Bunlar Belalarını Nasıl Boldular?
Bir Topluluk Kendi Hakkındaki Hükmü..
2. Süleyman Döneminin Batıyla Savaşları
2. Süleyman'ın Sadrazam Ve Şeyhülislâmları
Annesi: Sâliha Dilaşub Sultan
Doğum Tarihi: 1642
Vefat Tarihi: 1691
Saltanat Müd.: 1687-1691
Türbesi: İstanbul Süleymaniye Camii Yanı.
4: Mehmed'in tahttan
indirilmesini müteakip Sultan İbrahim'in ikinci oğlu şehzade Süleyman, Kaanuni
Sultan Süleyman münasebetiyle, 2. Süleyman unvanıyla cihan tahtına çıkarıldı.
Ancak kapatılmış olduğu Şimşirlikte, ömrünün 47. senesini yaşamakta olan
şehzade Süleyman'ın yanına' gelen Kızlarağasi Ali Ağanın, geliş maksadını
hayatına kast edileceği şeklinde telâkki ederek:
-Baka Ağa, iki rekât
namaz kılayım da, kuşça canımı öyle alasınız! Beyanında bulundu. Ağa asla böyle
bir şey olmadığını, padişahımız taht'tan indirilmiştir. Yerine siz tahta iclas
edileceksiniz dediyse de, şehzade Süleyman'ı iknaa muvaffak olamadı. Ancak
aynı yere yakın bulunan, şehzade 2. Ah-med, padişah olacak kardeşine itimat
etmesini, haberi veren Ağa'nin pek muhterem birisi olduğunu böyle karışık
işlere âlet olmayacak kimselerden olduğunu belirtti. Bu kefalete kanaat hasıl
eden 2. Süleyman tahtına dolayısıyla devletin bahtına doğru yürüdü, tahtın
kurulu olduğu salona dahil olup, Osmanlı devletinin 22. padişahı, 12. halifesi
olarak işbaşı yapmış oldu. Bu meyanda da uzun yıllar kaderini paylaştığı
kardeşi şehzade Ahmed'i bulunduğu yerden daha iyi yer olan bölüme naklettirme
yardımını gerçekleştirdi.
Taht'a çıkış
hususunda, Sultan 2. Süleyman'ın cülusunu bizzat görme şerefine eren ve o
sırada, sarayda vazifeliler arasında olan meşhur "Silahtar Tarihi"
sahibi Fındıklılı Meh-med Ağa'nın eserinden bir özetleme yaparak, aşağıya alacağımız
hususu nakli uygun gördük:
".Kapı Ağası
İbrahim Ağa, benim Enderun koğuşlarına gitmemi ve İçoğlanlanna Fethi şerif
okumalarını padişahın emretmiş olduğunu bildirmemi istedi. Ben de aldığım
talimatı İçoğlanlanna <Kapinızı kapatın, Fethişerif tilâvet buyurun.
Padişahımız efendimizin emridir. Zinhar kimse dışarı çıkmasın, buyurdu>
Dedim" Mehmed Ağa şöyle devam ediyor: "Ol vakitlerde İçoğlanları
zapturaptan çıkmışlar, aralarında er-bab-ı maarif kalmamış idi. Adetâ birer av
askeri olmuşlardı. Padişahımız 4. Mehmed'i , o kadar severlerdi ki; maazallah
dışarıdan saraya bir yürüyüş yapıldığını görseler Sultan Mehmed'in uğruna
şehzadeleri hemen öldürürler ve hanedan'da tek kalması temin edilen padişahın
taht'tan indirilmesini önlerlerdi. Padişah'a büyük sevgileri, Kapıağası Hacı
İbrahim Ağa'nın verdiği emir, 4. Mehmed'in emri sanıldığından ınkı-yad olunmuş
yâni emre uyulmuş ve taht'taki değişiklik hadisesi yapılabilmişti."
2. Süleyman Hân'ın tahta
geçmiş olması, karışıklıkların sonunu getirmedi. Çünkü; memleketin
karışıklıklar arasında kalmasının yegâne sebebi padişah değil, mesuliyet genel
yapıda idi. Yeniçeriler İstanbul'da kazganı kaldırmışlar, hristı-yan ve
yahudilere aid haneleri yağma etmişlerdi. Yapılan bu yakışıksız harekâtı birde
sadrazam Siyavuş Paşa'nın konağına sıçrattılar. Yağma hareketinin yavaş yavaş
Siyavuş paşa ve ailesi efradının hayatını tehdid eder hâle geldi. Siyavuş Paşa
nefsinizi ve ırzınızı koruyun, ilâhi fermanına riayet ederek yeniçerilere
direnme yolunu tercih etti. Bu direnme sonucunda Siyavuş paşanın şehidler
zümresine iltihakı yaşandı. -Allah rahmet eylesin.
Sadrazam Siyavuş
paşanın vefatı makamı sadarete Nişancı İsmail paşa'nın tâyinini gerektirdi. Bu
zâtın yetmiş beş gün süren sadaretinden sonra makam, yeniçeri eski ağalarından
Tekfurdağlı Mustafa Paşa'ya tevcih olundu. Bu sırada 4. Mehrned zamanında
Nemçeye karşı ilân olunmuş savaşın devamına karar verilmesine rağmen, kimimizin
ihtilâl, kimimizin isyan dediği karışıklıklar seferin hazırlıklarını yapmamıza
imkân bırakmadı. Bundan istifade yolunu bulan Avusturyalılar, yâni Nemçe'liler
Venediklilerle antlaşma yaparak Macaristan, Yunanistan, Dalmaçya ve Bosna
vilayetlerinde bir çok kaleyi ve beldeleri istilâ etti.
üyvar, İstoni Beigrad,
Varadin elde tutulamadı, hemen peşinden Yeğen Osman paşanın korkaklık ve
ahmaklığından, Semendire, Vidin, üsküb, Şehirköyü elden çıktı. Buradan Sofya
havalisine gelmiş bulunan Avusturya-Venedik ittifak kuvvetleride Sofya havalisinde
at dolaştırmaya başlarken Venedikliler de, Atina ve Banaluka'yı ellerine
geçirmiş oldular. Komanova krallığı diye, bir krallık ihdas eden düşman,
Kar-poz ismindeki bir hristiyanı Komanova kralı ilan etti.
Sultan 2. Süleyman;
Avusturya ordularının yaptıkları hakkında bilgi sahibi olduğunda hemen
İstanbuldan yola koyulmuş ve Sofya'ya gelmişti. Padişah, bu seferini okadar
süratli bir şekilde yapmıştı ki; askeri birliklerin kendisine yetişmesini bir
hayli beklemek mecburiyetinde kalmıştı. Ne varki; bizim birlikleri beklerken,
düşman ordusunun adı geçen bölgeye çok yakınlaşması emniyet açısından mütalaa
edilerek, Edirne'ye padişahın dönmesi kararlaştırıldı.
Peki İstanbul'dan
gelmesi beklenen ordu niçin varması gereken menzile gelmemişti? Ali Sabri bey adlı
bir tarihçimizin tmatbuu eserinde 460. sahifede şöyle bir malumatın konulduğunu
gördük ve sayfamızı süslemeyi uygun bulduk:
".. Halbuki,
İstanbul'dan gelecek ordu bir türlü ihzar ve sevk olunamıyordu. Zatı şahane
naçar kalarak Avusturyalılar ile musalaha akdine tâlib olduysa da, gönderilen
murahhaslarımıza Avusturya tarafından mağrurane cevaplar verildiğinden, bu
maksadda hasılolamadı. Bu vaziyet karşısında 2. Süleyman Edirne'de bulunan
bütün devlet adamlarının katıldığı bir divan topladı. Bu toplantının mevzuunu,
içinde bulunulan duruma halçaresi bulma şeklinde tesbit etti. Bu irade üzerine
hazirun, ariz ü âmik müzakereden sonra tanzim eyledikleri mazbata da,
Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa'nın ma-kam-ı sadarete getirilmesini tensip
eylediğinden, padişah bi-lâtereddüd icabını icra eyledi. Tarihler bu sırada
1100/1689 senesini gösteriyordu.
Aslında padişah
Süleyman-ı Sâni, ordunun başında bizzat bulunmak istiyordu. Hatta bu hususta
yemin sahibi olduğunu beyan etmiş bulanan tarihçiler vardırki, bunların
arasında bilhassa eski sadrazamlardan Kâmil paşa başta gelmektedir. Tarih-i
Siyasi adlı eseri bunu kayda almış "bulunmaktadır. Devlet adamları,
padişahın başkumandanlığını mevcut ordunun güven vermemesinden, ayrıca padişah
komutasındaki bir ordunun, mağlubiyetinin telafi edilemez olduğu kanaatini
taşıdıklarından, orduyu hümayunun komutasını sadnazamia-ra verme yolunu tercih
ettiler.
Köprülüzâde Fâzıl
Mustafa Paşa Pek büyük meziyyetlere sahip bir kimse olan yeni sadrazam,
bihakkın Köprülüler ailesine vâris bir zâttı. Sadarete gelmesiyle ordunun
başına geçmesi arasında bir saniye bile kaybedilmedi. Askerin kuv-ve-i
mâneviyesini yükseltme hususunda çalışmalara başlamış, öte yandan ahaliyi üzen
bir takım münasebetsiz mükellefiyetleri kaldırdı. Asker içinde bulunan
sakatlan, müfsid kimseleri, haylaz subayları ordudan ihraç etti. Arkasından la
ti olan tedarikleri tamamladı düşman üzerine yola ko-
yuldu Tuna Nehri'nin
bizden tarafındaki sahilinde bulunan bazı beldeler, bir sene önce
Avusturyalıların eline geçmişti. Sadrazam, İlk iş olarak, buradaki
beldelerimizi düşman elinden kurtarmaya muvaffak oldukları gibi, işgalcileride
nehrin öbür kıyısına kaçırtmayı başardılar. Vezir-i âzamin Mora üzerine
gönderdiği, Halil Paşanın Avlonya civarını, Venediklilerin işgalinden
kurtardığı görüldü. Kırım Hânı; bu sırada Rus ordularına karşı pek net bir
zaferin mümessili olmuştu. Erdel cihetindende yüz güldürücü haberler gelmeğe
başlamıştı. Halk bu haberlerin müjdesini alması münasebetiyle mesut ve müreffeh
bir hayat sürdürmekteydi. Bu zaferlerin, avrupada yeniden kaale alınmamızı
sağladığı görüldü ve buna en önemli misal olarak, fransızlann aramızdaki
antlaşmayı uzatma talebi bu sırada İstanbul'a ulaştı.
