddet sonra onun yine Enes'den hadîs rivayet etmekde olduğunu duyduk. Ve yine Abdurrahman'la ikimiz ona gittik. (Bize) yi­ne:

_ Tevbe ediyorum, dedi. Fakat bir müddet sonra tekrar rivayet et meğe başladı. Artık biz de kendisini terk ettik.

Bize Hasen el- Hulvânî rivayet etti. Dedi ki: Şebâbe'yi dinledim. Şun­ları söyledi:

Abdülkuddüs bize hadîs rivayet eder ve (râvînin ismini) Süveyd b. Akale [254] diye telâffuz eylerdi. Şebâbe:

— Ben de Abdülkuddûs'ü:

«Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    rüzgârın mal edinilmesini ya. sak etti; derken işittim.» dedi. Kendisine: «Bu nasıl şey?» dediler.

«Ya'ni rüzgâr girsin diye duvarda bir delik açılır... dedi. [255] Müslim   der kî: «Ben de Ubeydullah b. Ömer el-Kavârirî'yi ŞÖyîe derken işittim:

— Hammâd b. Zeyd'den dinledim. Mebdî b. Hilâl ders okutmağa otur­duktan bir kaç gün sonra Hammâd bir adama: «Sizin taraftan kaynayan bu tuzlu kaynak nedir?» diyordu. O zât:

«Evet yâ Ebâ İsmâîl» diye cevap verdi. [256]

Bize el-Haseu eî-Hulvânî de rivayet etti, Dedi ki: Ben Affândan din­ledim dedi ki. Ben Ebu Avâne'nin şunu söylediğini işittim:

— Bana Hasan'dan hiç bir hadîs ulaşmamıştır ki, onu Ebân b. Ebî Ay-yâş'a arzetnıiş olmayayım. Ebân hemen o hadîsi bana okuyuverirdi. [257]

Bize Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Alî b. Müshir rivayet etti. Dedi ki:

— Ben ve Hamzetü-z-Zeyyât, Ebân b. Ebî Ayyaş'dan bin kadar hadîs dinledik:

Alî demiş ki:

«Az sonra Hamza'ya rastladım. Bana rü'yasında Peygamber (S.A.V.)'i gördüğünü ve Ebân'dan işittiklerini kendisine arzettiğini fakat bunlardan ancak pek azım, beş veya altı hadîsi tanıdığım haber verdi. [258]

Bize Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî rivayet etti: (Dedi ki): — Bi­ze Zekeriyyâ b. Adiy [259] haber verdi. Şöyle dedi:

— Bana Ebu İshâk eI-Fezârî: [260] «Bakiyye'nin ma'ruf zevattan rivâ-lyet ettiği hadîslerini yaz; ma'ruf olmayanlardan rivayet ettiklerini yazma'. İsmail b. Ayyâş'm ise ma'ruflardan olsun olmasın hiç bir rivayetini yaz­ma!» dedi. [261]

Bize İshak b. İbrahim el. Hanzalî dahî rivayet etti. Dedi ki: Abdullah (İbni'l-Mubârek)in bir arkadaşından işitim. Şunları söyledi:

Abdullahi'bnü'l-Mubârek: «Bakıyye, ne iyi adamdır, ama isimleri kün­ye, künyeleri de isim yerine kullanması olmasa! Bir zamanlar bize Ebû Saîd el-Vuhâzî'den hadîs rivayet ediyordu. (Bu zatın kira olduğunu) tah­kik ettik. Bir de baktık ki Abdülkuddûs imiş.» dedi. [262]

Bana Ahmid b. Yusuf el-Ezdi [263] de. rivayet etti. Dedi ki: Abdürraz-zak'i şunları söylerken işittim:

Ben Îbnü'l-Mubârek'in    Abdülkuddûs'den başkası için açıktan açığa yalancıdır dediğini görmedim. Ama onun için «yalancıdır.» derken işittim.

Bana Abdullah b. Abdirrahman ed-Darımı dahî rivayet etti. Dedi ki: Ebû Nuaym'ı [264] dinledim. cl-Muallâ b. Urfan'i [265] da anarak şunları söyledi: el-Muailâ dedi ki: Bize Ebû Vâil rivayet etti ve: Sıffîn'de iken ya­nımıza İbnî Mes'ud çıkageldi; dedi. Bunun Üzerine Ebû Nuaym:

«İbni Mes'ud Öldükten sonra dirildi mi dersin? [266] şeklinde muka­belede bulundu.

Bana Amr b. Alî [267] ile Hasen el-Hulvâni, ikisi birden Affân b. Müs­lim'den rivayet ettiler: Affân şöyle demiş:

İsmail b. Uleyye'nin yanında idik. Derken bir zât birinden hadîs riva­yet etti. Ben hemen:

«Bu adam mevsuk değildir.» dedim. O zât: «Adamı gıybet ettin.» dedi. İsmail:

«Hayır, onu gıybet etmedi, ancak mevsuk olmadığına hüküm verdi» dedi.

Bize Ebû Ca'fer ed-Dârimî [268] de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Bişr b. Ömer [269] rivayet etti. Dedi ki:

Mâlik b. Enes'e [270] Saîd b. el-MüseyyebJden hadîs rivayet eden Mu­hammed b. Abdirramân'ı sordum.

«Sika değildir.» dedi. Ona Tev'eme'nin azadhsı Salih'i sordum:

«Sika değildir.» dedi. Ebu'I-Huveyris'i sordum:

«Sika değildir.» dedi.

Kendisinden İbni Ebî Zi'b'in [271] rivayette bulunduğu Şu'be'yi [272] sordum:

«Sika değildir...» cevabını verdi. Haram b. Osman' [273] ı sordum, Yine «Sika değildir» cevabını verdi. Hasılı, bu beş kişiyi MâHk'e hep sordum o da:

«Bunlar hadîslerinde sika değildirler» diye cevap verdi. Ona ismini ^unuttuğum diğer bir zâtı da sordum:

«Onu benim kitaplarımda gördün mü?» dedi.

«Hayır!» dedim.

«Sika olmuş olsa onu mutlaka  benim kitaplarımda  görürdün.»  de­di. [274]

Bana el-Fadl b. Sehl'de rivayet etti. Dedi ki: Bana Yahya b. Maîn [275] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Haccâc rivayet etti. (Dedi ki):

Bize İbni Ebî Zi'b, Şuranbîl b. Sa'd'dan tivâyet e.tti; ama Şurahbîl müt-tehem (bir râvî) idi. [276]

Bana Muhammed b. Abdillâh b. Kuhzâz da rivayet etti. Dedi ki: Ebu İshâk et-Tâlekaanî'yi şöyle derken işittim:

İbnü'l-Mübârek'i dinledim. Şunları söylüyordu:

«Eğer Cennete girmekle Abdullah b. Muharrerle görüşmek arasında muhayyer bırakılsam, mutlaka onunla görüşüp sonra Cennete girmeyi ihtîyar ederdim. Fakat kendisini gördüğümde bir tezek benim için ondan daha makbul oldu.»

Bana el-Fadl b. Sehl dahî rivayet etti.   (Dedi ki);   Bize Velîd b. Sâ-îih [277] rivayet etti. Dedi ki: Ubeydullah b. Amr [278] şunları söyledi:

Zeyd yâni İbni Ebî Üneyse:

«Kardeşimden hadîs almayın!» dedi. [279]

Bana Ahraed b. İbrahim ed-Devraki rivayet etti. Dedi ki: Bana Ab* düsselâm el-Vâbisi [280] rivayet etti. Dedi ki: Bana Abdullah b. Ca'fer er-;Rakkî, [281] Ubeydullah b. Amr'dan naklen rivayet eyledi: Ubeydullah: «Yahya b. Ebî Üneyse yalancı idi» demiş.

Bana Ahmed h. İbrahim rivayet etti. Dedi ki: Bana Süleyman b. Harb, Hammâd b. Zeyd'den naklen rivayet etti. Hammâd şöyle demiş: «Eyyûb'un yanında Ferkad' [282] m zikri geçti de Eyyub: — Gerçekten Ferkad hadîs âlimi değildir, dedi.

Bana Abdurrahman b. Bişr el-Abdî [283] de rivayet etti. Dedi ki:

«Yahya b. Saîd el-Kattân'ı dinledim. Yanında Muhammed b. Abdillâh b. Umeyr el-Leysî'nİn lâfa oldu da onu son derece zaif buldu. Bunun üze­rine Yahya'ya:

— Ya'kub b. Atâ'dan da mı zaif? dediler.

«Evet» dedi. Sonra:

«Ben hiç bir kimsenin Muhammed b, Abdillâh b. Ubeyd b. Umeyr'den hadîs rivayet edeceğini zannetmezdim.» dedi.

Bana Bişrü'bnü'l-Hakem rivayet etti. Dedi ki:

Yahya b. el-Kattân'ı dinledim. Hakim [284] b. Cübeyr ile Abdül'A'lâ'y* zaif buldu. Yahya, [285] Musa b. Dinar'ı da zaif buldu:

»Onun hadîsi havadır.» dedi. Musa b. Dihkan île îsâ b. Ebî îsâ el-Me-denîyi dahî zaif çıkardı. Dedi ki:

. Bern Hasen b. isa'yı ŞÖyle derken işittim:

«İbnü'I-Mubârek bana: Ceririn yanına geldiğim zaman onun fcütün il­mini yaz; yalnız üç kişinin hadîsi müstesna! Ubeydetü'bnü Muattib, Seriy b. İsmâîl ve Muhammed h. Sâlim'in hadîslerini yazma! Dedi.» [286]

Müs]im   derki:

Ehl-i ilmin, müttehem hadîs râvîleri ile onların nakiselerine dair, rı^ize benzer sözleri pek çoktur. Bunları bire varıncaya kadar bitabı uzatır. Muhaddislerin bu bâbta  söyleyip îzâh  ettikleri v. a^ayıP dinleyenler için bu kadarı kâfidir. Onların hadîs râvîle-u-7  nâkillerinin kusurlarını  keşfetmeyi  kendilerin vazife ve  sorulduğu  zaman  buna  fetva  ver neleri, bu  işin ehemy e &nı  büyük  olduğu  içindir.    Çünkü  dîn  batandaki  haberler arıcak bir şeyi helâl veya haram kılmak yahud emir veya nehiy, . e^ terhîb için gelirler. Eğer onları rivayet eden râvî doğruluk .    tnahal olmaz da sonra onu tanıyan biri ondan rivayete kalkışır 1( °Hu tanımayanlara beyan etmezse, bu yaptığından dolayı gü-.  ,.  .Ve Müslümanların halk tabakasını aldatmış olur. Zira bu haber-.      e^H bazı kimselerin onlarla yahud onların bir kısmıyla amel et-eııdîşe olunur. İhtimâl mezkûr haberlerin cümlesi veya ekseri­si, aslı faslı olmayan bir takım yalanlardır.

mu'temed ve kanâatbahş râvîlerden gelen sahih haberler, si-an^atbahş olmayan râvîlerin rivayetlerine ihtiyaç bırakmayacak derecede çoktur [287]

zannetmemem ki, arzettiğimiz bu zaif hadîslerle, meçhul isnadlara bel bunların rivayetine  ehemmiyet verenlerin bir çoku  bu  işi islerdeki gevşeklik ve za'fı Öğrendikten sonra da yfapsın. Şu ki, böylesini zaif hadîs rivayetine ve zaif hadîslere i'timadan fnil. halk tabakası nazarmdjB, çok hadîs bilirmiş görünmek ve:

Filanca ne de çok hadîs toplamış; ne çok sayyida hadîs te'lîf etmiş» sı hevesidir,  uim babında her kim bu mezhebe gider ve bu yolu kimsenin ilimden nasîbi yoktur. Böylesine câhil adını vermek

serbest etmekten daha hayırlıdır.

ı2ın muhaddis geçinenlerinden bir zât, isnadları sağlama ve çüartria hususunda bir söz söylemiştir ki, biz bu sözü ve çürüklüğü- a^e etmekten vazgeçsek çok akıllılık etmiş ve doğru bir yol tut-

Çünkü yabana atılmış bir sözü öldürmek ve kailinin nâmını e^ için o sözden yüz çevirmek daha muvafık olur; câhilleri ona Yandırma olmaması için daha münasip düşerdi. Şu var ki, biz ötüye varacağından ve cahillerin bid'atlara aldanarak hatâlıf aniiş i'tikadlanna ve ulema nazarında bir .kıymeti olmayan düşük

Çabucak kapılmalarından endişeye düşünce, bu zâtın kavlinin fâsid olduğunu meydana çıkarmanın ve sözünü lâyık olduğu derecede red etmenin halk için daha faydalı ve inşaallah akıbet için daha iyi ola­cağına kanâat getirdik.

Kavlini anlatmaktan ve çürük fikrini haber vermekten soz açtığımız bu kailin zu'muna göre: senedinde «Fulânün an fulânin» ibaresi bulunan her isnadın râvilerinin —aynı asırda yaşadıkları ilmen sabit ve râvînin hadîsi, şeyhinin ağızmdan işitmiş olması pek a'lâ mümkün olduğu halde yalnız ondan işittiğini biz bilmiyor; ve rivayetlerin hiç birinde bu iki râvînin— buluştukları veya bir hadîs söyleştikleri zikredilmiyorsa, bu şe­kilde gelen hiç bir haberden hüccet olamaz. Meğer ki bu iki râvînin yaşa­dıkları asırda bir veya bir kaç defa buluştukları yahud bir hadîsi arala­rında söyleştikleri ve yahud yaşadıkları asırda bir veya bir kaç defa bir araya gelerek buluştuklarını gösteren bir haber vârid olduğu —zikri ge­çen kaile göre— ma'lûnı ola!.. Ona göre, eğer bu cihet bilinmez ve râvî­nin, kendisinden hadîs rivayet ettiği zâtla bir defa buluşarak ondan bir şey işittiğini haber veren sahih bir rivayet de gelmezse kendisinden ri­vayette bulunduğu zâttan ,bu haberi nakletmesinde — mesele arzettiğimiz gibi olunca — bir hüccet yoktur.

Adı geçen kaile göre yeni gelen rivayete benzeyen başka bir rivayet hususunda ondan az çok bir parça hadîs dinlediğini duymadıkça böyle bir haber mevkuf olur.

6- Muan'an hadîsle ihticacın sahîh oluşu babı [288]

İsnâdlara ta'n hususundaki bu kavil —Allah sana rahmet buyursun — uydurma yeni çıkma, sahibinden önce kimse tarafından söylenmemiş ve ehl-i ilmden hiç bir tarafdarı bulunmayan bir sözdür. Çünkü eski ve ye­ni bütün hadîs ve rivayet âlimleri arasında ittifakla şayi' olan söz şudur: mevsuk olan her râvî kendi gibisinden bir hadîs îrivâyet eder; ve her ikisi bir asırda bulunmakla onunla görüşmek ve kendisinden hadîs dinlemek caiz ve mümkin olursa, bir araya geldikleri ve şifahen görüştükleri hiç bir haberde bulunmasa bile o rivayet sabit ve hucciyyeti lâzımdır. Ancak ortada bu râvînin rivayette bulunduğu zâtla görüşmediğine yahud ondan bir şey işitmediğine ap açık delâlet eder bir delîl bulunursa o başka. Ama mesele îzâh ettiğimiz şekildeki imkân üzerinde mübhem kalırsa o riva­yet — beyan etiğimiz kat'î delâlet bulunmadıkça— daima semâ'a hamle­dilir.

Binaenaleyh anlattığımız bu kavlin mucidine yahud onun mudâfiine şöyle denilir:

«Sen, sözün arasında: sika olan bir kişinin sika bir kimseden verdiği haber hüccettir, onunla amel vâcib olur» [289] dedin. Sonra ona şart koşa­rak:

«Tâ ki biz bu iki râvînin bir defa veya daha fazla görüştüklerini, ya-hud ondan bir şey işittiğini bilelim.» dedin. Acaba koştuğun bu şartın, sö­zü hüccet sayılan tek bir zâttan rivââyet edildiğini bulabilir misin? Aksi halde iddiana delil getir.

* Eğer bu — mûçid— habt.i tesbît hususunda ortaya koyduğu şartın selef ulemâdan birinin kavli olduğunu iddia ederse. Kendisinden bu kav­li göstermesi istenir ki, ne o ne de başkası böyle bir kavil göstermeye as­la imkân bulamayacaktır.

Yok, da'vasmı isbât için hüccet olabilecek bir delüi bulunduğunu id­dia ederse kendisine:

«Bu delil nedir?» diye sorulur. Bu sefer.

«Ben onu söyledim. Çünkü ben, yeni ve eski bütün haber râvîlerinin — biri diğerini hiç görmeden ve ondan bir şey işitmeden— bir birlerin­den hadîs rivayet ettiklerini gördüm. Onların bu suretle kendi araların­da semâ* bulunmaksızın mürsel olarak hadîs rivayetine cevaz verdikleri­ni görünce — ki bizim asü kavlimize ve ilm-i ahbâr ulemasına göre mür­sel rivayetler hüccet değildir— [290] ben de arzettiğim sebepten dolayı her haber râvîsinin, rivayet ettiği zâttan işitmiş olmasını araştırmaya ihtiyâç hissettim. Şayet bîr râvînin rivayet ettiği zâttan en ufak bir şey işittiğine vâkıf olursam, bunun sebebiyle benim nazarımda artık ondan rivayet et­tiği her şey sabit olur. İşittiğine muttali' olamazsam o haberi mevkuf ad" dederim. Ve haberde mürsel olmak ihtimâli bulunduğu için bence artık hüccet yerine de geçemez.» derse kendisine şöyle mukabele edilir:

«Eğer senin bir haberi zaif kabul ederek onunla ihticaci terk etme-V ne sebeb, ondaki irsal ihtimali ise bu takdirde, başından sonuna kadar ™ semâ' bulunduğunu görmedikçe hiç bir muan'an isnadı isbât etmemen lâ­zım gelir. Çünkü bize Hişâm b. Urve [291] den babası tarikiyle gelen, onun da Âişe'den işittiği bir hadîsi yakînen biliriz ki Hişam muhakkak babasından, babası da Âişe'den işitmiştir. Nitekim, Âiş e'nin dahî Nebî (S.A.V.)'den işittiğini biliriz. Ama Hişâm babasından rivayet ederken, işittim» veya «bana haber verdi» dememiş-se, bu rivayette kendisi ile babası arasında bazan başka bir insan da ola­bilir. O rivayeti babasından Hişam'a haber vermiş. Hişam onu babasından işitmemiş olur. Hadisi mürsel olarak rivayet ederek, işittiği kimseye isnadda bulunmak istemediği zaman bu pek a'lâ mümkündür.

Bu, Hişâm'in babasından rivayet ettiği surette mumlun olduğu gibi, babasının Âişe'den rivayetinde de mümkündür. Hâvilerinin bir birlerinden işittikleri zikredilmeyen bir hadîsin her isnadı böyledir. Vâ-kıâ bazan her râvînin bir birinden bir çok defalar hadîs dinlediği bilinir­se de, bazı rivayetlerde bu râvîlerin her birinin daha aşağıdaki râviye inerek, yukarıki râvinin bazı hadîslerini ondan dinlemesi; sonra bazan ha­dîsi irsal ederek, dinlediği zâtın ismini söylememesi, bâzan da gayrete gev­rek hadîsini aldığı zâtın adını söylemesi ve irsali terk etmesi de caizdir.

Bu söylediklerimiz mevsuk muhaddislerle ilim ehli olan imamların yapmış oldukları işler olup hadîsde mevcûd ve yaygındır.  Biz onların söylediğimiz şekilde rivayetlerinden bir kaçını zikredeceğiz. Bunlarla daha çoğuna istidlal olunur inşâallah. Mezkûr rivayetlerden bazıları şun­lardır:

Eyyûb Sahtiyanı, ibni Mübarek, Ve kî', îbni Numeyr ve bunlardan başka bir cemâat,   Hişâm b. Urve 'den

0  da babasından o da işe (R.A.)'dan şunu rivayet etmişlerdir.   Âişe demiştir ki:

«Ben Resûlüllah (S.A.V.)'e gerek hılH gerekse ihramı için bulabildiğim en güzel kokuyu sürerdim.»

Bu rivayeti aynen Leys b. Sa'd, [292] Davud el-Attâr, [293] Humeyd b. el-Esved, [294]  Vüheyb   b. Hâ1id [295]   ve  Ebu  Üsâme, [296]  Hişâm' [297] dan rivayet etmiş­lerdir.   Hişâm   demiştir ki:

«Bana Osman b. Urve, [298] TJrve'den o da Âişe'den o da Peygamber (S.A.V.)'den haber verdi.

Yine Hişâm babasından o da Âişe'den rivayet etmiştir. Âişe (R.A.) demiştir kî:

«Peygamber (S.A.V.) i'tikâfa girdiği zaman başını bana yaklaştırır; ben de hayızh olduğum hâlde onu tarardım.» [299]

Yine aynen bu rivayeti Mâlik b. Enes Zührî'den o da Urve'den O da Amre'den o da Âişeden o da Nebiy (S.A.V.) den rivayet etmişlerdir.

Zühri ile Salih b. Ebi Hassan, Ebû Seleme'-den o da  i § e 'den rivayet etmişlerdir ki, Peygamber (S.A.V.) oruçlu iken Öpermiş. Yahya b. Ebi Kesir, bu haberdeki öpüş hakkında şöyle demiştir: Bana Ebû Selemete'bnü Abdır-rahman haber verdi; ona Ömer b. Abdilazîz [300] haber vermiş; ona da U r v e haber vermiş; ona da  i ş e haber vermiş ki, Peygamber (S.A.V.) oruçlu olduğu halde kendisini öpermiş.

İbni Uyeyne ve başkaları Amr b. Dinar1 [301] dan o da   C â b i r 'den rivayet etmişlerdir.   Câbir   demiştir ki:

«Resûlüllah (S.A.V.) bize at etlerini yedirdi ama eşek etlerini yasak etti.»

Ayni hadîsi Hammâd b. Zeyd , Amr 'dan, o da Muhammed b. Alî 'den, o da Câbir 'den, o da Peygamber (S.A.V.)'-den rivayet etmişlerdir.

Rivayetler içinde bu gibileri pek çoktur. Bunları saymak uzun sürer. Anlayanlara, bizim zikrettiklerimiz kâfidir.

Az evvel kavlim tavsif ettiğimiz zâta göre eğer —râvînin kendisin­den rivayet ettiği kimseden bir şey işittiği bilinmediği zaman hadisin bo­zuk ve çürüğe çıkarılması îçin— illet, sadece hadîsin mürsel olması ihti­mali ise, o takdirde kendisine — kendi sözünün muktezası olarak — rivayet ettiği zâttan işittiği ma'lûrn olan râvînin rivâyetiyle ihticâc etmemek lâ­zım gelir. Ancak kendisinde semâ' zikredilen haber müstesnadır. Çünkü az evvel beyan ettiğimiz vecihle haberleri nakleden imamlar bâzan bir hadîsi irsal ederek kendisinden hadîs dinledikleri zâtın ismini hiç anmaz­lar; bazan da gayrete gelerek, haberi işittikleri şekilde isnâd ederler; ve bir hadîsde aşağı inmişlerse inişi, yukarıya çıkmışlarsa çıkışı haber verir­ler. Nitekim bu ciheti onlardan naklen îzâh etmiştik.

Haberlerle meşgul olan ve isnâdların sağlamını çürüğünü araştırma, Eyyûb Sahtiyanı, İbni Avn, Mâlik b. Enes, Şu'betü'bnü'l-Haccâc, Yahya  b. Saîd -el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî gibi selef imamlarından ve onlar­dan sonraki hadîs âlimlerinden hiç birinin, az evvel sözünü açıkladığımız zâtın iddia ettiği gibi isnâdlardaki işitme vaziyetini araştırdığını bilmi­yoruz. Bunlardan araştırma yaypanlar, hadîs râvıîerinin, kendilerinden rivayette bulundukları kimselerden işitmeleri vaki' olup olmadığını sa­dece râvî hadîste tedlîs yapmakla ma'ruf ve bununla şöhret bulmuş kim­selerden olduğu zaman yapmışlardır. İşte o zaman bu gibi râvîlerden ted­lîs illeti bertaraf edilmesi için rivayetlerinde semâ' olup olmadığın, araş­tırır soruştururlar. Ama kavlini hikâye ettiğimiz zâtın iddiası vecihîe or­tada müdellis yokken böyle bir şart arayan varsa biz bunu isimlerini söy­lediğimiz ve söylemediğim hiç bir imamdan işitmedik.

