2- Peygamberimiz(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Bütün Mahluklardan Üstün Yaratılışı Babı
3- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Mucizeleri Hakkında Bir Bab
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
5- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selİem)'in Hidayet ve İlimle
Gönderildiğnin Misalini Beyan Babı
7- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Son Peygamber Oluşunun
Beyanı Babı
9- Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)'in Havzı İle o Havzın
Sıfatlarını İsbat Babı
Hadisi Şeriflerden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
11- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Şeçaati ve Harbe Önde
Gitmesi Hususnda Bir Bab
Hadisi Şerif'den Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
Bu Hadisten Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
13- Resullüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in Ahlakça İnsanların En Güzeli Olması Babı
Hadis-i Şerif'ten Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler :
16- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Çok Utanması Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
17- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Tebbessümü ve Güzel Geçimi
Babı
Bu Hadisten Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
24- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Saçlarını Salması ve
Ayırması Babı
26- Peygamber (Sallaîlahü A leyhi ve Selletn)'in Saçının Sıfatı Babı
27- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ağzı, Gözleri ve
Ökçelerinin Sıfatı Hakkında Bir Bab
28- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Beyaz ve Sevimli Yüzlü
Oluşu Babı
29- Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in Saçının Ağarması Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
32- Vefat Ettiği Gün Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in Kaç
Yaşında Olduğu Babı
33- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Mekke ve Medine'de Ne Kadar KAldığı Babı
34- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in İsimleri Hakkında Bir Bab
35- Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Sellem)'in Allah Teala'yı Bilmesi ve
Ondan Şiddetle Korkması Babı
Bu Hadisleden Çıkarılan Hükümler:
36- Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'e Tabi Olmanın Vucubu Babı
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
39- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Bakmanın ve Onu Görmek İstemenin Fazileti Babı
40- Îsa (Aleyhisselam)’ın Faziletleri Babı
41- İbrahim Halil (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’ın Faziletlerine Dair Bir
Bab
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:
42- Musa (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) 'nın Faziletlerine Ait Bir Bab
Hadis-i Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
44- Yusuf (Aleyhisselâm)'ın
Faziletlerine Ait Bir Bab
45- Zekeriyya (Aleyhisselâm)'ın Faziletlerine Ait Bir Bab
46- Hızır (Aleyhisselâm)’ın Faziletlerine Ait Bir Bab
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
1- (2276)
Bize Muhammed b. Mihran Er-Râzî ile Muhammed b. Ab-dirrahman b. Sehm hep birden
Veîid'den rivayet ettiler. İbni Mihran dedi ki: Bize Velid b. Müslim rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Evzâî Ebû Ammar Şeddat'tan rivayet etti ki: Ebû Ammar
Vasile b. Eskaı şöyle derken işitmiş : Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'i:
«Şüphesiz ki Allah
Kinâne'yi İsmail oğullarından seçmiştir. Kureyş'i Kinâne'den seçmiş; Kureyş'den
de Benî Hâşİm'i seçmiştir. Beni de Benî Hâ-şim'den seçmiştir.» buyururken işittim.
2- (2277) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Ebî Bükeyr
İbrahim b. Tahman'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Simâk b. Harb Câbir b.
Semûra'dan rivayet etti. Câbir şöyle demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Ben Mekke'de bir taş
bilirim. Peygamber olarak gönderilmezden önce bana selâm veriyordu. Ben onu
şimdi (de) pek âlâ biliyorum.» buyurdular.
Nevevî diyor ki:
«Ulemâmız bu hadîsle Kureyş 'den olmayan Arablarm Kureyş kabilesine küfü1
olmadıklarına, Benî Haşim'den olmayan Kureyşliler'in de; Benî Hâşim'e küfü'
sayılamıyacaklarına, yalnız Benî Muttalib ile Benî Hâşim'in bir kabile
olduklarına istidlal etmişlerdir. Nitekim bu cihet sahîh bir hadîste sarahaten
bildirilmiştir.>
Babımızın ikinci
rivayeti Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bir mucizesini isbat
e-tmektedir. Bu hadîs bazı cansızların temyiz sahibi olduklarını gösteriyor
ki; Teâlâ Hazretlerinin taşlar hakkında
«Gerçekten onlardan
baTiları Allah korkusundan
aşağı yuvarlanır-
lar.» [1] âyeti
kerîmesiyle; «Hiç bir şey yok ki, onun hamdi ile teşbih etmesin.» [2] kavli
kerîmine muvafıktır... Bu âyet üzerinde meşhur hilaf vardır. Sahîh kavle göre
hakikaten her şey Allah'ı teşbih eder. Allah eşyada hâline göre temyiz
halke-der. Taşın Hz. Mûsâ'nın elbisesini kaçırması, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ile zehirli kolun konuşması, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) çağırdığı vakit iki ağaçtan birinin diğerine yürümesi ve emsali hep bu
kabildendir.
3- (2278)
Bana Hakem b. Mûsâ Ebû Salih rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hikl (yâni İbni
Ziyad) Evzâî'dcn rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû Ammâr rivayet etti. (Dedi
ki) : Bana Abdullah b. Ferruh rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Hüreyre
rivayet etti. (Dedi ki) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ben kiyâmet gününde
Âdem oğullarının efendisi, kendisinden ötürü ili; kabiri yanlan ve ilk şefaat
isteyen ve kendisine ilk şefaat hakkı verilen olacağım.» buyurdular.
Heravî'nin beyânına
göre Seyyid; hayır hususunda kavminden üstün olan kimsedir. Başkaları onu : Baş
sıkısında kendisine koşulan ve herkesin işini gören, kötülükleri insanlardan
def eden kimsedir diye tarif etmişlerdir.
Peygamber {Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) insanların hem dünyada hem âhirette ulusu ve efendisi olduğu halde
burada kıyamet gününde diye tak-yid etmesinin sebebi kıyamette büyüklüğü herkes
tarafından kabul edileceği, ona karşı gelen tek bir kimse kalmayacağı içindir.
Halbuki dünyada böyle değildir. Dünyada ululuk hususunda küffârm kırallan ve
müşriklerin reisleri kendisi ile münazaada bulunmuşlardır. Bu takyid Teâlâ Hazretlerinin
«Bugün mülk kimindir, Kahhar
olan bir Allah'ında» [3] âyeti
celîlesi-ne yakındır. Halbuki bundan önce de mülk Allah'a mahsustu, lâkin dünyada
mülkü iddia edenler, yahut mecazen mülk kendilerine izafe edilenler vardı.
Âhirette bütün bunlar bitmiştir.
Peygamber (Satlallahü
Aleyhi ve Sellem) iftihar için, Ben Âdemoğullarının efendisiyim, dememiştir.
Çünkü meşhur bir hadîste :
«Ben ÂdemoğuIIarmin
efendisiyim; iftihar değil» buyurmuştur. Ulemâ burada bu sözü iki sebepten
dolayı söylediğini beyân etmişlerdir :
«Rabbinin nimetini
anlat da anlat» [4] emrine imtisal
için yâni tahdîsi nimet
kabîlindendir.
2— Bu söz
ümmetine tebliği vâcib olan beyandan ma'duddur. Tâ ki bilerek itikad etsinler
ve icâbında hareket ederek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
mertebesine göre ta'zimde bulunsunlar.
Bu hadîs Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bütün mahlûklar üzerine taidil edildiğine
delildir. Çünkü ehl-i sünnetin mezhebine göre insanlar meleklerden efdal,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise hem insanlardan, hem de meleklerden
efdaldir. Gerçi bir hadîste :
«Peygamberler arasında
üstünlük çıkarmayın!» buy ur ul muştur. Fakat bu hadîse beş suretle cevap
verilmiştir :
1- Peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) bu sözü kendisinin bütün Âdemoğullarından üstün ve
onların efendisi olduğunu bilmezden önce söylemiş; Öğrenince kendisinin
herkesten üstün olduğunu haber vermiştir.
2-Bu sözü
terbiye, nezâket ve tevâzû yoluyla söylemiştir.
3- Yasak
olan üstün çıkarma birinin diğerinden noksanlığına vardırandır.
4- Yasak
edilen fark gözetme fitne ve düşmanlığa vardırandır.
5- Yasak
edilen fark gözetme peygamberlik hususudur. Peygamber olma hususunda aralarında
fark yoktur. Fark yalnız hasais ve diğer faziletler husûsundadır. Ve fark
itikadı lazımdır. Çünkü Teâlâ Hazretleri :
«Bu peygamberler yok
mu? Biz onların bazısını bazıs! üzerine faziletli kıldık.» [5] buyurmuştur.
4- (2279)
Bana Ebu'r-Rabi Süleyman b. Dâvud El-Atekî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Hammad (yâni İbni Zeyd) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabit, Enes'den naklen
rivayet etti ki: Peygamber (SaUallahü A leyhi ve Sellem) m istemiş, kendisine
geniş bir kab içinde su getirmişler, cemâat da abdest almaya başlamışlar. Enes
demiş ki: Ben altmışdan seksen kişiye kadar tahmin ettim. Suya bakıyordum.
Parmaklarının arasından kaynıyordu.
5- (...)
Bana İshâk b. Mûsâ EI-Ensârî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'n rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik rivayet
etti. H.
Bana Ebu't-Tâhir de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vebb Mâlik b. Enes'den, o da İshâk b.
AbdiIIah b. Ebî Talhâ'dan, o da Enes b. Mâlik'den naklen haber verdi ki: ŞÖyle
demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i gördüm. İkindi namazının
vakti gelmişti. Cemâat abdest suyu arıyor, fakat bulamıyorlardı. Derken
Resûlüllah (SallallahU Aleyhi ve Sellem)'e abdest suyu getirdiler ve Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) hu kabın içine elini koydu. Cemaata da ondan
abdest almalarını emir buyurdu. Enes demiş ki: Suyu gördüm parmaklarının
altından kaynıyordu. Cemâat, a'ödest aldılar. Hattâ son neferine kadar abdest aldılar.
6- (...)
Bana Ebû Ğassan El-IMismaî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz (yâni İbni
Hişam) rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam Katâde'den rivayet etti. (Demiş ki)
: Bize Enes b. Mâlik rivayet etti ki: Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
ashabı ile birlikte Zevrâ'da içinde su bulunan kab istedi. Râvi demiş ki:
Zevrâ' Medine'de çarşı ile mescidin yanında bir yerdedir ve avucunu suya koydu.
Derken parmaklarının arasından kaynamağa başladı ve bütün ashabı abdest
aldılar. Râvi demiş ki: Ben
— Kaç kişi idiler yâ Ebû Hamza? [6] diye
sordum.
— Üç yüz kişi kadardılar! cevâbını verdi.
7- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Cafer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Said Katâde'den, o da Enes'den naklen rivayet
etti ki: Peygamber (Salialİahü Aleyhi ve Sellem) Zevra'da imiş. Kendisine Lir
kabla su getirmişler. Parmaklarını örtmüyor-muş. Yahut parmaklarım Örtecek
kadarmış...
Bundan sonra râvi
Hişâm'm hadîsi gibi mıklctmiştir.
Bu hadîsi Buharı
«Kitabü't-Vuzu'» ve «Kitabıı Alâmâtin-Nü-büvve»'de; Tirmizi «Menâkıb» bahsinde;
Nesâî de «KitabÜ't-Tahara»'da muhlelü râvilerden tahrîc etmişlerdir. Tirmizî
onun hakkında Hasen sahih bir hadîstir.»
demiştir.
Nevevî diyor ki : «Bu
babın hadislerinde Peygamber (Saüallahii Aleyhi ve Sellem)'in parmaklarının
arasından su kaynayıp çoğalması ve yemeği çoğaltması görülecektir. Bunların
hepsi açık bir takım mucizeler olup Resûlüllah (Sallallahü Aleyh: ve
Sellem)'den muhteln yerlerde ve çeşitli hallerde görülmüş; mecmuu tevatür
derecesine varmıştır. Suyu çoğaltma mucizesini sahih olarak Enes İbni Mes'ûd,
Câbir veImran b. Husayn rivayet etmişlerdir...»
Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Selle m)1 in parmakları arasından suyun kaynaması hususunda iki kavil
vardır. Ekser ulemâya göre su bizzat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
*in parmaklarından çıkmıştır. Ulemâ bu mucizenin taştan su kaynama mucizesinden
daha büyük olduğunu söylemişlerdir. İkinci kavle göre; ihtimal Cenâb-ı Hak
kaptaki suyu çoğaltmış ve su yükseldikçe kaynar gibi Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in parmaklarından dökülmüştür. Bu şekillerin her ikisi de
açık birer mucizedir. Orada hazır bulunan ashabın sayısı bir rivayette altmışla
seksen arası, diğer rivayete göre üçyüz kadardır. Rivayetlerin ikisi de Hz.
Enes'den nakledildiğine göre ulemâ su kavnama mucizesinin ayrı ayrı iki yerde
vuku bulduğuna kail olmuşlardır.
1- Namaz
vakti girmeden abdest için su aramak vâcid değildir. Çünkü Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) aramadıkları için
ashabına bir şey dememiştir. Bu ise cevaza delildir.
2- Fazla
suyu olan kimsenin zaruret anında başkasına yardım etmesi vâcibdir.
3- Namaz
ancak vaktin girmesiyle farz olur.
4- Abdestsiz
olan kimsenin namaz vakti girmezden önce su araması müstehab, vakit girdiğinde
ise vâcibdir.
5- Hadîs-i
şer;f mucizeyi inkâr eden mülhjdlere red vecâbıdır.
8- (2280)
Bana Seleme b. Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. A'yen rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl, Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet
etti kî: Ümmii Mâlik Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Je tir tulumunun
içinde yağ hediye edermiş. Az sonra oğulları gelir, ondan katık isterlermiş,
halbuki evlerinde bir şey bulun-mazmış. Bu sefer Ümmü Mâlik, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gider onda yağ bulurmuş. Böylece o kab evinin
katığını idare etmiş durmuş. Nihayet onu sıkmış ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem i 'e gelmiş. (O kendisine) :
«Tulumu sıktm mı?»
diye sormuş. Ümmü Mâlik:
— Evet! demiş.
«Onu (sıkmadan) bıraksaydın
hazır bulunmakta devom ederdi.» buyurmuşlar.
9- (2281)
Bana Seleme b. Şebib rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. A'yen rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl EbuVZübcyr'den, o da Câ-bir'den naklen rivayet
etti ki : Bir adam yiyecek istemek için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemj'e gelmiş. O da kendisine yarım kile arpa vermiş, adam ile karısı ve
misafiri bundan yemekte devam etmişler. Nihayet arpayı ölçmüş ve arkacığından
Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellemye gelmiş :
«Onu Ölçmeyeydin ondan
yer dururdunuz ve sizin İçin hazır bulunurdu.» buyurmuşlar.
10- (706)
Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Ali
El-Hanefî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik (bu zât İbni Enes'dir.)
Ebu'z-Zübeyr El-Mekkî'den rivayet etti. Ona da Ebu't-Tufeyl Âmir b. Vasile
haber vermiş, ona da Muaz b. Cebel haber vermiş. Muâz şöyle demiş : Tebük
gazası yılında ResûlüHah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'\e birlikte yola çıktık.
Namazları cem' ediyordu. Öğle ile ikindiyi beraberce, akşamla yatsıyı beraberce
kıldı. Bir gün olunca namazı geciktirdi. Sonra çıkarak öğle ile ikindiyi
beraber kıldı. Sonra içeri girdi. Biraz sonra çıkarak akşamla yatsıyı beraberce
kıldı. Sonra şöyle buyurdu ;
«Sİz yarın inşaallah
Tebük kaynağına varacaksınız. Siz ona kuşluk zamanı olmadan varmayacaksınız.
İmdi ona sizden kim varırsa ben gelinceye kadar suyundan hiç bir şeye
dokunmasın!»
Derken biz kaynağa
vardık. Bizden önce ona iki adam varmış. Kaynaktan fotin bağı kadar su
akıyordu. ResûlüHah (Sallailahü Aleyhi ve Selletn) o iki adama :
«Bunun suyundan bir
şeye dokundunuz mu?» diye sordu.
— Evet! cevâbını
verdiler. Bunun üzerine Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) onlara sitem
etti. Onlara Allah'ın dilediği kadar söz söyledi. Sonra cemâat elleriyle
kaynaktan azar azar su aldılar. Hattâ bir şeyin içinde su toplandı. ResûlüHah
(SallallaJıü Aleyhi ve Sellem) onun içinde ellerini ve yüzünü yıkadı. Sonra
suyu kaynağa iade etti. Hemen kaynak şarıl şarıl su akıttı. Yahut bol su
akıttı. —Kavi Ebû Alî bu iki kelimeden hangisini söylediğinde şekketmiştir.—
Hatta cemâat su aldılar. Sonra :
«Yâ Muâz! Ömrün vefa
ederse burasının bahçelerle dolduğunu görmen yakındır.» buyurdular.
11- (1392)
Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Bilâl,
Amr b. Yahya'dan, o da Abbâs b. Sem b. Sa'd Es-Sâidî'den, o da Ebû Hümeyd'den
naklen rivayet etti. Şöyle demiş :
Resûlüllah (SaUaîlahü
Aleyhi ve Setlem)'lc birlikte Tebük gazasına çıktık. Ve Vâdi'l-Kura'da bir
kadının bahçesine geldik. Resûlüllah (SaUaîlahü Aleyhi ve Setlem):
«Bu bahçeyi tahmin
edin!» buyurdu. Biz de onu tahmin ettik. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) onu on kile olarak tahmin etti. Ve (kadına) :
«inşaatları biz sana
donünceye kadar bunu belle!» dedi. Ve yürüdük Nihayet Tebûk'e geldik.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bu akşam sizin
üzerinize şiddetli bir rüzgâr esecek. O rüzgârda sizden kimse ayağa kalkmasın.
Kimin devesi varsa ipini sağlam bağlasın!» buyurdu. Arkacıgından şiddetli bir
rüzgâr esti. Derken bir adam ayağa kalktı ve rüzgâr onu götürerek Tayyî'
dağlarına attı. Eyle hükümdarı îbnü'I-Almâ'ın elçisi Resûlüllah (Saliatlahü A
leyhi ve Sellem) 'e bir mektup getirdi. Ona bir de beyaz katır hediye etti.
Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Selletn) dahî kendisine cevap yazdı ve bir
elbise hediye etti. Sonra yola revan olduk, nihayet Vadi'l-Kura'ya geldik.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ kadına bahçesini sordu ;
«Bahçenin mahsulü kaç
kileye baliğ oldu?» dedi. Kadın :
— On kileye! cevâbını verdi. Bunun üzerine Resûlüllah (Satlallalıü
Aleyhi ve Sellem)'.
«Ben acele ediyorum.
Sîzden kim dilerse benimle beraber acele gelsin. İsteyen kalsın!» buyurdu. Biz
de yola çıktık. Medine'ye yaklaştığımızda:
«İşte Tâbe! [7] Ve
işte Uhud! O bizi seven bir dağdır. Biz de onu severiz,» buyurdu. Sonra ilâve etti:
«Şüphesiz En sar
hanelerinin en hayırlısı Benî Neccar hûnesidir. Sonra Benî Abdil-Eşhel hanesi,
sonra Benî Abdil-Haris b. Hazrec [8]
hanesi, sonra Bsmî Sâide hânesidir. Ensârın her hanesinde hay;r vardıs.» Az
sonra Sa'd b. Tıfcade'ye yetiştik. Ebû Üseyd (ona) : Görmedin mi Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ensâr hanelerinin hayırlılarını söyledi de bizi en sona
bıraktı, dedi. Bunun üzerine Sa'd Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ya
yetişerek :
— Yâ Hesûlallah! Ensar hanelerinin hayırlılarını söylemiş;
tizi ev sona bırakmışsın! dedi. o da :
«Size hayalılardan
olmanız yetişmiyor mu?» buyurdu.
12- (...)
Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Aİfan
rivayet etti. H.
Bize İshâk b. İbrahim
de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Muğîre b. Se-lemete'l-Mahzumî haber verdi.
Her iki râvi demişler
ki: Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Yahya bu isnadla:
«Ensar hanelerinin her
birinde hayır vardır.» cümlesine kadar rivayet etti. Ondan sonraki Sa'd b.
Ubâde kıssasını anmadı. Vüheyb'in hadîsinde : «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) de ona memleketinin idaresini verdiğini yazdı.» ifâdesini ziyâde
etmiştir. Vüheyb'in hadîsinde «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'de ona
yazdı.» cümlesini anmamıştır.
Bu rivayetlerden Ebû
Humeyd hadîsini Buhâri «Kitabu'z-Zekât», «Kitâbu'1-Hacc» ve
«Kitabu'l-Meğâzî»'de; Ebû Dâvud «Haraç» bahsinde rivayet ettikleri gibi, Ebû
Üseyd hadîsini Buhârî, Tirmizî ve Nesâî «Menâkıb» bahsinde muhtelif râvüerden
tabrîc etmişlerdir.
Ulemânın beyânına göre
Ümmü Mâ1ik'in tulumu sıkmasıyle yağ bereketinin gitmesi ve ondan sonraki
rivayette adamın arpayı ölçmesiyle zahirenin bitmesinin hikmeti bu fiillerin
tevekkül ve teslime aykırı olmalarıdır. Yâni Allah'ın rızkına tevekkül
ettikleri müddetçe rızık devam etmiş, kendi güç ve kuvvetlerine güvenerek işi
ele almaya ve Allah'ın hükmündeki esrarı anlamaya kalkışınca bu nimetlerin
ellerinden alınmalarıyla cezalandırılmışlardır.
Vesk :
Altmış sa' demektir. Bu miktar tahminen onbeş teneke eder. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o zâta yarım vesk arpa verdiğine göre bugünkü
hesapla aşağı yukarı yedi teneke arpa vermiş demektir. İşte günlerce
kendisinin, ailesinin ve misafirlerinin yemekle bitiremedikleri zahire budur.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu zâta arpayı ölçmemiş olsa bitmeyip
onları beslemekte devam edeceğini bildirmiştir.
Görülüyor ki: Gerek Ümmü
Mâ1ik'in yağında gerekse bu zatın ırpasmda Resûlüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve
Seilem) açık birer mucize göster-ıiştir.
Bundan sonraki rivayetlerde
dahî mucizeler görmekteyiz. Te-ük'ün
ayakkabı bağı kadar ince akan kaynağının şarıl şarıl akan bir lereye inkılâb
etmesi; hattâ kimse yerinden kalkmasın diye tenbihde bulunduğu halde bir adam
rüzgâr anında ayağa kalktığı için kendisine bir ;ezâ olmak üzere rüzgâr
tarafından Tayyî dağlarına atılması, kalının bahçesinden "on vesk
(takriben yüz elli teneke) meyve çıkacağını tahmin buyurması ve neticede
bahçeden o kadar meyve toplanması birer mucizedir.
Tebük ; Medîne 'ye on
dört konak mesafede Medine İle Şam arasında bir şehirdir. D ime § k üe
aralarında on bir konak mesafe olduğu söylenir. Tebük gazası Resûl-i Ekrem
(Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem)fin iştirak ettiği son gazadır. Sıcağın çok şiddetli
olduğu ve meyvelerin kemâle erdiği bir zamana tesadüf etmiş, fakat bu gazada
çarpış-jma olmamıştır.
Vadi'I-Kura :
Kicaz'm Şam tarafına düşen eski bir şehirdir. 'Eyle de Misi r 'la Mekke
arasında bir sahil şehridir. Buranın hükümdarı Yuhanna b. Ru'be Peygamber
(Sallaiîahü Aleyhi ve Seilem) bir mektup ve hediye olarak bir de beyaz katır
göndermiştir. Bu hayvanın ismi Düldül 'dür. Hadîsin zahirine bakılırsa Düldül
bu gazada hediye edilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ondan
başka bir katırı -'bulunduğu da rivayet olunmamıştır. Şu halde burada zahiren
bir tearuz göze çarpmaktadır. Şöyle ki; Tebük gazası hicretin dokuzuncu
senesinde olmuştur. Halbuki Peygamber (Sallaiîahü Aleyhi ve Seilem} Haneyn
gazasına bu hayvanın üzerinde çıkmıştır. Vak'a sa-hîh hadîslerle rivayet
edilmiş ve şöhret bulmuştur. Huneyn gazası hicreün sekizinci yılında Mekke 'nin fethinden sonra olmuştur.
Kaadî îyâz bu
çelişikliği gidermek için şunu söylemiştir : «O halde hayvanın hediye edilmesi
Tebük gazasından Önceye hamledilir. Zaten hediye meselesi elçinin gelmesi
üzerine (vav) ile atfedilmiştir. Bu edat tertib iktiza etmez.»
Uhud dağının Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)i sevmesi meselesi hac bahsinin sonunda geçmişti.
Ensar hanelerinden
murad kabilelerdir. Bunların içinden Benî Neccâr'in en faziletli olması İslâm'ı
ilk kabul edenler oldukları ve dinde güzel eserler bıraktıkları içindir.
Tayyi' dağları: Ece ve
Selma isminde iki dağdır. Bunlara Amâ1ika denilen kavmden bir erkekle kadının
ismi verildiği söylenir. Hadîsin bir rivayetinde rüzgâr iki adam sürüklemiştir.
Bunlar Benî Saide kabilesinden iki zât olup, biri haceti için gitmiş ve gittiği
yerde tıkanmış kalmış. Öteki devesini aramaya çıkmış. Onu da rüzgâr Tayyi
dağlarına atmış. Bu hâdise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e haber
verilince :
«Ben size yanında
arkadaşı olmaksızın kimse dışarı çıkmasın demedim mi?» buyurmuş. Sonra gittiği
yerde tıkanıp kalan zata duâ etmiş, o hemen şifa bulmuş. Öteki Resûlüllah
(Sallalluhü Aleyhi ve Seilem) 'e Tebük1den döndüğünde yetişmiş.
1- Âlimin
arkadaşlarını burada olduğu gibi imtihan etmesi müste-habdır.
2- Hadîs-i
şerîf Medine 'nin, Uhud
dağının ve Ensarm faziletlerine delildir.
3- Bu
hadîsler ayrıca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmetine karşı
gösterdiği şefkat ve merhamete delildirler.
4- Kâfirin
hediyesi kabul edilir.
5-
Kâfirlerin hükümdarına hediye göndermek ve küffâra yer vermek
caizdir.
6- Peygamber
(Sallaiîahü A leyhi ve Seilem) 'in sözüne muhalefette bulunmak şiddet ve
felâket getirir.
13- (843)
Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-rezzâk haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer Zührî'den, o da Ebû Seleme'-den, o da Câbir'den naklen
haber verdi. H.
Bana Ebû İmran
Muhammed b. Cafer b. Ziyad da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize
İbrahim (yâni İbni Sa'd) Zührî'den, o da Sinan b- Ebî Sinan Ed-Düelî'den, o da
Câbir b. Abdillah'dan naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş : Resûlüllah
(Salîallahü Aleyhi ve Sel/em)'le birlikte Necid tarafına gazaya gittik. Ve
Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'e diken ağacı çok oîan bir vadide
yetiştik. Derken Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) bir ağacın altına
indi de kılıcını onun dallarından birine astı. Cemâat da ağaçlarla gölgelenmek
için vadiye dağıldılar. Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Setlem) buyurdu ki:
«Gerçekten ben uyurken
bana bir adam geldi. Ve kılıcı aldı Hemen uyandım. Adam başımda duruyordu. Hiç
anlamadım, kılıç sıyrılmış olarak elinde idi. Ve bana : Seni benden kim men
eder? dedi. Ben : Allah! dedim. Sonra ikinci defa (tekrar) : Seni benden kim
men eder? dedi. Ben (yine) Allah! dedim. Bunun üzerine ki fici kınına iade
etti. Ve hemen oturdu.» Ondan sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
ona kötü bir şey söylemedi.
14 - (...)
Bana Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî ile Ebû Bekr b. İshâk da rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebu'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb,
Zührî'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Sinan b. Ebî Sinan Ed-Duelî ile
Ebû Seleme b. Abdirrahman rivayet ettiler. Onlara da Câbir b. Abdillah
EI-Ensârî —ki Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) "m ashabından idi—
haber vermiş ki: Kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se!lem)'lti birlikte
Necid tarafına bir gazaya gitmiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
dönünce o da beraberinde dönmüş. Bir gün kendilerine sıcağın şiddeti gelip
çatmış...
Sonra râvi İbrahim b.
Sa'd ile Ma'mer'in hadîsi gibi nakletmiştir.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affa a rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Eban b. Yezid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Ebî Kesîr, Ebî
Seleme'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'le birlikte geldik. Zatü'r-Rika denilen yere
ulaştığımızda...
Râvi Zührî*nin hadîsi
mânâsında rivayette bulunmuş. Fakat «Sonra Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve
Sellem) ona kötü bir şey söylemedi.» cümlesini anmamıştır.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitabü'l-Meğâzî»'nin bir iki yerinde ve «Ki-tabü't-Tıb»'da tahrîc etmiştir.
Peygamber (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e gelen adamın ismi Gûres yahut Garves'dir. Kaadî îyâz her
iki şeklini söyledikten sonra doğrusu Garves'dir, demiştir. Hattâbı, Guveyris
olduğunu söylemiştir. Bu adama Dü'sûr denildiğini söyleyenler de vardır. îbni
İshâk diyor ki: «Küffâr Dü'sûr'a Muhammed yalnız kaldı, şunun işini bitiriver,
dediler, Dü'sûr onların reisi idi. Cesur bir adamdı. Yanma keskin bir kılıç
alarak geldi ve Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)in başına dikilerek:
Seni tenden kim men eder? dedi. Hemen Cibril (Aleyhisselam) göğsünden itti ve
elinden kılıç düştü. Bu sefer onu Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) aldı ve:
«Bugün asıl seni
benden kim men eder?» dedi. Dü'sûr : Hiç kimse! cevâbım verdi. Bunun üzerine
Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ona:
«Kalk işine git!»
dedi. Dü'sûr dönüp giderken : Sen benden daha hayırlısın, dedi. Resûlüllah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) de:
«Ben buna senden daha
hak sahibiyim.» buyurdu. Sonra Dü'sûr müs-lüman oldu. Hadîsin bir lâfzında
Dü'sûr : Ben de Allah'tan başka ilâh olmadığına ve senin Resûlüllah olduğuna
şehâdet ediyorum, demiş. Sonra kavmine giderek onları İslâm'a davet etmiştir.»
1- Hadîs-i
şerif Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in tevekkülüne ve Allah'ın onu
insanlardan koruduğuna delildir.
2- Vâdîlerdeki ağaçların
altında gölgelenmek silâh ve
torba gibi eşyayı onların üzerine asmak caizdir.
3- Harbî
olan kâfire ihsanda bulunmak ve esirse salıvermek caizdir.
4- Hadîs-i
şerîf Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seİiem) 'in şecaatma, sadakatına, affu
safhma, kötülüğe karşı iyilikle mukabelede bulunduğuna delildir.
15- (2282)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Âmir EI-Eş'arî ve Muhammed b. Alâ' rivayet
ettiler. Lâfız Ebû Âmir'indir. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme Büreyd'den, o da
Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settern)'den. naklen
rivayet etti:
«Gerçekten Allah (Azze
ve Celle)'nin beni hidâyet ve ilimle göndermesinin misâli bir yere isabet eden
yağmur gibidir. Bu yerin bir kısmı güzeldir. Şüyu kabul eder, ot ve birçok
çimen bitirir. Bir kısmı da çoraktır. Suyu tutar. Allah onunla da insanlara
fayda verir. Ondan su içerler, hayvan sularlar, hayvan otlatırlar. Yerin başka
bir kısmına da yağmur isabet eder, ancak o sadece düz yerdir. Ne su tutar, ne
de çimen bitirir, işte Allah'ın dinince fakih olan ve Allah'ın benimle
gönderdiği şeyden kendisine fayda verdiği; öğrenip öğreten kimsenin misâli ile
bu hususta kibirinden baş kaldırmayanın ye benim kendisiyle gönderildiğim
Allah'ın hidâyetini İcabul etmeyenin misâli budur.» buyurmuşlar.
Bu- hadîsi Buharı ile
Nesâî «Kitabü'l-İlim»'de tahrîc etmişlerdir,
Gays: Yağmur
demektir. Uşbt tela', kele' ve haşiş kelimeleri ot mânâsına gelirlerse de
haşiş kuru ota, uşb ve kela' yaş ota mahsusturlar. Kele' ise yaş ve kuru ota
ıtlak edilir. Kîân : Kâm cem'idir. Düz ve yalabık yerler demektir. Bazıları
nebat olmayan yer mânâsına geldiğini söylemişlerdir ki; burada murad da odur.
Nevevî diyor ki: «Bu hadîsten maksad Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve SeUem)
'in getirdiği doğru yolu yağmurla temsildir. Mânâsı şudur: Yeryüzü üç nevidir.
İnsanlar da öyledir. Bir nevi yağmurdan faydalanır. Kurumuşken dirilerek çimen
bitirir, insanlar, hayvanlar .ve ekinler ondan istifâde eder. İnsanların birinci
nev'i de öyledir. Kendilerine hidâyet ve ilim yetişir, onu bellerler. Kalbler
dirilir. Onunla amel eder ve başkasına öğretirler. Bu suretle hem kendileri
faydalanır, hem başkalarını faydalandırırlar. Yerin ikinci nev'i kendisi için
faydalanmayı kabul etmeyendir. Lâkin kendisinde başkası için fayda vardır. O da
suyu tutması dır. Böylece ondan insanlar ve hayvanlar faydalanırlar.
İnsanların ikinci nev'i de böyledir. Belleyişli kalb-leri vardır. Lâkin dürüst
anlayışları, mânâ ve hükümleri çıkaracak olgun akılları yoktur. Tâat ve amelde
ictihad edemezler. Bunlar ilmi ve hidâyeti istifâde etmek isteyen biri gelip
isteyinceye kadar muhafaza ederler. Gelen onlardan alıp istifâde eder. Bu
gibiler de kendilerine ulaşan ilimle başkasına fayda verirler. Yerin üçüncü
nev'i hiç bir şey yetiştirmeyen şabh ve tuzlu yerdir. Bu ne sudan istifâde
eder, ne de başkası istifâde etsin diye suyu tutar. İnsanların üçüncü nev'i de
böyledir. Bunların ne belleyişli kalbleri vardır, ne de anlayışlı akılları...
İlmi işittikleri vakit ondan faydalanmazlar. Başkaları faydalansın diye
bellemezler.»
Görülüyor ki Nevevî
gerek yerin, gerekse insanların üçer kısmını beyan etmiş. Yalnız hadîsin hangi
cümlesi benzetilen kısmın hangi cümlesine misal olduğunu beyan etmemiştir.
Diğer ulemâ hadîsi üç nev'e tatbik hususunda ihtilâf etmişlerdir. «El-Mebârik»
ismindeki eserin sahibi «Allah'ın dininde fâkih olan» cümlesinden «öğrenip,
öğreten» ibaresine kadar olan kısmı yerin birinci nev'ine misal; «kibirinden
baş kaldırmayanın» ibaresini ikinci nev'e; «Allah'ın hidâyetini kabul etmeyen»
cümlesini de üçüncü nev'e misal göstermiştir. Bâzıları: «Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem) turada insanların en yüksek ve en aşağı tabakalarını zikretmiş,
bunların arasmdakini anlaşıldığı için hazfetmiştir.» demişler. Kirmanı gibi bir
takımları da hadîste birinci ismi mesule atfedilen mevsûlan hazfedildiğini
söylenişlerdir. İbare şöyle takdir edilir: İşte Aî-lah'm dininde fakih olanın
misâli ve işte kendisine ilim fayda verenin misâli ilâh... Böylece insanların
üç kısmı da zikredilmiş olur. Yalnız aralarında tertib yoktur. Çünkü Allah'ın
dininde fakih olanlar yerin ikinci nev'ine; ilmi öğrenip öğretenler birinci
nev'ine, kibirlilerse üçüncü nev'ine misaldirler.
Hadîs-i şerîf'te ilmin
envâı vardır. Darb-ı mesel öğrenip öğretmenin fazileti, bunlara şiddetle teşvik
ve ilimden yüz çevirenleri zem bunlardandır.
16- (2283)
Bize Abdullah b. Berrad El-Eş'âri ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Lâfız Ebû
Küreyb'indir. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme Bü-teyd'den, o da Ebû Bürde'den, o
da Ebû Musa'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen
rivayet etti. Söyle buyurmuşlar:
«Şüphesiz benim ve
Allah'ın benimle gönderdiği şeyin misâli bir adamın misâli gibidir. Ki :
Kavmine gelir de : Ey kavmim, ben orduyu iki gözümle gördüm. Ben gerçekten
soyunmuş uyarıcıyım. Kurtulmaya bakın! der. Kavminden bir taife ona itaat eder.
Ve gecelikle yola düşerek yavaş yavaş giderler. Onlardan bir taife de onu
yalanlayarak yerlerinde sabahlarlar ve ordu sabah baskım yaparak onları helak
eder. Köklerini kurutur, işte bana itaat edip getirdiğime tâbi olanlarla, bana
isyan edip getirdiğim hakkı yalanlayanların misâli, budur.»
Bu hadîsi Buharı
«Rikak» ve «î'tisam* bahislerinde tahrîc etmiştir.
Soyunmuş uyarıcıdan
murad : Korkunç haber getirendir. Eskiden Araplar'ın âdetine göre bir adam bir
cemâati korkutmak ve kendilerine korkunç bir haber vermek isterse elbisesini
çıkarır, şayet uzakta ise bu elbise ile kendilerine işarette bulunur.
Bununla musibet haberi
verdiğine işaret ederdi. Bunu ekseriyetle bir cemâatin öncüsü ve gözcüsü
yapardı. Böyle yapması: Gören daha iyi far-ketsin, daha çok şaşsın ve manzara
daha çirkin olsun diyedir. Bu şekil o cemâati düşman için hazırlanmaya daha çok
teşvik eder. Bazılarına göre bunun mânâsı: «Ben, kendisine düşman yetişip,
elbisesini alan uyarıcıyım. .İşte sizi çıplak olarak uyarıyorum.» demektir.
