Sultan Yıldırım Bayezid Tahta Çıkışı
Bizans'ın Yaptığı Sûrların Kendilerine Yıktırtılması
Yıldırım'ın Doğan Bey'le Konuşması
Yıldırım Bayezıd'ın Civanmertliği
İstanbul'un Yeniden Muhasarası
Tarihin En Cengâver Sultanı Yıldırım Han
Yıldırım Bayezid'in Hanımları Ve Çocukları
Babası: Sultan I. Murad
Han
Annesi: Gülçiçek Hatun
Doğum Tarihi: 1360
Vefat Tarihi: 1403
Saltanat Müd.:
1389-1402
Türbesi: Bursa'dadtr.
26 Yaşında Aksancak
altında H. 791/M. 1389 senesinde babasını ve kardeşini kaybetmiş bir insanın
elîm duyguları içinde tahta çıkan Yıldırım Bayezid, çok cesurdu. Cesur oi-duğu
kadar da kuvvetliydi. Kuvvetli olduğu kadar ve Yıldırım lakabına hak kazanacak
surette de sür'atle hareket ederdi. Elâ gözlü, Kumral sakallı, beyaz ve
yuvarlak yüzlü, heybetli ve öfkeli, merhametli ve adaletli bir padişahtı.
Hüdavendigâr Gazi'nin
zaman-ı tasarruflarında, Yıldırım Beyazıd Bey'i tahta hazırladığı görülüyordu.
Ayrıca beka alemine intikal eylemek üzere olduğu sıralarda, Yıldırım Beyazıd'a
verdiği nasihatler, tahta geçecek bir oğula verilecek nasihatler cümlesinden
olduğundan, tahtın sahibini kesin ola-rak belli etmiş oluyordu.
Devletin ileri
gelenleri, Savcı bey vakasını da bu arada ha-tırlayıverdiler. «Bir idam, bir
isyandan hayırlıdır» mealinde bir hükümle Yakub Bey'in idamına karar verdiler.
Ve sabah olmadan çadırında hükmü tebellüğ eden Yakub bey, kadere rıza
göstererek kalbi mutmain makamında Şeriat-i Ahmeddiy-ye'nin icabatını yerine
getirdi. Sabah olunca Osmanlı Devletinin başında hükümdar olarak Sultan
Yıldırım Beyazid Han vardı. Bu infazın çabukluğunu Yıldırım Bayezid Han'sn
«Yıldırım» lakabına izafe eden yabancı tarihçiler, Yıldırım lakabının
bu olayla ilgisi
olmadığını aslında gayet iyi bilirler amma, İslâm'a olan düşmanlıkları, onları
böyle iftiraları yapmaya sevk etmiştir.
Avrupa'ya koparılamaz
bir kement atan Osmanlı Müca-hidleri, buralarda yerleşebilmeleri için durmadan
savaşmak zorundaydılar. Burada yapılacak savaşlar, ne Anadolu Beyle-riyle
yapılan savaşlara, ne de Bizans'a göz dağı vermeye benzerdi. Avrupa ile
yapılacak savaşlar çok büyük olabileceği gibi, aynı zamanda lojistik destek
bakımından da güçlük gösterir idi. Bunu temin etmek İçinse Rumeli yakasında 10
sene sürecek bir tahkimat ve hazırlık gerekirdi. Halbuki Anadolu'da bulunan
Karamanoğlu ve İsfendiyaroğlu'nun mevcudiyeti, Yıldırım'ın değil 10 sene
Anadolu'yu gözden uzak tutması 1 sene bile gözden uzak tutmasına imkan vermiyordu.
Yıldırım Bayezid Han
bunu gözönüne alarak, şimdilik Rumeli'yi rahat bırakmayı, Rumeli ile yapacağı
cihada mani olan engeleri ortadan kaldırmayı plânladı. Tabii ki bu engeller,
Karamanoğlu ile İsfendiyaroğlu idiler.
Öte yandan Rumeli'yi
iyice başıboş bırakmamak için kumandanlarından Firuz Bey'i Tuna boylarına
göndererek, oraları didiklemesini, ayrıca Vidin Kalesini fethederek o bölgelerdeki
politikaları dikkatle takip etmesini Firuz Bey'e tenbih etmeyi
unutmamıştı. *
Kendisi, askerin büyük
bir bölümüyle Anadolu'ya geçmişti. Anadolu'da müstakil beylikler halinde
Aydın, Saruhan, Menteşe, Germiyan, Karaman ve tsfendiyar Beylikleri hüküm
sürmekteydiler.
Ne var ki o sırada
vefat eden Saruhan Bey'inin eyaletini, Karesi eyaletine ilhak eden Yıldırım
Bayezid, Aydın Beyliğini de ortadan kaldırmıştı. Germiyan Beyliği, bu
olanlardan ürkerek, derhal Yıldırım'ın huzuruna gelerek arz-ı sadakat etmişse
de, sadakatini gösterme fırsatı olarak kendisine Rumeli'ne geçmesi
emredilmiştir. Bu durumu dikkatle takip eden Menteşe Beyi, çoluk çocuğunu
taşınabilir malının büyük kısmını yanına alıp, beyliğini, topraklarını
Yıldırım Baye-zid'e terk etmiştir. Artık sıra Karamanoğlu'na gelmişti. Belki
diğer beylikleri ortadan kaldırmaya sebeb yoktu diyen tarihler vardır. Şunu
belirtmeliyiz ki, küffara yapılacak seferde mutlak surette geri hatların
emniyeti temin olunmalıdır. Müstakil olan bu beylikler, aşiret asabiyetiyle
Osmanlıyı rahat bırakmazlardı. Avrupa'da savaşacak mücahidler ordusunun
arkasında böyle bir kambur bırakılamazdı. Nitekim bırakılmamıştır da... Diğer
beylikler için sebeb yoktu diyen birçok tarihler, Karamanoğlu'na gelince, zaten
onun hiçbir zaman rahat durmadığını, hatta Kosova Meydan savaşında kafirlerle
irtibatlı olduğunu ve münasebetlerinin bulunduğunu söylerler. Aslında buna da
fazla itibar etmemek gerekir. Çünkü kesindir ki, Hüdavendigâr lakabının
tecelisi olarak, Anadolu •müslümanları Kosova savaşına alaka göstermişler,
hiçbir ihtilafı konu etmeden, davayı bir hilal-salip kavgası olarak kabul
edip, Hüdavendigâr'ın daveti şerefine seve seve koşmuşlar, bu mücahidler
ordusunun dört başı mamur bir zaferle taçlanmasına bileklerinin gücü,
kalplerinin zikriyle katılmışlardır. Biz Karamanoğlu'nun küffar ile anlaştığı
yolundaki söylentileri kabul etmiyoruz. Belki Karamanoğlu içinden birkaç
siyasetçi «mağlub olursak..» korkusuyla böyle bir muhaberata ginnişlerse, bu
bütün karamanoğlu askerine teşmil edilemez. Karamanoğlu ve diğer beyliklerin
ortadan kaldırılmasının lüzumu tek maddede belidir ve bizim görüşümüze daha
uygun gelmektedir. Haçlı Dünyasıyla çarpışacak İslam Mücahidleri, arkalarında
post kavgası, toprak kavgası çıkarabilecek hiçbir ihtimal bırakmama tutumunu
takip etmişler, elhak doğrusunu yapmışlardır. Daha sonraki tarih safahatı göstermiştir
ki, batı üzerine gidilecek seferler, daima şarktan gelen belalar yüzünden
aksamıştır. Timur belâsı gibi...