İsimlerinisöy İçmediğimiz imamlardan biri Abdullah b.Yezîdel-Ensârî [302] dir. Bu zât Peygamber (S.A.V.)i gördüğü halde Huzeyfe ile Ebu  Mes'ud el-Ensârî [303] den rivayette bulunmuş ve bunların her birinden Peygamber (S.A.V.)'e isnâd ettiği birer hadîs rivayet etmiştir. [304] Halbu ki Abdu11âh'm bu iki zâttan yaptığı rivayetinde onlardan işittiği zikredilmediği gibi biz de rivayetlerin hiç birinde Abdullah b. Yezîd'iıı Huzeyfe ve Ebu Mes'ud'la hiç bir hadîsi yüz yüze konuşttuğunu bilmi­yoruz. Onîarı gördüğünden bahsedildiğini dahi muayyen bir rivayette bulamadık. Bununla beraber ne geçmişlerden ne de eriştiklerimizden hiç bir ehl-i ilmin Abdullah b. Yezîd'in Huzeyfe ile E "b u Mes'ud 'dan rivayet ettiği bu iki habere zaiftırlar diye ta'nettiğini duy­madık. Bilâkis bu iki haber ve benzerleri görüştüğümüz hadîs uleması na­zarında sahih ve kuvvetli isnâdlardandır. Bu isnadlarla nakledilen hadîs­lerin isti'malini ve bunların getirdiği sünnet ve eserlerle ihticâc etmeyi caiz görmektedirler. Halbuki mezkûr isnadlar biraz evvel kavlini hikâye ettiğimiz zâtın,iddiasına göre, râvînin rivayet ettiği kimseden semâma te­sadüf edilmedikçe boş vemühmeldirler.

Bu kailin zü'munca zaif sayılan râvîler tarafından nakledilen fakat ulemaya göre sahîh olan haberleri sayıp dökmeye kalkarsak onları sonu­na kadar sayıp bitirmekten âciz kalırız. Lâkin biz söylemediklerimize alâ­met olmak üzere bunların yalnız bir mikdarım arzetmek istedik.

İşte Ebû Osman en-Nehdî ile Ebû Râfi' ds-S â i ğ ! [305] Bunların ikisi de hem câhiliyyet devrine yetişmiş hem de Resûlüllah (S.A.V.)'in maiyyetinde Bedir ve daha nice ga­zalara iştirak eden ashabı ile sohbette bulunmuş; onlardan haberler riak-lederek tâ Ebû Hüre y re ile İbni Ömer gibi zevata ve onların arkadaşlarına kadar inmişlerdir. Mezkûr iki zâttan her biri Übey b.   Kâ'b 'dan  [306] o da   Peygamber    (S.A.)'den işitmiş olarak birer hadîs rivâyeyt jetmişlerdir. [307] Fakat biz hiç bir muayyen rivayet­te onların Ube^y 'i gördüklerini yahud ondan bir şey işittiklerini duymadık.

Ebu Amr e§-Şeybâni — ki câhiliyyet devrine erişenler­den olup Peygamber (S.A.V.) zamanında basbayağı bir adamdı — ile Ebu Mâ'mer Abdullah b. Sahbera 'dan her biri Ebu Mes'ud el-Knsâr î'den, oda Peygamber (S.A.V.)' den ikişer haber rivayet etmişlerdir. [308] Ubeyd b. Umeyr, Peygamber (S.A.V.)'in zevcesi Ümmü Seleme 'den o da Nebiy (S.A.V.)'den bir müsned hadîs rivayet etmiştir. [309] Ubeyd b. Umeyr Peygamber    (S.A.V.) zamanında doğmuştur.

Kays b. Ebî Hâzim Peygamber (S.A.V.) zamanına yetişdiği hâlde Ebu Mes'ud el-Ensârî 'den o da Nebiy (S.A.V.'den üç hadîs rivayet etmiştir. [310]

Abdurrahman b. Ebî Leylâ — ki Ömeru'bnü'l-Hattâ b'dan hadîs bellemiş; Alî ile de sohbette bulunmuştur — Enes b. Mâlik 'den o da Nebiy (S.A.V.)'den müsned bir ha­dîs rivayet etmiştir. [311]

Rib'î b. Hırâş, İmrân b. Husayn 'dan o da Pey­gamber (S.A.V.)'den iki hadîs; Ebu Bekre 'den, o da P e y-gamber (S.A.V.) 'den bir müsned hadîs rivayet etmiştir. [312] Halbuki Rib'î Aliy b. Ebî Tâlib 'den hadîs dinlemiş ve rivayet etmiş bir zâttır.

Nâfi, b. Cübeyr b. Mut'im, Ebu Şüreyh el-Huzâî'den, o da, Peygamber (S.A.V.)'den bit müsned hadîs ri­vayet etmiştir. [313] Nu'man b. Ebî Ayyaş, [314] Ebu Saîd-i Hudr î'den [315] o da. Peygamber (S.A-V.)'den üç müsned hadîs rivayet etmiştir. [316]

Atâ1 b. Yezîd el-Leysi, [317] Temim ed-Dârî'-den [318] o da Peygamber (S.A.V.)'den bir müsned hadîs rivayet etmiştir. [319]

Süleyman b. Yesâr, [320] Râfi'b. Hadîc'den [321] o da Peygamber (S.A.V.)'den bir müsned hadîs rivayet etmiş­tir. [322]

Humeyd b. Abdirrahman e1-Hımyeri, [323] Ebu Hüreyre 'den oda Peygamber (S.A.V.)'den bir çok müsned hadîsler rivayet etmiştir. [324]

İsimlerini söylediğimiz sahabeden rivayette bulunduklarım arzettiği-miz bütün bu tabiinin ne onlardan olduğunu bildiğimiz hiç bir muayyen rivayette semâ'a riâyet ettikleri işitilmiş; ne de onlarla muayyen bir ha­ber hususunda görüştükleri mâ'lûm olmuştur.

Halbuki bu isnadlar, haberlerle rivayetleri bilenlerce sahih isnadlar-dandır. Bunlardan hiç birini çürüttüklerini ve râvîlerinin birbirinden se-mâ-ı olup olmadığım araştırdıklarını bilmiyoruz, Zîra onların herbirinin hadîsi arkadaşından işitmesi mümkündür; kabul edilmez bir şey değildir. Çünkü hepsi ayni asırda bulunmuşlardır.

Binaenaleyh hikâye eylediğimiz kailin hadîsi, ta'rif ettiği illetle çü­rütmek için ortaya attığı bu söz, üzerinde durmaya ve lâfını etmeye değ­mez. Çünkü uydurma bir kavil ve sakat bir sözdür. Selefin ulemâsından ona hiç bir kimse kail olmamıştır. Onlardan sonra gelenler de onu mün-ker addetmektedirler.

Bu sebeble onu red için verdiğimiz izahattan fazlasına ihtiyacımız yoktur. Zîra sözün de, onu söyleyenin de kıymeti tasvir ettiğimiz kadardır.

Âlimlerin mezhebine muhalefet edenleri defi' etmek için yardım di­lenilecek zât ancak   Ali ah'dır. Ancak ona'tevekkül olunur.

 



[1] Hamd: Bir kimseyi bir iyiliği dûkunmaksızm sıfatları sebebiyle öğmektir. Bir İyiliğinden dolayı öğmeye şükür denir. Bu takdirde harnd, şükürden daha umumî bir mânâ ifade eder; çünkü hamdde şükür de vardır. Bir de şükür yerinde hamd kullanılabilir, fakat hamd yerine şükür kullanılamaz.

Ulemâdan bazıları bilâkis şükrün hamdJcn erinim olduğunu söylemişlerdir; zira şükür hem dille, hem kalble ve şâir âzâ ile yapılır.  Hamd ise yalnız dille olur.

Hamdle şükrün bir mânâya geldiklerini söyleyenler de olmuşsa da bu kavil makbul değildir.

Allah'a hamdle başlayan bu cümle siga itibariyle İhbar olsa da mânâ itibariyle akid sığalarında olduğu gi \ İnşâdır. Allah lâfza-i celâli Hak Teâlâ Hazretlerinin doksandokuz ismi içinde ona en hâas olanıdır. Ekseri ulemanın kavillerine göre; bu isim arapçadır. Ba­zıları Süryânî, bir takımları da İbranî olduğunu iddia etmişlerdir. Arabi bir İsim olduğuna göre alem yâni ism-i has mı? sıfat mı? müştak mı, değil mi meseleleri ortaya çıkmış ve bu hususlarda ihtilâf edilmiştir. Ulemanın ekserisine göre mürîecel bir alemdir, müştak (yânı başka bir kelimeden alınma) değildir. Ez cümle îmam-ı Â'zam Ehû Hanife, İmam Muhammed, tmam Şafiî, tınamü'l Haremeyn, imam Gazali, Hatıâbî ve nahiv imamların­dan Halil b. Ahmed, Zeccâc ve İbni Keysân'ın kavilleri budur. Hatta İmam Muhammed:

«— Ben Ebû Hanİfe'yi bunun tsm-i A'zam olduğunu söylerken işifltm.» demişiİr. Tahâvî İle birçok ulema ve arifinin kavilleri de budur. Hamdın diğer isimler içinde bu isme niçin tahsis edildiği bu surette anlaşılmış olur.

Allah lâfza-İ celâlinin sıfat ve müştak olduğunu söyleyenler de vardır. Bu takdirde hangi maddeden müştak olduğu, keza vazı' tariki ile mi yoksa galebe suretiyle mi alem olduğunda ihtilâf edilmiştir.

Rabb: Esas itibariyle terbiye edici mânâsında kullanılan bir masdardır. Bu kelime mutlak surette yalnız Allah Teâlâ hakkında kullanılır. Başkaları hakkında ise dâima iza­fetle söylenir;  meselâ : Rabbü'd-Dâr (yâni ev sahibi) denir.

Âlem kelimesi bâzılarına güre (ilim)den alınmıştır. Bu takdirde yerlerle göklere ve unların arasındaki mahlûkata âlem denilmesi tağltb tarikîledir. Yâni mahlûkat içindeki insan, cin ve melek gibi ilim sahibi olanlar diğer hayvan ve cemâdâta gâlib sayılarak hepsine birden âlem denilmiştir.

Âlem kelimesinin (Alâmet)tert alındığını söyleyenler de vardır. Zira İsm-i fail çok defa ict mânâsında kullanılır. Tabî ve hatim gibi. Bu kelimeler san'at sahibine delâlet husu-nnda birer âlet gibidirler. Şu halde «Âlem» kelimesi Allah'ın varlığına delâleti cihetiyle Ulah  iîe   sıfatlarından   başka  her şeye  verilen  bir  isimdir.

[2] İmam   Müslim'in  kitabına  Allah'a  hamdederek  başlaması  Resul tiU ah  (S.A.V.)'in :

«Hamd Allah'a mahsustur, diyerek başlanmayan her mühim iş bereketsizdir.» hadisi lenflerine imiisal etmiş olmak içindir. Bu hadîsi Hz. Ebu Hüreyre (R.A.) rivayet etmiştir. Çeşitli  rivayetlerinin  içinde en  meşhuru  budur.

Allah'a hamd-ü senadan sonra Peygamber (S.A.V.)'e salât-ü selâmda bulunmak hüiiin !İcma-i kiramın âdetidir, tmam Müslim'in burada salâttan sonra selâmı zikretmemesi bâ-ılannca hoş karşılanmamıştır. Çünkü bu ümmete salât İle selâmın ikisi birden emrohın-nu^tur.  Teâlâ   Hazretleri:

«— Ona   güzel  güzel  salât-ü  selâm   eyleyin.»   (Ahzâb:   56)   buyurmuştur.   Binaenaleyh

mam Müslim'e:

demek gerekirdi. Vakıa namazlardaki teşehhüdlcrde de selâm lâfzı yoktur, ama tehiyyatta ;e!âm vardm Yani; namazda Peygamber (S.A.V.)'e selâm, salâttan da önce okunur. Bun-3an  dolayıdır ki;  Ashâb-ı  Kiram :

«_ Ya ResHİâllah, selâmı öğrendik; acaba sana nasıl salât eyleyeceğiz?» demişlerdi, selâmsız salâvât ulemaya göre mekruhtur. Maamafih mekruh olmadığını söyleyenler de olmuştur.

İkinci bir i'tiraz da şudur;

«— Enbiyadan sonra Mürselinİ zikretmeğe ne hacet vardı? Resul de Nebidir. Hatta ayrı kitab ve şeriatı olması  itibariyle ondan daha da şümullüdür.»

Bu İ'tiraz mühim değildir. Zİra Maânî ilminin beyânına göre ehemmiyet ve kıymetim jüstermek için hâss bir kelimeyi ânım olan kelimeye atfetmek caizdir, tmam Müslim'in yaptığı  da budur.  Kur'an-ı  Kerinı'de bu kabil  âyetler çoktur.

Bir de «Mürselîn> kelimesi hem insan resullerine, hem de melek resullerine şâmildir.

Teâlâ  Hazretleri :

«— Allah meleklerden de, insanlardan da resuller seçer.» (Sûre-i Hacc, 75) buyur­muştur. Halbuki meleklere «Nebî» denmez. Şu halde «Mürsdîn» tabiri Nebiyyînin İfâde edemediği bir ziyadeyi anlatıyor demektir.

[3] Eskiden bazı âlimler ya hocasını, ya talebesini, yahut da kendini kendisine mu­hatap etmek suretiyle anlatmak istedikleri seyİ okuyucuya daha açık ifade etmeye çalışır­lardı. İmam Müslim (204-261) de burada kendini kendisine muhatap etmektedir. Haddi zatında  bu   isteğin   sahibi   kendisidir.

[4] İmam Müslim (204-261) in bu sözlerle ne demek istediğini     Nevevî  (631-676)

şöyle İzah  ediyor :

«Hadîs   ilminden   muraıi,  metinlerin   mânâlarım,  llnı-i  isnadı,   mualleli   tahkik  etmek­tir. İllet, hadîsdekî gizli bir mânâdan ibaret olup zahiren hadîs sağlam görünmekle beraber hakikatte zaif olmasını iktiza eder. İllet bazan metinde bazan da isnadda olur. Bu ilimden maksad  sadece  hadîsi   dinlemek,  dinletmek  veya yazmak değildir.   Ondan  maksad   hadisin hakikatine ehemmiyet vermek, metin ve isnadlardaki gizli mânâları araştırmak ve bu  hu­susta   fikir   yormak,   hadîse   daima   dikkat   göstermek,   hadis   ulemâsına   müracaatta   bulun­mak, ,chl-l tahkikin kitaplarile sair hadîs eserlerini okuyarak güzel  gördüğü yerleri kaydet­mek, hadîsi hem yazıp  hem ezberlemek, yazdıklarım daimî surette  mütalâa  etmek, oolan dikkatle İnceleyerek tesbit eylemektir. Çünkü o hadîs sonra itimada şayan olarak kalacak­tır.  Ezber   edilen   hadîsler  bu   fenle  meşgul  olan  biri  ile — ister   kendi   derecesinde,   ister daha büyük veya küçük olsun — müzakere edilmeli. Çünkü ezber edilen bir şey müzakere ile sübut ve kuvvet bulur; yerleşir. Müzâkerenin çokluğuna göre de artar. Bu fende kâmil bir kimse İle bir saat müzakere, saatlerce hatta günlerce mütalâa ve ezberle meşgul olmak­tan daha faydalıdır. Müzakerede insaflı olmalı. Ya istifade yahud  ifade etmeğe çalışmalı. Arkadaşına karşı kalbiyle  veya diliyle yahud  bir hangi lıalile büyüklenmemeli, ona güzel ve  tatlı   dille hitab   etmelidir.»

[5] Buradaki cümleden nuırad kitabına yazdığı hadîslerdir. Yoksa maksadı bütün müsned hadisler değildir. Çünkü İmam Müslim'in Peygamber (S.A.V.)'den rivayet edilen bülün  müsned  hadîsleri  değil,  onların  yarısını bile kitabına  almadığı  malûmdur.

[6] Hadîsin bir kısmını bırakıp bir kısmım rivayet etmek ulemâ arasında ihtilaflı dır. Bazılarına göre mutlak surette caiz değildir. Diğer bazılarına göre mutlak surette câ izdir. Hatta bu kavli Kaadı tyaz (476-544) İmam Müslim'e nisbet etmiştir. Sahîh ola cumhur kavline göre râvî âlim olur da terk ettiği kısım, rivayet ettiği parçaya bağlı olma ve mânâ bozulmazsa caizdir.

Fıkıh, hadis ve usul uleması da aynı şeyi söylemişlerdir. Yani râvinin zabıt sahil olması, ekseriyetle rivayetinin, mutemed râvilerİnkine muhalif düşmemesile bilinir. Nâd ren muhalif  gelmesi zabtına zarar  getirmez.  Hadîsi karıştırması  da böyledir,

[7] Fıkth, Hadîs ve Usul âlimleri de aynı şeyi söylemişlerdir. Ravinİn zabt sahi olması ekseriyetle rivayetinin mutemed râvilerİnkine muhalif düşmemesi ile bilinir. Nâ< ren muhalif gelmesi zabtma zarar getirmez. Hadîsi karıştırması da böyledir.

[8] İmam Müslim bu  va'dini İfâ  ctıi   mi. \oksa  eimoden   mi durmadan  gitti?  bu  ci­hetin  ihtilaflı   olduğunu   kitabımızın  mukaddimesinde  «Mııda'af»  bah.sir.de   görmüşlük.

[9] Meslûru'l-ha!   olmak,   yânî  kötü   bir   hâli   bilinmemek,

[10] İkinci tabakaya miskidir. Alâ b. Sabit iR.) : Tabiînden olup Kîıfe'üdir. Künyesi Ebu's-Sâib'tir. Ebıi Yezîd ve Ebıı Mııhamnıed diye de amlır. Abdullah b. Ebî Evfâ i!e Hz. Enes'den hadîs rivayet etmiştir. Mevsuk bir râvi İse de sun ömründe hafızasına za'-fİyet gelerek hadîsleri karıştırmağa bağlamıştır. Binaenaleyh eskiden rivayet ettiği hadîsler makbul, karıştırmağa başladıktan sonrakileri muzıaribtir. Kskîden ondan hadîs rivayet edenler Süfyan-i Scvri iie Şu'bedir. Ccrîr ile Hâlid b. Abdillâh ve AH b. Asımda ihtilâl zamanından sonra ondan hadîs rivayet etmişlerdir. Ebıı Avane'nin Atâ'dan hem eskiden, hem de hafızası bozulduktan sonra rivayette bulunduğu sö>İenir. Yalıya b. Mam onun rî-vâyctile   ihticac  edilemeyeceğini   söylemiştir.

[11] Nevevi'nin beyanına göre, Yezid b. Ebi Ziyaıi (R.) dır: Bu zâta Yezîd b. Ziyad da derler. Bazı hadis hafızları onun hakkında «'Zaifiir.j demiş; bazıları; «O bîr şey etmez» şeklinde   beyanda   bulunmuş;   bir   takımları   da:   «Melrûkü'l-hadîs»   diye   tavsif   etmişlerdir. Kûfelidir; ve belleyişinin  kötülüğü  ile   meşhurdur.   136 'tarihinde vefat  etmiştir.

[12] Leys b. Ebî Süleym <R.):  İsmi Ey m en  veya Enes olup cıımhıır-u ulemaya göre zaİf bir râvîdir.   Hadîsleri  muztaribtir.   .bendinden   hadî^   yazılıp  yazılamayacağı   ihtilaflıdır. Seleften   birçokları   onun   hadislerini   yazmamış!ardır.   Mamafih   ulemâdan   bâzılarına   göie Leys burada  İsimleri  zikredilen üç  kişinin en ivisjdir.  Hayatını  daha geniş bümek isteyen­ler,   (bni   Sa'd,  TabakatiTİ-Kübra,   C.   fi,  s.   349 a  ve   tmam   Zehebî,   Mizanü'M'iidal,  C.   3, s. 430-433 e bakmalıdır.

[13] Nevcvî   (631-676)  burada   şunları   söylemiştir: Bu  hususta  imâm   Müslim'e   i'tiraz  edilebilir. Denilir  ki:

— Eh!-i Hinin âdeli, böyle bir yerde bir cemaat zikrederlerse mertebece en yüksek olanı evvelâ anmaktır, Mcstlâ sababiyi tabiinden, tabiîyi de tebe-i tabiînden evvel zikre­derler. Bu cihet anlaşıldıktan sonra gelelim İsmail b. Ebî Hâlİd'e: Bu zat meşhur bir tabiîdir. Enes b. Mâlik'le SeleiRetirbmîİ-Ekva'ı görmüş; Abdullah b. Ebî Evfâ, Arar b. Hureys, Kays b. A'iz, Ebu Kâhil ve F.bu Cuheyfe'den hadis dinlenilir. Bunların bepsi sahabedendirler (Radıyallahu   Anhüm).

A'meş'e gelİBce : O yalnız Enes b. MâliR'î görmüştür. Mansur b. Mu'tenıir ise tabiî bile değil, tebe-i tâbiîndendir. Binaenaleyh Müslim'in (bunları ismail, A'meş ve Mansur'ta karşılaştırdığın zaman...) demesi îcâbederdi. Bunun cevabi şudur: Burada maV^at] on-,, lann mertebelerini anlatmak değildir. Şu halde tertibsiz zikretmeğe bir manî' yoktur. İh­timal ki Müslim Mansur'u diyanet ve ibâdetinden dolayı evvel zikretmiştir. Filhakika bu cihetten o diğerlerinden ÜsUrndü...»

[14] Ebû   Mubammed   Süleyman  b.   Mihran  (61-148):   Kûfe'iidir.     Fıkıh   ve  hadîsde zamanının  büyük âlimlerindcndi.

A'nıeş: gözü zaif ve ekseriya yaşı akan manasınadır. Hadîs ve fıkıh ulemasıyla diğe birçok zevata göre bir râvîyi küçültmek değil de ta'rif maksadıyla kör, topal, sağır ve sair gibi hoşlanmadığı bir sıfat veya lâkabla, yahut hoşlanmadığı soy adıyla anmak câizdii İhtiyaca mebni râvîîeri cerh etmek caiz görüldüğü gibi, bu mesele de ihtiyaçtan dolayı tec viz edilmiştir.

[15] Kûfe'li meşhur bir iâbiî olup azadlılardandir. Onikİ sahabeye yetişmiştir. Me' suk bir zattır. 145 veya 146 tarihinde vefat etmiştir. Hayatına ait kaynaklar Mizanii1 İtidal, C, 4, s.  520 ve İbni  Haceri'l-Askalanİ, Lisanü'l-Mizan, C.   7, s.  41e bakılmalımı

[16] İsmi Abdullah olup âzadlı kölelerdendir. Hz. Enes'i görmüştür.

[17] Evyûb-i Sahtiyanı:  Basra'hdır.   Deri  ticareti  yaptığı  için  kendisine  «Sahtiyanı» denilmiştir.

[18] Avf b. Ebî Cemile; A'râM diye tanınırsa da a'râbî değildir. Mevsuk bir râvîdir. Künyesi Ebu Şehirdir. Kaderî olduğu söylenir.

[19] Eş'as b. Abdilmetik;  Künyesi Ebu  Hâni'  olup Basra'İıdır.  Ebu  Bekir  Berkaanî diyor kî:

«Dârekötni'ye: Eş'as Hasenden mi rivayet etmiştir? dedim. Onlar iiç tanedir, üçü de Hasenden rivayet ederler: Birisi cl-Hunırânîdîr. Hz. Osman'ın mevlâsı olup sikadır. Diğeri Eş'as b. Abdillah el-Haddânîdir. Basra'lıdır. Enes b. MâUk'ten rivayette bulunur. Hasen ona i'tibar eder. Üçüncüsü de Eş'as b. Sevvâr'dır. Buna da itibar olunur, ama içle­rinde en zail olanı budur; dedi.»

[20] Sûre-i Yusuf, âyet: 76.

[21] Abdülkuddûs  b.  Habib  el-Kelâî:  Şam'hdır.  Künyesi  Ebu  Saîd'tir.  İkrime,  Ata ve daha  başka  zevattan  hadîs  rivayet   etmiştir.   Rivayetlerinin   metruk   sayıldığında  bütün hadîs ulemâsının ittifakı olduğu söylenir. Şamlılardan Abdülkuddûs b. el-Haccâc namında bîr râvî daha vardır ki, mevsuktur. Künyesi Ebu'I-Mugîre'dir. Ondan Buhârî (194-256) ile Müslim (204-261) dahî hadîs rivayet etmişlerdir. [Bak: Zehebî, Mizanü'l-İiidal, C. II, s. 643. No. 5156.]

[22] Muhammed  b.  Saîd   el-Maslûb:  Dimesk'lidir.      Künyesi  Ebu   Abdirrahınan'dır. Ebu Abdillâh ve Ebu Kays diyenler de vardır, ismi ve nesebi üzerinde misli görülmedik derecede İhtilâflar vardır. Bu muhtelif kavillerin yüzden fazla olduğu söylenir. Ebu Hatim cr-Râzî  (195-277)  nin beyanına göre bu  adam  metruklerden olup zındıklığı  dolayısı   ile öldürülmüş ve asılmıştır. İmam  Ahmed b. Hanbel (164-241) onun hadîslerinin mevzu' ol­duğunu   söyler.

[23] Gıyas'ın künyesi: Ebu Abdırrahman'dır. Kûfe'lidİr. İmam Buhâri onun metruk olduğunu söyler. Hayatı hakkında daha geniş bilgi igîn İmam Zehebî, Mizanu'l-Uidal. C. 3, s. 337-38, No. 6673 e, lbni Haceri'l-Askalânî, Lisanü'l-Mizan, C. 4, s. 422 e bakılabilir.

