Bir kez daha, dogru anlasildigi ve gerektigi
sekilde degerlendirildigi takdirde hâsilasi son derece yüksek olan bir aya, kutlu
ramazana eristik. Insana bizzat kendisiyle, diger insanlarla, içinde yasadigi fiziksel dünyayla
ve en önemlisi de rabbiyle olan iliskilerini en dogru ve en güzel tarzda insa etme imkân
ve ortamini saglayan oruç mevsimi bir kez daha bütün güzellikleriyle geldi. Maddi ve
manevi yapisiyla; bireysel ve toplumsal yönleriyle; inanç, düsünce ve duygulariyla
mensuplarini kusatip yüceltecek bir arinma mevsimine yine eristik. Umulur ki, islerinde
adil ve dolayisiyla hakka uygun olma konusunda bilinçli bir kisilige, güzel ahlâkla
donanmis bir hayat tarzina, hakikati kavrayan bir akla sahip bireyler haline gelme
kararliligina vesile olan ve bu karari gerçeklestirmek için çok büyük imkânlar sunan
bu arinma ve dirilis mevsiminden en yüksek oranda yararlaniriz. Ama elbette ki tüm
bunlarin gerçeklesebilmesi, bir temenni olmaktan çikip hissedilen, yasanilan gerçeklere
dönüsebilmesi önemli bir sarta bagli. Bu sart, genelde ramazani, özelde ise ramazani
herhangi bir ay olmaktan çikarip yücelten orucu dogru anlamakla ilgilidir. Hiç kuskusuz,
ramazani sadece bazi fizyolojik ihtiyaçlari ertelemekten ve en kisa sürede bitirme yarisina
dönüsmüs teravih namazlarindan ibadet zannedenler onun bereketinden, onun hayra, güzele,
dogruya sevk edici, ahlâki mükemmellestirici, inanci saflastirici etkilerinden uzak
kalacaklar veya onun bu özelliklerinden gerektigi kadar nasiplenemeyeceklerdir. O halde
nedir ramazan ve ramazani herhangi bir ay olmaktan çikarip yücelten oruç? Açiktir ki,
böylesi bir soruya cevap için referansimiz bireysel düsünce ve kanaatlerimiz olamaz.
Ilgili soruya cevabin referansi, on iki aydan birisini arinma ve dirilis mevsimi yapan,
orucu bir tevhid eylemine, esenlige, kurtulusa, yücelise vesile kilan Kuran ve onun
kutlu elçisinin açiklamalari olmak zorundadir. Bu nedenle konu baglaminda Kuran ve
hadise yönelecegiz. Simdi konuyla ilgili ayet ve hadislerden hareketle özel olarak oruç
için, genel olarak da oruç mevsimi olan ramazan için söylenebileceklerden en önemli
bazi özellikleri tespit etmeye çalisalim.
Oruç
Bir Tevhid Eylemidir
Sözlüklerde bölünmek, parçalanmak
anlamlarina gelen sirk, Kuran da, Allah ile kulun arasinda olmasi gereken rab-kul
iliskisinin koparilip daha baska kulluk iliskileri olusturmak, sahte rablere itaat edip
onlara kulluk etmek anlamlarinda geçmektedir. Sirkin Kurandaki anlamindan
hareket ederek söylemek gerekirse; olmasi gereken rab-kul iliskisi parçalanip yok
edilince insan yaratilis gayesinden uzaklasir; mutlak hakikate sirtini döner; Ben
sizin rabbinizim ilahi bildirisine evet
sen bizim rabbimizsin (Araf, 7:172) diyen özüne aykiri bir konuma düser. Bu
nedenle de sirkin egemen oldugu yerde gözyasi, felaket, sömürü, haksizlik, kötülük,
ahlaksizlik... hiç eksik olmaz. Sözlüklerde birlik, birlemek/birlestirmek anlamlarina gelen ve
Kuran da geregine göre olunmasi emredilen tevhid ise, kulun rab olarak sadece Allahi
bilmesi ve Onun bildirdiklerine göre inancini olusturup, hayatini tanzim etmesini
ifade eder. Bu durum bir ayette su sekilde ifadelendirilmistir: Sen
yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanlari hangi fitrat üzere yaratmis ise ona çevir.
