1- İnsanların Kureyş'e Tabi' Olması ve Hilafetin Kuretş'de Olması Babı
2- Yerine Halife Bırakıp Barakmamak Babı
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
3- Emir Olmayı İstemenin ve Buna Hırs Göstermenin Yasak Edilmesi Babı
4- Zaruret Yokken Emir Olmanın Keraheti Babı
6- Hıyanetin Ağır Şekilde Haram Kılınması Babı
7- Me'murlara Hediyyelerin Haram Kılınması Babı
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
9- «Kumandan Bir Kalkandır. Arkasında Harb Edilir; ve Onunla Korunulur.»
Hadisi Babı
10- Halifelerin Bey'atına Sıralarına Göre Riayetin Vacib Olması Babı
11- Valilerin Zulmü ve Kayırması Anında Sabır Emredilmesi Babı
12- Başkalarının Haklarını Vermeseler de Âmirlere İtaat Gerektiğine Dair
Bir Bab
14- Müslümanların İşi Der Top İken Onu Dağıtan Kimsenin Hükmü Babı
15- İki Halifeye Bey'at Edilmesi Babı
37- Hükümdarların İyileri ve Kötüleri Babı
19- Muhacirin Vatan Edinmek İçin Yurduna Dönmesinin Haram Kılınması Babı
21- Kadınların Nasıl Bey'at Edecekleri Babı
Hadis-i Şerifden Çıkarılan Hükümler:
22- Gücünün Yettiği Hususta Dini Eyip Îtaat Şartı Île Bey'at Babı
Hadis-i Şerifden Bundan Maada Şu Hükümler de Çıkarılmıştır :
24- Ellerine Geçeceğinden Korkulduğu Zaman Mushafla Küffar Diyarına
Gitmekten Nehi Babı
25- Atlar Arasında Koşu ve Onları İdmana Çekme Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
26- «Kıyamet Gününe Kadar Hayır Atların Alınlarındadır.» Hadisi Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
27- Atın Sıfatlarından Hoşa Gitmeyeni Babı
28- Cihadın ve Allah Yolunda (Gazaya) Çıkmanın' Fazileti Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler :
29- Allah Tealanın Yolunda Şehid
Olmanın Fazileti Babı
30- Allah Yolunda Sabah ve Akşam Seferlerinin Fazileti Babı
31- Allah Tealanın Cennette Mücahid İçin Hazırladığı Derecelerin Beyanı
Babı
32- Allah Yolunda Öldürülen Kimsenin —Borç Haric-Bütün Günahlarının
Affedilmesi Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
34- Cihad ve Serhad Bekçiliğinin Fazileti Babı
35- Birbirlerini Öldüren İki Adamın Cennete Gireceklerini Beyan Babı
36- Bir Kafir Öldürüp Sonra Doğru Yolu Tutan Kimse Babı
37- Allah Yolunda Sadakanın Fazileti ve Katlandırılması Babı
39- Mücahidlerin Kadınlarının Hörmeti ve Kadınları Hakkında Onlara Hıtanet
Edenlerin Günahı Babı
40- Özürlülerden Cihad Farzının Sakıt Olması Babı
Hadis-i Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmıştır :
41- Cennetin Şehide Sabit Olması Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
Hadis-i Şeriften Çıkarılan Hükümler:
42- «Her Kim Kelimetullah Yüce Olsun Diye Harb Ederse O Kimse Allah
Yolundadır. Hadisi Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
43- Riya ve Şöhret İçin Çarpışan Kimsenin Cehennemi Hak Edeceği Babı
44- Gaza Edip Ganimet Alan ve Almayan Kimsenin Sevab Mikdarını Beyan Babı
Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:
46- Allah Tealanın Yolunda
Şehitlik İstemenin Müstehab Oluşu
Babı
47- Gaza Etmeden ve Kendi Kendine Gazada Bahsetmeden Ölen Kimseyi Zem
Babı
48- Gazadan Kendisini Hastalık veya Başka Bir Özür Men Eden Kimsenin
Sevabı Babı
49- Denizde Gaza Etmenin Fazileti Babı
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
50- Allah Azze ve Cellenin Yolunda Serhad Bekçiliğinin Fazileti Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
52- Atıcılığın Fazileti ve Ona Teşvik, Atıcılığı Öğrenip de Sonradan
Unutanı Zem Babı
54- Yürürken Hayvanların Menfaatına Riayet ve Yol Üzerinde Mola Vermekten
Nehiy Babı
56- Yoldan Gelen Kimsenin Turükunun —ki Bu Kelime Geceleyin Girmek
Demektir— Mekruh Oluşu Babı
1- (1818)
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb ile Kuteybr h. Said rivayet eltiler.
(Dediler ki): Bİze Mugîra rivâyet etti. H.
Bize Züheyr b. Harb
ile Amru'n-Nâkıd da rivayet ettiler. (Dediler ki) ; Bize Süfyân b. Uycyne
rivayet etti. Her iki râvi Ebii'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da E':û
Hüreyre'den naklen rivayet etmişlerdir. c.bû Hü-reyre şöyle demiş: Kesûlüllah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellemi;
(Züheyr'in hadîsinde :
«Onu Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellcm) 'e vardırarak» ifcâresİ vardır.
Arar ise «rivayet itibarı ile» dedi.) [1]
«İnsanlar bu işde
Kureyş'e tâbi'd ir. Müslümam müslümamna, kâfiri de kâfirine!» buyurdular.
2- (...)
Bize Muhammed b. Râfi de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrazzâk rivayet
etti. (Dedi ki) : Biae Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den rivayet etti. Hemmâm:
Bize Ebû Hüreyre'nin Resûlüljah (Çallallâkû Aleyhi ve Sellem)'den rivayet
ettiği budur... diyerek bir takım hadisler zikretti. Ezcümle: Gesûlüllah
{Sallaîlahii Aleyhive Sellem) :
«İnsanlar bu işde
Kureyş'e tâbi'dir. Müslümanları onların muslumanlanna, kâfirleri de onların
kâfirlerine tâbidir.» buyurdular. Dedi.
3- (1819)
Bana Yahya b. Habîb El-Hârisî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bavh rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû'z-Zübeyr
rivayet etti ki, kendisi Câbir b. Abdillâh'ı şöyle derken işitmiş:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«insanlar hayırda ve
serde Kureyş'e tûbi'dirEcr.» buyurdu.
Ebû Hüreyre rivayetini
Buhari «Menâkıb» bahsinde tahrîc etmiştir. Mezkûr rivayetteki «bu iş»'den
murâd: Hilâfet ve emirliktir. Ulemâdan bazıları bu hadîsin emir mânâsına gelen
bir ihbar olduğunu söylemişlerdir. Kureyş kabilesi sair Arap kabilelerinden
her cihetle üstün olduğu için hilâfet onlara tahsis buyurulmuş; sair insanla
rın onlara tâbi' olmaları emrolunmuştur.
«Müslümanları
müslümanlanna tabi'dir.» Yâni onlara karşı gelmek caiz değildir. «Kâfirleri de
onların kâfirlerine tabi'dir.» cümlesini Kirmânı şöyle îzâh etmiştir: «Eu cümle
onların geçmişteki hâllerini haber vermektedir. Yâni onlar küfür devrinde de metbû'
ve reis idiler. Kureyş kabilesi Harem-i şerif dahilinde yaşadıkları için
Araplar onları sever ve sayarlardı. Resûlüllah {Sallallahü. Aleyhi ve Sellem)
Peygamber gönderilerek hak dîne davete başlayınca Arapların ekserisi birdenbire
ona tâbi' olmayıp Kureyş'in ne yapacağım beklediler. Mekke fethedilip Kureyş
kabilesi müslüman olunca sair Araplar da onlara tâbi' olarak takım takım
Allah'ın dînine girdiler. Peygamber'in hilâfeti Kureyş'de devam etti. Bu
suretle (kâfiri kâfirlerine tâbi' idi)
sözü doğru çıktı. Müslümanları da onların müslümanlarma tâbi' oldular.»
Hadîsin ikinci
rivâyetindeki »hayır ve şer»'den murâd da İslâmiyet ve cahiliyyet devirleridir.
Yâni: İnsanlar câhiliyyet devrinde nasıl Küreyş'e tâbi' idi iseler,
İslâmiyette de yine onlara tâbi'dirler; demektir. Resulü 'Ekrem (Sailallahii
Aleyhi ve Sellem) bu hükmün dünya durdukça böyle devam edeceğini haber
vermiştir. Aşağıdaki rivayet dahî aynı mânâdadır.
4- (1820) Bize
Ahmed fa. Abdillâh b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Âsim b. Muhammed b.
Zeyd, babasından rivayet etti. (Demiş ki): Abdullah şunu söyledi:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seİlem):
«İnsanlardan iki kişi
kaldığı müddetçe bu iş Kureyş'de devam edecektir.» buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri
«Menâkıb» bahsinde tahrîc etmiştir.
Buradaki işten murâd
da hilâfettir. Onu daima Kureyş kabilesi hak edecek demektir. Nevevî diyor ki
: «Bu hadîste, hilâfetin Kureyş'e mahsus olduğuna delil vardır. Onu Kureyş'ten
başkalarına vermek caiz değildir. Bunun üzerine sahabe ve onlardan sonra
gelenler zamanında icmâ' mün'akıd olmuştur. Bid'atçılardan buna muhalefet eden
kimse sahabenin icmâı karşısında mağlûptur. Gerçekten Peygamber (Saltallahü
Aleyhi veSe/temjinsanlar içinde iki kişi kaldığı müddetçe bu hükmün âhir
zamana kadar devam edeceğini bildirmiş; söyledikleri onun zamanından bugüne
kadar zuhur etmiştir. Gerçi Kureyş'ten olmayan mütegallibe beldelere hâkim
olmuş ve kulları kahretmişler-se de yine hilâfetin Kureyş'de olduğunu i'tiraf
etmişlerdir. Binâenaleyh hilâfet ismi onlara bakîdir. Hadîsten murâd da
müstakillen hükmetmek değil, sadece hilâfet ismidir.»
Kaadî Iyâz: «Halîfenin
Kureyş'ten olmasının şart kılınması bütün ulemânın mezhebidir..,» demiştir.
5- (1821)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Husayn'dan, o da
Câbir b. Semûra'dan naklen rivayet etti. Ben Peygamber (Saltaüahü Aleyhi ve
Sellem) 'i buyururken işittim,
demiş. H.
Bize Kifâa b. Heysem
El-Vâsıtî de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni İbni
Abdillâh Et-Tahhân) Husayn'dan, o da Câbir b. Semûra'dan naklen rivayet etti.
Câbir söyle demiş :
Babamla birlikte
Peygamber (SallaHahii Aleyhi ve Sellem) "m yanına girdim. Ve onu:
«Gerçekten bu iş
onların aralarında on iki halîfe geçinceye kadar bitmeyecektir!» buyururken
işittim. Sonra bana gizli kalan bir s'6ı konutu. Hemen babama :
— Ne söyledi? diye sordum.
— «Hepsi
Kureyş'ten» (buyurdu) dedi.
6- (...)
Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize iSüfyân, Abdülmelik b.
Umeyr'den, o da Câbir b. Semûra'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) i :
«İnsanların (hilâfet)
işi, kendilerine on iki zat hükmofr'iği müddetçe yürümekte devam edecektir.»
buyurdu. Soma Peygamber (SaUallahü Aleyhi veSellem) bana gizli kalan bir söz
konuştu. Hemen babiıma :
— Resûlüllah (Sallallahü Alevhi ve Sellem) m;
söyledi? diye sordum.
— «Hepsi
Kureyş'ten» (buyurdu) dHi.
(...) Bize
Kuteybetü'bnü Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne, Simâk b. Câbir
b. Semûra'dan, o da Peygamber (Sailailahü Aleyhi ve Sellem) den naklen bu
hadîsi rivayet etti. Ama :
«İnsanların işi
yürümekte devam edecektir» cümlesini anmadı.
7- (...)
Bize Heddâb b. Hâlid El-Ezdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd b. Seleme,
Simâk b. Harb'dan rivayet etti. Şöyle demiş : Câbir b. Semura'yi şunu söylerken
işittim: Ben Resûlüllah (Sailailahü Aleyhi ve
Seltem)'i:
«İslâm on iki halîfeye
kadar azîz olmakta devam edecektir!» buyururken işittim. Sonra bir kelime
söyledi ki, onu anlamadım. Ve babama :
— Ne söyledi? diye sordum.
— «Hepsi Kureyş'fen» (buyurdu) dedi.
8- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye,
Dâvûd'dan, o da Şa'bî'den, o da Câhir b. Semûra'dan naklen rivayet etti. Câhir
şöyle demiş: Peygamber (Sailailahü Aleyhi ve Selîem) :
«Bu iş (hilâfet) on
iki halîfeye kadar azîz olarak devam edecektir!» buyurdu. Sonra bir şey konuştu
ki, onu anlamadım. Ve babama :
— Ne söyledi? diye sordum.
— «Hepsi
Kureyş'ten» (buyurdu) dedi.
9- (...)
Bize Nasr b. Alî El-Cehdamî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zürey'
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Avn rivayet etti, H.
Bize Ahmed b. Osman
En-Nevelî de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Ezher rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize İbni Avn, Şa'bî'den, o da Câbir b. Semûra'dan naklen rivayet
etti. Şöyle demiş :
Beraberimde babam
olduğu halde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e gittim. Ve onu:
«Bu dîn on ilci
halîfeye kadar azız, muhkem devam edecektir!» buyu* rurken işittim. Arka
çığından bir kelime söyledi ki, halk onu işitmeme mâni' oldu. Bunun üzerine bat
ama:
— Ne söyledi? diye sordum.
— «Hepsi Kureyş'ten» (buyurdu) dedi.
10- (1822)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Ebû Bekir b. Ebî Şcybe rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize Hatim —ki İ' ni İsmail'dir— Muhacir b. Mismâr'dan, o da Âmir b. Sa'd
b. Ebî Vakkaas'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Kölem Nâfi* ile birlikte Câbir b. Semûra'ya
: Resûlüllah (SaUollahü Aleyhi ve
Sellem) den işittiğim bir şeyi bana haber ver! diye yazdım. O da bana şunu
yazdı:
Ben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seüem)"ı cuma günü, Eslemî'nin recmolunduğunun
akşamı:
«Bu dîn kıyamet
kopuncaya yahut sizin üzerinize, hepsi Kureyş'ten olmak üzere on iki halîfe
gelinceye kadar durmakta devam edecektir!» buyururken işittim. Onu:
«Müslümanlardan bir
çetecik Beyaz evi, Kisrâ'nın evini yahut Âl-i Kis-râ'nın evini fethedecekler!» buyururken de işittim.
Onu:
«Şüphesiz ki
kıyametten Önce yalancılar çıkacaktır; onlardan korunu-verin!» buyururken de
işittim. Onu:
«Allah birinize bir
hayır verir (ise) kendinden ve ailesi efradından başlasın!» buyururken de işittim. Onu:
«Havzın başına ilk
varacak benin!» buyururken de işittim.
(...) Bize
Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Efcî Füdeyk rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize İbni EM Zi'b, Muhacir b. Mismâr'-dan, o da Amir b. Sa'd'dan
naklen rivayet etti ki, Âmir Semuratü'l-Adevi'nin [2]
oğluna: Bize Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiğini rivayet
et! diye mektup göndermiş. O da :
— Ben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyururken işittim... demiş. Ve râvi,
Hatim'in hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.
Bu hadîsi Buhâri
«Ahkâm» bahsinde tahrîc etmiştir: Muhtelif tarîklerinden birini Ebû Dâvûd da tahrîc etmiştir.
Mânâsı hususunda kat'î
bir şey söyleyen olmamıştır. El-Mühel1eb diyor ki: «Bu hadîste kat'î bir mânâ
üzerine duran bir kimseye rastlamadım. Bâzıları: Malûm hilâfetten sonra on iki
makbul emîr gelecek diyor. Bir takımları bunların emirliklerinin peşi peşine
geleceğini söylüyor. Kimisi hepsinin bir zamanda gelip emirlik iddia edeceklerini
ve hepsinin Kureyş'ten olacaklarını bildiriyor. En akla yatan şudur ki,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadîsle kendinden sonra zuhur
edecek fitnelerin acâib ve garaibini haber vermiştir. Hattâ bir za-nuuıda
insanlar on iki emîrin hükümetine dağılacaklardır...»
Kaadî Iyâz'ın beyanına
göre burada iki suâl ortaya yıkar. Birincisi şudur:
Bir hadîste : «Benden
sonra hilâfet otuz sene sürecek; sonra kıralhk olacaktır.» buyurulmuştur. Bu
hadîs on iki halîfe hadîsine muhaliftir. Çünkü otuz senede ancak hulefâ-i
râşidîn denilen dört halîfe ile Hz. Hasan'in dört aylık hilâfeti vardır. Bunun
cevabı: Hilafetin otuz sene süreceğini bildiren hadîsten murâd, peygamberlik hilâfetidir.
Nitekim rivayetlerin birinde :
«Benden sonra
peygamberlik hilâfeti otuz senedir; sonra kıratlık olacaktır.» buyurularak bu
cihet tefsir olunmuştur. On iki halîfe hadîsinde ise böyle bir şart yoktur.
İkinci suâl: On ikden
fazla halîfe gelip geçmiş olmasıdır. Kaadi Iyâz :
«Bu i'tiraz bâtıldır;
zîra Peygamber(Sallallehü Aleyhi veÜellem) on ikiden başka halîfe
gelmiyecektir dememiş; on iki halîfe geleceğini söylemiştir. Bu kadar halîfe
de gelmiştir. Onlardan sonra başkalarının da gelmesinin zararı yoktur.
Mamafih on iki
sözünden gelişi güzel her vâlî değil, hilâfete lâyık âdil halîfeler de
kasdedilmiş olabilir. Böylelerinden malûm birkaç zât geçmiştir. Kıyamete kadar
bu sayı mutlaka tamamlanacaktır.» diyor.
Bâzı ulemâya göre on
iki halîfeden murâd, âhir zamanda çıkacak olan Mehdi'den sonra gelecek
halîfelerdir.
Hadîsin son
rivâyetindeki :
«Bir çetecik Kİsrâ'nın
evini fethedecektir.» cümlesi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m
mu'cizelerindendir. Filhakika acem Kisrâsi-mn sarayı Hz. Ömer zamanında
müslümanlar tarafından fethedilmiştir.
11- (1823)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme,
Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. (Şöyle
demiş) :
Babam yaralandığı
zaman yanına vardım. Ashâb kendisini sena ederek:
— Allah seni hayırla mükâfatlandırsın! Dediler.
O da :
— Uman ve korkan! dedi. Cemâat:
— Kendine halîfe bırak! dediler. Bunun üzerine
şunları söyledi:
— Sizin işinizi diri iken de ölü iken de üzerime mi alayım? Hilâfetten nasibimin; lehime, aleyhime
değil, (sadece) yetecek kadar olmasını dilerim! Halîfe
bırakmış olsam, benden daha hayırlısı (yâni Ebû Bekir) kendine halîfe bırakmıştır. Sizi (halifesiz)
bıraksam, benden daha hayırlı
olan ResüiüUah (SaUaüahü Aleyhi ve Sellem) sîzi (halifesiz) bıraktı!
Abdullah şöyle demiş:
Babam, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} 1 anınca anladım ki kendine
halîfe bırakmayacak!
12- (...)
Bize İshâk b. İbrahim ile İbni Ebî Ömer, Muhammed b. Râfi' ve Abd b. Humeyd
rivayet ettiler. Lâfızları birbirlerine yakındır. (İshak ile Abd'ahheranâ
tâbirini kullandılar. Ötekiler: Bize Abdürrazzâk rivayet etti, dediler.) (Demiş ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den naklen
haber verdi. (Demiş ki) : Bana Salim, tbni Ömer'den naklen haber verdi. (Şöyle
demiş) :
— Hafsa'nın yanına girdim de :
— Biliyor musun baban halîfe bırakmıyor, dedi.
— O bunu yapacak değildir, dedim.
— Muhakkak yapar! Dedi. Bunun üzerine onunla bu
hususta konuşmaya yemîn ettim; ve sustum. Hattâ sabahleyin eve gittim; ama
onunla konuşmadım. Sağ elimle bir dağ taşıyor gibi idim. Nihayet dönerek yanma
girdim. Bana insanların hâlini sordu. Ben de kendisine haber verdim. Sonra
ona:
— Ben halkın bir söz söylediklerini işittim de
onu sana söylemeye yemîn ettim! Diyorlar ki, sen kendine halîfe
bırakmayacakimşsın. Gerçekten senin bir deve çobanın veya koyun çobanın olsa
da onları bırakarak sana gelse, çobanın
kaybetiğine kail olurdun.
İnsanlara riâyet ise daha Çetindir. Dedim. Benim sözüm ona muvafık
geldi. Ve bir müddet başını indirdi. Sonra onu bana kaldırarak şunları söyledi:
— Muhakkak Allah (Azze ve Celle) dînini koruyacaktır. Ben kendime halîfe
bırakmamış olsam, Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem)de halîfe bırakmamıştır.
Halîfe bırakmış olsam, Ebû Bekir halîfe bırakmıştır, tbni Ömer demiş ki:
— Vallahi, babam, Resûlüllah (Sallcdlahü A eyhi
ve Sellem) 'Ie Ebû Bekr'i anmaktan başka bir şey yapmadı. Ve anladım ki, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bir kimse ile
değişecek değil ve kendine
halîfe bırakacak değildir.
Bu hadîsi Buhâri «Ahkâm» bahsinde tahrîc etmiştir.
Ömer (RadiyalMıu
anh)'m : «Uman ve korkan!» sözünden murâd bir ihtimale göre insanlar iki
sınıftır; biri umar, diğeri korkar demektir. Yâni bir kısmı benden bir şeyler
koparmayı umar; bir kısmı da benden korkar demek istemiştir. Diğer bir ihtimale
göre: Ben Allah'ın rahmetini umar, azabından korkarım demektir. Bâzıları : «Bu
sözden murâd hilâfettir. Yâni hilâfet meselesinde insanlar iki kısımdır. Bir
kısmı ona rağbet gösterir. Bir kısmı da ondan hoşlanmaz. Ben hoşlananları
sevmem; hoşlanmayanların da aczinden korkarım, demektir.» mütâleasmda bulunmuşlardır.
Kaadî Iyâz'a göre Hz. Ömer'in bu sözleri kendinin iki vasfıdır. Yâni Ömer;
(Radiyallahii anfı) Allah'ın rahmetini ummakta, azabından korkmaktadır. Onun
için de cemaatin övgülerine bakmayarak kendine halîfe bırakmamıştır.
1- Halîfenin
kendi yerine birini halîfe bırakması caiz olduğu gibi, bırakmaması da
caizdir. Bırakmazsa bu
hususta Peygamcer (Sallallahü A
leyhi ve Sellem) e iktida etmiş; bırakırsa Hz. Ebû Bekr'e uymuş olur.
2- Yerine
halîfe bırakmak sureti ile hilâfet caiz olduğu gibi, müs-lümanlarm ileri
gelenlerinin seçmesi ile de olur.
3- Halîfe
kendinden sonra hilâfet vazifesini birkaç kişi arasında şûra olarak da
bırakabilir. Nitekim Hz. Ömer öyle yapmıştır.
4-
Müslümanların halîfe ta'ym etmesi şer'an vaciptir. Bu hususlarda ulemânın
ittifakı vardır.
5- Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'm kimseyi
nassan halife bırakmadığına dahî
icmâ-ı ümmet vardır. Gerçi bu hususâta bazı i'tirâz edenler olmuşsa da bunlar
icmâın karşısında dikiş tutturamamışlardır.
13- (1652)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr b. Hâzim rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hasen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahmân b.
Semûra rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdular:
«Ya Abdurrahman!
Emirliği isterrte! Çünkü isteyerek sana verilirse onunla baş başa bırakılırsın!
İstemeden sana verilirse onun uğrunda yardım görürsün.»
(...) Bİze
Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid h. Abdillâh Yûnus'dan
rivayet etti. H.
Bana Alî b. Hucr Es-Sadî
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin Yûnus'la Mansûr'dan ve Humeyd'den
rivayet etti. H.
Bize Ebû Kâmil
El-Cahderî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd b. Zeyd, Siraâk b. Atiyye
ile Yûnus b. Ubeyd'den ve Hişâm b. Hassandan naklen rivayet eyledi.
Bu râvüerİn hepsi
Hasen'den, o da Abdurrahmân b. Semura'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'den naklen Cerîr'in hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbü'I-Eymân ve'n-Nüzûr» ile «Ahkâm» ve «Keffârât» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Harâo'da; Tirmizî «Eymân»'da; Nesâî «Kaza» ve «Siyer» bahislerinde muhtelif
râvi-' lerden tahrîc etmişlerdir.
İmaret: Emirlik,
hâkimlik demektir. Hadîste geçen «ükilte» kelimesi birçok nüshalarda bu şekilde
rivayet edilmişse de Kaadî Iyâz bunun yanlış olduğunu söylemiştir. Doğrusu
«vükilte»'dir. Vükilte : Terk edilirsin mânâsına gelir. Hadîsten murâd şudur :
Valilik, kaymakamlık gibi bir hükümet işi isteme! Çünkü güç bir iştir. Onu
herkes yapamaz. Eğer nefsim arzu ediyor diye istersen o işde yalnız başına
bırakılır; Allah'ın yardımını görmezsin, ama istemeden sana verilirse kabul
et; bu takdirde Allah sana yardım eder.
Hadîs-i şerif hükümete
ait bir vazife İstemenin mekruh olduğuna delildir. Burada allâme Aynî:
«Mücerred istemek mekruh ise rüşvet vererek iş başına geçmeye çalışanın hali
nice olur?» demiş; ve rüşveti verene de, alana da Allah'ın lanet edeceğini
bildiren hadisi hatırlatmıştır.
14- (1733)
Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe ile Muhammed b. El-Alâ' rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize Ebû Üsâme, Büreyd b. Abdillâh'dan, o da Ebû Bürde'den [3], o da
Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Ben ve amcam
oğullarından iki zât. Peygamber (Sailallahii Aleyhi ve in yanına girdik. O iki
zâtın biri:
— Yâ Resûlâllah! Bizi
Allah (Azze ve Ceıle)'nİn seni hâkim kıldığı yerlerden bazısına hâkim yap!
Dedi. Öteki de Lunun gibi bir şey söyledi. Bunun üzerine Efendimiz:
«Vallahi biz bu işe ne
onu isteyen bîrini tayîn ederiz; ne de ona hırs gösteren birini!» buyurdular.
15- (...) Bize
Ubeydullah b. Saîd ile Muhaınmed b. Hatim rivayet ettiler. Lâfız İbni
Hâtim'indir. (Dediler ki) : Bize Yahya b. Saîd El-Kat-tân rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Kurre b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd b. Hilâl
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Eîıû Bürde rivayet etti. (Dedi ki) : Ebû Mûsâ şunu söyledi:
— Yanımda Eş/arîlerden
iki zât olduğu halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellemYe geldim. Biri
sağımda diğeri solumda idi. Bunların ikisi de vazife istediler. Peygamber
(Sailallahii A leyhi ve Selle/n) misvaklanıyordu. Bunun üzerine :
«Ne diyorsun yâ Ebâ
Mûsâ?» yûhut «Yâ Abdallah b. Kays!» dedi. lîen de :
— Seni hak (dîn) ile gönderen Allah'a yemîn
ederim ki, bunlar kalplerinde olanı bana söylemediler. Ben bunların vazife
İsteyeceklerini bilemedim, dedim. Ama
dudağının altında misvakînin
yükseldiğini (hâlâ) görür
gibiyim. Ya «Ien» edatı ile yahut «lâ» ile (konuşarak) :
«Biz işimize, isteyeni
tâyin etmeyiz! Lâkin sen git yâ Ebâ Mûsâ!» yahut «Yâ Abdallah b. Kays!» dedi.
Ve onu Yemen'e gönderdi. Sonra onun peşinden Muâz b. Cebel'i yolladı. Muâz
onun yanına varınca :
— (Ebû Mûsâ ona) Buyur etti; ve ona bir yastık
serdi. Bir de baktı ki, Ebû Musa'nın yanında bağlı bir adam var!
— Bu kim? diye sordu. Ebû Mûsâ:
— Bu bir yahudi idi; müslüman oldu. Sonra
tekrar kendi dînine, kötülük dînine döndü ve yahudî oldu, dedi. Muâz:
— Bu adam öldürülünceye kadar oturmam! Allah'ın
ve Resulünün hükmü budur, dedi.
Ebû Mûsâ :
— Otur! Evet! Dedi. Muâz :
— O öldürülünceye kadar oturmam! Allah'ın
ve Resulünün hükmü budur! Dedi.
Bu üç defa tekerrür etti. Nihayet onun öldürülmesini emretti; ve
öldürüldü. Sonra (Muâz'la
Ebû Mûsâ) geceleyin
namaz kılmayı müzâkere ettiler,
de biri (yâni Muâz) :
— Bana gelince : Ben hem uyurum hem namaza kalkarım.
Uykum esnasında da namazımda umduğumu umarım! Dedi.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbu istitâbeti'l-Mürteddîn» ile «İcâre» ve «Ahkâm» bahislerinde tahrîc
etmiştir.
Hz. Ebû Mûsâ El-Eş'arî
'nin ismi Abdullah b. Kays'dır. Râvi,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)i
Efendimizin:
«Yâ Ebâ Mûsâ» mı yoksa
«Yâ Abdullah b. Kays» mı dediğinde şekk ettiği gibi «Ien» edatı ile mi yoksa
«lâ» ile mi söz ettiğinde de şekk etmiştir.
Feyg&mber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Ebû Mûsâ ile Muâz b. Cebe1'in ikisini de Yemen'e
ayrı ayrı vilâyetlere vali göndermiştir. Muhtelif rivayetlerden anlaşılıyor ki,
orada birbirlerini zaman zaman ziyaret ederlermiş. Ebû Mûsâ (Aleyhisseiâmj'ın
Hz. Muâz'in altına yastık koyması ona ikram içindir. Araplar fazla ikram etmek
istedikleri müsafirlerini yastık üzerine oturturlardı. Taberâ-n î 'nin
rivayetine göre Hz. Muâz Yahudi 'nin bağlı olduğunu görünce Ebû Mûsâ 'ya : «Be
kardeşim, sen insanlara işkence için mî gönderildin? Biz ancak onlara dinlerini
öğretmek, faydalı şeyleri emretmek için gönderildik!» demiş. Fakat yahudi 'nin
irtidâd ettiğini anlayınca : «Muhammed'i hak (dîn) ile gönderen Allah'a yemin
ederim ki, onu ateşle yakmadıkça yerimden ayrılmam!» demiştir. Bunun üzerine
odun getirilerek ateş yakılmış; ve yahudî ateşe atılmış. Kitabımızın rivayeti
ile bu rivayetin arası şöyle bulunur: Yahudî evvelâ boynu kılıçla kesilerek
öldürülmüş; sonra cesedi ateşte yakılmıştır. Bundan anlaşılır ki, Hz. Ebû Mûsâ
ile Muâz (Radiyallahû. anh)'nw mezheb-lerine göre ibret için ateşle ta'zîb caizdir.
Hz. A1î'nin zındıkları yaktığı rivayet olunmuştur. Dâvûdî diyor ki: «Hz. A1î'nin
zındıkları yakması hatâ değildir. Çünkü Peygamber SSallallahü Aleyhi ve
Sellem) bir cemâate:
«Eğer filân ve filâna
rastlarsanız onları ateşle yakın!» buyurmuştu; sonradan :
«Onlara rastlarsanız
öldürün! Zîra Allah'ın azabı ile ceza vermek doğru değildir.» buyurdular.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rizâ halinde olsun, gadab halinde
olsun ancak hakkı söyler. Teâlâ Hazretleri:
(O nevadan söz
söylemez. ) buyurmuştur.
«Bu üç defa tekerrür
etti.» cümlesi Hz. Muaz'm sözünün tetim-mesidir. Yâni «Bu adam öldürülmedikçe
oturmam!..» sözünü üç defa tekrarlamıştır. Ebû Dâvûd 'un bir rivayetinde Muâz'la
Ebû Mûsâ 'nin ikisi de sözlerini üçer defa tekrarladıkları bildirilmiştir. Bu
takdirde bu söz râvinin olur.
1- Mürtedi
öldürmek vaciptir. Ulemâ bu hususta ittifak halinde iseler de tevbe etmesini
istemek vacip mi yoksa müstehab mı olduğu, tev-benin müddeti ve kabulü, keza bu
hususta kadının da erkek gibi olup olmadığı ihtilaflıdır. Cumhûr-u ulemâya göre
tevbe etmesi istenir. Mâ1ikî1er'den İbnü'l.Kassâr bu hususta sahabenin icmâı olduğunu
nakletmiştir. Tavus, Hasen, Hanefîler 'den Ebû Yûsuf, Mâlikîler 'den Mâcişûn ve
Zahirîler mür-tedden tevbe istenmiyeceğine kail olmuşlardır. Tevbe ederse Allah
indinde faydası olsa bile katli sakıt olmaz; çünkü Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve $ellem) Efendimiz:
«Bîr kimse dînini
değiştirirse onu Öldürün!» buyurmuştur. Atâ'a göre mürted müslüman olarak doğdu
ise kendisinden tevbe istenmez. Kâfir olarak doğdu da müslüman oldu ve tekrar
irtidâd etti ise tevbesi istenir.
Bu tevbe istemenin
vâcib mi müstehab mı olduğu İhtilaflıdır. İmam Âzam 'la, îmam Mâ1ik'e, Ahmed ve
İshâk'a, bir kavlinde Şâfiî'ye göre tevbe müddeti üç gündür. Hz. Alî'den bir
ay olduğu rivayet edilmiştir. Cumhura göre tevbe etmeyen mürted kadın da erkek
gibidir; o da öldürülür. İmam Âzam'la bir cemaat öldürülmeyeceğine kail
olmuşlardır. Hasen ile Katâde'ye göre kadın câriye olur. Bu kavil Hz. A1î'den
de rivayet olunmuştur.
2-
Şehirlerin valileri ölüm ve diğer serî cezaları tatbik ederler. İmam Âzam'la
İmam Mâlik, Şafii ve diğer bütün ulemanın mezhepleri budur. Yalnız Küfe
ulemâsına göre «hudûd-i şer'iyye» denilen şer'i cezaları ancak şehirlerin
fukahası tatbik ederler. Kaymakam ve muhtar gibi köy işleri ile meşgul olan
memurlar bu işi yapamazlar.
Vazifeleri mutlak olup
bir nevi' hükme mahsus olmayan hâkimlerin hudûd-i şer'iyyeyi tatbik edip
edemeyecekleri ihtilaflıdır.
16- (1825)
Bize Abdülmclik b. Şuayb b. Leys_ rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam Şuayb b.
Leys rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Leys b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
Yezîd b. Ebî Habîb, Bekir b. Amr'dan, o da Haris b. Yezîd El-Hadramfden, o da
İbni Huceyrate'l-Ekbcrdeıı, o da Ebû Ztrr'den naklen rivayet etti. Ehû Zerr
şöyle demiş ;
— Yâ Resûlâllah! Beni
vâlî yapmıyor musun? Dedim. Bunun üzerine eli ile omuzuma vurdu. Sonra :
«Yâ Ebâ Zerr! Sen
zayıfsın. Bu vâiîlik bir emânettir. Gerçekten ktyâ-met gününde o kepazelik ve
pişmanlıktır. Yalnız onu hakkı İle alarak o hususta üzerine düşeni yapan müstesna!» buyurdular.
17- (1826)
Bize Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim, ikisi birden El-MukrîJden [4]
rivayet ettiler. Züheyr (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Yc-zîd rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Saîd b. Ebî Eyyûb, Ubeydullah b. Ebî Ca'fer El-Kuraşî'den, o da
Salim b. Ebî Salim [5] El-Ceyşânî'den, o da
babasından, o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti ki, ResûlüIIah (Sallallahü
Aleyhi ve Setlem):
«Yâ Ebâ Zerr!
Gerçekten ben sonİ zayıf görüyorum. Ben senin için kendime sevdiğim şeyi
severim. Sakın İki kisî üzerine hâkim olma! Ve sakın yetîm malına velî olma!» buyurmuşlar.
Bu hadîs-i şerif
devlet vazifesi istemekten kaçınmak hususunda büyük bir kaidedir. Bilhassa
böyle bir vazifeyi görmekten âciz olanlar için pek mühim bir tenbîhtir.
Hadîste zikri geçen
kepazelik ve pişmanlık, vazifeye ehil olmayanlar, yahut ehil olup da âdilâne iş
görmeyenler hakkındadır. Böyleleri kıyamet gününde rezil edilecek ve
yaptıklarına pişman olacklardır. Vazifeye ehil olup da dürüstlükle iş görenlere
ise büyük fazilet vardır. Eu babta birçok sahîh hadîsler ve icmâ-ı ümmet
vardır. Ancak pek mühim ve tehlikeli olduğu için Peygamber (Saltallnhii Aleyhi
ve Sellem) Efendimiz ondan sakınmayı tavsiye buyurmuş; seleften birçok ulema da
tazyiklere ma'rûz kaldıkları halde eziyyete katlanmayı vazife kabulüne tercih
etmişlerdir. İmam Âzam'm kadılığı kabul etmediği için hapsedilerek her gün bir
sopa ilâvesi ile dövüldüğü ve hapishanede dayaktan öldüğü meşhurdur.
18- (1827)
Bİze Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İb-nü Nümeyr rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne, Amr'-dan (yâni İbni Dinar'dan), o da Amr
h. Evs'den, o da Abdullah b. Arar'-dan naklen rivayet etti. İbnü Nümeyr ile Ebû
Bekir: (Onu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e ref ederek) dediler.
Züheyr'in hadîsinde ise şu ibare vardır: (Demiş ki) : Resûlüllah {SdlaliahÜ
ALejh'ı ve Sellem):
«Şüphesiz ki, adaletle
iş görenler, Allah katında nurdan minberler üzerinde Rahman (Azze ve Celle)
'nin yemininde olacaklardır. Onun her İki yedi sağdır. Bunlar, hükümlerinde ve
aileleri ile mütevellisi oldukları kimseler hakkında adalet gösterenlerdir.»
buyurdular.
Muksit: Adaletle iş
gören demektir. Kaasit ise : Zulmedendir. Yâni bu kelime «if'âl» babından
kullanılırsa adalet, «sülâsî mücerred» olarak kullanılırsa zulüm mânâsına gelir.
Âdil hâkimlerin
kıyamet gününde nurdan minberler üzerinde bulunmaları Kaadî Iyâz'a göre
hakikat da olabilir; yüksek mevkilerden kinaye de Nevevî ise bu sözün hakikat
mânâsında kullanılmış olmasını daha zahir görmekte ve : «Onlar hakîkaten
minberler üzerinde olacaklardır. Onların menzilleri de yüksektir.» demektedir.
Âdil hâkimlerin bir de
Allah Teâlâ'nın yemininde olacakları bildiriliyor.
Yemîn : Sağ
taraf, sağ el gibi mânâlara geldiği gibi, yine bu hadîste zikredilen «yed» de
el demektir. Binâenaleyh tercemede:
«Allah'ın sağ
tarafında olacaklardır.» «Onun her iki eli sağdır.» demek icâb ederdi. Fakat
hadîs-i şerîf sıfat hadîslerinden olduğu için buradaki «yemin» ve «yed*
kelimeleri müteşâbih (yâni bu dünyâda mânâsını anlamaya imkân ve ümîd bulunmayan)
kelimelerdendir. Müteşâbih-ler hakkında ulemânın ihtilâf ettiklerini evvelce
görmüştük. Burada da bir nebze işaret edelim:
Ulemâdan bâzıları:
«Biz bu gibi kelimelere inanır; te'vîli hakkıhda söz etmeyiz; mânâlarını
bilmeyiz. Yalnız zahirî mânâlarının murâd olmadığına i'tikad ederiz. Onların
Allah'a lâyık mânâları vardır. Ama o mânâları yalnız Allah bilir.»
demişlerdir. Selef ulemânın ve bâzı kelâm âlimlerinin mezhepleri budur.
Bir takım ulemâ ise
müteşâbihlerin yerine göre te'vfl edileceğine kaildirler. Ekseri kelâm
ulemâsının sözleri budur. Bu takdirde Kaadî Iyâz «yemîn»'den iyi hâl ve yüksek
mertebe kasdedilmiş olacağını söylemiştir. îbni Arafe 'nin beyanına göre
Araplar iyi ve makbul işi sağa, zıddını da sola nisbet ederlermiş. Yemin yümn
yâni uğur ve bereketten alınmıştır.
Onun her iki yedi
sağdır.» cümlesi, buradaki «yemîn» kelimesinden uzuv mânâsı kasdedilmediğne
tenbîhtir. Zira el, sağ gibi şeyler Allah Teâlâ hakkında imkânsızdır.
«Bunlar hükümlerinde
ve aileleri ile mütevellisi oldukları kimseler hakkında adalet gösterenlerdir.»
cümlesinin mânâsı : Bu fazilet, üzerine aldığı hilâfet, valilik, hâkimlik yahut
yetîm malında, vakıf ve emsalinde müvellîlik gibi hukukta adalete riâyet
edenlere mahsustur, .demektir.
19- (1828) Bana Hârûn b.
Saîd El-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize İbni Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Harmele, Abdurrahmân b. Şümâse'den rivayet etti. (Şöyle
demiş) :
Âişe'ye bir şey
sormaya geldim.
— Sen kimlerdensin? Diye sordu. Ben de:
— Mısırlılardan bir adamım! Dedim. Müteakiben
Âişe:
— Bu gazanızda sizinkinin size karşı muamelesi
nasıldı? Diye sormuş. O da:
— Kendisinden bir fenalık görmedik. Bizden
birimizin devesi ölse hemen ona deve verir; kölesi ölse köle verir; yiyeceğe
mufatâc olsa yiyecek verirdi. Demiş. Bunun üzerine Âişe şunu söylemiş:
— Beri bak! Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den işittiğim bir şeyi sana
haber vermekten, onun kardeşim Muhammed b. Ebî Bekr'e yaptıkları beni
men'edemez! Şu evimde:
«Allahım! Bir kimse
ümmetimin umurundan bir vazîfe alır da onlara zorluk gösterirse sen de ona
zorluk göster! Bir kimse ümmetimin umurundan bir vazife alır da onlara hoş
muamele ederse, sen de ona hoş muamele eyle!»
buyurdular. "
(...) Bana
Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Mehdî rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Cerîr b. Hâzim, Harmeletü'l-Mısrî'den, o da Abdurrahmân b.
Şümâse'den, o da Âişe'den, o da Peygamber (Saitaltahü Aleyhi ve Settem)'den
naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.
Hz. Âişe 'nin ismini
vermeden muamelesini sorduğu kumandan Amr b. Âs (Radiyallahu anh) dır. Kardeşi
Muhammed b. Ebî Bekr'i onun öldürdüğüne işaret ederek : «Kardeşim Muhammed b.
Ebî Bekr'e yaptıkları...» demiştir.
Vak'a şudur : Hz. A1î
(Radiyallahu anh) Muhammed b. Ebî Bekr'i Mısır'a vâlî ta'yîn etmişti. Muâviye
(Radiyallahu anh) tarafından üzerine Amr b. Âs gönderildi. 38. Hicrî tarihinde
aralarında vuku' bulan muharebede Muhammed b. Ebî Bekir yenildi. Ve hasmının
eline esîr düşerek gaddârâne şehîd edildi. Bu katlin nasıl yapıldığı
ihtilaflıdır. Bâzıları harbde vurulduğunu söylemiş; bir takımları esîr edilerek
öldürüldüğünü bildirmişlerdir. Harpten sonra na'şımn bir eşek İaşesi içinde bir
harabede bulunarak yakıldığını iddia edenler de vardır. Hz. Âişe 'nin bu
vak'aya pek üzüldüğü: «O benim kardeşim ve âhiret oğlum idi.» diyerek bir daha
ölünceye kadar pişmiş et yemediği, rivayet olunur.