Abdullah b. Mısver, Medaİnüdir, Hayatı hakkında daha geniş bilgi için imam Zehebî, MizamTt-Itidal, C. 2, s. 504-505, No. 4608 e, îbni Haceri'İ-Askalanî, Lisanut-Mizan, C. 3, s. 360-61 ve No.   1453 e bakılmalıda

imam Müslim'in adını verdiği Amr b. Halİd'in iki Amr b. Hâlİd'ten hangisi olduğunu Müslim Sarihi İmam Nevevî ve LisanÜ'l-Mİzan müellifi lbni Hacer açıklama­mışlardır. (Bakınız: Müslim Şerhi. C. 1, s. 76.) Lisanü'l-Mizan, C. 4, s. 363. İmam Zehebi, Mizanü'l-ltidaî, C. 3, s. 256 ve 257. No. 6358 ve 6359 da. İkisi de Kûfeli ulan Amr b. Hâlid Ebu Yusuf ile Amr b. Hâlid, Ebu Halid'Ü-Kureyşı'den bahsetmemişlerdir.

[24] imam Müslim'in misâl olmak üzere saydığı Süleyman b, Amr hakkında Hadîs ilminin rical intikadına dair söz hakkına sahip âlimleri kendisinin hadis vazedenlerden ol­duğunda hemen hemen ittifak halindedirler, tmam Ahmed b. Hanbd *bizzat şahidi ol­duğu bir hadiseyi şöyle nakletmektedir. «Bir gün onun önüne geçtim. Bana dedi ki:

«— Yezid bize Mekhul'dan haber verdi. Yezid b. Habîb bize dedi ki...» deyince ben: *— Ona nerede rastladın» dedim. Cevaben —bana—:

- «— Ey Ahmak. Onu ben söylemedim. Ben ona bir cevab hazırladım. Ben ona Ba-bu'1-Ebvab'da rastladım» demiştir. Böylece çabucak bir şey uyduruvermis olduğu görün­mektedir. Hayatı hakkında İmam Zehebî, Mizanü'i-îtidal, C. 2, s. 216-219. Inbi Haceri'İ-Askalanî, Lisanü'l-Mizan, C, 3, s. 97-99 a bakılabilir.

[25] Bu zevatın rivayetleri hadîs hâfızlarınca metruk ve merdûddur.

[26] İmam   Müslim   (204-261)   buraya  kadar   kısaca   şunları   anlattı : Zabıt   sahibi mevsuk  bir  râvînin  hadise yaptığı  ziyade  makbuldür. Şâzz ve münker rivayetler ise mer-dûdtur. Hadîs, fıkıh ve usul ulemasının cumhuru da aynı kavli kabul etmektedirler. Nevevî (631-676):

«Sahih olan da budur.» diyor.

[27] İmam Müslim (204-261) in bu izahatı verip vermediği ihtilaflıdır. Bazılarına göre yapamadan vefat etmiştir. Bir takımları kitabının bâblarmda yeri geldikçe bu îzâhâti yapmış olduğunu söylerler. Mukaddimede bundan bahsedilmişti.

[28] Bu  kelimenin :  Süfyân,  Sefyân ve Sifyân  şekillerinde okunduğu  nakledilir.  Meş­hur  kırâeti  Süfyan'dır. Uyeync'nİn   dahi  lycyne  şeklinde   okunabileceği   rivayet  edilirse  de omın da  meşhur kıraeti Uyeyne'dir.

[29] Aşın bid'afçılardan  murâd: Fâsid mezheplerinin propagandasını yapanlardır. Nevevî (631-676)  nin  beyanına göre  böylelerin rivayetini  kabul etmemek Müslim'in  mez­hebidir.  Fıkıh, Hadîs ve Usul  ulemasına göre;  hid'atı sebebiyle dinden çıktığına hükmolu-nan  bid'atçınm  rivayeti bilittifak kabul   edilmez.  Dinden  çıktığına  hükmolunmayamn riva­yeti ihtilaflıdır. Bazılarına göre; rivayeti mutlak surette kabul   edilmez. Çünkü fa'siktır. Diğer bazılarına göre mezhebi yararına yalan söylemeyi  helâl  î'tikad etmiyorsa propagan­da yapsın yapma-m rivayeti mutlak surette kabul edilir. İmam Şafiî (150-204) nin kavli de bu olduğu söylenir.   Kir hskimlan :

«Mezhebi için propaiî^ınla yapmazsa rivayeti kabul edilir; yaparsa kabul edilmez» demişlerdir. Ekser-İ uk-m.mın mezhebi budur. Nevevî 11»31-676) en iuiÜane ve sahîh kav­lin   bu   olduğunu   söylüyor.

[30] Sûre-i Hucurât,  âyet:  6.

[31] Sûre-i Bakare, âyet: 282.

[32] Sûre-i Talâk, âyet: 2

[33] Bu sözü Nevevî (631-676) îmam Müslim'in büyüklüğüne ve çok fakîh olduğuna açık bîr delîl saymakta ve şunları söylemektedir :

«Haberle şehâdet bazı vasıflarda müşterektirler; bazı vasıflarda da birbirlerinden ay­rılırlar. Müşterek oldukları vasıflar: İslâm, akıl, bulûğ, adalet, mürüvvet ve gerek işittiği anda, gerekse çdâ ederken haberi ve gördüğü şeyi zabietmektir. Hür olmak, erkek olmak, müteaddid olmak, töhmet altında olmak ve asıl dururken ferin kabulü gibi vasıflarda bir birinden ayrılırlar. Meselâ; Kölenin, kadının, bir kişinin ve asıl şeyhi dururken feri' olan; talebesinin rivayetleri kabul edilir; fakat şehâdefleri kabul edilmez. Yalnız bazı yerlerde bankasıyla birlikde kadının şehâdeti makbuldür. Şehâdet töhmet sebebiyle reddedilir. Düş| maninin aleyhine şehâdette bulunmak böyledir. A'mâmiı şehâdeti ihtilaflıdır. Şafiî île ulej madan bir cemaat bunu kabul etmemiş; Mâlik ile bir cemaat kabul etmişlerdir. Fakat a'mâ-f ttın  haberi   ittifakla makbuldür.

Şeriatın bu vasıflar hususunda haberle şehâdetin arasında fark görmesi, şundandır : Şehâdet hususidir; binaenaleyh onda töhmet ortaya çıkar. Haber herkese ânım ve şamil­dir. Bu sebeple onda töhmet yoktur. Mu'temed ulemanın kavilleri bunlardır... Bazı Usul ulemâsı rivayeti tahammül ederken (yani üzerine alırken) bulûğa ermiş olmayı şart koşarj larsa da icma' bunu reddeder. Bulûğ yalnız rivayet ederken şarttır. Haberi dinlerken büt lûğ şart değildir. Şafiilerden bazıları sabinin rivayetinin bile kabul edileceğine kail olmuşl sa da ulemânın ma'lum olan mezhebi yukarıda arzettiğimizdir. Mutezileden Cübbâî İle kaderiyyeden bazıları  adedi şart koşmuşlardır.  Cübbâî:                                

«Şehâdette olduğu gibi, baberdc de iki kişinin iki kişiden nakli şarttır.» demiş. Ka-deriyyeSen bazıları dört kişinin dört kişiden İşitmesi lâzımdır; iddiasında bulunmuşlarsa da, bu kavillerin hepsi zaif ve münker olup makbul değildir...»

Rivayetle şehâdet arasındaki farkları îmam Süyûtî «Tedrîbü'r-Râvâ adlı eserinde (2l)e çıkarır.

[34] Ebu Bekir b. Ebî Şeybe (     -235) nin ismi, Abdullah b. Muhammed'dir (dedesine nisbet edilmiştir).  Kardeşi Osman'la birlikte Buharı ve  Müslim'in  şeyhlerindendir. Sahîh-i Müslim'de birçok  rivayetleri vardır.  Kaasim  adında bir kardeşi  daha varsa da onun  riy vayeli yoktur.  Babalan  mevsuk,  fakat dedeleri Ebû Şeybe bilittifak zaif bir râvîdir.

[35] Vekî'  b.  Cerrah  b.   Melih  b.  Adiy  Ebu  Süfyani'I-Mekkî.  Aslen  Nisabur'Iudurl Jmam-ı Azam Ebu Hanife'den İlim tahsil eylemiştir. İmam Ebu Yusuf Züfer'den ders din| lemistir.  Kendisinden  imam  Abdullah b.  Mübarek, Yahya b.  Eksem,  Ahmed b. Hanbeli Yahya b, Main, AIiyü'l-Medînî Hadîs-İ Şerif ahz ve istima eylemişlerdir. İmara Yahya b. Eksem: «Onunla hazarda ve seferde beraber bulundum. Gördüm ki; Savm-ı Dehre devam ediyor. Her gece Kur'an-ı hatmediyor. Kur'an-ı Kerîm'in üçte birini okumadan ilk uykuya yatmıyor. Sonra gecenin son üçte birinde ibadete kalkıyordu» demiştir. İmam Vekî' b. Cerrah 192 H. de irtihal eylemiştir. Kendisi hakkında İmam Yahya b. Main, İmam Vekt' b. Cerrah ve Abdullah b. Mubarek'ten efdal ilim görmedim» demiştir. İmam AlİyyÜ'I-Kârî Tabakat'ında :  «Tabiinin büyüklerindendir.»  demiştir. Leknevî,  Elfevaidü'l-Behiyye, s.  222.

[36] ŞuTıetü'hnü'l-Haccâc:   (.83-160)   Basra'da  yaşamıştır.   Zaif   râvîleri   ilk  defa   araş­tıran zat budur. Tabiînin  birçoklarından  rivayetleri vardır.

[37] el-Hsıkem b. LHeybe: Tabiînin en fakîhlerİnden âbid bir zâttır.

[38] Abdürrahinan b, Ebî  Leylâ:  (   -83) Tabiînin  en büyüklerindendir. Onun  hak­kında Abdullah b. el-Hâris:

«Anaların, ornm bir eşini doğurduğunu duymadım.» demiştir.

Babasının ismi ihtilaflıdır. Yesâr diyenler olduğu gibi, Bilâl ve Dâvud diyenler de vardır. Hattâ ismi malum değildir diyenler bile olmuştur. Hz. Ebû Leylâ sahûbîdir. Hz. Ali (R.A.) üe birlikte Sıffîıı muharebesine İştirak etmiş; orada şehid olmuştur. Mezheb sahibi fakîh İbni Ebî Leylâ (74-148) bu zâtın oğludur. Onun ismi Muhacımed b. Abdir-rahman b. Ebî Leylâ'dır. Muhammed, hadis uleması nazarında zaiftir.

[39] Semuratü'bnü CÜndüb  (veya Cündeb):     Künyesi hakkında  İhtilâf vardır.     Ebû Saîd, Ebu  Abdillâh, Ehu  Abdirrabmân,     Ebu Mubammed hatta Ebu Süleyman diyenler vardır. Hz. Emeviye zamammn sonlarında Kûfe'de vefat etmiştir.

[40] Ebu  Abdillâh  Süfyan-ı   Sevrî   (97-161):   Müctehid   bir   zâttır.     Kûfe'de   doğmuş;Basra'da vefat etmiştir.

[41] Habîb   b.   Ebî   Sabit   (      -119):   Tabiînin   büyüklerindendir.   Kûfe'de   dördüncü­leri bulunmayan üç zâün biri oîdtığu söylenir. Bunlar: Habîb b. Ebî Sabit.  eî-Hakem ve Hammâd'dır. Üçü de ehl-i fetvadan  iseler de Habîb, diğer ikisinden Üstündür,

[42] Meymun b. Ebî Şehîb: Kûfe'lilerden sayılır.  Müslim'in râvîlerinden  olup yalnız buradaki hadîsi rivayet etmiştir.

[43] Mi'ğîrctü'bnü  Şu'be  ı,U.A.) : Künyesi  Ebû  Isâ veya Ebû  AböUlâh'd   .   Arapların dahîlerinden bir sahâbî-i ceiîldir. Hendek gazasının vukubuldıığu sene müsliiman olmuştur. 50 veya 51  târihinde 70 yadında vefat etmiştir.

[44] G"»der: Mubammed b. Ca'fer'dir. AzaJUlaıdandır. Gunder: Fitnebaz ve geveze demektir. Bu  lâkabı ona İbni Cüreyc  vermiştir.    İbni  Cüreyc, Hasan-ı Basrî'den bir hadîs rivayet etmiş. Dinleyenler onu kabul etmemişler. Başlarında Muhammed b. Ca'fer varmış.

İbni Cüreyc ona:

«Sos be gunder!* demiş.

Bu zattan pek çok muhaddisler hadîs rivayet etmişlerdir. Butıârf ile Müslim'de hadîs­leri vardır. Şu'be ile yirmi sene bir mecliste bulunduğu söylenir. 193 târihinde vefat etmiş­tir. Tam elli sene bir gün ara ile oruç tutmuştur.

[45] Mahammed  b.  el-Müsennâ  (      -252):  Basra'lıdır.  Buhâri  ile Müslim bu  zâttan birçok hadîsler tahrîc etmişlerdir.

[46] Mubammed  b.  Beşsar (167-252):  Basra'lıdır.  Künyesi  Ebu Bekir, lakabı  Bün-dâr'dır. Basrahların bütün hadîslerini toplamıştı. Hadîsine i'timâd edilir bîr zâttır. Buhâri ile Müslim ondan birçok hadîsler tahrîc etmişlerdir. Basra'da vefat etmiştir.

[47] Rib'î b. Hırâş: Kofe'lidir. Künyesi Ebû Meryem'dir, Bufaâri ile Müslim'de bun­dan başka Hıras ismi yoktur. Tabiînin büyüklerindendir. Mes'öd ve RabF adlı iki kardeşi vardır. Nevevî (631-676) ile. başkalarının beyanına göre, bu Üç kardeşin üçü de keramet sahibi imişler. Mes'ud, öldükten sonra konuşmuş. Ribî' ömründe bir defa yalan söyleme­miş; ve Cennetlik mi Cehennemlik mi olacağını bilmedikçe asla gülmeyeceğine yemîn et-roiş; nihayet öldükten sonra gülmüş. Aynı yemini kardeşi Rabf dahî etmiş. Cenazesini yı­kayan zâtın ifadesine göre, o da cenazesi yıkanıp bitinceye kadar hep tebessüm etmiş.

Ribî hazretleri, Ömer b. Abdilazû'in hilâfeti zamanında 101 veya 104 senesinde vefat etmiştir

[48] Alî b. Ebî Talih (R.A.): Resulüllah (S.A.V.) in amcazadesi ve damadı; hulefâ-i râsidînm dördüncüsüdür.     35 târihînde Hz. Osman (R.A.)'m şciıîd edilmesi üzerine cuma günü halîfe olmuş; hicrî 40 tarihinde yine cuma günü Kûfe'de sehîd edilmiştir. Vefatında yaşının 63 olduğuf söylenir. Hz. Ali (R.A.) Peygamber (S.A.V.) tarafından Cennetle müj­delenen bahtiyarlardandır. İlmi, şecaat ve fesahati, cûd-u keremi, adalet ve kemâli dillere

destan olmuştur.

[49] Zöbeyr b. Harb: Künyesi Ebû Hayseme'tfir. Bağdad'da yaşamıştır. Şamlıdır. Pek çok muhaddislerden hadîsler rivayet etmiştir. Bahârf ile Müslim'de hadîsleri vardır. Mütkîn ve mu'temed bir zâttır. 234 tarihinde yetmiş dört yaşında vefat etmiştir.

[50] Asıl adı ismail b. İbrahim'dir. Künyesi Ebu Bisr'dir. Uleyye, İsmail'in annesidir. Akıllı ve dirayetli bir kadmimş. ismail aslen Kûfe'li olup Basra'ya yerleşmiştir. $u'be onun hakkında:

«__ ismail, fukahanın çiçeği, muhaddislerin efendisidir.» demiştir.

Buhârî ile Müslim'de hadîsleri vardır. Müslim'in burada onu (yânı) ile zikretmesi, rivayete sadâkat göstermek içindir. Çünkü rivayette yalnız İsmail diye zikredilmiştir. İsmail, 110 da  doğmuş;   194 de Bağdad'da vefat etmiştir.

[51] Basralidır. Hz. Enes b. Malİk'den hadîs dinlemiştir. Buhârî ile Müslim'de riva­yetleri vardır. [Bakınız: İbni Saad, Tabakat, C. VII, s. 245].

[52] Enes b. Malik (R.A.): Ensar-ı Kiramdan bir sahâbî-i celüdir. Dokuz yaşında iken annesi Ümmü Sülcym tarafından Peygamber (S.A.V.)'in hizmetine verilmiş; on sene bu şe­refli hizmette kalmıştır. Resûlüllah (S.A.V.)'İn irtihalînde yirmi yaşlarında idi. Çok hadis rivayet edenlerdendir. Yüz sene yaşamıştır. Peygamber (S.A.V.)'in vefatından sonra Basra'ya yerleşmiş ve 92 veya 93 tarihinde orada vefat etmiştir. Basra'da vefat eden son sahâbî odur.

[53] Basra'hdır. Bekir b, Vâil kabilesine mensuptur

[54] İsmi  El-Vaddâh  b.  Abdillah'dır  (     -101).  Vasıflıdır.  Şafiî'ye  fukahasından  ve muhaddislerden bir Ebu Avâne daha varsa da bu o değildir. Onun ismi Ya'kub'tur.

[55] İsmi Osman b. Asim'dıfC Tabiînden olup Kûfe'lİdir. Sahiheyn'de bundan mâada Hasın yok, Husayn vardır.

[56] İsmi Zekvân'dır. Medine'lidir. Yağ sattığı için kendisine Semmân ve Zeyyat denilmiştir,

[57] Ebu Hüreyre (R.A.); ismi ve babasının ismi ihtilaflıdır. Bu hususta 30 kadar ka­vil vardır. Esah kavle göre ismi Abduırahman b. Sahr'dır. Ebu Hüreyre «Kedicik Babası» demektir. Kendisine bu künyenin verilmesine sebeb: Küçüklüğünde bir kedi yavrusuna sa­hip olup onunla oynamasıdır. Hz. Ebu Hüreyre (R.A.)'İn hadîs ilminde pek müstesna bir mevkii vardır. Zira Peygamber (S.A.V.)'dcn en çok hadîs rivayet eden sahâbî-ı celıl odur. Hafız Bakıy b. Mahled (201-276) «Müsned» adlı eserinde onun 5374 hadîs rivayet ettiğini söyicr ki, Ashab-ı Kiram (Radıyallahu Anhüm) hazerâti  içerisinde bu  kadar yahud  buna yakın hadîs rivayet eden yoktur. İmam Şafiî (150-204) ashab zamanında en belleyişli hadîs râvîsinİn Hz. Eba Hüreyre olduğunu söylemiştir. Medİoe-i Münevvere'de Zülbuleyfe denilen yerde evi vardı. 78 yaşında iken 59 H. tarihinde Medine'de vefat etmiş «e!-Bakî» denilen kabristana defnediîmistir. Ümmül-mü'minîn Hz. Âİşe (R. Anha), Hz. Ebu Hüreyre'den birkaç gün evvel vefat etmiş; cenazesini Ebu Hüreyre (R.A.) kılmıştı. Vefat tarihini bazıları 57, bazıları da 58 gösterirse de Nevevî'nin beyanına göre esah olanı 59 dur. Hz. Ebu Hü-reyTe ehl-İ softadandır. Lisanımızda sofa şeklinde kullanılan bu kelimenin mânâsı: Medi­ne'deki Mescid-i Nebevî'nin bir köşesine yapılmış bir gölgelikten ibaret olup Resûlüllah (S.A.V.)'den ayrılmayan bazı ashab burada kalırlardı. îşte burada oturanların en meşhuru Hz. Ebn Hüreyre'dir. (R. Anhüm)

Hadîsin metnine gelince: Bu hadîs nihayet derecede sahih olan hadîslerden biridir, Hatta mütevâür olduğu söylenir ki doğrusu da budur. Ebu Bekir Bezzar ( -292) onu sa­habeden kırk zâtın rivayet ettiğini «Müsnedsinde beyi» etmiştir. Ebu Bekir Sayrafi, İmair Şafiî'nin risalesine yazdığı şerhde onu Sahabe-i Kiram'dan altmış zâtm merfu' olarak riva­yet ettiğini söyler. İbni Menden ve başkaları bu sayıyı seksene çıkarmışlardır. Bazı hâfız^ lara göre râvilerinin adedi 62 olup bunların içinde cennetle müjdelenen on bahtiyar dî vardır. Hayatlarında cennetle müjdelenen zevatın hep birden iştirak ettikleri yegâne hadî; budur. Bu hadîsin râvî sayısını (200) e hatta daha fazlaya çıkaranlar vardır. Onu Buhar (194-256) ve Müslim (204-261), Ali, Zübeyr, Enes ve Ebu Hüreyre (R. Anhüm) hazerât ile diğer bazı Ashab-ı Kİrâm'dan ittifakla tahrîc etmişlerdir, cümlesi muhtelif şekillerde tefsir edilmiştir. Bazılarına göre bunun mânâsı:

«Cehennemdeki yerine yerleşsin» demektir. Diğer bazıları:

«Cehennemdeki yerini hazırlasın» mânâsına geldiğini söylemişlerdir.  Hatta:

Bu cümle duadır; yani Allah ona Cehennemde yer hazırlasın demektir.» iddiasında bu limanlar olduğu gibi:

«Lâfzı emir olsa da mâ>â$ı haberdir» diyenler de vardır. Bu takdirde mânâ şöyle olui

«O kimse cehennemi hak etmiştir; Kendini oraya yerleştirsin.»

Hadîsin bîr rivayetinde:

«Cehenneme girer.» diğer bir rivayetinde:

«Ona Cehennemde bir ev yapılır.» buyurulması da bu mânâyı te'yİd eder.

Hasılı ; Resûlüllah (S.A.V.)'in üzerinden yalan yalan hadîs uyduranın cezası buduı Hak ettiği bu cezayı Teâlâ Hazretleri dilerse ona verir. Dilerse affeder. BÖylelerin muhal kak surette cehenneme gireceklerine kesinlikle hüküm verilemez. Küfürden mâada büyü günah işleyenler hakkında verilecek hüküm budur. Banlar cehenneme girseler de orad ebedî kalmazlar. Zira Ehl-i sünnet uleması tarafından ittifakla kabul edilmiş bir kaidedir k tevhîd dîni üzere vefat eden bir kimse cehennemde ebedî kalmaz.

Yine Ehl-i Sünnet mezhebine göre yalanın mânâsı; ister kasden ister yanlışlıkla birse; olduğunun aksine haber vermektir. Mutezile taifesine göre kasid şarttır. Onlarca yanılars söylenen hilâf-t hakikat bir söz yalan sayılmaz. Hadîsler ehl-İ sünnetin lehine delâlet e inektedirler. Çünkü yalan bazen kasdî, bazen yanlışlıkla söylenmemiş olsa Peygamb* (S.A.V.):                                                                                            ..   .-.

«Kasden yalan söylerse» diye kayıd koymazdı. Bir de bu kayıd olmasa yanlışlıkla y lan söylenenin de günaha girdiği anlaşılırdı. Halbuki Kitab, Sünnet ve Icma-i Ümmetin d

lâleliyle ma'lûm bir hakikattir ki, unutan ile yanılan kimselere günah yoktur. Binaenaleyh uutiak rivayetler de kasıdla mukayyed olanlara hamledilir. ,       

Hadîs-İ şeriften çıkarılan hükümler şunlardır:

1-  Kasidh veya kasidsız her bilâf-i hakikat söze yalan denilir.

2-  ResülüUah (S.A.V.)'in üzerinden yalan uydurmak ve onun söylemediği  bir sözü ona isnâd etmek pek büyük bir günah ve en çirkin bir İftiradır. Yalnız bu yalanın helâl olduğunu i'tikad etmedikçe dinden çıkmış sayılmaz. Heiâl olduğuna inarn:sa dinden de çı­kar.  Ulemâca meşhur olan mezhep budur, İmamü'l Haremeyn'in babası Ebu Muhammed el-Cüveynî, Peygamber (S.A.V.)'in üzerinden kasden yalan uyduran kimsenin küfrüne hük­meder; boynunun vurulmasına fetva verirmiş. Fakat oğlu İmamii'l Haremeyn bu kavli zaif bulmuş; babasından başka kaili bulunmadığını söyleyerek onun büyük bir hatâ olduğunu

beyân etmiştir.

