1- Mevsuklardan Rivayet ve Yalancıları Terk Etmenin Vücubu Babı
2- Resulüllah (S.A.V.) in Üzerinden Yalan Uydurmanın Pek Ağır Bir İftira
Olduğunu Beyan Babı
3- Her İşittiğini Söylemekten Nehîy Babı
4- Zaif Hâvilerden Rivayette Bulunmaktan Nehîy Ve Rivayetleri Alırken
İhtiyat Gösterilmesi Babı.
5- İsnadın Dinden Olduğunu Beyan Babı
Hamd [1]
âlemlerin rabbı olan A 1 1 a h 'a, akıbet de takva sahiplerine mahsustur.
Allah, Peygamberlerin sonu olan Muhammed'-le bütün Nebilere ve Mürsellere [2] salât
eylesin:
Bundan sonra: Sen —Allah
iyiliğini versin— Yaradammn tevfitiyle dinin sünnetleri, ahkâmı ile
sevap, azâb, teşvik, terhib ve diğer bir-ok şeyler hakkında Resûlüll ah
(S.A.V.)'den naklolunan bütün aberîeri, nakledildikleri ve ulemanın kendi aralarında
ele aldıkları isnadlan ile inceden inceye araştırarak öğrenmeğe azmettiğini
söyledin [3] Ve
—Allah hidayetini arttırsın— bu haberlerin mecrnuuna te'lif edilmiş; der-top bir şekilde vâkıf
olmak istedin. Benden de bunları
sana. çok tekrardan hâli
bir te'lif hâlinde
hulâsa etmemi diledin.
C\.nku tekrarların seni asıl maksadın olan, o haberleri anlama ve
onlardan hüküm çıkarma işinden alıkoyacağına kail oldun. - -Allah sana kerem
buyursun— bu dileğinin üzerinde dikkatle durarak hâlin nereye varacağını iyice düşündüğüm zaman inşallah
güzel bir neticesi ve mevcud bir faidesi olacaktır. Bu yükün altına girmemi
benden dilediğin vakit, eğer bu iş bana müyesser ve ikmâli mukadderse, izahı
uzun sürecek bir çok sebeblerden dolayı herkesden evvel onun faydasını ilk
görecek kimsenin hassaten ben
olacağımı düşündüm. Ancak uzun lâfın kısası: insana; bu işin azının hakkından
gelerek başarmak çoğu ile
uğraşmaktan daha kolaydır. Hele iyi ile kötüyü bir birinden
ayıramayan, ancak başkasının yardımiyle iyiyi kötüyü seçebilen avamdan
olursa!.. Bu bâbta mesele arzetüğimiz
şekilde olunca; böyleler için sahih
hadîsin azının hakkından gelmek zaif
hadisin çoğuna tama' etmekten evlâdır. Bu fennin çoğuna t'.ma1 etmekte ve
mükerrerlerini toplamakta- insanların ancak hususî bir tabakasına; kendilerine
hadîs babında bir parça uyanıklık, onun sebep ve illetlerine dair az çok bilgi
nasîb olanlarına biraz fayda me'muldür. Böyle bir kimse
—inşâallah— kendisine verilen ilim sebebîle, çok hadîs toplamaktaki faideye
nail olur. [4]
Teyakkuz ve ma'rifet
ehli olan havassın taşıdığı ma'nalann zıddını taşıyan avâram-ı nâsa gelince:
bunların, azı bilmekten âciz iken çoltu aramalarında bir nıa'na yoktur.
Bundan sonra: Sana
—anlatacağım şarta göre— inşâallah dilediğini tahric ve te'life başlıyoruz.
Şart şudur : Biz Resûlüllah (S.A.V.) den senedle gelen haberlerin cümlesini [5] ele
alıyor ve onları tekrarsız olarak üç kısma, râvilerini de üç tabakaya
ayırıyoruz. Ancak kendisinde ma'nâ ziyadeliği bulunan bir hadisin tekrarından
müstağni kalınamayacak bir yer gelir; yahud isnadın birinde illet bulunduğu
için yanında başka bir isnad bulunursa o başka. Zira hadîsde kendisine ihtiyaç
hissedilen ziyade ma'na tam hadîs yerini tutar. Binaenaleyh kendisinde anlattığımız
ziyâde bulunan hadîsi tekrar etmek yahud mümkün olduğu takdirde, kısa olmak
şartıyla o ma'nayı hadîsin tamamından ayırmak mutlaka lâzımdır. [6]
Lâkin onu hadîsin
bütününden ayırmak çok defa güç olur. Ayırmak güç olduğu zaman hadîsi olduğu
gibi tekrar etmek daha doğrudur. Amma kendisine hiç bir ihtiyacımız yokken
bütünü ile tekrarlamamak imkânını bulduğumuz hadîsi inşâallah tekrar
etmeyeceğiz.
Birinci kısma gelince:
«Biz — bu kısımda — başka haberlerden daha kusursuz ve daha temiz olan
haberleri öne almak istiyoruz. Çünkü bu haberleri nakledenler hadîsde istikamet
sahibi ve naklettiklerini sağlam nakleden, rivayetlerinde şiddetli ihtilâf ve [7]
zararlı karıştırma bulunmayan kimselerdir. Nitekim hadîsi karıştıran birçok
muhaddislei görülmüş; bu husus onların hadîslerinde meydana çıkmıştır.
Bu sınıf insanların
haberlerini birer birer tedkikten geçirince arkasından senedlerinde önceki
sınıf kadar hıfz ve itkanla vasıfianamayan bazı kimseler bulunan haberleri
anlatacağız. [8] Maamafih bunlar izah ettiğimiz
hususlarda her nekadar ötekilerden aşağı iseler de. setir [9] ismi,
doğruluk ve ilini teatisi şüphesiz ki onlara da şâmildir.
Bunlar Atâ'b. Sâbit [10] ,
Yezid b. Ebi Ziyâd [11] ,
Leys b. Ebî Süleym [12] ve
onların emsali, râviyan-ı âsâr ve nâkıîân-ı ahbâr zevattır. Bunlar ulemaya göre
her ne kadar arzettiğimiz ilim ve setir ile ma'ruf iseler de, kendilerinde
rivayet hususunda söylediğimiz itkan ve istikâmet bulunan sair akranları hâl
ve mertebece bunlardan üstündürler. Çünkü bu cihet ulemâ indinde yüksek bir derece
ve ulvî bir haslettir.
Görmüyormusun, Ata,
Yezid ve Leys
adını verdiğimiz bu üç zâtı hadîsteki başarı ve istikâmet hususunda
Mansur b. Mu’temir [13] , Süleyman
el-A'meş [14] ve İsmail b. Ebî Hâlid [15] ile
karşılaştığında bunların onlara benzemediğini, onlara yaklaşmadıklarını
anlıyorsun.
Hadîs ulemâsmca bu
hususta hiç şüphe yoktur. Çünkü onlarca Mansur'un, A'meş'in ve İsmail Tin doğru
belleyişleri ve hadîslerin-deki titizlikleri meşhurdur. Atâ, Yezid ve Leys
hakkında ise böyle bir şeyden haberleri yoktur.
İbni Avn [16] ve
Eyyub-ı Sahtiyanı [17] ile
Avf b. İEbî Cemile [18] ve
Eş'as el-Humrâni [19] gibi
akran zevatı karşılaştırdığın zaman dahi
vaziyet oteKiierae oıduğu gibidir,
Malûma 'Avn ile Eş'as, Hasan-ı Basrî ile İbniSîrîn 'in arkadaşlarıdır.
Nitekim İbni Avn ile Eyyub 'da onların arkadaşlarıdır,
Şu kadar var ki;
onlarla bunların arasında naklin doğruluğu ve faziletin kemâli hususundaki
fark büyüktür. Vakıa Avf ile Eş'as da ulemâca sıdk ve emanet sıfatlarından
mahrum sayılmazlarsa da derece itibarile ehl-i ilim nazarında hâl, anlattığımız
şekildedir.
İsim göstermek
hususunda bu zevatı misal almamızın sebebi; onları misal göstermek bir alâmet
olsun da ulemânın ilim babında ehil olan bir kimseyi ne suretle
derecelendirdiklerini anlayamayan bir kimse, o alâmeti anlamakla işin içinden
çıksın diyedir. Böylelikle kıymeti yüksek olan bir zâtın derecesi aşağı
düşürülmemiş; ilimde derecesi düşük olan da mevkiinin üstüne çıkarılmamış
olur. İlimde her hak sahibine hakkı verilir; ve o kimse lâyık olduğu yerine
oturtulur.
Filvaki' Âişe
(Radıyallahu Anha)dan rivayet olunmuştur ki.
«Resulüllah
(Sallâllahu Aleyhi ve Sellem) bize insanlara derecelerine gö*o yor vermemizi
emir buyurdu.» demiştir. Bununla birlikte Kur'an dahi Teâ1â Hazretlerinin.
-Her ilim sahibinin üstünde
daha âlim biri vardır» [20]
Kavl-i Kerîmini nâtık
bulunmaktadır.
İşte Resulüllah
(S.A.V.)'in haberlerine aid dileğini, ş zettiğimiz suretlere göre te'lif
ediyoruz.
Hadîs ulemâsınca yahud
o ulemânın ekserisine göre; müttehem sayılanların haberlerine gelince: biz
onların hadîslerini tahric etmekle uğra-raşacak değiliz. Bunlar Abdullah b.
Misver, Ebu Ca'fer el-Medâinî, Amr b. Hâlid, Abdülkuddûs eş-Şâmî,[21]
Muhammed b. Said e1-Mas1ûb , [22]
Gıyâs b. İbrahim [23]
Süleyman b. Amr, [24] Ebu
Davud en-Nehaî ve emsali kimseler olup Hadîs uydurmak ve haber düzenlemekle
İtham olunmuşlardır
Keza,, hadîsleri
ekseriyetle münker veya yanlış olan kimselerin hadîslerini rivayet etmekten de
çekindik.
Bir muhaddisin
hadîsindeki münkerlik alâmeti: Onun rivayeti hafız ve makbul olan başka
râvîlerin rivâyetleriyle karşılaştırıldığı zaman onların rivayetlerine muhalif
düşmesi yahud hemen hemen onlara uyma-masıdir. Şâyed hadîslerinin ekserisi
böyle ise onun hadisi metruk .gayr-i makbul ve kullanışsızdır.
İşte Abdullah b.
Muharrer, Yahya b. Ebi Üneyse, e İ-Cerrah b. el-Minhâl, Ebu'l-A tûi, Abbâd b. Kesir, Hüseyin b. Abdillah b. Dumeyre
ve Ömer b. Suhbân [25] ile
münker hadîs rivayeti hususunda onların yolundan gidenler bu nevi'
muhaddislerdendirler. Artık biz onların hadîsleri üzerinde duracak ve onlarla
meşgul olacak değiliz. Çünkü bir muhaddisin yalnız kendisinin rivayet ettiği
bir hadisi kabul hususunda ulemânın —bizim bildiğimiz— şartı: onun ilim ve
hıfz ehli mu'temedzevâta, rivayetlerinin bir kısmında iştirak etmiş olması ve bu
hususta onlara uymağa gayret göstermiş bulunmasıdır. Böyle yaptığı görülürde
sonra o rivayete başkalannınkilerde olmayan bir fazlalık katarsa, yaptığı
ziyade kabul olunur. [26] Ama
bakarsın biri, büyüklüğünden ve gerek onun gerekse başkalarının hadîslerini
mükemmel şekilde rivayet eden hafız râvîlerini çokluğundan dolayı Z ü h r i
yahud H i -şam b. Urve gibi bir zâtı —ki her ikisinin hadîsleri ulemâ arasında
yaygın ve müşterek olup bunları kendilerinden, bir çoğunu ittifakla olmak
şartile kendi ravîleri rivayet etmişlerdir— gözüne kestirir de her ikisinden
yahud birinden bir sürü hadîs rivayet eder. Halbuki onların râ-vîlerinden hiç
biri bu hadîsleri tanımaz. Aslında o râvîlerin ellerindeki sahih hadîslere
iştirak edenlerden de değildir. İşte bu nevi' insanların hadîsini kabul etmek
caiz değildir. Allahu a'lem.
Hadis ve ehl-L hadîsin
mezhebinden muhaddislerin yolunu tutmak isteyen ve buna muvaffak da olanlara
rehberlik edecek kadarını izah ettik. Kitabın bir kaç yerinde, muallel
haberlere geldiğimiz zaman onları anlatırken şerh ve izah icabeden yerleri
inşaallah daha da şerh ve izah
edeceğiz. [27]
Bundan sonra: —Allah
sana merhamet eylesin— şunu demek isteriz ki; eğer biz muhaddis geçinen bir
çok kimselerin, rivayet ettikleri zaif hadîsleri ve münker rivayetleri atmak,
sıdk-u emânete tanınmış mevsuk râvîlerin naklettikleri sahîh ve meşhur
hadîslerle yetinmek lâzım gelirken, câhil ve gafil insanların arasına
attıkları şeylerin bir çoğunun münker olduğunu bildikleri ve dilleriyle i'tiraf
ettikleri halde; üstelik bu rivayetleri hadîs imamlarından Mâlik b. Enes, Şu'betü'bnü'l-Haccâc,
Süfyan [28] b.
Uyeyne, Yahya b. Saîd e 1 -Kattan, Abdurrahman b. Mehdi ile diğer imamların,
kendilerinden rivayette bulunmayı zemmettiği yaramaz bir takım kimseler
taralından nakledilmişken yine de hadîse karşı ettikleri çirkin icra'atı görmüş
olmasaydık, istediğin tahsil ve temyiz için ortaya atılmak bizim için kolay bir
şey olmazdı, lâkin bu adamların sana bildirdiğimiz: zaif, meçhul senedîerle
münker haberleri neşretmeleri, onları kusurlarım bilmeyen avam arasına
atmaları sebebiyle senin dileğine icabet eylemek kalbimize yatıştı.
İmam Müslim (204-261)
in bu izahatı verip vermediği ihtilaflıdır. Bazılarına göre yapamadan vefat
etmiştir. Bir takımları kitabının bâblarmda yeri geldikçe bu îzâhâti yapmış
olduğunu söylerler. Mukaddimede bundan bahsedilmişti.
—Allah Teâlâ seni
muvaffak kılsın— Bilmiş ol ki, rivayetlerin sahih ile sakîmini onları
nakledenlerin mu'temed olanlarıyla, müttehemlerini bir birinden ayırmayı bilen
herkese vâcib olan :
1- O
rivayetlerden mahreçlerinin sahîh, ravîlerinin mu'temed olduklarını
bildiklerinden başkasını rivayet etmemek;
2- Töhmet
altında olan aşırı bid'atçılarm rivayetlerinden sakınmaktır. [29]
Söylediklerimizin
aksinin değil, asıl bizim söylediklerimizin lâzım geldiğine delil: Allah
Zü1ce1âl'in şu kavl-i kerîmidir:
«Ey iman edenler! Eğer
fâsikm biri size bir haber getirirse, aslı olup olmadığını araştırın. Yoksa
bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz» [30]
Teâ1â Hazretleri:
«Razı olduğunuz
şahidleri (getirin) [31] ve.
«Sizden iki adaletli kimseyi şahid getirin.» [32]
buyurmuştur. Zikrettiğimiz bu âyetler, fâsikın haberinin i'tibârdan sakıt olup
kabul edilmediğine; âdil olmayanın da şâhidliğinin reddedileceğine delâlet etmektedirler.
Haberin ma'nası bâzı *
vır etlerde şehâdetin ma'nasından ayrılırsa da birçok ma'nalarında her ikisi
birleşirler. [33] Çünkü fâsikm haberi ulemâya
göre makbul değildi. Nitekim şehâdeti dahî bütün ulemâca merdud-dur. Fâsikın
haberi kabul edilmeyeceğine K u r' a n delâlet ettiği gibi, münker haber
rivayetinin kabul edilmeyeceğine de sünnet delâlet etmiştir. O da, Resulüllah
(S.A.V.)'den meşhur olarak nakledilen şu
eserdir :
-Her kim yalan olduğu
zannedilen bir sözü benden (olmak üzere) rivayet ederse kendisi de
yalancılardan biridir.»
Bize Ebu Bekir b. Ebî
Şeybe [34] anlattı.
Dedi ki: bize Veki* [35]
Şu'be'i den [36] o da el-Hakem'den [37] o da
Abdurrahmân b. Ebî Leylâ'dan [38] o da
Semuretü'bnü Cündeb'den [39]
naklen rivayet etti.
Bize yine Ebu Bekir b.
Ebî Şeybe anlattı. Dedi ki: Bize Veki' Şu'be ile Süfyan'dan [40]
onlar da Habib'den [41] o da.Meymûn
b. Ebî Şebîb'-den [42] o da
Muğîreti'bni Şu'be'den [43]
işitmiş olarak rivayet etti. Se-mure ile Mugîre:
«Resuîüllâh (SaüaUahü
Aleyhi ve Sellem) bunu söyledi.»
demişler.
1- (1) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti:
(Dedi ki:) Bize Şu'be1 deu naklen Gımder [44] rivayet
etti.
Bize: Muhammed b.
el-Müsennâ [45] ile İbni Beşşâr [46] da
rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi M:)
Bize Şu/be Mansur'dan o da Rib'î b. Hırâş'dan rivayet etti ki:
Rib'î b. Hırâş [47], Ali
[48]
(Radiyaîlohu anh) i hutbe okurken işitmiş. Alî (R. A.) şöyle demiş:
— Resulüllah
(Saîlalhhü Aleyhi ve Seltem) :
«Benîm üzerimden yalan
uydurmayınl Çünkü her kim benim üzerimden yalan uy durursa Cehennemi
boylar.» Buyurdular.
2- (2) Bana
Züheyr b. Harb [49] da rivayet etti. (Dedi ki:)
Bize İsmâîl ya'nî İbni Uleyye [50],
Abdulazîz b. Suhayb'dan [51] o da
Encs b. Mâ-lik'den [52]
naklen rivayet etti ki, Enes;
— Sizlere çok hadîs
rivayet etmeme Resûlifflah (SallallaJıü Aleyhi ve Seilem) 'in şu hadîsi cidden
mâni' olmaktadır.
— Her kim kasdî olarak
benim üzerimden bir yalan uydurursa hemen Cehennem'deki yerine hazır
olsun.» buyurdular; demiştir.
3- (3) Bize Muhammed
b. Ubeyd el-Guberi [53]
rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Ebû Avâne [54], Ebû
Hasîn'den [55] o da Ebû Sâlih'edn [56] o da
Ebû Hüreyre'den [57] naklen rivayet etti. Ebu
Hüreyre şöyle demiş:
Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Seilem) :
«— Her kim benim
üzerimden kasden yalan söylerse Cehennemideki yerine hazır olsun.» buyurdular.
4- (4) Bize Muhammed
b. Abdillah b. Nunıeyr [58] rivayet etti.
(Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki:)
Bize Said b. Ubeyd [59]
rivayet etti. (Dedi ki:) Bize AH b. Rabîa rivayet etti [60] dedi
ki:
«Mugîre Küfe emîri
iken mescide geldim. Az sonra Muğîre şunları söyledi:
__Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— Şüphesiz ki benim
üzerimden söylenen bir yalan başka bîrinin üzerinden söylenen yalan gibi
değildir. İmdi her kim kasden benim üzerimden yalan söylerse Cehennem'deki
yerine hazır olsun!- buyururken işittim.
Bana Ali b. Hucr
ejs-Sa'dî [61] de rivayet etti. (Dedi
ki:) Bize Ali b. Müshir [62]
rivayet etti. (Dedik ki:) Bize Muhammed b. Kays el-Esedî [63] ,
Ali b. Rabıate'l Ese di Men (63) o da Muğiretü'bnü Şu'be'den o da Peygamber
(S.A.V.)'den naklen bu hadîsin bir benzerini haber verdi; ama:
«— Şüphesiz ki benim
üzerimden söylenen bir yalan, başka birinin üzerinden söylenen yalan gibi
değildir.» cümlesini zikretmedi.»
«— Benim üzerimden
söylenen bir yalan, başka birinin üzerinden s,öy-lenen yalan gibi değildir.»
Başkasının üzerinden
söylenen yalan te'Iif ve te'vil götürür, onun işi kolaydır. Ama benim üzerimden
uydurulan yalan ondan daha ehven hile olsa günahı onunkinden çoktur demektir.
Peygamber (S.A.V.)'in üzerinden uydurulan yalana şiddetli azâb lâzım gelmesi
başkasının üzerinden yalan uydurmanın mubah olmasını iktizâ etmez. O da başka
delillerle haramdır. Bu iki nevi' yalanın birbirinden farkı; Resûlüllah
(S.A.V.) üzerinden yalan uyduran kimseye cehennemin mesken tayin edilmesi;
ötekine edilmemesidir. Bundaki hikmet meydandadır. Çünkü Peygamber (S.A.V.)
Allah 'dan haber verir. Şu halde onun üzerinden söylenen yalan AIIah'in
üzerinden söylenmiş gibi olur ki böylelerinin azabının pek şiddetli olacağı
nassı Kur'an'la sabittir. Teâ1â Hazretleri
En'am Sûresi; Âyet 21 de:
«Allah'a yalan
iftirasında bulunanla âyetlerim yalanlayandan daha zalim kim olabilir?»
buyurarak kendisine iftirada bulunanla kâfiri biri tutmuş; Zümer
Sûresi, Âyet 60 da :
— Kıyamet gününde
Allah'ın üzerinden yalan uyduranların yüzlerini simsiyah göreceksin!» buyurmuştur.
Bu hususta âyetler
çoktur.
5- (5) Bize Ubeydullah
b. Muaz el-Anberî [64]
rivayet etti. (Dedi ki) Bize babam rivayet etti H.
Bize Muhammed b.
el-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Ab-durrahman b. Mehdi [65]
rivayet etti. (Anberî'nin babasıyla îbni Mehdî) demişler ki: Bize Şu'be, Hubeyb
b. Abdirrahmân'dan [66] oda
Hafs b. ÂsrnV-dan [67] o da
Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
— Kesûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
*<— Her işittiğini
söylemek, bir insana yalan namına kâfidir» buyurdular.
Bize Ebu Bekr b. Ebi
Şeyde de rivayet etti. (Dedi ki:) AH b. Hafs [68]
rivayet etti. (Dedi ki) Bize Şu'be, Hubeyb b. Abdirrahmân'dan o da Hafs b.
Âsım'dan, o da Ebu Hüreyre'den, o da Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)
den bunun mislini rivayet etti.
Bize Yahya b. Yahya [69] dahi
rivayet etti. (Dedi ki;) BizeHüşeym [70] Süleyman
et-Teymî'den [71], o da Ebu Osman
en-Nelıdi'den [72] naklen haber verdi. Şunu
söyledi:
— Ömerü'bnü'l-Hattâb
(Radiyallahu anh) :
« Her işitimini
söylemek, kişiye yalan nâmına kâfidir.» dedi.
Bana Ebu-Tâhir Ahmed
b. Amr [73] b.
Abdillâh b. Amr b. Şerh rivayet etti. Dedi ki: Bize tbni Vehb [74]
haber verdi. Dedi id: Bana Mâlik şunu söyledi:
Bilmiş ol ki, her
işittiğini söyleyen kimse selâmete eremez. Her işittiğini söyleyip dururken o
ebediyyen imam da olamaz.»
Bize Muhammed b.
el-Müsennâ rivayet etti. Dedi ki: Bize Abdurrahman [75] rivayet
etti ki: Bize Süfyân [76] Ebû
İshâk'dan [77] o da Ebu' ah-vas'dan [78] o Ja
Abdullah'dan [79] naklen rivayet etti.
Şöyle demiş:
«Her işittiğini
söylemek insana yalan nâmına kâfidir.»
Bize Muhamined b.
cî-Müsennâ dahî rivayet etti. Dedi kî: Abdurrah-man b. Mehdî'yi:
«Bir adam işittiği
şeylerin bacısından dilini tutmadıkça, kendisine uyulacak bir imam olamaz»
derken işittim.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti. (Dedi ki;) Bize Ömer b. AH b. Mukaddem [80] ,
Süfyan b. Hüseyin'den [81]
naklen haber verdi. Süfyân şöyle demiş:
— Bana İIyâs b. Muvâvİye sordu. Dedi ki:
— Gerçekten ben senin Kur'an ilmine pek düşkün
olduğunu görüyorum. Bana bir sûre oku ve tefsir et ki, ben de ilmini bir
göreyim.»
Ben de istediğini
yaptım. Bunun üzerine bana şunları söyledi:
«Sana söyleyeceklerimi
cyi belle! Sakın hadîse şenaat [82]
yapmayasın! Çünkü şeni' hadisleri kim nakletti ise mutlaka şahsen rezîl olmuş;
hadîsi hususunda da
yalancı sayılmıştır.»
Bana Ebu/t-Tâhir ile
Harmeletü'bnü Yahya [83] dahi rivayet etliler
Dediler ki: Bize İbni
Vchb haber vererek şunu söyledi: Bana Yunus [84] İbni
Şihâb'dan [85] o da Ubeydullah b.
Abdillah b. Utbe'den [86] naklen haber verdi ki, Abdullah b. Mes'ud :
«— Eğer bir kavme,
akıllarının ermeyeceği bir hadîs rivayet edersen, o hadîs onların bazısı için
ancak bir fitne olur.» demiş. [87]
6- (6) Bana Mubammed b. Abdillah b. Nümeyr ile
Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: bize Abdullah b. Yezid [88]
rivayet etdi. Dedi ki: Bana Saîd b. EM Eyyûb [89]
rivayet etti. Dedi ki: Bana Ebû Hâni [90] , Ebu
Osman Müslim b. Yesâr'dan [91] o da
Ebu Hüreyre'den, o da Resu-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen
rivayet etti ki şöyle buyurmuşlar :
«— ümmetimin sonunda
öyle bir takım insanlar zuhur edecek ki, size ne sizin ne de babalarınızın
işitmediği şeyleri rivayet edecekler. Am.n onlardan sakınml»
7- (7) Bana
Harmeletü'bnü Yahya b. Ab d Ulah b. Harmele b. îm-rân et-Tücîbî de rivayet
etti. Dedi ki: Bize İbni Vehb rivayet etti. Dedi ki: Bana Ebu Şureyh [92] ,
Şerâhîl b. Yezîd'den şunları söylerken işittiğim rivayet eyledi: Bana Müslim
b. Yesâr, Ebu Hüreyre'yi şöyle derken işittiğini haber verdi:
— Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ahir zamanda bir
takım deccallar, yalancılar çıkacak. Size, sizin ve babalarınızın işitmediği
hadîsler getirecekler. Aman onlardan sakinini Sizi sapıtarak fitneye düşürme
sinleri» buyurdular.
Bana Ebû Saîd el-Eşecc
[93] dahî
rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki:) Bize A'meş,
Müseyyeb b. Râfi'den [94] o da
Âmir b. Abede'den [95]
naklen rivayet etti. Âmir şöyle demiş:
«Abdullah [96] dedi
ki:
Muhakkak şeytan insan
kılığına girerek cemâate gelir de onlara ya-landan hadîs söyler. Az sonra o
cemâat dağılırlar. Onlardan bazısı:
— Bir adam dinledim;
yüzünü tanıyorum ama adının ne olduğunu bilmiyorum; hadîs söylüyordu; der.»
Bana Muhammed b. Râfi'
[97] de
rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Abdur-razzâk [98]
rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Ma'mer, [99] İbni
Tâvûs'dan [100] o da babasından, o da
Abdullah [101] b. Amr b. Âs'dan naklen
haber verdi, Abdullah şöyle demiş:
«Gerçekden deryada
mahbus bir takım şeytanlar vardır. Onları Süleyman ( A. S. ) bağlamıştır.
Bunların çıkması ve insanlara Kur'an (diye bir şeyler) okuması yakındır.» [102]
Bana Muhammed b. Abbâd
[103] ile
Saîd b. Amr [104] el-Eş'asî hep beraber
İbni Uyeyne'den [105]
rivayet ettiler. Saîd dedi kî: Bize Süfyân, Hi-şâm b. Huceyr'den, [106] o
da Tâvus'dan [107] naklen haber verdi.
Tavus, Büşeyr b. Kâ'bı kasdederek demiş ki:
— «Bu zât, İbni
Abbas'a [108] geldi de ona hadîs
rivayet etmeğe başladı. Bunun üzerine İbni Abbas kendisine:
— Filân ve filâv
hadîsi tekrarla! dedi. O da tekrarladı. Sonra yine ona hadîs rivayet etti. İbni
Abbas yine:
__Filân ve filân
hadîsi tekrar eyle! dedi. O da tekrar etti. Bu sefer İbni Abbas'a hitaben:
— Bilmiyorum; acaba
benim bütün hadîslerimi bildin de yalnız bunu mu tanımadın? Yoksa bütün
hadîslerimi biîmedin de yalnız bunu mu tanıdın? dedi.
İbnî Abbas ona şu
cevabı verdi:
Filhakika biz
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'in üzerinden yalan uy durulmazken
ondan hadîs rivayet ederdik. Fakat insanlar hırçın deveye de uysal deveye de
binmeğe başlayınca [109] (yani
insanlar eyi kötü demeyecek her mesleğe girmeye başlayınca) biz de ondan hadîs
rivayet etmekten vaz geçtik.»
Bana Muhammed b.
Râfi'de rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Abdurrezzâk rivayet etti. (Dedi ki:) Bize
Ma'mer, İbni Tavûs'dan o da babasından, o da îbni Abbas'dan naklen haber verdi.
İbni Abbas şöyle demiş:
«Biz hadîsi ancak ve
ancak Kesulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den bellenirken bellerdik. Ama
sizler her boyayı boyamağa başlayalı heyhat!..» [110]
Bana Ebû Eyyûb Süleyman
b. Ubeydillâh el-Gaylânî [111]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Âmir yânî el-Akadî [112]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ra-bâh, [113]
Kays b. Sa'd'dan, [114] o
^a Mücâhid'den [115]
naklen rivayet etti. Mücâhid şöyle demiş:
— Büşeyr el-Adevî îbni
Abbas'a geldi; ve hadîs rivayet ederek: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle buyurdu...» demeye
başladı. İbni Abbas ise onun hadîs rivayetine kulak vermiyor; ona bakmıyordu.
Bunun üzerine Büşeyr:
Ey İbnî Abbâs! Aceb
neden senin benîm hadîsime kulak astığını görmüyorum! Ben sana ResulüHalı
(SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'den hadîs okuyorum. Halbuki sen dinlemiyorsun?
dedi. İbni Abbas (R. A.) şu cevabı verdi:
— Bir zamanlar biz bir
kimseyi:
«Resulüllah (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu...» derken işittik mi gözlerimi hemen ona
yönelir; ve kulaklarımızı ona verirdik. Vak-ta ki insanlar her boyayı boyamağa
başladılar: artık biz de tanıdığımız şeylerden başkasını onlardan almaz olduk.
Bize Davud b. Amr
ed-Dabbî [116] rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Nâü' b. Ömer, [117]
İbni Ebî M&cyke'den [118]
naklen rivayet etti. İbni EbîMüleyke
şöyle demiş:
— İbni Abbas'a mektup
yazdım. Bana bîr nâme yazmasını ve bazı şeyleri benden gizli tutmasını
istiyordum. Bunun üzerine benim hakkımda:
«O samimî, çocuktur; ben
onun namına her şeyi adem akıllı seçiyor;
bazılarını da
kendisinden gizliyorum.» demiş. Râvî diyorki: Bir ara Ali (R.A.)'ın mahkeme
kararlarını istedi. Ve onlardan bazı şeyler yazmağa başladı. Bazan bir şeye
takılıyor ve:
«Vallahi bu hükmü Alî
vermemiştir; meğer ki sapmış ola!...» diyordu. [119]
Bize Amru'n-Nâkıd [120]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyey-ne, Hİşâm b. Huceyr'den, o da
Tâvus'dan naklen rivayet eyledi: Tavus şöyle demiş:
tbni Abbas'a. Alî
(R.A.)'in hükümlerini hâvi bir kitap getirdiler. Ancak şu kadar yeri müstesna
olmak üzere, İbni Abbas onu hemen yok etti (Râvi Süfyan b. Uyeyne, istisna
edilen yerin bir arşın olduğuna kolu iîe işaret etmiştir):
Bize Hasen b. Alî
el-Hulvânî [121] rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Yahya b. Âdem [122] rivayet
etti. (Dedi ki): Bize İbni İdris, [123]
A'meş'den o da Ebu lshâk'dan naklen rivayet etti. Ebu İshâk şöyle demiş:
— Alî (Radiyallahu
anh) 'dan sonra bu şeyleri îcâd ettikleri vakit Alî'nin arkadaşlarından bir
zât:
«Allah belâlarım
versin! Ne kadar muhteşem bir ilmi ifsâd ettiler!...» dedi [124]
Bize Alî b. Haşrem [125]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Bekr yâni İb-ni Ayyaş [126]
haber verdi. Dedi ki:
__ Muğire'yi şunları
söylerken işittim :
«Ali (Radiyallahu anh)
'dan hadîs rivayeti hususunda Abdullah b. Mes'ûd'un arkadaşlarından başka doğru
söyleyen yoktu.» [127]
Bu bâbta: rivayetin
ancak mevsuk râvîlerden kabul edilmesi lâzım geldiği; râvîlerde bulunan
kusurlar sebebiyle onlan cerh etmenin caiz, hattâ vâcib olduğu; bunun haram
gıybet değil, bilâkis şer-i şerifi müdâfa'a ma'nasına geldiği görülecektir.
