.

DIŞİŞLERİ BAKANLIĞINA AÇIK DİLEKÇE

Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*

Sayın Bakanım,

Ben, Osman Eskicioğlu, bir köylüyüm; Denizli’nin Göveçlik Köyündenim. Soyadımız, 21.06.1934 tarihinde kabul edilen, 2741 sayılı Resmi Gazetede 02. 07,1934 tarihinde yayınlanan 2525 sayılı soyadı kanunun uygulaması olarak alınmıştır. Aslında bu soyadımız, bütün sülalemizin üç yüz senedir yaptığımız bir işin adıdır. Hatta dedem rahmetli, Eskicioğlu ismini alırken, diğer kardeşi, yamamaktan “Yaman”, bir diğeri de dikmekten “Dikici” adını almışlardır. Bunları ben, bir ayakkabı dikicisiyim, Denizli’de ağabeyimden 17-18 yaşlarına kadar kundura dikmeyi öğrendiğim için söylüyorum. Ama bir türlü mesleğime ısınamadım. Hep “okuyacağım, okuyacağım” deyip duruyordum. Hâlbuki okumak da o kadar kolay bir şey değildi.

 Hele Türkiye’de okumak,  tahsil yapmak demek, sonu belli olmayan ummana açılmak, meçhule yönelmek demektir, belirsiz ve karanlık dehlizlerde dolaşmak demektir. Artık bugün ben, kendi kendime “okuyacağım, okuyacağım” dediğim o günler ve zamanlar için “ne büyük cesaret!”, diyorum. Zira Türkiye’de liseye kadar, sadece liseye kadar değil, gireceği fakülteyi kazanıp başlayıncaya kadar 17-18 yaşında olan bir genç, hangi mesleği yapacağını ve hangi dalda, alanda görev yapıp hayat süreceğini bilemiyor. Oysa ben, bunun insan tabiatı ve fıtratı için bir zorlama ve zararlı bir şey olduğunu düşünüyorum. Öyle sanıyorum ki, bir insan, herhalde 10-15 yaşlarında iken düşünmeye ve kendisini bulmaya başlar ve ne yaptığını da bileceği için kendi karına ve zararına olan şeyleri seçebileceği için, hayatında en önemli 3 şeyden, doğma, evlenme ve meslek seçme gibi, 3 önemli dönemeçten birisi olan hayatta ne işle meşgul olacağını bilme işi, sanatkâr mı, yoksa memur mu, serbest meslek sahibi mi olacak, kendi özgür iradesiyle hiçbir baskı altında kalmadan bizzat kendisi seçebilmelidir.  Halbuki bugün Türkiye’nin durumu böyle mi? İlkokuldan itibaren üniversitelere kadar bu zavallı öğrenciler, kurbanlık koyunların ve sığırların satılmak için illere taşınırken kamyonlara girmeleri için mecburi istikamet yolları, onları aldatan yollar yapıp onları zorlara o yollara katıp sonunda kamyonlara giriyorlarsa, öğrenciler de metazori istikamete tabi tutulup imtihan dedikleri insan ölçmez ve ölçemez vasıta ve terazilerle istemedikleri fakültelere sokuluyorlar. Anket yapsınlar, üniversite mezunlarına sorsunlar, ben de öğreneyim, bu insanların yüzde kaç tanesi bitirdiği fakülteden memnundur, ortaya çıksın. Bu bozuk düzenin foyası böylece meydana çıkmış olsun. İnsanları, bir ömür boyu istemediği bir işle veya meslekle yaşamaya mahkûm etmeye hangi devletin hak ve salahiyeti vardır? Bence bu, olsa olsa ancak vatandaşlarına saygı duymayan, primitif yani ilkel devletlerin işi olsa gerektir.