3- Resûlüllah (S.A.V.)'in üzerinden bir tek hadîs uyduran kimsenin fâsik olduğuna hükmedilir; ve bütün rivayetleri merdud sayılır. Artık onların hiç biri hüccet olarak göste-rİİemez. Yaptığı halisane tevbesinin de bu hususta bir tehiri olamaz. Onun rivayetleri ebe-diyyen merdûddur. îmam Âhmed b. Hanbel (164-241), Ebu Bekir el-Humeydî ( -219) ve Ebu Bekir es-Savraft ile Usul ve Furû' ulemâsından" bir cemaatin kavilleri budur. Hatta Şâfiiyye fukahasmdan Sayrafî mutlak konuşarak şöyle demiştir :

<— Biz, yalanını tuttuğumuz için i'tibârdan düşürdüğümüz hiç bir râvînin hahermi .— tevbe ettiği anlaşılsa da— bir daha kabul etmeyiz. Bir defa taIÎ olduğuna hükmettiği­miz râvîyi de sonradan kavı sayamayız. Bu, şehâdette rivayetin birbirinden ayrıldığı yerler­dendir.»

İmam Nevevî (631-676) bu  2evâtm mezheplerine bir delil bulamadığını kaydettikten

sonra onların mezhebini tevcih ve izaha çalışarak diyor ki:

«— Peygamber (S.A.V.) üzerinden yalan uydurmanın zararı pek büyük olduğu için bu mezhep o yalanı en Bgır ve beliğ surette nebidir mânâsına alınabilir. Zira kıyamete ka­dar sürüp gidecek bir yot olacaktır. Halbuki başkası üzerinden uydurulan bir yalanla şehâ-det meselesi öyle değildir. Çünkü bunların zararı yalnız bazı şahıslara münhasır kalır. Mez­kûr imamların bn söyledikleri zaittir; şeriat kaidelerine muhaliftir. Mnhtâr olan  mezhep, bu babtaki tevbentu sahih olduğuna kat'iyette inanmak ve tevbeyi, malûm şartlarıyla doğru dürüst yapanın ondan sonraki rivayetlerinin kabul edilmesidir. Tevbenin şartları: ^ünah iş­lemekten vaz geçmek, yaptığına pişman olmak, bir daha o günahı işlememeğe azmetmektir. Şeriat kaidelerine uygun olan budur. Ulemâ, vaktiyle kâfir iken sonradan müslüman zeva­tın rivayetlerini kabulde müttefiktirler, Ashâb-ı  Kiramın ekserisi böyle idiler.    Bö'ylclerin şehadeti de bilittifak makbuldür. Bu bâbta rivayetle şebâdet atasında fark yoktur, Auahu alem.»

Fakat Buhârî şârihi Aynî (762-855), Nevevî'nİn ittifak iddiasına İ'tirazla şunları söy­lemiştir :

«— Bir kimsenin yalan yere şâhidlik ettiği sabit olursa bir daha tevbe etsin etmesin şehâdeti kabul edilemeyeceği İmam Malîk'ten rivayet olunmuştur. Fâsiklıktan dolayı şahid-liğl kabul edilmeyen, fakat sonradan tevbe ve ıslâhı hâl eden bir kimse için Ebu Hanife (80-150) ile Şafiî (150-204);                                                                             

  Tekrar şahidliği kabul edilemez; çünkü hakkında töhmet vardır, demişlerdir. Ebn Hanİfe:

  Kan ile kocadan birinin diğerine ettiği şahidliği reddedilir de sonra tevbe ederse töhmetten dolayı şâhidliği kabul edilmez, demiştir. Binâenaleyh büyte bir şeyin burada da vâki' olması  ihtimalden  uzak  değildir.  Çünkü bütün rivayetler şâhidliğin  bir nev'i gibi-

Resûtüilab (S.A.V.) üzerinden uydurulan yalanların ahkâma dâir olanları ile terdirler.»

gîb, teşvîk, va'z * lerhîb gibi hüküm ifade etmeyenleri arasında hiçbir fark yoktur. Bun-İarm cümlesi İcma' babında sözüne itimâd olunan bütün müslümanlann icmâı i!e, büyük günahların  en büyüklerinden  ve dünyada işlenen  kötü işlerin en kötülerindendir.

DaSâİet fırkalarından Kerramiyye'ye göre tcrgîb, tervîk ve terhîbe dair hadîs uydur­mak caizdir. Kendilerini âbid ve zâhîd sanan bir takım câhiller de bu sapıkların arkasından giderek Fahr-i Kâinat (S.A.V.) efendimizin üzerinden yaiau hadîsler uydurmuşlardır. Bunlar bâtıl da'vâlarma şu rivayetle istidlal ederler:

«— Her kim başkasını .saptırmak için benim üzerimden kasden yalan söylerse Ce­hennemdeki yerine hazır olsun.»

Bazıları sanki lehde uydurulan yalan câizmiş gibi :

«— Bizim yaptığımız Resûlüllah (S.A.V.)"in aleyhinde değil, lebinde yalandır.» derler. Bu şaşkınlara îmam Nevevî (631-676) şu cevabı veriyor:

«— Bunların yaptıkları ve delil diye benimseyerek istidlal ettikleri şeyler cehaletin evc-t hâlâsı, gafletin nihayeti ve şeriat kaidelerini bilmekten uzak olduklarım gösteren de­lillerin en büyüğüdür. Filhakika bunlar şaşkın akıllarına, menfiT ve fâsid zihinlerine uygun bir toitiDi mugâleta cümleleri toplayarak hem Allah-u Zül Cclâl'ia:

«— Bilmediğin şeye karışma; çünkü kulak, göz ve günü!, bütün bunlardan sahibi mes'iîl olacaktır.» (lsrâ süresi, âyet: 36) âyet-i kerimesine hem de yalancı şahidliğin ne de­rece büyük bîr vebal «iduğunıı sarahaten ifade eden şu mütevâtir ve tneshur hadîslere mu­halefet ettikleri gibi söz sahihi ulemanın icmâma ve alelade insanların üzerinden yalan uy­durmayı bile har-?m kılan sair kati delillere de muhalefet e?nelerdir. Alelade insanların üzerinden yalan uydurmak haram olursa, sözü şeriat ve vahy olan Resû'ültah (S.A.V.)'İn üzerinden yalan uyduranın hali ne olur? Peygamber (S.A.V.) onların sözlerine baktığı za­man  Allah'ın üzerinden yalan uydurduklarını görecektir. Teâlâ Hazretleri:

« O   nevadan  iÖz söylemez;  söylediği ancak kendisine bildirilen  vahydir.»     (Sûre-i Necnı, âyet:  3-4) buyurmuşlardır. Şaşılacak .şeylerden biri de:

«— Bizim yaptıklarımız onun lehinde yalandır» demeleridir. Bu onların arap lisanını ve  şeriaim   hitabını bilmemelerinden  neş'et eder. Ve  bütün bsı  yaptıkları   onun   üzerinden

yalan söylemektir.

Delil olarak €İe aldıkları hadîse gelince: Buna ulema birkaç vecihle cevap vermişler­dir. Mezkûr cevapların en kestirme ve güzel olanı hadîsdeki «Başkasını saptırmak için)! ciimkstıtm bâtıl bir ziyâde olmasıdır. Bu cümlenin bâtıl olduğuna ve hiçbir suretle sabit olarak bilinmediğine hadîs hafızlan ittifak etmişlerdir. Ebu Ca'fcr Talıâvî (238-321) ye gön bu cümle sahih bile olsa te'kîd ifâde eder.»

5-  Mevzu1 olduğunu bildiği veya kuvvetle zannettiği ha uydurma bir hadisi rivâ yet etmek haramdır. Binaenaleyh böyle bir hadhi, uydurma olduğunu bitirmeden  rîvâjc eâen. Peygamber (S.A.V.)'in bu husustaki tehdidinde dâhildir. Y?ni o d:=  Rf*;û!üHalı (S.A.V. Üzerinden yalan uyduran yalancılardan bîri olur. Bundan dolayadır Vi. ulema hadîs rivâye edecek zâtın evvelâ o hadîsin sahih veya hasen olup olmadıkını arattırması icab ettiğini şayed bövle ise onu cezim sîgası ile yâni:

«ResûiÜHah (S.A.V.) şöyle buyurdu veya şöyle yaptı» diyerek rivayet etmesini; hadi znif ise temriz sîsası yani:

«_ Kcsiîlüllah (S.A.V.)'den şöyle rivayet olundu yâhud şöyle rivüyet  olunuyor» gifc sözler kullanması gerektiğini beyan etmişlerdir.

6-  Hadîsde İâhin yani i'râb hatası ve tashif gibi şeyler yapmanın dahî nehyde dahi olduğu  sanılıyor. Bundan  dolayıdır ki: ulemâ  râvînin  hatâda korunabilmesi  için  Nahh Lügat ve isimleri bilmesini lüzumlu görmüşlerdir.  Meşhur Lügat  âlimi Esnıaî:

«İlme tâlîp olan için nahiv bilmediğinden dolayı en ziyade korktuğum şey (Her kirsenim üzerimden yalan uydururca...) hadîsine girmesidir.  Zîra Peygamber (S.A.V.) lâhin

ıpmazlardı. Şu halde râvî lâhin yaptı mı onun üzerinden yalan uydurmuş olur.» dermiş.

Râvî kitapta yanlış bir kelime tesbit ederse; onu değiştirmeden yine kitapta bırakarak ;enarına doğrusunu yazmalı ve:

«Bu kelime şu şekilde rivayet olunmuşsa da hatâdır. Doğrusu şöyledir.» demelidir. Zumhur-u ulemânın kavli budur. Çünkü olabilir ki; râvînin hatâ zannettiği o kelimenin baş-(alarmca malûm bir vechi vardır. Her hatâ sanılan şeyin kitaptaki yerinde tashihine mü­saade edilirse, bu işe ehil olmayanlar da burnunu sokmağa başlar; yazıya emniyet kalmaz. Yeri gelmişken biraz da hadîs uyduranlardan bahsedelim; bunlar muhtelif gruplara ayrılırlar.

Birinci grup zındıklardır ki, başlarında Muğîretü'bnü Sâİd-i Kûfî ve Mohammed b, Saîd el-Mas!ûb gelir. Maksadlan müslümanlann kalplerine şüphe düşürmektir. Bunlar aynı maksadla halk arasına şu yalanı hadîs diye salmışlardır:

«— Peygamber (S.A.V.):

— Ben Peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra peygamber gelmeyecektir. An­cak Allah dilerse o başka, dedi.»

Görülüyor ki; sahih bir hadîsin sonuna hâinane bir cümle katmakla, müslümanlann i'tikadım kökünden sarsmayı hedef İttihâz etmişlerdir. Hatib Bağdadî (392-463) «EI-Kifaye» adlı eserinde el-Mebdî b. Meymun (     -172)'a varan bir senedle onun :

«Zındıklardan bir herif, balk arasında dolaşıp duran 400 hadis uydurduğunu benim yanımda ikrar etti» dediğini nakletmiştİr. Ukaylî'nin tahricine göre: Hammâd b. Zeyd (116-197) zındıkların (14000) hadîs uydurduklarını söylemiştir. Lâkin Teâlâ Hazretleri onlara karşı duracak İslâm büyüklerini de halketmiştir. Abdullah b. Mübarek'e :

«Bu uydurma hadîslerle hâlimiz ne olacak?» diye şikâyette bulunmuşlar:

«Merak etmeyin onlara karşı büyükler eksik olmayacaktır.» cevabını vermiştir.

İkinci grnp: Mutaassıplardır. Bunların kimisi Hz. AH (R.A.) tarafını, kimisi Muaviye (R.A.)'ı iltizam ederek hadîsler uydurmuşlardır. Hatta mezhepler ve mezhep imamları hak­kında bile hadîs uyduranlar olmuştur. İbni Ebî Hatim (24O-327)'in rivayetine göre haricî­lerden biri tevbe ettikten sonra:

«Gözünüzü açın, dininizi kimlerden aldığınıza dikkat edin; çünkü biz vaktiyle birşey istedik mi hemen ona dair bir hadîs yakıştinrdık. Ski saptırmayı Allah için yapılmış bir hayır sayardık.» demiştir.

Üçüncü grup: Tergîp ve teşvik için hadîs uyduranlardır. Kur'an sûreleri hakkında uydurulan hadîsler bu kabildendir. Bunların niyetleri Kur'an-ı Kerimi çok okumaya, ibâ­det ve tâatlara teşvik İse de, yaptıkları iş en büyük bir gaflet ve hayâsızlıktır. Vakıa birçok Kur'an sûrelerinin fazileti hakkında sahîh hadîsler de vardır. Fakat uydurmaları daha da Çoktur. Hadîs imamlarının unutturmak için en ziyade müşkilât çektikleri işte bu nevi uy­durmalardır. Müfessirlerden Ebu İshak Sâlebî ( -427) ile Vahidî ( -468)'nin ve onlara tâbi olarak Zemahserî (467-538) ve Kaadî fieyzavî ( -685)"nin uydurma olduğunu söyle­meden bu gibi hadîsleri tefsirlerine yazmaları, ta'yîb edilmelerine sebeb olmuştur.

Dördüncü grup: Büyüklere yaranmak yahut garîb hadîsleri rivayet etmekle şöhret kazanmak İçin hadîs uyduranlardır. Tecrid-İ Sarih mütercimi Ahmed Naim Bey'in beyanına güre Gıyas b. İbrahim İsminde bir yalancı Abbasî halîfelerinden Mehdî'ntn huzuruna girer­ken onun güvercinle oynadığını görmüş ve hemen Peygamber (S.A.V.)'e kadar bir sened okuyarak:

«— O, deve, at ve kus yarışlarından başka yarışlar için ödal yoktur.» dîye bir hadis rivayet etmiş. Hadîsin sonundaki (Kuş yarışından başkası sabittir.) cümlesinin kendi hatırı için söylendiğini anlayan Mehdi derhal kuşların boğazlanmasını emretmiştir.

Beşinci grup: Bir takım cerci ve dilencilerdir. Bunlar bazı sahîh hadîslerin isnadlarını ezberleyerek, bu isnadlara istedikleri uydurmaları takar; çarşı ve pazarlarda onları okuya­rak ekmek parası çıkarırlarmış. İmam Abmed b. Hanbcl (164-241) ile Yahya b, Maîn (156-233) Bağdad'da böyle bir sahneye şahid olmuşlardır. Namazdan sonra cerci bir vaiz ortaya:

«— Bize Ahmed b. Hanbel ile Yahya b, Maîn haber verdi. Onlara da filân ve filân» şeklinde ve Hz. Enes (R.A.) vasıtasıyla Resûlüilah (S.A.V.)'e varan bir senedle söze baş­lamış; ve :

«— Her kim Lâ tlâhe İllallah derse Allah bunun her kelimesinden bir 'auş halkeder ki gagası altından, tüyleri mercandan olur. İlâh...» diye toplayarak tam yirmi yaprak tutan bir kıssa uydurmuş. İmam Ahmı-d İİe Yahya b. Maîn birbirlerine bakışarak:

«— Bunu bu adama sen mi rivayet ettin?» diye soruşmuşlar. Her ikisi de:

«— Vallahi hu saate gelinceye kadar böyle bir söz işitmedim.» diyerek beklemişler. Va'z bittikten sonra Yahya b. Maîn (156-233) adama, (Buraya ;e!) diye İşaret etmiş. Adam dünyalık  verecek  ümidiyle  hemen  gelmiş.  Yahya b. Maîn:

«— Bu hadîsi sana kim söyledi?»

«— Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Maîn».

«— Yahya b. Maîn benim, Ahmed b. Hanbel de bu. Fakat biz ömrümüzde Resûlüilah (S.A.V.)'in hadîsi olarak böyle bir söz işitmiş değiliz. Eğer mutlaka yalan uydurman lazım­sa bizden  başkasının üzerinden  uydur.»

«— Yahya b. Maîn sea misin?»

«— Evti. Benim.»

«— Ben çoktan beri (Yahya b. Maîn ahmaktır) diye işitir dururdum. Şimdi anladım ki, doğru imiş.»

«— Peki benim ahmak olduğumu nasıl anladın?»

«— Sanki dünyada sizden başka Yahya b. Maîn ile Ahmed b. Hanbel yokmuş gibi konuşuyorsun. Ben bu adamdan başka onyedi Ahmed b. Hanbel'den hadîs yazmışımdır.» deyince Ahmed b. Hanbel utancından eli ile yüzünü kapamış ve Yahya b. Maîn'e:

«— Aman bırak gitsin» demiş. Adam da alaylı bir tavırla yanlarından defolup gitmiş.

Bir hadîsin mevzu' olduğu bazen onu uyduranın ikrarı ile yahut ikrarı yerini tutan bir şeyle, bazen de râvînin veya mervînin halindeki bir karine ile, lâfzındaki rekâketle ya­hut hayatına ermediği bir zâttan rivayet etmekle bilinir. Bu işi hadîs ulemâsının en mümtaz sımaları  anlayabilir. Dâre Kuhıî (306-385):

«— Ey Bağdadlılar! Ben sağ iken hiç bir kimse Resûlüilah (S.A.V.) efendimize yalan sö'z isnad edebilir sanmayın» diyerek bu babtaki iktidarını isbât etmiştir. Ondan önce Reni' b. Huşeym de:

«— Hadîsin gün gibi açık bir aydınlığı vardır; ondan dolayı biz ona kabul ederiz; yine hadîsin gece karanlığı gibi bir zulmeti olur; ondan dolayı da reddederiz.» demiştir.

[58] Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr ( -234) Kûfe'lidir. Künyesi Ebo Abdirrah-man'dır. Buhâri ile Müslim ondan birçok hadîsler rivayet etmişlerdir. İmam Ahmed b. Han­bel (164-241) kendisine pek ziyade ta'zîmde bulunur ve (Ne adamdır o!..) dermiş.

Babası  ve kendisi  Kütüb-ü  Sitte'nin  ravilerinden  olan  huffaz-ı  hadîstendirler.  Îmam İbni Sa'd, Tabakat, C. 6, s. 394 de Nesebini şöyle tesbit etmektedir. Muhammed b. Ab­dullah b. Ebî Hayye b. Şerh b. Seleme b. Sa'd b. el-Hakem b. Selman b. Mâlik'dir. O da aslı İtibariyle Hemedanlıdır. Sonra oğullarından biri hicret ederek Kufe'ye gelerek yer­leşmiş. Hadîs İmamı ve hafız olan Muhammed ve babası orada yetişmiş ve imam Hafız Abdullah, Kûfe'de H. 199 senesi Rebiü'l-evvel ayında 84 yaşında irtihal eylemisdir. îmam Hafız Muhammed'in künyesi Ebu Abdurrahman'dır. Kûfe'de yaşamış. Babasından, İmam Muttalib b. Ziyad'tan, Süfyan b. Uyeyne ve îbni İdris'ten hadîs-i şerif ahzeylemiş. Ken­disinden de Kütüb-ü Sitte cami ve musannifi olan altı îmam ayrıca İmam Baki' b. Mah-led, Ebu Yâlâ hadîs-i şerif ahdetmişlerdir. îmam Zehebî'nin Tezkİretü'l-Huffaz, C. 2, s. 439-440 da İmam Ebu îsmaü Tirmİzî'den «îmam Ahmed b. Hanbel ona çok ihtiram ettiğini ve ta'zim gösterdiğini nakletmiştir. Yine aynı yerde îmam Mes'udû'l-Hemedanî'-nin: «Ahmed b. Hanbel'in Îbni Nümeyr (îmam Abdullah b. Muhammed) Irak'ın biricik incisidir» dediğini duydum, demektedir. İmam Ali b. Hüseyin b. Cüneyd'in onun hak­kında «Kûfe'de; îlmi, Fetmi, Sünen-i Nebeviyeyi, Zühdü şahsında toplamış olan îmam îbni Nümeyr Muhammed b. Abdullah'dan başkasını görmedim. O bununla bçraber fakrü hal ile yaşardı.» dediğini yazmaktadır, llm-i Cerh ve Tâdil'in büyük İmamı Ebu Hatem onun hakkında: «O, hadîs-İ şerifleri"nakil hususunda sika ve huccetdir.> demiştir. İmam Buharî'ye göre, H. 234 senesi Şaban veya Ramazan ayında irtihâl eylemiştir. (R.H.)

Hayatı İçin Hazreti Hulasatü Tehzibi'l-Kemal, s. 286. îbni Sa'd, Tabakat, C. 6, s. 394 ve 413. Zehebi, Tezkiretü'l-Huffaz, C.  1, s. 327 ve C. 2, s. 439-440 a bakılabilir.

[59] Saîd b. Ubeyd: KûJe'lidir. Künyesi Ebül Hüzeyl'dir. Sahihayn'da hadîsleri vardır

[60] Ali b. Rabia: Kûfc'lidir. Künyesi Ebul Muğîra'dır. Bubârî ve Müslim'de riva­yetleri vardır

[61] Ali b. Hucr cs-Sa'dî (      -244): Men ez'lidir. Künyesi Ebul Hasen'dir. Sahihayo'da rivayetleri vardır.

[62] Alî b. Müstair (     -289): Künyesi Ebu'I Hasen'dir.  Musul taraflarında kaadıiıîc etmiştir. Neseben Kureyş kabilesîndendir. îmam Â'meş ve ismail b. Ebu HaSİd'den, Hişam b. Urve'den rivayeti vardır. Kendisinden de Hâlid b. Mahied, Hennad, Ubeyd b. Mulıam-medu'I-Muharibî   rivayetde  bulunmuşlardır.   Hayatı   için,   Hulasatü-Tehzibİ'i-Kemâl,   s.   35.

[63] Muhammed b. Kays el-Esedî: Kûfe'lidİr. Künyesi Ebu Kudanıe ve Ebu Nasr'dır. Buhari'de hadîsi yoktur.

[64] Anberî (     -138) Bubârî ile Müslim'in râvîlerindendir.

[65] Abdurrahman  b.  Mehdi  (136-198)  Basra'lı  meşhur  bir  İmamdır.   Künyesi Ebu Saîd'dir. Sahîhayn râvîlerindendir.

[66] Hubeyb b. Abdurrahman: Medîne'iidir. Sahîhayn râvîierindendir. Mervan zama­nında vefat etmiştir. Buhârî ile Müslim'in sahihlerinde sadece üç Hubeyb'in İsimleri geçer. Bunlar: Hubeyb b. Abdirrahman, Hubeyb b. Adiy ve Ebu Hubeyb'tir. Ebu Hubeyb, Hz.,    Abdullah b. Ziibeyr'İn künyesidir.

[67] Hz. Ömer (R.A.)'m torunudur. Sahîhayn râvîlerindendir.

[68] Ali b. Hafs: Medine'lidir. Künyesi Ebuİ-Hasen'dİr.    Yalnız Müslim'de rivayeti  vardır

[69] Yahya b. Yahya (     -212): Kûfelidir. Künyesi Ebu ZekeriyyaMır. Sahîhayn râ vîlerindendir.

[70] Hüseyin b. Beşîr (104-183):   Künyesi   Ebu Mııaviye'dtr.   Aslen  Belh'lidir.  Büyü' bir  zat olduğu ittifakîdir.  Yalnız tedlis yaparmış.

[71] Süleyman et-Tcymî (     -143):  Basra'lıdır.  Künyesi  Ebû Mutemir'dir.  Sahînaya râvîlerindendir

[72] İsmi Abdurrahman'dır. Tabiînin büyüklerindendir. Kûfe'li olup, sonradan Basra'­ya yerleşmiştir

[73] Benî Ümeyye'nİn azadlılanndandır. Mısırlıdır. Yalnız Müslim'de rivayeti vardır.

[74] İsmi Abdullah, künyesi Ebû Muhammed'dir, Basra'lı büyük bir imamdır

[75] Meşhur muhaddis Ahduırahman b. Mehdî.

[76] Süfyan-i Seviî.

[77] İsmi Amr b. AbdUlfih'dır. Kûfe'li olup tabiînin büyüklerindendir.

[78] İsmi Avf b. Mâlik'tir. Kûfe'li meşhur bir tabiîdir. Babası sahâbîdir

[79] Abdullah h. Mes'ud (R.A.)'dır. Künyesi Ebu Abdİrrabro^n'dir. Büyük bir sahâbidir.

[80] Künyesi Ebu Hafs'ttr. Basra'lıdır. Sahîhayn lâvîierindendir. Vefatı (     -190) dır.

[81] Künyesi Ebu Muhammed'tir. Müslim'de yalnız bu hadîsi vardır.

[82] Bıı sözün mânâs*: Münkcr hadîs rivayet etme: demektir.

[83] Künyesi Ebu liafs veya Ebu AbdUIâlıdır. İmam Şafiî (150-204)'nin fıkıhdaki meş­hur kitabını bu zat nakletmiştir. Buhârî'de hadîsi yoktur.

[84] Yunus l>. Yczîd'dir. Künyesi Ebu Yezîd'dir. Hz. Mııâviye'nin azadlm olup Mc-dîne'İidİr. Sahîhayn'da rivayetler vardır.   159 tariflinde Mısır'da vefat etmiştir.

[85] îbiıi Ştlınbl*z-Zuhrİ Mufaammed b. Müslim b. Ubeydülnh : Meşhur bir imam ve boyük bîr tabiîdir. Metline'! idir. $nm'da oturmuş ve ondan fazia sahâbc-İ kirama erişmiştir. Eksen rivayetleri tabii ildendir. ltm-ü fazlına cfzıir pek çok rivayetler Vardır. 124 tarihinde vefat etmiştir.