Allah'in yaratisinda degisme yoktur. Iste dosdogru din budur; fakat insanlarin çogu
bilmezler (Rûm, 30:30). Kul, inancinda ve hayatinda tevhidi gerçeklestirdigi
zaman esenlige erer. Zira maddi ve manevi unsurlar, bireysel ve toplumsal iliskiler, insan
ve evren arasinda birlik dogar; mükemmel
bir uyum ortaya çikar. Zulüm, sömürü, kötülük, ahlâksizlik insanlarin bireysel ve
toplumsal hayatlarindan; çevre sorunlari, felaketler insanlarla maddi çevre arasindaki
iliskilerden uzak, hayatta somut karsiligi olmayan içi bos kavramlara dönüsür. Bu
tamamiyla tevhid hakikatinin egemenliginin sonucudur. Su ayetler bu durumu dile
getirmektedirler: O (peygamberlerin gönderildigi)
ülkelerin halki inansalar ve (günahtan) sakinsalardi, elbette onlarin üstüne gökten
ve yerden nice bereket kapilari açardik, fakat yalanladilar, biz de ettikleri yüzünden
onlari yakalayiverdik (Araf, 7:96). Eger onlar Tevrat'i, Incil'i ve
Rablerinden onlara indirileni (Kur'an'i) dogru dürüst uygulasalardi, süphesiz hem
üstlerinden, hem de ayaklarinin altindan yerlerdi (yeralti ve yerüstü servetlerinden
istifade ederek refah içinde yasarlardi). Onlardan asiriliga kaçmayan (iktisatli,
mutedil) bir zümre vardir; fakat çogunun yaptiklari ne kötüdür! (Maide, 5:66)
Ama ne var ki, insanoglu çogu zaman
tevhidden kopup sirke meyletmis; birlik ve uyumu terk edip bölünmüslügü, parçalanmayi,
hakikatten kopusu tercih etmistir. Zira nefsinin fitne ve fesat fisiltilarina kulak
vermis, özünün hakki dile getiren seslenislerini duymazliktan gelmistir. Bu nedenle de
listelenecek olsa saymakla bitirilemeyecek olumsuzluklar insanligin ayrilmaz parçasi;
hayatinin degismeyen unsurlari haline gelmistir. Bu nedenle, insanlik tarihi gözyaslarinin,
felaketlerin, sömürülerin, haksizliklarin, kötülüklerin, ahlâksizliklarin eksik
olmadigi bir sürecin ismi olarak anlam kazanmistir. Fakat kullarina karsi son derece
sefkatli olan yüce Allah, insanlari içinde bulunduklari bu zor durumda çaresiz birakmamis,
insanlarin gerçeklestirdikleri parçalanmayi, bölünmeyi, hakikatten kopusu iptal edip
tevhidi egemen kilma muradina uygun olarak hakikati dillendiren ve tevhidin gerektirdigi
hayat tarzinin en güzel modelini bizzat kendi sahislarinda ortaya koyan elçiler
görevlendirmis veya elçilerinden bazilari ile de hidayet rehberi kitaplar göndermistir. Ayrica, bireysel veya toplumsal hayatta sirki yok
edip, tevhidi insa etmek; inanç ve yasantinin hakikate uygunlugunu teminat altina almak için
de bazi ibadetler emretmistir. Bu ibadetler kullari sirk aldanisindan, felaketinden uzak
tutacak emniyet unsurlari ve ayni zamanda esenlik yolunun teminatlaridir. Namaz ise
bunlardan birisi ve hatta en önemlidir. Böyle oldugu için son resulün hakikati insanliga
bir kez daha sunma sürecinde imandan sonra ilk emredilen sey olmustur. Namaz özü itibariyla bir tevhid eylemidir. Zira
kul ile yegâne rab olan Allah arasindaki olmasi gereken irtibati kurar, bu irtibatin
geregi olarak insanin duygu ve düsüncesinden, hayatindan her türlü kötülügü silip
süpürerek tertemiz bir hayat (Hûd,
11:114) insa eder. Zekât da öyle; o da bir tevhid eylemidir. Zekât, sirkin neden