«Alâ nıühletihim»
tâbiri Müs1im'in bütün nüshalarında burada olduğu gibidir. «Ekem'ü
beyne's-Sahiheyn» nam eserde ikisinin de doğru olduğunu söylüyor.
17- (2284)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Muğîre b. Abdirrahman El-Kureşî,
Ebu'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet etti.
Şöyle demiş: Resûlülîah {Sailaliahü Aleyhi ve Sellem):
«Benimle ümmetimin
misâli ancak ve ancak ateş yakan bir adamın misâli gibidir. Ki : Hayvanlar ve
pervaneler onun içine düşmeye başlarlar. Ben sizin eteklerinizden tutuyorum,
*zse onun içine atılıyorsunuz.» buyurdular.
(...) Bize
bu hadîsi Amru'n-Nakıd ile İbni Ebî Ömer de rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Süfyân, Ebu'z-Zinad'dan, bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet etti.
18- (..)
Bize Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzâk rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer Hemmam b. Münebbih'-den naklen haber verdi.
Hemmam : Ebû Hüreyre'nin : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bize
rivayet ettikleri bunlardır diyerek bir takım hadîsler rivayet etmiştir.
Onlardan biri de şudur: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Benîm misâlim ateş
yakan bir adamın misâli gibidir. Ateş etrafındaki şeyleri aydınlatınca
pervaneler ve şu ateşteki hayvanlar içine düşmeye başlarlar. Adam onları men
etmeye başlarsa da onlar kendisine galebe çalarak ateşe atılırlar. İşte benimle
sizin misâliniz budur. Ben ateşten korumak için sizin eteğinizden tutuyorum :
Ateşten beri gel! Ateşten beri gel! diyorum. Sİz bana galebe çalarak onun içine
atılıyorsunuz.» buyurdular.
19- (2285)
Bana Muhammed b. Hâtİm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Mehdi rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Selîm, Said b. Mînâ'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti.
Câbir şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Benimle sizin
misâliniz, ateş yakan bîr adamın misâli gibidir ki; hemen cırcırlarla
pervaneler İçine düşmeye başlarlar. O bunları kovar. Ben de ateşten korumak
için sizin eteğinizden tutuyorum. Halbuki siz elimden kaçıyorsunuz.» buyurdu.
Bu hadîsi Buhârî
«Rikak» bahsinin bir iki yerinde tahrîc etmiştir.
Nevevî diyor ki: «Bu
hadîsten maksat şudur: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) câhillerle
muhaliflerin günahları ve şehvetleri sebebiyle âhiret ateşine düşüşlerini ve bu
husustaki hırslarını pervanelerin dünya ateşine düşüşlerine benzetmiştir.
Çünkü pervanede akıl ve temyiz yoktur. Günahkârlar dahî Peygamberler
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendilerini men etmiş ve eteklerinden tutmuş
olduğu halde, elinden kaçmışlardır. Şu halde her iki fırka kendini helak etmek
için hırslı ve bu hususta gayret sarfetmiş demektir.»
20- (2286),
Bize Amr b. Muhammed En-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Siifyân b. Uyeyne,
Ebu'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Efcû Hüreyre'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar;
«Benimle diğer
peygamberlerin misâli bir bina inşâ eden; onu iyi ve güzel yapan adamın misâli gibidir
ki : İnsanlar o binayı dolaşmaya başlarlar. Bundan daha güzel bînâ görmedik,
yalnız şu kerpiç müstesna, derler. İşte o kerpiç benim.»
21- (...)
Bize Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürezzâk rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer Hemmam b. Münebbih'-den rivayet etti. Hemmam Ebû
Hüreyre'nin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den bize rivayet ettikleri
bunlardır diyerek bir takım hadîsler rivayet etmiştir. Onlardan biri de şudur :
Ve Ebu'l-Kasım (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Benimle benden önce
geçen peygamberlerin misâli, bir takım evler inşâ eden, onları iyi, güzel ve
mükemmel yapan, ancak köşelerinden bir köşesinde bir kerpiç yeri bırakan bir
adamın misâlidir. Ki : İnsanlar dolaşmaya ve binayı beğenmeye başlarlar. Hem şurayc
bir kerpiç koysan da binan tamam olsaydı ya derler. Muhammet (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) der ki : İşte
o kerpiç benim.» buyurdular.
22- (...)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İLni Hucr' da rivayet ettiler. (Dediler ki)
: Bize İsmail (yâni îbni Cafer) Abdullah b. Dinar'dan, o da Ebû Sâiih
Semman'dan, o da Ebû Küreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi veSeltem):
«Benimle benden Önce
geçen peygamberlerin misâli bînâ inşâ edip onu iyİ ve güzel yapan, yalnsz
köselesinden bîr köşede bir kerpiç yeri bırakan bir adam gibidir. Ki : İnsanlar
o binayı dolaşırlar ve beğenirler de, şu kerpiç konsaydı ya, derler. îşie o
kerpiç benim, peygamberlerin sonu da benim.» buyurmuşlar.
(...) Bİ2e
Etû Bekr b. Sbî Şeybe Üe Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû
Muâviye A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Said'den naklen rivayet etü.
Şöyle demiş: ResüîüHalı (Sailaliahü Aleyhi ve (Sallallahü Aleyhi ve
Seilem) buyurdular ki: «Benimle
peygamberlerin misnü...» Verâni yukardaki hadîs gibi rivayette bulunmuştur.
23- (2287)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Selim b. Hayyan rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd b. İVlîna'
Câbir'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)den naklen rivayet etti.
Şöyle buyurmuşlar:
«Benimle diğer
peygamberlerin misâli bîr ev inşa ederek onu tamamlayan ve mükemmelleştiren
yalnız bir kerpiç yeri müstesna bırakan adamın misâli gibidir ki : İnsanlar o
eve girmeye ve ona şaşmaya başlarlar. Ama şu kerpicin yeri boş olmasa derler.
Resûlüllaîı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurmuşlar ki : Işîe o kerpicin yeri
benim. Geldim ve peygamberlerin sonunu getirdim.»
(...) Bu
hadîsi bana Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Mehdî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Selim bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet
etti. Ve «Etemmelıâ» yerine «Ahsenehâ» dedi.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitabu'l-Menâkıb»'de, Nesâi «Tefsir» de, Tirmizî
«Emsal» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in burada bir teşbihi temsili yaptığı görülüyor. Bu teşbihin
hususiyeti müşebbehin bütün hallerinden bir vasıf alınarak müşebbehün bihin
hallerinden bir vasfa benzetmektir. Burada da şöyle denilir : Resulü Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Seltenı) peygamberleri ve onların getirdiklerini güzel
ahlâka irşad meselelerini sağlam temel üzerine bütün teferruatıyle mükemmel ve
güzel bir şekilde kurulan yalnız bir kerpiç yeri eksik bırakılan binaya
benzetmiştir. Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seltenı) güzel ahlâkı
tamamlamak için gönderildiğine göre o binanın kusurunu tamamlayan kerpiç odur.
Hadîs-i şerif anlatmayı kolaylaştırmak için darb-ı mesel getirmenin caiz
olduğuna, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliemfm şâir peygamberlerden
efdaliyetine ve Allah Teâlâ'nın onunla peygamberler dizisine son verdiğine
delildir.
24- (2288)
Müslim der ki: Bana Ebû Üsâme de rivayet olundu. Bunu ondan rivayet edenlerden
biri de İbrahim b. Said'dir. Buyurmuşlar ki:
«Şüphesiz Allah
(AzzeveCelle) kullarından bir ümmete rahmet etme-yİ dilerse o ümmetten evvel
peygamberinin ruhunu kabzeder de onu o ümmet için bir öncü ve dümdar yapar.
Bir ümmetin de helakini dilerse onu peygamberi sağ iken azâb eder. Ve
peygamberin gözünün önünde onu helak eder. Ümmeti onu tekzîb edip emrine isyan
ettikleri için onları helak etmekle peygamberini de memnun eder.»
Mâzirî ile Kaadî Iyâz
bu hadîsin «Sahîh-i MüslimVdeki münkaü hadîslerden olduğunu söylemişlerdir.
Çünkü Müslim onu Ebû Üsâme 'den kim rivayet ettiğini söylememiştir. Fakat Nevevi
bunu kabul etmemiş, kendilerine şöyle cevab vermiştir : «Bu hakîkatta inkıta değil,
sadece meçhulün rivayetidir. Maamafih bazı mu'temed nüshaların haşiyesinde Ebû
Üsâme 'den rivayet edenin kim olduğu da bildirilmiştir.
Cellûdî demiştir ki:
Bize Muhammed b. Müseyyeb El-Erğiyânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim
b. Said El-Cevherî bu hadîsi isnâdıyle Ebû Üsâme'den rivayet etti.»
25- (2289)
Bana Ahmed b. Abdillah b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zaide rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Melik b. Umeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Cündebi
şunu söylerken işittim : Ben Peygamber (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellemyi: «Ben
havzın başına sizden önce varacağım» buyururken işittim:
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki' rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tbni Bişr rivayet etti. Her iki râvi Mis'ar'dan
rivayet etmişlerdir. H.
Bize Ubeydullah b.
Muaz dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Müsenna da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Cafer rivayet etti.
Her iki râvi demişler
ki: Bize Şu'be rivayet etti. Her iki râvi Abdü'l-Melik b. Umeyr'den, o da
Cündep'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilemj'den naklen bu hadîsin
mislini rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'r-Rıkakf'da tahrîc etmiştir.
Farat: Bir
yere gidenlerden önce varıp onlar için hazırlıkta bulunan kimsedir. Burada
ondan murad sevab ve şefaatdır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
ümmetine şefaatçi olmak için Havz-ı Kevser'in başına onlardan önce varacaktır.
Kaadî Iyâz diyor ki:
«Havz hadîsleri sahihtir. Havza iman farzdır. Bunu tasdik imandandır. Ehl-i
Sünnet ve'1-cemâat'a göre havza zahirî mânâsına göre inanılır. Te'vîle
gidilmez. Bu hususta ihtilâf yoktur. Havz hadîsi mütevatirdir. Çünkü onu
sahabeden elliden fazla kimse nak-letmişlerdir.» Müslim onu Abdullah b. Amr,
Âişe, Ümmü Seleme, Ukbe b. Âmir, İbni Mes'ûd, Huzeyfe, Harise b. Vehb,
Müstevrid, Ebû Zer, Sevban, Enes, Câbir ve İbni Semûra hazeratmdan rivayet
etmiştir. Müslim 'den başkaları ise Ebû Bekr, Zeyd b. Erkam, Ebû Ümâme, Abdullah
b. Zeyd, Ebû Berze, Süveyd b. Ha bele, Abdullah b. Suna-bıhi, Bera' b. Âzib,
Esma binti Ebî Bekir, Havle binti Kays v.s. den rivayet etmişlerdir. Buhârî ile
Müslim onu Hz. Ebû Hüreyre 'den de rivayet etmişlerdir. Başkaları Ömer b.
Hattâb, Âiz b. Ömer ve diğer sahabeden rivayetler tahrîc etmişlerdir.
Hafız Ebû
Bekr, Beyhakî bunları «El ba'sü ve'n-Nüşür» adlı
kitabında isnadlarıyla ve muhtelif tarikleriyle bir araya toplamıştır.
Kaadî Iyâz:
«Bunların bazısında hadîsin mütevâtir olmasını gerektiren mânâlar
mevcuttur.» demektedir.
26- (2290)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yâ-kub (yani İbni
Abdirrahman El-Karî) Ebû Hâzim'den, rivayet etti.(Demiş ki):Ben Sehl'i şunu
söylerken işittim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Ben havzın başına
sizden önce varacağım, kim gelirse ondan içecek ve kim içerse ebediyen
susamayacaktır. Muhakkak benim üzerime beni îo-nıyan, benim de kendilerini
tanıdığım bir takım kavimler gelecek, sonra benimle onların arasına girilecektir.» buyururken işittim.
Ebû Hazım demiş ki:
Ben bu hadîsi cemaata rivayet ederken Ku'-man b. Ebî Ayyaş işitti de :
— Sehl'i böyle derken mi dinledin? diye sordu.
Ben de :
— Evet!
cevâbını verdim.
(2291) (Dedi
ki) : Ben de Ebû Saîd-i Hudrî üzerine gehâdet ederim. Onun ziyâde ederek şöyle
dediğini dinledim
«Bunlar bendendir
(diyeceğim). Sen onların senden sonra ne yaptıklarını bilmezsin, denilecek.
Ben de : Benden sonra yolunu değiştiren uzak olsun, uzak olsun! diyeceğim.»
(...) Bize
Harun b. Saîd El-Eylî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Üsâme, Ebî Hâzim'den, o da Sehl'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Setlem) 'den naklen haber verdi. Bir de Nu'man b. Ebî
Ayyaş'dan [9], o da
Ebû Saîd-i Hudrî'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den
Ya'kub'un hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.
27- (2292)
Bize Davud b. Amr Ed-Dabbî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Nâfi b. Ömer
El-Cümahî, İbni Ebî Müleyke'den rivayet etti. (Demiş ki) : Abdullah b. Amr b.
Âs şunu söyledi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Benim havzım bir
aylık yol mesâfesindedir. Onun köşeleri düzdür. Suyu gümüşten daha beyaz,
kokucu miskden daha güzeldir. Bardakları gökyüzünün yıldızları gibidir. Ondan
kim içerse bir daha ebediyyen su-samaz.»
buyurdular.
(2293) Râvi
diyor ki: Esma' binti Ebî Bekr de şunu söyledi: Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sillem):
«Ben havzın başında
olacağım. Tâ ki sizden yanıma gelenleri göreyim. Bana yaklaşan bazı insanlar
yakalanacak. Ben : Yârabbi! (bunlar) benden ve benim ümmetimdendir, diyeceğim.
Bana : Sen duymadın mı, onlar senden sonra ne yaptılar. Vallahi onlar senden
sonra geriye dönmekte devam ettiler, denilecek.» fcuyurdu.
Râvi diyor ki: İbni
Ebî Müleyke : «Allahmı, biz geriye dönmekten yahut dinimizde fitneye uğramaktan
sana sığınırız.» derdi.
28- (2294)
Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yalıya b. Süleym, İbni
Hüseyin'den, o da Abdullah b. Ubeydillah b. Ebî Müley-ke'den naklen rivayet
etti ki: Kendisi Âişe'yi şunu söylerken işitmiş : Ben Resûlüllah (Saüallahü
Aleyhi ve Sellem) 'i ashabının arasında olduğu halde şöyle buyururken işittim:
«Ben havzın başında
olacağım. Sizden bana gelenleri gözeteceğim. Vallahi bana yakın gelmiş bir
takım adamlar bölünecektir. Ben : Ey Rab-bim (bunlar) benden ve benim
ümmefimdendir, diyeceğim. Teâlâ Hazretleri de :
— Sen onların senden
sonra ne yaptıklarını bilmezsin. Onlar gerisi geriye dönmekte devam ettiler,
diyecektir.»
29- (2295)
Bana Yûnus b. Abdi'1-A'lâ Es-Sadefî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b.
Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Amr (bu zât İbni'l-Hâris'dir) haber verdi.
Ona da Bükeyr Kasım b. Abbas El-Hâşimî'-den, o da Ümmü Seleme'nin azatlısı
Abdullah h* Râfi'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"m
zevcesi tİmmÜ Seleme'den naklen rivayet etmiş ki : Şöyle demiş : Halkın
havzdan bahsettiklerini işitiyordum, ama tunu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den işitmemiş tim. Yine bundan bahsedilen bir gündü. Câriye başımı
tarıyordu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i işittim:
«Ey nas!» diyordu.
Hemen cariyeye :
— Benim işimi sonraya bırak! dedim,
— Ama o erkekleri çağırdı, kadınları çağırmadı
ki! dedi.
— Ben insanlardanım, dedim. Müteakiben
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ben sizin için havzın
başına Önce varacağım. Bana bakın! Sakın biriniz gelip de kaybolmuş deve
kovulur gibi benden koğulmasın. Ben de : Bu neden dolayı demiyeyim. Arkasından
:
— Sen hakikaten bunların senden sonra neler
icâd ettiklerini bilmezsin! denilmesin. Ben de :
Uzak olsun!
demiyeyim.» buyurdular.
(...) Bana
Ebû Ma'ner-Rakâşî ile Ebû Bekr b. Nâfi' ve Abd b. Hu-meyd rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Ebû Âmir (bu zat Abdü'l-Melik b. Amr'dır) rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize -Eflah b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b.
Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Ümmü Seleme kendisi taranırken Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)’i minber üzerinde:
«Ey insanlar!» derken
işittiğini ve başım tarayan cariyeye :
— Başımı topla!
dediğini. Bükeyr'in Kasım b. Abbas'dan rivayet ettiği hadîs gibi rivayette
bulundu.
30- (2296)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Yezid b. Ebî
Habib'den, o da Ebu'l-Hayr'dan, o da Ukbe b. Âmir'den naklen rivayet etti ki:
Bir gün Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) (evinden) çıkarak Uhud
şehidlerine cenaze namazını kıldı. Sonra minbere çıktı da şunları söyledi:
«Ben sizin için
dündarım. Ben sizin üzerinize şahidim. Ben vallahi şimdi havzımi görmekteyim.
Bana gerçekten yer hazinelerinin anahtarları yahut yerin anahtarları verilmiştir.
Ve ben vallahi sizin benden sonra şirk koşacağınızdan korkmuyorum. Lâkin sizin
dünya hakkında yarış edeceğinizden korkuyorum.» buyurdular.
31- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vehb (yâni İbni
Cerir) rivayet etti, (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti, (Dedi ki) : Ben Yahya
b. Eyyub'u, Yezid b. Ebî Habib'den, o da Mer-sed'den, o da Ukbe b. Âmir'den
naklen rivayet ederken dinledim. Ukbe şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Uhud şehidlerinin üzerine cenaze namazı kıldı. Sonra (gelip)
Minbere çıktı. Dirilerle ölülere veda eden gibi hutbe okudu. Ve :
«Ben havzın başına
sizden Önce varacağım. Gerçekten onun genişliği Eyle İle Cuhfe arası gibidir.
Ben sizin benden sonra şirk koşacağınızdan korkuyor değilim. Lâkin ben sizin
dünya hakkında yarışa girişeceğinizden ve birbirinizle çarpışıp sizden
öncekilerin helak olduğu gibi helak olacağınızdan korkuyorum.» buyurdular.
Ukbe: «Bu benim
Resûlüllah. (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i minber üzerinde son görüşüm oldu.»
demiştir.
32- (2297)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb ve İbnî Nü-meyr rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Şekîk'den, o da Abdullah'dan
naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş : Resûlüllah [Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Ben havzın başına
sizden önce varacağım. Ve bîr takım kavimler hakkında münakaşa edeceğim. Sonra
onlar üzerine bana galebe çalınacak. Ben : Yâ Rabbî (bunlar benîm) ashabım!
Ashabım! diyeceğim. Bunun
üzerine :
— Sen onların senden
sonra neler icad ettiklerini bilmezsin, denilecek.» buyurdular.
(...) Bize
bu hadîsi Osman b. Ebî Şeybe üe îshâk b. İbrahim de Ce-rir'den, o da A'meş'den
bu isnadla rivayette bulundular. Yalnız o: «Ashabım! Ashabım!» ifadesini
anmamıştır.
(...) Bize
yine Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim ikisi birden Cerir'den rivayet
ettiler. H.
Bize İbni Müsennâ da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Şu'be rivayet etti. Bu râviler toptan Muğîre'den, o da Ebû Yâil'den, o da
Abdullah'dan, o da Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen A'meş'in
hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır.
Şu benim Muğîre'den
rivayet ettiği hadîste «Ebû Vâil'den dinledim.» cümlesi vardır.
(...) Bize
bu hadîsi Saîd b. Amr El-Eş'asî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abser haber
verdi. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Fudeyl rivayet etti.
Her iki râvi
Husayn'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Huzeyfe'den, o da Peygamber (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den naklen A'meş'le Muğîre'nin hadîsi gibi rivayette
bulundu.
33- (2298)
Bana Muhammed b. Abdİllah b. Bezi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî
Adiyy Şu'be'den, o da Ma'bed b. Hâlid'den, o da Hâ-rîse'den naklen rivayet etti
ki: Harise Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellemji havzmın San'a ile Medine
arası kadar olduğunu söylerken işitmiş. Bunun üzerine Müstevrid ona :
— Onun kaplar dediğini sen işitmedin mi? demiş.
— Hayır! cevâbını vermiş. Müstevrid :
«Orada Icabiar
yıldızlar gibi görülecektir.» (cümlesi de olacaktır) demiş.
(...) Bana
İbrahim b. Muhammed b. Ar'are de rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Haremî b. Umara
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Ma'bed b. Hâlid'den rivayet etti ki:
Ma'bed, Harise b. Vehb El-Huzâî'yi şöyle derken işitmiş: Ben Resûlilllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i... buyururken dinledim. O havzı da zikretmiş.
Yukarki hadîs gibi rivayette bulunmuş. Fakat Müstevrid'İn sözünü ve Hârise'nin sözünü anmamış.
34- (2299)
Bize Ebû'r-Rabi' Ez-Zehrânî ile Ebû Kâmil El-Cahderî rivayet ettiler. '(Dediler
ki) : Bize Hanımad (Bu zât İbni Zeyd'dir) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb
Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti, (Şöyle demiş) : KesûHillah (Salîallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Gerçekten önünüzde
bir havz vardır. Onun iki tarafının arası Cerba ile Ezruh arası gibidir.» buyurdular.
(...) Bize
Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Müsennâ ve Ubeydullah b. Said rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Yahya (bu zât El-Kattan'dır.) Ubeydullah'dan rivayet etti.
(Demiş ki) : Bana Nâfî', İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen haber verdi.
«Gerçekten Önünüzde
Cerba ile Ezruh arası gibi bir havz vardır.» buyurmuşlar. İbnü Müsenna'nın
rivayetinde :
«Benim havzım...»
denilmiştir.
(...) Bize
İbnü Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize babam ri vayet etti. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebi
Şeybe dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bişr rivayet etti.
Her iki râvi demişler
ki : Bize TJbeydullah bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti. Şunu da
ziyade eyledi: «Ubeydullah dedi ki : Ona sordum da : Bunlar Şam'da iki köydür.
Aralarında üç gecelik mesafe vardır, dedi.» İbni Bişr'in hadîsinde (üç gece yerine) üç gün denilmiştir.
(...) Bana
Süveyd b. Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b. Meysera, Musa b.
Ukbe'den, o da Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sattaîlahü Aleyhi
ve Sellem) 'den naklen Ubeydullah'm hadîsi gibi rivayette bulundu.
35- (...)
Bana Harmele b. Yahya dahi rivayet etti. Bize Abdullah b. Vehb rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Ömer b. Muhammed Nâfi'den, o da Abdullah'dan naklen rivayet
etti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Gerçekten önünüzde
Cerba ite Ezruh arası kadar bir havz var. Onda gökyüzünün yıldızları gibi
ibrikler var. Her kim ona gelir de ondan içerse bîr daha ebediyyen susamaz.» buyurmuşlar.
36- (2300)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim ve İbni Ebî Ömer El-Mekki
rivayet ettiler. Lâfız İbni Ebî Şeybe'nindir. (İshâk Ahberena, Ötekiler
Haddesena tâbirlerini kullandılar.) (Dediler ki) : Bize Abdü'1-Aziz b. Abdissamed
El-Ammî, Ebû İmran El-Cevnî'den, o da Abdullah b. Samit'den, o da Ebû Zer'den
rivayet etti. Ebû Zer şöyle demiş :
— Yâ Resûlallah havzın
kapları nedir? diye sordum.
«Muhammed'İn nefsi
yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki : Onun kapları gökyüzünün Ülker ve
yıldızlarından daha çoktur. Hem de açık karanlık gecede! Bunlar cennetin
kaplarıdır. Her kim bu kaplardan içerse ömrünün sonuna kadar susamaz. Havzın
cennetten çıkan iki oluğu gürül gürül akar. Qndan kim içerse (bir daha)
susamaz. Genişliği uzunluğu gibi olup, Amman ile Eyle arası kadardır. Suyu
sütten daha ak ve baldan daha tatlıdır.»
buyurdular.
37- (2301)
Bize Ebû Gassân El-Mismaî ile Muhammed b. Müsennâ ve İbni Beşşâr rivayet
ettiler. Lâfızları birbirine yakındır. (Dediler ki) : Bize Muâz (bu zât İbni
Hişam'dır) rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam Katade'den, o da Salim b.
Ehi'l-Ca'd'dan, o da Ma'dân b. Ebi Talhate'l-Ya'merî'den, o da Sevban'dan
naklen rivayet etti ki : Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdular:
«Ben havzımın
kenarında Yemenliler için insanları koğacağım. Sopamla vuracağım. Hatta
üzerlerine (su) sıçrayacak».
Müteakiben havzın
genişliği soruldu da :
«Bulunduğum yerden
Amman'a kadardır.» buyurdu. Suyu da soruldu:
«Sütten daha beyaz,
baldan daha tatlıdır. Ona gürül gürül iki oluk akar. Onu cennetten akıtırlar.
Biri altından, diğeri gümüşdendir.» buyurdular.
(...) Bana
bu hadîsi Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. Musa
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeyban Katade'den Hişâm'ın isnadıyle onun hadîsi
gibi rivayette bulundu. Yalnız o:
«Ben kıyamet gününde
havzın kenarında olacağım.» demiştir.
(...) Bize
Muhammed b. Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Hammad rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Katade'den, o da Salim b. EM'1-Ca'd'dan, o da
Ma'dân'dan, o da Sevban'dan, o da Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) den
naklen havz hadîsini rivayet etti. Râvi diyor ki: Ben Yahya b. Hammad'a :
— Bu senin Ebû Avâne'den işittiğin bir hadîs
midir? diye sordum.
— Onu ben Şu'be'den de işittim, dedi.
— Benim için ona bir bak! dedim. O da benim
için baktı ve onu bana rivayet etti.
38- (2302)
Bize Abdurrahman b. Sellam El-Cümahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Rabî'
(yâni İbni Müslim) Muhammed b. Ziyad'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti:
«Muhakkak ben
havzımdan bir takım adamları develerin yanından yabancı deve koğar gibi
koğacağım.» buyurmuşlar.
(...) Bu
hadîsi bana Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki)
Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Muhammed b. Ziyad'dan rivayet etti. O da Ecû
Hüreyre'yi: Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki... derken
işitmiş. Râvi yukarki hadîs gibi rivayette bulunmuştur.
39- (2303)
Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Ona da Enes b. Mâlik
rivayet etmiş ki: Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'.
«Havzımın mikdârı Eyle
ile Yem en'd e ki San'a arası gibidir. Onda gökyüzünün yıldızları sayısınca
ibrikler vardır.» buyurmuşlar.
40- (2304)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân b. Müslim Es-Saffar
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Abdü'1-Aziz b.
Suhaybi rivayet ederken dinledim. (Dedi ki) : Bize Enes b. Mâlik rivayet etti
ki, Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :
«Havuz başında benim
yanıma bana sahâbilik etmiş kimselerden bir takım adamlar muhakkak
geleceklerdir. Tâ ki onları gördüğüm ve bana arzolundukları zaman benden
ayrılacaklar. Ben behemehal :
— Ey Rabbim! Sahabecikterim! Sahabeciklerİm!
diyeceğim. Bana da :
— Hakikaten sen onların senden sonra ne icad
ettiklerini bilmiyorsun! denilecektir.»
(...) Bize
Ebû Bekr b. EM Şeybe ile AH b. Hucur da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Ali b. Müsbir rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb dahî
rivayet etti. (De&i ki) : Bize İbni Fudayl rivayet etti. Her iki râvi
Muhtar b. Fulful'den, o da Enes'den, o da Pey-. gamber (Sallallahü Aleyhi ve
Scllem)'den bu manâda rivayette bulunmuşlardır. O:
«Kabları yıldızların
saytsıncadır.» cümlesini de ziyade etmiştir.
41- (2303)
Bize Âsim b. Nadr Et-Teymî ile Hüreym b. Abdü-A'Ia rivayet ettiler. .Lâfız Âsim'ındır. (Dediler
ki) : Bize Mu'temir rivayet etti. (Dedi ki) : Ben babamdan dinledim. (Dedi ki)
: Bize Katâde Enes b. Mâlik'den, o da Peygamber (Sallallahü. Aleyhi ve Sellem)
'den naklen rivayet etti:
«Havzımın iki
tarafının arası San'a ile Medine arası gibidir.» buyurmuşlar.
42- (...)
Bize Harun b. Abdillah da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdüssamed rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm rivayet
etti. H.
Bize Hasen b. Alî
El-Hulvânî dahî rivayet etti.. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Velid Et-Tayâhsı rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne rivayet etti.
Her iki râvi
Katâde'den, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'âen
naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Yalnız bunların ikisi de
şekketmiş : «Yahut Medine ile Amman arasının misli gibidir.» demişlerdir. Ebû
Avane'nin hadîsinde : «Havzımın iki kenarının arası» ifadesi vardır.
43- (...)
Bana Yahya b. Habib El-Hârisî ile Muhammed b. Abdillah Er-Ruzzî de rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Hâlid b. Haris, Saîd'den, o da Katâde'den naklen
rivayet etti. (Demiş ki) : Enes şunu söyledi. Nebiyyullah (Sallatiahü Aleyhi ve
Sellem):
«Orada gökyüzünün
yıldızları adedince altın ve gümüş ibrikler görülür.» buyurdular.
(...) Bu
hadîsi bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. Musa
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeyban, Katâde'den rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Enes b. Mâlik rivayet etti ki: Nebiyyullah (Saitallahü Aleyhi ve
Sel!em)bxmvin mislini söylemişler. Şunu da ziyade etti:
«Yahut gökyüzünün yıldızları
sayısından daha çoktur.»
44- (2305)
Bana Velîd b. Şüca' b. Velid Es-Sekûnî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam
Rahimehullah rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ziyad b. Hayseme, Simak b.
Harb'den, o da Câbir b. Semura'dan, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:
«Dikkat! Ben sizin
için havzın başına önce varacağım. Onun iki tarafının mesafesi' San'a ile Eyle
arası gibidir. Ondaki ibrikler sanki yıldızlardır.»
45- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd ile Ebû Bekr b. EH Şeybe rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Hatim b. İsmail Muhacir b. Mismar'dan, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkas'dan
naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Câbir b. Semura'ya : Resûlüllah
<Saüallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiğin bir şeyi bana haber ver diye
mektub yazdım ve hizmetçim Nâfi ile gönderdim. O da bana : .
— Gerçekten ben onu :
«Havzın başına ilk
varacak benim...» buyururken işittim,
diye cevab yazdı.
Bu rivayetlerin
ekserisini Buhârî «KitabuJr-Rıkâk»'da, Ukbe rivayetini «Kitabu'l-Meğazî»'de,
Ebû Hüreyre rivayetini de «Kitabu'l-MüsâkaU'da tahric ettiği gibi, diğer sünen
sahipleri de muhtelif bahislerde rivayet etmişlerdir.
Havz : İçerisinde su
toplanan yerdir. Burada ondan murad cennet kapısındaki Havz-ı Kevser 'dir. Bu
havz mü'minler için hazırlanmış olup, halen mevcuttur. Bâzıları Havz-ı Kevser
'in sırattan sonra geldiğini, bir takımları da bunun aksini iddia etmişlerdir.
Sahih olan şudur ki: Peygamber (Salîaîîahü A leyhi ve Seliem) 'in iki tane Havz
Kevser'i vardır. Bunların biri Cennetin içinde, diğeri dışındadır. Dışındakinin
suyu oluklarla içerdeki havzdan gürül gürül akar. Dışardaki havzın yeri
mahşerdir. Yani sırattan öncedir. Havz-ı Kevser'in Peygamber (Saüallahü Aleyhi
ve Sellem) 'e mahsus olduğu şöhret bulmuştur. Fakat Tirmizî'nin Hz. Semûra'dan
merfu' olarak rivayet ettiği bir hadîste ;
«Her Peygamberin bir
havz i vardır.» Duyurulmuştur. Bu hadîsin mür-sel bir rivayetini îbni
Ebi'd-Dûnya sahih bir senedle tahric etmiştir. Onda şöyle buyurulmaktadır :
«Her Peygamberin bir
havzı vardtr. Peygamber havzınin başında elinde sopa İle durur, ümmetinden
tanıdığı kimseleri davet eder. Dikkat edin kî, Peygamberler tâbüerinin çokluğu
ile iftihar ederler. Ben tâbilerimİn hepsinin tâbilerİnden çok olmasını ümİd
ederim.» Bu hadisi Taberânî dahî Hz. Semûra'dan mevsul ve merfu olarak tahric
etmiştir. Yalnız isnadında gevşeklik vardır. Hadîs sabit ise Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'e mahsus olarak yine Kevser kalır. Çünkü Kevserin
bir eşinin başka bir peygambere verildiği nakledümemiştir. Allah Teâlâ Hazretleri
Kevser Sûresinde Resûl-ü Ekrem'ine kevseri verdiğini bildirmekle imtihanda
bulunmuştur.
Havaric tâifsi ile
Mutezileden bâzıları Havz-ı Kevser'i inkâr etmişlerdir. Bunlar mütevatir
hadîslere ve selefin icmâma, halefin mezheb imamlarına muhalefette bulundukları
için delâlete düşmüşlerdir. Kaadî Iyâz diyor ki : «Hadîsin zahirine göre Havz-ı
Kevser 'den içmek, hesap görüldükten ve cehennemden kurtulduktan sonra
olacaktır. Arkasından bir daha susanmayacak hal budur. Bâzıları ondan ancak
cehennemden selâmet bulan kimselerin içmesi mukadder olduğunu söylemişlerdir.
Ama bu ümmetden olup da ondan içen, sonra cehenneme girmesi mukadder olan bir
kimsenin orada susuzlukla azab görmemesi, azabının başka suretle olması
ihtimali de vardır. Çünkü zahire bakılırsa ondan bütün ümmet içecek, yalnız
dinden dönüp de kâfir olan içemeyecektir.»
Görülüyor ki, Havz-ı
Kevser'in uzunluğu ve genişliği hakkında muhtelif mikdarlar beyan edilmiştir.
Bunların en büyüğü havzın bir aylık yol kadar uzun, en küçüğü ise üç günlük yol
mesafesinde olduğunu göstermektedir,
Kaadî Iyâz bu hususta
da şunları söylemiştir : «Bu çeşitli takdirlerden ileri gelmiştir. Bir hadîste
vâki olmuş bir ihtilâf değildir ki râvilerden gelme bir ızdırab sayılsın.
Bilâkis birçok sahabenin rivayet ettiği muhtelif hadîslerde vâki olmuştur ki:
Bunların yerlerinin de muhtelif olduğu bildirilmiştir. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) her defasında havzınm büyüklüğüne hatırına gelen bir ibare
ile misal veriyor. Bunu birbirine uzak memleketlerle canlandırarak zihinlere
yaklaştırıyordu. Yoksa hakikî mesafeyi kasdetmezdi. İşte manâ cihetinden
muhtelif olan rivayetlerin araları böyle bulunur.»
Ulemâ Havz Kevser'in uzunluğu ne ise genişliğinin de o
olduğunu söylemişlerdir.
Havz-ı Kevser'in
maşrabalan hakkında da muhtelif beyanlar vârid olmuştur. Ezcümle bunların
gökteki yıldızlar gibi oluşu dikkati çekmektedir. Çünkü buradaki teşbih hem
kemiyyet, hem keyfiyet cihetinden yapılmış olabilir. Yâni Havz-ı Kevser'in
maşrabaları parlaklık cihetinden de, çokluk cihetinden de gökteki yıldızlara benzetilmiş
olabilir. Nevevî'ye göre burada maksad kapların çokluğudur. Yani Havz-ı Kevser
'in maşrabalan sayı itibariyle gökteki yıldızlardan çoktur.. Buna aklen veya
şer'an bir mâni yoktur. Bilâkis şeriat bunu te'kid etmiş Resûlüllah (Sallallahü
A leyhi ve Sellem) :
«Havzımın kaptan
gökyüzünün yıldızlarının sayısından daha çoktur.» buyurmuştur.
Kaadî Iyâz bu ifadeyi
sayı çokluğuna işaret görmektedir. «Filân adam sopasını elinden bırakmaz» sözü
nasıl mübalâğa için söylenir ve yalan sayılmazsa, haber verilen şey çok olduğu
zaman mübalâğa yapmak da şer'an yalan sayılmaz. Meselâ: Birine bir şeyin çok
söylendiğini ifade için: «Bunu sana bin defa söyledim» denilir. Bundan maksad
bin adedi değil, çokluktur. Ancak haber verilen şey son derece çok değilse o
zaman bu gibi mübalâğalar caiz değildir. Fakat Nevevî bu mütalâaya tarafdar
olmamış «Doğrusu birincisidir» diyerek kabların sayı itibariyle yıldızlardan
çok olduğunu tercih etmiştir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in phud şehidleri üzerine cenaze namazı kılmasını Nevev î
dua etmiştir diye tefsirde bulunmuşsa da Hanefîler'e göre sadece dua okumuş
değil, cenaze namazı kılmıştır. Bu husûsda hadîsin bir rivayetinde : «Dirilerle
Ölülere veda eden gibi hutbe okudu» denilmiştir. Bunun manâsı : Uhud
şehidlerine giderek onların üzerine cenaze namazı kıldı. Sonra onlara veda
ederek Medîne'ye döndü ve dirilere Veda hutbesi okudu, demektir.