[86] Meşhur yedi fakihin biridir. Büyük dedesi Hz. Abdullah b. Mes'ud'dur. Sahl-haynda hadîsleri  vardır. 9S tarihinde vefat etmiştir.

[87] Bu hadîsi Hz. Hafs, biri mürsel diğeri muttasıl olmak üzere iki tarîk ile rivayet etmiştir. Ebu Dâvf;d dahî «Süöen»inde onu mürsel ve muttasıl olarak rivayet eder. Bİr ha^ dîs böyle hem mürse! hem de muttasıl olarak rivayet edilirse; ftıkaha Usui-Ü fıkıh ulemâsı ve birçok badis imamlarına göre onunla muttasıl diye amel edilir. Sahih olan da budur. Ekseriyetin onu mürsel rivayet etmesi zarar vermez; çünkü muttasıl rivayet eden râvî de mevsuktur. Mevsukun ziyadesi ise makbuldür.

«Her işittiğini söylemeli bir insana yalan namına kâfidir.» cümlesinden murad: ze­cirdir. Yani her işittiğini söylemek yasaktır. Zîrâ insan âdeti veçhile doğruyu da yalanı da işitir. Her işittiğini söyleyince, vaki' olmayan bazı şeyleri haber verdiği için yalan söy­lemiş olur. Ehl-i hakkın mezhebine göre yalan ; bir şeyin hakikatinin hilafını haber vermek demekti. Yalan söylemekte kasıd da şart değildir. Kasıd, onun günah olması için şarttır.

«Her işittiğim söyleyip dururken o ebediyyen imam da o'.ımaz.» ifadesinden maksad; hadîs imamı olamamasıdır. Zira her işittiğini söyleyince rivüyt'İnde hatası çok olur. Hadîs tenkidçileri onun hatasını bulurlar. Böylelikle ona itimad kalmaz. Hadîsini kimse dinlemez olur. İmamlık mertebesinden düşer.

Hadîsin son rivâyetindeki fitne meselesine gelince : Sahîb-i Bubâri'de Hz. Ali (R.A.)'-dan şu eser rivayet olunmuştur:

«taşanlara bildikleri şeyleri rivayet edin! Yoksa siz Allah ve Resulünün yalancı çıka­rılmasını mı İstiyorsunuz?» Bİr rivayette de:

«Halkın kabul ermediği şeyleri bırakın.» cümlesi de vardır.

Bu sözden murad: Halkın anlayabildiği şeyleri rivayet etlin; anlayamadıklarını yânî müteşâbihleri rivayet etmeyin, demektir. Bu da haik arasında müteşâbih yânî mânâsı an-Jaşılmayan hadîslerin rivayet edilmemesi gerektiğine delildir. Her hadîsin mutlaka halka du­yurulması vacib değildir. Gerçi bazı ulemâ duyurulması icâb etS-gİnİ soylemişlerse de doğni değildir. Çünkü bundan fayda yerine zarar gelir.

Bnhârfnin rivayet ettiği bir eserde Eba Hüreyre (R.A.) şunları söylemiştir:

«_ Kesûlüllali (S.A.V.)' den iki kap dolusu hadîs belledim. Bunların birini (halka) yaydım, ötekine gelince; şayed onu yaymış olsam şu gırtlak kesilirdi.»

Ulemânın beyanına göre Hz. Ebu Hüreyre birinci kapla halka rivayetinde mahzur gö­rülmeyen hadîsleri; ikinci'kapla da zâlim hükümdarlara ve onların zeminine dair hadîsleri kasdetmiştir.

[88] Künyesi Ebu Abdurrataman'dır. Hz. ömerüTmü'l-Hattab (R.A.) oğullarının âzad-lısıdır. Basra taraflarından olup Mekke'ye yerleşmişti. Sahibayn râvîlerindendir. Vefat ta­rihi 213 dür.

[89] Künyesi Ebu Yahya'dır. Mısır'lıdır. Sabîhayn râvîlerindendir,  100 tarihinde doğ­muş,  166 da vefat etmiştir.

[90] Hurneyd b. Hâni' Mısır'lıdır.

[91] Mısır'hdır.  Müslim'de yalnız bu  hadîsi vardır.  Bubârî'de  hadîsi  yoktur.  Vakıa Müslim başka Müslim b. Yesar'dan daha bahsetmişse de bunu Hafız Reşidüddin hatâh bul­muş ve:

«tşittîğinıe göre Sahîhayn ricali arasında kendisinden yalnız Müslim'in rivayet ettiği bu Müslim'den başka ismi Müslim b. Yesar olan rim yoktur.» demiştir.

[92] İsmi Abdım-aboıan b. $ureyb b. Uöeydillâhdır. İskenderiye'n âbîd ve fâzıl bir zâttır.  167 târihinde vefat etmişur.

[93] Ebû Saîd el-Esecc: Abdullah b. Saîd b. Husayn cl-Kindî, Kûfelidir. Zamanının imamı ve Müslim'in şeyhidir. Banârî'de de hadîsleri vardır.

[94] el-Müseyyeb b. Râfi': Künyesi Ebu'1-AIâ'  olan  bu  zât Kûfe'Iidir.  Kaadî  Iyaz (476-544) m beyanına göre ismi bilittifak el-Müseyyeb okunur. SaîdüTmü'l-Müseyyeb'de ise ihtilâf vardır. Onun ismini el-Müseyyib okuyanlar da vardır. Ebû Saîd 105 târihinde vefat etmiştir.

[95] Abede'yi: Abde ve Abd şeklinde okuyanlar da olmuştur

[96] Bu   Abdullah'dan   murad:   Cennetle  müjdelenen   ashab-ı   kiramdan  Ebu   Abdir-rahman Abdullah ibni Mes'ud (R.A.) hazretleridir. Kendileri Küfe kadısı olup müslüman-Iığı  ilk  kabul  edenlerdendir.  Bedir,  Umıd,  Hendek  gibi birçok  gazalara  iştirak  etmiştir. Medine'de 32 tarihinde vefat etmiştir.

[97] Nisabur'ludur. 245 tarihinde vefat etmiştir

[98] Ebu Bekr Abdurrezzâk b. Hemmam: (126-211) San'â'lı olup âzadlılardandır

[99] Ebu Urve Ma'mer b. Râsid:  (-153) Basra'lıdır. Yemen'de yaşamıştır.

[100] Ebu  Mohammed  Abdullah b. Tâvûs b.  Keysân:  (     -132)  Salih ve âbid bir bir zâttır.

[101] Künyesi Ebû Muhammed'dir.  Babasından önce  müslüman olduğu söylenir.  Ba basıyia aralarında 11-12 yaş fark vardır. Mekke'Ii iken Şam'a, oradan Mısır'a gitmiştir. 92 yaşında iken 65 veya 68 târihinde vefat etmiştir.

[102] Nevevî (631-676) nİn beyanına göre şeytanlar insanları aldatmak için Kur'an diye bir şeyler okuyacaklardır. Okudukları şeyler hakikatte Kur'an değildir.

[103] Ebu Abdfflâh Muhammed b. Abbâd: ( -234) aslen Mekke'lİ olup Bağdad'da yaşamıştır. Buhâride yalnız bir hadîsi vardır.

[104] Ebo Osman Saîd  b.  Amr  el-Eş'asî: Kûfe'lidir. Müslim'in râvîlerindendir

[105] Ebu Muharomed Süfyâo b. Uyeyne; (107-198) Mekke'de yaşamış; ve orada ve­fat etmiştir. Aslen Kûfe'lidir. Âlim, fâzıl bir muhaddistir. Yetmiş defa haccetmiş; son hac-cinda Müzdelife'ye geldiğinde kardeşi oğlu Haseo b. tmran'a :

«Bu yere 70 defa geldim. Her gelişimde:

— Ya Rabbî Bu gelişimi son yapma, derim. Artık bu çok oldu; utanıyorum.» demiş; ve o sene bu dileğini yapmamış. Hacdan dönüşde vefat etmiştir.

[106] Mekke'lidir. Buhârî ile Müslim'de birer hadîsi vardır.

[107] Künyesi Ebu Eyyub'tur

[108] İbni Abbas diye meşhurdur. Peygamber efendimizin  amcazâdesidir. Annesi Üm-mül-Fadıl Lübabe'dir ki, Hz. Hatice'den sonra Islâmiyete  ilk  giren  kadındır.  Bu cihetle Resûli Ekrem, Ümmül Fazl'ı ziyaret ederdi (Aynî, C. 8, s. 439).

Hicretten birkaç sene evvel, müslümanlar müşrikler tarafından şiddetle takip olun­duğu sırada, Mekke'de doğmuştur. Abdullah îbni Abbas, çok zeki, metîn seciyeli, ince ve yüksek düşünüşlü bir zat idi. Peygamberimiz onu çok severdi. Küçük yaştan itibaren Pey­gamberimizin büyük teveccüh ve iltifatlarına mazhar olmuştu. Dinde yüksek bir âlim ol­ması için Peygamberimiz ona dua etmişti. (Üsd ül gabe).

Resûli Ekrem'in vefatında îbni Abbas, ancak 13 yaşında bir gençti. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer devirlerinde daima ashabın ileri gelenleri ile temas etmiş, bilhassa Hz. Ömer'in sohbetinden, ilim ve irfanından çok istifade etmiş, ekâbiri ashabın teiâkki ettikleri ulum ve maarifi tahsil eylemişti. Hz. Ömer onu çnk sever ve takdir eder, onun bu yük­sek kabiliyetini görerek ilmî ve siyasî sahada onu büyük bir zât olarak yetiştirmeye ça­lışırdı.  Bu sayede İbni Âbbas daha genç yaşta iken temayüz etmişti.   (İsabe)

Hz. Osman devrinde Afrika seferine iştirak etmiş, İslâm ordusu namına elçilik yap­mış, Afrika'da hükümdarlık eden Gercis ile görüşmüş, zekâ ve irfanı Gercis ile adamla­rını hayrete düşürmüştü. Hicretin 35 İnci senesinde Hz. Osman onu Hacc emirliğine tayin etmiş, bu mühim vazifeyi kemali muvaffakiyetle başarmıştır.

lbr.İ Abbas, Kur'an hakkındaki bu malûmatını kemali semahatle herkese öğretmek­ten büyük zevk alırdı. Herkes istediğini ona sorar, İbni Abbas'dan tatmin edici cevap alır­dı. Muhakkak ki, İbni Abbas Kıır'an-ı Kerîm'in neşrine çalışanların en ileri gelenlerinden biri İdİ. Bilhassa İbni Abbas, Kur'an'ı anlamak hususunda İhtilâf oimamasına dikkat eder­di. Hz. Ömer devrinde her tarafa hafızlar gönderilerek Kur'an'm sûreleri haika ezberle-tildîği devirde İbni Abbas küçük bir kıraat ihtilâfı görse hemer. o ihtilâfın kaldırılmasına büyük ehemmiyet verirdi.

Abduliah Bin Abbas, hadîs ilminde de çok derin vukuf sahibi idi. Rivayet ettiği ha­dîsler 2660 a varır. Bunların 75 i muttefakun aleyhtir, yani îr.nmı Buhârî ile Müslim ta­rafından nakl olunmuştur. Buhârî, 18 Hadîsi nakl ite infirad eder. Müslim de 49 unu nakl ile infirad etmektedir, ibni Abbas, bu hadîslerin hepsini doğrudan doğruya Resûl-i Ekrem'den işitmek suretiyle teiâkki etmiş olmayıp, birçokla- iîîi diğer sahabeden tedkik ve taharri ile rivayet etmiştir. Çünkü Resûl-i Ekrem'in irtihaii zamanında İbni Abbas an­cak 13, 14 yaşlarında idi. Bu vasi malûmatı kendi sa'y ve ga> reliyle elde etmişti. Bütün eshap ile düşüb kalkmış, Peygamberimizin bütün sözlerini, fiillerini toplamaya çalışmıştır. Resûl-i Ekrem'in kâtiplerinden Hz. Zcyid bile onun bu husustaki yüksek vukufunu teslim etmişti. Bir meselede İbni Abbas, Zeyd'i irşat! etmişti. (Müsncdi, İbni Hanbel, C. 1, s. 226)

Esbabı Kiram Resûli Ekrem efendimizin akvâl ve efalini tahkik hususunda ihtilâfa düşdükleri takdirde İbni Abbas'a müracaat eder, onu dinlerdi. Çünkü İbni Abbas her ri­vayeti inceden inceye tetkik ederdi. Tevsik edemediği Hadîsi rivayet etmezdi.

Tedris halkası çok genişti, ilim ve irfan müştakları her taraftan gelir, onun ilminden istifade ederlerdi. Onun dersinde her ilim okunurdu. Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi dinî ilimler­den başka lisan, şiir, edebiyat, tahrir, ensab bahis mevzuu edilir, bütün bu fenlerde İbni Abbas yedttûla sahibi olduğunu gösterirdi. (Müstedrek, C. 3, s.  538).

Diğer taraftan namazdan sonra irâd ettiği hutbelerde ümmetin talim ve terbiyesine çok ehemmiyet verirdi. İkindiden sonra başlayan bu hutbeler bazan geç vakitlere kadar, yıl­dızlar çıkmış olduğu halde devam ederdi. Seferde, hazarda tedris ve hitabetlerle halkı sözleri ile islâhdan geri kalmazdı. Bilhassa Mekke'ye gittiği zaman  dünyanın her tarafm dan gelenler onu ziyaret edip, onun derslerini ve hutbelerini dînlerlerdi. Seyahatlerinde Arapça bilmeyen müslümanlara vaızlar irâd ederken tercümanlardan istifade ederdi (Sahih-i Buhari).

Bu sayede yetişen tilmizlerin sayısı hadsiz hesapsızdır. Tefsir, Hadîs, Fıkıh ilimlerin­de en yüksek derecelere varan âlimlerin hemen hepsi tbni Abbas'tan feyi2 almışlardır. Teîı-zibüt Tehzib'de İbni Abbas'tan feyiz alan âlimlerin isimleri yazılmıştı ki, sahifeîer doldur­maktadır.

İbni Abbas'm fetvaları fıkıh İlminin en kuvvetli temelterindendir. Bunlar mühim bir mecmua teşkil ediyordu. Bunlar Halife Memun zamanında toplatılmış ve yirmi cilt teşkil etmişti (llâm-Ül-Muvakkİin, C.  10, s.  13).

Mekke fukahasmın bülün istinadgâhı İbni Abbas'dır. Orada yetişen bütün fukahanın silsilesi ya doğrudan doğruya, yahut bilvasıta İbni Abbas'a dayanır. İbni Abbas tam bir müetehitti. Hz. Ali'nin bile yanıldığı bazı noktalar olurdu da, İbni Abbas onu irşad eder­di. Mürtedlerin ateşte yakılmaları hakkındaki Hz. Ali'nin emrini İbni Abbas kabul etme­miş, yakmak ancak Zatı Kibriyaya mahsus olduğunu İleri sürerek mürtedlerin yalnız katlo-lunmakla iktifa edilmek lâzım geldiğini söylemiş ve noktayı nazarını Hz. Ali'ye kabul et­tirmişti.

İbni Abbas kudretli bir hatip îdi. Sözü son derece tatlı söyler, Sami'lerin bütün dik­katini sözleri üzerine çekerdi. Hacc mevsiminde Nur sûresini öyle güzel tefsir etmişti ki, bülün dinleyenler vecd-ü istiğrak içinde kalmışlardı. (Isabe).

İbni Abbas, zamanında âdeta bir mühit-ül maarifi İdi. Bütün muasırları onun fazlü kemalini takdir ederlerdi (Istîab, C.  1, s. 381).

İbni Abbas içtihad melekesini inkişaf ettirmek hususunda Hz. Ömer'in büyük him­meti olmuştur. Bu kadar yüksek vukuf ve kudrete sahip olan İbni Abbas o derecede tevazu içinde yaşardı. Zeyd Bin Sabit gibi yüksek bir sahabi bile onun maiyetinde bulunmakla iftihar ederdi. Çünkü İbni Abbas ilim itibariyle bu yüksek mertebeyi haiz olduktan başka Resûli Ekrem'in amca zadesi olmak dolayısiyle de ayrıca bir şeref ve hürmete haizdi.

İbni Abbas çok zamanlar Hz. Peygamberin hizmetinde bulunmakla şerefyap olmuştu. ümm-Ül Mü'minin Hz. Meymûne, İbni Abbas'ın teyzesi olmakla sık sık onu ziyaret eder, Resûli Ekrem'i orada görür, onunla birlikte namaz kılar, iltifat ve dualarına mazhar olur­du, îbni Abbas bütün ümmehati mü'mine karşı hürmetkar ve onların teveccühlerine maz­har idî.

[109] Biz bu makamda:

«Her boyayı boyamağa başladı» tâbirini kullanırız

[110] Heyhaat:   uzak  oldu,   demektir.   Bir şeyin  vukuunu   uzak  görerek   ondan   ümidi kesmek hususunda kullanılır. Burada mânâ: istikametiniz pek uzak yahud : sizin hadîsinize itimadımız pek uzak bir şey demektir. Heyhaat kelimesi muhtelif şekillerde okunur.

[111] Basra'hdır. İmam Müslim ve Nesaî kendisinden hadis-i şerif tahric etmişlerdir. Bak. İmam Zehebî, Mizanû'l-l'tidal, C. 2, s. 214. No. 3489.

[112] İsmi Abdüluıeliktir

[113] Rabâh b. EM Ms'nrf, Mefake'lidir.

[114] Ebu Abdillâh Kays b. Sa'd el-Habesi: Nâfi' b. Alkame'nin azadlısıdir.  119 târi­hinde vefat etmi-tir.

[115] EMn-Haccâc  Miicâbid  b.  Cebr:  (21-103)  Mekke'li olup     Abdullah  b.  Sâib'in azadlısıdır. 83 yaşında iken Mekke'de secde halinde vefat etmiştir. Tabiînin büyüklerindendir,

[116] Ebu Süleyman Dâvûd b, Amr; Bağdad'hdır. 228  de Bağdad'da vefat etmiştir.

[117] Nâfi' b. Ömer b. AbdiJlâh : Mekke'lidir.   169  târihinde vefat  etmiştir.

[118] Ebû   Bekr   Abdullah   b,   Ubeyduüah:   İbni   Zübcyr'in   müezzin   ve   kadısıdır.   117 târihinde vefat etmiştir.

[119] Ulema kelimeleri üzerinde ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre bu kelimelerin mazbut rivayeti noktalı (ha) ile olup gizlemek mânâsına gelirler. Nitekim tercememiz de buna göre yapılmıştır. Diğer bazılarına göre ise noktasız (ha) üedirler. En takdirde : Kısaltmak, kısmak, ısrar etmek, bir şeyi sayıp dökmek mânâ­larına gdîrler. Gizlemekle kısuHmak mânâları bu hadîsde hemen hemen birbirinin aynıdır. Yânî bana yazacağı hadîsleri kısadan kessin; çok'yazmasın: elemek olur. Sayıp dökmek aıâ-nâsına ahnırsa hadîsden murad sudur :

«İbni Abbâs (R A.) bildik^rîni bana sayıp döksün. Ben  de  ondan nîdiklarımı  tamamîle sayıp döker; anlatının.» Kaadî lyaz (476-544) m kavli iudur. Fakat bu kavle i'tıraz edenler olmuştur. İbni Salâh (577-643) diyor ki:

«Mezkûr kelimeler noktalı (ha) ile okunur. Mânâ da şaiiur:

— İbni Abbâs (R.A.) fitnecilerin dillerine doladıkları şeyleri gizlesin; yalan yazma­sın!» Çünkü yazsa fitne çıkar; dedikodu çoğalırdı. Bunları öğrenmek tbni Ebî Miileyke'ye pek de lâzım değildi. Nevevî (631-676) bu kavli ihtiyar etmiştir.

«Meğer ki sapmış ola!..» sözünden murâd şudur: Bu hükmü ancak sapıklar verebilir; Hz. AH veremez. Ancak onun da saptığı bilinirse o başka! Halbuki Ali (R.A.) in sapmadığı malumdur. O halde bu hükmü o vermemiştir.

[120] Ebu Osman Amr b. Muhammed : Bağdad'lıdır. Sahîhsyn râvîlerindendir. 232 ta­rihinde Bağdad'da vefat etmiştir.

[121] Ebu Muhammed Hasen b. Alî: ( -242) Mekke'de yaşamış ve orada vefat et­miştir.

[122] Azadhlardan  olup Kûfe'lİdir.

[123] Ebu Muhammed Abdullah b. tdris b. Yezîd (115-192.) Kûfe'lİdir. îlmü Fazileti ibâdet, takva ve kemali söz götürmeyen ve bilittifak imam sayılan büyük bir pattır. Ve­fatı  anında başı ucunda ağlayan kızma: «Kızım ağlama, ben bn evde Kur'an'i dört bin defa hatmetdim.» dediği rivayet olunur.

[124] Bu sözden maksad : Rafİzîlerle Şiilerin Hz. Alî (R.A.)'dan rivayet ediicn hadîs ve ilme yaptıkları ihanettir. Filhakika bu müfsidler, Hz. Alî (R.A.)'dan gelen sahîh haberlere kendi yalan ve iftiralarım katarak onları tanınmaz hâle getirmişler; bu sebeple de lâ'neti hak etmişlerdir. Yoksa bîr müslumana kolay kolay lanette bulunmak caiz değildir.

[125] Bişr-i Hâfî'nin kız kardeşi oğludur. 250 târihinden sonra vefat etmiştir.

[126] Kûfe'lidir. Muhakkikin ulemaya göre ismi künyesinden ibarettir. Maamafih ismi hakkında ihtilâflar vardır. Oğlu İbrahim'den rivayet edildiğine göre, babası kendisine:

«Oğlum, sakın bu evde Allah'a isyan etme! Çünkü ben burada on iki bin defa Kur'an*ı hatmettim.» demiştir. Vefatı ânında başı ucunda ağlavan kızına dahî:

«Kızcağızım ağlama! Ben bu evde yirmi dört bin defa Kur'ao'ı hatmettim. Yine de Allah beni azâb eder diye mi korkuyorsun? dediği rivayet olunur.  193 de vefat etmiştir

[127] Diğer bir zabta göre: «Sözü tasdik edilen yoktu.»

Bu babın hulâsası şudur: Meçhul rîıvînin rivayeti kabul edilmez. Hadîs rivayetinde ihtiyat lâzımdır. Ehil olmayanlardan hadîs alınmaz. Zaif râvîlerin hadîsini rivayet etmeme­lidir.

[128] Kûfe'lidir.  Âzadlı kölelerdendir. 221 talibinde Kûfc'de vefat etmiştir.

[129] Ebû İsmail Hammâd b. Zeyd : (98-179) Basra'h âlim bir zattır. Saîd b. Zeyd'in kardeşidir. A'mâ olduğu için rivayet ettiği bütün hadîsleri ezberlemiş.

[130] Ebû  Abıîülâh Hişâm b.  Hassan: İbni Şîrîn  İle Hasan  Basri ve başkalarından hadîs rivayet etmiştir. Vefat târihi  147 dir.

[131] Ebu Bekir Muhammed b, Sîrin'dir. Azadlı kölelerden ve tabiînin büyükler inden­dir. Hz. Osman (R.A.) zamanında dünyaya gelmiş; ve otuz kadar sahabeye erişmiştir.  110 târihinde Hasan Basrî'deıı yüz gün sonra vefat etmiştir.

[132] Fudayl b. !yâz: Semerkand'da doğmuş; hadislerini Kûfe'de yazmış; ve Mekke'ye hicret ederek orada   187 târihinde vefat etmiştir. Kabri meşhur ziyaretgâhtır.

[133] Nevevî (631-676) bu zâtın  Hasan b. Rabî' olduğunu söylüyor

[134] İmam Malik şöyle dermiş:

«Bu Üim dindir; binaenaleyh dininizi kimden aldığınıza dikkat edin! Vallahi ben şu direklerin yanında, Resûiüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu, diyen yetmiş kişiye yetiştim. Fakat onlarda» hiçbir şey almadım. Halbuki bu zevatın her biri kendisine beytülmat güvenilecek kadar emin insanlardı. Onlardan hadîs almayışınım sebebi, hadis ilmine ehil olmamalarıdır.»

H2. Mâiifc'e göre dört sınıf insandan ilim alınmaz. Bunlar: «

1- Sefihler,

2-  Heva ve hevesine tâbi1 olup başkalarını da buna davet edenler.

3-  Hadîs uydurduğu bilinmese bile halk arasında yalan söyleyenler.

4-  Rivayet ettiği hadîsi bilmeyen şeyhlerdir. Böyleler! sulehâdan bile olsalar onlar­dan yine hadis alınmaz.»

Şu'be'ye;

«Kimin hadîsi terk edilir?» diye sormuşlar.

«Bir kimse mâruf râvîlerden meşhurların bilmediği şeyleri çok rivayette bulunursa hadîsi terk edilir; hadîs sebebiyle itham olunursa hadîsi terkedilir; çok yanılırsa hadîsi terk edilir; hilittifak hatâ olan bir hadîsi rivayette bulunursa hadîsi terk edilir. Bunlardan başka ise o kimseden rivayet et!» cevabını vermiş.

