.  

İslam – Hıristiyan Diyalogunun Dünya
Barışına Katkısı (*)

Prof. Dr. Osman Eskicioğlu


       Sayın baylar ve bayanlar,

Sabahki konuşmamızda İslam-Hıristiyan diyalogu üzerinde bazı düşüncelerimizi sizlere arz ettik. Bu konuşmamızda da bu diyalogun dünya barışına katkıları üzerinde durmak istiyorum.

Değerli kardeşlerim, her ilmin, her dinin ve her medeniyetin kendine göre terim, tarif ve tasnifleri vardır. Ancak bazı terimler vardır ki bunlar, dinleri, ilimleri ve hatta medeniyetleri bile birleştirir. Özgürlük ve barış tabirlerini bu şekilde kabul edebiliriz. Özgürlük ve barış insan fıtratının arzuladığı ve özlem duyduğu bir yaşam biçimidir. Ancak maalesef bazı fert ve toplumların özgürlüğünü ve barışını yitirdiğini görüyoruz. Fakat bunların bir hastalık gibi geçici olduğunu da bilmek zorundayız. Sağlıklı toplumlar, bazı hasta toplumları esaret altına almışlarsa, on bu durumu ebediyete kadar sürdürmeleri mümkün değildir.

Hürriyet ve esaret, savaş ve barış, sağlık ve hastalık gibi biri diğerini ortadan kaldıran vasıflardır. İnsan hayatında asıl önemli olan şeyin sağlık olduğu, hastalık arızi ve geçici bir durum olduğu gibi, yine insan hayatında savaş bir hastalık gibi geçici bir durumdur; esas olan ise barıştır. Savaş ve esaret insan hayatında fertten ziyade toplumla ilgili durumlardır. Onun için ilk çağlardan beri insanların hürriyetlerine ve hayatlarına bu yollarla son vermesi işi, bazı durumlar hariç, hep toplum ve toplumu temsil eden şahıs veya şahıslar tarafından yapılmıştır.

İnsanları esaretten kurtarıp hürriyetlerine ulaştırmak, peygamberane bir iştir. Hz. Musa bunun en güzel örneğidir. Bugün dahi gözlerimizle gördüğümüz piramitlerden de anlaşılacağı gibi, Hz. Musa ağır yükler altına sürülen Mısırlıları, hürriyetlerine kavuşturmuştur. Zamanımız açısından bakacak olursak işçilik esasına dayanan ekonomik anlayış ve  Firavunların çalışma dünyası ile aralarında bir benzerlik kurmak mümkündür. Bugün iş barışını sağlamak için, emek – sermaye dengesini sağlayarak, fertlere ekonomik özgürlüklerini iade etmek mecburiyetindeyiz. Sermayesi olmadığı için iş kuramayan herhangi bir zanaatkar veya bir işçinin ekonomik özgürlüğünün varlığından söz edilemez.

Ha. İsa da insanlar arasında sevgi ve barışın yayılması için çalışmış, hatta bu yüzden birtakım düşmanlar kazanmıştır. Bu peygamberler bizim önderlerimiz ve örneklerimizdirler. Bunların yollarından gidebilmek ve onları anlayabilmek için diyaloğa ihtiyaç vardır. İslam’a göre zulüm ve baskı yapmak, savaş kadar kötü ve savaş kadar karşı çıkılacak bir hadisedir. Zaten ayette de belirtildiği üzere (Hac 22 / 39) savaşa zulmün ve baskıların dışında izin yoktur. O sebeple ekonomik ve siyasi savaşlar, insanların din ve vicdanlarına baskı yapan dinsel savaşların hepsi, İslam nazarında yasal değildir. İşte bizler bir araya gelip diyalog kurduğumuzda barış hakkındaki düşüncelerimizi, dinlerimizin görüşünü açıkladığımızda dünya barışına katkıda bulunacağımızdan şüphemiz yoktur. Ancak dünyada barışın sağlanabilmesi için diyalogdan başka şeylere de ihtiyaç vardır. Sabah da arz ettiğim gibi dinle bilimin, barışa yapacağı katkının siyasetle ticaretten çok çok daha fazla olacağı kanaatindeyim. Barış için belki diyalog ilk şarttır. Fakat öncelikle dünyada dinden başka alanlardan kaynaklanan baskıların kalkması gerekir. Önce fertlerin fertlere, ailelerin ailelere devletlerin devletlere yapmakta olduğu dini, iktisadi, ilmi, siyasi her türlü baskıların ortadan kalkması gerekmektedir. Eğer, ekonomik çıkarlar için cinsel eğilimler kullanılıyor; siyasi tercihler için de ekonomik ihtiyaçlar vasıta yapılıyorsa orada iktisadi ve siyasi baskılar var demektir.