Hadîs-i şerif, fazilet
sahibi bir kimsenin faziletinin anılması gerektiğine, buna düşmanlık,
güceniklik gibi şeylerin mâni' olmamasına ve keza insanlara hoş muamele edilmesi
lâzım geldiğine delildir. Bu mânâda hadîsler çoktur.
20- (1829)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H,
Bize Muhammed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Nâ-fi'den, o da İbni Ömer'den, o da
Peygamber (Saliailahü Aleyhi ve Sellem)*den naklen rivayet etti ki, şöyle
buyurmuşlar:
«Hepiniz çobansınız;
ve hepiniz sürüsünden mes'üldür. İnsanlara hükmeden emîr bir çobandır; o
sürüsünden mes'üldür. Kişi ailesi fertlerine çobandır. O da onlardan
mes'üldür. Kadın kocasının evine ve çocuklarına çobandır; o da onlardan
mes'üldür. Köle, sahibinin malına çobandır; o da ondan mes'üldür. Dikkat!..
İmdi hepiniz çobansınız; ve hepiniz sürüsünden mes'üldür.»
(...) Btze
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bişr
rivayet etti. H.
Bize İbni Numeyr dani
rivayet etti, (Dedi ki) ; Bize babam rivayet etti. H.
Bize İbnü'l-Müsennâ da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni İbni'i-Hâris) rivayet etti. H.
Bize Ubeyduilah b.
Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya (yâni El-Kat tan) rivayet etti.
Bunların hepsi Ubeyduilah b. Ömer'den rivayet etmişlerdir. H.
Bize Ebu r-Kabî' ile
Ebû Kâmil dahi rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hammâd b. Zeyd rivayet
etti. H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail rivayet etti, bunların hepsi Eyyûb'dan
rivayet etmişlerdir. H.
bana Muhammed b. Râfi'
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebi Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Dahhâk (yâni İbni Osman) haber verdi. H.
Bize Harun b. Saîd El-Eylî
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
Üsâme rivayet eyledi.
Bu râvilerin hepsi
Nafi1 den, o da İbnü Ömer'den naklen, Leys'in Nâfi'den rivayeti gibi rivayette
bulunmuşlardır.
(...) Ebû
İshâk dedi ki: Bize de Hasen b. Bişr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b.
Nümeyr, Ubeydullah'dan, o da Nâfi'den, o da İbnü Ömer'den bu hadîsi, Leys'in
Nâfi'den rivayeti gibi rivayet etti.
(...) Bize
Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybe b. Saîd ve İbnü Hucr, hep birden İsmail
b. Ca'fer'den, o da Abdullah b. Dinar'dan, o da İbni Ömer'den naklen rivayet
ettiler. (Şöyle demiş): Resûlüllab (SallaÜahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular
ki... H.
Bana Harmeletü'bnü
Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbnÜ Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana
Yûnus, İbni Şihâb'dan, o da Salim b. Abdillâh'dan, o da babasından naklen haber
verdi. Babası şöyle demiş:
Ben ResûlüIIah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle buyururken işittim...
Râvi hadisi, Nâfi'in
tbni Ömer'den rivayet ettiği hadîs mânâsında rivayet etmiştir.
Zühli'nin hadîsinde :
Zannederim :
«Kişi babasının
malında çobandır; ve sürüsünden mes'üldür.» buyurdu; dedi, ibaresini ziyade
etmiştir.
(...) Bana
Ahmed b. Abdirrahman b. Vehb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana amcam Abdullah
b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana bir adam (adım söyledi) ve Amr b. Haris,
Bükeyr'den, o da Büsr b. Saîd'-. den
naklen haber verdiler; ona da Abdullah b. Ömer, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den
bu mânâ ile rivayet etmiş.
Bu hadîsi Buhâri «İstikraz»,
«Cumua» ve «Itk» bahislerinde tahrîc etmiştir. «Râî» çoban demektir. Burada
ondan murâd: Koruyucu, emniyetli ve elinin altında olanların iyi halde olmasına
dikkat eden kimsedir.
Hadîsi-i şerif bir
kimsenin idaresi altında bulunanlara karşı adaletli olması gerektiğine
delildir. Adaletle muamele ederse pek mükâfata nail olur. Aksi takdirde idaresi
altında bulunanların her biri ondan hakkım isteyecektir.
21- (142)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Eşheb, HasenMen
rivayet etti. (Demiş ki) : Ubeydullah b. Ziyâd, Ma'kıl b. Yesâr El-Müzenî'yi
ölüm döşeğinde iken dolaştı da Ma'kıl şunu söyledi:
Ben sana Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden işittiğim bir hadîsi söyleyeceğim. Benim için
(daha) hayât olduğunu bilsem (onu) sana söylemezdim. Ben Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)yi:
«Allah'ın bîr sürüye
çoban yaptığı hiç bîr kul yoktur ki, öldüğü gün sürüsüne hıyanet etmiş olarak
ölsün de Allah ona cenneti haram kılmasın!» buyururken işittim.
(...) Bize
bu hadîsi Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zürey',
Yûnus'dan, o da Hasan'dan [6]
naklen haber verdi. Şöyle demiş: Ma'kıl b. Yesâr hasta iken tbni Ziyâd onun
yanına girdi...
Râvi, Ebû'l-Eşbeb'in
hadîsi gibi rivayette bulunmuş; şunu da ziyâde eylemiştir: «Bunu bana bu günden
evvel söylemeli değil mi idin? Dedi.
— Sana söylemedim
(işte) yahut) : Sana söyleyecek değildim! cevâbını verdi.»
22- (...)
Bize Ebû Gassân El-Mismai ile İshâk b. tbrâhîm ve Muhammed b. El-Müsennâ da
rivayet ettiler. (İshâk: Bize haber verdi, tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize
Muâz b. Hişâm rivayet etti; dediler.) (Demiş ki) : Bana babam, Katâde'den, o
da Ebû'l-Melîh'den naklen rivayet etti ki, hastalığında Ma'kıl b. Yesâr'ın yanına Ubeydullah b. Ziyâd [7]
girmiş. Ma'kıl ona:
— Ben sana bîr hadis
söyliyeceğim! ölüm hâlinde olmasam onu sana söylemezdim. Ben Resûlüllah
(Sailallahü Aleyhi vcSellem)'i:
«Eğer bir âmir
müslümanların işini üzerine alır; sonra onlar için çalışıp samimiyet
göstermezse onlarla birlikte cennete giremez!» buyururken işittim, demiş.
(...) Bize
Ukbe b. Mükrem El-Ammî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yâkûb b. İshâk rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Sevâde b. Ebî'l-Esved haber verdi. (Dedi ki) : Bana
babam rivayet etti, ki Ma'kıl b. Yesar hastalanmış da, Ubeydullah b. Ziyâd onu
dolaşmaya gelmiş...
Râvi, Hasen'in
Ma'kıl'den rivayet ettiği hadîs gibi rivayette bulundu.
Bu hadîsi Buhâri «Ahkâm» bahsinde tahrîc etmiştir.
Hadîsin şerh ve îzâhi
«îman» bahsinde geçmişti. Hulâsası şudur: Hıyaneti helâl i'tikad eden kâfir
olur; ve ebediyyen cennete giremez. Fakat helâl itikad etmezse dînden çıkmaz;
ancak cennete ilk giren bahtiyarlarla beraber olamaz. Bu gecikme ona bir
cezadır. Cezası ya cehennemde yanmakla, ya hesab anında yahut başka yerde
verilir.
Hz. Ma'kı1'in : «Benim
için (daha) hayât olduğunu bilsem (onu) sana söylemezdim» sözü o ana kadar bu
hadîsi söylemekten çekindiğini gösteriyor. Buna sebep kendisine bir fenalık
yapılacağından korkması olabilir. Öleceğini anlayınca bildiği bir şeyi
müslümanlardan gizlemiş olmamak için söylemiştir. Çünkü ilmin başkalarına
teblîği emrolunmuştur.
23- (1830)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr b. Hâzim rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hasan rivayet etti ki: Âiz b. Amr Resûlüllah(Sallallahü
Aleyhi ve Seltem)'in ashâbındandı— Ubeydullah b. Ziyâd'ın yanına girerek şunları
söylemi;:
— Ey oğulcuğum! Ben Resû\ü\\âh (Sallaltahü
Aleyhi ve Sellem)'i: «Şüphesiz çobanların en kötüsü insafsız deve
bakıcılarıdır. Sakın onlardan olma!»buyururken işittim. Bunun üzerine
(Ubeydulıah) ona:
— Otur! Sen ancak Muhammed (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) ashabının kepeğindensin! Demiş. O da:
— Onların kepeği var mı idi ki? Kepek ancak
onlardan sonra hem de onlardan başkalarında oldu! cevabını vermiş.
Görülüyor ki vâlî
Ubeydullah Hz. Aiz'in nasihatinden alınarak kendisini küçümsemiş, fakat Âiz
(Radtyaltahp anh) 'dan akar sulan durduracak kadar fasîh ve yerinde bir cevâp
almıştır. Filhakika sahâbe-i kiramın hepsi bu ümmetin büyükleri, seçkinleri ve
kendilerinden sonra gelenlerin efdalleridir. Onların hepsi âdil olup içlerinde
kepeğe ayrılacak tek kimse yoktur. Hadîsi karıştırarak rivayet eden râviler
onlardan sonra zuhur etmiştir. Binâenaleyh kepeğe çıkarılacak râvileri ashâb
zamanında değil, onlardan sonraki devirlerde aramak îcâb eder.
Hadîs-i şerifteki
kepek sözü, un kepeğinden istiare edilmiş olup mertebesi düşük, aşağı dereceli
kimse mânâsında kullanılmıştır.
24- (1831)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Is-mâîl b. İbrahim, Ebû Ha
yy ân'dan, o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hürey-re'den naklen rivayet etti.
(Şöyle demiş) :
Bir gün Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda ayağa kalkarak hıyaneti andı. Onu
büyüttü; onun hâlini de büyüttü. Sonra şöyle buyurdu:
«Sakın sizden birinizi
kıyamet günü, boynunda böğürmesi olan bir deve olduğu halde gelerek : Yâ
Resûlâllaht Beni kurtar! Derken, kendimi de: Senin için bir şeye mâlik değilim;
ben sana tebliğ ettim; diye cevap verirken bulmayayım! Sakın sizden birinizi
kıyamet günü boynunda kişneyişi olan bîr at olduğu halde gelerek : Yâ
Resûlâllah! Beni kurtar' Derken, kendimi de : Senin için hiç bîr şeye mâlik
değilim; ben sana tebliğ ettim; diye cevap verirken bulmayayım] Sakın sizden
birinizi kıyamet günü boynunda meleyişi olan bir koyun olduğu halde gelerek :
Yâ Resûlâllah! Beni kurtar! Derken, kendimi de : Senin için hiç bir şeye mâlik
değilim; ben sana tebliğ ettim; diye cevap verirken bulmayayım! Sakın sizden
birinizi kıyamet günü boynunda çığlığı olan bir kimse olduğu hâlde gelerek :
Yâ Resûlâllah 1 Beni kurtar! Derken, kendimi de : Senin için hiç bir şeye mâlik
değilim; ben sana tebliğ ettim! diye cevap verirken bulmayayım! Sakın sizden
birinizi kıyamet günü, boynunda dalgalanan giysiler olduğu halde gelerek : Yâ
Resûlâllah! Beni kurtar! Derken, kendimi de : Senin için hiç bir şeye mâlik
değilim; ben sana tebliğ ettim! Diye cevap verirken bulmayayım! ÇcVmi sHden
birinizi kıyamet günü, boynunda alt:nt gümüş olduğu halde gelerek : Yâ
Resûlâllah! Benİ kurtar! Derken, kendimi de: Senin için hiç bir şeye mâlik
değilim; ben sana tebliğ ettim. Diye cevap verirken bulmayayım!»
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrahîm b.
Süleyman, Ebû Hayyân'dan rivayet etti. H.
Bana Züheyr b. Harb
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Cerîr, Ebû T^-yyan' ile Umara b. Ka'kaa'dan, bunların hepsi Ebû Zür'a'dan, o da
Ebû .yre'den naklen İsmail'in Ebû Hayyân'dan rivayet ettiği hadîs gibi »yette
bulundu.
25- (...)
Bana Ahmed b. Saîd b. Sahr Ed-Dârimî de rivayet ettiJ, (Dedi ki) : Bize
Süleyman b. Harb rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Ham-mâd (yâni İbni Zeyd)
Eyyûb'dan, o da Yahya b. Saîd'den, o da Ebû Zür'a b, Amr b. Cerîr'den, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Resûlüllah (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem) hıyaneti anarak onu
büyüttü.
Ve râvi hadîsi kıssa
eylemiştir. Hammâd: «Bilâhare Yahya'yı bu hadîsi rivayet ederken işittim. Bize
Eyyub'un kendisinden rivayet ettiği gibi rivayette bulundu.
(...) Bana
Ahmed b. Hasan b. Hırâş da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Ma'mer rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvâris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Yahya
b. Saîd b. Hayyân'dan, o da Ebû ZürVdan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber
{Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen yukarıkilerin hadîsi gibi rivayette
bulundu.
Bu hadîsi Buhâri
«Zekât» ve «Cihâd» bahislerinde tahrîc etmiştir.
Hadîs-i şerif gdfeûl
yâni hıyanetin şiddetle haram olduğuna delildir. Gulûlün aslı hıyanet demekse
de sonradan ganimete hıyanet mânâsında kullanılmıştır. Resûlüllah (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem) bu hadîste: «Sakın ganimet malını hıyanetle yeyip de
kıyamette benden yardım istemeyin! Zira size bu hususta hiç bir yardım yapamam!
Demek istemiştir. Anlaşılıyor ki, ganimet malından aşırılan her şey kıyamet
gününde aşıranın boynunda asılı olarak gelecektir. Bundan murâd: «Kimseyi bütün
mahşer halkı huzurunda rezîlü rüsvay etmektir. Hadîs-i şerif:
«Her kim ganimeti
aşırırsa, kıyamet gününde aşırdığı şeyle gelecektir.» [8]
âyet-i kerîmesinin tefsir ve izahıdır.
Kaadi Iyâz'ın beyanına
göre bu şiddet ve gadabı Peygamber (SailaUahü A leyhi ve Sellem) Efendimiz
evvel emirde gösterecektir; çünkü emirlerine muhalefet edilmiştir. Sonra bütün
günahkârlara şefaat edecektir.
1- Ulemâ
ganimete hıyanetin şiddetle haram ve büyük günahlardan olduğuna ittifak
etmişlerdir.
2- Hıyanet
eden kimsenin aşırdığı malı ordu
dağılmadan kumandana iade etmesi
gerekir. Ulemâ bu hususta da ittifak halindedirler. Yalnız ordu dağılır da hak
sahibi olan gazilere haklarını ulaştıramazsa ne yapacağında ihtilâf
etmişlerdir. Bâzılarına göre aşırdığı şeyin beşte birini devlet reisine teslim
eder, geri kalanını sadaka verir.
Hasan-ı Basrî ile İmam Mâlik, Evzâî, Leys , Zühri, Sevrî ve İmam
Ahmed'in mezhepleri bu olduğu gibi aynı kavil İbni Mes'ûd,
İbni Abbâs ve Muâviye (Radiyallahü anhûm) hazerâtından da
rivayet olunmuştur.
İmam Şafiî ile bir
cemaat malın devlet reisine yahut hâkime teslimi gerektiğini söylemişlerdir.
Onlara göre aşırılan ganimetin şâir kayıp mallardan bir farkı yoktur. Bir
insan başkasının malını sadaka olarak veremez. Yalnız İbni Mes'ûd (Radiyallahu
anh) 'dan bir rivayete göre sahibini bilmediği bir malı tesadduk edebilir.
3- Ganimeti
aşıran kimseye ne ceza verileceği de ihtilaflıdır. Cumhura göre hükümdar
suçlunun hâline bakarak münasib gördüğü ta'zîr cezasını verir, fakat onun
eşyasını yakmaz. İmam Âzam 'la,
Şafiî, Mâlik ve sahabe ile tabiînden birçok zevatın
mezhepleri budur.
Hasan-ı Basrî, İmam
Ahmed, îshâk, Mekhû1 ve Evzâî'ye göre bütün eşyası yakılır. Evzâî bundan silâhı
ile üzerindeki elbiseyi istisna etmiş; Hasan-ı Basrî dahî hayvanı ile
mushafının yakılmayacağına kail olmuştur.
26- (1832)
Bize Ebü Bekir b. EM Şeybe ile Amru'n-Nâkıd ve İbnü Ebî Ömer rivayet ettiler.
Lâfız Ebû Bekir'indir. (Dediler ki) : Bize Süf-yân b. Uyeyne, Zührî'den, o da
Urve'den, o da Ebû Humeyd Es-Saıdî'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Resûlüllah (SallaUahU
Aleyhi ve Seltem) Esd (kabilesin)'den İbnü'1-Lütbiyye [9]
denilen bir adamı me'mur yaptı. (Amır'la İbnü Ehî Ömer: Sadaka üzerine me'mur
dediler.) (Bu zât vazifeden) geldiği zaman:
— Bu sizin; bu da
benim; bana hediyye edildi, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (SallaÜahü Aleyhi ve
Sellem) minber üzerinde ayağa kalkarak Allah'a hamdü sena etti. Ve şunları
söyledi :
«Benim gönderdiğim bir
me'mûra ne oluyor ki: Bu sizin; bu da bana hediyye edildi; diyor! Babasının
yahut anasının evinde otursa da kendisine hediyye edilecek mi, edilmiyecek mi
baksa idi ya! Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki,
sizden biriniz o sadakadan bir şey ele geçirirse kıyamet gününde onu boynunda
taşıyarak getirecektir. Böğürmesi olan bir deve, yahut öğürmesi olan bîr inek
veya mele-yen bir koyun!..
Sonra ellerini
kaldırdı. Hattâ koltuklarının beyazmı gördük. Sonra iki defa:
«Allahım! Tebliğ ettim
mi?» buyurdu.
(...) Bize
İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. (.Dedı-ler ki) : Bize
Abdürrazzâk baber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zühri'-den, o da TJrve'den, o
da Ebû Humeyd Es-Sâıdî'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Peygamber (Sallattahü
Aleyhi ve Sellem) Ezd (kabilesin)'den bir adam olan İbnü'l-Lütbiyye'yi sadaka
üzerine me'mur tâyin etti. Sonra İbnü'l-Ltitbiyye (zekât) malı (nı) getirerek
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemye verdi. Ve:
— Bu sizin malınız; şu
da bana verilen bir hediyyedir, dedi. Peygamber tSallallahü Aleyhi ve Sellem)
de ona:
«Babanın ve ananın
evinde otursan da sana hediyye edilecek mi, edil-miyecek mi baksa idin yâ!»
buyurdular. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbe okumak için
ayağa kalktı...
Bundan sonra râvİ,
Stifyan'ın hadisi gibi rivayette1 bulunmuştur.
27- (...)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm, babasından, o da Ebû Humeyd Es-Sâîdî'den
naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Resûlüllah (SaUaSlahü
A leyhi ve Sellem) Ezd (kabilesin)'den İfenü'I-Ütbiyye denilen bir adamı Benî
Süleym'in sadakalarına rae'mur tâyin etti. Geldiği zaman onu hesaba çekti.
Adam:
— Şu sizin malınız; bu
da hediyyedir, dedi.
Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): «Babanın ve ananın evinde otursaydın
ya doğrucu isen hediyyen sana gelsin!» buyurdu. Sonra bize hutbe okudu. Ve
Allah'a hamdü sena etti. Sonra şunları söyledi:
«Bundan sonra (malûm
ola ki)! Ben sizden bir adamı Allah'ın benim idareme verdiği yerlerden bir
vazifeye ta'yîn ediyorum da, gelerek : Şu sizin malınız; bu da bana verilen bir
hediyyedir; diyor. Babasının ve anasının evinde otursaydı ya doğrucu İse
hediyyesi kendisine gelsin! Vallahi eğer sizden biriniz hakkı olmaksızın ondan
bir şey alırsa kıyamet gününde Allah Teâlâ'ya, onu taşır hâlde kavuşur. Sizden
birinizin böğüren bir deve yahut böğürmesi olan bir inek veya meleyen bîr koyun
taşıyarak Allah'a kavuştuğunu ben mutlaka bileceğim!»
Sonra ellerini
kaldırdı. Hattâ koltuklarının beyazı göründü. Ve : «Allahım! Tebliğ etlim mî?» dedi.
(Bunu) gözüm gördü; kulağım işitti.
28- (...)
Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde ile İbnü Nümeyr ve Ebû
Muâviye rivayet ettiler. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrahîm b. Süleyman rivayet etti.
H.
Bize İbnü Ebî Ömer de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti. Bunların hepsi Hişâm'dan bu
isnâdla rivayette bulunmuşlardır.
Abde ile İbnü
Nümeyr'in hadîslerinde Ebû Üsâme'nin dediği gibi: «Geldiği zaman onu hesaba
çekti.» cümlesi vardır.
tbnü Nümeyr hadîsinde
ise: «Vallahi iyi bilin! Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemîn ederim ki,
sizden biriniz o sadakadan bir şey alırsa...» ibaresi vardır. Süİyan'in
hadîsinde : «Dedi ki: Gözüm gördü, kulağım işitti. Zeyd b. Sâbit'e de sorun!
Çünkü benimle beraber orada idi.» ibaresini ziyade etmiştir.
29- (...)
Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr,
Şeybânî'den, o da Abdullah b. Zekvân'dan —ki bu zât Ebû'z-Zinâd'dır— o da Urve
b. Zübeyr'den naklen haber verdi ki. Resûlüllah (Salkllahü Aleyhi ve Seİİem)
sudaka üzerine bir adamı me'mûr tâyîn etmiş. O da birçok şeyler getirmiş. Ve:
Şu sizin! Bu da bana hediyye edildi... demeye başlamış... Râvi yukarıki hadîs
gibi rivayet etmiştir. Urve demiş ki:
«Ebû Humeydes-Sâıdî'ye
: Bunu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den mi işittin? diye sordum.
— Ağzından kulağıma!
Dedi.»
Bu hadîs Buhar i
«Zekât», «Hibe», «Ahkâm», «Nüzûr» ve «Ter-kü'1-Hıyel» bahislerinde; Ebû Dâvûd
«Kitâbü'l-Cirâh»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîste geçen
sadakadan murâd zekâttır. Yâni zekât toplamak için. tâyîn olunan me'mura
verilen hediyye ona haramdır. Bu bir nevi' gulül-dür. Me'mur onu kabul etmekle
vazifesinde hıyanet ve sû-i isti'mal yapmış olur. Onun için de cezası ganimet
aşıran kimsenin cezası gibi olacak, me'mur hediyye olarak aldığı şeyi yüklenerek
mahşer yerine getirmek sureti ile kepaze edilecektir.
Hadîs-İ şerifte
verilen bu hediyyenin haram kılınmasının sebebi me1-mûriyet olduğu
bildiriliyor. Yâni me'mûra verildiği için ona haramdır. Memurdan başkasına
verilen hediyye ise haram değil, bilâkis müstehaptır.
Hadîsin üçüncü
rivâyetindeki : «Meleyen bir koyunu taşıyarak Allah'a kavuştuğunu ben mutlaka
bileceğim!» cümlesi bâzı nüshalarda: «Sakın... meleyen bir koyun taşıyarak
Allah'a kavuştuğunu görmeyeyim!»
şeklinde rivayet
olunmuştur. Nitekim bundan önceki bâbtaki rivayetler de buna benzer şekilde
idi. Kaadî Iyâz: «Bu rivayet daha meşhurdur; ama evvelkisi «Sahîh-i Müslim»in
ekseri râvilerinin rivayetidir.» demiştir.
Hâvinin:
«Bunu gözüm gördü; kulağım işitti.» demekten maksadı: Ben bunu yüzde yüz
biliyorum; bildiğimde kat'iyyen şüphem yoktur, demektir.
Sevâd:
Karaltı mânâsına gelir. Burada ondan maksat: Bariz şahıslar, birçok eşya ve
hayvanlardır.
1-
Me'murlann hükümet nâmına yaptıkları muamelelerde gelir ve giderleri bilinmek
için hesab vermeleri îcâb eder.
2- Allah'ın
iki veya daha fazla ismini anarak yemini te'kîd etmek caizdir.
3- Hâvinin
veya herhangi bir sözü nakleden kimsenin —daha te'sîrli olur ümîdi ile— o sözü
dinlerken beraber bulunduğu bir şahsı şâhid getirmesi caizdir.
30- (1833)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekf b. Cerrah
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. Ebî Hâlid, Kay s b. Ebî Hâzim'den, o
da Adiy b. Amirate'l-Kindî'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Kesûlüllah
(Salİallahü Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle buyu-, rurken işittim:
«Sîzden herhangi bir
kimseyi biz me'mur ta'yîr» eder de bir iğneyi veya fazlasını bizden gizlerse bu
hıyanet olur; kıyamet gününde onu getirir!»
Bunun üzerine Ensârdun
siyah bir zât kalkarak onun yanına gitti. Onu hâlâ görür gibiyim. Ve :
— Yâ Resûlâllah! Vazifeni benden kabul eyle!
Dedi. Efendimiz: «Sana ne oldu?» diye sordu.
— Seni şöyle şöyle derken işittim! Dedi.
Resûlüllnh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;
«Halbuki ben onu şimdi
söylüyorum : Sizden kimi bir zekât işine memur tayın edersek onun azını çoğunu
getirsin! Ondan kendisine ne verilirse alır; ne yasak edilirse vaz geçer!»
buyurdular.
(...) Bu
hadîsi bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
babamla Muhammed b. Bişr rivayet ettiler. H.
Bana Muhammed b. Râfi'
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. Bu râvilerin hepsi:
Bize İsmail bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etti; demişlerdir.
(...) Bu
hadîsi bize İshâk b. İbrahim El-Hanialî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Fadl
b. Mûsâ haber verdi. (Dedi ki) : Bize İsmâî! b. Ebî Hâlid rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Kays b. Ebî Hâzini haber verdi. (Dedi ki) : Ben Adiy b.
Amîrate'l-Kindî'yi şunu söylerken işittim : Ben Resûlüllah 'i şöyle buyururken
işittim...
Râvi, yukarıkilerin
hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.
Bu hadîs dahî hüküm
itibârı ile yukarıki rivayetler gibidir. Râvile-rinden Adiy b. Amîra hakkında
Kaadî I y âz: «Hadîs ricalinden kendisine Umeyra denilen bir kimse bilmiyoruz;
bilâkis hepsi Amîra 'dır.» demiştir. Buna mukabil Nesâî'nin rivayetinde hem
Umeyra hem de Amîra
vardır.
31- (1834)
Bana Züheyr b. Harb ile Hârûn b. Abdillâh rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Haccâc b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : İbnü Cüreyc şunu söyledi:
(Ey îmân edenler!
Allah'a itaat edin! Resulüne ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin!) [10]
âyeti Abdullah b. Huzâîe b. Kays b. Adiy Es-Sehmî hakkında inmiş. Peygamber
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) onu bir seriyyede göndermiş. Bana bunu Ya'lâ b.
Müslim, Saîd b. Cübeyr'den, o da İbnî Abbâs'dan naklen haber verdi.
Bu hadîsi Buhâri
«Tefsir» bahsinde; Ebû Dâvûd ile Tirmizî «Cihâd»'da; Nesâî «Bey'at», «Siyer» ve
«Tefsîr»'de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Âyet-i kerîme'de zikredilen
ülül-emir onbir şekilde tefsir ve îzâh olunmuştur:
1- Bundan
murâd âmirlerdir. İbni Abbâs, Ebû Hüreyre, îbni
Zeyd ve Süddî 'nin kavilleri budur.
2- İkrime'ye
göre ülülemir Hz. Ebû Bekir'le Ömer (Radiyallahu anh) 'dır.
3- Bundan
murâd bütün ashâbdir. Mücâhid'in kavli
budur.
4- Hulefâ-i
râşidîn denilen dört halîfedir. Sa'1ebî'nin rivayetine göre Ebû Bekir El-Verrâk buna kail olmuştur.
5- Atâ'
«Bütün Ensâr ve Muhacirlerdir.» demiştir.
6- Sahabe ve
tâbiîndir.
7- îbni
Keysân'a göre halkı idare eden akıllı kimselerdir.
8- Ulemâ ve
fukahâdır, Câbir b. Abdillâh
'Radiyallahu anh) ile Hasan-ı Basrî ve Ebû'l-Âliye 'nin kavilleri budur.
9- Ülülemirden
murâd seriyye kumandanlarıdır. Meymûn b. Mihrân, Mukaatil
ve Kelbî 'nin kavilleri budur.
10- Mücâhid'in
bir kavline göre ehl-i ilim ve ehl-i Kur'ân'dır. İmam Mâlik bu kavli tercih etmiştir.
11- Bu söz
bütün iş başında olanlara âm ve şâmildir; sahih olan da budur.
Abdullah b. Huzâfe
(Radiyallahu anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz bir
seriyyeye kumandan tâyîn etmiş; askerlere ona itaat etmelerini emir buyurmuş.
Abdullah (Radiyallahu anh) askerlerine kızarak:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tana
itaat etmenizi emir bu-yurmadı mı? Demiş. Askerler:
— Evet! Emir buyurdu! cevâbını vermişler.
— Öyle ise bana odun toplayın! Emrini vermiş.
Onlar da odun toplamışlar.
— Ateş yakın! Demiş. Yakmışlar:
— Bu ateşe girin! Demiş. Hemen girmek İstemişler. Fakat bazıları arkadaşlarını tutarak:
— Biz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'e
ancak ateşten kaçtık! Demişler. Ve ateş sönünceye kadar bu minval üzere
durmuşlar. Hz. Abdullah'ın da öfkesi geçmiş.
Bu hâdise Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kulağına eriştiğinde :
«Ona girseler kıyamet
gününe kadar çıkamazlardı! İtaat ancak meşru olan bir şey hakkındadır!»
buyurmuşlar. Bunun üzerine itaat âyeti inmiş.
Fakat Dâvûdî, îbni
Abbâs Hazretlerinden rivayet edilen bu kavle i'tirâz etmiş; bunun İbni Abbâs
'dan başkası tarafından bir vehim olduğun bildirdikten sonra şunları
söylemiştir: «Çünkü bu kavilde bir şeyi o şeyin zıddı mânâya hamletmek vardır.
Bu hadiste bahsedilen husus, Peygamber fSallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in orada
söylediğinin aksinedir. Orada : İtaat ancak meşru' olan bir şey hususundadır!
buyurmuştu. Abdullah ordu kumandanı olarak gazaya çıkmıştı. Derken kızdı. Ateş
yaktılar. Ve : Bu ateşe girin! diye emir verdi. Askerin bazıları bundan çekindi;
bir takımları girmek istediler...
Eğer âyet önceden indi
ise nasıl oluyor da başkalarını bırakıp tâat hususunda Abdullah b. Huzâfe'ye
mahsus oluyor! Şayet bu hâdiseden sonra indi ise unutmamalı ki, Abdu11ah'm
askerlerine sâdece itaat ancak meşru' olan şey hususundadır denilmiş; ona niçin
itaat etmediniz? denilmemiştir...»
Dâvûdîye şöyle cevâp
verilmiştir : «Abdullah b. Huzâfe kıssasından murâd :
«Eğer bir şeyde
münakaşa ederseniz onu Allah'a ve Resule arzediverin!» [11]
âyetidir. Hz. Abdu11ah'in seriyyesine gereken de bu idi. Kendimizi ateşe atalım
mı atmayalım mı diye münaza'a ederken meseleyi Allah ve Resulüne irca'
edeceklerdi. Onlar bunu yapmadılar; âyet onun için inmiştir.»
32- (1835)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muğîra b. Abdirrahman
El-Hızânıî, Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'ruc'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verdi.
«Kim bana itaat ederse
Allah'a itaat etmiş; ve her kim bana İsyan ederse Allah'a isyan etmiş olur. Bir
de kim âmire itaat ederse bana itaat etmiş; kim âmire isyan ederse bana isyan
etmiş olur!» buyurmuşlar.
(...) Bu
hadîsi bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Uyeyne,
Ebû'z-Zinâd'dan bu isnâd ile rivayet etti. Ama «kim âmire isyan ederse bana isyan
etmiş olur!» cümlesini anmadı.
33- (...)
Bana Harmele b. Yahya dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Vehb haber
verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, kendisine haber veren İbni Şİhâb'dan naklen
haber verdi. (Demiş ki) : Bize Ebû Seleme b. Ab-dirrahmân, Ebû Hüreyre'den, o
da Resûlüllah (SaUallahii Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti kî:
«Kİm bana İtaat ederse
Allah'a itaat etmiş; her kim bana isyan ederse Allah'a isyan etmiş olur; ve kim
benim e mîrîme itaat ederse bana itaat etmiş; her kim benim emîrime İsyan
ederse bana isyan etmiş olur!» buyurmuşlar.
(...) Bana
Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mek-kî b. İbrahim rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Cüreyc, Ziyâd'dan, o da İbni Şİhâb'dan, naklen
rivayet etti ki, ona da Ebû Seleme b. Abdir-rahmân haber vermiş ki, kendisi Ebû
Hüreyre'yİ Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular... diyerek
tamamiyle yukarıki hadisin mislini rivayet ederken dinlemiş.
(...) Bana
Ebû Kâmil El-Cahderî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne, Yâlâ b.
Atâ'dan, o da Ebû Alkame'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû
Hüreyre ağzından ağzıma rivayet etti. (Dedi ki) : Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi
ve Sellem) 'den dinledim. H.
Bana Ubeydullah b.
Muâz dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. Her
iki râvi demişler kî: Bize Şu'be, Ya'lâ b. Atâ'dan rivayet etti. Ö da Ebû
Alkame'den, o da Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'Acn nakleden Ebû
Hüreyre'den yukarıkilerin hadîsi gibi dinlemiş.
(...) Bize
Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-razzâk rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebhih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamfcer (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen yukarıkilerirı hadîsi gibi
rivayette bulundu.
34- (...)
Bana Ebû't-Tahir dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize lbnü Vehb, Hayve'den,
naklen haber verdi ki, ona da Ebû Hüreyre'nin âzâd-hsi Ebû Yûnus rivayet etmiş.
(Demiş ki) : Ebû Hüreyre'yi, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den
naklen bunu rivayet ederken işittim. Ama: «Kim emîre itaat ederse» dedi. «Benim
emîrime» demedi.
Hem mâ m'in Ebû
Hüreyre'den rivayet ettiği hadîsinde de böyledir.
Bu hadîsi Buhâri
«Ahkâm» bahsinde tahrîc etmiştir. Hadîs-i Şerif:
«Kİm Peygambere itaat
ederse Allah'a itaat etmiş olur!» [12]
âyet-i kerîmesinden alınmıştır. Çünkü Cenâb-ı Hak Peygamberine itaat olunmasını
emir buyurmuştur. Binâenaleyh ona itaat eden Allah'a da itaat etmiş olur.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'de âmire itaati emretmiştir,
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimizin âmirlere itaate son derece ehemmiyet vererek bunu
kendine yapılan itaat mertebesine yükseltmesine sebep olarak Hattâbî şunları
söylemiştir: «Gerek Kurys, gerekse onların peşinden gelen Araplar emirlik nedir
bilmezler; kendi kabileleri reislerinden başka kimseyi tanımazlardı. İslâmiyet
gelerek kendilerine emirler tâyin edilince bunu hazmedemediler. Hattâ bâzısı
itaatten çekindi. Bunun üzerrhe Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) âmirlere
itaat etmenin kendisine yapılan itaate, isyanın da kendisine yapılan isyana
bağlı olduğunu bildirerek onları âmirlerine itaate teşvik buyurmuş; bu suretle
tefrikanın önüne geçmiştir.»
35- (1836)
Bize Saîd b. Mansûr ile Kuteybe b. Saîd ikisi birden Ya'kûb'dan rivayet
ettiler. Saîd (Dedi ki) : Bize Ya'kûb b. Abdirrahmân, Ebû Hâzim'den, o da Ebû
Salih Es-Semmân'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet eyledi. (Şöyle demiş):
Resûlüllah (Sallallah'û Aleyhi ve Seliem):
«Darlığında,
varlığında; neşatlı zamanında, kederli zamanında ve dünya işlerinin sana tercih
edildiğinde dinleyip itaat etmelisin!» buyurdular.
Menşât ve mekrah
kelimeleri mimli masdar yahut ismi zaman veya ismi mekândırlar. Biz bunları
ismi zaman olarak terceme ettik.
Esera yahut üsra veya
isra: Dünya işlerinde yalnız kendini düşünüp tercih etmektir. Hadîsin mânâsı:
«Âmirler, kendilerinde olan haklarınızı vermeyip benimseseler bile siz yine
onları dinleyip itaat edin!» demektir.
Bu babın bütün
hadîsleri âmire itaat hakkındadır. Sebebi de müslü-manların birliğini
korumaktır. Çünkü tefrika dîn ve dünyalarının fesadına bâdı olur. [13]
36- (1837)
Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe ile Abdullah b. Berrâd El-Eş'arî ve Ebû Küreyb
rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbni İdris, Şu'be'den, o da Ebû İmrân'dan,
o da Abdullah b. Sâmit'den, o da Ebû Zerr'-den naklen rivayet etti. (Şöyle
demiş) :
— Dostum bana dinleyip
itaat etmemi vasiyyet etti. Velevki (âmir) kolları, bacakları kesilmiş bir köle
olsun!
(...) Bize
Muhamnıed b. Bcşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-lıa inme d b. Ca'fer
rivayet etti. H.
Bize İshâk dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Nadr b. Şümcyl haber verdi. Bu râvİter hep
birden Şu'be'den, o da Ebû İmrân'dan bu isnâdla rivayette bulunmuşlar: Ve ikisi
de hadîste: «Velev kolları, bacakları kesilmiş Ha beşli bir köle olsun!»
demişlerdir.
(...) Bize
bu hadîsi Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebû İmrân'dan bu isnâdla İbni İdrîs'in dediği
gibi «Velev kolları, bacakları kesilmiş bir köle olsun!» şeklinde rivayet
etti.
37- (1838)
Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Yahya b. Husayn'dan rivayet etti. (Demiş
ki) : Nenemden rivayet ederken işittim. O da Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve
SeUem)'i veda' haccında hutbe okurken dinlemiş:
«Üzerlerinize, sizi
Allah'ın kitabı ile yöneten bîr köle bile vali tâyîn edilse onu dinleyin ve
itaat edin!» buyuruyormuş.
(...) Bu
hadîsi bize İbni Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer
ile Abdurrahmân b. Mehdî, Şu'be'den bu isnâdla rivayet ettiler. O «Habeşli bir
köle olsa da!» demiş.
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' b. Cerrah, Şubeden bu isnâdla
rivayet etti. O: «Kolları,
bacakları kesilmiş Habeşli bir köle bile olsa!» demiş.
(...) Bize
Abdurrahmân b. Bişr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bchz rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Şu'be bu isnâdla rivayette bulundu. Ama «Kolları, bacakları kesilmiş
Habeşli» ibaresini anmadı da, onun Resûlüliah (Sailallahü Aleyhi ve Sellempi
Mina'da veya Arafât'da dinlediğini ziyade etti.
(...) Bana
Seleme b. Şebîb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. A'yen rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ma'kıl, Zeyd b. Ebî Üneyse'den, o da Yahya b. Husayn'dan, o da
nenesi Ümmü'l-Husayn'daıı naklen rivayet etti.
(Demiş ki) : Onu şunları söylerken işittim :
Veda1 bacanda
Resûlüliah (Sailallahü Aleyhi ve SeUem)*\e beraber hacc ettim. Resûlüliah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) çok sözler söyledi. Sonra onu:
«Üzerinize, sizi
Allah'ın kitabı ile yönetecek kolları bacakları kesilmiş —zannederim siyah
dedi— bir köle vâlî tâyin edilse, onu dinleyin ve itaat buyururken işittim.
38- (1839) Bize
Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ley s, Ubeydullah'dan, o da Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem)''den naklen rivayet etti ki:
«Müslüman bir kimseye
sevdiği, sevmediği (her) hususta (âmirini) dinleyip itaat etmek gerekir. Meğer
ki, kendisine ma'sıyet emredile! Eğer ma1-sıyet emredilirse ne dinlemek vardır,
ne de itaat!» buyurmuşlar.
(...) Bu
hadisi bize Ziiheyr b. Harb ile Muhammed b. Müsennâ da rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Yahya —ki El-Kattân'dır— rivayet etti. H.
Bize İbnü Nümeyr dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet dtı. Her iki râvi Ubeydullah'dan
bu Un adla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
Bu son hadîsi yâni
îbni Ömer (Radiyallahuynh) rivayetini Buhâri -Cihâd» ve «Ahkâm* bahislerinde;
Ebû Dâvûd «Cihâd»'da tahrîc etmişlerdir.
Halîl: Dost
demektir. Hz. Ebû Zerr'in bu sözden muradı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemydir. Yâni Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona vasiyyette
bulunmuş ve âmiri kollan, bacakları kesilmiş bir köle bile olsa ona itaat
etmesini söylemiştir.
Kolları, bacakları
kesik köleden murâd: Onun beş para etmeyen en kıymetsiz bir köle olduğunu
anlatmaktır. Yâni âmirin soyu, sülâlesi alçak da olsa kendisine itaat etmek
vaciptir. Şu kadar var ki itaat olunmak için günah olan bir şeyi emretmemesi
şarttır. Dînen yasak olan bir şeyi emrederse kendisine itaat edilmeyeceği yine
bu hadîslerde beyan Duyurulmuştur.
Nevevî diyor ki:
«Kölenin amirliği kendisini hükümdarlardan biri tâyîn ettiği yahut memleket
idaresini kuvveti ve tâbi'leri ile ele geçirdiği zaman tasavvur olunur. Yoksa
onu seçerek doğrudan doğruya âmir tâyîn etmek caiz değildir. Emirliğin şartı
hür olmaktır.»
39- (1840)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşfâr rivayet ettiler. Lâfız İbni
Müsennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Şu'be, Zübeyd'den, o da Sa'd b. Ubeyde'den, o da Ebû Abdirrahmân'dan, o
da Alî'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) bîr
ordu göndermiş ve üzerlerine bir zâtı kumandan tâyin etmiş. Bunlar bir ateş
yakmışlar. Kumandan :
— Bu ateşe girin! Demiş. Bunun üzerine bir
takım kimseler ateşe girmek istemiş; diğerleri:
— Biı bundan kaçtık! Demişler. Bu iş Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Sellemfe söylenince, ateşe girmek isteyenlere:
«Ona girseydİniz
kıyamet gününe kadar onun içinde kalırdınız!» buyurmuş, ötekilere de güzel
sözler söylemiş. Ve :
«Allah'a isyan
hususunda itaat yoktur. İtaat ancak meşru* (olan bir şey hususun) dadır.»
buyurmuşlar.
40- (...)
Bize Muhammed b. Afcdillâh b. Nümeyr ile Züheyr b. Harb ve Ebû Saîd El-Eşecc de
rivayet ettiler. Lâfızda birbirlerine yakındırlar. (Dediler ki) : Bize Vekî'
rivayet e.tti. (Dedi ki) : Bize A'meş, Sa'd b. Ubeyde'den, o da Ebû
Abdirrahmân'dan, o da Alî'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Resûlüllah (SallaUahü
A leyhi ve Sellem) bir seriyye gönderdi. Üzerlerine de Ensâr'dan bir zâtı
kumandan tâyîn etti. Ve onlara bu zâtı dinleyip kendisine itaat etmelerini emir
buyurdu. Derken bu zâtı kızdırdılar. O da :
— Bana odun toplayın! Dedi. Hemen topladılar.