Karaman üzerine
gidilip Konya fetholunmuş ve Çehar şen-be Nehri hudut sayılıp ikiye bölünerek
bir kısmı Osmanlı Devletine ilhak olunmuştur. H. 792/M. 139O'ı gösteriyordu
tarih...
Şimdi sıra Kastamonu,
Sinop ve Samsun'da hükmünü sürdüren İsfendiyaroğuları Beyliğindeydi.
Fakat Yıldırım, Ulah
askerinin Tuna Nehrini geçerek Rumeli'nin bazı yerlerini tazyik ve tahrib
etmeye başladığını haber alınca, derhal Rumeli'ye geçti. Bu geçiş,
İsfendiyaroğ-lu'nun ve Kostantiniyye üzerine yapılacak seferleri şimdilik iptal
demekti.
Vİdin'i fetihle
görevlendirilen Firuz Bey, vazifesini yerine getirmiş, Vidin Kalesine İslam
Sancağını çektiği gibi, Üiah memleketinin de tozunu atmaya başlamıştı. Buna
mukabale-i biPmisilde bulunan ülahlılar, Tuna'yı geçip evlad-ı fatihanı
rahatsız etmeye başladıkları hırada, Yıldırım unvanına layık padişah Bayezid
han, son sür'atle muzafferen Bükreş'e girerek, Ulah Bey'ini imtiyazlı bendegân
olarak rnaiyyetine almıştır. Tarih H. 793/M. 1391 yılını gösterdiğinde
Yıldırım o işi de, yıldırım hızıyla halletmiş oluyordu.
Durum Yıldırım Han'ın
Rumeli'de kalmasını icab ettirirken, sür'ati hareketine istinaden Yıldırım
Anadolu'ya geçerek İsfendiyar Oğlu'nun üzerine yürümüş, sonra da Sivas üzerine
sefer açmıştı.
Halbuki Avrupa'nın
durumu Sultanı düşündürücü bir hal almıştı. Çünkü Osmanlıların Avrupa'ya
yerleştiğini gören Doğu Avrupa Aİmanyası imparatoru IV. Şarl (de Lüxem-borg)'ın
oğlu Sgismund'un kumandanlığında birleşmekte idiler. Yani Osmanlı kuvvetinin
akıntısı Avrupa sularını karıştırarak, küçük bir anafor meydana gelmesine
sebeb oluyordu.
İşte iki ateş arasında
kalmanın zamanı geliyordu. Hiç olmazsa dahili yangından korunmak için Anadolu
birliğinin ve Bizans'ın tehlike tevlid edebilecek durumlarının izale edilmesi
lâzımdı.. Yıldırım Bayezid Han, gayretlerini bunu temine hasrediyordu. Bu
gailenin yanında Avrupa gailesi, ayrıca Timur'un Anadolu'ya gelmesi tehlikesi
pek yakın değilse de, uzak da değildi.
Sigismund, annesi
tarafından miras yoluyla Prusya Dukalığını aldığı gibi, karısı Maria'mn babası
Macar Kralı Lui'nin ölümüyle Macarlar tarafından kral seçilmişti. Böyle
kolaylıkla ele geçirilmiş makamlara; CIlah, Boğdan, Erdel, Bosna memleketleri
de iltihak etmişti. Sigismund, aradan çok geçmeden Almanya imparatorluğu
tacıyla, Bohemya krallığı taçlarını miras ve seçim yollarıyla uhdesine almıştı.
Baltık deniz sahili ile Tuna sahillerine kadar olan topraklar Sigis-mund'un
idaresine kalmış, sanki bir Avrupa kralı meydana çıkmıştı.
Ulah tecavüzünü
önleyen Sultan Bayezid Han, Edirne'ye dönerek ordunun ihtiyacının temin
edilmesini beklerken, Ka-ramanoğlu'nun Bayezid Yıldırım'ın Beğlerbeyi olan
Demirtaş Paşa'yı esir aldığı haberi geldi.
Yıldırım Bayezid bu
haberi alınca çok kızdı. Avrupa'yı bırakıp Karaman üzerine sefer açarak,
eniştesi Alâeddin Bey'i, hemşiresi Nefise Sultan'ın yalvarmalarına, niyazlarına
bakmı-yarak, esir olarak alıp çok eziyet verdiği Demirtaş Paşa'ya vermiştir.
Demirtaş Paşa da ta Sultan Hüdavendigar'dan beri Devlet-i Osmaniyye'nin başına
gaileler açan bu Alaâeddin Bey'i idam ettirmiştir. Karaman Eyaleti tamamen
Osmanlı topraklarına ilhak olunmuştur. H. 795/M. 1393 yılında bu işi bitiren Yıdırım
Bayezid Han, oradan Sivas üzerine yürümüştür. Alimliği ile meşhur olan Kadı
Burhaneddin adlı zatın idaresinde bulunan Sivas eyaletini, sonra da İsfendiyar
Beyliğini fetih suretiyle ele geçirerek Anadolu'nun fethini tamamlamıştır.
Kayser, uzun zamandan
beri Avrupa'ya feryadlarla dolu yardım mektupları yazıp istimdat ediyordu.
Ayrıca bir ihtiyat tedbiri olarak iki tane burç yaptırmış ve daha evvelki muhasaralarda
yıkılmış kaleleri tamir ettirmişti. Bu haberi duyan Yıldırım Bayezid, Kayser'e
yaptırdığı burçları derhal yıkmasını emretmiştir. Çarnaçar bu emre uyan Kayser
kaleleri yıktırmak mecburiyetinde kalmıştı. Bu da gösteriyordu ki,
Kay-serliğin bağımsız bir devlete benzer tarafı kalmamıştı.. Bayezid Han'ın
tahta çıktığı sırada Kayser'in oğullarından Andre-nikos vergi vermeyi vaad
ettiğinden 10.000 askei gönderilip Yani Paleolog tahttan indirilmişti. Onun
yerine Andrenikos Kayser ilan olunmuştu. Bunun üzerine Yani Paleolog padişaha
iltica ederek kendisinden istenecek vergileri vermeye hazır olduğunu
bildirmesi ve tahtın kendisine iadesi yolunda İstirhamda bulunması padişah
nezdinde kabul gördüğünden, Yani Paleolog Osmanlı askeri refakat ve himayesinde
tahtına iade olunmuştur.
