.


İslam Sevgi Barış ve Kardeşlik Dinidir.
Asla Korku Endişe ve Kaygı Dini Değildir
.


Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*

 

Dünyanın ekonomik ve siyasi konjonktürünü henüz ellerinde tutmaya devam eden odaklar, şimdilerde psikolojik konjonktürü de İslam aleyhine kullanmaya başladılar. Metotları yıkım olan bu mihraklar, İslam’ın yükselişini durdurmak ve tüm dünyada meydana gelen ihtida olaylarının önünü kesmek için İslam fobisi üretmeye çalışıyorlar. Bilindiği gibi fobya veya fobi, bir şeye karşı duyulan aşırı ve sürekli korku ve korku hastalığı demektir. Allah’ın verdiği hilafet görevini bırakıp muhalefete geçen bu şahıslar eksi yüklü ruh taşıyan ve korku hastalığı aşılayan yıkımcılardır. Onlar böyle bir taraftan fobi üretip piyasaya süredursunlar. İslam’ın temel kitabı olan Kuran ise “iman edenler, Yahudiler, Sabiler ve Hıristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe inanıp iyi işler yapanlar için korku ve üzüntü yoktur” diye tüm dünyaya anons ediyor. (Maide 5/ 69) Şu halde onlar boşuna emek harcıyorlar; bu yoku var, varı da yok olarak göstermeye çalışan bu müsrif işçiler, eşyanın tabiatına ters düştükleri için eninde sonunda kaybetmeye mahkûm olacaklardır. “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.” Bu zihniyet, yak, yık ve yok et; ya öldür veya sınır dışı et felsefesine sahiptirler. Fakat asıl korkulacak olan, bunlar ve bunların zihniyetleridir. İşlerine gelmedikleri zaman kendi adamlarını bile yok edecek kadar ileri giderler. Mesela Giordano Bruno’yu kendileri gibi düşünmüyor, bu adam gök ile yer ayrılığını kabul etmiyor, Tanrı’nın ve evrenin birbirinden farklı iki töz olmadığı ve her şey Tanrısal kuvvetin görünüşüdür, dediği için 1600 yılının Şubat ayında, Roma'da Campo dei Fiori meydanında onu diri diri yaktılar. 1894 yılında da aynı yerde suçlarını itiraf edercesine onun heykelini diktiler. Onların kurmuş olduğu bu Rönesans medeniyeti ve anlayışı bugün dünyanın her yerinde insanlık suçu işliyor. 11 Eylül 2001 günü Dünya Ticaret Merkezi İkiz Kulelerini hangi terör örgütü vurdu? İşin gerçeğine bakarsanız İslami terör diye yaftaladıkları mizansenlerin arkasında hep aynı zihniyet, daha doğrusu kendileri vardır. Allah Maide suresinde bize bunların nasıl bir hareket ve davranışlarda bulunduklarını ve bizim de bunlara karşı ne yapacağımızı anlatmaktadır. “Bunlar durmadan savaş ateşini yakarlar Allah da onu söndürür ve bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapmak için çalışırlar. Hâlbuki Allah bozguncuları sevmez”. (Maide 5/ 64). Bu insanları aldatma, korkutma, sindirme, anarşi ve terör çıkarma, trafik ve uçak kazaları yaptırma gibi bütün bu şeytan oyunlarının tek ilacı Müslümanların barış düzenini yeniden kurmalarıdır. Bana öyle geliyor ki, bir gün müslümanlar Kuran ve sünnet ışığında sevgi, barış ve kardeşlik düzenini kurarlarsa bu suç itiraf heykelini dikenler, bu defa işledikleri insanlık suçundan dolayı tövbe ve af dileme anıtını dikeceklerdir: “Ey insanlık âlemi! Biz 1800 ve 2100 yılları arasında çok büyük insanlık suçu işledik bundan dolayı sizlerden özür diliyoruz, bizi affediniz”  diyerek günahlarını bir yazıt anıtı halinde insanların ibretlerine sunacaklardır.  