(Bakınız : «Suyutî, ts'âfü'I-Mübetta bi Ricali-] Muvatta. s. 2-4. [Muvattal-İmam Mâlik ve ŞcrEıuhu  Ten\irû'l-Havaf&   1951/1370  Mustafa   el'Babî Tabı'mn   sonunda.]

[135] Aslen  Herat'h olup Bağdad'a yerleşmiştir. Vefat târihi 227  dir.

[136] Küfelidir. Âsım-ı Ahvel, Muhammed b. es-Sabbâh gibi zevattan hadîs rivayet etmiştir. Sah-hayn  râvîkrindendir.   174 tarihinde vefat etmiştir.

[137] Ebu Abdirrahmaa Âsim b. Süleyman; Basra'hdır. Vefat tarihi 141 veya 142 dir.

[138] Bu gösteriyor ki, o devirde mürsel hadîs kabul edîlirmiş.

[139] İshak b. Ryhuye diye meşhurdur. Aslen Mervez'Ü olup Nisabur'a yerleşmişti. fi  '.tnum \e hadîsde hüfizıdir. Vefat tarihi 238 dir.

[140] İsâ b. Yûnus: Kûfe'iidir. ŞE.m'a yerleşmiş ve 191 tarihinde crada vefat etmiştir.

[141] E\zâî, Abdurrshmiin be Amr: Şaia'h büyük tir âlimdir. Bir zaman Dimeşk'te Vliıhîş; scnrs Bevrut's vcıle^mh ve cracîa 157 tarihinde vefat etmiştir. Zamanında Şam'-li'Unn rr.Vib&iE ipildii idi. Zühd-û takvası, fit ıh ve hadîsdeki dirayeti, fasâhatı, ibâdeti ve uk-mrya hLir'-.tft dıHue dttun cSmuştur. Yetmiş bin meseleye fetva verdiği rivayet olunur. Kf;.S u.t/.ndtn <;iraadiğı h^Ice Yahya b. Ebî Kesîr, Zübrî ve Katâde gibi kibar-ı tâViîn 'C

[142] Dûtimî, Ebu MuhsıiHsed Abdullah b. Abdirrahroan (181-255): Meşhur Miisncd sahibidir Zamanının hafızı idî. Bellcyiş ve fazilet hususunda ona yaklaşan azdır. Ebu Hâ-ıim     (195-277):

«Dârimî zamanının imamıdır.» dermiş. Ebu Hâmid Şaraki:

«Horasan hadîs imamlarından ancak beş zât ;ıkanmştır. Bunlar: 1— Muhammed b. Yr.hya, 2— Muhammed b. İsmail, 3— Abdullah b. Abrîirrabman, 4— Müslim b. e!-Haccâc ve 5— İbrahim b. Ebî Tâlib'dir.» demiştir

[143] Mervân b. Muhammed ed-Demeşkî ct-Tatan (147-210):  Künyesi Ebu Bekr'dir. Ebu Hafs dahi denilir, beyaz elbise satarmış. Mısır ve Şam'da beyaz elbise satanlara Ta-tarî derler

[144] Ebıı Muhammed Saîd b. Abdilâzîz: Dımeşk'lidir. Buhârî'de hadîsi yoktur.

[145] Ebu   Amr   Nasr   b.   Aiî   el-Cehdamî:   Basra'Iı   âlin-   fâzıl   bir   zâttır.   Halife   el-Müstaîm Biilâh kendisini Basra'ya kaadı ta'yin etmek İstemiş. Bu münasebetle Basra valisi tarafından çağırıldığı vakit, istihare yapmak için biraz müsaade istemiş ve; evine dönerek iki rekât namaz kıldıktan sonra:

«Ya Rabb! Eğer senin indinde bir hayrım varsa beni kendine kahzeyle!» diye duâ ederek uykuya "atmış. Uyandırmak istenildiği zaman vefat ettiğini görmüşler. Vefat târihi 250 dir.

[146] Abdülmelik b. Kürayb  (122-216):   Basra'h  olup  lügat imamlarının  büyüklerin-dendir:

«16000 iîrcûze (kasîde) bilirim» dediği rivayet olunur

[147] Abdurrahman   b.   EbiY-Zinârf:   Meşhur   fakih  Ebu'z-Zinâd'm   oğludur.   Kaasim ve Ebu'I-Kaasim adlarında İki kardeşi vardır. Üçü de babalarından hadîs rivayet etmişlerdir. (147)   Eba'z-Zinad: Ebu Abdirrahroan Abdullah b. Zekvân: Medine'nin fakîh ve âli­midir.

Zinâd: çakmak takımı mânâsına gelir. Bu tâbir ekseriya düşüklüğü ifâde için kulla­nılır. İbni Zekvân mezkûr lâkaptan hoşlanmadığı halde onunla meşhur olmuştur. Sevrî (97-161), Ebu'z-Zİnâd hakkında;

«Hadîsde  emîrül-mü'minîndir.»  dermiş.

Buhârî (194-256) :

«Ebû Hiireyre'nin en sahîh isnadı: Ebu'z-Zinâd'in A'rac'dan, oaun da Ebu Hüreyre'-deo rivayetidir.» diyor. Ebu'z-Zinâd  131 târihinde vefat etmiştir.

[148] Ebu Abdillâh Mubamnıed b. Yahya (     -243):  Mekke'de  yaşamıştır,

[149] Ebu Bekr Muhammed b. Hallâd : Benî Bâhile kabilesinden olup Basra'hdir.

[150] Ebû Seleme Mis'ar b. Kedâm (yahııd Kidauı) (     -155): Kûfc'iidir. îlmi, hıfzı ve büyüklüğü ulema tarafından ittifakla kabul edilen bir zâttır.

[151] Ebıi  îshâk Sa'd b.  îbrâbîm:     Hz.  Abdurrahman b.  Avf (R.A.)  m  torunudur, tabiînin büyüklerinden  ve fukahasmdandır. Vefatı   126 veya   127 tarihindedir.

[152] 262 târihinde vefat etmiştir.

[153] Abdan, bu zâtın lâkabıdır. İsmi Abdullah b, Osman, künyesi Ebu Abdirrahmân1-dır.   Azadlı   kölelerdendir.   Aslen   Basra1!)   olup  McrvezMe   yaşamıştır.   Buhârî'nin   beyanına göre 221 veya 222 târihinde 76 yaşında vefat etmiştir.

[154] Ebu  Abdirrahman  Abdullah b.   el-Mubârek  (118-181): Mervez'lidir.  Azadlı   kö­lelerden olup, her türlü fazilet ve kemâlâtı kendinde toplamış büyük bir âiimdir. Tabiînin birçoklarından hadîs rivayet etmiştir.  Kendisinden zamanının büyük uleması İle imamla­rından Süfyan-ı Sevrî ve Fudayl b. Iyâz gibi zevat rivayetle bulunmuşlardır. Eserleri meş­hurdur. Bir gazadan dönerken İrak'da vefat etmiştir

[155] Bu zâtın ismi bazı esas nüshalarda el-Abhâs b. Rizme diye zikredilmiştir. Ne-vevî (631-676), İbnİ Rizme olsun, tbni Ebi Rizme olsun, ikisini de  müşkil saymakta ve gerek Bııbârî'nİn, gerekse diğer birçok rical ulemasının böyle bir isimden bahsetmedikle­rini  kaydetmektedir.  Bu bâbta onların zikrettikleri İsim, Abdiilazîz b. Rizme'dir;  ve 206 târihinde vefat etmiştir.

[156] Bu sözün mânâsı şudur:                                            

«Eğer hadîs, sahih isnâdla uakledilirse; biz onu kabul ederiz. Aksi takdirde o hadîs kabul edilmez.»

Burada hadis hayvana benzetilmiştir. Ayaklan olmayan hayvan nasıl yerinden kalka-mazsa, isnadı olmayn hadîs de kıvamını bulamaz.

[157] Bu muhavere, hadîsin ancak sahih isnadla kabul edilebileceğini göstermektedir. Şöyle ki; Haccâc b. Dînar, tebe-i tâbiîndendir. Şu haiâe Peygamber (S.A.V.) ile aralarında en az bir tabiî İle bir sahâbî bulunmak îcâbeder. Bundan dolayıdır ki, İfanü'l Mübarek onun bu hadisini kabul etmemiş; ve güzel bir istiare yaparak:

«Aralarında aşılmaz çöller var.» demiştir. Bununla hadîsdekt inkıtâı göstermek iste­miştir.

«Sadaka hususunda ihtilâf yoktur» sözünden murâd : Bu hadîsden hüccet olmaz, ama vefat eden ebeveynin için sadaka verebilirsin. Çünkü ölmüşler için sadaka vermek ulemâ­nın   ittifakı   İle caizdir.   Sadakanın   sevabı onlara   uleşır;   demektir.

İmam Nevevî (631-676):

«Doğrusu da budur.» diyor. Şafiîlerden Ebu'l Hasen Mârûdî (382-450) «El-Hâvî» adlı eserinde, bazı kelâm âlimlerinden naklen ölüye hiçbir sevabın ulaşmadığını soylemişse de îmam Nevevî bunu şiddetle reddederek :

«Bu mezhep katt surette bâtıl, kitâb, sünnet ve icma-ı ümmete muhalif açık bir ha­tâdır. Binaenaleyh ona i'timâd edilemez...» dedikten sonra sözüne şöyle devam etmiştir :

«Namazla omca gelince: Şafiî ile cumhur'u ulemaya göre bunların sevabı Ölüye ulaş­maz. Meğer ki; Ölen kimsenin oruç borcu olup da ocun nâmına velîsi yahud velîsinin izin verdiği birisi ödemi olsun. Bu meselede İmam Şafiî'nin iki kavli vardır ki, meşhur olanına göre bu caiz değildir. Şafiî'den sonra gelen mudakkik; ŞâHiyye ulemasına göre ise caizdir.

Kur'an okumanın sevabı dahî Şafiî'nin meşhur kavline göre meyyite ulaşmaz. .rAfiî'-nin bazı ashabına göre ulaşır...»

Nevcvî'nin bu izahatında sevab İle ibâdet birbirine karıştırılmış gibi görünüyor. Bu ciheti ayırmak îcâbeder, Zîra ölen bîr kimseye sevab bağışlamak başka, onun namına ibâ­det borcunu ödemek yine başkadır. Burada mevzu-u bahis olan sevab bağışlamaktır. Cum-hur-u ulemaya ve Şafiî'lerin muhakkîklarma göre bu caizdir; ve bağışlanan sevab hangi ibâdete âid olursa olsun meyyite ulaşır. Bu hususta Hanelilerden «El-Hidâye» sahibi şöyle demektedir:

«Esasen eb!-i sÜBîiet ve'I-cemaate göre insan kendi ameli olan namaz, sadaka, oruç yahud başka bir ibâdetin sevabım başkasına bağışlayabilir...»

Fakat meyyit namına onun kalmış ibâdetini yapmak böyle ittifakı bir mesele değil­dir. Hanefîlerle diğer birçok ulemaya göre namaz ve oruç gibi sırf bedenî ibâdetlerde ni­yabet caiz değildir. Yani onları meyyit nâmına başkası edâ veya kaza edemez. Yalnız ta­biînin büyüklerinden Atâ b, Ebî Rebah (35-115) ile hadîs imamlarından Jshak b. Râhuye (168-238)'nin meyyit namına onun kalan namazlarının başkası tarafından kılınabileceğine kail oldukları rivayet edilir. Şafiî'lerden bazıları bu kavli ihtiyar etmiş; bazıları da her farz namaz için bir müd (ölçek) zahire verilmesini muvafık bulmuşlardır. Ancak bu ka­viller zaif sayılmışlardır.

[158] Ebû  Abdirrahmsn Alî   b.  llascn  b.   Şakîk  (      -215):     Âzadlı   köklerdendir. Aslen Basra'Iı olup Merv'de yaşamıştır.

[159] Ebu B'*r, bu zatın ismidir. Bazıları bunu künye kabul ederek isminin Ahmed yahud Muhammet)  olduğunu  söylemişlerdir.  İsmi  ekseriyetle «Ebu Bekr  b. cn-Nadr» şek­linde kullanılır. Vefat târihi  245  tir.

[160] Ebu'n-Nadr Hâşim b. el-Kaasim ( -207): Ebu E kr b. en-Nadr'm dedesidir. Kaysar lâkabını taşır. Aslen Horasan'h olup Bağdad'da yaşamıştır

[161] Bühcyye: Hz. Âişe (R.A.Vdan hadis rivayet eden bir kadındır. Hatta bu  ismi kendisine onun verdiği söylenir. îîüheyyc'den hadîs rivayet eden Ebû Akil onun âzadlısıdır. Eba Akilin ismi Yahya b. el-Mii(evekkil"dir.  Bu  zât Mcdîne'üdir.  Kûfe'U olduğunu  söy­leyenler de vardır. Yahya b. Maîn  (156-233), Alî b. Medînî (161-234),  Dâriim (181-255), Nesaî  (215-303) ve  diğer bazı  imamlar,  Ebu  Akili zaif saymışlardır.   Bu   hâl   karşısında imam  Müslim  (204-261)  in  ondan  nasıl  hadîs  rivayet ettiği  hatıra gelebîür.  Nevevî  (631-676) buna iki vecihle cevap vermiştir:

a)    Müslim'in  nazarında  bu   zâtın  mecruh   olduğu   müfesser (îzâhlO  bir  şekilde   sabit olmamıştır. Cerh ancak müfesser olursa makbuldür.

b)    MasÜm  bu  hadîsi  maksud  bizzat  değil,  şâhid  olarak  zikretmiştir

[162] Bişrü'bnül-Hakem    el-Abdî   (      -238):   Nişabur'ludur.

[163] el-Kaasim b. Ubeydillâh: Hz. Ömer (R.A.)'m torunudur.

[164] Bundan   önceki  rivayette  el-Kaasim e:

«Sen iki hidâyet İmamının, Ebu Bekir'le Ömer'in oğlusun» denildiği hâlde burada: «Ömer'le, tbni Ömer'in oğlusun.» denilmesi birbirine muhalif gibi görünürse de ha­kikatte muhalefet yoktur. Zîra el-Kaasim'in babası Ubeydullab, onun babası Abdullah, onun babası da Hz. Ömer (R.A.) dır. Annesi de Ümmü Ab d i Hah olup el-Kaasim b. Mu-bammed b. Ebî Bekrin kızıdır. Şu kaide Hz. Ebu Bekir bu el-Kaasim'in anne tarafından, Hz. Ömer de baba tarafından büyük dedesidir. (Radıyallahu anhüm.)

[165] Hâsılı ilimsiz ve güvenilir sened olmaksızın dîn namına söz söylemek, bilmi­yorum demekten daha çirkindir.

[166] Abdullah b. Avn (     -151): Basra'h büyük bir imamdır. Kendisine «Seyyidii'l-Kurrâ» derlerdi. Ehl-i takva büyük bir zât olduğunda ulema müttefiktirler.

[167] Şebr b. Havşeb: Şam'lıdır. Dımeşk'Iİ diyen de olmuştur. Künyesi Ebu Saîd veya Ebû AbdİHâh yahud Ebû Abdirrahman'dır. Hakkında: Beyiülmarden bir harita çal­mış diye söz edilmişse de tahkik neticesinde bu iddianın yalan olduğu meydana çıkarılmış­tır. Keza hac esnasında arkadaşının zenbilini çaldığı söylenmiş; fakat bunun da iftira ol­duğu anlaşılmıştır. Şehr'i birçok hadîs imamları mevsuk kabul etmişlerdir

[168] Haccâc b. Yusuf b. Haccac es-Sakafî, Bağdad'lıdır. Babası şair o!up meşhur Kbu Navâs'ın arkadaşıdır. Bu Haccâc'm ismi, künyesi, babasının isim ve künyesi, mensub olduğu  kabile  meşhur  Haecac-ı  Zâüm'inkine  uymaktadır.   Yalnız  dedelerinin  isimlerinde ayrılırlar.

[169] Âzadlılardandır.   Medâyin'lidir.   îsmî   Mervan,  lâkabı   Şebabe'dİr   diyenler   de vardır

[170] Künyesi Eba  Salih, vefat târihi 223  dür.

[171] Bu sözün mânâsı: imam Müslim'in dediği gibi, yalan söylemek istcmediUerf hâlde ağızlarından yalan çıkar; demektir. Çünkü bunlar hadîsin ehli olmadıktan için bil­meden, hadîs dîye uydurulmuş bazı  sözler rivayet ederler.

[172] Ebul-Abbâs el-Fadl b. SebJ b. İbrahim (   -255): Bağdad'da vefat etmiştir.

[173] Ebû Hâlid Yezîd b. Hârûn (118-206): Vasıflıdır.  Dedesi âzadll kölelerdendir

[174] Ebû   A tirfil I âh  Mekhûl:  Âzadlı   kölelerden   olup  Dımeşk  fukahasmdandır.   113 veya 114 tarihinde vefat etmiştir.

[175] Yânî Gâtib'in yazdırdığı şeyler, defterindekilere uymadığı için oradan savuşup gittim demek istiyor. Zira yazdırırken :

«Bire Mekhûl rivayet etti» diyordu. Halbuki defterine : «Bize  Ebân, Enes'den rivayet etii.» şeklinde yazmıştı.

[176] Bu cümle Affân'm defterinde Hasen'in gördüğü hadîsi beyan ediyor,

[177] Hişâm b. Ziyâd : Basra h oiııp bütün hadîs imamiannea zaîf tanınmış bir râ-Ivîdîr. Ancak  İmam  Nevevî (631-676) nin beyanına göre Hişâm'ın vaktiyle:

«Bana Muhammed'den naklen Yahya rSvâyct etti.» derken sonradan :

«Bana Muhammed rivayet etti.» demesi zaîf olmasını îcûbettirmez. Çünkü burada sarahaten bir yalan yoktur. Olabilir ki o hadîsi Muhamroed'den işitmiş de unutmuş; ve onu Yahya vasıtasıyla rivayet etmiştir. Sonra Muharomed'den işittiğini hatırlayarak ondan ri­vayette bulunmuştur. Şu kadar var kî buna bir takım karineler de inzimam etmiştir. l>te bu karineler, büyük hadîs imamlarının :

«Hişâm, Muhammed'den bizzat işlememiştir.» hükmüne varmalarını  iktiza eylemiştir.

[178] Hafız tbni Asâkir'in  «El-Müsteksa fi fedâili'l-Mescidi'l-Aksas  adlı  eserinde ri­vayet ettiği bir badîsde şöyle denilmektedir : «Fitre bayramı günü oldu mu melekler yol-lann ağızlarına durarak:

— Ey müslümanlar cemaati, rahîm olan rabbımza gidiniz! Hayn emreder; onun karşılığında bol sevap verir. Size emir buyurdu; oruç tuttunuz ve rabbiraize itaat ettiniz; o halde haydi bahşişlerinizi alınız! derler. Bayram namazını kaldıklarında gökyüzünden bir münâdî: Evlerinize hidayet üzre dönün! Zira bütün günahlarımız affolundu... diye seslenir. Bugüne bahşişler günü denir.

[179] Burada Müslim (204-261) râvîyi, rivayet ettiği hadîsle ta'rîf etmek istemiştir. Hz. Ebu Hürcyre (R.A.)'dan merfû1 olarak rivayet edilen bu hadîsde :

«Dirhem mikdân çıkan kandan dolayı namaz iade edilir.» denilmekte ise de Nevevı (631-676) onun, hadîs uleması nazarında bâtıl ve asılsız olduğunu beyan etmiştir.

[180] Buhârî (194-256) onun hakkında:   «Müokerü'I-hadistir» demiştir.

[181] Ebu  Muhammed  BakıyyetüİJDÜl-Velîd.  Hadramut'tu   olup   Hums'da  yaşamış­tır. Bir hadîs rivayet etmiştir.

[182] Künyesi Eha R«â' olup ismi ihtilaflıdır. Bazılarına göre Kuteybe'dir. AÜ ve Yahya olduğunu söyleyenler de vardır. Vefat tarihi 240 dır.

[183] Şa'bî: Âmir b.  Şnrahbil Hemdâni'dir.  Tefsir, hadîs, fıkıh  ve  megâzî  ilimle­rinde büyük bir imamdır. Tabiîndendir.  104 veya  106 tarihinde vefat etmiştir.

[184] el-Hârb b. Abdiltâh: Kûfe'H olrn bilittifak zaif bir râvîdir.  Buradaki hadîs­lerini Müslim, onun münkerlerine bir örnek iumışa benziyor. Zîra bu adam Şiilerin en taş­kınlarından ve yalancılardandır,

[185] Kûfe'lidir. Hz. Ebu Musa el-Eş"arî'nin tonınlarındandır. Vefat târihi 234 dür.

[186] Hammüd b. Üsâme: Kûfe'li pek metin  bir hafız ve âbid bir zâttır.  Âzadlı kölelerdendir. 201 tarihinde vefat etmiştir.

[187] Mufaddıl b. Mübelhil: Künyesi Ebu Abdİrrahman'dır. Kûfe'li yaman bir hâ-fu ve âbiddir.

[188] Ebû  ilişim  MutfranVImfl Miksem  (     -133):   Kûfe'lidir.   Sahîhayn   râvîlçrin-dendir.

[189] Bazıları buradaki vahyi yazı yazmak, yazı öğıcnmck ma'nasına almışlardır.

[190] Ahmed  b,  Abdillâh  b.  Yûnus:   Kûfe'lidir.  227   tarihinde  orada vefat etmiştir

[191] Ebu's-Salt   Zâidctü'bnü   Kudâme   (      -161)   Kûfe'lidir.

[192] Hamzetii'bnü   Habib:   Azâdlı   kulelerdendir.   Zeytin   yağı   ticareti  yapardı.   I5ı indc   Kûfe'de  vefat etmiştir.

[193] Ebu tsroaîl Mtirratü'bnü ŞürâhU: Kûfe'lidİr. Çok ibâdet ettiği için kendisine «et-Tayyib» derler. Günde bin rekât namaz kılarmış. İhtiyarlığında bunu yarıya indirmiş. Haccâc zamanında  76  tarihinde vefat etmiştir

[194] İbrahim b. Süveyd co Nchaî: Kûfe'Hdir,  Meşhur fakîh Nehaî bu değildir.

[195] Bu   adam   hakkında   imam   Ncsaî   (215-303)   «KitâbuM-Duafâ»   adlı   eserinde: «Kûfe'H  bir  deccaldır.  Peygamberlik iddia  etmiş;  ve  Nehaî zamanında   ateşle  yakıl­mıştır.» diyor.

[196] Ebu Abdirrahim : Bazılarına göre hikayecilerden Şakîk-ı Dabbînin kardeşi olup Kûfc'lidîr.   Bir  takımları   bunun   Se!emetü<bnü   Abdirrahman   en-Nehaî   oîduğısnu   söylerler. Her ikisinin  künyeleri Ebû Abdirrahim'dir. Ve İkisi de zaîftir.

[197] İsmi Fudayl b. Hiiscyn b. Talhadır.  Basra'lıdır.   237 tarihinde vefat  etmiştir.

[198] İsmi   Abdullah   b.   Habib   b.   Rubeyyia'dir.   Kûfe'li   olup   tabiînin   büyüklerin-dendir. 72 veya 74 yahud 85 tarihînde vefat etmiştir.

[199] Kaadi  Iyâz  (476-544)  bunun  Kûfe'li   hikayeci  Şakik-ı Dabbi  olduğunu   söyler. Künyesi Ebû Abdirrahim'dir.   Bazılarına göre bu Şakîk,  ibrahim'in «Sakının!»  dediği Ebû Abdirrahîııı'dir. EIıû Hatim er-Râzî (195-277) nin tbni Medînî'den naklen beyanına göre: İbrahim'in  «Sakının»   dediği  Ebiı  Abdirrahîm,   Selemetü'bnü   Abdirrahman   en-Nehaî'cÜr.

Ebû   Vâil'den   mıirâd:   Şakîk   b.   Sclemcte'i-Esedî'dir.   Bu   zât   tabiînin   büyüklerinden, meşhur bir âlimdir.

[200] Müslim'in   ravilcrindcndir.   Bııhârî'de   hadîsi   yoktur.   Vefalı   240   tarihindedir.

[201] Rac'at   veya   rie'at:   lügatte   dönüş   ina'nasma   gelir.   Bir   adam   karısını,   sara­haten talfıkda kuîlanılan sözlerden biriyle boşarsa, nikah tazelemeye hacet kalmaksızın bu so/.Ünden dönebilir.   İşte bu dönüşe rie'at veya rac'at derler.  Ancak burada rac'attan  mu-rad bu değil,  dalâlet fırkalarından «Râfizilersin bâtıl bir i'tikadıdır. Onlara göre Hz.  Alî (R.A.) bulutlar arasında gizlidir.  Oğlu Muhammed b, cl-HaneFiyye de  ülmemiştir.  Medine İle Yenbû arasırıdaki «Radvâ» dağında gizü yaşamaktadır. Kıyamete yakın meydana çıka­caktır.  Iİâfİzıler:

«Ali   (R.A.)   gökyüzünden:   Benim   filân   oğlumla   beraber   çıkın!   demedikçe   biz   çık­mayız.»  derler, te buradaki rac'attan  murad bu  meseledir.