Kayser tarafından gelen
istimdad feryadlanna kulaklarını tıkarnıyan papalık yaptığı tazyikler
neticesinde Ceneviz, Venedik, Rodos şövalyelerinden müteşekkil bir ehli salip
ordusu Selanik'e çıkarak etrafı yağmalamıya başlamıştı. Bu ise: Yıldırım
Bayezid Han'ın ehli salibe karşı büyük bir muzafferi-yet kazanmasına ve
dolayısıyla Selanik, Atina ve Tırhal'a gibi büyük şehirleri eline geçirip
Osmanlı ülkesine katılmasına vesile oluyordu.
Kayser'i, yaptığı
istimdadlar yüzünden cezalandırmaya karar veren Yıldırım Bayezid Han,
İstanbul'u muhasara etmeye karar vermişti. Tarihler H. 796/M. 1394 yılını
göteri-yordu.
Ne var ki Kayser'in
imdadına koşan kuvvetlerin en büyüğü Osmanlıların Rumeli'de kalışlarını tehdid
edebilecek büyüklükte bir ordu, Sigismund'un kumandasında kendi askerinden
başka Almanya ve Fransa'dan gelen kuvvetlerle birleşmişti. Tuna'yı geçerek
Vidin Kalesini zabt etmiş, Niğbo-lu'yu muhasara atına almıştı.
Zaten Sigismund'un
böyle bir sefer yapacağını çok evvelden tahmin etmiş olan Yıldırım Bayezid
Han, hazırlıklarını yaparken daima bu seferi de hesaba katmıştı.
Oteyandan Niğbolu'yu
sarmış olan düşman padişah çok uzakta deyip, çok rahat hareket ediyorlar. Ve
padişah gelmeden Niğbolu Kalesini ele geçirebileceklerini umuyorlardı. Ne var
ki kalede şanlı gazileri ve onların Beyi olan Doğan Bey'in nasıl birer mücahid,
Allah'ın ne yaman bir askeri olduklarını akıl ve hayallerine bile
gevremiyorlardı.
Kaleye karşı yapılan
hücumları, gaziler ve onların kumandanı olan Doğan Bey tesirsiz bırakıyor ve
padişah Yıldırım Bayezid'in mutlaka yardımlarına yetişeceğine emin olduklarından
can ve başla direniyorlardı.
Sigismund'un ordusunda
Avrupa'nın seçme şövalyeleri ve komutanları yer almışsa da, Niğbolu kalesine
kapanmış bir avuç mücahidi söküp atamıyorlardı. Burgonya Dukası korkusuz Jan,
mareşal Filip Dartunun kumandasındaki şövalyeler, İslam akıncıları önünde
çaresiz kalıyorlardı.
Doğan Bey; her geçen
gün cephane ve yiyeceğin azaldığını görüyor, gazilerin birer ikişer şehadet
şerbetini içmeleri ve bazı ağır yaralıların üzüntüsünü yüreğinde hissediyor,
fakat bu üzüntüsünü hiç dışarıya sezdirmiyor, Hakk Teâlâ'ya niyazlarda
bulunarak Yıldırım Bayazıd Han'ın yetişmesini tafeb ve istirhamda bulunuyordu.
Yine akşamın alaca
karanlığı çökmüş akşama kadar düşman gözlemiş, onların hücumlarını püskürtmüş,
gaziler namazlarını kılmışlar siperlerine dayanmışlardı.
Doğan Bey de gazilerin
yanlarına uğrayarak onların kuv-ve-i maneviyyeferini yükseltecek sözler
söyleyip hatır ve hallerini sora sora burçlarda dolaşıyordu. İşte o sırada
düşman ordusunun arasında bütün heybetiyle ve bembeyaz atıyla, yıldırım
sür'atiyle kefenini boynuna dolamış, üzerindeki yeşil cübbesinin eteklerini
savura savura kanatlanmış gibi bir atlının koştuğunu gördü. Biraz yaklaşınca
gözlerine inanamadı. Gözlerini oğuşturdu. Bu vaziyette bu bir serap olamazdı.
Evet O'ydu... Sevgili padişahı, Efendisi, Yıldırım Bayezid Han Hazretleri
düşman ordusunun arasında, gecenin karanlığına ters düşen, harbiye-i
askeriyyenin 'kamuflaj' diye tabir ettiği araziye uyma kaidesini parça parça
eden, beyaz atı, boynunda beyaz kefeni başında kar gibi bembeyaz sarığıyla
süzüle süzüle geliyordu. Doğruca Doğan Bey'in üzerinde bulunduğu burca
yaklaştı. Doğan Bey'i eliyle oraya koymuş gibi seslendi:
— Bre Doğan! Bre
Doğan!
— Buyurun Sultanım,
emredin!
— Halin nicedir iyi bilirim. Biraz gayret
yetiştim, yarın inşallah herşey hallolur.
— Beli Sultanım.
Sultan Yıldırım
Bayezid Han, bu muhavereyi yapıp atını dönürdü. Burak misali uça uça gözden
kayboldu.
Evet, Yıldırım Bayezid
Han, o, kendine has lakabına uygun olarak, yıldırım hızıyla Niğbolu önlerine
yetişmiş, çocukluk arkadaşı Doğan Bey'in kalesine haberci göndermeyip bizzat
gitmişti. O alaca karanlıkta düşman ordusunun ortasından, beyaz atı, beyaz,
sarığı, boynunda ^efeni ile beyazlar içinde geçmesi ve görülmemesi zahiren
mümkün görülmemekle beraber, gönül ehlince mümkünsüz değildir.
Acaba sahib-i velayet
Hüdavendigâr Gazi Hazretlerinden iras (miras) yoluyla mertebeler de mi almıştı
Yıldırım Bayezid han!? Belki de.,.
Sabah olunca Yıldırım
Bayezid başta olmak üzere İslâm askeri, ehli salib üzerine saldırdılar. Ancak
bu saldırı, bir taktik saldırışıydı. Hedef; mutlaka düşmanı imha edecekleri yere
çekmekti. Bu sebeble hafif silahlarla mücehhez bir akıncı kuvveti düşmana
savlet etmiş, bir müddet çarpıştıktan sonra yüzgeri ederek, düşmanı imha
edebilecekleri sahraya çeke-b"lmişlerdi. Bazı tarihlerde, bu taktiği ya
anlamıyan müver-rin'er veya anlamak istememelerinden dolayı, Akıncıların başi bozuk
olarak saldırdıklarını, korkusuz Jan ve Mareşal Filip';n şövalyelerinin
akıncıları bozguna uğrattıklarını ileri sürerkr. Halbuki olay dediğimiz gibi,
düşmanı imha edilecek yere çe'Kme plânının tatbikinden başka birşey değildi.