Avusturya ile arası
bozulmuş Fransa, bizimle antlaşma yapmanın gerektiği anlayışına gelmişti!
Muzafferiyatin hemen peşinden, Fransızlar İstanbul'daki elçilerini hemen değiştirip,
Marki Dö Şatonof adlı birini tâyin ettiler. Eline de aşağıdaki talimatı
tutuşturdular. İstanbul nezdinde, Fransızların elçisi olan Dö Şatonof, birinci
vazife olarak Osmanlı devletini, Avusturya devleti aleyhine tahrik etmekti.
İkinci yapacağı işse, Lehistan Üe sulh görüşmelerine başlanmasını hızlandırmak
idi. üçüncü vazifesi de, İngiltere kralı seçilmiş bulunan Prens Oranjı,
Osmanlı devletinin tanıma hususundaki yaklaşımının olumsuz şekilde,
belirlenmesine gayret sarfet-mektir. Talimatın dördüncü maddesi Kudüs Patrik'i
tarafından adetâ zapt edilmiş bulunan, Kamame klişesinin Katolik-lere iadesini
sağlama gayreti göstermesini amirdi. Tarih-i Siyasi yazarı, esbak sadnazam
Kâmil Paşa diyor ki;
"'Bu maddelerin
birinci maddesiyle son maddesinde adamakıllı mesafe kat etmiş bulunan
büyükelçi Dö Şatanof, ingiltere kralının tanınması meselesine, kendi
padişahlarını
taht'tan indirmekte
olan bir millet, başka bir memleketin kendi hükümdarlarını tebeddüle, yâni
değiştirmelerine, nasıl muhalefet edebilir.1' Demekten kendini alamamıştır.
Köprülüzâde Fâzıl
Mustafa paşa; bütün gayretiyle adeta savaş olmadan düşman eline geçmiş kale,
belde ve arazüeri-de yeniden devlet-i âliyeye bağlamağa çalışıyordu. Ordu yeni
tanzim gördüğünden muntazam çalışır bir hâle gelmişti. Kâmil paşa kıymetli
eserinde şu beğendiğimiz ifadeyle vaziyeti ortaya koyuyor.
".. Gerek dâr ül
cihâd olan Belgradı ve gerek o havalide yed-i adâ'ya düşen(düşman eline
geçen)diğer şehirleri harben bilistirdat muzafferân avdet eyledüğü misüllü
Erdel cihetlerinde dahi Osmanlılar naili muzafferiyyat olmuşlardır."
Kâmil paşanın beyanına ne bir kelime ilaveyi ne de sadeleştirmeye lüzum
kalmadığını sanmaktayız. Ağır bir lisanla yazıldığı söylenen mezkûr eser
normal bir lügat yardımı ile okunacak asardandır. Bazı tarih kitaplarında;
bizim bu çalışmamızda 2. Süleyman unvanıyla geçen zat 3."Süleyman olarak
anılmak istenmiştir. Bunun sebebini şöyle izah ediyorlar: "1402 senesinde
vukubulan Yıldırım ve Timur arasındaki Ankara savaşı neticesi, Osmanlı
devletinin hezimetten sonra bir fetret devri yaşanmıştır. Bu dönemin oniki sene
sürdüöü malumdur. Yıldırım Bayezid'in oğullarından Süleyman Çelebi, Musa Çelebi,
İsa Çelebi ve Mehmed Çelebiyi taht mücadelesi içinde görüyoruz. Bu mücadelenin
sekiz senelik bölümünde ençok söz sahibi olarak en büyük şehzade Süleyman'ı
görüyoruz.
Ancak; ülkenin
birliğini ve bütünlüğünü sağladığımda söyleyebilmek mümkün değildir. Acı
mağlubiyetten sonra dört kardeş taht kavgasına girişmişlerdir. Şüphesiz
hepsinin niyeti makbul idi. Fakat başarıyı, çalışmasındaki ihlas ve istikame-
tin rıza-i ilâhiye
uygunluğu, Çelebi Mehmed'in Osmanlı devletinin ikinci kurucusu olmasını teceili
ettirdi.
Böylece Osmanlı
padişahlarının beşincisi olarak tahta çıktı. Böylece, şehzade Süleyman'ın
sekiz yıl olduğu ileri sürülen ve adına padişahlık denmek istenen dönemin bir
fetret: olduğu, Sultan Çelebi Mehmed'in beşinci padişah sayılma-siyla bu iddialar
ortadan kalkmış olması gerekir anlayışı gerek resmi devlet anlayışında gerekse
de müverrihlerin bir kaç tanesinin dışında, herkes tarafından kabul edilmiştir.
Bu izahlar neticesinde
vardığımız husus Sultan İbrahim'in ikinci oğlu, şehzade Süleyman, 2. Süleyman
unvanıyla taht-ı Osmaniye oturmuştur. 4. Mehmed'i tahtından eden ve 2. Süleyman'a,
yâni Sultan Ibrahimin ikinci şehzadesine taht kuran ocaklının nasıl
cezalandırıldığını ve devletin yapılan kanun ve nizam düşmanı hareke tisabırla
fakat katiyyetle nasıl cezaladığını bir tetkik edelim ve bu hususda devrin
tarihçisi olan, Defterdar Sarı Mehmed Paşa'nın Zübdei Vekayiine göz atalım:
"taht-ı Osmaniye
geçen 2. Süleyman; ağabeyinin döneminde saray ve devlet dâirelerinde kıyafet
bakımından hayii laçkalaşmış efradı bir nizam ve intizama sokup, bir avcıya
değilde bir padişaha sahip olduklarını hatırlatmak üzere demir gibi bir
disiplin uygulama yoluna gitti ve eski padişahların usûlünün, uygulanması
temin edildiğinden fazla bir itiraza muhatap olunmadı. Bir takım hilekârların
saray entrikaiarın-dan padişahı muhafaza içinde, Kaimmakam vezir Mustafa
Paşanın tavsiyesiyle Süleymaniye Camii Vaizi Arabzâde Ab-dülvehhab Efendi
padişaha müşavir edilerek her gün ders mealine geçecek çalışmalar yaptılar.
Bu arada ise Donanmayı
hümayun istanbul'a geldi ve adet üzere kaptan-ı derya Mısırlızâde Kaptan
İbrahim Paşa mutad mükafatlara nail edildi. 2. Süleyman; Mısır Valiliğini
Silahdar
Hasan Ağaya tevcih
etdi. Bu göreve giderken, Paşa hazineye ceman
195 kese akçe vermiştir. Daha önce Mısır'a gitmek üzere istanbul'dan
ayrılan Darüssaade Ağası Yusuf Ağa,
İz-nik'e varmak üzereyken peşinden koşturulan bölükbaşılar vasıtasıyla
geri getirilip, Yedikule'de, hapse kondu. Mısır'a vali olan Hasan Paşa, daha
önceleri Yusuf Ağanın, kâtipliğinde bulunmuş ve geldiği valilik makamında onun
yardımlarını hiç kaale almadan, her şeyini sattırıp, müsadere ettirmesi
herkesin hayretini mucib olmuştur. Çok geçmedende Yusuf Ağanın satılan bütün
mallarını kendisinin alması ve bunları da Yusuf Ağaya iade etmesi, tuz ve ekmek
hakkına riayetine misal gösterilmiştir. Bilindiği gibi, Sarı Boşnak Süleyman
Pa-şa'ya baş kaldıranların ileri gelenlerinden, Sipahi Ocağından Küçük Mehmed
ile Fetvacı Çavuş diye anılan zorba ve zorbalar, kablarına sığamayıp,
akıllarına gelenleri yapıyorlar ve insanların canını haylice sıkıyorlardı.
8/muharrem/1099/-14/kasım/1687'de
At Meydanında toplaşan yeniçeri ve sipahilerin her hâlü kâr da, birbirlerini
kollama hususunda anlaştıkları görüldü. İşte bu sipahilerden-de bir haylisi,
Küçük Mehmed'in şımarıklığından gına getirmişler ve ortadan kaldırmak için,
fırsat kollamaya başlamışlardı. Nasılsa, durumu haber alan Küçük Mehmed firara
şitab ettiyse de, Topkapı sarayı yanındaki, darbhane önünde yakalayıp,
katletmişler ve buldukları bir Ermeniye, sürüklete sürüklete At Meydan'ına
götürüp teşhir etmişlerdir. Kendi yoldaşları, canını alıvermişlerdiki, ibret
alınacak haldendir.
Yeni padişah cülus
bahşişini tehir etmekle beraber, askerin tamamına, maaş denen ulufelerini
ödetmiştir. Fakat cülus bahşişini alamayanlar memnuniyetsizliklerini ifadeye
başvurdular. Bunun üzerine eski usûle riayeten veziriazam sarayında sergi
açılıpda, sipahilere cülus bahşişi tediyeye başlandı-. ğında, sipahiler, yeniçeri kardeşlerimize
verilmedikçe, biz de
almayız nâralanyla
isyan ettiler. Halk İse; bundan hayli tedirgin oldu. Sadnazamın mektuplusu
olan Ağada ertesi gün yolda giderken, bazı eşkiya ruhlu sipahi ve yeniçerinin,
yalın kılıç saldırısına maruz kalıp, bir güzel soyulup, soğana çevrildi. Cülus
bahşişi verilemiyor diye olanlara çok üzülen padişah, imkânları araştırdı.
Fakat tediyeye hazinede takat olmadığını görüncede selamıyla durumu tebliğ
etti. Binbela ile kabul edildiği görüldü. İsyancıların; sadnazam yaptığı
Siyavuş Paşa; tabiiki bu emrivakiden kaçınması, en azından kendi hayatı
noktasından, gayrı kabildi, adetâ bir intihar mesabesinde olurdu.