Bize Hasen b. Rabî [128]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd, [129]
Eyyöb'Ia Hişâm'den, [130]
onlar da Muhammed'din [131]
naklen rivayet ettiler.
Yine bize; Fudayl, [132]
Hişâm'dan naklen rivayet etti. Dedi ki: Bize de Mahled [133] b.
Hüseyin, Hişâm'dan, o da Muhammet! b. Sîrîn'den naklen rivayet etti. Muhammed
şöyle demiş:
«Şüphesiz ki bu ilim
dindir. Öyle ise dinînizi kimlerden aldığınıza dikkat edin!...» [134]
Bize Ebû Ca'fer
Itluhammed b. es-Sabbah [135]
rivayet etti. (Dedi ki:) Bize îsmâîl b. Zekeriyya [136] ,Âsım
el-Ahvel'den [137] o da İbniSîrin'den
naklen rivayet etti. İbni Şîrîn şöyle demiş:
«Eskiden isnadı
sormazlardı [138]. Fitne ortaya çıkınca :
— Bize râvilerinizîn adlarım söyleyin, demeye
başladılar. Şimdi ehl-i sünnete dikkat ediliyor ve onların hadîsleri kaba!
ediliyor; ehi-i bid'ata bakılıyor; onların hadîsleri kabul edilmiyor:
Bize İsbak b. İbrahim [139]
el-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki): Bize îsâ [140] —ki
İbni Yünus'tur— haber verdi. (Dedi ki): Bize Evzâî [141],
Süleyman b. Musa'dan naklen rivayet etti. Süleyman şöyle demiş:
— Tâvus'a tesadüf
ettim; ve: filân bana şöyle şöyle hadîs rivayet etti; dedim. Tavus:
«Eğer o arkadaşın
mu'temed ise ondan hadîs al» dedi.
Bize Abdullah b.
Abdirrahmaa ed-Dârîmî [142]
rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Mervân yânî tbni
Muhammed ed-Dımeşkî [143]
haber verdi. (Dedi ki): Bize Saîd b. Abdilâzîz [144],
Süleyman b. Musa'dan naklen rivayet eyledi. Süleyman şöyle demiş:
— Tâvus'a dedim ki; Gerçekten filân bana şöyle
şöyle hadîs rivayet etti. Tâvûs:
«— Eğer arkadaşın
mu'temed ise ondan hadis al!» dedi,
Bize Nasr b. Alî
el-Cehdamî [145] rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Esmai, [146] İbni Ebi'b-Zinâd'dan [147] , o
da babasından (14T) naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş:
— Medine'de hepsi güvenilir yüz kişiye yetiştim
ki, onlardan hadîs kabul edilmez; haklarında: «Hadîs ehli değildir.» denilirdi.
Bize Muhammed b. Ebî
Ömer [148] el-Mekkî rivayet etti.
(Dediki):Bize Siifyân rivayet etti. H.
Bana Ebu Bekr b.
Haîlâd [149] el-BâhUî dahi rivayet
etti; bu lâfız onundur. Dedi ki: Süfyân b. Uyeyne'den dinledim; o da
Mis'ar'dan [150] işitmiş. Mis'ar şöyle
demiş:
Sa'd b. İbrâhîmi [151] :
«Mevsuk râvîlerden
başka hiç bir kimse Resulüllah (Saîîaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den hadîs rivayet edemez.» derken işittim.
Bana Mervli Muhammed
b, Abdillah b. Kuhzaz [152] da
rivayet etti. Dedi ki:
— Abdan b. Osman'ı [153]
şunu söylerken işittim. «Abdullah b. el-Mübarek'i [154]
— İsnâd dîndendir. Eğer isnâd olmasa idi
muhakkak hei isteyen istediğini söylerdi; derken işittim,»
Muhammed b. Abdiliâh
dedi ki: Bana el-Abbâs b. Ebî Rizme [155] anlattı.
Dedi ki:
Abdullah'ı: Bizimle
(hadîs nakleden) şu kavım arasında ayaklar ya'ni isnâd vardır [156],
derken işittim.»
Muhammed şunu da
söyledi:
«Ebu İshak İbrahim b.
îsâ et-Tâlekanî'yi dinledim. Şöyle dedi:
— Abdullah b. el-Mübarek'e dedim ki:
— Ya Ebâ Abdirrahman! Kulağımıza gelen şöyle
bir hadîs var:
— «Hiç şüphe yok ki
kendi namazınla beraber anne ve babana da namaz kılman, orucunla beraber
onlara da oruç tutman iyilik üstüne iyilik kabîlindendir.»
Bunun üzerine
Abdullah:
— Ya Ebâ İshak, bu hadîs kimdendir? dedi.
— Bu hadîs Şihâb b. Hjrâş'dandır; dedim.
— O mevsuktur. Ya o
kimden almış? dedi.
— Haccâc b, Dinar'dan; dedim.
— O da mevsuktur. O kimden almış?
— Kesulüllah (Salîallahii Aleyhi ve
Sellem) buyurmuş; dedim,
— Yâ Ebâ İshâk, şüphesiz
ki, Haccâc b. Dinar'la Peygamber ( S.
A. V.) arasında öyle (aşılmaz) çöller var ki, o çöllerde b>nek hayvanlarının
boyun-lan kopar. Ama sadaka hususunda ihtilâf yoktur; dedi. [157]
Yine Muhamraed (b. Abdillâh) şöyle dedi: «Alî b. Şakîk [158]'den
dinledim. Diyordu ki:
— Abdullahi'bni'l-Mubârek'i halk arasında:
«Amr b. Sâbit'in
hadîsini bırakın! Çünkü o selefe söverdi.» derken işittim.
Bana Ebû Bekr [159] b.
en-Nadr b. Ebi'n-Nadr da rivayet etti. Dedi ki; Bana Ebu'n-Nadr Hâşim b.
el-Kaasim [160] rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Rüheyye [161]'inin tilmizi Ebu Akil
rivayet etti. Dedi ki:
— Ben cl-Kaasîm b. ITbeydillâh ile Yahya b.
Saîd'in yanında oturuyordum. Bir ara Yahya, el-Kaasime:
«Yâ Ebâ MuhammcJ, sana
şu dîn umuruna dair bir şey sorulup da ondan sende bir bilgi ve sadra şifâ biı-
şey yahud bir ilim ve bir çıkar yol bulunmaması hakikaten senin gibi bir adam
için pek büyük bîr kabahattir.» dedi. el-Kaasim hemen:
— Nedenmiş? diye
mukaabele etti. Yahya:
__Çünkü sen ki hidâyet
imamının, Ebû. Bekir'le Ömer'in oğlusun; dedi. el-Kaasim ona şunu
söyledi:
«Allah için düşünen
bir kimse nazarında benim bilgisiz konuşmam yahud mevsuk olmayan bir kimseden
hadîs olmam bundan daha büyük bir kabahattir.» Râvi (Ebû Akîl):
«Bunun üzerine Yahya
sustu. Artık ona cevap vermedi» dedi.
Bana Bişru'bnü'l-Hakem
el-Abdî [162] de rivayet etti. Dedi
ki: «Süfyan b. Uyeyne'yi şöyle derken işittim:
— Bana Büheyye'nin
tilmizi Ebu Akîl'den naklen haber verdiklerine göre Abdullah b. Ömer'in oğullarından
ba?4İarı el-Kaasim [163]'e
bilmediği bir şey sormuşlar. Bunun üzerine Yahya b. Saîd ona Ömer'le İbni
Ömeri [164] kasderek:
«Vallahi ben senin
gibi bir zâtın — ki hidâyet imamının oğlu olduğun halde— sorulan bir şey
hakkında ma'lûmatsız bulunmam cidden büyük bir kabahat sayarım» demiş. O da hemen
şunları söylemiş:
Vallahi, Allah indinde
ve Allah için düşünen bir kimse nazarına benim Himsiz konuşmam yahud mevsuk
olmayan bir râvîden haber nakletmem bundan daha büyük kabahattir [165].
Râvî diyor ki:
Onlar bunu konuşurken
Ebu Akîl Yalıya b. el-Miitevekkil ikisine de şâhid olmuştur.
Bize Amr b. AH Ebu
Hafs dahî rivayet etti. Dedi ki:
— «Yahya b. Saîd'i §unu söylerken işittim:
— Süfyan-ı Sevrî ile Şu'be'ye, Mâlik'e ve İbni
üyeyne'ye sordum:
— Bir kimse hadîsde mevsuk olmaz da, birisi
onun hakkında bana sual sorarsa ne yapmalıyım? dedim.
— «Onun mevsuk
olmadığım haber ver!» dediler.
Bize Ubeydullah b.
Saîd de rivayet etti. Dedi ki: i —
«en-Nadr'ı şunu söylerken işittim:
— İbni Avn [166]
kapının eşiği üzerinde ayakta dururken kendisine Şehr'in bir hadîsi soruldu.
Bunun üzerine:
«Gerçekten Şehr [167],
ta'nedilmiş'bir râvîdir. Gerçekten Şehr ta'nedü-miş bir râvîdir.» dedi.
Müslim (Rahimehullah) (İbni Avn'in sözünü tefsir ederek) der ki:
«Halkın diline
düşmüştür; hakkında söz edilmiştir: demek istiyor.»
Bana Haccâc b. es-Şâir
[168]
dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şebâbe [169]
rivâyet etti. Dedi ki:
— «Şu'be:
— Filhakika fcen Şehrle karşılaştım; ama ona
iltifat etmedim, dedi.
Bana Merv halkından
Muhammed b. Abdillâh b. Kuhzâz da rivayet etti. Dedi ki: Bana Adlî b. Hüseyn b.
Vâkıd haber verdi. Dedi ki:
«Abdullah b.
eî-Mubârek şunları söyledi:
— Süfyan-ı Sevrî'ye-
dedim ki:
— Şüphesiz Abbâd b.
Kesîr, hâlini (n zaif olduğunu) bildiğin bir kimsedir. Hadîs rivâyet ettiği
zaman yüksekten atar. Şu halde halka: ondan hadîs almayın, dememi münasib görür
müsün?» Süfyan:
— Hay hay!, cevabım
verdi. Abdullah dedi ki:
«O zamandan beri,
bulunduğum bir meclisde Abbâd'in sözü geçti mi, dîni hususunda onu över; fakat:
ondan hadîs almayın derim.»
Yine Muhammed (İbni
Kuhzâz) şunları söyledi: Bize Abdullah b. Osman rivâyet etti. Dedi ki: Babam
şunu söyledi:
Abdullah b. el-Mubârek
dedi ki: «Şu'be'ye vardım da (bana): Şu Abbâd b. Kesir var ya, ondan
korunuverin! dedi.»
Bana el-Fadl b. Sehl
de rivâyet etti. Dedi ki:
— Mualİâ er-Râzı'ye,
Abbâd'm kendisinden hadîs rivâyet ettiği Muhammed b. Saîd'i sordum. O da bana
îsâ b. Yumıs'dan naklen haber verdi, îsâ şöyle demiş:
«Süfyan'ın onun
yanında bulunduğu bîr sırada ben de onun kapısında idim. Süfyân çıktığı zaman
ona Muhammed'i sordum. Bana onun yalancı olduğunu haber verdi.»
Bana Muhammed b. Ebi
Attâb dahî rivâyet etti. Dedi ki: Bana Affân,
Muhammed b. Yahya b. Saîd el-Kattân'dan [170] o
da babasından naklen rivâyet etti. Babası şöyle demiş:
— «Salih kimselerin, hadîsde olduğu kadar hiç
bir şeyde yanıldıklarını görmedik.» tbni Ebi Attâb dedi ki:
— «Bunun üzerine
bizzat ben Muhammed b. Yahya b. Saîd el-Kattan'-la görüştüm; ve kendisine bunu
sordum. Babasından naklen şunları söyledi:
«Hayır ehlini, hadîsde
olduğu kadar hiç bir şeyde yanılmış görmezsin.» [171]
demiş.
Müslim der ki:
— «Yanlış söylemek
istemedikleri hâlde ağızlarından yanlış çıkar, demek istiyor.»
Bana el-Fadl b. Sehl [172]
rivayet etti. Dedi ki: Bize Yezîd b. Harun [173]
rivayet etti. Dedi ki: Bana Halîfetü'bnü Musa haber verdi. Dedi ki:
— «Gâlib b. Ubeydiîlâh'in yanma girdim. Az
sonra:
— Bana Mekhûl rivayet
etti; bana Mekhûl [174]
rivayet etti.» diye bana imlâ ettirmeye başladı. Derken kendisini idrar
sıkıştırdı; ve kalktı. Ben de deftere
baktım. Bir de ne göreyim! defterde:
«Bana Ebân Enes'den
rivayet etti. Ebân filândan rivayet etti.» denilmiş. Bunun üzerine onu terk
ederek kalktım gittim. [175]
el-Fadl b. Sehl dedi ki:
— «Ben Hasen b. Aîîyyi'1-Hulvâr.î'yi de şöyle
derken işittim:
— Affan'ın kitabında; «Ebu'l-Mikdâm Hişâmın
hadîsi... Ömer b. Ab-dilâzîz'in hadîsi... Hişâm dediki: [176] Bana
Yahya b. fülân denilen bir adam, Muhammed b. Kâ'b'dan rivayet etti...»
ibarelerini gördüm, Affân'a:
— «Bazı kimseler: Hişâm bu hadîsi Muhammed b.
Kâ'b'den işitmiş-tir.» diyorlar? dedim. Affân:
«Zâten Hişâm'm [177]
başına ne geldi ise bu hadîsden geldi ya! Evvelce:
Bana Muhammed'den
naklen Yahya rivayet etti; derdi. Sonraları onu Mu-hammed'den işittiğini iddia
etmeğe başladı- dedi.
Bana Muhammed b.
Abdillâh b. Kuhzâz rivayet etti. Dedi ki: «Abdullah b. Osman h. Cebele'yi şöyle
derken işittim:
—
Abdullahi'bnü'l-Mubârek'e; kendisinden Abdullah b. Amfin (Fıtır günü bahşişler
günüdür [178] hadîsini rivayet ettiğin
bu adam kimdir? dedim.
— Süleyman b. el-Haccâc'tır; ondan hadîs ele
geçirmeye bak!» dedi. tbni Kuhzaz dedi ki:
«Ben Vehb b. Zem'a'yı
da Süfyan b. Abdümelik'ten naklen şunları söylerken işittim: Demiş ki:
— «Abdullah yani tbnü'l -Mübarek:
— Ben (dirhem mikdârı kan) [179]
hadîsinin râvîsi Ravh b. Gutayf'ı [180]
gördüm de bir yerde yanına oturdum. Ama arkadaşlarım onun hadîsini beğenmedikleri
için, beni onunla beraber otururken görürler diye onlar-|dan utanmaya
başladım.»
Bana İbni Kuhzâz
rivayet etti. Dedi ki: Vehb'den dinledim, Süfyan'-dan o da İbnü'l-Mubârek'den
naklen şöyle diyordu: İbnü'l-Mubârek demiş ki :
Bakıyye [181],
doğru söyleyen bir zattır. Lâkin her gelenden gidenden (yani sikadan ve
zaiftan) hadîs alır.»
Bize Kuteybetü [182] İbnü
Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bhce Cerîr, Mu-gîra'dan o da Şa'bî'den [183]
naklen rivayet etti. Şa'bî:
— «Bana
el-Hârisü'1-A'ver [184] el-Hcmdânî
rivayet eyledi. Ama o bir yalancı idi.» demiş.
Bize Ebû Âmir Abdullah
b. Berrâd [185] el-Eş'arî rivayet etti.
(Dedi ): Bize Ebû Üsâme [186],
Mufaddıl'dan [187] o da Mugîra'dan [188]
naklen rivayet eyledi.
Demiş ki:
— Şa'biyi: «Bana
cl-Hârisü'l - A'ver rivayet etti.» derken işittim. Halbuki kendisi onun
yalancılardan biri olduğuna şehâdet eylerdi.,
Bize Kuteybetü'bnü
Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr, Muğîra'-dan o da İbrahim'den naklen
rivayet etti. Şöyle demiş:
— Alkame:
— Ben Kur'âm iki senede okudum, dedi. Bunun
üzerine el-Hâris:
— Kur'an kolaydır.
Vahîy daha zordur, dedi.
Bana Iîaccac b.
eş-Şâir de rivayet etti. (Dedi \$)\ Bize Ahmed yani îb-ni Yûnus rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Zaide, el-A'meş'den o da İbrahim'den naklen rivayet ettiğine
göre el-Hâris şöyle demiş:
-Ben Kur'ân'ı üç
sonede, vahyi [189] ise
İki senede öğrendim.» Yahud «Vahyi üç senede, Kur'ân'ı iki senede öğrendim.»
demiş.
Bana Haccâc rivayet etti.
Dedi ki, bana Ahmed [190] (ki
İbni Yunusdur) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zâİde, [191] Mansur'Ia
el-Mugîra'dan onlar da İbrahim'den naklen, el-Hâris'in itham olunduğunu
rivayet etti.
Bize Kuteybetü'bnü
Saîd rivayet etti. (Dedi î ): Bize Cerîr, Hamze-tü'z Zeyyât'dan [192]
naklen rivayet etti. Şöyle demiş :
«Mürratü'l-Hemdanî, [193]
el-Hâris'den bir şey işitti. Bunun üzerine cendisine: şu kapıda otur (da beni
bekle) dedi. Arkacığından Mürra içeriye dalarak kılıcını aldı. Fakat el-Hâris
işin fenaya varacağını sezerek lemen oradan defoldu.
Bana Ubeyduîlah b.
Saîd rivâyel etti. (Dedi ki): Bize Abdurrabman lyani İbni Mehdi rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd, İbni Avn'-|dan naklen rivayet eyledi. İbni Avn
şöyle demiş :
İbrahim [194]
bize:
«el-Muğiratü'bnü Saîd [195] ile
Ebu Abdirrahîm [196] den
sakının! Zira bunların ikisi de yalancıdır.» dedi.
Bize Ebû Kâmil eI-Cahderî
[197]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd — ki îbni Zeyd'dir — rivayet etti. Dedi
ki: Bize Âsim rivayet etti; ve şöyle dedi:
— Biz yetişkin delikanlılarken Ebu Abdirrahman
es-Sülemî [198] ye gelirdik. Bize:
— Ebu'l-Ahvas'tan başka hikayecilerle düşüp kalkmayın! Hele Şakik [199] den
sakının! derdi. Bu Şakîk haricilerin mezhebinde idi. Ama o Ebû Vâil değildir.
Bize Ebu Gassân
Muhammed b. Amr [200] er
Râzî rivayet etti. Dedi ki: Cerîr'i şöyle derken işittim:
«Câbir b. Yezîd
el-Cu'fî ile görüştüm, fakat ondan hadîs yazmadım. (Zira) o rae'ata [201]
inanırdı.»
Bize
el-Hasenü'l-Huîvânî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya h. Âdem rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Mis'ar rivayet etti. Dedi ki:
«Câbir b. Yezîd,
ortaya attığı bid'atları çıkarmazdan önce bize hadîs rivayet etmiştir.»
Bana Selemetü'bnü
Şebîb [202] de rivayet etti. (Dedi
ki): Bizel el-Humeydi [203]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân [204]
rivayet etti. Dedi ki: — Câbir, ortaya attığı şeyi mevdann çıkarmazdan evvel
muhaddisler kendisinden hadis alırlardı. Fakat marifetini meydana çıkardıktan
sonra artık onu hadîsi hususunda itham etmeye haşladılar. Bazıları da kendisini
büsbütün terk etti. Bunun üzerine Süfyân'a:
«O ne gibi şeyler
çıkardı?» diyenler oldu. Süfyân: «Rac'ata inanmayı!» dedi.
Bize Hasenü'l-Hulvânî
dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Yahya el-Hımmâni [205]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Kabîsa ile kardeşi rivayet ettiler. İkisi de:
el-Cerrâh b. Mclih'i [206]
şunu söylerken işitmiştir:
«Câbir'i:
— Bende hepsini Ebu
Ca'ferden [207] duyduğun, onunda Nebî
(Saltallakü Aleyhi ve Selleri) 'den naklettiği yetmiş bin hadîs vardır; derken
işittim."
Bana Haccâc b. eş-Şâir
de> rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ahmed b. Yûnus rivayet etti. Dedi ki:
Züheyr'i şunu
söylerken dinledim:
— Câbir dedi ki (yahud: Câbiri şunu söylerken
işittim):
— Gerçekten bende elli bin hadîs vardır ki,
bunlardan hiç birini rî-vâyet etmemişim di r;
Bundan sonra Câbir
günün birinde bir hadîs rivayet etti. Ve:
— Bu hadîs elli binden
biridir; dedi.
Buna İbrâhîm b. Hâlid
el-Yeşküri [208] dahi rivayet etti. Dedi
ki: «Ehu'l-Velîd'i [209]
şunu söylerken işittim : Sellâm b. EM Mutî'i [210]
dinledim: Câbir
el-Cu'fi'yi: Bende Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) den elli bin hadîs
vardır, derken işittim; diyordu.»
Bana Selemetü'bnü
Şebîb de rivayet etti. (Dedi ki): Cize el-Humeydî rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Süfyân rivayet etti. Dedi ki:
«Cahir'e bir adam,
Teâlâ Hazretlerinin:
Ya babam izin
verinceye yahud hakk;..ıda Allah hüküm buyuruncaya kadar bu yerden kat'iyyen
ayrılmam. O (Allah) hâkimlerin en hayırlısidır.»[211]
âyeti kerîmesini sorarken işittim. Câbir:
—Bu âyetin te'vîli
gelmemiştir; dedi. Halbu ki yalan söyledi.
Bunun üzerine biz
Süfyân'a:
«Peki, Câbir bununla
ne demek istedi?» diye sorduk. Cevaben dedi kî:
«Râfizîlcr, muhakkak
Alî bulutların içindedir, İmdi gökyüzünden bir münâdi sesleiunedikçe biz onun
meydana çıkan oğlu ile birlikde çıkmayız; derler. (Süfyân) bu sözü ile
râfizîîerîn bâtıl i'tikadına göre Uz. Alinin: «filânla birlikte çıkın.» diye
sesleneceğine işaret etti. Ve: Câbir: bu âyetin te'vîli iste budur; demek
istiyor. Ama yalan söylemiştir; âyet YûsuC (A. S.)'ın kardeşleri hakkındadır.»
dedi.
Bana Seleme dahî
rivayet elti. (Dedi ki): Bize el-Humeydi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân
rivayet etti. Dedi ki:
«Câbir'i otuz bin
kadar hadîs rivayet ederken dinledim. Fakat onlardan bir şey anmamı ve: bende
şöyle şöyle hadîsler var... dememi helâl addetmiyorum.
Müslim der ki;
«Ben de Ebû Gassâa
Muhammed b. Amr er-Râzîden dinledim. Şöyle dedi:
__Cerîr b.
Abdilhamîd'e sordum: Sen el-Hâris b. Hasıra ile görüştün mü? dedim.
— Evet, o çok sükûtî
bir şeyhtir. Ama pek büyük bir mesele üzerinde ısrar ediyor, dedi.»
Bana Ahmed b. İbrahim
ed-Devrakî [212] rivayet etti. Dedi ki:
Bana Abdurrahman b. Mehdi, Hammâd b. Zeyd'den [213]
naklen rivayet etti. şöyle demiş:
— «Eyyub [214] bir
gün birini andı ve onun hakkında: "Doğru söylemezdi." dedi. Bir
başkasını daha andı. Onun için de: Bu adam rakamda şişirme yapar, dedi.»
Bana Haccâc b. eş-Şâir
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Harb [215]
rivâyâet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd rivayet etti. Dedi ki:
— Eyyub:
— Benim bir komşum var, dedi. Sonra onun
faziletlerinden bahsetti. Ama benim yanımda iki hurma danesine şâhidlik etse
ben onun şehâdetini câîz görmem.» dedi.
Bana Muhammed b. Râfi'
ile Haccâc b. eş-Şâir rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdurrezzâk rivayet
etti. Dedi ki: Ma'rac; sunu söyledi:
«Ben Eyyûb'un Abdülkerîm
yânî Ebû Ümeyye'den [216]
başka hiç bir kimseyi gıybet ettiğini görmedim. Fakat Ebû Ümeyye'yi andı da:
— Allah ona rahmet
eylesin; güvenilir bir adam delildi. Bana İkri-me'nin bir hadîsini sordu. Sonra
ben (onu). İkrinıe'den işittim, dedi.»
Bana el-Fadl b. Sehl
rivayet etti. Dedİ ki: Bize Affân b. Müslim [217]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hemmâm rivayet etti ve şunları söyledi:
— «Yanımıza a'mâ Ebû
Davud [218] gelerek: Bize el-Berrû'
rivayet etti. Bize Zeyd b. Ekrem rivayet etti...» demeye başladı. Biz de bunu
Ka-* tâde'ye [219] anlattık, Katâde:
— «Yalan söylemiş; o onlardan hadîs dinlemedi.
O sadece bir dilenci idi. (Bir çok hânumanlar) silip süpüren taun [220]
hastalığı zamanında- âleme avuç açardı.» dedi.
Bana Hasen b. Alî
el-Hulvâni rivayet etti. Dedi ki: Bize Yezîd b. lîâ-rûn rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Hemmam haber verdi. Dedi ki:
A'mâ Ebıı Dâvtid
Katâdc'mn yanma girdi. Kalkıp gittiği vakit oradakiler:
— Bu adam on sekiz
Bedir gâzisiylc görüştüğünü iddia ediyor, dedi-\"r. Bunun Üzerine Katâde:
— Bu zat, o müthiş
taundan Önce bir dilenci idi; böyle şeylere hiç karışmaz; bu bâbta konuşmazdı.
Vallahi bize gerek Hasan gerekse Saîdü'b-nü'İ-Müseyyeb, [221]
Sa'd b. Malik [222] den
başka hiç bir Bedir gazisinden leb be leb ağızından alarak hadîs rivayet
etmemiştir; dedi. [223]
Bize Osman b. Ebi
Şeybe [224] rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Cerir'in Ra-kabe [225] den
naklen rivayetine göre:
Ebu Ca'fer [226]
el-Hâşimî el-Medenî, ma'nâca doğru, hikmetli fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seîîem) 'in hadîslerinden olmayan bir çok sözleri hadîs diye uydurur; onları
Peygamber (S.A.V.) den rivayet edermiş.
Bize
el-Hasenü'1-Hulvânî rivayet etti. Dedi ki: Bize Nuaym b. Hammâd [227]
rivayet etti. [228]
Ebû İshâk İbrahim b.
Muhammed b. Süfyân [229]
dedi kî: Bize de Mu-hammed b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Bize Nuaym b. Hammâd
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Davud et-Tayâlisî [230]
Şu'be'den, o da Yûnus b. übeyd'den [231]
naklen rivayet etti. Yûnus:
«Amru'bnü Ubeyd [232]
hadîs hususunda yalan söylerdi.» demiş.
Bana Amr b. Alî Ebu
Hafs [233] rivayet etti. Dedi ki:
Muâz b. Mu-âz'ı [234]
şöyle derken işittim: Avf b. Ebî Cemîle'ye dedim ki: Amr b. Ubeyd bize
Hasan'dan rivâyeten Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem) 'in:
«Her kim bize karşı
silâh çekerse; o bizden değildir.» [235]
buyurduğunu rivayet etti; ne dersin?) Avf:
«Bize silâh çeken
bizim yolumuzu tutmamış; ilim ve amelimize oymamış olar; demektir.
Bu minval üzere gelen
bütün hadîslerin te'vîlİ budur.
Müslim'in bu hadîsi
burada zikretmekten maksadı: Avf in Amr'ı cerhcttiğini göstermektir. Zira Avf,
Hasan-ı Basri'nin en büyük tilmizlerinden ve ondan rivayet olunan hadîsleri en
iyi bilenlerden biridir. Hasan'ın bu hadîsi rivayet etmediğini yahud Amr'ra ondan işitmediğini bildiği için :
«Amr yalan söylemiş.»
demiştir.
«Vallahi Amr yalan
söylemiş; ama o bunu kendi pîs sözlerine katmak istemiştir [236] »
dedi.
Bize Ubeydullah b, Ömer
[237]
el-Kavâriri de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd rivayet etti. Dedi
ki:
«Bir adam Eyyub'un
dersine devam ediyor; ondan hadîs dinliyordu. Bir ara Eyyub onu görmez oldu ve
soruşturdu. Kendisine:
— Ya Ebâ Bekr, o şimdi
Amr b. Ubey'de devam ediyor, dediler. Hammâd dedi ki:
— Bir gün ben Eyyub'la
beraber bulunuyordum. Erken erken çarşıya çıkmıştık. O adam Eyyub'un karşısına
çıkıverdi. Eyyub ona selâm verdi; ve hatırını sordu. Sonra ona:
«Senin şu herife devam
ettiğini duydum.» dedi. — Hammâd: adım da söyledi yani Amr diye tasrîh etti;
diyor.— Adam:
«Evet yâ Ebâ Bekr
öyle. Çünkü o bize garip garib bir şeyler getiriyor.» dedi. Eyyub ona:
Biz de ancak ve ancak
bu garib şeylerden kaçıyoruz ya! —yahud [238]
korkuyoruz ya! — diye mukabele etti.
Bana Haccâc b. Şâir
dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Harb rivayet ett). (Dedi ki): Bize İbni Zeyd yâni Hamınâd rivayet
etti:
Dedi ki:
Eyyûba:
«Amr b. Ubeyd,
Hasan'm: Şıradan sarhoş olana dayak vurulmaz, dediğini rivayet etti.» dediler.
Bunun üzerine Eyyub.
-Amr yalan söylemiş.
Ben Hasanı: Şıradan sarhoş olana dayak vurulur, derken) işittim» dedi.
Bana Haccâc da rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Harb rivayet etti. Dedi ki: Scllâm b. Ebî
Mutî'i [239] şunları söylerken
işittim:
«Benim Amr'a
giderdiğimi Eyyub duymuş, da bir gün hana geldi; ve: __Söyle bakalım,
dindarlığına emîn olmadığın bir adama hadis hususunda nasıl emniyet
edebiliyorsun? dedi.»
Bana Selemetü'bnü
Şebîb dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Humeydî rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Süfyân rivayet etti. Dedi ki: «Ebu Musa'yı:
— Bize Amr b. Ubeyd
mu'tezilî olmazdan evvel hadîs rivayet etmiştir, derken işittim.»
Bana Ubeydullah b.
Mua'ı el-Anberî rivayet etti (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. Dedi ki:
«Şu'be'ye bir mektup
yazarak Vâsıt kadısı Ebu Şeybe'yi sordum. Ba-ııa şu cevâbı yazdı:
— Ondan biç bir şey
yazma! Benim mektubumu da yırt!»
Bize El-Hulvânİ de
riv&yet etti. Dedi ki: AÖân'ı dinledim. Şunları söyledi
Hammad b. Seleme'yo
Salih el-Mürri'nin [240]
Sâbit'den rivayet ettiği bir hadîsi rivayet ettim:
— Yalan söylemiş,
dedi. Hemmam'a dahî Salih el-Mürri'den bir hadîs söyledim. (O da): Yalan
söylemiş, dedi.
Bize Mabmud b. Gaylân [241]
dahî rivayet eti. (Dedi ki): Bize Ebû Davııd rivayet etti. Dedi ki:
«Şu'be bana: Cerîr b.
Hâzim'e [242] git de ona: Hasan b.
Umara [243] dan rivayette bulunman
sana helâl olmaz; çünkü o yalan söyler; diye anlat, dedi. Ben Şu'be'ye:
— Bu nasıl olur?
dedim.
— Bize el-Hakem'den, asıllarını bulamadığım bir
çok şeyler rivayet etti, cevabım verdi.
— Neler rivayet etti? dedim. Şunları söyledi:
— el-Hakem'e: Peygamber (S.A.V.)
Uhud şehidlerinin üzerine cenaze namazı kıldı mı? diye sordum:
— Onların üzerine namaz kılmadı, diye cevap
verdi, Arkasından el-Hasen b. Umara: el-Hakem'den, o da Mîksem'den, o da İbni
Abbâs'dan naklen Peygamber (S.A.V.) onların üzerine cenaze namazı kılmış; ve
kendilerini defnetmiştir, dedi.
el-Hakem'e: Zinadan
doğan çocuklar hakkında ne dersin? diye sordum:
«Onların üzerine
cenaze namazı kılınır.» dedi.
— (Bu) kimin
hadîsinden rivayet olunuyor? dedim.
«Hasan-ı Basrî'den
rivayet olunuyor.» dedi. el-Hasen b. Umara ise:
«Bize el-Hakem, Yahya
b. el-Cezzâr' [244]
dan, o da Alî'den naklen rivayet etti.» dedi. [245]
Bize el-Hasen el-Hulvâni
de rivayet etti. Dedi ki:
«Yezîd b. Harun'u dinledim.
Ziyâd b. Meymun'u [246]
anarak: ondan ve Hâlid b. Mahdûc [247] dan
biç bir şey rivayet etmeyeceğime yemin verdim; dedi. Ve şunu ilâve etti:
— Ziyâd b. Meymun'la
görüştüm. Kendisine bir hadîs de sordum. O, hadîsi bana Bekr el-Müzeni [248] den
rivayet etti. Sonra kendisine tekrar müracaat eyledim. Bu sefer onu bana
Müverrik [249] dan rivayet etti. Bilâhare
yine müracaatta bulundum. Bu sefer de onu bana el-Hasen'den rivayet etti. [250]
Yezîd b. Hârûn (Halid
b. Mahdûc ile Ziyâd b. Meymun'un) ikisini ile yalancılığa nisbet ederdi.
el-Hulvânî dedi ki:
Ben Abdüssamed [251] i
dinledim: Ve yanında Ziyad b. Meymun'u acıdım da onu yalancılığa nisbet
eyledi.»
