45- İYİLİK, SİLE VE ÂDÂB BAHSİ
1- Anneye, Babaya İyilik ve
Onların Buna En Haklı Layık Babı
2- Anneye-Babaya Taatın Nafile Namaz Vesaireden İleri Tutulması Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :
4- Baba, Anne ve Benzerlerinin Dostlarına Sile Yapmanın Fazileti Babı
5- İyilik ve Günahın Tefsiri Babı
6- Sıle-i Rahmin Lüzumu, Kati Rahimin Haram Kılınması Babı
7- Birbirine Hasedlik Çekmenin, Düşmanlık Etmenin ve Sırt Çevirmenin
Haram Kılınması Babı
8- Şer'i Bir Özür Yokken Üç Geceden Fazla Dargınlığın Haram Kılınması
Babı
9- Sü-i Zan, Tecessüs, Münafese, Müşteri Kızıştırma ve Benzerlerinin Haram Kılınması Babı
10- Müslümana Zulüm ve Tahkir Terzil Etmenin, Kanının, Irzının ve Malının
Haram Kılınması Babı
11- Düşmanlığın ve Birbirini Terketmenin Nehyi Babı
12- Allah İçin Sevmenin Fazileti Hakkında Bir Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
13- Hasta Dolaşmanın Fazileti Babı
15- Zulmün Haram Kılınması Babı
16- Zalim Veya Mazlum Her Din Kardeşine Yardım Babı
19- Af ve Tevazuun Müstehab Oluşu Babı
20- Gıybetin Haram Kılınması Babı
21- Allah Teala'nın Dünyada Kusurunu Gizlediği Kimsenin, Âhirette De
Gizleyeceğini Müjdeleme Babı
22- Fuhuşundan Korkulan Kimseye Yumuşak Davranma Babı
23- Yumuşak Davranmanın Fazileti
Babı
24- Hayvanlara ve Başkalalarına Lanetin Yasak Edilmesi Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
26- İkiyüzlüyü Zem ve Bu Yaptığının Haram Kılınması Babı:
27- Yalanın Haram Kılınması ve Mubah Olanını Beyan Babnı
28- Koğuculuğun Haram Kılınması Babı
29- Yalanın Çirkinliği, Doğruluğun Güzelliği ve Fazileti Babı
30- Kızgınlık Ânında Kendini Tutan Kimsenin Fazileti ve Kızgınlığın Ne
İle Giderileceği Babı
31- İnsanın Kendine Malik Olamıyacak
Şekilde Yaratılmış Olması Babı.
32- Yüze Vurmanın Yasak Edilmesi Babı
33- İnsanlara Haksız Yere Azab Eden Kimseye Şiddetli Tehdid Babı
35- Bir Müslümana Silahla İşaret Etmekten Nehyolunması Babı
36- Yoldan Eziyet Veren Şeyleri Gidermenin Fazileti Babı
37- Kedi ve Emsali Eziyet Vermeyen Hayvanların Tazib Edilmesinin Haram
Kılınması Babı
38- Kibirlenmenin Haram Kılınması Babı
39- İnsana Allah Teala'nın Rahmetinden Ümid Kestirmenin Yasaklanması Babı
40- Zayıflarla Düşkünlerin Fazileti Babı
41- İnsanlar Helak Oldu, Demenin Yasaklanması Babı
42- Komşuyu ve Ona İyilik Yapmayı Vasiyet Babı
43- Karşılaşma Anında Güleryüz Göstermenin Müstehab Oluşu Babı
44- Haram Olmayan Hususda Şefaatin Müstehab Kılınması Babı
45- İyi Kimselerle Düşüp Kalmanın ve Kötü Arkadaşlardan Kaçınmanın
Müstehab Oluşu Babı
Hadis-i Şerif'den Şu Hükümler Çıkarılmıştır:
46- Kızlara İyi Muamelede Bulunmanın Fazileti Babı
47- Çocuğu Ölüp de Bundan Sevab Bekleyenin Fazileti Babı
Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:
48- Allah Bir Kulu Sevdiği Vakit, Onu Kullarına da Sevdirmesi Babı
49- Ruhların Toplu Cemaatlar Oluşu Babı
50- «Kişi Sevdiğiyle Beraberdir»
Hadisi Babı
51- Salih Kimse Madh-ü Sena Edilirse, Bu Ona Bir Müjde Olacağı ve Bir
Zarar Vermeyeceği Babı
1- (2548)
Bİze Kuteybe b. Saîd b. Cemil b. Tarifes-Sakafî ile Zü-heyr b. Harb rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Cerîr, Umara b. Ka'kaâ'-dan, o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş : Bir adam Resûlüllah
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek :
— Benim güzel sohbet etmeme insanların en lâyık
olanı kimdir? diye sordu.
«Annendir!» buyurdular.
— Sonra kimdir? dedi. «Sonra annendir!»
buyurdu.
— Sonra kimdir? dedi.
«Sonra annendir!» buyurdu.
— Sonra kimdir? dedi. «Sonra babandır!»
buyurdu,
Kuteybe'nin hadîsinde
: «Benim güzel sohbet etmeme en lâyık kimdir?» cümlesi vardır. İnsanları
anmamıştır.
2- (...)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' El-Hemdânî rivayet etti, (Dedi ki) : Biae tbni
Fudayl babasından, o da Umara b. Ka'kaâ'dan, o da Ebû ZtirVdan, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Bir adam:
— Yâ Resûlallah! Benim
gü*el sohbet etmeme en lâyık kimdir? diye sordu,
«Annen, sonra annen,
sonra annen, sonra babandırl Sonra sana en yakın, en yakın olanlardır!»
buyurdular.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize mâra ile İbnü Şübrüme'den,
onlar da Ebû ZiirVdan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre :
Eir adam Peygamber (SallallahüAleyhiveSellem)Je geldi diyerek Cerîr'in hadîsi
gibi rivayet etmiş. Şunu da ziyâde eylemiştir : «Bunun üzerine :
«Evet! Baba hakkı için
sana mutlaka haber verilecektir!» buyurdular.»
4- (...)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şebâbe rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Muhammed b. Talha rivayet etti. H.
Bana Ahmed b. Hiraş da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habban rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb
rivayet etti. Her iki râvi İbni Şübrü-me'ilen bu isnadla rivayette
bulunmuşlardır.
Vüheyb'in hadîsinde :
«Kime iyilik edeyim.» Muhammed b. Talha'nın hadîsinde ise : «Tarafımdan güzel
sohbet edilmeye insanların hangisi en lâyıktır.» cümleleri vardır. Sonra râvi
Cerîr'in hadîsi gibi nakletmİştir.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-Edeb»'de; İbnü Mâce «Ki-tâbu'l-Vasâyâ»'da tahric etmişlerdir,
Hadîsdeki sahabeden
murad; sohbet yâni bir kimsenin hizmetinde bulunmaktır.
Bâzıları Peygamber
(Sallailahu Aleyhi veSeltem) 'e gelen adamın Mu-âviye b. Hayyide olduğunu
söylemişler. «Çünkü Buhârî (El-Edebü'l-Müfred) adlı eserinde onun hadîsini
rivayet etmiştir.» demişlerse de, Aynî bu babda birçok hadîsler vârid olduğunu,
hepsinin buradaki rivayete benzediğini, binâenaleyh gelenin Muâviye olduğu tayin
edilemiyeceğini söylemiştir.
Hadîs-i şerîf akrabaya
iyilikte bulunmaya teşvik etmekte, bunların başında annenin geldiğini, sonra
baba ve derecelerine göre diğer yakınların onu takip ettiğini bildirmektedir.
Ulemâ bunun sebebini şöyle izah ederler : Annenin başta gelmesi; çocuğu uğrunda
birçok meşakkatlere katlanmasından, onu doğururken, emzirirken ve terbiye
ederken pek çok yorulmasındandır. «Elmirkat» nâm eserde şöyle deniliyor:
«Kur'ân-ı Kerîm» 'de : Annesi onu meşakkatle taşımış, meşakkatle doğurmuştur.
Onun ana karnında bulunmasıyle sütten ayrılması müddeti otuz aydır,
bu-yurularak annenin bu üç hakkına işaret olunmuştur. Yâni; üç şey mukabilinde
üç şey anneye mahsusdur ki, bunlar da; hamilelik çilesi, doğurma meşakkati ve
emzirme mihnetidir. Bundan dolayı Peygamber (Sallailahu Aleyhi ve SeUem) anneye
hizmeti üç defa tekrar etmiştir. Muhasibi iyilik ve hizmet hususunda annenin,
babadan önce geldiğine ulemânın ic-mâını nakletmİştir. Fakat Kaadî Iyâz'm
beyânına göre bu babda ulemâ arasında hilaf vardır. Cumhur annenin üstünlüğüne
kail olmuş, bazıları iyilik ve hizmet babında anne ile babanın müsavi derecede
hak sahibi olduklarını söylemişlerdir. Bu kavil İmam Mâlik'e de nisbet
edilmiştir. Fakat Nevevî bu sarih hadisler karşısında doğrunun birinci kavil
olduğunu söylemektedir. Kaadî Iyâz diyor ki: «İyilik hususunda anne ile babanın
haklarının başkalarından daha kuvvetli oldu-
ğuna ulemâ ittifak etmişlerdir.
Bazıları Peygamber (Sallailahu Aleyhi ve Sellem)in:
«Sonra en yakının! En
yakının!» buyurmasına bakarak dedelerle kardeşler arasında tereddüt
göstermişlerdir...»
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Evet! Baban hakkı
için...» sözünden yeminin hakikati kastedilme-miştir. Bu kelime sözü
perçinlemek için dile gelivermiştir.
Nitekim evvelce de
görmüştük.
5- (2549)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. (Dediler kî) :
Bize Vekî', Süfyân'dan, o da Habîb'den naklen rivayet etti, H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya (yâni İbnü Saîd El-Kattân)
Süfyân ile Şu'be'den rivayet etti. (Demişler ki) : Bize Habîb, Ebû'l-Abbâs'dan,
o da Abdullah b. Amr'dan naklen rivayet etti.
(Şöyle demiş) :
Bir adam Peygamber
(Sallallahü A leyhı've Sellem)'e cİhâd için izin istemeye geldi. Bunun üzerine
(ona) :
«Ebeveynin sağ
mı?» diye sordu. Adam:
— Evet! dedi.
«O halde onlar
hakkında cthâd eî!» buyurdular.
(...) Bize
Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Şu'be, Habib'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben Ebû'l-Abbâs'dan
dinledim. (Dedi ki) : Ben Abdullah b. Amr b. Âs'ı şöyle derkçn işittim :
Bir adam Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'ç geldi...
Râvi yukarıki hadîsin
mislini anlatmıştır.
Müslim der ki : «Ebû'l-Abbâs'm ismi, Sâib b. Ferrûh
El-Mekkî'dir.»
6- (...)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tbnü Bişr Mis'ar'dan naklen
haber verdi. H.
Bana Muhammed b. Hatim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâviye b. Amr, Ebû İshâk'dan rivayet etti.
H.
Bana Kaasim b.
Zekeriyyâ dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyn b. Aliy El-Cu'fî Zâide'den
rivayet etti. Her iki râvi A'meş'den ve hepsi Habîb'den bu isnadla bu hadîsin
mislini rivayet etmişlerdir,
(...) Bize
Saîd b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Amr b. Haris, Yezîd b. Ebî Habîb'den naklen haber verdi. Ona
da Ümmü Seleme'nin âzâdlısı Nâim rivayet etmiş ki, Abdullah b. Amr b. Âs şunu
söylemiş :
Nebiyyullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e fcir adam gelerek:
— Sana hicret ve cihâd şartı ile bey'at
ediyorum. Ecri Allah'dan dilerim; dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Annenle babandan sağ
biri var mı?» diye sordu. Adam :
— Evet! Hattâ ikisi de! cevâbını verdi.
«Allah'dan ecir diler misîn?» dedi. Adam:
— Evet! cevâbını verdi,
«O halde hemen annenle
babana don! Ve onlara güzel sohbette bulun!» buyurdular,
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'l-Cihâd» ile «Kitâbü'l-Edeb»'de; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî de
«Kitâbü'l-Cihâd»'da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Peygamber (SaMlahü
Aleyhi ve Sellemj'e gelen zâtın Câhime b. Abbâs b. Mirdâs olması muhtemel
görülmüştür.' Çünkü bir hadîsde bu zât :
«Ben cihâd
hakkında istişare için
Peygamber (SallalSahü Aleyhi ve Sellem)e
geldim de (bana) :
«Validen var mı?» diye
sordu. Evet! dedim
«Git de ona ikram et!»
Zira cennet onun
ayaklarının att;ndad;ri» demiştir.
Bu husûsda daha başka
hadîsler de vardır. «Öyle ise onlar hakkında
mücahede et!» sözünden
zahirî mânâ kastedümemiştir. Çünkü cihâdın zahiri mânâsı başkasına zarar
vermeyi tazamrnun eder. Burada maksad cihâdın külfetidir. ki o da rnal
sarfetmek ve bedenen yorulmaktır. Binâenaleyh hadîsin mânâsı. Anne ve babanı
razı etmek için malını sarfet ve bedenini yor, demek olur. Hadîs-i şerif,
anneye-babaya itaatin şiddetle lüzumuna, haklarının büyüklüğüne, onlara
itâattan dolayı kazanılacak sevabın
çokluğuna delildir. Ulemâdan
bazıları bu hadîsle
istidlal ederek ana-baba hakkının
cihâddan daha üstün olduğunu... Her ikisi veya birisi müslüman olduğu
takd'irde, onlardan izinsiz cihâda
gitmenin caiz olmadığını söylemişlerdir. Müşrik olurlarsa izinleri şart
değildir. Ancak düşman müslürnanların karşısına gelir de, onunla çarpışmak
zaruret hâlini ahrsa, onlardan izinsiz cihâd etmek caiz olur.
Anneye-babaya isyanın
büyük günahlardan sayıldığını iman bahsinde görmüştük.
7- (2550)
Bize Şeyban b. Ferruh rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Süleyman b. Muğîra
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd b. Hilâl, Ebû Râfi'den, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, şöyle demiş : Cü-reyc bir manastırda ibâdet
ediyordu. Derken annesi geldi.
Humeyd demiş ki:
Resûlüllah (Salîaliahü Aleyhi ve Seîiem)'ın annesi onu çağırdığı vakit, elini
nasıl kaşının üstüne koyduğunu, sonra başını ona kaldırarak çağırdığını tavsif
buyurmasını Ebû Hüreyre'nin nasıl gösterdiğini bize Ebû Râfi' tavsif etti.
Annesi şöyle demiş :
— Yâ Cüreyc! Ben senin annenim, tenimle konuş!
Annesi ona namaz kılarken tesadüf etmiş. Cüreyc :
— Allahım! Biri annem, biri namazım! demiş ve
namazını tercih etmiş. Bunun üzerine annesi dö'nmüş. Sonra ikinci defa tekrar
gelerek:
— Yâ Cüreyc! Ben senin annenim. Binâenaleyh
benimle konuş! demiş. Cüreyc:
— Allahım!
Biri annem, biri namazım! demiş
ve (yine) namazını
tercih etmiş. Annesi
de:
— Allahım!
Şüphesiz bu Cüreyc'dir. O benim
oğlumdur. Kendisiyle konuştum, fakat o benimle konuşmayı kabul etmedi. Allahım!
Ona fahişeleri göstermedikçe canını alma!
demiş.
Humeyd : Annesi onun
fahişe fitnesine düşmesi için duâ etseydi, bu fitneye düşerdi, demiş. (Ve
sözüne devamla...) Şunları söylemiş: Bir koyun çobanı onun manastırına
sığınırmış. Derken köyden bir kadın çıkmış ve onunla çoban zina etmiş. Kadın
hâmile kalmış. Ve bir oğlan doğurmuş. Kendisine :
— Bu ne?
demişler.
— Şu manastırın sâlıibindendir, demiş. Bunun
üzerine köylüler bal-talarıyle, bel kürekleriyle gelmişler ve Cüreyc'e
seslenmişler. Fakat onu namaz kılarken bulmuşlar. Bu sebeple onlarla
konuşmamış. Manastırını yıkmağa başlamışlar. Bunu görünce yanlarına inmiş.
Kendisine :
— Şu kadına sor! demişler. O da gülümsemiş.
Sonra bebeğin başını sıvazlayarak :
— Senin baban kim? demiş. Bebek :
— Benim babam koyun çobanıdır!., demiş. Köylüler çocuktan tunu
işitince (Cüreyc'e) :
— Senin manastırından yıktığımız yeri altın ve
gümüşle bina edelim, demişler. O:
— Hayır! Lâkin siz onu eskisi gibi toprakla
yapın! demiş. Sonra manastıra çıkmış.
8- (...)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Harun rivayet etti.
(Dedi ki) ; Bize Cerîr b. Hâzİm haber verdi. (Dedi ki) : Bize Muhammed b.
Şîrîn, Ebû Hüreyı-e'den, o da Peygamber (SallaHahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen
rivayet etti. Şöyle buyurmuş:
«Beşikte yalnsz üç
kişi konuşmuştur : Biri Meryem'in oğlu Uâ, diğeri Cüreyc'in arkadaşı. Cüreyc
âbid bir adamdı. Bîr manastır yaptırdı. Onun içinde yaşıyordu. Derken annesi
geldi, Cüreyc namaz kılıyordu. Ve :
— Yâ Cüreyc! dedi. Cüreyc :
— Yâ Rabbi! Annem ve namazım! Dedi. Ve namazına
yöneldi. Annesi gitti. Ertesi gün olunca ona tekrar geldi. Cüreyc namaz
kılıyordu :
— Yâ Cüreyc! diye seslendi. Cüreyc :
— Yâ Rabbi! Annem ve namazım! dedi. Ve yine
namazına yöneldi. Annesi gitti. Ertesi gün olunca tekrar geldi. Cüreyc namaz
kihyordu.
— Yâ Cüreyc! diye seslendi. Cüreyc :
— Ey Rabbîm! Annem ve namazım! dedi. Ve yine
namazına yöneldi. Annesi :
— Allâhım! Fahişelerin yüzünü görmedikçe, bunun
canını alma! diye dua etti. Derken Benî israil Cüreyc'i ve ibadetini müzâkere
ettiler. Fahişe bir kadın vardı. Ki
güzelliği dillere destan olmuştu. (Bu kadın) :
__ İsterseniz
sizin için onu fitneye düşürüvereyim, dedi. Ve
ona sataştı. Fakat Cüreyc
kendisine iltifat göstermedi. Müteakiben kadın Cüreyc'in manastırında mekân
tutan bir çobana geldi. Ve ona kendisiyle zina imkânını verdi. O da onunla
zina etti. Kadın hâmile kaldı. Doğurduğu vakit :
— Bu çocuk Cüreyc'dendir! dedi. (Köylüler)
Cüreyc'e gelerek onu aşağı indirdiler. Ve manastırını yıktılar. Kendisini de
dövmeye başladılar. Bunun üzerine Cüreyc :
— Size ne oluyor? dedi.
__ Bu fahişe ile zina
ettin ve senden çocuk doğurdu, dediler. Cüreyc :
__ Çocuk nerede? diye
sordu. Hemen onu getirdiler. Cüreyc :
— Beni bırakın da namaz kılayım! dedi. Ve namaz
kıldı. Namazdan çıktıktan sonra çocuğa gelerek onun karntna dokundu ve :
— Ey çocuk! Senin baban kimdir? dedi. Çocuk :
— Filân
çobandır, cevâbını verdi.
Bunun üzerine köylüler Cüreyc'e yöneldiler. Onu öpüyor ve
sıvazlıyorlardı.
— Sana
manastırını altından yapalım,
dediler. O :
— Hayır! Onu eskisi gibi çamurdan yapın,
dedi. Onlar da yaptilai'. Üçüncüsü : Bir
zamanlar bir çocuk annesini emiyordu.
(Oradan) Şahlanmış bir ata binmiş, kılık kıyafeti güzel bir adam geçti.
Çocuğun annesi :
— Allah'ım!
Oğlumu bunun gibi yap!
diye duâ etti.
Çocuk hemen memeyi b:raktj. Ve
adama doğru dönerek ona baktı da :
— Allahım! Beni
bunun gibi yapma! dedi. Sonra
memesine dönerek emmeye başladı.
Ebû Hüreyre : Ben
Resûlüllalı (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) 'in şehadet parmağı ağzında ve onu
emmeye başlayarak çocuğun nasıl emdiğini anlatmasını hâlâ görür gibiyim, demiş.
Buyurmuşlar ki:
(Sonra) Oradan bir câriye geçirdiler. Sahipleri
onu dövüyor ve : Sen zina ettin! Çaldın! diyorlardı. Câriye ise :
— Bana Allah yeter! O ne güzel vekildir,
diyordu. Çocuğun annesi : Allah'ım! Oğlumu bu câriye gibi yapma! diye duâ ettî.
Çocuk hemen emmeyi bıraktı ve cariyeye bakarak :
— Allah'ım! Beni bu câriye gibi yap! dedi.
Artık burada konuşmaya
başladtlar. Anne dedi ki :
— Boğazı tıkanasi! Güzel
kıyafeti! bir adam geçti.
Ben : Allah'ım! Oğlumu bunun gibi yap! dedim. Sen : Allah'ım! Beni bunun
gibi yapma! dedin. Bu cariyeyi döverek ve : Sen zina ettin! Çaldın! diyerek
yanımızdan geçirdiler. Ben : Allah'ün! Oğlumu bunun gibi yapma! diye duâ ettim.
Sen : Allah'ım! Beni bunun gibi yap! dedin.
Çocuk şu karşılığı
verdi :
— O adam bir zâlim
idi. Bundan dolayı : Allah'ım! Beni onun gibi yapma! dedim. Bu cariyeye ise :
Sen zina ettin! diyorlar. Halbuki zina ermemiştir. Çaluın! diyorlar. Halbuki
çalmamtşiır. Bu sebeple : Allah'ım! Bern bunun gibi yap! dedim.
Bu hadisi Buharı
«Ehâdîsül-Enuiya» bahsinde lahric etmiştir.
Kurtutaî : «Beşikte
konuşanların üçe inhisar ettirilmesinde nazar ve teemmül vardır.» demişse de
Aynî , Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve SeUemi'in hadîsine karşı bu süzün edebe
aykırı düştüğünü belb-lorek şunları söylemiştir: «llesaiülîah fSaUallahü Aleyhi
ve Seliem) bunu beşikte konuşanların üçten ziyâde olduğunu bilmezden önce
söylemiştir. O kendisine gelen vahye istinad ederek üç kişinin beşikte
konuştuğunu lyı-ber vermiştir. Yoksa beşikte konuşan çocukların sayısı
yedidir.» Yûsuf (Aleyhisselam) 'a şâhidlik eden çocuk, Fir'avn'm ateşe atmak
istediği kadının çocuğu, Yahya (Aleyhisselam)
v.s. bunlar meyâmndadır.
Savmea ve Deyr :
Şehirlerden uzakta hıristiyan papazlarının ibâdet için çekildikleri manastır ve
kiliselerdir.
Burada şöyle bir sual
hatıra gelebilir. Namazda konuşmak namazı bozduğu halde Cüreyc
neden namazda konuşmuştur?
Cevab: Hâdise Benî
İsrail zamanında geçmiştir. Onların şeriatında namazda konuşmak mubah idi.
Nitekim İslâmiyetin ilk zamanlarında müslümanlara da mubahtı. Sonra bu hüküm
neshedilrniştir. Maa-maiih Cüreyc 'in konuşmasını kelâmı nefsiye hamledenler de
olmuştur. Yâni; hakîkaten konuşmuş değil, içinden geçirmiştir.
Görülüyor ki : Cüreyc
iki şeyden birini tercih etmek mecburiyetinde kalmıştır. Yâ annesine cevab
verecek, ya namazına devam edecektir. O namaza devamı tercih etmiş, fakat
Allah Teâlâ annesinin duasını kabul buyurarak Cüreyc 'i bir fahişe ile karşı
karşıya getirmiştir. Ulemâ diyorlar ki : «Bu hal Cüreyc'in annesine cevâb
vermesinin daha doğru olduğuna delildir. Çünkü kıldığı namaz nafile idi.
Annesine itaat ederek cevab vermesi ise vâcİb idi. Anneye âsî olmak haramdır.
Namazını hafif tutarak çabuk bitirmesi annesine cevab verdikten sonra tekrar
kılması da mümkündü. İhtimal ki, annesinin kendisini ibadethanesinden ayrıhp
dünyaya müteallik işlere davet edeceğinden çekinmiştir.»
Çocuğa : «Senin baban
kimdir?» denilmesi iki vecİhle izah olunur :
1- İslâm
dininde zinadan neseb sabit olmazsa da, ihtimal Benî Isrâi1'in şeriatında bu caizdi.
2-
Burada zina eden
kimseye mecazen baba
denilmiştir. Çocuğun cariyeye
bakarak: «Allahım! Iîeııi bunun gibi yap! demesi... Günahı olmayan bu câriye
gibi, beni de günahlardan salim kıl.» manasınadır.
1- Anne-baba
hakkı büyüktür. Annenin hakkı babanınkinden daha kuvvetli ve duası müstecabdır.
2- Yapılacak
vazifeler birbirine zıt düştüğü vakit en mühim olanından işe başlanır.
3- Allah
Teâlâ musibetlerle imtihan ettiği veli
kullarına ekseriya
kurtuluş yolu
halkeder.
4- Evliyanın
kerameti haktır. Ehl-i sünnetin mezhebi budur. Dalâlet fırkalarından Mu'tezile
keramete inanmazlar. Velinin istediği zaman keramet gösterip gösterememesi
ulemâ arasında ihtilaflıdır.
5- Büyük
günah işleyen kimse için hürmet yoktur.
9- (2551)
Bize Şeybân b. Ferruh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne, Süheyl'den, o
da babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SaHallahU Aleyhi ve
Sellem)'den naklen rivayet etti:
«Burnu yere sürünsün!
Sonra burnu yere sürünsün! Sonra burnu yere sürünsün!» buyurmuşlar.
— Kimin yâ Resûlallah?
diye sorulmuş.
«İhtiyarlığı anında
annesi ile babasından birine yahut her ikisine yetişip de, onlar sebebiyle
cennete giremeyenini» buyurmuşlar.
10- (...)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Süheyl'den, o da
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Burnu yere sürünsün!
Sonra burnu yere sürünsün! Sonra burnu yere sürünsün!» buyurdular.
— Kimin yâ
Kesûlallalı? denildi.
«ihtiyarlığı anında
annesi ile babasından birine yahuî her ikisine ye-tişîp de, sonra cennete
giremeyenin!» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Mahled, Süleyman
b. Bilâl'dcn naklen rivayet elti. (Demiş ki) : Bana Süheyl, babasından, o da
Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (SaüallahÜ
Aleyhi ve Sellem) üç defa:
«Burnu yere sürünsün!»
buyurdular.
Sonra râvi yukarki
hadîsin mislini rivayet etmiştir.
«Rağime eııfü» tâbiri
asıl itibariyle burnu toprağa sürtündü mânâsına gelirse de, burada ondan murad
zelil ve hakîr oldu, demektir. Bazıları kötü ve kepaze oldu mânâsına geldiğini
söylemişlerdir. Hadîs-i şerif anaya, babaya itâata teşvik etmekte ve bunun
sevabının büyük olduğunu bildirmektedir. Anneye, babaya bilhassa
ihtiyarladıkları zaman nafakalarını vermek ve hizmetlerinde bulunmak gibi
İtâatlar cennete girmeye sebepdîr. Bu hususda kusur eden, o nimete nail
olamıyacaktır. İşte burnu yere sürünsün tâbirinin mânâsı budur.
11- (2552)
Bana Ebû't-Tahîr Ahmcd b. Amr b. Şerh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah
b. Vehh haber verdi. (Dedi ki) : Hana Saîd b. Ebî Eyyûb, Vclid b.
EM'l-Velid'den, o da Abdullah b. Dinar'dan, o da Abdullah b. Ömer'den naklen
haber verdi kî, Bedevilerden bir adam, kendisine Mekke yolunda rastlamış.
Abdullah una sılam vermiş ve kendisini binmekte olduğu bir eşeğe bindirmiş.
Basında bulunan bir sarigi da ona vermiş, İbnü Dinar demiş ki: Biz kendisine :
— Allah hay fim
versin! Bunlar bedevilerdir; tunlar aza da razı olur-lar, dedik. Bunun üzerine
Abdullah sunu söyledi:
__ Bunun bahası
Ömer b. Hattab'm
dostu idi. Hakikaten
ben Resûlüllah (Salîalluhü Aleyhi ve Sellem. 'i :
«Şüphesiz ki, iyiliğin
en iyisi, evlâdın baba dostlarını sıiede bulunmasıdır.» buyururken işittim.
12- (...) "Bana
Ebû't-Tâhir rivayet etti. (Dodi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana îlayve b, Şureyh, İhnü'l-Hâd'dan, o da Abdullah b. Dinar'dan, o da
Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi ki : Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem):
«İyiliğin en iyisi,
kişinin baba dostuna sslede bulunmasıdır.» buyurdular.
13- (...)
Bize Hasen b. Ali El-Hulvânî rKâyet etti. (Dedi ki) : B.ze Y,'kub b ibrahim b.
Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babamla Leys b SVd hep birden Yezid b.
Abdillah b. Usfime b. Hâd'dan, o da Abdullah b. Dinar'dan, o da İbni Ömer'den
naklen rivayet etti ki, kendisinin Vır eşeği varmış. Mekke'ye çıktığında deveye
binmekten bıktığı zaman onun üzerinde rahatlanırım*;. Bir de başına sardığı
sarığı varmış. Bir gün bu eşeğin üzerinde iken aniden yanından bir bedevi
geçmiş. Abdullah (ona) :
— Sen
filân oğlu filânın oğlu
değil misin? diye sormuş. Bedevi :
— Evet!
cevâbını vermiş. Abdullah hemen
eşeği ona vermiş. Ve :
— Buna
bin! demiş. Sarığı
dahi vererek :
— Bunu basma
sar! demiş. Bunun üzerine
arkadaşlarından biri Abdullah'a :
— Allah sana mağfiret buyursun. Bu bedeviye
üzerinde rahatlandığın bir eşek verdin. Bİr de sarık verdin ki, onu kendi
başına sarıyordun, demiş. Abdullah ;
— Ben
Resûlüllah (SaUatlahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Kişinin babası
öldükten sonra baba dosîlanna s:!ede bulunması, iyiliğin en iyisİndendir.»
buyururken işittim. Bunun babası da Ömer'in dostu idi, demiş.