Zaten; 4. Mehmed'in,
bu emrivakiyi siyaseten de olsa, meşrulaştırması tabiiki göreve devama yol
açmıştı, nihayet Osmanlı Devleti sadnazamı olmak şereflerin içinde ulu bir
zirve değilmidir? Ancak bu görevin zor taraflarından biri ise çapulcuların,
görev yağmasına bir yön verebilmektir. Bunu işbaşına gelişteki gayrinizamilik
haylice zorlaştırır faktördü.
Nitekim; Bölükbaşılar;
"bundan böyle Mirî Mukattaalar Sipah ve Sipahi zümresine verilsin,
gulâmiye eskiden beri bu ocaklara bağlıdır" demek suretiyle tavırlarını
ortaya koyarlarken, görev talebleri de her geçen gün çoğalıyordu. Bunların
içinden; Çolak Hüseyin Türkmen Ağalığını, Tokat kethüdası Hamza, Tokat
Voyvodalığını, Kel Hasan Galata Voyvodalığını, Karamanlı Osman, Mardin
Voyvodalığını satın almışlardı. Kel Pîrî, Edirne'deki Sultan Bayezid Camii
mütevel-liliğini kendisine verdirmiş, Kayserili Şeydi Mehmed Hünkar kapıcıları
kethüdalığına getirilmişti, padişahın arzusuna bağlı imrahorluklara da. kendi
gönüllerine göre bir kaç zorbanın tâyini temin edilmiş, bölükbaşılar
zorbalıklarıyla. Tabii bu arada da zorbalar yeniçeri ağa'sını da tebeddüle tâbi
tutmayı başardılar Cidde Paşalığı verilen Cadı Yusuf Ağa da yeniçeri
ağalığından alınarak yerine, Dülbent Ağası Cerrah Mustafa
Ağayı tâyin
gerçekleştirilmiştir. Serçeşme Yeğen Osman Paşaya ise, Rumeli Beylerbeyliği
ikram edilmiş vede hemen görevine gitmesi istenmiştir. Ancak çok geçmemiş
Cerrah Mustafa Ağa'nın Cezayir Paşalığına tâyini çıkarılmış ve boşalan
yeniçeri ağalığınada Sekbanbaşı Harputlu Ali Ağa tâyin olunmuş vede zorbaların
hakkından gelecek adam olarak ümide varılmıştır. Fakat bu tâyin zorbaların
ağzının tadını bozmuş ve sadrıazam, bizim arzumuz dışında mansıb dağıtmağa
mezun değildir! Böyle yapmasını kendinden değil, ka-immakam olan Köprülüzâde
Fâzıl Mustafa Paşanın, te'sir sahasına girmesindendir teşhisini koymuşlar ve
doğruca sadnazamın huzuruna varıp, Köprülüzâdeyi Boğaz muhafızlığına gönderme
isteğini iletmişlerdi, Siyavuş Paşa da bu arzuya mukavemete lüzum görmeyip
isteği yerine getirmiştir. Bütün bunlar olurken takvimler,
7/rebiülahir/1099-10/şubat/1688'i gösteriyordu. Busırada da şeyhülislâmlık
görevini ifa etmekte olan Debbağzade Mehmed Efendi'yi efkârlarına aykırı gören
zorbalar güruhu, makam-ı meşihate "de karışmaktan kendilerini alamadılar
ve Nâkibuleşraf vazifesinde yer alan Seyyid Feyzullah Efendi'yi 14/şubat da
şeyhülislâmlığa irti-ka ettirdiler. Hemen ilâve edelimki Silahdar Târihinde, bu
şeyhülislâm olan Seyyid Feyzullah Efendinin saâdat'dan olması, hilafı hakikat
idi dediğini ve kendisinin sihirbazlıkla tanınmış olduğunu hâttâ padişahın
huzurunda hilat-ı beyzayı giyerken, 2. Süleyman, Hasodabaşının kulağına eğilipde
bu adam sahir, yâni sihirbazdır dediğini İsmail Hakkı üzunçarşılı haber
vermektedir. Yukarıda Fetvacının öldürüldüğünü ve Sultanahmed meydanına, bir
Ermeniye sürükletilerek götürüldüğünü kaydetmiştik. İşte bu vak'a üzerine
sipahi ve yeniçeri askeri bir daha ittifak ederek, bu işin intikamının alınmasına
kasem etmişlerdi. Yeniçeriağasi; Harputlu Ali Ağa hemen yanına aldığı küçük
bir maiyet askeriyle, Sultanahmed Meydanına varmış, ağaların öfkesini ve
yapması muhtemel olaylara fırsat vermemek maksadı güderken, orada ittifak
mensupları Harputluya saldırdılar ve "Fetvacı Çavuş'un suçu ne idi? Onu,
niçin öldürttün?" Nidaları ile yalınkılıç üzerine saldırdılar vede hem onu
hem de yanındakileri şehid edip, Sultanahmed Meydanını salhaneye döndürdüler.
Artık ok yaydan çıkmış, isyan ateşi yeniden alevlenmişti.
İlk hedef; Defterdar
Hüseyin Paşanın evi olmuş peşinden veziriazam Siyavuş Paşanın konağına
yollanmışlar konakta bulunan şeyhülislâm Seyyid Feyzullah Efendi, Anadolu Kazaskeri
Abdurrahimzâde Mehmed Efendi, evi harap edilen defterdar Hüseyin Paşa da burada
olduklarından, kapılan kapatıp eşkıyayı içeri sokmamışlardır. İsyancılar
Sultanah-med'de öldürdükleri Yeniçeri Ağası yerine, aralarında bulunan Hacı
Ali adlı birini makama tâyin etmişler ve kuşattıkları veziriazam
konağındakileri pes ettirmeye çalışmışlardır. Veziriazamı, kendilerine ihanet
etti şeklinde yaftalayan bu güruh, Ağa seçtikleri Hacı Ali'nin de özel
gayretiyle bir gün bir gece zaman zaman saldırılarını yinelediler.
Sonunda şeyhülislâm ve
kazasker Efendileri dışarı çıkardi-lar. Hacı Ali, veziriazam'ın öldürülmesi
kanaatini bir emir halinde yanındakilere belirtti. Bu aradada sadaret
mührünüde, şeyhülislâm efendi aracılığıyla Siyavuş Paşadan almışlardı. Sabaha
karşı konağa dahil olmayı başaran azgın haydutlar, bir müddet ortalığı
yağmalamaya başladıklarından sonra Siyavuş Paşanın konağının, harem tarafına
girmeye teşebbüs ettiklerinde yukarıda da söylediğimiz gibi nefis ve namusunu
korumakla emr olunan her insanın yapması gerekeni, ortaya koyan eski
veziriazam, evinin hizmetkârları ile birlikte bu pespaye güruha önce oklarla
sonra da kılıçlarıyla karşı koymaya başladılar.
Ancak; kar güneşe ne
kadar dayanırsa, azlık çokluğa o kadar direnebildi ve birer birer şahadet
şerbetini içtiler. Can-verdiler, namuslarını sağ iken, kirletmeye komadılar.
Onların şahadeti Mevlânın kefaletinde olduğunu idrak içinde, terk-i dünya
etdiler.
Ne hazindir ki;
önlerinde maddi engel kalmayınca, mânevi engellerden uzak ruhlu bu haydutlar,
Siyavuş Paşanın haremine daldılar her tarafı yağma ettiler. Hâttâ bir kaç
cariyeyi de gaza malımız, diye odalarına götürmek üzere hamallara teslime
utanmamsşlardır. Şehid Paşanın; iki yavrusunuda götürenlerin elinden,
Seyyidierden bir zat, bir kaç akçe vererek kurtarmaya muvaffak olmuştur.
Sonrada; bu güruh Ağakapı-sına gitmişlerdir. Ve şer'le dâvamız var demek
suretiyle iddia sahibi olma küstahlığını da sergilemişlerdir.
Sadrsazam Siyavuş
Paşanın şahadeti sonrasında, sadaret kaimmakamlığına getirilen Kirli İsmail
Paşa, sadarete asaleten getirilmiş ve fitne erbabının ortadan kaldırılması işi
ona havale edilmiştir.
Şeyhülislâm Seyyid
Feyzullah Efendi, Anadolu Kazaskeri Abdurrahimzâde Mehmed Efendi, Rumeli
Kazaskeri Ebu Sa-idzâde Feyzuliah Efendi, İstanbul Kadısı Antakyah Mustafa
Efendiler, bir gün evvel asilerin davetine uyarak. Ağakapısı-na gitmiş
olmalarından dolayı derhal azlolundular. Makam-i Meşihate 2. defa Debbağzâde
Mehmed Efendi, Anadolu Kazaskerliğine Hekimbaşızâde Yahya Efendi, daha önce
padişah imamı olan Mehmed Efendi Rumeli Kazaskerliğine, İstanbul kadılığına
da Mirza Mehmed Efendi getirilmişti.
Sadrıazamın konağı
önünde, isyancı haydutların yeniçeri-ağasi ilân ettikleri Hacı Ali de ele
geçirilmiş bir günlük hapisten sonra dünyadan kaydı silinmiştir. Bu arada
şeyhülislamın
görevinin ehli
olmasının önemi aşağıya alacağımız vak'a da kendini gösterir:
"Deli Pîrî Ağa
ile Tekeli Ahmed adlı zorbalar, Fâzıl Mustafa Paşanın, merhum sadrıazam Siyavuş
Paşayı yönlendiriyor diye ondan kurtulmak istediklerinden katlini taleb
etmişlerdi. Debbağzade Mehmed Efendi bu fetvayı istemenin esbabını, suçu nedir?
Padişah aasîmi oldu? Düşmana kale mi verdi? Düşmandan yüz çeviripde
bozgunluğamı sebeb oldu? Söyleyin diye sual ettiğinde cevab alamayınca, asıl
sizin idamınız için fetva lâzım, ülkeyi harab, ümmeti berbad ettiniz. Ben Fâzıl
Paşa için, aleyhte fetva veremem, kime giderseniz gidiniz diye onları kovmayı
gerçekleştirdi. "İşte makam-ı meşi-hatde bulunanların böyle azimkar olduğu
her dönemde, yanlışlıklar ve fitneler, sabun köpüğü gibi erimiş gitmiştir.