Bir hilal gibi
engebeli arazinin yamacına yayılan İslâm askeri, akıncıların düşmanı istenilen
noktaya getirdiğini görünce bir kıskaç gibi, hilali dairesel biçimde kapatmış,
ancak kaçmak isteyenlere bir açık yol bırakarak, tarihin en büyük imha
savaşlarından birini gerçekleştirmişlerdi.
Çok kanlı bir imha
harbi bittiğinde, tarih H. 798/M. 1396 yılını gösteriyordu. Mareşal Filip,
birçok Fransız ve Alman şövalyesi telef olmuşlar, Korkusuz Jan ise esir düşmüş,
Si-gismund da açık bırakılan yoldan kaçmayı başarmış, fakat yurduna dönebilmek
için aylarca tebdil-i kıyafet ederek dolaşmak zorunda kalmıştı.
Bu kesin mağlubiyet,
Avrupa ülkeleri ve Papa trafından duyulunca yas ilan etmişler, günlerce
kiliseler çanlarını acs acı çalarak insanlarını kiliselere toplayarak dualar
etmişlerdir.
Savaştan sonra
esirlere iyi muamelede bulunulması, zaten Islamiyetin emirlerindendir. Bir
İslam padişahı olan Yıldırım, bu hükümden ayrı hareket edemezdi ve etmedi de...
Korkusuz Jan'a iyi sözler söyleyip onu teselli etti. Bunun üzerine Korkusuz
Jan, bir daha Yıldırım Bayezid'e karşı kılıç çekmi-yeceğine yemin etti.
Bir müddet sonra
Avrupalıların, esirlerini kurtarmak için topladıkları fidyeler alınıp esirjer
salıverilirken, Yıldırım Bayezid Korkusuz Jan'ı yanına çağırtarak, asırlarca
dilden dile dolaşan civanmertliğinin bariz bir numunesi olan şu sözler söyledi:
«— Şövalye, bir daha
bana kılıç çekmiyeceğine dair ettiğin yemini, kılıcınla beraber sana geri
veriyorum. Memleketine git, istirahat et, kuvvetlen, bütün ehli sahibi başına
toplayıp yine gel. Ben ordularımla daima burada olup, sizi yenerek şanımıza şan
katma fırsatını vermenizi bekleyeceğim.»
Niğbolu'ya gitmeden
evvel Yıldırım Bayezid, İstanbul'un muhasarasını emretmiş ve boğazı kontrol
altında tutabilmek için, bugün Anadolu Hisarı olarak bilinen Güzelce Hisarını
H. 796/M. 1394 yılında yaptırmıştı. Niğbolu Zaferinden sonra askerinin bir
kısmını Macaristan'ın içlerine gönderen Yıldırım Bayezid, geri kafan askeriyle
İstanbul muhasarasına gelmişti...
Telaşa kapılan Kayser,
senede 1000 altın vergi ile İstanbul'un içinde bir müslüman mahallesi
kurulmasına rıza gösterdiğini imam, müezzin ve kadı tayininin padişaha ait
olduğunu kabul ederek sulh istirhamında bulundu. Yıldırım Bayezid, bu sulh
teklifini kabul edip muhasarayı kaldırdı. H. 799/M. 1397.
Sultan Yıldırım
Bayezid Han namına hutbe okunacak olan bu İslam Mahallesine imam, müezzin ve
kadı tayin edildikten sonra, Göynük'ün Taraklı Yenice'sinden getirilen çok
miktarda müslüman aileler buraya yerleştirildiler. Şunu unutmamak lazımdır
ki, bir yerin maddeten ele geçirilebilmesindeki kolaylık, o yerin önce manen
elde edilmesiyle daha da kolaylaşır ve sağlamlasın İşte buraya getirilen bu
müslüman aileler, bir cihetleriyle de <ıgönül fatihleri» idiler...
Fakat, Timur Vaka-i
hazininden sonra Kayser bu mahalleyi dağıtmış ve müslümanlara eziyetler
vermiştir. Timur Osmanlı Ülkesini çiğneyip Yıldınm'ı yenmekle kalmamış, Bizans
içinde bir avuç gönül fatihinin de izdıraplar içinde terk-i can etmelerine
sebeb olmuştur.
Bu arada, yeri
gelmişken bu mahalle ile ilgili olarak biraz bilgi vermeye çalışalım: Şimdi
İstanbul'un Galata veya Çeşme Meydanı denilen semtinde bulunan Arap Camii, söz
konusu İslam mahallesinin merkeziydi. Bu Arap Camii, Emevî Halifelerinden
Süleyman zamanında inşa edilip ibadete açılmıştı. Az bir müddet sonra
Bizanslılar tarafından kapatılmıştı. Kiliseye tahvil olunan Arap Camii, Tuğrul
Bey'in talebi üzerine, bir müddet daha cami olarak açık tutulmuştu. Tekrar kapatılmış
olan Arap Camii, yine kiliseye tahvil olunmuştu. Üçüncü seferinde Sultan
Salahaddin-i Eyyübî Hazretlerinin müracaatıyla yeniden cami olarak ibadete
açılmış, fakat bir süre sonra yeniden kiliseye çevrilmişti. Dördüncü defasında
Yıldırım Bayezid Han, tekrar camiye çevirttirmişti. Ne var ki köhne Bizansa,
Timur'un Osmanlıyı Ankara Savaşında mefluç bırakması, yukarıda izah ettiğimiz
gibi camii yeniden kapatmalarına ve müslüman ahaliye işkence etmeleri
fırsatını vermiştir. Günümüzde ise Ayasofya Camiinin müzeye çevrilmesi
ihaneti, ya hiristiyanların müslümanlara tarihte yaptıklarını bilmemekten,
yahud da «yapılan yapılmıştır, bize ne.?.» zihniyetindendir.
H. 801/M. 1399 yılında
Mısır Sultanı Berkuk ölünce, yerine 12 yaşındaki oğlu Melik Nasır Ferec tahta
geçti. Melik Nasır'in yaşı küçük olduğundan, Atabeyler idareyi ele aldılar.
Tabii bu arada nüfuz mücadeleleri de ortaya çıktı, karışıklıklar aldı yürüdü.