Rivayetlerin birinde
geçen «Karanlık açık bir gecede...» tâbirinden murad bulutsuz, fakat ay
karanlığı bir gece demektir. Böyle ay doğmamış bulutsuz gecelerde yıldızlar
daha çok görünürler. Ay doğarsa onun ışığından birçok yıldızlar görünmez. Diğer
bir rivayette :
«Ben havztmın
kenarında Yemenliler için insanları koğacağm.» buyu-rulmuştur ki, bundan murad
başka insanları koğarak Yemenlilerin gelmesine yol açmaktır. Yemenlilere
gösterilecek bu ikram ve mükâfatın sebebi ilk müslümpjılardan oluşları, güzel
harekette bulunmaları ve ensârın esas itibariyle Yemenli olmalarıdır.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in herkesten Önce havzı kevserin
başına varması ise bütün ümmeti için büyük bir nimet ve ikramdır. Çünkü farat
geleceklere şu ikramda bulunmak İçin bir yere ilk varan kimsedir.
Kıyamet gününde birçok
kimselerin havz-ı kevsere yaklaşmışken araya bir hâil girerek ondan
içemiyecekleri ve Resûl-i Ekrem (Sallallahü A leyhi ve Sellem):
«Bunlar benim
ümmetimdendir dediği halde kendisine : Sen onların senden sonra neler icad
ettiğini bilmezdin...» diye "mukabele edileceğini bildiren rivayetler
hakkında Kaadî Iyâz şöyle demektedir : «Bu ibare havz-ı kevserden
içemiyeceklerin dinden dönen mürtedler olduğunu söyleyenlere delildir. Bundan
dolayıdır ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi vs Sellem} höyleleri hakkında :
«Uzak olsunlar! Uzak
olsunlar!» buyurmuştur. Ümmetinin günahkârları hakkında o böyle bir söz
söylemez. Bilâkis onlara şefaat eder. Hallerine üzülür. Bâzıları bunların iki
sınıf olduğunu söylerler. Birisi İslâm'dan değil de istikâmetten dönmüş âsi
mürtedlerdir. Bunlar salih amelleri kötülüklerle değişenlerdir. Diğeri
hakikaten küfre dönen mürtedlerdir. Tebdil ismi bunların ikisine de şâmildir,»
Bu rivayetlerde Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve SellenV'in istikbâle ait
birçok mucizeleri vardır.
46- (2306)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bişr ile
Ebû Üsâme Mis'ar'dan, o da Sa'd b. İbrahim'den, o da babasından, o da Sa'd'dan
naklen rivayet etti. Sa'd şöyle demiş : Uhud gününde Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in sağında ve solunda iki adam gördüm. Üzerlerinde beyaz
elbiseler vardı. Bunları ne daha önce gördüm, ne de sonra. (Bu sözüyle Cibril
İle Mikâil Aleyhisselâm'ı kasdet-mişdİr.)
47- (...)
Bana İshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dü's-Samed b.
Abdil-Vâris haber verdi. (Dedi ki) : Bize İbrahim b. Sa'd riviiyet etti. (Dedi
ki) : Bize Sa'd babasından, o da Sa'd b. Ebî Vakkas'-dan naklen rivayet etti.
Sa'd şöyle demiş : Gerçekten Uhud günü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
in sağında ve solunda iki adam gördüm. Üzerlerinde beyaz elbiseler vardı. Onun
nâmına en şiddetli çarpışmayı yapıyorlardı. Onları ne bundan önce gördüm, ne de
sonra!
Bu hadîsi Buhârî Kitafcu'l-Meğazî»'de tahric etmiştir.
1- Teâlâ
Hazretleri Resulü Zişânına gökten melek indirerek ikramda bulunmuş; onunla
birlikte meleklere de harb ettirmiştir.,
2- Melekler
harb ederler. Onların harb etmesi
Bedir gününe mahsus değildir.
Bâzıları yalnız Bedir gününe mahsûs olduğunu iddia etmişlerse de
: Bu hadîs onlara sarahaten red cevabı sayılmıştır.
3- Hadîs-i
gerîf beyaz elbise giymenin faziletine ve melekleri görmenin yalnız
Peygamberlere mahsus olmayıp onları ashab ile evliyaulla-hın görebileceklerine
delildir.
4- Hadîs-i
şerif melekleri gören Sa'd b. Ebî Vakkâs'in menkabesine delildir.
48- (2307)
Bize Yahya b.Yahya Et-Temîmî ile Saıd b. Mamıûr, Ebû'r-Rabi' EI-Ateki ve Ebû
Kâmil rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya Ahfcerana; ötekiler: Haddesena
tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Hammad b. Zeyd Sabit'den, o da
Enes b. Mâlik'den, naklen rivayet etti, Enes şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) insanların en güzeli, en cö'merti ve en cesuru
idi. Bir gece Medine halkı gerçekten korktu da bir takım insanlar sesin
geldiği tarafa gittiler. Resûlüllah (Sallallahti Aleyhi ve Sellem) ise dönerken
onlara rastladı. Sesin geldiği tarafa doğru onlardan önce gitmişti. Ebû
Talha'nın çıplak bir atma binmiş; kılıç boynunda :
«Korkmayın!
Korkmayın!» diyordu. Enes demiş ki: Biz onu derya bulduk. Yahut o gerçekten
derya imiş. Halbuki hantallığı ile ma'ruf bir at idli.
49- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeylce de rivayet etti.
(Dedi ki) :
Bize Veki' Şu'be'den,
o da Katade'den, o da Enes'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Medine'de
bir korku vardı. Bu sebeple Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû
Talha'nın Mendup denilen bir atını emanet aldı. Ve ona bindi. Müteakiben:
«Her ne kadar atı
derya bulsak da bir korku görmedik.»
buyurdular.
(...) Bize
bu hadîsi Muhammed b. Müsennâ ile tbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) ; Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. H.
Bana bu hadîsi Yahya
b. Habib dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni İbni Haris) rivayet
etti.
Her iki râvİ demişler
ki: Bize Şu'be bu isnadla rivayet etti. İbni Ca'-ferin hadîsinde :
«Bizim bir atımız...»
demiş. «Ebû Talha'nm» dememiştir. Hâlid'in hadîsinde ise: «Katade'den rivayet
olunmuş, demiş ki: Enes'den işittim.'> ifadesi vardır.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitabu'l-Cihâd»'m birkaç yerinde biraz lâfız değişikliği ile tahric etmiştir.
Burada emanet alınan atın mendûp isminde olduğu görülüyor. Kaadî Iyâz:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in atları arasında da mendûp olanı
bulunduğunu söylemiş, belki bu at
Ebû Taiha 'dan sonra Peygamberimize
geçmiştir demiştir.
1- Teâlâ- Hazretleri Resulü Ekrem'ine en güzel sıfatları ihsan etmiştir ki; bunlar
kümâl sıfatlarıdır,
2- Hadîs-i
şerif Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) şecaatına doiildir. Korkulacak bir
şey olduğunu hissedince herkesten önce düşma-
nın karşısına çıkması
ve halk korku yerine varıncaya kadar dönerek onları karşılaması bunu gösterir.
3- Yine bu
hadîs Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve SeUem) 'İn bereketine ve muazesine
delildir. Zîra, at hantal iken onun binmesiyle deryaya dönmüş, şahlanarak en
güzel koşu atı gibi olmuştur.
4- Düşmanın
haberlerini keşfetmek için helak — muhakkak görülmemek şartıyle — bir kişinin
herkesten önce keşfe çıkması caizdir.
5- Emânet
hayvan almak ve böyle bir hayvanın üzerinde harbe gitmek caizdir.
6- Kılıcı
boyuna asmak müstehabdır.
7- Korku geçtikten sonra onun geçtiğini halka
müjdelemek müstehabdır.
50- (2308)
Bize Mansur b. Ebî Müzâhım rivâyel etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim (yâni İbni
Sa'd) Zühri'den rivayet etti. H.
Bana Ebû İmran
Muhammed b. Ca'fer b. Ziyad da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize
İbrahim, İbni Şihab'dan, o da UheyduIIah b. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud'dan, o
da İbni Abbas'dan naklen haber verdi. (ŞÖyle demiş) : Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Seliem) hayır hususunda insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu
zaman da ramazan ayı idi. Cibril (Aleyhisselâm) onunla her sene ramazanda
karşılaşır, bu ramazan bitinceye kadar sürerdi. Ona Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Seliem) Kur'ânı arzederdi. Cibril'le karşılaşdım. Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Seliem) hayr hususunda esen rüzgârdan daha cömerd olurdu.
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Mübarek Yûnus'dan
rivayet etti. H.
Bize Abd b. Humeyd de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer
haber verdi.
Her iki râvi Zührî'den
bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi Buhârî
«Bed'ül-Vahy», «Sıfatu'n-Nebiyy»; «Savm» ve «Fedailü'l-Kur'an» bahislerinde
tahric etmiştir.
Peygamber (SallaUahü A
leyhi ve Seliem) 'in nefsi nefislerin en şereflisi mizacı mizaçların en ortası
idi. Böyle bir zatın elbette fiili dahi fiillerin en güzeli, ahlâkı ahlâkların
en iyisi, şekli dahi şekillerin en sevimlisi olacaktı. Kendisinin insanların
en cömerdi olduğunda şüphe yoktur. Çünkü fâni şeylerden müstağnidir, insanların
en cömerdi olan Fahri Kâinat (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) Ramazan-ı şerîf'de
Cebra: (Aleyhisselâm) la buluşunca daha da cömertleşir, âdeta esen rüzgâr gibi
olurdu. Bundan murad cömertliğinin herkese karşı umumî ve sür'atli olmasıdır.
1- Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Seliem) insanların en cömerdidir.
2-
Cömertliği ramazan ayında daha çok göstermelidir.
3- Salih
kimselerle karşılaşıldığı vakit ve onlardan ayrılırken fazla cömertlik
göstermek ve hayr yapmak müstehabdır.
4- Kur'an
okumak müstehabdır.
5- Kur'an
okumak, teşbih vesair zikirlerden efdaldir.
6- Kur'an-ı
Kerîıft'i Ramazanda her zamankinden çok okumak müs-tehabdır.
7- Sülehayı
ve fazilet sahiplerini her zaman,
ramazanda ise dahi fazla ziyaret etmek müstehabdır.
51- (2309)
Bize Saîd b. Mansûr üe Ebu'r-Rabi' rivayet ^ettiler. (Dediler ki) : Bize
Hammad b. Zeyd, Sabit El-Bünânî'den, o da Enes b. Mâ-Uk'den naklen rivayet
etti. (Şöyle demiş): Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Seilemfe on sene hizmet
ettim. Vallahi buna hiç bir defa üf demedi. Bİr şey için de: Niye böyle yaptın!
Şöyle yapsaydın ya! demedi.
Ebu'r-Rabi': «Bu
hizmetçinin yaptığı şeylerden değil»
cümlesini ziyade etti. Ama «Vallahi» dediğini anmadı.
(...) Bize
bu hadîsi Şeyban b. Ferruh dahi rivayet etti. (Dedi ki) :" Bize Sellam b.
Miskin rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabit El-Bünânî, Enes'-den bu hadîsin
mislini rivayet etti.
52- (...)
Bize bu hadîsi Ahmed b. Hanbel ile Züheyr b. Harb dahi hep birden İsmail'den rivayet
ettiler. Lâfız Ahmed'indir. (Dediler ki) : Bize İsmail b. İbrahim rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Abdül-Aziz, Enes'deıı rivayet etti. Enes şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)
Medîne'ye geldiği vakit Ebû
Talha [10] elimden tutarak beni
Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Selle m)'e götürdü. Ve :
— Yâ Resûlallah! Enes
akıllı çocuktur. Sana hizmet ediversin, dedi. Artık ben kendisine seferde ve
hazarda hizmet ettim. Vallahi yaptığım bir şeyden dolayı bana, bunu niçin böyle
yaptın; yapmadığım bir şey için de : Bunu niçin şöyle yapmadın? demedi.
53- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İbni Nümeyr rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Muhammed b. Bişr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zekeriyya rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Saîd (bu zat İbni Ebû Bürde'dir.) Enes'den rivayet etti. Enes
şöyle demiş: Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ]e dokuz sene hizmet
ettim. Bana hiç bir defa niye şöyle şöyle yaptın dediğini bilmiyorum. Bana hiç
bir şeyi de ayıplamış değildir.
54- (2310)
Bana Ebû Ma'n Er-Rakâşî Zeyd b. Yezid rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Ömer b.
Yûnus haber verdi. (Dedi ki) : Bize İkrime (bu zât ibni Ammar'dır.) rivayet
etîi. (Dedi ki) : İshâk şunu söyledi: Enes (Dedi ki) : Resûlüîlah (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) ahlâkça insanların en güzel-lerindendi. Bir gün beni bir
hacet için gönderdi. Ben : Vallahi gitmem, dedim. Halbuki içimden Nebiyyullah
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in bana emrettiği işe gitmek geliyordu. Derken
dışarı çıktım. Tâ ki çocukların yanma uğradım. Onlar çarşıda oynuyorlardı.
Birdenbire Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) arkamda kafamı tutuverdi.
Ona baktım, gülüyordu :
«Ey Enescik, sana
emrettiğim yere gittin mi?» dedi. — Evet! Gidiyorum yâ Resûlallah! dedim.
(2309) Enes
(Demiş ki) : Vallahi ona dokuz sene hizmette bulundum. Yaptığım bir şey için :
Niçin şöyle şöyle yaptın! Yahut yapmadığım bir şey için: Şöyle şöyle yapsaydın
ya! dediğini bilmiyorum.
55- (2310)
Bize Şeybân b. Ferruh ile Ebu'r-Rebi' rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Abdü'l-Vâris, Ebu't-Teyyah'dan, o .da Enes b. Mâtik'-den naklen rivayet etti.
Besûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve SeÜem) ahlâkça insanların en güzeli idi demiş.
Bu rivayetleri Buhâri
«Edeb» ve «Diyad» bahislerinde tahric etmiştir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Medîne'de tam on sene yaşamıştır. Hz. Enes kendisine ilk sene
içinde hizmete başlamıştır. Onun için de rivayetlerin birinde dokuz, diğerinde
on sene hizmet ettiğini söylemiştir. Yâni dokuz sene dediği rivayette tam
olarak bir sene hizmet etmediğini gözönüne alarak işe başladığı seneyi
saymamış, on sene dediğinde ise noksanına bakmayarak işe başladığı seneyi de
saymıştır. Binâenaleyh her iki rivayet de sahihtir. Hadîs-i şerif Resûlüllah
(Sallaltahü Aleyhi ve Selîemyin güzel ahlâkına, niş geçimine af ve safhına
delildir.
56- (2311)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkid rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Süfyân b. Uyeyne, İbni Münkedir'den rivayet etti. O da Câbir b.
Abdillah'dan dinlemiş. Câbir şöyle demiş: Resûlüilah (SaUa'.uıhii Aleyhi ve
Seliemyden bir şey istenirse asla yok demezdi.
(...) Bize
Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eşcaî rivayet etti. H.
Bana Muhammed h. Müsennâ
[11] da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahman (yâni İbni Mehdi) rivayet etti. Her
iki râvi Süfyan'dan, o da Muhammed h. Münkedir'den naklen rivayet etmişlerdir,
tbni Münke-dir: Ben Câbir b. Abdillah'ı şöyle söylerken işittim, diyerek
tamamen yu-karki hadîsin midini rivayet etmiştir.
57- (2312)
Bize Âsim b. Nadr Et-Teymî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlıd (yâni İbni
Haris) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd, Mûs;ı b. Enes'den, o da
babasından naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : İslâm devrinde Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Seliem)'den bir şey istendiyse onu mutlaka vermiştir.
Kendisine bir adam geldi de ona iki dağ arası koyun verdi. Bunun üzerine adam
kavmine dönerek :
— Ey kavmim, müslüman
olun! Çünkü Muhammed öyle ihsanda bulunuyor ki, yokluktan korkmuyor, dedi.
58- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Harun,
Hammad b. Seleme'den, o da Sâbİt'ten, o da Enes'den naklen rivayet etti ki: Bir
adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den iki dağ arası (nı dolduracak)
koyun istemiş, o da vermiş. Arkacığın-dan adam kavmine gelerek:
__ Ey kavmim, Müslüman
olun! Vallahi Muhammed öyle ihsanda bulunuyor ki, fakirlikten korkmuyor,
demiş.
Etıes şunu söylemiş :
Bir adam ancak dünyayı murad ederek Müslüman oluyor. Fakat Müslüman olur olmaz
İslâmiyet onun nazarında dünyadan ve dünya üzerindekilerden daha makbul
oluyordu.
59- (2313)
Bana Ebu't^Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh de rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize
Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus İbni Şihab'dan naklen
haber verdi. İbni Şihab şöyle demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
fetih «azasını yaptı ve Mekke'yi fethetti. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) beraberindeki müslümanlarla (gazaya) çıktı ve Huneyn'de harb
ettiler. Allah dinine ve müslümanlara yardım etti. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) o gün Safvan b. Ümeyye'ye yüz tane deve verdi. Sonra yüz
daha, sonra yüz daha ilâve etti.
ibni Şihâb şöyle
demiş: Bana Saîd b. Müseyyeb rivayet etti ki: Saf-vân : Vallahi Resûlüllah
(Saltaliahü Aleyhi ve Sellem) bana verdiğini verdi. Ama kendisi bana insanların
en menfuru idi. Bana vermekte devam etti. Nihayet nazarımda insanların en
sevimlisi oldu, demiş. Bu rivayeti Buhârî
«Kitâbu'l-Edeb»'de tahric etmiştir.
Hadîsin birinci
rivayetinde bir adam denilerek ismi zikredilmeyen zat Safvan b. Ümeyye 'dir.
Nitekim müteakib rivayette ismi tasrih edilmiştir. Hz. Safvân 'in künyesi Ebû
Vehb 'dir. Mekke 'nin fethinden sonra müslüman olmuştur. Hııneyn ve Tâif gazalarına
müşrik olduğu halde iştirak etmiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
kendisine ganimetten yüzer yüzer deve verince Safvan onun hak Peygamber
olduğuna kanâat getirmiş ve : «Allah'a şehadet ederim bu cömertliği bir
peygamberden başka kimse yapamaz» diyerek müsliv-man olmuştur. Hz. Satvân'a
verilen iki dağ arası koyundan murad koyunların çokluğudur. Yâni ona iki dağ
arasını dolduracak kadar çok koyun vermiştir. Bu koyunlar Huneyn'den alınan
ganimetlerdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Safvan ve emsaline
verdiği bu atıyyeler onun sonsuz cömertliğine en açık delildir. Aliyyül-Kâar i
«Şifa» şerhinde bu babda şunları söylemiştir: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemyin bu gibilere bol atıyyeler vermesi bunların küfür derdinden ancak
böylelikle kurtulacaklarını bildiği içindir. Çünkü rnâ-hir doktor hastaya
münasib olan ilâcı verir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Müellefe-i
Kulübün derdi mal ve hayvan olduğunu görmüş, onları kendilerine en güzel
develer vermek suretiyle tedavi etmiş. Böylece küfür nıkmetinden kurtulup
İslâm nimetine nail olmuşlardır.»
Müellefe-i Kulub:
Kalbleri İslâm'a yatıştırılmak için kendilerine mal verilen insanlardır.
Bunların bir takımı müslüman olmuş, fakat kalbleri henüz İslâmiyete
yatışmamıştı. Bir takımı ise henüz müslüman olmamış, lâkin müslüman olmaları
ümid ediliyordu, Müellefe-i Kulübün müslüman olanlarına ganimetten mal vermenin
caiz olduğu hususunda hilaf yoktur. Yalnız onlara zekât verilip verilmiyeceği
ihtilaflıdır. Kâfir olanlarına gelince onlara zekât verilmez. Zekâttan başka
mallardan verilip verilemiye-ceği ihtilaflıdır.
Hâsılı Safvan başta
olmak üzere kendilerine bol atıyyeler verilen Müellefe-i Kulub birer birer
Müslüman olmuş, İslâm'ın nuru ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
bereketi ile çok geçmeden eski düşmanlıkları mahabbete inkılâb etmiş,
kalblerinde imanın hakikati parlayarak dünkü düşmanları Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) dünyada en sevdikleri insan, buğzettikleri İslâmiyet'te
uğrunda canlarını feda ettikleri dünyalardan daha kıymetli varlıkları hâline
gelmiştir,
60- (2314)
Bize Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyâıı b. Uyeyne, tbni
Münkedir'den rivayet etti. O da Câhir b. Abdillah'dan dinlemiş. H.
Bize İshâk da rivayet
etti, (Dedi ki): Bize Süfyâıı İlmi Münkedir'den, o da Câbir'le Amr'dan, onlar
da Muhammed b. Âlî'den, o da Câbir'-den naklen biri diğerinin rivayetine ziyade
ederek hater verdi. H.
Bize İbni Ebî Ömer
dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Süfyâıı şunu söyledi : Ben
Muhammed b. Münkedir'i, Câbir b. Abdillah'dan dinledim, derken işittim.
Süfyân demiş ki: Ben
Amr b. Dinar'ı dahi Muhammed b. Alî'den naklen rivayet ederken işittim. (Demiş
ki) : Ben Câbir b. Abdillah'dan dinledim. Onların biri diğerinin rivayetine
ziyade etmiştir. Câbir demiş ki : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliern):
«Bize Bahreyn'in malı
gelmiş olsa cana muhakkak şu kadar, şu kadar ve şu kadar verirdim.» buyurdular.
Ve eliyle bütün mala işaret ettiler. Derken Bahreyn'in malı gelmeden önce
Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellemı vefat etti. Bu mal onun vefatından
sonra Ebû Bekr'e geldi. O da bir del-Iâla emrederek:
— Her kimin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellerin 'de alacak bir va'-di veya borcu varsa hemen gelsin! diye seslendi.
Bunun üzerine ben kal karak :
— Gerçekten Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Bize Bahreyn'in malı
gelmiş olsaydı, sana şu kadar, şu kadar ve şu kadar verirdim.» buyurmuştu,
dedim. Ebû Bekr bir avuç aldı. Sonra bana : Bunları say, dedi. Saydım. Beşyüz
çıktılar. Müteakiben : Al iki mislini daha, dedi.
61- (...)
Bize Muhammed b. Hatim b. Meymûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b.
Bekr rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize İbnü Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana
Amr b. Dinar, Muhammed b. Alî'den, o da Câbir b. Abdillah'dan naklen haber
verdi: Râvi demiş ki: Bana Muhammed b. Münkedir de Câbir b. Abdillah'dan
naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş : Peygamber (Sallalktiıü Aleyhi ve
Seüem) vefat edince Ebû Bekr'e Alâ b. Hadramî tarafından mal geldi. Bunun
üzerine Ebû Bekr her kimin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'de alacağı
veya onun tarafından verilmiş bir vadi varsa bize gelsin... dedi.
Râvi tbni Uyeyne
hadîsi gibi rivayet etmiştir.
Bu hadîsi Buhârî
«Kefale», «Humas», *Meğazı» ve «Şehâdat» bahislerinde tahric etmiştir.
Bahreyn; Basra ile
Umman arasında bir yerdir. Oraya Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) vali
olarak Alâ b. Hadramî'yi göndermişti. Bahreyn 'den gelmesi beklenilen mal cizye
(vergi malı idi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu mal gelmiş olsa
Hz. C â b i r 'e ondan üç avuç vereceğine işaret buyurmuştu. Hz. Ebû Bekr 'in
üç avuç vermesi bundandır. Yâni Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellemjin
va'dini yerine getirmiştir. Her avuçta beşyüz altın veya gümüş çıktığına göre
üç avuçta Hz. Câbir'e binbeşyüz altın veya gümüş verilmiş demektir.
Gelen malların altın
mı, yoksa gümüş mü olduğu tasrih edilmemiştir.
1- Bâzı
ulemâya göre sahabeden olan âdil bir kimsenin haberi kabul olunur. Velevki bu
haber kendisine bir menfaat celbeder mahiyette olsun. Çünkü Ebû Bekr
Radiyallahü anh Hz. Câbir'den iddiasının
doğruluğuna şahit istememiştir.
2- Cumhuru
ulemâya göre verilen va'di yerine getirmek müstehab-dır. Hanefîlerin mezhebi de
budur. Mâli kîler 'den bazıları vâcib olduğunu söylemişlerdir. Şâfiiyye
ulemâsından bazıları bu hadîsle istidlal ederek Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve
Sellem) hakkında va'dini yerine getirmek vâcibdir. Çünkü bu onun
hasaisindendir, demiş-lerse de hadîste gerek vucûba, gerekse hususiyete delâlet
eder bir şey yoktur.
62- (2315)
Bize Heddâb b. HâHd ile Şeyban b. Ferruh ikisi birden Süleyman'dan rivayet
ettiler. Lâfız Şeyban'mdir. (Demiş ki) : Bize Süleyman b. Muğxra rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Sabit El-Bûnâni, Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. (Şöyle
demiş) : Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem):
«Bu akşam benim bîr
oğlum dünyaya geldi. Ona babamın adını koydum : İbrahim.» buyurdu. Sonra onu Ebû Seyf denilen
demircinin karısı Ümmü Seyfe verdi; Çocuğu getirmeye gitti. Ben de kendisini
tâkib ettim. Ebû Seyfe vardık, kendisi körüğünü üîürüyordu. Ev dumanla dolmuştu.
Ben Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in Önünde sür'atle yürüyerek :
— Ey Ebû Seyf, dur!
Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) geldi dedim, o da durdu. Bun'.m
üzerine Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) çocuğu istedi. Ve onu bağrına
bastı. Ve Allah ne söylemesini dilediyse söyledi.
Enes demiş ki: Vallahi
çocuğu Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) in Önünde can çekiştirirken
gördüm. Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) in gözleri yaşardı ve:
«Göz yaşarır, kalb
üzülür, fakat biz ancak Rabbimizin razı olacağını söyleriz. Vallahi yâ İbrahim,
biz senin için üzülüyoruz.» buyurdular.
63- (2316)
Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Abdillah b. Nü-meyr rivayet ettiler. Lâfız
Zübeyr'indir. (Dediler ki) : Bize İsmail (bu zat İbni Uleyye'dir.) Eyyûb'dan, o
da Amr b. Saîd'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle
demiş : Küçüklere ResûlüUah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)den daha fazla acıyan
bîr kimse görmedim. İbrahim Medine'nin yaylasında süt anaya verilmişti.
Resûlüîlah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) de beraberinde olmak üzere gider o eve
girerdi. Ev tüterdi, ibrahim'in süt babası demirci idi. Resulü Ekrem
(Sallaliahü Aleyhi ve Sedem) çocuğu alır, öper, sonra dönerdi.
Amr demiş ki: ftrahim
vefat edince Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :
«İbrahim benim oğlumdur.
O memede iken Öldü. Onun iki tane süt annesi vattır. Süt müddetini cennette
tamamlıyacaklardır.»
Bu hadîsi Buhârî
«Cenâiz» bahsinde tahric
etmiştir.
Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) 'in oğlu İbrahim hicretin sekizinci yılında doğmuştur. O
dünyaya gelince ensar kadınları ona süt annelik yapma hususunda birbirleriyle
yarış etmişlerdir. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) onu Ebû Seyf Bera1 b. Evs'in karısı Havle binti Münzir'e
verdi. Bu kadın ona süt annelik yapar, Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)
de arada sırada gelip onu dolaşırdı. Arab1ar süt anne ile süt babanın ikisine
birden «zı'r» derler. İbrahim on altı veya on yedi aylıkken vefat etti. Henüz
süt müddeti olan iki seneyi doldurmamıştı. Onun için Peygamber (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem):
«Onun iki tane süt
annesi vardır. Onun süt müddetini cennette ta mam-Uyacaklardır.» buyurdu.
«Ettahrir» nammdaki «Müslim» şerhinin sahibi Muhammed b. İsmail Et-Temîmî:
«İbrahim fRadiyatiahâ anh) 'in süt müddetini tamamlama işi vefatından hemen sonradır.
Vefat eder etmez cennete girecek, kendisine ve babasına bir ikram olmak üzere
süt emmesi orada tamamlanacaktır.»
diyor.
1- Çocuğa
doğduğu gün ad koymak caizdir.
2- Çocuklara
Peygamber isimleri koymak caizdir.
3- Âlim veya
büyük bir zat bir yere giderken bazı arkadaşlarını yanına alabilir.
4- Büyüklerin
yanında edeb ve terbiyeye riayet gerekir.
5- Ölen
kimsenin arkasından ağlayıp üzülmek caizdir.
Bu kadere muhalefet değil, Allah'ın kalblerde yarattığı bir rahmettir.
Yasak edilen ancak niyaha denilen yas tutma ve ölenin arkasından yaygara
koparıp, başını saçım yolmaktır. Onun içindir ki: Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi
ve Sellem):
«Biz ancak Rabbimizin
razı olduğunu söyleriz.» demiştir.
6- Çocuğu
süt anaya vermek caizdir.
7- Hadıs-i
şerif Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Selle m )\n çocuklarla zayıflara Ikarşı
sonsuz merhametine delildir.
8-Çocukları
severek öpmek, onlara karşı merhametli davranmak fazilettir.
64- (2317)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Elıû Üsame ile İbni Nümeyr Hişam'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen
rivayet ettiler. Âişe şöyle demiş : Bedevilerden bir takım insanlar Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına geldiler de :
— Siz çocuklarınızı öper misiniz? dediler.
Onlar da :
— Evet! cevâbını verdiler.
— Lâkin
biz Vallahi öpmeyiz,
dediler. Bunun üzerine
Resûlüllah [Sallailahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah sizden rahmeti
aldıysa ben (vermeye) mâlik olur muyum?» buyurdu.
İbni Nümeyr :
«Senin kalbinden
rahmeti...» demiştir.
65- (2318)
Bana Amru'n-Nakıd ile İbni Ebî Ömer hep bîrden Sü£-yan'dan rivayet ettiler.
Anır dedi ki: Bize Süfyan b. Uyeyne Zührî'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Akra' b. Habis Peygamber (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem)^ Hasan'ı öperken görmüş de :
— Benim on çocuğum
var, onlardan birini öpmedim, demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi
ve Sellem):
«Şüphesiz ki
merhamet etmeyen merhamet
olunmaz.» buyurmuşlar.
(...) Bize
Abd b. Humeyd rivâyei etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki)
: Bize Ma'nıer Zührî'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme, Ebû
Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu hadîsin
mislini rivayet etti.
66- (2319) Bize Ziiheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim
ikisi birden Cerir'deu rivayet ettiler. H.
Bize İshâk b. îhrahim
ile Alî b. Haşrem dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsâ b. Yûnus haber
verdi. H.
Bize Ebû Küreyb Muhammed
b. Ala da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâviye rivayet etti. H.
Bize Ebû Saîd El-E§ec
dahi rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Hafs (yâni Gıyâs) rivayet etti. Bu
râvilerin hepsi A'meş'den, o da Zeyd b. Vehb £feû Zıfcyan'dan da Cerir b.
Abdillah'dan naklen rivayet etmişlerdir. şöyle demiş; Resûlüllah (Saİlaliahü
Aleyhi veSeliem) -«Her kim irtsoulara merhamet etmezse Allah (Azze ve Celle) de
onu ötmez.» buyurdular.
(..,) Bize Ebu Bekr b. EM Şeyhe de rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize île Abdullah b. Nümeyr, İsmail'den, o da Kays'dan, o da
Cerir'den,
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seüem) 'den naklen rivayet etti. H. Ebû Bekr de. Ebi Şeyhe ile îbni
Ebî Ömer ve Ahmed b. Abde rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Süfyan
Amr'dan, o da Nâfi' b.
Cübeyr'den, o da
Cerir'den, o da Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) den naklen A'meş'in hadîsi gibi rivayette bulundu.
Bu hadîsleri Buharı
«Kitâbu'I-Edeb»'de tahric etmiştir.
Ulemânın beyanına göre
çocuklara ve zayıflara merhamet meselesi uzAflmî olup, bütün insan ye
hayvanlara şâmildir. Yâni mü'min olsun, kâfir olsun bütün insanlara, kendinin
olsun olmasın bütün hayvanlara acımayan, hayvanı doyurup sulamayan, yükünü
hafifletmeyen ve İnsafsızca döğen kimse âhirette Allah'ın rahmetine nail
olmayacaktır.
Bü rivâyetlerdeki
rahmet cümleleri her iki fiilin refi ve cezmi ile rivayet olunmuştur. Merfu'
okunduğuna göre cümle başındaki (men) mev-sule; meczum okunduğuna göre ise
şartıyye olur.
67- (2320)
Bana Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bhe babam rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Şu'be Katade'den rivayet etti, Katsdo Abdullah b. Ebî Utbe'yi Ebî
Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet ederken din lemis. H.
Bize Züheyr b. Harb
ile Muhammed b. Müsennâ ve Ahmed b. Sln&ı da rivayet ettiler. Züheyr dedi
ki: Bize Abdurrahman b. Mehdi, Şuffae'dea, o da Katade'den naklen rivayet etti.
(Demiş ki) : Ben Abdullah b. Ebî Ut-bey'i şöyle derken işittim. Ebû Said-i
Hudrî'yi dinledim. Şunu sSylÜyor-du: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)
perdesi içindeki bakireden dahs utangaçtı. Bir şeyden hoşlanmadı mı onu
yüzünden anlardık.
68- (2321)
Bize Züheyr b. Harb ile Osman b. Ebî Şeybe rivayet ettiler, (Dediler ki) : Bize
Cerir A'meş'den, o da Şckik'deıı, o da Mesrûk'-dan naklen rivayet etti. Mesrûk
şöyle demiş : Muaviye Kûfe'ye geldiği vakit Abdullah b. Amr'ın yanına girdik de
Kesûlüllah (SalUulahü Aleyhi ve Sellem) 'i andı. Ve : Çirkin konuşmaz, çirkin
şeye Özenmczdi, dedi. Şunu da ilâve etti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Şüphesiz sizin ahlâkı
en güzel olanlarınız, en hayırlilannızdandır.» buyurdular.
Osman: «Muaviye'yle
beraber Kûfe'ye geldiği vakit.» dedi.
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye
ile Veki' rivayet ettiler. H.
Bize İbni Nümeyr dahi
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.
Bize Ebû Saîd El-Eşecc
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hâlid (yâni El-Ahmer) rivayet etti.
Bu râvilerin hepsi
A'meş'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
Bu rivayetleri Buhârî «Kitâbu'I-Menâkıb»'de tahric etmiştir.
Haya: Kötü
olacağı beklenen yahut terki fiilinden daha hayırlı sayılan bir şey yapılacağı
zaman insanın yüzüne arız olan bir inceliktir diye tarif olunur. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem I Allah'ın hududuna (cezalarına) aid olmayan
yerlerde bakire bir kız gibi utanır, hoşlanmadığı bir şeyi söyledi diye kimseyi
muaheze buyurmazdı. Gerek sözünde, gerek fiilinde kat'iyyen bir şey bulunmazdı.
Hiç bir kimsenin kusurunu yüzüne vurmazdı. Bundan dolayıdır ki: Hz. Ebû Saîd:
«Bir şeyden hoşlanmadı mı onu yüzünden anlardık» demiştir. Yâni utandığından
dolayı hoşlanmadığı şeyi söylemez, yüzünün rengi değişir, hoşlanmadığını bundan
anlardık, demek istemiştir.
Fahiş: Kötü
ve çirkin iş yapan, çirkin söz söyleyen demektir. Müte-fehhiş ise fesadçıhğı
sebebiyle bu kötülükleri yapmaya özenen kimsedir.
1-Bu
rivayetler utanmanın faziletine delildir. Utanmak imanın şubelerindendir. Ve
tamamen hayr olup ancak hayr getirir. Bu hususta iman bahsinde izahat geçmişti.
2- Bu
hadîsler güzel ahlâka teşvik ve ahlâk sahibinin faziletine delildirler. Güzel
ahlâk Peygamberlerle evliyaullahın sıfatıdır. Hasen-i Basrî güzel ahlâkı
iyiliği çok yapmak, kötülükten vaz geçmek ve gü-leryüz diye tarif etmiştir.
Kaadî Iyâz'a göre güzel ahlâk: İnsanlarla güzel geçinmek, onlara kendini
sevdirmek, onlara acımak, zahmetlerine katlanmak, kötülüklerine sabır, kibiri
terk, şiddet, gazab ve muahezeden uzaklaşmaktır. Güzel ahlâk fıtrî midir,
mükteseb mi? mes'elesin-de selefin ihtilâf ettiğini Taberî hikâye etmiştir.
Kaadî Iyâz: «Sahih olan şudur ki, güzel ahlâkın bir kısmı fıtrî, bir kısmı
başkasından almak ve başkasına uymak suretiyle muktesebdir.» demiştir.
69- (2322)
Bana Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Simâk b.
Harb'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Câbir b. Semûra'ya :
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in meclislerinde bulunuyor muydun? dJye sordum.
— Evet! Çok defalar! Sabah namazını kıldığı
namazgahından, güneş doğuncaya kadar kalkmaz; güneş doğdu mu kalkardı. Ashab
konuşurlar ve câhiliyyet işlerini ele alırlar da gülerlerdi. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de tebessüm buyururdu, dedi.
1- Sabah namazından sonra bir özr bulunmadıkça
bulunduğu mecliste kalarak zikirde bulunmak müstehabdir. Kaadî Iyâz: «Bu sünnetdir. Selef ve ehli
ilim bunu yaparlardı. Bu vakitte kendilerini yalnız zikir ve duaya verirler;
güneş doğuncaya kadar böyle devam ederlerdi.» diyor.
2- Cahiliyyet
devrine ve geçmiş milletlere ait konuşmak ve gülmek caizdir: Fakat efdal olan
sadece tebessüm etmektir.Çünkü Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) her
zaman tebessümle iktifa ederlerdi. Bundan dolayıdır ki: Ulema çok gülmeyi mekruh görmüş bunu rütbe ve ilim sahiplerinde daha da çirkin
saymışlardır.
70- (2323)
Bize Ebû'r-Rabi' El-Ateld ile Hâmid b. Ömer, Kuteybe b. Saîd ve Ebû Kâmil
toptan Harama d b. Zeyd'den rivayet ettiler. Ebû'r-Kabı' dedi ki: Bize Hammâd
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Ebû Kı-lâbe'den, o da Enes'den naklen
rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
seferlerinden birinde idi. Enceşe denilen kara bir hizmetçi de develeri
sürüyordu. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ona
«Ya Enceşe! Sırçalar
için develeri yavaş sür!» buyurdular.