Bu hadîs-i şerif baba
dostlarına şilede bulunmanın faziletine delildir.
Şilede bulunmaktan
murad; onların ziyaretlerine gitmek, kendilerine ikram ve ihsanda bulunmak,
gerekirse yardımlarına koşmaktır. Buna sebep baba olduğu için, dostuna yapılan
her nevi ihsan ve ikram babaya da yapılmış gibi olur. Annelerle dedelerin,
hocaların, karı ve kocaların dostlarına yapılan ikram da aynı hükümdedir.
Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Seliem}'in Hz. Hatice 'nin dostlarına yaptığı
İkramı evvelce görmüştük.
Hadîs-i şerif baba
hakkının pek büyük olduğuna da işaret etmektedir. Çünkü babanın dostlarına
yapılan ikram ve ihsan, iyiliğin en faziletlisi olunca bizzat babaya yapılan
ikramın faziletini dille ta'rife imkân kalmaz.
14- (2553)
Bana Muhammcd b. Katim b. Meymûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnii Mehdî,
Muâviye b. Sâlih'den, o da Ahdurrahman b. Cü-beyr b. Nüîeyr'den, o da
tabasından, o da Nevvâs b. Scm'ân El-Ensârî'den naklen rivayet etti. {Şöyle
demiş) : Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi vt Sellem)'& iyilik ve günahı sordum
da şöyle buyurdular :
«İyilik, ahlâkın
güzelliğidir. Günah ise, kalbinde gıcık yapan ve başkalarının muttali
olmasından hoşlanmadığın şeydir.»
15- (...)
Bana Harun b. Saîd El-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Muâviye (yâni İbni Salih) Abdurrahman b. Cübeyr
b. Nüfeyr'den, o da babasından, o da Nevvâs b. Sem'an'dan naklen rivayet etti.
(Şöyle demiş) : Uesûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'e birlikte Medine'de
bir sene kaldım. Suâl sormaktan başka beni hicretten men eden bir şey yoktu.
Bizden bîrimiz hicret etti mi,' Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve SeHem)'c bir
şey sormazdı. Ben kendisine iyilik ve günahı sordum. Bunun üzerine Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem);
«iyilik, ahlâk
güzelliğidir. Günah ise, kalbinde gıcık yapan ve başkalarının muttali
olmasını istemediğin şeydir.» buyurdular.
Hadîsin metnindeki
ensârî tâbiri hakkında Ebû Ali E1 -Ceyyânî : «Bu vehmdir. Doğrusu Ki1âb'î
olacaktır. Çünkü Nevvâz meşhur bir Kilâbîdir.» demiştir. Kaadî Iyâz ile Ma'zirî
dahi onun Kilâbî adiyle meşhur olduğunu söylemişlerdir. İhtimal ensârın
müttefiki imişdir.
Ulemânın beyânına göre
birr : Sile, lütuf, iyilik, güzel geçinmek ve tâat mânâlarına gelir. Hadisdeki
«Ahlâk güzelliği» ifadesi bu mânâların hepsine şâmildir.
Kalbde gıcık yapmaktan
murad; şüphe hâsıl etmek ve günah olacağına korku vermektir. Kaadî Iyâz ile
başkalarına göre «Suâl sormaktan başka, beni hicretten inen eden bir şey
yoktu.» cümlesinden murad Medîne'de
ziyaretçi gibi kalmasıdır. Oraya hicretine mâni olan şey Peygamber (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) 'e din hususunda suâl sormaktır. Çünkü Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) ziyaretçilerin suâl sormasına müsaade eder,
muhacirlere etmezdi. Muhacirler gelen ziyaretçilerin suâl sormalarından memnun
kalırlardı. Çünkü kendileri de bundan istifâde ederlerdi. Bu husûsda bedevi
vesâir ziyaretçiler ma'zur görülürlerdi.
16- (2554)
Bize Kuteybe b. Saîd b. Cemil b. Tarif b. Abdillah Es-Sekafî ile Muhammcd b.
Ahbâd rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Katim (bu zât İbni İsmail'dir),
Muâviye'den rivayet etti. Bu zât Benî Hâşim'iıı azatlısı İbnü Ebî Müzerrid'dir.
(Demiş ki) : Bana amcam Ebû'l-Hubab Saîd b. Yesâr, Ebû Hüreyre'den rivayet
etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«Şüphesiz Allab
mahlûkatı yaratmıştır. Onlardan fariğ olduğu vakit rahm ayağa kalkmış : Bu,
kat'edilmekîen sığınanın makamıdır, demiş. Te-âlâ Hazretleri : Evet! Sana sile
yapana, benim sile yapmama; senden alâkayı kesene, benim de alâkayı kesmeme
razı değil misîn? buyurmuş. Rahm : Evet, razıyım, demiş. Teâiû Hazretleri de :
Bu sana verilmiştir.» buyurmuştur.
Bundan sonra
Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):
«İsterseniz : (Siz
döner de yeryüzünde fesad çıkarır ve akrabalık alâ kasını keser misiniz? Bunlar
öyle kimselerdir ki, Allah kendilerine iânet i etmiş; kulaklarmı sağır,
gözlerini kor eylemiştir. Acaba bunlar Kur'âtı'ı te-! debbür mü eimiyorlar.
Yoksa kaîbİerin üzerinde kilitleri mİ var!} [1]
âyet-i karîme'sini oküyuverin!» buyurdular.
Bu hadisi Buhârî «Tevhîd»,
«Edeb» ve «Tefsir» bahislerinde; Mesâi
«TefsîıVde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir;
Kaadi Iyâz diyor ki :
«Sile yapılan, kendisinden alâka kesilen ve iyilik edilen rahim ancak ve ancak
mânâlardan bir mânâdır; cisim değildir. O hısımlık ve nesebten ibaret olup,
bunları ana rahmi bir araya toplar ve birbirlerine eklenirler. İşte bu eklenmeye
rahim denilmiştir. Rahimden ayağa kalkmak ve konuşmak beklenemez. Binâenaleyh
burada onun ayağa kalkması ve Arş'a asılması, Arapların âdetine göre bir darb-ı
mesel ve güzel bir istiare olur. Maksad : Sılâ-i rahim yapanların şanını ve
faziletini yükseltmek, yapmayıp alâkayı kesenlerin bu isyanları sebebi ile
işledikleri günahın büyük olduğunu anlatmaktır. Bundan dolayıdır ki, isyana
«kesmek» denilmiştir. Sanki bu isyan, ekleyen vasıtayı kesmiştir.»
Silenin hakikati :
Atıyye, şefkat ve merhamet mânâlarına gelir, ki Allah'ın kullarına bir lütf-u
ihsanı ve bir rahmetidir. Daha açık tâbirle sılâ-i rahim: Akrabayı ziyaret
ederek hallerini sormak, gerekirse yardımlarına koşmak, uzakta iseler
mektuplaşmak, selâm göndermek sureti ile aradaki manevî bağın kopmamasına
dikkat etmektir. Bağın kopmasına «kat-i rahim» denir ki, büyük günahtır.
Mamafih sılâ-i rahimin dereceleri vardır. En yüksek derecesi farzdır, bunu terk
eden günahkâr oîur. En aşağı derecesi de selâmı-kelâmı kesmektir. Silenin
kimlere farz olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bâzıları biri erkek, diğeri
kadın olsa birbirlerine nikâh düşmeyecek derecede yakın akrabaya farz olduğunu
söylenmişlerdir. Bu takdirde amca oğulları ile dayı oğullarına larz değildir.
Bir takımlarına göre miras babında zevil erhâm denilen bütün akrabaya farzdır.
Nevevi bu ikinci kavlin daha doğru olduğunu söylüyor.
Hadjsde zikri geçen
âyet-i kerime Benî Ümeyye ile Benî Hâşim kabileleri hakkında nazil olmuştur.
17- (2555)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız Ebû
Bekr'indir. (Dediler ki) : Bize Vekî', Muâviye b. Ebî Müzerrid'den, o da Yezid
b. Rûmân'dan, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Resûlüllab (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):
«Rahim Arş'a asılıdır.
Beni sile edeni, Allah sile eylesin! Beni (mle alâkayı) keseni Allah da kat'
etsin! der.» buyurdular.
18- (2556)
Bana Züheyr b. Harb ile İbnü Ebî Ömer rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Süfyân, Zührî'den, o da Muhammed b. Cübeyr b. Mut'im'den, o da babasından, o da
Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti:
«Sılayı terk eden
cennete giremez!» buyurmuşlar.
İbnü Ebî Ömer şunu
söyledi: «Süfyân : Sıle-i rabimi terkedenİ kas-dediyor; dedi.»
19- (...)
Bana Abdullah b. Muhammed b. Esma' Ed-Dubaî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Cüveyriye, Mâlik'den, o da Zührî'den naklen rivayet etti. Ona da Muhammed b.
Cübeyr b. Mut'inı haber vermiş. Ona da babası haber vermiş ki, Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):
«Sila-i rahimi kesen
cennete giremez!» buyurmuşlar.
(...) Bize
Muhammed b. Râfİ' ile Abd b. Humeyd, Abdürrazzâk'dan, o da Ma'mer'den, o da
Zührî'den naklen bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmiş ve: «Resûlüllah
(Sallalîahü A leyhi ve Seliem) Men dinledim.» demiştir.
Cübeyr b.
Mut'im rivayetini
Buhârî «Kitâbü'l- Edeb»'de; Ebû
Dâvûd «Zekât» bahsinde; Tirmizî «Kitâ-bü'l-Birr»'de muhtelif râvilerden tahrîc
etmişlerdir.
îmân bahsinde de
görüldüğü vecihle bu gibi hadîsler iki suretle te1-vü olunurlar. Bunlardan
biri: Hiç bir sebep ve şüphe yokken haram olduğunu bile bile kat'ı rahimi
helâl i'tikad etmesidir. Böylesi kâfirdir; ebediyyen cehennemde kalacak, cennet
yüzü görmeyecektir.
İkinci te'vîl: Cennete
ilk girenlerle beraber giremez; cehennemde cezasına kadar azâb gördükten sonra
girer. Çünkü sıla-i rahmi inkâr etmemiş; yalnız îcâbmı yapmamakla günahkâr
olmuştur. îmânını kurtaran bir kimse er geç mutlaka cennete girecektir.
20- (2557)
Bana Harmele b. Yahya Et-Tücîbî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Vehb haber
verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni ŞihâV-dan, o da Enes b. Mâlik'den naklen
hafcer verdi. Enes şöyle demiş : Ben Resûlüllah (Saîîalîahü Aleyhi ve
Sellem)'i:
«Her kim rızkının
bollaştırılmasını yahut ecelinin geciktirilmesini arzu ederse sıla-i rahimini
yapıversin!» 1. uy ürürken işittim.
21- (...)
Bana Abdülmeîik b. Şuayb b. Leys de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam,
dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl b. Hâlid rivayet etti, (Dedi ki)
: İbnü Şihâb şunu söyledi : Bana Enes b. Mâlik haher verdi ki, Resûlüllah {Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Her kim rızkının
boilaştinlmasmı ve ecelinin geciktirilmesini arzu ederse islam rahimini
yapıversin!» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbü'l~BüyÛ»'da; Ebû Dâvûd «Zekât» bahsinde; Nesâî «Tefsîr»'de muhtelif
râvilerden tahrîc etûnişlerdir.
Hadîs-i şerif sıla-i
rahimin rızkı arttıracağına, eceli geciktireceğine delâlet etmektedir. Burada
hemen meşhur sual karşımıza çıkar: Ecellerle rızıklar takdir edilmiştir. Onlar
ne artar, ne eksilir. Cenâb-i Hak:
«Ecelleri geldiği
vakit ne bir an geri bırakılırlar, ne de bir an evvele alınırlar!»
buyurmuştur. Ulemâ bu suâle birkaç vecihle cevap vermişlerdir :
1- Ziyadeden
murâd rızık bolluğu ve beden sağlamlığıdır. Araplar zenginliğe hayât, fakirliğe
memat derler.
2- Ziyade ve
te'hîr meleklere nisbetledir ve Levh-i Mahfuz'da yazılıdır. Allah'ın ilmi
başka, yazılan şey başkadır. Yazılan bazan bozulabilir; fakat'ilmi asla
değişmez. Bundan dolayıdır ki, Hz.
Ömer: «Yâ Rab! Beni şakı
yazdınsa sil!» dermiş. «Senin ilminde §akî isem değiştir.» demezmiş. Çünkü
Allah'ın olacak bir şeyi bilmesi asla değişmez; bildiği şekilde olur.
3- Ziyâde ve
te'hîr kullara nisbetle muallak olarak takdir buyurul-muş; ve sanki: «Filân
süa-i rahim yaparsa altmış sene; yapmazsa elli sene yaşayacaktır.» denilmiş
gibidir. Allah'a nisbetle muallak taraf yoktur.
4- Ecelin
ziyadeliği ömrün bereketiyle ve sahibini hayırlı işlere muvaffak kılmakla
olur. Bu suretle kısa ömürde, başkalarının uzun ömürlerinde yapamadıkları
hayırlı işleri yapar; onlardan çok yaşamış gibi olur. İmam Nevevî
bu son kavli en sahîh bulmaktadır.
Kaadi Iyâz bazılarının : «Ziyadeden murâd: Öldükten sonra hayırla
anılmaktır.» dediklerini hikâye etmiştir. Fakat Nevevî:
«Bu kavil zayıf yahut bâtıldır!» demiştir.
22- (2558)
Bana Muhammed b. Müsennâ iîe Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbnü
Müsennâ'nmdır. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Alâ' b. Abdirrahman'ı, babasından, o da
Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ederken dinledim ki, bir adam :
— Yâ Resûlallah! Benim
hısımlarım var! Ben onlara sıla yapıyorum; onlar benimle alâkayı kesiyorlar!
Ben onlara iyilik ediyorum; onlar bana kötülük! Ben onlara yumuşak
davranıyorum; onlar bana karşı cahillik ediyorlar! Demiş. Bunun üzerine :
«Eğer dediğin gibi
isen, sanki onlara sıcak kül yediriyor gibisin! Sen bu minval üzere devam
eitikçe Allah ias-afından onlara karş: seninle daima bir yardımcı
bulunacaktır!» buyurmuşlar.
Mell: Sıcak kül demektir. Zahir:
Arka dayak, yardımcı
mânâsına gelir.
Buradaki cahillikten
murad : Kötü sözdür.
Hadîs-i şerif bir
teşbihtir. ResûlüIInh (SalîaUahü Aleyhi ve Selletn) bu zâtın örnek davranışı
karşısında akrabasının gösterdikleri küstahlıktan dolayı başlarına gelecek elem
ve ıztırâbı, sıcak kül yiyenin ıztırabina benzetmiştir. Yâni onunla akrabalık
alâkasını kesip kendisine ezâ ettikleri için büyük vebal altında kalmışlardır.
Bâzılarına göre
hadîsin mânâsı: «Sen onlara iyilik etmekle kendilerini tahkir ve rezil
ediyorsun! Yaptıkları aşağılıktan sıcak kül yemiş gibi elem duyuyorlar!»
demektir. Bir takımları da: «Bu hadîsten murad: (Senin yedirdiğin ni'metler,
sıcak kül gibi onların mi'de ve bağırsaklarını yakacaktır!» demek olduğunu söylemişlerdir.
23- (2559)
Bana Yalıya b. Yahya rivayet elti. (Dedi ki) : Mâlik'e, İbnü Şihâb'dan
dinlediğim, onun da Enes 1). Malik'den rivayet ettiği şu hadîsi okudum:
Resûlüllalı (SalîaUahü Aleyhi ve ScÜenı):
«Birbirinize buğz
etmeyin! Birbirinize hasedük çekmeyin! Ve birbirinize sırt çevirmeyin! Ey
Allah'ın kulları! Kardeş olun! Bir müslümana kardeşini üç geceden fazla terk
etmesi helâl olamaz!» buyurdular.
(...) Bize
Hâcib b. Velîd rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Harb rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Muhammed b. Velîd Ez-Zübeydî, Zührî'den rivayet etti. (Demiş
ki) : Bana Enes b. Mâlik haber verdi ki, Resûlüllalı (SalîaUahü Aleyhi ve Seüem) şöyle
buyurmuşlar, H.
Bana bu hadîsi Harmele
b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbnü Vehb haber verdi. (Dedi ki) :
Bana Yûnus, îfcnü Şihâb'dan, o da Enes'den, o da Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen Mâlik'in hadîsi gibi rivayette bulundu.
(...) Bize
Züheyr b. Harb üe İbnü EM Ömer ve Anıru'n-Nâkid, hep birden İbnü Uyeyne'den, o
da Zührî'den naklen bu isnâdla rivayette tu-lundular. İbnü Uyeyne :
«Birbirinizle alâkayı kesmeyin!» cümlesini ziyâde etmiştir.
(...) Bize
Ebû Kâmil rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd (yâni İbni Zürey') rivayet etti.
II.
Bize Muhammed b. Râfi'
ile Abd b. Humeyd de ikisi birden Abdür-razzâk'dan rivayet ettiler. Bu
râvilerİn hepsi Ma'mer'den, o da Zührî'den bu İsnadla rivayette
bulunmuşlardır.
Yezîd'in Ma'mer'den
rivayeti, Süfyân'ın Zührî'den rivayeti gihidir; dört hasleti birden zikreder.
Abdürrazzâk'ın rivayetinde ise : «Birbirinize hasedlik çekmeyin! Birbirinizle
alâkayı kesmeyn! Ve birMrinze sırt çevirmeyin!» şeklindedir.
24- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvûd rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki,
Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem) :
«Birbirinize hasedlik
çekmeyin! Birbirinize buğz etmeyin. Ve
birbiri-ı'izle alâkayı kesmeyin! Kardeş olun ey Allah'ın kulları!» buyurmuşlar.
(...) Bu
hadîsi bana Aliy b. Nasr El-Cehdamî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vehb b.
Cerîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, bu isnâdla bu hadîsin mislim
rivayet etti. Ve: «Allah'ın size emrettiği gibi- ifadesini de ziyâde eyledi.
Bu hadîsi
Buhârî «KitâbüTI-EdeWin bir iki
yerinde Ebû Hüreyre ve Enes Radİyailahu anh) 'dan tahrîc etmiştir. ! Hased: Bir ni'metin dîn kardeşinden alınıp
kendisine verilmesini istemektir, ki pek çirkin bir şeydir. : Buğz
: Sevginin zıddıdır.
Tedâbür:
Birbirlerine S'rt çevirmek demektir. Kaadî Iyâz'a göre bundan murad :
Birbirinize düşmanlık etmeyin! demektir. «Birbirinizi terk etmeyin!» mânâsına
geldiğini söyleyenler de vardır.
Taberânî diyor ki: «Bu
gibi şeyler kazanmakla elde edilmez. Binâenaleyh onları teklif de doğru
değildir. Buradaki nehiy onların sebeplerine hamledilir. Yâni buğzu, hasedliği
ve küsüşmeyi îcabeden işleri yapmayın! demektir.»
Zührî'nin
rivâyetindeki dört hasletten murad: Buğzetmemek, hasedlik çekmemek, birbirine
sırt çevirmemek ve kardeş olmaktır. Şafiî1er'e göre bu hadîs bir müslümanın dîn
kardeşi ile üç günden fazla dargın kalmasının haram; üç gün dargınlığın ise
mubah olduğuna delildir. Üç günden fazla süren dargınlığın haram olduğuna nassı
ile, üç günlük dargınlığın mubah olduğuna ise mefhûm-ı muhalifi ile delâlet
etmektedir. Üç günlük dargınlığın affedilmesi, insanın yaradılışında gadab ve
kötü huyluluk bulunduğundandır.
Hanefîler'e göre
mefhum-ı muhalefet sahih delîl değildir. Onlarca üç günden fazla dargınlığm
haram olduğunu beyân, üç gün dargın durmanın helâl olmasını iktizâ etmez.
Bâzıları bu
dargınlığın dünyaya aid bir iş için üç gün olduğunu, âhi-ret için olursa üç
günden fazla dargın durmanın meşru' kılındığını söylemiş; Peygamber (Sallallahii
Aleyhi ve SeUem) 'in Tebûk gazasına iştirak etmeyen üç kişi ile elli gün
konuşmadığını, ashabına da onlarla konuşmamalarını emrettiğini buna misal
göstermişlerdir. Bilâhare bu zevatın tevbeleri kabul buyurulduğuna dair âyet
inmiş ve müslümanlar kendileri ile konuşmaya başlamışlardır.
Dargınlığın sırf bir
selâmla sona erip ermiyeceği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Cumhura göre
mücerred bir selâm vermek veya almakla dar-gınhk sona erer. Bu rivayette İmam
Mâ1ik'in kavli de budur. İmam Ahmed'e göre dostluk eski haline dönmedikçe
dargınlık geçmiş sayılmaz. Mâlikiler 'den İbni Kaasim'in kavli de budur.
25- (2560)
B,ize Yahya h. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, İbnİ Şİhâb'dan
dinlediğim, onun da Ata' b. Yezîd El-I^eysî'den, onun da Ebû Eyyûb
El-Ensârî'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum : Resûlül-lah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Bir müslümana
kardeşini üç geceden fazla terk etmesi helâl değildir. Birbirlerine karşı
gelirler; o yüz çevirir; bu da yüz çevirir. Bunların hayırlısı, baştan selâm
verendir.» buyurdular.
(...) Bize
Kuteyhe b. Saîd İle Ebû Bekir b. Ehî Şeyle ve Züheyr b. Harb rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Süfyân rivayet etti. H.
Bana Harmele b. Yahya
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tbnü Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus
haber verdi. H.
Bize Hâcib b. Velîd
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mulıammed karb, Zübeydî'den
rivayet etti. H.
Bize İshâk b. İbrahim
EI-Hanzalî ile Mulıammed b. Râfi' ve Abd b. Jrmeyd, Abdürrazzâk'dan, o da
Ma'mer'den naklen rivayet ettiler. Bun-,]"în hepsi Zührî'den Mâlik'in
isnadı ile onun hadîsi gibi rivayette bu-rirnuşlardır. Yalnız : «O yüz çevirir; bu da yüz çevirir.» cümlesi müs-ihâî Çünkü bu râvilerin Mâlik'den mâda hepsi hadîslerinde : «O yan |cfter; bu da yan döner.» demişlerdir.
26- (2561) Bize Muhammed b. RâfV rivayet etti. (Dedi ki) : Bize jammed b. Ebî Füdeyk rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Dahhâk (Bu zât
'önü Osman'dır) Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Mü'mine, kardeşini
üç günden fazla
terk etmesi helâl
değildir.» İyurmuşlar.
27- (2562)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Ab lîilazîz (yâni îbnü Muhammed) Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû
Hü-:eVre'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Uç geceden fazla terk
etmek yoktur.» buyurmuşlar.
Ebû Eyyûb hadîsini Buharı «Kitâbü'1-Edeb» ve «Kitâ-tlu'I-lstîzan»'da;
Ebû Dâvud «Kitâbu'I-İstîzan»'da; Tirmizî Kitâbu'l-Birr»'de
muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Hüküm itibariyle Hadîs-i
şerif bundan önceki
rivayetler gibidir, mam Şafiî,
İmam Mâlik ve diğer bir takım ulemâ selâ-n dargınlığa
son verdiğine bununla istidlal etmişlerdir. Mektubla veya Slâm göndermekle
dargınlığın sona erip ermeyeceği hususunda iki kavil vardır. Birinci kavle göre
sona ermez; çünkü konuşmamalardır. Esah olan ikinci kavle göre ise selâm
göndermekle dargınlık ortadan kalkar.
«Kâfirler imanla
muhatabdır; namaz, oruç gibi fer'i amellere muha-tjab değillerdir.» diyen Hanefîler
bu hadîsle istidlal etmişlerdir.
Şâfiî1er'e göre küffâr
hem iman, hem de amellerle muhatabdırlar. Onlarca bu hadîsdeki müslüman
kaydışeriatın teklifini müslüman kabul ettiği içindir.
Hadis-i şerif
dargınlardan ilk söze başlayanın daha hayırlı olduğuna delildir. Çünkü selâm
vermek veya hal-hatır sormak gibi sözlerle ilk konuşan taraf hayr işlemiş,
karşıdakini de hayr işlemeye yâni cevab vermeye teşvik etmiş olur.
28- (2563)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'c, Ebû'z-Zinâd'dan
dinlediğim, onun da A'rac'dan, onun da Ebû Hüreyre'-den naklen rivayet ettiği
şu hadîsi okudum: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Zandan sakının! Çünkü
zan sözün en yalanıdır. Başkalarının konuştuğunu dinlemeyin! Tecessüs ve
münâfese yapmayın! Birbirinize hasedlik çekmeyin! Birbirinize buğz etmeyin!
Birbirinize sırt çevirmeyin! Kardeş olun ey Allah'ın kulları!» buyurdular.
29- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül-âzîz (yâni İbni
Muhammed) Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hürey-re'den naklen rivayet etti
ki, Ucsulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) t
«Hezeyan konuşmayın!
Birbirinize sırt çevirmeyin! Başkalarının konuştuğunu dinlemeyin! Biriniz
diğerinin satışı üzerine satış yapmasın! Kardeş olun ey Allah'ın kullan!»
buyurmuşlar.
30- (...)
Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Â'meş'den, o da Ebû
Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. fşöyle demiş) : ResûlüMah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Birbirinize hasedlik
çekmeyin! Birbirinize buğz etmeyin! Tecessüsde ulunmayın! Başkalarının
konuştuğunu dinlemeyin! Müşteri kızıştırması da yapmayın! Kardeş olun ey
Allah'ın kulları!» buyurdular.
(...) Bize
Hasen b. Aliy EI-Hulvânî ile Aliy b. Nasr El-Cehdamî rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize Vehb b. Cerîr rivayet etti. (Dedi ki) : jıBize Şu'be, Â'meş'den bu
isnâdla :
«Birbİrinizle şileyi
kesmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin! Birbirinize buğz etmeyin! Birbirinize
hasediik çekmeyin! Allah'ın size emrettiği gibi kardeş olun!» şeklinde
rivayette bulundu.
31- (...)
Bana Ahmed b. Saîd Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habbân rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süheyl,
babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahti Aleyhi ve Sellem)'den
naklen rivayet etti:
«Birbirinize buğz
etmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin! Birbirinize mü-nâfese yapmayın! Kardeş
olun ey Allah'ın kulları!» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbu'I-Edeb»'de tahrîc etmiştir. Buradaki zandan murad başkalarına sû-i
zanda bulunmaktır. Hattabî diyor ki : «Sû-i zan hatırdan gelip geçen
şeyler değil, zannı hakikat kabul edip tasdikde bulunmaktır. Zira hatırdan
gelip geçen şeylerin önünü almak elde değildir.
Kaadî Iyâz, Süfyân'mşu
sözünü nakleder : «Kulu günaha sokan zan, kabul edip konuştuğu zandır.
Hatırından geçeni soyle-mezse günaha girmez.» Bu hususta evvelce izahat vermiştik.
Tecessüs :
Casusluk etmek, başkalarının gizli şeylerini araştırmaktır. Bu kelime
ekseriyetle şer hususunda kullanılır. Gizli şerrin sahibine casus derler.
Nitekim hayrı gizleyene de namus denilir.
Tahassüs: Başkalarının
sözünü dinlemektir. Bazıları; tecessüs bir sırrı başkası için dinlemektir;
tahassüs ise kendisi için dinlemektir, demiş. Bir takımları her ikisinin aynı
mânâya geldiğini ve ikisinin de bilinmeyen hal ve haberleri Öğrenmek istemek
mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
Tenâfüs ve münafese;
bir şeyin yalnız kendisinde olmasını istemektir.
Hücr: Çirkin
söz mânâsına gelir.
Müşteri kızıştırmak,
başkalarının pazarlığı üzerine pazarlık yapmak meseleleri aîış-veriş bahsinde
görülmüştü.
Sû-i zan; tecessüs
hasedlik ve emsali şeyler Kur'ân âyetleriyle de haram kılınmışlardır.
Sû-i zannın mukabili
hüsn-ü zan'dır Sisn-ü zan yâni bir kimsenin hal-ü tavrını iyiye yorarak ondan
hayır beklemek müslümana yaraşan bir harekettir. Hüsn-ü zan'nın vâcib olduğu
^«rler bile vardır. Meselâ; Teâlâ Hazretleri hakkında hüsn-ü zan'da bulunmak
vâcibdir.
32- (2564)
Bize Abdullah b. Mesîeme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dâvud (yâni
İbni Kays) Âmir b. Küreyz'in azatlısı Ebû Saîcden, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etti. (Şöyle demiş) : Kcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem):
|«Birbirinize hasedlik
çekmeyin! Müşteri kızıştırmayın! Birbirinize buğz-etmeyin! Birbirinize sırt
çevirmeyin! Biriniz diğerinin pazarlığı üzerine satış yapmasın! Kardeş olun ey
Allah'ın kulları! Müslüman müslümamn kardeşidir. Ona zulmetmez; onu yardımsız
bırakmaz; onu tahkir etmez. —Uç defa kalbine işaret ederek—Takva şuradadır.
Kişiye kötülük namına müs-lüman kardeşini tahkir etmesi kâfidir. Müslümamn her
şeyi, kanı, malı ve İrzı müslümana haramdır.»
buyurdular.
33- (...)
Bana Ebû't-Tâhir Ahmed b. Anır b. Şerh rivayet etti. (Dedi d) : Bize İbni Vehb
Üsâme'den (bu zat İbnü Zeyd'dir) rivayet etti. O da Abdullah b. Amir b.
Küreyz'in azatlısı Ebû Saîd'i şöyle derken işitmiş : Ben Ebû Hüreyre'yi şunu
söylerken dinledim: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) buyurdular kî...