oldugu toplumsal sosyo-ekonomik zulümleri yok edip adaleti gerçeklestirir, Allah için
malini harcayanlardan olan failini bu tutum ve tavriyla sadece Allaha kulluk etme
bilincine eristirir veya böylesi bir kullugun teminati olur. Zekâti kapsayan, ancak zekâta
göre daha genis bir manada olan infak da bir baska tevhid eylemidir. Su ayetler bunu açiklayan
ilahî bildirilerden bazilaridir: Ey iman
edenler! Kendisinde artik alis-veris, dostluk ve kayirma bulunmayan gün gelmeden önce,
size verdigimiz riziktan hayir yolunda harcayin. Gerçekleri inkâr edenler elbette
zalimlerdir (Bakara, 2:254). Sevdiginiz seylerden (Allah yolunda) harcamadikça
iyi ye eremezsiniz. Her ne harcarsaniz, Allah onu hakkiyla bilir (Al-i
Imran, 3:92). Mümin erkeklerle mümin kadinlar da birbirlerinin velileridir. Onlar
iyiligi emreder, kötülükten alikoyarlar, namazi dosdogru kilarlar, zekâti verirler,
Allah ve Resûlüne itaat ederler. Iste onlara Allah rahmet edecektir. Süphesiz Allah
azîzdir, hikmet sahibidir (Tevbe, 9:71). Iman
edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallariyla, canlariyla cihad edenler, rütbe bakimindan
Allah katinda daha üstündürler. Kurtulusa erenler de iste onlardir. (Tevbe,
9:20). Ve bu yazimizin esas konusu olan oruca gelince, oruç da kullari sirk
aldanisindan, felaketinden uzak tutacak emniyet unsuru ve ayni zamanda esenlik yolunun
teminatidir ve elbette ki o da digerleri gibi bir diger tevhid eylemidir. Oruç bir tevhid
eylemidir; insan ile Allah arasinda kul-rab irtibatini kurup, insani sadece Allaha
kul yaparak baska her seye karsi özgür
kildigi için. Oruç bir tevhid eylemidir; hakikati parçalamanin, hakikatten uzak
durmanin ürünü olan her türlü kötülükten, ahlâksizliktan uzak bir esenlik yolu
insa ettigi için. Ve oruç insanligin geleneksel tevhid eylemidir; failini, ilk insandan
itibaren inançta ve hayatta egemen olmasi gereken tevhid yoluna mensup kildigi için. Bu
durum ramazan orucunu emreden ayette açikça dile getirilmistir: Ey iman
edenler! Allah, sizden öncekilere farz kildigi gibi, orucu size de farz kildi...
(Bakara, 2:183). Ayette bildirildigi
üzere, oruç sadece Hz Muhammed (s)in ümmetine ait özel bir ibadet degil,
insanligin ilk ve asli dini olan Islamin sürekliliginin en önemli delillerinden
birisi olan önemli bir ibadettir. Buna göre, bir mümin oruç tutmakla ilk insandan
itibaren kesintisiz devam eden tevhidî gelenegin devamini gerçeklestirmis olmaktadir.
Bunu yaparken de safini belirlemis olmakta, inancini ve hayatinin referansini dile
getirmektedir.
Ramazan
Bir Hayat Tarzidir.
Ramazan, hayattan kopuk bazi davranislari
kapsayan bir ayin degil, dosdogru bir hayat tazinin modeli ve referansi olan kutlu bir
ayin ismidir. Dolayisiyla, ramazandan nasiplenebilmek için, öncelikle orucu belirli bir
zamana ait, hayat tarziyla olan baglarini koparmis bir dizi tutum ve davranisin ismi
olmaktan çikarip; tüm hayatla, hayat tarzina sekil veren ve hakikate dayanan inançla
olan irtibatini kurmak, kurulu irtibati en saglam hale getirmek gerekmektedir. Ve altini
çizerek belirtmek gerekir ki bu, sadece oruç için degil, diger tüm ibadetler için de
geçerli olan bir durumdur. Namaz yine bu konuda hatirlanacak en önemli ibadettir.