(...) Bize
Ebû'r-Rabi' El-Atekî ile Hâmid b. Ömer ve Ebû Kâmil dahî rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize Hammâd Sâbit'ten, o da Enes'den naklen bu hadîsin benzerini rivayet
etti.
71- (...)
Bana Amru'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harh da ikisi birden İbni TJleyye'den rivayet
ettiler. Züheyr (Dedi ki) : Bize İsmail rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyub
Ebû Kılâbe'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem) zevcelerinin yanına gelmiş. Enceşe denilen bir sürücü
hayvanlarını sürüyormuş. Bunun üzerine:
«Vah sana yâ Enceşe!
Sırçaların hayvanlarsm yavaş sür!:> Duyurmuşlar. Kavi diyor ki.: Ebû Kılâbo
şunu söyledi: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Öyle bir söz söyledi ki,
onu sizden biriniz söylese kendisini ayıplardınız.
72 - ( )
Bize Yahya b. Yahya dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ye-zid b. Zürey'
Süleyman Et-Teymî'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen ha-her verdi. H.
Bize Ebû Kâmil de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid rivayet etti (Dedi ki):Bize Teymî, Enes b.
Mâlik'den rivayet etti. (Şöyle demiş) . Kes Ümmü Süleym Peygamber (Sallallahü
Aleyi ve Sellem). ile birlikte idi. Onların develerini bir sürücü sürüyordu.
Neb.yyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«ly Enceşe! Sırçaların
hayvanlarını yavaş sür!» buyurdular.
73- (...)
Bİze İbni Müsennâ dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-
düssamed rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Hemmâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde Enes'den rivayet
etti. Enes şöyle demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyh'vve Seliem) 'in güzel
sesli bir deve sürücüsü vardı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:
«Ağır ol ya Enceşe!
Sırçaları kırma!» buyurdular. (Bununla) Zayıf kadınları kastediyordu.
(...) Bize
bu hadîsi İbni Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Hişâm, Katâde'den, o da Enes'den, 0 da Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)''den naklen rivayet etti. Ama «Güzel sesli sürücüsü»
ifadesini anmadı.
Bu hadîsi Buharı «Kitâbu'l-Edeb»'de
tahric etmiştir. Kavârir : Kâruranın cenVidir. Kârûra cam sırça demektir. Kadınlar zaafları ve çabuk kırılmaları
sebebiyle sırçaya benzetilmişlerdir,
Kaadî 1yâz'in beyânına göre ulema bu hususta ihtilâf etmişlerdir.
Birçoklarına göre develeri süren Enceşe güzel sesli idi. Develeri sürerken
recez denilen şiir nev'inden kadınlara ait parçalar okurdu. Binaenaleyh kadınlar
bunu işitip de kalblerine fitne düşmesin diye Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) onu bundan men etmiştir. Zira Arapların meşhur meselelerindendir :
Şarkı zinanın muskasıdır derler. Kaadî Iyâz bu tevcihi Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in maksadına ve sözünün muk-tezasma daha muvafık bulmuştur.
Diğer bir takım ulemâya göre hadîsten maksat develeri yavaş sürmektir. Çünkü
develer sürücünün şarkı söylediğini işitince bundan zevk ve şevk duyarak
hızlanırlar. Ve üzerindeki insanları
sarsarak yorarlar. İşte Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) E nceşe'yi bunun için men etmiştir. Çünkü
kadınlar şiddetli hareketten bîtab düşer; zarar görürler.
Ebû Kılâbe'nin
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öyle bir söz söyledi ki, onu sizden
biriniz söylemiş olsa kendisini ayıplardınız.» sözüne gelince. Bundan maksad
«Müslim» şârihi Übbî'ye göre Resûlüllah (Süllüllahü Aleyhi ve Sellem)'ln :
«Sırçalar için
develeri yavaş sür!» Ve diğer
rivayetteki:
«Sırçaları kırma!»
sözleridir.
Kirmanı diyor ki: «Bu
lâtif ve beliğ bir istiaredir. Niçin ayıp görülsün dersen, ben de derim ki:
Belki ayıplayan istiarenin şartı kavimler arasında açık ve aşikâr olmasıdır da
ona bakmıştır. Sırça ile kadın arasında açık olarak benzerlik yoktur. Fakat hak
şudur ki : Bu söz son derece güzel ve kusursuzdur. İstiarede vech-i şebehin
açık olması zâtı itibariyle lâzım değildir. Onu açık kılan karinelerden hâsıl
açıklık kâfidir. Nitekim bu bahiste de 'öyledir. İhtimal ki: Ebû Kılâbe 'nin
maksadı da bu istiarenin belagatta Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
gibi zevattan sâdır olduğu için güzel sayıldığını, belagatı olmayanlardan sâdır
olsa cemaatın onu ayıplıyacaklannı anlatmaktır. Onun makamına lâyık olan da
budur.»
1- Deve
sürerken şarkı mırıldanmak caizdir.
2- Kadınları
sefere götürmek caizdir.
3- Konuşurken
mecaz kullanmak caizdir.
4- Kadınların
erkeklerden uzak bulunması, vazu nasihat gibi şeyler müstesna onların sözlerini
işitmemeleri icab eder.
74- (2324)
Bize Mücahid b. Musa ile Ebû Bekr b. Nadr b. Ebi'n-Nadır ve Harun b. Abdillah
toptan Ebu'n-Nadır'dan rivayet ettiler. Ebû Bekr (Dedi ki) : Bize Ebû'n-Nadır
(yâni Hâşim b. Kaâsım) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Muğîra
Sâbit'ten, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazını kıldığı vakit
Medine'nin hizmetçileri içlerinde su bulunan kaplarıyle gelirlerdi. Kendisine
hiç bir kab getirilmezdi id, içine elini daldırmasın. Çok defa soğuk sabahda
gelirler ve yine elini o kaplara daldırırdı.
75- (2325)
Bize Muhammed b. Kâfi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'n-Nadr rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Süleyman Sâbit'ten, o da Enes'-den naklen rivayet etti. Enes
şöyle demiş: Vallahi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i gördüm. Berber
kendisini tıraş ediyordu. Ashabı etrafını sarmıştı. Bir kılın bir adamın
elinden başka bir yere düşmesini istemiyorlardı.
76- (2326)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b. Hârun Hammâd
b. Seîeme'den, o da Sâbit'ten, o da Enes'den naklen rivayet etti ki : Bir
kadimi: aklında bir şey varmış ve:
— Yâ Resul a İlah!
Benim sana (danışacak) bir hacetim var, demiş. Bunun üzerine :
«Ey Ummü filân,
yollardan hangisini dilersen bak da senin için hacetini göreyim.» buyurmuşlar
ve onunla yollardan birine çekilerek kadın hacetini arzetmiş.
Peygamber (Saîlallahü
Aleyhi ve S«Jtemj ashabına daima yakın bulunur, onların haklarını gözetir,
sorularına ezvzb "erir, fiil ve hareketçine uymalarım kolaylaştırırdı.
Ashabı Kutun da unun mübarek eli dokunan au ile teberrük etmek için soğuk
günlerde bile sabah namazından ,sonxa hizmetçilerini su kaplarıyle göndererek
elini kaba sokmasıni rica ederlerdi. Tıraş olurken kesilen saçlarını toplarlardı.
Nevevî «Ülû'1-Emir» olanlara yaraşan da budur, diyor.
Resûlüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) 'a fetva sormağa gelen kadın Hz. Hadîce'nin baş tarayıcısı
Ümmü Züfer 'di. Kadının hacetini gizli söylemek istediği anlaşılıyordu. Onun
için Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) bir yol seçmesini söyleyerek
onunla yol üzerinde konuştu. Ve fetvasını verdi. Bu, ecnebi bir kadınla
başbaşa kalmak manâsına gelmez. Çünkü herkesin gelip geçtiği bir yol üzerinde
konuşumuştur. Yalnız kadın söyleyeceğini gizli söylemek istediği için sesi
işitilmesin diye insanlardan birkaç adım uzağa çekilmiştir.
1- Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine bir hacet soran veya teberrük için
elini suya daldırmak ricasında bulunan ashabına derhal icabette bulunurdu.
2- Sülehânın
eserleriyle teberrükde bulunmak caizdir. Ashabı kiram bu hususta âdeta
birbirleriyle yarış ederlerdi.
3- Hadîsler
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sabrına ve müs-lümanlann maslahatı
için meşakkatlere tahammülüne delildir.
77- (2327)
Bize Kuteybe b. Saîd, Mâlik b. Enes'den ona okunanlar meyamnda rivayet etti. H.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e İbni Şihab'-dan dinlediğim, onun da Urve b.
Zübeyr'den, onun da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi
Âişe'den naklettiği şu hadîsi okudum: Âişe şöyle demiş: Resûlüllah (Sallaüahü
Aleyhi ve Sellem) iki şey arasında muhayyer bırakılırsa günah olmamak şartıyle
onların kolay olanını seçerdi. Şayet günah ise insanların ondan en uzak olanı
idi. Resülüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) kendisi için intikam almamıştır.
Meğer ki, Allah (Azze veCelkfnin hürmeti çiğnenmiş olsun!
(...) Bize Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim de
hep birden Ce-rir'den rivayet ettiler. H.
Bize Ahmed b. Abde
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Fudayl b. Iyâz rivayet etti.
Her iki râvi
Mansûr'dan, o da Muhammed'den rivayet etmişlerdir. Fudayl'ın rivayetinde «İbni
Şihâb'dan» Cerir'in rivayetinde ise : «Muham-med Zührî'den, o da Urve'den, o da
Âişe'den» ifadesi vardır.
(...) Bana
bu hadîsi Harmele b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ve) b haber
verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus İbni Şihâb'dan bu isnadla Mâlik'in hadîsi gibi
haber verdi.
78- (...)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme Hişâm'dan, o da
babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (ŞÖyle demiş) : Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) biri diğerinden daha kolay olan iki şey arasında
muhayyer bırakılırsa günah olmamak şartıyla onların en kolayını seçerdi: Şayet
günah ise insanların ondan en uzak olanı idi.
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Küreyb ile İbni Nümeyr de hep birden Abdullah b. Nümeyr'den, o
da Hişâm'dan naklen bu isnadla «en kolayını» sözüne kadar rivayet ettiler.
Ondan sonrasını anmadılar.
79- (2328)
Bize bu hadîsi Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme Hişam'dan, o
da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş : Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) eliyle hiç bir şeye vurmadı. Ne bir kadına, ne de
bir hizmetçiye! Ancak Allah yolunda kendisiyle mücahede edilirse o başka! Ona
hiç bir şey isabet etmemiştir ki, şahitlinden intikam alsın. Meğer ki, Allah'ın
haramlarından bir şeyi çiğnemiş olsun! Bu takdirde Allah (Azze veCelle) için intikam alırdı.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İbnü Nümeyr de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Abde ile Veki' rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb dahi
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muaviye rivayet etti. Bu râvılerin hepsi
Hişam'dan bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Bâzısının rivayeti ötekilerden
ziyade olmuştur.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-Menâkıb»'de; Ebû Dâvud «Kitâbu'l-Edeb»'de tahric etmişlerdir.
Hadîs-i şerif bütün
rivâyetleriyle Peygamber (Sallailahü A leyhi ve Sellem 'in şahsı namına
kimseden intikam almadığım göstermektedir. Gerçi Ukbe b. Ebî Muayt ve Abdullah
b. Hatal gibi bazı müşriklerin Öldürülmesini emir buyurmuştur. Fakat bunlar
yalnız Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e eziyetle kalmaz Allah'ın haram
kıldığı şeyleri de çiğneyip geçerlerdi. Öldürülmeleri bundandır. Çünkü
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Allah'ın hürmetini ayaklar altına
alanlar hakkında son derece titiz davranır cezalarını verirdi. Bâzılarına göre
Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in şahsı nâmına intikam almaması
küfre vardırmayan sebeplerle eziyet olunduğu zamana mahsustur. Nitekim bağırıp
çağırmak suretiyle kendisine ezada bulunan Bedeviyi ve elbisesinden şiddetle
çekerek omuzunda eser bırakan bir başkasını affetmesi bu kabildendir- Dâvûdî
intikam almamayı mala mahsus görmüş, ırzı hakkında eza verenlerden hakkını
aldığını söylemiştir.
1- Haram veya mekruh olmamak şartıyle iki şeyin
en kolayını seçmek müstehabdır. Kaadî Iyâz diyor ki: «İhtimal Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem)fin burada muhayyer bırakılması Allah taraf ın-dandır. Onu iki ceza
arasında yahut kâfirlerle harbetmek veya onlardan cizye almak hususunda yahut
ümmetinin ibadette mücahede derecesine varıp varmaması hususunda muhayyer
bırakmıştır. O bunların hepsinde kolay olanı seçerdi.
Hz. Âişe'nin günah
olmamak şartıyle sözü onu kâfirler yahut münafıklar muhayyer bıraktığı zaman
tasavvur olunabilir. Muhayyerlik Al-iah'dan yahut müslümardardan gelirse
ibaredeki istisna münkati olur.
2- Bu
rivayetler afvu safha, eziyete tahammüle, haram bir şey işleyene karşı
Allah'ın dinine yardımcı olmaya teşvik etmektedirler.
3- Âmirlerin,
hâkimlerin ve diğer söz sahiplerinin bu güzel ahlâk-dan nasibedar olup,
şahısları namına intikam almamaları müstehabdır. Kaadî Iyâz diyor ki: «Ulemâ
hâkimin kendi lehine ve keza lehine şehadeti caiz olmayacak kimse lehine hüküm
vermesinin caiz olmadığına ittifak etmişlerdir.
4- Zevce, hizmetçi ve hayvanı terbiye için
döğmek mubah ise de, döğmemek efdaldır.
80- (2329)
Bize Amr b. Hammad b. Talhate'l-Kannâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Esbât (bu
zât İbni Nasr El-Hemdâni'dir.) Sımâk'den, o da Câbir b. Semura'dan naklen
rivayet etti. Câbir şöyle demiş : Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selletn)'\e
birlikte ilk namazı kıldım. Sonra ailesinin yanına çıktı, onunla birlikte ben
de çıktım. Derken onu bir takım çocuklar karşıladılar. Onların her birinin
yanağına teker teker dokunmaya başladı. Bana gelince benim yanağıma da
dokundu. Elinde Öyle serinlik veya koku duydum ki: Sanki onu kokucu sepetinden
çıkarmıştı.
81- (2330)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ca'-fer b. Süleyman,
Sâbit'den, da Enes'den naklen rivayet etti. H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Hâşim, yâni İbni Kaâsım rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman (bu zat îbni Muğıra'dır) Sâbit'den naklen
rivayet etti. Enes şöyle demiş: Ben Resûlüllah [Salialiahü Aleyhi veSellem)'m
kokusundan daha güzel hiç bir an-' ber, misk veya (başka) bir şey koklamadım.
Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in teninden daha yumuşak hiç bir dîba
ipek veya başka bir şeye dokunmadım.
82- (...)
Bana Ahmed b. Saîd b. Sahr Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habban
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad rivayet etti. Bize Sabit, Enes'den
rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) parlak
beyaz renkli idi. Teri inci gibi idi. Yürüdüğü zaman sağa sola meyi ederdi.
Ben ne Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seltemj 'in avucundan daha yumuşak bir
diba ve ipeğe dokundum, ne de ResûlüIIah
(Sallal'ahiİ Aleyhi ve Sellem)in
kokusundan daha güzel
bir misk veya anber kokladım. Bu hadîsi
Buharı «Kitâbu'l-Menâkıb-'de
tahric etmiştir.
İlk namazdan murad
öğledir. Bu hadîsler Peygamber (SallaV.ahü Aleyhi ve Sellemjin kokusunun güzel
olduğuna delildir. Bu ona Allah Teâlâ'nın bir ikramıdır. Ulemânın beyânına göre
güzel koku Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemjın sıfatı idi. O koku sürünmese
de güzel kokardı. Maamafih daima meleklerle görüştüğü, müslümanlarla düşüp
kalktığı için ekseriya güzel koku da sürünürdü. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in teni beyazlığı ve safiliği hususunda inciye benzetilmiştir.
Hadîsteki «tekeffee»
fiilini sağa sola meyletmek diye tefsir edenler olmuşsa da Ezherî bunu hatâ
görmüştür. Çünkü sağa sola meylederek yürümek ona göre gururlanan ve
böbürlenen kimsenin yürüyüşüdür. Burada ondan maksad gideceği tarafa yâni öne
doğru sallanarak yürümektir. Maamafih Kaadî Iyâz sağa sola sallanarak
yürümenin hilkatte mevcûd bir sıfatsa çirkin sayılmadığını, kasden yapılırsa o
zaman bunun mekruh olduğunu söylemiştir.
83- (2331)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâ-şim (yâni İbnî Kaâsım)
Süleyman'dan, o da Sâbit'ten, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes
şöyle demiş : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımıza girdi. Ve kaylûle
uykusuna dalarak terledi. Annem bir kavanoz getirerek teri onun içine silmeye
başladı. Derken Peygamber (Sallaliahii Aleyhi ve Sellem) uyandı ve :
«Ey Ummü Süleym bu
yaptığın nedir?» dedi. Annem : — Bu senin terindir, onu kokumuza katıyoruz; o
kokuların en güzellerindendir, dedi.
84- (...)
Bana Muhammed b. Râü' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Huceyn b. Müsennâ
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-Aziz (bu zat îbnü Ebî Seleme'dir.) İshâk
b. Abdillah b. Ebî Talha'dan, o da Enes b. Mâlik'-den naklen rivayet etti.
(Şöyle demiş): Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Süleym'in evine
girer de o yokken yatağında uyurdu. Bir gün yine gelerek onun yatağında uyudu.
Hemen Ümmü Süleym'e giderek işte Peygamber (Sallattahü Aleyhi ve Sellem) senin
evinde, senin yatağının üzerinde uyudu, dediler. Arkacığından Ümmü Süleym
geldi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) terlemiş; teri yatağın
üzerindeki bir deri parçasına toplanmıştı. Derhal çantasını açarak bu teri
kurulamağa ve onu kavanozuna sıkmaya başladı. Derken Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) belinledi ve:
«Ne yapıyorsun ey Ummü
Süleym?» dedi. Ümmü Süleym:
— Yâ Resûlallah!
Çocuklarımız için bunun bereketini umuyoruz, dedi. ResûlüIIah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«isabet ettin!»
buyurdular.
85- (2332)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân b. Müslim
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyub, Ebû
Kılâbe'den, o da Enes'den, o da Ümmü Süleym'den naklen rivayet etti ki;
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Sü-İeymln yanma gelir, orada
kaylûle uykusu uyurmuş. O da kendisine bir yaygı yayar, üzerinde istirahat
edermiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çok terüyormuş, Ümmü Süleym
onun terini toplar, koku ve kavanozlara koyarmış. Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Ey Ummü Süteyml Bu
ne?» demiş. Ümmü Süleym:
— Senin terin! Onu
kokuma karıştırıyorum, cevabını vermiş.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-îsti'zan»'da tahric etmiştir.
Hz. Enes'in annesi
Ümmü Süleym'in Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in mahrem akrabasından
olduğunu evvelce görmüştük. Ümmü Sü1eym'in evine giderek uyuması bundandır.
Hadîs-i şerif mahrem
akrabadan olan kadınların evlerine giderek uyumanın ve deri yaygı üzerine
yatmanın caiz olduğuna delildir.
86- (2333)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala1 rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme,
Hişam'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle
demiş: Hakikaten Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in üzerine soğuk bir
sabanda vahiy indirilir. Yine yüzünden ter boşanırdı.
87- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. ize Süfyan b. Uyeyne rivayet etti.
H. (Dedi ki) :
Bize Ebû Küreyb de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme ile İbni Bişr hep birden Hişam'dan
rivayet ettiler. H.
Bize Muhammed b.
Abdillah b. Nümeyr dahi rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Muhammed
b. Bişr rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Hi-şâm babasından, o da Âişe'den naklen
rivayet etti ki: Haris b. Hişam, Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e:
— Sana vahy nasxl
geliyor? diye sormuş da :
«Bazan bana çan sesi
gibi gelir. Bu benim için en şiddetli olandır. Sonra açılırım ve o vahyi
bellemiş olurum. Bâzan da adam suretinde bir melek gelir. Ve onun söylediğini
bellerim.» buyurmuşlar.
88- (2334)
Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdû'1-Âla rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Saîd Katâde'den, o da Ha-san'dan, o da Hıttan b.
Abdillah'dan, o da Ubade b. Sâmit'ten naklen rivayet etti. (ŞÖyle demiş) :
Nebiyyullah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem), üzerine vahy indirildiği vakit bundan
dolayı gussalamr ve yüzünün rengi uçardı.
89- (2335)
Bize Muhammed b. Beşşar rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişâm rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize babam Katade'den, o da Ha-sen'den, o da Hıttan b.
Abdillah Er-Rakâşî'den, o da übâde b. Sâmid'den naklen rivayet etti. (ŞÖyle
demiş) : Üzerine vahy indirildiği vakit Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)
başını eğer; ashabı da-başlarım eğerlerdi. Vahy kalktığı zaman başını
kaldırırdı.
Hz, Âişe rivayetini
Buhârî «Bed'ül-Vahy» bahsinde tahric etmiştir.
Vahy hakkında evvelce
tafsilât vermiştik. Ulemâdan bazılarına göre Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem) 'in vahy gelirken işittiği çan sesine benzer ses meleğin sesidir. Bir
takımları meleğin değil, kanatlarının sesi olduğunu söylemişlerdir. Bundaki
hikmet Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)in kulaklarının başka şeylerden
boşaltılması tâki kulağında ve kalbinde meleğin sesinden başka bir şeye yer
kalmamasıdır.
Bu rivayetlerde vahyin
hallerinden yalnız çan sesiyle meleğin insan kılığında gelmesi zikredilmiş.
Rü'ya halindeki vahyden bahsedilmemiştir. Bunun sebebi vahy soran zâtın
Peygamber (SaUalîahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsus olan şeklini anlamak
istemesidir. Rü'ya ise ona mahsus değil, müş-terekdir. Bu hadîsde Peygamber
(Saîhllahü Aleyhi ve Sellem)'in vahy esna-suıda rengi uçardı denilmektedir.
Halbuki hac bahsinde Ya’la b. Ümeyye'nin vahy inerken onun yüzünün kıpkırmızı
olduğunu gördüğünden bahsedilmişti. Bu iki rivayetin arasım bulmak için yüzü
evvelâ kül rengi olmuş, sonra kızarmıştır. Yahut evvelâ kızarmış, sonra kül rengi
olmuştur, denilir.
1- Melekler
vardır. Mülhidlerle feylesoflar meleklerin varlığım inkâr ederler. Bu hadîsler
onlara red cevabı teşkil etmektedir.
2- Melekler
istedikleri şekillere girebilirler.
3- Ashab-ı
kiram birçok şeylerin manâsını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
sorarlardı.O da kendilerini bir yere toplar talimatta bulunurdu.Ashabın
bazıları meseleleri sorar, diğerleri beller ve bilmeyenlere öğretirlerdi.
Allah dînini tamamlayıncaya kadar bu böyle devam etti.
90- (2336)
Bize Mansur b. Ebî Müzâhim ile Muhammed b. Ca'fer b. Ziyad rivayet ettiler.
(Mansûr: Haddesenâ; tbni Cafer ise Ahberana tâbirlerini kullandılar. (Dediler
ki) : Bize İbrahim (yâni İbni Sa'd) İbni Şihab'dan, o da Ubeyduîlah b. Abdillah'dan,
o da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Ehl-i kitab olanlar
saçlarını salar, müşrik-lerse başlarını ayırırlardı. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kendisine emir gelmeyen hususta ehl-i kitaba uymayı
seviyordu. Bu sebeple Re-sûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) saçlarım
alnına sarkıttı, bir müddet sonra ayırdı.
(...) Bana
Ebû't-Tâhir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İhni Vehb haber verdi, (Dedi ki)
: Bana Yûnus, İbni Şihab'dan bu isııadla bu hadîsinin benzerini haber verdi.
Sedl:
Sarkıtmak demektir. Burada ondan maksad saçı alnma sarkıtmaktır. Ulemânın
beyânına göre saçı sarkıtmak değil, tarayıp ayırmak sünnetdir. Çünkü
Peygamber (Sallallahü A teyhi've Sellem) sonraları bunu yapmıştır. Sarkıtmaktan vaz geçmesi
zahire göre vahy iledir. Çünkü vahyle bildirilmeyen hükümler
hususunda Ehl-i kitaba uyardı.
Kaadî Iyâz'in beyânına göre ulemâdan bazıları saç sarkıtmanın neshedildiğini
binâenaleyh alma ve kulakların arkasına saç sarkıtmanın caiz olmadığım
söylemişlerdir. Kaadî Iyâz saçları ayırmanın vâcib değil, caiz olması ihtimâli
üzerinde durmuş ve şunları söylemiştir : «Caiz ki, saçlarını ayırması ehl-i
kitaba muhalefet hususunda kendi ictihadıyle olmuştur. Bu takdirde saç ayırmak
müstehabdır. Bundan dolayıdır ki : Selef bu hususta ihtilâf etmiş, bir
takımları saçlarını ayırmış, diğerleri kulaklarının yumuşağına kadar
salmışlardı:-. Peygamber (Sallallahü A leyhî ve Sellem) 'in uzun saçı olduğu,
saçı ayrıkrsa ayırdığı, ayrılmazsa hâli üzere bıraktığı hadîste vârid olmuştur. İmam
Mâlik: Bence saçı ayırmak daha
iyidir, demiştir.»
Nevevîde : «Hâsılı
sahih ve muhtar olan kavle göre saçı hem sarkıtmak, hem ayırmak caizdir. Fakat
ayırmak efdaldır.» diyor.
Yine Kaadî 'nin
beyanına göre ehl-i kitaba uyma meselesinin te'-vili hususunda ulemâ ihtilâf
etmişlerdir. Bâzılarına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu ilk
zamanlarda ehl-i kitabın kalblerini İslâm'a yatıştırmak için yapmıştır. Buna
hacet kalmayıp İslâmiyet zafer kazanınca birçok şeylerde ehl-i kitaba muhalif
hareket ettiğini sarahaten bildirmiştir. Bir takımları vahy gelmeyen hususta
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ehl-i kitab şeriatlarına tâbi
olması ihtimal ki emrinmuştu. Ancak bu, Ehl-i kitabın değiştirmedikleri malûm
olan hususata aittir, demişlerdir.
Bâzı usûlü fıkıh
âlimleri bu hadîsle istidlal ederek: «Bir mes'eleyi Allah ve Resulü hikâye eder
de inkârda bulunmaz, yâni bize caiz olmadığını bildirmezlerse, geçen
ümmetlerin şeriatları bize de şeriattır.» demiş; diğer bazıları: «Bilâkis
Hadîs-i şerîf geçmiş şeriatların bize şeriat olmadığına delildir. Çünkü bu
hadîste Ehl-i kitaba uymayı severdi, denilerek onun muhayyer bırakıldığına
işaret olunmuştur. Geçmiş şeriatlar bizim için de şeriat olsa Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem)'e de vâcib olurdu» demişlerdir.
91- (2337)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Muhammed b, Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti.
(Dedi ki) : Ebû tshâk'ı dinledim. (Dedi ki): Bera'ı şunu söylerken işittim:
Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem) orta boylu, omuzlarının arası geniş,
saç demedi kulaklarının yumuşağına inecek kadar büyük bir zat idi. Üzerinde
kırmızı bir hülle vardı. Ben Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem) 'den
daha güzel hiç bir şey görmedim.
92- (...)
Bize Amru'n-Nâkid ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Veki',
Süfyân'dan, o da Ebû İshâk'dan, o da Bera'dan naklen rivayet etti. (Şöyle
demiş) : Ben hiç bir uzun saçlının kırmızı hülle içinde ResûlUllah(Sallallahü
Aleyhi ve Selîem) 'den daha güzel olduğunu görmedim. Saçları omuzlarım
çalıyordu. Omuzlarının arası genişti. Ne uzundu, ne kısa.
Ebû Küreyb : «Saçı
vardı» dedi.
93- (...)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b. Mansur,
İbrahim b. Yûsuî'dan, o da babasından, o da Ebû îshâk'dan naklen rivayet etti.
(Demiş ki) : Ben Berâ'ı şunu söylerken işittim. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi
ve Sellcm) yüzce insanların en güzeli, ahlâkça en iyisi idi. Fazla uzun değil,
kısa da değildi.
Bu rivayetleri Buhârî
«Kitâbu'l-Menâkıb»'de tahric etmiştir.
Merbu: Fazla
uzun veya kısa olmayan yâni orta boylu kimse demektir.
Vefra :
Kulak yumuşağına kadar inen; Ciimme : Omuzlara kadar inen; Limme ise; omuzların
üzerine döşenen saç demektir. Bu kelimelerin Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve
Selîem) hakkında kullanılması saçının zaman zaman hepsine uymasındandır. Saçını
kısaltmadığı zaman omuzlarına iner, kısalttığında kulaklarının yan hizasında
kalırdı.
Kaadî Iyâz diyor ki:
Bu hadîsteki «halkan» kelimesini cisminin sıfatlarına delâlet ettiği için (hâ)
nın fethi ve (lâin) m sükûnuyla tespit ettik. Enes'in hadîsinde ise (hâ) nın
zammı ile rivayet olunmuştur. Çünkü orada Peygamber (Sallaîlahü A leyhi ve
Selîem) 'in ahlâkından ve güzel muaşeretinden bahsedilmiştir.
94- (2338)
Bize Şeyban b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ce-rir b. Hazım rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Katâde rivayet etti. (Dedi ki) : Enes b. Mâlik'e:
— Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
saçı nasıldı? diye sordum.
— Orta bir saçtı. Kıvırcık değil, düz de
değildi. İki kulağı ile omuzu arasında idi, dedi.
95- (...)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habbân b. Hilâl rivayet
etti. H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü's-Samed rivayet etti. Her iki
râvi demişler ki: Bize Hemmam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde Enes'den
rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in saçları omuzlarına
çahyormuş.
96- (...)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Deliler ki) : Bize İsmail
b. Uleyye, Humeyd'den, o da Enes'den naklen rivayet etti. Enes: «Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in saçları kulak-anmn yarısına iniyordu.» demiş.
Bu hadîsi Buhârî üe İbni
Mâce «Kitâbu'l-Iibas^da; Tirmizî «Şemâil»'de; Nesâî «Kİtâbu'z-Zîne»'de muhtelif
râvi-erden muhtelif lâfızlarla, fakat birbirine yakın manâlarda tahric
etmiş-erdir.
Racil: Fazla
kıvırcık ve fazla düz olmayan orta saç demektir.
Ca'd:
Kıvırcık, sebt ise düz saç manâlarına gelir.
97- (2339)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbni
Müsennâ'nindir. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Şu'be Simak b. Harb'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Câbir b.
Semura'yı şunu söylerken işittim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
geniş ağızlı, gözünün beyazı kırmızılı, etsiz ök-çeliydi.
Râvi diyor ki: Simak'e
: Dalîu'I-Fem ne demektir? diye sordum: Ağzı büyük manasınadır, dedi,
— Eşkelü'1-Ayn nedir? dedim.
— Göz kapağı uzun demektir, cevabını verdi.
— Menhusu'1-Akib nedir? dedim.
— Topuğunun eti az demektir, cevâbını verdi.
Büyük ağızlı olmak
Arablarca medin sıfatıdır. «Müslim» sârini Übbî: «Bundan murad çok küçük
olmadığını, güzellikten çıkaracak kadar büyük de değildiğini anlatmaktır.»
diyor.
Eşkelü'1-Ayneyn
tâbirine gelince; râvi Simâk bunu göz kapağının uzunluğu ile tefsir etmişse de
Kaadî Iyâz: «Bu bütün ulemanın ittifakı ile Simâk’in bir vehmi ve açık bir
hatasıdır. Doğrusu bütün ulemanın ittifakı vecihle şüklenin gözün beyazına
karışan kırmızılık manâsına gelmesidir. Bu makbuldür. Şühle ise; gözün
karaşındaki kızıllıktır» diyerek bu tefsiri kabul etmemiştir.
98- (2340)
Bize Saîd b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Abdillah,
Cüreyrî'den, o da Ebû't-Tufeyl'den naklen rivayet etti. Cü-reyrî demiş ki : Ona
:
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i
gördün mü? diye sordum.
— Evet, beyaz, sevimli yüzlü idi, cevâbını
verdi.
Müslim b. Haccâc der
ki': Ebû't-Tufeyl yüz yılında vefat etmiştir. Kendisi Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in ashabından en son vefat edendir.
99- (.,.)
Bize Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-A'la
b. Abdi'1-A'la, Cüreyrî'den, o da Ebû't-Tüfeyl'den naklen rivayet etti. (Şöyle
demiş): Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i gördüm. Yeryüzünde benden
başka onu gören kimse yoktur. Cü-reyrî demiş ki: Ben kendisine:
— Onu nasıl gördün? diye sordum.
— Beyaz, sevimli, orta yapılı idi, dedi.
Mukassad: İri veya
zayıf çok uzun ve çok kısa olmayan, demektir. Şemir'e göre Rava ile Kast ikisi
de bir manâya gelirler ve ikisi de orta boylu, demektir.
100- (2341)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile îbni Nümeyr ve Amru'n-Nâkıd toptan İbni
İdris'den rivayet ettiler. Amr dedi ki: Bize Abdullah b. İdris El-Evdî,
Hişam'dan, o da İbni Sîrîn'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Enes b.
Mâlik'e, Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) hiç saçını boyadı mı? diye
soruldu.
— Hakikat şu ki, o
saçının ağarması namına bir şey görmedi. Ancak (şu kadarcık) gördü). İbni tdris
sanki onu azaltmak istiyormuş, demiştir. Ebû Bekr ile Ömer saçlarını lana ve
ketem ile boyarlardı, dedi.
101- (...)
Bize Muhammed b. Bekkâr b. Reyyân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b.
Zekeriyya, Âsimi ahvelden, o da İbni Sîrîn'den naklen rivayet etti. İbni Şîrîn
şöyle demiş: Enes b. Mâlik'e sordum :
— Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem)
saçım boyar mıydı? dedim:
— Saçını boyama
yaşma ermedi, sakalında birkaç beyaz kıl vardı, dedi. Ben :
— Ebû Bekr boyar mıydı? diye sordum;
— Evet, kına ve ketemle! cevabını verdi.
102- (...)
Bana Haccâc b. Şâir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-alla b. Esed rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb b. Hâlid, Eyyub'dan, o da Muhammed b. Sîrîn'den
naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Enes b. Mâlik'e sordum.
— Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) hiç saçını boyadı mı? (Dedim).
— O saçının ağarmasından ancak az bir şey
gördü, dedi.
103- (...)
Bana Ebu'r-Rabi' El-Atekî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Sabit rivayet etti. (Dedi ki) : Enes b. Mâlik'e, Peygamber
(SaUallahü Aleyhi ve Sellem)"in saçını boyayıp boya-madiği soruldu da, şu
cevabı verdi:
— Başındaki ağaran
kılları saymak İstesem bunu yapardım, dedi. Ve şunu İlâve etti:
__ O boyanmadı. Ama
Ebû Bekr kına ve ketemle boyandi. Ömer'se hâlis kına ile boyan di.
104- (...)
Bize Nasr b. Alî El-Cehdamî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Müsennâ b. Saîd Katâde'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen
rivayet etti. (Şöyle demiş) : Bir kimsenin başından ve sakalından beyaz kılı
yolması mekmhdur. Hem Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seîlem) boyanmamıştır.
Beyazlık onun ancak alt dudağında, şakaklarında ve başında birkaç tane vardı.
(...) Bu hadîsi
bana Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü's-Samed rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize El-Müsennâ bu is-nadla rivayette bulundu.
105- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr, Ahmed b. İbrahim Ed-Devrakî ve Harun
b. Abdillah toptan Ebû Dâvud'dan rivayet ettiler. İbnü Müsennâ (Dedi ki) : Bize
Süleyman b. Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Huleyd b. Ca'fer'den
rivayet etti. O da Ebû îyâs'ı Enes'den naklederken dinlemiş: Enes'e Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seltemy'm saçının ağanp ağarmadığı sorulmuş da :
— Allah onu beyazlıkla
lekelemedi, demiş.
106- (2342)
Bize Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zü-heyr rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Ebû İshâk rivayet etti. H.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Ebû İshâk'dan, o da Ebû Cühayfe'den
naklen haber verdi. Ebû Cühayfe (Şöyle demiş) :
— Ben Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem)"ı gördüm. Şurası beyazdı. Ve Züheyr parmaklarını alt dudağına
koydu. Kendisine :
— O gün sen kim gibi idin? diye soruldu.
— Oku yapıyor ve
tüyünü takıyordum, cevâbını verdi.
107- (2343)
Bize Vâsıl b. Abdi'I-A'la rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Fudayl,
İsmail b. Ebi Hâlid'den, o da Ebû Cühayfe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
— Ben Resûlüllah
(SallaUahü A leyhi ve Sellem) 'i beyaz gb'rdüm. İhtiyar-lamiştı. Alî'nin oğlu
Hasan ona benziyordu.
(...) Bize
Saîd b. Manöûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân ile Halid b. AbdiHah
rivayet ettiler. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bişr rivayet etti.
Bunların hepsi
İsmail'den, o da Ebû Cüheyfe'den bu isnadla rivayet ettiler. Ama «Beyaz gördüm,
ihtiyarlamıştı...» ifadesini söylememişlerdir.
108- (2344)
Bize Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Ebû Dâvud
Süleyman b. Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Sımak b. Harb'den
rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Câbir b. Semûra'yı Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in saçı ağanp ağarmadığı sorulduğu zaman dinledim.
— Başını yağladığı
zaman beyazlıktan bir şey görülmüyordu, yağlamazsa görülüyordu, dedi.
109- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah,
İsrail'den, o da Simâk'den naklen rivayet etti ki: Simak, Câbir b. Semûra'yı
şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi vt Seltempn sakalı ile
başının Ön tarafı ağarmağa başlamıştı. Yağ süründüğü zaman (beyazlık) belli
olmazdı. Başının saçı dağılırsa belli olurdu. Sakalının kılları çoktu.
Derken bir adam : Yüzü
kılıç gibi miydi? dedi. Câbir:
— Hayır! Bilâkis ayla
güneş gibiydi; yuvarlaktı. Omuzun da ki mührü de gördüm, güvercin yumurtası
kadardı. Tenine benziyordu, cevabını verdi,
Hz. Enes rivayetini
Buhârî «Kitâbu'l-Libas»'da; Ebû Cuheyfe rivayetini «Kitâbu'l-Menâlub»'de tahric
etmiştir.
Ketem:
Boyaya yarıyan bir nevi ottur.
Şamat:
İhtiyarlığın başlangıcı ve saçların ağarmaya başlamasıdır. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in saçlarının ağarmaya başladığını bildiren
rivayetler çoktur. Umumiyetle bu rivayetlerde saç ve sakalının biraz ağarmaya
başladığından bahsedilmektedir. Bu birazın ne kadar olduğu ihtilaflıdır.
Bâzıları saç ve sakalında on dokuz beyaz kıl olduğunu söylemiş bir takımları
onu yirmiye, hatta bazıları otuza çıkarmıştır. Hz. Enes'den rivayet edilen bir
hadîste on beş, diğer bir rivayette on yedi veya on sekiz olduğu
bildirilmiştir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in saçını boyayıp boyamadığın-da dahi ihtilâf olunmuştur.
Ekser ulemâ Hz. Enes 'den rivayet edilen hadîsle istidlal ederek boyamadığma
kail olmuşlardır. İmam Mâ1ik'in mezhebi de budur. Bâzı hadîs imamları
boyadığına kaildirler. Delilleri buradaki Ümmü Seleme hadîsidir. İki rivayetin
arasını bulanlar da vardır. Onlara göre Hz. Enes'in işaret ettiği vecihle Peygamber
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) güzel kokuyu çok kullanıyordu. Bu iso saçın
siyahlığını giderirdi. Saçını boyadığını iddia eden işte bu koku sürülmüş saçı
görmüş de boya sanmıştır.
Nevevî diyor ki :
«Muhtar olan kavle göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bâzan saçım
boyamış, ekseri zamanlarda boyamamıştır. Bu hususta her râvi gördüğünü rivayet
etmiştir. Ve sözünde sadıktır.»
Hadîsin son
rivayetinde : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yüzü kılıç gibi
miydi?» diye soran zâtın bu suâliyle: Kılıç gibi uzun muydu, yahut kılıç gibi
parlak mıydı demek istemiş olması muhtemeldir. Hz. Câbir buna : «Hayır güneş ve
ay gibi idi. Ve yuvarlaktı.» diye cevâb vermiştir ki, bununla onun hem güzel ve
yüzünün parlaklığına, hem de yuvarlaklığına işaret etmiştir. Çünkü ay ve güneş,
hem kılıçtan daha parlak, hem de yuvarlaktırlar. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in yüzünü onlara benzetmek daha beliğ olur. Bilhassa sevgilinin
yüzünü aya benzetmek Arablar arasında pek yaygın bir âdetti.
Hz. Enes 'in : «Bİr
kimsenin başından ve sakalından beyaz kıl yolması mekruhtur.» sözü ulemâ
arasında ittifakla kabul edilmiştir.
Nübüvvet mührü
hakkında aşağıdaki hadîslerde izahat verilecektir.
110- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Simâk'den rivayet etti. (Demiş ki) :
Câbir b. Semûra'yı dinledim. (Şunu söyledi) : Ben Resûlüllah (SallaUahü A leyhi
ve Sellem) 'in sırtında güvercin yumurtası gibi bir mühür gördüm.
(...) Bize
İbnü Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeyduîlah b. Musa rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Hasen b. Salih Simak'den naklen bu isnadla bu hadîsin mislini
haber verdi.
111- (2345)
Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Abbâd rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Hatim (bu zat İbni İsmail'dir) Ca'd b. Abdir-rahmanMan rivayet etti. (Demiş ki)
: Sâib b. Yezid'i şöyle derken işittim: Teyzem beni Resûlüllah (Saliailahü
Aleyhi ve Seliem) 'e götürdü de:
- yâ Resûlallah! Gerçekten
kız kardeşimin oğlu rahatsızdır, dedi. O da benim başımı sıvazladı. Ve bana
bereket duasında bulundu. Sonra ab-dest aldı. Ve ben abdest suyundan içtim.
Sonra arkasında ayakta durdum. Ve iki omuzunun arasındaki çadır düğmesi gibi
mührüne baktım.
112 - (2346)
Bize Ebû Kâmil rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd (yâni İbni Zeyd) rivayet
etti. H.
Bana Süveyd b. Said de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ali b. Müshir rivayet etti.
Her iki râvi Asım-ı
Ahvel'den rivayette bulunmuşlardır. H.
Bana Hami d b. Ömer
El-Bekrâvî dahi rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Vahid
(yâni İbni Ziyad) rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Âsim, Abdullah b.
Serciş'den rivayet etti. (Şöyle demiş) : Peygamber (Saliailahü Aleyhi
ve.Selîem)"ı gördüm. Onunla ekmek ve et de yedim. (Yahut tirit yedim,
demiş.)
Râvi demiş ki: Ona :
__ Peygamber
(Saliailahü Aleyhi vt- Seliem) senin
için istiğfar etti mi?
diye sordum.
— Evet! Senin için de!
dedi. Sonra şu âyeti okudu:
«Günahın için istiğfar
et! Erkek ve kadın mü'mİnler için de.» [12]
Abdullah demiş ki: Sonra arka tarafına dolandım. Ve iki omuzunun arasındaki
nübüvvet mührüne baktım. Sol küreğinin başında parmakları bir araya getirilmiş
el gibi. Üzerinde siğiller emsali bunlar vardı.
Saib b. Yezîd
rivayetini Buhârî «Kitâuu'1-Vudû1», «Sıfetü'n-Nebiyy», «Kitâbu't-Tıb» ve «Kitâbu'd~Deavât»'da
Tirmizi Menâkıb» bahsinde; Nesâî «Kİtâ"bu't-Tıu»'da muhtelif râvilerdeıı
tahric etmişlerdir.
Hâtem kelimesi;
hatimden alınmadır. Hatim : Tamamlamak sonuna varmak demektir. Hâtem mühür
manâsına gelir ki: Burada ondan sonra Peygamber gelmeyeceğine delil
manasınadır. Kaadî Beyzâvî: «Nübüvvet mührü Peygamber (Saliailahü Aleyhi ve
Seılem) 'in iki omuzu arasındaki eserdir. Geçen ümmetlerin kitaplarında bunun
sıfatı beyan edilmiş, geleceği va'd edilen Peygambere bir alâmet olmuştur. Bu
Peygamber onunla bilinecektir. Bir de Peygamberliğine dokunulmaktan korunmak
için verilmiştir. Vesikalandırılan bir şeyin mühürle korunduğu gibi...» diyor.
Nübüvvet mührünü isbat
eden rivayetler çoktur. Bunların bâzısında mührün üzerinde etten yazılmış
«Muhammedürresuiullah» cümlesi olduğu bildirilmektedir. Bir rivayette içinde
«Allahu vahdeh» dışında ise «Nereye dilersen oraya git, çünkü muzaffersin.»
yazılı olduğu bildirilmiştir. Fakat bu rivayet çok zayıftır. Bazıları Nübüvvet
mührünün nurdan olduğunu söylemişlerdir. Hz. Âişe'nin : «Peygamber (Saliailahü
Aleyhi ve Seliem) vefat ettikten sonra mührü araştırdım. Fakat onun
kaldırıldığını gördüm.» dediği rivayet olunur.
Bu mührün Peygamber
(Salîaİlahü Aleyhi ve Seliem) ile beraber doğduğu söylenir. Bu hususta da
muhtelif rivayetler vardır. Rivayetlerden birine göre mührün sol küreğin
başında olması şeytanın içeri gireceği kapı arası olduğu içindir. Bu suretle
şeytanın Resûlüllah (Saliailahü Aleyhi ve Seliem) üzerindeki giriş kapısı kapanmış ve
mühürlenmiş demektir. Mühürlü bir şeye nüfuz etmenin imkânı olmadığı gibi,
şeytanın girmesine de imkân bırakılmamıştır.
Rivâyetler arasında
nübüvvet mührünün parmakları bir yere toplanmış şeklinde olduğunu bildireni
diğerine muhalif gibi görünürse de dîIyâz 'm beyânına göre bu da öteki
rivayetlere uygun olarak . -ı edilir. Ve nübüvvet mührü toplu el şeklinde idi.
Fakat güvercin yumurta» *adar küSüktu denilir-
1- Hastaya
okumakta bereket vardır.
2- Küçük
çocukların başını sıvazlamak müstehabdır.
3- Hz. S a i
b 'in içtiği abdest suyu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve çellem\'in azasından
damlayan su ise hadîs-i şerif mai müstamelin temiz olduğuna delildir.
113- (2347)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Rabîa b. Ebî
Abdirrahman'dan dinlediğim, onun da Enes b. Mâlik'den naklettiği ŞU hadîsi
okudum. Rabîa, Enes'i şöyle derken işitmiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Selle m) çok uzun değildi. Kısa da değildi. Soluk beyaz ve faz'a esmer değildi.
Ne çok kıvırcık saçlı idi, ne de düz saçlı! Allah
onu ktfk senenin
başında gönderdi de Mekke'de on sene, Medine'de dahî on sene kaldı. Altmış
senenin başında Allah onun ruhunu kabzetti. Henüz başında ve sakalında yirmi
beyaz kıl yoktu.
(...) Bize
Yahya b. Eyyûb üe Kuteybe b. Saîd ve AH b. Hucur da rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize İsmail (yâni İbni Cafer) rivayet etti. H.
Bana Kaâsım b.
Zekeriyya dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Mahled rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Süleyman b. Bilâl rivayet etti.
Her iki râvi Rabîa'dan
(yâni İbni Ebî Abdirrahman'dan), o da Enes b. Mâlik'den naklen Mâlik b. Enes'in
hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Bunların hadîslerinde «Kırmızıya çalar
beyazdı.» ziyadesi vardır.
Bu rivayeti Buharı
«Kitâbu'l-Menâkıb» ile «Kitâbu'l-Libas»'da; Tirmizî «Kitâbu'l-Menâkıb»'de; Nesâî
«Kıtâbu'z-Zine»'de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Emhak: Kireç gibi
soluk beyaz demektir. Arablar bu renkden hoşlanmazlar,
Âdem: Esmer demektir.
Hadîs-i şerif de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemjm kireç gibi soluk
beyaz renkli olmadığı gibi, esmer tenli de olmayıp nurlu beyaz renkte olduğu
anlatılmıştır.
Bu hadîs Resûlüllah
(Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in kırk yaşında Peygamber gönderildiğini,
ondan sonra M e k k e 'de on sene Medine'-de de on sene yaşadığını, yaşı
altmışa vardığında vefat ettiğini bildiriyor.
Bu hususta rivayetler
muhtelifdir. Az sonra görüleceği vecihle Peygamber (Sallallahü A leyhi ve
Sellem) 'in altmışüç ve altmışbeş yaşında vefat ettiğini bildiren rivayetler
vardır. Peygamber olduktan sonra Mekke ve
M e d i n e 'de yaşadığı seneler hakkındaki rivayetler dahi muhteliftir.
Aşağıdaki bablarda
bunlar görülecektir.
114- (2348)
Bana Ebû Ğassan Er-Râzî Muhammed b. Anır rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hakkâm
b. Selm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Osman D- Zaide Zübeyr b. Adiy'den, o da
Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti (Şöyle demiş) : Resülüllab (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) altmişüç yaşında iken vefat etti. Ebû Bekr altmışüç
yaşındayken vefat etti. Ömer de ç yaşında iken vefat etti.
115- (2349)
Bana Abdü'I-Melik b. Şuayb b. Leys rivayet etti. (Dedi ki); Bana babanı
dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl b. Hâlid İbni Şihab'dan, o da Uruc'dan, o da Âişe'den
naklen rivayet etti kî, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) altmışüç yaşında iken vefat etmiş.
İbni Şihab: Bana Saîd b, Müseyyeb bunun
mislini haber verdi, demiş.
(...) Bize
Osman b. Ebî Şeybe ile Abbâd b. Mûsâ da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Talha b. Yahya Yûnus b. Yezid'den, o da İbni Şihâb'-dan her iki isnadla birden
Ukayl'ın hadîsi gibi rivayette bulundu.
Hz. Âişe rivayetini
Buhârî «Kitâbu'l-Menâkıb»'de tahric etmiştir.
Bir rivayette
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm)'ln altmışbeş yaşınca vefat ettiği
bildirilmiştir. Bu rivayetlerin hepsi şahindir. Fakat en sa-hîhi ve meşhuru
altmışüç yaşında vefat ettiğini bildiren rivayettir. Diğerlerini ulema te'vil
etmiş; altmış rivayetinde yalnız ondalıkları zikirle iktifa edilmiş; kesirler
bırakılmıştır. Altmışbeş rivayetinde iştibah hasıl olmuştur, demişlerdir. Filhakika
altmışbeş rivayetini Urve kabul etmemiş, bunda Hz. îbni Abbas'm hata ettiğini
söylemiştir. İbni Asâkir'in tarihinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)
'in altmış-ikibuçuk yaşında vefat ettiği bildirilmektedir. Bu kavlin üzerinde
duranlar da vardır. Bittabi bunun te'vili daha kolaydır. Altmışiki yaşında
vefat etti diyen yarım seneyi saymamış; altmış üç yaşında vefat ettiğini söyleyen,
onu bütün bir sene saymış olur.
116- (2350)
Bize Ebû Ma'mer İsmail b. İbrahim El-Hüzelî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Süfyan, Amr'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Urve'ye : Peygamber {Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)' Mekke'de ne kadar kaldı, diye sordum.
— On sene! cevâbını verdi.
— Ama İbni Abbas onüç sene diyor, dedi.
(...) Bize
İbni Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Amr'-dan rivayet etti.
(Demiş ki) : Urve'ye Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'de ne kadar
kaldı? diye sordum.
— On sene! dedi.
— Ama İbni Abbâs on küsur sene diyor, dedim.
Bunun üzerine Urve ona mağfiret duasında buyurdu. Ve :
— O bunu ancak Şâir'in sözünden almış olacak,
dedi.
117- (2351)
Bize İshâk b. İbrahim ile Harun b. Abdillah, Ravh h. Ubade'den rivayet ettiler.
(Demiş ki) : Bize Zekeriyya b. İshâk, Amr b. Dinar'dan, o da İbni Abbâs'dan
naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'de on üç
yıl kalmış ve altmışüç yaşında vefat etmiştir.
118- (...)
Bize İbnî EM Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize BK" b. Seriy rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd, Ebû Cemrete'd-Dübai'-den, o da İbni Abbâs'dan
naklen rivayet etti. İbni Abbas şöyle demiş : Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve
Sellem) kendisine vahy geldiği halde Mekke'de onüç sene, Medine'de ise on sene
kaldı. Altmışüç yaşında iken de vefat etti.
119- (2352)
Bize Abdullah b. Ömer b. Muhammed b. Eban El-Cufi rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Sellâm Ebû'l-Ahvas, Ebû îshâk'dan rivayet etti. (Şöyle demiş) : Abdullah
b. Utbe ile oturuyordum. Derken ResûlüIIah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in
yaşım andılar. Cemaattan bazıları Ebû Bekr ResûlüIIah (Sallailahü A leyhi ve
Sellem}'den daha büyük idi, dediler. Abdullah şunları söyledi: ResûlüIIah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) altmışüç yaşında vefat etti. Ebû Bekr altmışüç
yaşında vefat etti. Ömer de altmışüç yaşında iken şehid edildi.
Bunun üzerine
cemaattan Âmir b. Sa'd denilen bir zât şunu söyledi. Bize Cerir rivayet etti.
(Dedi ki) : Muâviye'nin yanında oturuyorduk. Cemâat ResûlüIIah (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) 'in yaşım andılar da Muâviye şunu söyledi: ResûlüIIah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) altmışüç yaşında iken vefat etti. Ebû Bekr
altmışüç yaşında iken vefat etti. Ömer de altmışüç yaşında iken şehid edildi,
120- (...)
Bize ibni Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. Lâfız İbni
Müsennâ'nmdır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ebû tshâk'ı, Âmir b. Sa'd
El-Becelî'den, o da Cerir'den naklen rivayet ederken dinledim. Cerir, Muâviye'yi
hutbe okurken dinlemiş. Muâviye şunu söylemiş : ResûlüIIah (Sallailahü Aleyhi
ve Sellem) altmışüç yaşında iken vefat etti. Ebû Bekr ile Ömer de Öyle. Ben de
altmışüç yaşında öleceğim.
121- (2353)
Bana İbni Minhal Ed-Darir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b. Zürey'
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yûnus b. Ubeyd, Benî Hâ-şim'in azatlısı
Ammar'dan rivayet etti. (Demiş ki) :
İbni Abbâs'a:
— ResûlüIIah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in
vefat ettiği gün yaşı kaça gelmişti? diye sordum.
— Onun kavminden senin gibi bir zâta bunun
gizli kalacağını zannetmiyordum, dedi.
— Ben halka sordum, fakat bana muhtelif
cevaplar verdiler de bu husûsda senin sözünü bilmek istedim, dedim.
— Hesab bilir misin? dedi.
— Evet! cevâbını verdim.
— Kırk tut! Bu yaşta
Peygamber olarak gönderildi. Onbeş sene Mekke'de kimi enin olarak, kimi
korkarak, yaşadı; on yılda Medine'ye hicretinden sonra (yaşadı), dedi.
(...) Bana
Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şe-bâbe b. Sevvâr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Yûnus'dan bu isnadla Yeztd b. Zürey'in hadîsi
gibi rivayette bulundu.
122- (...)
Bana Nasr b. Alî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr (yâni İbni Mufaddal)
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid El-Hazzâ' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Benî Hâşim'in azatlısı Ammâr rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize İbni Abbâs rivayet
etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) altmışbeş yaşında iken vefat
etmiş.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Uleyye, Hâlid'den
bu isnad rivayette bulundu.
123- (...)
Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Hammâd b. Seleme, Ammâr b. Ebî Ammâr'dan, o da İbni
Abbas'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve SeUem) Mekke'de onbeş sene kaldı. Yedi sene sesi işitiyor, ziyayı görüyor
(fakat başka) bîr şey görmüyordu. Sekiz senede vahy gelerek kaldı. Medine'de
ise on yıl kaldı.
İbni Abbâs rivayetini
Buhârî «Menâkıb-i Ensar» bahsinin bir iki yerinde tahric etmiştir.
«Ama tbni Abbâs on
küsur sene diyor...» sözüne karşı Urve'nin mağfiret duasında bulunmasından
murad: Onun hata ettiğine işarettir. Bir kimse hata etti mi Arablar ekseriyetle
: Allah onu af ve mağfiret buyursun, derlerdi. Urve, İbni Abbas'in bu sözü
şâir Ebû Kays Sarme b. Ebî Enes 'den aldığına kail olmuştur. Çünkü Ebû Kays bir
beytinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için: «Kureyş'in arasında on
küsur sene kaldı» demiştir. Bu zât Câhiliyyet devrinde yetişen Hanîfî1er
'dendir : «Ben İbrahim'in Rabbine ibâdet ederim. dermiş. Putlara tapmaz,
cünüplükten yıkanır, evindeki mescidine cünüp ve hayızkİarı sokmazmış.
Câhiîiyyet devrindeki şiirlerinde dahi doğruyu söyler Allah'ı ta'zim edermiş.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medîne'ye gelince Ebû Kays ihtiyar
halde müslüman olmuştur.
Hz. Muâviye'nin : «Ben
de altmışüç yaşında Öleceğim...» sözü bir tahmin ve temennidir. Kendisinin
yetmişbeş yaşında vefat ettiği rivayet olunur.
Babımızın son
rivayetinde İbni Abbâs (Radiyaliuhu anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi' ve Sellem)'in
Mekke'de onbeş sene kaldığını, yedi sene sesi işidip, ziyayı gördüğünü, başka
bir şey görmediğini söylemiştir. Buradaki Sesden murad hâtifden gelen melek
sesidir. Ziya da meleklerin ve Allah Teâlâ'nın âyetlerinin nurudur. Yâni yedi
sene Meleğin kendisini görmeden vahyi telâkik etmiş. Sekiz sene de bizzat
meleği görerek şifahen vahyi almıştır.
Görülüyor ki,
Peygamberlik geldikten sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "in
Mekke'de ne kadar kaldığını bildiren rivayetler muhteliftir. Sahih olan rivayet
on üç sene kalmış olmasıdır. Buna göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in ömrü de altmışüç sene olur ki, Nevevî doğrusunun bu olduğunu, ulemânın bunu
kabul ettiğini söylemiştir.
124- (2354)
Bana Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim ve İbni Ebî Ömer rivayet ettiler.
Lâfız Züheyr'indir. İshâk : Ahberana; Ötekiler : Had-desenâ tâbirlerini
kullandılar. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne Züh-rî'den rivayet etti. O da
Muhammed b. Cübeyr b. Mut'im'i babasından naklen rivayet ederken dinlemiş ki:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
:
«Ben Muhammed'im. Ben
Ahmed'im. Ben O Mâhiyim kî, küfür benile mahvedilir. Ben o Haşirim ki, insanlar
benim arkamda toplanır. Ben Âkıb'im. Âkıb kendisinden sonra Peygamber
bulunmayandır.» buyurmuşlar.
125 — (...)
Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize lbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan, o da Muhammed b. Cübeyr b. Mut'un'den,
o da babasından naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Benim bir takım
isimlerim vardır. Ben Muhammed'im. Ben Ahmed'im. Ben o Mâhiyİm ki, Allah
benimle küfrü mahveder. Ben o Haşirim ki, Allah insanları benim ayaklarıma
toplar. Ve ben o Âkıbim ki, ondan sonra hiç bîr Peygamber yoktur.» Filhakika
Allah da ona Rauf ve Rahîm adını vermiştir.
(...) Bana
Abdül-Melik b. Şuayb b. İLeys de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, dedemden
rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl rivayet etti, H.
Bize Abd b. Hu m ey d
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize
Ma'mer haber verdi. H.
Bize Abdullah b.
Abdirrahman Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Yeman haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Şuayb haber verdi. Bunların hepsi Zührî'den bu isnadla
rivayette bulunmuşlardır. Şuayb ile MaJ-mer'in hadîsinde ; «Resûlüllah (Saîîalîahü A leyhi ve Sellem)
'i dinledim.»;
Ukayl'ın hadîsinde :
«Dedi ki Zührî'ye bu Âkıb nedir dedim. Kendisinden sonra Peygamber olmayan
demektir, cevabını verdi.» Ma'mer ile Ukayl'm hadîsinde: «Kefereyi»; Şuayb'm
hadîsinde ise: «Küfrü» ifâdeleri vardır.
126- (2355)
Bize İshâk b. ibrahim El-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir,
A'meş'den, o da Amr b. Mürra'dan, o da Ebû Ubeyde'-den, o da Ebû
Musa'l-Eş'arî'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seiiem) bize kendisinin
isimlerini söyler de:
«Ben Muhammed'im,Ahmed'im,
Mukarfî'yim, Hâşir'im; tevbenin Peygamberiyim ve rahmetin Peygamberiyim.» buyururdu.
Bu hadîsin Cübeyr b.
Mut'ım rivayetini Buharı «Kitâbu'l-Menâkıb» ile «Kitâbu't-Tefsude; Tirmizî
«Isti'zan» ve «Şemail» bahislerinde; Nesâî de «Kitâbu't-Tefsir»'de muhtelif
râvı-lerden tahric etmişlerdir.
Görülüyor ki
Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem} kendisinin birçok isimleri olduğunu
söylemiş, fakat bunlardan yalnız birkaç tanesini saymıştır. Bunun sebebi
saydığı isimlerin geçen ümmetlerin kitaplarında mevcut olması ve o ümmetlerin
bunları bilmesidir. Bir de mefhûmu âdede itibar yoktur. Binâenaleyh bir şeyde
adet göstermek, bu adetten ziyadesi yoktur manâsına gelmez. Mâ1ikî1er'den Ebû
Bekr İbnül-Arabî *nin beyânına göre Allah Teâlâ'nın, bin ismi Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in de bin ismi vardır. îbni Fâris ve başkaları
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e Muhammed, Âhmed ve Mahmûd isimlerini
koymayı Allah Teâlâ'mn onun ailesine ilham ettiğini söylemişlerdir. Çünkü bu
isimler kendisinde Övülecek sıfatlar çok olan kimseye verilir.
Mâhî: Mahveden,
demektir. Ulemâ bunun Mekke ile Medîne 'de ve diğer Arab ve gayri Arab
beldelerinde küfrü mahveden manâsına geldiğini söylemişlerdir. Maamafih bundan
hüccet ve galebenin zuhuru manâsına gelen umumî mahv de kastedilmiş olabilir.
Sahîh bir ha-dîsde :
«islâm kendinden Önce
geçen kötülüklerin hükmünü yıkar.» buyurulmuştur.
Haşir:
Toplayan demektir. «Allah insanları benim ayaklarıma toplar» cümlesinden
murad: Bana tâbi olurlar, benim izimden gelirler, benim Peygamberliğimin
zamanında toplanırlar, benden sonra Peygamber yoktur, demektir.
Âkıb: Hadîste tefsir
edildiği vecihle kendisinden sonra Peygamber gelmeyen manasınadır. Fakat bu
kelimenin lügat manâsı arkasından gelen demektir. Burada Peygamber (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem)'e isim olduğuna göre sair Peygamberlerden sonra gelen demek
olur. İbnû'1 Arâbî'ye göre Âkıb hayır hususunda kendinden öncekinin yerine gelen
manasınadır, Mukaffî ile Âkıb aynı manâya gelirler
«Tevbenin Peygamberi
ve Rahmetin Peygamberi» te, bleri manâ itibariyle birbirine yakındırlar.
Bunlardan murad Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve SeUemj'in tevbeyi ve insanların
birbirine acımalarını getirdiğini anlatmaktır.
Kaadî Iyâz «Eş-Şifa»
namındaki eserinde Kesûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'in birçok
isimlerini saymıştır.
127- (2356)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir A'meş'den, o da
Ebu'd-Duhâ'dan, o da Mesruk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle
demiş): Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bir iş yaptı da o işe ruhsat
verdi. Az sonra bu, ashabından bazı kimselerin kulağına vardı. Galiba onlar
bundan hoşlanmadılar. Ve ondan çekindiler. Derken Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi
ve Sellem) bunu duydu. Ve hutbe okumak üzere ayağa kalkarak:
«Bir takım adamlara ne
oluyor ki, benim ruhsat verdiğim bir iş kulaklarına varıyor da ondan
hoşlanmıyorlar ve çekiniyorlar! Vallahi ben onların Allah'ı en iyi bileni ve
ondan en çok korkanıyım!» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Said El-Eşecc rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs (yâni İbni Gıyas) rivayet
etti. H.
Bize bu hadîsi İshâk
b. İbrahim ile Âlî b. Haşrem de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsâ b.
Yûnus haber verdi.
Her İki râvi A'meş'den
Cerir'in isnadı ile onun hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır.
128- (...)
Bize Ebû Küreyb dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye A'meş'den, o da
Müslim'den, o da Mesruk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş)
: Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bir işe ruhsat verdi de bazı
insanlar ondan çekindi. Bu Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in kulağına
geldi. Ve kızdı. O derece ki: Gadab, yüzünden belli oldu. Sonra şöyle
buyurdular:
«Bazı kavimlere ne
oluyor ki : Bana ruhsat verilen şeyden yüz çeviriyorlar! Vallahi ben onların
Allah'ı en iyi bileni ve ondan en çok korkanıyım.»
Bu hadîsi Buhârî
«Edeb» ve «İ'tisâm» bahislerinde; Nesâî «Kitâbu'I-Yevm ve'lleyle»'de tahric
etmişlerdir.
Peygamber (Sallallah'û
Aleyhi ve Sellem) 'in burada ne yaptığı malûm değildir. Ancak Ashâb-ı Kiram
kendi yaptıklarının daha doğru olduğunu zannederek bu işde ona uymaktan
çekinmişlerdir. Onların bu hâlini duyan Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) yemin ederek kendinin Allah'ı onlardan daha iyi bildiğini, kendi Allah
korkusunun onla-rınkinden çok daha fazla olduğunu bildirmiştir. Bundan murad :
«Bu iş-den çekinmek sizin zanettiğiniz gibi Allah'a daha yakınlık sayılmaz. Allah'a
yakın olmak, onun emirlerine uymak ve ondan korkmakla olur. Yoksa hayâlâtla ve
emretmediği şeyleri yapmağa çalışmakla bir şey elde edilmez.» demektir.
1- Hadîs-i
şerîf Peygamber (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem)'e uymaya teşvik, ibadet
hususunda derine dalmaktan nehiy bir şüpheden dolayı mubahı terketmeyi zem
etmektedir.
2- Şeriatın
haram kıldığı şeyler umursanmadığı zaman
gadab caizdir.
3- Allah'a
yaklaşmak, onu daha ziyade bilmeye ve ondan daha ziyade 'korkmağa sebebdir.
129- (2357)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Leys rivayet etti, H.
Bize Muhammed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbni JŞih&b'dan, o da Urve b.
Zübeyr'den naklen haber verdi. Ona da Abdullah î. Zübeyr haber vermiş ki,
Ensar'dan bir adam Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem)’in huzurunda hurma
suladıkları Harra su yolları hakkında Zübeyr'den davacı olmuş. Ensar'dan olan
zât:
— Suyu sal da
geçsin! demiş. Zübeyr ise onların bu
teklifine razı olmamış. Derken Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve Selle m) 'in
huzurunda^ davaya çıkmışlar. Resûlüllah (SallaİlahU Aleyhi ve Sellem) Zübeyir'e :
«Yâ Zübeyr! Sen şuta;
sonra suyu komşuna sal!» demiş. Ensârî' kızmış ve:
— Yâ Resûlallah, bu adam halan oğludur diye mi?
(Böyle yapıyorsun?) demiş. Bunun üzerine Nehiyyullah (Saliaîlahü Aleyhi ve
Sellem) 'in yüzünün rengi değişmiş. Sonra :
«Yâ Zübeyr! Sula,
sonra suyu tıka! Tâ duvara kadar geri dönsün.» buyurmuşlar.
Zübeyr demiş kî :
— Vallahi ben şu âyetin bu husûsda indiğini
sanırım:
«Hayır! Rabbine yemin
olsun ki, aralarında çıkan kavgada seni hakem yapıncaya kadar inanmazlar. Sonra
nefislerinde bir şüphe ve darlık da bulmazlar.» [13]
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbu'l-MüsâkâU'da; Ebû Dâvud «Kadâyâ»'da; Tirmizî «Ahkâm» ve «Teisir»'de;
Nesâî «Kada» ve «Tefsn de İbni Mâce «Sünnet» ve «Ahkâm» bahislerinde muhtelif
râvilerden tahric etmişlerdir.
Hz. Zübeyr 'den davacı
olan ensârînin kim olduğu belli değildir. İhtimal yaptığı hakaret yolsuz
olduğu için râviler tarafından ismi gizli tutulmuştur. Dâvûdî'nin rivayetine
göre bu adam münafıkmış. Gerçi hadîste ensardan olduğu bildiriliyorsa da Nevevî
ensardan oluşunu münafıklığına muhalif görmemiş : «Müslüman ensardan değil de o
kabileden biri olabilir.» demiştir.
Hz. Zübeyr sağlığında
cennetle müjdelenen on zâttan biridir. Ensârînin verilen hükme kızarak «Yâ
Resûlallah! Zübeyr halan oğlu olduğu için mi böyle yapıyorsun?» demesi
Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in hürmetini ayaklar altına alan
çirkin bir sözdür. Ulemânın beyânına göre böyle bir sözü bugün söyleyen kimse
kâfir olur, kendisine mürted hükümleri tatbik edilir. Peygamber (Saliaîlahü A
leyhi ve Sellemj 'in ona bir şey yapmaması hâdise İslâm'ın ilk zamanlarına
tesadüf ettiği içindir. O devirde müellefe-i kulûb vardı. Resûlüllah
(Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) bir taraftan bunları İslâm'a yatıştırmaya
çalışır, bir taraftan münafıkların eziyetlerine sabır gösterir ve sabrı tavsiye
eder : Muhammed arkadaşlarını öldürüyor demesinler, buyurarak böyleîerini
affederdi.
Hz. Zübeyr'in kuvvetli
tahminine göre hadîste bahsedilen âyet-i kerîme bu hâdise hakkında nazil
olmuştur. Ulemâdan bazılarına göre ise âyetin sebebi nüzulü çok garib bir
hâdisedir. îbni Ebî Hatim'in rivayet ettiği bir hadîse göre vak'a şudur : İki
adam Resûlüllah (Sallalhhii Aleyhi ve SeUem)'m huzurunda davaya çıkmışlar, o da
davalarını görmüş. Fakat dâvayı kaybeden adam verilen hükme razı olmayarak :
Bizi Ömer b. Hattâb'a gönder! demiş. Eesûlüllah (SatlaUahii Aleyhi ve Sellem)
de:
«Pekala ona
gidini» demiş. Hz. Ömer'e vardıklarında
dâvayı kazanan şöyle demiş :
— Ey Hattab oğlu! Resûlüllah fSaUaUahü Aleyhi
ve Sellem) benim lehime şu adamın
aleyhine hüküm verdi. Ama hu adam : Bizi Ömer'e gönder! dedi, o da bizi sana
gönderdi. Bunun üzerine Hz. Ömer
(Radiyallahu anh):
— öyle mi? diye sormuş. Adam:
— Evet! demiş. Ömer (Radiyallahu anlı):
— Ben
yanınıza çıkıp aranızda hükmümü verinceye kadar yerinizden ayrılmayın!
diyerek içeri girmiş. Az sonra kılıcını kuşanmış olarak yanlarına çıkmış
ve hemen «Bizi Ömer'e gönder...» diyeni
vurarak öldürmüş. Öteki gerileyerek Resûlüllah (Saİlailahü Aleyhi ve
Sellem) 'in yanına kaçmış ve:
.
— Yâ Resûîallah! Vallahi Ömer arkadaşımı
öldürdü. Kaçmasam mutlaka beni de öldürecekti, demiş. Resûlülîah (Sailallahü
Aleyhi ve Scl'cm):
«Ben Ömer'in mü'min
bir adamı öldürmek cür'etinde bulunacağını zannetmezdim.» buyurmuş. Bunun
üzerine Allah âyeti indirmiş. Ve bu adamın kanını heder ederek Ömer'i
kabahatsiz bulmuştur.
Bu hadîs zayıfdır.
Fakat zayıf olmayan başka bir tarikle de rivayet olunmuştur. Bâzıları Âyeti
kerîme'nin bir yahudi iîe münafık hakkında indirildiğini söylemişlerdir.
1- El emeği
ile akıtılmıyan dere, sel ve ırmak sulan mubahtır. Kim evvel davranırsa o su
üzerinde hak sahibi odur.
2- Sulama
hususunda üst taraftaki tarla sahibi
alt taraftaki tarla sahibinden
önce gelir. Ve
suyu bahçenin duvarına
yükselinceye kadar hapsedebilir.
Sonra alt taraftaki komşuya salar. Ve bütün komşular suyu bu minval üzere
kullanırlar. Suyun duvara yükselmesinden murad insa-am topuklarına kadar
çıkmasıdır.
3- Davaya
çıkanlardan maksatlarını anlatacak kadar ifâde almak kâfidir. Dâvalarını
yazmak ve iddia edilen malı bütün sıfatları iîe inceden ;nceye tahdid şart
değildir.
4- Hadîs-i
şerîf hâkimleri uzlaştırmaya irşad etmektedir.Cumhurun mezhebine göre hâkim
tarafları uzlaştırmakta bir fayda görürse uzlaşmalarına işaret eder. İmam
Mâlik bunu doğru bulmamıştır.
5- Hâkim
veya hükümdara küstahlıkta bulunan kimseye ceza verilir.
6- Hükümdar
ta'ziri tatbik ettiği gibi, affetmeye de selâhiyettardır.
130- (1337)
Bana Harmele b. Yahya Et-Tücîbî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbni Vehb haber
verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni ŞihaVdan naklen haber verdi. (Demiş ki) :
Bana Ebû Seleme b. Atdirrahman ile Said b. Müseyyeb haber verdiler. (Dediler
ki) : Ebû Hüreyre kendisinin Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Seilem)"ı
şöyle buyururken işittiğini anlatıyordu.
«Ben size neyi yasak
edersem ondan sakının, neyi emredersem gücünüz yettiği kadar onu yapın. Sizden
öncekileri ancak çok sualleri ve Peygamberleri üzerinde ihtilâfları helak
etmiştir.»
(...) Bana
Muhammed h. Ahmed b. Ebî Halef de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme
rivayet etti. Bu zat Mansur b. Selemete'l-Huzâî'dir. (Dedi ki) : Bize Leys,
Yezid b. Hâd'dan, o da İhni Şihab'dan naklen bu isnadla tamamıyle bu hadîsin
mislini haber verdi.
131- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Ebû Muâviye rivayet etti. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti.
Her iki râvi
A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etmişlerdir.
H.
Bize Kuteybe b. Said
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muğıra (yani El-Hızamî) rivayet etti. H.
Bize İbni Ebî Ömer
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan rivayet etti. Her iki râvi
Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etmişlerdir. H.
Bize bu hadîsi
Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Şu'be Muhammed b. Ziyad'dan rivayet etti. O da Ebû Hüreyre'den
dinlemiş. H.