Evet, bir defa daha tekrar edelim ki, boş yere korku, endişe ve kaygılara asla mahal yoktur; çünkü İslam tüm insanlığa sevgi, barış ve kardeşliği getirmiştir. Zira Allah elçisi olan İslam Peygamberi, sadece Müslümanlar için değil, tüm insanlık âlemi ve hatta bütün âlemler için gelmiş şefkat ve merhamet kaynağıdır. (Enbiya 21/ 107) “De ki, Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın elçisiyim. (A’raf 7/ 158). “Biz, seni ancak, âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya 21/ 107) İşte rahmet ve şefkat peygamberinin getirdiği din ve o dinin mensupları da tüm varlıklar için sevgi, rahmet ve şefkat odağıdırlar. O sebeple bu gerçeği ters yüz etmek ve farklı göstermek boşuna kürek çekmektir.

İslam evrensel din, herkesi kucaklayan bir din olduğu için, Yahudi ve Hıristiyanları ehl-i kitap diyerek onları din ehli kabul etmiştir. Bugün İslam’ın dışında böyle bir başka dini kabul etmiş tek bir din gösterebilir misiniz? Bir tek dinin bile adını söyleyemezsiniz. Oysa İslam herkesi kendisine çağırmakla beraber, Yahudi ve Hıristiyanlara, siz dinsiz değilsiniz anlamında “Ey ehl-i kitap” ( Ali İmran 3/ 64) “Ey ehl-i kitap” (Nisa 4/ 171) diye hitaplarda bulunmuştur. Hatta daha da ileriye giderek “İncil sahipleri, Allah’ın onda indirdiği ile amel etsinler” (Maide 5/ 47), “De ki, Ey kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni uygulamadıkça siz bir esas üzerinde değilsiniz” (Maide 5/ 68) demiş ve herkese kendi dinini özgür bir şekilde yaşama hakkını getirmiştir. İslam’ın tüm dünyaya ilan ettiği bu haklar Allah aşkına söyleyin başka hangi dinde vardır? Bu kadar açık, net ve dobra dobra kurallara sahip olan bir dinden korkulmasının altında yatan başka fobiler bulunsa gerektir.   

           İslam’ın getirmiş olduğu bu din özgürlüğü, hem sadece Müslümanlara din özgürlüğü değil, tüm dinlere din özgürlüğü ve başka dinlere de saygı prensibi, İslam’ın dışında hangi dinde var? Hiçbir dinde bu ve buna benzer diyebileceğimiz tek bir esas ve prensip yoktur. Çünkü İslam öncesi dinler ne de olsa İslam’a göre gelişmiş dinler değil, insanların şahıslara bağlı olarak yaşadığı doğma sisteminin geçerli olduğu dinlerdir.

           Aslında şu ayetler ile din hürriyeti prensibi Kuran-ı Kerimde kuvvetli bir şekilde teyit ve tasdik edilmiştir: “Dinde zorlama yoktur, hakikat bundan böyle, yanlıştan ayrılmıştır.” (Bakara 2/256). “Senin rabbin isteseydi, yeryüzünde olan herkes toptan O’na inanırlardı. Mümin olmaları için insanları zorlamak senin neyine?” (Yunus 10/ 99) “De ki, gerçek rabbinizden geliyor: isteyen inansın, isteyen kâfir olsun (Kehf 18/ 29) “Sen istediklerini doğru yola eriştirmek isteyeceksin, ama Allah istediğini eriştirir ve kimin doğru yolda olduğunu senden iyi bilir.” (Kasas 28/ 56) Bu ve benzer ayetlerin ışığında anlaşılmaktadır ki; İslam’da tam bir din hürriyeti vardır ve bu hususta hiçbir kimseye zerre kadar bir baskı yapılmaz ve yapılmayacaktır ve herkes de kendi dininde inansın veya inanmasın serbest olacaktır.

