1. Mahmüd Devri Şeyhülislâmları
1. Mahmüd Devrinde Avrupa Devletleri
Osmanlı Devletinde Silahlı Kuvvetlerin Durumu
Babası: Sultan II. Mustafa Han
Annesi: Saliha Hatun
Doğum Tarihi: 1696
Vefat Tarihi: 1754
Saltanat Müd.:
1730-1754
Türbesi: İstanbul Yeni
Camii.
Sultan 1. Mahmud,
Osmanlı Padişahlarının 24. sü olup, 16. halifesi idi. Sultan 2. Mustafa'nın,
Saliha Kadın adlı hanımından, 1108/1696 tarihinde dünya'ya gelmiştir. Osmanlı
tahtına geçişi yukarıda anlattığımız veçhile vukubulmuştur. 1143/1730 tarihi
aynı zamanda Sultan 1. Mahmud'un 35. yaşının tarihidir. Saltanatı yirmi beş
sene sürmüştür. Tahta geçişinin altıncı yılından itibaren önce doğu
taraflarında üç sene sonra da avrupa taraflarında bir sulh dönemine girildiği
pek net olarak görülür. Saltanatının ilk günlerinde devlet idaresi padişahın
elinden ziyade, kıyamcılann başı Patrona Halil ile arkadaşlarının ellerindeydi.
Hükümet bu şakilere söz geçi-remiyordu. Şakiler istedikleri gibi hüküm
sürüyorlardı. Bu hususta aşağıdaki satırları ibretle okuyup, anlamak lâzımdır.
Bilhassa tâyin hususlarını uygulama perişanliğin sergilenmesi idi. Misal olarak
da, Patrona Halil ve arkadaşlarının, tensip ve ısrarıyla Ahmed Paşa isminde bir
kişi Kapdan-ı Deryalık makamına, Rüstem Paşa adlı biri de, İran Seferine
serdar yapıldı. Pek değersiz bir kimseydi. Öte taraftan Damad Nevşehirli
ibrahim Paşa döneminde sürgünü hakketmiş ve nefyedilmiş bulunan şerirler, bir
aff-i umûmi ilânı ile serbest kalmışlar ve İstanbul'a doluşmuşlardı. Bunların
geçmiş günlerden ders alıpda, akıllı uslu durmaları gerekirken tam tersine her
şeye karışmaya başladıkları gibi, devlet adamları arasında hoşlanmadıkları
kimler varsa birbir tutulup hapse konuyor, kimi sürgüne gönderilirken, kimisi
idama maruz bırakılıyordu. Ardından bu gibi kimselerin evleri, konaklan
yağmaya uğratılıyordu. Bu haydut zümresinin tesir ve cüreti öyle çoğalmıştı
ki; Kırım Hânını dahî değiştirmeye kadar vardırdılar.
O dönem rezaletlerinin
derece-i pürmelâlini idrak için, Ahmed Râsim bey'in tarihinden bir alıntıyla
temasa lüzum gördük. "Zorbalar bir takım evbaşı, arnavut tellak,
kaldırımcı, hamal, ırgad makulesi kimseler idi. Devlet adamlarını, Ötekini
berikini korkutarak memuriyete nasb ettirerek mal, para alıyorlardı. Patrona
Halil kendisine veresiye at vermiş ve para yardımında bulunan Yanaki isminde
bir kasap yazıcısını Buğdan Voyvodası Kiğa'nın yerine tayin ettirdiği gibi,
Şıkk-ı evvel defterdarı Alibey'i, evinden biz oturacağız gerekçesiyle
çıkartması, arkadaşı Muslu Beşe'nin sakal bırakıp, kırk gün içinde kul
kethüdası olması, İstanbul Kadısı olan Deli İbrahim'in Yeni Odalardan 79.