Bize Mahmûd b. Gaylân
da rivayet etti. Dedi ki:
«Ebu Dâvûd
et-Tayâlisî'ye şunu söyledim:
— Abbâd b. Mansur'dan
çok hadîs rivayet ettin. Acaba bize Nadr b. Şümeyl'in [252] rivayet
ettiği Attâre hadîsim [253]
ondan niçin dinlemedin? Bana şu cevabı verdi:
«Sus! Zîra ben ve Abdurrahman
b. Mehdi, Ziyâd b. Meymun'la görüştük de kendisine sorduk: Bu rivayet ettiğin
hadîsler hep Enes'den midir? dedik. Bize cevaben;
— Ne dersiniz, bir
adam günah işler de arkasından tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul etmez
mi? dedi.
— Evet, eder; dedik.
— Ben Enes'den hadîs
namına az veya çok hiç bir şey işitmedim. Benim Enes'e yetişmediğimi başkaları
bilmiyorsa siz de mi bilmiyorsunuz?» dedi. Ehu Dâvud demiş ki:
Bundan bir müddet
sonra onun yine Enes'den hadîs rivayet etmekde olduğunu duyduk. Ve yine
Abdurrahman'la ikimiz ona gittik. (Bize) yine:
_ Tevbe ediyorum,
dedi. Fakat bir müddet sonra tekrar rivayet et meğe başladı. Artık biz de
kendisini terk ettik.
Bize Hasen el- Hulvânî
rivayet etti. Dedi ki: Şebâbe'yi dinledim. Şunları söyledi:
Abdülkuddüs bize hadîs
rivayet eder ve (râvînin ismini) Süveyd b. Akale [254]
diye telâffuz eylerdi. Şebâbe:
— Ben de
Abdülkuddûs'ü:
«Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rüzgârın
mal edinilmesini ya. sak etti; derken işittim.» dedi. Kendisine: «Bu nasıl şey?»
dediler.
«Ya'ni rüzgâr girsin
diye duvarda bir delik açılır... dedi. [255]
Müslim der kî: «Ben de Ubeydullah b.
Ömer el-Kavârirî'yi ŞÖyîe derken işittim:
— Hammâd b. Zeyd'den
dinledim. Mebdî b. Hilâl ders okutmağa oturduktan bir kaç gün sonra Hammâd bir
adama: «Sizin taraftan kaynayan bu tuzlu kaynak nedir?» diyordu. O zât:
«Evet yâ Ebâ İsmâîl»
diye cevap verdi. [256]
Bize el-Haseu
eî-Hulvânî de rivayet etti, Dedi ki: Ben Affândan dinledim dedi ki. Ben Ebu
Avâne'nin şunu söylediğini işittim:
— Bana Hasan'dan hiç
bir hadîs ulaşmamıştır ki, onu Ebân b. Ebî Ay-yâş'a arzetnıiş olmayayım. Ebân
hemen o hadîsi bana okuyuverirdi. [257]
Bize Süveyd b. Saîd
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Alî b. Müshir rivayet etti. Dedi ki:
— Ben ve
Hamzetü-z-Zeyyât, Ebân b. Ebî Ayyaş'dan bin kadar hadîs dinledik:
Alî demiş ki:
«Az sonra Hamza'ya
rastladım. Bana rü'yasında Peygamber (S.A.V.)'i gördüğünü ve Ebân'dan
işittiklerini kendisine arzettiğini fakat bunlardan ancak pek azım, beş veya
altı hadîsi tanıdığım haber verdi. [258]
Bize Abdullah b.
Abdirrahman ed-Dârimî rivayet etti: (Dedi ki): — Bize Zekeriyyâ b. Adiy [259]
haber verdi. Şöyle dedi:
— Bana Ebu İshâk
eI-Fezârî: [260] «Bakiyye'nin ma'ruf
zevattan rivâ-lyet ettiği hadîslerini yaz; ma'ruf olmayanlardan rivayet
ettiklerini yazma'. İsmail b. Ayyâş'm ise ma'ruflardan olsun olmasın hiç bir
rivayetini yazma!» dedi. [261]
Bize İshak b. İbrahim
el. Hanzalî dahî rivayet etti. Dedi ki: Abdullah (İbni'l-Mubârek)in bir
arkadaşından işitim. Şunları söyledi:
Abdullahi'bnü'l-Mubârek:
«Bakıyye, ne iyi adamdır, ama isimleri künye, künyeleri de isim yerine
kullanması olmasa! Bir zamanlar bize Ebû Saîd el-Vuhâzî'den hadîs rivayet
ediyordu. (Bu zatın kira olduğunu) tahkik ettik. Bir de baktık ki Abdülkuddûs
imiş.» dedi. [262]
Bana Ahmid b. Yusuf
el-Ezdi [263] de. rivayet etti. Dedi
ki: Abdürraz-zak'i şunları söylerken işittim:
Ben
Îbnü'l-Mubârek'in Abdülkuddûs'den
başkası için açıktan açığa yalancıdır dediğini görmedim. Ama onun için
«yalancıdır.» derken işittim.
Bana Abdullah b.
Abdirrahman ed-Darımı dahî rivayet etti. Dedi ki: Ebû Nuaym'ı [264]
dinledim. cl-Muallâ b. Urfan'i [265] da
anarak şunları söyledi: el-Muailâ dedi ki: Bize Ebû Vâil rivayet etti ve:
Sıffîn'de iken yanımıza İbnî Mes'ud çıkageldi; dedi. Bunun Üzerine Ebû Nuaym:
«İbni Mes'ud Öldükten
sonra dirildi mi dersin? [266]
şeklinde mukabelede bulundu.
Bana Amr b. Alî [267] ile
Hasen el-Hulvâni, ikisi birden Affân b. Müslim'den rivayet ettiler: Affân
şöyle demiş:
İsmail b. Uleyye'nin
yanında idik. Derken bir zât birinden hadîs rivayet etti. Ben hemen:
«Bu adam mevsuk değildir.»
dedim. O zât: «Adamı gıybet ettin.» dedi. İsmail:
«Hayır, onu gıybet
etmedi, ancak mevsuk olmadığına hüküm verdi» dedi.
Bize Ebû Ca'fer
ed-Dârimî [268] de rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Bişr b. Ömer [269]
rivayet etti. Dedi ki:
Mâlik b. Enes'e [270]
Saîd b. el-MüseyyebJden hadîs rivayet eden Muhammed b. Abdirramân'ı sordum.
«Sika değildir.» dedi.
Ona Tev'eme'nin azadhsı Salih'i sordum:
«Sika değildir.» dedi.
Ebu'I-Huveyris'i sordum:
«Sika değildir.» dedi.
Kendisinden İbni Ebî
Zi'b'in [271] rivayette bulunduğu Şu'be'yi
[272]
sordum:
«Sika değildir...»
cevabını verdi. Haram b. Osman' [273] ı
sordum, Yine «Sika değildir» cevabını verdi. Hasılı, bu beş kişiyi MâHk'e hep
sordum o da:
«Bunlar hadîslerinde
sika değildirler» diye cevap verdi. Ona ismini ^unuttuğum diğer bir zâtı da
sordum:
«Onu benim
kitaplarımda gördün mü?» dedi.
«Hayır!» dedim.
«Sika olmuş olsa onu
mutlaka benim kitaplarımda görürdün.»
dedi. [274]
Bana el-Fadl b.
Sehl'de rivayet etti. Dedi ki: Bana Yahya b. Maîn [275]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Haccâc rivayet etti. (Dedi ki):
Bize İbni Ebî Zi'b,
Şuranbîl b. Sa'd'dan tivâyet e.tti; ama Şurahbîl müt-tehem (bir râvî) idi. [276]
Bana Muhammed b.
Abdillâh b. Kuhzâz da rivayet etti. Dedi ki: Ebu İshâk et-Tâlekaanî'yi şöyle
derken işittim:
İbnü'l-Mübârek'i
dinledim. Şunları söylüyordu:
«Eğer Cennete girmekle
Abdullah b. Muharrerle görüşmek arasında muhayyer bırakılsam, mutlaka onunla
görüşüp sonra Cennete girmeyi ihtîyar ederdim. Fakat kendisini gördüğümde bir
tezek benim için ondan daha makbul oldu.»
Bana el-Fadl b. Sehl
dahî rivayet etti. (Dedi ki); Bize Velîd b. Sâ-îih [277]
rivayet etti. Dedi ki: Ubeydullah b. Amr [278]
şunları söyledi:
Zeyd yâni İbni Ebî
Üneyse:
«Kardeşimden hadîs
almayın!» dedi. [279]
Bana Ahraed b. İbrahim
ed-Devraki rivayet etti. Dedi ki: Bana Ab* düsselâm el-Vâbisi [280]
rivayet etti. Dedi ki: Bana Abdullah b. Ca'fer er-;Rakkî, [281]
Ubeydullah b. Amr'dan naklen rivayet eyledi: Ubeydullah: «Yahya b. Ebî Üneyse
yalancı idi» demiş.
Bana Ahmed h. İbrahim
rivayet etti. Dedi ki: Bana Süleyman b. Harb, Hammâd b. Zeyd'den naklen rivayet
etti. Hammâd şöyle demiş: «Eyyûb'un yanında Ferkad' [282] m
zikri geçti de Eyyub: — Gerçekten Ferkad hadîs âlimi değildir, dedi.
Bana Abdurrahman b.
Bişr el-Abdî [283] de rivayet etti. Dedi
ki:
«Yahya b. Saîd
el-Kattân'ı dinledim. Yanında Muhammed b. Abdillâh b. Umeyr el-Leysî'nİn lâfa
oldu da onu son derece zaif buldu. Bunun üzerine Yahya'ya:
— Ya'kub b. Atâ'dan da
mı zaif? dediler.
«Evet» dedi. Sonra:
«Ben hiç bir kimsenin
Muhammed b, Abdillâh b. Ubeyd b. Umeyr'den hadîs rivayet edeceğini zannetmezdim.»
dedi.
Bana Bişrü'bnü'l-Hakem
rivayet etti. Dedi ki:
Yahya b. el-Kattân'ı
dinledim. Hakim [284] b.
Cübeyr ile Abdül'A'lâ'y* zaif buldu. Yahya, [285]
Musa b. Dinar'ı da zaif buldu:
»Onun hadîsi havadır.»
dedi. Musa b. Dihkan île îsâ b. Ebî îsâ el-Me-denîyi dahî zaif çıkardı. Dedi
ki:
. Bern Hasen b. isa'yı
ŞÖyle derken işittim:
«İbnü'I-Mubârek bana:
Ceririn yanına geldiğim zaman onun fcütün ilmini yaz; yalnız üç kişinin hadîsi
müstesna! Ubeydetü'bnü Muattib, Seriy b. İsmâîl ve Muhammed h. Sâlim'in
hadîslerini yazma! Dedi.» [286]
Müs]im derki:
Ehl-i ilmin, müttehem
hadîs râvîleri ile onların nakiselerine dair, rı^ize benzer sözleri pek çoktur.
Bunları bire varıncaya kadar bitabı uzatır. Muhaddislerin bu bâbta söyleyip îzâh
ettikleri v. a^ayıP dinleyenler için bu kadarı kâfidir. Onların hadîs
râvîle-u-7 nâkillerinin kusurlarını keşfetmeyi
kendilerin vazife ve
sorulduğu zaman buna fetva ver neleri, bu işin ehemy e &nı büyük
olduğu içindir. Çünkü
dîn batandaki haberler arıcak bir şeyi helâl veya haram
kılmak yahud emir veya nehiy, . e^ terhîb için gelirler. Eğer onları rivayet
eden râvî doğruluk . tnahal olmaz da
sonra onu tanıyan biri ondan rivayete kalkışır 1( °Hu tanımayanlara beyan
etmezse, bu yaptığından dolayı gü-.
,. .Ve Müslümanların halk
tabakasını aldatmış olur. Zira bu haber-.
e^H bazı kimselerin onlarla yahud onların bir kısmıyla amel et-eııdîşe
olunur. İhtimâl mezkûr haberlerin cümlesi veya ekserisi, aslı faslı olmayan
bir takım yalanlardır.
mu'temed ve kanâatbahş
râvîlerden gelen sahih haberler, si-an^atbahş olmayan râvîlerin rivayetlerine ihtiyaç
bırakmayacak derecede çoktur [287]
zannetmemem ki,
arzettiğimiz bu zaif hadîslerle, meçhul isnadlara bel bunların rivayetine ehemmiyet verenlerin bir çoku bu işi
islerdeki gevşeklik ve za'fı Öğrendikten sonra da yfapsın. Şu ki, böylesini
zaif hadîs rivayetine ve zaif hadîslere i'timadan fnil. halk tabakası
nazarmdjB, çok hadîs bilirmiş görünmek ve:
Filanca ne de çok
hadîs toplamış; ne çok sayyida hadîs te'lîf etmiş» sı hevesidir, uim babında her kim bu mezhebe gider ve bu
yolu kimsenin ilimden nasîbi yoktur. Böylesine câhil adını vermek
serbest etmekten daha
hayırlıdır.
ı2ın muhaddis
geçinenlerinden bir zât, isnadları sağlama ve çüartria hususunda bir söz
söylemiştir ki, biz bu sözü ve çürüklüğü- a^e etmekten vazgeçsek çok akıllılık
etmiş ve doğru bir yol tut-
Çünkü yabana atılmış
bir sözü öldürmek ve kailinin nâmını e^ için o sözden yüz çevirmek daha muvafık
olur; câhilleri ona Yandırma olmaması için daha münasip düşerdi. Şu var ki, biz
ötüye varacağından ve cahillerin bid'atlara aldanarak hatâlıf aniiş
i'tikadlanna ve ulema nazarında bir .kıymeti olmayan düşük
Çabucak
kapılmalarından endişeye düşünce, bu zâtın kavlinin fâsid olduğunu meydana
çıkarmanın ve sözünü lâyık olduğu derecede red etmenin halk için daha faydalı
ve inşaallah akıbet için daha iyi olacağına kanâat getirdik.
Kavlini anlatmaktan ve
çürük fikrini haber vermekten soz açtığımız bu kailin zu'muna göre: senedinde
«Fulânün an fulânin» ibaresi bulunan her isnadın râvilerinin —aynı asırda
yaşadıkları ilmen sabit ve râvînin hadîsi, şeyhinin ağızmdan işitmiş olması pek
a'lâ mümkün olduğu halde yalnız ondan işittiğini biz bilmiyor; ve rivayetlerin
hiç birinde bu iki râvînin— buluştukları veya bir hadîs söyleştikleri
zikredilmiyorsa, bu şekilde gelen hiç bir haberden hüccet olamaz. Meğer ki bu
iki râvînin yaşadıkları asırda bir veya bir kaç defa buluştukları yahud bir
hadîsi aralarında söyleştikleri ve yahud yaşadıkları asırda bir veya bir kaç
defa bir araya gelerek buluştuklarını gösteren bir haber vârid olduğu —zikri geçen
kaile göre— ma'lûnı ola!.. Ona göre, eğer bu cihet bilinmez ve râvînin,
kendisinden hadîs rivayet ettiği zâtla bir defa buluşarak ondan bir şey
işittiğini haber veren sahih bir rivayet de gelmezse kendisinden rivayette
bulunduğu zâttan ,bu haberi nakletmesinde — mesele arzettiğimiz gibi olunca —
bir hüccet yoktur.
Adı geçen kaile göre
yeni gelen rivayete benzeyen başka bir rivayet hususunda ondan az çok bir parça
hadîs dinlediğini duymadıkça böyle bir haber mevkuf olur.
6- Muan'an
hadîsle ihticacın sahîh oluşu babı [288]
İsnâdlara ta'n
hususundaki bu kavil —Allah sana rahmet buyursun — uydurma yeni çıkma,
sahibinden önce kimse tarafından söylenmemiş ve ehl-i ilmden hiç bir tarafdarı
bulunmayan bir sözdür. Çünkü eski ve yeni bütün hadîs ve rivayet âlimleri
arasında ittifakla şayi' olan söz şudur: mevsuk olan her râvî kendi gibisinden
bir hadîs îrivâyet eder; ve her ikisi bir asırda bulunmakla onunla görüşmek ve
kendisinden hadîs dinlemek caiz ve mümkin olursa, bir araya geldikleri ve
şifahen görüştükleri hiç bir haberde bulunmasa bile o rivayet sabit ve
hucciyyeti lâzımdır. Ancak ortada bu râvînin rivayette bulunduğu zâtla
görüşmediğine yahud ondan bir şey işitmediğine ap açık delâlet eder bir delîl
bulunursa o başka. Ama mesele îzâh ettiğimiz şekildeki imkân üzerinde mübhem
kalırsa o rivayet — beyan etiğimiz kat'î delâlet bulunmadıkça— daima semâ'a
hamledilir.
Binaenaleyh
anlattığımız bu kavlin mucidine yahud onun mudâfiine şöyle denilir:
«Sen, sözün arasında: sika
olan bir kişinin sika bir kimseden verdiği haber hüccettir, onunla amel vâcib
olur» [289] dedin. Sonra ona şart
koşarak:
«Tâ ki biz bu iki
râvînin bir defa veya daha fazla görüştüklerini, ya-hud ondan bir şey
işittiğini bilelim.» dedin. Acaba koştuğun bu şartın, sözü hüccet sayılan tek
bir zâttan rivââyet edildiğini bulabilir misin? Aksi halde iddiana delil getir.
* Eğer bu — mûçid—
habt.i tesbît hususunda ortaya koyduğu şartın selef ulemâdan birinin kavli
olduğunu iddia ederse. Kendisinden bu kavli göstermesi istenir ki, ne o ne de
başkası böyle bir kavil göstermeye asla imkân bulamayacaktır.
Yok, da'vasmı isbât
için hüccet olabilecek bir delüi bulunduğunu iddia ederse kendisine:
«Bu delil nedir?» diye
sorulur. Bu sefer.
«Ben onu söyledim.
Çünkü ben, yeni ve eski bütün haber râvîlerinin — biri diğerini hiç görmeden ve
ondan bir şey işitmeden— bir birlerinden hadîs rivayet ettiklerini gördüm.
Onların bu suretle kendi aralarında semâ* bulunmaksızın mürsel olarak hadîs
rivayetine cevaz verdiklerini görünce — ki bizim asü kavlimize ve ilm-i ahbâr
ulemasına göre mürsel rivayetler hüccet değildir— [290] ben
de arzettiğim sebepten dolayı her haber râvîsinin, rivayet ettiği zâttan
işitmiş olmasını araştırmaya ihtiyâç hissettim. Şayet bîr râvînin rivayet
ettiği zâttan en ufak bir şey işittiğine vâkıf olursam, bunun sebebiyle benim
nazarımda artık ondan rivayet ettiği her şey sabit olur. İşittiğine muttali'
olamazsam o haberi mevkuf ad" dederim. Ve haberde mürsel olmak ihtimâli
bulunduğu için bence artık hüccet yerine de geçemez.» derse kendisine şöyle
mukabele edilir:
«Eğer senin bir haberi
zaif kabul ederek onunla ihticaci terk etme-V ne sebeb, ondaki irsal ihtimali
ise bu takdirde, başından sonuna kadar ™ semâ' bulunduğunu görmedikçe hiç bir
muan'an isnadı isbât etmemen lâzım gelir. Çünkü bize Hişâm b. Urve [291] den
babası tarikiyle gelen, onun da Âişe'den işittiği bir hadîsi yakînen biliriz ki
Hişam muhakkak babasından, babası da Âişe'den işitmiştir. Nitekim, Âiş e'nin
dahî Nebî (S.A.V.)'den işittiğini biliriz. Ama Hişâm babasından rivayet
ederken, işittim» veya «bana haber verdi» dememiş-se, bu rivayette kendisi ile
babası arasında bazan başka bir insan da olabilir. O rivayeti babasından
Hişam'a haber vermiş. Hişam onu babasından işitmemiş olur. Hadisi mürsel olarak
rivayet ederek, işittiği kimseye isnadda bulunmak istemediği zaman bu pek a'lâ
mümkündür.
Bu, Hişâm'in
babasından rivayet ettiği surette mumlun olduğu gibi, babasının Âişe'den
rivayetinde de mümkündür. Hâvilerinin bir birlerinden işittikleri zikredilmeyen
bir hadîsin her isnadı böyledir. Vâ-kıâ bazan her râvînin bir birinden bir çok
defalar hadîs dinlediği bilinirse de, bazı rivayetlerde bu râvîlerin her
birinin daha aşağıdaki râviye inerek, yukarıki râvinin bazı hadîslerini ondan
dinlemesi; sonra bazan hadîsi irsal ederek, dinlediği zâtın ismini
söylememesi, bâzan da gayrete gevrek hadîsini aldığı zâtın adını söylemesi ve
irsali terk etmesi de caizdir.
Bu söylediklerimiz
mevsuk muhaddislerle ilim ehli olan imamların yapmış oldukları işler olup hadîsde
mevcûd ve yaygındır. Biz onların söylediğimiz
şekilde rivayetlerinden bir kaçını zikredeceğiz. Bunlarla daha çoğuna istidlal
olunur inşâallah. Mezkûr rivayetlerden bazıları şunlardır:
Eyyûb Sahtiyanı, ibni
Mübarek, Ve kî', îbni Numeyr ve bunlardan başka bir cemâat, Hişâm b. Urve 'den
0 da babasından o da işe (R.A.)'dan şunu
rivayet etmişlerdir. Âişe demiştir ki:
«Ben Resûlüllah
(S.A.V.)'e gerek hılH gerekse ihramı için bulabildiğim en güzel kokuyu
sürerdim.»
Bu rivayeti aynen Leys
b. Sa'd, [292] Davud el-Attâr, [293]
Humeyd b. el-Esved, [294] Vüheyb
b. Hâ1id [295] ve
Ebu Üsâme, [296] Hişâm' [297] dan
rivayet etmişlerdir. Hişâm demiştir ki:
«Bana Osman b. Urve, [298]
TJrve'den o da Âişe'den o da Peygamber (S.A.V.)'den haber verdi.
Yine Hişâm babasından
o da Âişe'den rivayet etmiştir. Âişe (R.A.) demiştir kî:
«Peygamber (S.A.V.)
i'tikâfa girdiği zaman başını bana yaklaştırır; ben de hayızh olduğum hâlde onu
tarardım.» [299]
Yine aynen bu rivayeti
Mâlik b. Enes Zührî'den o da Urve'den O da Amre'den o da Âişeden o da Nebiy
(S.A.V.) den rivayet etmişlerdir.
Zühri ile Salih b. Ebi
Hassan, Ebû Seleme'-den o da  i § e 'den rivayet etmişlerdir ki, Peygamber
(S.A.V.) oruçlu iken Öpermiş. Yahya b. Ebi Kesir, bu haberdeki öpüş hakkında
şöyle demiştir: Bana Ebû Selemete'bnü Abdır-rahman haber verdi; ona Ömer b.
Abdilazîz [300] haber vermiş; ona da U r
v e haber vermiş; ona da  i ş e haber vermiş ki, Peygamber (S.A.V.) oruçlu
olduğu halde kendisini öpermiş.
İbni Uyeyne ve
başkaları Amr b. Dinar1 [301] dan
o da C â b i r 'den rivayet etmişlerdir. Câbir
demiştir ki:
«Resûlüllah (S.A.V.)
bize at etlerini yedirdi ama eşek etlerini yasak etti.»
Ayni hadîsi Hammâd b.
Zeyd , Amr 'dan, o da Muhammed b. Alî 'den, o da Câbir 'den, o da Peygamber
(S.A.V.)'-den rivayet etmişlerdir.
Rivayetler içinde bu
gibileri pek çoktur. Bunları saymak uzun sürer. Anlayanlara, bizim
zikrettiklerimiz kâfidir.
Az evvel kavlim tavsif
ettiğimiz zâta göre eğer —râvînin kendisinden rivayet ettiği kimseden bir şey
işittiği bilinmediği zaman hadisin bozuk ve çürüğe çıkarılması îçin— illet,
sadece hadîsin mürsel olması ihtimali ise, o takdirde kendisine — kendi
sözünün muktezası olarak — rivayet ettiği zâttan işittiği ma'lûrn olan râvînin
rivâyetiyle ihticâc etmemek lâzım gelir. Ancak kendisinde semâ' zikredilen
haber müstesnadır. Çünkü az evvel beyan ettiğimiz vecihle haberleri nakleden
imamlar bâzan bir hadîsi irsal ederek kendisinden hadîs dinledikleri zâtın
ismini hiç anmazlar; bazan da gayrete gelerek, haberi işittikleri şekilde
isnâd ederler; ve bir hadîsde aşağı inmişlerse inişi, yukarıya çıkmışlarsa
çıkışı haber verirler. Nitekim bu ciheti onlardan naklen îzâh etmiştik.
Haberlerle meşgul olan
ve isnâdların sağlamını çürüğünü araştırma, Eyyûb Sahtiyanı, İbni Avn, Mâlik b.
Enes, Şu'betü'bnü'l-Haccâc, Yahya b. Saîd
-el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî gibi selef imamlarından ve onlardan sonraki
hadîs âlimlerinden hiç birinin, az evvel sözünü açıkladığımız zâtın iddia
ettiği gibi isnâdlardaki işitme vaziyetini araştırdığını bilmiyoruz. Bunlardan
araştırma yaypanlar, hadîs râvıîerinin, kendilerinden rivayette bulundukları
kimselerden işitmeleri vaki' olup olmadığını sadece râvî hadîste tedlîs
yapmakla ma'ruf ve bununla şöhret bulmuş kimselerden olduğu zaman
yapmışlardır. İşte o zaman bu gibi râvîlerden tedlîs illeti bertaraf edilmesi
için rivayetlerinde semâ' olup olmadığın, araştırır soruştururlar. Ama kavlini
hikâye ettiğimiz zâtın iddiası vecihîe ortada müdellis yokken böyle bir şart
arayan varsa biz bunu isimlerini söylediğimiz ve söylemediğim hiç bir imamdan
işitmedik.
İsimlerinisöy
İçmediğimiz imamlardan biri Abdullah b.Yezîdel-Ensârî [302]
dir. Bu zât Peygamber (S.A.V.)i gördüğü halde Huzeyfe ile Ebu Mes'ud el-Ensârî [303] den
rivayette bulunmuş ve bunların her birinden Peygamber (S.A.V.)'e isnâd ettiği
birer hadîs rivayet etmiştir. [304]
Halbu ki Abdu11âh'm bu iki zâttan yaptığı rivayetinde onlardan işittiği
zikredilmediği gibi biz de rivayetlerin hiç birinde Abdullah b. Yezîd'iıı
Huzeyfe ve Ebu Mes'ud'la hiç bir hadîsi yüz yüze konuşttuğunu bilmiyoruz.
Onîarı gördüğünden bahsedildiğini dahi muayyen bir rivayette bulamadık. Bununla
beraber ne geçmişlerden ne de eriştiklerimizden hiç bir ehl-i ilmin Abdullah b.
Yezîd'in Huzeyfe ile E "b u Mes'ud 'dan rivayet ettiği bu iki habere
zaiftırlar diye ta'nettiğini duymadık. Bilâkis bu iki haber ve benzerleri
görüştüğümüz hadîs uleması nazarında sahih ve kuvvetli isnâdlardandır. Bu
isnadlarla nakledilen hadîslerin isti'malini ve bunların getirdiği sünnet ve
eserlerle ihticâc etmeyi caiz görmektedirler. Halbuki mezkûr isnadlar biraz
evvel kavlini hikâye ettiğimiz zâtın,iddiasına göre, râvînin rivayet ettiği
kimseden semâma tesadüf edilmedikçe boş vemühmeldirler.
Bu kailin zü'munca
zaif sayılan râvîler tarafından nakledilen fakat ulemaya göre sahîh olan
haberleri sayıp dökmeye kalkarsak onları sonuna kadar sayıp bitirmekten âciz
kalırız. Lâkin biz söylemediklerimize alâmet olmak üzere bunların yalnız bir
mikdarım arzetmek istedik.
İşte Ebû Osman
en-Nehdî ile Ebû Râfi' ds-S â i ğ ! [305]
Bunların ikisi de hem câhiliyyet devrine yetişmiş hem de Resûlüllah (S.A.V.)'in
maiyyetinde Bedir ve daha nice gazalara iştirak eden ashabı ile sohbette
bulunmuş; onlardan haberler riak-lederek tâ Ebû Hüre y re ile İbni Ömer gibi
zevata ve onların arkadaşlarına kadar inmişlerdir. Mezkûr iki zâttan her biri
Übey b. Kâ'b 'dan [306] o
da Peygamber (S.A.)'den işitmiş olarak birer hadîs
rivâyeyt jetmişlerdir. [307]
Fakat biz hiç bir muayyen rivayette onların Ube^y 'i gördüklerini yahud ondan
bir şey işittiklerini duymadık.
Ebu Amr e§-Şeybâni —
ki câhiliyyet devrine erişenlerden olup Peygamber (S.A.V.) zamanında basbayağı
bir adamdı — ile Ebu Mâ'mer Abdullah b. Sahbera 'dan her biri Ebu Mes'ud
el-Knsâr î'den, oda Peygamber (S.A.V.)' den ikişer haber rivayet etmişlerdir. [308]
Ubeyd b. Umeyr, Peygamber (S.A.V.)'in zevcesi Ümmü Seleme 'den o da Nebiy
(S.A.V.)'den bir müsned hadîs rivayet etmiştir. [309]
Ubeyd b. Umeyr Peygamber (S.A.V.)
zamanında doğmuştur.
Kays b. Ebî Hâzim
Peygamber (S.A.V.) zamanına yetişdiği hâlde Ebu Mes'ud el-Ensârî 'den o da
Nebiy (S.A.V.'den üç hadîs rivayet etmiştir. [310]
Abdurrahman b. Ebî
Leylâ — ki Ömeru'bnü'l-Hattâ b'dan hadîs bellemiş; Alî ile de sohbette
bulunmuştur — Enes b. Mâlik 'den o da Nebiy (S.A.V.)'den müsned bir hadîs
rivayet etmiştir. [311]
Rib'î b. Hırâş, İmrân
b. Husayn 'dan o da Peygamber (S.A.V.)'den iki hadîs; Ebu Bekre 'den, o da P e
y-gamber (S.A.V.) 'den bir müsned hadîs rivayet etmiştir. [312]
Halbuki Rib'î Aliy b. Ebî Tâlib 'den hadîs dinlemiş ve rivayet etmiş bir
zâttır.
Nâfi, b. Cübeyr b.
Mut'im, Ebu Şüreyh el-Huzâî'den, o da, Peygamber (S.A.V.)'den bit müsned hadîs
rivayet etmiştir. [313] Nu'man
b. Ebî Ayyaş, [314] Ebu
Saîd-i Hudr î'den [315] o
da. Peygamber (S.A-V.)'den üç müsned hadîs rivayet etmiştir. [316]
Atâ1 b. Yezîd
el-Leysi, [317] Temim ed-Dârî'-den [318] o
da Peygamber (S.A.V.)'den bir müsned hadîs rivayet etmiştir. [319]
Süleyman b. Yesâr, [320] Râfi'b.
Hadîc'den [321] o da Peygamber
(S.A.V.)'den bir müsned hadîs rivayet etmiştir. [322]
Humeyd b. Abdirrahman
e1-Hımyeri, [323] Ebu Hüreyre 'den oda
Peygamber (S.A.V.)'den bir çok müsned hadîsler rivayet etmiştir. [324]
İsimlerini
söylediğimiz sahabeden rivayette bulunduklarım arzettiği-miz bütün bu tabiinin
ne onlardan olduğunu bildiğimiz hiç bir muayyen rivayette semâ'a riâyet
ettikleri işitilmiş; ne de onlarla muayyen bir haber hususunda görüştükleri
mâ'lûm olmuştur.
Halbuki bu isnadlar,
haberlerle rivayetleri bilenlerce sahih isnadlar-dandır. Bunlardan hiç birini
çürüttüklerini ve râvîlerinin birbirinden se-mâ-ı olup olmadığım
araştırdıklarını bilmiyoruz, Zîra onların herbirinin hadîsi arkadaşından işitmesi
mümkündür; kabul edilmez bir şey değildir. Çünkü hepsi ayni asırda
bulunmuşlardır.
Binaenaleyh hikâye
eylediğimiz kailin hadîsi, ta'rif ettiği illetle çürütmek için ortaya attığı
bu söz, üzerinde durmaya ve lâfını etmeye değmez. Çünkü uydurma bir kavil ve
sakat bir sözdür. Selefin ulemâsından ona hiç bir kimse kail olmamıştır.
Onlardan sonra gelenler de onu mün-ker addetmektedirler.
Bu sebeble onu red
için verdiğimiz izahattan fazlasına ihtiyacımız yoktur. Zîra sözün de, onu
söyleyenin de kıymeti tasvir ettiğimiz kadardır.
Âlimlerin mezhebine
muhalefet edenleri defi' etmek için yardım dilenilecek zât ancak Ali ah'dır. Ancak ona'tevekkül olunur.
[1] Hamd: Bir kimseyi bir iyiliği dûkunmaksızm sıfatları
sebebiyle öğmektir. Bir İyiliğinden dolayı öğmeye şükür denir. Bu takdirde
harnd, şükürden daha umumî bir mânâ ifade eder; çünkü hamdde şükür de vardır.
Bir de şükür yerinde hamd kullanılabilir, fakat hamd yerine şükür kullanılamaz.