İşte bu karışıklıklar Timur'un iştahını kabarttı. Çünkü O, böyle karışık
yerlerde neticenin daha çabuk alınacağını gayet iyi bilirdi. Semerkant'tan
kalkıp Rey şehrine geldi. Bu gelişten ürken, Irak Emiri Sultan Üveys
Celairi'nin oğlu Sultan Ahmed, Karakoyunlu Kara Yusuf'un Taht-ı idaresinde
olan Diyar-ı Bekir'e gidip oradan beraberce H. 802/M.1400 senesinde Yıdınm
Bayezid, cennetmekan babası Hüda-vendigâr'ın en iyi dostianndan olan Sultan
CIveys'in oğluna kucağını açtı. Ve onun arkadaşı Karakoyunlu Kara Yusuf'u da
İslârn kardeşliğinin en güzel numunelerini göstererek ağırladı.
Sultan Ahmed
Üveysî'nin ve Karakoyunlu Kara Yusuf Bey'in Sultan Yıldırım Bayezide
sığınmalarını takiben; Timur'un elçileri Sultan Yıldırım Bayezid'e bir
mektupla gelip, kendisine takdim ettiler. Sözkonusu mektup, kısaca şöyleydi:
«Ey Anadolu'nun
hükümdarı olan Yıldırım Bayezid! Biz, Allah'ın bütün şehirlerinde yeni bir
sultanız. Bütün beylere ve hükümdarlara galip gelmişiz. Bütün halk bizim
kılıçlarımızın korkusundan ve askerimizin heybetinden kaçtılar. Bunlar bir
fesad tohumudur. Bütün şehirlerin ve ahalinin baş belasıdırlar. Bunların
tasladığı büyüklük Firavun ve Hâ-man'a benzer. Eğer sen, işinin sonu kötü
olmasını istemezsen, onları kabul etme, Onlar nereye girseler uğursuzluk
getirirler. Bu makule kimselerin, Anadolu'nun kanadı altında bulunması
yakışmaz. Sakın onlara sahip çıkma. Onları tut ve hapset yahud da kov.!
Memleketinden çıkar! Bizim emirlerimize karşı gelmekten sakınınız. Bize karşı
gelenlerin hallerini duymuşsunuzdur. Onlara nasıl davrandığımızı
öğ-renmişsinizdir. Artık birbirimizle dövüşmek ve savaşmak şöyle dursun,
dedikoduyu bile uzatmayınız. Allah'ın doğru yola ilettiğine selam olsun. Hergün
olduğu gibi, bugün de iş Allah'ın elindedir.»
İçinde ince bir
hakaret görülen mektup, Yıldırım Bayezid gibi şahsiyetli, gazabı yüksek zatın
gözünden kaçmazdı. Nitekim kaçmadı da... Başta sadrazam olmak üzere birçok
vezir ve kumandanın itidal tavsiyesine rağmen, çok şiddetli bir cevapla
mukabelede bulundu. Mealen bu cevabı da buraya alıyoruz.
«Ey Timur adıyla
anılan kuduz köpek! Mektubunu okudum, yazdığın saçmalarla beni korkutmak
İstiyorsun. Yoksa beni Acem hükümdarları gibi mi sanıyorsun? Senin yaptığın
işler, verdiğin sözü bozmak, ahdini çiğnemek, kan dökmek ve ırza geçmektir.
Biz ise doğuda ve
batıda gelen sultanların en efdali, uzak ve yakın bütün hakanların en
şereflisiyiz. Sen bizim askerimizi ve onun nizamını bilirsin. Dövüş, bizim
milî adetimizdir. Savaş, bizim san'atimizdir. Allah uğrunda gaza edenlerin
mesleği, bizim mesleğimizdir. Biz ancak Allah'ın adın* yüceltmek İçin
çarpışırız. Erkeklerimiz yaptıkları bu Cihadla, nefislerini ve mallarını, cenneti
almak için satmışlardır. Hasılı bizim bütün işlerimiz, din düşmanlarıyla
dövüşmektir. Sen bizim memleketimize gelmezsen, karıların üç talak üe boş
olsun. Eğer sen gelip, ben de kaçar ve seninle dövüşmezsem, benim kadınlarım
da üç talakla boş olsun.
Müslümanlara selam
olsun. Allah'ın laneti de, kıyamte kadar sana ve sana bağlı olanlar üzerine
olsun.»
Bu sert mektubun
yazılmasman malumat sahibi olanlar Timur'a gönderilmemesi için ricada
bulunduiarsa da, padişaha kabul ettiremediler. Onlar Timur'un mektubundaki meydan
okumayı ya anlamarrftşlardı -ki bu biraz zordur- ya da Timur ordusunun
vahşetinden ürküyorlardı. Galiba doğru olan da bu ikinci şıktı. Yani misaller
bunu doğrulamaktaydı.
Hiç şüphe yoktu ki
Yıldırım Bayezid Han, çok cesur, kahraman ve savaş meydanlarında bizzat
dövüşen, baş alıp şan veren yiğit bir padişah idi. Osmanlı askeri bile aynı
kahramanlıkta, aynı fedakarlıkta tanınıyordu.
Tirnurlenk'e cevabî
mektubu gönderen Yıldırım Bayezid, yine Bizans muhasarasına gitmişti ki,
Timurlenk Sivas'a hücum edip, çok büyük zulümler yaparak, adeta Sivas'ı kana
boyadı. Bu haberi alan Yıldırım Bayezid, Anadolu'ya dönerek önce Sivas'ı aldı.
Oradan Malaryaya uzanıp ele geçirdikten sonra, Timur'un bağlısı Erzincan Emiri
Tahirüddin'den vergi istemek üzere elçiler gönderdi. Tahirüddin, vergi
vermediği gibi, bu durumu Timur'a bildirip Yıldırım Han'ı şikayet etti:
Timurlenk bu
şikayetnameyi alınca müthiş kızdı ve derhal Sivas üzerine yürüdü. Bu sırada
Yıldınm'in oğlu Ertuğrul Bey, sİvas valisi olarak vefat ettiğinden, Sivas
muhafızları da şaşkındı. Timur, bu şaşkınlıktan istifade ederek Sivas'a yeniden
girdi. Birincisine rahmet okutturacak zulüm ve işkencelerde bulundu.
Kazdırdığı çukurlara 4000 kadar Osmanlı askeri olan mücahideri diri diri
doldurup, üzerlerini toprakla örttürdü. Yalnız kale muhafızı olan Malkoç Bey'i
öldürmeyerek «git gördüklerini efendine anlat» dedi ve geri gönderdi.
Malkoç Bey, Yıldrım
Bayezid'e elim vak'ayı anlattıktan sonra, gene de bu adama uyulmamasını tedbir
olarak söyledi.
Yıldırım: «— Sen
nedersin Malkoç? Diri diri İslâm askerini toprağa gömen bu adamla ben nasıl
sulh yaparım? Bu mümkün mü?» diye cevap verdi.