İnsanlara bu kadar serbestlik tanıyan bir dinden korkmak veya endişe etmek, fobi türetmekten başka bir şey değildir. Kaldı ki bu ayetler sadece teoride kalmamış bizzat Hz. Peygamber tarafından Medine’de uygulanarak tarih sayfalarında insanlığın gözleri önüne serilmiştir. Bir defa Hz. Peygamber Medine’de kanton diyebileceğimiz birçok aşiret veya kabileyi dünyanın ilk anayasası olan Medine Site Devleti Anayasası ile birleştirmiştir. 47 maddeden meydana gelen, taraflarca imzalanmış bu yasa, 20 ye yakın aşiret tarafından barış halinde iken kabul edilmiştir. Burada önemli olan husus Yahudiler, müslümanlar ve müşriklerin bile bir şehir devletinde beraber yaşayarak vatandaşlık nimetlerini birlikte paylaşmış olmalarıdır. Evet, tekrar edelim: dün İslam bayrağının dalgalandığı yerde Yahudiler, Hıristiyanlar, müslümanlar ve ateistler hep birlikte İslam devletine vatandaş olmuşlardır.

İslam, insanlara karın kardeşliği, sütkardeşliği, din kardeşliği, vatandaş kardeşliği ve insanlık kardeşliği getirmiş olan bir dindir. Konumuz açısından burada vatandaş kardeşliği ile insanlık kardeşliği çok önem kazanmaktadır. Kuranda Nisa suresinin başında “Ey insanlar! Sizi bir tek canlıdan yaratan Rabbinizden ittika ediniz.” (Nisa 4/ 1)  buyrularak bütün insanlığın kardeşliği hükmü getirilmiş bulunmaktadır. (Bak, Elmalılı III, 496). Şu halde bundan böyle bütün insanlar kardeş olup birbirlerine karşı bir kardeş gibi davranacaklardır.

İslam ayrıca bir kavimde, bir toplumda ve bir devlette yaşayan kimseleri de kardeş olarak nitelendirmiştir. “Hani kardeşleri (vatandaşları) Nuh onlara sakınıp korunmaz mısınız, demişti:” (Şuara 26/ 106) “Hani kardeşleri(vatandaşları) Hud onlara sakınıp korunmaz mısınız, demişti.” (Şuara 26/ 124). Salih peygamber (Şuara 26/ 142), Lut peygamber (Şuara 26/ 161) ve Şüayb peygamber (A’raf 7/ 85) de böylece hep kendi kavimleri ile yani vatandaşları ile kardeş olmuşlardır. Böylece tüm insanları ve vatandaşları kardeş ilan eden bir dinden hiç korkulup kaçılır mı? Bu bir yanlış propaganda olup bunun arkasında başka bir şey var. Ama bunca bilgi birikimi, iletişim araçları, yazı, çizi ve görüntü, artık bugün dün değil, onun için insanları aldatamayacaklardır. Bu konuda onlara verilecek cevap senin sözüne mi yoksa kendi gözüme mi inanayım sorusu olacaktır.

           Belki dün bu aldatma, korkutma vur, kır ve öldür metotları fesat odağı müfsitlere fayda vermiş olabilir. Onlar insanlar arasında fitne ve bozgunculuk yaratmada başarılı olmuş olabilirler. Bu odak hakkında rahmetli Muhammed Hamidullah aynen şöyle diyor: “Bilindiği gibi, Hz. Osman'ın hilafetinin sonu acıdır. Bu hususta birçok yanlış anlaşılmalar mevcuttur. Ben, bütün bu meseleleri hallettiğimi iddia etmiyorum; fakat uzun zaman bu meseleyi araştırdım. Sonuçta edindiğim kanaat şudur ki bütün bu hadiseler, Yahudilerin çevirdiği bir oyun, bir komplodan başka bir şey değildir. Hz. Osman'ın katli, Hz. Ali ile Hz. Aişe ve daha sonra Hz. Muaviye ile olan savaşların hepsi, bir Yahudi oyunu (komplo) idi. Bu komplonun idarecileri, kendilerine müslüman diyen Yahudilerdi. Taberi tarihinin bu mevzudaki rivayetleri, dikkatlice okunacak olursa mesele daha iyi anlaşılır.” Onun için bizim insan kardeşimiz olan Hıristiyanlara tavsiyemiz, sakın ola bizim dün düştüğümüz hatalara siz bugün düşmeyin, oyuna gelmeyin ve çok dikkatli olun demekten başka bir şey değildir. “Elbette müminlere karşı düşmanlıkta insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve bir de müşrikleri bulursun. Müminlere sevgi bakımından en yakın olan ise “Biz Hıristiyanlarız” diyenleri bulursun” (Maide 5/ 82). Ama önümüzdeki onlu yıllardan sonra bu entrikaların başarılı olacağını sanmıyorum. Çünkü akıl, mantık, sağduyu ve bilgiyi kullanma gücü ve yetkisi inşallah galip gelecektir.