Bize Muhammed b. Kâfi'
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdür-rezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ma'mcr, Hemmam b. Münebbİh'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi.
Bu râvilerin hepsi
Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Selîem) 'den rivayet olunmuştur ki:
«Ben sizi bıraktığım
müdetçe beni bırakın.» buyurmuşlar demişlerdir.
Hemmâm'm hadîsinde :
«Terkedildiğiniz
müddetçe. Çünkü sizden öncekiler cfncak... helak olmuştur.» ibaresi vardır.
Bundan sonra bütün râviler Zührî'niıı Said ile Ebû Seleme'den, onların da Ebû
Hüreyre'den naklettikleri hadîs gibi anlatmışlardır.
132- (2358)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim b. Sa'd, İbni
ŞihâVdan, o da Amir b. Sa'd'dan, o da babasından naklen haber verdi. (Şöyle
demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyi
ve Sellem)
«Şüphesiz kî,
müslumanların müslümanlar hakkında en büyük suçlusu o kimsedir ki, müslümanlara
haram kılınmayan bîr şeyi sorar da, o sorduğu için kendilerine o şey haram
kılınır.» buyurdular.
133- (...)
Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İbni Ebî Ömer de rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Süfyan b. Uyeyne, Zührî'den rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Abbâd
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyâu rivayet etti. (Dedi ki) : Ben bunu
besmeleyi ezberlediğim gibi bellemİ-şimdir. Zührî, Âmir b. Sa'd'dan, o da
babasından naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):
«Müslümanların
müslümanlar hakkında en büyük suçlusu o kimsedir ki : Haram kılınmayan bir şeyi
sorar da o sorduğu için insanlara o şey haram kılınır.» buyurdular.
(...) Bu
hadîsi bana Harmele b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber
verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.
Bize Abd b. Humeyd de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer
haber verdi.
Her iki râvi Zühri'den
bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Ma'mer'in hadîsinde:
«Bir adam bir şeyi
sorar da dibine darı ekerse...» ziyadesi vardır. Yûnus'un hadîsinde ise : «Âmir
b. Sa'd'dan, o da Sa'd'dan işitmiş olmak üzere...» demiştir.
Bu rivayetlerden Hz. S
a ' d hadîsini Buhârî «Kitâbu'1-İğti-sam»'da tahric etmiştir.
Babımızın birinci
hadîsi İslâm'ın kaidelerinden bindir. Bu hadîs «Hac bahsinde geçmiş ve
şerhedilmişti. Babımızın diğer hadîslerinden maksad da çök sual sormayı, bilhassa
vuku bulmamış şeylerin sorulmasını yasak etmektir. Çok sual sormak şu
sebeplerden dolayı kerih görülmüştür :
1-
Müslümanlara o şeyin haram kılınmasına sebep olabilir. Bu suretle onlara
meşakkat celbetmiş olur.
2- Verilen
cevabda soran için hoşlanmıyacağı bir şey olabilir.
3- Ashab-ı
kiram tekrar tekrar sual sormakta ısrar ederlerdi. Bu ise Peygamber (Sailallahü
Aleyhi ve Sellemj'e eziyet verirdi. Helâklarına sebep olabilirdi. Bundan
dolayıdır ki, Teâlâ Hazretleri:
«Ey iman edenler, çok
şeyler sormayın. Çünkü size açıklanırsa fenanıza gider.» [14]
buyurarak lüzumlu lüzumsuz; olmuş veya olmamış her şeyi yasak ettiği gibi,
«Şüphesiz ki Allah ve
Resulüne eziyeî verenlere Allah hem dünyada, hem âhİrette lanet eder, onlar
için dehşetli azab hazırlanmıştır.» [15] buyurarak
Resulüne eziyeti de haram kılmıştır.
Kaadî Iyâz hadîsteki
cürmü müslümanlara meşakkat vermek diye tefsir etmişse de Nevevî bunu
beğenmemiş, hattâ bâtıl olduğunu söylemiş, sonra sözüne şöyle devam etmiştir :
«Doğrusu bu hadîsin şerhinde Hattâbî ile Tahrir sahibinin ve cumhur ulemânın
söyle* dikleridir. Ki şudur : Burada cürümden murad suç ye günahtır. Bu hadîs
lüzumsuz yere tekellüf ve ısrar göstererek sual soranlar hakkındadır. Bir
zaruretten dolayı meselâ bir şey vuku bulduğu için sual sormak günah değildir.
Bu husûsda muaheze yoktur. Hadîs-i şerîfde başkasına zarar verecek bir şey
yapmanın günah olduğuna delil vardır.»
134- (2359)
Bize Mahmud b. Gaylan ile Muhammed b. Kudamete's-Sülemî ve Yahya b. Muhammed
El-Lü'lüî rivayet ettiler. Lâfızları birbirine yakındır. Mahmud : Bize Nadr b.
Süleym rivayet etti, dedi. Ötekiler : Bize Nadr haber verdi, dediler.) (Demiş
ki) : Bize Şu'be haber verdi. (Dedi ki) : Bize Musa b. Enes, Enes b. Mâlik'den
rivayet etti. (Şöyle demiş): Eesûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Seltem) 'in
kulağına ashabından bir şey geldi de hutbe okudu ve şunları söyledi:
«Bana Cennetle
Cehennem gösterildi. Ama hayır ve serde bugün gibisini görmedim. Siz benim
bildiğimi bilseniz muhakkak az güler; çok ağlardınız.»
Hakikaten Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabına o günden daha şiddetli bir gün gelmedi.
Başlarını örttüler, genizden gelen feryad-ları vardı. Derken Ömer kalkarak :
Biz Rab olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, Peygamber olarak Muhammed'e razı
olduk, dedi. Bir adam da kalkarak: Benim babam kim? diye sordu. Resûlüliah
(ScMallahii Aleyhi ve Seltem):
«Senin baban
filândır.» cevâbın verdi. Arkacığından :
«Ey iman edenler, çok
şeyler sormayın. Çünkü size açıklanırsa fenanıza gider.» âyeti indi.
135- (...)
Bize Muhammed b. Ma'mer b. Rib'î EI-Kaysî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ravh b. Ubade rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) :
Bana Musa b. Enes haber verdi. (Dedi ki) : Enes b. Mâlik'i şunu söylerken
işittim. Bir adam :
__Yâ Resûlallah, benim
babam kimdir? diye sordu.
«Baban filândır.» buyurdular. Ve:
«Ey iman edenler, çok
şeyler sormayın. Çünkü size açıklanırsa fenanıza gider.» âyet-i kerîmesinin tamamı indi.
136- (...)
Bana Harmele b. Yahya b. Abdillah b. Harmele b. İmram Et-TÜcîbî de rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni
Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Enes b. Mâlik haber verdi ki:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) güneş zevale erdiği vakit çıkarak
cemaata Öğlen namazını kıldırmış. Selâm verince minber üzerinde ayağa kalkmış
ve kıyameti anlatmış. Ondan Önce büyük işler olacağını da anmış. Sonra şöyle
buyurmuş:
«Kim bana bir şey
sormak isterse hemen sorsun. Vallahi bana bir şey sorarsanız şu yerimde
bulunduğum müddetçe onu size haber vereceğim.»
Enes b. Mâlik demiş
ki: Cemâat Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seilem) den bu sözü işitince çok
ağladılar. Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Seilem) de;
«Sorun bana...» sözünü
çok tekrarladı. Derken Abdullah b. Huzâfe kalkarak:
— Benim babam kim yâ Resûlallah! diye sordu.
«Baban Huzâfe'dir.»
buyurdu. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seilem): «Sorun banu...» sözünü çok
tekrarlayınca Ömer diz çökerek:
— Biz Rab olarak Allah'a, din olarak İslâm'a,
Resul olarak da Mu-hammed'e razı olduk,
dedi. Ömer bunu
söyleyince artılc Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seilem) sükût
buyurdu. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)
şunu söyledi:
«Yazıklar ola!
Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allab'a yemin ederim kî, bana dem İn
şu duvarın ardında cennetle cehennem gösterildi. Fakat hayır ve serde bugün
gibisini görmedim.»
İbni Şihab şöyle
demiş: Bana Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe haber verdi. (Dedi ki) : Abdullah b.
Huzâfe'nin annesi Abdullah b. Huzafe'ye şunu söyledi:
— Senden daha âsi bir evlât işitmedim! Annen
cahiliyyet devri kadınlarının irtikab ettikleri bir şenaatta bulunmuş olsa;
onu halkın gözleri önünde kepaze etmeyeceğinden emin miydin? Abdullah b.
Huzafe :
— Vallahi Peygamber (SaUallahü Aleyhi vs Seilem) nesebimi kara
bir köleye katsa katılırdım, dedi.
(...) Bize
Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki)
: Bize Ma'mer haber verdi. K.
«ize Abdullah b.
Abdirrahman Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Yeman haher
verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb haber verdi.
Her iki râvi
Zülırî'den, o da Enes'dcn, o da Peygamber (Sallallahü A ieyhi ve Seliem) 'den
naklen bu hadîsi ve onunla birlikte Ubeydullah hadîsini rivayet etmişlerdir.
Yalnız Şuayb, Zührî'den rivayetinde şöyle demiştir : «Dedi ki, bana Ubeydullah
b. Abdillah haber verdi. (Dedi ki) : Bana ehl-i ilimden bir adam rivayet etti
ki: Ümmii Abdillah b. Huzâfe şöyle demiş...»
Râvi Yûnus'un hadîsi
gibi rivayet etmiştir.
137- (...)
Bize Yûsuf b. Hammad El-Ma'nî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdûl-A'la
Said'den, o da Katâde'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti ki :
Halk Nebiyyullah 'Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'e sual sormuşlar, o derecede
ki, kendisine çok sormakta ısrar etmişler. Derken bir gün minbere çıkarak şöyle
buyurmuşlar :
«Sorun bana! Bana bir
şey sorarsanız, onu mutlaka size beyan edeceğim!» Cemâat bunu işitince
ağızlarını kapamışlar ve onun gelmiş bir şeyin huzurunda olmasından ürkmüşler.
Enes demiş ki: Ben
sağa sola bakmaya başladım. Bir de ne göreyim herkes elbisesini başına dolamış
ağlıyor! Derken mescidden bir adam söze başladı. —Bu adama sitem olunur ve
babasından başkasına aid olduğu iddia edilirdi. —
— Yâ Nebİyyallah,
benim babam kimdir? dedi.
«Senin baban
Hüzafe'dİr.» buyurdular. Sonra Ömer b. Hattab (Radiyailühû anh) söze başladı
ve: Biz Rab olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, Resul olarak da Muhammed'e
razı olduk. (Bunu) kötü fitnelerden
Allah'a sığınarak
yaptık. Müteakiben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Hayır ve şer
hususunda bugün gibisini hiç görmedim. Bana cennetle cehennem tasvir olundu da
onları şu duvarın dibinde gördüm.» buyurdular.
(...) Bize
Yahya b. Habib El-Hârisî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâ-lid (yâni İbni
Haris) rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muham-med b. Ebî Adiy rivayet etti.
Her iki râvi Hişâm'dan
nakletmişlerdir. H.
Bize Âsim b. Nadr
Et-Teymî dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'-temir rivayet etti. (Dedi ki)
: Ben babamdan dinledim. Her iki râvi demişler ki: Bize Katâde bu kıssayı
Enes'den naklen rivayet etti.
138- (2360)
Bize Abdullah b. Berrâd Eİ-Eş'arî ile Muhammed b. Alâ' EI-Hemdânî rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme, Büreyd'-den, o da Ebû Bürde'den, o da
Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seliem)1 e hoşlanmadığı bir takım şeyler soruldu. Sualler çoğalınca kızdı.
Sonra halka :
«Bana dilediğiniz şeyi
sorun!» buyurdu. Derken bir adam:
— Benim babam kimdir?
diye sordu.
«Senin baban
Hüzafe'dİr.» buyurdu. Bir başkası kalkarak;
— Benim babam kimdir, yâ Resûlallah? diye
sordu.
«Senin baban Şeybe'nin
azatlısı Sâlim'dir.» buyurdular. Ömer Resûlül-
lah (Sailaiîahü Aleyhi
ve Sellem) 'in yüzündeki gazabı görünce:
— Yâ Resûlallah! Biz Allah'a tevbe ediyoruz,
dedi.
Ebû Küreyb'in
rivayetinde de: «Benim babam kimdir, yâ Resûlallah dedi. Senin baban Şeybe'nin
azatlısı Salimdir.» ifadesi vardır.
Hz. Enes rivayetlerini
Buharı «Tefsir», «Deavât», «Rikak» ve «İ'tisam» bahislerinde; Tirmizî
«Tefsir»'de; Nesâi «Rikak» da, Ebû Musa rivayetini Buhârî «îlim», «t'tisam» ve
«Fedâ-rl» bahislerinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
«Hayır ve serde
bugünkü gibisini görmedim...» cümlesinden muraıd : Bugün cennette gördüğüm
hayırdan daha çok hayır cehennemde gördüğüm serden daha çok şer hiç bir zaman
görmüş değilim. Bunu siz de görmüş olsanız son derece ürker ve gülmeniz
azalır. Ağlamanız çoğalırdı, demektir.
Hanın: Burundan gunne
ile çıkan ağlama sesidir.
Hadîsin müteaddit
rivayetlerinden anlaşılıyor ki : Resûîüllah (Salîallohü Aleyhi ve Sellem) çok
sual sormaktan canı sıkılarak müteaddit defalar:
«Sorun bana...» sözünü
tekrarlamış. Nihayet Hz. Ömer diz çökerek : «Biz Rab olarak Allah'a, din olarak
İslâm'a, Resul olarak da Muhammed'e razı olduk.» demiş. Ondan sonra Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sükût buyurmuştur. Hz. Ömer'in bu yaptığı bir
edeb ve nezaket, Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikram, müslümanlara
da Peygamberlerine eziyet ederek helak olmasınlar diye bir şefkattir. Sözünün
manâsı: Biz elimizdeki Kitabullah'a ve Peygamberimizin sünnetine razıyız.
Bunlar bize yeter. Başka sual sormaya hacet yoktur, demektir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in müteaddit defalar:
«Sorun bana...»
demesine gelince: Bu söz sorulacak her suâle o anda cevab verebileceği
kendisine vahyle bildirilmiştir manâsına alınmıştır. Aksi takdirde gaibe ait
her sorulanı bilemez, yalnız Allah'ın bildirdiğini haber verirdi.
Hz. Abdullah b. Huzafe
'nin : «Babam kimdir?» diye sorması câhiliyyet âdeti iktizası bazı kimselerin
nesebine ta'n etmelerinden ve Huzafe'nin oğlu olmadığını söylemelerindendir.
Annesinin Abdullah'a;
«Annen câhiliyyet devri kadınlarının irtikab ettikleri bir şenâatta bulunmuş
olsa, onu halkın gözleri Önünde kepaze etmeyeceğinden emin miydin?» diye
çıkışmasından murad: Ben zina etmiş olsam da Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) sana Huzafe'nin oğlu olmadığını söyleseydi, sen beni âleme karşı rezil
ederdin, demektir. Hz. Abdullah'in kara bir kölenin oğulluğunu kabul etmesi
mütesavver değildir. Çünkü zina ile nesep sabit olmaz. Burada onun kara bir
köleye oğul olmayı kabul edecek olması iki vecihle izah edilir:
1- Bu hükmü
henüz duymamıştır. O ana kadar kendisi zinadan doğan bir ;ocuğun nesebinin
sabit olduğunu zannetmiştir.
2- Nesebin ilhak ve isbatı, kadın şüphe ile cima
edilmişse caizdir. Çocuğun nesebi cima sahibinden sabit olur.
1- Resûîüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gadab halinde hüküm vermesi caizdir. Çünkü
onun bütün hallerinde söyledikleri hak ve hakikattir. Sair hâkimler bu hususta
ona kıyas edilemezler.
2- Bu
rivayetler Hz. Ömer'in ilim, fazilet ve kemâline delildirler.
3- Lüzumsuz
yere ve ta'ciz maksadıyle sual sormak mekruhtur.
4- Hadîs-i
şerif Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUernj'in bir mucize-sidir.
139- (2361)
Bize Kuteybe b. Said Es-Sekafî ile Ebû Kâmil El-Cah-deri rivayet ettiler.
Lâfızları birbirine yakındır. Bu hadîs Kuteybe'nindir. (Dediler ki) : Bize Ebû
Avâne, Simâk'den, o da Musa b. Talha'dan, o da babasından naklen rivayet etti.
(Şöyle demiş) : Kesûliillah (Satlaflahü Aleyhi ve Sd/em/le birlikte hurma
tepelerinde bulunan bir kavmin yanma uğradım da:
«Bunlar ne
yapıyorlar?» diye sordu.
- Onu aşılıyorlar.
Erkeğin çiçeğini dişininkine koyuyorlar, böylelikle aşılanıyor, dediler. Bunun
üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bunun bir fayda
vereceğini zannetmiyorum.» buyurdu.
O cemâat biınu haber
alarak aşılamayı bıraktılar. Sonra Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)
bunu haber aldı ve:
«Bu onlara fayda
verirse yapsınlar. Çünkü ben ancak bir zanda bulundum. Zandan dolayı beni
muaheze etmeyin. Lâkin size Allah'dan gelen bir şeyden bahsedersem onu hemen
alın. Çünkü ben Allah (Azzeve Celle) üzerinden asla yalan söyleyecek değilim.»
buyurdular.
140- (2362)
Bize Abdullah b. Rumî EI-Yemâmî ile Abbas b. Abdil'-Azim El-Anberî ve Ahmcd b.
Ca'fer El-Ma'kirî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Nadr b. Muhanımed
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İkrime (bu zât İbni Ammar'dır) rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ebû'n-Necâşî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana ttâfi' b. Hadic
rivayet etti. Kâfi' şöyle demiş : Ne-biyyullah (Sallailahü Aleyhi ve Setlem)
Medine'ye geldi. Halk hurmaları ıslah ediyor; hurmaları aşılıyorlar
diyorlardı. Bunun üzerine :
«Siz ne yapıyorsunuz?»
diye sordu.
— Biz bunu (öteden
beri) yapıyorduk, dediler.
«Umulur ki, bunu
yapmasamz daha hayırlı olur.» buyurdular. Onlar da aşılamayı bıraktılar. Derken
hurmalar yemişlerini döktü yahut azalttı. Bunu kendisine andılar da :
«Ben ancak bir
insanım, size dininizden bir şey emredersem onu hemen alın, kendi reyimden bir
şey emredersem ben ancak ve ancak bir beşerim!» buyurdular.
İkrime: «Yahut bunun
gibi bir şey söyledi» demiş.
Ma'kîrî: «Hurmalar
yemişini döktü» dedi. Şekketmed
141- (2363)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe ile Amru'n-Nakıd ikisi birden Esved b. Âmir'den
rivayet ettiler. Ebû Bekr (Dedi ki) : Bize Esved b. Âmir rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Hammad b. Seleme, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe ile
Sâbit'ten, onlar da Enes'den naklen rivayet etti ki: Peygamber (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem) aşı yapan bir kavmin yanma uğramış da:
«Bunu yapmasamz daha
iyi olur.» buyurmuş.
Enes demiş ki: Sonra
hurmalar aşısız koruk çıkardılar. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) (tekrar)
o zevatın yanlarına uğradı ve: «Sizin hurmalarınıza ne oldu?» diye sordu. — Sen
şöyle şöyle buyurmuştun! dediler. «Siz dünyanızın işini daha İyi bilirsiniz!»
buyurdular. Ulemanın beyanına göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
:
«Sİze dininizden bir
şey emredersem onu hemen alın, kendi reyimden bir şey emredersem ben ancak ve
ancak bir beşerim.» sözünün manâsı dünyaya ait bir şeyi kendi reyimle
emredersem, ben de sizin gibi bir insanım, benim reyim de sizin reyiniz
gibidir. Ona tâbi olmak vâcib değildir, demektir. Fakat Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şer'i bir meselede ietihadda bulunursa reyi ile amel _
ümmetine de vâcib olur. Hurmaları ilkah meselesi —ki erkek hurma çiçeğini dişi
hurma çiçeği ile birleştirmekten ibarettir. — şer'i bir mesele olmayıp, hâlis
bir dünya işidir. Dünya işleri hakkında ise Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Siz dünyanızın işini
benden daha iyi bilirsiniz.» buyurmuştur. Bu son hadîste Peygamber (SaUaHahü
Aleyhi ve Sellem) dünyanızın diyerek kendisinin dünya işleriyle ve dünya
sevgisi ile alâkalanmadığına işaret buyurmuştur.
Şîz: Kötü olan hurma
koruğu demektir ki, kuruduğu zaman işe yaramaz hale gelir.
142- (2364)
Bize Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürezzâk rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmara b. Müneb-bih'den naklen haber verdi. Hemmam
bize Ebû Hüreyre'nin Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet
ettikleri bunlardır, diyerek bir takım hadîsler rivayet etmiştir. Bunlardan
biri de şudur : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Muhammed'in nefsi
yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki : Sizden bîrinize gün gelecek
beni göremîyecektir. Sonra beni kendileriyle beraber görmesi onun indinde
ailesi ile malından daha makbul olacaktır.» buyurdular.
Ebû İshâk demiş ki:
Bence bu hadîsteki manâ şudur: Beni kendileriyle görmüş olması onun indinde
ailesiyle malından daha makbuldür. Bence cümlede takdim ve te'hir vardır.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-Menâkib»'de tahric etmiştir. Râvi Ebû İshâk hadîste takdim ve tehir
olduğunu iddia etmiş, bu hususta Kaadî îyâz da aynen onun fikrini kabul
etmişse de N e -vevî bu mütalâanın bir kısmını kabul etmemiş, «Onlarla
birlikte...» sözünde takdim te'hir bulunmadığını söylemiştir. Ona göre
cümlenin takdiri şöyledir: «Sizden birinize Öyle bir gün gelecektir ki: «O
günde beni bir lâhzacık görüp sonra bir daha görmemesi kendi indinde ailesiyle
malının topundan daha makbul olacaktır.»
Hadîsten maksad
Ashâb-ı kirâm-ı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in meclisine devama ve
onun terbiyesinden nasîbedar olmaya, söylediklerini öğrenip bellemek için
hazarda olsun, seferde olsun kendisini görmelerine teşvik> bunu yapmazlarsa
yakında pişman olacaklarını bildirmektir. Nitekim Hz. Ömer onun meclislerinde
fazla bulunamadığına pişman olmuş : «Beni ondan çarşılarda pazarlık işi
alıkoydu» demiştir.
143- (2365)
Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) ; Bana Yûnus İbni Şihab'dan hâkleh haber verdi. Ona da Ebû Seleme b.
Abdirrahman haber vermiş ki: Ebû Hüreyre şunu söylemiş: Ben-Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ji şöyle buyururken işittim:
«Meryem'in oğluna
insanalrın en yakını benim. Peygamberler baba bir kardeşlerdir. Benimle onun
arasında Peygamber yoktur.»
144- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud Ömer b.
Sa'ıî. Süfyan'dan, o da Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Seleme'den, o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)
«İsa'ya insanların en
yakımı benim. Peygamberler baba bir kardeşlerdir. Benimle İsa'nın arasında
Peygamber yoktur.» buyurdular.
145- (...)
Bize Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer Hemmam b. Müneb-bih'den rivayet etti. Hemmam :
Ebû Hüreyre'nia, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) den bize rivayet
ettikleri bunlardır diyerek bir takım hadîsler zikretmiştir. Onlardan biri de
şudur : Resûlüllah (Satlailahü Aleyhi ve Sellem):
«Ben dünyada da,
âhirette de Meryem'in oğlu İsa'ya insanların en yakınıyım.» buyurdu. Ashab:
— Nasıl yâ Kesûlallah!
dediler.
«Peygamberler baba bir
kardeşlerdir. Anneleri ise muhteliftir. Dinleri birdir. (Isâ ile) bizim
aramızda peygamber yoktur.» buyurdular.
Bu hadîsleri Buhârî
*Kitâbu'l-Enbiya»'da tahric etmiştir.
Hz. îsâya en yakın
insanın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olması İncil'de İsâ'dan sonra
Ahmed isminde bir âhir zaman Peygamberi geleceğinin müjdelenmesindendirl Bâzıları
aralarında başka Peygamber olmadığı için, ikisi bir zamanda (gönderilmiş gibi,
birbirine yakın olduklarını sö'ylemişlerse de bu söze itiraz edenler olmuştur.
Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir; Bu hadîste;Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) kendisinin Hz. İsa'nın en yakihı olduğunu bildiriyor. Halbuki
Kur'ân.ı Kerîm'de Teâlâ Hazretleri onun Hz. İbrahim'in en yakım olduğunu haber
vermiştir.
Cevab: Bu
iki yakınlık arasında bir münafat ve zıddiyet yoktur. Peygamber {Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Hz. İbrahim !in yolundan gitmesi itibariyle onun en yakını,
zaman itibariyle de Hz. İsâ 'nın en
yakınıdır.
Evlâd-ı Allâd yahut
Benû AHâd: Baba bir anne ayrı kardeşler demektir. Anne bir kardeşlere evlâd-ı
Ahyaf' anne-baba bir kardeşlere de evlâd-ı A'yân denilir.
Cumhûr-u ulemâya göre
hadîsten murad: Bütün peygamberlerin iman esasları bir, şeriatları muhteliftir.
Bir Allah'a inanmakta hepsi müttefiktirler. Yalnız şeriatlarının fürûunda
ihtilâf vâki olmuştur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Dinleri birdir...»
sözünden murad da biudur. Yâni bütün Peygamberlerin getirdikleri dinlerin aslı
birdir. O da^tevhiddir, demektir.
Ulemâdan bâzıları:
«Benimle İsa'nın
arasında peygamber yoktur...» sözüyle istidlal ederek Hz. İsâ ile Peygamberimiz
{Sallallahü Aleyhi ve Setlem) arasında başka Peygamber gelmediğine kail
olmuşlarsa da bu istidlal kuvvetli görülmemiş ve ikisinin arasında Circis ile
Hâlid b. Sinan bulunduğunu, bunların da birer Peygamber olduğunu
söylemişlerdir. Bu takdirde hadîsin manâsı: Benim ile İsâ 'mn arasında
müstakil şeriat sahibi Peygamber yoktur, demek olur. Maamafih Circis'le Hâlid
hakkındaki hadîsin sabit olmadığını, sahîh hadîsin bunu reddettiğini söyleyenler
de olmuştur.
146- (2366)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'I-A'Ia
Ma'mer'den, o da Zührî'den, o da Said'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etti. Ki: Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :
«Dünyaya gelen hiç bir
çocuk yoktur ki, şeytan ona dokunmasın. Çocuk şeytanın dokunmasından feryad
ederek ağlar. Bundan yalnız Meryem'in oğlu ile annesi müstesnadır.»
Bundan sonra Ebû
Hüreyre:
«İsterseniz ben onu ve
zürriyetİni koğulmuş şeytandan sana sığındırırım.»[16]
âyetini okuyun, demiştir.
(...) Bana
bu hadîsi Muhammed b. Râfi de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. H.
Bana Abdullah b.
Abdirrahman Ed-Darimî dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Yeman rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şuayb haber verdi.
Bu râvilerin ikisi de
Zührî'den bu isnadla rivayette bulunmuşlar ve:
«Doğduğu vakit çocuğa
dokunur. O da Şeytanın kendisine dokunmasından feryad ederek ağlar.»
demişlerdir. Şuayb'uı hadîsinde : «Messeti'ş-Şeytan» yerine «Messi Şeytan'dan»
denilmiştir.
147- (...)
Bana Ebû't-Tahir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana Amr b. Haris rivayet etti. Ona da Ebû Hü-reyre'nin azatlısı Ebû
Yûnus Süleym Ebû Hüreyre'den, o da * Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemyd&n naklen rivayet etmiş ki, şöyle buyurmuşlar :
«Âdemoğullarının
hepsine anneleri doğurduğu gün şeytan dokunur. Yalnız Meryem'le oğlu müstosna.»
148- (2367)
Bize Şeyban b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne Süheyl'den, o da
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. (Şöyle, demiş) : Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Çocuğun doğarken
feryad etmesi şeytandan bir dürtme sebebiyledir.» buyurdular.
149- (2368)
Bana Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize -Abdürezzâk rivayet etti.
(Dedi ki) :' Bize Ma'ırier Hemmam b. Müneb-bih'den rivayet etti. Hemmam: Ebû
Hüreyre'nin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'den bize rivayet ettikleri
bunlardır, diyerek bir takım hadîsler zikretmiştir. Onlardan biri de şudur.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki :
«Meryem'in oğlu İsâ hırsızlık
eden bir adam gördü. ona: Çaldın mı? dîye sordu. Adam : Asla! Kendinden başka
ilâh olmayan Allah hakkı içini dedi. Bunun üzerine İsâ ; Allah'a inandım;
kendimi yalanladım, dedi.»
Nalıse, ta'ne ve
nezğa: Dokunmak ve dürtmek manâsına gelen müteradif kelimelerdir. Müslim 'den
başkalarının rivayet ettiği bir hadîste: Şeytan çocuğun böğrüne dokunayım
derken kalbini dürttü, denilmiştir. Nevevî bundan yalnız Hz. İsâ ile annesinin
müstesna olduğunu, Kaadî Iyâz ise tütün Peygamberlerin bu istisnada dahil bulunduklarını
söylemiştir.
Kaadî Iyâz'a göre Hz. Îsâ’nın :
«Allah'a inandım,
kendimi yalanladım...» sözünden murad: «Sen Allah'a yemin ederek çalmadığını
söyleyince ben de tasdik ettim. Kendi zannımı da yalanladım...» demektir. Çünkü
onun zannına göre adam hırsızlık etmişti. Yemin edince, kendinin olan bir malı
yahut sahibinin izniyle başkasının malını almak istediği, maksadının gasb ve hırsızlık
olmadığı anlaşılmıştır. Hz. İsâ'nın o şahsı elini uzatırken görerek hırsızlık
ediyor zannetmesi, halbuki hakikatte böyle bir şey olmaması da mümkündür. Adam
yemin edince İsâ (Aleyhisseiam) da zannından dönmüştür.
150- (2369)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Alî b. Müshir ile
îbni Fudayl muhtardan rivayet ettiler. H.
Bana Ali b. Hucur
Es-Sa'dî dahi rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Alı b. Müshir
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhtar b. Fülfül, Enes b. Mâlik'den naklen haber
verdi. Enes şöyle demiş : Bir adam Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)1e
geldi de:
— Ey insanların
en hayırlısı! dedi.
Bunun üzerine Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«O İbrahim (Aleyhissclam).» buyurdular.
(...) Bu
hadîsi bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni îdris rivayet
etti. (Dedi ki) : Ben Amr b. Hufrey'in azatlısı Muhtar b. Fül fül'den dinledim,
dedi ki : Enes'i şunu söylerken işittim: Bir adam;
— Yâ Resûlallah!..
dedi.
Râvi vukarki hadîs
gibi rivayet etmiştir.
(...) Bana
Muhammed h. Müsennâ da rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Abdurrahman Süfyân'dan, o
da Muhtar'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Ben Enes'den, o da
Peygamber'den naklen dinledim...
Ve râvi yukarki
hadîsin mislini rivayet etmiştir.
Ulemânın beyânına göre
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu sözü Hz. İbrâhim'e karşı tevazu ve
hörmet için söylemiştir. Çünkü İbrahim (Aleyhisselam) hem Allah'ın Halil'i, hem
de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in uzak dedesidir. Yoksa kendisi
ondan daha faziletlidir. Nitekim bir hadîs-i şeriflerinde:
«Ben Ademoğullarının
seyyidiyim.» buyurmuştur. Bundan maksadı iftihar değil, tebliğine memur olduğu
bir şeyi beyandır. Bundan dolayıdır ki: Bazı çarpık zihinlere gelebilecek bir
suali def için:
«iftihar etmiyorum»
buyurmuştur. Bazıları: «İhtimal Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
(İbrahim insanların en hayırlısıdır.) sözünü kendinin ademoğullarının seyyidi
olduğunu bilmezden önce söylemiştir.» demişlerdir.
Resûltillah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m bu sözüyle: «Hz. ibrahim kendi asrındakı
insanların en hayırlısı idi.» demek
istemiş olması da bir ihtimaldir. Hattâ «Et-Tahrir» nammdaki «Müslim» şerhinin
sahibi bu manâyı kat'î olarak kabul etmiştir.
151- (2370)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-ğıre (yâni îbni
Abdirrahman Eî-Hızâmi) Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Peygamber ibrahim
(Aleyhisselam) sekiz yaşında iken keserle sünnet oldu.» buyurdular.
Kadûm: Keser demektir.
Buhârî'nin rivayetlerinde bu kelime kimi «kadûm», kimi de «kaddûm» şeklinde
rivayet olunmuştur. Keser manâsına gelirse kelime yalnız «kadûm» şeklinde okunur.
Şedde ile kaddûm, Şam'da bir yerin ismidir. Aynı yere şeddesiz olarak Kadûm da
derler. Şu halde Kaddûm, Şam Maki yer demektir. Kadûm ise hem o yere, hem de
kesere muhtemeldir.
Hz. 1brahim'in burada
sekiz yaşında iken sünnet edildiği bildiriliyor. Halbuki «El-Muvatta»'da yüz
yirmi yaşında sünnet edildiği, ondan sonra seksen sene daha yaşadığı haber
verilmiştir. Yalnız İmam Mâlik bu hadîsi
Ebû Hüreyre'ye mevkuf olarak
rivayet etmiştir. Ne.vevî sekiz yaşında sünnet olmasını sahîh, Öteki rivayetin
müevvel yahut merdud olduğunu söylemiştir. Fakat îbni Hibban'ın Sahîh'inde bu
hadîs nıerfu olarak rivayet edilmiştir. Binâenaleyh merduddur demeye imkân
yoktur. Marûdi, Hz. 1brâhim'in yetmiş yaşından sonra sünnet edildiğini hikâye
etmiş. îbni Kuteybe de yüzyetmiş sene yaşadığını söylemiştir. İbrahim (Aleyhissem)
sünnet edilince artık zürriyetinin de sünnet olması tekar-rür etmiştir,
Tevrat'ın Benî İsrail'e getirdiği hükümler arasında bu da vardır. Hz. îsâ
zamanına kadar Benî İsrail sünnet olagelmiş, 1sâ (Aleyhissellam)'dan sonra ise
hıristiyanlardan bir taife uydurdukları bazı hezeyanlarla Tevrât’ın bu hükmünü
değiştirmişlerdir. Yahudiler sünnet olmaya devam etmektedirler.
Sünnet olmak İmam Şafii'ye
göre vâcib ekser ulemaya göre ise sünnetdir. Fakat bulûğa erdikten sonra sünnet
olmak onlara göre de vâcibdir.
Hitan denilen sünnet
ahkâmı taharet bahsinin baş taraflarında görülmüştü.
152- (151)
Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki).: Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan, o da Ebû Seleme b. Abdirrahman ile Saîd
b. Müseyyeb'den, onlar da Ebû Hürey-re'den naklen haber verdi ki, ResûlüIIah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Biz şek ket m ey e
İbrahim'den daha haklıyız. Hani: Yâ Rabbi! ölüleri nasıl dirilttiğini bana
göster! demişti. O da : İnanmadın mı yoksa? buyurmuş. İbrahim : Hayır,
İnandım! Lâkin kalbim mutmain olsun diye soruyorum, demişti. Allah Lût'a da
rahmet eylesin. Gerçekten muhkem bir istinad-gâha sığınıyordu. Hapisde Yûsuf
gibi uzun zaman kalsam çağırana mutlaka icabet ederdim.» buyurmuşlar.
(...) Bize
bu hadisi İnşallah Abdullah b. Muhammed b. Esma da rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Cüveyriye Mfilik'den, o da Zührî'den naklen rivayet etti. Zührî'ye de Saîd
b. Müseyyeb ile Ebû Ubeyde, Ebû Hürey-^e'den, o da ResûlüIIah (Sallallahü
Aleyhi veSellem)'den naklen Yûnus'un Zührî'den rivayet ettiği hadîs manâsında
haber vermişlerdir.
153- (...)
Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şe-bâbe rivayet etü.
(Dedi ki) : Bize Verkâ, Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'-dan, o da Ebû Hüreyre'den,
o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti.
«Allah Lût'a mağfiret
buyursun, o kuvvetli bir istinadgâha sığınmıştı.» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhârî -Kitâbul-Enbiya»
ile «Kitâbu't-TefshVde, ibni Mâce «Kitâbul-Fiten-'de tahric etmişlerdir.
Hadîs şerhi ile
birlikte îmam bahsinde geçmiştir.
154- (2371)
Bana Ebû't-Tahir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Cerîr b. Hâzun Eyyûb'u Sahtiyanî'-den, o da Muhammed b.
Sîrîn'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Ttesûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Peygamber ibrahim
(Aleyhisselam) üç yalandan başka hiç yalan söylememiştir. (Bunların) ikisi
Allah'ın zâtına aiddir. Biri ben gerçekten pastayım; diğeri belki bu işi
büyükleri olan şu put yapmıştır, demesidir. Bir tanesi de Sâro hakkındadır.
İbrahim yanında Sere olduğu halde bir cebbarın memleketine gelmişti. Sâre
insanların en güzeli idi. İbrahim ona : Bu cebbar senin benim karım olduğunu
bilirse, senin için bana galebe çalar. Binâenaleyh sana sorarsa kendinin kız
kardeşim olduğunu haber ver. Çünkü sen İslâm'da benim kıt kardeşimsin. Zira
yeryüzünde senle benden başka muslöman bilmiyorum, dedi. Vaktaki Cebbâr'ın
memleketine girdiler. Onun bir adamı Sâre'yi gördü. Ve Cebbar'a vararak :
Gerçekten senin memleketine öyle bir kadın geldi ki, bu kadının senden
başkasına âid olması yakışık olmaz, dedi. Cebbar hemen Sâre'ye adam göndererek
onu getirtti. İbrahim (Aleyhisseîâm) namaza kalktı. Sâre, Cebbâr'ın yanına girince
Cebbar elini ona uzatmaktan kendini alamadı. Fakat eli şiddetli bir şekilde
yakalandı. Bunun üzerine Cebbar ona : Allah'a dua et de elimi salsın! Sana bir
zarar vermîyeçeğim, dedi. O da bunu yaptı. Fakat Cebbar saldırışım tekrarladı.