Benim inancıma göre toplum tek merkezli bir kurum değildir. Toplumu dini, ilmi, ictimai (idari) iktisadi ve ailevi kurumlar meydana getirir. Bunlardan herhangi birinin merkez olup diğerlerini dışlaması toplumu çöküşe götürür. Zamanımız toplumunun ekonomik merkezli olduğunu söyleyebilirim. 14. Lui’nin Fransız toplumunda merkez, kendisini devlet ilan eden kraldı. Toplumun bu kuralları vücudumuzda ahenkli çalışan sistemler gibidir. Bunlar aynı seviyede olup eşdeğerdirler. Bu sebeple insanı fizik ve ruhi dünyadan uzak ekonomik bir hayvan olarak görmek doğru bir tespit değildir. Diğer taraftan değişen dünya şartlarında, üretim ve tüketim alanının bütün dünyayı kapladığı bir zamanda refah ve mutluluğu bölgesel olarak ifade etmek de eksikliktir. Biz ekonomik refahın bugünün şartlarında bölgesel değil, küresel olduğuna inanıyoruz. Çünkü ekonominin içinde veya ekonomik refahın içinde idari-siyasi, dini-ahlaki ve psikolojik unsurlar vardır. Bunların katkıları olmadan ekonomik refahın yüzde yüz katkısından söz etmek mümkün değildir. İşte diyalog neticesinde dinden gelen bu katkı yerine getirilmiş olacaktır. Televizyonda dünya haberlerini izlerken dünyanın herhangi bir yerindeki üzücü bir olayı izlerken her ne kadar karnımız tok olsa bile, içimizde bir sızı başlayacaktır. O nedenle, toplumu meydana getiren dini, ilmi, içtimai, idari, siyasi, iktisadi ve ailevi kurumların ayrı ayrı değil, birbiriyle irtibatlı bir bütün olduklarını ve artık bunların bölgesel değil, küresel olduklarını yeniden ortaya koymak zorundayız. İşte bunu sağlayacak olan da diyalog, İslam ve Hıristiyan yakınlaşmasıdır. Dinlerimizin gelişmesini isteyen bizler, bir taraftan dinimizi geliştirirken, diğer taraftan, öbür kurumları da değiştirip geliştirmek zorundayız. Yoksa dinlerimizi ve dini faaliyetlerimizi de istediğimiz noktaya getiremeyiz. Çünkü dinin gelişip değişmesi demek, yani dinin hareket ve davranışlarımıza akseden boyutunun değişmesi demek, bir toplumun değişmesi demektir. Çünkü din ahlakla, ahlak ekonomi ile, ekonomi siyasetle, siyaset hukukla, hukuk da bilimle irtibatlı olup daha öncede söylediğim gibi bunlar, vücudumuzdaki solunum, sindirim ve dolaşım sistemleri gibi birbirlerine tesir ederler.

Kur’an da bir toplum kendi özündeki şeyleri (yani düşünce ve davranışları) değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez, buyrularak, bir gerçek dile getirilmiştir. (Rad’ 13/11). Biz düşünce ve davranış olarak barışı isteyen toplumlar olduğumuz zaman Allah da bize yardım eder ve bu suretle bütün dünyaya barış gelir.

İslam barış demektir. İslam dini barışı ve bütün dinlere hürriyeti sağlamak için gelmiş bir dindir. Ayette; “Barış daha hayırlıdır” denmektedir. (Nisa 4 / 128). “Soğuk savaş ve “sıcak savaş” gibi tabirler bu çağın savaş terimleridir. Bunlar çağımızın savaş ve barış hakkındaki tutumlarını da dile getirmektedir. Tabiatıyla bunun tasvip edilecek bir tarafı yoktur. Savaş silahlarında son zamanlarda indirime gidilmesi bizleri memnun etmektedir. Ancak bu konuda herhalde yapılacak iş, savaş malzemesi üretimine kademeli olarak son verilmesidir. Çünkü savaş geçici bir durumdur. Maalesef bugünün medeniyetinde ise vazgeçilmez bir esasmış gibi muamele görmektedir. Onun için bu konularda da yeni düşünce ve değişimlere ihtiyaç vardır. İslam anlayışında asıl olan barıştır. İnsanın malı, canı, ırzı, düşüncesi dokunulmazdır. Onun için Hz. Peygamberin Bedirden başlayıp Taif muhasarasına kadar süren on yıl gibi uzun bir zamanda müslümanlar 138 şehit verirken karşı tarafta 216 askerini kaybetmiştir. Bu durumu günümüzle kıyas etmede fayda vardır. İslam düşüncesinde mal, menfaat, toprak, maden ve petrol için savaşmak yoktur. Bu konuda ayette (Ey iman edenler, Allah yolunda yürüdüğünüz zaman iyi anlayın, dinleyin, size selam vererek teslim olan kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, sana eman verilmez demeyiz. Unutmayın ki Allah’ın yanında çok ganimetler vardır.) ‘Nisa 4 / 94’ bütün dinlerde de bunun böyle olduğuna inanıyorum. Ancak bugün dinlerin toplumlar üzerindeki etkisinin de son derece zayıf olduğunu kabul ediyorum. İşte kuracağımız diyaloglar dinlerimizin insan üzerindeki olumlu etkilerini çoğaltacak bu da bizi barışa götürecektir. Diyalog sayesinde birbirimize güç verdiğimiz zaman ülkelerimizde dinlerimizin rahmet ve sevgi solukları bireylerin ciğerlerini doldurduğunda insanlar arasında barış çiçekleri açacaktır.