, Kavi Davud'un hadîsi
gibi nakletmiş, biraz ziyâde ve noksan yapmıştır. Yaptığı ziyâdeden biri şudur
:
«Şüphesiz ki, Allah
sizin bedenlerinize ve suretlerinize bakmaz, lâkin kalblerinize bakar.» Ve parmaklanyle göğsüne işaret etmiştir.
34- (...)
Bize Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kesîr b. Hişâm rivayet etti,
(Dedi ki) : Rize Ca'fer b. Burkan, Yezîd b. Esam'dan, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):
«Şüphesiz ki, Allah
sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz; lâkin kalblerinize ve amellerinize
bakar.buyurdular.
Müslümamn
müslümanla kardeş olduğunu evvelce
izah etmiştik,
Hazl:
Yardımsız bırakmak, rezil etmek mânâlarına gelir. Burada maksad dinde olduğu
halde, bir müslüman din kardeşini zâlime karşı müdafaadan ve ona yardımdan
geri kalmaz, demektir.
«Takva şuradadır...»
sözünden murad : Zahirî amellerle takva hâsıl olmaz. Takva ancak kalbde yer
eden Allah'ın azameti Allah korkusu ve murakabesi ile olur, demektir. Allah'ın
bakması müzacat ve muhasebesinden kinayedir. Bu muhasebe zahire bakarak değil,
kalbdeki inanca göredir. Nevevî : «Allah'ın bakması her şeyi ihatalı bir
şekilde görmesidir.» diyor. Ulemâdan bâzıları bu hadîsle istidlal ederek :
«Akıl başta değil, kalbdedir.» demişlerdir. Bu mes'ele : «Dikkat edin ki,
cesedde bir parça et vardır...» hadîsinde izah edilmişti.
Hadîs-i şerif bir
müslümamn din kardeşini tahkir, rezil rüsvay etmesinin ve müslümamn müslümana
canının, ırzının, malının haram olduğuna delildir.
35- (2565)
Bize Kuteybe b. Saîd, Mâlik b. Enes'deıı, ona okunanlar meyanındn Süheyl'den, o
da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllalı
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle
buyurmuşlar:
«Cennet kapıları
pazartesi ve perşembe günleri açılır. Ve Allah'a hiç bir şeyi şerik koşmayan
her kula (günahları) mağfiret buyurulur. Yalnız din kardeşi İle aralarında
düşmanlık bulunan kimse müstesna! (Onlar hakkında) şu iki kişiye barışmcaya
kadar mühlet verin! Şu iki kişiye barışın-caya kadar mühlet verin! Şu iki
kişiye barışmcaya kadar mühlet verin! denilir.»
(...) Bana
bu hadîsi Züheyr b.
Harb rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize
Bile KuteSt b."
Saîd ile Ahmed b. Abdeted Dabbî de Abdü'l-Aziz Ed Derâverdî'den rivayet
ettiler. Her iki râvi Süheyl'den o da babasm-dan naklen Mâlik'in isnad.yle onun
hadîsi gibi rivayette bulunmuşlar*, ya"nu Derâverdî'nin hadîsinde ibni
Abde'nin rivayetinden olmak üzere: ^lll,, hirbirini terk eden iki kîŞi....
denümi, K.Ueybe ,se : -Y.ln» b.r-birlerine çirkin söx söyleyen iki kişi
müstesna!» dem.şt.r.
36- (...)
Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Müslim b. Ebî
Meryem'den, o da Ebû Sâlİh'den naklen rivayet etti. Ebû Salih, Ebû HÜreyre'yi
bir defa mertu olarak şunu söylerken işitmiş :
«Ameller her perşembe
ve pazartesi günleri Allah'a arz olunur. Ve o gün Allah (Azzeve Celle) Allah'a
hîç bir şeyi şerik koşmayan herkesi af buyurur. Yalnız din kardeşi ile
aralarında düşmanlık bulunan kimse müstesna! (Bunlar hakkında) Bu iki kişiye
barışıncaya kadar mühlet varin! Bu iki kişiye barışıncaya kadar mühlet verin!
denilir.»
(...) Bize
Ebû't-Tâhir ile Amr b. Sevvâd rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize tbnü Vehb
haber verdi. (Dedi ki) : Bize Mâlik b. Enes, Müslim b. Ebî Meryem'den, o da Ebû
Sâlih'den, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'den naklen haber verdi.
Şöyle buyurmuşlar :
«İnsanların amelleri
pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere her hafta İki defa arzolunur ve her
mü'mİn kula mağfiret buyurulur. Yalnız dîn kardeşi ile aralarında düşmanlık
bulunan kul müstesna! (Onlar hakkında) Bu iki kişiyi (barışa) dönünceye kadar
bırakın! Yahut mühlet verin! denilir.» bulunmak ve Allah'ın onu kendi muhafaza
ve himayesine almasıdır, (Sultan yeryüzünde Allah'ın gölgesidir) sözü bundan
alınmıştır.» diyor. Buradaki gölge rahat ve nimetten ibarettir, diyenler.de vardır.
Gölgenin Allah'a izafe
edilmesi teşrif içindir. Çünkü bütün gölgeleri halkeden Allah'dır.
38- (2567)
Bana Abdü'1-A'lâ b. Hammad rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad b. Seleme
Sâbit'ten, o da Ebû Râfi'den, o da Ebû Hüreyre'-den, o da Peygamber (Sallalİahü
Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki:
«Bir adam başka bir
köydeki kardeşini ziyaret etmiş. Bunun üzerine Allah onun için yoluna bir gözcü
melek oturtmuş. Adam meleğin yanına gelince (ona) :
— Nereye gitmek istiyorsun? diye sormuş. Adam :
— Şu köydeki kardeşime gitmek istiyorum!
cevâbını vermiş. Melek :
— Onun üzerinde ıslâhına çalıştığın bir nimetin
var mı? diye sormuş. Adam :
— Hayır! Şu kadar var ki, ben onu Allah (Azze
ve Celle) için sevdim, cevabını vermiş. Melek :
— O halde ben senin o kardeşini Allah için
sevdiğin gibi, Allah da seni sevdiğini bildirmek üzere Allah'ın sana gönderdiği
elçiyim.» demiş.
(...) Şeyh
Ebû Ahmed demiş ki: Bana Ebû Bekr Muhammed b. Zen-cûyete'l-Kuşeyrî haber verdi,
(Dedi ki) : Bize Abdü'1-A'lâ b. /Hammad rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad
b. Seleme bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet etti.
Medrace: Yol demektir.
Ulemânın beyânlarına göre Allah'ın kulunu sevmesinden murad; ona rahmet etmesi,
ondan razı olması ve ona hayrı irâde buyurmasıdır. Kullar hakkında muhabbet kalbin meylidir. Fakat Teâlâ Hazretleri bundan münezzehdir.
1- Hadis-i
şerif Allah için birbirini sevmenin faziletine ve bu muhabbetin Allah'ın
kulunu sevmesine sebep olacağına delildir.
2- Sulehâyı
ve dostları ziyaret müstehabdır.
3- İnsanlar
bazen melekleri görebilirler.
39- (2568)
Bize Saîd b. Mensur ile Ebû'r-Rabi'a Zehrânî rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Hammad (yâni İbni Zeyd) Eyyûb'dan, o da Ebû Kılâbe'den, o da Ebû Esmâ'dan,
o da Sevtan'dan naklen rivayet etti. Ebû'r-Râbi': Onu Peygamber (Sallalİahü
Aleyhi ve Sellem) 'e ref etti, dedi. Saîd'in hadîsinde ise: (Dedi ki) :
Resûlüllah (Sallallahli Aleyhi ve Sellem) :
«Hastayı dolaşan, geri
donünceye kadar cennetin hurmalık yolundadır.»
buyurdular, denilmiştir.
40- (...)
Bİze Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Hüşeym Hâlid'den,
o da Ebû Kılâbe'den, o da Ebû Esmâ'dan, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
SellemYin azatlısı Sevban'dan naklen haber verdi. Sevhan şöyle-demiş:
Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):
«Her kim bir hastayı
dolaşırsa, donünceye kadar cennetin hurmala-rındadır.» buyurdular.
41- (...)
Bize Yahya b. Habib El-Hârisî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b. Zürey'
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid, Ebû Kilâbe'den, o da Ebû Esma'
Er-Rahabî'den, o da Sevban'dan, o da Peygamber Sallallah'u Aleyhi ve
Sellem)'den naklen rivayet etti. (Şöyle
buyurmuşlar) :
«Gerçekten müslüman
kardeşi müslümam dolaştığı vakit, dönünceye kadar cennetin hurmalarındadır.»
-Bize Ebû
Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb hep birden Yezid'ded rivayet ettiler.
Lâfız Züheyr'indir. (Dediler ki) : Bize Yezid b. Hârûn rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Âsim EI-Ahvel, Abdullah b. Zeyd'den (bu zat Ebû Kılâbe'dir), o da
Ebû'l-Eş'as Es-San'ânî'den, o da Ebû Esma Er-Rahabî'den, o da Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"m azatlısı Sevban'dan, o da Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selletn)den naklen haber verdi. (Şöyle buyurmuşlar) :
«Bir kimse bir hastayı
dolaşırsa, cennetin hurfesinde olur.» — Yâ Resûlallah! Cennetin hurfesi nedir?
diye sorulmuş. «Onun devşirilmiş yemişidir.» buyurmuşlar.
(...) Bana
Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mervân b. Muâviye, Âsim
El-Ahvel'den bu isnadla rivayette tulündü.
Mahrafe,: İki sıra
hurma arasındaki yoldur. O yoldan yürüyen hangi sıradan dilerse hurma
toplayabilir. Bâzıları mahrefenin sadece yol demek olduğunu söylemişlerdir.
Kaadî Iyâz: «Mahrefe, içinde devşiri-lecek yemiş bulunan bahçedir» demiştir.
Hadîsten murâd : Hasta
bir müslümam dolaşmaya giden, onun yanından dönünceye kadar içinden yemiş
topladığı bir bahçe gibidir, demektir. Yâni; hasta dolaşmaya giden kimsenin
kazandığı sevab, yemiş toplayan kimsenin devşirdiği meyveye benzetilmiştir.
Kaadî Iyâz diyor ki : «Hasta dolaşmanın ecri pek büyüktür. Hasta dolaşmak farz-ı
kifâyedir. Çünkü dolaşılmazsa hâli perişan olur. Ölebilir. Bilhassa gurbette
olanlarla zayıflar buna muhtaçtırlar.»
«Müslim» sarihlerinden
Übbiye göre hasta dolaşmak hususunda örf ve âdete bakılır. Ziyaretten memnun
kalan hasta dolaşılır. Ziyaretten hoşlanmayan hasta dolaşılmaz. Hastanın
yanında kendisini rencide edecek hastalık hâli konuşulmaz.
Ulemâ, hasta
dolaşmanın faziletine ittifak etmişlerdir. Bu husûsda evvelce gördüğümüz hasta
ziyareti babında izahat geçmişti.
43- (2569)
Bana Muhammed b. Hatim b. Meymun rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hammad b. Seleme, Sâbit'-den, o da Ebû Râfi'den, o da
Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Seilem) buyurdular ki:
«Şüphesiz Allah (Azze
ve Celle) kıyamet gününde : Ey âdemoğlu! Ben hasta oldum da, sen beni
dolaşmadın! diyecek. Âdemoğlu :
— Yâ Rabbi! Ben seni nas'I dolaşabilirim. Sen
âlemlerin Rabbisin! cevabını verecek. Teâlâ
Hazretleri :
— Bilmez miydin ki, filân kulum hasta oldu. Sen
onu dolaşmadın. BİI-mez miydin ki, onu dolaşmış olsan, beni onun yanında
bulurdun, buyuracak. Ey âdemoğlu! Senden yiyecek istedim; beni doyurmadın!
diyecek. Âdemoğlu :
— Yârabbi! Seni nasıl doyurabilirim ki! Sen
âlemlerin Rabbisin! diye-iek. Teâlâ rlazretieri :
— Bilmez misin ki, filân kulum senden yiyecek
istedi, sen onu doyur-...ad:n. Bilmez miydin ki, onu doyurmuş olsan; bunu benim
nezdİmde bulacaktın! buyuracak.
—
Ey Âdemoğlu! Senden
su istedim; beni
sulamadm! diyecek. Âdemoğlu :
—
Yâ Rabbİ! Ben
seni nas:l sularım! Sen âlemlerin Rabbisin! cevâbını ecek. Teâlâ Hazretleri :
Filân kulum senden su istedi; ona su vermedin!
Onu sulamış olsaydın bunu (n karşılığını) benim nczdimde bulurdun!
buyuracaktır.»
Ulemânın beyânına göre
Teâlâ Hazretlerinin hastalığı kendisine izafe etmesi kulunu şereflendirmek ve
kendisine yakınlığını bildirmek içindir. Maksat kulun hastalığıdır.
«Beni onun yanında
bulurdun...» cümlesinin mânâsı: Benim sevab ve ikramımı bulurdun, demektir.
Hastalık hakkında : «Beni onun yanında bulurdun.» Yiyecek ve İçecek hakkında
ise :
«Bunun mükâfatım benim
nezdimde bulurdun...» buyurulması hasta dolaşmanın sevabı daha çok olduğuna
işaret içindir.
44- (2570)
Rize Osman b. Ebî Şeybe ile îshâk b. İbrahim rivayet ettiler. İshâk : Ahberunâ:
Üsmau ise : Tladdesenâ tabirlerini kullandılar. (Dedilet ki) : Bize Cerîr
A'meş'den, o da Ebû Vâil'den, o da Mesrûk'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki):
Âişe şunu söyledi: «Ben hastalığı Ue-sûlülluh. (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in hastalığından daha şiddetli bir kimse görmedim.» Osman'ın rivayetinde :
«El-Veceu» yerine «Veccan» denilmiştir.
(...) Bize
Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam haber verdi. H.
Bize İbni Müsennâ ile
İbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbnü Ebî Adiy rivayet etti.
H.
Bana Bişr b. Hâlid
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhamrhed (yâni İbni Ca'fer) haber verdi.
Bu râvüerin hepsi Şu'be'den, o da A'meş'den naklen rivayet etmişlerdir. H.
Bana Ebû Bekr b. Nâfi'
de rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Abdurrah-man rivayet etti. H.
Bize İbnü Nümeyr dahi
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mus'ab b. Mik-dam rivayet etti. Her iki râvi
Süfyân'dan, o da A'meş'den Cerîr'in isna-diyle onun hadîsi gibi rivayette
bulunmuşlardır.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-Merdâ^da; Nesâî «Kitâbu't-Tıb»'da; İbnü Mâce «Cenaze» bahsinde
muhtelif râvilerden tah-ric etmişlerdir.
Veca':
Aslında ağrı-sızı demekse de, burada ondan murad hastalıktır. Arab1ar her
ağrıya-sızıya hastalık derler. Teâlâ Hazretleri bilhassa Peygamberlerini
şiddetli ağrı-sızı veren hastalıklarla ibtilâ etmiştir. Çünkü onlara herkesten
ziyade iman kuvveti, şiddetli sabır ihsan buyurmuştur. Tâ ki bu sayede onlara
vereceği sevabı tekmil ve hayrı ta'mim buyursun.
45- (2571)
Bize Osman b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İshâk b. İbrahim rivayet ettiler.
îshâk : Ahberanâ, ötekiler : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) :
Bize Cerîr A'meş'den, o da İbrahim Et-Teymî'den, o da Haris b. Süveyd'den, o da
Abdullah'dan naklen rivayet etti, Abdullah [2] şöyle
demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) 'in yanına girdim. Kendisi
şiddetli hasta idi. Elimle ona dokundum. Ve :
— Yâ Resûlallah! Gerçekten
sen şiddetli ıztırab nevbeti
geçiriyor-sûn! dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sette m):
«Evet! Ben sizden İki
adamın nevbet geçirdiği gibi, şiddetli nevbet geçiriyorum.» dedi. Ben :
— Bunun sebebi senin için iki ecir
olmasıdır, dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Evet!» dedi. Sonra
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): «Kendisine hastalık veya başka
bir şeyden eza isabet eden
hiç bîr müslüman yoktur
ki, Allah onunla günahlarını
ağacın yapraklarını döktüğü gibi dökmesin!» buyurdular.
Züheyr'in hadîsinde:
«Elimle ona dokundum...» cümlesi
yoktur.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû
Muâviye rivayet etti. H.
Bana Muhanımed b.
Eâfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrez-zâk rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Süfyân rivayet etti. H.
Bize îshâk b. İbrahim
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsa b. Yûnus ile Yahya b. Abdi'l-Melik b.
Ebî Ganiyye haber verdiler. Bu râvilerin hepsi A'meş'den Cerîr'in isnadiyle
onun hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır.
Ebû Muâviye'nin
hadîsinde:
«Evet! Nefsim yed-i
kudretinde olan Allah'a yemin olsun! Yeryüzünde hiç bir müslüman yoktur
ki... buyurdu.» ziyâdesi vardır.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-Merdâ»'nm bir iki yerinde biraz ziyâde ve noksan farkiyle tahric
etmiştir.
Ubbî diyor ki : «Hasta
dolaşan kimsenin doktor olmasa bile hastanın elinden tutması, hasta dolaşmanın
âdabından olabilir:»
Va'k: Bâzılarına göre
sıtma demektir. Bir takımları sıtmanın verdiği elem ve titreme olduğunu
söjdemişlerdir.
Bundan önceki babda
hastanın yanında hastalığının onu üzecek şekilde ağır veya fena olduğunu
söylememek gerektiğine tenbih etmiştik. Burada ise bilâkis Hz. Abdullah b.
Mes'ud'un bu tenbihin hilâfına konuştuğunu görüyoruz. Fakat onun kiminle
konuştuğu düşünülürse hilâfına konuşma olmadığı anlaşılır. Hastalığın
ağırlığından bahsedilmemesi, hastayı üzeceği ve ye'se düşüreceği içindir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise bundan müteessir olmazdı.
Hastalığının şiddeti söylenince; evet, diyerek tasdik etmesi de bunu gösterir.
Hastalığının fazla elem vermesi, ecrinin kat kat artması içindir. Nitekim bir
hadîs-i şeriflerinde :
«insanların en
şiddetli belâya maruz kalanları biz Peygamberleriz, sonra evliya, daha sonra
derece derece suleha gelir.» buyurmuşlardır.
«Ben sizden iki adamın
nevbet geçirdiği gibi, şiddetli nevbet geçiriyorum.» buyurması da bunun ecri
kat kat artmak için olduğuna işarettir.
46- (2572)
Bize Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim hep birden Cerîr'den rivayet ettiler.
Züheyr dedi ki: Bize Cerîr, Mansûr'dan, o da İbrahim'den, o da Esved'den naklen
rivayet etti. Esved şöyle demiş : Âişe Minâ'da iken yanına Kureyş'den bir takım
gençler girdi. Gülüyorlardı. Âişe :
— Niye gülüyorsunuz? diye sordu.
— Filân çadır ipinin üzerine düştü. Az daha
boynu yahut gözü gidiyordu, dediler. Bunun üzerine Âişe :
— Gülmeyin! Çünkü ben Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)^ : «Hiç bir müslüman yoktur ki, (ayağına) bir diken veya
ondan büyük
bir şey batsın da,
onun sebebiyle kendisine bir derece verilmesin ve bir günahı silinmesin!»
buyururken işittim, dedi.
47- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb de rivayet ettiler. Lâfız her
ikisinindir. H.
Bize İshâk El-Hanzalî
dahi rivayet etti. İshâk : Ahberanâ; ötekiler : Haddesenâ tâbirlerini
kullandılar, (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye A'meş'-den, o da İbrahim'den, o da
Esved'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Mü'mine bir diken
veya daha büyük bir şey İsabet ederse, Allah onun sebebiyle kendisini bir
derece yükseltir. Yahut ondan bir günah in-dİrir.» buyurdular.
48- (...)
Bize Muhammed h. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. Bize Muhammea" b. Bişr
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişam babasından, o da Âişe'den naklen rivayet
etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Mü'mine bir diken
veya daha büyük bir şey isabet ederse, Allah onun sebebiyle günâhından eksiltir.» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Küreyb rivayet elti, (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye rİ- (Dedi ki) : Bize
Hişam bu isnadla rivayette bulundu.
49- (...)
Bana Ebû't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Vehb haber verdi, (Dedi
ki) : Bana Mâlik b. Enes ile Yûnus b. Yezid, îbnü Şi-hab'dan, o da Urve b.
Zübeyr'den, o da Âişe'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):.
«Müslümanın başına
gelen hiç bir musibet yoktur ki, onun sebebiyle günahı affolunmasın.'Hattâ
(ayağına) batan dikenle bile!» buyurmuşlar.
50- (...)
Bize Ebû't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize İbnü Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana Mâlik b. Enes, Yezîd b. Husayfe'den, o da Urve b. Zübeyr'den, o da
Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Âişe'den naklen haber verdi
ki, Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Mü'minİn başına bir
musibet gelir. Hatta (ayağına) diken batarsa, Allah onun sebebiyle günahlarını
eksiltir. Yahut onun sebebiyle günahlarından bazıları örtbas edilir.»
buyurmuşlar.
Yezid Urve'nin bu iki
cümleden hangisini söylediğini bilemiyor.
51- (...)
Bana Harnıele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Hayve haber verdi. (Dedi ki) : Bize İbni Hâd, Ebû Bekr
b. Hazm'den, o da Amra'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'l:
«Mü'minin başına gelen
hiç bir şey, hattâ ayağına batan diken yoktur kî, Allah onun sebebiyle
kendisine bir sevab yazmasın! Yahut onun sebebiyle kendisinden bir günah
düşülmesin!» buyururken işittim.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'I-Merdâ»'da tahric etmiştir.
Musibet: Okla vurmak
demektir. Sonra başa gelen her belâya musibet denilmiştir.
Hz. Âişe 'nin gençleri gülmekten men etmesi
musibete uğrayan müslümanın kalbi kırılacağı içindir. Birinin başına musibet
geldiği vakit ona gülmek çirkin bir şeydir. Meğer ki, kasden değil de kendni
tutamaya-rak gülmüş olsun.
Bu hadîslerde
müslümanlara büyük müjde vardır. Müslümanlar hastalık vesâir dünya
musibetlerinden pek az hâli kalırlar.
Bunlarsa onların
derecelerini artırmaya ve günahlarının affına sebep olurlar. Cumhûr-u ulemânın
kavli de budur. Kaadî Iyâz bazı ulemanın : «Musibetler sadece günahlara
keffâret olur. Derece artırmaz se-vab kazandırmaz.» dediklerini rivayet
etmiştir. Böyle bir kavil Abdullah b. Mes'ûd Hazretlerinden de rivayet
olunmuştur. Nevev î : «Müs1im'in zikrettiği derecelerin kaldırıldığını ve sevab
yazıldığını açıkça bildiren hadîsler onun kulağına varmamıştır.» diyor.
52- (2573)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe üe Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Ebû Üsâme Velid b. Kesir'den, o da Muhammed b. Amr b. Ata'dan, o da Ata' b.
Yesâr'dan, o da Ebû Saîd ile Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Saîd ile
Ebû Hüreyre Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellemyi şöyle buyururken
işitmişler:
«Mü'minİn başına sabit
bir sızı veya bir meşakkat, bir hastalık, bir hüzün, hattâ kendini üzen bîr
keder gelirse, onunla günahlarından bâzısı örtbas edilir.»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-Merdâ»'da; Tirmiz'î «Kitâbu'l-Cenâizt'de tahric etmişlerdir.
Nasab: Meşakkat; Vasab
: Sabit hastalık demektir. Hem : Düşündüğü şeyde insana ânz olan nahoş haldir.
Hazen veya Hüzn ise geçmişte vuku' bulan nahoş bir hadîse sebebiyle duyulan
üzüntüdür. Bunların ikisi de iç hastalıklarından sayılırlar. Bu ve emsali
hadîsler: «Sevab ve azab hak edilen şeylerdir. Musibetler bunlardan değildir.
Musibetlerden-dolayı verilen sevablar onlara sabredildiği ve rıza gösterildiği
içindir.» diyenlerin sözünü reddetmektedir. Çünkü mücerred musibet gelmekle
sevab hasıl olacağını açıkça bildirmektedirler. Sabır ve rızaya gelince :
Bunlar sevabın ziyâdeliğine sebep olurlar.
(2574) Bize
Kuteybe b. Saîd ile Ebû Bekr t. Ebî Şeybe İkisi birden İbııi Uyeyne'den rivayet
ettiler. Lâfız Kuteybe'nindir. (Dediler ki) : Bize Süfyân, Kureyş'den bir şeyh
olan İbnü Muhaysın'dan rivayet etti. O da Muhammed b. Kays b. Mahremey'i Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet ederken dinlemiş. Ebû Hüreyre şöyle demiş
«Her kim bir kötülük
işlerse, onun sebebiyle ceza görür.»[3] âyeti
inince müslümanîara pek şiddetli tesir etti.
Bunun üzerine Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)
«Orta yolu tutun ve
doğruyu arayın! Müslümantn başına gelen her musibette bir keffâret vardır. Hatta
vücudundan sıyrılan her sıyrıkta veya batan he? dikende bile!» buyurdular.
Müslim der ki : İbnü
Muhaysın, Ömer b, Abdirrahmnn b. Muhaysm'-dır. Mekkeliierdendir.
Bazıları Müs1im'in
ta'rif ettiği bu zâtın Ömer değil Abdurrahman olduğunu söylemişi erse de Nevevî
bunun hata olduğunu bildirmiş; «Doğrusu
birincisidir.» demiştir.
Nekbe : Sıyrıntı
demektir. Ki çok defa parmağı yaralar. Nekbin aslı kapanmak ve çevirmektir.
Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem) bu hadîsi ile ashabını teselli buyurmuş; ifrat ve tefritde
bulunmamak ve doğruyu aramak şartıyle işlenen hatalara, musibetlerin keffâret
olacağını bildirmiş; siz beşeriyet iktizası kötülük işleseniz de daha dünyada
iken onları affettiren sebepler vardır. Bunlardan biri de musibetlerdir, demek
istemiştir. Allahua'lem.
53- (2575)
Bana Ubeydullah b, Ömer Eİ-Kavârîrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b.
Zürey' rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Haccâc Es-Savvâf rivayet etti. (Dedi ki1*
: Bana Ebû'z-Züheyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Câbir b. Abdillah rivayet
etti ki, Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Sâib'in — yahut Ümmü
Müseyyeb'in — yanına girmiş de : I «Sana ne oldu ey Ümmü Sâib —yahut ey Ummü
Müseyyeb— titriyorsun.» diye sormuş. (O da) :
— Sıtma! Allah hayrını
vermesin! demiş. Bunun üzerine :
«Sıtmaya sitem eîme! Çünkü o âdemoğullannın günahlarını körüğün demir pasinı
giderdiği gibi giderir.» buyurmuşlar.
54- (2576)
Bize Ubeydullah b. Ömer EI-Kavârîrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya Jb.
Saîd ile Bİşr b. Mufaddal rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Bekr
"İmran rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ata' b. Ebî Rebah rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbni Abbas :
— Saha cennetliklerden bir kadın göstereyim mi? dedi.
— Hay hay!
dedim.
— Şii siyah kadın!
dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)^ gelerek Beni sara tutuyor da
açılıyorum. Allah'a benim için dua ediver! dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem}'.
«Dilersen sabret de
cennet senin olsun! İstersen sana şifa vermesi için Allah'a dua edeyim!»
buyurdular- Kadın :
— Sal-rcderim! Ama ben
açılıyorum! Allah'a dua et de açılmayayım!
dedi. O da kendisine
dua etti.
İbni Abbâs rivayetini
Buhâri «Kitâbu'I-Merda»'da; Nesâi
«KHâbu't-Tib»'da tahric etmişlerdir.
Bir rivayette kadının
Habeşli iri yarı sarı bir kadın olduğu bildirilmiştir. İsminin Suayra veya
Şukayra olduğu söylenir. Bir rivayette Sükeyra denilmiştir.
Sar'a illetinin sebebi
ulemânın beyânına göre tıbbîdir. Dimağın menfezlerine heva veya buhar dolmak
suretiyle içinde şiddetli bir taarruz meydana gelir. A'zâyı dumura uğratır.
Bazan sar'a cin çarpmasından ileri gelir. Cinler bunu ya insanlara karşı
duydukları aşk ve şehvet yahut düşmanlık sebebiyle yaparlar. Meselâ;
insanlardan bazıları cinlere eziyet verir, onları görmedikleri için üzerlerine
bevleder yahut sıcak su atarak ölümlerine sebep olurlar. Onlar da suçluyu
çarpmak suretiyle cezalandırırlar. Mu'tezi1e'den bir taife sar'alı insanın
bedenine cinlerin girmesini imkânsız görmüşlerdir. Buhârî sârini Aynî bunun
hata olduğunu söylemiştir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) sar'alı kadını sabretmekle dua arasında muhayyer bırakmıştır.
Kadın saralı haline sabredeceğini söylemiş, fakat o halde avret yerleri
açıldığı için Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den açılmaması hususunda
dua istemiş: O da kendisine dua etmiş ve bir daha kadın açılmamıştır.
Hadîs-i şerif sabrın
sonu cennet olduğuna ve takatına güvenenler için meşakkat ve azimetle amelin
ruhsattan daha faziletli olduğuna
delildir.
55- (2577)
Bize Abdullah b. Abdirrahman b. Behrâm Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Mervân (yâni İbni Muhammed Ed-Dımeşkî) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd b.
Abdil-Aziz, Rabîa b. Yezid'den, o da Ebu İdris EI-Havlânî'den, o da Ebû
Zer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen Allah Tebârekt
ve Teâlâ'dan rivayet ettikleri meyânında şunu rivayet etti:
«(Allah) Buyurdu ki :
Ben zulmü kendime haranı kılmışımdir. Onu sizin aranızda da haram kıldım.