Hakikate imandan sonra emredilen ilk ibadet olma vasfina sahip namaz, sadece olmasi
gereken biçimiyle degil, ayni zamanda ve hatta daha çok olmasi gereken muhtevasiyla
ikame edilmiyorsa, ismi namaz olan bazi hareketler dizisinden çok fazla bir anlam ifade
etmemektedir. Bu nedenledir ki Kitabdan sana vahyolunani oku ve namazi da
kil. Çünkü namaz, kötü ve igrenç seylerden alikoyar (Ankebut, 29:45) ilahi emrinden ve açiklamasindan uzaklastirilip
sadece bazi hareketler dizisine dönüstürülen bir namazin failleri için bizzat yüce
Allah Su namaz kilanlarin vay haline! Ki onlar namazlari konusunda
gafildirler (Mâun, 107:4-5) uyarisinda
bulunmustur. Konuyla ilgili bir baska ayetteki hatirlatma ise son derece dikkat çekici ve
bir o kadar da önemlidir: (Cehennem görevlileri) suçlulara sorarlar; Sizi
su yakici atese ne sürükledi? (Onlar da) derler ki; Biz namaz kilanlardan
degildik.... (Müddesir, 74:41-43). Vahyin teblig ve beyani ile görevli
olan Resulüllah ise geregi gibi namaz kilmayanlarin umduklarina
erismeyeceklerini ve hatta daha da önemlisi, Allah ile aralarinin açilacagina dikkat
çekmistir: Kim namaz kilar da, namazi nedeniyle gizli veya açik kötülüklerden
uzak durmazsa, o namazi ile Allahtan uzaklasmaktan baska bir sey yapmis olmaz[1].
Esasen, namaz için söz konusu olan bu durum ayni zamanda ramazani da ilgilendirmektedir.
Zira ramazan sadece Allaha yönelik kulluk bilinç ve sorumlulugunu ifade eden
takvanin insa edilmesine katki saglayacak vakit namazlariyla ve kendine ait nafile teravih
namazlariyla ayni zamanda namazi da kapsayan bir ibadet dönemidir. Bu itibarla ramazan,
namazin kusatici, dönüstürücü, arindirici özelliklerini bünyesinde tasiyan bir
ibadettir. Namaz için söz konusu olan bilinç ve düsünceyi, inanç ve hayat tarzini
kusatici olma özelligi, bir diger ibadet olan kurban için de geçerlidir. Her müminin gün boyunca birçok kez Fatiha
sûresi araciligiyla hem Allaha ve hem de bizzat kendi nefsinin yani sira, diger
insanlara karsi ilan ettigi yalniz sana
ibadet eder ve yalniz senden yardim dilerim (Fatiha, 1: 5) sözlerinde anlam
kazanan bilinç ve kararliligin önemli göstergelerinden birisi olan kurban ibadetini
et bayramina dönüstürenlerin
kazançlari daha çok yedikleri etlerdir. Bir ilahî uyari, bu yarginin dayanagidir: Onlarin ne etleri ne de kanlari Allah'a ulasir;
fakat O'na sadece sizin takvaniz ulasir... (Hacc, 22:37). Hac ibadeti de
namazin, kurbanin kusatici, arindirici özelliklerinden uzak degil. Böyle oldugu içindir
ki, hac ibadeti olmasi gereken muhtevasiyla gerçeklestirilmiyorsa, bir ibadetten çok bir
turistik geziye dönüsmekte; günahlari silip süpüren bu kutlu ibadet sadece ismen var
olmaktadir. Bu halin faillerinin tek kâri
ise Mekkenin dagini, tasini görmekten öteye geçmemektedir. Bu nedenledir ki,
Allah tüm zamanlarin müminleri için haccin sadece bir
ziyaret yolculugu olmadigini, haccin her türlü günahtan, sirk unsurundan arinma ibadeti
oldugunu bildirmistir. Hac, bilinen
aylardadir. Kim o aylarda hacca niyet ederse (ihramini giyerse), hac esnasinda kadina
yaklasmak, günah sayilan davranislara yönelmek, kavga etmek yoktur. Ne hayir islerseniz
Allah onu bilir. (Ey müminler! Ahiret için) azik edinin. Bilin ki azigin en hayirlisi
takvâdir. Ey akil sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakinin (Bakara,
2:97). Bu baglamda olmak üzere Allahin âlemlere rahmet kutlu elçisi de
Kim hac yapar ve bu esnada sehvanî isteklerine
uymaktan korunur, çirkin söz ve davranislardan uzak durursa, annesinden dogdugu gündeki
gibi günahlarindan kurtulur[2]
diyerek haccin yasantiyla ilgisine dikkat çekmis; arindirici ve diriltici özelligini
dile getirmistir. Mebrûr haccin karsiligi ancak cennettir [3]
sözleri ise haccin anlam, önem ve islevine iliskin bilgilendirme ve hatirlatmalardan bir
digeridir. Bu açiklamadaki mebrûr hac
kendisine hiçbir günah karismayan, sartlarina dikkat ederek eksiksiz olarak ifa edilen
hac anlamina gelmektedir. Bunun uygulamadaki önemli bir örnegi ise Resulüllah ile
birlikte hac eden yüz bini askin müminin durumudur. Risaletin son senesi hac eden
Resulüllah ve etrafindaki yüz bini askin mümin toplulugu Mekke daglarinda ve ovalarinda
yankilanan sesleriyle, bu ibadetlerinin amacini dile getirmenin yani sira, bir sorumluluk
bilincinin de geregi olan kararlarini su sözleriyle dile getirmislerdi: Icabet
(itaat, emre uymak) sana Ya Rabbi, icabet sana! Senin ortagin yok ve icabet yalniz sana!