Ulemâdan bazıları
bilâkis şükrün hamdJcn erinim olduğunu söylemişlerdir; zira şükür hem dille,
hem kalble ve şâir âzâ ile yapılır. Hamd
ise yalnız dille olur.
Hamdle şükrün bir
mânâya geldiklerini söyleyenler de olmuşsa da bu kavil makbul değildir.
Allah'a hamdle başlayan
bu cümle siga itibariyle İhbar olsa da mânâ itibariyle akid sığalarında olduğu
gi \ İnşâdır. Allah lâfza-i celâli Hak Teâlâ Hazretlerinin doksandokuz ismi
içinde ona en hâas olanıdır. Ekseri ulemanın kavillerine göre; bu isim
arapçadır. Bazıları Süryânî, bir takımları da İbranî olduğunu iddia
etmişlerdir. Arabi bir İsim olduğuna göre alem yâni ism-i has mı? sıfat mı?
müştak mı, değil mi meseleleri ortaya çıkmış ve bu hususlarda ihtilâf
edilmiştir. Ulemanın ekserisine göre mürîecel bir alemdir, müştak (yânı başka
bir kelimeden alınma) değildir. Ez cümle îmam-ı Â'zam Ehû Hanife, İmam
Muhammed, tmam Şafiî, tınamü'l Haremeyn, imam Gazali, Hatıâbî ve nahiv
imamlarından Halil b. Ahmed, Zeccâc ve İbni Keysân'ın kavilleri budur. Hatta
İmam Muhammed:
«— Ben Ebû Hanİfe'yi
bunun tsm-i A'zam olduğunu söylerken işifltm.» demişiİr. Tahâvî İle birçok
ulema ve arifinin kavilleri de budur. Hamdın diğer isimler içinde bu isme niçin
tahsis edildiği bu surette anlaşılmış olur.
Allah lâfza-İ celâlinin
sıfat ve müştak olduğunu söyleyenler de vardır. Bu takdirde hangi maddeden
müştak olduğu, keza vazı' tariki ile mi yoksa galebe suretiyle mi alem
olduğunda ihtilâf edilmiştir.
Rabb: Esas itibariyle
terbiye edici mânâsında kullanılan bir masdardır. Bu kelime mutlak surette
yalnız Allah Teâlâ hakkında kullanılır. Başkaları hakkında ise dâima izafetle
söylenir; meselâ : Rabbü'd-Dâr (yâni ev
sahibi) denir.
Âlem kelimesi bâzılarına
güre (ilim)den alınmıştır. Bu takdirde yerlerle göklere ve unların arasındaki
mahlûkata âlem denilmesi tağltb tarikîledir. Yâni mahlûkat içindeki insan, cin
ve melek gibi ilim sahibi olanlar diğer hayvan ve cemâdâta gâlib sayılarak
hepsine birden âlem denilmiştir.
Âlem kelimesinin
(Alâmet)tert alındığını söyleyenler de vardır. Zira İsm-i fail çok defa ict
mânâsında kullanılır. Tabî ve hatim gibi. Bu kelimeler san'at sahibine delâlet
husu-nnda birer âlet gibidirler. Şu halde «Âlem» kelimesi Allah'ın varlığına
delâleti cihetiyle Ulah iîe sıfatlarından başka
her şeye verilen bir
isimdir.
[2] İmam
Müslim'in kitabına Allah'a
hamdederek başlaması Resul tiU ah
(S.A.V.)'in :
«Hamd Allah'a
mahsustur, diyerek başlanmayan her mühim iş bereketsizdir.» hadisi lenflerine
imiisal etmiş olmak içindir. Bu hadîsi Hz. Ebu Hüreyre (R.A.) rivayet etmiştir.
Çeşitli rivayetlerinin içinde en
meşhuru budur.
Allah'a hamd-ü senadan
sonra Peygamber (S.A.V.)'e salât-ü selâmda bulunmak hüiiin !İcma-i kiramın
âdetidir, tmam Müslim'in burada salâttan sonra selâmı zikretmemesi bâ-ılannca
hoş karşılanmamıştır. Çünkü bu ümmete salât İle selâmın ikisi birden
emrohın-nu^tur. Teâlâ Hazretleri:
«— Ona güzel
güzel salât-ü selâm
eyleyin.» (Ahzâb: 56)
buyurmuştur. Binaenaleyh
mam Müslim'e:
demek gerekirdi. Vakıa
namazlardaki teşehhüdlcrde de selâm lâfzı yoktur, ama tehiyyatta ;e!âm vardm
Yani; namazda Peygamber (S.A.V.)'e selâm, salâttan da önce okunur. Bun-3an dolayıdır ki;
Ashâb-ı Kiram :
«_ Ya ResHİâllah,
selâmı öğrendik; acaba sana nasıl salât eyleyeceğiz?» demişlerdi, selâmsız
salâvât ulemaya göre mekruhtur. Maamafih mekruh olmadığını söyleyenler de
olmuştur.
İkinci bir i'tiraz da
şudur;
«— Enbiyadan sonra
Mürselinİ zikretmeğe ne hacet vardı? Resul de Nebidir. Hatta ayrı kitab ve
şeriatı olması itibariyle ondan daha da
şümullüdür.»
Bu İ'tiraz mühim
değildir. Zİra Maânî ilminin beyânına göre ehemmiyet ve kıymetim jüstermek için
hâss bir kelimeyi ânım olan kelimeye atfetmek caizdir, tmam Müslim'in
yaptığı da budur. Kur'an-ı
Kerinı'de bu kabil âyetler
çoktur.
Bir de «Mürselîn>
kelimesi hem insan resullerine, hem de melek resullerine şâmildir.
Teâlâ Hazretleri :
«— Allah meleklerden
de, insanlardan da resuller seçer.» (Sûre-i Hacc, 75) buyurmuştur. Halbuki
meleklere «Nebî» denmez. Şu halde «Mürsdîn» tabiri Nebiyyînin İfâde edemediği
bir ziyadeyi anlatıyor demektir.
[3] Eskiden bazı âlimler ya hocasını, ya talebesini, yahut
da kendini kendisine muhatap etmek suretiyle anlatmak istedikleri seyİ
okuyucuya daha açık ifade etmeye çalışırlardı. İmam Müslim (204-261) de burada
kendini kendisine muhatap etmektedir. Haddi zatında bu
isteğin sahibi kendisidir.
[4] İmam Müslim (204-261) in bu sözlerle ne demek
istediğini Nevevî (631-676)
şöyle İzah ediyor :
«Hadîs ilminden
muraıi, metinlerin mânâlarım,
llnı-i isnadı, mualleli
tahkik etmektir. İllet,
hadîsdekî gizli bir mânâdan ibaret olup zahiren hadîs sağlam görünmekle beraber
hakikatte zaif olmasını iktiza eder. İllet bazan metinde bazan da isnadda olur.
Bu ilimden maksad sadece hadîsi
dinlemek, dinletmek veya yazmak değildir. Ondan
maksad hadisin hakikatine
ehemmiyet vermek, metin ve isnadlardaki gizli mânâları araştırmak ve bu hususta
fikir yormak, hadîse
daima dikkat göstermek,
hadis ulemâsına müracaatta
bulunmak, ,chl-l tahkikin kitaplarile sair hadîs eserlerini okuyarak
güzel gördüğü yerleri kaydetmek, hadîsi
hem yazıp hem ezberlemek, yazdıklarım
daimî surette mütalâa etmek, oolan dikkatle İnceleyerek tesbit
eylemektir. Çünkü o hadîs sonra itimada şayan olarak kalacaktır. Ezber
edilen hadîsler bu
fenle meşgul olan
biri ile — ister kendi
derecesinde, ister daha büyük
veya küçük olsun — müzakere edilmeli. Çünkü ezber edilen bir şey müzakere ile
sübut ve kuvvet bulur; yerleşir. Müzâkerenin çokluğuna göre de artar. Bu fende
kâmil bir kimse İle bir saat müzakere, saatlerce hatta günlerce mütalâa ve
ezberle meşgul olmaktan daha faydalıdır. Müzakerede insaflı olmalı. Ya
istifade yahud ifade etmeğe çalışmalı.
Arkadaşına karşı kalbiyle veya diliyle
yahud bir hangi lıalile büyüklenmemeli,
ona güzel ve tatlı dille hitab
etmelidir.»
[5] Buradaki cümleden nuırad kitabına yazdığı hadîslerdir.
Yoksa maksadı bütün müsned hadisler değildir. Çünkü İmam Müslim'in Peygamber
(S.A.V.)'den rivayet edilen bülün
müsned hadîsleri değil,
onların yarısını bile
kitabına almadığı malûmdur.
[6] Hadîsin bir kısmını bırakıp bir kısmım rivayet etmek
ulemâ arasında ihtilaflı dır. Bazılarına göre mutlak surette caiz değildir.
Diğer bazılarına göre mutlak surette câ izdir. Hatta bu kavli Kaadı tyaz
(476-544) İmam Müslim'e nisbet etmiştir. Sahîh ola cumhur kavline göre râvî
âlim olur da terk ettiği kısım, rivayet ettiği parçaya bağlı olma ve mânâ
bozulmazsa caizdir.
Fıkıh, hadis ve usul
uleması da aynı şeyi söylemişlerdir. Yani râvinin zabıt sahil olması,
ekseriyetle rivayetinin, mutemed râvilerİnkine muhalif düşmemesile bilinir. Nâd
ren muhalif gelmesi zabtına zarar getirmez.
Hadîsi karıştırması da böyledir,
[7] Fıkth, Hadîs ve Usul âlimleri de aynı şeyi
söylemişlerdir. Ravinİn zabt sahi olması ekseriyetle rivayetinin mutemed
râvilerİnkine muhalif düşmemesi ile bilinir. Nâ< ren muhalif gelmesi zabtma
zarar getirmez. Hadîsi karıştırması da böyledir.
[8] İmam Müslim bu
va'dini İfâ ctıi mi. \oksa eimoden mi
durmadan gitti? bu cihetin ihtilaflı
olduğunu kitabımızın mukaddimesinde «Mııda'af»
bah.sir.de görmüşlük.
[9] Meslûru'l-ha!
olmak, yânî kötü
bir hâli bilinmemek,
[10] İkinci tabakaya miskidir. Alâ b. Sabit iR.) :
Tabiînden olup Kîıfe'üdir. Künyesi Ebu's-Sâib'tir. Ebıi Yezîd ve Ebıı
Mııhamnıed diye de amlır. Abdullah b. Ebî Evfâ i!e Hz. Enes'den hadîs rivayet
etmiştir. Mevsuk bir râvi İse de sun ömründe hafızasına za'-fİyet gelerek
hadîsleri karıştırmağa bağlamıştır. Binaenaleyh eskiden rivayet ettiği hadîsler
makbul, karıştırmağa başladıktan sonrakileri muzıaribtir. Kskîden ondan hadîs
rivayet edenler Süfyan-i Scvri iie Şu'bedir. Ccrîr ile Hâlid b. Abdillâh ve AH
b. Asımda ihtilâl zamanından sonra ondan hadîs rivayet etmişlerdir. Ebıı
Avane'nin Atâ'dan hem eskiden, hem de hafızası bozulduktan sonra rivayette
bulunduğu sö>İenir. Yalıya b. Mam onun rî-vâyctile ihticac
edilemeyeceğini söylemiştir.
[11] Nevevi'nin beyanına göre, Yezid b. Ebi Ziyaıi (R.)
dır: Bu zâta Yezîd b. Ziyad da derler. Bazı hadis hafızları onun hakkında
«'Zaifiir.j demiş; bazıları; «O bîr şey etmez» şeklinde beyanda
bulunmuş; bir takımları
da: «Melrûkü'l-hadîs» diye
tavsif etmişlerdir. Kûfelidir;
ve belleyişinin kötülüğü ile
meşhurdur. 136 'tarihinde
vefat etmiştir.
[12] Leys b. Ebî Süleym <R.): İsmi Ey m en
veya Enes olup cıımhıır-u ulemaya göre zaİf bir râvîdir. Hadîsleri
muztaribtir. .bendinden hadî^
yazılıp yazılamayacağı ihtilaflıdır. Seleften birçokları
onun hadislerini yazmamış!ardır. Mamafih
ulemâdan bâzılarına göie Leys burada İsimleri
zikredilen üç kişinin en ivisjdir. Hayatını
daha geniş bümek isteyenler,
(bni Sa'd, TabakatiTİ-Kübra, C.
fi, s. 349 a
ve tmam Zehebî,
Mizanü'M'iidal, C. 3, s. 430-433 e bakmalıdır.
[13] Nevcvî
(631-676) burada şunları
söylemiştir: Bu hususta imâm
Müslim'e i'tiraz edilebilir. Denilir ki:
— Eh!-i Hinin âdeli,
böyle bir yerde bir cemaat zikrederlerse mertebece en yüksek olanı evvelâ
anmaktır, Mcstlâ sababiyi tabiinden, tabiîyi de tebe-i tabiînden evvel zikrederler.
Bu cihet anlaşıldıktan sonra gelelim İsmail b. Ebî Hâlİd'e: Bu zat
meşhur bir tabiîdir. Enes b. Mâlik'le SeleiRetirbmîİ-Ekva'ı görmüş; Abdullah b.
Ebî Evfâ, Arar b. Hureys, Kays b. A'iz, Ebu Kâhil ve F.bu Cuheyfe'den hadis
dinlenilir. Bunların bepsi sahabedendirler (Radıyallahu Anhüm).
A'meş'e gelİBce : O
yalnız Enes b. MâliR'î görmüştür. Mansur b. Mu'tenıir ise tabiî bile değil,
tebe-i tâbiîndendir. Binaenaleyh Müslim'in (bunları ismail, A'meş ve Mansur'ta
karşılaştırdığın zaman...) demesi îcâbederdi. Bunun cevabi şudur: Burada
maV^at] on-,, lann mertebelerini anlatmak değildir. Şu halde tertibsiz
zikretmeğe bir manî' yoktur. İhtimal ki Müslim Mansur'u diyanet ve ibâdetinden
dolayı evvel zikretmiştir. Filhakika bu cihetten o diğerlerinden ÜsUrndü...»
[14] Ebû
Mubammed Süleyman b.
Mihran (61-148): Kûfe'iidir. Fıkıh
ve hadîsde zamanının büyük âlimlerindcndi.
A'nıeş: gözü zaif ve
ekseriya yaşı akan manasınadır. Hadîs ve fıkıh ulemasıyla diğe birçok zevata
göre bir râvîyi küçültmek değil de ta'rif maksadıyla kör, topal, sağır ve sair
gibi hoşlanmadığı bir sıfat veya lâkabla, yahut hoşlanmadığı soy adıyla anmak
câizdii İhtiyaca mebni râvîîeri cerh etmek caiz görüldüğü gibi, bu mesele de
ihtiyaçtan dolayı tec viz edilmiştir.
[15] Kûfe'li meşhur bir iâbiî olup azadlılardandir. Onikİ
sahabeye yetişmiştir. Me' suk bir zattır. 145 veya 146 tarihinde vefat
etmiştir. Hayatına ait kaynaklar Mizanii1 İtidal, C, 4, s. 520 ve İbni
Haceri'l-Askalanİ, Lisanü'l-Mizan, C.
7, s. 41e bakılmalımı
[16] İsmi Abdullah olup âzadlı kölelerdendir. Hz. Enes'i görmüştür.
[17] Evyûb-i Sahtiyanı:
Basra'hdır. Deri ticareti
yaptığı için kendisine
«Sahtiyanı» denilmiştir.
[18] Avf b. Ebî Cemile; A'râM diye tanınırsa da a'râbî
değildir. Mevsuk bir râvîdir. Künyesi Ebu Şehirdir. Kaderî olduğu söylenir.
[19] Eş'as b. Abdilmetik;
Künyesi Ebu Hâni' olup Basra'İıdır. Ebu
Bekir Berkaanî diyor kî:
«Dârekötni'ye: Eş'as
Hasenden mi rivayet etmiştir? dedim. Onlar iiç tanedir, üçü de Hasenden rivayet
ederler: Birisi cl-Hunırânîdîr. Hz. Osman'ın mevlâsı olup sikadır. Diğeri Eş'as
b. Abdillah el-Haddânîdir. Basra'lıdır. Enes b. MâUk'ten rivayette bulunur.
Hasen ona i'tibar eder. Üçüncüsü de Eş'as b. Sevvâr'dır. Buna da itibar olunur,
ama içlerinde en zail olanı budur; dedi.»
[20] Sûre-i Yusuf, âyet: 76.
[21] Abdülkuddûs
b. Habib el-Kelâî:
Şam'hdır. Künyesi Ebu
Saîd'tir. İkrime, Ata ve daha
başka zevattan hadîs
rivayet etmiştir. Rivayetlerinin metruk
sayıldığında bütün hadîs
ulemâsının ittifakı olduğu söylenir. Şamlılardan Abdülkuddûs b. el-Haccâc
namında bîr râvî daha vardır ki, mevsuktur. Künyesi Ebu'I-Mugîre'dir. Ondan
Buhârî (194-256) ile Müslim (204-261) dahî hadîs rivayet etmişlerdir. [Bak:
Zehebî, Mizanü'l-İiidal, C. II, s. 643. No.
5156.]
[22] Muhammed
b. Saîd el-Maslûb:
Dimesk'lidir. Künyesi Ebu Abdirrahınan'dır.
Ebu Abdillâh ve Ebu Kays diyenler de vardır, ismi ve nesebi üzerinde misli
görülmedik derecede İhtilâflar vardır. Bu muhtelif kavillerin yüzden fazla
olduğu söylenir. Ebu Hatim cr-Râzî
(195-277) nin beyanına göre
bu adam
metruklerden olup zındıklığı
dolayısı ile öldürülmüş ve
asılmıştır. İmam Ahmed b. Hanbel
(164-241) onun hadîslerinin mevzu' olduğunu
söyler.
[23] Gıyas'ın künyesi: Ebu Abdırrahman'dır. Kûfe'lidİr.
İmam Buhâri onun metruk olduğunu söyler. Hayatı hakkında daha geniş bilgi igîn
İmam Zehebî, Mizanu'l-Uidal. C. 3, s. 337-38, No. 6673 e, lbni
Haceri'l-Askalânî, Lisanü'l-Mizan, C. 4, s. 422 e bakılabilir.
Abdullah b. Mısver,
Medaİnüdir, Hayatı hakkında daha geniş bilgi için imam Zehebî, MizamTt-Itidal,
C. 2, s. 504-505, No. 4608 e, îbni Haceri'İ-Askalanî, Lisanut-Mizan, C. 3, s.
360-61 ve No. 1453 e bakılmalıda
imam Müslim'in adını
verdiği Amr b. Halİd'in iki Amr b. Hâlİd'ten hangisi olduğunu Müslim Sarihi
İmam Nevevî ve LisanÜ'l-Mİzan müellifi lbni Hacer açıklamamışlardır. (Bakınız:
Müslim Şerhi. C. 1, s. 76.) Lisanü'l-Mizan, C. 4, s. 363. İmam Zehebi,
Mizanü'l-ltidaî, C. 3, s. 256 ve 257. No. 6358 ve 6359 da. İkisi de Kûfeli ulan
Amr b. Hâlid Ebu Yusuf ile Amr b. Hâlid, Ebu Halid'Ü-Kureyşı'den
bahsetmemişlerdir.
[24] imam Müslim'in misâl olmak üzere saydığı Süleyman b,
Amr hakkında Hadîs ilminin rical intikadına dair söz hakkına sahip âlimleri
kendisinin hadis vazedenlerden olduğunda hemen hemen ittifak halindedirler,
tmam Ahmed b. Hanbd *bizzat şahidi olduğu bir hadiseyi şöyle nakletmektedir.
«Bir gün onun önüne geçtim. Bana dedi ki:
«— Yezid bize
Mekhul'dan haber verdi. Yezid b. Habîb bize dedi ki...» deyince ben: *— Ona
nerede rastladın» dedim. Cevaben —bana—:
- «— Ey Ahmak. Onu ben
söylemedim. Ben ona bir cevab hazırladım. Ben ona Ba-bu'1-Ebvab'da rastladım»
demiştir. Böylece çabucak bir şey uyduruvermis olduğu görünmektedir. Hayatı
hakkında İmam Zehebî, Mizanü'i-îtidal, C. 2, s. 216-219. Inbi
Haceri'İ-Askalanî, Lisanü'l-Mizan, C, 3, s. 97-99 a bakılabilir.
[25] Bu zevatın rivayetleri hadîs hâfızlarınca metruk ve
merdûddur.
[26] İmam
Müslim (204-261) buraya kadar kısaca
şunları anlattı : Zabıt sahibi mevsuk bir
râvînin hadise yaptığı ziyade
makbuldür. Şâzz ve münker rivayetler ise mer-dûdtur. Hadîs, fıkıh ve
usul ulemasının cumhuru da aynı kavli kabul etmektedirler. Nevevî (631-676):
«Sahih olan da budur.»
diyor.
[27] İmam Müslim (204-261) in bu izahatı verip vermediği
ihtilaflıdır. Bazılarına göre yapamadan vefat etmiştir. Bir takımları kitabının
bâblarmda yeri geldikçe bu îzâhâti yapmış olduğunu söylerler. Mukaddimede
bundan bahsedilmişti.
[28] Bu kelimenin
: Süfyân, Sefyân ve Sifyân şekillerinde okunduğu nakledilir.
Meşhur kırâeti Süfyan'dır. Uyeync'nİn dahi
lycyne şeklinde okunabileceği rivayet
edilirse de omın da meşhur kıraeti Uyeyne'dir.
[29] Aşın bid'afçılardan
murâd: Fâsid mezheplerinin propagandasını yapanlardır. Nevevî
(631-676) nin beyanına göre
böylelerin rivayetini kabul
etmemek Müslim'in mezhebidir. Fıkıh, Hadîs ve Usul ulemasına göre; hid'atı sebebiyle dinden çıktığına
hükmolu-nan bid'atçınm rivayeti bilittifak kabul edilmez.
Dinden çıktığına hükmolunmayamn rivayeti ihtilaflıdır.
Bazılarına göre; rivayeti mutlak surette kabul
edilmez. Çünkü fa'siktır. Diğer bazılarına göre mezhebi yararına yalan
söylemeyi helâl î'tikad etmiyorsa propaganda yapsın yapma-m
rivayeti mutlak surette kabul edilir. İmam Şafiî (150-204) nin kavli de bu
olduğu söylenir. Kir hskimlan :
«Mezhebi için
propaiî^ınla yapmazsa rivayeti kabul edilir; yaparsa kabul edilmez»
demişlerdir. Ekser-İ uk-m.mın mezhebi budur. Nevevî 11»31-676) en iuiÜane ve
sahîh kavlin bu olduğunu
söylüyor.
[30] Sûre-i Hucurât,
âyet: 6.
[31] Sûre-i Bakare, âyet: 282.
[32] Sûre-i Talâk, âyet: 2
[33] Bu sözü Nevevî (631-676) îmam Müslim'in büyüklüğüne ve
çok fakîh olduğuna açık bîr delîl saymakta ve şunları söylemektedir :
«Haberle şehâdet bazı
vasıflarda müşterektirler; bazı vasıflarda da birbirlerinden ayrılırlar.
Müşterek oldukları vasıflar: İslâm, akıl, bulûğ, adalet, mürüvvet ve gerek
işittiği anda, gerekse çdâ ederken haberi ve gördüğü şeyi zabietmektir. Hür
olmak, erkek olmak, müteaddid olmak, töhmet altında olmak ve asıl dururken
ferin kabulü gibi vasıflarda bir birinden ayrılırlar. Meselâ; Kölenin, kadının,
bir kişinin ve asıl şeyhi dururken feri' olan; talebesinin rivayetleri kabul
edilir; fakat şehâdefleri kabul edilmez. Yalnız bazı yerlerde bankasıyla
birlikde kadının şehâdeti makbuldür. Şehâdet töhmet sebebiyle reddedilir. Düş|
maninin aleyhine şehâdette bulunmak böyledir. A'mâmiı şehâdeti ihtilaflıdır.
Şafiî île ulej madan bir cemaat bunu kabul etmemiş; Mâlik ile bir cemaat kabul
etmişlerdir. Fakat a'mâ-f ttın
haberi ittifakla makbuldür.
Şeriatın bu vasıflar
hususunda haberle şehâdetin arasında fark görmesi, şundandır : Şehâdet
hususidir; binaenaleyh onda töhmet ortaya çıkar. Haber herkese ânım ve şamildir.
Bu sebeple onda töhmet yoktur. Mu'temed ulemanın kavilleri bunlardır... Bazı
Usul ulemâsı rivayeti tahammül ederken (yani üzerine alırken) bulûğa ermiş olmayı
şart koşarj larsa da icma' bunu reddeder. Bulûğ yalnız rivayet ederken şarttır.
Haberi dinlerken büt lûğ şart değildir. Şafiilerden bazıları sabinin
rivayetinin bile kabul edileceğine kail olmuşl sa da ulemânın ma'lum olan
mezhebi yukarıda arzettiğimizdir. Mutezileden Cübbâî İle kaderiyyeden
bazıları adedi şart koşmuşlardır. Cübbâî:
«Şehâdette olduğu gibi,
baberdc de iki kişinin iki kişiden nakli şarttır.» demiş. Ka-deriyyeSen
bazıları dört kişinin dört kişiden İşitmesi lâzımdır; iddiasında bulunmuşlarsa
da, bu kavillerin hepsi zaif ve münker olup makbul değildir...»
Rivayetle şehâdet
arasındaki farkları îmam Süyûtî «Tedrîbü'r-Râvâ adlı eserinde (2l)e çıkarır.
[34] Ebu Bekir b. Ebî Şeybe ( -235) nin ismi, Abdullah b. Muhammed'dir
(dedesine nisbet edilmiştir). Kardeşi
Osman'la birlikte Buharı ve
Müslim'in şeyhlerindendir.
Sahîh-i Müslim'de birçok rivayetleri
vardır. Kaasim adında bir kardeşi daha varsa da onun riy vayeli yoktur. Babalan
mevsuk, fakat dedeleri Ebû Şeybe
bilittifak zaif bir râvîdir.
[35] Vekî' b. Cerrah
b. Melih b.
Adiy Ebu Süfyani'I-Mekkî. Aslen
Nisabur'Iudurl Jmam-ı Azam Ebu Hanife'den İlim tahsil eylemiştir. İmam
Ebu Yusuf Züfer'den ders din| lemistir.
Kendisinden imam Abdullah b.
Mübarek, Yahya b. Eksem, Ahmed b. Hanbeli Yahya b, Main,
AIiyü'l-Medînî Hadîs-İ Şerif ahz ve istima eylemişlerdir. İmara Yahya b. Eksem:
«Onunla hazarda ve seferde beraber bulundum. Gördüm ki; Savm-ı Dehre devam
ediyor. Her gece Kur'an-ı hatmediyor. Kur'an-ı Kerîm'in üçte birini okumadan
ilk uykuya yatmıyor. Sonra gecenin son üçte birinde ibadete kalkıyordu»
demiştir. İmam Vekî' b. Cerrah 192 H. de irtihal eylemiştir. Kendisi hakkında
İmam Yahya b. Main, İmam Vekt' b. Cerrah ve Abdullah b. Mubarek'ten efdal ilim
görmedim» demiştir. İmam AlİyyÜ'I-Kârî Tabakat'ında : «Tabiinin büyüklerindendir.» demiştir. Leknevî, Elfevaidü'l-Behiyye, s. 222.
[36] ŞuTıetü'hnü'l-Haccâc:
(.83-160) Basra'da yaşamıştır.
Zaif râvîleri ilk
defa araştıran zat budur. Tabiînin birçoklarından rivayetleri vardır.
[37] el-Hsıkem b. LHeybe: Tabiînin en fakîhlerİnden âbid
bir zâttır.
[38] Abdürrahinan b, Ebî
Leylâ: ( -83) Tabiînin en büyüklerindendir. Onun hakkında Abdullah b. el-Hâris:
«Anaların, ornm bir
eşini doğurduğunu duymadım.» demiştir.
Babasının ismi
ihtilaflıdır. Yesâr diyenler olduğu gibi, Bilâl ve Dâvud diyenler de vardır.
Hattâ ismi malum değildir diyenler bile olmuştur. Hz. Ebû Leylâ sahûbîdir. Hz.
Ali (R.A.) üe birlikte Sıffîıı muharebesine İştirak etmiş; orada şehid
olmuştur. Mezheb sahibi fakîh İbni Ebî Leylâ (74-148) bu zâtın oğludur. Onun
ismi Muhacımed b. Abdir-rahman b. Ebî Leylâ'dır. Muhammed, hadis uleması
nazarında zaiftir.
[39] Semuratü'bnü CÜndüb
(veya Cündeb): Künyesi
hakkında İhtilâf vardır. Ebû
Saîd, Ebu Abdillâh, Ehu Abdirrabmân, Ebu Mubammed hatta Ebu Süleyman diyenler
vardır. Hz. Emeviye zamammn sonlarında Kûfe'de vefat etmiştir.
[40] Ebu
Abdillâh Süfyan-ı Sevrî
(97-161): Müctehid bir
zâttır. Kûfe'de doğmuş;Basra'da vefat etmiştir.
[41] Habîb b. Ebî
Sabit ( -119):
Tabiînin büyüklerindendir. Kûfe'de
dördüncüleri bulunmayan üç zâün biri oîdtığu söylenir. Bunlar: Habîb b.
Ebî Sabit. eî-Hakem ve Hammâd'dır. Üçü
de ehl-i fetvadan iseler de Habîb, diğer
ikisinden Üstündür,
[42] Meymun b. Ebî Şehîb: Kûfe'lilerden sayılır. Müslim'in râvîlerinden olup yalnız buradaki hadîsi rivayet etmiştir.
[43] Mi'ğîrctü'bnü
Şu'be ı,U.A.) : Künyesi Ebû
Isâ veya Ebû AböUlâh'd .
Arapların dahîlerinden bir sahâbî-i ceiîldir. Hendek gazasının
vukubuldıığu sene müsliiman olmuştur. 50 veya 51 târihinde 70 yadında vefat etmiştir.
[44] G"»der: Mubammed b. Ca'fer'dir. AzaJUlaıdandır.
Gunder: Fitnebaz ve geveze demektir. Bu
lâkabı ona İbni Cüreyc
vermiştir. İbni Cüreyc, Hasan-ı Basrî'den bir hadîs rivayet
etmiş. Dinleyenler onu kabul etmemişler. Başlarında Muhammed b. Ca'fer varmış.
İbni Cüreyc ona:
«Sos be gunder!* demiş.
Bu zattan pek çok
muhaddisler hadîs rivayet etmişlerdir. Butıârf ile Müslim'de hadîsleri vardır.
Şu'be ile yirmi sene bir mecliste bulunduğu söylenir. 193 târihinde vefat etmiştir.
Tam elli sene bir gün ara ile oruç tutmuştur.
[45] Mahammed
b. el-Müsennâ (
-252): Basra'lıdır. Buhâri
ile Müslim bu zâttan birçok
hadîsler tahrîc etmişlerdir.
[46] Mubammed
b. Beşsar (167-252): Basra'lıdır.
Künyesi Ebu Bekir, lakabı Bün-dâr'dır. Basrahların bütün hadîslerini
toplamıştı. Hadîsine i'timâd edilir bîr zâttır. Buhâri ile Müslim ondan birçok
hadîsler tahrîc etmişlerdir. Basra'da vefat etmiştir.
[47] Rib'î b. Hırâş: Kofe'lidir. Künyesi Ebû Meryem'dir,
Bufaâri ile Müslim'de bundan başka Hıras ismi yoktur. Tabiînin
büyüklerindendir. Mes'öd ve RabF adlı iki kardeşi vardır. Nevevî (631-676) ile.
başkalarının beyanına göre, bu Üç kardeşin üçü de keramet sahibi imişler.
Mes'ud, öldükten sonra konuşmuş. Ribî' ömründe bir defa yalan söylememiş; ve
Cennetlik mi Cehennemlik mi olacağını bilmedikçe asla gülmeyeceğine yemîn
et-roiş; nihayet öldükten sonra gülmüş. Aynı yemini kardeşi Rabf dahî etmiş.
Cenazesini yıkayan zâtın ifadesine göre, o da cenazesi yıkanıp bitinceye kadar
hep tebessüm etmiş.
Ribî hazretleri, Ömer
b. Abdilazû'in hilâfeti zamanında 101 veya 104 senesinde vefat etmiştir
[48] Alî b. Ebî Talih (R.A.): Resulüllah (S.A.V.) in
amcazadesi ve damadı; hulefâ-i râsidînm dördüncüsüdür. 35 târihînde Hz. Osman (R.A.)'m şciıîd
edilmesi üzerine cuma günü halîfe olmuş; hicrî 40 tarihinde yine cuma günü
Kûfe'de sehîd edilmiştir. Vefatında yaşının 63 olduğuf söylenir. Hz. Ali (R.A.)
Peygamber (S.A.V.) tarafından Cennetle müjdelenen bahtiyarlardandır. İlmi,
şecaat ve fesahati, cûd-u keremi, adalet ve kemâli dillere
destan olmuştur.
[49] Zöbeyr b. Harb: Künyesi Ebû Hayseme'tfir. Bağdad'da
yaşamıştır. Şamlıdır. Pek çok muhaddislerden hadîsler rivayet etmiştir. Bahârf
ile Müslim'de hadîsleri vardır. Mütkîn ve mu'temed bir zâttır. 234 tarihinde
yetmiş dört yaşında vefat etmiştir.
[50] Asıl adı ismail b. İbrahim'dir. Künyesi Ebu Bisr'dir.