Binâenaleyh birbirinize zulmetmeyin! Ey kullarım! Hepiniz dalâlettesiniz,
yalnız benim hidâyete erdirdiğim müstesna! İmdi benden hidâyet dileyin ki, sizi
hidâyete erdireyim. Ey kullarım! Hepiniz açsınız! Yalnız benim doyurduğum
müstesna. İmdi benden yiyecek isteyin ki, sizi doyurayım. Ey kullarım! Hepiniz
çıplaksınız, yalnız benim giydirdiğim müstesna! Şu halde benden giyecek isteyin
ki, sizi giydireyim. Ey kullarım! Siz gece-gündüz günah işliyorsunuz. Bütün
günahları affeden de benim. Şu halde benden af dileyin ki, sizi affedeyim! Ey
!iuilar;m! Sizin bana zarar vermeye elbet gücünüz yetmez ki, zarar veresiniz.
—Bana fayda vermeye de gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz.— Ey kullarım! Sizin
evveliniz âhiriniz, insiniz cinnîniz sizden en takva sahibi bir adamın kalbi
üzre olsalar, bu benim mülküme bir şey ziyâde etmez. Ey kullarım! Sizin
evveliniz âhiriniz ve insiniz cinnîniz en sapık bir adamın kalbi üzere olsalar,
bu benim mülkümden bir şey eksiltmez. Ey kullarım! Sizin evveliniz âhiriniz ve
insanınız cinnîniz bir toprağın üzerinde ayağa kalkarak benden isteseler, ben
de her İnsana dilediğini versem; bu bende olandan ancak iğnenin denize
batırıldığı vakit azalttığı kadar azaltır. Ey kullarım! Bunlar ancak sizin
ameilerinizdir. Onları size sayıyorum. Sonra onların karşılığını size tastamam
veriyorum. İmdi (verileni) kim hayır bulursa Allah'a hamdetsîn! Hayırdan başka bulan ancak kendini muaheze
eîsin!»
Saîd demiş ki: Ebû
tdris El-Havlânî bu hadîsi rivayet ettiği vakit dizlerinin üzerine çökerdi.
(...) Bana
bu hadîsi Ebû Bekr b. îshâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Müshir rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Saîd b. Abdi'1-Aziz bu isnadla rivayette bulundu. Şu
kadar var ki, Mervân'uı hadîsi her ikisininkinden daha tamamdır.
(...) Ebû
İshâk dedi ki: Bize Bu hadîsi Bişrin iki oğlu Hasan ve Hüseyin ile Muhammed b.
Yahya rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize E~û Müshir rivayet etti. Ve hadîsi
bütün uzunluğu ile anlatmışlardır.
(...) Bize
İshâk b. İbrahim ile Muhammed b, Müsennâ ikisi birden Abdüssamed b.
Abdi'l-Vâris'den rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hem-mam rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Katâde, Ebû Kılâbe'den, o da Ebû Es-mâ'dan, o da Ebû Zer'den
naklen rivayet etti. Ebû Zer demiş ki: Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Rabbi Tebâreke ve Teâlâ'dan rivayet ettikleri meyânında şöyle
buyurdular :
«Ben zulmü kendime ve
kullarıma haram kıldım. Binâenaleyh birbirinize zulmetmeyin!..»
Ve râvi hadîsi yukarki
gibi nakletmiştir. Ama zikrettiğimiz Ebû İdris hadîsi bundan daha tamamdır.
Bu hadîs Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Allah Teâlâ'dan naklettiği kutsî hadîslerdendir.
Zulüm, haksız' yere başkasının malını almak; ırzına sataşmak ve emsali
şeylerdir. Ulemâ onu : Bir şeyi icabının aksine yapmaktır, diye tarif ederler.
Teâlâ Hazretlerinin kullarına zulmetmesi müstehil yâni imkânsızdır. Zira onun
fevkinde itaat edeceği bir kimse yoktur. Bütün âlem onun mülküdür. Başka bir
mülk sahibi olmadığına göre Allah Tealâ'nm başkasının mülküne tecâvüz ve zulmü
de tasavvur olunamaz. Haram kılmak, men etmek manasınadır. Bu itibarla Teâlâ
Hazretleri zulümden münezzeh oluşuna Sıaram kıldım ismini vermiştir. Zira bir
şeyin esasen bulunmaması nıemnûa benzer. Men edilen şeyden maksat da o şeyin
bulunmamasıdır.
«Hepiniz
dalâlettesiniz...» cümlesi hakkında Mâzirî şunları söylemiştir : «Bunun zahirî
mânâsı bütün kulların dalâlet üzere yaratılmış olması yalnız Allah'ın hidâyet
verdiklerinin dalâletten kurtulmasıdır. Halbuki meşhur bir hadiste ;
«Her doğan çocuk
fıtrat üzere doğar.» buyurulmuştur. Buna göre birinci hadîsten murad;
insanların Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)yu\ gönderilmesinden önceki
halleri olabilir. Ve : Tabiatlarındaki şehvet, rahat düşkünlüğü ile düşünceyi
ihmal halleri üzerine bırakılsalar dalâlete düşerlerdi, mânâsı kastedilmiş
olabilir.»
Nevevî, Mâzirî 'nin bu
ikinci tevcihini daha muvafık bulmaktadır.
Mihyât: İğne
demektir. Teâlâ Hazretlerinin bu beyânı mânâyı zihinlere daha kolay
yerleştirmek içindir. Maksad her insana istediği verilse, bu benim hazinemden
hiç bir şey eksiltmez, demektir. Çünkü Allah'ın mülküne noksanlık arız olmaz.
Noksanlık sınırlı ulan fini şeylere mahsustur. İğne ile denizden su almak bir
darb-ı meseldir. İnsanlar bunu bir şeyin azlığını anlatmak için kullanırlar.
Çünkü deniz müşahede edilen şeylerin en büyüğü, iğne ise en küçüğüdür. Bu küçük
nesnenin incecik ucuna yapışacak su yok denecek kadar azdır. Bundan dolayı
bütün insanlara verilecek isteklerinin Allah'ın hazînesinden hiç bir şey
eksiltmeyeceği bu darb-ı meselle ifâde buyurulmuştur.
56- (2578)
Bize Abdullah h. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dâvud (yâni
İbni Kays) Ubeydullah b. Miksem'den, o da Câ~ bir h. Abdillah'dan naklen
rivayet etti ki: Kesûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem):
—«Zulümden sakının!
Çünkü zulüm kıyamet gününde karanlıklar olacaktır. Cimrilikten del
sakının! Çünkü cimrilik sizden öncekileri
helak etmiş, onları birbirlerinin kanlarını dökmeye, haramlarını helâl
saymaya sevketmiştİr.» buyurmuşlar.
57- (2579)
Bana Muhammed b. Hâthn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şebâbe rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Abdü'1-Aziz El-Mâcîşûn, Abdullah b. Dinar'dan, o da İbni Ömer'den
naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Şüphesiz kİ, zulüm
kıyamet gününde karanlıklar (olacak) dir.»buyur-dular.
İbni Ömer rivayetini
Buhârî «Kitâbu'l-Mezâlim»'de; Tirmizî -Kitâbu'I-Birr»'de tahric etmişlerdir.
Tirmizî onun hakkında : «Bu Ijadîs Hasen Garibdir» demiştir.
Kaadî lyâz'm beyânına
göre ulemâdan bazıları: «Bu hadîsden murad zahirî mânâsıdır. Yapılan zulüm
kıyamet gününde sahibine karanlıklar şeklinde tecelli edecek, mü'minlerin nuru
önlerinde, yanlarında parlayıp dururken, o yolunu bulamıyacaktır.»
demişlerdir.
Nevevî buradaki
karanlıklardan kıyametin şiddet ve dehşetleri kastedilmiş olabileceğini de
söylemiştir.
İbnü Cevzî diyor ki :
«Zulüm iki suça şâmildir : Biri haksız yere başkasının malını almak, diğeri
adaleti emreden kimseye karşı gelmektir. Bu ikincisi daha beterdir. Çünkü
zulüm hemen hemen Allah'dan başka yardımcısı olmayan zayıfa yapılır. Bu ancak
kalbin kararmasından neş'et eder. Zira hidâyet nuruyla aydınlanmış olsa,
yaptıklarının sonunu düşünür.»
Kaadî Iyâz:
Cimrilikten dolayı helak olanlardan murâd; dünya helakinin de, âhiret
helakinin de olabileceği ihtimâli üzerinde durmuştur. Nevevî ikinci İhtimâli
yâni âhirette helak olacakları mânâsını daha münâsib bulmuştur. Hem dünyada,
hem de âhirette helak olacakları mânâsına gelmesi de muhtemeldir. Ulemâdan bir
cemâat şuh ile buhl arasında fark görmüşlerdir. Bunların ikisi de cimrilik
mânâsına gelmekle beraber; şuh, buhlden daha şiddetlidir. Eazılan şuh'un
cimrilikte hırs göstermek olduğunu söylemiş, bir takımları da : «Bu hal ferdî
işlerdedir. Şuh ise her şeye âm ve şâmildir.» demişlerdir. Bu husûsda daha
başka tarifler de yapılmıştır.
58 - (2580)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Ükayl'den, o da
Zührî'den, o da Sâlim'den, o da babasından naklen rivayet etti ki, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Müslüman müslümanin
kardeşidir. Ona zulmetmez; onu tehlikeye atmaz. Bir kimse din kardeşinin
hacetinde bulunursa, Allah da onun hacetinde bulunur. Her kim bir müslümanın
bir sıkıntısını-giderirse, onun sebebiyle Allah kendisinden kıyamet
sıkınalarından birini giderir. Ve her kim bir müslümanın suçunu örtbas ederse
kıyamet gününde Allah onu Örtbas eder.»
buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buharı «Kitâbu'I-Mezâlim»
ile «Kitâbu'I-İkrah»'da; Ebû Dâvud ile Tirmizî «Hudûd» bahsinde; Nesâî
«Ki-tabu'r-Recm>»'de tahric etmişlerdir.
Onu İbni Mâce. Hâkim,
Taberânî ve İmam Ahmed de muhtelif lâfızlarla rivayet etmişlerdir.
Müslümanların
kardeşliği İslâmiyet itibariyledir. Aralarında ittifak ve mutabakat bulunan iki
şeye Arabcada kardeş denilir. Müslüman tabiri ; Hür, köle, baliğ ve mümeyyiz
olan her ferde şâmildir, Binâenaleyh müs-lümanlıkta kölelerle sahipleri de kardeştirler.
«Ona zulmetmez...»
cümlesi emir manasınadır. Ve te'kid kabililindendir. Çünkü müslümanın müslümana zulmetmesi haramdır.
Ibnü Battal: «Mazluma
yardım etmek farz-ı kifâyedir. Sultana ise bu farz-ı ayn olur.» demiştir. İbnü
Tîn ; «Müslümanın müslümana zulmetmemesi farz; onu tehlikeye atmaması ise
müstehabdır.» demişle de, Aynî
bunların yerine göre değişeceğini söylemiştir.
Müslümamn suçunu
örtbas etmek, kendisine gizlice tenbih ve nasi-hatta bulunmaya mâni değildir.
Bu hüküm aşikâre suç işlemiyenler hakkındadır. Zamanımızda olduğu gibi, her
suçu pervasızca göz önünde yapanlar bundan hariçtir. Bunlara fasık denilir ki,
gıybetleri mubahtır. Resûlüllah (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem) bu husûsda :
«Fâcıri âlem bilip
dururken anmaktan çekiniyor musunuz? Onu kendisinde bulunan marifetiyle anın
kir insanlar ondan sakınsın!» buyurmuştur.
Kürbe: Gam,
keder mânâsına gelir. Bir kimsenin gam ve kederini, sıkıntısını gidermek malla,
canla veya mevki ile olabilir. Nevevî diyor ki: «Burada mendûb olan örtbasdan
murad; eziyet ve fesadla meşhur olmayan iyi hal sahipleridir. Eziyet ve fesadla
meşhur olan kimseye gelince onun suçunu örtbas etmemek ve mefsedetinden
korkulmazsa kendisini Ulu'1-Emre şikâyet etmek müstehab olur. Çünkü Örtbas
etmek, onu daha ziyâde ezâ ve fesada tama'landırır. Hürmetleri çiğnemeye ve
daha başkalarını yapmaya cesaretlendirir. Bütün bunlar olmuş bitmiş bir suçu
Örtbas etmek hakkındadır. Henüz yapılmakta olan bir suçu gören kimseye ona
itiraz etmek ve elinden geliyorsa men etmek vâcibdir. Tehiri helâl değildir.
Men etmekten âcizse meseleyi —Bir mefsedet terettüb etmiye-ceğinden emin olmak
şartiyle— Ulu'1-Emre şikâyet etmesi lâzım gelir. Râvilerin, şâhidlerin; sadaka,
evkaf ve yetim mallarına nezâret eden emin kimselerin ve emsalinin cerh
edilmelerine gelince : Hacet zamanında bunları cerh etmek vâcibdir.
Ehliyetlerine dokunan bir halleri görülürse onu örtbas etmek helâl değildir. Bu
hâl haram olan gıybetten değil, vâcib olan nasihattan ma'duddur. Ulemâ bu
hususa ittifak etmişlerdir.»
59- (2581)
Bize Kuteybe b. Saîd'le AH b. Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail
(bu zât İbni Ca'fer'dir) Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etti ki: Resûlüllaİı (Sallallahü Aleyhi Sellem):
«Müflis kimdir bilir
misiniz?» buyurmuş. Ashab :
— Bizim aramızda
müflis hiç bir dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir, demişler. Bunun üzerine :
«Hakikaten benim
ümmetimden müflis, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekâtla gelecek olan
kimsedir. Ama şuna sövmüş, buna zînâ isnadında bulunmuş; şunun malını yemiş;
bunun kanını dökmüş, diğerini de dövmüş olarak gelecek. Ve buna hasenatından
şuna hasenatından verilecektir. Şayet dâvası görülmeden hasenatı biterse, onların günahlarından alınarak bunun
üzerine yüklenecek, sonra cehenneme atılacaktır.» buyurmuşlar.
Bu hadîste Resûlüllah
{Sallalhhü Aleyhi ve Sellem) müflisin hakikatim tarif etmiştir. İnsanlar
arasında hiç malı bulunmayan veya malı pek az olan kimseye müflis denilirse de,
hakikî müflis bunlar değildir. Çünkü bu hâl Öliümle yahut sonradan
zenginlemekle değişebilir. Hakikî müflis bu hadiste bildirilen kimsedir.
Böylesi kamilen mahv-ü helak olmuş tam yoksuldur!. İşlediği hayır ve hasenatın
sevablan borçlularına verilecek, bunlar bitince borçlularının günahları bunun
üzerine yüklenecek, sonra cehennemi boylayacaktır ki, zarar ve ziyanı helak ve
iflâsı bu suretle tamam olacaktır. Ma'ziri 'nin rivayetine göre bid'atçılardan
bazısı bu hadîsin :
«Hiç bir günahkâr
başkasının günahını yüklenmez...»
âyet-i kerîmesine muarızdır, diye
itirazda bulunmuşsa da bu itiraz cehaletten ileri gelen bir hatâdır. Çünkü
müflis kendi fiili ve zulmüyle hak ettiğinin cezasını çekecektir. Hiç bir
kabahati yokken cezalandırılacak değildir. Ehl-i sünnetin ;mezhebi budur.
60- (2582)
Bİze Yahya b. EyyÛb ile Kuteybc ve İbni Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) ;
Bize İsmail (yâni İbnü Cafer) Aîâ'dan, o da baba-sın'dan, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti ki : Resûlüllah (Salhllahü Aleyhi ve Sellem):
«Kıyamet gününde
hakları mutlaka sahiplerine vereceksiniz. Hattâ boynuzsuz koyun İçin boynuzlu
koyundan kısas alınacaktır.» buyurmuşlar.
Bu hadîs kıyamet
gününde insanların, çocukların, delilerin ve kendilerine İslâmiyete da'vet
ulaşmayanların haşredildikleri gibi, hayvanların da dirilerek mahşer yerine
getirileceklerine açık delildir. Kitap ve Sünnetin bütün delilleri de bunu
isbat etmektedir. Teâlâ Hazretleri :
«Bütün vahşîler haşrolunduğu
vakit...» [4]
buyurmuştur. Akleıı veya şer'an bir mâni bulunmadığı takdirde, serî bir sözü
zahir mânâsı üzerine bırakmak vâcibdir. Ulemânın beyânına göre kıyamet gününde
mahşer yerine toplanmak için sevab veya ceza vermek şart değildir. Boynuzsuz
koyun için de boynuzludan kısas almak mükelleflere mahsus olan kıcas değil,
Kısas-ı' Mukabele'dir. Çünkü hayvanlar mükellef değillerdir.
61- (2583)
Bize Mubammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Büreyde b. Ebî Bürde tabasından, o da Ebû
Musa'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sailaüahu A İeyhi ve
Sellem) :
«Şüphesiz ki, Allah
(Azze ve Celle) zâlime mühlet verir. Ama bir de yakalarsa onu bırakmaz.» buyurdu. Sonra şu âyeti okudu:
«işte şehirler
zulmeder de, Rabbin onları azab eylerse, Rabbinin azabı böyledir. Gerçekten
onun azabı eüm ve şiddetlidir.» [5]
Bu hadîsi Buhârî,
Nesâî ve İbni Mâce Hûd Sû-resi'nin tefsirinde tahric etmişlerdir.
Yünılî: Tehir etmek ve
mühlet vermektir.
Bu kelime müleve veya
mileve aslından alınmıştır. Müleve: Müddet ve zaman mânâsına gelir. Râgıb'ın
beyânına göre ahz : Bir şeyi elde etmek ve almaktır. Bu bazan ele almak, bazan
da kahretmek suretiyle olur. Âyetteki ahz kahretmek manasınadır.
Şehirlerin zulmünden
murad; halkının zalimliğidir. Zulüm; mahalli zikir, hâili murad kabilinden
mecazen şehirlere izafe olunmuştur.
Zemahşerî diyor ki :
«Bu Mekke kâfirlerinden olsun, başkalarından olsun ahâlisi zâlim olan her belde
hattâ başkasına yahut günah işlemek suretiyle kendine zulmeden herkes hakkında
zulmün aki-betinin vahim olacağından sakındırmaktır. Binâenaleyh her günahkâra
Rabbinin elim ve şiddetli azabından korunmak ve mühlete aldanmayarak hemen
tevbeye şitâb etmek gerekir,
62- (2584)
Bize Ahmed b. AbdiIIah b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) BizeZüheyr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'z-Zübeyr, Câbir'den rivayet etti. Câbir şöyle demiş
: Biri muhacirlerden, diğeri ensârdan iki Çocuk kavga ettiler. Bunun' üzerine
muhacir yahut muhacirler:
— Yetişin ey
muhacirler! Ensârî de:
— fetişin ey ensâr! diye haykırdılar. Derken
Resûlüllah (Salîailahü Aleyhi vö tellem)
çıkarak :
«Ne bu cahiliyet halkı
dâvası?» diye sordu. Ashâb ;
— Er şey yok yâ Resûlallah! Yalnız iki çocuk
kavga ettiler de biri diğerimi] kıçına vurdu, dediler. Resûlüllah (Sallallahii
Aleyhi ve Sellem):
«O halde zararı yok.
Kişi zâlim de olsa, mazlum da olsa din kardeşine yardım etsin. Zâlimse onu men
etsin. Zira bu onun için bir yardımdır. Mazlum ise ona yardımda bulunsun!»
buyurdular.
(...) Bize
Ebû Bekr b. EM Şeybe ile Züheyr b. Harb, Ahmede'd-Dablî ve İbnü Ebî Ömer
rivayet ettiler. Lâfız İbni Ebî Şeybe'nindir. tbni Abde : Ahberanâ tâbirini
kullandı. Ötekiler : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti dediler. Süfyân demiş
ki: Amr Câbir b. Abdİltah, şunu söylerken işitmiş: Bir gazada Peygamber
(Salîailahü Aleyhi ve Sellem) le birlikte bulunuyorduk. Muhacirlerden bir adam
ensârdan birinin kıçına vurdu. Derken ensârî :
— Yetişin ey ensâr! Muhacir de :
— Yetişin ey muhacirler! dediler.
Bunun üzerine
Resûlüllah {Salîailahü Aleyhi ve Sellem):
«Bu câhiliyyet dâvası
ne oluyor?» buyurdu. Ashâb :
— Yâ Resûlallah! Muhacirlerden bir adam, ensârdan birinin
kıçına vurdu, dediler. O da :
«Bu dâvayı bırakın!
Çünkü o kokmuş bîr şeydir.» buyurdular. Derken Abdullah b. Übey bu daveti
işitti. Ve :
— Vallahi onlar bunu yaptılar! Medine'ye
dönersek şerefli olan şerefsizi oradan mutlaka çıkaracaktır, dedi. Ömer:
— Bana müsaade et de şu münafığın boynunu
vurayım! dedi. Resûlüllah (Salîailahü Aleyhi ve Sellem):
«Bırak onu! İnsanlar
Muhammed ashabını Öldürüyor diye konuşmasınlar.» buyurdular.
64- (...)
Bize İshâk b. İbrahim ile İshâk b. Mansûr ve Muhammed b. Râfi' rivayet ettiler.
İbnü Râfi': Haddesenâ; Ötekiler : Ahberanâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler
ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Eyyûb'dan, o da
Amr b. Dinar'dan, o da Câbir b. Abdil-lah'dan naklen haber verdi. Câtir şöyle
demiş : Muhacirlerden bir adam, ensârdan birinin kıçına vurdu. O da Peygamber
(Salîailahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek'ondan kısas istedi. Bunun üzerine
Peygamber (Salîailahü Aleyhi ve Sellem):
«Bırakın bu dâvayı!
Çünkü o kokmuş bir şeydir.» buyurdular.
İbnü Mansur kendi
rivayetinde : «Amr işitmiş demiş ki : Ben Câbir'-den dinledim.» demiştir.
Bu hadîsi Buhârî
«Edeb» ve «Tefsir» bahislerinde; Tirmizi <Tefsir> de; Nesâî «Siyer» ile
«El-yevm ve'1-leyle» ve «Tefsir» bahislerinde muhtelif râvilerden tahric
etmişlerdir.
Kes': Bir
kimsenin kıçına elle veya ayakla vurmaktır. Zikri geçen kavga Beni Mustalik
gazasında olmuştur. Kavga eden muhacir Cehcah b. Kays, ensârî de Sinan b.
Vebra'dır, Zehcah , Hz, Ömer 'in maiyetinde olup, onun atını yedermiş. Bu
sata tbnü Saîd
El-Gıfârî de denilir.
Kat âde 'nin rivayet
ettiği mürsel bir hadîsde şöyle denilmektedir : «Onlardan büyük bir münafık
şunu söyledi : Bunların misâli öbür adamm
IkÖpeğini semizlet de
seni yesin, dediği gibidir.»
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'m bu kavgaya câhiliyet dâvası demesi, ondan hoşlanmadığı
içindir. Çünkü tarafların kabilelerini yardıma çağırmaları hakikaten câhiliyet
devrinden kalma bir âdet idi, Câhiliyet devrinde Arablar birbirlerinden haklarını
almak için akraba ve kabilelerini yardıma çağırırlardı. İslâmiyet bu âdeti
iptal etmiş, dâvaların hallini şer'î hükümlere bağlamıştır. Bir insan
başkasının hakkına tecavüz ederse, haklıyı haksızı hâkim ayırır.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in bu kıssanın sonunda: «Zararı yok...» buyurması : Bu
kıssadan benim korktuğum şiddet hâsıl olmadı manasınadır. Çünkü fitne ve
fesadı mûcib olacak câhiliyet gaşalığı zuhur edeceğinden endîşe duymuştu.
Hadîs-i şerîf
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sâhib olduğı sabır ve tahammülü
göstermekte ve daha büyük mefsedetlere sebep olacak bazı yolsuzluklara sabır
gerektiğine işaret etmektedir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dâima
müslümanlarm. kalblerini yatıştırmaya çalışır. Müslümanlığın kuvvet bulması,
imanın kalblere yer etmesi için bedevilerle münafıkların gösterdikleri
kabalıklara sabreder, bu maksatla onlara bol bol ihsanlarda bulunurdu.
Münafıkları da bundan dolayı öldürmemişti. Kaadî Iyâz bu hükmün neshedilip
edilmediği hususunda ulemânın ihtilâf ettiklerini söylemiştir. Bâzıları :
«Münafıkların affedilmesi nifaklarını meydana çıkarmadıklarmdandır. Nifakları
zuhur ederse Öldürülürler.»: demişlerdir.
17- Mü'minlerin
Birbirlerine Acımaları, Şefket Etmeleri ve Yardımlaşmaları Babı
65- (2585)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Âmir El-Eş'arî rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize Abdullah b. İdris ile Ebû Üsâme rivayet ettiler. H.
Bize Ebû Küreyb
Muhammed b. Alâ' da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tbnü Mübarek ile İbnü İdris
ve Ebû Üsâme hep birden Büreyd'den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan
naklen rivayet ettiler. Ebû Musa şöyle demiş : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Mü'min için mü'min
birbirini perçinleyen duvar gibidir.» buyurdular.
Bu hadîsi Buhârî
«Namaz», «Edeb» ve «Mezâlim» bahislerinde; Tirmizî «Kitâbu'l-Bin de; Nesâî
«Zekât» bahsinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Buhârî 'nin
rivayetinde :«Parmaklarını birbirine geçirdi...» ibaresi de vardır. Hadîs-İ
şerif bir teşbihden ibaret olup : «Birbirini -perçinleyen» ve «Parmaklarını
birbirine geçirdi» cümleleri teşbihin vechini beyân etmektedirler. Yâni
mü'minler birbirini tutmakta ve yardımlaşmakta duvar eczasının birbirine
kaynaşmasına benzerler. Bu hadîs sözünü mübalağa ile beyân etmek istiyen bir
kimsenin muhatabına daha tesirli olsun diye hareketiyle mübalağayı temsil
etmesinin caiz olduğunu göstermektedir.
66- (2586)
Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zekeriyya, Şam'den, o da Nu'man b. Beşîr'den
naklen rivayet etti. Nu'man şöyle demiş: Resûlüllah
67- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Saîd El-Eşec rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Veki' A'meş'den, o da Şa'bî'den, o da Nu'man b. Beşîr'den naklen rivayet
etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Mü'minler bir adam
gibidir. Başı ağırsa cesedin sair yerleri humma ve uykusuzlukla ona (iştirake)
çağnşırlar.» buyurdu.
(...) Bana
Muhammed b. AbdiUah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd b.
Abdirrahman, A'meş'den, o da Hayseme'den, Nu'man b. Beşir'den naklen rivayet
etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Müslümanlar bir adam
gibidir. Gözü ağırsa bütün vücudu ağırtr. Başı da ağırsa bütün vücudu
ağırır.» buyurdular.
(...) Bize
İbnü Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd b. Abdirrahman A'meş'den, o
da Şa'bî'den, o da Nu'man b. Beşir'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemi'den naklen bu hadîsin benzerim rivayet etti.
Bu hadîsi Buhârî «Kitâhu'l-Edeb»'de tahric etmiştir.
Bu hadîs dahî bir
teşbihdir. Vechi şebeh zahmet ve rahmet hususunda birbirine uymaktır.
Uykusuzluğun sebebi duyulan acıdır. Humma ise uykusuzluk sebebiyle daha da
artan bir hastalıktır. Kirmanı: «Humma garib bir hararettir. Kalbde yanar ve
bedenin her tarafına yayılarak tabiî fiillerle zararlı bir şekilde alevlenir.»
demiştir. Hummanın Türkçe adı sıtmadır.
Bu hadîsler
müslümanlarm birbirlerinin haklarına riayeti gerektiğine açık delil olup,
onları birbirlerine karşı saygılı, merhametli, şefkatli olmaya günah
sayılmayan hususlarda yardımlaşmaya teşvik etmektedirler.
68- (2587)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hucur rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize İsmail (yâni İbnü Ca'fer) Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Sövüşen iki kişinin
söyledikleri (nîn vebali), mazlum olan tecâvüzde bulunmadıkça başlayana aittir.» buyurmuşlar.
Bu hadîsten murâd
şudur : Birbirine söven iki kimsenin günahları sövmeye ilk başlayana aittir.
Meğer ki, sövülen kimse haddini aşarak ona daha fazla sövmüş ola!
Hadîs-i şerîf
mütecavizden karşılık vermenin caiz olduğuna delildir. Bu hususta ihtilâf yoksa
da sabırlı davranarak affetmek yine efdaldir.
Haksız yere bir müslümana
sövmek haramdır. Fakat sövülen kimsenin de karşılık verirken ondan ileri
gitmemesi icab eder. Ancak söven kimse yalan söyler, zina iftirasında bulunur
veya geçmişine söverse, bu takdirde ona : Ey zâlim, ey ahmak gibi sözlerle
mukabelere bulunabilir. Ve bu suretle ondan hakkını almış olur. Söven de onun
hakkından kur-tulur. Yalnız söze başlaması suçu yahut Allah için hak ettiği
günahı kalır. Bâzıları hiç bir günahı kalmadığını söylemişlerdir. Bu takdirde
söze ilk başlayanın vebalinden murad günah değil zemmedilmesi olur.
69- (2588)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İfcni Hucr rivayet .ttiler. (Dediler ki) :
Bize İsmail (bu zat îbni Ca'fer'dir) Alâ'dan, o da babasından, o" da Ebû
Hüreyre'den, o da ResûlüIIah (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem)’ın naklen rivayet
etti:
«Sadaka hiç bir malı
eksiltmez. Af sebebiyle Allah bir kulun ancak Şerefini artırır. Ve bir kimse
Allah için tevazu gösterirse Allah onu ancak yükseltir.» buyurmuşlar.
Ulemâ bu hadîsin her
cümlesi hakkında iki vecih beyan etmişlerdir.
«Sadaka hiç bir malı
eksiltmez...» cümlesinin birinci veçhe göre mânası: Allah o mala bereket
verir; ondan zararı def eder; bu suretle azalmış görünen kısım gibi bereketle
yerine gelir, demektir. Bu cihet hissen ye âdeten anlaşılır. İkinci veçhe göre
mâna şudur : Mal sûreten azalsa da ona verilen sevab ile noksanı tamamlandığı
gibi, kat kat ziyâdesi de Verilir.