Yâni makam doğru olup, mâliki makama güç vermelidir.
Mevlâmız yüce
kitabında; bir topluluk kendi hakkındaki hükmünü değiştirmeğe gayret
göstermezse, Allah (c.c) de, onlar hakkındaki hükmünü değiştirmez mealinde biz
kullarına işarette bulunur. Bir çok târih eserinde "Sancak Vakası"
adıyla yer alan vede almasının çok önemli olduğu meşhur vak'ayı, bizde buraya
dercederek sahifelerimizi süsleyelim.
4. Mehmed'in tahtdan
inmesine ve kardeşi, 2. Süleyman'ın padişahlığını yürütmeye başlamasına rağmen
uslanma bilmeyen azgın güruhunun, sebeb olduğu cami duvarına bevl etmek, gibi
bir hâle benzer durumlar, zaman zaman görülmüş demek ki, gasb ve gadr'den
kurtulma zamanı gelme-mişki toplumun bu elemli ve zulümlü halden, halas bulması
kabil olamamıştı. Yine bir hadisenin peşinden geçici bir sükunet hâsıl
olmuşken dükkanlarını açıp alış-verişe hasret esnaf yine yeniçeri ve sipahinin
ortaklaşa tertip ettiği bir yağmanın, başladığını gördüklerinde, birer birer
dükkânlarını ka-pamağa başlamışlardı. Ancak bu serkeşler nihayet bir yağlıkçı
(mendil) dükkânına girmişler ve de orayı yağmalamaya başlamışlardı. Yağlıkçı
Emîr Bey saâdatdan biri olup, bir değneğin ucuna beyaz bir mendil bağlamış ve
avaz-ı bülend (yüksek sesle) ile: "ümmet-i Muhammed'den olan sancak dibine
gelsin" diye, bağırmaya başlayınca, yürekleri yanık esnaf, Sancak -ı Şerif
çıktı zannederek toplanmağa koştular ve yağmacılara karşı bir toplu hareket
başlattılar. Bu hareket birdenbire öyle yayıldı ki, o dönemin esnafının
beş-alti bin tanesi, sancakdar Emîr Efendinin peşinde, Bedestan, Arasta,
Saraçhane, Bit (Bat) Pazarı, üzün Çarşı, Kapalı Çarşı esnafı saraya doğru yola
çıkmışlar, bir yandan kelime-i tevhid, bir-yandan da düşmanı kırmak isteyen,
bize katılsın diye nida ediyorlardı.
Darüssadeye
geldiklerinde bir kethüdayı zorba sandıkları için hemen parçalayı verdiler.
Saray, bu olayın karşısında hemen orta kapıyı kapatmak suretiylede biraz
emniyette olmayı lüzumlu gördü. Sancak talebi şu sözlerle dile getiriliyordu.
"Padişahımız! Eşkıya elinden elaman! Diyoruz. Bir adil padişahsın!
Hakkımızı hakk' et! Zorbanın şerlerinden bitab kaldık! Ehl-ü iyalimiz dağıldı,
ne mal kaldı nede, mülkümüz! Artık Ölümü seçtik! Sancağı Şerifi ihsan buyurun,
eşkiyayı kıralım. Ya biz burada ölürüz veya Sancağı Şerif-i çıkarırız"
şeklinde padişaha haber gönderdiler. Sultan 2. Süleyman; gelenleri kendisini
tahtdan İndirmeğe geldiğini zannederek, önce korktuğu ileri sürülür ve bu doğru
daolabilir çünkü, korku insanın kendinden ayrılmaz bir hissiyatıdır, hâttâ korku
ile tedbir birbirine sarılmış iki siyah iplik gibidir. Bazen insanoğlu korkuyu
tedbir sayar, bazen de tedbiri korku sanır. Herîkfsâninde ne olduğunu şahsın
kendisi bilir. Kimi açıklıkla itiraf ea^r, kimi de kendine saklamayı tercih
eder.
Fakat; Osmanlı ailesi
mensuplarının talihi, normal insanların hayatına pek benzemez, onların hayatı,
hiç dalgası durmayan bir denizin hayatı gibidir. Bu bakımdanda hadiselerin
mütemadiyen devam ettiği hengâmda kapının önünde, elinde değneğe takılmış bir
beyaz bayrakla, onikibin kişi gelmiş, korku ve endişe tabii değilmidir? Sonunda
Saray kapısının üzerindeki burca, Sancak-ı Şerif çıkarıldı. Bu sancağın altında
toplanılması ehl-i insafdan istendiği, dellâlarla bağırıldı. padişah ise:
"Zorba şakiler üzerine sancağ-ı şerifi çıkardım. (İmmet-i Muhammed'den
olan sancak dibine cem olsun; gelmeyen kendi kâfir ve avreti boştur" diye
ocaklara da ha ber gönderdi. Bunları duyan ocak halklarının bir bölümü ayrılıp,
sancağa doğru yo! aldılar. Bunları önlemek isteyenler müdehaiede başarılı
olamadılar. Geride kalıp, akıbeti müzakere edenler ise, padişahı tahtdan
indirip, kardeşi şehzade Ahmed'i padişah edelim derken, kimi de 4. Mehmed'in
oğlu şehzade Mustafa'yı ileri sürerken bazıları da, Kırım Hân'ını teklife
yeltendiler. Bazı bedbahtlarda, padişahı, sarayda bulunanları ve bütün
şehzadeleri, kıralım dediler. Onlar bu münakaşaları yaparlarken işler yürüdü.
Zorbalar öldürüldü. Asayiş temin edildi ve toplanmış olan ahaliye; erbâb-i
tasavvufdan Atpazarî (yâni atpazarlı) Şeyh Osman Fazlı Efendi yaptığı hitabede,
zorbaların hesabının görüldüğü asayişin iade edüdi-ğini padişah emri ile
dağılmaları icâb ettiğini tebliğ etmesi, kalabalığın dağılmasını sağladı. Biz
hemen burada sözü saygıyla dinlenen Şeyh Osman Fazlı Efendi hakkında;
üzunçar-şılı tarihindeki malumatı buraya dercetmekle, makbul ve mergub işler
yapan eslâfın yâdını sağlamak isteriz.
"Alim ve arif bir
zat olan Şeyh Osman Fazlı Efendi; Celve-tiyye Tarikatı Şeyhlerinden olup,
meşhur Bursalı (Bursevi) ismail Hakkı Efendinin mürşididir. Aslen; Şumnulu
olup, Vahdet-i Vücud felsefesi mensuplarındandı. Şeyhi Ekber'in;
"Füsûs-ul
HikenV'ine şerh yazmış bir zattır. 1102/1691'de Kibns'da Magosa kalesinde
sürgündeyken vefat etmiştir. Kabri Magosa Kalesi haricindedir.
Sultan 2. Süleymanın
padişahlığı dört yıl sürmesine rağmen çok hareketli gerek iç gerekse dış
olaylar yaşanmıştir. Bunların iç olaylar ile alakalı bir bölümünü geçtiğimiz
satırlarda nakletmeye çalıştık. Şimdi de 1688'den 1691 senesi bitimine kadar
harp durumunu ve bu harp durumu içindeki, çeşitli vak'alann ve bu vak'alara
perde arkası gelişmelere temas etmemiz yerinde olacaktır.
Devletin maaşlı yaya
kuvvetleri ve suvar^kuvvetleri, yeniçeri ve sipahi adı ile İstanbul'da
zorbalık ederlerken Avusturya ve Venedikliler topraklarımız üzerinde rahatça
ilerlemekteydiler. Boşnak San Süleyman Paşanın, Mohaç Ovasındaki
mağlubiyetinden sonra ordumuzun, evvelâ Petervaradin'e daha sonra da Belgrad'a
çekilmiş olması, adetâ bir panikti.
Hırvatistan ve
Slovenya'daki müsiümanlar arasında panik kendini gösterdi. 1098 sonları ki,
1687'nin ekim ayma tesa-düfeder. Önce Eşek, arakasından Valpo ve bilahire de
Peter-varadin'in düştüğü görüldü. 1099'h. -1687'm. de Kuzey Macaristan da
kalmış olan artık, İmdad almaktan ümidini kesen Eğri Kalesi içinde ki
askerimizde, Muhafız Osman Paşanın şehid olması.üzerine serbestçe çıkıp gitmek
şartıyla, safer ayının 8. günü 1099'da yâni 14/aralık/1687'de, general
Ka-raffa'ya Kale'yi teslim etmeğe mecbur kaldı. Bundan sonra Solnok ile Lİbve
ve onun peşinden de İstolni Belgrad elden çıkmıştı. Osmanlı padişahının
hakimiyeti altından sıyrılmak isteye^-Er-delKralı Apafi de, Klozenburgu işgal
etmiş olan Avusturya imparatoru ile müzakereler yapmaktaydı.
Bu esnada Tamışvar
Muhafızı Gürcü İbrahim Paşa da, kale muhafızlarına eziyet ettiği için askeri
tarafından öldürüldüğünden, yerine Diyarıbekir Valisi Cafer Paşa tâyin
edilmişti. Böylece; biribirini takip eden mağlubiyetler sebebiyle Avusturya
cephesi pek nâzik bir vaziyete gelmiş bu gidiş artık bizim Belgrad'da dahi
tutunabileceğimizi şüpheli bir hâle getirmişti. Arkasında bir haçlı tertibinin
yatmış olduğu garp cep-hemizdeki bu seri saldırılar ve meydana gelen seri
savaşlar Osmanlı İslam devleti aleyhine gayrimüslim dünyanın, bir geri
püskürtme yâni kıta-yı Asyaya dönmelerini temin etme çabasıydı.
Böyle plânlı ve
hazırlıkları fevkalade yapılmış seferlere önce mukavemet edebilecek, daha
sonra da, onları çekilmeğe icbar edecek kuvvete, muhtemelen sahip olan Osmanlı
Devletinde kaht-ı rical varmış gibi muktedir bir sadrıazam, işbilir bir
kumandanı, serdar-ı ekrem yapamamaktaydı. Acaba! Durum hakikaten böylemiydi?
Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa, büyük bir kıymet olmasına rağmen, fazla önem
taşımayan bir görevde adetâ menkûb olarak durmaktaydı. Buna karşılık
şakî'likten gelme, Yeğen Osman Paşanın serdarliktan tutun da, neredeyse
sadrıazam tâyinine ufukta yol gözüküyordu. Yeğen Osman Paşanın; serdarlığa
Rumeli Beylerbeyi unvanıyla çıkmış olması, bu haydut adamın iyice şımarmasını
da sağlamıştı.
İstanbul'da vukubulan
sancak vak'asından, firar etmiş olan hempaları, Yeğen Osman Paşanın yanına
kapak atmışlar ve burada, nifak ve şikaklarına devama başlamışlardı. Artık;
Osman Paşayı sadrıazamlığa o makamı istemeye sevk etmekteydiler ve Osman Paşa;
Dayısı olan Deli Veli'ye Ru-meliden ve Anadodan levendleri toplamak üzere, Kara
Mustafaya Karaman eyaletini verip İstanbul'a gönderdi. Kendisi de: "Ben;
bu kadar az asker ile düşmana mukabele ede-
mem, bu tarafa ya
veziriazam gelmeli veyahut da, bana mührü hümayunla beraber, sancağ-ı şerif
gönderilmelidir. Şeklinde haber gönderdi. Üsküpten de kalkıp, Sofya'ya geldi.
Bu hareketi üzerine serdarlıktan Osman Paşa alınarak, yerine Hazinedar Hasan
Paşa 2. defa olarak tâyin edildi. Osman Paşaya; Bosna Valiliği verilirken,
Dayısı Deli Veli ise Hersek Sancağı memuriyetine getirildi. Eğer; Yeğen Osman
Paşa, bu görevi kabul etmez ise, bütün Rumelideki sancaklara, Yeğen Osman
Paşanın üstüne yürümesi için emirnameler yazılmıştır. Bu arada da veziriazam
Kirli İsmail Paşa; padişahın hocası Abdülvehhab Efendi ile sarayın darüssaade
Ağasının, rüşvet almak suretiyle devlet işlerine müdehalelerine karşı çıktığı
görüldü. Veziriazam bu rüşvetçilerin tesirini kırmaya çalıştı.
Ne varki Hoca ile Ağa
birleşince ve aralarına da şeyhülislâmı kattıklarında padişahın yapacağı iş,
veziriazamını azletmekten başkası değildi. 1099/recep-1688/mayıs yazmaktaydı
takvimde. Azledilen İsmail Paşanın yerine, Boğaz Muhafızlığında istihdam
edilen Tekirdağlı Bekrî Mustafa Paşa, veziriazamhğa getirildi. Bu aradada eski
sadrıazamın, Yeğen Osman Paşa taraftan olan, Anadoludaki Sarıca ve Sekbanlar
üzerine sevk etmek istediği, "nefir-iâm" denilen, halk kuvvetlerinin
dağıldığını haber alan, Yeğen Osman Paşa; Bosnaya gitmeyip: "benim
istediğim mansıbı almak elimdedir" demek sureti ile yanındaki onikibin
kişi ile Belgradda bulunan; eski hazinedar Serdar Hasan Paşa adına gelen,
serdarlık beratını da, kendi adına okutarak serdarlığı zorla aldı. Bir isyan
hareketini önlemek isteyen hükümetde bu emri vâkiyi kabul etti. 1 O/ramazan/l
099-9/temmuz/l 688.
Muhterem okuyucularım
gördüğünüz şu hâl, ne kadarda geniş bir siyasi toleransı işaret ediyor. Ancak;
otoritenin devamı bazen/otoritede böylesi boşlukların tanınmasıyla devam
edebilir ki, buna eski idarede "maslahat" denir. Serdar Yeğen Osman
Paşa, gasp yoluyla ele geçirdiği bu yeni görevinde daha doğrusu 2.
serdarliğında düşmanın gelmekte olduğunu, Belgrad'i muhasara ettiğini,
kendisinin de Belgrad müdafaasına, Rumeli beylerbeyi Ahmed Paşayı bırakıp Niş'e
geldiği bildirilmiştir.
Hakikaten; Nemçe yâni
Avusturya kumandanı Maksimil-yen, 30 bin kişilik bir kuvvet ile Zemlinde
bulunan Tökeli îm-re ve de Osmanlı birliklerini mağlup edince, Yeğen Osman
Paşa'nın Dayısı olan Veli Paşanın da, gafletinden istifade ederek onbin kadar
askerle, Belgrad tarafına kuvvet geçirtti bu kuvvet karşısına çıkmış olan
Osmanlı birliklerini bozduktan az sonra da Belgrad'i muhasara etti. Yeğen
Osman Paşa'nın hatası Belgradın yağmalanmasına ve orada binyedi-yüz muhafızla
Ahmed Paşayı bırakıp, Nişe kaçmasıysa işin, tuzu biberi oldu. Belgrad Balkan
Yarımadasının, bir nevi giriş kapısı olduğundan, mezkûr yeri düşmanın çok kolay
ele geçirmesi ve de, serdar Yeğen Osman Paşa'nın adetâ ortadan yok olması,
düşmanın çok rahat hareket etmesini sağlarken, şehri zapt ve içindekileri
öldürüp, yağma yapması kısa bir zaman içinde yardım gelmezse, muhakkak olduğu
bildirilmişti.
Rumelide eli silah
tutan kimselerden başıbozuk olarak tâbir edilen milis kuvvetleri, tertib
edilip Belgrad'a şevkine çalışıldı. Ancak;serdar bu işe de önem vermediğinden
Belgrad Kalesine takviye kuvvet konması kabil olamadı.
Maksimilyen
kuşatmanın, 29. günü 12/zilkade/l 099-8/eylül/1688'de, Belgradı ele geçirdi.
Peşinden Tunanın sahilinin sol tarafında Macaristan topraklarında bulunan,
Pan-çova Palangaları da işgale uğradı. Macaristan da;yalniz başına Tamışvar,
yokluklar içinde müdafaasına devam etmekteydi. Üst üste gelen bu felâketleri
savaş yoluyla telâfi etmek kabil görülmeyince, bir sulh tesisi temin etmek için
çalışmalar başlatıldı. Artık bu hâl Osmanlı'nın kendisinden sulh tâleb edilen
devlet halinden çıkıp, artık kendisinin; sulh teklif eden bir devlet haline
geldiğinin alışmasının emareleri olarak, târihi perspektifden vakalara
baktığımızda, istesek de istemesek de, kabul etmemiz gereken, açık bir hakikat
halindeydi.
Rumeli beylerbeyi
payesi ile elçi olarak tâyin olunan Divanı Hümayun baştercümanı îskerletzâde
Aleksandr ile ZüSfikâr Efendi elçi olarak gönderildi. 1 2/ramazan/l
099/-tem-muz/1688'sulh müzakerelerini olsun, savaş halini olsun daha yakından
takip edebilmesi için padişah, 2. Süleyman, Edirne'ye gitmeyi istedi ve zaten
bu hal gerekendi.
Barış aramakta olan
Osmanlı murahhas heyeti Belgradın elden çıkışının 2. günü olan 8/eylül/1688'de,
nâme teslimi ve protokol usulleri hakkındaki, arada beliren ihtilaf ve birde müttefiklerin
Mukaddes ittifakları dolaysıyla bir noktada görüşleri toplamak için, toplantı
akd edildi. İhtilaflar hal edildi, aradan üç ay geçtiğinde Osmanlı heyeti,
8/şubat/1689'da, Avusturya imparatoru tarafından'kabul edildi. Bu murahhas
heyetinin riyasetinde bulunan ve şehid olana kadar, ismi Elçi Zülfikâr Efendi,
diye anılmış bulunan zât, Tamışvar civarındaki, 1696'da ki savaşlardan birinde
yeniçeri ocağı kâtipliğini de yapmaktayken, göğsüne isabet eden bir düşman kurşunu
onu şehidler zümresine iltihak ettirdi. Zülfikâr Efendi hem tahta geçiş
tebliği, hem de sulh için gönderdiği mektubu, 8/şubat/1689'da vukubulan kabul
töreninde, Avusturya imparatoruna takdim etmiş ve Avusturyalılardan dört,
Lehis-tandan, iki ve Venedikten, bir murahhasın iştirakiyle sulh tefini için
biribirini takip eden görüşmeler yapılmıştır. Bu görüşmelerin 14-çjefa
tekrarlandığı, iştirakçilerin her birinin, Şimdiye >âdar Osmanlı devletine
söyleyemediği ifadelerle cevap vermesi, güçlü ol, konuşturma! Anlayışının her
zaman için geçerli olduğunu ortaya koyuyordu. Biz; kaybettiğimiz yerlerin
iadesi üzerinde fazla söz sarfetmezken, Erdel'in, serbest kalmasını ısrarla
istiyorduk. Tâbiiki böyle bir Erdel, bizim için, yaralarımızı tımar
ettiğimizde fırlanacak bir trample-nimizdi ve düşman bundan da gafil değildi.
Sulh müzakerelerini bitiren Avusturyalıların, şu sözünü buraya alamadan geçmemiz
kâbildeğil: "Osmanlı askeri, oklanmış şikârımizdir (av)ne sulha tâlib
olduk, ne de sizden adam istedik, bizzat hedefimiz İstanbul'dur nasıl ki,
seferin ibtidaiarında elçimizi, Budin'den saldığımız gibi biz de, seni
Edirne'den salıveririz dîye Elçi Zülfikâr Efendiye hitabda bulunmuşlardır.
Bütün bunlar devletçe göz önüne alınmış ve Edirne'de bulunan padişahın sefere
çıkmak üzere hazırlanması kararlaştırıldı.
Osmanlı devleti bu
sulhun akim kalmasından sonra umumi seferberlik sayılacak olan nefir-iâm ilân
etdi. Bu kuvvetleri ahalinin eli silah tutan kısmı teşkil ederdi. Bu fetva ile
alınan btr karardı ve vasıfları uyup da davete katılmayanın akı-bet-i mâneviye
bakımdan her iki âlemde sıkıntıya duçar olurdu.