Yara çok derinliğine
inmemişti bu sefer... Evladı Ertuğ-rul'un'vefatı bir yandan, 4000 İslâm askeri
-ki onlar da onun evlâdı sayılırdı- diri diri gömülüşleri bir yandan ve
fetihten sonra elden çıkan Sivas.; bunlar dayanılacak şeyler değildi...
Yıldırım Bayezid
tahttan çekilmeyi ve yerine ikinci oğlu Süleyman Çelebi'yi tahta çıkarmayı dahi
düşündü...
Birgün Bursa dışında
dolaşırken, koyunlarını otlağa salmış, kendisi bir ağaç gölgesine çekilmiş
kavalını üfleyen bir çobanı gören Koca Yıldırım:
— Çal çoban çal. Ne
Ertuğrul gibi evladın, ne de Sivas gibi kal'an gitti. Ne canın yandı, nede
ciğerin yakıldı...» diye söylendiği rivayet olunur.
Bu acıyı unutmak
mümkün olmadı. Hatta tahtı bırakmayı düşündüğünde, bu acıyı bahane edip
Timur'dan çekindi derler diye tahtı bırakma fikrini aklından çıkardı.
H. 804/M. 1402 Yılı,
Zilhicce ayının 19. günü, Ankara'nın Çubuk suyu kenarında meydana gelen tarihin
önemli sayfaları arasında büyük bir yer tutan bu savaş, İslâm'ın en acı
hatıralarından birini meydana getirmiştir.
Bu savaşın tafsilâtına
geçmeden önce, iki ordu hakkında bazı malûmatlar vermeyi lüzumlu gördük:
Yıldırım Bayezid'in
ordusu 150.000 kişilik bir ordu idi, fakat bunun 50.000 kişisi yeni
fetholunmuş beyliklerin askeriydi. Bunlar Yıldırım Ordusunun intizam ve
sadakatindeki yüksek mertebeye gelemedikleri gibi, Timur'un bu savaşta galip gelmesi
halinde, yeniden beyliklerine kavuşma ümidini de taşıyan askerlerdi. Bunlardan
bazıları şunlardı: Sırp, Karaman, Germiyan, Aydın ve İsfendiyar kıtalarıydı.
Timur'un ordusu ise;
700.000 Tatar süvarisinden mürekkep olmakla beraber, başıbozuk bir Asya ordusu
değil, aksine her 10 nefere bir onbaşı, 10 onbaşılık bir kuvvete bir yüzbaşı,
10 yüzbaşılık bir kuvvetle bir binbaşı, 10 binbaşılık kuvvete bir emir, 10
emirlik bir kuvvete bir emir'ül ümera kumanda ediyordu.
Timur, ordusunun sağ
cenahına oğlu Mirza Amir Şahin'i, sol cenahına Mirza Emir Şahruh'u koyarak,
merkeze de bizzat kendisi geçerek, bütün orduya kumanda ediyordu.
Bayezid'in ordusu ise,
sol kolda Sırp Kralı İstafan ile Rumeli askerinin bir kısmı, Şahruh'a karşı,
yani sağ cenahta Yıldınm'ın oğlu Şehzade Süleyman Çelebi ile Anadolu askeri,
merkezde ise kahraman oğlu kahraman Yıldırım Bayezid, Yeniçeri askerleriyle yer
almıştı.
İlk hücumu Mirza Amir
Şahin başlattığı görüidü. Yapılan şiddetli hücumu, Rumeli askeri fevkalâde bîr
şekilde püskürttü. Davul ve zurnalar çalıyor, koçyiğitler naralar atıyor,
oklar havada hedefine müteveccihen vızır vızır vızıldıyordu. Timur, önünde
bulunan.32 filin ve 10.000 zırhlı askerin arkasında sağa-sola emirler
yağdırıyordu.
Yıldırım Bayezid ise,
çala kılıç dövüşüyor ve omuz üstünde baş bırakmıyordu...
Timur, verdiği bir
emir üzerine merkez kuvveti, Yıldınm'm merkez kuvvetine şiddetli bir hücum
yaptı. Ne var ki müdafaanın şiddeti hücumdan daha az şiddetli değildi.
Timur'un merkez kuvveti yediği karşı darbe ile şaşırdı, geri dönemeyip
bozuldular ve sol tarafa yıkılmağa başladılar. İşte zafer yine Yıldırım
Bayezid'e gül yüzünü göstermeye başlamıştı... Fakat...
Tam zaferin Yıldınm'a
müteveccih olduğu anda, Kara Tatarlar Timur'un ordusunda yer alan Tahiruddin
tarafına geçtiler. Geçmekle de kalmayıp, Osmanlı askerinin üzerine ok atmaya
başladılar. Bir şaşkınlık meydana geldiği sırada, Ger-miyan, Aydın ve Saruhan
askeri de Timur ordusunda bulunan beylerin yanına iltihak ediverdiler.
İşte bu durum savaşın
neticesini değiştirirken, Yıldırım namına büyük bir şanssızlığı da beraberinde
getiriyordu. Çünkü zaten çok büyük bir fark olan 700.000 ile 150.000 arasında
ki oran, takriben 30.000 askerin de gidişiyle kabil-i kıyas olmaktan çıkmıştı.
Çünkü 30.000 asker Yıldınm'ın ordusundan ayrılmakla kalmamış, karşı kuvvet
tarafından olarak saldırmaya başlamıştı. Bu da yetmiyormuş gibi, düşmanla
içice bir durum ortaya çıkmıştı.
Şehzade Süleyman
durumu görünce, Sadrazam Ali Paşa'ya;
«— Paşa, ne yapmak
lâzımdır?» diye sordu. - .
Sadrazam:
«— Kaçmak selâmettir,
gidelim!» diyerek atının başını çevirince, Şehzade Süleyman Çelebi de ona
uyarak, Bursa'ya doğru at sürmeye başladılar.
Yıldırım, bu olanları
gördükten sonra, atının üzengileri üzerine doğrulup, Timur'un merkezine bir
nazar atfettikten sonra, bütün şiddet ve sür'atiyle Timur ordusunun kalbine
dolu dizgin, çala kılıç ilerlemeye başadı. Önüne çıkanlar yedikleri darbe ile
canlarından oluyorlardı.
O sırada Çelebi Sultan
Mehmed, emsalsiz kahramanlıklar gösteriyor, kılıcını bir vüc?uddan çıkarıp,
başka bir boyun uçuruyordu. Elhak kahramanlığın, şecaatin en güzel örneklerini
ortaya koyuyordu. Timur Ordusunun nice birliklerini yerle bir ediyor, fakat
tükenmez sel gibi gelen taze birlikler, kafi zafere imkân vermiyordu. Buna
mukabil Çelebi Meh-med'in dilaverieri şehitlik şerbetini içtikçe, onların
yerine takviye gelmiyordu. Çelebi Mehmed'in dayanması, artık kahramanlık
olmaktan çıkıyor, bir intihara gidişe benziyordu. Lalası Bayezid Bey 800 süvari
ile, ileride Osmanlıyı yeniden kuracak olan bu kahraman şehzadeyi, güç bela
ric'ate razı ediyor. Tokat ve Amasya taraflarına çekilmeyi kendisine kabul
ettiriyordu...