Spnra :
— Bir ateş yakın! Dedi. Yaktılar. Sonra:
— Size
Resûlüllah t Sal lalİahii Aleyhi ve Selleın) beni
dinleyip itaat etmenizi emir buyurmadı mı? Dedi.
— Evet, buyurdu! cevâbını verdiler,
— Öyle ise bu ateşe girin! Dedi. Bunun üzerine
askerler birbirlerine bakıştılar. Ve:
— Biz Resûlüllah ıSallallahü Aleyhi ve SeUem)%e ancak ateşten
kaçtık! Dediler. Hakîkaten öyle yapmışlardı. Kumandanın Öfkesi de yatıştı; ve ateş söndürüldü. Döndükleri vakit buıu Peygamber (SallaUahii
Aleyhi ve Sellemye söylediler de:
«Ona girseler {bir
daha) çıkamazlardı. Tâat ancak meşru' (olan
bir şey) hususundadır!» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şey be de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' ile Ebû
Muâviyc, A'meş'den bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivayet etti.
Bu hadîsi Buhâ ri
«Megâzî» ve «Ahkâm» bahislerinde; Ebû Dâvûd Cihâd»'da; Nesâî «Bey'at ve
«Siyer»'de tahrîc etmişlerdir.
Kumandanın askerlerini
yakmak istemesi bâzı ulemâya göre şakadır. Bir takımları onları denemek
istediğini söylemişlerdir. Nitekim gülerek : «Ben sizi denemek istedim!» dediği
rivayet olunmuştur. Bu zâtın Abdullah b. Huzâfe olduğunu iddia edenler olmuşsa
da Neve-v î bunu zayıf bulmuştur. Zîra hadîsin ikinci rivayetinde kumandanın
Ensâr'dan bir zât olduğu bildirilmiştir ki, bu da onun başka biri olduğunu
gösterir.
«Ona girseler (bir
daha) çıkamazlardı.» cümlesi hakkında Dâvû-d î şunları söylemiştir: «Bundan
murâd: Dünya ateşidir. Çünkü onun yakması ile hepsi ölür; kimse sağ kalmazdı.
Maksat cehennem ateşi ve onda ebedî kalmaları değildir.»
Hadîs-i şerîf,
ma'siyet hususunda âmire itaat edilmeyeceğine, itaatin sâdece meşru hususatta
lâzım geleceğine delildir.
41- (1709)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet elti. (Dedi ki) : Abdullah b. İdrîs, Yahya
b. Saîd ile Ubeydulluh b. Ömer'den, onlar da Ubâde b. Velîd b. Ubâde'den. o da
babasından, o da dedesinden naklen rivayet etti. Şöyle demiş :
Biz Resûlülialı
(Sallailahii Aleyhi ve SellenD'o darlıkta, varlıkta, ncşatlı ve kederli
zamanlarımızda, bize tercih yapıldığında dinleyip itaat etmeye, emirlik
hususunda ehil olanlu kavga etmemeye ve nerede olsak hakkı söyleyeceğimize,
Allah hakkında hiç bir kınayıcının zemininden korkmayacağımıza bey'at ettik.
(...) Bu
hadîsi bize İbnti Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah (yâni İbni
İdrîs) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Aclâıı ile Ubeydullah b. Ömer ve
Yahya b. Saîd, Ubâde b. Velîd'den bu isnâdda hu hadîsin mislini rivayet
ettiler.
(...) Bize
İbııü Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülâzîz (yâni Derâverdî)
Yezîd'den —ki İbnül'-Hâd'dır—, o da Ubâde b. Velîd b. Ubâde b. Sâmiı'den, o da
babasından naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana babam rivayet etti. (Dedi ki)
: Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)*c bey'at ettik... Râvi, İbni İdrîs'in
hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.
42- (...)
Bize Ahmed b. Abdirrahmân b. Vehb b. Müslim rivayet etti, (Dedi ki) : Bize
Amcam Abdullah b. Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Haris rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Bükeyr, Büsr b. Saîd'-den, o da Cünâde b. EM Ümeyye'den
naklen rivayet etti. Şöyle demiş :
Ubâde b. Sami t hasta
iken yanına girdik. Ve : Allah iyiliğini versin! Bize Resûlüllah (SallaHahü
Aleyhi ve Sellem)'den işittiğin bir hadîs rivayet et ki, Allah onunla fayda
versin! Dedik. Bunun üzerine şunu söyledi:
— Resûlüllah (Salla lahü Aleyhi ve Sellem) bizi
davet etti. Biz de kendisine bey'at ettik. Bizden aldığı sözler arasında :
Neşatlı zamanımızda, kederli zamanımızda, darlığımızda, varlığımızda,
üzerimize tercih yapıldığında dinleyip itaat etmeye ve emirlik hususunda ehil
olanla kavga etmeyeceğimize dâir aldığı bey'at da vardı. Ubâde :
— Ancak hakkında elinizde Allah'tan bir hüccet
bulunan aşikâr bir küfür görürseniz o başka!» dedi.
Bu hadîsi Buhâri «Fften» bahsinde tahrîc etmiştir.
Hadîsin mânâsı şudur:
îş başında bulunan âmirlerle onların vazifeleri hakkında kavga ve kemlilerine
i'tirâz etmeyin! Meğer ki onların, İslâm kaidelerine göre muhakkak münker
sayıldığını bildiğiniz bir kötülüğünü göresiniz! Böyle bir şey görürseniz bunu
reddedin! Ve her yerde hakkı söyleyin! Ümerâ fâsik ve zâlim bile olsalar onlara
karşı çıkarak kendileri ile harp etmek bütün ulemânın ittifakı ile haramdır. Bu
bâbda birçok hadîsler vardır. Ehl-i sünnet ulemâsına göre hükümdar
fâsıklığın-dan dolayı ma'zul olmaz. Zîra netîce kan dökmeye ve çeşitli
fitnelere müncer olacağı için azlindeki mefsedet, yerinde kalmasındaki zarardan
daha çok olur.
Kaadî Iyâz'in beyânına
göre ulemâ kâfirden müslümanlara hükümdar olamayacağına hattâ evvelce
müslümanken sonradan kâfir olsa azledilmiş sayılacağına ittifak etmişlerdir.
Namaz kılmayanın hükmü de budur.
Hadis-i Şerif emir
bilma’ruf’unfarz olduğuna da delildir. Nevevi diyor ki: “Ulema onun farz-ı
kifaye olduğuna ittifak etmişlerdir. Bir kimse bu hususta canından, malından
veya başkasının canından olacağından korkarsa eli ile ve dili ile bu vazifeyi
yapmak ondan sakıt olur. Ona sadece kalbi ile kerih görmek vacib olur. Bizim
mezhebimizle cumhurun mezhebi budur.
43- (1041)
Bize îbrâhîm Müslim'den rivayet etti. (Demiş ki): Bana Züheyr b. Harb rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Şebâbe rivayet etti. (Dedi ki): Bana Verkaa
EbuJz-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti.
«Kumandan ancak bir
kalkandır. Arkasında harb edîür; ve onunla ko-runulur. Eğer Allah azze ve
celleden korunmayı emreder ve adalet gösterirse bununla kendisine ecîr verilir;
bundan başka bir şey emrederse ondan gelen aleyhine olur.» buyurmuşlar.
Bu hadisi İbrahim b.
Süfyân, Müslim 'den işitmemiş; onun kendisinden icazet yolu ile rivayet
etmiştir, «an Müslim» demesi bundandır. Mukaddimede bu hususta söz geçmişti.
Kumandanın kalkan gibi
olması düşmana karşı durup müslümanlan kırdırmadığı ve İnsanlar onun
satvetinden korkarak kendisinden çekindikleri ciheti iledir.
Arkasında harb
edilmekten murâd : Onunla beraber olup düşmanla harb etmektir.
44- (1842)
Bize Muhammed b, Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Furât EI-Kazzâz'-dan, o da Ebû Hâzim'den
naklen rivayet etti. (Demiş ki): Ebû Hüreyre ile beş sene düşüp kalktım. Ve onu
Peygamber (Sallalldhü Aleyhi ve Sel-lera) 'den hadîs rivayet ederken dinledim.
Şöyle buyurmuşlar :
«Beni İsrail'i
Peygamberler İdare ederdi. Bir peygamber vefat etti mi yerine (başka) bîr
peygamber geçerdi. Şu muhakkaktır ki, benden sonra peygamber yoktur. Ama halîfeler
gelecek hem de çok olacaklardır. Ashab:
— O halde bize ne
emredersin? demişler.
«Birinciye ve ondan
sonra gelene (sıra İle) yaptığınız bey'atı tutun! Onlara haklarını verin!
Çünkü Allah raiyye yaptığı kimselerden dolayı onlara suâl soracaktır!» buyurmuş.
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Abdullah b. Berrâd El-Eş'ârî rivayet ettiler.
(Dediler ki): Bize Abdullah b. İdrîs, Hasen b. Furât'dan, o da babasından bu
hadîsin mislini rivayet etti.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbü'l-Enbiyâ» da; îbnî Mâce «Ci-hâd» bahsinde tahrîc etmişlerdir. Hadîs-i
şerif istikbâle âid vukuatı haber veren bir mu'cizedir. Mânası şudur:
Bir halîfeye bey'at
edildikten sonra ikinci bir halîfeye de bey'at olunursa, birinciye yapılan
bey'at sahihtir. Ona verilen sözde durmak icab eder. İkinciye yapılan bey'at
bâtıldır. Ona verilen sözü tutmak haram olduğu gibi o şahsın, hilâfeti istemesi
de haramdır. Bu hususta ikinci halîfeye rey verenlerin birincinin halîfe
seçildiğini bilip bilmemeleri İle seçilen halîfelerin ikisine de bir şehirden
veya ayrı ayrı yerlerden olmaları hükmü değiştirmez. Nevevî : «Bizim
ulemamızla cumhuru ulemanın mezhepleri budur; doğrusu da budur!» diyor. .-,
Bâzılar : «Eski halîfenin hemşehrisi olan zât halîfe olur.» demiş; bir
takımları da halifelik isteyen iki zâtın kur'a çekileceğim söylemîşlerse de
Nevevî bu iki kavlin fâsid olduğunu
bildirdikten sonra şunları söylemiştir: «İslâm diyarı genişlesin genişlemesin bir asırda iki
halîfeye bey'at caiz olmayacağına ulemâ ittifak etmişlerdir...»
Hadîs-i şerif ölen bir
kimse için «helak oldu» demenin caiz olduğuna da delâlet etmektedir. Bu hususta
Kur'ân ve sünnette bir çok misâller vardır.
45- (1843)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'I-Ahvas ile
Vekî' rivayet ettiler. H.
Bana Ebû Saîd El-Eşecc
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb ile
tbnü Nümeyr dahî rivayet ettiler. (Dediler ki). Bize Ebû Muâviye rivayet etti.
H.
Bize İshak b. İbrahim
ile Aliy b. Haşrem de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Cerîr, A'meş'den,.o
da Zeyd b. Vehb'den, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. Söylememiş:
Resulüllah (Salîüîlahü Aleyhi ev Sellem):
«Mesele şu ki : benden
sonra kayırma ve kabul edemeyeceğiniz işler olacaktır.» buyurdu. Ashâb :
«— Yâ Resulâllah!
Bizden buna yetişene ne emredersin? Dediler :
«Borcunuz olan hakkı
edâ edersiniz; lehinize olanı da Allah'dan İstersiniz.» buyurdular,
Bu hadîsi Buharı
«Menâkıb» ve «Fiten» bahislerinde; Tirmizî'de «Kitâbül-Fiten» de tahrîc
etmişlerdir.
Eseranm mânâsını ve
okunuş şekillerim az yukarıda görmüştük. Burada ondan murâd : âmirlerin
Beytülmâle aid mallan benimseyip kayırmalarıdır.
Bu hadîs dahî
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin mucizelerinden biridir.
Nevevî : «Bu ihbar tekrar tekrar vuku bulmuştur.» diyor.
Hadîs-i şerîf âmirleri
dinleyip itaat etmeye, onlar zâlim bile olsalar haklan olan itaati kendilerine
göstermeye teşvik etmektedir.
«Lehinize olanı da
Allah'dan istersiniz!» cümlesinden murâd : Zâlim âmirlerin ıslâhı ve serlerinin
defi için Allah'a niyazda bulunursunuz demektir.
46- (1844) Bize Zühcyr b. Harb ile İshâk b. tbrahîm
rivayet ettiler. (İshâk: Bize haber verdi tâbirini kullandı.) Züheyr: Bize Cerîr,
A'meş'den, o da Zeyd b. Vehb'den, o da
Abdurı'ahmân b. Abdi Rabbil-kâbe'den naklen rivayet etti dedi. Abdurrahnıân
şöyle demiş:
Mescid» girdim. Bir de
baktım Abdullah b. Amr b. As Kâtenin gölgesinde oturuyor! İnsanlar başına
toplanmışlar: Ben de yanlarına gelerek onu dinlemeye oturdum. Şunları söyledi :
— Bir seferde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) ile
beraberdik. Bir menzile indik.
Kimimiz çadırını düzeltiyor; Kimimiz ok
atma yarışı yapıyor; bâzılarımız da
mer'adaki hayvanlarının başında bulunuyordu. Derken
Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in münâdîsi: Namaza toplan! Diye seslendi. Biz de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma
toplandık. Şunları söyledi :
«Gerçekten benden önce
hiç bîr peygamber geçmemiştir ki. bildiklerinin hayırlısını ümmeMne göstermesi
ve bildiklerinin kötüsünden onları sakındırması boynuna borç olmasın! Şüphesiz
sîzin şu ümmetinizin afiyeti evveline verilmiştir. Ahirine belâ ve
yadırgadıkları bir takım şeyler İsabet edecektir. Bir fitne gelecek ki bazısı
bazısını hafifletecek! Öyle fitne gelecek, mü'mîn: Bu benim helâkimdir diyecek!
Sonra açılacak. Fİtne gelecek, mü'-mîn: Bu budur diyecek! İmdi kim cehennemden
uzaklaştırılıp cennete sokulmak İsterse ecel! Allah'a ve âhiret gününe îmân
etfîği hâlde gelsin. Ve insanlara kendine yapılmasını dilediği şeyi yapsın! Bîr
kimse bîr hükümdara bey'at eder de ona saklayan elini ve kalbinin semeresini
verirse elinden geldiği fakdîrde hemen ona itaat etsin! Başka bîri gelir de
onunla çekişirse o gelenin boynunu vuruverîn!»
Ben Abduîlaha
yaklaşarak: Allah aşkına! Bunu Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den
sen mi işittin? Dedim. Bunun üzerine iki eli île kulaklarına ve kalbine uzandı.
Ve: onu iki kulağım işitti; kalbim de belledi. Dedi. Ben kendisine:
— İşte amcan oğlu Muâviye! Bize mallarımızı
aramızda bâtılla yememizi ve kendimizi
Öldürmemizi emrediyor; halbuki Allah :
Ey îmân edenler! Kendi
aranızda mallarınızı bâtıla yemeyin! Meğer ki, sizin rızanızla bir ticaret ola!
Kendinizi de öldürmeyin! Şüphesiz kî Allah size acıyıcıdır. [14]
buyuruyor. Dedim. Biraz sustu. Sonra:
— Sen ona Allah'a itaat hususunda itaat;
Allah'a isyan hususunda da isyan et! Dedi.
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile İbnü Nümeyr ve Ebû Saîd El-Eşecc de rivayet
ettiler. (Dediler ki): Bize Vekî,
rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb dahî
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye rivayet etti. Her iki râvî A'meş'den
bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
47- (...)
Bana Muhammed b. Râ£i' dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Münzir İsmail
b. Ömer rivayet etti. (Dedi ki); Bize Yûnus b. Ebî İshâk El-Hemdânî rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Ebî's-Sefer, Amir.den, o da Abdurrahman b.
Abdi Kabbilkâ'beti's-SâidiJden [15]
naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Ben kâ^benin yanında bir cemâat gördüm... Ve
râvî hadîsi A'meş'in hadîsi gibi rivayet etmiştir.
Kaadî Iyaz ekseriyetle
râvîlerden onu «yürakkıku» şeklinde rivayet etmiştir, ki :
«Birbirini inceltecek
yânı hafifletecek; çünkü sonraki evvelkinden daha büyük olacaktır.»
manasınadır. Mâmâfîh bu kelimenin «birbirine benzer» ve «birbirine karışır da
gidip gelir» mânâlarına geldiğini söyleyenler olduğu gibi «bir birini iter»
demek olduğunu iddia edenler de olmuştur.
«Feyerfuku» fayda
verir; yardım eder demektir. «Feyedfikıo ise
iter ve döker mânâlarına gelir.
«Ve insanlara kendine
yapılmasını dilediği şeyi yapsın!» cümlesi ce-vâmiulkelimdendir. (Yânî sözü
az, mânâsı çok olan
cümlelerdendir.)
Bunlar Peygamber
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) efendimize mahsustur. Bu cümle mühim bir kaidedir.
Müslüman buna dikkat etmeli ve kendisine ne yapılmasını isterse başkalarına da
onu yapmalıdır.
«İşte amcan oğlu
Muâviye! Bize mallarımızı aramızda bâtılla yememizi ve kendimizi öldürmemizi
emrediyor...» ifadesinden maksad şudur; Bu zât Abdullah b. Am'r'm sözlerini
dinleyip birinci halîfeye itaatin lüzumunu, onunla çekişen ikincinin
Öldürülmesi îcâbettiğini anlayınca bu vasfın Hz. Muâviye'de de -bulunduğunu
düşünmüştür. Çünkü evvelâ Hz. A1î'ye bey'at edilmiş; Muâviye sonradan ona
muarız çıkmıştır. O halde Muâviye 'nin Hz. Ali île yaptığı muharebede
askerlerine sarf ettiği para ve erzak, malı bâtılla yemektir. Muâviye 'nin Alî
(Radiyallahu anh) ile harbetmesi de haksız yere insan öldürmektir... Hz.
Abdullah buna bir müddet susarak düşündükten sonra cevâp vermiş; ve Muâviye
(Radiyallahu anh) m Allah'a itaat hususundaki emirlerine itaat etmesini;
Allah'a ısyân için emir verirse İtaat değil kendisine isyan etmesini tavsiye
etmiştir. Bu gösterir ki, tâyin ve bey'at olmaksızın zorla hükümdar olan bir
kimseye itaat da vâcibtir.
48- (1845)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki):
Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize ŞuTje rivayet etti.
(Dedi ki): Katâde'yi, Enes b. Mâlik'den, o da Üseyd b. Hudayr'dan naklen
rivayet ederken dinledim, ki Ensâr'dan bir zât Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem) Jle baş başa kalarak:
— Filânı vâlî tâyin ettiğin gibi beni de tayin
etmez raisin? Demiş. Bunun üzerine :
«Gerçekten sîz benden
sonra bîr kayırmaya rastlayacaksınız. Ama Havz üzerinde bana kavuşuncaya
kadar sabredin!» buyurmuşlar.
(...) Bana
Yahya b. Habîb El-Hârisî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yânı
İbniTHâris) rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be b. Haccâc, Katâde'den rivayet
etti. (Demiş ki): Ben Enes'i, Üseyd b. Hudayr'dan naklen rivayet ederken
dinledim kî, Ensâr'dan bir zât Resûlüllah (Sal-îallahü Aleyhi ve Sellem) 'le
baş başa kalmış...
Râvî yukarıki lıadîs
gibi rivayette bulunmuştur.
(...) Bu
hadîsi bana Ubeydullah b. Muâz dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Şu'be bu isnadla rivayet etti. Ama :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'Ie baş
başa kaldı.» demedi.
Bu hadîsi Buharî
«Fiten» ve «Menâkıbu'l-Ensâr» bahislerinde; Tirmizi «Fiten» de; Nesâi «Menâkıb»
bahsinde muhtelif râvîtlerden tahric etmişlerdir. Ensârînin «filânı vâlî tâyîn
ettiğin gibi...» diyerek örnek gösterdiği zâtın Amr b. Âs (Radiyallahu anh)
olduğu söylenir.
Resûlüllah (Sallallahü.
Aleyhi ve Sellem) bu hadîsde dahî gâibten haber vermek sureti ile mu'cize
göstermiş; netice onun haber verdiği gibi çıkmıştır. Buradaki kayırmadan'.murâd
vâlî ve âmirlerin kenidlerine devletten mal kayırıp başkalarına
vermemeleridir. Havzdan murâd: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'İn
âhiretteki Havz-ı Kevseridir.
49- (1846)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivayet etliler (Dediler ki):
Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize ŞırTıe, Sinıâk h.
Harb'dan, o da Alkame b. Vâil EI-Hadramî'den, o da babasından naklen rivayet
etti. Şöyle demiş ;
Seleme b. Yezîd
el-Cu'fî Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e suâl sorarak :
— Yâ Nebiyyallah!
Lütfen söyle! Başımıza kendi haklarını bizden isteyen fakat bizim hakkımızı
bize vermeyen âmirler gelirse bize ne emir buyurursun? Dedi.
O kendisinden yüzünü
çevirdi. Sonra tekrar sordu. Yine ondan yüzünü çevirdi. Sonra ikincide veya
üçüncüde ona tekrar sordu, da Eş'as b. Kays onu çekti. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de :
«Dinleyin ve itat
edin! Onlara ancak yüklendikleri, size de yüklendikleriniz vardır.»
50- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şebabe rivyâet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Simâk'den
bu isnâdla bu hadîsin mislini
rivayet etti. Ve şöyle dedi: «Onu hemen Eş'as b. Kays çekti. Resûlüllah (Saîlaüahü Aleyhi ve Seîlem) de ;
Dinleyin ve itaat
edin! Onlara ancak yüklendikleri, size de yüklendiğiniz vardır! Buyurdu.»
«Onlara ancak
yüklendikleri; size de yüklendikleriniz vardır.» cümlesi «Dinleyin ve itaat
edin!» emrinin ta'lîlidir. Yânı onlara vâcib olan şey adalet göstermek ve
ahâlînin haklarını vermektir. Onlar bununla mükelleftirler. Yapamazlarsa vebali
onlaradır. Size gelince: sizin mükellef olduğumuz husus dinleyip itaat etmek
ve başkalarının haklarını vermektir. Üzerinize düşeni yaparsanız Allah
sevabınızı verir; demektir.
Bu hadis dahî
yukankiler gibi âmirlerin zulmüne sabr ve tehammül gerektiğine delildir.
Zulümleri sebebi ile onlara îtâat sakıt olmaz.
51- (1847)
Bana Mııhammed b. Müsennâ rivâvet etti. (Dedi ki); Bize Velîd b. Müslim rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahmân b. Ye-zîd b. Câbir rivayet etti. (Dedi ki):
Bana Büst b. Ubeydullab. El-Hadramî rivayet etti ki, kendisi Ebû tdrîs
EI-Havlânî'yi şunu Söylerken işitmiş: Ben Huzeyfe b. Yemân'ı şöyle derken
dinledim :
İnsanlar Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'e .Bayrı soruyor; ben de başıma gelir korkusu
ile ona şerri soruyordum. Ve :
— Yâ Resulâllah! Biz câhiliyyet ve kötülük
içinde idik. Sonra iAllah bize bu hayrı getirdi. Acaba bu hayırdan sonra şerr
var mı? Dedim.
«Evet!» cevâbını verdi.
— Ya bu şerrden sonra bir hayır olacak mı?
Dedim. «Evet! Ama onda duman olacaktır!»
buyurdu. Ben :
— Onun dumanı nedir? Dedim.
«Benim sünnetimden
başka yo! tutan; benim yolumdan başka yolda giden bir kavım! Onların kimini
tanıyacak; kimini yadırgayacaksın!» buyurdu. Ben :
— Bu hayırdan sonra bir şerr olacak mı? Diye
sordum.
«Evet! Cehennemin
kapılarında bir takım dellâllar!.. Cehenneme gitmek üzere bunlara kim İcabet
ederse onu oraya atarlar.» buyurdu. Ben
:
— Yâ Resulâllah! Onlan bize tavsif eyle! Dedim.
«Evet! Bizim
aşiretimizden bir kavim! Btzİm dilimizle de konuşurlar!» buyurdu.
— Yâ Resulâllah! Bu başıma gelirse ne
buyurursun? Dedim,
«Müslümanların cemaati
ile imamından ayrılmazsın!» buyurdu. (Ben tekrar) :"
— Şayet cemaatleri ve imanları yoksa? Dedim.
«Bu fırkaların
hepsinden uzaklaş! Velev bir ağacın kütüğünü ısırıp bu halde iken ecel sana
yetişsin!» buyurdular.
52- (...)
Bana Muhammed b. Sehl b. Asker Et-Temimî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya
b. Hassan rivayet etti. H.
Bize Abdullah b.
Abdirrahmân Ed-Dârimî dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya —ki İbni
Hassândır— haber verdi. (Dedi ki): Bize Muâvi-ye (yâni İbni Sellâm) rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Zeyd b. Sellâm, Ebû SeUâm'dan rivayet etti. (Demiş ki): Huzeyfe b. Yemân şunları
söyledi:
— Yâ Resûlallah! Biz fenalıkta idik. Allah
hayır .getirdi. Şimdi biz onun içindeyiz. Acaba bu hayrın ardında bir şerr var
mıdır? Dedim.
«Evet!» cevâbını
verdi.
— Bu şerrin arkasında bir hayır var mıdır?
Dedim. «Evet!» buyurdular.
— Yâ bu hayrın arkasında bir şerr var mıdır?
Dedim. «Evet!» cevâbını verdi.
— Nasıl? Dedim.
«Benden sonra benim
doğru yolumdan gitmeyen ve benîm sünnetimle amel etmeyen hükümdarlar olacak.
İçlerinde bîr takım adamlar rÜreyecek kî, kalpler! insan cisminde şeytan kalbi
olacak!» buyurdu.
— Ben buna yetişirsem ne yapayım yâ Resûlallah!
Dedim.
«Dînler ve emîre itaat
edersin. Sırtın dövülse ve malın alınsa bile yine dinle ve itaat eyle!» buyurdular.
Bu hadîsi Buharı
«Fiten» ve «Menâkıb» bahislerinde; ibni Mace «Fite»» de muhtelif râvîlerden
tahrîc etmişlerdir.
Dehan :
Duman demektir. Bâzılarına göre bu kelimenin aslı, hayvanın rengindeki siyaha
çalar bulanıklıktır. Burada ondan murâd: Kalplerin birbirlerine karşı safiyeti
kalmaması; habasetlerinin devam etmesidir.
Kaadi Iyâz : «Şerrdeıı
sonra gelecek hayır halife Ömer b. Abdillâzîz'in zamanıdır. Kimini tanıyıp
kimini yadırgayacakları, ondan sonra gelecek âmirlerdir.» diyor. Cehennem
kapılarındaki dellâlîardan murâd : Haricîlerle Karmatîler gibi bid'at dalâlet
propagandası yapan âmirlerdir.
Hadisin ikinci
rivayeti için Dârekutnî: «Bence bu hadîs mürseldir. Çünkü Ebû Sellâm. Huzeyfe
'den işitmemiştir.» demektedir. Bu iddia doğrudur. Ancak hadisin birinci
rivâyetindeki metni sahihtir. Bu ikinciyi Müslim mütâbeat için getirmiştir.
Maksadı, birinci rivayeti onunla takviye etmiştir. Kitabımızın başında
görmüştük ki, mürsel bir hadîs, başka bir yoldan muttasıl olarak rivayet
edilirse o mürselin sahîh olduğu anlaşılır ve artık onunla ihticâc olunur. Bir
meselede iki tane sahîh hadîs bulunmuş olur.
Hadîs-i şerif yukarıda
görülenler gibi müslümanların cemaatine devamın ve âmirlerine —fâsik ve zâlim
bile olsalar— ma'sıyeti emretmemek şartı ile itaatin.vücûbuna delildir. Bu
hadis de mu'cizedîr. Bütün haber verdiği şeyler zuhur etmiştir.
53- (1848)
Bize Şeyfaân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr (yânî İbni HâdmJ
rivayet etfi. (Dedi ki}: Bize Gaylân h. Cerîr, Ebû. Kays b.
Riyah'dan, [16] o da
Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen rivayet etti ki:
«Her kim tâattan çıkar
ve cemaattan ayrılırsa câhİliyyeî ölümü İle ölür. Her kim
körü körüne (çekilmiş)
bîr sancağın altında
harbeder bir asabe
namına kızar yahud bîr asabeye davet eder
veya bîr asabeye yardımda bulunur da öldürülürse bu da bir câhiliyyef Ötümüdür.
Ve her kim benim ümmetime karşı çıkar, iyisini kötüsünü vurur; mü'mİnînden
çekinmez; ahid sahibine verdiği sözü de yerine berİrmezse o benden değildir;
ben de ondan değilim!» buyurmuşlar.
(...) Bana
Ubeydullah b. Ömer EI-Kavariri de rivayet cttİ. (Dedi ki): Bize Hamnıâd b. Zeyd
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Eyyûb, Gaylân b, Ce-rîr'den, o da Ziyâd b. Riyâh
El-KaysiJden, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti.
Demiş ki: Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular...
Kavı, Cerîr'in hadîsi gibi rivayette bulunmuş ve :
demiştir.
54- (...)
Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurralımân b. Mehdi
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mehdi b. Meymûn, Gaylân b. Cerîr'deıı, o da Ziyâd
b. Riyâhî'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem):
«Her kim tâattan
çıkar; cemaattan ayrılır da sonra Ölürse, cahilîyyet ölümü ile ölür. Her kim
körü körüne (çekilmiş) bir sancağın altında ölür; asabe namtna kızar ve asabe
İçin çarpışırsa benim ümmetimden değildir. Ve benim ümmetimden her kfm ümmetime
karşı çıkar; iyisini kötüsünü vurur; mü'mİninden korunmaz; ahid sahibi olanına
da verdiği sözü yerine getirmezse benden değildir.» buyurdular.
(...) Bize
Muhamnıed b. Müsennâ ile İbnü Beşşar da ribâyet ettiler. (Dediler ki): Bize
Muhammed b. Cafer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Gaylân b. Cerîr'den bu
isnâdla rivayet etti.
Ama îbnü'I - Müsennâ
bu hadîsde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i anmadı, tbnü Beşşar'a
gelince: O kendi rivayetinde yukariki-lerin hadîsinde olduğu gibi «Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu.» dedi.
Câhillîyet ölümünden
murâd : Dinsiz gider demek değildir. Cahilliy-yet devri arapları keşmekeş
içinde olup hükümdar falan tanımaz; kimseye itaat etmezlerdi. Amirine itaat
etmeyip cemâatten ayrılan bir müslü-man da onlara benzeyeceği için âsi olmuş
ilur.
Asabe : Baba
tarafından olan akrabadır. Sinirlerin bütün vücudu kaplaması gibi bir kimsenin
asabesi de onu her taraftan kuşattıkları için kendilerine bu isim verilmiştir.
Asabe nâmına harbetmek, kızmak ve propaganda yapmak Hakka ve dîne yardım değil,
bilâkis hevâ ve hevese göre harekettir. Bu da câhiliyyet devri âdetlerinden
biridir. Binaenaleyh böyle bir harpte öldürülen de şehîd değil âsi olur.
«Mü'minınden
çekinmez.» sözünden murâd: mü'mini öldürdüğüne aldırış etmez; vebalından
korkmaz demektir.
55- (1849)
Bize Hasen b. Rabî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd, Ca'd'dan, o da
Ebû OsmanJdan, o da Ebû Recâ'dan, o da îbnı Abbas'dan rivayet etti. Şöyle demiş
: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bîr kimse emîrİnden
hoşlanmadığı bîr şey görürse sabretsin! Zira her kim cemaatleri
bir karış
ayrılır da ölürse,
bu bir cahİlİyyet
ölümüdür.» buyurdular.
56- (...)
Bize Şeybân b. Ferrûh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvâris rivayet
etti, (Dedi ki) : Bize Ca'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Ebû Recâ El-Utâridî,
İbni Abbâs'dan, o da Resûlüİlah (SallaUahit Aleyhi ve Sellem) 'den naklen
rivayet etti.
«Bİr kimse emîrinİn
bir şeyinden hoşlanmazsa buna sabretsin! Zira insanlardan hiç bir kimse yoktur
kî, sultana bîr karış karşı çıksın ve bu halde ölsün de câhiliyyer ölümü ile ölmüş olmasın!» buyurmuşlar.
57- (1850)
Bize Hüreynı b. Abdilâ'lâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu'temir rivayet etti.
(Dedi ki): Babamı, Ebû Miclez'den, o da Cündeb b. AbdiIIâh El-Becelîden naklen
rivayet ederken işittim. Şöyle demiş: Re-sûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem)
:
«Her kim körü körüne
(dikilmiş) bir sancağın altında, asabiyyete davet veya bir asabiyyete yardım
ederken öldürülürse, bu bir câhîlİyyet ölümüdür!» buyurdular.
İbni Abbâs
(Radiyallahu anh) rivayetini Buhar i «Ahkâm» ve «Fiten» bahislerinde tahrîc
etmiştir.
«Bir kimse emîrinİn
bir şeyinden hoşlanmazsa...» cümlesinden murâd; dîni hususunda yaramaz bir
hareketini görürse demektir. Sultana bir karış karşı çıkmak ona en ufak bir
şeyle dahî olsa isyan etmekten kinayedir.
Hadîs-i Şerif
hükümdarın zulüm ve fâsiklıkla ma'zûî sayılmayacağına delildir. Bâzıları
cemaatten bir karış ayrılmayı hükümdara yapılan bey'atı velev ednâ bir şeyle
olsun bozmaya gayrettir diye tefsir etmişlerdir. Çünkü böyle bîr1 hareket,
haksız yere kan dökülmesine müncerr olur.
58- (1851)
Bize Ubcydullah b. Muâz El-Anberî rivayet etti. Dedi ki): Bize babam rivayet
etti. (Dedi k*ı): Bize Âsim —ki İbni Mıılıammed b. Zeyd'dir— Zeyd b.
Muhammed'deıı; o da NâfiMen naklen rivayet etti. Şöyle demiş :
Abdullah b. Ömer, Zeyd
b. Muâviye zamanında Harra ak'ası olup bittikten sonra Abdullah b. Muti'a
geldi. (îbni Muti) :
— Ebû Abdirrahman'a [17]
bîr yastık atın! Dedi. (İbni Ömer)
— Ben sana oturmak için gelmedim. Sana bir hadîs söylemeye geldim. Ben
ResûîüIIâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i :
«Her kim bîr eli
taattan çıkarırsa kıyamet gününde Allah'a hiç bîr hücceti oimadığı halde
kavuşur. Ve her kim boynunda bir bey'at olmadığı halde Ölürse, câhiliyyet ölümü
gibi (bir ölümle) ölür.» buyururken işittim. Dedi.
(...) Bize
İbnü Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Ab-dillâh b. Bükeyr
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, UbeyduJIah b. Ebî Ca'ferden, o da Bükeyr b.
Abdillâh b. Eşecc'den, o da Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti
ki. kendisi İbni Mutî'a gelmiş...
Ve İbni Ömer Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den yukariki hadîs gibî rivayette bulunmuştur.
(...) Bize
Amr b. Alî rivayet etti. (Dedi kî): Bize İbni Mehdi rivayet etti. II.
Bİze Muhammed b. Amr
b. Cebele de rivayet etti. (Dedi ki): Bİze Biçr b. Ömer rivayet etti. Bunlar
toptan Hişâm b. Sa'd'dan, o da Zeyd b. Eşlem'd en, o da babasından, o da İbni
Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen Nafi'in,
İbni Ömer'den naklettiği hadîs mânasında rivayette bulunmuşlardır.
Harra :
Medine nin siyah taşlarla kaplı olan yeridir. Burada Yezîd b. Muâviye zamanında
63 tarihinde Şâm askerleri ile Medine 'İtler arasında şiddetli bir çarpışma
olmuş; neticede Şam'lar galip gelmişlerdi. Bu çarpışmanın sebebi Yezîd'in içki
kullanıp namazı bırakacak kadar yolunu şaşırmış olması idi. Medine 'lileri
Yezid'e ısındırmak için Vâlî Osman b. Muhammed Şam'a bir hey'et göndermişti ki
hadisimizde bahsi geçen Abdullah b. Mutî'de o hey'ette idi. Bunlar Yezîd 'den
fevkalâde ikram gördükler! haide onun İçki içtiğini, namazı bıraktığını
müşahede edip döndükleri vakit: «Biz öyle bir adamın yanından geliyoruz ki,
dîni yok, şarap içiyor; hatta sarhoş olup namazı terk ediyor; tanbur çalıyor;
önünde köçekler oynuyor! Allah'a şehâdet ederiz ki biz onu hal' ettik!»
dediler.
Bunun üzerine Medine
'liler Yezîd'i hal' ederek Abdullah b. Hanza1e'ye bey'at ettiler. Yezîd de
üzerlerine Şam'dan bir ordu gönderdi. Harb ettiler. Ensar'ın Kumandanı
Abdullah b. Hanza1e Muhacirlerin Kumandanı da Abdullah b. Mutî'idi. Şam ordusu
İse Müslim b. Ukbe'nin Kumandasında îdi. Abdullah harbi kaybedince Mekke'ye
giderek orada Abdullah b. Zübeyr'in maiyyetine girmiştir.
Bu hadîs dahî fisku
fücurdan dolayı hükümdarın mün'azil olmayacağına delildir.
59- (1852)
Bana Ebû Bekir b. Nâfi' ile Muhamnıed b. Beşşâr rivayet ettiler. (İbni Nâfi\-
Bize Gunder rivayet etti dedi. İbni Beşşâr ise; Bİze Muhamnıed b. Ca'fer [18]
rivayet etti; dedi.) (Demiş ki): Bize Şu'be, Ziyâd b. IlâknMan rivayet etti.
(Demiş ki): Ben Ari'ece'den dinledim. (Dedi ki): B^n Resûlüllah (Sallallahii
Aleyhi ve Sellem) 'İ şöyle buyururken işittim :
«Hiç şüphesiz bir
şeyler olacaktır! İmdi her kim bu ümmet derli toplu iken onun işini dağıtmak
isterse, kim olursa olsun hemen kılıçla onu (n boynunu) vurun!»
(...) Bize Ahmed
b. Hırâş da rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Habbân rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Ebû Avâne rivayet etti. H.
Bana Kaasîm b.
Zekeriyyâ dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubey-dulJah b. Musa, Seyhan'dan rivayet etli. II.
Bize İshâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mus'ab b. Mik-clâm EMÎas'amî haber verdi. (Dedi ki):
Bİze İsrail rivayet etti. H.
Bana Haccâc dahî
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Arim h. FadI rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Hanımâd b. Zeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Muhtar ile bir
adam (adını vermiştir) rivayet etti.
Bu râvîlerin hepsi
Zeyd b. Ilâka'dan, o da Arfece'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den .naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Şu kadar var ki
hepsinin hadîsinde : «Onu hemen
öldürün!"
denilmiştir.
60- (...)
Bana Osman b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yûnus b, Ebî Ya'fûr,
babasından, o da Arfece'den naklen rivayet etti. Söyle demiş : Ben ResûIÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Ji :
«İşiniz bîr adam
üzerinde toplu İken kim sizin sopanızı yarmak veya cemaatınızı dağıtmak
İsterse onu hemen öldürün!»
buyururken işittim.
Heııât : Henenin
cenı'idir. Hene şey demektir. Burada ondan mır râd: Fitneler ve yeni zuhur
edecek hâdiselerdir.
«Sopanızı yarmak»
tâbiri cemaatı dağıtmaktan kinayedir. Yâni sizin elmaatmızı yarılmış sopanın
dağıldığı gibi bir birinden ayırmak isterse onu vurun demektir. Cemâatin
birbirinden ayrılıp dağılması, anlaşama-mak ve bir birlerini sevmemekle olur.
Hadis-i Şerif,
hükümdar aleyhine ayaklanan veya müsİümanların birliğini bozmak isteyen bir
kimsenin öldürülmesini emretmektedir. Böylesi evvelâ nasîhatla yola
getirilmeye çalışılır. Vazgeçmezse kendisi ile çarpışılır, öldürmeden
şerrinden kurtuîunmazsa Öldürülür.
61- (1853)
Bana Vchb b. Bakıyyetel-Vâsıtî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid 1).
Abdillâh, Cüreyriden, o da Ebû Nadra'dan o da Ebû Said-i Hudrî'den naklen
rivayet etti. Şöyle demiş; Resûlüllab (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«İkİ halîfeye (birden)
bey'at edilirse onlardan ikinciyi Öldü rü verin!» buyurmuşlar.
Bu hadis nasihat filân
dinltnityip öldürmekten başka çare kalmadığı "zaman öldürüleceğine hamle
dil mistir.
İki kişinin aynı
zamanda halife seçilemeyeceğine ulemanın ittifak ettiklerini az önceki bâblarda
görmüştük. Hadîs-i Şerif aynı hükmü bil-dirivor.
62- (1854) Bize Heddâb b. Hâlid El-Ezdî rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Hemmâm b. Yahya
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Katâde, Hasan'dan, o da Dabbe b. Mihsan'dan, o da Ümmii Seleme"den
naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (SallallahüAleyhi ve Sellentj şöyle buyurmuş
:
«Bir takım emirler
gefecc-k! Siz: bilip i'tîrâz edeceksiniz. İmdi kim bilirse beıâet eder; kim
İ'tirazda bulunursa kurtulur. Lâkin kim rİza gösterir de tâbi' olursa!..,» Ashâb :
— Onlarla harb etmeyelim mi? Demişler.
«Hayır! Namaz
kıldıkları müddetçe!» buyurmuş.
63- (...)
Bana Ebû Gassân El-Mismaî ile Mubammed b. Beşşâr da hep birden Muâz'dan rivayet
ettiler. Lâfız Ebû Gassâıı'mdır. (Dedi ki): Bize Muâz —ki İbni Hişâm
Ed-Dcstavâi'dir— rivayet etti. (Dedi ki): Bana babanı, Katâbe'den rivayet
etti. (Demiş ki): Bize Hasan, Dabbe b. Mihsaıı eI-Anezi'den; o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Ümmii Seleme'deıi, o d;* Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti ki :
«Sizin üzerinize
bîr takım emirler
tayin edilecektir. Sîz
onları bilip
itiraz edeceksiniz, İmdi
her kim kerih
görürse berâet etti; her
kim itirazda bulunursa kurtuldu
demektir. Lakin kim
rizâ gösterir de tâbi'
olursa!...
buyurmuştur. Ashab:
Yâ Resûlul'ah onlarla harpetmeyeüm
mi? demişler.
«Hayır! Namaz
kıldıkları müddetçe!» buyurmuş. (Yânı her kim kalbi ile kerih görür ve kalbi
ile reddederse demektir.)
64- (...) Bana EbuV-Rabi' El-Alekî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd (yâni İbni Zeyd) rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Muallâ b. Ziyâd ile Hj.şâm, Hasan'dan, ada Dabbe b. Mihsan'dan, o da Ümmü
Selcme'den naklen rivayet ettiler. Ümmü Seleme: ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurdu...» demiş.
Râvî yukarki hadîs
gribi rivayette bulunmuş; yalnız: «Her kim reddederse muhakkak beri olur; ve
her kim kerîh görürse muhakkak kurtulur.» demiştir.
(...) Bize
bu hadîsi Hasan b. Rabî' Ei-Beceli de rivayet etli. (Dedi ki): Bize
İbnÜ'l-Mübârek, Hişânı'dan, o da Hasan'dan, o da Dabbe b. Mih-san'dan, o
da Ümmü Seleme^den naklen rivayet etti. Şöyle demiş :
Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular...