[202] Nişabur'lu   olup  Mekke'de   yaşamış;  ve   247- târihinde  orada  vefat  etmiştir.

[203] İsmi   Abdullah   b.   ez-Zübeyr   b.   isa'dır.   Mckfcc'lidîr.   219   târihine   vefat   et­miştir.

[204] Meşhur imam Süfjan b. L'yeyne (107-198).

[205] Abâülhamid   b.   Abdİrrahman :   Kûfe'lidir.

[206] Bu zât muhaddislerce zaif bir râvî ise  de  burada  mütâbeâtta zikredilmiştir

[207] Bâkur  nâmiyle şöhret   bulan   Muhammed   b.   Ali   b.  Hüseyn  (R.A.)   ılır.

[208] Ebû Sevr nâmîte  ma'ruf  Bağdad'lı bir  fakîhtır.  Vefat tarihi   240 dır.

[209] Ilişâm   b.   AbdİImelik   et-Tayalisî:   Basra'hdir.   227   tarihinde   42   yaşında   iken vefat etmiştir

[210] Sellâm b. Sa'd : Basra'ltdır.   164 veya   167 tarilrinJe Mekke'den  gelirken vefat etmiştir

[211] Kur'an-ı   Kerim, Ytısut  (A.S.) sûremi, âyel : 80.

[212] Ebû Abdillâh Ahmed b.  İbrahim   ed-Devrakî:   (168-246) Bağdadlıdir.   Kendi­sine niçin DeTrakî denildiği ihtilaflıdır. Bazılarına göre babası âbid imiş, âbidlere devrak derlermiş. Dcvrakıyye denilen uzun bir külah giydiği yahud Devrak denilen beldeden ol­duğu için bu ismin verilmesi muhtemeldir

[213] Ebû   İsmail   Hatnmad   b.   Zeyd   el-Cehdsmî:   Basra'lıdir.   Azadh   kölelerdendir. A'mâ   olduğundan   rivayet   ettiği   bütün   hadîsleri   ezherlermiş.   96   ile   99   tarihleri   arasında doğmuş;   179 da vefat etmiştir.

[214] Eyyüb'ü Sahtiyanı:   Eyyüb b.   Ebi Temİnıcte-Keysan'is-Sahtiyanî.   Ebu  Bekri'l-Basrî.

Tabiinin büyüklerinden zühd-ü takvasıyla meşhur bir Hafız-ı Hadis ve İmam-i Ce-lildir. Enes b. Mâlik, Amr b. Seiemcte'l-Çîrmî. Hamîd b. Hilâl Ebu Kılâbe, Kasım b. Mu­hammed b. Ebu Bekri's-Siüdık, Abdurrahman b. Kasım-Siddıkî, Nâfi b. Asım b. Ömeru'l-Farûk (R.A.), Atâ, îkrime Amr b. Dinar, Ebu Rcca Utarîdî, Ebu Osman Nehdî, Hafsa binti Sirîn ve Muazetü'l-Âdevî gibi ecİlle-i Tabiin ve Ashabdan rivayetde bulunmuştur. Kendisinden de îmam Hafız A'meş, Katade, Hammad b. Zeyd, Hammad b. Seleme, Süf-yan b. Uyeyne ve Süfyan'is-Sevrî, Şıt'be  Abdul varis,  îmam Mâlik,  İbn-İ  İshak-,   Said  b. Ebî Arûbe, tbni Âliyye gibi zevat rivayette bulunmuşlardır. Kütüb-ü Sitle'nİn hepsinde rivayeti vardır.

Kendisine yetişip gören herkes medh-ü sena etmekte yarış etmişlerdir. Hasan-i Basrî (R.H.); «Basra gençlerinin seyyidi E>-yub'dur.» İmam Şu'be : «Eyyub âlimlerin seyyididir.» îmam İbni Uyeyne: «Onun gibisine rastlamadım.» îmam Hammad b. Zeyd : «Görüşüp konuştuklarım içinde ondan faziletli ve sünnet-i Nebcviyeyc uyan kimse yoktur.» demiştir.

Âbid, zâhid İmam İbni Avn; «İbnt Sirîn'in irtihalinde biz birbirimize :

  Bundan sonra kime uyacağız? der, sonra :

  Hep birden :  Eyyûb'e diyorduk  demektedir.*

Tabakat ilminin büyük imamı İbni Sa'd: «îmam Eyyub-u Sahtiyan: Hadîsde sika, sebt'İr. Adaletle muameleyi vera-u takvayı şahsında cemetmiştîr. İlimde sözü hnccctdir.» Tabakatu Kübra, C. 7, s. 246 da demiştir. Hişam b. Urve; «İmam Eyyub gibisini Basra'­da görmedim.» İmam Saîd b. Âmir'ed-Dabııî; Sellam'ın: «İmam Eyyub Sahtiyanı gece­leri ışığını karartır ve —yüksek sesle— okumazdı. Sabaha yakın o saatde kalkmış gibi görünsün diye sesini yükseltirdi.» dediğini rivayet ediyor. İmam Hafız Eyyub Sahtiyan! kendisi de; «Allah, İbâdâtû taatmda zâhidlige meyleden ve bunu halka eza verecek hâle getiren kulu —o hâle düşmekten— konısuo» derdi. îmam, Hâfız-Eyyub Sahtiyanı Ve-lid b. Yezîd'in arkadaşıyken; Velid Emevî hilâfetine geçince, onunla İlgisini kesmiş ve Allah'a: «Ya FUbbîL Onu bana unuttur.» diye dua eylemindir. Tabiinin bu büyük İma­mı   131   Hicret yılında  63  yaşında  irtihal-i  dâr-ı  beka  eylemiştir  (Rahimehullah).

Kaynaklar; îbni Sâ'd, Tabakat, C. 7, s. 233-246. Zehebi Tezkiretül-Huffâz, C. 1, S. 130-132. Hazrecî, Hulâsarü Tehzibü'I-Kemâl, s. 36. İbnî Haceri'l-Askalânî, Tehzibü't-Tehzib,  C.   1,  s.   397. No.  733f Ebu  Naİym,   HİIyetu 1-Evlİya,   C.   3, s.   3-14,  No;   201.

[215] Süleyman b. Harb (140-224): Künyesi: Ebû Eyyub olup Basralıdır. Mekke kadısı idi.

[216] Bassra'fiin   fâdıl   fakihlcrindendir.   Anc;tk   kendisini   Siifyân   b.   Uyejne,   tbni'I-K;!İi:m,  AbdurraİHiıun  b. Mehdi   ve   Altıned  b,   Hanbel  gibi  zevat   zaif iaymnlarüır.

[217] Affûn  b.  Müslim   cs-Saffıîr:  Azadlı   kölelerdendir.   86   yaşında iken   220  tari­hinde Iîağdad'da vefat etmiştir.

[218] Nüfey' b.  c1-Hâris*dir.   Masalcılardan  biri   olup  biîittifak  zaif ve   metruktür.

[219] Katâdeti)"bnii   DiJmc:   Basra'!ıdır.    117   veya   118   tarihinde   Vâsıi'da   vef'i   et­miştir.

[220] Bu taunun ne zaman vuku' bulduğu çok ihtilaflıdır, İslâmiyet devrinde beş Hi'ük tâıın vak'ası oUîııöu fakat Mekke İie Medine'de hiç bir ?aman liuv, zıılmr etmediği söylenir

[221] Saîdü'bnii'l-Müseyyeb  (   -93):  Tabiînin  büyüklerinden  olup   fıkıh,   rü'ya  ta'-bîri, takva ve sairede yekta bir imamdır.   Babası   el-Miiseyyeb  (R.A.)  meşhur bir  sahâbî-dir. AIiyü'bnii'l-Medinî   (161-234)  ııin  beyanına göre  Iraklılar  bu  ismi,   el-Müscyyeb  şek­linde okurlarnıış. Ncvevî (631-676):

«Meşhur olan da budur.» diyor. Fakat Medîne'lİler : «1-Miiseyyib okumuşlardır. Hattâ Saîd'in,  kendisine  el-Miiseyycb  denilmesinden  hoşlanmadığı   rivayet  olunur.

[222] Sa'd b. Mâlik: Meşhur sahâbî Sa'd b. Ebî Vakkaas (R.A.) dır. Ebu Vakkaas'ın adı Mâlik idi.

[223] Bu sözden maksad, a'mâ Ebu Davud'un  iddiasını çürütmektir. Qyle  ya, Ha-san-ı Basrî (21-110) ile Saîdii'bnü'l-Müseyyeb (    -93) gerek yaşça başça gerekse ilmu  ir­fanca Ebu Davud'dan daha büyük oldukları halde SadüTınü Ebî Vakkas (R.A.) dan başka hiç bir Bedir gazisinden hadîs rivayet etmezlerse, Ebu Davod on sekiz Bedir gâzîsiyle gö­rüştüğünü nasıl iddia edebilir? Bundan dolayıdır ki Nevevî (631-676):

«Bu söz pek büyük bir iftiradır.» demiştir

[224] Osman  b.  Mubammed  b.  tbrâbîm  (156-239):   Ebu   Bekir   Abdullah   b.   Ebî Şeybe'nin büyük biraderidir. Bu da kardeşi gibi büyük bir hafızdır. el-Kaaslm isminde bir kardeşleri daha varsa da o hadîs  rivayet etmemiştir.

[225] Ebu Abdillâh RakabehiTmii Abdillâb: Kûfeli büyüt bir zâttır.

[226] Ebu Cafer: Abdullah b. Misver-el-Medâinî, zaif batta hadîs uyduranlardan biridir. Burada Medenî diye zikredilmişse de asıl nüshaların  bazılarında eJ-Medînl, bazı­larında da el-Medâinî denilmiştir. Medenî ve Mcdînî: Medîneîi ma'nasına gelen İki ism-i mensuptur. Fakat imara Bahârî (194-256) bunların arasında fark bulmuş; ve:

cMedînî:  Medine'de  oturup  oradan  ayrılmayan;  Medeni  İse  asle*  Medîneîi   olup başka yere göç eden ma'nasına gelir.» demiştir.

[227] Ebû  Abdillâh  Nuaym  b.  Hammâd   (     -228)   Mervezli   olup   Mısır'da  yaşa­mıştır.

[228] Burada bazı nüshalarda, tahvil işareti olan (H.) vardır. Bazılarında yoktur.

[229] Bu zât imam Müslim (204-261) in arkadaşlarmdandır.

[230] İsmi Süleyman b. Davud'dur (133-204). Aslen  acemdir.  Âzâhlardandır

[231] Ebu Abdillâh Yûnus b. Ubeyd b. Dinar (     -139) Basra'lıdır.

[232] Kaderiyye taifesindendir. Vaktîle Hasao-i BasrTnin arkadaşı İmiş

[233] Basra'lıdır. Vefat târihi 249 dur.

[234] Muâı b.Muâı b, Nasr (119-195): Basra'da kadı idi.

[235] Hadîs-i   şcrîf   sahihtir.   Biççok   yollardan   rivayet  olunmuştur.      Onu   Müslim (204-261) dahî tahric etmiştir.  Ma'nası:

[236] Bu cümleden murad :  Bâtıl olan mu'tezile mezhebini yermektir. Çünkü Amr bu  hadîsi mutezile  mezhebini te'yîd  için yalandan  rivayet etmişti.  Mu'tezile'ye  göre bü­yük  günahları  irtikâb  edenler  îmandan  çıkar fakat kâfir değil,  fasİk  olurlar. Ve cehen­nemde ebedî kalırlar.  Bu meselenin tafsilâtı îmân  bahsinde görülecektir.

[237] Azadh kölelerden olup Basra'hdır. Bağdad'da yaşamış; ve 235 târihinde cuma günü vefat  etmiştir.

[238] Burada râvî şek  etmiştir.

[239] Ebu Said Sellam b. Ebi Muti: (     -164) Basra*!ı olup azadlı  kölelerdendir.

[240] Salih b.  Beşîr  el-Mürrî:  tsmi  üzerinde,  sâlih,  âbid  ve zâhid  bir zâttır. Al-lah'dan pek korkar; bu sebeple daima ağlarmış.  Sesi o kadar güzelmiş ki Kur'ao okur­ken dinleyenlerden bayılıp ölenler olmuş. Hadîsin yalan olması kasdî değil, bu fenni bil­mediğinden ve her işittiğini doğru sanarak farkına varmadan bazı uydurma hadîsleri ri­vayet etmesindendir.

[241] Ebu Alime d Mahmud b. Gaylân Mervezi (     -239) Âzadh kölelerdendir

[242] Ebu'n-Nasr Cerîr b.  Hâzim b.  Zeyd  (85-170): Basra'lıdır

[243] el-Hasea b. Umara; Bilittifak zaif ve metruk bir râvîdir.

[244] Buhari, Müslim ve el-Muvatta'da bu zâttan başka (el-Cezzâr) adlı râvî yoktur.

[245] Nevevî (631-676) diyor ki:

— Bu sözün ma'nası şudur: el-Hasen b. Umara yalan söylemiş; ve bu hadîsi el-Hakem'den o da Yahya'dan, o da Alî'den rivayet etmiş göstermiştir. Halbuki hadîs Ha-san-ı  Basri'den  rivayet  olunmuştur.

[246] Ziyâd b. Meymun: Basra'h, zaif ve metruk bir râvîdir.

[247] Hâlid b. Mahdûc: Vâsit'h zaif bir râvîdir. Enes b. Mâlik (R.A.) a yetişmiştir.

[248] Eba Abdillâh Bekr b. Abdiliâh cl-Müzenî (     -108): Basra'hdır. Tabiînin bü­yüklerinden fakîh ve âbid bir zâttır. Atkame'nin kardeşidir.

[249] Müverrik  b.   el-Müşcmric  (yahud   el-Müşemrih):   Kûfe'lidir.   Tabiînin   büyük­lerinden âbid ve zâhid bir zâttır.

[250] Yezîd b. Harun'un bu iki zattan hadîs rivayet  etmeyeceğine yemîn  vermesi, müslümanlara nasihat içindir. Tâ ki onlardan nefret etsinler de yalan hadîslerine  aidan-masmlar

[251] Abdüssamed b. Abdilvâris: Künyesi Ebu Sehl'dir. 207 tarihinde vefat etmiştir

[252] Ebu'I-Hasen en-Nadr b. Şümeyl (122-204): Aslen Basra'h olup Mcrv'de doğ­muştur. Fitne dolayısiyle bir müddet Basra'da kalmış; sonra yine Merv'e dönmüştür.

[253] Kaadi Iyâz (476-544) in beyanına göre bu hadîsi Ziyad b. Meymun Hz. Enes (R.A.)'dan   rivayet  etmiştir.   Hulâsası   şudur:   Medine'de   Havla'   isminde   koku   satan   bir kadın varmış. Bu kadın Hz. Âişe (R.A.)'nın yanma girmiş de kocasıyla olan  münasebet­lerini ona anlatmış. Güya Peygamber (S.A.V.) kocasının fazileti hakkında bir şeyler söy­lemiş. Halbuki bu hadîs uzun olmasına rağmen sahîh değildir.

[254] Doğrusu Gafele'dir.

[255] Abdülkuddüs hadîsin hem isnadında, hem metninde tashîf yapmıştır.  Metin­deki tashîfi: (ruh) ve (garaz) kelimelerini (ravh) ve (arz) okumasıdır. Hadîsin ma'nası:

«Kendisinde ruh bulunan hayvanın silâha hedef yapılmamasıdır.» Nitekim av bah­sinde görülecektir inşaallah. Müslim (204-261) bu hadîsi Abdülkuddûs'ün tasnifini, gabâ-vet   ve   vehmini  göstermek  için  getirmiştir.

[256] Tuzlu kaynaktan murâd : Kinaye yolu ile Mehdî'nin zaif ve mecruh bir râvî olduğunu   anlatmaktır.     Filhakika  Mehdi  bilittifâk  zaif  ve  metruk  bir  râvîdir.  O  zâtın Hammâd'a:  «Evet»   diye cevap vermesi  de bu hususta onunla hemfikir olduğunu bildir­mek içindir, Hammâd'ın künyesi Ebû İsmail'dir.

[257] Bu  sözün  ma'nası:  Ebân  kendisine  sorulan  bir  şeyi  Hasan'dan  rivayet  edi­yordu. Ama bu hususta yalan söylüyordu, demektir.

[258] Kaadı  Iyaz  (476-544)  in beyanına göre bundan  murad : Rü'ya  ile bir şeyin kafi olarak sabit veya bâtıl olacağını  isbât değil, Ebân'm zaif bir râvî olduğunu göster­mektir. Çünkü rü'ya ile bir hüküm sabit veya bâtıl olamaz. Nevevî (631-676) bu hususta ulemânın ittifak haline olduklarını söylüyor. Ve bunun Peygamber (S.A.V.)'i rü'yada gör­me hadîsine muhalif olmadığını beyan ediyor

[259] Künyesi   Ebû   Yahya'dır.   Azadli   kölelerden   olup   Kûfe'lidir.   211   veya   212 tarihinde vefat etmiştir.

[260] Ebu tshâk el-Fezârî: İbrahim b. Mubammed b. el-Hâris. Kûfe'lî olup Şam'da yaşamıştır. t!mü fazileti ulemaca müsellem bir imamdır.  185 veya 186 tarihinde vefat et­miştir

[261] Nevevî, Ebu tsbâk'ın  İsmail b.  Ayyaş hakkında söylediği bu sözleri, Cum­huru ulemanın kavline muhalif bulmaktadır. Cumhura göre ismail, Bakıyyeden bile üstün bir râvîdir. Yahya b. Maîn (156-233):

j «îsnısîl b. Ayyaş şutadır; Şamlılar healm nazanmda Bakıyye'den bile makbuldü.» demiştir.

Buhârî (194-256):

«îsîrtailin Şamlılardan rivayet ettiği hadîsler esab.hr.» demektedir. Tinnirî (209-279) imam Ahmed b. Hanbel (164-241) in:

«Ismaîl Bakıyye'den daha elverişlidir. Zira Bakıyye'nin münker hadisleri vardır.» de­diğini nakleder. İsmail Şam'hdır.

Bazıları İsmail'in hemşehrilerinden rivayet ettiği hadîsleri sahih bulmuş; Medîneli-lerden rivayet ettiklerini sahîh kabul etmemişlerdir. Onun hakkında en çok lâf edilen hu­sus, Mekke ve Medıne'lilerin mevsuk olanlarından garîb hadîsler rivayet etmesidir. îbni Hibbân'm beyanına göre İsmaî] gençliğinde çok iyi bir hafizmış. ihtiyarlayınca bildiklerini karıştırmağa başlamış.

[262] Yâni, Bakıyye tedîis yapmıştır. Bu nevi îedlıs çirkin bir şeydir. Çünkü râvîyi başkası  İmiş  gibi  gösterir.   Bu  hadîsle  ihticâc edilemez;  çünkü  râvîleri  arasında  meçhul vardır.  Hadîs burada  mütâbeat için zikredilmiştir.

[263] Ebc'l-Hasen  Ahmed b.  Yusuf eî-Ezdi,  Nİşaburlııdur.

[264] Ebu Nuaym el-Fadl b. Dükeyn (Dükcyn'in ismi Amr'dır)'(130-218):  Kûfe'-lidir. Âzâdlı kölelerden olup zamanının en büyük âlimlerindendir.

[265] El-Mnallâ  b.  Urfân   (yahud  İrfan):   Kûfe'li  olup   aşırı   Şiî'lerdendir,   Hadîsi kabul edilmez.

[266] Bu sözün ma'nası şudur: İbni Mes'ud .(R.A.)'ın Sıffîo'de çıkagelmesi el-Muailâ tarafından  Ebu Vâil'in üzerine  atılmış bir iftiradır. Çünkü  tbni  Mes'ud  (R.A.)  32 veya 33 târihinde yani Hz. Osman (R.A.) halîfe olmazdan üç sene evvel vefat' etmiştir. Sıffîn vak'ası  ise  Hz.  Alî  (R.A.)  zamanında  vuku*  bulmuştur.     Binaenaleyh  Hz.  İbni Mes'ud (R.A.)'ın  Sıffîa'de  meydana  çıkmasına  imkân  yoktur.   Meğer  kî;   Öldükten   sonra  tekrar dirilmiş ola!,.  Bittabi bu da olmamıştır.

Ebu Vâil'in fazilet ve kemal sahibi büyük bir zât olduğu herkesçe ma'Iumdur. el-Muallâ ise zaif bir râvîdir. Şu halde bu yalanı onun uydurmuş olduğunda şüphe yoktur

[267] Eba Hafs Amr b. Alî b. Atâ (     -190): Basra'lıdır.

[268] Ebu Ca'fer ed-Dârİmî, Ahmed b. Saîd b. Sahr: Nişabor'iudur. Âlim, fâzıl İve âdil bir hadîs hafızıdır, ömrünü hadîs yolunda geçirmiş; ve 253 târihinde Nişabor'da ıvefât etmiştir.

[269] Ebû Mırtammed Bişr b. Ömer: Basra'lıdır. Sahîhayn râvîlerindendir.

[270] Mâlik b. Eoes (93-179): Meşhur dört mezheb imamlarından Hz. İmam Mâ-lik'tir

[271] İsmi Muhammed b. Abdirrahman'dır. Büyük bir âlimdir. 259 da vefat etmiştir.

[272] Ebu   AbdHlâh  ŞuTSetü'l-Kura^î: İbni  Abbâs  (R.A.)'ın   Szâdlisıdır,  Medîne'lidir.

[273] Bu  adam aşın  derecede Şiî olup, İsnadlan bozarak  rivayet  edermiş.     İmam Şafiî onun hakkında: «Haramdan hadis rivayet etmek haramdır.» dermiş

[274] Bu söz açıkça gösteriyor ki, imam Mâlik'in kitabında yer alan bir kimse ona göre sika demektir. Velev ki, başkaları nazarında sika olms -n. Hadîsde ismi geçen şahıs­lardan :   Tev'eme,   Kaadı îyaz (476-544)'ın   beyanına   göre  tmeyyetüTmü  Halefin   kızıdır. Tev'çme  ikiz  demektir.   Hakîkaten   bu   kadının   da   kız  kardeşiyle  ikiz  doğduğunu   Buhârî (194-256),  Vâkıdî   (130-207)   ve   başkaları   rivayet   etmişlerdir.   Salih'in   mevlâsidır.   Kaadı îyaz, bu Salih'i, Ebu  Salih  diye  kaydetmekte, isminin  de ?-*=bhftn  olduğunu  söylemekte­dir. Ebu Salih'i imam Mâlik (93-179) zaif saymışsa da başkaian onu mevsuk kabul etmiş­lerdir. Meselâ Yahya b. Maîn (156-233):

«Bu Salih sika ve hüccettir.» demiştir. İmam Mâlik'in onun İhtiyarlık devrine yetiş­tiği söylenir, İhtiyarlığında Salih, hadîsleri karıştırmağa başlamıştı. Daha evvel ondan ri­vayet edilen hadîsler sahihtir. Maamâfîh, Ebû Ziir'a ( -264) gibi bazı imamlar onu yine de zaif kabul etmişlerdir. İmam Mâlik'in zaif dediği diğer zevattan: Ebu'i-Huveyris ile ŞuTietü'l-Kıırcşî hakkında ihtilâf vardır. Şulıc'den rivayet eden Ebu Zi'b, büyük bir âlim­dir. Onun hakkında söz yoktur.

Haram b. Osman: Bilittifak zaif bir  râvîdir. Buhârî (194-256)  onun  hakkında : «Münkerüi-hadîsdir» demiştir.  Aşırı derecede Şiî olduğu  söylenir. İmam Şafiî onun hakkında: «Harâm'dan hadîs rivayet etmek haramdır.» dermiş.

[275] Ebu Zekeriyya Yahya b. Maîn (156-233): Bağdad'h büyük bir hadîs imamıdır

[276] Şurabbîl: Megâzî  imamlarmdandır.  Ahir  ömründe  bunamış  ve  hadîsleri ka­rıştırmağa başlamıştır. Ona buna  el  açacak derecede fakir  ve  muhtaç kalmıştı.  Hadısle-riyle ihticac edilmez.

[277] Velîd b. Salih el-Falastînî: Bağdad'lıdır.  Sahîhayn  râvîlerindendir

[278] Ebû Vehb Ubeydullah b. Amr el-Velîdî: Âzâdh kölelerdendir

[279] Kardeşinden nrnrâd : MÜteâkib hadîsde zikri geçen Yabya b. Ebî Üneyse'dir. Bu zât hakîkaten zaif bir râvîdir. Onun hakkında Bubârî (194-256):

«O bir şey etmez.» demiş; Nesaî (215-303) de zaif ve metruk olduğunu söylemiştir. Fakat kardeşi Zeyd mevsuk bir âlimdir. Onunla Buhâri ve Müslim ihticâc etmişlerdir.