Sayın bakanım,

Eğer derseniz ki, bu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın işidir. Bu dilekçe bana yanlış gelmiş, bunu Milli Eğitim bakanlığına gönderiniz. İzin veriniz, konuyu size şöyle arz edeyim. Ben aslında Başbakanla telefonda konuşmak istediğim için Başbakanlığa telefon ettim. Allah selamet versin Başbakan durmadan yurtiçi ve yurtdışı gezilerde, gezilerde değil, yanlış söyledim, özür dilerim, kendisini feda edercesine durmak ve dinlenmek bilmeden oradan oraya koşarak hizmetlerde ve tüm dünyayı uyarılarda bulunduğu için, böylece benim açımdan son derece de değeri ve kıymeti sonsuz olan bir görev, kutsal bir görev yaptığı için ona ulaşmak mümkün değildir. O sebeple siz aklıma geldiniz ve size ulaşmak istedim. Dolayısıyla T.C. Dışişleri Bakanlığı İletişim’den telefon numarasını alıp telefon ettim. Keşke etmez olaydım, onun oraya göstermelik olarak konulduğunu ben ne bileyim. İlk defa açtım, bir bey çıktı. Dileğimi ona arz ettim ve bir gün bekledim. Ertesi gün tekrar telefon ettim, bu sefer bir bayan çıktı, konuşmalarıyla başladı ipe un sermeye, affedersiniz, belki size göre argo kullandım, ama bana tam öyle geldi ve onun halini ancak böyle dile getirebileceğim için bu cümleyi kullanmış oldum. Zira ben bir diplomat olmadığımdan diplomasi dilini, tavrını, durum ve tutumunu anlayamamış da olabilirim. Ancak Dışişleri diplomasisinde çalışanlar, feraset sahibi olarak, telefonda konuştukları kişilerin seslerinden, kullandıkları kelimelerinden ve fonetik formasyonundan onların nasıl bir insan olduklarını ve samimi-gayri samimi olup olmadıklarını anlayabilirler ve anlamalılar, derim. Çünkü ben bile evim için kiralık diye astığım levhadaki telefon numarasına telefon eden kişilerin hangilerine ev verilebilir ve hangilerine ev verilemez olduğunu seçebildiğim kanaatindeyim.

             Sayın Bakanım,

Bugün İzmir milletvekillerinden birisi ile görüştüm. Ben Dışişleri Bakanlığının özel bir bakanlık olduğunu bilmezdim böylece yeni öğrendim. Dışişlerinin, İçişlerinden, İçişlerinin de Dışişlerinden ve her ikisinin de Milli Eğitim Bakanlığından bir farkı olmadığını zannederdim. Öyle sanıyorum ki, bu da asker millet olmamızdan kaynaklanıyor, diyebilirim. Hani askerlikte bir kural vardır. As üssünün ne düşündüğünü tahmin edip bilecek ve ona göre hareket edecektir. Doğrusunu söylemek gerekirse padişahlardan biri, benim sakalımdan bir tanesi benim içimdeki sırrı bilse onu koparıp atardım demiş ya, bence işte bu da böyle bir şeydir. Yoksa biz, böyle doğal ve doğallıktan uzak kalıp özel durum, özel şartlar, hatta Türkiye özel şartları olan bir ülkedir, diyerek baştan sona yapay bir hale mi geldik? Siz ne dersiniz, çağımızdaki bilim-teknolojisi ve bilişimi karşısında şahısların ve ülkelerin sırları ve özellikleri diye bir şey kaldı mı acaba? Yoksa biz, kendi kendimizi mi aldatıyoruz? Bence hiçbir zaman yapaylık doğallığı aşamaz ve hiçbir güç de tabiatı ve fıtratı geçemez, değiştirmez. Bunun en güzel örneğini ekonomi tarihindeki merkantilistler ve fizyokratlarda görüyoruz. Birinciler, alış-veriş, ithalat ve ihracatta, altın, gümüş ve parada yapaycılığa ve yapmacılığa kayarken, bunu gören ikinciler de normali ve doğal düzeni keşfetmişler ve onu savunmuşlardır.