Uleyye, İsmail'in annesidir. Akıllı ve dirayetli bir kadmimş. ismail aslen
Kûfe'li olup Basra'ya yerleşmiştir. $u'be onun hakkında:
«__ ismail, fukahanın
çiçeği, muhaddislerin efendisidir.» demiştir.
Buhârî ile Müslim'de
hadîsleri vardır. Müslim'in burada onu (yânı) ile zikretmesi, rivayete sadâkat
göstermek içindir. Çünkü rivayette yalnız İsmail diye zikredilmiştir. İsmail,
110 da doğmuş; 194 de Bağdad'da vefat etmiştir.
[51] Basralidır. Hz. Enes b. Malİk'den hadîs dinlemiştir.
Buhârî ile Müslim'de rivayetleri vardır. [Bakınız: İbni Saad, Tabakat, C. VII,
s. 245].
[52] Enes b. Malik (R.A.): Ensar-ı Kiramdan bir sahâbî-i
celüdir. Dokuz yaşında iken annesi Ümmü Sülcym tarafından Peygamber (S.A.V.)'in
hizmetine verilmiş; on sene bu şerefli hizmette kalmıştır. Resûlüllah
(S.A.V.)'İn irtihalînde yirmi yaşlarında idi. Çok hadis rivayet edenlerdendir.
Yüz sene yaşamıştır. Peygamber (S.A.V.)'in vefatından sonra Basra'ya yerleşmiş
ve 92 veya 93 tarihinde orada vefat etmiştir. Basra'da vefat eden son sahâbî
odur.
[53] Basra'hdır. Bekir b, Vâil kabilesine mensuptur
[54] İsmi
El-Vaddâh b. Abdillah'dır
( -101).
Vasıflıdır. Şafiî'ye fukahasından
ve muhaddislerden bir Ebu Avâne daha varsa da bu o değildir. Onun ismi
Ya'kub'tur.
[55] İsmi Osman b. Asim'dıfC Tabiînden olup Kûfe'lİdir.
Sahiheyn'de bundan mâada Hasın yok, Husayn vardır.
[56] İsmi Zekvân'dır. Medine'lidir. Yağ sattığı için
kendisine Semmân ve Zeyyat denilmiştir,
[57] Ebu Hüreyre (R.A.); ismi ve babasının ismi
ihtilaflıdır. Bu hususta 30 kadar kavil vardır. Esah kavle göre ismi
Abduırahman b. Sahr'dır. Ebu Hüreyre «Kedicik Babası» demektir. Kendisine bu
künyenin verilmesine sebeb: Küçüklüğünde bir kedi yavrusuna sahip olup onunla
oynamasıdır. Hz. Ebu Hüreyre (R.A.)'İn hadîs ilminde pek müstesna bir mevkii
vardır. Zira Peygamber (S.A.V.)'dcn en çok hadîs rivayet eden sahâbî-ı celıl
odur. Hafız Bakıy b. Mahled (201-276) «Müsned» adlı eserinde onun 5374 hadîs
rivayet ettiğini söyicr ki, Ashab-ı Kiram (Radıyallahu Anhüm) hazerâti içerisinde bu
kadar yahud buna yakın hadîs
rivayet eden yoktur. İmam Şafiî (150-204) ashab zamanında en belleyişli hadîs
râvîsinİn Hz. Eba Hüreyre olduğunu söylemiştir. Medİoe-i Münevvere'de
Zülbuleyfe denilen yerde evi vardı. 78 yaşında iken 59 H. tarihinde Medine'de
vefat etmiş «e!-Bakî» denilen kabristana defnediîmistir. Ümmül-mü'minîn Hz.
Âİşe (R. Anha), Hz. Ebu Hüreyre'den birkaç gün evvel vefat etmiş; cenazesini
Ebu Hüreyre (R.A.) kılmıştı. Vefat tarihini bazıları 57, bazıları da 58
gösterirse de Nevevî'nin beyanına göre esah olanı 59 dur. Hz. Ebu Hü-reyTe
ehl-İ softadandır. Lisanımızda sofa şeklinde kullanılan bu kelimenin mânâsı:
Medine'deki Mescid-i Nebevî'nin bir köşesine yapılmış bir gölgelikten ibaret
olup Resûlüllah (S.A.V.)'den ayrılmayan bazı ashab burada kalırlardı. îşte
burada oturanların en meşhuru Hz. Ebn Hüreyre'dir. (R. Anhüm)
Hadîsin metnine
gelince: Bu hadîs nihayet derecede sahih olan hadîslerden biridir, Hatta
mütevâür olduğu söylenir ki doğrusu da budur. Ebu Bekir Bezzar ( -292) onu sahabeden
kırk zâtın rivayet ettiğini «Müsnedsinde beyi» etmiştir. Ebu Bekir Sayrafi,
İmair Şafiî'nin risalesine yazdığı şerhde onu Sahabe-i Kiram'dan altmış zâtm
merfu' olarak rivayet ettiğini söyler. İbni Menden ve başkaları bu sayıyı
seksene çıkarmışlardır. Bazı hâfız^ lara göre râvilerinin adedi 62 olup
bunların içinde cennetle müjdelenen on bahtiyar dî vardır. Hayatlarında
cennetle müjdelenen zevatın hep birden iştirak ettikleri yegâne hadî; budur. Bu
hadîsin râvî sayısını (200) e hatta daha fazlaya çıkaranlar vardır. Onu Buhar
(194-256) ve Müslim (204-261), Ali, Zübeyr, Enes ve Ebu Hüreyre (R. Anhüm)
hazerât ile diğer bazı Ashab-ı Kİrâm'dan ittifakla tahrîc etmişlerdir, cümlesi
muhtelif şekillerde tefsir edilmiştir. Bazılarına göre bunun mânâsı:
«Cehennemdeki yerine
yerleşsin» demektir. Diğer bazıları:
«Cehennemdeki yerini
hazırlasın» mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
Hatta:
Bu cümle duadır; yani
Allah ona Cehennemde yer hazırlasın demektir.» iddiasında bu limanlar olduğu
gibi:
«Lâfzı emir olsa da
mâ>â$ı haberdir» diyenler de vardır. Bu takdirde mânâ şöyle olui
«O kimse cehennemi hak
etmiştir; Kendini oraya yerleştirsin.»
Hadîsin bîr
rivayetinde:
«Cehenneme girer.»
diğer bir rivayetinde:
«Ona Cehennemde bir ev
yapılır.» buyurulması da bu mânâyı te'yİd eder.
Hasılı ; Resûlüllah
(S.A.V.)'in üzerinden yalan yalan hadîs uyduranın cezası buduı Hak ettiği bu
cezayı Teâlâ Hazretleri dilerse ona verir. Dilerse affeder. BÖylelerin muhal
kak surette cehenneme gireceklerine kesinlikle hüküm verilemez. Küfürden mâada
büyü günah işleyenler hakkında verilecek hüküm budur. Banlar cehenneme girseler
de orad ebedî kalmazlar. Zira Ehl-i sünnet uleması tarafından ittifakla kabul
edilmiş bir kaidedir k tevhîd dîni üzere vefat eden bir kimse cehennemde ebedî
kalmaz.
Yine Ehl-i Sünnet
mezhebine göre yalanın mânâsı; ister kasden ister yanlışlıkla birse; olduğunun
aksine haber vermektir. Mutezile taifesine göre kasid şarttır. Onlarca yanılars
söylenen hilâf-t hakikat bir söz yalan sayılmaz. Hadîsler ehl-İ sünnetin lehine
delâlet e inektedirler. Çünkü yalan bazen kasdî, bazen yanlışlıkla söylenmemiş
olsa Peygamb* (S.A.V.):
.. .-.
«Kasden yalan söylerse»
diye kayıd koymazdı. Bir de bu kayıd olmasa yanlışlıkla y lan söylenenin de
günaha girdiği anlaşılırdı. Halbuki Kitab, Sünnet ve Icma-i Ümmetin d
lâleliyle ma'lûm bir
hakikattir ki, unutan ile yanılan kimselere günah yoktur. Binaenaleyh uutiak
rivayetler de kasıdla mukayyed olanlara hamledilir. ,
Hadîs-İ şeriften
çıkarılan hükümler şunlardır:
1- Kasidh veya kasidsız her bilâf-i hakikat söze
yalan denilir.
2- ResülüUah (S.A.V.)'in üzerinden yalan
uydurmak ve onun söylemediği bir sözü
ona isnâd etmek pek büyük bir günah ve en çirkin bir İftiradır. Yalnız bu
yalanın helâl olduğunu i'tikad etmedikçe dinden çıkmış sayılmaz. Heiâl olduğuna
inarn:sa dinden de çıkar. Ulemâca
meşhur olan mezhep budur, İmamü'l Haremeyn'in babası Ebu Muhammed el-Cüveynî,
Peygamber (S.A.V.)'in üzerinden kasden yalan uyduran kimsenin küfrüne hükmeder;
boynunun vurulmasına fetva verirmiş. Fakat oğlu İmamii'l Haremeyn bu kavli zaif
bulmuş; babasından başka kaili bulunmadığını söyleyerek onun büyük bir hatâ
olduğunu
beyân etmiştir.
3- Resûlüllah
(S.A.V.)'in üzerinden bir tek hadîs uyduran kimsenin fâsik olduğuna hükmedilir;
ve bütün rivayetleri merdud sayılır. Artık onların hiç biri hüccet olarak
göste-rİİemez. Yaptığı halisane tevbesinin de bu hususta bir tehiri olamaz.
Onun rivayetleri ebe-diyyen merdûddur. îmam Âhmed b. Hanbel (164-241), Ebu
Bekir el-Humeydî ( -219) ve Ebu Bekir es-Savraft ile Usul ve Furû'
ulemâsından" bir cemaatin kavilleri budur. Hatta Şâfiiyye fukahasmdan
Sayrafî mutlak konuşarak şöyle demiştir :
<— Biz, yalanını
tuttuğumuz için i'tibârdan düşürdüğümüz hiç bir râvînin hahermi .— tevbe ettiği
anlaşılsa da— bir daha kabul etmeyiz. Bir defa taIÎ olduğuna hükmettiğimiz
râvîyi de sonradan kavı sayamayız. Bu, şehâdette rivayetin birbirinden
ayrıldığı yerlerdendir.»
İmam Nevevî (631-676)
bu 2evâtm mezheplerine bir delil
bulamadığını kaydettikten
sonra onların mezhebini
tevcih ve izaha çalışarak diyor ki:
«— Peygamber (S.A.V.)
üzerinden yalan uydurmanın zararı pek büyük olduğu için bu mezhep o yalanı en
Bgır ve beliğ surette nebidir mânâsına alınabilir. Zira kıyamete kadar sürüp
gidecek bir yot olacaktır. Halbuki başkası üzerinden uydurulan bir yalanla
şehâ-det meselesi öyle değildir. Çünkü bunların zararı yalnız bazı şahıslara
münhasır kalır. Mezkûr imamların bn söyledikleri zaittir; şeriat kaidelerine
muhaliftir. Mnhtâr olan mezhep, bu
babtaki tevbentu sahih olduğuna kat'iyette inanmak ve tevbeyi, malûm şartlarıyla
doğru dürüst yapanın ondan sonraki rivayetlerinin kabul edilmesidir. Tevbenin
şartları: ^ünah işlemekten vaz geçmek, yaptığına pişman olmak, bir daha o
günahı işlememeğe azmetmektir. Şeriat kaidelerine uygun olan budur. Ulemâ,
vaktiyle kâfir iken sonradan müslüman zevatın rivayetlerini kabulde
müttefiktirler, Ashâb-ı Kiramın ekserisi
böyle idiler. Bö'ylclerin şehadeti de
bilittifak makbuldür. Bu bâbta rivayetle şebâdet atasında fark yoktur, Auahu alem.»
Fakat Buhârî şârihi
Aynî (762-855), Nevevî'nİn ittifak iddiasına İ'tirazla şunları söylemiştir :
«— Bir kimsenin yalan
yere şâhidlik ettiği sabit olursa bir daha tevbe etsin etmesin şehâdeti kabul
edilemeyeceği İmam Malîk'ten rivayet olunmuştur. Fâsiklıktan dolayı şahid-liğl
kabul edilmeyen, fakat sonradan tevbe ve ıslâhı hâl eden bir kimse için Ebu
Hanife (80-150) ile Şafiî (150-204);
— Tekrar şahidliği kabul edilemez; çünkü
hakkında töhmet vardır, demişlerdir. Ebn Hanİfe:
— Kan ile kocadan birinin diğerine ettiği
şahidliği reddedilir de sonra tevbe ederse töhmetten dolayı şâhidliği kabul
edilmez, demiştir. Binâenaleyh büyte bir şeyin burada da vâki' olması ihtimalden
uzak değildir. Çünkü bütün rivayetler şâhidliğin bir nev'i gibi-
Resûtüilab (S.A.V.)
üzerinden uydurulan yalanların ahkâma dâir olanları ile terdirler.»
gîb, teşvîk, va'z *
lerhîb gibi hüküm ifade etmeyenleri arasında hiçbir fark yoktur. Bun-İarm
cümlesi İcma' babında sözüne itimâd olunan bütün müslümanlann icmâı i!e, büyük
günahların en büyüklerinden ve dünyada işlenen kötü işlerin en kötülerindendir.
DaSâİet fırkalarından
Kerramiyye'ye göre tcrgîb, tervîk ve terhîbe dair hadîs uydurmak caizdir.
Kendilerini âbid ve zâhîd sanan bir takım câhiller de bu sapıkların arkasından
giderek Fahr-i Kâinat (S.A.V.) efendimizin üzerinden yaiau hadîsler
uydurmuşlardır. Bunlar bâtıl da'vâlarma şu rivayetle istidlal ederler:
«— Her kim başkasını
.saptırmak için benim üzerimden kasden yalan söylerse Cehennemdeki yerine
hazır olsun.»
Bazıları sanki lehde
uydurulan yalan câizmiş gibi :
«— Bizim yaptığımız
Resûlüllah (S.A.V.)"in aleyhinde değil, lebinde yalandır.» derler. Bu
şaşkınlara îmam Nevevî (631-676) şu cevabı veriyor:
«— Bunların yaptıkları
ve delil diye benimseyerek istidlal ettikleri şeyler cehaletin evc-t hâlâsı,
gafletin nihayeti ve şeriat kaidelerini bilmekten uzak olduklarım gösteren delillerin
en büyüğüdür. Filhakika bunlar şaşkın akıllarına, menfiT ve fâsid zihinlerine
uygun bir toitiDi mugâleta cümleleri toplayarak hem Allah-u Zül Cclâl'ia:
«— Bilmediğin şeye
karışma; çünkü kulak, göz ve günü!, bütün bunlardan sahibi mes'iîl olacaktır.»
(lsrâ süresi, âyet: 36) âyet-i kerimesine hem de yalancı şahidliğin ne derece
büyük bîr vebal «iduğunıı sarahaten ifade eden şu mütevâtir ve tneshur
hadîslere muhalefet ettikleri gibi söz sahihi ulemanın icmâma ve alelade
insanların üzerinden yalan uydurmayı bile har-?m kılan sair kati delillere de
muhalefet e?nelerdir. Alelade insanların üzerinden yalan uydurmak haram olursa,
sözü şeriat ve vahy olan Resû'ültah (S.A.V.)'İn üzerinden yalan uyduranın hali
ne olur? Peygamber (S.A.V.) onların sözlerine baktığı zaman Allah'ın üzerinden yalan uydurduklarını
görecektir. Teâlâ Hazretleri:
« O nevadan
iÖz söylemez; söylediği ancak
kendisine bildirilen vahydir.» (Sûre-i Necnı, âyet: 3-4) buyurmuşlardır. Şaşılacak .şeylerden
biri de:
«— Bizim yaptıklarımız
onun lehinde yalandır» demeleridir. Bu onların arap lisanını ve şeriaim
hitabını bilmemelerinden neş'et
eder. Ve bütün bsı yaptıkları
onun üzerinden
yalan söylemektir.
Delil olarak €İe
aldıkları hadîse gelince: Buna ulema birkaç vecihle cevap vermişlerdir. Mezkûr
cevapların en kestirme ve güzel olanı hadîsdeki «Başkasını saptırmak için)!
ciimkstıtm bâtıl bir ziyâde olmasıdır. Bu cümlenin bâtıl olduğuna ve hiçbir
suretle sabit olarak bilinmediğine hadîs hafızlan ittifak etmişlerdir. Ebu
Ca'fcr Talıâvî (238-321) ye gön bu cümle sahih bile olsa te'kîd ifâde eder.»
5- Mevzu1 olduğunu bildiği veya kuvvetle zannettiği
ha uydurma bir hadisi rivâ yet etmek haramdır. Binaenaleyh böyle bir hadhi,
uydurma olduğunu bitirmeden rîvâjc eâen.
Peygamber (S.A.V.)'in bu husustaki tehdidinde dâhildir. Y?ni o d:= Rf*;û!üHalı (S.A.V. Üzerinden yalan uyduran
yalancılardan bîri olur. Bundan dolayadır Vi. ulema hadîs rivâye edecek zâtın
evvelâ o hadîsin sahih veya hasen olup olmadıkını arattırması icab ettiğini
şayed bövle ise onu cezim sîgası ile yâni:
«ResûiÜHah (S.A.V.)
şöyle buyurdu veya şöyle yaptı» diyerek rivayet etmesini; hadi znif ise temriz
sîsası yani:
«_ Kcsiîlüllah
(S.A.V.)'den şöyle rivayet olundu yâhud şöyle rivüyet olunuyor» gifc sözler kullanması gerektiğini beyan etmişlerdir.
6- Hadîsde İâhin yani i'râb hatası ve tashif
gibi şeyler yapmanın dahî nehyde dahi olduğu sanılıyor. Bundan dolayıdır ki: ulemâ râvînin
hatâda korunabilmesi için Nahh Lügat ve isimleri bilmesini lüzumlu
görmüşlerdir. Meşhur Lügat âlimi Esnıaî:
«İlme tâlîp olan için
nahiv bilmediğinden dolayı en ziyade korktuğum şey (Her kirsenim üzerimden
yalan uydururca...) hadîsine girmesidir.
Zîra Peygamber (S.A.V.) lâhin
ıpmazlardı. Şu halde
râvî lâhin yaptı mı onun üzerinden yalan uydurmuş olur.» dermiş.
Râvî kitapta yanlış bir
kelime tesbit ederse; onu değiştirmeden yine kitapta bırakarak ;enarına
doğrusunu yazmalı ve:
«Bu kelime şu şekilde
rivayet olunmuşsa da hatâdır. Doğrusu şöyledir.» demelidir. Zumhur-u ulemânın
kavli budur. Çünkü olabilir ki; râvînin hatâ zannettiği o kelimenin
baş-(alarmca malûm bir vechi vardır. Her hatâ sanılan şeyin kitaptaki yerinde
tashihine müsaade edilirse, bu işe ehil olmayanlar da burnunu sokmağa başlar;
yazıya emniyet kalmaz. Yeri gelmişken biraz da hadîs uyduranlardan bahsedelim;
bunlar muhtelif gruplara ayrılırlar.
Birinci grup
zındıklardır ki, başlarında Muğîretü'bnü Sâİd-i Kûfî ve Mohammed b, Saîd
el-Mas!ûb gelir. Maksadlan müslümanlann kalplerine şüphe düşürmektir. Bunlar
aynı maksadla halk arasına şu yalanı hadîs diye salmışlardır:
«— Peygamber (S.A.V.):
— Ben Peygamberlerin
sonuncusuyum. Benden sonra peygamber gelmeyecektir. Ancak Allah dilerse o
başka, dedi.»
Görülüyor ki; sahih bir
hadîsin sonuna hâinane bir cümle katmakla, müslümanlann i'tikadım kökünden
sarsmayı hedef İttihâz etmişlerdir. Hatib Bağdadî (392-463) «EI-Kifaye» adlı
eserinde el-Mebdî b. Meymun ( -172)'a
varan bir senedle onun :
«Zındıklardan bir
herif, balk arasında dolaşıp duran 400 hadis uydurduğunu benim yanımda ikrar
etti» dediğini nakletmiştİr. Ukaylî'nin tahricine göre: Hammâd b. Zeyd
(116-197) zındıkların (14000) hadîs uydurduklarını söylemiştir. Lâkin Teâlâ
Hazretleri onlara karşı duracak İslâm büyüklerini de halketmiştir. Abdullah b.
Mübarek'e :
«Bu uydurma hadîslerle
hâlimiz ne olacak?» diye şikâyette bulunmuşlar:
«Merak etmeyin onlara
karşı büyükler eksik olmayacaktır.» cevabını vermiştir.
İkinci grnp:
Mutaassıplardır. Bunların kimisi Hz. AH (R.A.) tarafını, kimisi Muaviye
(R.A.)'ı iltizam ederek hadîsler uydurmuşlardır. Hatta mezhepler ve mezhep
imamları hakkında bile hadîs uyduranlar olmuştur. İbni Ebî Hatim (24O-327)'in
rivayetine göre haricîlerden biri tevbe ettikten sonra:
«Gözünüzü açın,
dininizi kimlerden aldığınıza dikkat edin; çünkü biz vaktiyle birşey istedik mi
hemen ona dair bir hadîs yakıştinrdık. Ski saptırmayı Allah için yapılmış bir
hayır sayardık.» demiştir.
Üçüncü grup: Tergîp ve
teşvik için hadîs uyduranlardır. Kur'an sûreleri hakkında uydurulan hadîsler bu
kabildendir. Bunların niyetleri Kur'an-ı Kerimi çok okumaya, ibâdet ve
tâatlara teşvik İse de, yaptıkları iş en büyük bir gaflet ve hayâsızlıktır.
Vakıa birçok Kur'an sûrelerinin fazileti hakkında sahîh hadîsler de vardır.
Fakat uydurmaları daha da Çoktur. Hadîs imamlarının unutturmak için en ziyade
müşkilât çektikleri işte bu nevi uydurmalardır. Müfessirlerden Ebu İshak
Sâlebî ( -427) ile Vahidî ( -468)'nin ve onlara tâbi olarak Zemahserî (467-538)
ve Kaadî fieyzavî ( -685)"nin uydurma olduğunu söylemeden bu gibi
hadîsleri tefsirlerine yazmaları, ta'yîb edilmelerine sebeb olmuştur.
Dördüncü grup:
Büyüklere yaranmak yahut garîb hadîsleri rivayet etmekle şöhret kazanmak İçin
hadîs uyduranlardır. Tecrid-İ Sarih mütercimi Ahmed Naim Bey'in beyanına güre
Gıyas b. İbrahim İsminde bir yalancı Abbasî halîfelerinden Mehdî'ntn huzuruna
girerken onun güvercinle oynadığını görmüş ve hemen Peygamber (S.A.V.)'e kadar
bir sened okuyarak:
«— O, deve, at ve kus
yarışlarından başka yarışlar için ödal yoktur.» dîye bir hadis rivayet etmiş.
Hadîsin sonundaki (Kuş yarışından başkası sabittir.) cümlesinin kendi hatırı
için söylendiğini anlayan Mehdi derhal kuşların boğazlanmasını emretmiştir.
Beşinci grup: Bir takım
cerci ve dilencilerdir. Bunlar bazı sahîh hadîslerin isnadlarını ezberleyerek,
bu isnadlara istedikleri uydurmaları takar; çarşı ve pazarlarda onları okuyarak
ekmek parası çıkarırlarmış. İmam Abmed b. Hanbcl (164-241) ile Yahya b, Maîn
(156-233) Bağdad'da böyle bir sahneye şahid olmuşlardır. Namazdan sonra cerci
bir vaiz ortaya:
«— Bize Ahmed b. Hanbel
ile Yahya b, Maîn haber verdi. Onlara da filân ve filân» şeklinde ve Hz. Enes
(R.A.) vasıtasıyla Resûlüilah (S.A.V.)'e varan bir senedle söze başlamış; ve :
«— Her kim Lâ tlâhe
İllallah derse Allah bunun her kelimesinden bir 'auş halkeder ki gagası
altından, tüyleri mercandan olur. İlâh...» diye toplayarak tam yirmi yaprak
tutan bir kıssa uydurmuş. İmam Ahmı-d İİe Yahya b. Maîn birbirlerine bakışarak:
«— Bunu bu adama sen mi
rivayet ettin?» diye soruşmuşlar. Her ikisi de:
«— Vallahi hu saate
gelinceye kadar böyle bir söz işitmedim.» diyerek beklemişler. Va'z bittikten
sonra Yahya b. Maîn (156-233) adama, (Buraya ;e!) diye İşaret etmiş. Adam
dünyalık verecek ümidiyle
hemen gelmiş. Yahya b. Maîn:
«— Bu hadîsi sana kim
söyledi?»
«— Ahmed b. Hanbel ile
Yahya b. Maîn».
«— Yahya b. Maîn benim,
Ahmed b. Hanbel de bu. Fakat biz ömrümüzde Resûlüilah (S.A.V.)'in hadîsi olarak
böyle bir söz işitmiş değiliz. Eğer mutlaka yalan uydurman lazımsa bizden başkasının üzerinden uydur.»
«— Yahya b. Maîn sea
misin?»
«— Evti. Benim.»
«— Ben çoktan beri
(Yahya b. Maîn ahmaktır) diye işitir dururdum. Şimdi anladım ki, doğru imiş.»
«— Peki benim ahmak
olduğumu nasıl anladın?»
«— Sanki dünyada sizden
başka Yahya b. Maîn ile Ahmed b. Hanbel yokmuş gibi konuşuyorsun. Ben bu
adamdan başka onyedi Ahmed b. Hanbel'den hadîs yazmışımdır.» deyince Ahmed b.
Hanbel utancından eli ile yüzünü kapamış ve Yahya b. Maîn'e:
«— Aman bırak gitsin»
demiş. Adam da alaylı bir tavırla yanlarından defolup gitmiş.
Bir hadîsin mevzu'
olduğu bazen onu uyduranın ikrarı ile yahut ikrarı yerini tutan bir şeyle,
bazen de râvînin veya mervînin halindeki bir karine ile, lâfzındaki rekâketle
yahut hayatına ermediği bir zâttan rivayet etmekle bilinir. Bu işi
hadîs ulemâsının en mümtaz sımaları
anlayabilir. Dâre Kuhıî (306-385):
«— Ey Bağdadlılar! Ben
sağ iken hiç bir kimse Resûlüilah (S.A.V.) efendimize yalan sö'z isnad edebilir
sanmayın» diyerek bu babtaki iktidarını isbât etmiştir. Ondan önce Reni' b.
Huşeym de:
«— Hadîsin gün gibi
açık bir aydınlığı vardır; ondan dolayı biz ona kabul ederiz; yine hadîsin gece
karanlığı gibi bir zulmeti olur; ondan dolayı da reddederiz.» demiştir.
[58] Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr ( -234) Kûfe'lidir.
Künyesi Ebo Abdirrah-man'dır. Buhâri ile Müslim ondan birçok hadîsler rivayet
etmişlerdir. İmam Ahmed b. Hanbel (164-241) kendisine pek ziyade ta'zîmde
bulunur ve (Ne adamdır o!..) dermiş.
Babası ve kendisi
Kütüb-ü Sitte'nin ravilerinden
olan huffaz-ı hadîstendirler. Îmam İbni Sa'd, Tabakat, C. 6, s. 394 de
Nesebini şöyle tesbit etmektedir. Muhammed b. Abdullah b. Ebî Hayye b. Şerh b.
Seleme b. Sa'd b. el-Hakem b. Selman b. Mâlik'dir. O da aslı İtibariyle
Hemedanlıdır. Sonra oğullarından biri hicret ederek Kufe'ye gelerek yerleşmiş.
Hadîs İmamı ve hafız olan Muhammed ve babası orada yetişmiş ve imam Hafız
Abdullah, Kûfe'de H. 199 senesi Rebiü'l-evvel ayında 84 yaşında irtihal
eylemisdir. îmam Hafız Muhammed'in künyesi Ebu Abdurrahman'dır. Kûfe'de
yaşamış. Babasından, İmam Muttalib b. Ziyad'tan, Süfyan b. Uyeyne ve îbni
İdris'ten hadîs-i şerif ahzeylemiş. Kendisinden de Kütüb-ü Sitte cami ve
musannifi olan altı îmam ayrıca İmam Baki' b. Mah-led, Ebu Yâlâ hadîs-i şerif
ahdetmişlerdir. îmam Zehebî'nin Tezkİretü'l-Huffaz, C. 2, s. 439-440 da İmam
Ebu îsmaü Tirmİzî'den «îmam Ahmed b. Hanbel ona çok ihtiram ettiğini ve ta'zim
gösterdiğini nakletmiştir. Yine aynı yerde îmam Mes'udû'l-Hemedanî'-nin: «Ahmed
b. Hanbel'in Îbni Nümeyr (îmam Abdullah b. Muhammed) Irak'ın biricik incisidir»
dediğini duydum, demektedir. İmam Ali b. Hüseyin b. Cüneyd'in onun hakkında
«Kûfe'de; îlmi, Fetmi, Sünen-i Nebeviyeyi, Zühdü şahsında toplamış olan îmam
îbni Nümeyr Muhammed b. Abdullah'dan başkasını görmedim. O bununla bçraber
fakrü hal ile yaşardı.» dediğini yazmaktadır, llm-i Cerh ve Tâdil'in büyük
İmamı Ebu Hatem onun hakkında: «O, hadîs-İ şerifleri"nakil hususunda sika
ve huccetdir.> demiştir. İmam Buharî'ye göre, H. 234 senesi Şaban veya
Ramazan ayında irtihâl eylemiştir. (R.H.)
Hayatı İçin Hazreti
Hulasatü Tehzibi'l-Kemal, s. 286. îbni Sa'd, Tabakat, C. 6, s. 394 ve 413.
Zehebi, Tezkiretü'l-Huffaz, C. 1, s. 327
ve C. 2, s. 439-440 a bakılabilir.
[59] Saîd b. Ubeyd: KûJe'lidir. Künyesi Ebül Hüzeyl'dir.
Sahihayn'da hadîsleri vardır
[60] Ali b. Rabia: Kûfc'lidir. Künyesi Ebul Muğîra'dır.
Bubârî ve Müslim'de rivayetleri vardır
[61] Ali b. Hucr cs-Sa'dî ( -244): Men ez'lidir. Künyesi Ebul
Hasen'dir. Sahihayo'da rivayetleri vardır.
[62] Alî b. Müstair (
-289): Künyesi Ebu'I Hasen'dir.
Musul taraflarında kaadıiıîc etmiştir. Neseben Kureyş kabilesîndendir.
îmam Â'meş ve ismail b. Ebu HaSİd'den, Hişam b. Urve'den rivayeti vardır.
Kendisinden de Hâlid b. Mahied, Hennad, Ubeyd b. Mulıam-medu'I-Muharibî rivayetde
bulunmuşlardır. Hayatı için,
Hulasatü-Tehzibİ'i-Kemâl,
s. 35.
[63] Muhammed b. Kays el-Esedî: Kûfe'lidİr. Künyesi Ebu
Kudanıe ve Ebu Nasr'dır. Buhari'de hadîsi yoktur.
[64] Anberî (
-138) Bubârî ile Müslim'in râvîlerindendir.
[65] Abdurrahman
b. Mehdi (136-198)
Basra'lı meşhur bir
İmamdır. Künyesi Ebu Saîd'dir.
Sahîhayn râvîlerindendir.
[66] Hubeyb b. Abdurrahman: Medîne'iidir. Sahîhayn
râvîierindendir. Mervan zamanında vefat etmiştir. Buhârî ile Müslim'in
sahihlerinde sadece üç Hubeyb'in İsimleri geçer. Bunlar: Hubeyb b. Abdirrahman,
Hubeyb b. Adiy ve Ebu Hubeyb'tir. Ebu Hubeyb, Hz., Abdullah b. Ziibeyr'İn künyesidir.
[67] Hz. Ömer (R.A.)'m torunudur. Sahîhayn râvîlerindendir.
[68] Ali b. Hafs: Medine'lidir. Künyesi
Ebuİ-Hasen'dİr. Yalnız Müslim'de
rivayeti vardır
[69] Yahya b. Yahya (
-212): Kûfelidir. Künyesi Ebu ZekeriyyaMır. Sahîhayn râ vîlerindendir.
[70] Hüseyin b. Beşîr (104-183): Künyesi
Ebu Mııaviye'dtr. Aslen Belh'lidir.
Büyü' bir zat olduğu
ittifakîdir. Yalnız tedlis yaparmış.
[71] Süleyman et-Tcymî (
-143): Basra'lıdır. Künyesi
Ebû Mutemir'dir. Sahînaya
râvîlerindendir
[72] İsmi Abdurrahman'dır. Tabiînin büyüklerindendir.
Kûfe'li olup, sonradan Basra'ya yerleşmiştir
[73] Benî Ümeyye'nİn azadlılanndandır. Mısırlıdır. Yalnız
Müslim'de rivayeti vardır.
[74] İsmi Abdullah, künyesi Ebû Muhammed'dir, Basra'lı
büyük bir imamdır
[75] Meşhur muhaddis Ahduırahman b. Mehdî.
[76] Süfyan-i Seviî.
[77] İsmi Amr b. AbdUlfih'dır. Kûfe'li olup tabiînin
büyüklerindendir.
[78] İsmi Avf b. Mâlik'tir. Kûfe'li meşhur bir tabiîdir.
Babası sahâbîdir
[79] Abdullah h. Mes'ud (R.A.)'dır. Künyesi Ebu
Abdİrrabro^n'dir. Büyük bir sahâbidir.
[80] Künyesi Ebu Hafs'ttr. Basra'lıdır. Sahîhayn
lâvîierindendir. Vefatı ( -190) dır.