İslam demek kanun demek, kural demek, nizam ve düzen demektir. Eğer bir yerde kanun ve kurallarsa varsa ve gerçekten bunlar çalışıyorsa, orada hevalar, süfli istek ve arzular olmayacağı için, kutsal olan yöneticilerin veya şer odaklarının görüş ve istekleri değil, kanun ve kurallar olacağı için asıl korkular ve endişeler orada yok olur. Bu konuya Buhari’nin rivayet ettiği bir hadisi örnek vererek Hz. Peygamberin Din geldiği zaman korkuların nasıl ortadan kalkacağını dile getirdiğini nakletmeye çalışalım. Sahabeden Ebu Abdullah Habbab b. el-Eret r.a. ten rivayet ediliyor ki, o şöyle dedi: Hz. Peygamber Kâbe’nin gölgesinde hırkasına yaslanıp yatarken ona halimizden şikâyet ettik. Bizim için Allah’tan yardım dilemez misiniz? Bizim için Allah’a dua etmez misiniz? dedik. Bunun üzerine Resul-ü Ekrem:

“Eskiden bir mümin adam yakalanır, onun için kazılan bir çukura konur, sonra testere ile baştan aşağı ikiye ayrılır ve demir taraklarla etleri ve kemikleri taranırdı da bu işkence onu dininden çeviremezdi. Allah’a yemin ederim ki, Allah-ü Teala bu dini kemale erdirecektir. Hatta atlı bir kimse ve çoban, San’a’dan Hadramavt’a kadar (Yemende İzmir- Ankara uzaklığında iki şehir) gidecek, o Allah’tan ve koyunlarına kurdun saldırmasından başka hiçbir şeyden korkmayacaktır. Fakat siz sabırsızlanıyorsunuz”, buyurdular.    

İslam dini affetmeyi ve merhameti esas almış bir dindir. İslam’a inanıp onun yolundan gidenler kendilerine düşman olanlarla bile aralarında bir sevgi doğacağını ümit ederler. Müslümanlar kendileriyle din mücadelesi yapmayan ve onları bulundukları topraklardan çıkarmayan kimse ve devletlere karşı adil davranır ve hatta iyilik yapmak isterler. Çünkü bu onların inanç temellerini oluşturan Kuran-ı Kerim bir emridir: “Umulur ki Allah sizinle düşman olduklarınız arasında yakında bir sevgi ve dostluk meydana getirir. Allah gücü yetendir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.” (Mümtehıne 60/ 7–8)

Eğer İslam’ın ceza hukuku ve devletler hukukunda getirdiği bazı esaslardan korkuluyorsa bunlar bugün hemen hemen bütün hukuklarda zaten vardır. Bugün dünyayı yöneten en modern devlet benim deyen ABD de bile ölüm cezası vardır. Eğer denirse ki, dünyada savaş, kavga ve terör olan yerler daha çok İslam ülkelerindedir. Bu savaşlar iki sebeple olmaktadır. İslam’da savaş sebepleri vardır; onları sizlere anlatalım. Ancak bugünün savaş sebebi ile Kuranın savaş sebebi saydığı olaylar birbirinden çok farklıdır. Savaşın birinci sebebi silah üreten fabrikalardır. Üretilmiş olan bu silahların satılması lazım ve bunun için pazarlar yoksa bile silah pazarları kurulması gerekir. Yani bu silah tüccarı ülkeler barış barış derler ve barış taraftarı kesilirler ama diğer taraftan da silah üretir ve savaş ateşini yakarlar. Bunların hep böyle savaş ateşini yaktıkları, Allah’ın ise bunu söndürdüğü hakkındaki ayet yukarıda geçmişti.     