Râvî yukarıki
"hadîsin mislini söylemiş; yalnız «Lâkin rizâ gösterip lâbi' olan..»
cümlesi müstesna! Onu anmamıştır.
«İmdi her kim bilirse
beraat eder.» cümlesinden murâd: Kim kötülüğü bilir de bunda şüphesiz
kalmazsa, günahından berâet etmeye kendisine bir yol açıldı demektir. Bu
surette o kötülüğü imkânına göre eli ile veya dili ile değiştirir. Bunlardan
âciz kalırsa kalbi ile o işi kerîh görür,
«Her kim kerîh görürse
berâet etti demektir.» cümlesi de: bu kötülüğü kim kerîh görürse onun günah ve
cezasından kurtulur; manasınadır. Bu türlü hareket, kötülüğü eli ve dili ile
reddedemeyen hakkındadır.
«Lâkin kim rizâ
gösterir de tâbi, olursa'..» ifâdesi bir şart cümlesidir. Cevâbı mahzuf olup
«günaha girer ve ceza görür.» takdirindedir.
Hadîs-i Şerif
gelecekten haber veren bir rmı'cizedir. Verilen haber olduğu gibi zuhur
etmiştir.
Bir kötülüğü
defetmekten âciz kalan insanın mücerred susmakla günaha girmeyeceği, günaha
ancak ona kalben râzî olduğu zaman gireceği ve keza halife Islâmın esaslarından bir şey
değiştirmedikçe sırf zulmünden ve fistondan dolayı aleyhine ayaklanmama caiz
olmadığı bu hadîsin delâlet ettiği hükümlerdendir.
65- (1855)
Bize İshâk b. İbrahim EI-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki): Bize îsâ b. Yûnus
haber verdi. (Dedi ki): Bize Evzâî, Yezid b. Yezîd b. Câbir'den, o da Ruzeyk b.
Hayyân'dan, o da Müslim b. Karaza'dan, o da Avf b. Mâlik'ten o da Resûlüllah
(Sallcıllahü Aleyhi ve Seîlem) 'den naklen rivayet etti :
«Hükümdarlarınızın en
hayırlısı Dır birlerinizi sevdikleriniz ve bİrbirferİ-nîze duâ eftiklerİnizdir.
Hükümdarlarınızın en kötüleri de birbirinize buğru lanet etttklerİnizdir.n buyurmuşlar.
— Yâ Resuîâllah!
Onlarla kılıçla çatışmayahm ftıt? denilmiş.
«Hayır! Aranızda
namazı ikame etfikleri müddetçe!.. Şayet valilerimizden hoşlanmadığınız bir
şey görürseniz onun yapılmasını kerîh görür ve bîr eii itâafrfan
çıkarmayın!» buyurmuşlar.
66- (...)
Bize Dâvûd b. Ruşeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Velîd (yânî İbni Müslim)
rivayet etti. (Dedi ki); Bize Abdurrahmân b. Yezîd b. Câbir rivayet etti. (Dedi
ki): Bana Beni Fezârc'nm âzâdhsi —ki bu Zât Ruzeyk b. Hayyân'dır— haber verdi
ki. kendisi Avf b. Aîâük El-Eş-("îî'nin amcası oyla Müslim b. KarazaVı
söyle derken işitmiş: Ben Resûlül-lah (SaUallahü Aleyhi ve SeUem)'i :
«Hükümdarlarınızın en
hayırlısı bir birlerinizi sevdikleriniz ve bir birlerinize dua
eitİklerİnizdİP. Hükümdarlarınızın en kötüleri de bir birinize buğz-u lâ'net
ettiklerinizdir.» buyururken işi
tüm. Ashâb dediler ki
— Biz, yâ
Resûlâllah! O anda onlarla atışmayalım mı? Dedik.
«Hayır! Aranızda
namazı ikâme ettikleri müddetçe! Hayır; Aranızda namazı İkâme
ettikleri müddetçe!..
Dikkat! Bir kimseye
bîri vâlî olur da onu Allah'a ma'sıyeî olan bîr şey yaparken görürse, yaptığı
ma'sıyetten ikrah etsin! Ama bir eli itâattan çıkarmasın !» buyurdular.
İbni Câbir demiş ki :
«Bana bu hadîsi rivayet ettiği zaman dedim ki: (yâni Ruzcyk'a demiş) Allah
aşkına söylermisin yâ Ebc'I-Mikdânı, bunu sana rivayet mi etti; yoksa Müslim b.
Karaza'yi: Ben Avfi: Resûlüilah ' Sallallahü Aleyhi ve Selle m)'den işitttîm derken dinledim; diyordu.
(...) Bize
İshâk b- Mûsâ El-Ensârî de rivayet etti. (Dedi ki): Bizr Velid b. Muslini
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbııi Câbir bu-isnâdla rivayet etti. Ve: Beni
Fezâre'ııİn âzâdlisi Ruzeyk dedi.
Müslim b. Karaza'dan,
o da Avf b. Mâlik'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) 'den naklen
bu hadîsin mislini rivayet etti.
Bu hadisin
râvilerinden Ruzeyk b. Hayyân birçok nüshalarda burada olduğu gibi rivayet edilmişse
de Ebû Zürate'r -Râzi ve Dimaski gibi bazı ulema onu Züreyk şeklinde tesbit
etmişlerdir.
«Cesâ» kelimesi dahî
bâz- nüshalarda «ceza» şeklinde rivayet olunmuştur. Mamafih her ikisinin
mânâsı sahihdir. Cesa: çöktü; ceza: parmaklan ucuna oturdu demektir. Ebû Ömer
bu iki kelimenin ayni manaya geldiğini söylemiştir. Hadis-i Şerif mânâ itibârı
ile yukarıkiler gibidir.
67- (1856) Bize Kuteyfoe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ley s Sa'd rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys. Ebu' Zübeyr'den, o da CâbirMen naklen
haber verdi. Şöyle demiş ;
Biz Hudeybiye günü bin
dörtyüz kişi idik. Ve Ömer elinden lu m t olduğu halde ağacun altında ona
bey'st ettik. Hu ağaç bir büyük tike ağacı idi.
Câbir ;
«Ona biz,
kaçmayacağımıza dair bey'at eifik; ölüm üzerine bey'; etmedik.» demiş.
68- (...)Bize
Ebıi Bekir b. Ebî Şeyhe de
rivayet etti. (Dedi ki) Bikc İbni Uj-eyne rivayet eyledi. H.
Bize İbnü N'umeyr dahi
rivayet etli. (Dedi ki): Bize Süfyân. Ebıı'i Zübeyr'den, o da
Câbir'deıı naklen rivayet etti :
— lîiz Resûlüîîah
(Sallallahü Aleyhi vt Scllem) 'e ölüm üzerine bey'a etmedik Biz ona ancak "kaçmayacağımıza bey'at ettik!
Demiş.
69- (...)
Bize Muhammed b. Hatim dahî rivayet etli. (Dedi ki) Bize Haccâc,
İbnü Cüreyc'den rivayet etti (Demiş ki):
Bana Ebu'z-Zü beyr haber verdi. Câbir'e: Hudeybiye günü kaç kişi
oldukları soı-ulurker işitmiş. Câbir şöyle demiş :
— Bin dört yüz kişi
idik. Ona, Ömer ağacın alımda —ki bu ağa< büyük bir tiken ağacı idi— elinden
tutmuş olduğu halde bey'at ettik İbnü Kays El-Ensarî'nin dedesinden maada
hepimiz ona bey'at ettik. 0 devesinin karnı altına gizlendi.
70- (...)
Bana İbrahün b. Dînâr da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Mücâlid'iiı
âzâdhsı Haccâc b. Mulıammed EI-A'ver rivayet etti. (Dedi kî): İbni Cüreyc şunu
söyledi: Bana da Ebu'z-Zübeyr haber verdi, ki kendisi Câbire: Zülhulcyfe'dc
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hudeybiye kuyusuna dııâ [19]
etti... derken işitmiş.
71- (...)
Bize Saîd b. Arar EhEş'asî ile Süveyd b. Saîd, İshâk. îbrahîm ve Ahmed b. Abde
rivayet ettiler. Lâfız Saîd'indir. (Saîd îie tshâk: Bize haber verdi tâbirini
kullandılar.) Ötekiler: Bize Süfyân, Anır'dan, o da Câbir'den naklen rivayet
etti; dediler. Câbir şöyle demiş :
Biz Hudeybiye günü bin
dört yüz kişi idik. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize :
«Bugün siz yer yüzü
halkının en hayırhsısınız!» buyurdular.
Câbir şunu da söylemiş:
Gözüm görse size o ağacın yerini
gösterdim. [20]
72- (...)
Bize Muhammed b. Eî-Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki):
Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Amr b. Miirra'dan,
o da Salim b. Ebrl-Ca'd'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş :
Câbir b. Abdillâh'a
ağaç ashabını sordum da: Yüz bin kişi olsak yine bize yeterdi. Biz bin beş yüz
kişi idik; cevâbım verdi.
73- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile îbnü Nümeyr dahi rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Abdullah b. İdrîs rivayet
etti. H.
Bize Kifâ'a b. Heysem
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid (yâni Tahhân) rivayet etti. Her iki râvî
Husayn'dan, o da Salim b. Ebi'l - Ca'd'-dan, o da Câbir'den naklen demişlerdir.
Câbir :
— Yüz bin kişi
olsaydık yine bize yeterdi. Biz bin beş yüz kişi idik! Demiş.
74- (...)
Bize Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim de rivayet ettiler. (İshâk: Bize
haber verdi, tâbirini kullandı. Osman ise: Bize Cerîr, A'meş'den rivayet etti;
dedi.) (Demiş ki): Bana Sâürn b. Ebi'1-Ca'd rivayet etti. (Dedi ki): Câbire :
— O gün kaç kişi idiniz? Diye sordum.
— Bin dört yüz! Cevâbını verdi.
75- (1857)
Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etfi. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi
ki): Bİze Şu'bc, Amr'dan (yâni İbni Mürra'-dan) rivayet etti. (Demiş ki): Bana
Abdullah b. Ebî Evfâ rivayet etti. (Dedi ki):
Şecere esbabı [21] bin
iiçyüz kişi idi. Eşlem Kabilesi, muhacirlerin sekizde biri idi.
(...) Bize
Îbnü'l-Müsennâ da rivayet etti (Dedi kî): Bize Ebû Dâvûd rivayet etti. H.
Bize bu hadîsi tshâk
b. İbrahim dahî rivayet etti. (Dedi kİ): Bize Nadr b. Şümeyl haber verdi.
Bunlar hep bir den ŞuTje'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
76- (1858) Bize
Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. Zürey' Hâlid'den, o da
Hakem b. Abdillâh b. Arac'dan, o da Ma'kıl h. Yesâr'dan naklen haber verdi.
Şöyle demiş :
Gerçekten kendimi ağaç
gününde görmüşümdür. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) insanlardan bey'at
alıyor; ben de ağacın dallarından bir dalı başından kaldırıyordum. Biz bin dört
yüz kişi idik. Ona ölüm ürerine bey'at etmedik. Lâkin kaçmayacağımıza dair
bey'ai ettik.
(...) Bize
bu hadîsi yine Yahya b. Yahya rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Hâlid b. Abdillah, Yûnus'dan bu isnâdla haber verdi.
77- (1859)
Bize bu hadîsi Ilânıid b. Ömer'de rivayet etti. (Dedi kî): Bize Ebû Avâne,
Tarık'dan, o da Saîd b. El-Müseyyeb'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Babam Rcsûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e ağaç yanında bey'-at edenlerdendi. Ertesi sene
hacca gittik. Ama ağacın yeri bize gizli kaldı. Şayet sizin için belli ise sîz
daha iyi bilirsiniz!
78- (...)
Bana bu hadisi Muhammed b. Râfi' dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Ahmed
rivayet etti. İbni Râfi': Ben onu Ebû AhmedJden naklen Nasr b. Alî'ye de okudum
dedi. (Ebû Ahmed demiş ki,): Bize Süf-yân, Târik b. Abdirrahmân'dan, o da Saîd
b. El-Müseyyeb'den, o da babasından naklen rivayet etti, İti kendileri ağaç
yılında Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında İmişler. Ama
gelecek yıl o ağacı unutmuşlar.
79- (...) Bana Haccâc b. Şâir ile Muhammed b. Râfi' de
rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Şebâbe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Katâde'den, o da Saîd b. EI-Müseyyeb'dcn. o da
babasından naklen rivayet etli. Şöyle demiş:
Gerçekten o ağacı
gördüm. Sonra ona geldim; ama onu bilemedim.
80- (1860)
Bize Kuteybe b. Saîd de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hatim (yânî İbni İsmail)
Seleme b. Ekva'ın âzâdlısı Yezîd b. Ebî Ubeyd'-den naklen rivayet etti. Şöyle
demiş :
Seîeme'yc: Hudeybiye
günü Resûliillah (Sallallahii Aleyhi vt Sellem)'e hangi şey üzerine bey'at
ettiniz? Dİyc sordum. — Ölüm üzerine! Dedi.
(...) Bu
hadîsi bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b. Mes'ade
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd, Seleme'den bu hadîsin mislini rivayet
etti.
81- (1861)
Bize yine İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mahzunu haber verdi.
(Dedi ki): Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Amr b. Yahya, Abbâd b.
Temîm'den, o da Abdullah b. Zeyd'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Ona biri gelerek: İşte
bu İbni Hanzale'dir; insanlardan bey'at alıyor! Demiş. O da: Ne üzerine? Diye
sormuş.
— ölüm üzerine! cevâbım vermiş.
— Hayır!
Ben bunun üzerine
ResûlüUah (SallaUahü Aleyhi ve
Seî-lem) 'den sonra hiçbir kimseye bey'at etmem! Demiş.
Bu hadîsin Hz. Câbir ,
Müseyyeb ve Seleme rivayetlerini Buharı «Kitâbü'I-Megâzb de; Abdullah b. Zeyd
rivayetini «Kitâbül-Cihâd» da; Câbir rivayetini Nesâî ile Buharî «Kitâbü'I-Tefsîr» de muhtelif râvîlerden
tahrîc etmişlerdir.
Bey'ati'r - Ridvân
demlen Hudeybiye bey'atında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem.) 'in
yanındaki sahabenin sayısını bildiren rivayetler muhteliftir. Bunların
bazısında 1400, bâzısında 1500, bir rivayette 1300 kişi olduğu
bildirilmektedir. Beyhakî ekseri rivayetlerin 1400 olduğunu söylemiştir.
Rivayetlerin arası şöyle bulunur: Bu bey'atta bulunan ashâb bin dört yüz
küsurdur. Ancak hadisi 1400 kişi idiler, diye rivayet edenler, küsuru dikkate
almamış; 1500 olduğunu söyleyenler onu da he&ıba katmışlardır. 1300 kişi
olduğunu söyleyenler ise kaç olduklarım iyi bilmedikleri için bir kısmını
söylememişlerdir.
O gün ashabın
Peygamber (Saîlallahii Aleyhi ve Sellem) efendimize ne üzerine föz verip bey'at
ettikleri de muhtelif şekillerde rivayet olunmuştur.
Hz. Câbir rivayetinde
ölüm için değil harbten kaçmayacaklarına, Seleme rivayetinde ölüm üzerine
bey'at ettikleri bildiriliyor. Mamafih bu İki rivayet arasında zıddiyet yoktur.
Çünkü ölüm üzerine yapılan bey'attan murâd: ölseler bile harbten
kaçmayacaklarına söz vermektir. Bir rivayette ashab burada hicret ve cihâd
için; başka bir rivayete göre dinleyip itaat için; Hz. Abdullah b. Ömer'in bir
rivâyetinde ise sabır için bey'at etmişlerdir.
Ulema sabır
rivayetinin bütün mânâları bir araya toplayıp maksadı tam olarak ifade ettiğini
söylemişlerdir. Şöyle ki : Kaçmayacaklarına dair yaptıkları bey'aün mânâsı ya
zafer kazanmcaya yahut ölünceye kadar sabretmektir, ölüm ve cihâd üzerine
yapılan bey'aün mânâları da sabırdır.
Islâmiyetin ilk
devirlerinde on müslümamn yüz kâfir karşısında sabredip kaçmamaları vâcib idi.
Yüz müslüman bin kâfire karşı durmakla mükellef idiler. Sonraları bu hüküm
lafteshedilerek iki misli düşmana karşı sabıretmek vâclb olmuştur. Malikîlerle
Şâfiîlerin ve cumhurun mezhebi budur. Bu kavil Ibni Abbâs (Radiyallahu anh)
'nın da mezhebidir.
İmâm A'zam'la diğer
bir kısım ulemaya göre âyet neshedil-memiştir.
Hz. Câbir'in : «Yüz
bin kişi olsak yine bize yeterdi.,.» sözü, Hudeybiye kuyusu hakkındaki sahih
hadîsin kısaltılmış şeklidir. O şunu demek İstemiştir: Ashâb Hudeybiye denilen
yere varınca orada bir kuyu buldular. Suyu çok azdı. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) o kuyuya tükürerek bereketlenmesi için duâ etti.
Arkacığından kuyu coştu. Bütün ashab abdest aldılar; hayvanlarını suladılar.
Gerçi ashab 1500 kişi idiler; fakat 100.000 kişi -olsalar kuyunun suyu yine
hepsine yeterdi. Bu hâdise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
mu'cizelerinden biridir. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Câbir'e suâl soran zât,
hadîsin asimi ve mu'cize olduğunu biliyor; sadece ashabın sayısını bilmiyormuş.
Ulemânın beyanına göre
altında Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sel-lem)'e bey'at yapılan ağacın yeri
bulunmaması Allah'ın bir rahmetidir. Çünkü ağaç olduğu gibi kalsa câhil halkın
ona tapmalarından korkulurdu. Bu ağacın altında bey'at gibi büyük bir hayır
vaki' oldu; oraya ridvân ve sekînet İnmiştir., diyerek nice kimseler fitneye
düşebilirlerdi.
Câbir (Radiyallahu
anh) hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in : «Bu gün siz yer
yüzü halkının en hayırlısısınız!» buyurması ile istidlal eden bâzı şüler Hz,
A1î'yi Osman (Radiyallahu anh) üzerine tercih ve tafdil ederler. Çünkü o gün A1i
(Radiyallahu anh) mevcud fakat Hz. Osman orada yoktu. Şîanın iddiası doğru
değildir. Zîra Osman (Radiyallahu anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
efendimizin emri ile Mekke 'de kalmış; onun namına bey'atım bizzat Resulü
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yapmıştır. Binaenaleyh hükümde Hz. Osman
da dâhildir. Zâten hadîsde sahabenin bir birlerine üstünlükleri
kasdedllmemiştir.
Yine bu hadîsle
bâzıları Hızır (Hadır) (Aleyhisselâm) 'm peygamber olmadığına istidlal etmiş
ve: «Peygamber olarak sağ bulunsa idi, ashabın bir peygamberden üstün olmaları
lâzım gelirdi; bu gösterir ki o zaman Hızır (Aleyhisselâm) sağ değildi.»
demişlerse de sağ ve peygamber olduğunu söyleyenler buna cevap vermiş; onun
peygamberliğine delâlet eden âyetleri hatırlattıktan sonra o gün ashabla
birlikte Hızır (Aleyhisselâm) 'mda
arada bulunduğunu söylemişlerdir :
Yine bu hadîsle
bazıları Hızır (Hadır) (Aleyhisselâm) 'm peygamber olmadığına istidlal etmiş
ve : «Peygamber olarak sağ bulunsa idi, ashâbm bir peygamberden üstün olmaları
lâzım gelirdi; bu gösterir ki o zaman Hızır (Aleyhisselâm) sağ değildi.»
demişlerse de sağ ve peygamber olduğunu söyleyenler buna cevap vermiş; onun
peygamberliğine delâlet eden âyetleri hatırlattıktan sonra o gün ashabla
birlikte Hızır (Aleyhissefâm) 'n da
orada bulunduğunu söylemişlerdir.
82- (1862)
Bize Kuteyfae b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hatim (yâni İbnİ İsmail)
Yezîd b. Ebî Ubeyd'den, o da Seleme h. Ekva'dan naklen rivayet etti, kendisi
Haccâc'ın yanına girmiş de (Haccâc) :
— Ey EkvaJ oğlu! Gerisin geriye döndün mü?
Bedevîleştin mi? diye
— Hayır! Ve lâkin Resûlüllah (Sallallakü
Aleyhi ve Seüem) bana çöle gitmeye izin verdi. Demiş.
Bu hadisi B uhâri
«Kitâb'l-Fiten» de; Nesâî «Bey'at» da lahrîc etmişlerdir. Konuşma Haccâc b.
Yûsuf Es-Sekafî'-nin Hicaz valisi bulunduğu sıralarda 74 târihinde olmuştur.
Haccâc «gerisin geriye döndün mü » suâli ile Nesâî'nin tahrîc ettiği İbni
Mes'ûd hadîsine işaret etmiş olacaktır, Mezkûr hadisde ri-bâyı yiyene ve
müvekkiline lanet okunduktan sonra: «Hicretinden sonra gerisi geriye donene de
Allah iânet eylesin!» denilmektedir.
Kaadî Iyâz diyor ki :
«Muhacirin hicretim terk ederek tekrar vatanına dönmesinin haram kılındığına ve
muhacirin çöl hayatına dönmesinin büyük günahlardan olduğuna ümmet icmâ'
etmiştir. İşte Haccâc — Seleme kendisinin çöîe Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in izni ile çıktığını bildirinceye kadar— buna işaret etmiştir. Ama
ihtimâl Seleme vatanından başka bir yere gitmiştir. Yahut hicretten maksad,
muhacirin vardığı yerde kalmasıdır. Bunun farz kılınması Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e yardım etmek veya onunla beraber olmak için, onun
zamanına mahsustur. Yahut bu mesele Mekke 'nin fethinden önce olmuştur. Mekke
fethedilip Allah isîâmı bütün dinlerden
üstün, küfrü zelil ve müslümanları aziz kılınca
artık hicretin farziyeti
sakıt olmuş; Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Fefihden sonra hicret
yoktur! Buyurmuştur...»
Yine Kaadî'nin
beyânına göre Mekke'nin fethinden önce hicretin Mekke 'liîere farz olduğuna
ulema ittifak etmişlerdir. Başkaları hakkında ihtilâf edilmiş; bîr takımları
onlara vâcib değil mendûb olduğunu söylemişlerdir. Bazlarına göre hicret, bütün
halkı müslüman-Iığı kabul etmeyen yerler müslümanlarma farzdı. Bunun sebebi,
müslü-manı küffann hükmünden kurtarmaktı.
Buhâri'nin bir
rivayetinde : «Hz. Osman şehld edildikten sonra Seleme b. Ekva' Rabeze'ye
çekildi. Ve orada bir kadınla evlendi. Bu kadın ona birkaç çocuk doğurdu.
Seleme ölümünün birkaç gün öncesine kadar orada kaldı. Nihayet Medîne'ye
indi.» deniliyor. Rabeze Medîne'ye ^ konak mesafede bir yerdir. Hz. Seleme 74
târihinde Medine'de vefat etmiştir.
83- (1863)
Bize Ebû Ca'fer Muhammed b. Sabbâh rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmâîl b.
Zekeriyyâ, Âsim El-Ahvel'den, o da Ebû Osman En-Nehdî'den naklen rivayet etti.
(Demiş ki): Bana Mücâşi' b. Mes'ûd Es-Sülemî rivayet etti (Dedi ki) :
Hicret üzeri-e bey'at
etmek için Feygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'e geldim de: «Hicret, ehli
için geçmiştir. Ve lâkin islâm, cihâd ve hayır üzerine (bey'at bakîdir) buyurdu.
84- (...)
Bana Süveyd b. Saîd de rivayet etti. (Dedi.ki): Bize Alî b. Müshir, Asım'dan, o
da Ebû Osman'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bana Mücâşi' b. Mes'ûd
Es-Sülemî haber verdi. (Dedi ki): Kardeşim Ebıı Ma'bed'le Resûlüllab
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e geldim. Ve :
— Yâ Resûlâilah! Bundan hicret üzerine bey'at
al! D^dim. «Hicret, ehli için geçmiştir!» buyurdu.
«İslâm, cihâd ve hayır
üzerine!» buyurdular.
Ebû Osman demiş ki: Az
sonra Ebû Ma'bed'e rastladım. Ve kendisine Mücâşi'in sözünü haber verdim.
— Doğru söylemiş! Dedi.
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hammed b. Fudayl,
Asım'dan bu isnâdla rivayet etti. (Dedi ki) : Bunun üzerine kardeşine
rastladım: Mücâşi' doğru söylemiş dedi. Ama Ebû Ma'-bed'i anmadı.
85- (1353)
Bize Yahya b. Yahya ile İshâk b. İbrâhîm rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize
Cerir, Mansûr'dan, o da Mücâhid'den, o da Tâvûs'-dan, o da İbni Abbâs'dan
naklen.haber verdi. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fetih
(yânî) Mekke'nin fethi günü :
«Hicret yok! Ve lâkin
crhâd ve niyet (var!) Sefere çağırıldığınız zaman hemen gıdın!» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Bekir b. EM Şeybe ile Ebû Küreyb de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Vekî', SüfyânJdan rivayet etti. H.
Bize İshâk b. Mansur
ile İbni Râfi' dahi Yahya b. Âdem'den rivayet
ettiler. (Demiş kî):
Bize Mufaddal (yânı îbni Müheihil) rivayet etti. H.
Bize Abd b. Humeyd de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeyduilah b. Mûsâ, İsrail'den naklen haber
verdi.
Bu râvîlerin hepsi
Mansûr'dan bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
86- (1864)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Habîb b. Ebî Sabit, Abdullah b.
Abdirrahmân b. Ebî Hüseyn'den, o da Atâ'dan, o da Âîşe'den, naklen rivayet
etti. Şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e hicret (in hükmü) soruldu, da :
«Fetihden sonra hicret
yoktur. Ve lâkin cihâd ve niyet (vardır). Sefere çağırıldığınız zaman hemen
gidin!» buyurdular.
Bu hadîsin Mücâşi'
rivayetini Buhârî «Cihâd» ve «Me-gâzî» bahislerinde; İbni Abbâs rivayetini
«Hacc» ve «Cihâd» da tahrîc etmiştir.
«Hicret, ehli İçin
geçmiştir.» cümlesinden murâd: sahiplerine meziy-yet kazandıran faziletli
hicret Mekke 'nin fethiden önce idi. O kimlere nasîb oldu ise oldu ve zaman
geçti; demektir.
«Ve lâkin islâm, cihâd
ve hayır üzerine (bey'at bakîdir.)» yâni siz hayrı, islâmiyet, cihad, ve iyi
niyet gibi şeylerde arayın! Hicret sebebi île hayır kazanmak Mekke 'nin fethi
ile sona ermiştir; ama bunlarla onu pek âlâ tahsil edebilirsiniz; demektir.
Hadisin bir
rivayetinde :
«Hicret yok» diğerinde
«fetihden sonra hicret yoktur!» buyuruluyor.
Ulema bunu iki suretle
te'vîl etmişlerdir. Birinci te'vîle göre mânâ şudur : Mekke fethedildikten
sonra artık oradan hicret yoktur. Çünkü orası isîâm beldesi olmuştur; ondan
hicret tasavvur edilemez.
îkinvi te'vîl:
Sahiplerine meziyyet kazandıran faziletli hicret yoktur. O Mekke 'nin
fethinden Önce Medine'ye göç edenlere mahsustur. Ve geçmiştir; zîra islâmiyet
artık kuvvet bulmuştur. Bu te'vîl daha sahihtir. Ulemâ hicreti beş kısma
ayırmışlardır :
1- Habeşistan'a hicret.
2- Mekke'den
Medîne'ye hicret.
3-
Kabilelerin Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e hicreti.
4- Müslüman
olan Mekke'lilerin hicreti.
5- Allah'ın
yasak ettiği şeyden hicret. Aîlâme Aynî bu beş nev'e ikinci Habeşistan hicreti
ile küfür diyarında dînîni meydana çıkaramayan müslümanlann hicretini ve âhir zamanda
fitneler çıkınca Şam'a yapılacak hicreti de ilâve ediyor. Filhakika îmâm Ahmed'in
rivayet ettiği bir hadîsde bu Şam hicretinden bahsedilmektedir.
Hicret hakkında birçok
hadisler vardır. Ayni, Sahîh-î Buhârî şerhinde bunları sıralamıştır. Bunların
hemen hepsi buradaki hadîs mâ-nâsmdadırlar.
Ulemâ küfür diyarından
hicretin kıyamete kadar devam edeceğini söylemişlerdir,
«Sefere çağrıldığınız
zaman hemen gidin!» ifadesinin mânâsı : Şayet hükümdar sizi cihâda davet ederse
hemen icabet ederek gidin! Demektir. Bu cümle cihâdın farz-ı kifâye olduğuna
delildir. Ümmetin bâzı ferdleri-nin ifâsı ile diğerlerinden de borç sakıt olur.
Ancak memleketi kâfirler îstîlâ ederlerse cihâd farz-ı ayın da olur.
Peygamber (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) zamanında cihadın hükmü ne olduğu ihtilaflıdır. Esah kavle
göre farz-ı kifâye idi. Mamafih farz-ı ayn olduğunu söyleyenler de vardır.
87- (1865)
Bize Ebû Bekir b. Hallâd El-Bâhilî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Velîd b.
Müslim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahmân b. Anar El-Evzâî rivayet etti.
(Dedi ki): Bana İbni Şihâb E-Zührî rivayet etti. (Dedi ki): Bana Atâ' b. Yezîd
El-Leysî rivayet etti, ki kendilerine rivayette bulunmuş. (Demiş ki): Bana Ebû
Saîd El-Hudrî rivayet etti ki, bedevinin biri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e hicreti (in hükmünü) sormuş da :
«Vah sana! Hicretin
hâli pek şiddetlidir! Senin develerin var mı?» buyurmuş. Bedevi :
— Evet! Demiş.
«Onların zekâtını
veriyor musun?» diye sormuş. Bedevi
(yine)
— Evet! Cevâbını vermiş.
«O hâlde köylerin
ötesinden iş gor! Şüphesiz Allah senin amelinden hiç bir şeyi eksiltecek
değildir!» buyurmuşlar.
(...) Bize
bu hadîsi Abdullah b. Abdirrahmân Ed-Dârimî dahî rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Muhammed b. Yûsuf, Evzâî'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti.
Şu kadar ki o:
«Şüphesiz Allah senin
amelinden hiç bir şeyi eksiltecek değildir.» dedi; ve hadîsde: «Suya geldikleri
gün onları sağıyor musun? Diye sordu. Bedevi:
— Evet! Dedi.»
ibaresini ziyâde eyledi.
Bu hadîsi Buhârî:
«Zekât, Hicret, Edeb» ve «Hibe» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Cihâd» da; Nesâî
oBeyat» ve «Siyer» bahislerinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
A'râbî ve Bedevi '.
Çölde yaşayan demektir. Bedevi'nin Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seîlem) 'e
sual sorması El-Mühelleb'e göre Mekke 'nin fethinden sonradır. Zira önce olsa
ona cevaben : «Fetihden sonra hicret yoktur!» buyururdu. Nitekim başkalarına
böyle cevap vermişti. Mamafih Bedevi'lerin sabırsız insanlar olduğunu, bu
zâtın da Medine 'nin o gün için ağır sayılan havasına sabrı tahammül
gösteremiyeceğini bildiği için hicretine izin vermemiş olması da mümkündür.
Kurtubi : << İhtimal bu cevap o Bedeviye mahsustur. Çünkü onun hâlini ve
Medine 'de kalmaya tehammül edemiyeceğini anlamıştır.» diyor. Bâzıları Mekke
'lilerden başkalarına bu hicretin farz değil müstehab olduğunu söylemişlerdir.
Rcsûlüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellevı) Bedeviye hicret için bey'ata İzin vermemiş; ona develeri
olup olmadığını; onların zekâtını verip vermediğini sormuştur. Diğer
mallarının zekâtını sormamıştır. Çünkü o zâî deve sahibi idi. Develerinin
zekâtı bahis mevzuu olunca sair maUarmın zekâtı da buna kıyasla anlaşılır.
Bihâr : Denizler
demektir. Fakat burada ondan murâd: Köylerdir. Araplar köylere bihâr, köye de buhayre
derler.
«O halde köylerin
Ötesinde iş gör!» cümlesinin mânâsı: Üzerine farz olan zekâtı verdin mi nerede
bulunursan bulun aldırma! Evin köylerin ötesinde bile olsa ondan otur; hicret
etme! Demektir.
88- (1866)
Bana Ebu't-Tâhir Ahmed b. Anır b. Şerh rivayet etti. (Dedi kİ): Bize İbni Vehb
haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus b. Yezîd haber verdi. (Dedi ki): İbni Şihâb
şunu söyledi: Bana Urve b. Zübeyr haber verdi ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in zevcesi Âişe şunları söylemiş :
Müzmin kadınlar
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e hicret ettikleri vakit Allah (Azze
ve Celle) 'nin :
Ey Peygamber! Sana
mü'min kadınlar Allah'a hiç bir şeyi şerîk koşmayacaklarına, çalmayacaklarına
ve zina etmeyeceklerine dâir bey'at etmeye gelirlerse [22]...
Kavli ile —âyetin sonuna kadar— imtihan olunurlardı. Âişe (sözüne devamla) şöyle demiş:
Mü'min kadınlardan bu
şartı kim ikrar «derse mihneti ikrar etmiş, olurdu. Kadınlar bunu sözle ikrar
ettikleri vakit Resûlülah (Sallallchü Aleyhi ve Sellem) onlara :
«Haydi gidin! Sizin
bey'aîınızı kabul ettim!» derdi. Hayır! Vallahi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in eli hiç bir kadının eline dokun-mamıştır. O kadınlardan yalnız
sözle b«y'at alırdı. Âişe demiş ki :
Vallahi Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadınlardan, Allah Teâlâ'nın emrettiğinden başka
hiç bir şey almamış; ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Jin avucu
asla bir kadının avucuna d okunmamıştır. Onlardan bey'at aldığı zaman kendilerine
sözle:
«Bey'atrnızı kabuj
ettim!» derdi.
89- (...)
Bana Hârûn b. Saîd El-Eylî Ebu't-Tâhir de rivayet ettiler. (Ebu't-Tâhir: Bize
haber verdi tâbirini kullandı. Hâi-ûn ise: Bize İbni Vehb rivayet etti. Dedi.)
(Demiş ki): Bana Mâlik, İbni Şihâb'dan, o da Urve'den naklen rivayet etti ki.
ona da Âişe. kadınların bey'atını haber vermiş; ve :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellevı) eli ile hiç bir kadına dokun-mamıştir. Lâkin kadından
bey'atı sözle alırdı. Onu sözle aldı da kadın da söz verdi mi «Git! Senin bey'atını aldım!» derdi.
Bu hadîsi Buhar i
«Şurût» ve «Talâk» bahislerinde tahrîc etmiştir.
Hadîsdeki «İmtihan
olunurlardı.» sözünden'fnurâd: Kendilerinden bey'-at ve söz alınırdı demektir.
Nitekim: «Bu şartı kim ikrar ederse mihneti ikrar etmiş olurdu.» cümlesi de:
«Âyetteki: şirk koşmamak, çalmamak ve zina etmemek şartını ikrar eden şer'î
bey'atı yapmış olur» manasınadır.
1-
Kadınların bey'atı el vermek sureti ile değil, yalmz sözledir. Erkeklerin ise
hem söz hem de el ele tutuşmak sureti ile olur.
2- îhtiyâç
ânında ecnebi bir kadının sözünü dinlemek, sesini işitmek mubahdır.
3- Ecnebi
bir kadının cildine dokunmak caiz değildir. Meğer ki, hekimlik, kan aldırmak,
diş çıkartmak gibi bîr zaruret ola! Bu takdirde caiz olur; çünkü zaruretler
memnu' olan şeyleri mubah kılar.
90- (1867)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuieybe ve İbni Hucr rivayet ettiler. Lâfız İbni
Eyyûb'undur. (Dediler ki): Bize İsmâîl —bu zât İbni Ca'ferMir— rivayet etti.
(Dedi ki): Bana Abdulah b. Dînâr haber verdi, ki kendisi; Abdullah b. Ömer'i:
Biz Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e dinleyip itaat şartı ile bey'at ediyorduk. Bize
: «Gücünün yettiği hususta» buyururdu; derken işitmiş.
Bu hadîsi Buhâri «Ahkâm» bahsinde tahrîc etmiştir.
«Gücünün yettiği
hususta» mânâsına gelen kelimesi
yalnız
Müstemlî ile
Serahsî1 nin rivayetlerinde
burada Jİduğu gibi müfred zikredilmiştir. Başkalarının rivayetlerinde
«Gücünüzün yettiği hususta» şeklinde cemi' olarak nakledilmiştir.
Nevevî bu kelimeyi
müfred mütekellim yânî «gücümün yettiği hususta» mânâsına almış ve şöyle
demiştir: «Bu, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ümmetine olan sonsuz
şefekat ve merhametin dendir. Ümmetinden biri takat getiremiyeceği bir bey'atın
umûmuna girmesin diye onlara (gücümün yettiği hususta) demeyi öğrenmiştir.
Hadîs-i Şerîf, gücünün
yetmeyeceği bir işe özenen kimseye: yapamayacağın işe özenme! demenin caiz
olduğuna delildir. Ve mânâ itibarı ile «gücünüzün yeteceği işleri iltizâm
edin!» hadîsi gibidir.
91- (1868)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah, Nâii'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet
etti. İbni Ömer şöyle demiş:
Uhud harbi günü
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni harb-te teftiş etti. (O zaman) on
dört yaşında idim. Bana müsaade etmedi. Beni Hendek günü de teftiş etti. (O
zaman) onbeş yaşında idim. Ve bana müsâade etti. Nâfi' demiş ki: Bunun üzerine
Ömer b. AbdilâzîzJin yanına gittim. O gün halîfe idi. Ve kendine bu hadîsi
söyledim. Ömer:
— Gerçekten bu,
küçüklükle büyüklük arasında bir sınırdır. Dedi; ve me'murlarma: onbeş yaşında
olan kimseye asker aylığı bağlamalarını yazdı. Bu yaştan aşağı olanı çocuklara
katın! Dedi.
(...) Bize
bu hadîsi Ebü Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b.
İdrîs ile Abdurrahîm b. Süleyman rivayet ettiler. H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ dalıi rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Abdülvehlıâb (yâni Sekafi) rivayet etti. Bunlar hep birden Ubeydullah'dan
bu İsnâdla rivayette bulunmuşlardır. Yalnız onların hadîsinde : «Ben on dört
yaşında idim, de beni küçük gördü.» ifadesi vardı.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbifş - Şehâdât» da; îbni Mâce «Hudûd» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Bulûğ yaşından murâd :
Harbde ve diğer iğlerde sahibine erkek hükmü verilen yaştır. Erkeklerin
ihtilâm olmakla, kadınların hays görmekle bulûğa erdiğinde ulemâ müttefiktir.
îhtilâmı geciken erkeklerle hayz görmesi geciken kadınlar hakkında ihtilâf
edilmiştir. Bâzıları erkeklerin onyedi veya onsekiz yaşında baliğ sayılacağını,
kadınlarda ise gebe kalmak gibi şeylerin, bulûğa alâmet olacağını
söylemişlerdir.
imâm Şafiî, imâm Ahmed
, Evzaî, Ibni Vehb ve Hanefîler'den îmâm Ebû Yûsuf 'la îmâm Muhammed bulûğ
yaşını onbeş sene olmakla sınırlandırmış; ve: «Erkek, kadın onbeş yaşını
tamamlayınca mükellef olurlar. Artık ihtilâm olmasalar bile ibâdetlerin farz
olması ve saire gibi hükümler onlar hakkında da câridir. Bu yaşta bir oğlana
ganimetten erkek hissesi verilir. Küffardan onbeş yaşında olanları öldürmek
caiz olur.» demişlerdir.
îmâm A'zam bulûğ
yaşının kadınlarda onyedi, erkeklerde on dokuz, bir rivayette onsekiz olduğunu
söylemiştir, ki Sevrî'nin kavli de budur.
1- Ordu
kumandanı harbden evvel askerini teftiş
eder. Ve harbe elverişli olmayan askerleri geri çevirir. Ancak Hanefîler'le Mâlikîler'e göre bulûğa
yaklaşmış (murâhik) çocuklar harbedebilecek kadar güçlü kuvvetli olurlarsa
orduya alınabilirler,
2- Bu hadîs
Hendek harbinin dördüncü hicrî yılda olduğuna delildir. Sahih olan da budur.
Bâzı târih ve siyer uleması hicretin beşinci yılında olduğunu söyiemişlerse de
hadis-i şerif bu kavli reddetmektedir. Çünkü ulemâ Uhud harbinin hicretten üç
sene sonra vuku' bulduğunda müttefiktirler. Bu hadîsde ise Hendek harbinin
ondan bir sene sonra olduğu bildiriliyor.
92- (1869)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Mâlik'e, Nâü'den dinlediğim, onun
da Abdullah b. Ömer'den naklettiği şu hadîsi okudum: Abdullah şöyle demiş :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Kur'ânla düşman toprağına gid ibnesini yasak etti.
93- (...) Bize
Kuteybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.
Bize İbnl Rumh dahî
rivayet etli. (Dedi ki): Bize Leys, Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den, o da
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verdi ki, düşmanın
eline geçer endîşesi ile düşman toprağına Kur'ân-ı Kerimle gidilmesini yasak
edermiş.
94- Bize
Ebu'r-Rabî' El-Atekî ile Ebû Kâmil de rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize
Hammâd, Eyyûb'dan o da Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Kur'anla sefer
etmeyin! Çünkü ben onun düşman eline geçmeyeceğinden emin değilim.»
buyurdular.
Eyyûb : «Gerçekten
düşman onu ele geçirdi; ve onunla size münâzea ettiler.» demiş.
(...) Bana
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail (yâni tbni Uleyye) rivayet
etti. H.
Bize İbni EM Ömer de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân ile Se-kafî rivayet ettiler. Bunların
hepsi Eyyûb'dan rivayet etmişlerdir. 0.
Bize İbni Râfî' dahî
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Dahhâk (yâni İbni Osman) haber verdi. Bu râvîlerin hepsi Nâfi'den, o da İbni
Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Selîem)'den naklen rivayette
bulunmuşlardır.
İbni Uleyye ile
SakafTnin hadîsinde : «Çünkü ben korkarım.» cümlesi, SüfyânJIa Dahhâk b.
Osman'ın hadîslerinde ise :
«Düşmanın elîne geçer
korkusu ile..» ifâdesi vardır.
Bu hadîsi Buhâri, Ebû
Dâvûd ve lbni Mâce «Ci-hâd» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Görülüyor ki, Küffâr
memleketine mushafla gitmek, onun ellerine geçirirler de hürmetini ayaklar
altına alırlar korkusundan yasak edilmiştir. Şayet İslâm ordusu muzaffer olarak
küfür diyarına girer de Kur'ânı Kerim'i tahkir korkusu olmazsa mushafı oraya
götürmekte kerahet kalmaz. İmâm A'zam, Buharı ve diğer bazı ulemânın kavilleri
budur. Nevevi : «sahih olan da budur.» diyor.
İmâm Mâlik'le Şâfiâler
'den bir cemaata göre küfür diyarına mushaf götürmek mutlak surette memnû'dur.
Hadîs-i Şerîf'de beyan
edilen illet (yâni düşmanın tahkir etmesi korkusu) Peygamber (Sallallahii
Aleyhi ve Sellem) 'e efendimizin sözüdür. Mâ1ikî1er'den bazısı onu İmâm Mâ1ik'in
sözü zannederek hataya düşmüştür.