[81] Künyesi Ebu Muhammed'tir. Müslim'de yalnız bu hadîsi
vardır.
[82] Bıı sözün mânâs*: Münkcr hadîs rivayet etme: demektir.
[83] Künyesi Ebu liafs veya Ebu AbdUIâlıdır. İmam Şafiî
(150-204)'nin fıkıhdaki meşhur kitabını bu zat nakletmiştir. Buhârî'de hadîsi
yoktur.
[84] Yunus l>. Yczîd'dir. Künyesi Ebu Yezîd'dir. Hz.
Mııâviye'nin azadlm olup Mc-dîne'İidİr. Sahîhayn'da rivayetler vardır. 159 tariflinde Mısır'da vefat etmiştir.
[85] îbiıi Ştlınbl*z-Zuhrİ Mufaammed b. Müslim b. Ubeydülnh
: Meşhur bir imam ve boyük bîr tabiîdir. Metline'! idir. $nm'da oturmuş ve
ondan fazia sahâbc-İ kirama erişmiştir. Eksen rivayetleri tabii ildendir. ltm-ü
fazlına cfzıir pek çok rivayetler Vardır. 124 tarihinde vefat etmiştir.
[86] Meşhur yedi fakihin biridir. Büyük dedesi Hz. Abdullah
b. Mes'ud'dur. Sahl-haynda hadîsleri
vardır. 9S tarihinde vefat etmiştir.
[87] Bu hadîsi Hz. Hafs, biri mürsel diğeri muttasıl olmak
üzere iki tarîk ile rivayet etmiştir. Ebu Dâvf;d dahî «Süöen»inde onu mürsel ve
muttasıl olarak rivayet eder. Bİr ha^ dîs böyle hem mürse! hem de muttasıl
olarak rivayet edilirse; ftıkaha Usui-Ü fıkıh ulemâsı ve birçok badis
imamlarına göre onunla muttasıl diye amel edilir. Sahih olan da budur.
Ekseriyetin onu mürsel rivayet etmesi zarar vermez; çünkü muttasıl rivayet eden
râvî de mevsuktur. Mevsukun ziyadesi ise makbuldür.
«Her işittiğini
söylemeli bir insana yalan namına kâfidir.» cümlesinden murad: zecirdir. Yani
her işittiğini söylemek yasaktır. Zîrâ insan âdeti veçhile doğruyu da yalanı da
işitir. Her işittiğini söyleyince, vaki' olmayan bazı şeyleri haber verdiği
için yalan söylemiş olur. Ehl-i hakkın mezhebine göre yalan ; bir şeyin
hakikatinin hilafını haber vermek demekti. Yalan söylemekte kasıd da şart
değildir. Kasıd, onun günah olması için şarttır.
«Her işittiğim söyleyip
dururken o ebediyyen imam da o'.ımaz.» ifadesinden maksad; hadîs imamı
olamamasıdır. Zira her işittiğini söyleyince rivüyt'İnde hatası çok olur. Hadîs
tenkidçileri onun hatasını bulurlar. Böylelikle ona itimad kalmaz. Hadîsini
kimse dinlemez olur. İmamlık mertebesinden düşer.
Hadîsin son
rivâyetindeki fitne meselesine gelince : Sahîb-i Bubâri'de Hz. Ali (R.A.)'-dan
şu eser rivayet olunmuştur:
«taşanlara bildikleri
şeyleri rivayet edin! Yoksa siz Allah ve Resulünün yalancı çıkarılmasını mı
İstiyorsunuz?» Bİr rivayette de:
«Halkın kabul ermediği
şeyleri bırakın.» cümlesi de vardır.
Bu sözden murad: Halkın
anlayabildiği şeyleri rivayet etlin; anlayamadıklarını yânî müteşâbihleri
rivayet etmeyin, demektir. Bu da haik arasında müteşâbih yânî mânâsı
an-Jaşılmayan hadîslerin rivayet edilmemesi gerektiğine delildir. Her hadîsin
mutlaka halka duyurulması vacib değildir. Gerçi bazı ulemâ duyurulması icâb
etS-gİnİ soylemişlerse de doğni değildir. Çünkü bundan fayda yerine zarar
gelir.
Bnhârfnin rivayet
ettiği bir eserde Eba Hüreyre (R.A.) şunları söylemiştir:
«_ Kesûlüllali
(S.A.V.)' den iki kap dolusu hadîs belledim. Bunların birini (halka) yaydım,
ötekine gelince; şayed onu yaymış olsam şu gırtlak kesilirdi.»
Ulemânın beyanına göre
Hz. Ebu Hüreyre birinci kapla halka rivayetinde mahzur görülmeyen hadîsleri;
ikinci'kapla da zâlim hükümdarlara ve onların zeminine dair hadîsleri
kasdetmiştir.
[88] Künyesi Ebu Abdurrataman'dır. Hz. ömerüTmü'l-Hattab
(R.A.) oğullarının âzad-lısıdır. Basra taraflarından olup Mekke'ye yerleşmişti.
Sahibayn râvîlerindendir. Vefat tarihi 213 dür.
[89] Künyesi Ebu Yahya'dır. Mısır'lıdır. Sabîhayn
râvîlerindendir, 100 tarihinde doğmuş, 166 da vefat etmiştir.
[90] Hurneyd b. Hâni' Mısır'lıdır.
[91] Mısır'hdır.
Müslim'de yalnız bu hadîsi
vardır. Bubârî'de hadîsi
yoktur. Vakıa Müslim başka Müslim
b. Yesar'dan daha bahsetmişse de bunu Hafız Reşidüddin hatâh bulmuş ve:
«tşittîğinıe göre
Sahîhayn ricali arasında kendisinden yalnız Müslim'in rivayet ettiği bu
Müslim'den başka ismi Müslim b. Yesar olan rim yoktur.» demiştir.
[92] İsmi Abdım-aboıan b. $ureyb b. Uöeydillâhdır.
İskenderiye'n âbîd ve fâzıl bir zâttır.
167 târihinde vefat etmişur.
[93] Ebû Saîd el-Esecc: Abdullah b. Saîd b. Husayn
cl-Kindî, Kûfelidir. Zamanının imamı ve Müslim'in şeyhidir. Banârî'de de hadîsleri
vardır.
[94] el-Müseyyeb b. Râfi': Künyesi Ebu'1-AIâ' olan
bu zât Kûfe'Iidir. Kaadî
Iyaz (476-544) m beyanına göre ismi bilittifak el-Müseyyeb okunur.
SaîdüTmü'l-Müseyyeb'de ise ihtilâf vardır. Onun ismini el-Müseyyib okuyanlar da
vardır. Ebû Saîd 105 târihinde vefat etmiştir.
[95] Abede'yi: Abde ve Abd şeklinde okuyanlar da olmuştur
[96] Bu
Abdullah'dan murad: Cennetle
müjdelenen ashab-ı kiramdan
Ebu Abdir-rahman Abdullah ibni
Mes'ud (R.A.) hazretleridir. Kendileri Küfe kadısı olup müslüman-Iığı ilk
kabul edenlerdendir. Bedir,
Umıd, Hendek gibi birçok
gazalara iştirak etmiştir. Medine'de 32 tarihinde vefat
etmiştir.
[97] Nisabur'ludur. 245 tarihinde vefat etmiştir
[98] Ebu Bekr Abdurrezzâk b. Hemmam: (126-211) San'â'lı
olup âzadlılardandır
[99] Ebu Urve Ma'mer b. Râsid: (-153) Basra'lıdır. Yemen'de yaşamıştır.
[100] Ebu
Mohammed Abdullah b. Tâvûs
b. Keysân: (
-132) Salih ve âbid bir bir
zâttır.
[101] Künyesi Ebû Muhammed'dir. Babasından önce müslüman olduğu söylenir. Ba basıyia aralarında 11-12 yaş fark vardır.
Mekke'Ii iken Şam'a, oradan Mısır'a gitmiştir. 92 yaşında iken 65 veya 68
târihinde vefat etmiştir.
[102] Nevevî (631-676) nİn beyanına göre şeytanlar insanları
aldatmak için Kur'an diye bir şeyler okuyacaklardır. Okudukları şeyler hakikatte
Kur'an değildir.
[103] Ebu Abdfflâh Muhammed b. Abbâd: ( -234) aslen Mekke'lİ
olup Bağdad'da yaşamıştır. Buhâride yalnız bir hadîsi vardır.
[104] Ebo Osman Saîd
b. Amr el-Eş'asî: Kûfe'lidir. Müslim'in
râvîlerindendir
[105] Ebu Muharomed Süfyâo b. Uyeyne; (107-198) Mekke'de
yaşamış; ve orada vefat etmiştir. Aslen Kûfe'lidir. Âlim, fâzıl bir
muhaddistir. Yetmiş defa haccetmiş; son hac-cinda Müzdelife'ye geldiğinde
kardeşi oğlu Haseo b. tmran'a :
«Bu yere 70 defa
geldim. Her gelişimde:
— Ya Rabbî Bu gelişimi
son yapma, derim. Artık bu çok oldu; utanıyorum.» demiş; ve o sene bu dileğini
yapmamış. Hacdan dönüşde vefat etmiştir.
[106] Mekke'lidir. Buhârî ile Müslim'de birer hadîsi vardır.
[107] Künyesi Ebu Eyyub'tur
[108] İbni Abbas diye meşhurdur. Peygamber efendimizin amcazâdesidir. Annesi Üm-mül-Fadıl Lübabe'dir
ki, Hz. Hatice'den sonra Islâmiyete
ilk giren kadındır.
Bu cihetle Resûli Ekrem, Ümmül Fazl'ı ziyaret ederdi (Aynî, C. 8, s.
439).
Hicretten birkaç sene
evvel, müslümanlar müşrikler tarafından şiddetle takip olunduğu sırada,
Mekke'de doğmuştur. Abdullah îbni Abbas, çok zeki, metîn seciyeli, ince ve
yüksek düşünüşlü bir zat idi. Peygamberimiz onu çok severdi. Küçük yaştan
itibaren Peygamberimizin büyük teveccüh ve iltifatlarına mazhar olmuştu. Dinde
yüksek bir âlim olması için Peygamberimiz ona dua etmişti. (Üsd ül gabe).
Resûli Ekrem'in
vefatında îbni Abbas, ancak 13 yaşında bir gençti. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer
devirlerinde daima ashabın ileri gelenleri ile temas etmiş, bilhassa Hz.
Ömer'in sohbetinden, ilim ve irfanından çok istifade etmiş, ekâbiri ashabın
teiâkki ettikleri ulum ve maarifi tahsil eylemişti. Hz. Ömer onu çnk sever ve
takdir eder, onun bu yüksek kabiliyetini görerek ilmî ve siyasî sahada onu
büyük bir zât olarak yetiştirmeye çalışırdı.
Bu sayede İbni Âbbas daha genç yaşta iken temayüz etmişti. (İsabe)
Hz. Osman devrinde
Afrika seferine iştirak etmiş, İslâm ordusu namına elçilik yapmış, Afrika'da
hükümdarlık eden Gercis ile görüşmüş, zekâ ve irfanı Gercis ile adamlarını
hayrete düşürmüştü. Hicretin 35 İnci senesinde Hz. Osman onu Hacc emirliğine
tayin etmiş, bu mühim vazifeyi kemali muvaffakiyetle başarmıştır.
lbr.İ Abbas, Kur'an
hakkındaki bu malûmatını kemali semahatle herkese öğretmekten büyük zevk
alırdı. Herkes istediğini ona sorar, İbni Abbas'dan tatmin edici cevap alırdı.
Muhakkak ki, İbni Abbas Kıır'an-ı Kerîm'in neşrine çalışanların en ileri
gelenlerinden biri İdİ. Bilhassa İbni Abbas, Kur'an'ı anlamak hususunda İhtilâf
oimamasına dikkat ederdi. Hz. Ömer devrinde her tarafa hafızlar gönderilerek
Kur'an'm sûreleri haika ezberle-tildîği devirde İbni Abbas küçük bir kıraat
ihtilâfı görse hemer. o ihtilâfın kaldırılmasına büyük ehemmiyet verirdi.
Abduliah Bin Abbas,
hadîs ilminde de çok derin vukuf sahibi idi. Rivayet ettiği hadîsler 2660 a
varır. Bunların 75 i muttefakun aleyhtir, yani îr.nmı Buhârî ile Müslim tarafından
nakl olunmuştur. Buhârî, 18 Hadîsi nakl ite infirad eder. Müslim de 49 unu nakl
ile infirad etmektedir, ibni Abbas, bu hadîslerin hepsini doğrudan doğruya
Resûl-i Ekrem'den işitmek suretiyle teiâkki etmiş olmayıp, birçokla- iîîi diğer
sahabeden tedkik ve taharri ile rivayet etmiştir. Çünkü Resûl-i Ekrem'in
irtihaii zamanında İbni Abbas ancak 13, 14 yaşlarında idi. Bu vasi malûmatı
kendi sa'y ve ga> reliyle elde etmişti. Bütün eshap ile düşüb kalkmış,
Peygamberimizin bütün sözlerini, fiillerini toplamaya çalışmıştır. Resûl-i
Ekrem'in kâtiplerinden Hz. Zcyid bile onun bu husustaki yüksek vukufunu teslim
etmişti. Bir meselede İbni Abbas, Zeyd'i irşat! etmişti. (Müsncdi, İbni Hanbel,
C. 1, s. 226)
Esbabı Kiram Resûli
Ekrem efendimizin akvâl ve efalini tahkik hususunda ihtilâfa düşdükleri
takdirde İbni Abbas'a müracaat eder, onu dinlerdi. Çünkü İbni Abbas her rivayeti
inceden inceye tetkik ederdi. Tevsik edemediği Hadîsi rivayet etmezdi.
Tedris halkası çok
genişti, ilim ve irfan müştakları her taraftan gelir, onun ilminden istifade
ederlerdi. Onun dersinde her ilim okunurdu. Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi dinî
ilimlerden başka lisan, şiir, edebiyat, tahrir, ensab bahis mevzuu edilir,
bütün bu fenlerde İbni Abbas yedttûla sahibi olduğunu gösterirdi. (Müstedrek,
C. 3, s. 538).
Diğer taraftan namazdan
sonra irâd ettiği hutbelerde ümmetin talim ve terbiyesine çok ehemmiyet
verirdi. İkindiden sonra başlayan bu hutbeler bazan geç vakitlere kadar, yıldızlar
çıkmış olduğu halde devam ederdi. Seferde, hazarda tedris ve hitabetlerle halkı
sözleri ile islâhdan geri kalmazdı. Bilhassa Mekke'ye gittiği zaman dünyanın her tarafm dan gelenler onu ziyaret
edip, onun derslerini ve hutbelerini dînlerlerdi. Seyahatlerinde Arapça
bilmeyen müslümanlara vaızlar irâd ederken tercümanlardan istifade ederdi
(Sahih-i Buhari).
Bu sayede yetişen
tilmizlerin sayısı hadsiz hesapsızdır. Tefsir, Hadîs, Fıkıh ilimlerinde en
yüksek derecelere varan âlimlerin hemen hepsi tbni Abbas'tan feyi2 almışlardır.
Teîı-zibüt Tehzib'de İbni Abbas'tan feyiz alan âlimlerin isimleri yazılmıştı
ki, sahifeîer doldurmaktadır.
İbni Abbas'm fetvaları
fıkıh İlminin en kuvvetli temelterindendir. Bunlar mühim bir mecmua teşkil ediyordu.
Bunlar Halife Memun zamanında toplatılmış ve yirmi cilt teşkil etmişti
(llâm-Ül-Muvakkİin, C. 10, s. 13).
Mekke fukahasmın bülün
istinadgâhı İbni Abbas'dır. Orada yetişen bütün fukahanın silsilesi ya doğrudan
doğruya, yahut bilvasıta İbni Abbas'a dayanır. İbni Abbas tam bir müetehitti.
Hz. Ali'nin bile yanıldığı bazı noktalar olurdu da, İbni Abbas onu irşad ederdi.
Mürtedlerin ateşte yakılmaları hakkındaki Hz. Ali'nin emrini İbni Abbas kabul
etmemiş, yakmak ancak Zatı Kibriyaya mahsus olduğunu İleri sürerek mürtedlerin
yalnız katlo-lunmakla iktifa edilmek lâzım geldiğini söylemiş ve noktayı
nazarını Hz. Ali'ye kabul ettirmişti.
İbni Abbas kudretli bir
hatip îdi. Sözü son derece tatlı söyler, Sami'lerin bütün dikkatini sözleri
üzerine çekerdi. Hacc mevsiminde Nur sûresini öyle güzel tefsir etmişti ki,
bülün dinleyenler vecd-ü istiğrak içinde kalmışlardı. (Isabe).
İbni Abbas, zamanında
âdeta bir mühit-ül maarifi İdi. Bütün muasırları onun fazlü kemalini takdir
ederlerdi (Istîab, C. 1, s. 381).
İbni Abbas içtihad
melekesini inkişaf ettirmek hususunda Hz. Ömer'in büyük himmeti olmuştur. Bu
kadar yüksek vukuf ve kudrete sahip olan İbni Abbas o derecede tevazu içinde
yaşardı. Zeyd Bin Sabit gibi yüksek bir sahabi bile onun maiyetinde bulunmakla
iftihar ederdi. Çünkü İbni Abbas ilim itibariyle bu yüksek mertebeyi haiz
olduktan başka Resûli Ekrem'in amca zadesi olmak dolayısiyle de ayrıca bir
şeref ve hürmete haizdi.
İbni Abbas çok zamanlar
Hz. Peygamberin hizmetinde bulunmakla şerefyap olmuştu. ümm-Ül Mü'minin Hz.
Meymûne, İbni Abbas'ın teyzesi olmakla sık sık onu ziyaret eder, Resûli Ekrem'i
orada görür, onunla birlikte namaz kılar, iltifat ve dualarına mazhar olurdu,
îbni Abbas bütün ümmehati mü'mine karşı hürmetkar ve onların teveccühlerine mazhar
idî.
[109] Biz bu makamda:
«Her boyayı boyamağa
başladı» tâbirini kullanırız
[110] Heyhaat:
uzak oldu, demektir.
Bir şeyin vukuunu uzak
görerek ondan ümidi kesmek hususunda kullanılır. Burada
mânâ: istikametiniz pek uzak yahud : sizin hadîsinize itimadımız pek uzak bir
şey demektir. Heyhaat kelimesi muhtelif şekillerde okunur.
[111] Basra'hdır. İmam Müslim ve Nesaî kendisinden hadis-i
şerif tahric etmişlerdir. Bak. İmam Zehebî, Mizanû'l-l'tidal, C. 2, s. 214. No.
3489.
[112] İsmi Abdüluıeliktir
[113] Rabâh b. EM Ms'nrf, Mefake'lidir.
[114] Ebu Abdillâh Kays b. Sa'd el-Habesi: Nâfi' b.
Alkame'nin azadlısıdir. 119 târihinde
vefat etmi-tir.
[115] EMn-Haccâc
Miicâbid b. Cebr:
(21-103) Mekke'li olup Abdullah
b. Sâib'in azadlısıdır. 83
yaşında iken Mekke'de secde halinde vefat etmiştir. Tabiînin büyüklerindendir,
[116] Ebu Süleyman Dâvûd b, Amr; Bağdad'hdır. 228 de Bağdad'da vefat etmiştir.
[117] Nâfi' b. Ömer b. AbdiJlâh : Mekke'lidir. 169
târihinde vefat etmiştir.
[118] Ebû Bekr Abdullah
b, Ubeyduüah: İbni
Zübcyr'in müezzin ve
kadısıdır. 117 târihinde vefat
etmiştir.
[119] Ulema kelimeleri üzerinde ihtilâf etmişlerdir.
Bazılarına göre bu kelimelerin mazbut rivayeti noktalı (ha) ile olup gizlemek
mânâsına gelirler. Nitekim tercememiz de buna göre yapılmıştır. Diğer
bazılarına göre ise noktasız (ha) üedirler. En takdirde : Kısaltmak, kısmak,
ısrar etmek, bir şeyi sayıp dökmek mânâlarına gdîrler. Gizlemekle kısuHmak
mânâları bu hadîsde hemen hemen birbirinin aynıdır. Yânî bana yazacağı
hadîsleri kısadan kessin; çok'yazmasın: elemek olur. Sayıp dökmek aıâ-nâsına
ahnırsa hadîsden murad sudur :
«İbni Abbâs (R A.)
bildik^rîni bana sayıp döksün. Ben
de ondan nîdiklarımı tamamîle sayıp döker; anlatının.» Kaadî lyaz
(476-544) m kavli iudur. Fakat bu kavle i'tıraz edenler olmuştur. İbni Salâh
(577-643) diyor ki:
«Mezkûr kelimeler
noktalı (ha) ile okunur. Mânâ da şaiiur:
— İbni Abbâs (R.A.)
fitnecilerin dillerine doladıkları şeyleri gizlesin; yalan yazmasın!» Çünkü
yazsa fitne çıkar; dedikodu çoğalırdı. Bunları öğrenmek tbni Ebî Miileyke'ye
pek de lâzım değildi. Nevevî (631-676) bu kavli ihtiyar etmiştir.
«Meğer ki sapmış
ola!..» sözünden murâd şudur: Bu hükmü ancak sapıklar verebilir; Hz. AH
veremez. Ancak onun da saptığı bilinirse o başka! Halbuki Ali (R.A.) in sapmadığı
malumdur. O halde bu hükmü o vermemiştir.
[120] Ebu Osman Amr b. Muhammed : Bağdad'lıdır. Sahîhsyn
râvîlerindendir. 232 tarihinde Bağdad'da vefat etmiştir.
[121] Ebu Muhammed Hasen b. Alî: ( -242) Mekke'de yaşamış ve
orada vefat etmiştir.
[122] Azadhlardan olup
Kûfe'lİdir.
[123] Ebu Muhammed Abdullah b. tdris b. Yezîd (115-192.)
Kûfe'lİdir. îlmü Fazileti ibâdet, takva ve kemali söz götürmeyen ve bilittifak
imam sayılan büyük bir pattır. Vefatı
anında başı ucunda ağlayan kızma: «Kızım ağlama, ben bn evde Kur'an'i
dört bin defa hatmetdim.» dediği rivayet olunur.
[124] Bu sözden maksad : Rafİzîlerle Şiilerin Hz. Alî
(R.A.)'dan rivayet ediicn hadîs ve ilme yaptıkları ihanettir. Filhakika bu
müfsidler, Hz. Alî (R.A.)'dan gelen sahîh haberlere kendi yalan ve iftiralarım
katarak onları tanınmaz hâle getirmişler; bu sebeple de lâ'neti hak
etmişlerdir. Yoksa bîr müslumana kolay kolay lanette bulunmak caiz değildir.
[125] Bişr-i Hâfî'nin kız kardeşi oğludur. 250 târihinden
sonra vefat etmiştir.
[126] Kûfe'lidir. Muhakkikin ulemaya göre ismi künyesinden
ibarettir. Maamafih ismi hakkında ihtilâflar vardır. Oğlu İbrahim'den rivayet
edildiğine göre, babası kendisine:
«Oğlum, sakın bu evde
Allah'a isyan etme! Çünkü ben burada on iki bin defa Kur'an*ı hatmettim.»
demiştir. Vefatı ânında başı ucunda ağlavan kızına dahî:
«Kızcağızım ağlama! Ben
bu evde yirmi dört bin defa Kur'ao'ı hatmettim. Yine de Allah beni azâb eder
diye mi korkuyorsun? dediği rivayet olunur.
193 de vefat etmiştir
[127] Diğer bir zabta göre: «Sözü tasdik edilen yoktu.»
Bu babın hulâsası şudur:
Meçhul rîıvînin rivayeti kabul edilmez. Hadîs rivayetinde ihtiyat lâzımdır.
Ehil olmayanlardan hadîs alınmaz. Zaif râvîlerin hadîsini rivayet etmemelidir.
[128] Kûfe'lidir.
Âzadlı kölelerdendir. 221 talibinde Kûfc'de vefat etmiştir.
[129] Ebû İsmail Hammâd b. Zeyd : (98-179) Basra'h âlim bir
zattır. Saîd b. Zeyd'in kardeşidir. A'mâ olduğu için rivayet ettiği bütün
hadîsleri ezberlemiş.
[130] Ebû Abıîülâh
Hişâm b. Hassan: İbni Şîrîn İle Hasan
Basri ve başkalarından hadîs rivayet etmiştir. Vefat târihi 147 dir.
[131] Ebu Bekir Muhammed b, Sîrin'dir. Azadlı kölelerden ve
tabiînin büyükler indendir. Hz. Osman (R.A.) zamanında dünyaya gelmiş; ve otuz
kadar sahabeye erişmiştir. 110 târihinde
Hasan Basrî'deıı yüz gün sonra vefat etmiştir.
[132] Fudayl b. !yâz: Semerkand'da doğmuş; hadislerini
Kûfe'de yazmış; ve Mekke'ye hicret ederek orada 187 târihinde vefat etmiştir. Kabri meşhur
ziyaretgâhtır.
[133] Nevevî (631-676) bu zâtın Hasan b. Rabî' olduğunu söylüyor
[134] İmam Malik şöyle dermiş:
«Bu Üim dindir; binaenaleyh
dininizi kimden aldığınıza dikkat edin! Vallahi ben şu direklerin yanında,
Resûiüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu, diyen yetmiş kişiye yetiştim. Fakat onlarda»
hiçbir şey almadım. Halbuki bu zevatın her biri kendisine beytülmat güvenilecek
kadar emin insanlardı. Onlardan hadîs almayışınım sebebi, hadis ilmine ehil
olmamalarıdır.»
H2. Mâiifc'e göre dört
sınıf insandan ilim alınmaz. Bunlar: «
1- Sefihler,
2- Heva ve hevesine tâbi1 olup başkalarını da
buna davet edenler.
3- Hadîs uydurduğu bilinmese bile halk arasında
yalan söyleyenler.
4- Rivayet ettiği hadîsi bilmeyen şeyhlerdir.
Böyleler! sulehâdan bile olsalar onlardan yine hadis alınmaz.»
Şu'be'ye;
«Kimin hadîsi terk
edilir?» diye sormuşlar.
«Bir kimse mâruf
râvîlerden meşhurların bilmediği şeyleri çok rivayette bulunursa hadîsi terk
edilir; hadîs sebebiyle itham olunursa hadîsi terkedilir; çok yanılırsa hadîsi
terk edilir; hilittifak hatâ olan bir hadîsi rivayette bulunursa hadîsi terk
edilir. Bunlardan başka ise o kimseden rivayet et!» cevabını vermiş.
(Bakınız : «Suyutî,
ts'âfü'I-Mübetta bi Ricali-] Muvatta. s. 2-4. [Muvattal-İmam Mâlik ve
ŞcrEıuhu Ten\irû'l-Havaf& 1951/1370
Mustafa el'Babî Tabı'mn sonunda.]
[135] Aslen Herat'h
olup Bağdad'a yerleşmiştir. Vefat târihi 227
dir.
[136] Küfelidir. Âsım-ı Ahvel, Muhammed b. es-Sabbâh gibi
zevattan hadîs rivayet etmiştir. Sah-hayn
râvîkrindendir. 174 tarihinde
vefat etmiştir.
[137] Ebu Abdirrahmaa Âsim b. Süleyman; Basra'hdır. Vefat
tarihi 141 veya 142 dir.
[138] Bu gösteriyor ki, o devirde mürsel hadîs kabul edîlirmiş.
[139] İshak b. Ryhuye diye meşhurdur. Aslen Mervez'Ü olup
Nisabur'a yerleşmişti. fi '.tnum \e
hadîsde hüfizıdir. Vefat tarihi 238 dir.
[140] İsâ b. Yûnus: Kûfe'iidir. ŞE.m'a yerleşmiş ve 191
tarihinde crada vefat etmiştir.
[141] E\zâî, Abdurrshmiin be Amr: Şaia'h büyük tir âlimdir.
Bir zaman Dimeşk'te Vliıhîş; scnrs Bevrut's vcıle^mh ve cracîa 157 tarihinde
vefat etmiştir. Zamanında Şam'-li'Unn rr.Vib&iE ipildii idi. Zühd-û
takvası, fit ıh ve hadîsdeki dirayeti, fasâhatı, ibâdeti ve uk-mrya hLir'-.tft
dıHue dttun cSmuştur. Yetmiş bin meseleye fetva verdiği rivayet olunur. Kf;.S
u.t/.ndtn <;iraadiğı h^Ice Yahya b. Ebî Kesîr, Zübrî ve Katâde gibi kibar-ı
tâViîn 'C
[142] Dûtimî, Ebu MuhsıiHsed Abdullah b. Abdirrahroan
(181-255): Meşhur Miisncd sahibidir Zamanının hafızı idî. Bellcyiş ve fazilet
hususunda ona yaklaşan azdır. Ebu Hâ-ıim
(195-277):
«Dârimî zamanının
imamıdır.» dermiş. Ebu Hâmid Şaraki:
«Horasan hadîs
imamlarından ancak beş zât ;ıkanmştır. Bunlar: 1— Muhammed b. Yr.hya, 2—
Muhammed b. İsmail, 3— Abdullah b. Abrîirrabman, 4— Müslim b. e!-Haccâc ve 5—
İbrahim b. Ebî Tâlib'dir.» demiştir
[143] Mervân b. Muhammed ed-Demeşkî ct-Tatan (147-210): Künyesi Ebu Bekr'dir. Ebu Hafs dahi denilir,
beyaz elbise satarmış. Mısır ve Şam'da beyaz elbise satanlara Ta-tarî derler
[144] Ebıı Muhammed Saîd b. Abdilâzîz: Dımeşk'lidir.
Buhârî'de hadîsi yoktur.
[145] Ebu Amr Nasr
b. Aiî el-Cehdamî:
Basra'Iı âlin- fâzıl
bir zâttır. Halife
el-Müstaîm Biilâh kendisini Basra'ya kaadı ta'yin etmek İstemiş. Bu
münasebetle Basra valisi tarafından çağırıldığı vakit, istihare yapmak için
biraz müsaade istemiş ve; evine dönerek iki rekât namaz kıldıktan sonra:
«Ya Rabb! Eğer senin
indinde bir hayrım varsa beni kendine kahzeyle!» diye duâ ederek uykuya
"atmış. Uyandırmak istenildiği zaman vefat ettiğini görmüşler. Vefat
târihi 250 dir.
[146] Abdülmelik b. Kürayb
(122-216): Basra'h olup
lügat imamlarının
büyüklerin-dendir:
«16000 iîrcûze (kasîde)
bilirim» dediği rivayet olunur
[147] Abdurrahman
b. EbiY-Zinârf: Meşhur
fakih Ebu'z-Zinâd'm oğludur.
Kaasim ve Ebu'I-Kaasim adlarında İki kardeşi vardır. Üçü de babalarından
hadîs rivayet etmişlerdir. (147)
Eba'z-Zinad: Ebu Abdirrahroan Abdullah b. Zekvân: Medine'nin fakîh ve
âlimidir.
Zinâd: çakmak takımı
mânâsına gelir. Bu tâbir ekseriya düşüklüğü ifâde için kullanılır. İbni Zekvân
mezkûr lâkaptan hoşlanmadığı halde onunla meşhur olmuştur. Sevrî (97-161),
Ebu'z-Zİnâd hakkında;
«Hadîsde emîrül-mü'minîndir.» dermiş.
Buhârî (194-256) :
«Ebû Hiireyre'nin en
sahîh isnadı: Ebu'z-Zinâd'in A'rac'dan, oaun da Ebu Hüreyre'-deo rivayetidir.»
diyor. Ebu'z-Zinâd 131 târihinde vefat
etmiştir.
[148] Ebu Abdillâh Mubamnıed b. Yahya ( -243):
Mekke'de yaşamıştır,
[149] Ebu Bekr Muhammed b. Hallâd : Benî Bâhile kabilesinden
olup Basra'hdir.
[150] Ebû Seleme Mis'ar b. Kedâm (yahııd Kidauı) ( -155): Kûfc'iidir. îlmi, hıfzı ve
büyüklüğü ulema tarafından ittifakla kabul edilen bir zâttır.
[151] Ebıi îshâk Sa'd
b. îbrâbîm: Hz.
Abdurrahman b. Avf (R.A.) m
torunudur, tabiînin büyüklerinden ve fukahasmdandır. Vefatı 126 veya
127 tarihindedir.
[152] 262 târihinde vefat etmiştir.
[153] Abdan, bu zâtın lâkabıdır. İsmi Abdullah b, Osman,
künyesi Ebu Abdirrahmân1-dır.
Azadlı kölelerdendir. Aslen
Basra1!) olup McrvezMe
yaşamıştır. Buhârî'nin beyanına göre 221 veya 222 târihinde 76
yaşında vefat etmiştir.
[154] Ebu
Abdirrahman Abdullah b. el-Mubârek
(118-181): Mervez'lidir.
Azadlı kölelerden olup, her
türlü fazilet ve kemâlâtı kendinde toplamış
büyük bir âiimdir. Tabiînin birçoklarından hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden zamanının büyük uleması İle
imamlarından Süfyan-ı Sevrî ve Fudayl b. Iyâz gibi zevat rivayetle
bulunmuşlardır. Eserleri meşhurdur. Bir gazadan dönerken İrak'da vefat etmiştir
[155] Bu zâtın ismi bazı esas nüshalarda el-Abhâs b. Rizme
diye zikredilmiştir. Ne-vevî (631-676), İbnİ Rizme olsun, tbni Ebi Rizme olsun,
ikisini de müşkil saymakta ve gerek
Bııbârî'nİn, gerekse diğer birçok rical ulemasının böyle bir isimden
bahsetmediklerini kaydetmektedir. Bu bâbta onların zikrettikleri İsim,
Abdiilazîz b. Rizme'dir; ve 206
târihinde vefat etmiştir.