Hamd senin, nimet senin, mülk senin! (Bunlarin hiç birinde) senin ortagin (ve benzerin)
yok.[4]
Ve bu sözler,
sadece Allahin emrettigi gibi olunacagi kararliliginin, yalniz sana ibadet eder ve yalniz senden yardim
dilerim (Fatiha, 1:5) bilincinin ilanindan
baska bir anlama gelmiyordu. Kelime-i
tevhidi, zekâti, infaki, cihadi... dikkate alarak, ibadetlerin hayat tarziyla dogrudan
ilgili oldugunu gösteren açiklamalari daha da uzatmak mümkün. Ancak bu birkaç tanesi
bile bir ibadetin kapsam ve derinligini, kusaticiligini, degistirip dönüstürücü olma
özelligini, hayat tarziyla olan ilgisini göstermeye yetmektedir.
Sözü,
konumuz olan ramazana, ramazanin gerektirdigi en önemli davranislardan birisi olan oruca
getirecek olursak; dogru
anlasilmadan, önem ve islevi kavranmadan tutulan ramazan orucu, büyük oranda ve hatta
tamamen, aç kalmis olmaktan veya diyet yapmis olmaktan öte bir anlam ifade etmemektedir.
Bu, diger ibadetlerde oldugu gibi, kisisel bir kanaat ve yargi degildir. Bunu, hakikatin kutlu elçisi dile getirmis ve belirli
sarti yerine getirmeyenlerin sadece aç ve
susuz kalacaklarini[5]
ifade etmistir. Daha da önemlisi, bu
dirilis ayinin sahibi yüce Allah, konuya iliskin emir ve uyarisi ile ramazan orucunun gerçek
anlam ve islevini söyle açiklamistir: Ey
iman edenler! Allah, sizden öncekilere farz kildigi gibi, orucu size de farz kildi ki,
(her türlü yanlisliktan, ahlâksizliktan, kötülükten) sakinasiniz... (Bakara,
2:183). Ayette belirtildigi üzere, orucun amaci sakinmaktir, korunmaktir. Bu
durumda sakinilmasi/korunulmasi gereken
sey(ler) nedir? sorusunu sormak gerekebilir. Ve bu sorunun cevabini, hiç
zorlanmadan ve yorucu arayislara girmeden, her türlü inanç yanlisligindan, kötü hal ve
hareketlerden, ahlaksizliktan, zulümden sakinmaktir/korunmaktir biçiminde
vermek mümkündür. Risâlet sürecinin daha ilk asamasindan vahyolunan Müddessir
sûresinde sakinilmasi/korunulmasi gereken
seyden bahsedilmis olmasi ise Islamin amacini ortaya koymasi açisindan son derece
önemli ve anlamlidir. Söz konusu ayetler söyledir: Elbiseni temiz tut. Pis seylerden uzak dur (Müddesir, 74:4,5). Elbiseyi
temiz tutmak, Araplar arasinda siklikla kullanilan ve Türkçe'deki Alni açik olmakla,
Yüzü ak olmakla ayni
anlama gelen bir deyimdir. Araplar, yalan söyleyen veya sözünde durmayan kimse için
elbisesini kirletti derler. Yine ayni sekilde olmak üzere, iffetli
kimseler için de etegi/elbisesi temiz derler. Ilgili ayetle, her türlü
ahlâksizliktan, fuhustan, yalandan, kötü sözlerden, yüz kizartici diger her türlü
davranislardan uzak durulmasi emredilmistir. Yalanci, sahtekâr, hilekâr, hain olmaktan
kaçinilmasi; kisiligin bu tür olumsuz sifatlarla kirletilmemesi gerektigi
bildirilmistir. Takip eden ayet ise elbiseyi temiz tutma emrinin
önemli bir geregi açiklamis ve gereginin yerine getirilmesi istenmistir. Bu Pis seylerden uzak dur ayetidir. Pis
seylerden uzak durulmasi emredilirken, bir önceki ayetin konusu olan ve en genel manada
ahlâki temizlik olarak tanimlanabilecek özellikleri de kapsayan daha
genel bir emir verilmistir. Kabalik, sefihlik, ahlâksizlik, terbiyesizlik gibi her türlü
ahlâkî pislikten uzak durmanin yani sira, sirkin nesnesi olan putlardan ve
taraftarlarinin her türlü yanlis ve igrenç hâl ve hareketlerinden de uzak durmak
emredilmistir. Bir baska ifadeyle, sonu azap olan ahlâk, düsünce, inanç, yasanti
pisliklerine hiçbir sekilde bulasilmamalidir; her durumda temiz ve pak olmalidir.