Af sebebiyle Allah bir
kulun ancak şerefini artırır.» cümlesinin birinci veçhe göre mânâsı af ve
semahatla meşhur olan bir kimse kalblerde büyür. Şerefi artar. Ona herkes
ta'zim ve ikramda bulunur, demektir, ikinci veçhe göre bundan murad âhiretteki
ecr-ü mükâfatı ve oradaki şerefidir.
«Bir kimse Allah için
tevazu gösterirse; Allah onu ancak yükseltir.» cümlesi de öyledir. Yâni birinci
veçhe göre : Allah onu dünyada yükseltir. Herkesin kalbinde yer eder. İkinci
veçhe göre âhirette kendisine sevab ve yüksek dereceler verir, demektir.
Maamafih bu cümlelerden hem dünyada, hem âhirette derecesinin yükseltileceği
mânâsı kastedilmiş de 'olabilir.
70- (2589)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbnü Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize İsmail, Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etti ki, Resûlüllah (Sallallahû Aleyhi ve Sellenı):
«Gıybet nedir bilir
misiniz?» buyurmuş. Ashâb :
— Allah ve Resulü bilir demişler.
«Kardeşini hoşlanmadığı
bir şeyle anmanehr.» buyurmuş,
— Yâ kardeşimde benim söylediğim bulunursa, ne
buyurursun? denilmiş.
«Söylediğin onda varsa,
onu gıybet ettin demektir. Eğar onda yoksa, ona
bühtan etmiş olursun.» buyurmuşlar.
Gıybet, bir kimsenin
arkasından onun hoşlanmayacağı şeyleri söylemektir. Bühtan, yalan bâtıl
demektir. Bunun aslı bir kimsenin yüzüne karşı bâtılı söylemektir.
Gıybet ile bühtanın
ikisi de haram ise de, şer'î bir maksatla gıybet etmek mubah olur. Gıybeti
mubah kılan sebepler altıdır :
1- Zulme
uğradığını anlatmak için gıybette bulunmak caizdir. Binâenaleyh bir mazlum
hükümdar veya hâkim gibi velayet ve kudret sahibi birinin huzura çıkarak, filân
bana zulmetti. Yahut, şöyle şöyle yaptı; diye şikâyette bulunabilir.
2- Kötülüğü
değiştirmek ve âsiyi yola getirmek için yardım istemek caizdir. Binâenaleyh
kudreti olduğunu sandığı bir kimseye giderek : Filân şöyle şöyle kötü
hareketlerde bulunuyor; onu bunlardan men et, demek caizdir.
3- Fetva
almak için. gıybet caizdir. Bir kimse müftiye giderek ; Fi-an bana zulmetti
yahut babam veya kardeşim şöyle şöyle yolsuzluklarda julundular. Bunları
yapmağa hakları var mıdır? Benim onların zulüm-erinden kurtulmama çare nedir?
diyebilir.
4- Müslümanları
serden sakındırmak için gıybet caizdir. Bunun bir-•ok vecihleri vardır. Biri
râvileri, şahitleri ve musanmfları cerhetmektir. Bu bilicma caizdir. Hattâ
Nevevî : «Şeriatı korumak için bu vâcib-nir.» diyor. Müşavere anında bir
kimsenin kusurunu söylemek, kusurlu mal satarken müşteriye o malın kusurlu
olduğunu bildirmek, satılan kölenin hırsız, zâni veya sarhoş olduğunu haber
vermek; fasık bir âlimden fıkıh dersi almaya giden kimseye onun fışkını
söylemek hep bu caiz ve-cihlerden ma'duddur.
5- Fasıkhğı
veya bid'atçılığı yüze vuran bir kimseyi aşikâre irtikab ttiği günahlar
sebebiyle gıybet etmek caizdir.
6- Tarif
için bir kimsenin körlük, topallık, kısalık, uzunluk gibi hallerini söylemek
caizdir. Fakat bunları o şahsı küçültmek niyetiyle söy-llemek haramdır. Hattâ
sakathğmı anmadan tarifi mümkünse o
suretle tarif yapmak evlâdır.
71-(2590)
Bana Omcyye b. Blslam El-Ayşî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd (yâni ibni
Zürey') rivayet ett. (Dedi ki) : Bize Ravh Suheyl den, o da tabaından, o da Ebû
Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallaüahu Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet
etti:
«Allah dünyada bir
kulunu (n günah.nı) örterse onu Inyamet gjnundo de örter.» buyurmuşlar.
72- (...)
Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süheyl bahasından, Q d» Ebû Hürcyrc'den, o da Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem)'den naklen rivayet etti:
«Dünyada bir kul bir
kulu (n günahını) örterse, kıyamet gününde cnu Allah da örtbas eder.» buyurmuşlar.
Kaadî Iyâz'ın beyânına
göre bu hadîsin dahi ıkı veçhe ihtimali vardır. Birinci veçhe göre Allah
dünyada günahını örtbas ettiği kulunun kusur ve günahlarını mahşerde de gizler.
Ve mahşer halkı onu bilmezler. İkinci veçhe göre o suçtan dolayı kulunu hesaba
çekmekten ve suçu söylemekten vaz geçer. Birinci mânâyı Kaadî Iyâz daha
muvafık görmüştür.
Din kardeşinin suçunu
affeden kimse hakkındaki izahatı bundan bir bâb önce görmüştük.
73- (2591)
Bize Kuteybc b. Saîd İle Ebû Bckr b. Ebî Şeybe, Amru'n-Nâkid, Züheyr b. Harb ve
İbni Nümeyr hep birden İbni Uyeyne'den rİ-vâyet ettiler. Lâfız Züheyr'iııdir.
(Dedi ki) : Bize Süfyân (bu zât îbni Uyeyne'dir) İbnü Münkedir'den rivayet
etti. O da Urve b. Zübeyri şöyle derken işitmiş. Bana Âişe rivayet etti ki, bir
adam Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve SeÜemfm yanına girmek için izin istemiş. O
da:
«Ona izin verin. Bu
aşiretin oğlu ne fenadır. Yahut bu aşiretin adamı ne fenadır!» buyurmuş. Adam
yanına girince Resûlüllah (SallaUahu Aleyhi veSellem) onunla yumuşak konuşmuş.
Âişe demiş ki, ben:
— Yâ Resûlallah! Onun
hakkında söylediğini söyledin. Sonra kendisiyle yumuşak konuştun? dedim.
«Yâ Âişe! Şüphesiz ki,
kıyamet gününde Allah nezdinde insanların en kötü mertebelisi, insanların
fuhşundan korkarak kendisine ^e6a ettiği yahut kendisini terk ettiği
kimsedir.» buyurdular.
(...) Bana
Muhamrned b. Râü' ile Abd b. Humeyd ikisi birden Ab-dürrezzâk'dan rivayet
ettiler. (Demiş ki) : Bize Ma'mer İüni Münkedir'-den bu isnadda bu hadîsin
mânâsının mislini haber verdi. Yalnız o:
«Bu kavmin kardeşi ve
aşiretin oğlu ne fenadır.» dedi.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'l--Edeb»'in bir iki yerinde; Ebû Dâvud <Kitâbu'I-Edeb»'de; Tirmizî
«Kitâbu'l-Birr»'de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
İbni Battal'in
beyânına göre gelen adamın ismi Uyeyne b. Hısn El-Fezârî 'dir. Kendisine ahmak
denilirmiş. O gün henüz inüslüman değilmiş. Fakat müslüman görünürmüş.
Peygamber ^Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) herkesin bilmesi ve hâline aldanmaması
için onu ashabına tanıtmak istemiştir. Bu adam Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem)'in sağlığında olsun, vefatından sonra olsun imanının zayıflığına
delâlet eden işler yapmış. Mürtedlerle beraber o da dinden dönmüş ve esir
edilerek Hz. Ebû Bekr'e getirilmiştir. Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
in onu :
«Bu aşiretin kardeşi ne
fenadır...» diye vasfetmesi nübüvvetine delâlet eden mucizelerindendir. Çünkü
sonraları hâli onun vasfettiği gibi zuhur etmiştir. ResûlüUah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) 'in ona yumuşak davranması ve huzuruna geldiği vakit
konuşmakta olduğu Abdullah İbni Ümmi Moktum'u bırakarak onunla yumuşak
konuşması kavminin müslüman olmasını ümit ettiği içindir. Bunun üzerine Teâlâ
Hazretleri Abese Sûresinin ilk
âyetlerini indirmişti, Hadîsteki aşiretten murad kabiledir.
Hadîs-i şerif
kötülüklerinden korkulan bir kimseye karşı yumuşak davranmanın ve fışkını ilân
eden fasıkın zemmi caiz olduğuna delildir. fPeygamber (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem) bu adamı methetmemiş, yalnız dün-Lyaya ait bazı hususatta kalbini
İslâm'a yatıştırmak için kendisiyle yumuşak konuşmuştur.
74- (2592)
Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yahya b. Saîd
Süfyân'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Mansûr, Temim b. Seleme'den, o da
Abdurrahman b, Hilâl'den, o da Cerîr'den, o da Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen rivayet etti:
«Bir kimse yumuşak
davranmaktan mahrum İse, hayırdan mahrum olur.» buyurmuşlar.
75- (...)
Bize Efcû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Saîd Eİ-Eşec ve Muhammed b. Abdillah b.
Nümeyr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Veki' rivayet etti. H. Bize Ebû
Küreyi) de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye rivayet etti. H.
Bize Ebû Saîd Eİ-Eşec
dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs (yâni İbni Gıyas) rivayet etti.
Bunların hepsi
A'meş'den rivayet etmişlerdir. H.
Bize Züheyr b. Harb
ile İshâk b. İbrahim de rivayet ettiler. Lâfız her ikisinindir. Züheyr:
Haddesenâ; İshâk ise: Ahberanâ tâbirini kullandı. (Dedi ki) : Bize Cerîr
A'meş'den, o da Temim b. Seleme'den, o da Abdurrahman b. Hilâl El-Absî'den naklen
haber verdi. Demiş ki: Cerîr'i şunu söylerken işittim: Ben Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'i:
«Bir kinse
yumuşak davranmaktan mahrum
ise, hayırdan mahrum [olur.» buyu: urken işittim.
76- ( ..)
Bize Yahya h. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Vâhid b. Zıyad,
Muhahıraed b. Ebî İsmail'den, o da Abdurrahman b. Hi-lâl'den naklen haber verdi.
(Demiş ki) : Ben Cerîr b. Abdillah'ı şunu söylerken işittim. Resûlüllah
{Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Bir kimse yumuşak
davranmaktan mahrumsa, hayırdan mahrumdur. Yahut bir kimse yumuşak davranmaktan
mahrum olursa, hayırdan mahrum olur.»
buyurdular.
77- (2593)
Bize Harmele b. Yahya El-Tücîbî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb
haber verdi. (Dedi ki) : Bana Hayve haber verdi. (Dedi ki) : Bana İbnü Hâd, Ebû
Bekr b. Hazm'den, o da Amra'dan (yâni binti Abdirrahman'dan), o da Peygamber
(SallaVahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Âişe'den naklen rivayet etti ki:
Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Yâ Âişe! Şüphesiz ki,
Allah refikdir. Rıfkı sever. Rıfk karşılığında şiddet ve başkası için
vermediğini verir.» buyurmuşlar.
78- (2594)
Bize Ubeydullah b. Muâz EI-Anberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Mİkdam'dan, (bu zât İbnü Şureyh b. Hâni'dir), o da
hatasından, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in zevcesi Âişe'den, o da Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve
Sellemyden naklen rivayet etti:
«Şüphesiz ki, yumuşak
davranmak bir şeyde bulunursa, onu linetler. Bİr şeyden de alınırsa, onu
lekeler.» buyurmuşlar.
79- (...)
Bize bu hadîsi Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize Muhammed h. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet
etti. (Dedi ki) ; Ben Mikdam b. Şureyh b. Hâ-nî'den bu isnadla dinledim. Bu
hadîsde o şunu da ziyâde etmiştir: «Âişe bir deveye bindi. Devede hırçınlık
vardı. Âişe onu ileri geri çevirmeye başladı. Bunun üzerine Resûlüllah
(Sallallahü A leyhi ve Sellem) ona:
«Yumuşak davran...»
Sonra râvi yukarki hadîsin mislini zikretmiştir.
Unf: Rıfkın zıddı yâni
sert davranmaktır. Bu kelimenin ilk harfi üstün ve esre de okunabilir. Hattâ
anf ve ınf şeklindeki kıraati daha fasih ve meşhurdur.
Bu hadîsler yumuşak
davranmanın faziletine ve şiddet göstermenin kötülüğüne delildirler. Yumuşak
davranmak her hayrın sebebidir. Bu sayede Allah Teâlâ kuluna başka bir şeyden
dolayı vermediği sevabı verir. Kaadî Iyâz'a göre hadîsin mânâsı: Yumuşak ve
mülayim davranmakla insan başka suretle eremediği muradına kolaylıkla erer demektir.
«Şüphesiz ki, Allah
refîkdir.» cümlesi Allah Teâlâ'nın refik sıfatıyle tesmiye ve tavsif
edilebileceğine açık delildir. Ma'zirî 'nin beyânına göre Allah Teâlâ ancak
kendi verdiği isimlerle yahut Resulünün beyân buyurduğu veya ümmetin icma
ettiği sıfatlarla anılabilir. Allah'a ıtlâkı hususunda şer'an izin verilmemiş,
fakat yasak da edilmemiş bir sıfatla onu anmak ihtilaflıdır. Ulemâdan
bazılarına göre bu mes'ele şeriat gelmezden önceki hâl üzere bırakılır. Ve
Allah helâl, haram gibi sıfatlarla anı-lamaz. Bir takımları bunun aksini
söylemişlerdir. Haber-i Vâhid'le sabit olan sıfatlar hususunda usûlü fıkıh
ulemâsının müteahhirleri ihtilâf etmişlerdir. Eş'arî1er'den bâzılarına göre
caizdir. Çünkü Haber-i Vahid onlarca ameli icabeder. Bu da amel babındandır.
Ancak Allah'ın isimlerini şer'î kıyaslarla isbât caiz değildir. Bazıları bunu
kabul etmemişlerdir. Mazirî diyor ki: «Allah'a refik denilmesi bu hadîsten
başka bir dehile sabit olmamışsa, aynı hilaf burada da mevcuttur. Maamafih
refik kelimesinin bir fiil sıfatı olması ihtimâli de vardır.» Bu mes'ele iman
bahsinde izah edilmişt.
80- (2595)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb hep birden İbni Ulayye'den
rivayet .ettiler. Züheyr (Dedi ki) : Bize İsmail b. İbrahim rivayet etti.
(Dedi ki) ; Bize Eyyûb, Ebû Kılâbe'den, o da Ebû Mühelleb'den, o da İmran b.
Husayn'daıı naklen rivayet etti. Şöyle demiş : Bir defa Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seİlem) seferlerinden birinde iken ensârdan bir kadın da bir dişi
deve üzerinde bulunuyordu. Kadın bıkkınlık göstererek deveye lanet etti.
Resûlüllah (Salluliahü Aleyhi ve Selletn) de bunu işitti. Ve :
«Bu devenin üzerindeki
eşyayı alın ve deveyi bırakın! Çünkü o lanetlenmiştir.» buyurdular.
İmran : «Ben
onu bâlâ insanlar arasında yürürken görür gibiyim. Ona kimse sataşmıyordu.»
demiş.
81- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd İle EbuVRabi' rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Hammad
(bu zât îbnü Zeyd'dir) rivayet etti, H.
Bize İbnü Ebî Ömer de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sakafî rivayet etti.
Her iki râvi Eyyûb'dan
İsmail'in isnâdiyle onun hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Şu kadar var ki,
Hammad'ın hadîsinde de : «İmran dedi ki: Sanki ben onu görür gibiyim. Boz bir
deve idi.» Sakâfî'nin hadîsinde ise:
«Devenin üzerindeki
eşyayı ahn ve onu çıplak bırakın! Çünkü o lanetlenmiştir.» cümleleri vardır.
82- (2596)
Bize Ebû Kâmil El-Cahderî Fudayl b. Hüseyn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid
(yâni İbni Zürey') rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Teymî, Ebû Osman'dan, o da Ebû
Berzete'I-Eslemî'den naklen rivayet etti. Bir defa bir cariye, üzerinde
cemâatin bazı eşyası bulunan dişi bir deveye binmişti. Aniden Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i gördü. Dağın da dar yerine gelmişlerdi. Kadın :
— Deh! Allahım, buna
lanet et! dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selletn):
«Üzerinde lanet
bulunan bîr deve bizimle beraber olmasın!» buyurdular.
83- (...)
Bize Muhammed b. Abdi'1-A'lâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir rivayet
etti, H.
Bana UbeydüÜah b. Saîd
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya (yâni İbni Saîd) rivayet etti. Bu
râviler toptan Süleyman Et-Teymî'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır.
Mu'temir'in hadîsinde şu ziyâde vardır :
«Hayır! Allah'a yemin
olsun üzerinde Aliah'dan lanet bulunan bir deva bizimle beraber olmasın. Yahut
buyurduğu gibidir.»
«El-Mebârik» nâm
eserde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bu deveyi kabul etmemesi,
kadının bedduası kabul edildiğini bildiği içindir, denilmiştir. Fakat Nevevî
'nin tevcihi daha güzeldir. Ona göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bu sözü kadını men etmek için söylemiştir. Daha önce kadına, hayvanlara
vesâireye lanet etmemesini tenbih buyurmuş; bu suretle dili alışarak insanlara
da lanet etmesini önlemeye çalışmıştı.
Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in nehyine imtisal etmediği anlaşılınca, o da kendisine bir
ceza olmak üzere devesini başı boş bıraktırdı. Bundan maksat yolda o deve ile
beraber olmamaktır. Resûlüllah (Sallalluhü Aleyhi ve Sellem)in beraberinde
olmamak şartiyle o deveye binmek veya satmak yahut kesmek caizdir.
Hal, deveyi yürütmek
için söylenilen sözdür. Bu kelime tekrarlanarak «Hal! Hal!» yahut «Halil
Hali!» veya «Halin! Halin!» şekillerinde kullanılır.
«Üzerinde Allah'dan
lanet bulunan bir deve bizimîe beraber olmasın!»
cümlesi nefi' şeklinde
de okunabilir. Bu takdirde mânâsı:
«Üzerinde Allah'dan
lanet bulunan bir deve bizimle beraber olamaz.» demek olıir. Ki nehiy hususunda
bu şekil daha beliğ ve daha te'kidlidir.
84- (2597)
Bİze Harun b. Saîd El-Eylî rivayet etti, (Dedi ki) : Bize rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süleyman (bu zât İbnü Bilâl'dır) Alâ' b.
Abdirrahman'dan naklen haber verdi. AIâJ ona tabasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etmiş ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ı
«Siddîk bir kimseye
lânetçi olması yakışmaz.» buyurmuşlar.
(...) Bana
bu hadîsi Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Mahled, Muhammed
b. Ca'fer'den, o da Alâ' b. Abdirrahman'dan bu isnadla bu hadisin mislini
rivayet etti.
85- (2598)
Bana Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Hafs b. Meysera, Zeyd b.
Eslem'den naklen rivayet etti ki: Abdü'l-Melik b. Mervan Ümmü Derdâ'ya
kendinden bazı ev eşyası göndermiş. Gecelerden birinde Abdü'l-Melik geceden
kalkarak hizmetçisini çağırmış. Galiba hizmetçisi yanma gelmekte gecikmiş de
ona lanet etmiş. Sabah olunca Ümmü Derdâ ona :
— Bu gece hizmetçini
çağırdığın vakit ona lanet ettiğini işittim, demiş. Ve sözüne şöyle devam
etmiş : Ben Ebu'd-Derdâ'yı şunu söylerken işittim : Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Lânetçiler kıyamet
gününde ne şefî' olabilirler, ne de şehid!»"buyurdular.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Gassân El-Mismaî ve Âsim b. Nadr Et-Teymî rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Mu'temir b. Süleyman rivayet etti. H.
Bize îshâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi.
Her iki râvi
Ma'mer'den, o da Zeyd b. Eslem'den naklen bu isnadda Hafs b. Meysera'mn hadîsi
mânâsında rivayette bulunmuşlardır.
86- (...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâviye b. Hişâm, Hişâm b.
Sa'd'dan, o da Zcyd b. Eşlem ile Ebû Hâ-zim'den, onlar da Ümmü Dcrdâ'dan, o da
Ebu'd-Derdâ'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Ben Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemi'iı
«Şüphesiz ki,
lânetçiler kıyamet gününde ne şehit olurlar, ne de şefî1!» buyururken işittim.
87- (2599)
Bize Muhammet! b. Abhad ile İbni Ebî Ömer rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Mervân (yâni El-Fezârî) Yezid'den (ki bu zat İbnü Keysan'dır), o da Ebû
Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş :
— Yâ Resûlallah!
Müşriklerin aleyhine dua et! denildi.
«Ben lânetçi olarak
gÖnderiimedİmi Ben ancak ve ancak rahmet olarak gönderildim!» buyurdular,
Sıddıkdan murad;
İslâm'ı kavli ve ameliyle tasdik eden hâlis müslümandır.
Bu rivayetler lânetden
men etmekte ve onu âdet edinen
kimsenin kıyamet gününde şefi1 olmak, şehâdet etmek gibi güzel sıfatlara
nail olamıyacaklarına delildirler. Çünkü duada lanetten murad Allah'ın rahmetinden
uzaklaştırılmasıdır. Bu şekilde dua mü'minlerin ahlâkı olamaz. AlIab'Teâlâ
mü'minleri birbirlerine acımak, yardımda bulunmak sıfatlariyle vasıflandırmış;
onları bir vücut gibi yaratmıştır, Mü'min kendisi için dinlediğini, din kardeşi
için de isteyen kimsedir.Lanet duasında bulunan kimse ise din kardeşinin
Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmasını ister ki; bu .zıtlaşmanın ve
birbirleriyle alâkayı kesmenin son noktasıdır. Bundan dolayıdır ki; sahih bir
hadiste :
«Mü'mine lanet etmek,
onu Öldürmek gibidir.» buyurulmuştur. Zira katil Öldürdüğü kimseyi sadece dünya
menfaatlarından mahrum eder. Lânetçi ise, âhiret nimetlerinden ve Allah'ın
rahmetinden mahrum bırakır. Görülüyor ki, laneti âdet edinenler kıyamet gününde
başkalarına şefaat-Çi ve şehîd olamıyacaklardır. Halbuki orada mü'minler
günahkâr din kardeşlerine şefaat edeceklerdir.
Hadîsdeki şehidden ne
kastedildiği hususunda üç kavil vardır. Bunların en sahih ve meşhuruna göre
lânetçiler kıyamet gününde ümmetlere Peygamberlerinin tebligatta
bulunduklarına şahitlik edemiyeceklerdir.
İkinci kavle göre
dünyada şâhid olarnıyacaklar; yâni fasıklıklarından dolayı şâhidlikleri kabul
edilmeyecektir. Üçüncü kavle göre Allah yolunda öldürülmek suretiyle şehid
olamıyacaklardır.
Buradaki lânetçilerden
murad; onu âdet edinip dâima söyleyenlerdir. Bir defa lanet eden kimse bu
hükümde dâhil olmadığı gibi, şeriatın mubah kıldığı zâlimlere lanet,
yahudilerle hıristiyanlara lanet; içkicüere, riba yiyenlere vesâireye lanet de
bu hükümden hâricdir.
88- (2600)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, A'meş'den, o da
Ebu'd-Duhâ'dan, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Şöyle
demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma iki adam girdi. Ve
onunla ne olduğunu bilmediğim bir şey konuştular da gadablandırdılar. O da
kendilerine lanet ve sitem etti. Çıktıkları vakit ben :
— Yâ Resûlallah! Şu iki adamın kazandığı
bayırdan kim bir şey kazanabilir, dedim ;
«Ne o?» buyurdu.
— Sen onlara lanet ve sitem ettin! dedim.
«Sen benim Rabbîme
koştuğum şartı bilmiyor musun? Allahım! Ben ancak bir beşerim, müslümanlardan
hangisine lanet veya sitem edersem bunu onun için bir zekât ve ecir kıl,
dedim.» buyurdular.
(...) Btze
bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Ebû Muâviye rivayet etti. H.
Bİ2e bunu AH b. Hucur
Es-Sa'dî ile İshâk b. İbrahim ve AH b. Haş-rem dahî hep birden İsâ b. Yûnus'dan
(Ebû Muâviye ile İsa b. Yûnus) ikisi birden A'meş'den bu isnadla Cerîr'in
hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. İsa'nın hadîsinde râvi:
«Onunla başbaşa
kaldılar. O da kendilerine sitem ve lanet etti; onları dışarı çıkardı.»
demiştir.
89- (2601)
Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ti) ': Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş, Ebû. Sâlih'-den, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem*',
«Allahım! Ben ancak
bir beşerim! İmdi müslümanlardan herhangi birine sitem eder, lanette bulunur
veya dayak atarsam, bunu onun için bîr zekât ve rahmet kıl!» dedi.
(2602) Bize
İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize A'meş, Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den, o da Peygamber (Sailallahü Aleyhi
ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti. Yalnız bunda :
«Bir zekât ve ecir
kil.» ibaresi vardır.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû
Muâviye rivayet etti. Bize îshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
İsâ b. Yûnus haber verdi. Her iki râvi A'meş'den, Abdullah b. Nümeyr'in
isnadiyle onun hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Yalnız İsa'nın hadîsinde:
«ve ecir» kelimesini Ebû Hüreyre rivayetinde;
«ve rahmet» kelimesini Câbir rivayetinde zikretmiştir.
90- (2601)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muğîra (yâni İbni
Abdirrahman El-Hizâmî) Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'rac'-dan, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti ki; Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allahım! Ben senden
ahd-ü peyman alıyorum. Elbette bu ahdi bana bozmazsın. Ben ancak bir beşerim.
İmdi mü'mİnlerden hangisine eziyet eder, söver; lanet eyler; döversem bunu onun
için namaz, zekât ve kıyamet gününde onu kendisiyle sana yaklaştıracağın bir
ibâdet yap!» dedi.
(...) Bize
bu hadîsi İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-yân rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ebû'z-Zinad bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet etti.
Yalnız o: demiştir.
Ebû'z-Zinad : «Bu, Ebû
Hüreyre'nin lügatidir. Kelime şeklindedir.» demiştir.
(...) Bana
Süleyman b. Ma'bed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Harb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hammad b. Zeyd, Eyyûb'dan, o da Abdurrahman
El-A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemi'dcn naklen hu hadîsin benzerini rivayet etti.
91- (...)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Leys, Saîd b. Ebî Saîd'den,
o da Nasrîlerin azatlısı Salim'deıı naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû
Hüreyre'yi şunu söylerken işittim : Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'i:
«AHahım! Muhammed
ancak bir beşerdir. Beşerin kızdığı gibi kızar. Ben senden ahd-ü peyman aldım.
Elbette onu bana bozmazsın. İmdi hangi mü'mine eziyet veya sitem ettim yahut
dövdü isem, bunu onun için bîr keffâret ve kıyamet gününde onu kendisiyle sana
yaklaştıracağın bir ibâdet kıl!» derken
işittim.
92- (...)
Bana Harmcle b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ibnü Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan, naklen haber verdi. Bana Saîd b.
Müseyyeb, Efcû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Ebû Hüreyre, Resûlüllah
(SalîaUahü Aleyhi ve Seilem) 'i şöyle buyururken işitmiş :
«Allahım! Herhangi bir
mü'min kula sitem ettimse, bunu onun için kıyamet gününde sana bir ibâdet yap!»
93- (...)
Bana Züheyr b. Harb ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Zühcyr (Dedi ki) : Bize
Ya'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İfcni Şihâb'ın kardeşi oğlu,
amcasından rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Said b. Müseyyeb, Ebû Hüreyre'den
rivayet etti. Şöyle demiş : Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i:
«Allahım! Ben senden
ahd-ü peyman aldım. Elbette bunu bana bozmazsın, imdi herhangi bir mü'mine
sitem ettim yahut dayak vurdumsa; kıyamet gününde bunu onun için bir keffâret
yap!» derken işittim.
94- (2602)
Bana Harun b. AhdiHah ile Haccâc b. Şâir rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Haccâc b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : İbnü Cüreyc şunu söyledi: Bana
Ebû'z-Züîjeyr şunu söyledi ki: Câbir b. Abdillah'ı, şöyle derken işitmiş. Ben
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyi şunu söylerken işittim :
«Ben ancak bir
beşerim. Ve ben Rabbim (Azze ve Celle) 'ye müslüman-lardan herhangi bir kula
sitem ettim veya sövdümse, bunun ona bir zekât ve ecir olmasını şart kostüm.»
(...) Bu
hadîsi bana İbnü Ebî Halef rivayet etti. (Dedi ki) : Bize IUvh rivayet etti. H.
Bize bu hadîsi Afcd b.
Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Asım rivayet etti.
Bu râviler hep birden
İbnü Cüreyc'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
95- (2603)
Bana Züheyr b. Harb ile Ebû Ma'n Er-Rakâşî rivayet ettiler; Lâfız Züheyr'indir.
(Dediler ki) : Bize Ömer b. Yûnus rivayet. etti. (Dedi ki) : Bize İkrime b.
Ammar rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b, EM Talha rivayet etti. (Dedi ki)
: Bana Enes b. Mâlik rivayet etti. (Dedi ki) : Ümmü Süleym'in yanında yetim bir
kız vardı. Ümmü Süleym Enes'in annesİdir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bu yetim kızı görerek :
«O sen misin?
Hakîkaten büyümüşsün! Yaşın büyümesin!» dedi. Bunun üzerine yetim kız
ağlayarak Ümmü Süleym'e döndü. Ümmü Süleym:
— Sana ne oldu ey kızcağız? dîye sordu. Câriye
:
— Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
fcana yaşın büyümesin diye beddua etti. Şimdi artık benim yaşım ebediyen
büyümeyecek. Yahut ömrüm uzamayacak! dedi.
Ummü Süleym acele baş
örtüsünü sarınarak hemen çıktı. Ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
rastladı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ,ona :
var yâ Ummü Süleym?»
diye sordu. O da : Nehiyyallah! Sen benim yetim kızıma beddua mı ettin? dedi.