Savaşın bugün ikinci sebebi ise genel anlamda petroldür. Yani elinde ve toprağında doğal gaz ve petrol gibi enerji vasıtası olan ülkeler suçludurlar. Ellerinde silahı topu ve tüfeği olan ülkeler bu suçlulara bunun için saldırıp savaş açarlar.  

İslâm’da ise savaş üç nedenle yapılır:

1- Nefsi Müdafaa: Düşman tarafı çarpışmayı başlatırsa onlarla savaşmak. “ size harp açanlarla Allah yolunda, sizde dövüşün. Ancak aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Allah aşırı gidenleri sevmez”.(Bakara 2/ 190 )

2- Anlaşmayı bozan düşmanla çarpışmak: Beni Kureyza-Nadir Yahudileri Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozarak arkadan vurmaya çalışıp, entrikalar yapınca onlarla savaş yapılır. (Enfal 8/:58)

3- Düşman grup saldırmamış, fakat saldırıya hazırlık için toplanıp, gruplaşma yaptıkları zaman ( Tevbe 9/: 36; Bakara 2/: 194 ). İslam’ın ve Müslümanların saklayıp gizledikleri bir şey yoktur. Hz. Peygamberin savaşa gidecek askerler yaptığı tavsiyeler bütün hadis ve İslam tarihi kitaplarının altın sayfalarında yer almaktadır. “Savaşla alakası olmayan kimseleri öldürmeyin… Kadınlara, çocuklara, yaşlılara ve din adamlarına dokunmayın…”  

Müslümanların bu konuda gösterdikleri titizlik insanları hayretler içinde bırakacak derecededir. Hz. Peygamberin on senelik Medine hayatı boyunca bizzat katıldığı 27 gazvede ve ashabından birinin komutasında gönderdiği 60 kadar seriyyede, (yani Peygamberimiz zamanındaki 90 civarındaki savaşlarda) toplam 150 kişinin ölmesi bunun kesin ispatıdır.(Bkz. M Hamidullah, Hz. Peygamber'in Savaşları, s. 11; A. Önkal, Resûlüllah’ın İslâm'a Davet Metodu, s. 125).

İslam, insana değer veren dikkat edilirse müslüman demiyoruz, insanın dinini, canını, malını, ırz ve namusunu korumayı bir zaruret bilen dindir. Manastırları, kiliseleri, havraları ve mescitleri korumak İslam’da ayet ile sabit olmuş bir husustur. (Hacc 22/ 40) 

İslam, fıtratın tabiatın ve doğanın ve doğallığın ta kendisidir. Tek kelimeyle İslam insanın kendisidir. Onun için kim olursa olsun ve hangi kültür ve düşünceye sahip olursa olsun ya da hangi dine ve dinsizliğe müntesip olursa olsun, kendisini yaşamak isteyenler İslam demelidirler. Eğer bugün müslümanlar İslam’ın önünde bir duvar gibi engel olarak durmasalar ve temsil ve tebliğ olarak onu insanlık âlemine ulaştırabilseler, benim kanaatime göre Yahudi,  Hıristiyan, Brahman, Budist ve hatta ateistler bile kora halinde İslam! İslam’ İslam! diye tempo tutacaklardır.  

Şu anda bütün kalbimle Rahman ve Rahim olan Rabbimiz Teala’dan tüm insanlık için ve hepimiz için hidayetler diliyorum.

 


*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi


 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.