Nevruzdan evvel
Edirne'de bulunmaları istenen mü'min-lerden gelemeyenlerin şer'i bir mazereti
yoksa dinden çık-rnışlıkları ve avratlarının boş düşeceği ayrıca şiddetli cezalara
muhatap olmalarının muhakkaklığı vardı. Bütün bunlar olurken; Kırım Hân'ı Selim
Giray Hân; sadrıazama yazdığı bir mektupda devlet-i âliyenin geçirdiği buhranın
farkında olduğunu bundan da mükedder bulunduğunu, düşmanların hepten ayakta
olduğunu bütün hristiyanlann, taa Karadeniz kıyılarına kadar hareket hâlinde
olduklarını, bu yüzden de Kırım'dan ç:kıp Bucak'da kışlamak kararı aldım. Bu
kıyama göz yumulursa memleket elden gider. Padişah hazretlerini de bizzat gelip
ziyaret etmek isterim, bu hususda Kırım'dan çıkmak ve Edirne'ye gelme
müsaadesi istirhamımdır! Diye nâme yazmıştır.
Bu müracaatı görüşen
devlet ricali, Hân'ın tecrübeli vede müdebbir kimselerden olduğunu
görüşlerinden istifade, gelişlerinden safa duyarız mütalaasında bulundular.
Verilen müsbet cevap üzerine 17/rebiülevvel/l 1 00-3 1 /aralık/1 688'de
Edirne'ye gelen hân, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sarayında ağırlanmaya
başlandı.
Savaş hususunda
yapılan özel toplantıya tabiiki kırım Hanı Selim Giray da katıldı. Açık ve
gizli bütün bilgilere agâh olunca katılanların ricası üzerine söze başladı:
"Macaristan-daki serdar yeğen Osman Paşa, bir küçük yılan iken şımartılmak
suretiyle yedi başlı bir ejder hâline getirildi. Hiç savaşmadan da Belgrad'ın
düşmesine sebeb oldu. Rumeli ve Anadolu taraflarında kendine yakın akraba ve
tanıştan insanları, mühim görevlere getirterek, kuvvetli bir yapıya sahip
oldu. Bu yapının zulmünden ahali dağlara, göze görülmez yerlere sığındı. Hayat
durdu. Millet fakirleşti. Yeğen
dediğiniz de korkunuzdan ciğerleriniz görünür oldu. Bu koskoca devlet, bu
herife mi kaldı? Bunun tedariki görülmezse ne işinize karışır, ne de kılıç
çekip işinizde bulunurum" Dedi. Bu ikaz gerçekten Yeğen Osman korkusu
taşıyanların cesaret bulmalarına dolayısıyla da bu gaile adamın tenkiline
karar verildi. Arap Recep Paşa; bu tenkil işine memur edildi. Ertesi gün Selim
Giray Hân, padişah'a mülaki olup haylice görüştüler. Edirne'de bir ay kadar
kalan Hân, 1689'un şubat sonunda Kili'ye döndü. Ruslar hân'ın, Edirnede
bulunmasından istifadeyle, Mayıs ayında Kırım'a taarruza geçtiler. Selim Giray
Hâ^h^men uça uça ordusunun başına koştu mütecaviz Rusları perişan ederek
tekrar Kili'ye döndü. Recep Paşa ise, aldığı görev olan Yeğen Osman'ı, tenkil
işini sonuna kadar sürdürüp, Sofya sahrasında vaziyet almış olan Yeğen Osman
Paşa üzerine yürüdü ve Sofya işgalinden vaz geçen Osman Paşa yanında bin
adamıyla kaçmağa başladı ve sonunda İpek kasabasında ele geçti. Kendisi,
Dayısı Deli Veli Paşa, Yâdigâroğlu Mustafa Paşa, üzün Mehmed Paşa, Nişancı
Mehmed ve reisülküttabı Aklî Mehmed ve Çavuşbaşı vekili Mahmud ve diğerleri ile
birlikte başları kesildi böylece de, düşman karşısındaki iç gaile de ortadan
kalkmişoldu.
Padişahın Edirne'de
otağ-ı hümayunu hazırlandığında Macaristan cephesindeki durum şu merkezde idi:
"Belgrad'ı alan düşman Güney istikametine sarkmış, Niş'e yakın yerlere
geldiği gibi, diğer bir kolu da Yenipazar civarına ani baskınlar yaparak kadın
ve çocukları esir almışlarsa da, Bosnalı ve Arnavut ahali tarafından mağlup
edilmişler ve Belgrad civarına püskürtülmüşlerdi.
Avusturya askerinin
bir bölümü Vidin üzerine yürümüş Osmanlı muhafızı Bayezid Bey ile Tökeli İmre
tarafından mağlubiyete uğratılmışlar, gerek fethü'l İslâm gerekse Hisro-va
istirdad olunmuştu. Böyle olunca da Tamışvar'da uzun zamandan beri direnmekte
olan mücahidlere yardım yolu açılmış oluyordu.
Padişahın seferi;
18/şaban/1100-7/haziran/1689'da, kapıkulu askerleriyle birlikte Edirne'den
başladı. Sofya'ya gelindiğinde yapılan müşavere de, Recep Paşanın belgrad
üzerine istirdad için gitmesi karar altına alındı. Paşanın yanında eli i -bin
kişilik kuvvet bulunuyordu. Bunlarla Kruşevaç önlerine gelindiğinde yaya asker
kısmıazamı yeniçeriydi daha ileri gitmek istemediler. Bu sefer yürüyüşünü
süvari askeri olan yirmibin kişiyle devam ettiren paşa, gerek topların gerekse
otuzbin kişiye varacak yaya askerinin gelmemesi hasebiyle muhasaraya
başlamayıp, yine Kroşavac yâni Alacahisar'a avdet etdi. Düşman ise; Niş
ordugâhımızı basmak istemişse de. başarısızlığa uğratılmış ve çekilmişti.
Çekilme istikameti Pasarofça olan düşman üzerine gelen önce Ömer Paşayı
bi-lahire Recep Paşayı mağlup etdi. Toplar, çadırlar, mühimmat düşman eline
geçmişti. Sofya'da bulunan padişaha bu haberler geldiğinde oturup ağlamaya
başlayan padişah, "İşbilir, sadık bir kulum yok! Ortalığın ahvalini bana
doğruca anlatsın" diye sızlandığı muteber târih kitaplarında yer alır,
Görülüyor ki; kuvvei
mâneviyesini zayi etmiş bir ordunun zaferle çıkması muhal olduğu gibi, Allah
saklasın, padişahın bizzat başında bulunduğu ordu, mağlup olsa işler ne kadar,
sarpa sarar bir teemmül edilse, akla neler gelir neler! Padişah böyle
şikâyetlerde bulunurken, ordunun içinde yine bir isyan koptu gitdi. Padişah
huzurunda şer-i şerif ile dâvamız var diyerek Sofya'ya doğru yürümeğe başlayıp,
nice geniş bir boşluk bıraktılardı düşman Önünde.. Maaşlarının verildiği halde,
muhalefet ettikleri takdirde, katledilmeleri hakkında fetva çıktığını
duyduklarında korku içinde Niş'e döndüler. Ne varki; savunma savaşlarımızın en
cebîn olanlarından birini, burda verdik ve Niş'i düşmana tek hücumda teslim
ettik. 10/zilhicce/l 100-26/eylül/1689'da düşman önünden kaçan hayli insanımız
Niş suyunda boğulup da telef oldu gitdi.
Bunun üzerine
padişahın Filibe'de , Bekri Mustafa Paşaya sancağı şerif verilerek serdar-ı
ekremlikle Sofya'da kalması kararlaştırıldı. Bu arada sadnazamın yetersizliği,
darüssade Ağası veAnadolu ve Rumeli kadıaskerleri tarafından şeyhülislâma
ifade edildi. Padişah Hocası Abdülvehhab Efendi ve Debbağzâde padişahın yanına
çıkıp da, "veziriaamın ihaneti1 ortaya çıkt azlini isterler dediklerinde,
Sultan Süleyman; 'is-tanbuPcfa Bâğdad köşkünde hepiniz, huzuruma gelip İsmail
Paşanın kötülüğünü ifade ediyordunuz ve kefil oldunuz.
Şimdide böyle
söylüyorsunuz! Maksadınız nedir?" dediğinde, Debbağzâde: "Hata
etmişiz! umduğumuz gibi çıkmadı! Azli ihmal olunursa, ülkey-i islâmiyenin
düşman eline geçmesine sebeb olunur!" dediğinde Abdülvehhab Efendi
de-kendisini teyid edince, padişah; "dün serdar ettik. Bu gün olmaz
Edirne'ye varınca düşman ayağı kesilince, münasip birine sadaret verilir.
Cevabını verip kesti attı. bu arada da Sadaret kaimmakamı olan Mehmed Paşa,
şeyhülislâmın kendisinden müsaade almadan padişahla görüşmesine cans sıkılmış
padişaha bu sıkıntısını duyurduğunda padişahı" lüzumu halinde vakitli
vakitsiz buluşulur." dedi. Çok gedmeden de padişah; Köprülüzâde Fâzıl
Mustafa Paşayı sadarete getirme zamanın geldiğini kararlaştırıp, hiç bir
kimseye sezdirmeden, Köprülü Fazıl Mustafa Paşa ve Türk Ali Paşayı, gizlice
saraya davet etdi. Birincisini sadnazam, ikincisini de sadaret kaimmakamhğına
getirdi. Bekrî Mustafa Paşaya da Malkara da, tekaüdlükle oturması emredildi.
Fâzıl Mustafa Paşa; 25/muharrern/l 101-7/kasım/1689'da Edirne'ye gelip mührü
hümayunu aldı. Hemen ahaliye bir beyanname yayınlamak suretiyle, avarız,
nezil, sürsat, ve iştirayı ve de imdadi-ye adıyla, ev başına konulmuş vergileri
ve 1099/1688'de ülkeye gelir sağlasın diye konulmuş olan içkiden alınan vergileri
de kaldırdığını ve de ahaliye yük olmayacak fakat devlete zaruri bir fayda
sağlayacak vergi koydu. Ülke üzerinde emelleri olan ecnebi ülkelerin
tahriklerine ve iğfallerine, açık olan reaya hakkında adil hallere yol açacak
kanunlar ihdas ederek, sükuneti ve bağlılığı sağlamlaştırmaya çalıştı ve
haylice de başarı gösterdi.