Artık, harp sahnesinde
Kahraman oğlu kahraman Yıldırım Bayezid Han ve O'nun bir avuç mücahid
arkadaşları kalmşı-tı... Şehzadelerden de yalnız Musa Çelebi vardı...
Durum böyle bir
raddeye gelince, Minnet Bey adlı cengâ-ver:
«— Sultanım,
kazanmamız mümkün görünmüyor. Harb meydanından siz uzaklaşıncaya kadar ben
sancak altında kalır, askerimizle düşmanı oyalarım.'» dedi. Yıldırım, bu
teklifi dinlemedi bile... O düşmandan, harb meydanından kaçacak bir kalıbın
adamı değildi... Atını yeniden mahmuzlaysp, can ala ala Timur'un üzerine doğru
uçmaya başladı. Önünde kimse duramıyordu.
Timur, Yıldırım
Bayezid'in yalnız başına etrafı yara yara üzerine geldiğini görünce, korkudan
titremeye başladı. Bu sırada Timur'un yanında bulunan Germiyanoğlu, Yıldırım'ı
göstererek «Hünkarım, ciğerini almaya gelen Yıldırım'dır.» diye bağırdı..
Ne var ki Timur'un
askerleri, bu kahraman padişahın üzerine ağ atmışlar ve onu atından
düşürmüşlerdi. Elindeki hançerle kendisini müdafaa eden padişah, bu arada
birçok kişiyi daha telef etmişti. Sonunda toplu bir hücumla elinde hançeri
olduğu halde kendisini yakaladılar ve esir ettiler. Mağlubiyet kesinleşmiş,
Osmanlı hükümdarlarının en cengâver evlâdı Yıldırım Bayezid Han esir olmuştu...
«Bir şem'a ki, Mevla
yaka bir vech ile sönmez.»
(Allah'ın yaktığı
ışığı kimse söndüremez.)
Osmanlı kaynaklarına
göre; Yıldırım Bayezid'in izdivaç ettiği hanım sayısı, Germiyanoğlu Süleyman
Şahın kızı Devlet -şah Hatun ile başlar ve bu birincidir. 2. si ise, Sırp Kralı
La-zar'ın kızı Maria veya Olivera Despina'dır. 3. hanımı ise Aydi-noğlu
beyliğinin reisi İsa Bey'in kızı Hafsa Hatundur. Devlet-şah Hatun, annesi
tarafından Mevlâna Celâleddin Rumîye Mevlânanm oğlu Veled Çelebinin kızı
Mutahhare Hatundan dünyaya gelmesiyle mensubdur. Düğünleri 778/1378'de yapılırken
çeyiz olarak Germiyanoğlu Tavşanlı, Emet, Simav şehirlerini verdi. Devlet Hatun
İsa ve Musa Çelebileri dür-ya'ya getirmiştir. Devletşah Hatun 1414'de Bursa'da
vefat ettiğin de 1402'de husulegelen Ankara hezimeti ve kocası Yıldırım
Bayezid'in vefatının üzerinden oniki yıl geçmişti. Ta-biiki iki oğlunun taht
kavgalarının da şahidi olduğunu göz önüne alırsak bir hayli muzdarib yıllar
geçirdiğine hükmedebiliriz. Bir rivayete göre Devlet hatun'un Çelebi Mehmed'in
de validesi olduğu söylenirsede bu hususu doğrulayan herhangi bir kayıt
olmadığını, tam tersine Çelebi Mehmed Sultanın annesinin, bir mühtedi olan,
816/1414'de ölen adînin dahi bilinmediğini, İsmail Hakkı CJzunçarşıh
vesikalarla ispat edilmiş demektedir. Yıldırım'ın ikinci hanımı Sırp Kralı
La-zar'ın kızıdır. Kosova savaşı sonrasında Lazar'ın yerine geçen Lazaroviçle
antlaşan Yıldırım Bayezid bu evliliği siyasi açıdan pek münasip gördü. Olivera
Despina adlı bu hanımın Maria diye anıldığı varittir. Osmanlı tarihçileri bu
kadının padişahı baştan çıkardığını bu işte sadrıazamı Çandarlı Ali Paşanında
engelleme yerine teşvikkâr olması ayrı bir talihsizlikse de, Yıldmm'a düşen
cihangir bir ruha sahip olma, yürekli ve bilekli bir dev şahsiyet olarak
kendisini taşımak ve muhafaza etmek olmalıydı. Hemen ilâve edelimki bu hanımın
erkek kardeşi Stefan Ankara savaşı esnasında bozgun husule geldiğinde
sadnazamından tutunda, evlâtlarının çoğunun firar yoluna düştüğünde eniştesini
bırakmayarak onunla birlikte kılıç salladığını kaimbiraderin sadık bir kimse
olarak temayüz ettiğini hatırlatalım. Maria Despina'nin müslüman ismi alıp
aimadiğinı, Islâmla şereflenip şereflenmediğine dâir bir bilgiyede sahip
değiliz. Ancak Yıldırım Bayezid'den olan iki kızı ile beraber Bursa
Yenişehir'de Timur'un adamları tarafından yakalanmışlar ve Kütahya'da bulunan
Timurlenk'e'gön-derilmiş ve Timur'unda bu hanımı saki gibi yâni içki dağıtıcısı
olarak sofrasında bulundurduğu mehazımız olan Padişahların Kadınlar ve Kızları
adlı kitapda, 8. sahifede yer almaktadır. Bayezid'in 3. hanımı olarakda Aydınoğlu
Beyliğinin reisi Isa Bey'in kızıdır. Kosova zaferi sonrasında Anadolu Beyliklerini
Osmanlı genişlemesini engellemek ve onlarca yutulmayı önlemek için kurdukları
komployu haber alan Yıldırım, en iyi müdafaa, hücumdur anlayışı içinde bunların
üzerine tek tek yürüdü. Aydınoğlu Isa Bey, Yıldırım karşısında harben bir şey
yapamayacağını kestirdiğinden ve bu arada da Hafsa Hatun'un talibi olan
Yıldırım'ı kendine damat olarak uygun gördüğünü söyleyince iş kolaylaştı.