Değerli kardeşlerim, baştan beri söylediklerimi özetleyecek olursak, insanların bugün karşı karşıya oldukları sıkıntılar inananları rahatsız etmektedir. hıristiyan ve müslümanlar bu ızdırapları bir çözüme kavuşturmak için çare, yol ve metot aramaktadırlar. Böylece birbirlerinin fikirlerinden istifade etmek üzere diyalog başlatmışlarıdır. Farklı iki kültürün birleşmesi sayesinde yepyeni bir kültürün ortaya çıkacağı açık ve kesindir. Zaten kanaatimce, bugün insanlığın çektiği sıkıntıların asıl kaynağı, teknolojik kültür birliğine varan insanlığın beşeri kültür birliğine ulaşamayıp, ondan uzak kalmış olmasıdır.  Eşyayı ve maddeyi çok iyi tanıyan insan, kendisinden ve kendisinin bilgisinden uzaklaşmış olup, artık kendisini                                 tanıyamamaktadır. Bunun için olacak ki; ünlü Fransız hekimi Alexis Carrel (L’ Homme Cet Inconnu) insan bu meçhul (‘bilinmeyen insan’) adlı eserini yazmıştır. Hâlbuki insan bu meçhul olmamalı, insan bu malum diyebilmeliyiz, görüşünü taşıyorum. Kendimizi tanıyıp ona göre hareket etmedikçe huzuru bulmamız mümkün değildir. İnsanı tanıma ve ona ulaşabilmek için onun adresini bilmeye ihtiyaç vardır. İnsanı laboratuarlarda ya da istatistiklerde aramak yanlıştır. İnsan insanın kopyası olmadığı için, yapılan anketlerle de bir yere varılacağını sanmıyorum. Onun için biz, insanın adresi dindir diyoruz. Böylece insan dinle bilimin kesiştiği noktadan geçen düzlemde yaşayan yüce bir varlıktır diyoruz. Dinlerimizi düşünce ve davranış biçimleri olarak araştırıp bulduğumuz zaman ve hayatımızla bu bulguları bütünleştirdiğimizde insanı bulacağımıza inanıyorum. İşte bunun için yardımlaşmaya diyaloga ihtiyaç vardır. Diyalog bizi düşünce birliğine, düşünce birliği hareket ve davranış birliğine, bu da kültür birliğine kültür birliği ise, bizleri Allah’ın izniyle huzura götürecektir. Artık soğuk ve sıcak savaşlar bitecek, dünyaya böylelikle sevgi ve barış gelecektir. Silah fabrikaları, insanı yok eden her türlü alet ve malzeme üreten yerler kapanacak, bunun yerine insanın ihtiyaçlarını karşılayan malları üreten ve insanı yaşatan malzemeleri var eden fabrikalar açılacaktır. Diyalogları resmi ve yüzeysel görüntülerden kurtarıp ihlâs ve samimiyetle yaparsak gerçeği arayan insanlar olarak doğru olan şeylerde birleşirsek ittifak ettiğimiz şeyleri yapar, etmediğimiz şeyleri ise kendimize bırakırsak, cami ile kiliseye ve kilise ile camiye aynı gözle bakarsak, işte böyle bir diyalog bizi kurtuluşa götürecektir. Sizin elinizde İncil, bizim elimizde Kur’an, siz reform biz ise içtihat yaparak, daha iyi daha faydalı, daha doğru ve daha güzel günlerde tüm insanlığa huzur getirme niyetlerimizle, elele yürümenin hem dini hem de insani görevimiz olduğuna inanıyorum.

Hepinize en iyi dileklerimi sunuyorum.         

 

(*) 1993 yılında Münster / Almanya kilisesinde verilen konferansın metnidir.


 

 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.