Peşinden de, gerek
devlet adamlarıyla gerekse asker sınıfının her temsilcisi ile görüşerek,
birlikte işleri yürütmeğe ve askerle de düşman karşısına tek bilek tek yürek
olmak üzere çıkabileceklerinde mutabık kaldılar. Görüşmelerin neticesini padişaha
arz etdi ve serdar-ı ekremlikle, ordunun başına qeç.mesi hususunda fikir
birliğine vardılar. Fâzıl Mustafa Paşa babası Köprülü Mehmed Paşanın,
siyasetine vukufiyeti do-laysıyla kendisi cephedeyken padişah üzerinde tesiri
olacak ifadelere fırsat vermemek için kurtulması lâzım gelenlerin başındaki
şahıs Darüssaâde Ağası Mustafa Ağayı azlettirme-ğe muvaffak oldu. Yerine gelen
Ağa yada padişah, vazifen dışında başka bir işe karışma, vükelama aid işlere
burnunu sokma dercesine tenbihatda bulunduğu ileri sürülmüştür.
Bu sırada ise; ünlü
Kanije Kalesi, dört yıldan beri sürdürdüğü savunmasını temadi ettiriyordu.
Zahire tükenmiş, kedi, köpek gibi hayvanlar yendikten ve de bir haylice
telefattan sonrada bine yakın kadın ve çocuklara dokunulmamak şar tıyla
verilecek arabalarla nakledilmek üzere Kanije düşman eline geçiyordu.
Kale kumandanı
kahraman bir asker olan, Fındık Mustafa Paşaydı. Takvimler ise;
recep/1001-mayıs/1690'nı gösteriyordu. Yine bu sırada Tökeli İmre Erdel'e kral
olarak tâyin edildi. Kırım Hân'ı buna rıza göstermediyse de, aşağıda belirteceğimiz
suretde faydası görüldü. 6/şevva/1101 -13/tem-muz/1690'da Köprülüzâde Fâzıl
Mustafa Paşa sancak-ı şerifi alıp, Avusturya cephesine doğru yola çıktı.
Dragmanda bulunan Şenkendorf ve askerlerini ikİgün süren savaş sonunda mağlup
etti. Şehirköy vede Musapaşa Palangaları sancağımız altına avdet ettirildi.
Buradan Niş üzerine doğru yürüyüşe geçildi. Kale komutanına kaleyi teslim
etmek babında bir mektup gönderen serdar-ı ekrem, red cevabını alınca muhasaraya
başladı. Yılancık çıkarmış bulunan ve haylice rahatsız olan Selim Giray oğlu
Kaîgay Devlet Giray'ı kuvvetlice birliklerle sadrıazamın emrine yolladığı
görüldü. Kalgay; Kırım Tatarlarında hândın yardımcısı, muavini makamında
sayılan vazifelerdendir. Genellikle Kalgaylar, ya oğullardan, ya da, kardeşlerden
seçilirdi. Tatarların; serdar'ın ordusuna takviye geldiğini haber alan osmanlı
üzerine yürümeğe hazırlanan Avusturya ordusu hemen hücumdan vazgeçip,
Alacahisar (Kruşevaç)ı, boşaltarak Semendire ve Belgrad üstüne doğru çekilme
hareketine girişerek uzaklaşmaya başladı. Takiplerine Kemankeş Ahmed Paşa
vazifelendirilince semendire, Belgrad ve Sirem taraflarında uzaklaşan Avusturya
askerleri, Ahmed Paşanın, Pasarofça, Güvercinlik ile bazı palangaları ele
geçirmesine sadece seyirci kaldı. Yine bu arada; Silistre Valisi Çerkeş Ahmed
Paşa İle Tökeli İmre kuvvetlerine karşı durmak için, Fâzıl Paşa kuvvetleri
karşısından alınıp gönderilen Avusturya başkumandanı Hesiter, Tökeli İmre
tarafından Tserneşt yakınlarında mağlub ve esir olunarak ele geçirilmiştir.
Niş şehrinin muhafızı Vetarani ile Baden Margraf ı ellerindeki şehrin mutlak
surette düşeceğini anladıklarından dolayı yirmiüç gün süren muhasara sonunda,
kaleyi teslime mecbur oldular. 5/zilhicce/1101-9/eylül/1690
Bir âlimin; kaybedilen
islâm toprakları hususunda bu kaybın antlaşmasını imzalayan ve bunu tasdik
makamında bulunan emir, eğer bu imzayı atarken içinden en küçük fırsat da ben
burayı, geri almalıyım diye geçirmiyor ise, o kâmil bir müslüman değildir,
şeklindeki mütalaasını İlâ-yı Kelimetuilah için can verip cennet satın alanlar
kalblerinin en hassas bölgesinde yaşatırlar.
İşte ordumuzun Belgrad
üzerine yürümesi, bu anlayışın gerçekleşmesine, gayret göstermekten başka bir
şey değildi. Nitekim; veziriazam, yanında bulunan yaşlı ve nice savaş
görmüşleri etrafına toplayıp bir güzel meşveret eyledi. Bu meşveretde tecrübede
acele edilmemesini, askerin Niş'i kurtarırken hırpalandığı, cephane ve
zindeliğe noksan geldiğini. Tuna yollarının ele geçmesinden sonra Belgrad'a
yürümek lazım geldiğini ifade ettiler. Seneye devam ederiz diye son sözü
söylediler. Veziriazam darbe gören haçlı ittifakının rahat bırakılmaması aksi
takdirde fırsat bulurlarsa takviye alacaklarını mevsim sonuna kadar bu şoku
atlatacaklarını düşündüğünden: "Allanın inayetiyle fırsat ve zafer
bizimledir. Ben aiderim! İsteyen gelsin. Gelmeyenece bir söz kullanmam"
demek suretiyle Yavuz Sultan Selim'in Çaldıranını hatırlattı. Kimse muhalefet etmiyerek,
siz bilirsiniz, emrinize imtisalen gelir ve canla başla çalışırız deyip,
fatihayı çektiler. Semen-dire'nin zaptına gelince bu iş pek kolaylıkla
neticelenerek 24/zilhicce/1101-28/eylül/1690'da istirdat olundu.
5/mu-harrem/1102-9/kasırn/1690'Beigrad'daki muhasaranın 8. günüydi ki
Belgrad'ın Sava Nehri tarafında bulunan içkale-sindeki barutların muhafaza
olunduğu mahzene isabet eden bir humbara, Öylesine bir patlamaya vesile teşkil
etti ki, telef olan insan sayısı dörtbin kişiyi aştı. Belgradın'başka bir cihetinde
muhasaranın her tarafında, elinde kılıcıyla ispat-ı vü-cud eden, Fâzıl Mustafa
Paşa top atışlarının meydana getirdiği, rahnelerin artık birer gedik hâline
dönüştüğünü müşahede edince, gür sesiyle: "Yürüyün Ümmet-i
Muhammed!" diye nâralanması ve kılıcı elinde olduğu halde en önde
surların içine dalması, ordunun her yanında ibzal olunan bu cesaret verici
davranışın akisleri görülerek, askerimiz, Allah! Allah! Nidaları ile Belgrad'a
dâhil oldular. Olanları şaşkınlıkla seyreden Avusturyalı askerler, içinde
bulundukları oniki gemiyi una Nehrinde çalıştıramayarak askerimizin eline esir
olarak uŞtüler. Belgrad Kalesindeki onaltıbin kişi olduğu söylenen Muhafızlarda
esir alınmıştı. Çeşitli büyüklükteki toplardan Uc.yüz adet top elimize geçti.
Bu arada Rumeli
Beylerbeyi Arnavut Mustafa Paşa saldırı esnasında alnına isabet eden bir
kurşunla şehadet şerbetini içti. Şehid Paşanın naşı sadrıazamın otağı önüne
getirildi. Veziriazamın; bizzat kıldırdığı cenaze namazının peşinden şehid
kanlı elbiseleri üzerinde olduğu halde defn olundu. Öte yandan Fâzıl Paşa;
Belgrad'daki muhasarayı başlatırken, Kalgay Devlet Giray'ı akınlara gönderdi.
Çünkü bu akınlarla boğuşmak mecburiyetinde kalacak olan düşmanın, muhasara alanına
fazlaca bir müdehalesi olamayacağı hesaplanmıştı.
Nitekim umulduğu gibi
oldu ve üstüne üstlük, Kalgay Devlet Giray, Sava Nehrini aşıp, Esek'e kadar
olan araziyi tarumar edip, kâfire hayli korku salmıştı. Bu arada Selim Giray
ifakat bulmuş ve Edirneye gelmiş oradan da orduya ilti-hat etmiştir.
BÖğürdelen(Sabaç)Kalesi ele geçirilmiş, Eşek ise muhasara olunmuştu. Şiddetli
yağan yağmurlar, kısa zamanda kale etrafındaki hendekleri, suyla doldurmuş
olduğundan, zafer piyadenin süngüsünün ucundadır darbı meselinin gerçeği
burada yaşanmış, eli kılıçlı askerimiz su üzerinde yürüme kabiliyetinin yaygın
şekilde keşfedilmemiş olmasından dolayı Esek'e girme şansını elde edememiştir.
Niş'le Belgrad arasındaki ova insanlarının gayri müslimleri, Avusturyalılara
yardımcı olmuşlardı. Buna rağmen; boşalan bu muazzam ovanın iskânının ve
üretiminin devamını göz önüne alan veziriazam Fâzıl Mustafa Paşa, reayaya
incitmeden ve affedici yaklaşımla onları oraya iskâna razı etti. Gücü yetmeyenlere
tohumla beraber araziyi işlemek üzere lâzım gelen araçları dahi vermeyi ihmal
etmedi. Bu sırada da, padişahın Edirne'de durması, ahaliye epeyi angarya
yüklediğinden istanbul'a dönmesi teklifini ulaştırdılar.
Sultan 2. Süleyman;
buna itiraz etti. Ağabeyimi böyle İstanbul'a getirip, tahtından indirdiler ve
beni de ona döndürecekler endişesine kapıldı. Ancak gerek ulema, gerekse asker
padişahdan herkesin memnun olduğunu ifade edip, ikna etmeye muvaffak oldular.