[156] Bu sözün mânâsı şudur:
«Eğer hadîs, sahih
isnâdla uakledilirse; biz onu kabul ederiz. Aksi takdirde o hadîs kabul
edilmez.»
Burada hadis hayvana
benzetilmiştir. Ayaklan olmayan hayvan nasıl yerinden kalka-mazsa, isnadı
olmayn hadîs de kıvamını bulamaz.
[157] Bu muhavere, hadîsin ancak sahih isnadla kabul
edilebileceğini göstermektedir. Şöyle ki; Haccâc b. Dînar, tebe-i tâbiîndendir.
Şu haiâe Peygamber (S.A.V.) ile aralarında en az bir tabiî İle bir sahâbî
bulunmak îcâbeder. Bundan dolayıdır ki, İfanü'l Mübarek onun bu hadisini kabul
etmemiş; ve güzel bir istiare yaparak:
«Aralarında aşılmaz
çöller var.» demiştir. Bununla hadîsdekt inkıtâı göstermek istemiştir.
«Sadaka hususunda
ihtilâf yoktur» sözünden murâd : Bu hadîsden hüccet olmaz, ama vefat eden
ebeveynin için sadaka verebilirsin. Çünkü ölmüşler için sadaka vermek ulemânın ittifakı
İle caizdir. Sadakanın sevabı onlara uleşır;
demektir.
İmam Nevevî (631-676):
«Doğrusu da budur.»
diyor. Şafiîlerden Ebu'l Hasen Mârûdî (382-450) «El-Hâvî» adlı eserinde, bazı
kelâm âlimlerinden naklen ölüye hiçbir sevabın ulaşmadığını soylemişse de îmam
Nevevî bunu şiddetle reddederek :
«Bu mezhep katt surette
bâtıl, kitâb, sünnet ve icma-ı ümmete muhalif açık bir hatâdır. Binaenaleyh
ona i'timâd edilemez...» dedikten sonra sözüne şöyle devam etmiştir :
«Namazla omca gelince:
Şafiî ile cumhur'u ulemaya göre bunların sevabı Ölüye ulaşmaz. Meğer ki; Ölen
kimsenin oruç borcu olup da ocun nâmına velîsi yahud velîsinin izin verdiği
birisi ödemi olsun. Bu meselede İmam Şafiî'nin iki kavli vardır ki, meşhur
olanına göre bu caiz değildir. Şafiî'den sonra gelen mudakkik; ŞâHiyye
ulemasına göre ise caizdir.
Kur'an okumanın sevabı
dahî Şafiî'nin meşhur kavline göre meyyite ulaşmaz. .rAfiî'-nin bazı ashabına
göre ulaşır...»
Nevcvî'nin bu
izahatında sevab İle ibâdet birbirine karıştırılmış gibi görünüyor. Bu ciheti
ayırmak îcâbeder, Zîra ölen bîr kimseye sevab bağışlamak başka, onun namına ibâdet
borcunu ödemek yine başkadır. Burada mevzu-u bahis olan sevab bağışlamaktır.
Cum-hur-u ulemaya ve Şafiî'lerin muhakkîklarma göre bu caizdir; ve bağışlanan
sevab hangi ibâdete âid olursa olsun meyyite ulaşır. Bu hususta Hanelilerden
«El-Hidâye» sahibi şöyle demektedir:
«Esasen eb!-i sÜBîiet
ve'I-cemaate göre insan kendi ameli olan namaz, sadaka, oruç yahud başka bir
ibâdetin sevabım başkasına bağışlayabilir...»
Fakat meyyit namına onun
kalmış ibâdetini yapmak böyle ittifakı bir mesele değildir. Hanefîlerle diğer
birçok ulemaya göre namaz ve oruç gibi sırf bedenî ibâdetlerde niyabet caiz
değildir. Yani onları meyyit nâmına başkası edâ veya kaza edemez. Yalnız tabiînin
büyüklerinden Atâ b, Ebî Rebah (35-115) ile hadîs imamlarından Jshak b. Râhuye
(168-238)'nin meyyit namına onun kalan namazlarının başkası tarafından
kılınabileceğine kail oldukları rivayet edilir. Şafiî'lerden bazıları bu kavli
ihtiyar etmiş; bazıları da her farz namaz için bir müd (ölçek) zahire
verilmesini muvafık bulmuşlardır. Ancak bu kaviller zaif sayılmışlardır.
[158] Ebû Abdirrahmsn
Alî b.
llascn b. Şakîk
( -215): Âzadlı
köklerdendir. Aslen Basra'Iı olup Merv'de yaşamıştır.
[159] Ebu B'*r, bu zatın ismidir. Bazıları bunu künye kabul
ederek isminin Ahmed yahud Muhammet)
olduğunu söylemişlerdir. İsmi
ekseriyetle «Ebu Bekr b. cn-Nadr»
şeklinde kullanılır. Vefat târihi
245 tir.
[160] Ebu'n-Nadr Hâşim b. el-Kaasim ( -207): Ebu E kr b.
en-Nadr'm dedesidir. Kaysar lâkabını taşır. Aslen Horasan'h olup Bağdad'da
yaşamıştır
[161] Bühcyye: Hz. Âişe (R.A.Vdan hadis rivayet eden bir
kadındır. Hatta bu ismi kendisine onun
verdiği söylenir. îîüheyyc'den hadîs rivayet eden Ebû Akil onun âzadlısıdır.
Eba Akilin ismi Yahya b. el-Mii(evekkil"dir. Bu zât
Mcdîne'üdir. Kûfe'U olduğunu söyleyenler de vardır. Yahya b. Maîn (156-233), Alî b. Medînî (161-234), Dâriim (181-255), Nesaî (215-303) ve
diğer bazı imamlar, Ebu
Akili zaif saymışlardır. Bu hâl
karşısında imam Müslim (204-261)
in ondan nasıl
hadîs rivayet ettiği hatıra gelebîür. Nevevî
(631-676) buna iki vecihle cevap vermiştir:
a) Müslim'in
nazarında bu zâtın
mecruh olduğu müfesser (îzâhlO bir
şekilde sabit olmamıştır. Cerh
ancak müfesser olursa makbuldür.
b) MasÜm
bu hadîsi maksud
bizzat değil, şâhid
olarak zikretmiştir
[162] Bişrü'bnül-Hakem
el-Abdî ( -238):
Nişabur'ludur.
[163] el-Kaasim b. Ubeydillâh: Hz. Ömer (R.A.)'m torunudur.
[164] Bundan
önceki rivayette el-Kaasim e:
«Sen iki hidâyet
İmamının, Ebu Bekir'le Ömer'in oğlusun» denildiği hâlde burada: «Ömer'le, tbni
Ömer'in oğlusun.» denilmesi birbirine muhalif gibi görünürse de hakikatte
muhalefet yoktur. Zîra el-Kaasim'in babası Ubeydullab, onun babası Abdullah,
onun babası da Hz. Ömer (R.A.) dır. Annesi de Ümmü Ab d i Hah olup el-Kaasim b.
Mu-bammed b. Ebî Bekrin kızıdır. Şu kaide Hz. Ebu Bekir bu el-Kaasim'in anne
tarafından, Hz. Ömer de baba tarafından büyük dedesidir. (Radıyallahu anhüm.)
[165] Hâsılı ilimsiz ve güvenilir sened olmaksızın dîn
namına söz söylemek, bilmiyorum demekten daha çirkindir.
[166] Abdullah b. Avn (
-151): Basra'h büyük bir imamdır. Kendisine «Seyyidii'l-Kurrâ» derlerdi.
Ehl-i takva büyük bir zât olduğunda ulema müttefiktirler.
[167] Şebr b. Havşeb: Şam'lıdır. Dımeşk'Iİ diyen de
olmuştur. Künyesi Ebu Saîd veya Ebû AbdİHâh yahud Ebû Abdirrahman'dır.
Hakkında: Beyiülmarden bir harita çalmış diye söz edilmişse de tahkik
neticesinde bu iddianın yalan olduğu meydana çıkarılmıştır. Keza hac esnasında
arkadaşının zenbilini çaldığı söylenmiş; fakat bunun da iftira olduğu
anlaşılmıştır. Şehr'i birçok hadîs imamları mevsuk kabul etmişlerdir
[168] Haccâc b. Yusuf b. Haccac es-Sakafî, Bağdad'lıdır.
Babası şair o!up meşhur Kbu Navâs'ın arkadaşıdır. Bu Haccâc'm ismi, künyesi, babasının
isim ve künyesi, mensub olduğu
kabile meşhur Haecac-ı
Zâüm'inkine uymaktadır. Yalnız
dedelerinin isimlerinde
ayrılırlar.
[169] Âzadlılardandır.
Medâyin'lidir. îsmî Mervan,
lâkabı Şebabe'dİr diyenler
de vardır
[170] Künyesi Eba
Salih, vefat târihi 223 dür.
[171] Bu sözün mânâsı: imam Müslim'in dediği gibi, yalan
söylemek istcmediUerf hâlde ağızlarından yalan çıkar; demektir. Çünkü bunlar
hadîsin ehli olmadıktan için bilmeden, hadîs dîye uydurulmuş bazı sözler rivayet ederler.
[172] Ebul-Abbâs el-Fadl b. SebJ b. İbrahim ( -255): Bağdad'da vefat etmiştir.
[173] Ebû Hâlid Yezîd b. Hârûn (118-206): Vasıflıdır. Dedesi âzadll kölelerdendir
[174] Ebû A tirfil I
âh Mekhûl: Âzadlı
kölelerden olup Dımeşk
fukahasmdandır. 113 veya 114
tarihinde vefat etmiştir.
[175] Yânî Gâtib'in yazdırdığı şeyler, defterindekilere
uymadığı için oradan savuşup gittim demek istiyor. Zira yazdırırken :
«Bire Mekhûl rivayet
etti» diyordu. Halbuki defterine : «Bize
Ebân, Enes'den rivayet etii.» şeklinde yazmıştı.
[176] Bu cümle Affân'm defterinde Hasen'in gördüğü hadîsi
beyan ediyor,
[177] Hişâm b. Ziyâd : Basra h oiııp bütün hadîs imamiannea
zaîf tanınmış bir râ-Ivîdîr. Ancak
İmam Nevevî (631-676) nin
beyanına göre Hişâm'ın vaktiyle:
«Bana Muhammed'den
naklen Yahya rSvâyct etti.» derken sonradan :
«Bana Muhammed rivayet
etti.» demesi zaîf olmasını îcûbettirmez. Çünkü burada sarahaten bir yalan
yoktur. Olabilir ki o hadîsi Muhamroed'den işitmiş de unutmuş; ve onu Yahya
vasıtasıyla rivayet etmiştir. Sonra Muharomed'den işittiğini hatırlayarak ondan
rivayette bulunmuştur. Şu kadar var kî buna bir takım karineler de inzimam
etmiştir. l>te bu karineler, büyük hadîs imamlarının :
«Hişâm, Muhammed'den
bizzat işlememiştir.» hükmüne varmalarını
iktiza eylemiştir.
[178] Hafız tbni Asâkir'in
«El-Müsteksa fi fedâili'l-Mescidi'l-Aksas adlı
eserinde rivayet ettiği bir badîsde şöyle denilmektedir : «Fitre
bayramı günü oldu mu melekler yol-lann ağızlarına durarak:
— Ey müslümanlar
cemaati, rahîm olan rabbımza gidiniz! Hayn emreder; onun karşılığında bol sevap
verir. Size emir buyurdu; oruç tuttunuz ve rabbiraize itaat ettiniz; o halde
haydi bahşişlerinizi alınız! derler. Bayram namazını kaldıklarında gökyüzünden
bir münâdî: Evlerinize hidayet üzre dönün! Zira bütün günahlarımız affolundu...
diye seslenir. Bugüne bahşişler günü denir.
[179] Burada Müslim (204-261) râvîyi, rivayet ettiği hadîsle
ta'rîf etmek istemiştir. Hz. Ebu Hürcyre (R.A.)'dan merfû1 olarak rivayet
edilen bu hadîsde :
«Dirhem mikdân çıkan
kandan dolayı namaz iade edilir.» denilmekte ise de Nevevı (631-676) onun,
hadîs uleması nazarında bâtıl ve asılsız olduğunu beyan etmiştir.
[180] Buhârî (194-256) onun hakkında: «Müokerü'I-hadistir» demiştir.
[181] Ebu
Muhammed
BakıyyetüİJDÜl-Velîd.
Hadramut'tu olup Hums'da
yaşamıştır. Bir hadîs rivayet etmiştir.
[182] Künyesi Eha R«â' olup ismi ihtilaflıdır. Bazılarına
göre Kuteybe'dir. AÜ ve Yahya olduğunu söyleyenler de vardır. Vefat tarihi 240
dır.
[183] Şa'bî: Âmir b.
Şnrahbil Hemdâni'dir. Tefsir,
hadîs, fıkıh ve megâzî
ilimlerinde büyük bir imamdır. Tabiîndendir. 104 veya
106 tarihinde vefat etmiştir.
[184] el-Hârb b. Abdiltâh: Kûfe'H olrn bilittifak zaif bir
râvîdir. Buradaki hadîslerini Müslim,
onun münkerlerine bir örnek iumışa benziyor. Zîra bu adam Şiilerin en taşkınlarından
ve yalancılardandır,
[185] Kûfe'lidir. Hz. Ebu Musa el-Eş"arî'nin tonınlarındandır.
Vefat târihi 234 dür.
[186] Hammüd b. Üsâme: Kûfe'li pek metin bir hafız ve âbid bir zâttır. Âzadlı kölelerdendir. 201 tarihinde vefat
etmiştir.
[187] Mufaddıl b. Mübelhil: Künyesi Ebu Abdİrrahman'dır.
Kûfe'li yaman bir hâ-fu ve âbiddir.
[188] Ebû ilişim MutfranVImfl Miksem (
-133): Kûfe'lidir. Sahîhayn
râvîlçrin-dendir.
[189] Bazıları buradaki vahyi yazı yazmak, yazı öğıcnmck
ma'nasına almışlardır.
[190] Ahmed b, Abdillâh
b. Yûnus: Kûfe'lidir.
227 tarihinde orada vefat etmiştir
[191] Ebu's-Salt
Zâidctü'bnü Kudâme (
-161) Kûfe'lidir.
[192] Hamzetii'bnü
Habib: Azâdlı kulelerdendir. Zeytin
yağı ticareti yapardı.
I5ı indc Kûfe'de vefat etmiştir.
[193] Ebu tsroaîl Mtirratü'bnü ŞürâhU: Kûfe'lidİr. Çok
ibâdet ettiği için kendisine «et-Tayyib» derler. Günde bin rekât namaz
kılarmış. İhtiyarlığında bunu yarıya indirmiş. Haccâc zamanında 76
tarihinde vefat etmiştir
[194] İbrahim b. Süveyd co Nchaî: Kûfe'Hdir, Meşhur fakîh Nehaî bu değildir.
[195] Bu adam hakkında
imam Ncsaî (215-303)
«KitâbuM-Duafâ» adlı eserinde: «Kûfe'H bir
deccaldır. Peygamberlik
iddia etmiş; ve
Nehaî zamanında ateşle yakılmıştır.» diyor.
[196] Ebu Abdirrahim : Bazılarına göre hikayecilerden
Şakîk-ı Dabbînin kardeşi olup Kûfc'lidîr.
Bir takımları bunun
Se!emetü<bnü Abdirrahman en-Nehaî
oîduğısnu söylerler. Her
ikisinin künyeleri Ebû Abdirrahim'dir.
Ve İkisi de zaîftir.
[197] İsmi Fudayl b. Hiiscyn b. Talhadır. Basra'lıdır.
237 tarihinde vefat etmiştir.
[198] İsmi
Abdullah b. Habib
b. Rubeyyia'dir. Kûfe'li
olup tabiînin büyüklerin-dendir. 72 veya 74 yahud 85
tarihînde vefat etmiştir.
[199] Kaadi Iyâz (476-544)
bunun Kûfe'li hikayeci
Şakik-ı Dabbi olduğunu söyler. Künyesi Ebû Abdirrahim'dir. Bazılarına göre bu Şakîk, ibrahim'in «Sakının!» dediği Ebû Abdirrahîııı'dir. EIıû Hatim
er-Râzî (195-277) nin tbni Medînî'den naklen beyanına göre: İbrahim'in «Sakının»
dediği Ebiı Abdirrahîm,
Selemetü'bnü Abdirrahman en-Nehaî'cÜr.
Ebû Vâil'den
mıirâd: Şakîk b.
Sclemcte'i-Esedî'dir. Bu zât
tabiînin büyüklerinden, meşhur
bir âlimdir.
[200] Müslim'in
ravilcrindcndir. Bııhârî'de hadîsi
yoktur. Vefalı 240
tarihindedir.
[201] Rac'at
veya rie'at: lügatte
dönüş ina'nasma gelir.
Bir adam karısını,
sarahaten talfıkda kuîlanılan sözlerden biriyle boşarsa, nikah
tazelemeye hacet kalmaksızın bu so/.Ünden dönebilir. İşte bu dönüşe rie'at veya rac'at
derler. Ancak burada rac'attan mu-rad bu değil, dalâlet fırkalarından «Râfizilersin bâtıl bir
i'tikadıdır. Onlara göre Hz. Alî (R.A.)
bulutlar arasında gizlidir. Oğlu
Muhammed b, cl-HaneFiyye de ülmemiştir. Medine İle Yenbû arasırıdaki «Radvâ» dağında
gizü yaşamaktadır. Kıyamete yakın meydana çıkacaktır. Iİâfİzıler:
«Ali (R.A.)
gökyüzünden: Benim filân
oğlumla beraber çıkın!
demedikçe biz çıkmayız.»
derler, te buradaki rac'attan
murad bu meseledir.
[202] Nişabur'lu
olup Mekke'de yaşamış;
ve 247- târihinde orada
vefat etmiştir.
[203] İsmi
Abdullah b. ez-Zübeyr
b. isa'dır. Mckfcc'lidîr. 219
târihine vefat etmiştir.
[204] Meşhur imam Süfjan b. L'yeyne (107-198).
[205] Abâülhamid
b. Abdİrrahman : Kûfe'lidir.
[206] Bu zât muhaddislerce zaif bir râvî ise de
burada mütâbeâtta zikredilmiştir
[207] Bâkur nâmiyle
şöhret bulan Muhammed
b. Ali b.
Hüseyn (R.A.) ılır.
[208] Ebû Sevr nâmîte
ma'ruf Bağdad'lı bir fakîhtır.
Vefat tarihi 240 dır.
[209] Ilişâm b. AbdİImelik
et-Tayalisî: Basra'hdir. 227
tarihinde 42 yaşında
iken vefat etmiştir
[210] Sellâm b. Sa'd : Basra'ltdır. 164 veya
167 tarilrinJe Mekke'den gelirken
vefat etmiştir
[211] Kur'an-ı
Kerim, Ytısut (A.S.) sûremi, âyel
: 80.
[212] Ebû Abdillâh Ahmed b.
İbrahim ed-Devrakî: (168-246) Bağdadlıdir. Kendisine niçin DeTrakî denildiği
ihtilaflıdır. Bazılarına göre babası âbid imiş, âbidlere devrak derlermiş.
Dcvrakıyye denilen uzun bir külah giydiği yahud Devrak denilen beldeden olduğu
için bu ismin verilmesi muhtemeldir
[213] Ebû
İsmail Hatnmad b.
Zeyd el-Cehdsmî: Basra'lıdir. Azadh
kölelerdendir. A'mâ
olduğundan rivayet ettiği
bütün hadîsleri ezherlermiş. 96
ile 99 tarihleri
arasında doğmuş; 179 da vefat
etmiştir.
[214] Eyyüb'ü Sahtiyanı:
Eyyüb b. Ebi
Temİnıcte-Keysan'is-Sahtiyanî. Ebu
Bekri'l-Basrî.
Tabiinin büyüklerinden
zühd-ü takvasıyla meşhur bir Hafız-ı Hadis ve İmam-i Ce-lildir. Enes b. Mâlik,
Amr b. Seiemcte'l-Çîrmî. Hamîd b. Hilâl Ebu Kılâbe, Kasım b. Muhammed b. Ebu
Bekri's-Siüdık, Abdurrahman b. Kasım-Siddıkî, Nâfi b. Asım b. Ömeru'l-Farûk
(R.A.), Atâ, îkrime Amr b. Dinar, Ebu Rcca Utarîdî, Ebu Osman Nehdî, Hafsa
binti Sirîn ve Muazetü'l-Âdevî gibi ecİlle-i Tabiin ve Ashabdan rivayetde
bulunmuştur. Kendisinden de îmam Hafız A'meş, Katade, Hammad b. Zeyd, Hammad b.
Seleme, Süf-yan b. Uyeyne ve Süfyan'is-Sevrî, Şıt'be Abdul varis,
îmam Mâlik, İbn-İ İshak-,
Said b. Ebî Arûbe, tbni Âliyye
gibi zevat rivayette bulunmuşlardır. Kütüb-ü Sitle'nİn hepsinde rivayeti
vardır.
Kendisine yetişip gören
herkes medh-ü sena etmekte yarış etmişlerdir. Hasan-i Basrî (R.H.); «Basra
gençlerinin seyyidi E>-yub'dur.» İmam Şu'be : «Eyyub âlimlerin seyyididir.»
îmam İbni Uyeyne: «Onun gibisine rastlamadım.» îmam Hammad b. Zeyd : «Görüşüp
konuştuklarım içinde ondan faziletli ve sünnet-i Nebcviyeyc uyan kimse yoktur.»
demiştir.
Âbid, zâhid İmam İbni
Avn; «İbnt Sirîn'in irtihalinde biz birbirimize :
— Bundan sonra kime uyacağız? der, sonra :
— Hep birden :
Eyyûb'e diyorduk demektedir.*
Tabakat ilminin büyük
imamı İbni Sa'd: «îmam Eyyub-u Sahtiyan: Hadîsde sika, sebt'İr. Adaletle
muameleyi vera-u takvayı şahsında cemetmiştîr. İlimde sözü hnccctdir.» Tabakatu
Kübra, C. 7, s. 246 da demiştir. Hişam b. Urve; «İmam Eyyub gibisini Basra'da
görmedim.» İmam Saîd b. Âmir'ed-Dabııî; Sellam'ın: «İmam Eyyub Sahtiyanı geceleri
ışığını karartır ve —yüksek sesle— okumazdı. Sabaha yakın o saatde kalkmış gibi
görünsün diye sesini yükseltirdi.» dediğini rivayet ediyor. İmam Hafız Eyyub
Sahtiyan! kendisi de; «Allah, İbâdâtû taatmda zâhidlige meyleden ve bunu halka
eza verecek hâle getiren kulu —o hâle düşmekten— konısuo» derdi. îmam,
Hâfız-Eyyub Sahtiyanı Ve-lid b. Yezîd'in arkadaşıyken; Velid Emevî hilâfetine
geçince, onunla İlgisini kesmiş ve Allah'a: «Ya FUbbîL Onu bana unuttur.» diye
dua eylemindir. Tabiinin bu büyük İmamı
131 Hicret yılında 63
yaşında irtihal-i dâr-ı
beka eylemiştir (Rahimehullah).
Kaynaklar; îbni Sâ'd,
Tabakat, C. 7, s. 233-246. Zehebi Tezkiretül-Huffâz, C. 1, S. 130-132. Hazrecî,
Hulâsarü Tehzibü'I-Kemâl, s. 36. İbnî Haceri'l-Askalânî, Tehzibü't-Tehzib, C.
1, s. 397. No.
733f Ebu Naİym, HİIyetu 1-Evlİya, C.
3, s. 3-14, No;
201.
[215] Süleyman b. Harb (140-224): Künyesi: Ebû Eyyub olup
Basralıdır. Mekke kadısı idi.
[216] Bassra'fiin
fâdıl fakihlcrindendir. Anc;tk
kendisini Siifyân b.
Uyejne, tbni'I-K;!İi:m, AbdurraİHiıun
b. Mehdi ve Altıned
b, Hanbel gibi
zevat zaif iaymnlarüır.
[217] Affûn b. Müslim
cs-Saffıîr: Azadlı kölelerdendir. 86
yaşında iken 220 tarihinde Iîağdad'da vefat etmiştir.
[218] Nüfey' b.
c1-Hâris*dir. Masalcılardan biri
olup biîittifak zaif ve
metruktür.
[219] Katâdeti)"bnii
DiJmc: Basra'!ıdır. 117
veya 118 tarihinde
Vâsıi'da vef'i etmiştir.
[220] Bu taunun ne zaman vuku' bulduğu çok ihtilaflıdır,
İslâmiyet devrinde beş Hi'ük tâıın vak'ası oUîııöu fakat Mekke İie Medine'de
hiç bir ?aman liuv, zıılmr etmediği söylenir
[221] Saîdü'bnii'l-Müseyyeb
( -93): Tabiînin
büyüklerinden olup fıkıh,
rü'ya ta'-bîri, takva ve sairede
yekta bir imamdır. Babası
el-Miiseyyeb (R.A.) meşhur bir
sahâbî-dir. AIiyü'bnii'l-Medinî
(161-234) ııin beyanına göre
Iraklılar bu ismi,
el-Müscyyeb şeklinde
okurlarnıış. Ncvevî (631-676):
«Meşhur olan da budur.»
diyor. Fakat Medîne'lİler : «1-Miiseyyib okumuşlardır. Hattâ Saîd'in, kendisine
el-Miiseyycb denilmesinden hoşlanmadığı
rivayet olunur.
[222] Sa'd b. Mâlik: Meşhur sahâbî Sa'd b. Ebî Vakkaas
(R.A.) dır. Ebu Vakkaas'ın adı Mâlik idi.
[223] Bu sözden maksad, a'mâ Ebu Davud'un iddiasını çürütmektir. Qyle ya, Ha-san-ı Basrî (21-110) ile
Saîdii'bnü'l-Müseyyeb ( -93) gerek
yaşça başça gerekse ilmu irfanca Ebu
Davud'dan daha büyük oldukları halde SadüTınü Ebî Vakkas (R.A.) dan başka hiç
bir Bedir gazisinden hadîs rivayet etmezlerse, Ebu Davod on sekiz Bedir
gâzîsiyle görüştüğünü nasıl iddia edebilir? Bundan dolayıdır ki Nevevî
(631-676):
«Bu söz pek büyük bir
iftiradır.» demiştir
[224] Osman b. Mubammed
b. tbrâbîm (156-239):
Ebu Bekir Abdullah
b. Ebî Şeybe'nin büyük
biraderidir. Bu da kardeşi gibi büyük bir hafızdır. el-Kaaslm isminde bir
kardeşleri daha varsa da o hadîs rivayet
etmemiştir.
[225] Ebu Abdillâh RakabehiTmii Abdillâb: Kûfeli büyüt bir
zâttır.
[226] Ebu Cafer: Abdullah b. Misver-el-Medâinî, zaif batta
hadîs uyduranlardan biridir. Burada Medenî diye zikredilmişse de asıl
nüshaların bazılarında eJ-Medînl, bazılarında
da el-Medâinî denilmiştir. Medenî ve Mcdînî: Medîneîi ma'nasına gelen İki ism-i
mensuptur. Fakat imara Bahârî (194-256) bunların arasında fark bulmuş; ve:
cMedînî: Medine'de
oturup oradan ayrılmayan;
Medeni İse asle*
Medîneîi olup başka yere göç
eden ma'nasına gelir.» demiştir.
[227] Ebû
Abdillâh Nuaym b.
Hammâd ( -228)
Mervezli olup Mısır'da
yaşamıştır.
[228] Burada bazı nüshalarda, tahvil işareti olan (H.)
vardır. Bazılarında yoktur.
[229] Bu zât imam Müslim (204-261) in arkadaşlarmdandır.
[230] İsmi Süleyman b. Davud'dur (133-204). Aslen acemdir.
Âzâhlardandır
[231] Ebu Abdillâh Yûnus b. Ubeyd b. Dinar ( -139) Basra'lıdır.
[232] Kaderiyye taifesindendir. Vaktîle Hasao-i BasrTnin
arkadaşı İmiş
[233] Basra'lıdır. Vefat târihi 249 dur.
[234] Muâı b.Muâı b, Nasr (119-195): Basra'da kadı idi.
[235] Hadîs-i
şcrîf sahihtir. Biççok
yollardan rivayet olunmuştur. Onu
Müslim (204-261) dahî tahric etmiştir.
Ma'nası:
[236] Bu cümleden murad :
Bâtıl olan mu'tezile mezhebini yermektir. Çünkü Amr bu hadîsi mutezile mezhebini te'yîd için yalandan
rivayet etmişti.
Mu'tezile'ye göre büyük günahları
irtikâb edenler îmandan
çıkar fakat kâfir değil,
fasİk olurlar. Ve cehennemde
ebedî kalırlar. Bu meselenin tafsilâtı
îmân bahsinde görülecektir.
[237] Azadh kölelerden olup Basra'hdır. Bağdad'da yaşamış;
ve 235 târihinde cuma günü vefat
etmiştir.
[238] Burada râvî şek
etmiştir.
[239] Ebu Said Sellam b. Ebi Muti: ( -164) Basra*!ı olup azadlı kölelerdendir.
[240] Salih b.
Beşîr el-Mürrî: tsmi
üzerinde, sâlih, âbid
ve zâhid bir zâttır. Al-lah'dan
pek korkar; bu sebeple daima ağlarmış.
Sesi o kadar güzelmiş ki Kur'ao okurken dinleyenlerden bayılıp ölenler
olmuş. Hadîsin yalan olması kasdî değil, bu fenni bilmediğinden ve her
işittiğini doğru sanarak farkına varmadan bazı uydurma hadîsleri rivayet
etmesindendir.
[241] Ebu Alime d Mahmud b. Gaylân Mervezi ( -239) Âzadh kölelerdendir
[242] Ebu'n-Nasr Cerîr b.
Hâzim b. Zeyd (85-170): Basra'lıdır
[243] el-Hasea b. Umara; Bilittifak zaif ve metruk bir
râvîdir.
[244] Buhari, Müslim ve el-Muvatta'da bu zâttan başka
(el-Cezzâr) adlı râvî yoktur.
[245] Nevevî (631-676) diyor ki:
— Bu sözün ma'nası
şudur: el-Hasen b. Umara yalan söylemiş; ve bu hadîsi el-Hakem'den o da
Yahya'dan, o da Alî'den rivayet etmiş göstermiştir. Halbuki hadîs Ha-san-ı Basri'den
rivayet olunmuştur.
[246] Ziyâd b. Meymun: Basra'h, zaif ve metruk bir râvîdir.
[247] Hâlid b. Mahdûc: Vâsit'h zaif bir râvîdir. Enes b.
Mâlik (R.A.) a yetişmiştir.
[248] Eba Abdillâh Bekr b. Abdiliâh cl-Müzenî ( -108): Basra'hdır. Tabiînin büyüklerinden
fakîh ve âbid bir zâttır. Atkame'nin kardeşidir.
[249] Müverrik
b. el-Müşcmric (yahud
el-Müşemrih): Kûfe'lidir. Tabiînin
büyüklerinden âbid ve zâhid bir zâttır.
[250] Yezîd b. Harun'un bu iki zattan hadîs rivayet etmeyeceğine yemîn vermesi, müslümanlara nasihat içindir. Tâ ki
onlardan nefret etsinler de yalan hadîslerine
aidan-masmlar
[251] Abdüssamed b. Abdilvâris: Künyesi Ebu Sehl'dir. 207
tarihinde vefat etmiştir
[252] Ebu'I-Hasen en-Nadr b. Şümeyl (122-204): Aslen Basra'h
olup Mcrv'de doğmuştur. Fitne dolayısiyle bir müddet Basra'da kalmış; sonra
yine Merv'e dönmüştür.
[253] Kaadi Iyâz (476-544) in beyanına göre bu hadîsi Ziyad
b. Meymun Hz. Enes (R.A.)'dan
rivayet etmiştir. Hulâsası
şudur: Medine'de Havla'
isminde koku satan
bir kadın varmış. Bu kadın Hz. Âişe (R.A.)'nın yanma girmiş de kocasıyla
olan münasebetlerini ona anlatmış. Güya
Peygamber (S.A.V.) kocasının fazileti hakkında bir şeyler söylemiş. Halbuki bu
hadîs uzun olmasına rağmen sahîh değildir.
[254] Doğrusu Gafele'dir.
[255] Abdülkuddüs hadîsin hem isnadında, hem metninde tashîf
yapmıştır. Metindeki tashîfi: (ruh) ve
(garaz) kelimelerini (ravh) ve (arz) okumasıdır. Hadîsin ma'nası:
«Kendisinde ruh bulunan
hayvanın silâha hedef yapılmamasıdır.» Nitekim av bahsinde görülecektir
inşaallah. Müslim (204-261) bu hadîsi Abdülkuddûs'ün tasnifini, gabâ-vet ve
vehmini göstermek için
getirmiştir.
[256] Tuzlu kaynaktan murâd : Kinaye yolu ile Mehdî'nin zaif
ve mecruh bir râvî olduğunu
anlatmaktır. Filhakika Mehdi
bilittifâk zaif ve
metruk bir râvîdir.
O zâtın Hammâd'a: «Evet»
diye cevap vermesi de bu hususta
onunla hemfikir olduğunu bildirmek içindir, Hammâd'ın künyesi Ebû İsmail'dir.