cemaat odasını mahkeme olarak seçmesi devlet adamlarını kaçırttı. Devlet
adamları bu aşair de denilen şahısların müdehale ve karıştırıcılıklarından
vakit buİupda uzun zamandan beri devam etmekte olan İran savaşını
düşünememekte, bunların her dediklerine boyun eğmekde idiler. Bir gün zorbalar
akşam karanlığı basınca Şehzâdebaşinda bulunan dükkanların kapılarını kırarak
yağmaya girişleri, ahaliyi deliye döndürmüştü. Galeyana gelen ahaliyi durdurmak
mümkünattan gözükmüyordu. Hükümet bu durumdan faydalanma mülahazasıyla
Sancak-ı Şerifi çıkartarak, asilerin yok edilmelerine başladılar. Evvelâ Patrona
Halil ve diğerleri yakalanıp idam olundu. Haydut takımının diğer bir bölümü ile
evbaşılar sürgüne sevkolundular, böylece de İstanbul'un asayişinde sükunet
sağlandı." Kâmil Paşanın Tarih-i Siyasisinde verilen malumata bakılırsa,
Patrona Halil'in hempası olan ve idam edilenlerin sayısı 3 bin civarını
buluyordu. Ayrıca teşvikçi kimseler sürgünleri boyladilar. Bu işlerin makule
döndürülmesinde şeyhülislâm Paşmakçızâdenin büyük hizmeti görüldü.
Kâmil Paşanın Tarihi
Siyasisinde bundan önce makam-ı meşihatda bulunanlara müftü dendiği yazılıdır.
Dahili işlerimizde
sağlamaya muvaffak olduğumuz, nizam ve intizamdan sonra İran savaşlarına dikkat
sarfetme durumuna geliverilmişti. Bağdad Valisi meşhur Ahmed Paşa, Şark
Seraskeri tâyin olunarak, Iran üzerine gitmekle vazifelendirilerek, kuzeydeki
güç olarak Hekimoğlu Ali Paşada İran üzerine gitmek emrini aldı. Osmanlı
Orduları; kısa zaman içinde Kirmanşah, Hemedan, ürmiye havalisi ile Azerbaycan'ın
merkezi olan Tebriz'i elde etmesinin akabinde Şah Tahmasb sulh derdine düştü ve
bu hususta müracaatta bulundu. Mutabık kalınan şartlar muvacehesinde sulh
imzalandı. Yalnız fazla bir zaman geçmeden İranlılar hududu aşmak ve Bağdad'ı
muhasara etmekten kendilerini alamadılar. Bunların üstüne eski sadnazamlardan
Topal Osman Paşa kumandasında taze bir ordu bölgeye gönderildi. Meydana gelen
Osmanlı/İran çatışması sonucunda İran, feci bir mağlubiyetle Osmanlı
hududlarını terk etmek mecburiyetinde kaldı. Tarihler bu sırada,
1146/1733 senesini göstermekteydi.
Ancak; Tahmasb'ın
temsilcisi sıfatıyla Afganlı Nâdir Ali Şah İran ve kendi askerini birleştirerek
Osmanlı Topraklarına saldırıya geçmişti. Bu toplama ordu hem kalabalık hemde
güçlü bir yönetimle daha da kuvvetlice hâle ifrağ olunmuştu. Yapılan müteaddit sayıdaki
çarpışmaların neticesinde önce Osman Paşa daha sonrada, Köprülüzâde Abdullah
Paşa savaş alanında şehadet şerbetini içdiler.
Asakir-i Osmaniye ise,
mağlup olduğundan daha önce ele geçirmiş olduğu toprakları Nâdir Ali Şah'ın
ordusunun istilasına terk etmeye mecbur kaldı.