Osmanlıya akraba olurken, topraklarının bir bölümünü de böyiece muhafaza etmiş
oldu. Hafsa Hatun hakkında fazla bir bilgi sahibi olmadığımız gibi Tire'de bir
çeşme, Bademiye'de bir zaviye yaptırdığını, vakıflar kuran biri olduğunu
öğreniyoruz. Yukarıda saydığımız üç hanımın dışında Aldersonun iddiasına göre
Osmanlı Devletinin bu 4. padişahı şu kadınlarlada izdivaç yapmıştır: Salono
Kontu Louise Fadrique'nin kızı Maria, 5. Jan Paleologos'un adı bilinmeyen kızı
Angelina, Macar John'un kızı Maria, Kostantin'in adı bilinmeyen kızı olmak üzere
dört hanımı ileri sürer. Bizim kaynaklarımızda bunlara-dâir hiç bir kayıt
yoktur. Bu bakımdan böyle iddialarıda ihtiyatla karşılamak gerekir ve
hedefleri meçhul iftiralar olarak değerlendirmekte yanlış olmaz. Hazreti
Yıldırım Bayezid'in kız evlâtlarına gelince; bunların hemen başında Hundi
Ha-tun'u zikretmek gerekirki bir kutlu rüyanın ışığında gerçekleşen bir
evliliğin sahibidir Hundi Hatun. Hani derlerya gökyüzünde kıyılmış nikâhlar
vardır! Ondan bir nikâhtır bu hanım-sultanin yapmış olduğu izdivaç çünkü damad
Mehmed Şem-seddin nâmı diğer Emir Sultan'dır. Padişah kızı bu nasibi rüyasında
görmüş ve orada işaret edilen sırra bağlı olarak herhalde Rumelide seferde
olan babasına Emir Sultan'a varacağını bildirmiştir. Yıldırım da her zamanki
gibi öfke atına binmiş ve kızı ile müstakbel damadı katlettirmek için kırk
kişilik bir kuvvet göndermişsede evliyanın eazımından olan Bunari (k.s)'u
muhafaza eden Mevlâmız, gelenleri bir kaditmişler gibi hareketsiz hâle
koymuştur. Bu olağan üstü hâli haber alan padişahın mukavemeti kırılmış ve
kendi elleriyle kızını bu yüce zâtla evlendirmiştir. Hundi Hatun bu izdivaçda
üç evlat doğurmuş ve Emir Ali adı verilen oğul ile iki kızı olmuştur. Neçâre,
bu çocuklar annelerinden evvel, bu dünyadan ayrılmışlardır. Hundi Hatun, Emir
Buharinin Bursa'daki türbesinde medfundur. Oruz hatun diye de bir kızı olan
Yıldırım' in bu evlâdı hakkında bir malumat bulunmamaktadır. Yine Fatma Hatun
adıyla bilinen diğer bir kızı ağabeyi Emir Süleyman Çelebi tarafından Edirne'ye
götürüldü. Bizans İmparatoru İle anlaşan Süleynaan Fatma Hatunu Bizans'a gönderdiği
ve bununla antlaşmaya sadık kalacağını ispata çalıştığı söylenir. Sultan
Çelebi Mehmedin kızkardeşinİ Bizans'tan, Bursa'ya getirttiği ve orada bir
sancakbeyi ile evlendirdiği bilinir. Fatma Hatun vefatından sonra Orhan Gazi
türbesine defnolundu. Erhondu Hatun adlı bir kızı daha olan Bayezid'in, ünlü kumandanlardan Pars bey'in oğlu Yakup bey
ile evlendirdiğine dâir, elimizde fc>.ilgi olup, Umur ve Çelebi Mehmed adlı
iki oğlu olan Erhondu Hatun hakkında da
daha fazla malumat sahibi değiliz. Lakabı ile müsellem Yıldırım Bayezid'in
oğullarına gelince; yaş sırasına göre; Süleyman, Ertuğrul, İsa, Mustafa,
Mehmed, Musa, Kasım, Yusuf, Hasan, Büyük Musa ve İbrahim olmak üzere 11 erkek çocuğu
olmuştur. Ankara savaşından sonra meydana gelen fetret devri diye anılan
dönemde devlet-i âliyye, 13 sene gibi mühimce yıllan taht kavgalarıyla
geçirmek mecburiyetinde kaldı. Mütecaviz Timur, bu saldırısıyla müslümanların
büyük bir bölümünün ızdırablara duçar olmasına sebeb olduğu gibi, İslâm
faaliyetinin, inkıtaa uğramasına sebeb olduğunu asla unutmamalı ve onun bu
tecavüzünü asla hiçde hoş görmemek lâzım gelir. Sultan Yıldırım Bayezid'in
sadnazamlanna gelince Çandarhzâde Ali Paşa, babasından devr aldığı sadareti,
Kosova Meydan savaşının yüce şehidi, Murad-ı Hüde-vandigâra hizmetle
geçirirken, takdir tecelli ettiğinde ve tabt-i âli Osmaniye Yıldırım geçtiğinde
babasından kalma sadrı-azama görevinde devam etmesi emrini veren yeni padişah,
tek çiçekle yaz olur mu? Sorusunuda sordururcasma, tek sadrıazamla 13 yıl süren
saltanatını tamamlarken, Yıldırım; Ankara savaşında ya şahadet ya istiklâl
diyerek elindeki gürzü ile Timur saflarını darmadağın ederken sadrıazam Ali Paşa
cebanet göstererek hem kendi etti firar hemde mahdumları kaçışa zorladı. Musa
Çelebide babasının yanında pürsa-dakat, meydan-i harbi terk etmedi. Dolaysıyla
aslında tecrübeli sadrıazam Yıldırım'ın Timur karşısındaki, hâl ve tavrını
kellesinide kaybetmeyi göze alarak, üst perdeden değil makule çekmenin yolunu
bulsaydı vazifesini başarıyla tamamlamış olur idi.
Esirleri bağışlıyan,
bağışladığı esirlerin yeminlerini de kendilerine iade ederek «gidiniz,
kuvvetlerinizi toplayınız ve benim üzerime geliniz. Ben sizleri yenmek için,
daima burada olacağım..» diyen bu kahraman padişah, şüphesiz ki esir olarak
yaşıyamazdı. Hele bu mağlubiyetten sonra, ona mülkü ve tahtı iade olunsa dahi
yaşıyarnazdh Çünkü o zaferler kazanarak İslâmı, bütün bayrakların üzerinde
dalgalandırmakla vazifeli bir kahraman padişahtı... O yüzden yaşamadı. 40 yaşında
ebedî hayata geçtikten sonra şehid babası Hüdavendi-gâr'ın istediği gibi, hem
kendisini, hem de babasını hayırla yâd ettirecek bir isim bıraktı. Yıldırım
Bayezid Han, 14 yıl süren padişahlığında sayısız zaferler kazandı. Birçok
vakıf ve ederler meydana getirdi.
Mekânı cennet, makamı yüce
osun. (Amin) Rahmetulahi Aleyh