Çünkü ayette geçen rics teriminin sözlük anlami pis sey
olmasina karsilik, kavramsal çerçevesinde maddî-manevî her türlü pislik, put, sirk,
küfür yer almaktadir. Ayrica daha sonra vahyolunan ayetlerin birisinde (Hacc, 22:30)
put ile pis olus birlikte ifade edilerek ikisi
arasindaki iliskiye özellikle dikkat çekilmis, bir diger ayette de (Tevbe, 9:95) müsriklerin
pis oldugu ifade edilmistir. Ayrica
akilsiz ve imansizligin, sahibini pis yapan seyler oldugu açiklanmistir
(Yunus, 10:100). Allah, böyle kimselerin kalpleri zamanla tamamen kirlendigi ve hakikati
anlayamaz hale gelecekleri için pislik üstüne pislige gireceklerini bildirmistir
(Tevbe, 9:125). Diger bazi ayetlerde ise pis kimselerden uzak durulmasi
emredilmistir: Ey Peygamber! Allahtan kork ve kafirlere, münafiklara uyma
(Ahzâp, 33:1); Musa, kardesi Haruna dedi ki: Benden sonra kavmim
içinde benim yerime geç. Onlari islah et ve sakin fesatçilarin yoluna uyma(Araf,
7:142). Ve zamanla vahyolunan ayetlerle daha iyi anlasilmistir ki, Allah, insanlari
her türlü pislikten temizleyip, tertemiz
(mutahhar) kilmak için Resulünü göndermistir, Kurani indirmistir, Islâmi
bildirmistir. Su birkaç ayet bunun önemli delillerindendir: O kimse ki, Allah yolunda malini harcayarak,
temizlenir (Leyl,92:18). Sen ancak görmeden Rablerinden korkanlari ve namazi
kilanlari uyarabilirsin. Kim temizlenirse o, kendi menfaatine temizlenmis olur. Dönüs
Allah'adir (Fatir, 35:18). Dogrusu feraha ermistir temizlenen; Rabbinin adini
anip O'na kulluk eden (Ala, 87:14,15). Ümmîlere içlerinden,
kendilerine âyetlerini okuyan, onlari temizleyen, onlara Kitab'i ve hikmeti ögreten bir
peygamber gönderen O'dur. Kuskusuz onlar önceden apaçik bir sapiklik içindeydiler
(Cuma, 62:2). Kötü kadinlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadinlara;
temiz kadinlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadinlara yarasir. Bu sonuncular,
(iftiracilarin) söylediklerinden çok uzaktirlar. Kendileri için bagislanma ve güzel
bir rizik vardir (Nûr, 24:26). Rablerine karsi gelmekten sakinanlar ise, bölükler
halinde cennete sevk edilir, oraya varip da kapilari açildiginda bekçileri onlara:
Selâm size! Tertemiz geldiniz. Artik ebedî
kalmak üzere girin buraya derler (Zümer, 39:73). Oruçla ilgili
ayette de, orucun en önemli özelligi olarak, failini sakindiracagi/koruyacagi bildirilmistir. Resulüllahin açiklama ve tavsiyeleri ise
bu anlam alaninin netlesmesine katki saglamistir. Buna göre, kisinin yanlis, kötü
davranislardan, düsüncelerden uzak durmasi oruç ibadetinin gerektirdigi, ibadeti ikame
eden özelliklerdendir. Resulüllahin su tür emir ve tavsiyeleri bu anlam alanini
olusturmasi açidan oldukça önemlidir: Oruç kötülüklere karsi bir
kalkandir. Oruç tuttugunuz gün kötü bir söz söylemekten sakinin. Kötü bir isten