Burada şunu arz etmek isterim ki, varlık âleminde doğal ve yapay dengeleri uyum içinde oldukları zaman bir yarar meydana getirirler. Mesela bir ülkede ihtiyaçtan fazla, aşırı bir şekilde barajlar yapılırsa orada ekolojik dengeler bozulur. Çünkü kâinat, dengeler üzerine kurulmuştur. Onun için varlık âleminde doğal bir denge vardır. Bu doğal denge, hem insan bedeni, hayvanlar, bitkiler ve cansızlarda yani fiziki alanda vardır;  hem de aile, toplum ve devlet gibi insan iradesine dayalı olan hareket ve davranışlarda ekonomik, sosyal ve siyasi… alanlarda vardır. Aslında her tür, dünyada bir başka türle dengelenir. Mesela yırtıcı hayvanlar, yırtıcı olmayan hayvanlarla, aslanlar, kaplanlar, geyik ve keçilerle dengelenir. Fakat insan, akıl sahibi olması dolayısıyla, onu dengeleyecek başka bir canlı türü yoktur. O ancak kendisi ile dengelenir; yani iyi insanlar, kötü insanlar; iyi toplumlar ile kötü toplumlar, iyi devletler ile kötü devletler birbirini dengelerler. Hatta çift çift olan varlıklar, kâinat ve insan olarak iki sisteme tabi tutulmuştur. Onun için kâinatta canlı ve cansızlar, insanda ise ruh ve beden vardır. Cansızlarda varlık ve tesir, canlılarda ise gaye ve irade vardır. Ruhta da doğruluk ve iyilik, bedende ise fayda ve ünsiyet bulunmaktadır. Diğer taraftan birey-insanda bulunan fikir, his, irade ve ünsiyet gibi melekeler, toplumun sosyal bünyesinde bilim, din, ekonomi ve siyaset kurularına dönüşerek birey toplum dengesini kurmuş oluyorlar. Onun için kötü para iyi parayı tedavülden kovar. İyi insan, iyi toplum ve iyi devletler de birleşerek kötüleri iyiliğe zorlarlar, ya da ekarte ederler. 

Bütün bu anlattıklarımızın özeti olarak şunu söylemek istiyorum ki, bize düşen, varlıktaki bu doğalı ve doğal düzeni araştırıp bulup onu yapayın yerine oturtmamız gerekir. O sebeple de iç ve dış diye bir ayrılık olamaz. Zira dünya düzelmedikçe Türkiye, Türkiye düzelmedikçe de dünya düzelmez. Onun için Türkiye olarak iç ve dış dengeleri çok iyi korumamız gerektiği görüşündeyim. Burada zatı alinizin komşularla sıfır problem siyasetinizi bütün samimiyetimle alkışlayarak kutluyorum. Zaten bütün faaliyetlerinizin hepsini takdirle karşıladığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Ancak sizin de takdir edebileceğiniz gibi sosyal bilimlerdeki terim, tarif ve tasnifler eskimiştir. Bunların sebeplerinin bulunarak yenilenmesi konusunda herkese ve her devlete görevler düşmektedir. Bir örnek olmak üzere biz, insanı din ile bilimin kesiştiği noktadan geçen düzlemde yaşayan bir var olarak tarif ederken, devleti de tüm vatandaşların ortak noktalarının bir bileşkesidir diye tanımlamak istiyoruz. Onun için devlet, giyim, kuşam, kılık ve kıyafete, iş, eş ve aş seçmeye karışmaz. Resmi okullar olmaz, mal üretiminde devlet-belediye izni bulunmaz. Diğer taraftan da paranın devleti temsil etmesiyle özel banka da bulunmaz. Böylece ben sizinle telefonda konuşabilseydik ikili olan doğal teorimizi anlatmış olacaktım. Ancak bu şekilde başınızı ağrıtmış oldum.

Netice olarak bakanlığınızın, dışardan bir gözlemcisi olarak, belki tüm gelişmiş ülkelerin elçilerini dış ülkelere gönderirken sima, saç, göz ve yüz renklerinin hep o ülkelere benzeyenler arasından seçildiği gibi bir izlenim edindiğimi sanıyorum. Bunun doğru olup olmadığını, eğer doğru ise sebebini ve doğal mı yoksa yapay mı olduğunu öğrenmek istediğimi saygıyla arz ederim.

07 Ekim. 2011 Cuma saat: 22.40     

 

Prof. Dr. Osman Eskicioğlu

D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi

İslam Hukuku Öğretim Üyesi

Tlf: 05365576751; ev: 0232-2449262       

  



*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi


 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.