Kâfirlere, içinde âyet
bulunan mektup yazmak bilittifâk caizdir. B bâbta delil, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in Hirakl'e yazdıj nâmedir. Kaadî lyâz'm beyanına göre İmâm
Mâlik'le d ğer bâzı ulemâ, üzerinde besmele yazılı veya Allah Teâlâ zikredilen
altı ve gümüş paralan küffara vermek suretile ile muamelede bulunmayı kf rih
görmüşlerdir.
95- (1870)
Eize Yahya b. Yahya Et-Temimî rivayet etti. (Dedi ki)
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi vs Sellem) idmanlı atlarla HafyâMaı koşu yaptı. Müsabakanın sonu seniyyetü'I-Vedâ' idi.
İdman görmeyen ailar arasında da Seniyye'dcn Benî Züreyk mescidine kadar koşu
yaptı. İbn Ömer, burada müsabaka
yapanlar arasında idi.
(...) Bize
yine Yahya b. Yahya ile Mııhanımed h. Rumh ve Kuteybe b. Saîd, Leys b. Sa'dMan
rivayet ettiler. H.
Bize Halef b. Hİşâm
ile Ebu'r-Rabî' ve Ebû Kâmil de rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Hammâd —bu
zât tbni Zeyd'dir— Eyyûb'dan rivayet etti. H.
Bize Züheyr b. Harb da
rivayet elti. (Dedi ki): Bize İsmail, Eyyûb'-dan [23]
rivayet etti. H.
Bize tbni Nümeyr dahî
rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H-
Bize Ebû Bekir b. Ebi
Şeybe de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ ile Ubeydullah b. Saîd dahî rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Yahya
—ki El-Kattân'dır— rivayet etti. Bunların hepsi Ubeydullah'dan rivayet
etmişlerdir. H.
Bana Alî b, Hucr ile Ahmed b. Abde ve tbni Ebî Ömer de
rivayet
ettiler. (Dediler ki):
Bize Süfyân, t&mâîl b. Ümeyye'den rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Râfi'
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize AbdÜrrazzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni
Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana Mûsâ b. Ukbe haber verdi. H.
Bize Hârûn b. Saîd
El-Eylî dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki):
Bana Üsâme (yânı İbni Zeyd) haber verdi.
Bu râvileriıı hepsi
Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, naklen Mâlik'in Nâfi'den rivayet ettiği hadîs
mânâsında rivayette bulunmuşlardır.
Eyyûb'un, Hammad'la
İbni Uleyye tarafından rivayet olunan hadîsinde şuna ziyade etmiştir:
«Abdullah dedi ki: Ben geçmiş olarak geldim. At beni m esc i d den atlattı.»
Bu hadîsi Buhâ'rî
«Kitabü's-Salât» ile uKitâbü'l-Megâzî» de; Ebû Dâvûd Cihâd» da; Nesâî «HayI» de
muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bu müsabakaya «Sekb» nâ-mmdaki atı ile iştirak etmiştir.
Sekb: Yürük yânî hızlı
koşan mânâsına gelir. Bu hayvanın alnı sakar, üç bacağı sekirdi. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu B e -nî Fezâre kabilesine mensûb bir
bedeviden satın almıştı. Üzerinde ilk gaza ettiği at budur. îlk koşuya da
bununla iştirak etmiş ve herkezi geçerek müslümanları sevindirmiştir.
Atın idmanı, evvelâ
semizleyinceye kadar beslemek, sonra çeşitli vesilelerle onu terleterek yağını
eritmek ve zayıflatmakla olur. Böylece hayvan hafifler; et ve sinirleri
kuvvetlenir.
Hafyâ' yâhud Hayfâ' :
Seniyyetü'1-Vedâ' denilen yere 5-6 veya 7 mü uzaklıkta bir mevki'dir.
Seniyyctü'Jı-Vcdâ':
Veda yolu demektir. Bu yer Medine 'hin ke-hanndadır. Medine 'den çıkan yolcular
buraya kadar uğurlandıklan için ona bu İsim verilmiştir.
1- At yarışı
yapmak ve yarış için atı idmana çekerek gerektiğinde harbte faydalanmak için
hazırlamak biîittifâk caizdir. Hattâ
Şafiî1erıden bir rivayete göre sünnettir; mubah olduğunu söyleyenler de
olmuştur. Câhiliyyet devrinde araplar bunu yaparlardı. İslâmiyet dahî meşru'
kılmıştır. Müsabaka atlara mahsus da değildir. Hadîs-i Şerîf Ödül-süz
müsabakaya hamledilmiştir. Fukaha bu hususta bir takım şartlar beyân
etmişlerdir. Meselâ taraflardan birinin ortaya Ödül koyması caizdir; fakat iki
tarafın da ödül koyması kumar olur ki caiz değildir. Meğer ki aralarında Üçüncü
bir muhallil ola! Tafsilat fıkıh kitaplarmdadir.
îbni Tin'in beyânına
göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) atlar arasında yanş tertib etmiş;
ve birinciye üç yemen kumaşı, ikinciye İki, üçüncüye bir kumaş, diğerlerine de
derecelerine göre altın ve gümüş hediyyeler vermiş; hepsine hayır duada
bulunmuştur.
2- Hayvanı
ıslah için aç tutmak caiz; fakat işkence için aç tutmak yasaktır.
3- Koşuda
mesafe tayini caizdir.
4- Mescide,
yaptıran şahsa izafetle: filânın mescidi demek caizdir.
Diğer sâlih ameller de
sahiplerine izafe edilebilirler.
96- (1871)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etli. (Dedi
ki): Mâlik'e, Nâfi'den dinlediğim, onun
da İbni Ömer'den
rivayet ettiği şu hadîsi
okudum :
Resûlüllah (Sallalahü
Aleyhi ve Sellem) : «Kıyamet
gününe kadar hayır atların ahnlarındadrr.»
buyurdular.
(...) Bize
Kuteybe ile Rumh da Leys b. Sa'd'dan rivayet ettiler. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebi
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ahy b. Müshirle Abdullah b. Numeyr
rivayet ettiler. H.
Bize îbni Nümeyr dahî
rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.
Bize Ubeydullah b.
Saîd de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya rivayet etti. Bu râvîlerin hepsi
Ubeydullah'dan rivayet etmişlerdir. H.
Bize Hârûn b. Saîd
El-Eylî dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki):
Bana Üsâme rivayet etti. Bunların hepsi Nâfi'den, o da îbni Ömer'den, o da
Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen Mâlikin Nâfiden rivayet
ettiği hadîs gibi rivayette bulunmuşlardır. ,
97- (1872)
Bize Nasr b. Aliy El-Cehdamî ile Salih b. Hatim b. Ver-dân hepsi birden
Yezîd'den rivayet ettiler. Cehdamî dedi ki: Bize Yezîd b. Zürey' rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Yûnus b. Ubeyd, Amr b. Saîd'den, o da Ebû Zür'a b. Amr b.
Cerîr'den, o da Cerîr b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'i parmağı ile bir atın alnını örüyor ve :
«Atların alınlarına
kıyamet gününe kadar hayır düğümlenmiştir. Ecir ve ganîmet!» buyuruyorken işittim.
(...) Bana
Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmâîl b. İbrahim rivayet etti.
H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî', Süfyân'dan rivayet etti. Her
iki râvî Yûnus'dan bu isnâdfa bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
98- (1873)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Zekeriyyâ, Âmir'den, o da Urvetü'l-Bârikî'den [24]
naklen rivayet etti. Şöyle demiş :
Resulü İlah
(Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) :
«Atların alınlarına
kıyamet gününe hayır düğümlenmiştir. Ecir
vey ganimeti» buyurdular.
99- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Fudyl ile
İbnİ İdrîs, Husayn'dan, o da Şa'bîMen, o da Urvetü'l-Bârıkî'den naklen rivayet
ettiler. Şöyle demiş :
Resûlüllah (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Hayır atların
alınlarına düğümlenmiştir.» buyurdu.
Kendilerine*'
— Yâ Resûlallah! Bu ne
iledir? Denildi.
«Kıyamet gününe kadar
ecir ve ganimet!» buyurdular.,
(...) Bize
bu hadisi Ishâk b. İbralıîm de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr Husayn'dan
bu isnâdla haber verdi . Şu kadar var ki O : «Urve b. Ca'd» dedi.
(...) Bize Yahya b. Yahya ile Halef b. Hişam ve Ebû
Bekir b. Ebi Şeybe toptan EbuJl-Ahvas'dan rivayet ettiler. H.
Bize İshâk b, İbrahim
ile İbni Ebî Ömer, ikisi birden Süfyân'dan rivayet ettiler. Bunların hepsi
Şebîb b. Garkade'den, o da Urvetü'I-Bânkî'den, o da Peygamber (SallaÜahü Aleyhi
ve Sellem) 'den naklen rivayet etmişlerdir. Ama «Ecir ve ganimet!» cümlesini
anmamıştır. Süfyân'm hadîsinde: «Urvetü'l - Bârıkîden işitmiş; o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işitmiş..» cümlesi vardır.
(...) Bize
Ubeydullalı b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.
Bize İbnİ'l - Müsennâ
Üe tbııi Beşşâr dahi rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. Her iki râvî Şu'be'den, o da Ebû İshâk'dan, o da Ayzâr b.
Hureys'den, o da Urvetü'bnül - Ca'd'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen bu isnâdla rivayet etti. Ama: «Ecri ve ganimeti!»
ifâdesini anmadı.
100- (1874)
Bize yine Ubeydullah b. Muâz rivayet et i. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti.
H.
Bize Muhammed b. Müsennâ
ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Yahya b. Saîd rivayet
etti. Her iki râvî Ştrbe'den, o da Ebu'l-Tcyyâh'dan, o da Enes b.
Mâlik'den-naklen rivayet etmişlerdir. Enes şöyle demiş :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Bereket atların
alınlarındadır.» buyurdular.
(...) Bize
Yahya b. Habîb de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid (yâni İbni'l-Harîs)
rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Velîd
de rivayet elti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. CaJfer rivayet etti. Her iki râvî
demişler ki: Bize Şu'be, Ebu't-Teyyâh'dan rivayet etti. O da Enes'i Peygamber
(Saîîallahü Aleyhi ve Seî-îem) 'den bu hadîsin mislini rivayet ederken
dinlemiş.
Bu hadîsin İbni Ömer
ve Urve rivayetlerini Buharı" «Cihâd» bahsinde; Urve rivayetini Tirmi zi
ile îbni Mâce «Cihâd» da; Nesâî «Hayl» bahsinde; Enes rivayetini Buharı
«Kitâbü'I-Cihâd» ile «Alâmâtü'n-Nüb Üvve» de; Nesâî «Hayl» de tahric
etmişlerdir.
Atın alnından murad:
Alnına sarkan yelesidir. Hattâbî ve diğer bâzı âlimler alın kelimesinin atın
bütününden kinaye olduğunu söylemişlerdir. «Hayır düğümlenmiştir.» cümlesinden
murâd: hayır onlardan, düğümlenmiş gibi ayrılmaz demektir. Burada bir
istiâre-i mek-niyye vardır. Çünkü hayır mahsûs şeylerden değildir kî, alının
üzerine düğümlensin. Lâkin burada aklî olan şey, hissinin cinsine katılmış ve
mubâlega yolu ile hissiye verilen hüküm ona da verilmiştir. Alını zikretmek
istiareyi tecrîd içindir.
1- Gaza için
at beslemek müstehabtır.
2- Böyle bir
atın hayır ve fazileti kıyamete kadar bakîdir. Gerçi bir hadisde uğursuzluğun
atda da olabileceği bildirilmişse de ondan murad gaza için beslenmeyen atdır.
Yahud hayırla uğursuzluğun ikisi de bir atda bulunur manasınadır. Zira hadîs-i
şerîfde hayır, ecir ve ganimet diye tefsir edilmiştir. Bununla beraber o atla
teşe'üm de edilebilir.
3- Cihâd
kıyamete kadar bakidir.
4- Bir
kimsenin cihâd için hazırladığı atma hizmet etmesi müstehabtır.
101- (1875)
Bize Yahya b. Yalıya i/e Ebû Bekir b. Ebî Şeybe, Züheyr b. Harb ve Ebû Küreyb
rivayet ettiler. (Yahya: bize haber verdi tâbirini kullandı, ötekiler: Bize
Vekî' rivayet etti dediler.) (Demiş ki); Bize Süfyân, Selm b. Abdİrrahmân'dan,
o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) atların üç ayağı sekir olanını sevmezdi. Demiş.
102- (...)Bize
Muhammcd b. Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.
Bana Abdurrahmân b.
Bişr dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdur-razzâk rivayet etti. Bunlar hep
birden Süfyân'dan bu îsnâdla bu hadîsin mi&Iini rivayet etmişlerdir.
Abdürrazzâk'm hadîsinde: «Sekirlik, atın sağ arka ayağında ve sol Ön ayağında
yahud sağ ön ayağında ve sol oijka ayağında beyazlık olmaktır.» ifâdesini
ziyâde etti.
(...) Bize
Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muham-med (yânî İbni Ca'fer)
rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bana Vehb b. Cerîr rivayet etti. Bunlar
toptan Şu'be'den, o da Abdullah b. Yezîd En-Nehaî'den, o da Ebû Zür'a'dan, o da
Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen
Vekî'in hadisi gibi rivayette bulunmuşlardır. Vehb'in rivayetinde: «Abdullah b.
Yezîd'den..» ifâdesi vardır. NehaîJyi anmamıştır.
Şıkâl, burada sağ ard
ayağı İle sol Ön ayağında yahud sağ ön ayağı ile sol arka ayağında beyazlık
olan attır diye ta'rif olunmuştur, ki bu bir kavildir. Ebû Ubeyd ile lügat ulemasının cumhuruna
göre şikâl: üç ayağı sekir, bir ayağı sâde renkle olan attır. Bu isim atın bir
ayağını kasarak üç ayağının üzerinde durmasından alınmıştır. Ebû Ubeyd üç ayağı sâde, bir ayağı sekir olan ata da şikâl
denildiğini
söylemiştir. îbni
Düreyd: «şikâl: atın bir yandaki ayaklarının sekir olmasıdır; eğer sekirlik
çapraz ayaklarda olursa ona muhalif şikâl denir.» demiştir. Şikâli: atın ön
ayaklarının sekriliği diye ta'rif edenler olduğu gibi, arka ayaklarının
sekirliğidir diye ta'rif edenler hattâ ön ayakları ile bir arka ayağının
sekirliğidir; arka ayakları île bir ön aya-' ğının sekirliğidir di3'enler de
olmuştur.
Peygamber (SaUaîîahü
Aleyhi ve Seîlem) 'in bu şekil atı sevmemesi bâzı âlimlere göre at köstekli
İmiş gibi durduğundandır. Bir takımları : «îhtimâl Resûlüllah (SaUaîlahü Aleyhi
ve Sellem) bu cinsi denemiş de onda aradığı necâbeti bulamamıştır.»
demişlerdir. Mamafih yine ulemâdan bazılarına göre at sekir olmakla beraber
alnı da sakar olursa sevimsizliği gider. Çünkü bu suretle köstekli imiş gibi
gösteren hâli kalmaz.
103- (1876)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr Umâre'den (ki bu zât
İbnü'l-Ka'kaa'dır.) o da Ebû ZürVdan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti.
Şöyle demiş: Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Allah kendi yolunda
(gazaya) çıkan kimseye kefil olmuştur: (Buyurur ki): Onu (çıkaran) ancak benim
yolumda cihâd etmek, bana inanmak ve Peygamberlerimi tasdîk eylemek için
çıkarmıştır. Şu halde o, kendisini cennete koymamı yahud alabildiği kadar ecir
veya ganimet olarak içinden çıktığı evine döndürmemi benim üzerime
garantilemiştir.
Muhammed'in nefsi
yed-i kudretinde olan Allah'a yemîn ederim ki, şayet bir yara Allah yolunda
acıtırsa kıyamet gününde açıldığı zamanki kılığında gelecek, rengi kan rengi,
kokusu misk olacaktır. Muhammed'in nefsi yed-î kudretinde olan Allah'a yemîn
olsun ki eğer müslümanlara zor gelmese, Allah yolunda gaza eden bir seriyyenİn
ardından ebediyyen oturmazdım! Lâkin varlık bulamıyorum ki, onları (hayvan
üzerinde) taşıyayım! Onlar da varlık bulamıyorlar. Kendilerine benden geri
kalmak zor geliyor! Muhammed'in nefsi yed-İ kudretinde olan Allah'a yemin
ederim kî, ben Allah yolunda gaza ederek Öldürülmeyi, sonra yine gaza ederek
Öldürülmeyi, sonra yine gaza ederek
öldürülmeyi pek arzu ederim!» buyurdular.
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ile Ebû Küreyb de rivayet ettiler. (Dediler
ki): Bize İbni Fudayl, Umâre'den bu isnâdla rivayette bulundu.
104- (...)
Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muğîrc b. Abdirrahmân
EI-Hizâmî, Ebu'z- Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verdi:
«Allah, kendî yolunda
cihâd eden, evinden kendisini onun yolunda cihâdla onun kelimesini tasdıkde
başka hiç bir şey çıkaramayan, kimseyi cennete koyacağına yahud İçinden çıktığı
evine, kazandığı ecir veya ganimetle beraber döndüreceğine kefîl olmuştur!»
buyurmuşlar.
105- (...)
Bize Amru'n - Nâkid ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Süfyâıı
b. Uyeyne, Ebu'z - Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti :
«Eğer bir kimse Allah
yolunda yaralanırsa —ki Allah kendi yolunda yaralananı pekâlâ bilir— kıyamet
gününde yarası fışkırarak gelir. Honk kan rengi, koku da
misk kokusu!..» buyurmuşlar.
106- (...)
Bize Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrazzâk rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Mimeb-bih'den naklen rivayet etti.
Hemmâm: Bize Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den rivayet ettikleri şudur: diyerek bir takım hadîsler zikretmiştir
ki, onlardan biri de şudur: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Müslümanın aldığı her
yara Allah yolundadır. Sonra Kıyamet gününda bu yara, vurulduğu günkü kılığında
olacak, kan fışkıracaktır. Renk kan rengi, koku misk kokusu!» buyurdu. Ve Resûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem)
(sözüne devamla) :
«Muhammed'in nefsi
yed-i kudretinde olan Allah'a yemîn ederim ki, mü'minlere meşakkat vermiş
olmasam Allah yolunda gaza eden hiç bir se-riyyenîn ardında oturmazdım! Ve
lâkin varlık bulamıyorum kî, onları (hayvan üzerinde) taşıyayım! Onlar da
varlık bulamıyorlar ki, benim arkamdan gelebilsinler. Benîm ardımdan olurup
kalmaya da gönülleri razı olmuyor.» buyurdular.
(...) Bize
İbni Ebî Ömer de rivayet elti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Ebu'z-Zinâd'dan, o da
A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Ben
Resûlülîah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'i :
«Mü'minlere meşakkat
vermiş olmasam hiç bîr seriyyenİn arkasında oturmazdım!...» buyururken işittim.
Râvî hadîsi yukarıkilerin hadîsi gibi ve bu isnâdîa: «Nefsim yed-i kudretinde
olan Allah'a yemîn ederim kî Allah yolunda öldürülüp sonra diriltümeyi pek arzu
ederdim...» şeklinde Ebû ZürVnm, Ebû Hüreyre'den naklettiği hadîs gibi
rivayette bulunmuştur.
(...) Bize
Muhammed b. Müscnnâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dülvehhâb (yânı Sekafî) rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Ebû Muâviye rivayet etti. H.
Bize îbni Ebî Ömer de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mervân b. Muâ-viye rivayet etti. Bu râvîlerin
hepsi Yahya h. Saîd'den, o da Ebû Sâlih'-den, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etti. Şöyle demiş: Kesûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Selîem) :
«Ümmetime meşakkat
vermiş olmasam hiçbir seriyyeden geri kalmamak isterdim...» buyurdular.
Râvî yukarıkilerin
hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.
107- ( ..)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr, Süheyl'den, o da babasından,
o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Allah kendi yolunda
(gazaya) çıkan kimseye kefîl olmuştur...» buyurdu. Râvî hadîsi «Allah feâlâ
yolunda gaza eden hiç bir seriyyeden geri kalmazdım!» ifâdesine kadar rivayet etmiştir.
Bu hadîsin muhtelif
rivayetlerini Buhârî: «İmân», «Vudû'» ve «Fardu'l-Humüs» bahislerinde tahrîc
etmiştir.
Hak yolunda gazaya
çıkan kimseye Allah'ın kefil olması: lütf-u kereminden ona cennetini nasib
etmesidir. Bu kefalet, Teâlâ hazretlerinin:
«Şüphesiz ki Allah
mü'minlerden cennet karşılığında canlarım ve mallarını satın almıştır.» [25] âyeH
kerîmesine uygundur.
İkinci rivayetteki
«Onun kelimesini tasdik» den murâd: Kelime-i şe-hâdettir. Bâzıları: «Bundan
murâd: mücahide va'dedüen büyük sevabı haber veren Allah kelâmını tasdik
etmektir.» demişlerdir.
Allah yolunda can
veren mücâhidin cennete konması hususunda Kaadi Iyâz şunları söylemiştir
«İhtimâl Allah o kimseyi öldüğü anda cennetine koyar. Nitekim Teâlâ Hazretleri
şehîdler hakkında: Onlar diridirler;
Rableri katında onlar
rızık verilir. Buyurmuştur. Hadisde
de: şehîdlerîn ruhları cennettedir.
denilmiştir. Bir ihtimâl de cennete hesabsiz, azâbsız, soruşuz sualsiz giren
ilk bahtiyarlar ve mukarrebîn gurubu ile birlikte girmesidir. Ve sahih hadîsde
de açıklandığı vecihle şehîdlik günahlarına keffâret olur.»
«Yâhud alabildiği
kadar ecir veya ganimet alarak evine döndürmemi...» cümlesinin mânâsı şudur:
Henüz ganimet alınmamışsa mücâhid sadece kazandığı sevabı alarak evine döner.
Düşmandan ganimet alınmışsa ecirle beraber ganimetten hissesini de alır. Bu
cümledeki «ev» edatı «yahud>> mânâsına değil mecazen «ve» mânâsında
kullanılmıştır. Nitekim hadîsin bâzı rivayetlerinde buradaki «ev» yerinde «vav»
edatı bulunmaktadır. Hadîsden murâd: cihâda çıkan bir kimseye Allah Teâlâ her
hâl-ü kârda hayır vereceğini tekeffül etmiştir. Bu hayır ya şehîd olarak cennete
girmekle, ya ecir kazanarak evine dönmekle, yahud hem ecir hem de ganimet
alarak dönmekle tahakkuk edecektir; demektir.
Kaadî lyâz: «Bu
hadîsde geçen yed gelimesi kudret ve mülk manasınadır.» diyor. Yerinde de
görüldüğü vecihle yed: el demektir. Ancak Allah Teâlâ'ya nisbet edildi mi bu
keilme müteşabihâttan olur. (Mânâsını Allah bilir. Ümmet bu dünyada bilemez.
Selefin ulemâsı bu gibi kelime ve cümlelere mânâ vermeye kalkışmamış. Hak
olduğuna inanır; mânâsını Allah'a havale eyleriz; demişlerdir. Onlardan sonra
gelen bâzı âlimler müteşâbihleri yerine göre te'vîl etmişlerdir. İşte yed kelimesini
kudret ve mülk diye te'vîl etmişlerdir. îşte yed kelimesini kudret ve mülk
diye te'vîl bu kabildendir.)
Bu hadîsin üçüncü
rivâyetindeki :
«Allah kendi yolunda
yaralananı pekâlâ bilir!» cümlesi harb ve gazada ihlâs ve samimiyet gerektiğine
tenbihtir. Gazada verilecek sevâb bu ihlâs ve samimiyete göre olacaktır. Şu
halde Allah için, dîni için harbedenler ölseler de kalsalar da kazanacak,
ganimet veya şan kazanmak yahud düşman milletten öc almak gibi maksadlarla
gazaya çıkanlar sevabtan mahrum kalacaklardır. Bu cihet Mecelle'de «Bir işten
maksad ne ise hüküm ona göredir.» kaidesi ile hulâsa edilmiştir.
Hadîsin zahiri, bu
hükmün kâfirlerle yapılan harblere mahsus olduğunu gösteriyorsa da âsî ve
bâgîler, yol kesenler ve benzerleri ile yapılan çarpışmalar da ayni hükümde dahildir.
Şehidin kıyamet
gününde yarasından kan fışkırarak gelmesinin hikmeti, faziletine ve canını
feda ettiğine şahidi bulunmaktır.
1- Hadîs-i
Şerif cihadın ve Allah yolunda şehîd olmanın faziletine delildir.
2- Şehîd
olmayı ve keza kudreti hâricinde bir hayrı temenni etmek caizdir.
3- îki
maslahat çatıştığı zaman daha mühim olanı tercih edilir.
4- Cihâd
farz-ı kifâyedir.
5-
Müslümanlardan kötülüğün ve meşakkatin giderilmesine çalışılır.
6- Nefsim
yed-i kudretinde olan Allah'a., diye yemin etmen caizdir.
7- Hadîs-i
Şerif Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Seîlem) 'in ümmetine karşı beslediği
şefekat ve merhamete delildir.
108- (1877)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi kî): Bize Ebû Hâlid EI-Ahmar,
Şu'be'den, o da Katâde ile Humeyd'den, onlar da Enes b. Mâlik'den, o da
Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Seîlem) 'den naklen rivayet etti :
«ö/en hiç bîr nefis
yoktur ki, Allah indînde bir hayrı olsun da dünyaya dönmeyi ve dünya İle onun
içinde bulunan büfün varlıkların kendisinin olmasını arzu etsin. Yafnız şehîd
müstesna! Çünkü o, şehîdliğin faziletini gördüğü için dönmeyi ve dünyâda
tekrar Öldürülmeyi temenni eder. buyurmuşlar,
109- (...) Bize
Muhammed b. Müsennâ île İbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den naklen
rivayet etti. (Demiş ki): Ben Enes b. Mâ-lik'i Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seîlem) 'den rivayet ederken dinledim.
«Şehîdden başka
cennete giren hiç bîr kimse yoktur ki, dünyaya dönmeyi ve yer yüzündeki her
şeyin kendinin olmasını dilesin. Şehîd ise gördüğü ikramdan dolayı dönmeyi ve
on defa Öldürülmeyi temenni eder.» buyurmuş.
Bu hadîsi Buhârî ile
Tİrmizî «Cihâd» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
îsnâdı hakkında Ebû
Alî El-Gassânî şunları söylemiştin «Bu isnadın zahirine göre Şu'be bu hadîsi
Katâde ile Humeyd'in ikisinden, onlar da Enes 'den rivayet etmiştir. Doğrusu
Ebû Hâ1id onu Humeyd'den, o da Enes'den naklen rivayette bulunmuştur. Bunu
Abdülgani b. Said de böyle söylemiştir.»
Kaadî Iyâz: «Şu halde
Humeyd, Katâde üzerine değil, Şu'be üzerine atfolunmuştur...» diyor.
Hadîs-i Şerif
şehîdliğin faziletini gösteren en açık delillerden biridir. İbni Battal: «Bu
hadîs, şehîdliğin fazileti hakkında vârid olan delillerin en büyüğüdür.»
demiştir.
Şehide niçin şehîd
denildiği ihtilaflıdır. Nadr b. Şümeyl'e göre şehîd diri olduğu için ona bu
isim verilmiştir. Çünkü şehîdlerin ruhları islâm darına (cennete) varır ve
görürler. Başkalarının ruhları ise onu ancak kıyamette görür. İbni Enbârî'ye
göre ise şehidin cennete gireceğine Allah ve Melekleri şâhid oldukları için bu
isim verilmiştir. Ulemâdan bazıları
şehîd ruhunu teslim ederken kendisine
verîlecek sevâb ve kerameti gördüğü için ona bu ismin verildiğini söylemiş; bir
takımları ruhunu rahmet melekleri aldığı ve imanına şâhid oldukları için şehîd
denildiğine kail olmuşlardır. Hattâ : «Şehidin §ehîd olduğuna şahidi vardır, ki
o da kanıdır!» diyenler olmuştur.
Şehidin misk gibi
güzel kokusu onun fazilet ve şerefini mahşer halkına duyurmak için
yayılacaktır. Kanının ve cenazesinin yıkanmaması da bundandır.
110- (1878)
Bize Saîd b. Mansûr rivayet etti. (Dedi kî): Bize Hâ-lid b. AbdilJâh El-Vasitî,
Süheyl b. Ebî Sâüh'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etti. Şöyle demiş:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e : Allah azze ve cellenin yolunda cîhâd etmeye ne muâdil
olabilir? Dediler.
«Sizin ona gücünüz
yetmez!» buyurdu. Bu sözü kendisine ikî veya üç defa tekrarladılar. Hepsinde :
«Sizin ona gücünüz yetmez!» buyurdu. Üçüncüde:
«Allah yolunda
mücâhede eden kimsenin misâli, oruç tutan, namaz kılan, Aflah'ın âyetlerine
muti' bir kişi gibidir ki tâ Allah Teâlâ'nın yolundaki mücâhid donünceye kadar
ne oruçtan gevşer ne namazdan! buyurdular:
(...) Bize
Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Ebû Avâne rivayet etti. H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivâvet etti, (Dedi ki): Bize rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Muâviye rivayet etti. Bunların
hepsi Süheyl'den bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi Buhârî ile
Nesâî «CjiMd» bahsinde tahrîc etmişlerdir. Hadîs-i Şerif Hz. Ebû Hüreyre 'den
ayni mânâda muhtelif lâfızlarla rivayet olunmuştur.
Bu dahî cihâdın pek
büyük fazileti olduğuna delildir. Zira namaz, oruç ve Allah'ın âyetlerine itaat
en faziletli amellerdir. Mücâhid , bu amellerden bir lâhza gevşeklik
göstermeyen kimse ile bîr tutulmuştur. Halbuki bu amelleri bir an gevşeklik
göstermeden yapacak kimse yoktur. Onun içindir ki cihada denk bir amelin ne
olacağı sorulunca Peygamber (Saîlaîldhü Aleyhi ve Selîem) :
«Sizin ona gücünüz
yetmez!» buyurmuştur.
Mücâhid her hususta
dâimi oruç tutan, namaz küan bir kimseye benzer. Meselâ: bu ibâdetlere devam
eden kimse yiyip içmeden ve sair lezzetlerden kendini nasıl tutarsa mücahid de
nefsini düşmanla çarpışmak için tahsis eder. O nasıl bir ân bıkmadan ibâdetine
devam ederse, bu da bir ân ecir kazanmaktan hâli kalmaz. Sahih bir hadîsde
mücahidin şahlanan atı için bile sevaplar yazılacağı bildirilmiştir.
111- (1879)
Bana Hasan b. Aliy El-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Tevbe rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Muâviye b. Sellâm, Zeyd b. Sellâm'dan naklen rivayet etti
ki, kendisi Ebû Sellâm'ı şöyle derken işitmiş: Bana NuJmân b. Beşîr rivayet
etti. Dedi ki :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in minberinin yanında idim Bir adam: Ben müslüman olduktan
sonra hiç bir amel işlememiş olmama aldırış etmem. Yalnız hacıları sulamam
müstesna! Dedi. Bir başkası :
— Ben müslüman olduktan sonra hiç bir amel işlememiş olmama aldırış etmem.
Yalnız Mecid-i Haramı ta'mîr etmem müstesna! Dedi.
Başka biri :
— Allah yolunda cîhâd
etmek sizin söylediğinizden efdaldiı; dedi. Bunun Üzerine Ömer kendilerini
menefti. Ve
— Bu gün cuma günüdür. Resûİüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem)'in minberinin yanında seslerinizi yükseltmeyin! Lâkin ben
cumayı kıldığını zaman içeriye girer; sizin ihtilâf ettiğiniz hususu ona
sorarım! Dedi. Arkacığmdan Allah (azze ve celle) :
Siz hacıları sulamakla
Mescİd-i Haramı tâmîr etmeyi Allah'a ve son güne îmân edip Allah yolunda cihâd
eden kimse ile bir mi tutuyorsunuz? [26]'
âyetini sonuna kadar indirdi.
(...) Bu
hadîsi bana Abdullah b. Abdirrahmân Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Yahya b. Hassan rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muâvi-ye rivayet etti. (Dedi ki):
Bana Zeyd haber verdi ki, kendisi Ebû SeUâm'i şeyle derken işitmiş: Bana Nu'mân
b. Beşîr rivayet etti. (Dedi ki): Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "m minberi
yanında idim...
Râvî bu hadîsi, Ebû
Tevbe'nin hadîsi gibi rivayet etmiştir.
Görülüyor ki ashabdan
bâzıları islâmda en makbul amelin ne olduğunda ihtilâf etmişler, içlerinden
birisi bunun hacılara su vermek olduğunu, diğeri Kâ'be'yi ta'mîr etmenin daha
makbul sayılacağını söylemiş; üçüncü biri cihâdın ikisinden de hayırlı olduğunu
ileri sürmüştür. İnen âyet-i kerîme üçüncü zâtın haklı olduğunu meydana çıkarmıştır.
Hadîs-i Şerîf. cumada
ve diğer günlerde mescidlerde yüksek sesle konuşmanın mekruh olduğuna, keza insanların
toplu bulunduğu yerlerde bilir bilmez, bağırıp çağırmanın doğru olmadığına
delildir. Bunun sebebi, gürültünün namaz kılanlarla zikredenleri yamltmasıdır.
112- (1880)
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'ııeb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b.
Seleme, Sâbit'deıı, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah yolunda bir
sabah veya akşam seferi dünyâdan ve bütün dünya vakhklarmdan daha
hayırlıdır.» buyurdular.
113- (1881)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dülâziz b. Ebî Hâzim,
babasından, o da Sehl b. Sa'd Es-Sâıdî'den, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen
haber verdi!
«Kulun Allah yolunda
yürüdüğü sabah yürüyüşü dünyâdan ve bütün dünya varlıklarından daha
hayırlıdır.» buyurmuşlar.
114- (...)
Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe ile Züheyr b. Harb da rivayet ettiler. (Dediler
ki): Bize Vefcf, Süfyân'dan, o da Ebû Hâzim'den, o da Sehl b. Sa'd
Es-Sâidî'den, o da Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet
etti.
«Allah yolunda bîr
sabah veya akşam yürüyüşü dünyadan ve bütün dünya varlıklarından daha
hayırlıdır.» buyurmuşlar.
114- (1882)
Bize îbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mer-vân b. Muâviye, Yahya b.
Said'den, o da Zekvân b. Ebî Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, naklen rivayet
etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Saîîaila-hü Aleyhi ve Seîlem) :
«Ümmetimden bir takım
adamlar olmasa...» buyurdular. Ve râvî hadîsi rivayet etmiştir. Bu hadîsde şu
cümle de vardır:
«Allah yolunda bir
akşam veya sabah yürüyüşü dünyadan ve bütün dünya varlıklarından daha
hayırlıdır.»
115- (1883)
Bize Ebû Bekir b. Efeî Şeybe ile İshâk b. İbrahim ve Züheyr b. Harb da rivayet
ettiler. Lâfız Ebû Bekir'le İshâk'ın'dır, (İshak: Bize haber verdi tâbirini
kullandı. Ötekileri: Bize EI-Mukri' Abdullah b. Yezîd rivayet etti; dediler.) O
Saîd b. Ebî EyyûVdan naklen rivayet etmiş: (Demiş ki): Bana Şurahbîl b. Şerîk
El-Maâfirî, Ebû Abdirrahmân El-Hubulî'den rivayet etti. Şöyle demiş: Ben Ebû
Eyyûb'u şöyle derken işittim; Resûlüllah (Saîlaîîahü Aleyhi ve Sellem) :
«Allah yolunda bir
sabah veya akşam yürüyüşü, üzerine güneş doğmuş batmış her şeyden daha
hayırlıdır.» buyurdular.
(...) Bana
Muhammed b. Abdilfâh b. Kuhzâz ri\âyet etti. (Dedi ki): Bize Aliy b. Hasan,
Abdullah b. Mübârek'den rivayet etti. (Demiş ki): Bize Saîd b. Ebî Eyyûb ile
Hayve b. Şureyh haber verdiler. Bunlardan her biri dedi ki: Bana Şurahbîl b.
Şerîk, Ebû Abdirrahnıân El-Hubulrden naklen rivayet etti ki, kendisi Ebû Eyyûb
EI-Ensârî'yi: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu...» derken
işitmiş. Hadîs yukarıki-nin tamamîle mislidir.
Bu rivayetleri Bu har
î «Cihâd» bahsinde tahric ettiği gibi bâzılarını Nesâî ve îbni Mace de tahrîc
etmişlerdir. Tirmizî bu mânâda Hz. îbni Abbâs 'dan rivayet olunan bir hadîsi
nakletmiş ve: «Bu hadis hasen garîbtir.» demiştir.
Gadve : Gündüzün
evvelinden zeval vaktine kadar, ravha da zevalden geceye kadar yürüyüş
demektir. Bu isim verilmek için yürüyüşün mutlaka yürüyenin köyünden veya
kasabasından baş'aması şart değildir. Gaza yolunda bulunan kimsenin akşamda
sabanda yaptığı her yürüyüş ve gezinti gadve ve ravhadır.
Hadîsin mânâsı şudur :
Allah yolunda yapılan sabah ve akşam yürüyüşlerinin fazilet ve sevabı bütün
dünya nimetlerinden daha hayırlıdır. Yâni bütün dünya nimetleri bir kişinin
olsa Allah yolunda yapılan bir tek sabah veya akşam yürüyüşüne denk olamaz.
Çünkü dünya nimetleri geçici âhiret nimetleri ise ebedîdir.
Kaadî Iyâz şöyle
demiştir: «Bu hadîs ile o mânâda âhiret işlerini ve sevabını dünya işleri ile
temsil eden diğer hadîsler için şöyle denilmiştir: Bir insan bütün dünya
varlıklarına sahib olsa da onları âhiret umuruna sarf etse yine âhiret
işlerinin sevabı dünya varlıklarından hayırlıdır. Yoksa bu hadîs mutlak surette
fânîyi bakîye kıyas değildir.»
El-Mühelleb'e göre
hadîsden murâd: «Cennette bir sabah yürüyüşü kadar az bir zamanın sevabı bütün
dünya zamanlarından daha hayırlıdır.»
demektir. Yânı âhîretin kısa zamanı dünyanın uzun zamanından daha hayırlıdır.
Hâsılı maksad, cihâdın büyüklüğünü anlatarak ona teşvîkde bulunmaktır.
Binaenaleyh bir insan dünyalara mâlik olan zengine değil, Allah yolunda sabah
veya akşam yürüyüş yapan gaziye im-renmelidir.
116- (1884)
Bize Saîd b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb rivayet
etti. (Dedi ki): Bana Ebû Hânî El-Havlânî, Ebû Abdirrahmân EI-Hubulî'den, o da
Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti ki, ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
:
«Yâ Ebâ Saîd! Her kim
Rabb olarak Allah'a, dîn olarak İslama, Peygamber olarak da Muhammed'e razı
olursa o kimseye cennet vâcibtİr.» buyurmuş. Ebû Saîd buna şaşmış ve :
— Bunları bana
tekrarla yâ Resûlâllah! Demiş. O da tekrarlamış. Sonra :
«Başka bir şey var kif
onunla cennete bir kul yüz derece yükseltilir. Her iki derecenin arası yerle
gök arası gibidir.» buyurmuş. Ebû Saîd :
— Nedir o yâ
Resûlâllah? Diye sormuş.
«Allah yolunda
cihâddır; Allah yolunda cihâddir!»
buyurmuşlar.
Bu hadîs hakkında
Kaadi Iyâz şunları söylemiştir; «Bundan zahirî mânâsı kasdedilmîş olması muhtemeldir. Bu takdirde buradaki derecelerden murâd, görünürde bir birinden yüksek olan
menzillerdir Bu da cennet menzillerinin sıfatıdır. Nitekim cennet köşklerinin
sahihleri hakkında: onlar birbirlerine parlak yıldız gibi görünürler,
buyurul-muştur.
Hadîsden manevî
yükseklik kasdedilmiş olması da muhtemeldir, ki bu yükseklik insanın hâtır-u
hayâline gelmeyen ve mahlûk sıfatında olmayan büyük ihsanlar ve bol
nimetlerdir. Allah'ın cennet ehline lütul buyurduğu nimet ve kerametlerin
nevî'leri bir birinden çok farklıdır. Fa-zîlet hususunda bunların bir bîrinden
uzaklığı yerle gök arası gibi olur. Ama birinci ihtimâl daha açıktır.» Nevevî,
Kaadînin sözlerini tasdik etmiştir.
117- (1885)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bizt Leys, Saîd b, Saîd'den, o da
Abdullah b. Ebî Katâde'den, o da Ebû Kata-de'den, naklen rivayet etti ki,
Abdullah, Ebû Katâde'yi Resûlüllah (Sal-lallahü Aleyhi ve Seîlem) 'den rivayet
ederken dinlemiş. Peygamber (Sal lallahü Aleyhi ve Sellem) aralarında ayağa
kalkarak onlara :
Allah yolunda cihâdla
îmânın amellerin en faziletlisi olduğunu söylemiş Bunun üzerine bir adam
kalkarak :
— Yâ Besûlâllahî Ne buyurursun, ben Allah
yolunda öldürülsenı günahlarım affolunur mu? Demiş. ResûiüIIah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) de ona :
«Evet, ihlâsla
sabrettiğin halde ileri gidip gerî dönmeyerek Allah yolunda Öldürülürsen!»
buyurmuş. Sonra Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Naşı/ dedin?» diye
sormuş. Adam:
— Ne buyurursun, ben Allah yolunda öldürülürsem
günahlarım affolunur mu? demiş. Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Evet İhlâsla
sabrettiğin halde, ileri gidip geri dönmeyerek Allah yolunda öîdürülürsen!..
Yalnız borç müstesna! Gerçekten bunu bana Cibril aleyhİsselâm söyledi.» buyurmuşlar.
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. EI-Mösennâ rivayet ettiler. (Dediler
ki): Bize Yezîd b. Hârûn rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya (yânî İbni Saîd),
Saîd b. Ebî Saîd El-MakburîJden, o da Abdullah b. Ebî Katâde'den, o da
babasından naklen haber verdi. Şöyle demiş :
Bir adam Resûlüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek : Ne buyurursun, ben Allah yolunda
ödlürülürsem... dedi.
Râvî, Leys'in hadîsi
mânâsında rivayette bulunmuştur.
118- (...) Bize Saîd b. Man sûr da rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Süf-yân, Amr b. Dinar'dan, o da
Muhammed b. Kays'dan naklen rivayet etti. H.
Süfyan demiş ki: Bize
Muhammed b. Aclân da, Muharamed b. Kays'-dan, o da Abdullah b. Ebî Katâde'den,
o da babasından, o da Peygamber
(Sallaİlahü Aleyhi ve
Seîlem) 'den naklen —biri diğerinden fazla ederek— rivayette bulundu ki,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minberde iken bir adam gelerek :
— Ne buyurursun, ben
kılıcımla vurursam..,» demiş. Râvî hadîsi, Makburî'nin hadîsi gibi rivayet
etmiştir.
119- (1886)
Bize Zekeriyyâ b. Yahya b. Salih Eİ-Misrî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mufaddal
(yânî İbni Fadâle) Ayyaş'dan —Bu zât İhni Abbâs El-Kıtbânî'dir— o da Abdullah
b. Yezîd Ebû Abdirrahmân EI-Hu-bulî'den, o da Abdullah b. Arar b. Âs'dan naklen
rivayet etti ki, Resû-IüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şehidin her günahı
affolunur. Yalnız borç müstesna!
buyurmuşlar.