Ve eli ilk defakinden daha şiddetli şekilde yakalandı. Cebbar, Sâre'ye
deminkinin mislini söyledi. O da yaptı. Fakat Cebbar aynı hareketi tekrarladı.
Ve eli İlk İkiden daha şiddetli şekilde yakalandı. Artık Cebbar: Allah'a duâ
et, benim elimi salıversin. Allah şahidim olsun sana bir zarar vermiyeceçiim,
dedi. O da bunu yaptı ve Cebbâr'ın eli salındı. (Bu sefer) Cebbar, Sâre'yi
getiren adamı çağırarak : Sen bana ancak bir şeytan getirmişsin, bana insan getirmemişsin!
Bunu hemen memleketimden çıkar. Hficeri de ona veri» dedi.
Râce diyor ki: Sâre
yürüyerek döndü, geldi. İbrahim (Alcyhisselam) onun geldiğini görünce ona: Ne
haber? diye sordu. Sâre : Hayırdır, Allah facirin elini men etti. Bana da bir
hizmetçi İhsan etti, dedi.
Ebû Hüreyre: «Ey
gökyüzü suyunun oğullan! İşte anneniz bu katlindir,» demiş.
Bu hadîsi Buhârî
«Nikâh», «Büyü'» ve «Enbiya» bahislerinde tahric etmiştir.
Ma'zirî diyor ki:
«AHah'dan gelen bir hükmü tebliğ hususunda yalan söylemekten bütün
peygamberler ma'sumdurlar. Bu husustaki yalanın azı çoğu müsavidir. Ama tebliğ
kabilinden olmayıp sıfatlardan sayılan dünya umuruna aid ufak ,bir yalanın
vukuu mümkün müdür, değil midir. Bu hususta selefle halefden İki meşhur kavil
rivayet olunmuştur.>
Kaadî Iyâz da şunları
söylemiştir : «Sahîh olan şudur ki: Tebliğe ait husûsatta peygamberlerin yalan
söylemesi tasavvur olunamaz. Küçük günahları onlara caiz görelim, görmeyelim
ve keza söylenen yalan az olsun, çok olsun hüküm budur. Çünkü nübüvvet makamı
yalana tenezzül etmez. Yalanı caiz görmek Peygamberlerin sözlerine itimadı
kaldırır.>
Hz. 1brâhim'in
Allah'ın zatına ait söylediği iki yalanla Sâre hakkında söylediği, bir yalandan
murad hakikatte yalan değil, ancak muhatabın anlayışına nisbetle yalandır.
Çünkü îbrâhim (Aleyhisseîâm) tevriye yapmış ve Sâre hakkında İslâm'da kız
kardeşim, demiştir. Zahiren tevriye olan bu sözün bâtını bir hakikattir. Çünkü
bütün müslü-manlar birbirinin din kardeşidirler. Bu sözün tevriye değil de
yalan olduğunu kabul etsek zâlimin zulmünü def için yalan söylemek yine
caizdir.,
Bütün fukaha ittifak
etmişlerdir ki, zâlimin biri gelerek bir kimseden evinde gizlediği şahsı
öldürmek için istese yahut elinde emanet buluna bir malı gasbetmeye çalışsa,
hâne sahibinin gizleyip inkâr etmesi vâcib olur. îşte bu caiz hattâ vâcib bir
yalandır. Zulmü def için meşru olmuştur. Peygamber (SaHaîlahü Aleyhi ve Selİem)
bu gibi zahiren yalan görünen şeylerin haram olan yalan da dahil olmadığına
tenbihde bulunmuştur.
Hz. îbrâhim'in Allah
Teâlâ'nın zatına ait yalanlan yıldızlara bakıp: Ben hasta olacağım demesi ve
böylelikle küffarla birlikte onların bayramlarına iştirakden kurtulması, bir
de; bu işi koca put yapmıştır, demesidir. Halbuki küçük putları kendisi
kırmıştı. Sâre hakkındaki sözü dahi hakikatte Allah'ın zâtına aittir. Çünkü
zâlimi zinadan men etmek için söylenmiştir. Ancak bunda kâfir zâlim için bir
haz ve menfaat bulunduğundan ötekilerden ayrılmıştır.
Cebbar: Zâlim
demektir. Bununla kimin kastedildiği ihtilaflıdır. Bazılarına göre Mısır
hükümdarı Amr b. Îmriil-Kay s 'dır. Bir takımları Ürdün hükümdarı Sâdût
olduğunu, daha başkaları Süfyân b. Arvan nâmmdaki Harran hükümdarı idiğini
söylemişlerdir. Siyer ulemâsının beyânına göre İbrahim (Aleyhisselam) bir
müddet Şam'da kalmış, sonra orada kıtlık zuhur ederek Hz. Sâre ile birlikte
Mısır’a gitmiştir. Orada f iravn sülâlelerinin ilk hükümdarına tesadüf etmiş.
Bu adam uzun zaman yaşamış. Bir zâlim imiş. Hadîsin bir rivayetine göre zâlim
ve cebbar Firavn evvelâ Hz. ibrahim'e haber göndererek huzuruna celbetmiş. Ve
ona bu kadının kim olduğunu sormuş. Hz. îbrâhim kız kardeşi olduğunu söylemiş.
Sonra Sâre'ye bunu haber vererek, sorulursa onun da aynı şeyi söylemesini
tenbih etmiştir. Cebbâr'ın âdeti evli kadınlara tecavüz-müş. Hz. Sâre'yi
huzuruna getirdiklerinde hemen tecavüze yeltenmiş-se de eli şiddetle tutulmuş
hattâ bir rivayette göğsüne kadar olan kısmı kurumuştur. Bunu görünce Hz. Sâre
'den aman dilemiş, kurtulması için Allah'a dua etmesini istemiş, bir daha
tecavüze yeltenmiyeceğine söz vermis Hz. Sâre de dua etmiş, neticede Firavn'ın
eli eski haline dönmüşse de zâlim Firavn verdiği sözü hemen unutarak tekrar
tecavüze kalkışmıştır. Bu üç defa tekerrür etmiş. Nihayet sözünde durmuş ve
Hz. Sâre'nin bir şeytan olduğu kanaatına vararak onu getireni çağırtmış ve Sâre'nin
derhal Mısır toprağından çıkarılmasını, kendisine Hâcer nammdaki hizmetçinin de
hediye edilmesini emretmiştir. Çünkü îslâmiyetten önce insanlar cin ve şeytan
meselesini son derece büyültür, görülen her hârikanın onlar tarafından
yapıldığına inanırlardı. Hz. Sâreye, Hâcer'i bağışlamasının sebebi, onun cin
olduğuna inanması ve zarar getirmesinden bu suretle kurtulmak istemesi olsa
gerektir.
Zâlim hakkında Hz.
Sâre'nin duası şu olmuştur: «Allahim! Bilirsin ki, Sana ve Resulüne iman etmiş
bir kimseyim. Namusumu da korumuşumdur. Binâenaleyh fou kâfiri bana musallat
kılma.»
Hz, Ebû Hüreyre 'nin :
«Ey gökyüzü suyunun oğulları» tâbirinden murad bütün Arablardır. Nesepleri saf
ve hâlis oldukları için onları safi semâ suyuna benzetmiş olması muhtemeldir.
Bazıları Arabların ekseriyetle hayvancılıkta ve gökyüzünden inen yağmurun
suladığı mera ve nebatlarla geçindikleri için bu tâbiri kullandığını
söylemişlerdir. Kaadî lyâz'a göre: Bu sözle Ebû Hüreyre yalnız ensarı
kasdetmiştir. Çünkü onların uzak dedelerinden birinin İsmi yağmur suyu manâsına
gelen «Mâû's-Sema»'dır.
1- Kardeşim
sözüyle din kardeşini kasdetmek meşru'dur.
2- Zâlim
hükümdarın ihsanını ve müşrikin hediyesini kabul etmek I caizdir.
3- Halisane
edilen dua makbul olur.
4- Başına
herhangi bir musibet gelen kimsenin namaza koşması men-duptur.
5- Hadîs-i
şerif İbrahim (Aleyhisselâm) 'in
mucizesine delildir.
155- (339)
Bana Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet
etti., (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmana b, Müneb^ bih'den naklen haber verdi.
Hem m ara şöyle demiş: Bize Ebû Hüreyre*-nin ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve
Sei/em) Men rivayet ettikleri bunlardır. Müteakiben bir takım hadîsler
zikretmiştir ki: Onlardan biri de şudur: Resûltillâh (Sallallahü Aleyhi ve
Seilem) buyurdular ki:
«Isrâiloğulları çıplak
yıkanırlar; birbirlerinin avretlerini görürlerdi. Musa (Aleyhisselâm) yalnız
başına yıkanırdı. Bu sebeple Isrâiloğulları :
— Vallahi Musa'nın bizimle yıkanmasına bir mâni
yoktur. -Şu kadar var*ki, onun hayaları büyüktür, dediler. Bir defa Musa (Aleyhisselâm) yıkanmaya gitti. Ve
elbisesini bir taşın üzerine koydu. Derken taş elbiseyi kaçırdı. Musa da :
Elbisemi bırak ey taşl Elbisemi, ey taş! diyerek izinden koştu. Nihayet
İsrâiloğuIIarı Musa'nın avret mahallini gördüler de:
— Vallahi Musa'da bir şey yokmuş, dediler.
Bundan sonra taş
dikildi. Hattâ ona baktılar ve Musa elbisesini ala" rak taşı döğmeye
başladı.»
Ebû Hüreyre demiş ki:
Vallahi bu taşda Musa (Aleyhisselâm) Jin tarla vuruşundan altı veya yedi iz
kalmıştır.
156- (...)
Bile Yahya b. Habİb El-Hârisi de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zürey*
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Halid El-Hazzâ', Abdullah b. Şakik'dan rivayet
etti. (Demiş ki) : Bize Ebû Hüreyre haber verdi. (Dedi ki) : Musa
(Aleyhisseiam) utangaç bir zat idi, çıplak görünmezdi. Bundan dolayı Benî
İsrail:
«Onun hayaları
büyüktür, dediler. Derken bir sucağızın yanında yıkandı da elbisesini bir
taşın üzerine koydu. Ve taş koşmaya başladı. Musa da sopasıyle arkasına
takılmış, onu doğuyor: Elbisemi (bırak) ey taşt Elbisemi, ey taşt diyordu.
Nihayet taş Isrâiloğullarından bir cemâatin yanında durdu. Ve "Ey iman
edenler! Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın ki, Allah onu onların
söylediklerinden tebrie etmişti. O Allah indinde makbuldü."» [17].
âyet-i kerîmesi indi.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-Gusul»'de tahric etmiştir.
Âder: Bâzılarına göre
fıtıklı kimse demektir. Bir takımları hayaları büyük kimse manâsına geldiğini
söylemişlerdir.
Cemaha: Şahlandı, son
sür'atle koştu, demektir. Hadîs-i şerif Hz. Musa 'nın iki mucizesini haber
vermektedir. Bunlardan biri taşın elbiseyi alarak Benî İsrail 'den bir
cemâatin yanma götürmesi, diğeri dövülmekten taşın üzerinde eser kalmasıdır.
1- Taş gibi
cemadatta temyiz bulunabilir. Bunun misâli ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve
Seltem) Efendimize Mekke'de taşın selâm vermesi, hurma kütüğünün ağlaması v.s.
dir.
2- Kimsenin
bulunmadığı bir yerde çıplak olarak yıkanmak caizdir. Maamafih avret mahallini
Örterek yıkanmak efdaldir. Cumhûr-u ulemânm mezhebleri budur, tbni Ebî Leylâ bu
husûsda cumhura ynuhalefet etmiş. Avret mahallini örtmek mutlaka lâzımdır.
Çünkü suyun da sakinleri vardır, demiştir. İbni Ebî Leylâ 'nm bu hususdaki
delili zayıf bir hadîsdir.
3- Peygamberler
ve sulehâ sefihlerle cahillerin eziyetlerine maruz kalmış ve sabretmişler
dir.
4- Peygamberler
gerek ahlaken, gerekse cismen kusur ve noksanlıklardan münezzehdijler.' Ancak
baş ve diş ağrısı gibi gelip geçici ufak tefek hastalıklara mâruz kalabilirler.
Kendilerinden nefret ettirecek kusur ve hastalıklardansa kat'î surette
münezzehidirler.
157- (2372)
Bana Muhammed b. Kâfi1 ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Abd: Ahberana; İbni
Râfi ise: Haddesenâ tâbirini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzak
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, İbni Tâvus'dan, o da babasından, o da
Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Ölüm meleği Musa
(Aleyhisselâm)'a gönderildi. Fakat ona geldiği vakit Musa (Aleyhisseiam) bir
tokat vurarak gözünü çıkardı. O da Rabbine döndü ve:
«Beni ölmek istemeyen
bir kuluna gönderdin, dedi. Bunun özerine Allah gözünü ona iade etti. Ve : Ona
dön de söyle ki : Elini bir Öküzün sırtına koysun, elinin kapladığı yerdeki her
kil için kendisine bir sene ömür vereceğim, dedi. (Musa):
— Yâ Rabbi, sonra ne olacak? dedi.
— Sonra ölüml cevâbını verdi. (Musa) :
— O halde şimdi öleyim!» dedi ve Allah'dan
kendisini arz-i mukad-deseye bir taş atımı yaklaştırmasını diledi. Bunun üzerine ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Orada olsaydım yolun
kenarında kırmızı kum tepesinin altında onun kabrini size gösterirdim.»
buyurdular.
158- (...)
Bize Muhammed lb. Kafi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürezzâk rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer Hemmam b. Müneb-bih'den rivayet etti, Hemmam: Bize Ebû
Hüreyre'nin Resûlüllah (SathUahü Aleyhi ve Sellem)âen rivayet ettikleri budur
diyerek bazı hadîsler rivayet etmiştir. Onlardan biri de şudur: Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Selle m) şöyle buyurdular:
«Ölüm meleği Musa
(Aleyhisselâm) 'a gelerek : Rabbine icabet et! dedi. Bunun üzerine Musa
(Aleyhisselâm) ölüm meleğinin gözüne bir tokat vurarak onu çıkardı. Melek hemen
Allah Teâlâ'ya döndü ve : Muhakkak sen beni ölmek istemeyen bir kuluna
göndermişsin, o benim gözümü çıkardı, dedi. Allah da gözünü ona İade etti. Ve
: Kuluma dön de, hayatı mı istiyorsun? dîye sor. Eğer hayatı istersen, elini
bir Öküzün sırtına koy! Elin ne kadar kıl örterse muhakkak o kadar sene
yaşayacaksın! de.
Musa (Aleyhisselâm) : Sonra ne olacak? diye sordu.
— Sonra öleceksin! buyurdu.
— O halde şimdi yakınken Öleyim. Yarabbi beni
Arz-ı Mukaddese'ye bir taş atımı uzaklıkta öldür, dedi.»
Resûlüllah (Saüallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Vallahi onun yanında
olmuş olsam yolun kenarında kırmızı kum tepesinin yanında kabrini size
gösterirdim.» buyurdular.
(..,) Ebû
İshâk dedi ki: Bize Muîıammed b, Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Abdürrezzâk rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Ma'mer bu hadîsin mislini haber
verdi.
Bu hadîsi Buharı ile
Nesâî «Kitâbu'l-Cenâiz»'de tahric etmişlerdir.
İbni Huzeyme diyor ki:
«Bazı bid'at tâifeleriyle Cehmi-y e fırkası bu hadîsi inkâr etmiş. Ve şöyle
demişlerdir. Mesele ikiden "hâlî değildir. Musa (Aleyhisselâm) ya ölüm
meleğini tanımış yahut tanımamıştır. Tanıdı ise gözünü çıkarması onu istihfaf
olur. Tanımadıysa o zaman da bu meleğin bazan Hz. Mûsa'ya gelirdiğini bildiren
rivayetin manâsı kalmaz. Sonra Allah Teâlâ gözü çıkan melek için kısas da yapmamıştır.
Halbuki Allah Teâlâ kimseye zulmetmez.
Bu itirazı Allah
basiretini kor edenler yapar. Hadîsin manâsı sahîh-dir. Şöyle ki: Allah Teâlâ
ölüm meleğini Musa 'ya ruhunu kabzetmek için göndermemiş; ancak ve ancak
imtihan ve ibtilâ için göndermiştir. Nitekim Allah Teâlâ Halili İbrahim
(Aleyhisselâm)'a oğlunu kesmesini emretmiş, fakat bunun hakikatim kasdetmemiştir.
Eğer Musa (Aleyhisselâm) tokat vurduğu vakit onun ruhunu kabzetmek isteseydi,
mu-rad ettiği olurdu. Musa (Aleyhisseiâm) şeriatında tokat vurmak mubahtı.
Kendisi yanma giren bir adam görmüş. Onun ölüm meleği olduğunu tanımamıştı.
Bizim Peygamberimiz de izinsiz bir müslümamn evine bakan kimsenin gözünü
çıkarmayı mubah kılmıştır. Hz. Musa !nm ölüm meleğini tanıdığı halde gözünü
çıkarması imkânsızdır. Melekler İbrâhim (Aleyhisselâm)'a. da gelmiş, o dahi ilk
görüşde onları tanıyamamıştı. Tanımış olsa kendilerine dana eti takdim etmesi
muhal olurdu. Çünkü melekler yemek yemezler.
Melek Meryem'e dahi
gelmiş, o da melek olduğunu tanıyamamıştı. Tamsa ondan Allah'a sığınmazdı.
Keza iki melek insan kılığında Dâvud (Aleyhisselâm)'in yanma girmiş, onun
huzurunda dâvaya durmuşlardı. O da melek olduklarını tanıyamamıştı. Cebrail
(Aleyhisselâm) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e gelerek ona imanı
sormuştu. O da kendisini tanıyamamış: Bu seferkinden maada onu her gelişinde
tanımıştım, demişti. Şu halde Hz. Musa 'nın ölüm meleğini tanıyamaması nasıl
yadırganabilir.
Cehmi'nin Allah melek
için -kısas yapmamıştır, sözü ise cehline delildir. İnsanlarla melekler
arasında kısas cereyan ettiğini yahut meleğin kısas istediğini, fakat kısas
yapılmadığını kim haber vermiştir. Bunun kasden yapıldığına delil nedir...»
Gerek İbni Huzeyme, gerekse Hattâbî bu babda bir hayli söz daha etmişlerdir.
Hulâsa :
Ulemâ mülhidlerin inkârlarına üç şekilde cevap vermişlerdir :
1- Allah
Teâlâ'mn Hz. Mûsa'ya bu tokadı vurması için izin vermiş olması ve bunun melek
için bir imtihan sayılması imkânsız değildir. Allah dilediğini yapar ve
dilediği şekilde imtihan eder.
2- Bu göz
çıkarma mes'elesi mecazdır. Maksat Hz. Musa 'nın melekle münazara yaparak
hüccetle ona galebe çalmasıdır. Fakat bu kavil zayıf görülmüştür.
3- Musa
(Aleyhisselâm) gelenin Allah tarafından gönderilen melek olduğunu bilememiş,
kendisine hücum edecek bir insan zannetmiş ve nefsini müdafaya kalkışmıştır.
Bu da kasdı olmaksızın meleğin gözünün çıkmasına müncer olmuştur. Ebû Bekr,
İbni Huzeyme ile diğer mutekaddiminin cevapları budur. Mâziri ile Kaadî Iyâz da
bunu ihtiyar etmişlerdir. Çünkü hadîsde kasıt bulunduğuna bir sarahat yoktur.
Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Hz. Musa birinci defa meleği
tanıyamadığı halde ikinci gelişinde nereden tanımıştır?
Cevab: İkinci defa
gelişinde melek kendisinin ölüm meleği olduğunu gösteren bir alâmetle
gelmiştir. Hz, Mûsa'nın derhal teslim olması bundandır.
Arz-ı Mukaddese'den
murad Beyt-i Makdis 'dir.
Musa (Aleyhisselâm)
Kudüs‘ü alamadığı için hiç olmazsa Kudüs 'den sayılacak yakın bîr yerde
Ölmesini istemiştir. Nitekim Beyt-i Makdis civarındaki kabri halen malûmdur.
Beyt-i Makdis'e defnedilmesini istemesi, orada birçok enbiya ve sulehanm
kabirleri bulunduğun dan dır. Bu zevatla hâli hayatta olduğu gibi, vefatından
sonra da mücavir olmak istemiştir. Bir de faziletli yerleri ziyaret edip duada
bulunanlar çok olduğu için oraya defnolunmak istemiştir. Maama-fih Musa
(Aleyh':5se!âm)'m kabrinin başka yerlerde olduğu da söylenmiştir.
1- Mûsa
(Aleyhisselâm) 'in Allah indinde büyük mertebesi vardır. Meleğin gözünü
çıkardığı halde kendisini muaheze buyurmaması buna delildir.
2- Faziletli
yerlere ve sülehanın yakınlarına defnolunmak
müstehabdır.
3- Melek
kendi suretinden başka şekillere girebilir.
159- (2373)
Bana Züheyr b. Harh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize HU-ceyn b. Müsennâ rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-Aziz b. Abdillah b. Ebî Seleme, Abdullah b. Fadl
El-Hâşimî'den, o da Abdurrahman El-A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş. Bir defa bir yahûdi bir şey verilip de
hoşlanmadığı yahut razı olmadığı — Burada Abdü'I-Aziz şekketmiştir. — bir
malını (satışa) arzederken. Hayır! Musa (Aleyhisselâm)'ı insanlar üzerine
seçkin eyleyen Allah'a yemin ederim, dedi. Bunu ensardan bir zat işiterek
yüzüne bir tokat vurdu.
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda
olduğu halde sen Musa
(Aleyhisselâm) insanlar üzerine seçkin kılan Allah'a yemin ederim
diyorsun ha! dedi. Bunun üzerine Yahûdi, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) gitti. Ve:
— Yâ Eba'l-Kaâsım benim zimmetim ve ahdim vardır.
(Böyle olduğu halde) Fülân yüzüme tokat vurdu, dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) (ensâriye) :
«Onun yüzüne niye
tokat vurdun?» diye sordu.
— Yâ Resûlallah! Sen
aramızda olduğun halde bu adam Musa (Aleyhisselâm)’ı insanlar üzerine seçkin
kılan Allah'a yemin ederim, dedi. Cevâbını verdi. Bunun üzerine Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kızdı. Hattâ gazab yüzünden anlaşıldı. Sonra
şöyle buyurdular :
«Peygamberler arasında
fazilet farkı yapmayın, zîra gerçek şu ki : Sura üfürüiecek ve yerle göklerde
bulunan herkes ölecek ve yalnız Allah'ın diledikleri kalacaktır. Sonra Sûra
tekrar üfürüiecek ve ilk diriien (yahut ilk diriienler) arasında ben olacağım.
Bir bakacağım ki, Musa (Aleyhisselâm) arşı tutmuştur. Bilemem tür günündeki
sa'kasıyla mt hesaba çekildi. Yoksa benden önce mi dirildi. Ben kimsenin Yûnus
b. Metta (Aleyhisselâm) 'dan efdal olduğunu söyleyemem.»
(...) Bana
bu hadîsi Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b. Harun
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-Aziz b. Ebî Seleme tamamen bu isnadla
rivayette bulundu.
160- (...)
Bana Züheyr b. Harb ile Ebû Bekr b. Nadr-rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Ya'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam, İbni Şihab'dan, o da
Ebû Seleme b. Abdirrahman ile Abdurrah-man EI-A'rac'dan, onlar da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş : Biri yahudilerden,
diğeri müslümanlardan olmak üzere iki adam birbirlerine sövdüler. Müslüman,
Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve SellemVı âlemler üzerine seçkin kılan Allah'a
yemin ederim, dedi. Yahudi ise, Musa (Aleyhisselâm) 'ı âlemlerin üzerine seçkin
kılan Allah'a yemin olsun dedi. Ve o anda müslüman elini kaldırarak yahudinin
suratına bir tokat indirdi. Yahudi hemen Resûlüllah (Sallallahü Alevhî ve
Sellem)’e giderek müslümanla aralarında geçeni ona haber verdi. Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Beni Musa'dan daha
hayırlı çıkarmayın, çünkü insanlar ölecek ve ilk ayılan ben olacağım. Bakacağım
ki, Musa Arş'in bir tarafından tutmuştur. Bilemem ölenler arasında mıydı da
benden önce dirildi! Yoksa Allah'ın istisna ettiklerinden miydi» buyurdular.
161- (...)
Bize Abdullah b. Abdirrahman £d-Dârimî ile Kdu Bekr b. îshâk da rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebu'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb
Zührî'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme b. Abdirrahman ile
Saîd b. Müseyyeb, Ebû Hüreyre'den naklen haber verdiler. (Şöyle demiş) :
Müslümanlardan bir zât ile yahudiler-den bir adam sövüştüler...
Râvi İbrahim b.
Sa'd'ın îbni Şihab'dan rivayet ettiği hadîs gibi rivayette bulundu.
162 - (2374)
Bana Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Ahmed Ez-Zübeyrî rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Süfyan Amr b o da babasmdan, o'da Ebû Saîd-i Hudrî'den nakle»
rivayet e demiş) : Bir yahudi yüzüne tokad vurulmuş olarak Peygamber Aleyhi ve
Seüem)'e geldi...
Ve râvi hadîsi
Zührî'nin hadîsi manâsında nakletmiştir. Yalnız demiştir: «Bilmiyorum benden
önce baydip ayılanlardan mıydı. Yoksa Tûr'daki bayılma ile iktifa mı etti.»
163- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki', Stifyân'dan
rivayet etti. H.
Bize ibnü Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyâiı,
Amr b. Yahya'dan, o da babasından, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet
etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem):
«Peygamberler arasında
hayır farkı gözetmeyin!» buyurdular, tbnü Nümeyr'in hadisinde: «Amr b.
Yahya'dan (sonra) bana babam rivayet etti.» ifadesi vardır,
164- (2375)
Bize Heddâb b. Hâlid ile Şeyban b. Ferruh rivayet ettiler. (Dediler ki).: Bize
Hammad b. Seleme, Sabit El-Bunânî ile Süleyman Et-Teymî'den, onlar da Enes b.
Mâlik'd en naklen rivayet etti ki : Resûlüllah (Satlatiahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Ben yürütüldüğüm gece
kesib-i Ahmerin yanında Musa'ya geldim.— Heddab'ın rivayetinde
"uğradım" denilmiştir.— Kabrinde ayağa kalktım, namaz kılıyordu.»
165- (...)
Bize Ali b. Haşrerri de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ (yâni îbni Yûnus)
haber verdi. H.
Bize Osman b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir rivayet etti.
Her iki râvi Süleyman
Et-Teymî'den, o da Enes'den naklen rivayet etmişlerdir. H. .
Bize bu hadîsi Ebû
Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde b. Süleyman,
Süfyân'dan, o da Süleyman Et-Teymî'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Enes'i şunu söylerken
işittim: Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem);
«Musa'ya uğradım;
kabrinde namaz kılıyordu.»buyurdular. İsa'nın hadîsînde: «Yürütüldüğüm gece
uğradım» ziyadesi vardır.
Bu hadîsin Ebû Hüreyre
ve Ebû Saîd rivayetlerini Buharı «Hüsûmât», «Tevhid», «Rikâk», *Tefsîr»,
«Diyât» ve «Ehâ-dis'Ül-Enbiya»'da; Ebû Dâvud «Sünnet» bahsinde; Nesâî, E,bû
Hüreyre rivayetini «Nuut» ve «Tefsir» bahislerinde muhtelif râvilerden tahric
etmişlerdir.
Hz. Ebû Hüreyre 'nin
rivayet ettiği iki hadîs birbirlerine pek benzemekle beraber ayrı ayrı iki
hadiseye ait oldukları anlaşılmaktadır. Çünkü birinci rivayetinde yahudiye
tokat vuranın ensardan bir zât olduğunu bildirmiş ikincide müslümanlardan bir
adam demekle iktifa et-mş ise de bu zâtın Hz. Ebû Bekr olduğu bazı
rivayetlerden anlaşılmıştır.
İstifa: Safisini
ayırmak, ihtiyar etmek mânâlarına gelir. Satc ve Satca: Helak ve ölüm
manasınadır. îbni Esir: «Sa'k insanın
işittiği şiddetli bîr sesden bayılmasıdır. Çok defa bundan ölür. Sonraları bu
kelime daha ziyade Ölüm hakkında kullanılmıştır.» diyor. Ölüm mânâsına alınırsa hadîs-i şerifi
anlamak müskil olur. Kaadî Iyâz şöyle
diyor: «Bu hadîs en müskil hadîslerdendir. Çünkü Musa vefat etmiştir, Sa'ka ona
nasıl yetişebilir. O ancak dirilerin başına gelecektir. Allah'ın istisna
ettiklerinden buyurulması gösteriyor ki, Mûsa (Aleyhisselâm) Ölmemistir. Halbuki onun ne ölmediğini, ne
de havata tekrar döndüğünü gösteren bir delil gelmemiştir.» Kadî lyâz bundan
sonra hadısde bahsi gecen sa'kanm insanlar diriîdikten sonra göklerle yerin yarıldığı
anda vuku bulacak sa'ka olması ihtimalinden bahsetmiştir. Bu takdirde
âyetlerle hadîsler birbirine münâfi gelmez. Hadiste geçen ayrılma sözü de bu
mânâyı te'yid etmektedir. Çünkü ayılmak tâbiri bayılanlar hakkında
kullanılır, ölüm hakkında ayılmak değil,
dirilmek tâbiri kullanılır, Hz. Musa 'nm Tûr dağındaki sa'kası da Ölüm değil, bayılmadır.
Yine Kaadî Iyâz'a göre
hadîs-i şerif de geçen «Benden Önce mi ayıldı bilmiyorum» cümlesini Peygamber
{Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihtimal ilk dirilecek insanın kendisi olduğunu
bilmezden önce söylemiştir.
Maamafih bu sözle Hz.
Musa 'nın da ilk dirilenler zümresinden olduğunu anlatmak istemesi mümkündür.
Bu zümre Peygamberlerdir. Bu babüa «Buhârî» sârini Aynî de şunları söylemiştir:
«Peygamberlerin Üiri oldukları tekarrür edince onlar yerle gökler
arasındadırlar. Sûr'a ölüm nefhası üfürülünce yer ve göklerdeki her canlı
ölecek yalnız Allah'ın diledikleri müstesna kalacak, ölmeyeceklerdir.
Peygamberlerden başkalarının sa'kı Ölümle, Peygamberlerin sa'kı ise anlaşıldığına
göre bayılma ile olacaktır. Sûra diriltme üfürüğü üfürüldüğü zaman Ölmüş
olanlar dirilecek, bayılmış olanlar ayılacaktır. Bu tahakkuk ettikte anlaşılır
ki, Peygamber '{Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) ilk ayılan ve —Peygamberler dahil
-. bütün insanlardan önce kabrinden çıkan olacaktır. Bundan yalnız Hz. Musa
müstesnadır. O daha mı önce dirilecek, yoksa bulunduğu'hâl üzere mi kalacak bu
hususu kestirememiş, tereddüt etmiştir". Her iki hâle göre de Hz. Musa
için bu başkalarına nâsib olmayan büyük bir fazilettir.»
ölmeyecek müstesnalar
Cebrail, İsrafil, Mîkail ve Azrail 'dir. Bazıları Arş-ı a'lâyı taşıyan
meleklerin de ölmeyeceklerini söylemişlerdir. Saîd b. Müseyyeb'e göre Arş-ı
a'lânm etrafında yalın kılıç dolaşan şehitler de müstesnalardandır.
T û r günündeki
Sa'kadan murad : Musa (Aleyhisselâm)'m Tur dağındaki bayılm asıdır. O gün Hz.
Musa, Cenâb-ı Allah'dan kendisine görünmesini niyaz etmiş, Teâlâ Hazretleri
bunun olamayacağını beyanla karşıki dağa bakmasını emir buyurmuş, şayet dağ
yerinde durursa ondan sonra Allah'ı görebileceğini bildirmişti. Hz. Musa dağa
bakınca Teâlâ Hazretleri onu parçalayarak yerle bir etmiş Musa (Aîeyhisseîâm)
bu müthiş manzara karşısında bayılmıştı.
Bu hadîste ResûHiIlah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):
«Ben kimsenin Yûnus b.
Mettâ (Aîeyhisseîâm)'dan efdal olduğunu söyleyemem.» demiş; başka bir
rivayette:
«Hiç bir kula, ben
Yûnus b. Mettâ'dan daha hayırlıyım, demek yakışmaz.» buyurmuştur. Ulemâ bu
hadîsin iki veçhe ihtimali olduğunu söylerler. Birinci veçhe göre Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Selîetn) bu sözü kendisinin Hz. Yûnus 'dan efdal olduğunu
bilmezden önce söylemiştir. Kendi efdaliyyetini öğrenince: «Ben
âdemoğulîarının seyyidiyim...» buyurmuş, Hz. Yûnus 'un veya başka bir
Peygamberin efdal olduğundan bahsetmemiştir. İkinci ihtimale göre bu sözü
cahillerden biri Hz. Yûnus 'un mertebesini düşürecek bir tahayyülde bulunmasın
diye zecr ve men etmek için söylemiştir. Ulemâ
Yûnus (Aîeyhisseîâm) 'in
başından geçenlerin onun Peygamberliğine zerre kadar dokunmadığını, mertebesinden
bir şey düşürmediğini söylemişlerdir.
Babımızın son hadîsi
«Kitâbu'l-İman»'m sonunda geçmiş ve izahı orada yapılmıştı.
166- (2376)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Müsennâ ve Muhammed b, Beşşâr
rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Şu'be, Sa'd b. İbrahim'den rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Humeyd b.
Abdirrahmân'ı Ebû Hüreyte'den, o da Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellemf den
naklen rivayet ederken işittim ki: Allah Tebareke ve Teâlâ'yı kasdederek:
«Benim hiç bir kuluma
(Ibnü Müsenna Liabdinli yerine Liabdî demiştir.): Ben Yûnus b. Mettâ
(Aîeyhisseîâm)'dan daha hayırlıyım, demek yakışmaz buyurdu.» demiştir.
îbni Ebî Şeybe :
«Muhammed b. Cafer Şu'be'den» dedi.
167- (2377)
Bize Muhammed b. Müsenm. ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbni
Mtisennâ'nındır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'-fer rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Şu'be, Katâde'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Ebû'I-Aüye'yi şunu
söylerken işittim : Bana Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm amcası
oğlu (yâni İbni Abbas) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemf'den naklen
rivayet etti:
«Hiç bir kula : Ben
Yûnus b. Mettâ'dan daha hayırlıyım, demek yakışmaz.» buyurmuş ve Hz. Yûnus'u babasına nisbet
etmiştir.
Bu -rivayetleri Buhâri
«Kitâbu'l-Enbiya» ve «Kitâbu't-Tefsir»'-de; Ebû Dâvud «Sünnet» bahsinde; Nesâî
«Tefsir»'de tahric etmişlerdir.
Metta ' , Hz. Yûnus
'un babasıdır. Bâzıları annesi olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre Hz. Yûnus
ile Hz, îsâ 'dan gayri annesinin ismiyle meşhur olan Peygamber yoktur.
Rivayete göre M.etta1 sulehadan bir zat olup, Peygamber sülâlesinden imiş.
Erkek evlâdı yokmuş. Bu sebeple karısını alarak Eyûb (Aleyhisselâm)'m
yıkandığı kuyuya götürmüş, orada yıkanmışlar ve Allah'dan mübarek bir erkek
çocuğu ihsan etmesini, zamanı gelince Benî İsrail'e onu Peygamber göndermesini
niyazda bulunmuşlar. Cenâb-ı Hak dualarını kabul etmiş ve onlara Yûnus
(Aleyhisselâm)\ ihsan buyurmuş. Fakat Hz. Yûnus anne karnında dört aylık cenin iken babası
vefat etmiş.
Bâzıları Yunus
(Aleyhisselâm)'m Bent İsrail 'den olduğunu, bir takımları da balığın karnından
çıktıktan sonra Peygamber gönderildiğini söylemişlerdir. Yine rivayete göre
Yûnus (Aleyhisselâm) Musul köylerinden Ninova 'da doğmuştur. Kavmi
putperestmiş. Hz. Ali'den rivayet olunduğuna göre Yûnus (Aleyhisselâm) otuz
yaşında Peygamber olmuş; otuzüç sene kavmini dine davet etmişse de kendisine
yalnız iki kişi iman etmiştir. Hadîs-i şerif deki «Ben» zamirinden konuşan
şahıs kastedildiği gibi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de murad
edilmiş olabilir. Şahıs kastedildiğine göre hiç kimse kendisinin Yûnus
(Aleyhisselâm)'dan daha hayırlı olduğunu söylemesin'; Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kastedildiğine göre, hiç kimse benim Hz. Yûnus 'dan daha
hayırlı olduğumu söylemesin, mânâsına gelir.
168- (2378)
Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Müsennâ ve Ubeydullah b. Saîd rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Yahya b. Saîd, Ubeydullah'dan rivayet etti. (Demiş
ki) : Bana Saîd b, Ebî Saîd, babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber
verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş:
— Yâ Resûlallah! İnsanların en hayırlısı
kimdir? diye soruldu: «En ziyade takva sahibi olanıdır.»
— Bunu sormuyoruz, dediler.
«O halde HaliluHah'ın
oğlu Nebiyyullah'ın oğlu, Nebiyyullah'ın oğlu Nebiyyullah Yûsuf’dur.» buyurdu.
— Bunu sormuyoruz, dediler.