[257] Bu sözün ma'nası:
Ebân kendisine sorulan
bir şeyi Hasan'dan
rivayet ediyordu. Ama bu hususta
yalan söylüyordu, demektir.
[258] Kaadı Iyaz (476-544)
in beyanına göre bundan murad :
Rü'ya ile bir şeyin kafi olarak sabit
veya bâtıl olacağını isbât değil, Ebân'm
zaif bir râvî olduğunu göstermektir. Çünkü rü'ya ile bir hüküm sabit veya
bâtıl olamaz. Nevevî (631-676) bu hususta ulemânın ittifak haline olduklarını
söylüyor. Ve bunun Peygamber (S.A.V.)'i rü'yada görme hadîsine muhalif
olmadığını beyan ediyor
[259] Künyesi
Ebû Yahya'dır. Azadli
kölelerden olup Kûfe'lidir.
211 veya 212 tarihinde vefat etmiştir.
[260] Ebu tshâk el-Fezârî: İbrahim b. Mubammed b. el-Hâris.
Kûfe'lî olup Şam'da yaşamıştır. t!mü fazileti ulemaca müsellem bir
imamdır. 185 veya 186 tarihinde vefat etmiştir
[261] Nevevî, Ebu tsbâk'ın
İsmail b. Ayyaş hakkında
söylediği bu sözleri, Cumhuru ulemanın kavline muhalif bulmaktadır. Cumhura
göre ismail, Bakıyyeden bile üstün bir râvîdir. Yahya b. Maîn (156-233):
j «îsnısîl b. Ayyaş
şutadır; Şamlılar healm nazanmda Bakıyye'den bile makbuldü.» demiştir.
Buhârî (194-256):
«îsîrtailin Şamlılardan
rivayet ettiği hadîsler esab.hr.» demektedir. Tinnirî (209-279) imam Ahmed b.
Hanbel (164-241) in:
«Ismaîl Bakıyye'den daha
elverişlidir. Zira Bakıyye'nin münker hadisleri vardır.» dediğini nakleder.
İsmail Şam'hdır.
Bazıları İsmail'in
hemşehrilerinden rivayet ettiği hadîsleri sahih bulmuş; Medîneli-lerden rivayet
ettiklerini sahîh kabul etmemişlerdir. Onun hakkında en çok lâf edilen husus,
Mekke ve Medıne'lilerin mevsuk olanlarından garîb hadîsler rivayet etmesidir.
îbni Hibbân'm beyanına göre İsmaî] gençliğinde çok iyi bir hafizmış.
ihtiyarlayınca bildiklerini karıştırmağa başlamış.
[262] Yâni, Bakıyye tedîis yapmıştır. Bu nevi îedlıs çirkin
bir şeydir. Çünkü râvîyi başkası
İmiş gibi gösterir.
Bu hadîsle ihticâc edilemez; çünkü
râvîleri arasında meçhul vardır. Hadîs burada
mütâbeat için zikredilmiştir.
[263] Ebc'l-Hasen
Ahmed b. Yusuf eî-Ezdi, Nİşaburlııdur.
[264] Ebu Nuaym el-Fadl b. Dükeyn (Dükcyn'in ismi
Amr'dır)'(130-218): Kûfe'-lidir. Âzâdlı
kölelerden olup zamanının en büyük âlimlerindendir.
[265] El-Mnallâ
b. Urfân (yahud
İrfan): Kûfe'li olup
aşırı Şiî'lerdendir, Hadîsi kabul edilmez.
[266] Bu sözün ma'nası şudur: İbni Mes'ud .(R.A.)'ın
Sıffîo'de çıkagelmesi el-Muailâ tarafından
Ebu Vâil'in üzerine atılmış bir
iftiradır. Çünkü tbni Mes'ud
(R.A.) 32 veya 33 târihinde yani
Hz. Osman (R.A.) halîfe olmazdan üç sene evvel vefat' etmiştir. Sıffîn vak'ası ise
Hz. Alî (R.A.)
zamanında vuku* bulmuştur.
Binaenaleyh Hz. İbni Mes'ud (R.A.)'ın Sıffîa'de
meydana çıkmasına imkân
yoktur. Meğer kî;
Öldükten sonra tekrar dirilmiş ola!,. Bittabi bu da olmamıştır.
Ebu Vâil'in fazilet ve
kemal sahibi büyük bir zât olduğu herkesçe ma'Iumdur. el-Muallâ ise zaif bir
râvîdir. Şu halde bu yalanı onun uydurmuş olduğunda şüphe yoktur
[267] Eba Hafs Amr b. Alî b. Atâ ( -190): Basra'lıdır.
[268] Ebu Ca'fer ed-Dârİmî, Ahmed b. Saîd b. Sahr:
Nişabor'iudur. Âlim, fâzıl İve âdil bir hadîs hafızıdır, ömrünü hadîs yolunda
geçirmiş; ve 253 târihinde Nişabor'da ıvefât etmiştir.
[269] Ebû Mırtammed Bişr b. Ömer: Basra'lıdır. Sahîhayn
râvîlerindendir.
[270] Mâlik b. Eoes (93-179): Meşhur dört mezheb
imamlarından Hz. İmam Mâ-lik'tir
[271] İsmi Muhammed b. Abdirrahman'dır. Büyük bir âlimdir.
259 da vefat etmiştir.
[272] Ebu
AbdHlâh ŞuTSetü'l-Kura^î:
İbni Abbâs (R.A.)'ın
Szâdlisıdır, Medîne'lidir.
[273] Bu adam
aşın derecede Şiî olup, İsnadlan
bozarak rivayet edermiş.
İmam Şafiî onun hakkında: «Haramdan hadis rivayet etmek haramdır.»
dermiş
[274] Bu söz açıkça gösteriyor ki, imam Mâlik'in kitabında
yer alan bir kimse ona göre sika demektir. Velev ki, başkaları nazarında sika
olms -n. Hadîsde ismi geçen şahıslardan :
Tev'eme, Kaadı îyaz
(476-544)'ın beyanına göre
tmeyyetüTmü Halefin kızıdır. Tev'çme ikiz
demektir. Hakîkaten bu
kadının da kız
kardeşiyle ikiz doğduğunu
Buhârî (194-256), Vâkıdî (130-207)
ve başkaları rivayet
etmişlerdir. Salih'in mevlâsidır.
Kaadı îyaz, bu Salih'i, Ebu
Salih diye kaydetmekte, isminin de ?-*=bhftn
olduğunu söylemektedir. Ebu
Salih'i imam Mâlik (93-179) zaif saymışsa da başkaian onu mevsuk kabul etmişlerdir.
Meselâ Yahya b. Maîn (156-233):
«Bu Salih sika ve
hüccettir.» demiştir. İmam Mâlik'in onun İhtiyarlık devrine yetiştiği
söylenir, İhtiyarlığında Salih, hadîsleri karıştırmağa başlamıştı. Daha evvel
ondan rivayet edilen hadîsler sahihtir. Maamâfîh, Ebû Ziir'a ( -264) gibi bazı
imamlar onu yine de zaif kabul etmişlerdir. İmam Mâlik'in zaif dediği diğer
zevattan: Ebu'i-Huveyris ile ŞuTietü'l-Kıırcşî hakkında ihtilâf vardır.
Şulıc'den rivayet eden Ebu Zi'b, büyük bir âlimdir. Onun hakkında söz yoktur.
Haram b. Osman:
Bilittifak zaif bir râvîdir. Buhârî
(194-256) onun hakkında : «Münkerüi-hadîsdir» demiştir. Aşırı derecede Şiî olduğu söylenir. İmam Şafiî onun hakkında:
«Harâm'dan hadîs rivayet etmek haramdır.» dermiş.
[275] Ebu Zekeriyya Yahya b. Maîn (156-233): Bağdad'h büyük
bir hadîs imamıdır
[276] Şurabbîl: Megâzî
imamlarmdandır. Ahir ömründe
bunamış ve hadîsleri karıştırmağa başlamıştır. Ona
buna el
açacak derecede fakir ve muhtaç kalmıştı. Hadısle-riyle ihticac edilmez.
[277] Velîd b. Salih el-Falastînî: Bağdad'lıdır. Sahîhayn
râvîlerindendir
[278] Ebû Vehb Ubeydullah b. Amr el-Velîdî: Âzâdh
kölelerdendir
[279] Kardeşinden nrnrâd : MÜteâkib hadîsde zikri geçen
Yabya b. Ebî Üneyse'dir. Bu zât hakîkaten zaif bir râvîdir. Onun hakkında
Bubârî (194-256):
«O bir şey etmez.»
demiş; Nesaî (215-303) de zaif ve metruk olduğunu söylemiştir. Fakat kardeşi
Zeyd mevsuk bir âlimdir. Onunla Buhâri ve Müslim ihticâc etmişlerdir.
[280] Ebu'1-Fadl Abdüsselâın b. Abdirrabman: Rakka ve
Haleb'de kadılık yapmıştır.
[281] Abduîlab b, Ca'fcr b. Gaylân er-Rakkî ( -220): Â2âdlı kölelerdendir.
[282] Ebu Ya'kub Ferkad b. Ya'kûb: Basra'lıdır. Tabiînden
olup âbİd ve zâhid bir zâttır. Ancak
hadîs ilmiyle meşgul
olmadığından muhaddisler onun
rivayetini kabul etmezler. Maamafîh bir rivayette Yahya b. Maîn onun hakkında : «Sikadır.» demiştir.
[283] Abdcrrahman b. Bîşr b. el-Hakcm ( -260): Nişabor'ludur.
[284] Hâkîm: Kûfe'li olup Şiilerin azgınlarından dır.
[285] Yahya'dan sonra
hadîsin metninde bir (İbn)
kelimesi varsa da yanlıştır.
[286] Gerek Iboi'l-Kattâo (120-198ym gerekse tbnİ'I-Mubârek
(İ18-181)'in zaif saydığı bu
râvîîerin gerçekten zaif
olduklarına hadîs ulemasının ittifakı
vardır. Bunlardan Musa b. Dinar
Mekke'li, Mûsâ b. ed-Dihkan, Basra'lı, diğerleri Kûfe'lidİrler.
[287] Nevevi’den naklen bu baba müteallik meseleler ve
kaideler: vıleri. cerh yani onlann
kusur ve nakîsalannı
meydana çıkar/pak bİHttifak .cibür. Çünkü; şeriatı muhafaza
için buna zaruret vardır. Cerh gıybet
değil,
^Uir, Binaenaleyh o
gıybet gibi haram değildir. Bu ümmetin en benâm (namlı) uleması, en büyük
imamiarı cerhi yapagelmişlerdir. Nitekim İmam Müslim (R.) yukarıda bazı
örneklerini verdi. Ancak bir râvîyi cerh etmek gayet nazik ve tehlikeli bir iş
olduğu için her yiğidin kârı değildir. Onu ancak hadîs ilminin mütehassısları
olan en büyük ve en ziyade vera-u takvasıyla meşhur olan ulema-i kiram
yapabilirler. Zira en küçük
birtesâhül ve dikkatsizlik mevsuk bir râvînin hadislerini itibardan düşürmeğe
kâfidir. Bunun ma'nasi: evvelâ o râvîyi müebbeden zemme mahkûm etmektir. Bu
ise, şiddetle haramdır. Sonra o râvînin sahih olan hadîsleri kabul edilmemekle
sünnetin bir kısmı ve dolayısıyla dînin birçok hükümleri reddedilmiş olacaktır.
Bu sebeble cerh pek tehlikeli ve veballi bir istir. Ehil olmayanlar ona asla
karışmamalıdır. Çünkü böyleleri, kaş yapalım derken göz çıkarmak kabilinden
cerh yapalım derken zemmederler. Kaadı tyâz (476-544)'ra beyanına göre; bu
mesele şahidlik meselesine benzer. Şahidi cerhe ehil olan cerhedebilir.
Cerhedeni ayıplayan ise te'dîb edilir. Söyledikleri de şer'an gıybet olur.
2— Cerhi ancak onun bütün sebeblerini bilen âdil
zevat yapabilirler.. Râvînin nakî-salarını
meydana çıkarmaya cerh denildiği gibi,
adaletini tesbit etmeye de ta'dıl
derler. Cerh ve ta'dil yapacak kimsenin bir kişi olması kâfi midir,
yoksa müteaddid olmaları şart mıdır? Bu mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Sahih kavle göre cerh ve ta'dil için bir kişi kâfidir.
Çünkü cerh ve ta'dîl,
haber hükmündedir. Bir kişinin haberi ise makbuldür. Acaba cerhin sebebini
göstermek şart mıdır?
Bu mesele dahi İhtilaflıdır.
Birçok ulemaya göre cerhin sebebini tefsir etmek şarttır. Zîra sebebler gizli
kalırsa; cerhe yaramayan bir şeyle cerh yapılmış olabilir. Kaadî Ebu Bekir
el-Bâkîllânî ( -403) ile bazı ulemâya göre sebeb göstermek şart değildir. Diğer
bir kısım ulemâya göre cerhi, bütün cerh ve ta'dîl sebeplerini bilen bir zât
yapmışsa sebeb beyanı şart değil, başkası yapmışsa şarttır.
Baharı ile Müslim'in
Sahîh'lerİnde mütekaddimîn ulema tarafından cerh edilmiş bazı râvîler varsa da
bunlar müfesser yâni sebebi gösterilerek yapılmış cerh olmadığından o râvîler
mecruh sayılmamışlardır.
Cerh ve ta'dil tearuz
ederse, yani bir râvîyi bazıları cerh, bazıları da ta'dîl etmişse
muhtar olan kavle göre
cerh tarafı tercih edilir. O ravîyi âdil kabul edenlerin daha çok
veya az olmasına
bakılmaz. Maanıafİh âdildir diyenlerin
sayısı daha çoksa onların sözü
*■ kabul
edilir, diyenler de olmuştur. Fakat bu kavil makbul değildir. Çünkü cerhi yapan/
| onu mutlaka bir
sebebten dolayı yapmıştır. Diğerleri o sebebi bilmedikleri için râvînin âdil
' olduğuna hüküm
vermişlerdir.
3— İmam Müslim (204-261) bu bâbda ŞaTû'nin Haris
el-A'ver'den rivayette bulunduğunu fakat Hâris'in yalancı olduğunu beyan eîti.
Buna benzer başka zaîf ve metruk ra-vîîerden de rivayetlerde bulundu :
«Bu imamlar, ihticâc
olunmadıklarım bildikleri halde böylelerinden niçin hadis rivayet etmişler?»
denilebilir. Bu suale birkaç vecihle cevap verilir:
a) Hadîs imamları, onların hadîslerini
zaifliklerini bildirmek için rivayet etmişlerdir. Tâ ki, günün birinde başkaları
da kendileri de balara aldanmastnlar.
b) Zaif râvînin hadîsi İ'tibar ve şâhid olmak
üzere yazılabilir. Yalnız başına bu gibi hadîslerle ihticâc edilemez.
c) Zaif râvînin hadîsleri arasında, sahih,
zaif ve bâtıl olanları vardır.
Bunları evvelâ bir yere
yazarlar. Sonra hadîs ulemâsı onların sahihini zaifini birbirinden ayırırlar.
Bu onlar için kolay bir iştir. Hatta Süfyan-ı Sevrî (97-161) Kelbî'den hadîs
rivayetini yasak ettiği zaman kendisine:
«— Ama ondan sen de
rivayet ediyorsun.» demişler. Süfyan t
«— Ben onun doğru sözü
ile yalanım bilirim,» cevabını vermiştir.
d) Hadîs
imamları zarf râvîlerden; tergîb,
terhîb, kısas, amellerin
faziletleri, zühd ve güzel ahlâk
gibi helâla, harama ve sair ahlâka taallûku olmayan hadîslerini rivayet ederler.
Bu gûnâ hadîslerde İse; bir parça tesâhül gösterilebilir. Zîrâ zaif hadîs
uydurma demek değildir. Zaif hadîslerin asılları sahîh ve ehlince ma'ruf,
şeriatça makbuldür.
Hasılı hadîs uleması,
yalnız başına hüccet olamayacak hadîsleri rivayet etmemişlerdir. Bunu yapan
tek bir muhaddis imam veya muhakkik âlim yoktur.
[288] MUAN'AN hadîsle ihticâcm sahîh oluşu:
Kitabın başında da
gördüğümüz veçhile hadîs-i muan'an: «An fulânin ... ân fulânin» diye rivayet
edilen hadîstir. İmam Müslim (204-261) kendilerine böyle (an) lafzıyla hadîs
izafe edilen zevatın birbirlerini görmeleri ve dinlemeleri mümkün olmak ve
tedlis-ten emîn bulunmak şartlarıyla bu hadîsin, muttasıl hükmünde olduğuna
eski ve yeni bütün ulemanın İcmâı bulunduğunu iddia etmektedir. Yalnız zamanının
bazı ulemasının:
«Böyle bir hadîse
muttasıl hükmü verebilmek için, ravîlerin ömürlerinde bir defa olsun görüşmüş
olmaları .şarttır; sadece görüşme imkânı kâfi değildir.» dediklerini naklediyor.
Ve bu sözü reddet erek :
«Sonradan çıkarılma
'sakıt bir uydurmadır; buna evvelce kail olan yoktu.- Bana kail olmak bâtıl bir
bid'attır...» diyor. Fakat Nerevî (631-676) muhakkik ulemanın bu fikirde
olmadıklarını söylüyor; ve :
«Bu fennin imamlarından
Aliyyü'bnii'l-Medînî, Baharı ve başkalarına göre muhtar olan sahîh kavil,
Müslim'in reddettiğidir.» diyor. Çünkü râvîler görüşürlerse müdellis olmamak
şartıyla «an fulânin» diye rivayet ettikleri hadîsleri işitmiş olarak rivayet
edecekleri aşikârdır. İstikra' da bunu gösterir. Yani muhaddîsler ancak
şeyhinin ağzından işiterek rivayet ettikleri vakit «an fulanin» derler.
Binaenaleyh râvİlerîn görüştükleri sübut buldu mu, hadîsin muttasıl olduğu
galebe-İ zan üzerine bina edilmiştir. Fakat muhakkak görüştükleri sabit
olmazsa yalnız görüşme imkânı ile hadîsin muttasıl olduğuna kanaat gelmez. Şu
halde râvî meçhul gibi olur. Meçhulün rivayeti yüzde yüz yalan söylediği veya
zaif olduğu için değil, hâli şüpheli olduğundan dolayı kabul edilmez. Burada da
galebe-i zan hasıl olmadığı içip hadîse muttasıl hükmü verilemez.
Bazıları râvîlerin
birbirleriyle uzun zaman sohbette bulunmalarını şart koşmuş; bir takımları
buna, o râvîden hadîs rivâyetiyle şöhret bulmuş olmayı da ilâve etmişlerdir.
Ulemâdan bir kısmı ise muan'an hadîsle mutlak surette ihticâc edilemeyeceğine
kaildirler. Fakat bu mezheb merduddur. Cumhura göre «Enne» lâfzı da «An»
hükmündedir.
Müslim'in burada itiraz
ettiği zat Buhârî'dir. Bazıları onu bu itirazında haklı görmüş;
«Zira râvilerin bir defa
buluşarak birbirlerinden badis dinlemeleri bildikleri bütün hadîsler] ele almış
olmayı İcab etmez.» demişlerdir.
[289] îmam Müslim (R.) burada büyük bir kaideye işaret
etmektedir ki, ahkâm-ı şer'iyyenîn büyük bir kısmı onun üzerine kurulmuştur.
Kaide şudur :
«Haber-i vâhid ameli
îcab eder.» Bu kaideye çok dikkat etmek lâzımdır. Nitekim gerek usul-i fıkıh,
gerekse hadîs uleması ona pek büyük ehemmiyet atfetmiş; hatta sırf bu kaide
üzerine kitap yazanlar olmuştur. Nevevî (631-676) bu hususta ulemadan şunları
naklediyor :
A) Haber iki kısımdır: Miitevâîir, Haber-i
vâhid.
Mütevâtir; Yalan
söylemek için ittifak etmelerine âdeten imkân olmayan kalabalık bir cemaatin,
kendi gibi kalabalık bir cemaatten naklettiği haberdir. Bu cemaatler her devirde
aynı şekilde kalabalık olacaklar ve zannî değil, hissi bir şeyi haber vereceklerdir.
Mütevâtir haber bîzzarure yakînen yanı yüzde yüz ilim ifade eder. Gözle
görmekle bu haber arasında hükmen bir fark yoktur. Ekser-İ ulema ile muhakkiklere
göre mütevâtirin ma1-lûm bir adedi olmadığı gibi, haber verenlerin müslüman ve
âdil olmaları da şart değildir. Bu bâbta başka mezhepler de varsa da onlar
zaiftir.
B) Haber-i Vâhid yahut âhâd: Mütevâtİrİn
şartlarını hâiz olmayan haberdir. Mütevâtir
derecesine çıkmadıkça râvîsİnin bir veya birkaç kişi olması hükümde müsavidir.
Haber-i Vahidin hükmü:
İhtilaflıdır. Ashâb-ı kiram, tabiîn ve onlardan sonraki Hadîs, Fıkıh ve Usul-i
Fıkıh ulemasının cumhuruna göre; râvîsi mevsuk olan haber-i vâhid, şer'î bir
hüccettir; onunla amel etmek îcâbeder. Bu haber kat'î ilim değil, zann ifâde
ederse de onunla amel etmek bize şeriat tarafından emredil mistir. Bu husus
Usul-i Fıkıh kitaplarında görülebilir. Kaderiyye ve Râfıziyye gibi bazı bid'at
ve dalâlet fırkaları, haber-i vahidin amel îcâb etmediğine kaildirler.
Bunların bazıları iddialarını aklî delille, bazısı da naklî delille isbata
çalışırlar. Bir tâife'de aklî delil ile haber-i vahidin amel îcâbet-tiğine kail
olmuştur. Mu'tezile taifesinden Cübbâî'ye göre; ancak iki kişinin iki kişiden
rivayet ettiği haber-i vâhid amel îcâbedebilir. Bir takımları:
c— Ancak dört kişinin
dört kişiden rivayet ettiği baber-i vâhid atael îcabeder.» de-mişlenlir.
Hadîs ulemasından
bazıları haber-i vahidin hem ilim hem de amel îcâbettîğine kail olmuşlardır.
«Haber-i vâhid, bâtını
değil, zahiri ilim îcâbeder.» diyenler de vardır. Bir takım mu-haddislere göre
ise yalnız Buhârî ve Müslim'in rivayet ettikleri haber-i vâhidler amel
îcâ-bederler.
Haber-i vâbid hakkında
söylenen bu sözlerin içinde yalnız cumhurun kavlî doğru, diğerleri bâtıldır.
«Bu bâbta bir haccet
yoktur.» diyenlerin iddiasını çürütmek pek kolaydır. Şöyle ki
Peygamber (S.A.V.)*in
gönderdiği nâmelerle ve ondan ta'limat alarak uzaklara giden elçilerinin
sözleriyle bu ümmet asr-ı saadetten bugüne kadar amfi edegelmiştir. Bunların
her biri birer haber-i vâhid idi. Çünkü haber-i vahidle amel etmek şerîatm
emridir. Onunla amel, aklen dahî mümkün
ve makbuldür
[290] Muhaddislerle fukahâdan bir cemaatin ve imam Şafiî'nin
mezhebi budur. îmam A'zam Ebu Hanîfe, imam Mâlik, imam Alınicd b. Hanbel ve
ekser-i fukahaya göre mür-sel hüccettir
[291] Ebu'KMiinzir Hişâm ( -147): Meşhur sahabî
Urvctii'bDİJ'z-Zübcyı'in oğludur
[292] Ebu'l-Haris Leys b. Sa'd b. Abdirrahman (94-175):
Azadh kölelerden olup Mısırlıdır
[293] Ebu Süleyman Davud b. Abdirrabman (100-175):
Mekke'lidir.
[294] Basra'hdır.
[295] Ebu Bekir Vüheyb b, Hâlid b. Aclân ( -165) Basra'hdır.
[296] Hammâd b. Üsame
[297] Hişam b. Urve.
[298] Hişâm b. Urvete'z-Zübeyr'İn kardeşidir.
[299] Bu hadîsde birkaç mesele vardır:
a) Hayızh
kadının a'zası temizdir.
Bu mesele ittifakıdır. Vakıa îmam
Ebu Yusuf (113-182) dan bir rivayete göre ellerinin pis olduğu
söylenirse de bu rivayet sahih görülmemiştir.
b) t'tikâfa giren bir kimseye saçlarını
taramak, karısına bakmak ve ona dokunmak caizdir. Yalnız Şafiîlere göre
dokunmanın şehvetsiz olması şarttır.
c) Bu hadîsle hayızh kadının mescide giremeyeceğine i'tikâfm yalnız
mescidde yapılabileceğine istidlal edilmiştir. Lâkin Neverî (631-676) buna
i'tİraz ederek şöyle diyor: «Hadîsde bu iki şeye delil yoktur. Filhakika bu
söylenenin makbul olduğunda şüphe yoktur. Ama hadîsde de bundan fazla bir şey
yoktur...»
Bu hadîsle Kaadî Iyâz
(476-544) kadına azıcık dokunmanın abdesti bozmayacağına İstidlal etmiş; ve
İmam Şafiî'ye i'ürazda bulunmuş İse de Nevevî (631-676) buna cevap vermiş; ve
hadîsde Peygamber (S.A.V.)'in Âişe (R.A.)'nm cildine dokunduğuna, abdestli
olduğuna ve o abdestle namaz kıldığına bir delîl bulunmadığını; Şafiî'nin bir
kavline göre dokunulan şahsın abdesti bozulmadığını, saça dokunmanın Şafiî'ye
göre zâten abdesti bozmadığını söylemiştir.
[300] Meşhur Halife Ömer b. Abdilaziz b. Mervan'dır. 101
tarihinde cuma günü vefat etmiştir.
[301] Ebu Muhammed Amr b. Dînar (
-126): Mckke'Iidir. Azadlı kölelerdendir
[302] Kûfe’lidir. Abdullah b. Zübeyr zamanında Küfe
valisi idi. Onun zamanında vefat etmiştir.
[303] Ukbetü’bnü
Amr (R.A.) Kûfe'de
yaşamıştır. Peygamber (S.A.V.)'den hadîs dinlemiştir. Hz. Ali zamanında vefat
etmiştir.
[304] Ebu Mes'ûd'dan rivayet ettiği hadis:
«Kişinin ailesine nafaka
vermesi» hakkındadır. Buharı ile Müslim bu hadîsi ahric etmişlerdir.
Huzeyfe'den naklettiği hadîsde :
«Bana Peygamber (S.A.V.)
olaeak şeylerin hepsini haber verdi...» demiştir. Bu hadîsi Müslim tahric
etmiştir.
[305] İsmi Niifey'dir.
Basra'h olup, Hz. Ebu Hiireyre'den hadîs dinlemiştir
[306] Ebu'I Münzir Übey b. Kâ'b (R.A.) sahabîlerin büyilklerindendir. Bedir gazasına iştirak etmiş, vahiy
kâtipliğinde dahi bulunmuştur.
[307] Ebu Osman'ın hadisinde :
«— Öyle bir adamdı kî,
evi onunki kadar mescide uzak bir kimse bilmiyorum.» denilmektedir. Bu hadîsde ResûlüIIah (S.A.V.):
«— Allah sana hesap
ettiğini verdi.» buyurmuştur. Hadîsi Müslim rivayet etmiştir. Ebu Rafi'in
hadîsinde :
«— Peygamber (S.A.V.)
Ramazan'm son 10 gününde itikâfa girerdi. Bir sene sefere çıktı. Fakat ertesi
sene 25 gün i'fikâf yaptı.» deniliyor. Bu hadîsi Ebu Davud iie İbni Mâce
rivayet etmişlerdir.
[308] Şeybânî'nİn rivayet
ettiği iki hadîsten biri:
«—Bir adam Peygamber
(S.A.V.) efendimize gelerek, dedi ki:
...............» diğeri;
«Nebi <S.A.V.)'e
yularh bir deve iie bir adam geldi de bu deve sebebiyle sana kıyamet gününde
700, sevap var, buyurdu.» hadîsidir. Bu hadîsleri Müslim tahric etmiştir.
Ebu Ma'mcr hadîslerinin birincisi:
«— Peygamber (S.A.V.)
namazda bizim omuzlarımızı sıvazlardı.» Diğeri:
«— Bir kimse rükûda
belini dümdüz tutmadıkça namazı yeterli olmaz.»
rivayetleridir. Bunlardan birinciyi
Müslim, ikinciyi sair
Sünen sahipleri rivayet
etmiştir. Tirmizi: «— Bu hadîs
basen şahindir.» demişİtr.
[309] Bu hadîs Hz. Ümmü Seleme'nin şu sözüdür :
«— Ebu Seleme vefat
edince: Garip adam... hem de gurbet diyarında... Ona öyle ağlayacağım ki
dillere destan olsun.»
[310] Bu hadîslerin
birincisi;
«— îman şuradadır.
Kasvet ve kah kalplilik çiftçilerdedir.» İkincisi:
«Güneşle Ay hiç bir kimsenin ölümünden dolayı
tutulmazlar.» Üçüncüsü :
«_ Filânın namazı
bize uzun tutmasından hemen hemen
namaza yetişemiyorum.»
rivayetleridir kî, hepsini Buharı ile Müslim tahric etmişlerdir.
[311] Bu hadîs;
«— Ebu Talha, Ümmi
Süleyme, Peygamber (S.A.V.) için yemek yapmasını emretti.» rivayetidir ki Müslim tahric
etmiştir.
[312] Hz.
tmran'dan rivayet ettiği
hadislerin birincisi İmrao'ın
babası Husayo'ın Müslümanlığı
kabulü hakkındadır. Bu hadîsde:
«_ Abdülmuttalip kavmin
için senden daha hayırlı idi.» buyurulmuştur. ikinci hadîs: «— Bu sancağı
mutlaka Allah ve Resulünü seven bir adama vereceğim.» rivayetidir.
Hadîsi Nesal rivayet etmiştir.
Ebu Bekre'den rivayet ettiği
hadîs Müslim'dedir. Bu hadîsde :
«— İki Müslümandan biri
din kardeşine silâh çekerse o kimse cehennemin
kena-rmdadır.» buyurul maktadır
[313] Bu hadîsde:
«— Her kim Allah'a re
Âhiret gününe İnanırsa komşusuna iyilik etsin.» buyunıl-maktadır. Hadîsi
Müslim tahrİc etmiştir.
[314] îsmi Numan b. Zcyd b. Sâbit'tir. Tabiînden olup Ebu
Said-i Hodri ve Cabir b. AbdiIIah gibi
ashab-ı kiramdan hadîs
rivayet etmiştir.
[315] Ebu Said-İ Hudri: Sa'd b. Mâlik b. Sinan (R.A.)
Ashab-ı Kiram'ın ulema-smdandir. Yaşının
küçüklüğü dolayisiyle Bedir gazasına iştirak ettirilememiş, fakat ondan
sonra 12 gaza da Peygamber (S.A.V.)'in
maiyetinde bulunmuş; ondan 1170 hadîs
rivayet etmiştir. 64 veya 74 tarihinde vefat etmiştir. Kabrinin İstanbul'da
Kariye Camiî yanında olduğu söylenir.
[316] Birinci Hadîs:
«— Her kim Allah
yolunda bir gün oruç tutarsa Allah onun yüzünü 70 yıl Ce-bennem'den
uzaklaştırır.»
İkinci Hadîs:
«— Cennette bir ağaç
vardır ki, gölgesinde atlı giden bir kimse şu kadar zaman yürür.» rivayetleri
olup Buharı ile Müslim tarafından tahric edilmişlerdir. Üçüncü hadîsi yalnız
Müslim tahric etmiştir. Bu hadîsde :
«— Cennetliklerin en
aşağı dereceye sahip olanı, yüzünü Allah Teâlâ'mn çevirdiği kimsedir...»
Duyurulmaktadır.
[317] Ebu Yezid: Ata
b. Yczid; tâbiindendir.
Medine'lidİr. Şamlı olduğunu
söyleyenler de vardır. 105 veya
107 tarihinde vefat etmiştir.
[318] Temim
ed-Dârî'nin künyesi Ebu
Rukiyye, babasının ismi Evs b. Hârice'dir. Ashab~i Kiramdandır.
Geceleri İbadetle geçirir, Kur'an-ı Kerim'i bir rekâtta hatmedermiş. Şam'da
yaşamış; 40 yahut 44 Hicrî tarihinde şehid edilmiştir.
[319] Bu hadîste:
«— Din nasihattir.»
buyurulmaktadir
[320] Ebu Eyyub
Süleyman b. Yesar ( -107): tabiinden ve
Medine'nin fukaha-sındandır. Hatta bazıları onu Said b. el-Müseyyeb'den
daha üstün sayarlar
[321] Ebu Abdİllah
Rafi' b. Hadİc b. Rafı (R.A.) sahabidir. Yaşı küçük
olduğundan Bedir gazasına iştirak edememişse de sonraki gazalarda
Resûlüİlah (S.A.V.) ile birlikte bulunmuştur. Vefat tarihi 73
veya 74 dür.
[322] O da, Müslim'in
rivayet ettiği muhakale hadîsidir.
[323] Tahinidendir. Ebu Hüreyre ve Abdullah b. Ömer (R.A.)
gibi Ashab-ı Kiram'-dan hadîs dinlemiştir.
[324] Bu
hadîslerden birinde:
«— Ramazandan sonra en
faziletli oruç Allah'ın ayı Muharrem'de tutulandır.» Diğer birinde:
«— Farzdan sonra en
faziletli namaz gece namazıdır.»
Buyurulmaktadır. Bunları Müslim
tahric etmiştir