120- (...)
Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Yezîd
EI-Mukrî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Saîd b. Ebî Eyyûb rivayet etti. (Dedi
ki): Bana Ayyaş b. Abbâs El-Kıtbânî, Ebû Abdirrahmân El-Hubulî'den, o da
Abdullah b. Amr b. Âs'dan naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
«Allah yolunda ölüm
her şeye keffâret olur; yalnız borç müstesna!» buyurmuşlar.
Bu rivayetler dahî
cihâdın faziletine delildirler Görülüyor ki, cihâd kul hakkından maada bütün
günahlara keffârettir. Ancak keffâret olması hadîsde beyân buyurulan şartlara
riâyetledir. Bu şartlar, harbde sırf Allah rizâsı için sebat etmek, ilerlemek,
geri dönmemektir. ilerleyip
geri dönmemek kaydı, bir gazada ilerleyip başka gazada gerilemekten ihtiraz
için olsa gerektir.
«Yalnız borç
müstesna!» ifâdesi insan haklarına tenbîh içindir. Cihâd ve sair hayırlı
ameller yalnız Allah hakları için keffaret olurlar. Kul haklarına keffaret
olamazlar.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in «Evet» cevâbını verdikten sonra «Yalnız borç müstesna!»
demesi, o anda bunu vahiy yolu ile anladığına hamledilmiştir.
Nitekim «bunu bana
Cibril ('Aleyhisselâm) söyledi.» ifadesi de bunu gösterir.
121- (1887) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ikisi
birden Ebû Muâviye'deıı rivayet ettiler. H.
Bize İshâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr ile İsâ b. Yûnus hep birden A'meş'den
naklen haber verdiler. H.
Bize Muhammed b.
Abdillâh b. Nümeyr dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Esbât ile
Ebû Muâviye rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize A'meş, Abdullah b. Mürra'dan, o
da Mesrûk'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Abdullah'a —ki İbni
Mes'ûd'dur— şu âyeti(n hükmünü) sorduk:
Allah yolunda
öldürülenleri asla ölü sanma! Bilâkis onlar Rabbleri katında diri olup
rızıklanmaktadırlar. [27]
Abdullah şu cevabı
verdi: Bakın buraya! Biz bunu (vakti ile Peygamber efendimize sorduk da :
«Onların ruhları yeşil
bir takım kuşların karnmdadır. Onların Arş'a asılı kandilleri vardır. Cennette
istedikleri yerde dolaşır; sonra bu kandillere inerler. Rabbleri onlardan öyle
bir haberdâr olur ki!.. Ve kendilerine : Bir şey arzu eder misiniz? diye
sorar. (Onlar) :
— (Daha) ne isteyelim,
işte cennette dilediğimiz yerde
dolaşıyoruz! Derler. Bunu kendilerine üç defa tekrarlar. Sorulmaktan âzâde
bırakılmayacaklarını görünce :
—Yâ Rabb!
Ruhlarımızı bedenlerimize iade
buyurmanı dileriz! Tâ ki senin
yolunda bîr defa daha Öldürülelim! Derler. Ve bir hacetleri olmadığını görünce
bırakılırlar.» buyurdular.
Hadîs-i Şerif muhtelif
lâfızlarla rivayet olunmuştur. Bâzı rivayetlerde «onların ruhları kuşların
kursaklarındadır.» denilmiş; imâm Mâlik «El-Muvatta'» adlı eserinde «Mü'mİnin
ruhu bir kuştur.» şeklinde rivayet etmiş; Kata'de 'den nakledilen bir rviâyette
«beyaz kuş suretin-dedir» denilmiştir. Kelâm ulemâsından bâzıları ((Kuştur»
veya «kuş su-retindedir.» rivayetlerini daha doğru bulmuştur. Zâten ekserî
rivayetler de bu şekildedir.
Kaadî Iyâz diyor ki:
«Bunu bâzıları baîd görmüş; bir takımları ise red ve inkâr etmemişlerdir.
Zâten burada inkâr edilecek bir şey yoktur. İki şey arasında fark da yoktur.
Belki «Kuştur» yahud ((Kuşun karnmdadır.» rivayeti mânâ itibarı ile daha
sahihtir. Burada kıyas ve akılların hüküm salâhiyeti yoktur. Bunların hepsi
caiz görülen şeylerdendir. Allah bu ruhu mü'minden yahut şehîdden çıktıktan
sonra kandillere veya kuşların karınlarına yahud dilediği her hangi bir yere
koymak isterse bu olur; koyar; baîd de görülmez; hele de ruhların cisim olduğu
kabul edilirse!..
Demliyor ki: îkrâm
veya azâb gören ruhlar, bedenin bîr cüz'üdur. Onda rûh kalır. Elem ve azabı
yahut lezzet ve nimeti duyan odur. Yâ Rabbî beni dünyaya döndür diyecek de
odur. Cennet ağaçları arasında dolaşacak dahî odur. O halde bu parçanın kuş
şekline sokulması yahud kuş karnına konulması; Arş altında kandillere asılması
ve sair Allah'ın dilediği şeyler imkânsız değildir.
Ulemâ ruhla nefsin aynı
mânâya gelip gelmediğinde de ihtilâf etlerdir. Birçok meânî ulemâsı ile bâtın
ilmi ve kelâm uleması: Ruhun hakikati bilinmez; onu tavsif etmek de doğru
değildir; o kulların bilmediği şeylerdendir; demişler: (De kî: Rûh Rabbİmin
işidir..,) âyeti ile istidlal etmişlerdir.
Feylesoflar taşkınlık
ederek ruhun yokluğuna kail olmuşlardır. Doktorların ekseriyeti ruhun bedene
dağılan latif bir buhar olduğunu söylerler Üstadlarımızdan birçoğu: rûh
hayattır, demişlerdir. Diğerleri: Rûh latîf bir takım cisimler olup cismi
sarmıştır. Cisim onunla yaşar; onun ayrıldığı an cismi öldürmek Allah Teâiâ'nm
âdetidir; demişlerdir...»
Kaadî îyaz'in sözü
burada sona erdi. Nevevî : «Bizim ulemâmıza göre rûh, bedene girmiş lâtif bir
takım cisimlerdir; bu cisimler bedenden ayrıldı mı insan ölür.» diyor.
Ulemâ ruhla nefsin
aynı mânâya gelip gelmediğinde de ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre ikisi
bir mânâyadır. Bîr takımları nefis kandır demiş; bâzıları da nefsin hayât
demek olduğunu söylemişlerdir.
Kaadî İyâz'm beyanına
göre tenasüh yani ruhların bir bedenden başka bir bedene geçebileceğine, güzel
suretlere girerlerse nîmet ve ikram, çirkin suretlere girerlerse azâb
göreceklerine kaail olan bazı mülhidîer, bu ve benzeri hadîslerle istidlal
etmiş ve: «sevap, ikab bundan ibarettir.» demişlerse de bu kavil açık bir
dalâlet ve şeriatın isbât ettiği haşır, neşir, cennet ve cehennem gibi
hakikatleri inkârdır.
Allah Teâiâ'nm cennete
girenlere :
«Bîr şey arzu eder
misiniz?» diye sorması onlara yapılan ikram ve ihsanda mubâlega içindir. Yoksa
kendilerine bir insanın hatırından bile geçmeyen nimetler ihsan etmiştir.
Bundan sonra daha ziyadesini istemeye teşvik buyuracak fakat onlar bu
verilenden daha fazlasını bulamayarak ruhlarını bedenlerine döndürmesini zîrâ
Allah yolunda can vererek bundan lezzet almak istediklerini söyleyeceklerdir.
1- Cennet
yaratılmış ve hâlen mevcuddur. Ehl-i Sünnetin mezhebi budur. Mu'tezile ile
diğer bid'at fırkalarından bazılarına göre hâlen cennet mevcud değildir. Cennet
Kıyamette yaratılacaktır.
Bunlar : «Hz. Adem'in
içinden çıkarıldığı cennet bu değildir.» derler. Halbuki gerek Kur'an-ı Kerîm
'in gerekse sünnetin zahirleri Ehl-i Sünnet ve hakkın lehine delâlet
etmektedir.
2- Ölüler
kıyametten önce sevab ve azâb görürler.
3- Ruhlar
bakîdir; ölmezler. Bazı bid'at taifeleri buna da muhalefet etmişlerse de EhH
Sünnetin mezhebi budur. Kur'an ve Sünnetten bütün deliller bunu isbât
etmektedir.
4- Bu
hadîsde bahsi geçen mü'minler şehîdlerdir. Sair mü'minlere ise akşam sabah
yerleri gösterilecektir. Nitekim İbni Ömer
hadîsinde beyan edilmiştir. Mamafih bâzı ulemaya göre bu hadîsden
murad, azâbsiz cennete girecek olan
bütün mü'minlerdîr. Böyleler! şimdiden
cennete girebilirler. «Mü'minlerİn
ruhları kabirlerinin avlusunda
olacaktır.» diyenler de vardır.
122- (1888) Bize MansÛr b. Ebî Müzâhim rivayet etti. (Dedi ki-: Bize Yahya b. Hamza, Muhammed b.
Velîd Ez-Ziibeydî'den, o da Zührîden, o da Atâ' b. Yezîd El-Leysî'den, o da Ebû
Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti ki, bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seîlem) 'e gelerek :
— İnsanların hangisi efdaldir? diye sormuş da :
«Allah yolunda mah ile
canı ile mücâhede eden kimsedir.» buyurmuş.
— Ondan sonra kim? demiş.
«Kuytulardan bir
kuytuda Rabbi olan Allah'a ibâdet eden ve insanları kendi şerrinden âzâde
bırakan mü'mindir.» buyurmuşlar.
123- (...)
Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dürrazzâk haber verdi.
(Dedi ki): Bize Na'mer, Ziihrî'den, o da Atâ' b. Yezîd EI-Leysî'den, o da Ebû
Saîd'den naklen haber verdi. Şöyle demiş :
Bir adam : İnsanların en faziletlisi kimdir yâ
Resûlâllah? Dedi.
«Allah yolunda malı
ile canı ile mücâhade eden mü'mindir.»
buyurdu. — Ondan sonra kim? Diye sordu.
«Sonra kuytulardan bîr
kuytuya çekilmiş; Rabbine ibâdet eden ve insanları kendi şerrinden âzâde
bırakan adamdır.» buyurdular.
124- (...)
Bize Abdulah b. Abdirrahmân Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed
b. Yûsuf, Evzâî'den, o da İbni Şihâb'dan bu isnadla haber verdi. O : «Bir
kuytuda bîr adam..» demiş; «sonra bir adam..» dememiştir.
Bu hadîsi Buhârî, Ebû
Dâvûd, Tirmizî ve Ne-sâî «Cihâd» bahsinde; îbnl Mâce uKitâbüJl-Fiten» de
muhtelif râvüerden taiırîc etmişlerdir.
Hadîs-i Şerif âmm-ı
mahsustur. Ve : «Allah yolunda malr İle canı ile mücâhede eden kimse insanların
en iyilerindendir » manasınadır. Yoksa ulema ve sıddîklar daha
faziletlidirler. Nitekim bu hususta hadisler vârid olmuştur. Nesâî'nin bir
rivayetinde :
«İnsanların en
hayırlılarından bir adam...»
denilmiştir.
Şi'b : İki
dağ arasındaki aralıktır. Ancak burada hassaten bu mânâ kasdedilmemiştir. Murâd
tenha ve insanlardan uzak yerdir. Vadiler ekseriyetle insandan hâli olduğu
için (şi'b) kelimesi misâl olarak zikredilmiştir.
Bu hadîs tenhada
yalnız yaşamayı insanlar arasına karışmaktan evlâ görenlere delildir. Mesele
ihtilaflıdır. Ekseri ulemâya göre fitneden emin olmak şartı ile insanlarla
ihtilâl etmek efdaîdir. Bâzı taifeler uzletin yâni tenhada ayrı yaşamanın daha
faziletli olduğuna kaildirler. Cumhur bunlara cevap vermiş: «Bu hadîs fitne ve
harb zamanlarına hamlediîmiştir. Yahut'insanlarla iyi geçinemeyen kimse
hakkındadır.» demişlerdir. Tirraizi'nin «Zühd» babında rivayet ettiği bir hadîs
de cumhura delildir. Mezkûr hadîsde :
«İnsanlarla İhtilât
edip eziyetlerine katlanan mü'minin ecri, insanlarla ihfilât etmeyen ve
eziyetleri-.e sabır göstermeyen mü'minin ecrinden daha büyüktür.»
buyuru!maktadır.
Ayni hadîsi İbni
Mâce dahî rivayet etmiştir.
Gelmiş geçmiş bütün
peygamberler, sahabe, tabiîn, ulemâ ve sulehâ hep insanlarla ihtuat etmiş;
bundan cuma ve cenazelere iştirak, hastaları dolaşmak ilim ve zikir meclisleri
gibi faydalar istihsal etmişlerdir.
125- (1889)
Bize Yahya fa. Yahya Et-Temîmî rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Abdülâzîz b. Ebî Hâzim, babasından, o da Ba'ce'den, o da
Ebû Hiireyre'den, o da
Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Seîîem)'den onun şöyle buyurduğunu rivayet
etti:
«İnsanların en hayırlı
yaşayanlarından biri: Allah yolunda atının dİzgi-nîn tutup onun sırtında uçan,
düşman sesi veya düşmana hücum feryadı İşittikçe o at üzerinde uçan, Öldürmeyi
ve Ölümü, ümîd edilen yerlerinde arayan adamdır. Yahud şu tepelerden bir
tepenin üstünde veya şu vadilerden bir vâdînin içinde bir koyun sürücüğünün
İçinde bulunup namazını kılan, zekatını veren ve eceli gelinceye kadar Rabbına
ibâdet eden, insanlara hayırdan başka bîr şey yapmayan kimsedir.»
126- (...)
Bize bu hadisi Kuteybe b. Saîd de, Abdülâzîz b, Ebî Hâ-zim ile Ya'kûb (yânî
İbni Abdirrahmân El-Kaarî) den naklen rivayet etti. Her ikisi Ebû HâzimJden bu
isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. O Yahya'nın rivayeti hilâfına:
«Ba'ce b. AbdiIIâh b. Bedr'den» bir de :
«Şu vadilerden bir vâdîde..» demiştir.
127- (...) Bize
bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ziiheyr b. Harb ve Ebû Küreyb de rivayet
ettiler. (Dediler ki): Bize Vekî' Üsâme b. ZeydMen, o da Ba'ce b. AbdiIIâh
ElCühenî'den, o da Ebû Hüreyre'-den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen Ebû Hâ-zim'in Ba'ce'den rivayet ettiği hadîs mânâsında
rivayette bulunmuş ve : «Vadilerden bir vâdîde..» demiştir.
«Atının dizginini
tutup onun sırtında uçan..» ifadesinin mânâsı: cihâd için hazır vaziyette
bulunup gerektiğinde atının sırtında uçar gibi sür'atle harbe koşan
kimsedir..'demektir. İbarede teşbîh-i belîg vardır.
Hey'a :
Düşman geldiği zaman yükselen ses; fezea ise*, düşmana hücum için davranmakta.
«Ölümü, ümîd edilen
yerlerinde arayan adamdır.» cümlesinden: şe-hid olmayı son derece arzu ettiği
için ölerek şehîd olacağı yeri adetâ arayan adamdır, .manası kasdedilmiştir.
Hadîs-i Şerif cihâd
ile serhad bekçiliğinin ve şehîd olmaya hırs göstermenin faziletine delildir.
128- (1890)
Bize 'Muhammed b, Ebî Ömer Eh Vekkî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân,
Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'racJdan, o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet etti ki,
ResûlüIInh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Alfah ki kimseye
güler (muamelesi yapar.) Biri diğerini Öldürür; ikisi de cennete girer.» buyurmuş. Ashâb :
— Nasıl yâ Resûlallah?
Demişler.
«Biri, Allah azze ve
cellenin yolunda çarpışarak şehîd edilir; sonra Al-îah kaatilin tevbesini kabul
eder de müslüman olur. Ve Allah azze ve cellenin yolunda çarpışarak şehîd
düşer.» buyurmuşlar.
(...) Bize
Ebû Bekir b, Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve Ebû Küreyb de rivayet ettiler.
(Dediler ki): Bize Vekî', Süfyân'dan, o da Ebu'z-Zinâd'dan bu isnâdla bu
hadîsin mislini rivayet etti.
129- (...)
Bize Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrazzâk rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Müneb-bih'den naklen haber verdi. Hemmâm:
Bize Ebû Hiireyre'nin Resûlüllah i Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet
ettikleri budur: diyerek bir ta-iiim hadisler zikretmiştir. Onlardan biri de
şudur: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Allah İki kimseye
güler (muamelesi yapar.) Bîri diğerini Öldürür; ikisi de cennete girer!» buyurdu. Ashâb :
— Nasıl yâ Resûlâîlah:
Dediler.
«Bîri öldürülür de
cennete girer; sonra Alfah Ötekinin tevbesinî kabul ederek onu İslama hidâyet
eyler. Sonra (o da) Allah yolunda mücâhede ederek şehîd düşer!» buyurdular.
Bu hadîsi Buharı ile
Nesâî «Cihâd» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
«Yedhakü» güler
demektir. Gülmek, ağlamak gibi şeyler Allah Teâlâ hakkında caiz değildir. Binaenaleyh
bunlardan biri zikredüdiği zaman onun lâzımî mânâsı kasdedilir. Gülmenin lâzımı
rızâdır,
Kaadî Iyâz şöyle
diyor: «Burada gülmek Allah Teâlâ hakkında istiaredir. Çünkü bizim hakkımızda
ma'rûf olan gülmek ona caiz değildir. Gülmek cisimlere .ve halleri değişebilen
şeylere mahsustur. Allah Teâlâ ise bundan münezzehdir. Gülmekten murad: bu iki
kimsenin fiillerine râzî olmak yaptıklarına sevap yazmak, onu Öğmek ve sevmek,
Allah'ın meleklerinin de bunu böyle telâkki etmeleridir. Zîra bizden birimizin
gülmesi ancak râzî olduğu şeye rastladığı ve rastladığına sevindiği zaman olur.
Ama buradaki gülmekten murâd: Allah Teâlâ'nm o kimsenin canını almak ve
kendisini cennete koymak İçin gönderdiği meleklerinin gülmesi de olabilir.
Nitekim sultan birinin öldürülmesini emrettiği zaman sultan filânı öldürdü.,
derler.»
130- (1891)
Bize Yahya b. Eyyub ile Kuteybe ve Alî b. Hucr rivayet ettiler. (Dediler kî):
Bize İsmail Cyânî İbni Ca'fer) Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sal-
îalldhü Aleyhi ve
Sellem) :
«Bir kâfirle onun
kaatili ebedîyyen cehennemde bir araya gelmez!» buyurmuşlar.
131- (...)
Bize Abdullah b. Avn El-Hilâlî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû İshâk
El-Fezâri ibrahim b. Muhammed, Süheyl b. Ebî Sâlih'-den, o da babasından, o da
Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
«Cehennemde ikisi bir
bîrine zarar verecek şekilde bir araya gelmezler.» buyurdu.
— Kim onlar yâ
Resulâliah? Denildi.
«Bir kâfiri öldürüp
sonra doğru yolu tutan mü'mini» cevâbım
verdi.
Hadîs-i Şerifin
birinci rivayeti hakkında Kaadî İyâz şunları söylemiştir:
«ihtimâl bu hal,
cihâdda bir kâfir Öldüren kimseye mahsustur. Ve kâfiri öldürmesi günahlarına
keffâret olur; hattâ onlardan dolayı hiç azâb görmez. Yahud hususî bir niyete
veya hususî bir hâle göredir. Bir de o kimsenin A'râf da (cennetin dışında) evvelâ
habsedilmek gibi ateş-den başka bir şeyle cezalandırılması, fakat cehenneme girmemesi
dahî ihtimâl dahilindedir. Yahud ateşle cezalendınlır da kâfirlerin olmadığı
bir yerde cezalandırıldığı için ikisi bir yere gelmez.»
ikinci rivâyetindeki
«ikisi bir birine zarar verecek şekilde bir araya gelmezler.» ifadesini Kaadi
lyâz mânâ i'tibârı ile müşkil görmek-de ve: «Bu hususta en güsel açıklama
işaret ettiğimiz gibi şayet cezayı hak etti ise ikisinin ayni zamanda bir araya
gelmemeleridir. Çünkü kâfirle beraber cehenneme girmek onun için ayıptır.
îmânı ve o kâfiri Öldürmesi kendisine bir fayda vermemiş demektir...»
mutâleasını İleri sürmektedir. Kaadi'ye göre bu rivayet mânâ itibarı île
yukarıdaki «Allah iki kimseye güler «muamelesi yapar.» hadîsi gibidir. Yâni
kâfir müslümanı öldürür; müslüman cennetlik olur. Sonra kâfir de müslüman olup
harbde şehîd düşer. Böylece ikisi de cennete giderler.
Bazıları bu rivayetin
bir hangi râvî tarafından değiştirilmiş olduğuna kaaildirler. Onlara göre
hadîsin doğru rivayeti «Bir mü'minİ kâfir öldürür de sonra o kâfir doğru yolu
tutarsa..» şeklindedir.
Bu takdirde:
«Cehennemde İkisi bir birine zarar verecek şekilde bir araya gelmezler.» cümlesi:
azâb için cehenneme girmezler., mânâsına gelir...
132- (1892)
Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr,
A'meş'den, o da Ebû Amr Eş-Şeybânî'den, o da Ebû Mes'-ûd El-Ensârî'den naklen
haber verdi. Şöyle demiş:
Bir adam yularh bir
dişi deve ile gelerek: Bu deve Allah yolunda (sadaka) dır., dedi. Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Onun sebebi İle
kıyamet gününde, hepsi yularlı yedi yüz deve verilecek!» buyurdu.
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dadi ki): Bize Ebû Üsâme, Zâide'den
rivayet etti. H.
Bana Bişr b Hâlid de
rivayet etti. (Dedi ki):) Bize Muhammed (yânı İbni Ca'fer) rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Şu'be rivayet etti.
Her iki râvî A'meş'den
bu isnâdla rivayette bulunmuşlardır.
Ulemâdan bâzılarına
göze bu hadîsden murâd: yedi yüz deve sevabıdır. Mâmâfîh zahirî mânâsı
kasdedilmiş de olabilir. Bu takdirde o zâta cennette, her biri yularlı yedi yüz
deve verilecek, onlar binerek istediği yerde gezecektir. Nitekim cennet atları
hakkında da bu mânâda hadîs vardır. Nevevî bu ihtimâli daha kuvvetli
görmektedir.
133- (1893)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb ve İbnİ Ebî Ömer rivayet ettiler.
Lâfız Ebû Küreyb'indir. (Dediler ki): Bize Ebû Muâviye, A'meşJden, o da Ebû Amr
Eş-Şeybânî'den, o da Ebû Mes'ûd El-Ensârî'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Bir adam Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek: Benim hayvanım helak oldu; bana bir
binek hayvanı ver! Dedi. Efendimiz:
«Bende yok!» buyurdu. Bunun üzerine bir adam :
— Yâ Resûlâllah! Ben
ona binek hayvanı verecek kimseyi gösteririm! Dedi. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem)
«Her kim bir hayra
delâlet ederse ona da hayrı yapanın ecri kadar ecir verilir.» buyurdular.
(...) Bize
İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize,İsa b. Yûnus haber verdi. H.
Bana Bişr b. Hâlid
dahî rivayet etti, (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer, Şu'be'den naklen haber
verdi. H.
Bana Muhammed b. Râfi'
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürraz-zâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Süfyân haber verdi.
Bu râvîlerin hepsi
A'meş'den bu isnâdla rivayette bulunmuşlardır.
Bu hadîsi Ebû Dâvûd'la başkaları da burada olduğu gibi
şeklinde rivayet
etmişlerdir. Bâeı müshalarda bunun yerine: denilmiştir. Doğrusu «Übdia
bb dir. Mânâsı: «bindiğim
hayvan helak
oldu» demektir. Hadîs-i Şerîf hayra
delâlet etmenin ve hayır yapana yardımda bulunmanın, ilim öğretmenin faziletine
delildir.
«Ona da hayrı yapanın
ecri gibi ecîr verilir.» cümlesinden murâd : hayrı yapana nasıl ecir verilirse
o hayrın yolunu gösterene de ecir verilir demektir. Bundan mikdârca her
ikisinin sevaplarının müsâvî olması lâzım gelmez.
134- (1894)
Bize EbÛ Bekir fa. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) Bize Affân rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Hammâd b. Seleme rivayet etti (Dedi ki): Bize Sabit, Enes b.
Mâlik'den rivayet etti. H.
Bana Ebû Bekir b.
Nâfi' de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) Bize Beliz rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Hammâd b. Seleme rivayet etti (Dedi ki): Bize Sabit, Enes b.
Mâlik'den rivayet etti ki, Eşlem (Kabile sin)
den bir genç :
— Yâ Resülâllah! Ben
gaza etmek istiyorum ama yanımda hazırlıl tutacak bîr şeyim yok Demiş.
(Efendimiz) :
«Filâna gît! Çünkü o
hazırlık tutmuş da hastalanmıştı.» buyurmuş. C da giderek: Resûlüllab
(Sallallafıü Aleyhi ve Sellem) sana selâm ediyor; ve yaptığın hazırlığı bana
vermeni söylüyor! Demiş.
O zât:
—Ey filân hanım! Benim
yaptığım hazırlığı buna ver! Ondan hiç bir şey saklama! Allah aşkına ondan bir
şey saklama ki, sana onun hakkında bereket verilsin! Demiş.
Bu hadîs dahî hayıra
delâlet etmenin faziletine delildir. Ayrıca bir insan hayır cihetlerinden
birine mal sarfetmek ister de imkân bulamazsa o malı başka bir hayır cihetine
sarfetmesinin mütehab olduğuna delâlet ediyor. Nezir etmedikçe mutlaka o niyet
ettiği hayıra sarf etmesi îâzım gelmez.
135- (1895)
Bize Saîd b. Mansûr ile Ebu't-Tâhir rivayet ettiler. (Ebu't-Tâhir: Bize tbni
Vehb haber verdi., dedi. SaSd ise: Bize Abdullah b. Vehb rivayet etti., dedi.)
(Demiş ki): Bana Amr b. Haris, Bükeyr h. Eşecc'den, o da Biisr b.
Saîd"den; o da Zeyd b. Hâlid El-CühenîJden, o da Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verdi ki:
«Her kim Allah yolunda
bir gâzîye hazırlık verirse o da gaza etti demektir. Ve her kîm gâzînin ailesi
hakkında hayırla onun yerini tutarsa mu hakkak gaza etti demektir!» buyurmuşlar.
136- (...)
Bize Ebu'r-Rabî' Ez-Zehrânî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd (yânî İbni
Zürey') rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyn El-Muallim rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Yahya b. Ebî Kesîr, Ebû Seleme b. Abdir-rahman'dan, o da Büsr b.
Saîd'den, o da Zeyd b. HâBd El-Cühenî'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Nebiyyulîah (SaîlallahÜ Aleyhi ve Sellem) :
«Her kim bir gâzîye
hazırlık verirse o da gaza etti demektir; ve her kim bîr gâzînin ailesi
hakkında onun yerini tufarsa muhakkak gaza efti demektir!» buyurdular.
Bu hadîsi Buhârî, Ebû
Dâvûd,Tirmizî ve Nesâi «Cihâd» bahsinde
muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Bu mânâda Hz. Ömer b.
Hattâb, Muâz b. Cebel, Ebû Hüreyre, Zeyd b. Sabit, Sehl b. Ebî Hu-neyf, Cebele
b. Harise ve Ebû Ümâme (Radiyal* îahû anhûm) hazerâtmdan da hadîsler rivayet
olunmuştur.
Hz. Ömer hadîsini İbni
Mâce; Muâz ile Ebû Hüreyre ve Zeyd b. Sabit hadislerini Taberanî «El-Evsat»
mda; Sehl hadîsini İmâm Ahmed <dMüsned» inde ve Taberanî «El-Kebîr» inde;
Cebele hadîsini Taberânî «El-Kebîr» ile «El-Evsat» nâm eserlerinde; Ebû Ümâme
hadîsini Ebû Dâvûd
ile îbni .Mâce
tahrîc etmişlerdir.
«O da gaza etti
demektir.» cümlesinin mânâsı: bu gaza sebebi ile o da ecir kazanır demektir. Bu
ecir az veya çok her cihadla kazanıldığı gibi gâzînin ailesine yiyecek, giyecek
ve saiir ihtiyaçları hususunda yardımda bulunmakla da elde edilir. Yalnız
yardımın az veya çokluğuna göre sevabın mikdan da değişir.
Bu hadîs ve
emsali, müslümanlann yararına
çalışan bir kimseye |iyilikte bulunmaya
teşvîk etmektedirler,
137- (1896)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi kî): Bize İs-mâil b. Uleyye, Aliy b.
MübârekMen rivayet etti. (Demiş ki): Bize Yahya b. EM Kesîr rivayet etti. (Dedi
ki): Bana Mehrî'nin âzâdhsi Ebû Saîd, Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti
ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hüzeyî'in Benî Lahyân kabilesine
bir müfreze göndermiş de :
«Her iki kişiden biri
ilerî atılsın! Sevabı aralanndadır!»
buyurmuşlar.
(...) Bu
hadîsi bana İshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdüssamed (yânı
Ibni Abdilvâris) haber verdi. (Dedi ki): Babamı rivayet ederken dinledim.
(Dedi ki): Bize El-Hüseyn, Yahya'dan rivtiyet etti. (Demiş ki): Bana Mehrî'nin
âzâdhsı Ebû Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ebû Saîd El-Hudrî rivayet etti
ki, Resûlüllah bir müfreze göndermiş...
Râvî yukarıki hadîs
mânâsında rivayette bulunmuştur.
(...) Bana
yine tshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubey-dullah (yânî îbni Mûsâ)
Şeybân'dan, o da Yahya'dan naklen bu isnadla bu hadîsin mislini haber verdi.
138- (...)
Bize Saîd b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-duliah b, Vehb rivayet
etti. (Dedi ki): Bana Amr b. Haris, Yezîd b. Ebî Habîb.den o da Mehrî'nin [28]
âzâdlısı Yezîd b. Ebi Saîd'den, o da baba sından, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den
naklen haber verdi ki, Resulü ilah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Beni Lâhyân'a
müfreze göndermiş:
«Her iki adamdan biri
çıksın!» buyurmuş. Sonra oturana :
«Çıkanın ailesi ve
malı hakkında hanginiz hayırla yerini tutarsa çıkanın yarı ecri kadar ona
yerifİr.» buyurmuşlar.
Benî Lahyân veya Benî
Lihyân; Hüzeyl kabilesinin bir koludur. O zaman henüz müsliiman olmamışlardı.
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) bunların üzerine gaza için asker
göndermiş; ve giden gazilere: «Her kabileden yarrsr cenge çıksın!» diye
ta'lmıât vermişti. Hadîsdeki «Her iki adamdan biri çıksın!» cümlesinden murâd
budur.
Sevabın aralarında
paylaştırılması gazaya gidenin yerine kalan kimsenin onun ailesine hayırla
muamele edip yardımda bulunduğuna göredir. Nitekim diğer rivayetlerde bu cihet
tasrîh olunmuştur.
139- (1897)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yekî' Süfyân'dan, o
da Alkame b. Mersed'den, o da Süleyman b. Bürde'den, o da babasından naklen
rivayet etti. Şöyle demiş: ResûJüIJah
(Sallaîîahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Mücâhîd kadınlarının
(evlerinde) oturan erkeklere hörmeti, annelerinin hörmetİ gibidir. (Evinde)
oturanlardan bir erkek, mücahidlerden bîr adama ailesi hususunda halef olur da
onlar hakkında kendisine hıyanet ederse kıyamet gününde durdurulur da onun
amelînden dilediğini alır. Ne zannediyorsunuz!» buyurdular.
(...) Bana
Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Adem rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Mis'ar, Alkame b. Mersed'den, o da İbni Büreyde'den, o da
babasından naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Buyurdular ki... (yânı Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Râvî, Sevrî'nin hadîsi manâsında rivayette
bulunmuştur.
140- (...)
Bize bu hadîsi Saîd b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki):
Bİze Süfyân,
Ka'neb'den, o da Alkame b. Mersed'den bu İsnâdîa rivayet etti. Ve: «Onun
hasenatından dilediğini al, (Buyurulacak) dedi. Arkact-ğından Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize bakarak: Ne zannediyorsunuz!» buyurdu.
Nevevi diyor ki: «Bu
hürmet iki şey hususundadir. Biri mücâ-hid kadınlarına bakmak, onlarla baş başa
kalmak ve konuşmak gibi şeylerin haram edilmesi, diğeri onlara iyilik etmek,
fitne ve fesada, şüpheye sebep olmamak şartı ile hacetlerini görmek gibi
şeylerdir.»
«Ne zannediyorsunuz!»
cümlesinin mânâsı: Mücâhidin onun hasenatından almaya rağbet göstermesine, ve
o makamda elinden şelse bütün hasenatını almak istemesine ne dersiniz!
Demektir.
141- (1898)
Bize Muhanımed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beş-sâr rivayet eftiler. (Lâfız İbni
Müsennâ'nmdır.) (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Şu'be, Ebû îshâk'dan naklen rivayet etti ki, kendisi Berâtı:
Mü'minlerden
(evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mücâhede edenler bir değildir. [29]
âyeti hakkında şunları söylerken işitmiş:
Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Zeyd'e en verdi. O da bu âyeti yazmak
için bir kürek kemiği getirdi. Derken İb: Ümmi Mektûm ona körlüğünden şikâyet
etti. Müteakiben: Mü'minlerd Özürlü
olanlardan mâda (evlerinde) oturanlar
bîr değildir., âyeti indi.
Şır'be demiş ki : Bana
Sa'd b. İbrahim de bir zâttan, o da Zeyd
Sâbit'den naklen şu: Mü'minierden (evlerinde)
oturanlar bîr değildi âyeti hususunda Berâ hadîsinin mislini haber
verdi.
İbni Beşşâr kendi
rivayetinde: Sa'd b. İbrahim, babasından, o < bir zâttan, o da Zeyd b.
Sabiteden-naklen., dedi.
142- (...)
Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbi Bişr, Mis'ar'dan rivayet
etti. (Demiş ki): Bana Ebû İshâk, Berâ'dan r t'âyet etti. Şöyle demiş :
Mü'minierden
(evlerinde) oturanlar bir değildir... âyeti inince İbn Ümmi Mektûrn onunla
konuştu. Bunun üzerine :
Özür sahibi olanlardan
mâada!, âyeti İndi.
Bu hadisi Buhâri
«Cibâd» ve «Tefsir» bahislerinde tahric eî mistir. Hadîsin Buhâri'deki
rivayetinden anlaşılıyor ki Zey b. Sabit (Radiyallahû anhûm) âyeti kemik
üzerine yazarken Abdu11ah b. Ümmi Mektûm gelmiş. Ve : «Yâ Resûlâllah, cihâd;
gücüm yetse mutlaka cihâd ederdim!» bir rivayette : «Nasıl olur! Bei âmâyım!»
Bunun üzerine vahîy gelmiş, demiş. Hz. Abdu11ah âmâ idi. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) efendimizin müezzinle rindendîr.
1- Kur'an-ı
Kerîm'i levha ve kemik üzerine yazmak ve yazdırmak caizdir.
2-
Kesilen hayvanın "kemikleri temizdir. Bunlardan istifade edilebilir.
3- Körlük,
topallık ve hastalık gibi özrü
bulunan kimseye cihâd farz
değildir.. Harbe gitmedikleri halde bu gibi mazurlara sevâb verilir. Ancak
Nevevî'ye gÖire sevablan mücahidîer derecesinde değil niyyetterine göre
verilir, Allâme Aynî ise cihada niyeti olduğu halde bir özürden dolayı
yapamayan kimseye raücâhid sevabı verileceğini söylemiştir. Fihakîka Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selle m): «Medine 'de öyle kavimler var ki, biz bir
vadiyi veya dağ yolunu tuttuk mu (gönülden) onlar da bizîmle beraber olurlar.
Ama kendilerine özür mâni' olmuştur!» buyurmuştur.
4- Cihâd
farz-ı kifâyedir. Hadîs-i Şerif Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
zamanında cihâdın farz-ı ayn olduğunu iddîa edenlerin sözünü reddetmektedir.
Cihâd her devirde farz-ı kifâyedir. Ancak Küffar istilâ ettiği zaman farz-ı ayn
da olur.
143- (1899)
Bize Saîd b. Arar el-Eş'as ile Süveyd b. Saîd rivayet ettiler. Lâfız
Saîd'indir. (Dedi ki): Bize Süfyân, Amr'dan naklen haber verdi. O da Câbir'i
şunu söylerken işitmiş: Bir adam :
— Ben öldürülürsem
nerede olurum yâ ResulâSlah? Dedi.
«Cennette!» buyurdu.
Bunun üzerine elinde bulunan hurmaları atfı. Sonra öîdürülünceye kadar
çarpıştı.
Süveyd'in hadîsinde:
Uhud harbi günü bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e dedi ki...»
cümlesi vardır.
Bu hadisi Buharî
«Kitâbü'l-Megâzi>'de; Nesâî «Cihad» bahsinde tah-rîc etmişlerdir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e sual soran zatın Umeyr b. Humân olduğu söylenir.
«Et-Tevdîh» adlı
eserde: «Bu zât Umeyr b. Humâm b. Cemûh el-Ensârî ıdir. Saîıâbe arasında ondan
başka Umeyr b. Humâm yoktur.» denilmektedir.
Bu hadîsde suâlin Uhud
harbinde sorulduğu bildiriliyor. Babımızın Hz. Enes rivayetinde ise
vak'anın Bedir gazasındatiği görülüyor. Aynî: «Zahire göre bunlar iki zatın başına gelmiş
iki hâdisedir; doğrusu da budur.» diyor.
Hadîs-i şerif: şehidin
cennetlik olduğuna; hayıra koşmanın lüzumuna delildir.
144- (1900)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bİze Ebû Üsâme,
Zekeriyyâ'dan, o da Ebû İshâk'dan, o da Berâ'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Benî Nebît
(kabilesin)'den bir zât Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e geldi. H.
Bize Ahmed b. Cenâb
el-Missîsî de rivayet etti. (Dedi ki): Bİze îsâ (yâni Ibnİ Yûnus)
Zekeriyyâ'dan, o da Ebû İshâk'dan, o da Berâ'dan naklen rivayet etti.
Berâ' şöyle demiş :
Ensar'm bir kabilesi
olan Benî Nebit'den bîr adam gelerek : Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına;
senin Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna şehâdet ederim., dedi. Sonra ilerledi;
ve öldürülünceye kadar harb-etti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Bu adam, az amel
işledi ama çok ecir kazandı!»
buyurdular.
Rcsûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in bu hadisi şehidin yüce mertebesine ve yüksek makamına bir
şehâdettir. Bâzı amellerde bu imtiyaz vardır. Meselâ: Kelime-i tevhîd
böyledir. Ona hiç bir şey denk olamaz.
145- (1901)
Bize Ebû Bekir b. Nadr b. Ebi'n-Nadr ile Harun b. kbdillâh, Muhammed b. Râfi'
ve Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Lâfız-arı birbirine yakındır. (Dediler ki):
Bize' Hâşim b. Kaasinı rivayet etti. ('Dedi kî): Bize Süleyman —ki,
Ibni'l-Muğira'dır— Sâbit'den, o da Enes ). Mâlik'den naklen rivayet etti.
(ŞÖyle demiş) :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Büseyse'yi [30], Ebû
Süfyân'-m kervanı ne yaptığını görmek için casus olarak gönderdi. Büseyse evde
ben ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den başka kimse yokken geldi.
(Râvî: Kadınlarından, birini istisna edip etmediğini bilmiyorum demiş.) Ve
kendisine gördüğünü anlattı. Az sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) (dışarı) çıkarak konuştu ve şunian söyledi :
«Bizim bîr isteğimiz
var! Kİmİn hazır hayvanı varsa hemen bizimle birlikte binsin!..» «Bunun
üzerine bazı kimseler Medine'nin yukarısında bulunan binek hayvanlarım almak
için ondan izin istemeye başladılar. Fakat o: «Hayır! Yalnız hayvanı hazır oian (binecek)!» buyurdu.
Sonra Resûlüllah
(Salîaüahü Aleyhi ve Seîlem) 'Ie ashabı yoîa revan oldular. Ve müşriklerden
önce Bedr'e vardılar. Müşrikler de geldi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve S
ellem) :
«Ben başında olmadıkça
sakın sizden hiç bir kimse bir şeye ilerlemesin!» buyurdu. Derken müşrikler
yaklaştı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de :
«Kalkın! Genişliği
göklerle yer kadar olan cennete!..»"buyurdu. Umeyr b. Hunıâm El-Ensârî :
— Yâ Resûîâllah!
Genişiği göklerle yer kadar olan cennet ha? Dedi. «Evet!» buyurdular. Umeryr :
— Hele hele!.. Dedi.
Resûlüliah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem): «Seni hele hele demeye sevkeden
nedir?» diye sordu. Umeyr:
— Hayır vallahi yâ
Resûîâllah! Cennet ehlinden olmamı ümîd etmekten başka bir şey yok! dedi.
«Öyle ise sen onun
ehlindensin!» buyurdular. Bunun üzerine Umeyr torbasından birkaç hurma
çıkararak onlardan yemeye başladı. Sonra şunları söyledi :
—Eğer ben bu
hurmalarımı yiyinceye kadar yaşarsam bu gerçekten uzun bir hayâttır!.. Hemen
elindeki hurmaları attı. Sonra öldürülün-ceye kadar müşriklerle harbetti.
«Bah bah» kelimesi
hayır hususunda bir işi büyültmeye delâlet eder. Bu kelime «bahin bahin»
şeklinde de okunur.
Ulemâdan bazılarına
göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem/in; «Senİ hele hele demeye sevk
eden nedir?» diye sormasından Hz. Umeyr biraz telâşlanmış; kendi sözünü
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin düşünmeden söylenmiş şaka
gibi bir şey telakki ettiğini sanmıştır. Cevabına yeminle başlaması bundandır.
«Bu gerçekten uzun bir
hayattır.» cümlesinden murâd: acele şehid olmak istediğini bildirmektir.
Netekim bunu söyler söylemez hurmaları atmış; ve savaşa atılarak şehîd
düşmüştür.
1- Harbler.de
düşmanın halini anlamak için casus kullanmak caizdir.
2- Harbde
kumandanın niyetini gizli tutup nereye hücum edeceğini bildirmemesi
müstehabtir. Zira hücum edeceği yeri ve zamanı bildirirse düşman bunu duyarak
tedbîr alabilir.
3- Harbde
küf farın içine dalarak kendini
şehîd olmaya ma'ruz bırakmak cumhuru ulemaya göre
kerahetsîz caizdir.
146- (1902)
Bİze Yahya b .Yahya Et-Temîmî ile Kuteybe b. Saîd rivayet ettiler. Lâfız
Yahya'nındır. (Kuteybe: Haddesena tâbirini kullandı.) Yahya: Bize Ca'fer b.
Süleyman, Ebû Imrân El-Cevnî'den, o da Ebû Bekir b. Abdillâh b. Kays'dan, o da
babasından naklen haber verdi., dedi. Babası şöyie demiş: Ben babamı düşman
karşısında iken şunu söylerken ıdinledim: Resûiüllah (Sollallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Muhakkak cennet
kapıları kılıçların gölgeleri altındadır.» buyurdu. Bunun üzerine pejmürde
kılıklı bir adam ayağa kalkarak:
— Yâ Ebâ Mûsâ! Bunu Resûiüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) söylerken sen mi işittin? Dedi. Ebû Mûsâ :
— Evet! Cevabını verdi. Derken arkadaşlarına
dönerek :
— Sizlere selâm eylerim! Dedi. Sonra kılıcının
kınım kırarak attı. Sonra kılıcı ile düşmana yürüyerek öldürülünceye kadar
onunla vurdu.