[280] Ebu'1-Fadl Abdüsselâın b. Abdirrabman: Rakka ve Haleb'de kadılık yapmıştır.

[281] Abduîlab b, Ca'fcr b. Gaylân er-Rakkî (     -220): Â2âdlı kölelerdendir.

[282] Ebu Ya'kub Ferkad b. Ya'kûb: Basra'lıdır. Tabiînden olup âbİd ve zâhid bir zâttır.  Ancak hadîs  ilmiyle  meşgul  olmadığından  muhaddisler  onun  rivayetini  kabul  et­mezler. Maamafîh bir  rivayette Yahya b. Maîn onun hakkında :  «Sikadır.» demiştir.

[283] Abdcrrahman b. Bîşr b. el-Hakcm (     -260): Nişabor'ludur.

[284] Hâkîm: Kûfe'li olup Şiilerin azgınlarından dır.

[285] Yahya'dan  sonra hadîsin  metninde bir  (İbn)  kelimesi varsa  da yanlıştır.

[286] Gerek Iboi'l-Kattâo (120-198ym gerekse tbnİ'I-Mubârek (İ18-181)'in zaif say­dığı bu  râvîîerin  gerçekten zaif olduklarına hadîs ulemasının  ittifakı vardır.     Bunlardan Musa b. Dinar Mekke'li, Mûsâ b. ed-Dihkan, Basra'lı, diğerleri Kûfe'lidİrler.

[287] Nevevi’den naklen bu baba müteallik meseleler ve kaideler: vıleri. cerh  yani  onlann  kusur  ve  nakîsalannı  meydana  çıkar/pak  bİHttifak .cibür. Çünkü; şeriatı muhafaza için buna zaruret vardır. Cerh   gıybet değil,

^Uir, Binaenaleyh o gıybet gibi haram değildir. Bu ümmetin en benâm (namlı) uleması, en büyük imamiarı cerhi yapagelmişlerdir. Nitekim İmam Müslim (R.) yukarıda bazı örneklerini verdi. Ancak bir râvîyi cerh etmek gayet nazik ve tehlikeli bir iş olduğu için her yiğidin kârı değildir. Onu ancak hadîs ilminin mütehassısları olan en büyük ve en ziyade vera-u takvasıyla meşhur olan ulema-i kiram yapabilirler.     Zira en küçük birtesâhül ve dikkatsizlik mevsuk bir râvînin hadislerini itibardan düşürmeğe kâfidir. Bunun ma'nasi: evvelâ o râvîyi müebbeden zemme mahkûm etmektir. Bu ise, şiddetle haramdır. Sonra o râvînin sahih olan hadîsleri kabul edilmemekle sünnetin bir kısmı ve dolayısıyla dînin birçok hükümleri reddedilmiş olacaktır. Bu sebeble cerh pek tehlikeli ve veballi bir istir. Ehil olmayanlar ona asla karışmamalıdır. Çünkü böyleleri, kaş yapalım derken göz çıkarmak kabilinden cerh yapalım derken zemmederler. Kaadı tyâz (476-544)'ra beyanına göre; bu mesele şahidlik meselesine benzer. Şahidi cerhe ehil olan cerhedebilir. Cerhedeni ayıplayan ise te'dîb edilir. Söyledikleri de şer'an gıybet olur.

2—  Cerhi ancak onun bütün sebeblerini bilen âdil zevat yapabilirler.. Râvînin nakî-salarını  meydana çıkarmaya cerh  denildiği  gibi,  adaletini tesbit  etmeye  de ta'dıl  derler. Cerh ve ta'dil yapacak kimsenin bir kişi olması kâfi midir, yoksa müteaddid olmaları şart mıdır? Bu mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Sahih kavle göre cerh ve ta'dil için bir kişi kâfidir.

Çünkü cerh ve ta'dîl, haber hükmündedir. Bir kişinin haberi ise makbuldür. Acaba cerhin sebebini göstermek şart mıdır?

Bu mesele dahi İhtilaflıdır. Birçok ulemaya göre cerhin sebebini tefsir etmek şarttır. Zîra sebebler gizli kalırsa; cerhe yaramayan bir şeyle cerh yapılmış olabilir. Kaadî Ebu Bekir el-Bâkîllânî ( -403) ile bazı ulemâya göre sebeb göstermek şart değildir. Diğer bir kısım ulemâya göre cerhi, bütün cerh ve ta'dîl sebeplerini bilen bir zât yapmışsa se­beb beyanı şart değil, başkası yapmışsa şarttır.

Baharı ile Müslim'in Sahîh'lerİnde mütekaddimîn ulema tarafından cerh edilmiş bazı râvîler varsa da bunlar müfesser yâni sebebi gösterilerek yapılmış cerh olmadığından o râvîler mecruh sayılmamışlardır.

Cerh ve ta'dil tearuz ederse, yani bir râvîyi bazıları cerh, bazıları da ta'dîl etmişse

muhtar olan kavle göre cerh tarafı tercih edilir. O ravîyi âdil kabul edenlerin daha çok

veya az olmasına bakılmaz.  Maanıafİh âdildir diyenlerin sayısı  daha çoksa onların sözü

*■ kabul edilir,  diyenler de olmuştur.  Fakat bu kavil makbul değildir.  Çünkü cerhi yapan/

| onu mutlaka bir sebebten dolayı yapmıştır. Diğerleri o sebebi bilmedikleri için râvînin âdil

' olduğuna hüküm vermişlerdir.

3—  İmam Müslim (204-261) bu bâbda ŞaTû'nin Haris el-A'ver'den rivayette bulun­duğunu fakat Hâris'in yalancı olduğunu beyan eîti. Buna benzer başka zaîf ve metruk ra-vîîerden de rivayetlerde bulundu :

«Bu imamlar, ihticâc olunmadıklarım bildikleri halde böylelerinden niçin hadis riva­yet etmişler?» denilebilir. Bu suale birkaç vecihle cevap verilir:

a)    Hadîs imamları, onların hadîslerini zaifliklerini bildirmek için rivayet etmişlerdir. Tâ ki, günün birinde başkaları da kendileri de balara aldanmastnlar.

b)    Zaif râvînin hadîsi İ'tibar ve şâhid olmak üzere yazılabilir. Yalnız başına bu gibi hadîslerle ihticâc edilemez.

c)    Zaif râvînin hadîsleri arasında, sahih, zaif ve bâtıl olanları vardır.  Bunları  ev­velâ bir yere yazarlar. Sonra hadîs ulemâsı onların sahihini zaifini birbirinden ayırırlar. Bu onlar için kolay bir iştir. Hatta Süfyan-ı Sevrî (97-161) Kelbî'den hadîs rivayetini ya­sak ettiği zaman kendisine:

«— Ama ondan sen de rivayet ediyorsun.» demişler. Süfyan t

«— Ben onun doğru sözü ile yalanım bilirim,» cevabını vermiştir.

d)    Hadîs  imamları zarf râvîlerden; tergîb,  terhîb,  kısas,  amellerin  faziletleri,  zühd ve güzel ahlâk gibi helâla, harama ve sair ahlâka taallûku olmayan hadîslerini rivayet eder­ler. Bu gûnâ hadîslerde İse; bir parça tesâhül gösterilebilir. Zîrâ zaif hadîs uydurma de­mek değildir. Zaif hadîslerin asılları sahîh ve ehlince ma'ruf, şeriatça makbuldür.

Hasılı hadîs uleması, yalnız başına hüccet olamayacak hadîsleri rivayet etmemişler­dir. Bunu yapan tek bir muhaddis imam veya muhakkik âlim yoktur.

[288] MUAN'AN hadîsle ihticâcm sahîh oluşu:

Kitabın başında da gördüğümüz veçhile hadîs-i muan'an: «An fulânin ... ân fulâ­nin» diye rivayet edilen hadîstir. İmam Müslim (204-261) kendilerine böyle (an) lafzıyla hadîs izafe edilen zevatın birbirlerini görmeleri ve dinlemeleri mümkün olmak ve tedlis-ten emîn bulunmak şartlarıyla bu hadîsin, muttasıl hükmünde olduğuna eski ve yeni bü­tün ulemanın İcmâı bulunduğunu iddia etmektedir. Yalnız zamanının bazı ulemasının:

«Böyle bir hadîse muttasıl hükmü verebilmek için, ravîlerin ömürlerinde bir defa olsun görüşmüş olmaları .şarttır; sadece görüşme imkânı kâfi değildir.» dediklerini nakle­diyor. Ve bu sözü reddet erek :

«Sonradan çıkarılma 'sakıt bir uydurmadır; buna evvelce kail olan yoktu.- Bana kail olmak bâtıl bir bid'attır...» diyor. Fakat Nerevî (631-676) muhakkik ulemanın bu fikirde olmadıklarını  söylüyor;  ve :

«Bu fennin imamlarından Aliyyü'bnii'l-Medînî, Baharı ve başkalarına göre muhtar olan sahîh kavil, Müslim'in reddettiğidir.» diyor. Çünkü râvîler görüşürlerse müdellis ol­mamak şartıyla «an fulânin» diye rivayet ettikleri hadîsleri işitmiş olarak rivayet edecek­leri aşikârdır. İstikra' da bunu gösterir. Yani muhaddîsler ancak şeyhinin ağzından işiterek rivayet ettikleri vakit «an fulanin» derler. Binaenaleyh râvİlerîn görüştükleri sübut buldu mu, hadîsin muttasıl olduğu galebe-İ zan üzerine bina edilmiştir. Fakat muhakkak gö­rüştükleri sabit olmazsa yalnız görüşme imkânı ile hadîsin muttasıl olduğuna kanaat gel­mez. Şu halde râvî meçhul gibi olur. Meçhulün rivayeti yüzde yüz yalan söylediği veya zaif olduğu için değil, hâli şüpheli olduğundan dolayı kabul edilmez. Burada da galebe-i zan hasıl olmadığı içip hadîse muttasıl hükmü verilemez.

Bazıları râvîlerin birbirleriyle uzun zaman sohbette bulunmalarını şart koşmuş; bir takımları buna, o râvîden hadîs rivâyetiyle şöhret bulmuş olmayı da ilâve etmişlerdir. Ulemâdan bir kısmı ise muan'an hadîsle mutlak surette ihticâc edilemeyeceğine kaildir­ler. Fakat bu mezheb merduddur. Cumhura göre «Enne» lâfzı da «An» hükmündedir.

Müslim'in burada itiraz ettiği zat Buhârî'dir. Bazıları onu bu itirazında haklı görmüş;

«Zira râvilerin bir defa buluşarak birbirlerinden badis dinlemeleri bildikleri bütün hadîsler] ele almış olmayı İcab etmez.» demişlerdir.

[289] îmam Müslim (R.) burada büyük bir kaideye işaret etmektedir ki, ahkâm-ı şer'iyyenîn büyük bir kısmı onun üzerine kurulmuştur. Kaide şudur :

«Haber-i vâhid ameli îcab eder.» Bu kaideye çok dikkat etmek lâzımdır. Nitekim gerek usul-i fıkıh, gerekse hadîs uleması ona pek büyük ehemmiyet atfetmiş; hatta sırf bu kaide üzerine kitap yazanlar olmuştur. Nevevî (631-676) bu hususta ulemadan şunları nak­lediyor :

A)    Haber iki kısımdır: Miitevâîir, Haber-i vâhid.

Mütevâtir; Yalan söylemek için ittifak etmelerine âdeten imkân olmayan kalabalık bir cemaatin, kendi gibi kalabalık bir cemaatten naklettiği haberdir. Bu cemaatler her de­virde aynı şekilde kalabalık olacaklar ve zannî değil, hissi bir şeyi haber vereceklerdir. Mü­tevâtir haber bîzzarure yakînen yanı yüzde yüz ilim ifade eder. Gözle görmekle bu haber arasında hükmen bir fark yoktur. Ekser-İ ulema ile muhakkiklere göre mütevâtirin ma1-lûm bir adedi olmadığı gibi, haber verenlerin müslüman ve âdil olmaları da şart değildir. Bu bâbta başka mezhepler de varsa da onlar zaiftir.

B)    Haber-i Vâhid yahut âhâd: Mütevâtİrİn şartlarını hâiz olmayan haberdir.  Mü­tevâtir derecesine çıkmadıkça râvîsİnin bir veya birkaç kişi olması hükümde müsavidir.

Haber-i Vahidin hükmü: İhtilaflıdır. Ashâb-ı kiram, tabiîn ve onlardan sonraki Ha­dîs, Fıkıh ve Usul-i Fıkıh ulemasının cumhuruna göre; râvîsi mevsuk olan haber-i vâhid, şer'î bir hüccettir; onunla amel etmek îcâbeder. Bu haber kat'î ilim değil, zann ifâde ederse de onunla amel etmek bize şeriat tarafından emredil mistir. Bu husus Usul-i Fıkıh kitaplarında görülebilir. Kaderiyye ve Râfıziyye gibi bazı bid'at ve dalâlet fırkaları, ha­ber-i vahidin amel îcâb etmediğine kaildirler. Bunların bazıları iddialarını aklî delille, ba­zısı da naklî delille isbata çalışırlar. Bir tâife'de aklî delil ile haber-i vahidin amel îcâbet-tiğine kail olmuştur. Mu'tezile taifesinden Cübbâî'ye göre; ancak iki kişinin iki kişiden rivayet ettiği haber-i vâhid amel îcâbedebilir. Bir takımları:

c— Ancak dört kişinin dört kişiden rivayet ettiği baber-i vâhid atael îcabeder.» de-mişlenlir.

Hadîs ulemasından bazıları haber-i vahidin hem ilim hem de amel îcâbettîğine kail olmuşlardır.

«Haber-i vâhid, bâtını değil, zahiri ilim îcâbeder.» diyenler de vardır. Bir takım mu-haddislere göre ise yalnız Buhârî ve Müslim'in rivayet ettikleri haber-i vâhidler amel îcâ-bederler.

Haber-i vâbid hakkında söylenen bu sözlerin içinde yalnız cumhurun kavlî doğru, diğerleri bâtıldır.

«Bu bâbta bir haccet yoktur.» diyenlerin iddiasını çürütmek pek kolaydır. Şöyle ki

Peygamber (S.A.V.)*in gönderdiği nâmelerle ve ondan ta'limat alarak uzaklara giden elçi­lerinin sözleriyle bu ümmet asr-ı saadetten bugüne kadar amfi edegelmiştir. Bunların her biri birer haber-i vâhid idi. Çünkü haber-i vahidle amel etmek şerîatm emridir. Onunla amel, aklen  dahî mümkün ve makbuldür

[290] Muhaddislerle fukahâdan bir cemaatin ve imam Şafiî'nin mezhebi budur. îmam A'zam Ebu Hanîfe, imam Mâlik, imam Alınicd b. Hanbel ve ekser-i fukahaya göre mür-sel hüccettir

[291] Ebu'KMiinzir Hişâm (     -147): Meşhur sahabî Urvctii'bDİJ'z-Zübcyı'in oğludur

[292] Ebu'l-Haris Leys b. Sa'd b. Abdirrahman (94-175): Azadh kölelerden olup Mısırlıdır

[293] Ebu Süleyman Davud b. Abdirrabman  (100-175):  Mekke'lidir.

[294] Basra'hdır.

[295] Ebu Bekir Vüheyb b, Hâlid b. Aclân (     -165) Basra'hdır.

[296] Hammâd b. Üsame

[297] Hişam b. Urve.

[298] Hişâm b. Urvete'z-Zübeyr'İn kardeşidir.

[299] Bu hadîsde birkaç mesele vardır:

a)    Hayızh  kadının  a'zası  temizdir.  Bu  mesele  ittifakıdır. Vakıa  îmam  Ebu Yusuf (113-182) dan bir rivayete göre ellerinin pis olduğu söylenirse de bu rivayet sahih görülme­miştir.

b)    t'tikâfa giren bir kimseye saçlarını taramak, karısına bakmak ve ona dokunmak caizdir. Yalnız Şafiîlere göre dokunmanın şehvetsiz olması şarttır.

c)    Bu hadîsle hayızh kadının  mescide giremeyeceğine i'tikâfm yalnız mescidde ya­pılabileceğine istidlal edilmiştir. Lâkin Neverî (631-676) buna i'tİraz ederek şöyle diyor: «Hadîsde bu iki şeye delil yoktur. Filhakika bu söylenenin makbul olduğunda şüphe yok­tur. Ama hadîsde de bundan fazla bir şey yoktur...»

Bu hadîsle Kaadî Iyâz (476-544) kadına azıcık dokunmanın abdesti bozmayacağına İstidlal etmiş; ve İmam Şafiî'ye i'ürazda bulunmuş İse de Nevevî (631-676) buna cevap vermiş; ve hadîsde Peygamber (S.A.V.)'in Âişe (R.A.)'nm cildine dokunduğuna, abdestli olduğuna ve o abdestle namaz kıldığına bir delîl bulunmadığını; Şafiî'nin bir kavline göre dokunulan şahsın abdesti bozulmadığını, saça dokunmanın Şafiî'ye göre zâten abdesti boz­madığını söylemiştir.

[300] Meşhur Halife Ömer b. Abdilaziz b. Mervan'dır. 101 tarihinde cuma günü ve­fat etmiştir.

[301] Ebu Muhammed Amr b. Dînar  (     -126): Mckke'Iidir. Azadlı kölelerdendir

[302] Kûfe’lidir. Abdullah b. Zübeyr zamanında  Küfe  valisi idi.  Onun  zamanında vefat etmiştir.                                                                    

[303] Ukbetü’bnü   Amr   (R.A.)   Kûfe'de   yaşamıştır.   Peygamber   (S.A.V.)'den   hadîs dinlemiştir. Hz. Ali zamanında vefat etmiştir.

[304] Ebu Mes'ûd'dan rivayet ettiği hadis:

«Kişinin ailesine nafaka vermesi» hakkındadır. Buharı ile Müslim bu hadîsi ahric etmişlerdir. Huzeyfe'den naklettiği hadîsde :

«Bana Peygamber (S.A.V.) olaeak şeylerin hepsini haber verdi...» demiştir. Bu ha­dîsi Müslim tahric etmiştir.

[305] İsmi Niifey'dir.  Basra'h olup, Hz. Ebu Hiireyre'den hadîs dinlemiştir

[306] Ebu'I Münzir Übey b. Kâ'b (R.A.)  sahabîlerin büyilklerindendir.  Bedir gaza­sına iştirak etmiş, vahiy kâtipliğinde dahi bulunmuştur.

[307] Ebu Osman'ın hadisinde :

«— Öyle bir adamdı kî, evi onunki kadar mescide uzak bir kimse bilmiyorum.» de­nilmektedir.  Bu hadîsde ResûlüIIah (S.A.V.):

«— Allah sana hesap ettiğini verdi.» buyurmuştur. Hadîsi Müslim rivayet etmiştir. Ebu  Rafi'in  hadîsinde :

«— Peygamber (S.A.V.) Ramazan'm son 10 gününde itikâfa girerdi. Bir sene sefere çıktı. Fakat ertesi sene 25 gün i'fikâf yaptı.» deniliyor. Bu hadîsi Ebu Davud iie İbni Mâce rivayet etmişlerdir.

[308] Şeybânî'nİn rivayet  ettiği iki hadîsten biri:

«—Bir adam Peygamber (S.A.V.) efendimize gelerek, dedi ki:  ...............» diğeri;

«Nebi <S.A.V.)'e yularh bir deve iie bir adam geldi de bu deve sebebiyle sana kı­yamet gününde 700, sevap var, buyurdu.» hadîsidir. Bu hadîsleri Müslim tahric etmiştir. Ebu   Ma'mcr hadîslerinin   birincisi:

«— Peygamber (S.A.V.) namazda bizim omuzlarımızı sıvazlardı.» Diğeri:

«— Bir kimse rükûda belini dümdüz tutmadıkça namazı yeterli olmaz.»  rivayetleri­dir.  Bunlardan  birinciyi  Müslim,  ikinciyi  sair  Sünen  sahipleri  rivayet  etmiştir.  Tirmizi: «— Bu hadîs basen şahindir.» demişİtr.

[309] Bu hadîs Hz. Ümmü Seleme'nin şu sözüdür :

«— Ebu Seleme vefat edince: Garip adam... hem de gurbet diyarında... Ona öyle ağlayacağım ki dillere destan olsun.»

[310]  Bu hadîslerin birincisi;

«— îman şuradadır. Kasvet ve kah kalplilik çiftçilerdedir.» İkincisi:

«Güneşle  Ay hiç bir kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar.» Üçüncüsü :

«_ Filânın  namazı  bize uzun  tutmasından hemen  hemen  namaza  yetişemiyorum.» rivayetleridir kî, hepsini Buharı ile Müslim tahric etmişlerdir.

[311] Bu hadîs;

«— Ebu Talha, Ümmi Süleyme, Peygamber (S.A.V.) için yemek yapmasını  emret­ti.» rivayetidir ki Müslim tahric etmiştir.

[312] Hz.   tmran'dan   rivayet  ettiği  hadislerin   birincisi  İmrao'ın   babası   Husayo'ın Müslümanlığı kabulü hakkındadır. Bu hadîsde:

«_ Abdülmuttalip kavmin için senden daha hayırlı idi.» buyurulmuştur. ikinci hadîs: «— Bu sancağı mutlaka Allah ve Resulünü seven bir adama vereceğim.»  rivayeti­dir.  Hadîsi Nesal  rivayet  etmiştir.  Ebu Bekre'den  rivayet ettiği hadîs Müslim'dedir.  Bu hadîsde :

«— İki Müslümandan biri din kardeşine silâh çekerse o kimse cehennemin  kena-rmdadır.»  buyurul maktadır

[313] Bu hadîsde:

«— Her kim Allah'a re Âhiret gününe İnanırsa komşusuna iyilik etsin.» buyunıl-maktadır.  Hadîsi  Müslim   tahrİc   etmiştir.

[314] îsmi Numan b. Zcyd b. Sâbit'tir. Tabiînden olup Ebu Said-i Hodri ve Cabir b.  AbdiIIah  gibi  ashab-ı   kiramdan  hadîs  rivayet  etmiştir.

[315] Ebu Said-İ Hudri: Sa'd b. Mâlik b. Sinan (R.A.) Ashab-ı  Kiram'ın ulema-smdandir. Yaşının küçüklüğü dolayisiyle Bedir gazasına iştirak ettirilememiş, fakat ondan sonra  12 gaza da Peygamber (S.A.V.)'in maiyetinde bulunmuş; ondan  1170 hadîs rivayet etmiştir. 64 veya 74 tarihinde vefat etmiştir. Kabrinin İstanbul'da Kariye Camiî yanında olduğu söylenir.

[316] Birinci  Hadîs:

«— Her kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa Allah onun yüzünü 70 yıl Ce-bennem'den uzaklaştırır.»

İkinci Hadîs:

«— Cennette bir ağaç vardır ki, gölgesinde atlı giden bir kimse şu kadar zaman yürür.» rivayetleri olup Buharı ile Müslim tarafından tahric edilmişlerdir. Üçüncü hadîsi yalnız Müslim tahric etmiştir.  Bu hadîsde :

«— Cennetliklerin en aşağı dereceye sahip olanı, yüzünü Allah Teâlâ'mn çevirdiği kimsedir...» Duyurulmaktadır.

[317] Ebu  Yezid:  Ata  b.  Yczid;  tâbiindendir.  Medine'lidİr.  Şamlı  olduğunu   söy­leyenler de vardır.   105 veya   107 tarihinde vefat etmiştir.

[318] Temim  ed-Dârî'nin  künyesi  Ebu  Rukiyye,  babasının ismi  Evs b. Hârice'dir. Ashab~i Kiramdandır. Geceleri İbadetle geçirir, Kur'an-ı Kerim'i bir rekâtta hatmedermiş. Şam'da yaşamış; 40 yahut 44 Hicrî tarihinde şehid edilmiştir.

[319] Bu hadîste:

«— Din nasihattir.» buyurulmaktadir

[320] Ebu  Eyyub Süleyman b. Yesar (     -107):  tabiinden ve  Medine'nin fukaha-sındandır. Hatta bazıları onu Said b. el-Müseyyeb'den daha üstün  sayarlar

[321] Ebu  Abdİllah Rafi' b. Hadİc b. Rafı  (R.A.)  sahabidir. Yaşı   küçük  olduğun­dan Bedir gazasına iştirak edememişse de sonraki gazalarda Resûlüİlah  (S.A.V.)  ile bir­likte bulunmuştur. Vefat tarihi 73 veya 74 dür.

[322] O da, Müslim'in  rivayet ettiği muhakale hadîsidir.

[323] Tahinidendir. Ebu Hüreyre ve Abdullah b. Ömer (R.A.) gibi Ashab-ı Kiram'-dan  hadîs   dinlemiştir.

[324] Bu  hadîslerden  birinde:

«— Ramazandan sonra en faziletli oruç Allah'ın ayı Muharrem'de tutulandır.» Diğer birinde:

«— Farzdan sonra en faziletli namaz gece namazıdır.»     Buyurulmaktadır.  Bunları Müslim tahric etmiştir