«Şu halde bana
Arabların madenlerini mi soruyorsunuz? Onların ca-hiliyyer devrindeki
hayırlıları fakih olurlarsa İslâm'da da en hayırlılarıdır.» buyurdular.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbu'l-Enbiya» ve «Menâkıb-ı Kureyş»'de; Nesâî «Tehir» bahsinde tahric etmişlerdir.
Kerem: Hayınn çokluğu
demektir. Burada ondan şeref mânâsı kastedilmiştir. Ashabın sorduğu suale
ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) keremin en umumî ve şumüllû manâsıyla
cevâb vermiş, en kerim insanın Allah'dan en çok korkan kimse olduğunu
bildirmiştir. Yâni ehl-i takva olan kimsenin hayrı çok olur. Böylesi hem
dünyada insanlara çok faydalı olur, hem de âhirette en yüksek dereceleri
kazanır. Ashab bunu sormadıklarını söyleyince, o halde Yûsuf (Aleyhisselâm)
'dır diye cevâb vermişlerdir. Yûsuf (Aleyhisselâmym silsilesindeki
Nebiyyuliahların yerine isimlerini koyarsak şu şekli alır. Yûsuf b. Ya'kub
b. îshâk b. İbrahim El-Halil. Görülüyor ki, Hz. Yûsuf üç peygamberin
neslinden gelmiş nesep itibariyle Son derece şerefli bir zâttır. Kendinin de
Peygamber olması şeref üstüne şereftir. Bundan maada Yûsuf (Aleyhisselâm)
yüksek ahlâk sahibi, ilm-i rüyaya aşma, dünya riyasetini son derece güzel ifa
etmiş, herkese karşı şefkat ve merhamet göstermiş. Kıtlık senelerinde halkı
açlıktan kurtarmış, hülâsa dünya ve âhiret hayırlarını kendinde toplamış bir
zattır. Ashab bunu da sormadıklarını söyleyince maksatlarının Arab kabileleri
olduğunu anlamış ve : Cahiliyyet devrinde hayırlı olan Arabların fakih ve âlim
olmak şartiyle İslâm'da da insanların en hayırlısı olduklarını beyan
buyurmuştur. Kaadî Iyâz diyor ki: «Bu hadîs üç sualde bütün keremin umumiyle
hususiyle, mücmeliyle mufassalıyla ancak ve ancak din olduğunu tazammun etmektedir.»
Arabların madenlerinden
murad asılları yâni Arab kabileleridir.
169- (2379)
Bize Heddâb b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ham-mâd b. Seleme,
Sâbit'ten, o da Ebû Eâfi'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki,
Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem);
«Zekeriyya doğramacı
idi.» buyurmuşlar.
Hadîs-i şerif sanatla
meşgul olmanın cevazına ve doğramacılığın mürüvvete aykırı değil, bilâkis
faziletli bir sanat olduğuna, ayrıca Zekeriyya (Aleyhissetâm) 'in faziletine delildir.
Elinin emeği ile
geçinmenin pek güzel bir meziyet olduğunu Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şu hadîs-i şerifiyle beyân buyurmuştur:
«Kİşinİn yediği en iyi
rızık kendi kazancıdır. NebiyyuMah Dâvud da elinin emeğini yerdi.»
170- (2380)
Bize Amr b. Muhammed En-Nâkıd ile İshâk b. İbrahim El-Hanzali, Ubeydullah b.
Saîd ve Muhammed b. Ebî Ömer EI-Mekkî hep bîrden İbni Uyeyne'den rivayet
ettiler. Lâfız İbni Ebî Ömer'indir. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Dînar, Saîd b. Cübeyr'den rivayet etti.
(Şöyle demiş) : İbni Abbas'a:
— Nevi El-Bikâlî Benî İsrail'in Peygamberi Musa (Aîeyhisselâm) 'in Hızır (Aleyhisselâm)'m
arkadaşı Musa olmadığını söylüyor, dedim. Bunun üzerine şunu söyledi:
— Allah'ın düşmanı yalan söylemiş. Ben
Übey b. Kâ'b'ı dinledim. Diyordu ki: Ben
Kesûlüllah (Sallallohü Aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururkea işittim;
«Musa (Aîeyhisselâm)
Benî israil'in orasında hutbe okumak için ayağa kalktı da kendisine insanların
hangisi en âlimdir dîye soruldu. Musa : En âlîm benim, dedi. Bunun üzerine
Allah onu muaheze eyledi. Çünkü ilmi Allah'a tefviz etmedi. Allah ona : İki
denizin kavuştuğu yerde benim kullarımdan bir kul var, o senden daha âiimdir,
dîye vöhy indirdi. Musa :
«Ey Rabbîm! Benim için
onunla buluşmanın yolu nedir?» diye sordu. Kendisine :
— Bir zenbilin içine bîr balık koyarak sırtına
al. Bu balığı nerede kaybedersen, o zat oradadır, denildi. Musa yola revan
oldu. Onunla birlikte hizmetçisi de yola çıktı. Bu zat Yûşa' b, Nûn idi. Musa
(Aîeyhisselâm) bir zenbilde bir balık taşıyordu. Hizmetçisi ile birlikte
yürüyerek gittiler. Nihayet bîr kayaya vardılar. (Orada) gerek Musa (Aîeyhisselâm) gerekse hizmetçisi uyukîadılar.Derken
zenbildeki balık harekete gelerek zenbilden çıktı. Ve denize düştü. Allah ondan
suyun akıntısını kesti. Hattâ (su) kemer gibi oldu. Balık için bir kanal
meydana gelmişti. Musa ile hizmetçisi için şaşacak bir şey olmuştu. Günlerinin
kalan kısmı ile o geceyi de yürüdüler. Musa'nın arkadaşı ona haber vermeyi
unutmuştu. Musa (Aîeyhisselâm) sabahlayınca hizmetçisine :
— Sabah kahvaltımızı getîr. Gerçekten bu
yolculuğumuzda müşkilâtla karşılaştık, dedi. Ama emrolunduğu yeri geçinceye
kadar yorulmadı. Hizmetçi :
— Gördün mü, kayaya geldiğimizde gerçekten ben
balığı unuttum. Ama onu hatırlamayı bana ancak şeytan unutturdu. Ve denizde
şaşılacak bir şekilde yolunu tuttu, dedi. Musa :
— İşte bizim istediğimiz buydu, dedi. Hemen
izlerini takib ederek geriye döndüler. Kendi İzlerini takİb ediyorlardı.
Nihayet kayaya geldiler. Orada örtünmüş bir adam gördü. Üzerinde bir elbise
vardı. Musa ona selâm verdh Hızır ona :
— Senin bu yerinde selâm ne gezer.
— Ben Musa'yım!
— Benî İsrail'in Musa'sı mı?
— Evet!
— Sen Allah'ın
İlminden bir ilmi bilmektesin ki, Allah onu sana öğretmiştir. Onu ben bilmem.
Ben de Allah'ın ilminden bir ilim üzerindeyim ki, onu bana öğretmiştir. Sen
bilmezsin, dedi. Musa (Aleyhisselâm) ona
:
— Sana öğretilenden hakkı bana öğretmek
sortiyle sana tâbi olabilir miyim? diye sordu. (Hızır) :
— Sen benimle beraber
sabra takat getiremezsin, iyice bilmediğin bir şeye nasıl sabredebilirsin ki?
dedi. (Musa)
— Beni İnşaallah sabırlı bulacaksın. Sana hiç
bîr hususda karşı gelmem, dedi. Hızır ona :
— O halde bana tâbi
olursan, bana hiç bir şey sorma. Tâ ki kendim sana ondan bir şey anıp
söyleyinceye kadar! dedi. Musa :
— Pekâlâ! cevâbını verdi. Müteakiben Hızır'la
Musa deniz sahilinden yürüyerek yola revan oldular. Derken yanlarına bir gemi
uğradı. Bunlar kendilerini gemiye almaları hususunda gemicilerle konuştular.Gemiciler
Hızır'ı derhal tanıdılar. Ve ikisini
de ücretsiz olarak gemiye
bindirdiler. Derken Hızır geminin tahtalarından birine vurarak onu
çıkardı. Bunun üzerine Musa ona :
— Bir cemâat bizi parasız gemilerine bindirdiler. Sen
onların gemİ-sîne kastederek yolcularını boğmak için onu yaraladın.
Gerçekten çok büyük bir iş yaptın, dedi. Hızır:
— Ben sana benimle beraber sabra güç
yetiremezsin demedim mi? dedi. Musa :
— Unuttuğumdan dolayı beni muaheze etme. Bu iş
d e benim başıma güçlük de çıkarma, dedi.
Bundan sonra gemiden
çıktılar. Sahilde yürürlerken bir de baktılar ki, bir çocuk sair
çocuklarla oynuyor. Hızır hemen onun kofasından tutarak eliyle onu kopardı ve
çocuğu öldürdü. Bunun üzerine Musa :
— Masum bir nefsi kısas hakkın olmaksızın
öldürdün mü? Gerçekten yadırganacak bir şey yaptın! dedi. Hızır:
— Ben sana benimle beraber sabra güç yetiremezsin demedim
mi, dedi. Musa :
— Ama bu birinciden daha şiddetli idi, dedi ve
ilâve etti: Bundan sonra sana bir şey sorarsam bir daha benimle arkadaşlık
etme. Benim tarafımdan özür derecesine vardın! dedi. Yine yürüdüler. Nihayet
bir köye vararak köylülerden yiyecek istediler. Onlar kendilerini misafir kabul
etmekten çekindiler. Bu sefer o köyde yıkılmak üzere olan bir duvar buldular.
Hızır onu doğrulttu. Hızır eliyle şöyle işaret ediyor. Eğrilmiş diyordu. Onu
doğrulttu. Musa ona :
— Bir kavim ki, kendilerine geldik de bizi ne
misafir aldılar, ne doyurdular. Dilesen bunun için ücret alabilirdin, dedi.
Hızır:
__Artık bu senle,
benim aramızın ayrılmasıdır. Sabredemediğin şeyin te'vilini sana haber
vereceğim, dedi.»
Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Seliem) buyurmuşlar ki: «Allah Musa'ya rahmet
eylesin. Dilerdim ki, sabrefmeliydi de Hızır'la beraber görüp geçirdiklerini
bize anlatmalıydı...»
Kavi diyor ki:
Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdular: «Birincisi Musa'nın
bir unutması idi. Bir serçe gelerek geminin kenarına kondu. Sonra denize bir
gaga vurdu. Bunun üzerine Hızır ona : Benim ilmimle senin ilmin Allah'ın
ilminden ancak şu serçenin denizden azalttığı su kadar azaltmıştır, dedi.»
Saîd b. Cübeyr şöyle
demiş : İbni Abbâs şu âyeti okuyordu: «Önlerinde bir hükümdar vardı ki, işe
yarar geminin hepsini gasben alacaktı.»
Şu âyeti de okuyordu:
«Çocuğa gelince : O
kâfirdi.»
171- (...)
Bana Muhammed b. Abdi'1-A'Ia Eİ-Kaysî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir
b. Süleyman Et-Teymî, babasından, o da Rakabe'-den, o da Ebû İshâk'dan, o da
Saîd b. Cübeyr'den naklen rivayet etti. Saîd şöyle demiş: İbni Abbas'a : Nevf
ilmi aramağa giden Musa'nın Benî İsrail'in Musa'sı olmadığını söylüyor,
dediler.
— Sen onu işittin mi yâ Saîd! dedi.
— Evet! cevâbım verdim.
— Nevf yalan söylemiş, dedi.
172- (...)
Bize Ubey b. Ka'b rivayet etti. (Dedi ki) : Resûlüllslh (Sullallahü Aleyhi ve
Sellem)’ı şöyle buyururken işittim:
«Haluşân şu ki ; Bir
defa Musa (Aleyhisselâm) kavminin içinde oh-lara Allah'ın günlerini hatırlatıyordu.
Allah'ın günleri nimetleriyle belâlarıdır. Bir ara şöyle dedi : Yeryüzünde
benden daha hayırlı yahut daha âlim bir kimse bilmiyorum. Bunun üzerine Allah
kendisine şunu vahyetti : Ben hayrı yahut hayrın kimde olduğunu ondan daha âlâ
bilirim. Gerçekten yeryüzünde bir zat var ki, o senden daha âlimdir. Musa :
— Yâ Rabbi! Onu bana göster, dedi. Kendisine :
— Azık olarak yanına tuzlu bir balık al. O zat
senin balığı kaybedeceğin yerdedir, denildi. Müteakiben Musa ile hizmetçisini
bırakarak yürümeye devam etti. Derken balık suda harekete geçti. Su üzerine
kapanmaz oldu. Dehliz gibi olmuştu. Bunun üzerine hizmetçisi : Nebiyyullah'a
yetişip ona haber versem mi ki, dedi. Arkaağından, kendisine unutturuldu.
Kayayı geçtikleri vakit Musa hizmetçisine :
— Sabah kahvaltımızı getir. Gerçekten bu
yolculuğumuzda müşkîlâtla karşılaştık. Ama kayayı geçinceye kadar onlara güçlük
isabet etmemişti. Hizmetçisi hemen hatırladı :
— Gördün mü, kayaya geldiğimiz vakit ben balığı
unuttum. Ama onu hatırlamamı bana ancak şeytan unutturdu. Hem denizde şaşılacak
şekilde yolunu tuttu gitti, dedi. Musa :
— Aradığınızı buydu, dedi. Ve izlerini
takibederek gerisin geriye döndüler. Hizmetçisi ona balığın yerini gösterdi.
Musa :
— Bana da burası tarif olundu, dedi ve aramaya
gitti. Bir de ne görsün Hızır! Bir elbiseyle örtünmüş. Arkası üstü başının
üzerine (yahut başının ortası üzerine) yatıyor.
— Esselâmualeyküm! dedi. Bunun üzerine Hızır
yüzünden elbiseyi açtı:
— Vealeykümüsselâm! Sen kimsin?
— Ben Musa'yım!
— Hangi Musa?
— Benî İsrail'in Musa'sı!
— Seni büyük bir iş getirmiş olmalı.
— Sana öğretilen hakdan bana öğretmen için
geldim.
— Ama sen benimle beraber sabretmeye güç
yetiremezsin. İyice bilmediğin bir şeye nasıl sabredebilirsin kİ? Bir şey ki, ben
onu yapmaya memur olurum. Sen onu görürsen sabredemezsin.
— Inşaallah beni sabırlı bulacaksın! Sana hiç
bir şeyde karşı gelmem.
— O halde bana tâbi olursan; bana hiç bir şey
sorma. Tâ ki kendiliğimden sana ondan bir şey anlatıncaya kadar.
İkisi yola revan
oldular : Nihayet gemiye bindikleri vakit Hızır gemiyi yaraladı. Ûnu kasden
yaptı. Musa (Aleyhisselâm) kendisine :
— Bu gemiyi üzerindekîleri boğmak İçin mi
yaraladın gerçekten şaşacak bir iş yaptın, dedi.
— Ben sana benimle beraber sabretmeye güç
yetıremezsin demedim mi?
— Unuttuğumdan dolayı beni muaheze buyurma. Bu
işde benim başıma güçlük de çıkarma!
Yjne yürüdüler.
Nihayet oynayan bir takım çocuklara rastladılar. Hızır hemen bunlardan birinin
yanına vararak hiç düşünmeden onu Öldürdü. O anda Musa (Aleyhisselâm) yadırganacak bir şekilde ürktü.
— Masum bir nefsi kısas hakkın olmaksızın
öldürdün mü? Gerçekten yadırganacak bir şey yaptın, dedi.»
Sonra Resûlüllah tu
yerde şöyle buyurdular :
«Allah'ın rahmeti bize
ve Musa'ya olsun! Eğer acele etmeseydi şaşılacak şeyler görecekti. Lâkin ona
arkadaşından utanmak geldi. Bundan sonra sana bir şey sorarsam bir daha benimle
arkadaşlık etme. Benim tarafımdan özür derecesine vardın, dedi. Eğer sabretmiş
olsaydı şaşılacak şeyler görecekti.»
Râvi diyor ki:
Peygamber fSaUaîîahü Aleyhi ve Sellem), Peygamberlerden birini andığı vakit,
kendinden başlar:
«Allah'ın rahmeti bize
ve kardeşim filâna olsun! Allah'ın rahmeti bize olsun.» derdi.
«Sonra yürüdüler.
Nihayet alçak bir takım köy halkına vardılar. Ve bütün meclislerde dolaşarak
köy halkından yiyecek istediler. Fakat onlar kendilerini misafir etmekten
çekindiler. Derken Hızır o köyde yıkılmak üzere olan bir duvar buldu. Ve onu
doğrulttu. Musa : İsteseydin buna karşılık ücret alırdın, dedi. Hızır:
— Bu
benimle senin ayrılığımızdir, dedi ve elbisesinden tuttu. Sana
sabredemediğin şeylerin îe'vİlini haber vereceğim, dedi: Gemi denizde çalışan
bir fakım fakirlerin idi... âyetini sonuna kadar okudu. Onu zabdede-cek
hükümdar geldiği vakit delinmiş bulacak ve bırakıp gidecek.
Fakirier de onu tahta
ile tamir edecekler. Oğlan ise yaratıldığı an kâfir olarak yaratılmıştı.
Anası, babası ona karşı şefkatli idiler. Oğlan yetişmiş olsa onları azgınlık
ve küfre sevkedecekti. Bu sebeple biz onun yerine annesiyle babasına Rablerinin
ondan daha yararlı ve daha merhametli bîr evlât vermesini diledik. Duvara
gelince : Bu duvar şehirde iki yetim çocuğa ait idi. Altında...» âyeti sonuna kadar okudu.
(...) Bize
Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhamnved
b. Yûsuf haber verdi. H.
Bize Abd b. Humeyd
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah h. Musa haber verdi. Her iki
râvi İsrail'den, o da Ebû İshâk'dan naklen Teymîn'in Ebû İshâk'dan naklettiği
isnadla onun hadîsi gibi rivayette bulunmuşlar dır.
173- (...)
Bize Amru'n-Nakıd dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-yân b. Uyeyne
Amr'dan, o da Saîd b. Cübeyr'den, o da İbni Abbâs'dan, o da Übeyy b. Kâ'b'dan
naklen rivayet etti ki: Peygamber (Sallaltahü Aleyhi
ve Sellem):
«Buna karşılık ücret
alabilirdin...» âyetini okumuş.
174- (...)
Bana Harmele b. Yahya rivayet etti; (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus İbni Şihab'dan, o da Ubeydul-lah b. Abdillab b. Utbe b.
Mes'ud'dan, o da Abdullah b. Abbâs'dan naklen haber verdi ki, İbni Abbas ite
Hur b. Kays b. Ilısn El-Fezârî, Musa (Aleyhisselâm) 'in arkadaşı hakkında
münakaşa etmişler. İbni Abbâs : O Hızır'dır! demiş. Az sonra yanlarından Übey
b. Kâ'b El-Ensârî geçmiş. İbni Abbâs.onu çağırarak:
— Ey Ebû't-Tufeyl yanımıza gel! Çünkü ben ve şu
arkadaşım Mûsa'-nın görüşmek için çare sorduğu arkadaşı hakkında münakaşa
ettik. Sen ResûlüMah (Sallailahü Aleyhi ve SeLlem) 'in onun hakkında bir şey
söylediğini işittin mi? demiş. Bunun üzerine Übeyy şunu söylemiş :
— Ben Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve
Sellem)'ı şöyle buyururken İşittim ;
«Bir defa Musa, Benî
İsrail'den bir cemâatin içinde bulunuyordu. Ansızın kendisine bir adam gelerek
: Sen kendinden daha âtim bir kimse biliyor musun? diye sordu. Musa : Hayır!
diye cevab verdi. Bunun üzerine Allah Musa'ya bilâkis kulumuz Hızır {senden
daha âlimdir) diye vahy indirdi. Musa da onunla görüşmenin yolunu sordu. Allah
bunun için balığı alâmet yaptı. Musa'ya denildi ki : Balığı kaybettin mi hemen
geri dön! Ona rastlayacaksın! Artık Musa Allah'ın dilediği kadar yürüdü. Sonra
hizmetçisine :
— Sabah kahvaltımızı getir, dedi. O kahvaltıyı
istediği vakit, hizmetçisi :
— Gördün mü, kayaya vardığımızda ben balığı
unuttum. Ama onu hatırlamayı bana unutturan ancak şeytandır, dedi. Bunun
üzerine Musa hizmetçisine :
— Bizim aradığımız buydu, dedi. Hemen kendi
İzlerini takib ederek geri döndüler. Ve Hızır'ı buldular. Artık onların
halüşanlan Allah'ın kita-bmda hikaye ettiği şekilde oldu.»
Yalnız Yûnus: «Denizde
balığın izini takib ediyordu.» demiştir.
Bu hadîsi Buhârî
«İlim», «Ehâdisû'l-Enbiya», «Tevhid», «Nüzûr», «Tefsir», «İcâre» ve «Şurût»
bahislerinde; Tirmizî ile Nesâî
«Teisir»'de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Bu hadîste bahsi geçen
Musa, 'Benî İsrail'in Peygamberi Musa b. İmrân (Aleyhisselâm) 'dır. Ve Hz.
Yakub'un sülâle-sindendir. Yüzyirmi sene yaşamıştır. Yüzaltmış sene yaşadığını
söyleyenler de vardır. Bir rivayete göre tufandan binaltıyüzyirmi sene sonra
Tıh sahrasında vefat etmiştir. Bâzılarına göre Musa Mûşî'den alınmıştır. Bu
ismi kendisine veren Firavunun karısı
Âsiye binti Müzâhim'dir. Hz. Musa, Ni1 nehrinde ağaçlar arasında bir
tabutta bulunduğu için kendisine hâline göre bu isim verilmiştir. Çünkü kipti
dilinde «Mû» su demektir. «Şî» de ağaç mânâsına gelir. İki kelime yanyana
getirilerek «Muşî» olmuş. Sonra Musa denilmiştir. Bâzılarına göro Musa
Arabcadır. Ve nekre halde munsarif bir isimdir. Kisâî , gayrı munsarif olduğunu
söylemiştir.
Anlaşılıyor ki, Nevf
El-Bikâlî ismindeki zât Kehf sûresinde zikri geçen Musa 'mn Firavun‘un
sarayında büyüyen ve ona Peygamber gönderilen Musa b. İmrân olmadığını Hizır'la
görüşen bu Musa 'mn Yûsuf (Aleyhisselâmym. torunu Musa b. Mişa olduğunu
söylemiştir. İlk Musa bu zâttır. O da Peygamber olmuştur. Tevrat ehline göre
Hızır'la görüşen bu zat ise de, gerek Müslim 'in, gerekse Buhârî ve diğer
«Sünen» sahiplerinin rivayet ettikleri sahîh hadîse göre Hızır'la görüşen o
değil, Firavunun sarayında büyüyen Musa
b. îmran 'dır.
Babımızın birinci
rivayetinde bu husûsda sual soranın Saîd b. Cübeyr, cevap verenin de îbni Abbâs
olduğunu, son rivayetinde ise bu babdaki münakaşanın Hur b. Kays ile îbni
Abbâs arasında geçtiği bildirilmektedir, İhtimal ki, tbni Abbâsla Hur b. Kays'in
bu babdaki münakaşalarından sonra Saîd b. Cübeyr de aynı meseleyi îbni Abbâsa
sormuş, her ikisinden rivayet bundan ileri gelmiştir. Hz. Musa 'mn, Musa b. Mışa
olduğunu iddia eden Nevf Şl-Bikâlî, Hımyer kabilesine mensub Nevf b. Fedâle
'dir. Bu zât Ka'bul-Ahbar'm o&ullugu yâni karısının çocukudur. Bâzıları
kardeşi oğlu olduğunu söylemişlerdir. Künyesi Ebû Yezid imiş. Ebû Rûsd olduğunu
söyleyenler de vardır. Âlim, fâzıl, hakîm bir zât onu, kadılık yapmıştır. Dimesklilerin
imamı sayılır. îbni Abbâs (Radfyo^ahu anh) in onun hakkında: «Allah'ın düşmanı
va'an söylemiş» seklinde konulması onun hakikaten Allah'ın düşmanı oldu&una
inandığı için de&il, sözimü mübalâğalı bir şekilde reddetmek, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)*in hadîsine aykin düsen iddiasından ağır sözlerle
vazgeçirmek içindir. İbni Abbâs bu sözleri öfke ile söylemiştir. Ulemânın
beyânına göre: Gadap halinde söylenen sözlerin hakikatlan kastedilmez. îbni Tîn
diyor ki: «İbni Abbas, Nevfî Allah'ın velîsi olmaktan çıkarmak istememiştir.
Lâkin ulemânın kalbleri hakikatin gayrisini işittikleri zaman nefret duyar ve
bu gibi sözleri söyleyerek onu men etmek, ondan sakındırmak isterler.
Söylediklerinin hakikatini kasdetmezler.
Hızır yahut Hazır
Belya b. Melkân ismindeki zattır. Künyesi Ebû'l-Abbâs 'dır, İsminin Kely ân
yahut Ahmed olduğunu söyleyenler de vardır. Kendisine Hızr denilmesinin sebebi
sahih rivayetlere göre beyaz bir postekinin üzerine oturup bostekinin arkadan
yemyeşil olarak sallanmaya başlamasıdır. Bu postekiden murad yeryüzüdür.
Bâzılarına göre Hızr denilmesine sebep yüzünün güzelliği ve parlaklığıdır. Ulemâdan
bazıları onun Nûh (Aleyhisselâm)’ın sülâlesinden geldiğini, bir takımları da
İshak (Aleyhisselâm)'in torunlarından olduğunu
söylerler. Hattâ Musa (Aleyhisselâm)'in Firavnımn oğlu olduğunu
söyleyenler de olmuşsa da bu kavi cidden garib görülmüştür. îbni Abbâs 'dan bir
rivayete göre Hızr (Aleyhisselâm)’ın Hz. Âdem'in oğlu olduğu, eceli te'hir
edilerek Deccal'm yalancılığını meydana çıkarmcaya kadar kendisine Ömür verildiği
rivayet olunmuştur. Fakat bu hadîs de munkatı ve garibdir.
Rivayete göre Hızr
(Aleyhisselâm) Hayat Suyu denilen sudan içmiş, onun için kendisine uzun ömür
verilmiştir. Buharı Jnin bir rivayetinde bu suyun bir ağacın dibinden
kaynadığı, içine düşen her şeyin canlandığı, Hz. Musa 'nm balığına da ondan
isabet ettiği için dirildiği bildirilmektedir. Hızr (Aleyhisselâm) 'm Peygamber
mi, yoksa Velî mi olduğu ve halen yaşayıp yaşamadığı ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Peygamberliğine kal olanlar, çocuğu öldürdüğü zaman : «Ben bu
işi kendiliğimden yapmadım...» demesiyle istidlal ederler. Çünkü kendiliğinden
yapmaması onu Allah'ın emriyle öldürmüş olmasını iktiza eder. Bu da onun vahye
mazhar bir Peygamber olduğunu, hattâ Hz. Musa 'dan daha âlim bulunduğunu
gösterir. Zira velî olsa Musa (Aleyhisselâm) 'dan daha âlim olması mümkün
sayılamazdı.
Velî olduğunu iddia
edenler Hızr'a bu emrin o zamanın Peygamberi tarafından verilmiş olması
caizdir, demişlerdir.
Müfessirlerden Sa1ebî'ye
göre Hızr (Aleyhisselâm) uzun ömürlü bir Peygamberdir. İnsanların ekserisine
görünmez. Âhir zamana, yâni Kur'ân-ı Kerîm'in kaldırılmasına kadar yaşayacağı
söylenir. Yine Sa1ebi'nin beyânına gb're Hızr (Aleyhisselâm) Hz. İbrahim
zamanında yaşamıştır. Bu husustaki üç kavilden biri budur. Diğer bir kavle göre
onun zamanından az sonra dünyaya gelmiş; üçüncü kavle göre Hz. İbrahim 'den çok
zaman sonra doğmuştur.
Nevevî diyor ki:
«Cumhûr-u ulemâya göre' Hızr (Aleyhisselâm) sağdır; aramızda bulunmaktadır. Bu
cihet Safiyye ile Salah ve Marifet erbabına göre ittifak dir. Onu gördüğünü
söyleyenler ve onunla buluşarak kendisinden ilim aldığını, aralarında sualli
cevaplı muhavere geçtiğini söyleyenler, şerefli ve hayırlı yerlerde
bulunduğunu nakledenle/1 sayılmayacak kadar çok; gizlenmeyecek kadar
meşhurdur.»
Ebû Amr îbni Salah:
«Cumhûr-u ulemâ ile sulehaya göre Hızr sağdır. Avam tabakaları da bu hususta
beraberdir; onu inkâr hususunda yalnız bazı hadîs imamları şüzûz
göstermişlerdir. O bir Peygamberdir.» diyor.
Kuşeyrî ile ulemâdan
birçoklarına göre Hızr (Aleyhisselâm) Peygamber değil, yelidir. Ma'rûdi bu
hususta üç kavil olduğunu söylemiştir. Bunlardan birinciye göre Hızr
(Aleyhisselâm) Peygamber, ikinciye göre velî/üçüncüye göre melekdir. Nevevî bu
üçüncü kavlin garib ve bâtıl bir söz olduğunu söylemiştir.
Buhârî, İbrâhimi
Harbî, İbni Münâvî, îbni Cevzîve diğer bir takım ulemâ Hızr (Aleyhisselâm)'m
vefat ettiğine kânidirler.
Hz. Musa 'nın
hizmetçisinden murad Yuşab. Nûn'dur. Bu zat Yûsuf (Aleyhisselâm)'ın
sülâlesindendir. Rivayete göre Hz. Musa'nın hizmetinde bulunur, ona tabî
olurdu. Ondan ilim alırdığım söyleyenler de vardır.
Allah Teâlâ
Hazretlerinin Hz. Mûsa'yi muaheze buyurması ilmi Allah'a havale etmeyip,
kendisinin herkesten âlim olduğunu söylediği içindir. Übey (Radiyallahu anh):
«Musa, ilmine mağrur oldu. Allah da onu Hızr'dan gördüğü şeylerle muaheze
eyledi» demiştir. Ulemâ Hz. Musa ile Hızr görüşmesini Mûsa (Aleyhisselâm) için
bir tenbih, ondan sonra gelecekler için, kendilerini temize çekerek
büyüklenmesinler diye bir ta'lim kabul etmişlerdir.
Mecmaul-Bahreyn: îki
denizin toplanıp bir araya geldiği yer demektir. Bundan murad ne olduğu ulemâ
arasında ihtilaflıdır. Bunun Sebte Boğazı Basra Körfezi ile Akdeniz, hattâ
İstanbul Boğazı olduğunu söyleyenler vardır. Bu rivayetlere göre iki denizin
birleştiği yerden murad kimi Süveyş Kanalı, İstanbul Boğazı gibi bir boğaz,
kimi de bir berzah olduğu hatıra gelir. Elmalılı Muham-med Hamdi Yazır merhuma
göre hadîsdeki sahradan murad büyük bir ihtimal ile Kudüs 'deki sahradır.
Balığın oradan denize dökülen bir çaya atlayarak denize gitmiş olması pek
mümkündür. Müfessir-ler dâima iki denizin birleştiği yerden bahsetmiş, fakat
Bahreyn ismini taşıyan bir yerden söz etmemişlerdir. Halbuki Hind Okyanusu
sahilinde Basra ile Umman arasında bulunan bir kıt'anın adı da Bahreyn 'dir.
Muhamnied Hamdi Yazır bunun da üzerinde durmuştur. Ona göre daha evvel Medren'e
gitmiş olan Hz. Musa 'nın, daha sonra Bahreyn'e bir seyahat yapmış olması
ihtimalden uzak değildir.Bahreyn 'den muradın biri acı, biri tatlı iki büyük su
olduğunu söyleyenler de vardır. Ki bu takdirde iki deryanın toplandığı yerden
murad bir nehirle denizin birleştiği yer olur.
Hz. Mûsa'ya Hızr
(Aleyhisselâm) burada yâni iki deryanın birleştiği yerde bulacağı bildirilmiş.
Balığı kaybetmesi Hızr (Aleyhisselâm)'ı bulmasına alâmet olarak gösterilmiştir.
Hızr (Aleyhisselâm) ile buluştuktan sonra gemiye ikisinin bindiğinden bahsedildiğine
göre, hizmetçiyi karada bıraktıkları hatıra geliyorsa da onu da yanlarından
bırakmamışlardır. Ondan bahsedilmemesi maksadda dâhil olmadığı piçindir. Çünkü
maksad Hz. İsâ ile Hızr'in buluşmaları ve Hızr (Aleyhisselâm) 'm Hz. Musa 'dan
daha âlim olduğunu göstermektir,
Hızr (Aleyhisselâm)
'in Hz. Musa 'dan âlim olması mutlak surette değil, kendinin de beyân ettiği
vecihle bir hususa dâir bilgilerdedir. Yâni gaibe ait bilgilerde Hızr, Mûsâ'dan;
şeriata ait bilgilerde Musa (Aleyhisselâm) Hızr'dan daha âlimdir. Şöyle de
denilebilir; Bütün Peygamberlerin bilmesi lâzım gelen umumî bilgilerde Hz. Musa
'nın ilmi daha geniş, Peygamberlerin bilmedikleri gaibe ve kadere ait hususî
bilgilerde Hızr daha âlimdir.
Ulemânın beyânına göre
Hızr (Aleyhisselâm)'in öldürdüğü çocuk henüz sabi olup bulûğa ermemişti.
Cumhurun kavli bu olmakla beraber bir taifeye göre çocuk bulûğa ermiş, fakat
fâsıt amellerle meşgul oluyordu. Çünkü hadîsde kısasdan bahsedilmektedir.
Çocuk âkil baliğ olmasa kısasdan bahsedilemezdi. Zîra sabiden dolayı kısas
yoktur. Bir de İbni Abbâs'in kıraatine göre çocuk kâfir idi. Maamafih bunlara
cevab verilmiş : Hadîsden murad çocuğu haksız yere öldürdüğüne tenbihdir. Bir
de o kavmin şeriatına göre ihtimal ki sabî için de kısas lâzım gelirdi. Ibni
Abbâs Hazretlerinin okuduğu âyetse şâzzdır. Onunla amel vâcib olmaz,
denilmiştir.
Hızr 'la Musa
(Aleyhisselâm)'m beraberce vardıkları karye İbni Abbâs'a göre Antakya 'dır. İbni
Şîrîn bunun Eyle olduğunu söylemiştir.
Hızr (Aleyhisselâm)'m
denizden gagasıyle sular alan kuşu göstererek : «Benimle senin ilmin Allah'ın
ilminden ancak şu serçenin denizden azalttığı su kadardır.» sözünden murad
zahiri mânâsı değildir. Burada onun mânâsı: Allah'ın ilmine nisbetle senin ve
benim ilmim şu kuşun gagasmdaki suyun denize nisbeti gibidir. Yâni son derece
azdır, demektir.
1- İbni
Battal ilim hususunda her iki tarafından hak peşinde olmaları şartiyle
münakaşa ve mücadele etmenin caiz olduğunu söylemiştir.
2- Münakaşa
esnasında İlim ehlinin sözünü kabul etmek gerekir.
3- Âlimin
bildiği ile yetinmeyip daha fazla şeyler öğrenmeye çalışması icab eder.
Nitekim Hz. Musa öyle yapmıştır.
4- Sefer
için yiyecek hazırlayıp beraberinde götürmek caizdir. Bu husûsda sofiyye
muhalefet etmiştir.
5- Âlim bir
zâta, ondan daha aşağı mertebede bulunan bir kimsenin hizmet ederek ihtiyacını
karşılaması caizdir,
6- İlim
tahsili için karada ve denizde seyahat caizdir.
7- Haber-i
Vâhid makbuldür.
8- Evliyanın
kerameti haktır.
9- İcabında
başkasından yiyecek istemek caizdir.
10- İcâre
yâni kiraya verme caizdir.
11-
Sahibinin rızasıyla deniz ve kara vâsıtalarıyle benzerlerine ücretsiz binmek
caizdir.
12- Hilafı
anlaşılıncaya kadar zahirle' hükmetmek caizdir.
13- Ehveni
şerreyn irtikab olunur. Nitekim Hızr (Aleyhisselâm) bütün geminin
gasbedilmesini önlemek için gemiyi yaralamıştır.
14- Hikmeti
anlaşılsın anlaşılmasın şeriatın getirdiği her şeyi kabul ve teslim vâcibdir.
Bu büyük bir kaidedir.
15- Hadîs-i
şerif Hızr (Aleyhisselâm)'m
peygamberliğine kail olanlara delildir.
16- Musa
(Aleyhisselâm) Hızr kıssası Benî îsrâi1'in Tih sahrasında bulundukları yıllara
rastlar. Hızr'la mülakatından sonra Hz. Musa yine oraya dönmüştür. Maamafih bu
vak'anm Mısır 'dan çıkmazdan önce olduğunu söyleyenler de vardır.
[1] Sûre.
[2] Sûre.
[3] Sûre.
[4] Sûre-i Duhâ.
[5] Sûre
[6] Hz. Enes'in künyesi Ebû Hamza'dır.
[7] Medine'nin bir adı Tâbe'dir
[8] Kaacî lyâz ; Buradaki abd kelimesinin hata olduğunu söylemiştir. Doğrusu Beni Hâris'dir
[9] Nu'man'dan rivayet eden Ebû Hâzim'dir. Yâni bir defa
Sehl'den. bir defa da Nu'man'dan rivayet etmiştir.
[10] Üvey babası
[11] İbn-I Hâman'ın rivayetin de bunun yerine Muhammed b. Hatim konulmuştur
[12] Sûre-i Muhammed, Âyet : 19.
[13] Sûre-i Nisa, Âyet:
75
[14] Süre-i Maide,
Âyet: 101
[15] Sûre-i Ahzab, Âyet:
57
[16] Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet: 36
[17] Sûre-İ Ahzab, Âyet: 69