Ebû Mûsâ, râvi
Abdullah b. Kays'm künyesidir. Nevevî'nin.beyânına göre ulemâ: «Bu hadîsin mânâsı:
cihâd ve harbe iştirak cennete girmenin yolu ve sebebidir.» demişlerdir. Yahud
kılıçlar, harbde düşmana yaklaşmaktan kinayedir. Burada hassaten kılıçların zikredilmesi
araplarm ekseri silâhları kılıç olduğundandır. Yahud hadisden maksad: cihadın
neticesi cennettir, demektir. Bu takdirde hadîs bir teşbîh-i beliğ olur.
147- (677)
Bize Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affân rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Hammâd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit, Enes b. Mâlik'den naklen
haber verdi. Enes şöyle demiş :
Bir takım insanlar
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek: Bize* Kur'ân ve sünneti
öğretecek adamlar gönder! Dediler. O da kendilerine Ensardan Kurrâ' ednilen ve
içlerinde dayım Haram da bulunan yetmiş kişi gönderdi. Bunlar .Kur'ân okuyor;
geceleri ders alıp öğreniyor, gündüzleri de su getirip mescide koyuyor; odun
top'nyıp salıyor; onunla Sofa halkına ve fakirlere yiyecek satın alıyorlardı.
İşte bu zevatı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara gönderdi. Ama
daha yerlerine varmadan önlerine çıkarak onları Öldürdüler. Onlar da :
— Allahım!
Bizden Peygamberimize ilet ki,
biz sana kavuştuk. Ve senden razı olduk; sen de bizden razı oldun!
Dediler.
Bir adam da Enes'üı
dayısı Harâm'a arkasından gelerek onu okla yaraladı: hattâ oku geçirdi. Bunun
üzerine Haram :
— Kâ'be'nin Rabbine yemin ederim ki muvaffak
oldum! Dedİ. Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de ashabına :
«Şüphesiz ki dîn
kardeşleriniz öldürüldüler. Hem de şunu söylediler : Allahım! Bizden
Peygamberimize ilet ki, biz sana kavuştuk: ve senden razı olduk. Sen de bizden
razı oldun!» buyurdular.
Bu hadîsi Buharı
«Cihâd» ve «Megâzî» bahislerinde tahric etmiştir.
Bahis mevzuu vak'a
tarihlerde «Bi'ri Maune» vak'ası nâmı ile
anılır. Bu vak'a hicretin dördüncü yılında olmuştur. Resûlüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem)'e gelen hey'et Benî Sü1eym kabilesine mensûb idiler. Burada
gelenlerin Kur'an ve hadis öğretecek kimseler istedikleri bildiriliyor. Buhârî'nin
«Megâzî» bahsindeki rivayetinde, Benî Sü1eym‘m Ri'1- Zekvân, Usayye ve Beni
Lahya kollarının Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellevı)'den düşmanlarına
karşı imdad istedikleri görülüyorsa da şüphesiz hâdise birdir. İhtimal gelen
hey'et hem Kur'an ve hadîs öğretecek hern de icabında düşmana karşı yardım edecek
kimseler istemişlerdir.
Resûlüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) bunlara yetmiş kişilik güzide bîr irfan ordusu göndermişti,
içlerinde Hz. Enes b. Mâlik 'in dayısı Haram b. Mİlhân da vardı. Hey'et «Bi'r-i
Maûne» denilen bir kuyunun yanma varınca içlerinden Hz. Haram'ı Müşriklerin reisi
olan Âmir b. Tufey1'e gönderdiler. Peygamber (SaV.allahü Aleyhi ve Sellem)
efendimiz bu adamdan emin değildi. Onun için gelen hey'ete hemen icabet
edivermemiş; endişesini bildirmişti. Fakat gelenler j^üzde yüz te'mînatta
bulununca muvafakat göstermişti. Netice Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'in
endişesinde haklı olduğunu gösterdi. Âmir, Hz. Harâm'ı şehid etti. Haram
(Radiyallahû anhûma/m: «muvaffak olduin!» diyerek ettiği yemin
<<jehidliğe muvaffak oldum!» manasınadır.
Hz. Haram dönmeyince
arkadaşları onu aramak için yola çıkmış; fakat yolda Amir'in adamları
tarafından şehîd edilmişlerdi. Bu zevatın şehîd edildiklerini ve son demlerinde
söyledikleri sözleri Peygamber (SallallahüAleyhweSellem)'e Cebrail (aleyhisselâm)
haber vermiştir. Bu cihet Buhâri'nin
rivayetinde açıkça zikredilmiştir.
1- Mescide,
içmek ve temizlenmek için su koyarak sebîî yapmak caizdir. Ashab-ı kiram
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)
zamanında, isteyen yesin diye mescide hurma
salkımı asarlardı. Nevevî : «Bunun cevaz ve fazileti hakkında hılâi
yoktur.» diyor.
2- Mescide
evlerde olduğu gibi so/a yapmak ve orada yatmak caizdir. Resulülîab.
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin gönderdiği bu yetmiş kişi Mescidâ
Nebevî'nin sofasında yatarlardı. Onun için kendilerine eshab-i sofa denilirdi.
3- Hadîs-i
şerîf sadakanın ve sadaka için helâl kazancın faziletine delildir.
4- Bu
hadîsde şehîdlerin fazileti ve Teâlâ Hazretleri ile şehîdler arasındaki
karşılıklı riza göze çarpmaktadır. Ulemanın beyanlarına göre Allahm şehîdlerden
rızâsı amel ve tâatlanndan, şehidlerin Allahdan rızâsı, da ikram ve ihsanından
dolayıdır.
148- (1903)
Bana Muhammed b. Hatim de rivayet elti. (Dedi ki): Bize Behz rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğira, Sâbit'den rivayet etti. (Demiş ki): Enes
şunları söyledi: Bana da kendi adı [31] verilen
amcam Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) 'le birlikte Bedir'de
bulunmadığını söyledi. Bu ona güç gelmiş.
(Dedi ki) :
Kesûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in bulunduğu ilk harbde bulunmadım. Allah bana bundan sonra
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'le birlikte bir harb gösterdi ise
işte ne yaptığımı Allah görüyor!..
Başkasını söylemekten
çekindi. Sonrtı ResûİüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'le birlikte Uhud
gününde bulundu. Karşısına Sa'd b. Muâz çıktı. Enes ona :
— Yâ Ebâ Amr, nereye?
Ah (şu) cennetin kokusu!.. Onu Uhud'un yanında buluyorum! Dedi. Arkacığından
küffarla harbetti. Nihayet Öldürüldü. Ve cesedinde kimi vurmadan, kimi
yaralama ve ok izinden seksen küsur yara bulundu. Kız kardeşi —halam— Rubeyyi'
binti Nadr :
— Kardeşimi ancak
parmak uçlarından tanıyabildim! Dedi. Ve şu âyet indi: «Mü/mınlercîen Öyle
adamlar kî, Allah'a verdikleri sözde sâdık kaldılar. Onlardan bazısı vefat
etti; bazısı da bekliyor. Ama hiç bir tebdil yapmadılar, [32]» Bu
âyetin onunla arkadaşları hakkında indiğini sanırlardı.
Bu Hadîsin
benzerini Buhârî «Cİhâd» bahsinde tahrîc etmiştir.
Hadîsin râvîsi Enes b.
Mâlik, yararlıklarından bahsettiği amcası da Enes b. Nadr 'dır. Hadîsin
muhtelif rivayetlerinden anlaşılıyor ki, Hz. Enes b. Nadr Peygamber (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem)'in ile iştirak ettiği gazada yâni Bedîr'de bulunamamasma çok
üzülmüş ve: «Yâ Resûlâllah, senin müşriklerle yaptığın ilk cenkte bulunamadım
ama Allah bana müşriklerle cengi nasib ederse ne yapacağımı görecektir!» demiş.
Bilâhare kendisine Uhud harbî nasîb olmuş. Orada müsîümanlarm bozulduğunu
görünce: «Aİlahım, bunların yaptıklarından dolayı senden özür dilerim. Bu
müşriklerin yaptıklarından da sana berâet arzederim!» demiş. Bu arada karcısına
bozgun halde Sa'd b. Muâz çıkmış. Evs kabilesinin reîsi olan bu zât o gün
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber yerinden sabit
kalanlardanmış. Enes (Radiyallahû anhûm) ona Müslîmİn rivayetinde: «nereye?»
Buhâri'nin rivayetinde: «Yâ Sa'd b. Muâz! Cenneti! (dilerim) Yemin olsun onun
kokusunu Uhud'un yanında buluyorum.» diye seslenmiş. Ve harbe atılmış...
Hz. Sa'd: «Yâ
Resûlâllah! Ben onun yaptığını anlatmaya kaadir değilim* demiş. «Onu (yâni
cennetin kokusunu) Uhud dağının yanında buluyorum!» sözü hakkında İbni Battal
ve başkaları şunları söylemişlerdir: «Bu sözün .hakikat olması muhtemeldir; ve
Hz. Enes hakîkaten cennetin kokusunu duymuştur. Yahud güzel bir koku hissetmiş
de onu cennet kokusu diye artmıştır, Şehidler için hazırlanan cenneti gözünün
önüne getirerek onun burada savaş meydanında olduğunu tasavvur etmiş olması da
caizdir. Bu takdirde mânâ şöyle olur: «Ben pekâlâ biliyorum ki cennet bu yerde
kazanılır. Bundan dolayı ona can atıyorum.»
Hz, Enes'in tanınmaz
hale gelmesi, aldığı seksen küsur yaradan ve müşrikler tarafından ağzı, burnu
ve sair uzuvları kesildiğîndendir.
Hadîs-i şerif: Enes b.
Nadr (Radiyallahû anhûmaj'ın faziletine ve cihadda bezli cân etmenin caiz
olduğuna delildir.
149- (1904)
Bize Muhammed b. El-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız
İbni'l-Müsennâ'nmdır. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca1-fer rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şu'be, Amr b. Mürra'dan rivayet etti. (Demiş ki): Ebû Vail'i
dinledim. (Dedi ki): Bize Ebû Mûse'l-Eş'arî rivayet etti kî, bedevi bir adam
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek :
— Yâ Resûlâllah! Adam
(var) ganimet için çarpışıyor. Adam (var) anılsın diye çarpışıyor ve adam (var)
mevkii görülsün diye çarpışıyor. Aceb Allah yolunda çarpışan kim? Dedi.
Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kİm kelimetullah yüce
olsun diye çarpışırsa işte o Aîlah yolundadır.» buyurdular.
150- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile tbnü Nümeyr, tshâk b. İbrahim ve Muhammed b.
Alâ' rivayet ettiler. (îshâk: Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ötekiler:
Bize Ebû Muâviye rivayet etti.
(Dediler.) O da A'nıeş'den, o da Şakîk'dan, o da Ebû Musa'dan nakletmiş.
Ebû Mûsâ şöyle demiş :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem) 'e .cesurluk, hamiyyet ve riya için çarpışan kimsenin hükmü
soruldu. Bunların hangisi Allah yolundadır?
(denildi.) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) de :
«Kim yalnız
kelimetullah yüce olsun diye çarpışırsa işte o Allah yolundadır.» buyurdu.
(...) Bize
bu hadisi İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi kî): Bize İsâ b. Yûnus haber
verdi. (Dedi ki): Bize A'meş, Şakik'dan, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti.
(Şöyle demiş) :
Biz Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'e gelerek :
— Yâ Resûlâllah!
Bizden bir adam şecaat için
çarpışıyor... dedik...
Râvî yukarki hadîsin
misimi anlatmıştır,
151- (...)
Bize yine İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Orir, Mansur'dan, o da
Ebû Vâil'den, o da Ebû Vâil'den, o da Ebû Mû-se'J-Eşarîden naklen haber verdi
ki, bir adam Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm) 'e Allah azze ve
cellenin yolujîda çarpışmayı sormuş; ve: Bazı kimse öfkesinden çarpışıyor;
bazısı hamiyyet için!., demiş. Bunun üzerine Efendimiz hasmı kaldırmış —başını
sadece o ayakta olduğu için kaldırrrnş— ve :
«Kim yalnız
kelimefulfah yüce olsun diye çarpışırsa iste o Allah yolundadır.» buyurmuşlar.
Bu hadisi bütün
«Sahih» sahihleri «Cihâd» bahsinde muhtelif râvî-lerden tahrîc etmişlerdir. Buhârî
ayrıca «Kitâbü'I-İlm» ve «Kitâbu'l-Humüs»'de de rivayet etmiştir. Tirmizi : «Bu
hadîs hasen sahihtir» demiştir.
Hamiyyeti, Cevheri:
arlanmak ve izzeti nefis manasına almış; bazıları: haramdan korunmaktır; bir
takımları da izzeti nefis, gayret ve aşireti müdafaadır., diye izah
etmişlerdir.
KeÜmetulîah'dan murad:
İslama da'vettir. Lâ ilahe illallah kelimesidir diyenler de olmuştur. Cümlenin
«hüve» zamiri ile başlaması ihtisas bildirir. Bineanaleyh dünyalık için
çarpışan kimse hakîkatta Allah yolunda cihâd etmiş olmaz. Gazilere verilen
sevap ona verilmez. Fakat bir kimse i'İây-ı kelimetuîlahı düşünmeden sırf
cennetlik olmak için cenk etse hükmen Allah yolunda gaza etmiş sayılır. Zîra
maksad birdir; o da Alla-hm rızasını kazanmaktır. Onun içindir ki Peygamber
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Bedir
gazasında: «Haydin cennete!..»
diye seslenmiştir.
1- Ameller
iyi niyete güre değerlendirilir. Bu kaide Mecellede: «Bir işten maksad ne ise
hüküm ona göredir.» şekünde tesbît edilmiştir.
2-
Mücâhidler hakkında vârid olan
fazilet i'lâyi kelimetullah için çarpışanlara mahsustur.
3- Bir
özürden dolayı suâl .sahibinin ayakta durması caizdir. Hacet sahibinin hükmü de
böyledir.
4- Konuşan
kimse dinleyene karşı dönebilir.
152- (1905)
Bize Yahya b. Habîb el-Hârisî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid b. Haris
rivayet etti. (Dedi ki): Bize îbnii Cüreye rivayet etti. (Dedi ki): Bana Yûnus
b. Yusuf, Süleyman b. Yesâr'dan rivayet etti. (Şöyle demiş): Halk Ebû
Hüreyre'nin yanından dağıldılar. Bunun üzerine Şamlıların Nâtil'i ona şunu
fcsöyledi:
— Yâ şeyh! Bize
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiğin bir hadîs söyleî Ebû
Hüreyre :
— Peki! Dedi. Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'i şöyle buyururken işittim :
«Kıyamet gününde
insanların, üzerine ilk hüküm verilecek olanı şehîd edilen bir adamdır. Bu adam
getirilerek ona Allah nî'metlerini ta'rîf edecek, o da onları tanıyacaktır.
— Bu ni'metler hakkında ne yaptın? diye
soracak; şehid :
— Senin
uğrunda çarpıştım. Nihayet
şehîd edildim! Diyecektir. Hak Teâlâ :
— Yalan söyledin! Lâkin sen cesur denilmek için çarpıştın.
Gerçekten denildi de! Buyuracak. Sonra onun hakkında emir verecek ye yüz üstü
sürüklenecek, nihayet cehenneme atılacaktır.
Bir de ilmi öğrenip
öğreten ve Kur'ânı okuyan bir adamdır. Bu da getirilerek kendisine ni'meHerinî ta'rîf edecek, o da
onları tanıyacaktır.
— Bunlar hakkında ne yaptın? Diye soracak. O
adam :
— İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rizân İçin
Kur'ânı da okudum! Diyecek. Teâlâ :
— Yalan söyledin! Lâkin sen ilmi âlim deniJsin dîye öğrendin; Kur'ânı da o
kaari'dir denilsin diye okudun; gerçekten denildi del Buyuracak.
Sonra onun hakkında
emir verecek ve yüzü üstü sürüklenecek; nihayet cehenneme atılacaktır.
Bir de Allah'm,
yakasını genişlettiği ve kendisine malın her çeşidinden verdiği adamdır. Bu da
getirilerek ona ni'metlerini ta'rîf edecek; o da onları tanıyacaktır.
— Bunlar hakkında ne yaptın?
Dîye soracak. O adam :
— Uğrunda mal sarf edilmesini dilediğin hiç bir
yol bırakmadım. Mutlaka senin için sarfettim! Diyecek. Teâlâ Hazretleri :
— Yalan söyiedîn!
Lâkin sen, o cömerttir desinler diye yaptın. Gerçekten denildi de! Buyuracak.
Sonra onun hakkında emir verecek ve yüzü üstü sürüklenecek. Sonra cehenneme
atılacaktır.»
(...) Bu
hadîsi bize Alî b. Haşrem de rivayet elti. (Dedi ki): Bize Haccâc (yânı îbni
Muhammed), İbnü Cüreyc'den naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Yûnus b. Yusuf,
Süleyman b. Yesâr'dan rivayet etti. (Demiş ki): Halk Ebû Hureyre'nin yanından
dağıldı da Nâtil-i Şâmî [33] ona
şunu söyledi... Ve-hadîsi Hâlid b. Hâlis hadîsi gibi hikâye etmiştir.
Riya hakkında
«Hayâtü'l-Kulûb» adlı eserde şöyle denilmektedir: «Riyanın hakikati ibâdetlerle
ve hayırlı işlerle İnsanların kalplerinde mevki sahibi olmak istemektir. Riya
kalp fiillerinin en çirkinlerindendir. Bu fiil, ibâdetlerde Allahla alay etmek
olur!»
Riyanın zıddı
ihlâs'ür. İhlâs: her türlü gösterimden hâli olarak Allah'ın rizâsmı
kasdetmektir. «Şerhu'I-Eşbâh» şerhinde Hamevî şunları söylüyor:
«Ihlâs, seninle Rabbin
arasında bir sirrdır. Ona melek muttali' olamaz ki yazsın! Şeytan vâkıf olamaz
ki, şaşırtsın! Hevâ heves yol bulamaz kî yanıltsın!»
Bazı büyükler :
«İhlâsh kimse, amelinden dolayı medhedilmeyi sevmeyendir!» demişlerdir.
Hadîs-i şerîf, riyârun
şiddetle haram olduğuna, cezasının dahi pek şiddetli olacağına delâlet etmekte
ve bütün amellerde ihlâsa samimiyete teşvikte bulunmaktadır. Yine bu hadîsden
anlaşılıyor ki, cihâdın faziletini bildiren umumi hadîslerden murâd: cihadı
ihJâsla yapanlardır.
Ilım öğreten ulemanın,
hayrat yapan zenginlerin hâil de böyledir.
153- (1906)
Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki}: Bize Abdullah b. Yezîd Ebû
Abdirrahmân rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hayve b. Şureyh, Ebû Hânî'den. o da
Ebû Abdirrahmân el-Hubulî'den, o da Abdullah b. Amr'dan naklen rivayet etti ki.
ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Allah yolunda gaza
ederek ganimet alan hiç bir ordu yoktur ki, âhi-rerte alacakları ecirlerinin
üçte ikisini peşin almış olmasınlar. Kendileri için üçte bir kalır. Ganimet
almazlarsa ecirleri kendilerine tamam verilir.» buyurmuşlar.
154- (...) Bana Muhammcd b. Sehl et-Temîmî rivayet
etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Meryem
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Kâfi' b. Yezîd haber verdi. (Dedi ki): Bana Ebû
Hâni' rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ebû Abdirrahman el-Hubulî, Abdullah b.
Amr'dan rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Gaza ederek ganîm et
alan ve selâmette kalan hiç bîr ordu veya seriy-ye yoktur ki; ecirlerinin üçte
ikisini peşin almış olmasınlar. Ve ganimet almadan gaza edip ele geçen hiç bir
ordu veya serîyye yoktur ki, ecirleri tamam verilmesin!» buyurdular.
Seriyye: en
çok dört yüz kişiden meydana gelen bir kıt'a askerdir. Yahud mânâsına gelen
<«v» burada tenvî için kullanılmıştır. Yâni harb eden askerin sayısı az olsun
çok olsun hüküm hep birdir. Bâzıları «ev» edatının burada râvînin şek ettiğini
bildirmek için getirildiğini söylemişlerdir.
İhfâk: bir
sev ele getirememek, boş elle dönmek demektir.
Hadîsin mânâsı şudur:
Gaziler esîr edilmeden selâmetle döner yahud ganimet alırlarsa ecirleri esîr
edilmeden selâmetle döner yahud ganimet alırlarsa ecirleri esîr düşenlerin
yahut ganimet almayanların ecirlerinden az olur. Ganimet, gazadan elde edilecek
ecrin mukabili bir cüz'dür. Gâzî-jer ganimet aldılar mı o gazadan dolayı
kendilerine verilecek ecrin üçte ikisini peşin almış olurlar. Yani ganimet,
ecir cümlesindendir. Sahih ve meşhur hadîslere muvafık olan budur.
Nevevi : «Hadîsin
zahirî manâsı budur; buna muhalif tek bir sahih ve sarih hadîs rivayet
edilmemiştir. Binaenaleyh bu hadîsi bizim verdiğimiz bu manâya hamletmek
teayyün eder!» diyor.
Kaadî Iyâz bu hadîsin
tefsirinde bir takım fâsid kaviller hikâye ettikten sonra aynen bu mânâyı kabul
etmiştir. Onun hikâye ettiği kavillerden biri şudur:
«Bu hadis sahih
değildir. Ganimet almakla gazilerin sevabı azalmaz. Nretekim Bedir gazilerinin
sevabı ganimet aldılar diye azalmamıştır...»
Bâzıları râvîlerden
Ebû Hâni 'in râvisini meçhul kabul etmişlerdir.
Nevevî bu kavillerin
fâsid olduğunu beyân etmiştir.
155- (1907)
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mâlik, Yahya
b. Saîd, Muhamnıed b. İbrahim'den, o da AI-kame b. Vakkas'dan, o da Ömer b.
Hattâb'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Resûiüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Ameller ancak niyete
göredir. Herkese ancak niyet ettiği şey yardır. Her kimin hicreti Allah'a ve
Resulüne İdi ise onun hicreti Allah ve Resûlü-nedir. Kimin hicreti elde edeceği
bir dünya yshud evleneceği bir kadın içinse, onun hicreti de hicret
ettiğinedir.» buyurdu.
(...) Bize
Muhanvmed b. Rıımh b. Muhacir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys haber verdi.
H.
Bize Ebû'r-Rabî'
el-Atekî de rivayet etti. (Dedi ki); Bize Hairımâd b. Zeyd rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dülvehhab (yânî Sekafî) rivayet etti. H.
Bize İshâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hâlid el-Ahmar Süleyman b. Hayyân haber
verdi. H.
Bize Muhammed b.
Abdillâh b. Nümeyr dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs (yânî İbni Gıyâs)
ile Yezîd b. Hârûn rivayet ettiler. H.
Bize Muhammed b.
Alâ'el-Hemdânî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbnü'l-Mübârek rivayet etti. H.
Bİze İbnü Ebî Ömer de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân rivayet etti. Bu râvilerin hepsi Yahya b.
Saîd'den, Mâlik'in isnadı ve onun hadisi mânâsında rivayet etmişlerdir.
Süfyân'ın hadîsinde:
«Ömer b. Hattâb'i minber üzerinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den
naklen rivayet ederken işittim.» ibaresi vardır.
Bu hadisi Buhârî
«îmân, Eymân, Itk, Hicret, Nikâh» ve «Terkül-hiyel» bahislerinde; Ebû Dâvûd
«Talâk» da; Tirmizî «Hudûd»da, «Nesâi «İmân, Taharet, Itâk» ve «Talâk»
bahislerinde; İbnı Mâce «Zühd» de; imam Ahmed «Müsned»1nde muhtelif râvî-ierden
tahrîc etmişlerdir. Mu'temed eser sahiplerinden onu kitabına almayan yalnız
imâm Mâlik olmuştur.
Ali âme Aynî: «Bu
hadîs bir i'tibârîa ferd garîb, başka bir i'tibarla da meşhurdur. Ama
bâzılarının dediği gibi mütevâür değildir. Zira yalnız Yahya b. Saîd'den
nakledilmiştir.» diyor. Şeyh Kutbuddîn dahî: <«Bu hadîs, bir çok tarîkleri
bulunmakla beraber haber-i vahidlerden sayıldığı söylenir Mütevâür değildir;
çünkü onun şartı bunda yoktur. Sahih olan şudur ki, onu Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve onhûm) 'dan Hz. Ömer 'den başka rivayet eden olmamıştır, ömer-den de
yalnız Alkame, Alk. ameden yalnız Muhammed b. İbrahim, Muhammed 'den yalnız
Yahya b. Said el-Ensârî rivayet etmiş; ondan sonra yaygınlaşmıştır. Şu halde
hadis sonuna nisbetle meşhur; evveline nisbetle garibtir. Ama sahîh olduğunda
ve mevkiinin büyüklüğünde ittifak edilmiştir.» demiştir. Ebû'1 -Fütûh et-Tâî
'nin beyanına göre Yahya b. Saîd 'den onu iki yüzden fazla râvî nakletmiştir.
Ancak müsned olarak yalnız bu tarîk-den sahîh olduğunda ulema müttefiktir.
Gerçi Bezzâr, îbni
Sükuti ve imâm Ebû Abdillâh Muhammed b. Hattâb gibi zevat dahî bu hadîsi
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den Hz. Ömer'den başka rivayet eden
olmadığını söyîemişlerse de hakîkatta onu" Ömer (Radiyallahû anhûma)'âan başka on
}-ecîi sahabî rivayet etmiştir. îbni Mendeh şöyle diyor: «Bu hadîsi Ömer 'den
başka, Peygamber (Saîlaîiahü Aleyhi ve Sellem)'âen: Sa'd b. Ebî Vakkaas, Alî b.
Ebî Tâlib, Ebû Saîdi Hudri, Abdullah b. Mes'ûd, Abdullah b. Ömer, Ene s, İbni
Abbâs, Muâviye, Ebû Hüreyre, Habâdeb. Sami t, Utbe b. Abdi1es1emi, Hezâl b.
Süveyd, Utbe, b. Âmir, Câbir b. AbdiI1âh, Ebû Zerr, Utbe b. Münzir ve Ukbe b.
Müslim (Radiyallahûanhûm) rivayet
etmişlerdir...»
Yine îbni Mendeh'in
beyanına göre râvileri de münferid değil, hepsinin mütabi'leri vardır.
Binaenaleyh hadîs şâzz değildir. Bâzıları şâzzı: «yalnız bir isnadı olup sika
olsun olmasın râvîsinin münferid kaldığı hadîsdir.» diye ta'rif etmişse de bu
ta'rîfe ı'tirâz olunmuş: «Hz. Ömer hadîsi ve emsali ile bilicmâ' amel olunur. O
sıhhat mertebelerinin en yük-seğindedir. Dînin temellerinden bir temeldir.»
denilmiştir, Halbuki imam Şafiî ile Hicaz uleması şâzzı şoyîe ta'rîf
etmişî.erdir:«Şâzz, sika râvr nin başkalarına muhalif olarak rivayet ettiği
hadîsdir.» yoksa başkalarının rivayet etmediğini rivayet etmek değildir. Bu
hadîs ile emsalinde muhalefet diye bir şey yoktur. Bilâkis onun mânâsını
doğrulayan Kitâb ve sünnetten bîr çok şahidleri vardır.
Evet, hadîs-i şerifin
sahîh olduğunda şüphe yoktur. Çünkü onu bu ilmin imamlarından Yahya b. Saîd e1
Edsarî rivayet etmiştir. Ondan ise her biri bu ümmetin hafız ve imamlarından
250 kişi rivayette bulunmuşlardır. îbni Mendeh'in «el-Müstahrec»'inde bu sayı
üç yüzün üzerine çıkarılmış; Hafız Ebû Mûsâ ve Şeyhülislâm Ebû îsmâîl e1-Herevî
gibi bâzı zevat ise Yahya 'dan onu
yediyüz kişinin rivayet ettiğini söyîemişîerdir.
Müslüman, uleması bu
hadîsin dinde pek büyük bir mevkii olduğuna ittifak etmişlerdir. İmam-ı Şafii
ile diğer bazı alimler; «Bu hadîs islâmm üçte bindir.» demişlerdir. îmam-ı
Şafii fıkhın yetmiş bâbınm bu hadîse racî olduğunu söylemiştir. Bazılarına göre
islâm'ın dörtte biridir, Ebû Dâ vud ŞÖyle diyor: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'den beşyüzbin Kadts yazdım. Bunlardan ahkam hususunda dörtbin
sekîzvüz hadîs seçtim. Zühd ve takvaya dair hadisler gelince: Onlan kitabıma
almadım. Bir insana bunlardan dini için dört tanesi yeter.
1) Ameller
niyetlere göredir,
2) Helal ve
haram beyan edilmiştir,
3) Kişinin
güzel müsiüman olması işine girmeyen şeyleri bırakmakladır, Ve
4) Mümin
kendisi için razı olduğu şeyi din kardeşi İçinde işlemedikçe, tam mü'min
oİmaz, hadisleri.»
Hadîs-i Şerif niyeti
tazammun ettiği için İslâm'ın üçte birine şâmildir. Çünkü İslam kavi, fiil ve
amelden ibarettir.
İmam-ı Buharı kitabına
bu hadisle başlamış bir çok ulema da bu hususda onun yolunu tutmuşlardır. Hafız
Îbn-i Mehdi: «Kitap tasnifi etmek
isteyen bu hadisle işe başlasın. Ben bir kitap tasnif etsem onun her babına bu
hadisle başlardım» demiştir.
Hadîsi Şerif de hasr
ve kasra delalet eden «İnnemâ» edatı iki defa tekrarlanmıştır. Bunun faydası,
hadis de zikredileni isbat, edilmeyeni nefiydir. Mânâ şudur:
Bütün ameller ancak
niyete göre hesabedilir niyetsiz amel hesaba konmaz. Bir de ikinci «İnnemâ» ile
yapılacak amelin tayini şart olduğuna işaret buyruîmuştur. Meselâ: Kaza namazı
kılmak isteyen bir kimsenin hangi günün hangi namazını kılacağın] belirtmesi
gerekir.
Bahsedilen hicret
meselesine gelince: Bir kimse Allah rızası için yerini yurdunu terk ederek
başka diyara göç ederse, bu hicretin sevabını ahr. Evlenmek veya her hangi
dünyevî bir menfaat için hicret ederse kazancı yalnız niyet ettiği şeydir.
Âhirette bu hicretin hiçbir sevabını göremez. Hadisde dünya menfaati ile
birlikte kadının da zikredilmesi îki ihtimalden hali değildir. Birinci ihtimale
göre; hadis-î şerif evlenme hususunda varid olmuştur. Bir zat Ümm-ü Kays
isminde ki bir kadınla evlenmek için kadının yaşadığı yere hicret etmiş.
Evlendikten sonra artık o adama, Ummü Kays 'm muhaciri denilmiştir. îkinci ihtimale
göre kadının zikredilmesi sırf bu iş İçin hicret etmekten sakındırmak içindir.
Binaenaleyh edebiyat nazarında cümle ehemmiyetinden dolayı âmdan sonra hâssı
zikr kabilindendir.
1- Eimme-i
Selâse (denilen Malik, Şafii ve imam-ı Ahmed (Rıdvanullahi Aleyhim ecvıaın
Jîazeratt) abdest ve gusüîde niyetin farz olduğuna bu hadisle İstidlal
etmişlerdir. Çünkü onlara göre Hadis-i Şerif âmm bütün amellere şamildir.
Hanefilerle Sevrî, Evzâî, Hasen b. Hayyve bir rivayette imam-ı Malik abdest ve
gusülde niyetin farz olmadığını söylemişlerdir.
Onlara göre Hadis-i
Şerifin takdiri şöyledir: «Amellerin kemâli yahut
sevabı niyete
göredir.» Çünkü değişmeyen kaide budur. Bir çok ameller vardır ki; hem niyetsiz
yapılır hem de muteber olur. Bu makam şöyle tahkik olunmuştur: Amellerden murad
onların hükmüdür. Hüküm iki nev'idir. Biri âhirete dairdir. Bu niyyete muhtaç
olan sevap ve ikabdır-Diğeri dünyaya taalluk eder. Bu da cevaz fesad, kerahet
gibi hükümlerdir. Her iki nev'in hükmü ayndır. işte Şâfii Hazretleri Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin, helal ve haramı sıhhat ve fesadı
beyan etmek için gönderildiğini göz Önünde tutarak hadisi ikinci nev'e
hamletmişdîr. Bineanaleyh ona göre hadis: «Amellerin sahih olması niyete
göredir.» manasına gelir. îmâm-ı A'zam ikinci nev'e hamletmiştir. Ona göre de
mana: «Amellerin sevabı niyete göredir.» şekliyle girmiştir. Mamafih bu
hususda ulema arasında hayli çeşitli sözler söylenmiştir.
2- îmam A'zam ile İmam Malik ve İmam Abmed hac
aylan dışında hac için ihrama giren kimsenin Ömresi caiz olmadığına bu hadisle
istidlal etmişlerdir. Çünkü o kîmse ömreye niyet etmemiştir. Onun niyeti
Hacca'dır. Bu niyet de zamansız olduğu için mek-ruhdur.
3- İmam Malik bütün Ramazan günleri için ayın başında bir
niyet kâfi geleceğine bu hadisle istidlal etmiştir. İmam Ahmed'-den bir
rivayete göre bu meselede o da İmam
Malik ile beraberdir. Hz. Ma1ik bütün Ramazan
günlerini bir ibadet saymıştır, îmam A'zam ve Şâfii'ye ve îmam Ahmed'den
diğer rivayete göre her gün için ayrı ayrı nîyyet şarttır. Çünkü her günün
orucu müstakil bir ibadettir.
4- İmam
A'zam ile Sevrî ve Mâlik'e göre hiç haccetmeyen bir kimsenin başkası
namına haccetmesi caiz ve sahihdir. Yaptığı
hac kendisi İçin değiî gönderen namına olur. Çünkü onun namına niyet
etmiştir. İmam Şafii, îmam Ahmed,
Ishak ve Evzâî bu haccın gönderen namına değil giden için mün'akid olduğunu
söylemişlerdir. Bu hadis onların aleyhine delildir.
5- Şâfii'lerden
bazıları haccın tavaf, sa'y, arafatta vakfe ve tıraş olma gibi erkânında da
ayrı ayn niyyet şart olduğuna bu hadisle istidlal etmişlerdir. Halbuki ihrama
niyyet bütün bu nev'ilere şamil olduğu için ayn niyete hacet yoktur. Nitekim
namaz rükunlarmda da hal böyledir. Bir rükundan diğerine geçerken ayrıca niyete
hacet yoktur. Namaza başlarken yapılan niyet hepsi için kâfidir.
6- Delinin
ibadeti sahih değildir. Çünkü deli niyete ehil değildir. .
7- Hatip
hutbesi esnasında bazı hadisler okuyabilir. Nitekim Hüla-fây-i Raşidîn
okumuşlardır.
156- (1908)
Bize Şeyban b. Ferruh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hamnıâd b. Seleme rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Sabit, Eııes b. ÎVIaİik'den rivayet etti. (Şöyle demiş): Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi
ve Sellem) :
«Her kim şehid olmayı
sadakatla isterse şehitlik kendisine verilir. Ve-levki isabet almasın» buyurdular
157- (1909)
Bana Ebû't-Tahir ile Harmele b. Yahya rivayet ettiler. Lafz Harmele'nindir.
Ebû't-Tahir (bize haber verdi) tabirini kullandı. Hannele: Bize Abdullah b.
Vehb rivayet etti dedi. (Demiş ki): Bana Ebû Şüreyh rivayet etti, ona da
babasından o da dedesinden naklen Sehl b. Ebî Ümâme b. Sehl b. Huneyt rivayet
etmiş ki, Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :
«Her kim sıdk ile
Allah'dan şehitlik diferse: Allah onu şehitlerin menzilesine ulaştırır. Velev
ki döşeğinde ölmüş olsun.» buyurmuşlar. Ebû't-Tahir kendi hadisinde «sıdk»
kelimesini anmamıştır.
Bu hadisin ikinci
rivayeti birinciyi tefsir etmiştir. Her iki rivayetin manası: Bir kmse hulusu
kalbile şehit olmayı isterse döşeğinde bile ölse kendisine şehit sevabı verilir
demektir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Acaba şehit olmaya niyet
etmek harbe başlarken mî şarttır, yoksa harbe çıkarken yapılan umumi niyyet
kafimidir?
Cevab: Umûmi niyyet
kâfidir. Çünkü sahih hadisde sabit olmuştur ki bir kimse gaza etmek niyetiyle
bir at beslese kendisine o hayvanı beslediği müddetçe gaza sevabı verilir.
Halbuki o zat hayvanı her doyurup suladıkça ayrı ayrı gazaya niyet etmiş
değildir. Bir de harbin başladığı an telaş ve dehşet zamanıdır. Şehit olmaya
niyet o anda şarttır demek güçlük doğurur. Hadisi şerif şehit olmayı istemenin
ve hayra niyetin müste-hab olduğuna delildir.
158- (1910)
Bize Muhamraed b. Abdirrahman b. Sehmel-Antâki rivayet etti. (Dedi ki): bize
Abdullah b. Mübarek Vüheyb El Mekkîî'den, o da Ömer b. Muhammed b. El
Münkedir'den, o da Sümeyy'den, o da Ebû Salih/den, o da Ebû Hüreyre'den naklen
haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
:
«Bir kimse gaza
etmeden ve onu gönlünden geçirmeden ölürse nifakın bir şu'besi üzere
ölür.» buyurdular.
Ibni Sehm şöyle dedi:
«Abdullah b. Mübarek: Zannederiz ki bu Re-sûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) : zamanına mahsus idi. Dedi.
Bu hadis hakkında
Nevevi şunları söylemiştir: «İbni Mübarek'in söylediği muhtemeldir. Ondan
başkaları ise hadisin âmm olduğunu söylemişlerdir. Maksat bunu yapan cihada
gitmeyen münafıklara benzer demektir. Çünkü cihadı terketmek nifakın
dallarından biridir.» Hadisi Şerif bir ibadete niyet edipte onu yapamadan Ölen
kimseye hiç niyet etmeden ölen gibi zem teveccüh etmeyeceğine delildir. Bir
namazı vaktinin evvelinde kılmaya imkân varken vaktin sonuna doğru kılarım
niyetiyle geciktirerek kılmadan ölen kimse ile, haccetmek elinde iken onu gelecek
senelere tehir ederek haccetmeden ölen kimsenin günahkâr olup olamayacağı
hususunda ulema ihtilaf etmişlerdir.
159- (1911)
Bize Osman b. EM Şeybe etti. (Dedi ki): Biie Cerir A'meş'den, o da Ebû
Süfyan'dan, o da Cabir'den naklen rivayet etti. Ca-bir şöyle demiş: Bir gazada
Peygamber (SallallahÜ Aleyhi ve Selle-m) 'le birlikte idik :
«Gerçekten Medine'de
öyle adamlar var ki siz bir yolda yürür veya bîr vadiyi geçerseniz sizİnie
beraber olurlar. Kendilerini hastalık hapsetmiştir.» buyurdular.
(...) Bize
Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki): bize Ebû Mua-viye haber verdi. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe ile Ebû Saîd el-Eşecc de rivayet ettiler (Dediler ki): Bize Vekî' rivayet
etti. H.
Bize İshak b. İbrahim
dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize îsa b. Yûnus haber verdi. Bu râvilerin hepsi
A'meş'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Ancak Vekî'in hadisinde:
«Ecirde sîze ortak olurlar,» cümlesi vardır.
Hadisi Şerifde
gönülden harbe giden gazilerle beraber olup hastalık veya başka bir sebeple
fiilen iştirak edemeyenlerin hali beyan, edilmektedir. Veki’in rivayetinde
böylelerinde fiilen harb eden gaziler gih sevaba nail olacakları
bildirilmiştir. Hadisin zahiri âmm'dır. Şu halde cihada farz-ı kifaye yahut
farz-ı ayn olarak yani umumi seferberlikte iştirak etmeye niyetlenmek her
mü'mine farzdır. Cihadın farzı ayn olduğunu söyleyenler bu hadisle istidlal
etmişlerdir. Hadisi şerif hayırlı bir işe niyet etmenin faziletine, gazaya veya
her hangi bir ibadete niyet edipte bir özrden dolayı yapamayan kimsenin yapmış
gibi sevap kazanacağına ve yapamadığına üzüldüğü nispette sevabının
artırılacağına delildir.
160- (1912)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Malik'e İshak b. Abdillah b. Ebi
Talha'dan dinlediğim onun da Enes b. Malik'den rivayet ettiği şu hadisi okudum
:
Resûliillah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Ümmii Haram Bînü Mil-hân'm yanına girer o da
kendisine yiyecek takdim edermiş. Ümmii Haram, Übade b. Sabitin nikâhı altında
imiş. Bir gün Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selleri) yine onun yanma girmiş o
da kendisine yemek takdim etmiş.. Sonra (Efendimizin) başını taramaya oturmuş.
Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uyumuş. Sonra gülerek uyanmış.
Ümmü Haram diyor ki: Ben :
— Seni güldüren nedir
ya Resûlallah? dedim.
«Ümmetimden bir takım
İnsanlar!. Bana Allah yolunda gaza ederlerken arz olundular. Şu denizin
enginine tahtlar üzerinde kırallar olarak yahut tahtlar üzerinde kırallar gibi
bini (p gidi) yorlar. (Bu iki cümleden hangisini söylediğinde râvİ şekk
etmiştir.) Ümmü Haram demiş ki bunun üzerine ben :
— Yâ Resûlallah Allah'a dua et beni
onlardan eylesin. Dedim. Ona dua buyurmuş sonra başını (yastığa)
koyarak uyumuş. Sonra
gülerek uyanmış. Ümmü
Haram diyor ki ben İyine :
— Seni güldüren nedir ya Resûlallah dedim. O
birinci defada dediği gibi :
«Ümmetimden bir takım
insanlar!.. Bana Allah yolunda gaza ederlerken arz olundular...» buyurdu. Ben:
— Ya Resûlallah Allah'a dua et beni onlarlardan
eylesin. Dedim. «Sen evvelkilerdensin!»
.buyurdular.
Sonra Ümmü Haram Binü
Milhân Muaviye zamanında (Gemiye) binmiş ve
denizden çıktığı anda hayvanından
düşerek vefat etmiştir.
161- (...) Bize Halet b.
Hişanı rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd
b. Zeyd, Yahya b. Saîd'den, o da Muhammed b. Yahya b. Ilabban'-dan, o da Enes
b. Malik'den, o da Ümmii Haram'dan -ki bu kadın Enes'in teyzesidir- naklen
rivayet etti. Ümmii Haram şöyle demiş:
— Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) bir
gün bize gelerek bİz-de kaylule yaptın sonra gülerek uyandı. Ben:
— Annem babam sana feda olsun. Seni güldüren
nedir ya Resulellah? dedim.
«Bana ümmetimden
tahtlar üzerinde kırallar gibi denizin sırtına binen bir kavm gösterildi,» buyurdu. Bunun üzerine ben;
— Allah'a dua et beni onlardan eylesin, dedim.
«Şüphesiz sen
onlardansın!» buyurdu. Sonra uyudu ve yine gülerek uyandı. Ben de kendisine sordum.