sakinin ve samata yapmayin. Sayet birisi söver veya kavga etmek isterse, ona Ben
oruçluyum deyin.[6]
Oruç, oruçluya yakismayan seylerle zedelenmedikçe tutan için bir kalkandir.[7]
Resulüllah orucun bir kalkan oldugundan bahsedince bazi kimseler
onu ne yaralar diye sordular. Resulüllahin cevabi Yalan
ve giybet[8]
olmustur. Ayrica su sözleri de orucun mahiyetini açiklamaya yöneliktir: Kim,
yalan sözü ve onunla amel etmeyi terk etmezse, Allahin onun yemesini ve içmesini
kesmesine ihtiyaci yoktur.[9]
Oruç bu muhtevasiyla uygulamaya aktarilinca nelere sebep olacagi da hem orucun islevini
ifade etmek ve hem de Müslümanlari oruç ibadeti üzerinden güzel ahlâkli
olmaya tesvik etmek için Resulüllah tarafindan söyle açiklanmistir: Kim
inanarak ve sevabini Allahtan umarak Ramazan orucunu tutarsa, geçmis günahlari
affolunur[10].
Anlasilan o ki, Alemlere rahmet
olarak gönderilen (Enbiya, 21:107) ve görevinin temel gereklerinden birisi
güzel ahlâki tamamlamak[11]
olan Resulüllah ile Müslümanlara oruç emredilirken, ilâhî iradenin murat ettigi
gaye: Müslümanlarin arinmalari; ahlâken, ruhen tertemiz hale gelmeleri; nefislerinin
yanlis egilimlerini, gidisatlarinin muhtemel aksaklik veya yanlisliklarini her yil bir ay
süre içerisinde gözden geçirerek, hâl ve hareketlerini, istek ve arzularini olmasi
gereken rotasina yerlestirmeleri veya eger bu özellikleri olmasi gereken rotada ise bunu
sabitleyip, saglamlastirmalaridir. Emredilen ramazan orucu ile ahlâkî, ruhanî bir
yolculuga çikilmasi istenmektedir. Bunun böyle oldugunu hem Resulüllahin ifade ve
açiklamalarindan ve hem de Kuranin oruç tutanlarla ilgili tanimlamalarindan
kolaylikla anlamak mümkündür. Kuranda oruç tutan erkeklerden bahsedilirken
sâihûn[12],
kadinlardan bahsedilirken sâihât[13]
sifatinin kullanilmis olmasi da orucun hedefiyle ilgilidir. Seyahat eden
anlamina gelen bu kelimeler, söz konusu manevî, ahlâkî yolculugun; arinma sürecinin
bir geregi olarak anlam kazanmaktadir.
[1] Suyutî, el-Câmius
Sagîr, II/187; Sevkanî, Fethul Kadir, VI/221; Imam Safii, er-Risaleinde namazi
söyle tanimlar: Namaz söz, amel ve yasaklanan seylerden uzak durmaktan
ibarettir
[2] Buhârî, Muhsar 9,10;
Nesaî, Hac 4; Ibn Mâce, Menâsik 3; Dârimî, Menâsik 7; Ahmed, Müsned
II/229, 410, 484, 494.
[3] Nesaî, Hac 3, Zekat
49, Imân 1; Dârimî, Menâsik 7, Salât 135; Tirmizî, Hac 6;
Ahmed, Müsned I/387, III/114, 412, IV/342
[4] Müslim, Hacc 3; Ibn Mâce,
Menasik 15; Ebû Dâvud, Menasik 26.
[5] Buhari, Savm 32;Ebu DAvud, Savm 28
[6] Buharî, Savm 2; Müslim, Siyâm 163.
[8] Heysemî, Mecmaüz Zevâid, III/171.
[10] Buharî, Savm 1, Iman 27; Müslim, Müsafîrîn
174; Nesaî, Siyam 5, Kiyâml Leyl 3; Ahmed, Müsned II/241,
281, 289, 529, II/486.
[11] Muvatta, Husnul Hulk 8