Padişah 14/safer/l 1 02-1 7/ka-sırn/1690'da, Edirne'yi istanbul'a gitmek üzere
terk etdi. Veziriazamda Aralık sonu İstanbula vardı. Hasta olan padişah
bindiği bir arabayla veziriazamını karşılamak üzere ve eskiden beri olduğu
gibi gitdi. Veziriazam Fâzıl Mustafa Paşa, padişahın karşısına geldiğinde
Sultan iltifat edip karşısına oturmasını istedi. "Ekmeğim sana helâl
olsun. Seleflerinden hiç birine böyle bir gaza müyesser olmadı. Sırtından
çıkardığı Gülgülî Çuhaya kaplı, samur erkan kürkünü veziriazama giydirdi.
Belinden çıkardığı hançeri paşanın beline taktı. Başından çıkardığı sorgucu
da, başına taktıktan sonra ellerini açarak ve ağlayarak; Ben, mükafat vermeye
kadir değilim! Allah iki cihanda yüzünü ak etsin. Demek suretiyle Osmanlı
Târihinin defaatle tekrarlanmış sahnelerinden birini daha yaşadılar.
İlk ağızda Ozdemiroğlu
Osman Paşanın Kafkasya macerasını anlatması ve 3. Mehmed'in, kendisine
iltifatları ve hediyelerini hatırlatıverdi bize. Bir müddet başşehirde kalan
Köp-rülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa; yeniçeri ocağında tensikat yâni rütbe ve sayı
bakımından bazı tasfiyeler yaptı. Orduya lâzım gelenler takviye olundu. Bu
sırada gayri memnunlar zuhur ettiği gözden uzak tutulmamalıydı ki bunlar sefer
için İstanbul'dan ayrılacak veziriazamı şaşırtmayı sağlamak için 4. Mehmed'i
taht'a çıkaracaklarını yaymaya karar verdiler ve bunu tatbike koyuldular. Bunun
üzerine telaşlanan rical veziriazama, padişahı Edirne'ye gitmeye ikna etmesini
temin için yardımda bulunmasını istediler. Hasta olan padişah orada vefat
ederse yerine geçecek olan orada cülus ettirilir dendi- Fâzıl Mustafa Paşa bu
tavsiyeyi yaptığında: Padişah: "Baka Paşa; nihaideyim? Bu hal ile nasıl
giderim? Vükela hâlimi bilmezler! Dün gel, bugün git. Gidecektik niye
geldik?"deyip vücudunun nasıl şişmiş olduğunu, istiska denen vücudun su
toplamasına verilen rahatsızlık kendini gösteriyordu. Padişah, veziriazamına
hâlini gösteriyordu.
Yine de vezir, durumun
nezaketini izah etti ve padişahı ik-naya muvaffak oldu. 4. Mehmed ile küçük
kardeş Ahmed ile 4. Mehmed'in oğullan Mustafa ve Ahmed önceden Edirne'ye
gönderildi. 2. Süleyman'da peşlerinden Edirne'ye doğru yola çıkarıldı. Ancak
Edirne'ye geldiğinde pek bitkin olan padi-şahdan artık ümid kesilmiş,
kandildeki yağın tükenmesi gibi nefes sayısı gittikçe azalıyordu. Bu arada
rical yerine kimin geçeceğini kararlaştırmış, Süleyman'ın bir küçüğü olan şehzade
İbrahimoğlu Ahmed, 2. Ahmed unvanıyla tahta geçme hususunda ittifak
sağlanmıştı. 25/ramazan/l 1 02-23/hazi-ran/1691'de 2. Süleyman, 3 sene, 8 ay,
24 gün süren padişahlığı sonunda 51'yaşında, Osmanlı Devletinin 20. padişahı,
12. haiifesi olarak, ümmete hizmet verme şerefine erişmiş olarak vefat etdi.
2. Süleyman h.
1052/1642 yılında Dİlaşub kadınefendiden Sultanİbrahim'in oğlu olarak dünya'ya
gelmiştir. Dilaşub Ka-dinefendi Sultan İbrahim'in üçüncü hanımı olup, son
derece dindar, mânevialemle rabıtası olan bir hanımefendi idi. Sultan İbrahim
taht'tan indirildiğinde Eski Saraya gönderilen Dilaşub valide, otuzdokuz sene
bu sarayda kalmıştır. Kırk sene kafes hayatı sürmüş bulunan 2. Süleyman
ağabeyinin taht'tan indirilmesi sonunda padişah olduğunda bu muhterem kadında
Eski Saraydan getirtilip, Valide Sultan olarak mümtaz mevküyi iki sene
doldurmuş, 1100/1689 tarihinde dâr-u bekâ'ya intikal etmiş, Kaanuni Sultan
Süleyman Hân'ın türbesine defnolunmustur.
2. Süleyman orta
boylu, lâtif şimali, beyaz tenli, ecdadına benzeyen burunlu, siyah gözlü, son
derece merhametli, fedakâr ve kibarlığı eşsiz derecede çok bir kimseydi. Beş
vakit namazını asla aksetmediği, Findiklılı Mehmed Ağa tarihinde bihassa
belirtilmiştir. Son derece cömert bir kimse olup, kendisinde olupda istenen bir
şeyi isteyenlere hiç bir zaman vermem dediği rastlanmamıştır. Karşısına
getirilen suçlulara bile büyük bir nezaketle hitab etmeyi düstur edinmiştir.
Kendi arzusuyla kardeşi 2. Ahmed'e tahtı bırakmak istemesi Osmanlı tarihinin
nâdir olarak şahid olduğu vakalardandır. Devlet idaresinin ehli idarecisini
bulmaya çalışması en büyük iyiliklerinden biridir. Saltanatı üçbuçuk sene
sürmüştür. Ellibir yaşında olduğu halde Edirne'de vefat etmiştir. Tarih o
sırada 1102/1691 yılını gösteriyordu.
Annesi Dilaşub Sultan
gibi o da, büyük ceddi ve adaşı Kaanuni Sultan Süleyman Hân'ın türbesine
defnolunmustur. 2. Süleyman hân'ın saltanatı esnasında; Almanların başında 1.
Leopold, ingilizlerin kralı Jak ve ondan sonra 3. Gilyom bulunmaktaydı. Ruslar
ise 1. Petro, Papalık başında önce 11. Inossan'ı onun ardından 8. Aleksandr'ı
görüyoruz. Fransa ise, Lui'lerin 14. ile günlerini geçirmektedir. Ülkenin
içinde meşhur kimseler 4. Mehmed devrinde sayılan zevattan ayrı değildir.
2. Süleyman'ın altı
evlilik yaptığı, Çağatay üluçay'ın "Padişahların Kadınları ve
Kızları" adlı çalışmasında 71. sahifede beyana tâbi tutulmuştur. Mevlâ bu
padişaha evlâd sahibi olmayı nâsib etmemiştir. Dört yıla yakın padişahlığının
son İki yıiını vücudymi- kapsayan rahatsızlıklar yüzünden, hasta olarak
geçirdiği bahsekonu çalışmada yer almaktadır. Hanımlarının sırasıyla adlarını
kaydedelim: 1-Hatice Kadın. Bu hanımı padişahın başkadınıdır. 2- Behzat Kadın.
3- İvaz Kadın. 4-Süğlün Kadın. 5- Şehsuvar Kadın. 6- Zeynep Kadın efendilerdir
Abaza Siyavuş paşa 4.
Mehmed'in son sadrazamı olarak 23/eylül/1687'de vazifeye başlamışsa da, 5 ay, 9
gün sonra infisal ettiği makam-ı sadaretten 2/mart/1688'de 2. Süleyman'ın
sadrazamı olarak ayrılmaktaydı. Bu sadrazamın konağına yapılan saldırı
esnasında ırzını ve malını koruma esnasında, vurulup hayatını kaybetmesi,
Allahû âlem şehidler zümresine ilhak etmiştir diyebiliriz.
Siyavuş Paşa, Köprülü
Mehmed paşanın damadlarından-dır. Nişancı Ayaslı İsmail paşa 2 ay, 1 gün süren
sadaretinden ayrıldığında, 2. Süleyman hân'ın 2. sadrazamı olma şansını
tamamlamış oluyordu.
2/mayis/lb'88 tarihi
ile 25/ekim/1689 arası Tekfurdağlı Mustafa Paşa Sultan 2. Süleyman'ın 3.
sadrazamı dönemidir. Köprülüzâde Şehid Fâzıl Mustafa Paşa Edirne'de toplanan divanın
tavsiyesi üzerine, 2. Süleyman hân tarafından 4. sad-razam'ı olmak üzere mühr-ü
hümayunu almış oluyordu.
2. Süleyman hân,
dârıbeka eylediğinde, Köprülüzâde Fazıl Mustafa paşa makam-ı sadareti
yürütmekteydi. muştur. 3 ay, 12 gün sonrada infisal etmiş, yerine Erzurumlu
Hacı Feyzullah efendi getirilmişse de, 17 gün sonra bu görevden ayrılmakla
karşı karşıya gelerek, yerini yine Debbağ-zâde Mehmed efendiye terketmiştir.
Debbağzâde'nin bu sefer Ki meşihati, 25/haziran/1690 tarihine kadar sürmüş, iki
şeyhülislâmlığın yekûn süresi 2 sene, 7 ay, 6 gün sürmüştür. 2. Süleyman
hân'ın; 4. ve son şeyhülislâmı, eski şeyhülislâmlardan Ebu Sâid efendinin
mahdumu, Hocazâde Feyzullah Fevzi efendi 1 sene, 8 ay 15 gün sürecek
10/mart/1692'de nihayetlenecek görevine getirilmişti.
2. Süleyman'ın
döneminde vukubulan deniz hareketlerini, kardeşi 2. Ahmed'in devrindekilerle,
bir bütün teşkil etmeleri tercihimize uygun olarak beraber verilecektir.
Sultan 2. Süleyman
devrinde makam-ı meşihatta vazife almış bulunan şeyhülislâmları tanıtmaya
gayret edelim-2/kasım/l687de Debbağzâde Mehmed efendi makam-ı meşihata
getirilmiş ve 2. Süleyman hân'ın ilk şeyhülislâmı ol-