Evvelki sözü gibi cevap
verdi. Ben:
— Allah'a dua et beni onlardan eylesin, dedim.
«Sen evvelkiler densin» buyurdular.
Enes demiş ki: Bundan
sonra Ubâde bin Sâmit onunla evlendi ve denizde gazaya çıkarak onu da
beraberinde götürdü, (varacakları yere) vardığında ona bîr katır takdim edildi
o da bindi. Arkacığmdan katır kendisini yere düşürdü ve boynu kırıldı.
162- (...) Bize
bu hadisi Muhammed b. Rumh b. Muhacir ile Yahya b. Yahya rivayet ettüer. (Dediler
ki): Bize Leys, Yahya b. Saîd'den, o da İbni Habban'dan, o da Enes b.
Malik'den, o da teyzesi Ümmii flaram Binti Milhan'dan naklen onun
söylediğini haber verdi:
ResûfüIIah (Sallallâhü
Aleyhi ve Sellem) bir gün bana yakın bir yerde uyudu. Sonra gülümseyerek
uyandı. Ben:
— Ya ResuJellah
seni güldüren nedir? dedim.
«Ümmetimden bir takım
insanlar bana arz olundular. Şu yeşil denizin sırtına biniyorlar...» buyurdu.
Bundan sonra râvî,
Hammâd b. Zeyd'in hadisi gibi rivayette bulunmustur.
(...) Bana
Yahya b. Eyyub ile Kuteybe ve İbni Hucr da rivayet eltiler. (Dediler ki): Bize
İsmail -Bu zat ibnü Cafer'dir- Abdullah b. Abdir-ralıman'dan rivayet etti ki o
ân Eııes b. Maiik'i şunu söylerken işitmiş:
— Resûlüîlah,
(Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Encs'in teyzesi Binl-i Milhana gelerek başını
onıuı yanına koydu.
Râvi hadîsi İshak b.
Ebîralha ile Muhanımed b. Yahya b. Habbân hadîsleri mânasında rivayet eylemiştir.
Bu hadisi bütün
kütüb-ü sıtte sahipleri «Cihad» bahsinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Tirmizi onun hakkında: «Ilascıı Sahihtir» demiştir. Buhari onu «Rü'ya» ve
«İsti'zan» bahislerinde de rivayet etmiştir. Ibni Abdılberr'e göre Ümmü Haram
Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Selîemynin süt teyzelerinden biridir. Bazıları
babasından yahut dedesinden teyzesi olduğunu söylemişlerdir. Ebü Ömer:
«Bunların hangisi olursa olsun Ümmü Haram Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mahremidir»
diyor.
Kaylûle uyku olsun
olmasın günün ortasında yapılan istirahattır.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellcvı)'in iki defasında da güleıek uyanması haber verdiklerini
rü'yasmda gördüğüne Ümmü Haram va her iki defasında «Allah'a dua et beni
onlardan eylesin» diye ricada bulunması rü'yaların ayrı ayrı şeyler hakkında
görüldüğüne delalet eder. Nitekim birinci rü'yasmda deniz, ikincide kara
şehitlerini gördüğü rivayet olunur.
Ulema Hz. Ummü Haram
'in şehit düştüğü bu gazanın ne zaman yapıldığında ihtilâf etmişlerdir. Buradaki
rivâyetde Hz. Muaviye zamanında yapıldığı görülüyorsa da Kadi îyaz ekseri siyer
ulemasının kavillerine göre bunun Hz. Osman (Radiyallahıi anhûm) zamanında
yapıldığını .söylemektedir. Ümmü Haram hazretleri anhûma) zamanında yapıldığını
söylemektedir. Ümmü Haram hazretler; kocası ile beraber gemiye binerek Kıbrıs'a
gitmiş orada hayvanından düşerek vefat etmiştir. Kabri bugüne kadar «Hala
Sultan Türbesi» namiy-îe ziyaret edilmektedir. Şu halde Müslim 'in
rivâyetindeki «Muavi-ye zamanında» tabirinden murad Muavîye'nin ordusunda
bulunmuş manasına olup Muaviye'nin halifeliği
zamanında manasına gelmez. Bununla beraber hadisi zahiri manasına
hamlederek: «Bu hâdise Muaviye'nin hilafeti zamanında olmuştur» diyenler de
vardır,
Esahh havle göre
Kıbrıs adası harbîe alınmış Hz. Ümmü Haram adayan çıkacağı sırada katırdan düşerek vefat
etmiştir.
1- Erkek
mahremi olan kadının yanma girerek onunla yalnız başına bir arada kalabilir.
Yanında uyuması da caizdir.
2- Kadın
kocasının malından müsafirine ikramda bulunabilir.
3- Bit ve
pireleri öldürmek, baş bitlemek müstehabdır.
4- Kayîüle
caizdir.
5- Sevinç
anında gülmek caizdir. Çünkü Peygamber
(Sallallphü Aleyhi ve Seîlevı) ümmetinin kendisinden sonra İslâmiyet uğurunda
denizde bile cihad edip muzaffer olacaklarım
gördüğü için sevincinden gülmüştür.
6- Gaza için
denize açılmak caizdir. Ashab-ı Kiram deniz yoluyla da ticaret ederlerdi.
Cumhuru ulemânın kavli budur. Yalnız Ömer b. Hattab ileömer b. Abdul Aziz
(Radiyallahû anhûm) denize açılmayı mutlak surette men etmişlerdir. Bazıları
bunu dünj'ahk için denize açılmak manasına almış, âhiret için denize açılmanın
caiz olduğunu söylemişlerdir, İmam Ma1ik'e göre kadınlara deniz seyahati
mutlak surette mekruhdur. Çünkü tesettürlerine mânidir. Bazıları bunun küçük
gemilere mahsus olduğunu büyük gemilere binmelerinde kerahet olmadıklarını
söylemişlerdir.
7-
Kadınların denizde cihad etmesi mubahtır.
8- Cihad
kıyamete kadar devam edecektir.
9- Gazayı ve
şehit olmayı temenni etmek caizdir.
10- Hadisi
Şerif bir mucizedir. Bu mucize de Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gaibden bazı şeyler vermiştir.Ümmetinin
denizde cihad edeceğini haber vermesi, ne halde cihad edeceklerini bildirmesi, Ümmü Haram'a «Sen evvelkilerdensin» diye
tebşirde bulunması bunlardandır.
11-
Peygamberlerin rü'yaları haktır.
12- Allah
yolunda Ölmek şehitliktir.
13- Cihad
yolunda bulunup fiilen harbe iştirak etmeden ölen kimseye ha rb edeni erin
ecri kadar ecir verilir.
14- Deniz
şehidinin mi yoksa kara şehidinin mi daha ziyade ecir kazandığı hususunda
ihtilaf edilmiştir. Bazıları karada şehid edilenin daha ziyade ecir kazandığına
kail olmuş, bir takımları da bunun aksini iddia etmişlerdir.
15- Ulemadan
bazıları bu hadisle istidlal ederek Allah yolunda çarpışanların Ölenleriyle
kalanları ecirle müsavidir demişlerdir.
163- (1913)
Bize Abdullah b. Abdirrahman b. Behram ed Dârimi rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Ebû'l-Velid Et-Tayâlisi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys (Yani îbni Sa'd)
Eyyub b. Musa'dan, o da Mekhûl'den, o da Şürahbil b. Scmitden, o da Selman'dan
naklen rivayet etti şöyle demiş:
Ben Eesûlüllah
(Salkûtâhü Aleyhi ve Selîem)'i: «Bir gün bir gece serhat bekçiliği bîr ayın
orucu ile teravihinden daha hayırlıdır. Ölürse üzerine dünyada iken yaptığı
ameli ve rızkı cereyan eder. Fettandan da emin olur.» buyururken işittim.
(...) Bana
Ebût-Tahir rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb, Abdur-rahman b. Şureyh'dan
o da Abdulkerim b. Hâris'den, o da Ebû Übeyde b. Ukbe'den, o da Şurayhbil b.
Semit'dan o da Selmanu'l-Hayr'dan, o da Resûlülath (Sallallâhü Aleyhi ve
Sellem)'den naklen Leys'in Eyyub b. Musa'dan rivayet ettiği hadis manasında
haber verdi.
Ribat; hayvanı
bağlamaya yarayan ip demektir. Sonra bu kelime hudud muhafızına ıtlak
olunmuştur. Hadİsden murad şudur. Bir gün bir gece düşmana karşı hudud
muhafızlığı yapmak bir ay nafile oruç tutmakla bir ay nafile namaz kılmaktan
daha hayırlıdır. Şayet hudud muhafızlığı yaparken Ölürse o vazifede iken
yaptığı amelleri devam edermiş gibi ecir ve mükafat verilir. Hadis-i Şerif
şehid hakkındaki âyetlerle hadislere muvafıktır. Şehit âyetlerinde şehitlerinin
ölmediği Allah katında diri oldukları ve kendilerine rızk verildiği beyan
buyrulduğu gibi yukarda geçen bazı hadislerde şehit ruhlarının cennet
meyvelerinden yedikleri beyan olunmuştur.
Fetian'dan murad,
kabir fitnesidir. Bu kelime «Futtan» şeklinde cemi olarak rivayet edildiği gibi
«Kabrin iki fettanı şeklinde tesniye olarak da rivayet edilmiştir. Kabrin
fettanı Münker ve Nekir ismindeki meleklerdir.
Hadisi Şerif: Hudud
muhafızlığı yapan kimsenin faziletine ve amellerinin Öldükten sonra da devam
edeceğine, bu hal ona mahsus olup başka hiç bîr kimseye nasip olmayacağına
delildir.
164- (1914)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Malik'e Sümeyye'den dinlediğim
onunda Ebû Salîh'den, onun da Ebû Hüreyre'-den naklen rivayet ettiği şu hadisi
okudum. Resulü Hah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem):
«Bir defa bir adam
yolda yürürken yol üzerinde bir diken dalı buldu ve onu uzaklaştırdı. Bunun
Üzerine Allah kendisine teşekkür etti, ve onu affetti.» buyurmuşlar. Bir de:
«Şehitler beş
kısımdır. Vebadan, ishalden ve boğulmaktan ölenlerle yj-kıntıdan ölen ve Allah
azze ve cellenin yolunda şehit olandır.» buyurmuşlar.
165- (1915)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, Süheyl'den, o da
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Resûlüllah
(Sallaliâhü Aleyhi ve Sellem):
«Siz aranızda kimi
şehid sayıyorsunuz?» diye sordu. Ashab:
— Ya Resulellah kim Allah yolunda öldürülürse o
şehittir, dediler. «O halde ümmetimin şehitleri pek azdır.» buyurdu. Ashab:
— öyle ise kimdir
onlar yâ Kesulellah? dediler.
— «Kim
Allah yolunda öldürülürse o
şehiddir. Kim Allah
yolunda ölürse o da şehittir. Kim vebadan Ölürse o da şehittir. Kim
İshalden ölürse o da şehittir.»
buyurdular.
İbni Miksero (Demiş
ki): Baban üzerine şehadet ederim ki bu hadiste o şöyle demiştir:
«Boğulan da şehiddir.»
(...) Bana
Abdulhamid b. Beyan El Vasıfî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Halid,
Süheyl'den bu isnadla bu hadisin mislini rivayet etti. Şu kadar var ki onun
hadisinde: «Süheyl dedi ki: Ubeydullah b. Miksem şunu söyledi: Kardeşin üzerine
şehadet ederim ki; o bu hadiste (kim boğulursa o da şehiddir) cümlesini ziyade
etti.» ibaresi vardır.
(...) Bana
Muhammed b. Hatim dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz rivâyfct öttİ. (Dedî
ki): Bize Vüheyb rivayet etti. {Dedi ki): Bize Süheyl bu isnadla rivayet etti.
Onan hadisinde şu da vardır: «Dedi ki Ubeydullah b. Miksem, Ebû Salih'den
naklen haber verdi. Hadisde şunu da ziyade etti. «Boğulan da şehiddlr.»
166- (1916)
Bize Hamid b. Ömer EA Bekrâvî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülvahid (Yani
îbni Ziyâd) rivayet etti. (Dedi ki): Bize Âsim, Hafsa binti Sîrîn'den rivayet
etti. Şöyle demiş: Bana Enes b. Malik:
— Yahya b. Ebî Amra neden öldü diye sordu.
— Taundan dedim. Bunun üzerine:
Re$ûlüllahf_(Sallallâhü Aleyhi ve Selîem):
«Taun her müslüman
İçin şehitliktir.» buyurdu dedi.
(...) Bize
bu hadisi Velid b. Şüca' dah rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ali b. Müshir,
Asim'dan bu İsnâdda bu hadi seni mislini rivayet etti.
Bu hadislerin Ebû
Hüreyre rivayetini Buharı «Ezan» ve «Namaz» bahislerinde; Tirmizî «Kitabül
birr» de tahric etmişlerdir. Tirmizi onun hakkında: «Bu hadis Hasen Sahihtir»
demiştir. Enes rivayetini Buhârî «Cihâd» ve «Tib» bahislerinde tah-rîc
etmiştir.
«Allah ona teşekkür
etti.» cümlesinden murad: Onun yaptığından razı oldu fiilini kabul etti ve
kendisine senada bulundu demektir.
Şüheda: Şehidin
cem'idir. Şehid faîl veznin de olduğu için hâzır bulunup gören manasına ismi
fail olduğu gibi, görülen manasına ismi mef'ûl de olabilir. Burada her iki
takdir caizdir. Şehidin ölümünde melekler hazır bulunduğu için o meşhûd yani
görülmüş demekir. Bazıları şehidin cennet için kendisine şahidîik edilmiş
manasına geldiğini söylemişlerdir. Bir takımları şehid Allah katında diri ve
hazır olduğu için kendisine bu isim verildiğini, daha başkaları Allah'ın
ikramını gördüğü için şehid denildîğini söylemişlerdir. Şehidler hakkında
birçok hadisler vardır. Bunların bazısında şehidlerin beş nevi olduğu bazıların
da yedi diğerlerin de sekiz hafta dokuz ve on bir olduğu bildirilmektedir. Bu
muhtelif sayılara bakarak rivayetler arasında tenakuz olduğu iddia edilemez.
Çünkü bu sayıların muhtelif oluşu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimize
gelen vahye göredir. Burada harb şehidlerinden maâdâ vebadan, ishalden
ölenlerle boğularak ve üzerine bina yıkılarak Ölenlerin de şehid oldukları
bildiriliyor. Başka rivayetlerde yanarak ölenlerle zatürieden ölenlerin hamile
olarak ölenlerin malı uğrunda ödürülenlerin de şehîd gittikleri bildirilmiştir.
Ulemanın beyânına göre; bu suretle ölenlerin şehîd sayılması çektikleri büyük
elem ve acılara mukabil bir lütfü ihsandır. Harb meydanında ölenlerden maada
şehit hükmünde olanlar yıkanırlar ve cenaze namazları kılınır. Harbde
ölenlerse yıkanmazlar. Hasılı şehitler üç kısma ayrılır.
1- Dünya ve
ahiret şehitleri: Bunlar harbde öldürülenlerdir.
2- Dünya
ahkâmı hakkında değilde yalnız ahiret hususunda şehid sayılanlar.
3- Yalnız
dünya ahkâmı hususunda şehid sayılanlar: Bunlar ganimet aşıranlar ve harbden
kaçarken öldürülenlerdir, ki insanlara göre şehid sayılırlar. Çünkü
yaptıklarının iç yüzünü bilen yoktur. Bunu yalnız Allah bilir. Ve kendilerine
ahirette şehid sevabı vermez.
1- Yol
üzerinden taş topaç ve diken gibi geçenlere eziyet veren şeyleri atmak bir
fazilettir. Ve imanın en hafif dalı sayılmıştır.
Yoldan bir dikenin
atılması mukabilinde Allah Teâlâ Hazretleri kuluna teşekkürle mukabele ederek
af buyurursa bundan daha büyük hayır işleyenlere ne yapacağını bir
düşünmelidir.
2-
Şehidlerin mertebesi pek büyüktür. Hanefîlere göre şehid: Harbde müşriklerin öldürdüğü
veya üzerinde yaralanma eseri olduğu halde harb meydanında ölü olarak
bulunan yahut müslümanlarm zulmen öldürdükleri kimsedir. İmam Malik ile İmam
Şafii ve imam Ahmed'e göre şehid gazada düşmanın Öldürdüğü kimsedir. Harb
meydanında ölen şehid bilittifak kefenlenir. Fakat yıkanmaz, Bu hususda yalnız
Hasen-i Basrî ile îbnü1-Müseyye‘in
muhalefetleri rivayet olunur. Onlara göre şehidde şâir ölenler gibi yıkanır.
Hanefîlere göre şehidin namazı kılınır. Bu kavi 1bnü Abbas, Ibnü Zübeyr, Ütbe
b. Amir, Ikrime, Said b. el Müseyyeb; Haseni Basrî, Mekhûl, Sevri, Ezâi, Müzenî
ve bir rivayette îmam Ahmed Hazretlerinden rivayet olunmuştur.
îmam Malik, Şafiî ve
îshâk'a göre şehidin cenaze namazı kılınmaz. MedineliJerin kavli de budur.
Neveevî «El Mühez-zeb» şerhinde şehid üzerine namaz kılmanın katiyyetîe haram
olduğunu söylemiş; îbnü Hazm ise: «İsterlerse kılarlar, isterlerse kılmazlar»
demiştir.
167- (1917)
Bize Harun b. Mâruf rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbnii Vehb haber verdi. (Dedi
ki): Bana Amr b. Haris, Ebû Ali Sümâme b. Şüfiyy'den naklen haber verdi ki Ukbe
b. Âmiri şöyle derken işitmiş: Ben
Resûlüllah (Sallallâhü
Aleyhi ve Sellem)'i minber üzerinde:
«Onlar için gücünüzün
yetebildiğî kadar kuvvet hazırlayın! Dikkat kuvvet atıcılıktır! Dikkat kuvvet
atıcılıktır! Dikkat kuvvet atıcılıktır.» buyururken işittim.
Bu hadisde Resûlüllah
(Sallallâhü Aleyhi ve Sellem): «Onlar için gücünüzün yetebildfği kadar kuvvet
hazırlayın» Ayeti Kerimesini tefsir etmiştir. Bu tefsir müfessirlerin hikâye
ettikleri diğer kavilleri red etmektedir. Bazıları kuvvetten murad kal'alar bîr
takımları da erkek atlar olduğunu söylemişlerdir. Bu ve emsali hadisler
atıcılığın faziletine ve cihad niyetiyle silah kullanmaya atıcılığın her
nev'ini Öğrenmeye teşvik etmektedirler. Binaenaleyh bugünkü modern silâhların
her çeşidini öğrenmek hatta tayyarecilik ve motorlu vasıtaları kullanmak
hükümde dahildir. Ata binmek ve harbe yarayacak yüzücülük nişancılık ve güreş
nevileri gibi spor faaliyetleri de böyledir.
168- (1918)
Bize Harun b. Ma'ruf rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbnü Vehb rivayet etti.
(Dedi ki): Bana Amr b. Haris, Ebû Ali'den, o da Ukbe Amir'den naklen haber
verdi. (Şöyle demiş): Ben (Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem):
«Sİze yerler feth
edilecektir. Allah stze kâfidir. O halde sizden biriniz oklarıyle oynamaktan
aciz değildir.» buyururken işittim.
(...) Bİze
bu hadîsi Davud b. Euşeyd de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Velid, Bekir b.
Mudar'dan, o da Amr b. Hâris'den, o da Ebû AH el Hem-danî'den naklen rivayet
etti. Ben Ukbe b. Âmiri Peygamber (Sallaüâhü Aleyhi ve Sellem)'den naklen
rivayet ederken dinledim. Demiş ve yukar-daki hadîsin mislini rivayet etmiştir.
«O halde sizden
biriniz oklarıyle oynamaktan aciz değildir»
cümlesi
«Aciz kalmasın»
şeklinde de rivayet edilmiştir. Usulü Fıkıh, ilminde görüldüğü veçhile bir
şeyden nehy o şeyin zıddımn vacip olmasını gerektirir. Burada oynamaktan aciz
kalmak yasak edildiğine göre oklarla oynamak vacip oluyor demektir. Bittabi
oyundan murad çocuklar gibi okdan oyuncak yapmak değil ok atmakta maharet
kazanmak ve kazanılan mahareti devam ettirmektir. Çünkü harb ancak alet
kullanmaktaki maharetle sürdürülebilir.
Bu hadisde fütuhat
için evvelâ: «Allah size kâfidir»» buyurularak ondan sonra' silah hazırlığına
teşvik edilmiştir. Demek oluyor ki cihad eden müslüman her şeyden önce Allah'a
teveklül ve itîmad ederek, ondan sonra bütün gücüyle düşmana karşı silah
hazırlığında bulunacaktır. Tarih okurken dikkat edilirse görülür ki:
Müslümanlar ne zaman bu iki hususa lazım gelen ehemmiyeti vermişlerse mutlaka
galib gelmişlerdir,
169- (1919)
Bize Muhammed b. Rumh b, Muhacir rivayet etti. (Dedi ki) Bize Leys, Haris b.
Ya'kub'dan o da Abdurrahman b. Şumase'-naklen haber verdi ki Fukeym-i Lahmî,
l)kbe b. Amir'e :
— Şu iki hedef arasında gidip geliyorsun.
Halbuki sen yaşlısın bu sana zor gelir demiş. Ukbe:
—> Resûlüllah
(Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiğim bir soz olmasaydı ben buna
katlanmazdım. Cevabını vermiş. Haris diyor ki; Bunun özerine ben İbnü Şumase'ye
:
— Ne p? diye sordum.
— Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem): «Her
kîm atıcılığı öğrenir de sonra terkederse bizden değildir. Yahu» muhakkak isyan etmiştir,» buyurdu
dedi.
Görülüyor ki Hadîsi
Şerif atıcılığı Öğrendikten sonra ihmal ederek unutmanın şiddetle mekruh
olduğuna delalet ediyor. Bundan yalnız özürlüler müstesnadır. Yani bedenî bir
ânza veya hastalık gibi özürden dolayı vaktiyle öğrendiği atış ve saire
talimleri unutan kimse muaheze olunmaz. Özürsüz terk edenlerse «Bizden
değildir» denilmek suretiyle muahezeye şayan görülmüşlerdir. Hadislerde geçen
«Bizden değildir» cümlesinin oBİzîm yolumuzda değildir; faizim emrimizle amel
etmiş sayılmaz» manalarına geldiğini kitabımızın baş taraflarında görmüştük.
Hadisdeki edatı
tera'hı yani gecikme bildirirse de buradaki.
gecikme zaman
itibariyle değil sadece rütbededir. Yani atışı Öğrenen bir kimse aradan zaman
geçmeden onu unutur veya bırakırsa yine sünneti terk etmiş olur.
170- (1920)
Bize Saîd b. Mensur ile' Ebû'r Rabi' El-Atekî ve Ku-teyhe b. Saîd rivayet
ettiler. (Dediler ki): Bize Hammad —tbni Zeyd'-dir.— Eyyub'dan, o da Ebû
Kılâbe'den, o da Ebû Esmâ'dan, o da Sev bân'dan naklen rivayet etti. Sevban
şöyle demiş: Resûlüllah (Saîlallâhü Aleyhi ve Seîlem):
«Ümmetimden bir taife
hakka yardımcı olmakta devam edecektir. Onlara muhalefette bulunanlar zarar
veremiyecek. Nihayet Allah'ın emri onlar bu haldeyken gelecektir.» buyurdular.
Kuteybe'nin
hadisinde «Onlar bu haldeyken» kaydı
yoktur.
171- (1921)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet etti.
H.
Bize îbnü Nümeyr de
rivayet etti. (Dedî ki): Bize Veki' ile Abde ikisi birden İsmail b. EM
Halid'den rivayet ettiler. H.
Bize İbni Ebî Ömer
dahi rivayet etti. Lafz onundur onundur. (Dedi ki): Bize Mervan (yani
El-Fezârî) İsmail'den, o da Kays'den, o da Mugıre'den naklen rivayet
etti. (Şöyle demiş): Ben Resûİüllah
(Sallalİahü Aleyhi ve Sellem)
«Ümmetimden bîr kavim
insanlara yardımcı olmakta devam edecektir. Nihayet onlar yardımcı iken
kendilerine Allah'rn emrî gelecektir.»
(...) Bana
bu hadisi Muhamrued b. Rafi* dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsame
rivayet etti. (Dedi ki): Bana İsmail, Kays'dan rivayet etti. (Demiş ki): Muğire
b. ŞuJbeJyi şunu söylerken dinledim: Ben Re-İsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'i şöyle buyururken işittim...
Ravi tamamİyle Mervan
hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.
172- (3922)
Bize Muhammed b. Müsemıa ile Muhammed b. Beşşâr rivayet .ettiler. (Dediler kî):
Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi kİ): Bize Şu'be, Simâk b.
Hark'den, o da Câbir b. Semura'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen rivayet etti ki:
«Bu din kaim olmakfa
mutlaka devam edecektir. Onun namına fa krya-met kopuncaya kadar müslümanlardan
bir cemaat çarpışacaktır.» buyur' muşlar.
173- (1923)
Bana Hârûn b. Abdillah ile Haccâc b. Şâir rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize
Haccâc b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki): İbnü Cüreyc şunu söyledi: Bana
Ebû'z-Zûbeyr haber verdi ki kendisi Câbir b. Abdillah, şunu söylerken işitmiş.
Ben Resûİüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)':
«Ümmetimden bîr taife
hak uğruna çarpışmakta kıyamet gününe kadar yardımcı olmakta devam edecektir.»
buyururken işittim.
174- (1037)
Bize Mensur b. Ebi Müzâhim rivayet etü. (Dedi ki): Bize Yahya b. Hamza,
Abdurrahman b. Yezid b, Câbİr'den naklen rivayet etti. Ona da Umeyrb.
Hani'rivayet etmiş. (Demiş ki): Ben Muaviye'yi minber üzerinde şunu söylerken
dinledim: Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Ümmetimden bir taife
Allah'ın emrini tutmakta devam edecektir. Onları aşağılayan veya muhalefet
edenler kendilerine zarar veremeyecek. Nihâyet Allah'ın emri, onfar İnsanlara
yardım ederken gelecektir.» buyururken işittim.
175- (...)
Bana İshak b. Mansur da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Kesir b. Hişâm haber
verdi. (Dedi ki): Bize Ca'fer —Bu zât îbnü Bur-kân'dır— rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Yezid b. Esamm rivayet etti. (Dedi ki) Ben Muaviye b. Ebi Süfyan'i
dinledim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiği bir
hadis söyledi ki; ben kendisini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
minberi üzerinde ondan bu Ha-dîsden başka hadis rivayet ettiğini işitmedim.
(Dedi ki): Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah bîr kimseye
hayr (vermek) murad ederse onu dinde fakîh kılar. Müslümanlardan bir cemaat
kendilerine düşmanlık edenlere karşı çıka" cak tâ kıyamet gününe kadar
Hakk uğruna çarpışmakta devam edecektir.» buyurdular.
176- (1924)
Bana Ahmed b. Abdîrrahman b. Vehb rivayet etti. (Dedi ki); Bize amcam Abdullah
b. Vehb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Amr b. Haris rivayet etti. (Dedi ki):
Bana Yezid b. Ebî Habib rivayet etti. (Decfi ki): Bana Abdurrahman b.
Şumaset'l-Mehri rivayet etti. (Dedi' ki): Mesleme b. Muhalled'in yanındaydım.
Abdullah b. Amr b, As da onun yanında idi. Abdullah şunu söyledi :
— Kıyamet ancak halkın kötüleri üzerine
kopacaktır. Onlar cahilİy* yet halkından daha kötiidürlr. Allah'dan bir şey
isterlerse onu üzerlerine reddeder.
Onlar bu haldeyken
Ukbe b. Âmir geldi. Mesleme ona :
— Ya Ukbe! Dinle Abdullah ne diyor. Dedi. Ukbe
de :
— O daha iyi bilir. Amma ben Resûlüllah
(Sallctilahü Aleyhi ve Sellem)ı:
«Ümmetimden bîr cemaat
düşmanlarını kahr ederek Allah'ın emri uğrunda çarpışmakta devam edeceklerdir.
Onlara muhalefet edenler kendilerine bîr zarar veremiyecek. Nİhayef onfar bu
halde iken kıyamet kendilerine gelecektir» buyururken işittim, cevabını verdi.
Bunun üzerine Abdullah şunu söyledi
— Evet, sonra Allah misk kokusu gibi bir koku
gönderecek, teması ipeğin teması gibi olacak, ama kalbinde tane ağırlığı iman
olan hiç bir kimseyi bırakmayıp öldürecek, Sonra insanların kötüleri kalacak,
kıyamet onların üzerine kopacaktır.
177- (1925)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hü seyn, Davud b. Ebî
Hind'den, o da Elbû Osman'dan, o da Sa'd b. Ebî Vak kâs'dan naklen haber verdi.
Sa'd şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Garb ehli kıyamet
kopuncaya kadar Hakk üzere yardımcı omlakta de vam edeceklerdir» buyurdular.
Bu rivayetlerin
bazılarını Buharı uMenakıb» bahsinde tahri etmişir.
Hadisi Şerifin izahı
Kitabu-1-tman'ın sonlarında geçmişti. Buradak kokudan murad kıyamete yakın
Yemen taraflarından çıkarak kadın ekkek her müminin ruhunu kabzedecek olan
rüzgârdır. Bahsedilen taife veys cemaata gelince: Buhârî bunlardan murad ulemâ
olduğunu söylemiş; imam Ahmed b. Hanbel ise: -«Bunlar ehli Hadîs değil-seler
kimler olacağını bende bilemiyorum» demiştir. Kadı Iyâz imamı Ahmed İn bu
sözüyle Ehl-i Sünnet vel-Cemaati, hadîs ulemasının mezhebinde olanları kasdettiğini
söylemektedir. Nevevî diyor ki: «İhtimalki bu taife muhtelif müminler arasına
dağılmıştır. Bazıları cengâver yiğitler, bir takımları fukaha ve hadîs uleması
kimisi zâh'ıd kimisi Emri bil ma'rufu yapan zevattır. Hepsinin bir yerde toplu
bulunmaları lâzım gelmez. Bilâkis muhtelif yerlerde bulunurlar.» Hadisin son
rivayetinde zikri geçen «Garb ehlî»'nden murad Ali b. Medînî'ye göre araplardır.
Garb : Büyük kova manasına gelir. Bunu ekseriyetle arablar kullandıkları için
onlara «Garb Ehli» denilmiştir. Diğer ulemaya göre Gabdan murad batıdır. Muaz
bunların Şamlılar olduğunu söylemiştir. Kudüslüler olduğunu bildiren hadisde
vardır. Bazıları «Garb Ehlİa nden murad: Hiddet ve şiddet sahibi insanlardır.
Hasılı yer yüzü
kıyamete kadar cihaddan hâli kalmayacaktır. Bir yerde harb ve cidal bitse
başka yerde yenisi patlayacak kıyamet yaklaşıncaya kadar bu böyle gidecek ve
Hak yolunda mücahede eden halis müslüman-lar bulunacaktır.
Hadîsin bir rivayeti
Allah'ın çok hayır vermek istediği kulunu fakın yaptığı bildirilmektedir.Yani o
kimseye Şeriat sahibinin emirleriyle nehiy-leriniri sırrını ilâhi bir nûr ile
anlatır. Bu rvâyet ilmin ve ulemanın faziletine, din âlimi olmanın imanı
kurtarmaya bir alâmet sayıldığına delildir. Hadisi Şerifin bütün rivayetleri
bir mucizeyi ispat etmektedir. Bu mucize Peygamber (Sallallahü Aleyhi ne
Sellem)'in haber verdiği cemaatlerin bugüne kadar her devirde zuhur edip hak
din uğuruna mücadele etmeleridir Hadisi Şerif ayrıca icmam hüccet olduğuna da
delildir. Nevevî : ««Bu hadîs kendileriyle istidlal edilen en sahih hadislerdendir.»
diyor.
178- (1026)
Bana Züheyr fa. Harb rivayet etti. (Dedi kî): Bîze Ce-rir, Süheyl'den, o da
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti (Şöyle demiş): Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Verimli yerde sefer
ettiğiniz zaman develere o yerde nasiblerinİ verin! Çorak yerde sefer ederseniz
orada yürüyüşü süratlendirin! Geceleyin mola verirseniz yoldan sakının. Çünkü
yol geceleyin böceklerin sığmağıdır» bu: yurdular.
(...) Bize
Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdulaziz (Yani İbnû Muhammed)
Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Verimli yerde sefer ettiğiniz zaman
develere o yerden nasiblerinİ verin!
Çorak yerde sefer
ederseniz onları ilikleri çıkmadan acele yürütünüz. Mola verdiğiniz zamanda
yoldan kaçınınız. Çünkü o hayvanların yollan ve gece" leyin böceklerin
sığınağıdır.» buyurmuşlar.
Bu hadis hayvanlara
karşı müşfik davranmak gerektiğini bildirmektedir. Mer'ası bol yerlerde sefer
edilirse zaman zaman hayvanlar otlatılarak doyurulacak, icabında sulanacak;
mer'asiz yerlerden geçilirse me:v zil-i maksuda biran evvel varmak için hızlı
gidilecektir. Çünkü bu gibi yerlerde de mûtad yürüyüşle gidilirse
yiyeceksîzlikten hayvanlar zayıflar; çok defa hastalanarak yolda kalır. Telef
olur. Bir yerde konaklamak icabederse yol üstüne değil tenha bir yere çekilerek
mola verilecektir. Yolculuğun âdabı budur. Çünkü geceleyin dolaşan sinek ve
böcek gibi haşerat ile zehirli yılanlar ve yırtıcılar yollarda yürürler. Bu onlara
hem bîr kolayhkdır. Hem de geçen yolculardan düşen yiyecek kırıntılarıyla
karınlarını doyururlar. Bu sebeple hem o hayvanlara mâni olmamak hem de
onlardan gelecek zarara maruz kalmamak için yoldan uzak bir yere inmek emir
buyurulmuştur.
179- (1927)
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'ııeb ile hmâîl b. Ebi Üveys, Ebu MusJab
Ez-Zührî, Mansur b. Ebû Müzahim ve Kuteybe b. Saîd rivayet ettiler. (Dediler
ki): Bize Mâlik rivayet etti. H.
Bize Yahya b. Yahya
Et-Temîmî dahi rivayet etti lafız onundur. (Dedi ki): Mâlik'e, Sana Sümeyy,
Ebû Salih'ken, o da Ebû Hüreyre'den naklen (ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)' in :
«Sefer azabdan bir
parçadır. Sizden birinize uykusunu ve yemesini fç-mesfnî men eder. Biriniz
hacetini olduğu gibi gordümü hemen evine acele dönsün» buyurduğunu rivayet etti mi? Dedim.
— Evet. Cevabım verdi.
Bu hadisi Buhârî «Hac»
ve «Cihad» bahislerinde; Nes'a’î «Siyers'de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Seferin azabdan bîr
parça olması meşakkatin verdiği elem dolayısiy-ledir. Seferin yolcuya uykusunu
ve yiyeceğini ve içeceğini men etmesinden murad bunları vaktinde ve yeteri
kadar alamamasıdır. Yoksa bunların hakikatlerim men etmesi mevzu bahis
değildir.
Hadisi Şerif; seferde
bulunan bir kimsenin işini bitirdikten sonra lüzumsuz yere gecîkmeyip acele
evine 'dönmesinin müstehab olduğuna delildir.
.
180- (1928)
Bana Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezid b. Hânın,
Hemmâm'dan, o da îshak b, Abdillah b. Ebî Talha'-dan, o da Enes b, Malik'den
naklen rivayet etti ki ResûlüIIah (SalUülahü Aleyhi ve Sellem) ailesi nezdüıe
geceleyin gelmezdi. Onlara ya sabah ya-hud akşamleyin gelirdi.
(...) Bana
bu hadisi Züiıeyr b. Harb de rivayet etti. (Dedi ki); Bize Abdüssemed b. Abdîlvâris
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hemmam rivayet etti. (Dedi ki): Bize İshak b.
Abdillah b. Ebî Talha Enes b. Malik'den o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen bu hadisin mislini rivayet etti. Şu kadar var ki o
«geceleyin girmezdi» dedi.
181- (715)
Bana îsmâîl b. Salim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hü-şeynı rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Seyyar haber verdi. H.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti lafz onundur. (Dedi ki): Bize Hüseyni, Seyyâr'dan o da^Şa'bî'den o
da Câbir b. Abdillah'dan naklen rivayet etti. Cabir şöyle demiş: Bir gazada
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'Ie birlikte bulunuyorduk. Medine'ye
geildiğimizde girmeye kalkıştık. Bunun üzerine:
«Ağır olun da (oraya)
geceleyin (yani yatsı zamanı) girelim. Tâki dağınık saçlı kadın taransın,
kocası gurbette olan da usturasını kullansın!» buyurdular.
182- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bana Abdissamed rivayet
etti. (Dedi kî): Bize Şu'be, .Seyyâr'dan o da, Âmir'den, o da Câbir'den naklen
rivayet etti. (Şöyle demiş): Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz geceleyin
(seferden) geldiği vakit hemen ailesi yanına daiı-vermesin, Tâki kocası
gurbette olan usturasını kullansın, dağınık saçlı da taransın» buyurdular.
(...) Bu
hadisi Yahya b. Habib de rivayet etti. (Dedi-ki): Bize Bavh b. Ubade rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Seyyar bu isnadla bu
hadîsin mislini rivayet etti.
183- (...)
Bize Muhammet! b. Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed (Yani İbni
Ca'fer) rivayet etti. (Dedi ki); Bize Şu'be Âsım'dan, o da Şa'bî'den, o da
Cabir b. Abdülah'dan naklen rivayet etti. Cabir şöyle demiş: ResûlüIIah
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) erkeğin gur-beti uzadığı zaman ailesinin yanına
geceleyin gelmesini yasak etti.
(...) Bu
hadisi bana Yahya b. Habib dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Şu'be bu isnadla rivayette bulundu.
184- (...) Bize
Ebû Bekir b. Ebû Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî', Süfyan'dan, o da
Muharîb'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Cabir şöyle demiş: ResûlüIIah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Erkeğin seferden geceleyin gelerek ailesinin
yanına dalmasını onların hıyanetini anlamak istemesini yahut kusurlarını
araştırmasını yasak etti.
(...) Bu
hadîsi bana Muhammed b. Müsenna da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahman
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyan bu isnadla rivayette bulundu. Abdurrahman
şöyle demiş :
«Süfyan (onların
hıyanetlerini anlamak istemesini yahut kusurlarını arattırmasını) cümlesini
kasdederek burası hadisde var mıdır yok mudu; bilmiyorum dedi.»
185- (...)
Bize yine Muhammed b. Müşenna rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. H.
Bize Ubeydullah b.
Muaz da rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Her İki râvi
demişler kî) bize Şu'be, Muharib'den, o da Cabir'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen yoldan geceleyin gelmenin mekruh
olduğunu rivayet etti. Ama «Onlaeın hıyanetlerini anlamak yahut kusurlarını
araştırmak» kaydını zikretmedi.
Bu hadisin Enes
rivayetini Buharı Ömre bahsinde; Nesâî «Işretû'n-Nisa»'da, Cabir rivayetini
Buharî «Nikah, Büyü', İstikraz, Cihad» ve «Şurut» bahislerinde kimi uzun kimi
muhtasar olmak üzere tahric etmiştir. Hz. Cabir'in beraber bulunduğu sefer Tebük gazasıdır.
Turuk:
Geceleyin gelmek manasınadır.
Kadının ustura
kullanmasından murad kasık ve koltuklardaki kılları yok etmesidir. Bütün bu
rivayetlerden anlaşılıyor ki; uzun zaman ailesinden uzak yaşayan kimsenin
dönüşte geceleyin ansızın evine gelmesi mekruhtur. Fakat yakın bir yere
gitmişde karısı gelmesini bekliyorsa evine gece dönmesinde beis yoktur. Keza
askerde veya benzeri kalabalık bir cemaat içinde seferde bulunurda dönmeke
oldukları ve şimdi şehre girecekleri haber verilirse, istediği zaman evine
girmesinde beis yoktur. Çünkü ansızın geceleyin girmek evdekiler hazır olsun,
telâşa düşmesinler diye yasak edilmiştir. Burada böyle bir telâş yoktur.
[1] Bu
sözlerden murâd : Hadîsin
merfû" olduğunu anJatîiıiıt;
[2] Doğrusu Adevf değil,
AmiıTdir.
[3] İsmi Âmir yahut Hâris'dİr.
[4] İsmi
Abdullah b. YezîıTdir.
[5] Ebû
Sûiim'İn hm Süfyân
b. Hânî'dir
[6] Hasan-i Basrî.
[7] Ubeydullah b. Ziyâd b.
Ebî Süfyân, Muâviye zamanında
Basra valisi idi.
[8] Sûre-i Âl-i Imrân, âyet: 161.
[9] ismi Abdullah'tır.
[10] Sûre-i Nisa', âyet: 59.
[11] Sûre-i
Nisa", âyet : 59.
[12] Sûre-i Nisa', âyet:
80.
[13] Günümüz
müslümanlannın kulakları çınlasın.
[14] Nisa Sûresi âyet: 29
[15] Bâzıları bu kelimeyi Âizî-şeklinde rivayet
etmişlerdir. Sâid; Hemdan kabilesinin bir koludur
[16] Ebû Kays Ziya d b. Riyali el-Kaysî : tabiinden mevsuk bir zâttır.
[17] Abdullah b. Ömer'in künyesi Ebû Abdirrahmân'dır
[18] Gunder Mulvanımed
b. Ca'fcriıı lakabıdır.
Râvinin biri unu lakabı, diğeri
ismi ile zikretmiştir
[19] Bereket duası.
[20] Hz. Câbir son ömründe görmez olmuştu.
[21] Ağaç altında Peygamber (S.A.V.)'e bey'at edenler.
[22] Sûre-i Müntehine âyet: 12
[23] Bazıları Eyyûb'tan sonra İbni Nâfi'i de
zikretmişlerdir. Müslim dâhil olmak üzere bir cemaat onu anmamışlardır.
[24] Bu zâta Urvetü'bnü'1-Ca'd, Urvetü'bnü Ebi'I-Ca'd ve
Urvetü'bnülyâz b. Ebİ'1-Ca'd da denir. Bank Yemen'de bir dağdır. Esd Kabilesi
bu dağa nisbet olunmuşlardır
[25] Sûre-i Tevbe âyet :
112
[26] Sûre-i Tevbe âyet : 18
[27] Sûre-i Âl-i İmrân, âyet: 169
[28] Mehri'nin adı Ebû Abdi11âh Salim b. AbdiIIâh En-Nasrî,
geddâd b, Hadi 'nin âzâdüsıdın Buna: Mâlik b. Evs b. Hadsâd'm âzâdlası, Devs
'in âzâdlısı, Salimi Sebelât, Salim Ebû Abdillâh El-Medînî, Nasriyyîn'in
âzfidlisı Salim, Mâlik b. E-vs'in âzâdlısı Sa1im dahî denilir. Böyle çok isim ve sıfatlı bâzı kimseler görülmüştür.
[29] Sûre-i Nisa'.âyet 95
[30] Siyer kitaplarında bu zâtın ismi Besbes b. Amr diye
geçer. Kendisice İbni 'Bisr de denilir. Ensardandır. Nevevî: «bunlardan biri
ismi, diğeri de lakabı olabilir.» diyor.
[31] Amcasının adı Enes b. Nadr' dır.
[32] Sûre-i Ahzâb âyet: 23
[33] Nâtil b. Kays el-Hizâim: Tabiînden olup Felestin'Iidir; ve kabilesinin
büyüğüdür. Babası sahâbîdir