«Neymiş o yâ Ummü Süleym?» buyurdular. Ümmü Süleym :
— Ona yaşı büyümesin ve ömrü uzamasın diye duâ
ettiğini söyledi, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
güldü. Sonra şöyle buyurdular :
«Yâ Ummü Süleym!
Bilmez misin kir benim Rabbime şartım vardır. Ben Rabbime şart koştum da, söyle
dedim : Ben ancak bir beşerim. Beşerin razı olduğu gibi
razı olur; beşerin kızdığı gibi kızartm. İmdi ümmetimden herhangi biri aleyhine
hak etmediği halde duada bulunursam, bunu onun için bir temizlik suyu, bir
zekât ve kıyamet gününde onu kendisiyle Allah'a yaklaştıracak bir ibâdet
yapmalısın, dedim.»
Ebû Ma'n hadîsin üç
yerinde de yetime kelimesini ismi tasgirle yü-teyyime okumuştur.
96- (2604)
Bize Muhammed b. Müsennâ El-Anezî rivayet etti. H.
Bize İbnü Beşşâr da
rivayet etti. Lâfız İbnü Müsennâ'nmdır. (Dediler ki) : Bize Ümeyye b. Hâlid
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebû Ham-zate'l-Gassâb'dan [6], o da
İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş : Çocuklarla beraber
oynuyordum. Derken Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) geldi. Ben
hemen bir kapının arkasına gizlendim, lerek avucuyla omuzlarımın arasına bir
dokundu. Ve :
«Git bana Muaviye'yi
çağır!» dedi. Ben derhal (gittim)
Fakat o geldim. Ve :
— O yemek yiyor! dedim. Sonra bana tekrar:
«Git bana Muaviye'yi
çağır!» dedi. Hemen (gittim) gejldim. Ve:
— O yemek yiyor! dedim. Bunun üzerine : «Allah onun karnını doyurmasın!» buyurdular.
İbnü Müsennâ dedi ki:
Ümeyye'ye Hataenî ne demektir? diye sordum. Elinin içiyle bana bir vurdu,
demektir cevâbını verdi.
97- (...)
Bana İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Nadr b. Şümeyl haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ehû Hamze haber verdi.
(Dedi ki) : İbnü Abbas'ı şunu söylerken işittim : Çocuklarla beraber
oynuyordum. Derken Rcsûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Seliem) geldi. Ben hemen
ondan gizlendim... Ve râvi yukarki hadîs gibi rivayette bulunmuştur.
Bu rivayetlerden Ebû
Füreyre hadîsini Buharı «Ki-tâbu'd-Deava'da tahrie etmiştir.
Bu rivayetler
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ümmetine gösterdiği dikkat ve
şefkati beyân etmektedirler. Rivayetlerin umumundan anlaşılıyor ki, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selleın) 'in bedduası lanet ve sitemi bunları haketmeyen
bir kimseye yapılmışsa, o kimse için rahmet, keffâret ve zekât olur. Yoksa hak
edenler için böyle bir şey mevzu bahis olamaz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sel}lem) kâfirlerle münafıklara beddua etmiş, fakat bu onlara rahmet
olmamıştır. Burada şu sual hatıra gelebilir. Bedduayı hak etmeyen kimseye
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nasıl beddua eder? Bu suale ulemâ iki
vecihle cevab vermişlerdir. Birinci veçhe göre bedduayı hak etmemekten murad
kulun batında yârii Allah indinde onu haketmemiş olmasıdır. Zahire göre o kul
bedduayı hak etmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şer'î bir
emareye göre onun bedduayı hak ettiğine hüküm vermiştir. Çünkü o zahirle hüküm
vermeye memurdur. Sırları bilen yalnız Allah'dır. İkinci veçhe göre Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemjin beddua etmesi, sitemde bulunması ve emsali
şeyler kasten söylenmiş olmayıp, Arablarm âdetine göre niyetsiz olarak dile
gelen sözlerdir. Hz. Muâviye hakkında
:
«Allah onun karnını
doyurmasın!» Yetim kıza :
«AHah senin yaşını büyütmesin!»
demesi hep bu kabildendir. Bunlardan duanın hakikati kastedilnıemiştir.
Maamafih Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu sözlerden birinin icabet
saatına rastlayarak kabul edileceğinden endişe duymuş ve Teâla Hazretlerine
niyaz ederek bu sözlerin muhatabları hakkında rahmet, keffâret ve sevab
olmasını dilemiştir. Şu da muhakkatır ki, Rsûlüllah (Saiîallahü Aleyhi ve
Sellem) bu gibi sözleri pek nadir söylemiştir. Kendisi kötü söz söylemez,
kimseye lanet etmez, şahsı için kimseden intikam almazdı. Nitekim ashab D e v s
kabilesine beddua «etmesini istedikleri halde, o:
«Yâ Rab! Devs'e
hidâyet ver!» diye dua etmiş. Kavmi kendisine nice eza ve cefalarda
bulundukları halde :
«AHahım! Kavmimi af
buyur. Çünkü onlar bilmiyorlar!» diye niyazda bulunmuştu.
Karn: ömür
hakkında sinnin müteradifidir. Bunların
ikisi de yaş mânâsına gelirler.
Resûlüllah (Saiîalhha
Aleyhi ye Sellem) 'in Hz.1bni Abbas’in omuzları arasına dokunması ona mülâtefe
ve şaka içindir.
1- Çocukların
haram olmayan şeylerle oynamalarına müsaade etmek caizdir,
2- Bir
insanı davet etmek, hediye göndermek, dükkândan bir şey aldırmak gibi şeyler
hususunda çocuklara itimad edilebilir.
3- Bu gibi
şeyler için başkasının çocuğunu göndermek de caizdir. Bunlar çocuğun menfaatına
da aykırı sayılamaz. Çünkü ehemmiyetsiz şeylerdir. İhtiyaçtan dolayı şeriat
buna müsaade etmiş. Müslümanların örf ve âdeti de bu yolda cereyan
edegelmiştir.
98- (2526)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlike EbûVZinâd'dan dinlediğim,
onun da A'rac'dan, onun da Ebû Hüreyre'-den naklen rivayet etüiji 5u hadîsi
okudum. Kesûltillah (SallallahU Aleyhi ve Sellem):
«Şüphesiz insanların
en kötülerinden biri : Bir yüzle şunlara, bir yüzle bunlara gelen iki yüzlü
kimsedir.» buyurmuşlar.
99- (...) Bize Kuteybe
b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Ye-zid b. Ebî Habib'den, o da Irak b.
Mâlik'den, o da Eöû Hüreyre'den naklen haber verdi ki; Efeû Hüreyre,
Resûlüllah(Sallalîahü Aleyhi ve Seilem) 'i şöyle buyururken dinlemiş :
«Şüphesiz insanların
en kötüsü şunlara bir yüzle, bunlara da bir yüzle gelen iki yüzlü kimsedir.»
(...) Bana
Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Ban.a İbni Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan naklen haber verdi, (Demiş ki) : Bana Saîd b.
Müseyyeb, Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Seilem)... H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Umâra1-dan, o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve
Seilem):
«İnsanların en
kötülerinden bir yüzle şunlara, bir yüzle bunlara gelen iki yüzlüyü
bulacaksrmz.» buyurdular.
Bu hadîsin şerhi
«Fadâili Sahabe» bahsinin «İnsanların en hayırlıları» babında geçmişti.
Kurtubî diyor ki : İki
yüzlünün insanların en kötüsü olması hâli münafıkların hâline benzediği
içindir. Çünkü iki yüzîü kimse yalanla-dolanla ona buna yaltaklık eder.
İnsanlar arasına fesadlık sokar. Nevevî de : «İki yüzlü kimse her taifeye onu
razı edecek şekilde gelir ve o tâifedenmiş gibi görünür. Onun bu yaptığı mahzı
nifak yalan ve hiledir Fakat bunu iki taifeyi barıştırmak maksadiyle yapan
kimse makbuldür. Övülür.» diyor.
101- (2605)
Bana Harmele b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus, îbni Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana
Humeyd b. Abdirrahman b. Avf haber verdi ki : Kendisine annesi Ümmü Gülsüm
binti Ukbe b. Ebî Muayt haber vermiş. —Bu kadın Peygamber (Sallalîahü Aleyhi
ve Seilem) 'e bey'at eden ilk muhacirlerdendir.— Ümmü Gülsüm, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinlemiş :
«Yalancı, insanların
arasını bulan ve hayır söyleyip hayır tebliğ eden kimse değildir.»
İbni Şihâb demiş ki :
İnsanların söylediklerinden hiç bir şeyde yalana ruhsat verildiğini işitmedim.
An«ak üç haslette müstesna! Harbde, insanların arasım bulmakta, kocanın
karısına ve karısının kocasına söylediklerinde
(...) Bize
Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yâkub b. İbrahim b. Sa'd rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize babam, Sâlih'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bize
Muhammed b. Müslim b. Ubeydillah b. Abdillah b. Şihâl) bu isnadla bu hadîsin
mislini rivayet etti. Yalnız Salih'in hadîsinde Yûnus'un İhni Şihâb'ın kavlini
yaptığı gibi: «Ümmü Gülsüm dedi ki: İnsanların konuştukları şeylerden hiç
birinde onun ruhsat verdiğini işitmedim. Yalnız Üç haslette müstesna!» cümlesi
vardır.
(...) Bize
bu hadîsi yine Amru'n-Nâlud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. İbramın
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zübrî'den naklen bu isnadla «Hayr tebliğ
eden...» sözüne kadar haber Verdi. Ondan sonrasını anmadı.
Bu ikisi Buharı
«Kitâbu's-SulhVda; Tirmizî «Kitâbu'l-Birr»'de: Nesâî «Siyer» ve «Işretü'n-Nisa»
bahislerinde muhtelif râvilerden lahric etmişlerdir.
Kaadi Iyâz üç yerde
yalan söylemenin bilittifak caiz olduğunu söylemiştir. Ancak bu yerlerde mubah
olan yalandan murad ne olduğu ihtilaflıdır. Ulemâdan bir cemaata göre, bir
maslahattan dolayı bu üç yerde yalan söylemek mutlak surette caizdir. Memnu
yalan zararlı olandır. Bir zâlim, birinin yanında gizlenmekte olan kimseyi
öldürmek İstese, nerede olduğunu bilmiyorum diyerek yalan söylemesi bilittifak
vâcib olur. Diğer bior rakım ulemâya göre yalan söylemek hiç bir hususta caiz
değildir. Onlarca üç yerde yalan söylemenin caiz olmasından murad; tevriyeli
yâni kapalı ve ihtimalli söz söylemektir, Meselâ : Bir adam karısına iyi bakacağını,
ona şöyle şöyle elbise giydireceğini va'd eder de, kalbinden Alİah takdir
ettiyse yaparım, diye niyet eder. Bu bir tevriyedir. Dargın kimseleri
barıştırmak için iki taraftan birbirlerine güzel sözler nakleder ve tevriye
yapar. Harbde de aynı şekilde hareket eder. Düşmana giderek : Sizin en büyük
kumandanınız öldü, der. Fakat bununla onun geçmişteki bir kumandanını niyet
eder. Karı-kocamn birbirlerine yalan söylemelerine gelince : Bundan murad
birbirlerine sevgi göstermeleri ve icrası lâzım gelmeyen şeyleri
vadetmeleridir. Birbirlerine olan borçlarını vermemek yahut hakkı olmayan
şeyleri birbirinden istemek gibi hususlarda yalan söylemeleri bilicmâ
haramdır.
102- (2606)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbnü Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki)
: Ebû İshâk'ı, Efcû'l-Ahvâs'dan, o da Abdullah b. Mes'ud'dan naklen rivayet
ederken dinledim. Abdullah şöyle demiş: Gerçekten Muhammed (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Dikkat edin, size
ahdin ne olduğunu söyİeyeyİm. O insanlar arasında alıp yürüyen koğuculuktur.»
buyurdu. Ve gerçekten Muhammed (Saîlaîlahü Aleyhi vt Sellem)\
«Şüphesiz kî, kişi
doğru söylemekte devam ederek nihayet doğrucu yazılır. Ve yalan söylemekte
devam ederek nihayet yalancı yazılır.» buyurdular.
Adh yahut Idah:
Koğuculuk ve yalancılık mânâlarına gelir.
Koğuculuk : Ara bozmak
için birinden diğerine lâf taşımaktır. Hadîs-i şerîfden murad : Size şiddetle
haram kılınmış olan en çirkin yalancılığı haber vereyim, demektir.
Hadîs-i şerîf doğru
söylemekte devam eden bir kimsenin nihayet Allah indinde sıddîk yâni doğrucu;
yalan söylemekte devam edeninse nihayet yalancı diye tescil edileceğini
bildirmektedir ki, bu iki zıddın dünyadaki mertebeleri düşünülürse, âhirette
mahşer halkının huzurunda birinin ne kadar mes'ud, diğerinin ne derece
rezil-rüsvay olacağı tasavvur edilebilir.
103- (2607)
Bize Züheyr b. Harb ile Osman b. Ebî Şeybe ve Ishâk rivayet ettiler. İsbâk:
Ahberanâ; ötekiler : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize
Cerîr, Mansûr'dan, o da Ebû Vâil'-den, o da Atdullah'dan naklen rivayet etti.
Şöyle demiş : Resûlülîah (Sallalkûıü Aleyhi ve Sellem)'.
«Şüphesiz doğruluk
hayra, hayır da cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye nihayet doğrucu
yazılır. Yalancılık sapıklığa götürür. Şüphesiz sapilckk da cehenneme götürür.
Kişi yalan söyleye söyleye nihayet yalancı yazılır.» buyurdular.
104 - (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Hennad b. Seriy rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Ebu'i-Ahvâs, Mansûr'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Abdullah b. Mesûd'dan
naklen rivayet etti. Şöyle demiş : Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem'ı
«Şüphesiz doğruluk
hayırdır. Hayır da cennete götürür. Kul doğruluğu araya araya nihayet Allah
indinde doğrucu yazılır. Yalancılık da sapıklıktır. Şüphesiz sapıklık
cehenneme götürür. Kul yalancılığı araya araya
ni-
hayet yazılır.»
buyurdular.
İbnü Ebî Şeybe kendi
rivayetinde: «Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemyden nakjen» dedi.
105- (...)
Bize Mubammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye
ile Veki' rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize A'meş rivayet etti. H.
Eize Ebû Küreyb de
rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Ebû Muâviye rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
A'meş, Şakik'den, o da Abdulîah'dan naklen rivayet etti. Şöyle dt-niş :
Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):
«Doğruluğu iltizam
edin! Çünkü doğruluk hayra götürür. Hayır 6a cennete götürür. Kişi doğru
söyleyip, doğruluğu a rast ıra a rast ıra nihayet Allah indinde doğrucu
yazılır. Yatandan sakının! Çünkü yalan sapıklığa götürür. Şüphesiz sapıklık da
cehenneme götürür. Kişi yalan söyleyip, yalanı oraşttra a rast ıra nihayet
Allah indinde yalancı yazılır.» buyurdular.
(...) Bize
Mincâb b. Haris Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Müshîr haber
verdi. H.
Bize İshâk b. İbrahim
Eİ-Hanzalî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsâ b. Yûnus haber verdi. Her iki
râvi A'meş'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. İsa'nın hadîsinde:
«Doğruluğu araştırır
ve yalancılığı araştırır.» cümlelerim anmamıştır. İbnü Müshir'in hadîsinde ise:
«Nihayet Allah onu
yazar...» cümlesi vardır.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâhu'l-Edeb»'de tahric etmiştir.
Birr : Hâlis
amel-i sâlih demektir. Bu kelime bütün hayırlara şâmil cem'iyetli bir isimdir.
Bâzıları birrden murad cennet olduğunu söylemişlerdir.
Fücur: Doğruluktan
ayrılmaktır. Günahlara dalmak mânâsına geldiğini söyleyenler de vardır. Bu
kelime de bütün serlere şâmildir. Ve birrin zıddıdir. Kişinin doğrucu veya
yalancı yazılmasından murad hüküm verilmesi ve kullara bildirilmesidir.
Hadîs-i şerif
doğruluğu araştırmaya yâni daima doğru söylemeye teşvik etmekte; yalancılıktan
ve bu hususta müsamaha göstermekten sakın-dırmaktadır. Çünkü yalan hususunda
müsamaha gösteren yavaş yavaş yalana alışır ve nihayet yalan söylemeyi âdet
haline getirir. Ve yalancı damgasını alır. Doğru söylemeyi âdet edinen de Allah
TeâU nezdinde doğrucu diye tescil edilir.
106- (2608)
Bize Kuteybe b. Saîd ile Osman b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. Lâfız
Kuteybe'nindir. (Dediler ki) : Bize Cerîr, A'meş'den, o da İbrahim
Et-Teymî'den, o da Haris b. Süveyd'den, o da Abdullah b. Mes*-ud'dan naklen
rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Aranızda rakûb kime
dersiniz?» diye sordu. Biz : — Çocuğu doğmayana! cevâbını verdik.
«Rakûb bu değildir.
Lâkin rakûb çocuklarından hiç birini (kendinden önce) âhirete gondermeyendir.»
buyurdu.
«Aranızda pehlivan
kime dersiniz?» diye sordu. Bir:
— Kendisini erkeklerin
yenemediği kimseye! eevübını verdik. «O
değildir. Lâkin pehlivan kızgınlık anında kendini tutan kimsedir.» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ehî Şeybe ile Ebû Ktireyb rivayet ettüer. (Dediler ki) : Bixe Ebû
Muâviye rivayet etti. H.
Bize İshfik b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsâ b. Yûnus haber verdi.
Her iki râvi A'meş'den
bu isnadla bu hadisin manâsı gibi rivayet etmişlerdir.
107- (2609)
Bize Yahya b. Yahya ile Abdü'1-A'Iâ b. Hammad rivayet ettiler. İkisi de
(Dediler ki) : Mâlike İbnü Şihâb'dan dinlediğim, onun da Saîd b. Müseyyeb'den,
onun da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum, Resûlüllah
(SallallahB Aleyhi ve Seliem):
«Pehlivan kavî kimse
değildir. Kavî, ancak kızgınlık anında kendini tutan kimsedir.» buyurmuşlar.
108- (...)
Bize Hâcib "b. Velid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muham-med b. Harb
Zübeydî'den, o da Zührî'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Humeyd b.
Abdirrahman haber verdi ki: Ebû Htireyre şöyle demiş : Ben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'i:
«Kuvvetli kimse
pehlivan değildir.» buyururken işittim. Ashâb : O halde kuvvetli kimdir yâ
Resûlallah? dediler. «Kızgınlık ânında kendini tutandır.» buyurdular.
(...) JBize
bu hadîsi Muhammed b. Râfi' ile Abd b. Humeyd de hep birden Abdurrezzak'dan
rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize Ma'mer haber verdi. H
Bize Abdullah b.
Abdirrahman b. Behram dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Yeman haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb haber
verdi.
Her iki râvi
Zührî'den, o da Humeyd b. Abdirrahman b. Avfdan, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Seilem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet
etmişlerdir.
Bu hadîsin Ebû Hüreyre
rivayetini Buharı «Kitâbu'I-Edeb»'de;
Ne,,sâî «Kitâbu'1-Yevm
ve'l-Leyİe>'de tahric etmişlerdir.
Rakûb :
Esasen çocuğu yaşamayan mânâsına gelir. Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellemh
«Siz rakûbu çocukları
ölen ve mahzun olan mânâsına alıyorsunuz. Ama rakûb bu değil, bilâkis kendi
sağlığında çocuklarmdan hiç biri ölmeyen ve evlât acısına katlanıp sevab
kazanamayan kimsedir. Sİz pehlivanı da kuvvetli kimseden ibaret biliyorsunuz.
Halbuki şer'an pehlivan bu değil, kızdığı zaman kendini tutan kimsedir,
övülecek faziletli pehlivan işte budur.» demek istemiştir.
Hadîs-i şerif evlâdı
ölüp de acısına katlanmanın ve sabretmenin faziletine delildir. Yine bu hadîs
evlenmenin faziletine kail olan Hanefî1er'le bazı Şâfiî1er'in mezheblerine
zımnen delâlet etmektedir.
Kızdığı zaman kendini
tutmak, öfkesini belli etmemek dahî bu hadîsin delâlet ettiği hükümler cümle
sin dendir.
109- (2610)
Bize Yahya b. Yahya ile Muhammed b. Alâ' rivayet ettiler. Yahya : Abberanâ;
tbnü Ala' ise : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Ebû
Muâviye, A'meş'den, o da Adiy b. Sâbit'den, o da Süleyman b. Sürad'dan naklen
rivayet etti. (Şöyle demiş) : İki adam Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Seilem)
'in huzurunda sövüştüler de birinin gözleri kızarmağa ve şahdamarları şişmeye
başladı. Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Seilem):
«Ben bîr kelime
biliyorum ki, (bu adam) onu söylese, bu hâl ondan giderdi. (Bu kelime) Kovulmuş
şeytandan Allah'a sığınırım (kelimesidir).» buyurdu. Bunun üzerine o adam:
— Yoksa bende bir
delilik mi görüyorsun? dedi.
İbnü Alâ' : «Bunun
üzerine yoksa tende delilik mi görüyorsun?» dedi. Adamı zikretmedi.
110- (...)
Bize Nasr b. Ali El-Cehdamî rivayet etti. (Dedi ki) : Biz.e Ebû Üsâme rivayet
etti. (Dedi ki) : A'meş'i şunu söylerken İşittim. Ben Adiy b, Sabît'i şöyle
derken dinledim : Bize Süleyman b. Sürad rivayet etti. (Dedi ki) ; İki adam
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Seilem) 'in huzurunda sövüştüler de biri
kızmağa ve yüzü kızarmaya başladı. Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Seilem) ona
bakarak :
«Ben bir kelime
biliyorum ki, onu söylemiş olsa bu hal kendisinden giderdi. (Bu kelime)
Koğulmuş şeytandan Allah'a sığınırım (kelimesidir),» buyurdular. Derken
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'i dinleyenlerden biri kalkarak o
adamın yanma gitti. Ve:
— Az evvel Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem)'in ne söylediğini biliyor musun?
«Ben bir kelime
biliyorum ki, onu söylese bu hâl ondan giderdi. (Bu kelime) Koğulmuş şeytandan
Allah'a sığınırım (kelimesidir}.» buyurdu, dedi. Bunun üzerine o adam:
— Sen beni deli mi görüyorsun? dedi.
(...) Bize
Ebû BeUr b. Kbi Şeyhe tle rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Ha£s iiyas, A'meş'den
bu isnadla rivayette bulundu.
Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Edeb»'in
birkaç yerinde tahric etrniştir.
Gadabmdan gözleri
kızaran adamın : »Yoksa sen bende delilik mi görüyorsun?» demesi din namına bir
şey bilmediğini ve şeriatın nurlarından hissemend olamadığını gösterir. O
istiazenin delilere mahsûs olduğunu sanmış; kızgınlığın şeytanın tesiriyle
meydana gelen bir hal olduğunu biîmemiştir. Bu adamın münafıklardan yahut kaba
saba bedevilerden olması muhtemeldir. Kızgınlık şeytanın tesiriyle meydana
geldiği içindir ki, kızan kimse İtidalini kaybeder. Bâtıl şeyler söylemeye ve
çirkin işler yapmaya başlar. Karşısındakine buğz ve kin besler. Bundan
dolayıdır ki, Peygamber (SalİGllahÜ Aleyhi ve Sellem) kendisinden hayırlı bir
tavsiye isteyen zâta «Kızma!» diye tavsiyede bulunmuş; o zat talebini
tekrarladıkça kendisi de bu sözü tekrarlamıştır. Bu gösterir ki, kızmanın
meisedeti büyük, doğuracağı neticeler vahimdir.
Hadîs-i şerîf dünyevî
bir sebepten dolayı kızan bir kimsenin Eûzü çekerek Allah'a sığınması
gerektiğine ve bunun gadabı söndürmeye sebep olacağına delildir.
111- (2611)
Bize Ebû Bekr b, Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yûnus b. Muhammed,
Hammad b. Seleme'den, o da Sâbit'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki;
Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :
«Allah cennette Âdem1e
suret verdiği vakit, onu dilediği kadar îerketîi. Bunun üzerine İblis onun ne olduğunu
görmek için etrafında dolaşmaya başladı.
Onu içi kof görünce bildi ki, kendine
mâlik olamıyacak bir şekilde yaratılmıştır.»
(...) Bize
Ebû Bekr fe. Nâfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Hammad bu İsnadla bu hadîsin benzerim rivayet etti.
Ecvef: Cevü
yâni karnı olan demektir. Bâzıları içi kof mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
Şeytan Hz. Âdem'in karınlı yahut içi kof yaratıldığını görünce, onun yalnız
başına kendine mâlik olamayacağını, şehvetlerinin Önüne geçemiyeceğini, bu
hususta mutlaka doğruyu gösterecek birine muhtaç olacağını anlamıştır. Bundan
murad Âdem (Aleyhisselam) in kendisi değil Benî Âdem'in cinsidir. Bâzıları
kendine mâlik ola-mıyacağı sözünden, kızdığı vakit kendini tutamayacağı mânâsım
çıkarmış. Bir takımları da bundan murad; şeytanın vesveselerini def edememesi
olduğunu söylemişlerdir.
112- (2612)
Bize Abdullah b. Mesleme b, Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muğîra (yâni
El-Hızârnî) Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etti. Şöyle demiş : ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Biriniz kardeşiyle
kavga ettiği vakit yüzs vurmaktan sakınsın.»buyurdular.
(...) Bize
bu hadîsi Anıru'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Süfyân b. Uyeyne, Ebû'z-Zinad'dan bu isnadla rivâyel etti. Ve:
«Biriniz vurduğu
vakit,..» dedi.
113- (...)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne, Süheyl'den, o
da babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'âen naklen
rivayet etti:
«Biriniz kardeşiyle
kavga ederse, yüzden sakınsın!»
114-(...)
Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize 'babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Katâde'den rivayet etti. O da Ebû Eyyûb'u, Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet ederken dinlemiş, Ebû Hüreyre şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):
«Biriniz kardeşiyle
kavga ederse, sakın yüze vurmasın!» buyurdular.
115- (...)
Bize Nasr b. Ali El-Cehdamî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Müsennâ rivayet etti. H. Band İMuhammed b. Hatim de rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Abdur-rahman b. Mehdi, Müsennâ b. Saîd'den, o da
Katâde'den, o da Ebû Ey-yûb'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû
Hüreyre, Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu demiş. İbnü Hâtim'in
hadîsinde ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen ibaresi
vardır:
«Bîriniz kardeşiyle
kavga ederse yüzden kaçınsın! Çünkü Allah Âdem'i kendi suretinde yaratmıştır.»
buyurmuşlar.
116- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bana AbdÜ's-Samed rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hemmam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde, Yahya b.
Mâlik El-Merâğî'den (bu zât Ebû Eyyûb'-dur), o daEbû Hüreyre'den naklen rivayet
etti ki: KesûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):
«Bîriniz kardeşiyle kavga
ederse yüzden kaçınsın!» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâtu'I-Itk»'da tahric etmiştir.
Bu hadîsler bir insanı
döverken yüzüne vurmaktan sarahaten nehy etmektedirler. Nehyin zahiri yüze
vurmanın haram olduğunu gösterir. Bu nehyin sebebi; yüz, insanın-güzelliklerini
toplayan bir uzuv olmasıdır. Ona vurmak noksanlığına veya çirkinleşmesine sebep
olabilir. Çünkü yüz açıktır. Korunması mümkün değildir. Kocanın karısını veya
çocuğunu yahut kölesini terbiye için dövmesi hükümde dahildir. Yüze vurmaktan
sakınması gerekir.
«Çünkü Allah Âdem'i
kendi suretinde yaratmıştır...» cümlesi sıfat ha-dîsletindendir. Bu hadîslerin
hükmünü iman bahsinde görmüştük. Hulasaten burada da arzedelim ki, ulemadan
bazılarına göre cümledeki zamir dövülen kimseye aittir. Bu takdirde mânâ :
Allah Âdem 'i Âdem suretinde yaratmıştır, demek olur. Bir takımları zamirin
Allah'a râci olduğunu söylemişlerdir. Çünkü hadîsin bazı tariklerinde:
«Allah Teâlâ Âdem'i
Rahmanın suretinde yaratmıştır.» denilmiştir. Bu rivayete bakarak ulemâdan
bazıları: «Biz bu cümlenin hak olduğuna iti-kâd eder; te'vîlinden kaçınırız.
Cümlenin zahiri mânâsı murad değildir. Onun kendine lâyık bir mânâsı vardır.»
demişlerdir. Selefin mezhebi budur. En doğru ihtiyat yolu da budur. Bir
takımlarına göre İse Allah Teâlâ'nın tenzihine lâyık şekilde te'vil olunur.
Mazirî'nin beyânına göre İbnü Ku tey.be. bu hadîsi zahirî mânâsı üzerine ele
almış ve ; «Allah Teâlâ'nm sureti vardır. Fakat başka suretler gibi değildir.»
demişse de, bu mütalâa'hata ve fasittir. Çünkü suret terkibi ifâde eder.
Mürek-keb olan her şey ise hâdisdir. Allah Teâlâ hadis değildir. Binâenaleyh
mürekkeb ve musavver de değildir. îbnü Kuteybe 'nin sözü : «Allah.cisimdir. Ama
başka cisimler gibi değildir.» diyen Mücessime fırkasının bâtıl sözüne benzer.
Cümledeki zamirin Allah'a izafe edilmesi teşrif ve ihtisas içindir. Nitekim
Nâkatullah ve Beytuîlah gibi ter* kiblerde de hüküm budur.
117- (2613)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b. Gıyâs, Hisara
b. Urve'den, o da babasından, o da Hişam b. Hakim b. İfiizam'dan naklen rivayet
etti. Şöyle demiş : Hişam Şam'da bir takım İnîRtılann yanma uğradı ki, güneşe
karşı dikilmişler; başlarının tilerine de zeytinyağı dökülmüştü.
— B-iine? diye sordu.
— V:rgi için azab olunuyorlar! denildi. Bunun
üzerine:
— Bîri bakın, Ben Resûlülîah (Saliallahü Aleyhi
ve Sellem): «Şüphesiz ki, Allah dünyada azab edenleri azab edecektir.», buyururken işittim, dedi.
118- (...) Bize
Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme, Hişsm'dan, o da babasından
naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Hişâm b. Haldıı h. Hizanı Şam'da Acem
fellahlanndau bazı kimselerin m yanına uğradı, bunlar güneşe karşı
dikilmişlerdi.
— Bunlara ne olmuş? dedi.
— Vergi için hapsedildiler! dediler. Bunun
ürerine Ilişânı şunu söyledi :
— Şehâdet ederim ki, ben Resûlüllah (Saliallahü
Aleyhi ve Seîlem):
«Şüphesiz ki Allah
dünyada insanları azab edenleri azab edecektir.» buyururken işittim.
(...) Bize
Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki' ile Ebû Muâviye rivayet
ettiler. H.
Bize İshâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr haber verdi.
Bu râvilerin hepsi
Hişâm'dan bu isnadla rivayet etmişlerdir. Cerîr'in hadîsinde şu ziyâde vardır :
«Dedi ki: O gün onların Filistin'deki emîri Umeyr b. Sa'd idi. Hişâm onun yanma
girerek (hali) kendisine anlattı. O da emir verdi ve fellahlar serbest
bırakıldılar.»
119 — Bana
Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Vehb haber verdi. (Dedi ki) :
Bana Yûnus İbnü Şihâb'dan, o da Urve b. Zübeyr'-den naklen haber verdi kî,
Hişâm b, Hakîm Hıms'da iken Acem fellahla-rindan bir takım insanları cizyeyi
ödemek için güneş altında tutan bir adam bulmuş ve :
— Bu ne? Ben
Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'iı
«Şüphesiz Allah
dünyada insanları azab eden kimseyi azab edecektir.» buyururken işittim, demiş.
Bu hadîs insanları
haksız yere azab edenler hakkındadır. Binâenaleyh kısas hudud ve ta'zir gibi
haklı olarak yapılan tazibler hükümde dâhil değildir.
Hadîsin bâzı
nüshalarında Umeyr b. Sa'd yerine Umeyr b. Saîd denilmiştir. Kaadî Iyâz ekseri
nüshalarda bu zâtın ismi Umeyr, b. Sa'd şeklinde zikredildiğini söylemiş,
«Doğrusu da budur...» demiştir. Kendisini Hz. Ömer Hıms‘a vali tayin etmişti.
Hz. Umeyr, Kur'ân-ı K rîm'i bir araya toplayanlardan biridir.
120- (2614)
Bize EM Bekr b. Ebî Şeybe ile İshâk h. İbrahim rivayet ettiler İshâk:
Ahberanâ; Ebû Bekr ise: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize
Süfyân b. Uyeyne Amr'dan rivayet etti. O da Câfair'i şunu söylerken işitmiş :
Bir adam oklarla mescide uğradı da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ona :
«Bunların demirlerinden
tut!» buyurdular.
121- (...)
Bize Yahya b. Yalıya ile Ebu'r-Rabi' rivayet ettiler. Ebu'r-Rabi1 ; Haddesenâ;
Yahya : Ahberanâ tâbirlerini kullandılar. Lâfız Yahya'nındır. (Dedi ki) : Bize
Hamnıad b, Zeyd, Amr b. Dinar'dan, o da Câbir b. Abdillah'dan naklen haber
verdi. Ki bir adam bir takım oklarla mescide uğramış. Okların demirlerini
meydana çıkarmış imiş. Bunun üzerine bir müsiümanı yaralamasın diye okların
demirlerinden tutması emir duyurulmuş.
122 rivayet
Bize Kuteybe b. Saîd
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Bize
Muhammed b. Rumh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Ebu'z-Zübeyr'den, o da
Câbir'den, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber
verdi ki: Mescidde ok tasadduk eden bîr adama onları demirlerinden
tutmadan mescide sokmamasını emir buyurmuş.
İbnü Rumh yerine
demiştir.
123- (2615)
Bize Heddâb b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ham-nıad b. Seleme,
Sâbit'ten, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti ki:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Biriniz elinde ok
olduğu halde bir meclisden veya pazar yerinden geçerse, onları demirlerinden
tutsun! Sonra onları demirlerinden tutsun! Sonra onları demirlerinden
tutsun!» buyurmuşlar.
Râvi diyor ki : Ebû
Musa : Vallahi biz onları birbirimizin yüzüne doğrultmadan ölmedik, dedi.
124- (...)
Bize Abdullah b. Berrâd El-Eş'arî ile Muhammed b.Alâ rivayet ettiler. Lâfız
Abdullah'ındır. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme, Bü-reyd'den, o da Ebû Bürde'den,
o da Ebû Musa'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''den naklen
rivayet etti:
«Biriniz yanında ok
olduğu halde bizim mescidimize veya pazar yerimize uğrarsa, müslümanlardan
birine onlardan bir şey isabet etmemesi için ovucuyla demirlerinden
tutuversin!» Yahut «Demirlerinden tutsun.» buyurmuşlar.
Bu hadîsin Câbir
-rivayetini Buhârî «Kitâbu's-Salât»'da;
Ebû Muisa rivayetini de «Kitâbu'l-Fiten»'de tahric etmiştir.
Bu hadîsler mescid,
çarşı ve pazar gibi yerlerden geçerken âdaba riâyeti tâlim başkalarının
Peygamber Bilmektedir. Müslüman
kimseye zarar vermemeye çalışacak; zararından da korunacaktır. Hz. Ebû
Musa 'nm sözü
'Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'den sonra İslâm fırkaları arasında zuhur eden fitnelere işarettir. Übbî
diyor ki: «Bence Peygamber (Sallallahü Altyhi ve Sellem) in buradaki emri
ümmetine acıdığı içindir. Ebû Mûsâ söylediklerini bunun için söylemiş : Biz
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve kellem /in emrini tutup birbirimize acımadık
demek istemiştir.'
125- (2616)
Bana Amru'n-Nâkıd ile tbnü Ebî Ömer rivayet ettiler.- (Dedi ki) : Bize Süiyân
b. Uyeyne Eyyûb'dan, o da İbni Sîrîn'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) ; Ebû
Hüreyre'yi şunu söylerken işittim :
Ebu'l-Kaâşım
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
. «Bir Hmşe kardeşine
bir demirle işaret ederse, muhakkak melekler ona lanet eder. Tâ (bırakıncaya)
kadar. İsterse anne, baba bir kardeşine olsun.» buyurdular,
(...) b.
Harun da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini
rivayet etti.
ize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yczid îbni Avn'den, o da Muhammed'den, o
da Ebû Hüreyre'den, o
126-.(2617)
Bize Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti.
(Dedi ki).: Bİze Ma'mer, Hemmâm b. ÎMuneb-bih'den naklen haber verdi. (Demiş
ki) : Ebû Hüreyre'nin, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den bize
rivayet ettiği şudur. Hemmâm bir takım hadîsler zikretmiştir. Onlardan biri de
şudur : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve kellem):
«Biriniz kardeşine
silâhla işaret edemez. Çünkü bÜmez olabilir ki, şeytan elinden çıkarır da, bu
sebeple ateşten bir çukura düşer.» buyurdular.
Bu hadîsin Ebû Hüreyre
rivayetini Buhârî «Kitâbu'I-Fiten»'de tahric etmiştir.
Bu hadîsler müsîümanm
hürmetini te'kîd etmekte; onu korkutmak, telâşlandırmak ve eza etmek gibi
şeyleri şiddetle yasaklamaktadır.
«İsterse anne baba.bir
kardeşine olsun...» cümlesi nehyin herkese âm ve şâmil olduğunu mübalâğalı bir
şekilde göstermektedir. Binâenaleyh akrabası olsun, yabancı olsun şaka veya
oyun için yapılsın, bir müslü-manı korkutmak herhalde haramdır. Zira ikinci
rivayette tasrih buyurul-duğu vecihle silâhı kaçırır da şaka yapayım derken
karşısındakini vurabilir. Silâhla din kardeşini korkutan kimseye meleklerin
lanet etmesi, bu işin haram olduğuna delildir.
Birinci hadîste hattâ
kelimesinden sonra mahzuf vardır. Bu mahzuf «Bırakıncaya kadar...» diye takdir
olunur.
İkinci hadîs nehiy
mânâsında bir haberdir. Evvelce de işaret ettiğimiz gibi bu şekil cümleler
nehy lâfzından da beliğdirler.
127- (1914)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Ebû Bekr'ın azatlısı
Sümeyden dinlediğim, onun da Ebû Sâlih'den, onun da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet ettiği şu hadîsi okudum : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bir defa bir adam
yolda yürürken yol üzerinde bir diken dalı bularak onu çeldirdi. Allah da ona
teşekkür etti ve onu af eyledi.» buyurdular.
128- (...)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Cerîr Süheyl'den, o da
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Bir adam yol üzerinde
bir diken dalına rastladı da : Vallahi bunu müslümanlardan uzaklaştıracağım,
onlara ezâ vermesin, dedi. Bu sebeple cennete konuldu.» buyurdular.
129- (...)
Bİze bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeyban, A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû
Hüreyre'den, o da Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden naklen rivayet
etti :
«Gerçekten bir adam
gördüm ki, yol üzerinden insanlara eziyet veren bir ağacı kestiği için cennette
nimetpezir oluyordu.» buyurmuşlar.
130- (,..)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Hamnıad b. Seleme Sâbit'ten, o da Ebû Râfi'den, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti ki: Resûlüllah
(Sallahu Aleyhi ve
Sellem):
«Bir ağaç müslümanlara
eziyet veriyordu. Bir adam gelerek onu kesti ve cennete girdi.» buyurmuşlar.
131- (2618)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, Eban b.
Sam'a'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû'1-Vâzı' [7]
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Berze rivayet etti. (Dedi ki) :
— Yâ Nebiyyallah! Bana
faydalanacağım bir şey öğret, dedim.
«Müslümanlara yolundan
ezâ (veren şeyi) gider!» buyurdular.
132- (...) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Bekr b. Şuayb b. Habhâb,
Ebû'1-Vâzı' Er-Râsibî'den, o da Ebû Berzete'l-Eslemî'den naklen haher verdi
ki: Ebû Berze şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
— Yâ Resûlallah! Ben
bilmiyorum. Olur da sen (dünyadan) gidersin, ben senden sonraya kalırım. İmdi
bana bir şey lütfet ki, onunla Allah bana fayda versin! dedim. Bunun üzerine
Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi vt Sellem)'.
«Şöyle şöyle yap! (Ebû
Bekr bunu unutmuştur.) Bir de yoldan ezâ (veren şeyi) gider!» buyurdular.
Bu hadîsin Ebû
Hüreyre rivayetini Buhârî
«Kitâbul-Ezan» ile «Kitâbu's-SfcüâU'da;
Nesâi «Kitâbu's-Salât»'da; Tirmizî
«Kitâbu'l-Birr»'de .muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Allah'ın şükür veya,
teşekkür etmesinden murâd verdiği-ihsanını meleklerine bildirmesi yahut sevab
vermesidir.
Bu hadîsler yol
üzerinden gelip geçenlere eziyet veren diken, ağaç, ag, pislik ve İaşe gibi
şeyleri giderip temizlemenin faziletine delildirler. İziyet veren şeyleri
yoldan gidermenin imanın dallarından biri olduğunu vvelce görmüştük.; Übbî diyor ki:
«Anlaşılan bu 'ağaç o
zatın miîki değilmiş. Birinin milki olup dalları oîa sarkan ve geliri geçenlere
eziyet veren ağacm dallarını yolcular ke-ebilir. Yahut sahibini davaya
verebilirler.»
Bu hadîslerde
Inıüslümanlara fayda veren her işin faziletine ve onla-•a zarar veren her şeyin
giderilmesine tenbih vardır.
133- (2242)
Bana Abdullah b. Muhammed b. Esma' b. Ubeyd Ed-Dutaî rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Cüveyriye (yâni İbni Esma) Nâii'den, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti
ki: Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem)'.
.«Bir kadın, bîr kedi
sebebiyle azab olundu. Onu ölünceye kadar hapsetti. Ve bundan dolayı cehenneme
girdi. Onu hapsettiğinde ne doyurdu, suladı; ne de yerin haşeratından yemesine
müsaade etti buyurmuşlar.
(...) Bana
Harun b. Abdullah ile Abdullah b. Ca'fer b. Yahya b. Hâ-lid hep birden Ma'n b.
İsa'dan, o da Mâlik b. Enes'den, o da Nâfi'den, o da îbnü Ömer'den, o da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) 'den naklen Cüyeyriye'nin hadîsi
mânâsında rivayette bulundular.
134- (...) Bana bu
hadîsi Nasr b. Alî El-Cehdamî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'1-A'lâ,
Ubeydullah b.. Ömer'den, o da Nâfi'den, o da İbnü Ömer'den naklen rivayet etti.
Şeyle demiş : Resûlüllah (Saîlaliahii Aleyhi ve Sellem):
«Bir kadın, bir kedi
sebebiyle azab olundu. Onu bağlamış; doyurup sulamamiş; yerin haşeratından
yemesine de müsaade etmemişti.» buyurdular.
(...) Bize
Nasr b. Alî El-Cehdamî rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Abdü'l-A'lâ,
Ubeydullah'dan, o da Saîd El-Makburî'den, o da Ebû Hiireyre'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.
135- (2619)
Bize Muhammed b, Râfi' rivayet etti. (Dedi iri) : Bize Abdürrezzâk rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Müneb-bih'den rivayet etti. (Demiş ki)
: Bize Ebû Hüreyre'nin, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet
ettikleri budur. Hemmâm bir takım hadîsler zikretmiştir. Onlardan biri de
sudur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bir kadın kendisinin
bîr dişi veya erkek kedisi sebebiyle cehenneme girdi. Onu bağlamış; ne
doyurmuş, ne de yerin haşeratmdan yemeye bırakmıştı. Nihayet hayvan
zayıflıktan öldü.» buyurmuşlar.
Bu hadîsin Abdullah b.
Ömer rivayetini Buhârî «KHâbu'l-Enbiya»'da tahric etmiştir.
Haşâş : Böcek ve fare
gibi hâşerattır. Bu kelime huşaş ve hışaş şekillerinde de okunabilir.
Kedi sebebiyle azab
olunan kadının Hımyer kabilesine mensub olduğu söylenir. Benî İsrail 'den bir
kadın olduğunu söyleyenler de vardır.
Hadîs-i şerîf «Selâm»
bahsinde geçmişti.
136- (2620)
Bize Ahmed b. Yûsuf El-Ezdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b. Hars b.
Giyas rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize A'meş
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû İshâk, Ebû Müslim El-Egar'dan rivayet etti.
Ona da Ebû Saîd-i Hudrî ile Ebû'Hü-reyre rivayet etmişler. Demişler ki:
Resûlüllah (Sallüllahu Aleyhi ve Sellem):
«İzz onun gömleği,
kibriya da kaftanıdır. Benimle kim münazaa ederse, onu azab ederim.»
buyurdular.
' Bu hadîsdeki
zamirler Allab'a râcidir. Malûm olduğu için Teâlâ Hazretleri tamirle ifade
olunmuştur.
Hadîsde mahzuf vardır.
Takdiri şudur: «Allah Teâla buyurdu ki: Bu husûsda benimle kim münazaa ederse,
ben onu azabederim.» Buradaki münazaadan murad; Allah'a mahsus olan Izz yâni
şeref ve kudret ile kibriya ve azameti ahlâk edinip, bu hususlarda âdeta ona
ortak olmaktır. Hadîs-i şerîf kibri şiddetle haram kılmaktadır. Izz ve
kibriyaya gömlek ve kaftan denilmesi güzel bir istiaredir. Buradaki istiarenin
mânâsı gömlekle kaftanın insanın vücuduna sarılması ve ona güzellik
vermesidir. Izz ve kibriya Allah Teâlâ'ya en lâyık ve elzem sıfatlar olduğu
için bu istiareyle temsil edilmişlerdir.
137- (2621)
Bize Süveyd b. Saîd, Mu'temir b. Süleyman'dan, o da babasından naklen rivayet
etti. (Demiş ki) : Bize Ebû Imran El-Cevnî, Cündeb'den naklen rivayet etti ki,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :
«Bir adam : Vallahi
fülânı Allah affetmez, dedi. Halbuki Allah Teâlâ : Kimdir o? Benim filânı
affetmeyeceğime yemin eden! Ben gerçekten filânı affettim; senin amelini de
mahvettim, buyurdu.» Yahut Resûlüllah'ın buyurduğu gibidir.
Taberî diyor ki: «Bu
adamın Allah hakkındaki hükmü kesin vermesi bu hususdaki ahkâmı bilmemekten
ileri gelir.»
Hadîs-i şerîf ehl-i
sünnetin delillerindendir, Onlara göre Allah Teâlâ dilerse günahları tevbesiz
de affeder. Mu'tezile taifesi bu hadîsle istidlal ederek : «Büyük günahlar
amelleri mahveder» demişlerdir. Ehl-i Sünnet'e göre amelleri yalnız küfür
mahveder. Bu hadîsdeki amelin mah-vedilmesi kötülüklerinin mukabilinde
sevabları kalmamıştır diye te'vil olunur. îhtimal ki, bu adam küfrü mucib
olacak başka bir amelde de bulunmuştur. Bahsedilen adamm bizim şeriatımızdan
önce yaşamış olması da ihtimal dahilindedir. Bu takdirde onların şeriatına göre
büyük günahlar amelleri mahvedermiş denilir.
138- (2622) Bana
Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Hafs b. Meysera Alâ'.J).
Abdirrahman'dan, o da babasından, o da Ebû Hürey-re'den naklen rivayet etti ki:
Resûlüllah (Sallalİahü Aleyhi ve Sellem):
«Nice kapılardım
kokulmuş pejmürde İnsan vardır ki, Allah'a yemin etse Allah onu yemininde'sadik
çıkarır.» buyurmuşlar.
Eş'as : Saçı
keçeleşmiş. taranmamış, kır ve paslı mânâsına gelir.^Böyle bir kimsenin
kapılardan konulması insanîar_ nazarında kıymetsiz ve hakir görüldüğü içindir.
Halbuki o zatın Allah indinde rn.erte*besi çok yüksek olabilir. Hattâ bir
şeyin-vukuuna yemin etse Allah Teâlâ onu yemininden döndürmemek için dileğini
kabul eder. Bu suretle kendisine ikramda bulunur. Ve olacağına yemin ettiği
şey olur. Bâzıları buradakf'ye-minin dua; yeminde sâdık kalmanın da duanın
kabulü mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
139- (2623)
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad b.
Seleme, Süheyl b. Ebî ^âlih'den^ o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etti. (Demiş ki) : Resûlüllah (SaUalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdular. H.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e Süheyl h. Ebî Sâîih'den dinlediğim, onun da
babasından, onun da Ebû Hüreyre'den naklettiği şu hadîsi okudum. Resûlüllah
(SaîlallahÜ Aleyhi ve Seî(em):
«Bir kimse İnsanlar
helak oldu derse, kendisi onların en ziyâde helak olanıdır.» buyurmuşlar.
Ebû İshak: «Ehlelte
kelimesi mansub mu okunacak, merfu mu bilmiyorum...» demiştir.
(...) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zü-rey' Ravh b.
Kaâsim'den naklen haber verdi, H.
Bana Ahmed b. Osman b.
Hakim de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Hâ-lid b. Mahled, Süleyman b. Bilâl'den
rivayet etti. Her iki râvi Süheyl'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet
etmişlerdir.
Bu hadîsdeki «Ehleke»
kelimesi kâfin üstün ve ötresîyle iki şekilde rivayet olunmuştur. Ötreyle yâni
«Ehlekü» şeklindeki rivayeti daha meşhurdur. Biz hadîsin mânâsını buna göre
verdik. Kâf üstün okunduğuna göre cümlenin mânâsı : «Onları bu sözü söyleyen
kimse helak etmiştir.^ demek olur.
İnsanlar helak oldu
diyen kimse bu sözüyle başkalarını tahkir, kendisini üstün görmeyi
kastediyorsa, hadîs-i şerif onun hakkında bilittifak zemdir. Çünkü kimin kimden
üstün olduğunu ancak Allah bilir. Fakat kendi hatalarını ve din hususunda
başkalarının noksanlıklarını görerek buna üzüldüğü için söylerse zararı yoktur.
Hattabî diyor ki: «Hadîsin mânâsı şudur : Bir kimse başkalarını ayıplar durur,
daima kötülüklerini anar ve insanlar bozuldu, battı gibi sözler söylerse;
kendisi onlardan daha ziyâde batmış, yâni onları ayıplamakla girdiği günah
sebebiyle kendi hâli onlarınkinden berbâd olmuştur. Bu hal onu çok defa kendini
beğenmeye, kendini başkalarından daha hayırlı görmeye sevkeder.»
140- (2624)
Bize Kuteybe b. Saîd, Mâlik b, Enes'den rivayet etti. H. Bize Kuteybe ile
Muhammed b. Rumh dahi Leys b. Sa'd'dan rivayet ettiler. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde İle Yezid b. Harun rivayet
ettiler.
Bu râvilerin hepsi
Yahya b. Saîd'den rivayet etmişlerdir, H.
Bize Muhammed b.
Müsennâ da rivayet etti: Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Vahhab (yâni
Sekâfî) rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Yahya b. Saîd'den dinledim. (Dedi ki) :
Bana Ebû Bekr (bu zât İbni Muhammed b. Amr b. Hazm'dir) haber verdi. Ona da
Amra rivayet etmiş ki: Kendisi Âişe'yi şöyle derken işitmiş: Ben
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemyi:
«Cibril bana komşuyu
o derece tavsiyede bulundu
ki, onu mutlaka
bana mirasçı yapacak
sandtm.» buyururken işittim.
(...) Bana
Amru'n-Nâkıd rivayev etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'1-Aziz b, Ebî Hâzim rivayet
etti. (Dedi ki) ; Bana Hişâm b. Urve, babasından, o da Âişe'den, o da Peygamber
ISatlallahü A levhİ ve Setlem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.
141- (2625)
Bana Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b.
Zürey', Ömer b. Muhammed'den, o da babasından naklen rivayet etti. (Demiş ki) :
Ben İbni Ömer'i şunu söylerken işittim : Resûlüllah (Salîalîahü Aleyhi ve
Sellem):
«Cibril bana komşuyu o
derece tavsiyede bulundu ki, onu bana mirasçı yapacak sandım.» buyurdular.
(...) Bize
ELû Kamil El-Cahderî ile İshâk b. İfcrâhjm rivayet ettiler. Lâfız İsbâk'ındır.
Ebû Kamil: Haddesenâ; İshâk ise : Ahberanâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler
ki) : Bize Abdü'1-Aziz b. Abdî's-Samed El-Ammî haber verdi. (Dedi ki) : Bize
Ebû Imrân El-Cevnî, Abdullah b. Sâmit'den, o da Ebû Zer'den naklen rivayet
etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yâ Ebâ Zer! Çorba
pişirdiğin vakit suyunu çok koy ve komşularını gözet!» buyurdular.
143- (...)
Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü İdris rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be haber verdi. II.
Bize Ebû Küreyb de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü İdris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be,
Ebû Imran El-Cevnî'den, o da Abdullah b. Sâmit'den, o da Ebû Zer'den naklen
haber verdi. Ebû Zer şöyle demiş: Gerçekten dostum (Sallaîlahu Aleyhi ve
Sellem) bana:
«Çorba pişirdiğin
vakiî suyunu çok koy, sonra komşularından bir ev halk-na bak ve kendilerine
ondan ma'ruf üzere ver!» diye vasiyette bulundu.
Bu rivayetleri Buhârî,
Ebû Dâvud ve îbni Mâce «Kitâbu'I-Edeb*'de; Tirmizî «Kitâbu'l-Birr»'de muhtelif
râvilerden tahric etmişlerdir.
«Beni mirasçı yapacak
sandım...» cümlesinden murad : Bana bu hu-sûsda yakında Allah'dan bir emir
getirecek sandım, demektir. Bu cümle komşu hakkının şiddetle riâyet ve
muhafazasını ifade için mübalâğa mevkiine çıkarılmıştır.-Komşu ismi müslüman,
kâfir, âbid, fâsık, dost, düşman, yabancı, hemşeri, faydalı, zararlı, akraba ve
ecnebi bütün civar halkına şâmildir. Bunların hukuku en yakından başlamak üzere
sırayla uzaklara doğru gider. Komşuluğun hududu hakkında ihtilâf vardır. Hz.
A1î'den bir rivayete göre birbirinin seslerini duyanlar komşudurlar. Bazıları
sabah namazını mescidde birlikte kılanlar komşudur, demişlerdir. Hz. Âişe'den
bir rivayete göre komşuluk hakkı evin her tarafından kırk haneye kadar devam
eder. Evzâî'den de böyle bir kavil rivayet olunmuştur. Komşuların hakkı
herbirine hâline göre muamele yapmak, hayır dilemek, zarar vermemek lâka irşad
ve , nasihat etmek gibi şeylerdir. Buradaki
emir güzel ah-içindir.
144- (2626) Bana Ebû Gassan El-Mismaî rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Osman b. Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Âmir (yâni El-Hazzâz) Ebû
İmran Ei-Cevm'den, o da Abdullah b. Samü'den, o da Ebû Zer'den naklen rivayet
etti. (Şöyle demiş) : Bana Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem):
«Sakın maruftan hiç
bir şeyi hakir görme! Velev din kardeşini güier yüzle karşılaman olsun!»
buyurdular.
Talk: Güleryüz
göstermek demektir. Bu kelime talik ve talîk şekillerinde de rivayet
olunmuştur.
Ma'rui:
Örfen bilinen iyilik ve ihsandır. Hadîs-i şerif güler yüz göstermek gibi az
bir şeyle de olsa ma'rufda bulunmanın faziletine delildir..
145- (2627) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti.' (Dedi ki) : Bize Ali b. Müshir ile Hafs b.
Gıyâs, Büreyd b. Abdillah'dan, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan naklen
rivayet ettiler. Ebû Musa şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
kendisine bir hacet isteyen geldiği vakit yanında oturanlara döner ve :
«Şefaat edin! Ecir
kazanın! Allah Peygamberinin dilinden dilediğini hükmetsin!» buyururdu.
Bu hadîsi Buhârî
«Zekât», «Edeb» ve «Tevhid- bahislerinde; Ebû Dâvud «Kİtâbu'l-Edeb»'de; Tirmizî
«İlim» bahsinde; Nesâî de «Zekât»'da muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Hadîsin mânâsı şudur :
Birbirinize şefaatçi olun. Benden bir şey istemeye gelen olur da, siz de ona
şefaatçilik yaparsanız Allan Teâlâ onun hacetini benim vasıtamla görür. Bu
suretle hem isteyen muradına erer, hem de siz sevab kazanırsınız.
Meşru istekler
hususunda aracılık yapmak, gerek hükümdar, kumandan, vali gibi büyükler
huzurunda, gerekse halkın birbirleri nezdinde şe-faatta bulunmaları
müstehabdır. Fakat hudud-u şeriyye hakkında şefaat haramdır. Bâtılı tamamlamak,
bir hakkı iptal etmek gibi şeylerde dahî şefaat caiz değildir.
146- (2628)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne,
Büreyd b. Abdillah'dan, o da dedesinden, o da Ebû Musa'dan, o da Peygamber
(Saiktllahü Aleyhi ve Setlemj 'den naklen rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Ala'
El-Hemdânî de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme
Büreyd'den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan, o da Peygamber (SallallaJıü
Aleyhi ve Scllem)*den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:
«İyi arkadaşla kötü
arkadaşın misâli miîk yaşiyanla, körük üfüren gibidir. Mİsk taşıyan ya sana
(ondan) verir yahut satın alırsın yahut da
o miskderı güzel bîr koku duyarsın. Körük üfüren ise : Ya senin elbiseni
yakar; yahut ondan pis bir koku duyarsın!»
Bu hadîsde Peygamber
(Sallallahü A leyhi ve Sellem) iyi arkadaşı misk taşıyana; kötü arkadaşı da
körük üfürene benzetmek suretiyle her ikisinden sirayet edecek halleri beyân
buyurmuştur.
1- Ahlâklı,
mürüvvet sahibi, hayırsever, ehl-i takva, âlim ve sâlih kimselerle düşüp
kalkmak faziletli bir iştir. Kötülerle düşüp kalkmak ise memnudur.
2- Misk
temizdir. Satması caizdir. Bu husûsda yalnız Şiî'ler muhalefet etmiş, miskin
necis olduğunu söylemişlerse de, onların sözüne itibar yoktur. Ulemânın icmaı
ve bu hadîs onun teiniz olduğuna delâlet
eder. Çünkü pis olsa satılmasına cevaz verilmezdi,
3- Misk
kullanmak müstehabdır. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu bedenine ve
başına sürer; onun en güzel koku olduğunu söylerdi.
147- (2629)
Bize Muhammed b, Abdillah b. Kuhzâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Seleme b.
Süleyman rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah haber verdi. (Dedi ki) : Bize
Mamer İbni Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Abdullah b. Ebî Bekr
b. Hazm, Urve'den, o da Âişe'den haklen rivayet etti. H.
Bana Abdullah b.
Abdirrahman b. Behram ile Ebû Bekr b. İshâk da rivayet etkiler. Lâfız her
ikisinindir. (Dediler ki) ; Bize Ebûl-Yeman haber verdi. (Dedi ki) : Bize
Şuayb Zührî'den naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Abdullah b. Ebî Bekr
rivayet etti. Ona da Urve h. Zübeyr haber vermiş ki: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)"m zevcesi Âişe şunu söylemiş: Bana bir kadın geldi.
Beraberinde de iki kızı vardı. Benden bir şeyler istedi. Ama yanımda bir tek
kuru hurmadan başka bir şey bulamadı. Onu kendisine verdim. Kadın onu alarak
iki kızma taksim etti. Kendisi ondan bir şey yemedi. Sonra kızlarıyle birlikte
kalktı, gitti. Ar-kacığından yanıma Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem)
girdi. Kadının hikâyesini ona anlattım. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'.
«Bir kimse kız evlâdından
bir şeyle ipîilâ olunur da, onlara iyi bakarsa kızlar kendisine cehenneme
perde olur.» buyurdular.
148- (2630)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bekr (yâni İbni Mudarj İbni
Had'dan rivayet etti. Ona da İbnü Ayyaş'ın azatlısı Ziyad b. Ebî Ziyad, Irak
h. Mâlik'ten naklen rivayet etmiş. (Irak demiş ki) : Ben bu hadîsi Âişe'den
naklen Ömer b. Abdi'1-Aziz rivayet ederken dinledim. .Âişe (Şöyle demiş) :
Fakir bir kadın, iki kızını yüklenmiş hana geldi. Ben de kendisine üç kuru hurma
verdim. Kızların her birine birer hurma verdi. Yemek için bir hurma da ağzına
attı. Derken kızları onu da yemek istediler. Kadın yemek istediği hurmayı hemen ikisinin arasında
pay etti. Onun bu hâli tenim hoşuma gitti. Yaptığını Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'e anlattım da:
«Muhakkak bu hurma
sebebiyle Allah ona cenneti vâcib kılmıştır. Yahut bu hurma sebebiyle onu
cehennemden azad etmiştir.» buyurdular.
149- (2631)
Bana Amru'n-Nakıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Ahmed Es-Zübeyı-î rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ahdi'l-Aziz Ubeydullah b. Ebî Bekr b.
Enes'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setletn) :
«Bir kimse iki kiza
bulûğa erinceye kadar bakarsa, kıyamet günündo benimle beraber (şöyle) gelir.»
buyurdu. Ve parmaklarım bir araya getirdi.
Hz. Aişe rivayetini
Buhârî «Zekât» ve «Edeb» bahislerinde; Tirmizî «Kitâbu'l-Birr»'de tahric
etmişlerdir. Tirmizî : «Bu hadîs hasen sahihtir.> demiştir.
Resûlülîah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem} 'in kızlar hakkında ibtilâ kelime-sini kullanması; âdetleri
icâbı insanlar kız evlâdından hoşlanmadıkları içindir. Eski Arablarm kızlardan
hoşlanmadıklarını, birinin kızı doğduğu haber verilince efkârından yüzünün
simsiyah karardığını Teâlâ Hazretleri' Kur'ân-ı Kerîm'de haber vermiştir. Bu
hadîsler kız evlâdına iyi muamelede bulunmanın nafakalarını vererek
terbiyelerine dikkat etmenin, faziletine delildir. Mûnâvî'nin beyânına göre :
Babalar üzerinde kız
çocuklarının hakkı erkeklerinkinden daha çoktur. Çünkü erkekler hem daha
kuvvetli, hem de tasarrufa muktedirdirler.
Kaadî parmaklarını
Iyâz diyor ki ; «Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem) - araya getirmekle iki kız büyüten kimsenin cennette kendisiyle beraber
olacağını, yahut cennete beraber gireceğini anlatmak istemiştir ki, fazilet
namına bu kâfidir. Bu fazilet kendinin olsun, başkasının olsun kız evlâdını
büyütüp terbiye edene mahsustur.»
150- (2632)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Malik'e İbnü Şihab'dan
dinlediğim. Onun da Saîd b. Müseyyeb'derr, onun da Ebû Hüreyre'den, onun da
Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi
okudum: Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Müslümanlardan
bîrinin üç çocuğu ölsün de, kendisine (cehennem) ateş (İ) dokunsun olamaz.
Yalnız yemini bozmayacak kadarı müstesna!» buyurmuşlar.
(...) Bize
Ebû Bekr b. EM Şeybe ile Amru'n-Nâkid ve Züheyr b. Harb rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. H.
Bize Abd b. Hunıeyd
ile İbnü Râfi' dahi Abdürrezzâk'dan rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize Ma'mer
haber verdi. Her iki râvi Zührî'den Mâ-lik'in isnadı ile onun hadîsi mânâsında
rivayette bulunmuşlardır. Şu kadar var ki, Süfyân'm hadîsinde:
«Cehenneme girsin
olamaz. Yalnız yemini bozmayacak kadarı müstesna!» ibaresi vardır.
151- (...)
Bize Kuteyfce b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Aziz (yâni İbni
Muhammed) Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ensardan bazı kadınlara:
«Sizden birinizin üç tane oğlu ölür de, onların sevabını
dilerse mutlaka cennet'e girer.»
buyurmuşlar. Bunun üzerine kadınlardan bîri: — Yahut iki yâ Resûlallah!
demiş. (O da) : «Yahut iki!»
buyurmuşlar.
152- (2633)
Bize Ebû Kâmil El-Cahderî Fudayl b. Hüseyn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû
Avâne, Abdurrahman b. Esbahânî'den, o da Ebû Salih Zekvan'dan, o da Ebû Saîd-i
Hudrî'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Bir kadın Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seilem)'e
gelerek:
— Yâ Resûlallah!
Erkekler senin hadîsini götürdü. Sen bize kendinden bir gün ayır da, enda sana
gelelim. Bize Allah'ın sana öğrettiğinden öğretirsin, dedi. (O da) :
«Filân ve filân gün
toplanın!» buyurdu. Ve kadınlar toplandılar. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seilem) de yanlarına gelerek Allah'ın kendisine bildirdiğinden onlara (bir
şeyler) Öğretti. Sonra şöyle buyurdu :
«Sizden hiç bir kadın
yoktur ki : (Gözü) 'Önünde çocuklarından üç tanesini (âhirete) göndersin de,
bu çocuklar ona cehennemden bir perde olmasınlar.» buyurdu. Bunun üzerine bir kadın :
— İkiyi de, ikiyi de,
ikiyi de! dedi.
Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Seilem) dahi: «ikiyi de, ikiyi de, ikiyi de!» buyurdular.
153- (2634) b. Müsennâ
Ue tbnl BeSŞâr rivayet eltiler
(Dediler ki) • Bize Muhanımed b. Ca'fer rivayet etti H.
Bize Ubeyduİlah b.
Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bizehatam n-vâye^etti (Dedi ki) : Bize Şu'be,
Abdurrahman b. Esbahânî'den bu ıs-radda yuka M hadîsin mânâ. gibi rivayette
bulundu. İki râvi hep hır-den Şu'be'den,
o da Ahdurrahman b. Esbahânî'den naklen şunu ziyade
Dedi ki Ben Ebû
Hâzimi, Ehû Hüreyre'den naklen rivayet ederker dinledim. O bulûğa ermemiş üç
çocuğunu, dedi.»
154- (2635)
Bize Süveyd b. Saîd ile Muhammed b. Abdi'1-A'lâ rivayet ettiler. Lâfızları
birbirine yakındır, (Dediler ki) : Bize Mu'temir babasından, o da
Ebu's-Se'lH'den, o da Ebû Hassân'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Ebû
Hüreyre'ye;
— Gerçekten benim iki oğlum öldü. Bana Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Selîem) den nasıl bir hadîs rivayet edeceksin ki, onunla
ölenlerimizden dolayı kalblerimizi ferahlan dır a sın! dedim, Ebû Hüreyre :
— Evet
(söyleyeyim) î dedi, (Ve şu
hadîsi rivayet etti) :
«Onların (vefat eden)
küçükleri cennetin kurtlarıdır. Birisi babasına — ychut annesine, babasına
demiş, rastlar da, benim şu senin elbisenin kenarından tuttuğum gibi
elbisesinden tutar— yahut elinden, demiş.. Bir daha kendisini Allah babasiyle
birlikte cennete koyuncuya kadar bırakmaz.»
Süveyd'in rivayetinde
hadîs şöyledir: Dedi ki: Bize Ebu's-Selil rivayet etti. (Dedi ki) : Bana bu
hadîsi tîbeydullah b. Saîd de rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Yahya (yâni İbni Saîd)
Teymî'den bu isnadla rivayet etti. Ve şöyle dedi:
__ Sen Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden ölenlerimizden dolayı bizim kalblerimizi
ferahlandıracak bir şey işittin mi? Ebû Hüreyre :
— Evet! cevâbını
verdi.
155- (2636)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Abdillab, ve Ebû Saîd E!-Eşec rivayet ettiler. Lâfız
Ebû Bekr'indir. : Bize Hafs (yâni İbni Gıyas) rivayet etti. H.
Bize Ömer b. Hafs b.
Giyâs da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam dedesi Talk b. Muaviye'den, o da
Ebû Zûr'a b. Amr b. Cerîr'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle
demiş) : Bir kadın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'c bir çocuğunu
getirerek:
— Yâ Nebiyyallah! Bunun için Allah'a dua et!
Gerçekten üç tanesini (toprağa) gömdüm,
dedi.
«Uç çocuk mu gömdün?»
— Evet!
«Muhakkak cehennemden
kuvvetli bir mâni ile korundun!» buyurdular.
Râviler arasından
Ömer: «Dedesinden" dedi. Geri kalanlar «Talk'-dan» dediler. Dede lâfzını
anmadılar.
156- (...)
Bize Kutcybe b. Saîd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler.
(Dediler ki) : Bize
Cerîr Ebû Gıyas Talk b. Muaviye En-Nehaî'den, o da Ebû Zûr'a b. Amr b.
Cerîr'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) ; Bir kadın
Peygamber (Satlatlahü Aleyhi ve SeUem)*e bir oğlunu getirerek :
— Yâ Resûlallah! Bu
çocuk rahatsızdır. Ben ondan korkuyorum. Gerçekten (toprağa) üç tane gömdüm, dedi.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Scllem):
«Muhckkak cehennemden
kuvvetli bir mânı ile kovundun!» buyurdular.
Züheyr : Talk'dan,
dedi. Künyeyi anmadı.
Bu hadîsleri Buhârî
«Cenaze» bahsinde; Ebû Hüreyre rivayetini Nesâî «Tefsîr»'de; îbnii Mâce «Cenâiz»
bahsinde; Ebû Said rivayetini Nesâî «Tefsir» bahsinde muhtelif râvi-lerden
tahric etmişlerdir.
Bu babda muhtelif
hadîs imamları otuz dokuz sahabeden hadîsler rivayet etmişlerdir.
«Yemini bozmayacak...»
tâbirinden murad; az bir zamandır. Bir adam bir yere ineceğine yemin etse,
yemininde durmuş olmak için bir an oraya inmesi kâfidir. Arabîar buna
«Tahilletü'I-Kasem» derler. Ki yeminini he-îâl kılmak mânâsına gelir. Bu tâbiri
azlıktan kinaye olarak kullanırlar. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sdlem) bu hadîsde :
«Müslümanlardan
birinin üç çocuğu ölürse, o cehenneme girmez. Girse de orada pek ar kal;r.»
demek istemiştir.
Hadîsin Ebû Saîd
rivayetinde Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'e geldiği bildirilen kadın
Hz. Enes'in annesi Ümmü Sü1eym Mir. Bazı rivayetlerde bu kadının Ümmü Hânı,
bazılarında da Ümmü Eymen. olduğu bildiriliyor. Şu halde hâdise birkaç defa
tekerrür etmiş ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'e muhtelif kadınlar
müracaatta bulunmuş demektir. Hz. Ümmü Süleym 'in: «Erkekler senin hadîsini
götürdü...» sözünden muradı: Onlar dâima senin yanında bulunuyor, din
hususunda bilgi alıyorlar. Biz kadınlar bunu yapamıyoruz. Bize de bir gün ayır
da senden dinimize ait bilgi alalım, demektir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), Ümmü Süleym'in ricasını kabul etmiş ve kadınlara bir gün
tahsis ederek kendilerine Allah'ın emir ve nehiylerini bildirmiş; bu arada üç
çocuğu'ölen kadının cehenneme girmeyeceğini de müjdelemiştir. Ümmü Süleym iki
çocuğu ölenin de bu hükümde dâhil olup olmadığını anlamak istemiş; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o anda kendisine
gelen bir vahy ile yahut daha önceden telâkki ettiği bir vahye rstinad ederek :
«İki çocuğu ölen de
öyle!» sözünü üç defa tekrarlamıştır.
Müslim 'den
başkalarının rivayetinde :
«Bir çocuğu ölen de
öyle!» cümlesi de vardır. Nesâî'nin rivayetinde :
«Üç çocuğu ölen bir
kimse bunlardan sevab beklerse cennete girer.» buyurdu. Bunun üzerine bir kadın
kalkarak:
— Yahut iki çocuğu ölen! dedi. ResûlüIIah
(SallaHahü Aleyhi ve Sellem): «İki çocuğu ölen de öyle!» buyurdular. Kadın :
— Keşke bir çocuğu ölen de deseydim! dedi.»
buyurulmaktadır. Ulemâ ölen çocukların bulûğa ermemiş olmaları meselesinde
hayli söz
etmişlerdir.
Bâzılarına göre bu annelerin küçük çocuklarına karşı daha fazla muhabbet,
şefkat ve sevgi gösterdikîerindendir. Bu sebepten ölen küçük yavrularına daha
çok acır ve buna katlanmaları nisbetinde daha çok sevab kazanırlar. Zira âkil
baliğ olan çocukları rahmet ve şefkate münafi harekette bulunarak anne ve
babalarına isyan etmiş olabilirler. Küçüklerden böyle bir* şey tasavvur
olunamaz. Onlar muhatab değillerdir.
Bir takımları küçük
çocukların evleviyetle bu hükümde dâhil olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre
henüz anne ve babasına hiç bir yardımı olmayan bir küçük hakkında hüküm bu
olunca yardımı dokunmaya^ başlamış çocuk hakkında evleviyetle aynı hüküm sabit
olur. Hadîs-i şerifin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre torunlar bu
hükümde dahil değildir.
Deâmîs : Dü'mûsun
cem'idir. Dü'mûs esasen suda yaşayan küçük bir kurttur. Sudan hiç ayrılmaz.
Burada ondan murad; küçükken Ölen çocuklardır. Onlar cennetin küçükleridir.
Cennetten ayrılmazlar. Kıyamette anne ve babalarına şefaat ederek, cennete
girmelerine sebep olurlar,
1- Kadınlar
erkeklerle konuşarak dinî meselelerini
vesâir muhtaç oldukları şeyleri sorabilirler.
2- Bit'şey
hakkında va'dde bulunmak caizdir.
3- Ölen
müslüman çocukları cennetliktirler. Ulemâdan bir cemâat bu hususta icma
bulunduğunu nakletmişlerdir. Ma'zirî :
«Peyganı-berlerin çocuklarının cennetlik olduklarına ise ulemânın icmaı
muhakkaktır» demiştir.' Müşriklerin çocukları hakkında ise ihtilâf edilmiştir.
Ulemâdan bir cemâat onlar hakkında hiç bir şey söylemeyip tevakkuf etmişlerdir.
Bazılarına göre onlar da cennetliktir.
157- (2637)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr Süheyl'den, o da
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : ResûlüHah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz ki, Allah
bir kulu sevdiği vakit, Cibril'i çağırır da : Ben fİ-lânı seviyorum, onu sen de
sev! der. Ve onu Cibril de sever. Sonra semâda seslenerek : Gerçekten Allah
filânı seviyor; onu sîz de sevin! der. Artsk onu semâ ehli de severler. Sonra
onun için yeryüzüne kabul konur. Bir kuta da buğzetti mi Cibril'i çağırarak :
Ben filâna buğzediycrum, ona sen de buğzet! der. Ve Cibril ona buğzcder. Sonra
semâ ehli arasında : Allah filâna buğzediyor, ona sîz de buğzedin! diye seslenir.
Onlar da kendisine buğzederler. Sonra o kul için yeryüzüne buğz konur.»
buyurdular.
(...) Bize
Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kub (yâni İbnr Abdirrahrnan
El-Kaâri) rivayet etti. Yine Kuteybe dedi ki: Bize Ahdu'1-Aziz (yâni Ed-Derâverdî) rivayet etti. H.
Bize bu hadîsi Saîd b.
Anır El-Eş'asî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abser, Alâ' b. MüseyyeVden
naklen haber verdi. H.
Bana Harun b. Saîd
El-Eylî dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbm Vehl) rivayet etti. (Dedi ki) :
Bana Mâlik (bu zat İbnü Enes'dir) rivayet etti. Bu râvilerin hepsi Süheyl'den
bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Şu kadar var ki: Alâ'
b. Müseyyeb'in hadîsinde buğz zikredilmemiştir.
158- (...)
Bana Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b. Harun rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Abdu'1-Aziz b. Abdillah b, EM Se-lemete'I-Mâcişun, Süheyl b.
Ebî Sâlih'den naklen haber verdi. Süheyl şöyle demiş : Arafat'da idik. Derken
Ömer b. Abdi'1-Aziz geçti. Kendisi hac emîri İdi. İnsanlar ona bakmaya
kalktılar. Ben babama :
— Babacığım!
Görüyorum ki, Allah Ömer
b. Abdi'l-Aziz'i seviyor, dedim. (Babam) :
— Ne o? diye sordu.
— Çünkü insanların kalblerinde onun sevgisi ver,
dedim. Bunun üzerine babam ;
— Baban hakkı için yemin ederim ki, ben Ebû
Hüreyre'yJj Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) dan rivayet ederken dinledim, dedi. Sonra Ce-rîr'in Süheyl'den rivayet
ettiği hadîs gibi anlattı.
Bu hadîsin Ebû
Hüreyre rivayetini Buharı
«Kitâbu'l- . Edeb» ile «Kitâbu't-Tevhid»'de tahric etmiştir.
Allah'ın kulunu
sevmesinden murad; onun için hayr irâde buyurması, kendisine hidayet ve nimet
vermesidir. Buğzu da azabım veya şekavetini irâde buyurmasıdır. Semâ ehlinden
maksad meleklerdir. Cebrail (Aleyhisselâm) ile diğer meleklerin bir kulu
sevmeleri, ya onun için istiğfar ve duada bulunmaları yahut sair insanlar
%p.bi sevmeleridir. Ki bu sevgi kalbin meylinden biriyle mülakat için şevk
duymasından ibarettir. Meleklerin bir kulu sevmeleri Allah-ü Teâlâ'ya itaat
ettiği ve onun rızasını kazandığı içindir. Kabulün yeryüzüne konmasından
murad; insanların o kulu sevmeleri ve ondan razı olmalarıdır. Bunun zıddı da
buğz etmeleridir.
Cebrail (Aleyhisselâm)'ın meleklere seslenmesi, o
kul hakkında istiğfar ve niyazda bulunsunlar diyedir.
159- (2638)
Bize Kuteyfce b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dü'I-Azia (yâni İbni
Muhammed) Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti
ki : Resülul\ah(SaIlallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ruhlar toplu cemaatlardır.
Onlardan birbirleriyle tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar da ayrılırlar.» buyurmuşlar.
160- (...)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kesir b. Hişâm rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ca'fer b. Burkan rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Esam,
Ebû Hüreyre'den merfu bir hadîs rivayet etti. Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«insanlar gümüş ve
altın madenleri gibi madenlerdir. Câhilivye* devrinde hayırlı olanları fak'ıh
olmak şarfİyle İslâm'da da hayırlılarıdır. Ruhlar da toplu cemaatlardır.
Onlardan birbirleriyle tanışanlar kaynaşır; tanışmayanlar ayrılırlar.»
buyurmuşlar.
Hadîs-i şerifin mânâsı
ruhlar toplu cemaatlardır. Yahut muhtelif nev'ilerdir, demektir. Onların
birbirleriyle tanışmaları Allah'ın yarattığı bir şeyden dolayıdır. Bâzıları
Allah ruhların sıfatlarını tenasüp ve ahlâklarını birbirlerine uygun yarattığı
için tanıştıklarını; bir takımları da ruhların toplu olarak, yaratıldığını,
sonra cesetlere dağıtıldıklarını; bundan dolayı tabiatları birbirine uyanların
kaynaştıklarını, uymayanlara ise birrine muhalefet edip dağıldıklarını
söylemişlerdir. Hattâbî ile dize bazı ulemâya göre ruhların birleşmesi, mebde'
itibariyle yaratıldıkları aadet ve şekâvete göredir.-Ruhlar birbirlerine zıt
iki kısım olarak yakılmışlardır. Dünyada bedenlere girdikleri vakit,
hilkatlerine göre ya ;aynaşırlar; yahut birbirinden ayrılırlar. Bu suretle
hayırlılar hayırlılara, .ötüler de kötülere meyleder.
161- (2639)
Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik, İshak
b. Abdillah b. Ehî Talha'dan, o da Enes b. Mâlik'i ki Bi
bedevi Kesûlüllah (Sallailahü Aleyhi veSellem)
den naklen rivayet etti ki:
Bir bedevi Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem
__ Kıyamet ne zaman
kopacak? diye sormuş. Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) ona :
«Sen kıyamet için ne
hazırladın?» demiş. Bedevi: — Allah ile Resulünün sevgisini! cevâbını vermiş,
«Sen sevdiklerinle berabersin!»
buyurmuşlar.
162- (...) Bize Ebû Bekr
b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkıd, Züheyr b. Harb, Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr
ve İbni Ebî Ömer rivayet ettiler Life
Züheyr'indir. (Dediler ki) : Bize Süfyân
Zührî'deu, o da s den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Bir adam: — Yâ
Resûlallah! Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu ResûlüHafa (Sallailahü Aleyhi ve Sellem);
«Sen onun için ne
hazırladın?» dedi. Adam büyük bir şey söylemedi. Lâkin :
— Ben Allah ve
Resulünü severim! dedi.
Resûlüllah (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) :
«O halde sen sevdiklerinle
berabersin.» buyurdular.
(...) Bana
bu hadîsi Muhammed b. RâfV ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Afcd : Ahberanâ;
İbnü Râfi' ise : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki): Bize
Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den naklen haber verdi.
(Demiş ki) : Bana Enes b. Mâlik rivayet etti ki: Bedevilerden bir adam
Resûlüllah (Salhllahü Aleyhi ve Sellem)'e gelmiş...
Râvi yukarki hadîs
gibi rivayet etmiştir. Yalnız o:
«Kıyamet için kendimi
övecek çok bir şey hazırlamadım.» demiştir.
163- (...)
Bana Ebû'r-Rabî' El-Atekî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad (yâni İbni
Zeyd) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabit El-Bûnânî, Ertes b. Mâlik'den
rivayet etti. Enes şöyle demiş : Bir adam Resûlüllah ü Aleyhi ve Sellem)e
gelerek :
— Yâ Resûlallah! Kıyamet ne zaman kopacak? diye
sordu. (O da) ; «Sen kıyamet için ne hazırladın!» dedi. Adam:
— Allah ile Resulünün sevgisini! cevâbını
verdi. «O halde sen sevdiklerinle berabersin!» buyurdular.
Enes demig ki;
İslâm'dan sonra artık Peygamber (Sallallahü Aleyh! Ve
Sellem)inı
«O halde sen
sevdiklerinle berabersini»
sözünden daha çok hiç bir şeye sevinmedik,
Enes şöyle demiş [8] :
İşte ben de Allah ile Resulünü ve Ebû Bekir'le Ömer'i seviyorum! Onların
amelleri gibi amel etmediysem de, onlarla heraber olmayı ümid ediyorum.
(...) Bize
bu hadîsi Muhammed b. Ubeyd El-Guberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ca'fer b.
Süleyman rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabit El-Bûnânî, Enes b. Malik1 den, o
da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. Ama
Enes'in : «Ben de Allah ve Resulünü seviyorum» sözünü ve ondan sonrasını
anmadı.
164- (...)
Bize Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. İshâk: Ahberanâ,
Osman ise : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Cerîr Man
sur'dan, o da Salim b. EM'1-Ca'd'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bize
Enes b. Mâlik rivayet etti. Enes şunu &b'y-ı lemis: Bir defa ben ve
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mesciddeıı ^İtiyorduk. Bize mescidin
eşiğinde bir adam rastladı. Ve :
— Yâ Resûlallah!
Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Sen onun için ne
hazırladın?» dedi. Galiba adam tevazu
gösterdi. sonra :
— Yâ Resûlallah! Ben
onun için çok namaz, oruç ve sadaka hazırlamadım. Lâkin ben Allah'ı ve
Resulünü severim, dedi. «O halde sen sevdiklerinle berabersin!» buyurdular.
(...) Bana
Muhammed b. Yahya b. Abdi'1-Aziz El-Yeşkûrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Abdullah b. Osman K Cebele rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, Şu'be'den, o
da Amr b. Murra'dan, o da Salim b. Ebi'1-Ca'd'-dan, o da Enes'den, o da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen bu hadîsin mislini rivayet
etti.
(...) Biae
Kuteybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne, Katâde'-den, o da Enes'den
naklen rivayet etti. H.
Bize İbnü MÜsennâ ile
İbnü Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Katâde'den rivayet etti. Katâde, ben Enes'den
dinledim, demiş. H.
Bize Ebû Gassan
El-Mismaî ile Muhammed b. Müsennâ dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Muâz (yâni îbni Hişam) rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam Katâde'den, o da
Enes'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)den naklen bu hadîsi
rivayet etti.
165- (2640)
Bize Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. İshşk: Ahberanâ;
Osman ise: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar, (Dediler ki) : Bize Cerîr,
A'meş'den, o da Ebû Vâil'den, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. Abdullah
şöyle demiş: Bir adam ResÛlüHah (Sallollahü A leyhi ve Sellem?e gelevek :
— Yâ Resûlallah! Bir
kavmi oulara yetinmediği hnlde seven bir adam hakkında ne buyurursun? dedi.
Resûlüllah (SatlaUahii Aleyhi ve Sellem):
«Kişi sevdikleriyle
beraberdir.» buyurdular.
(...) Bize
Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize îbnü
Ebî Adiy rivayet etti. H.
Bana bu hadîsi Bİşr b.
Hâlid de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed (yâni İbnü Ca'fer) haber
verdi.
Her İkr râvi Şu'be'den
rivayet etmişlerdir. H.
Bizö İbnü Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Cevvâb rivayet etti (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Karnı [9]
rivayet etti;
Bu râviler toptan
Süleyman'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Abdullah'-dan, o'da Peygamber (Sallalİahü
Aleyhi ve Sellem)1 den naklen bu hadîsin mislini riyâyet etmişlerdir.
(2641) Bize
Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû
Muaviye rivayet etti. H.
Bize îbnü Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye ile Muhammed b. Ubeyd, A'meş'den,
o da
Şakık'dnn, o da Ebû
Musa'dan naklen rivayet ettiler.
Ebû Musa şöyle demiş : Peygamber
(Sallallahü Aleyhi veSellemYe bir adam geldi.,.
Ve Cerîr'in A'meş'den
rivayet ettiği hadîs gibi rivayette bulundu. Bu rivayetleri Buhârî
«KHâbu'l-EdehVde tahric etmiştir. .
Hadîs-i şerif
müslümanların cennette sevdikleriyle beraber, olacakln-rını
bildirmektedir. îbnü Battal:
-Bir kimse bir kulu Allah icin severse muhakkak Allah onları cennetinde biraraya
getirecektir. Velevki ameli, sevdiği" zâtın amelinden az olsun. Bunun sebebi
o zatın sulehâyı tâat ve ibâdetlerinden
dolayı sevmesidir. Allah Teâla sulehâya verdiği sevabı ona da verir. Çünkü
niyet asıldır. Amel, niyete bağlıdır. Allah fadl-u ihsarıım dilediğine verir.»
demiştir.
«Kıyamet için büyük
bir şey hazırlamadım...» diyen zatın muradı kıldığım nafile namazlar, tuttuğum
nafile oruçlar, verdiğim nafile sadakalar çok değildir, demektir.
Bu. rivayetler Allah
ve Resulünü, sulehâyı ve hayr ehlini sevmenin faziletine delildirler. Sulehâyı
sevmenin faydasını görmek için onların yaptıklarım yapmak şart değildir.
166- (2642)
Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî Ue Ebû'r-Rabi' ve Ebû Kâmil Fudayl b. Hüseyn
rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya, Ahberanâ; ötekiler Haddesenâ
tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize Hammad b. Zeyd, Ebû İmran
El-Cevnî'den, o da Abdullah b. Sâmit'den, o da Ebû Zer'den naklen rivayet etti.
(Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellemf'e :
— Bir adam hayr nâmına
bir iş yapar da bunun üzerine halk onu överse ne buyurursun? dediler.
«Bu mü'minin âcil
müjdesidir.» buyurdu.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim Vekî'den rivayet ettiler. H.
Bize Muhammed b.
Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Müseıınâ dahi rivayet etti, (Dedi ki) : Bana Abdilssamcd rivayet etti. H.
Bize tshâk dahi
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Nadr haber verdi.
Bu râvilerin hepsi
Şu'be'den, o da Ebû Imran El-Cevnî'den naklen lîammad b. Zeyd'in isnadiyle onun
hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Şu kadar var ki: Ahdüssamed'den maada
hepsinin Şu'be'den rivayet ettikleri hadîsde: «Bundan dolayı halk onu
severse...» cümlesi vardır. Ab-diissamed'in hadîsinde ise : Hamına d'm dediği
gibi: «Halk onu överse» denilmiştir.
Ulemânın beyânına göre
bu hadîsdeki âcil müjdeden murad hayrdır. Bu Allah Te&lft'nın o kuldan razı
olduğunu ve onu sevdiğini gösterir. Allah onu kullarına da sevdirir.
Nevevi diyor ki:
«Bütün bunlar o kimse kulların övmesine karışmadığına göredir. Yoksa Övmeleri
için müdahelede bulunmak çirkin bir geydir.»
[1] Sûre-i Muhammed, Ayet : 22-24.
[2] İbnû Mes'ud
[3] Sûre-i Nisa, Âyet :
123
[4] Sûre-1 Tekvİr, Âyet: 5
[5] Sûre-i Kud, Âyet :
102
[6] İsmi îmrân b. Ebî Ata' El-Esedî'dir. Kamış satarmış.
İbni Abbâs'dan yalnız bu hadîsi rivayet etmiştir
[7] Câbir b. Amr Er-Râşîbî Basra'ya yerleşen Beni Râslb
kabilesine men-subdur.
[8] Bu âciz dahi Hz. Enes'in sözlerini tekrarlar : Ben de
Allah ve Resû-fllinü, Edû Bekr'le Ömer'i ve diğer Ashab-i Kiram'ı seviyor,
onlar gibi amelim. Sfcksa d^, onlarla beraber olmayı niyaz ediyorum, derim.
[9] Bu zat zayıf bir râvi ise de onun rivayetini Müslim
hüccet değil, mütâhaat için almıştır.