Her iki tarafda
sayısız çarpışmaların verdiği hasardan ve kayıptan yılmış müşterek olarak bir
sulh zemini aramaya başladılar ve bulmaya da muvaffak oldular. Hatta sulhu de
gerçekleştirdiler. Osmanlı padişahı; 1. Mahmud, bu savaşia-nn yapılışında Gazi
unvanı aldı. Ali Nâdir Şah'ın önemli talepleri şunlardı. Kendisinin de bağlısı
olduğu mezheb-i şiâ'nın, daha doğrusu Caferiye'nin Osmanlı Devleti tarafından
tasdik edilmesi, Harem-i Şerifde dört mezhebin beşincisi olarak bir rükün
tahsis olunmak İranlı hacılar için İran tarafından bir emrü'l hac tâyin
edilmesine müsaade verilmesi. Safevi Devleti dönemi hududlanna riayet edilerek
sulhun ye-nilenmesiydi. Devlet-i Osmaniye ise, Caferi mezhebinin tasdiki ve
İranlılar tarafından, emr'ül hac tâyini hususlarının, şer'an olsun, makülen
olsun caiz olamayacağını ileri sürerek redde, diğer şartların ise kabulüyle
antlaşma imzalandı ve teati olundu.
Sultan 1. Mahmud'un
Osmanlı tahtına geçmesinden sonra, Rusları sulh antlaşmasına mugayir
hareketlerinde tatbik-çİsi olarak, Lehistan ve Kırım Hanlığına dâir işlere
karıştığı gibi Kırım sakinlerine tecavüze başlamıştı. İran ile yaptığımız
muharebelerde ise yardımımıza koşan Tatar kuvvetlerine mania teşkil ettiği
olmuştu. Son dönemlerde de, Azak Kalesini kuşatmaya teşebbüsünden sonra İran
ile varılan antlaşmanın arkasından Rusya'ya harb ilân edilerek sadrazam
Si-lahdar Mehmed Paşa kumandasıyla hudud boyuna b;iyük bir ordu sevk olundu.
1147/1734 Venedikle yaptığı savaşın mağlubu olan ve bundan dolayı izzet-i nefsi
kırılmış ve her
fırsatdan istifadeyi
itiyad edinmiş oian Avusturyalılar, görünüşte bize dost kalmak, hakikat-ı
halde ise, bâbıâli'yi iğfal ederek Ruslara zaman kazandırmak niyetiyle araya
girerek savaş yapılmamasını ve kan dökülmeksizin, kendisinin iki tarafı
birleştireceği vaadiyle sevkıyatı durdurabilmek ve cok kısa bir zaman sonra
apansız Bosna tarafından hududu aşarak bize harb ilânında bulundu. Bakın,
görün ki, Avusturya-nın becermek istediği tavassut harekâtı doğrudan sahteliği
bariz bir hareketti. Avusturya Çarı 6. Şarl, Osmanlı devletini, tevile dönük
haberleşme ile kandırmış, daha sonra birlikde harb ateşini körüklemek,
kötülükleri gerçekleştirmek üzere, Çariçe ile resmen yemin ve yapacaklarını
kararlaştırmış olduklarından, Avusturyalılar konuşma tarzlarını aniden değiştirip
de Ruslar ile müttefik olarak Osmanlıya karşı, savaş ilânını
gerçekleştirdiler. Hâttâ elçi Talaman bile ilân-i harbi bildiren, Avusturya
Kabinetosunun gönderdiği emirnameyi, vakit kazanmayı esas alarak bir ay kadar
Osmanlı hükümetinden gizleme tenezzülünde bulunmuştu. Sadrazam olan Silah-dar
Mehmed Paşa politik açıdan acemi olup sadrıazamın tesiri altındaki kethüda-i
sadr-ı âli yâni dahiliye nâzın olan Osman Halis efendi, Avusturya sefirinin
iğfalatına tamamen râm olmuşlardı.
Böylece Özi ve Bender
ile Vidin'in muhafızları tarafından asker ve mühimmat taleb edildikçe, işin
sulhen bitmek üzere olduğunu boşu boşuna devlet malını telefe gerek yoktur
ce-vablarını vermekteydiler. Gösterilen bu fevkalâde büyüklükteki gaflet,
tedariklerimiz bakımından bizi kısıtlı bırakmıştır. 1147/1735'de başlayıp,
1152/1740 tarihinde sona eren kuvvetli bu iki devlet ile yapılan savaşlar, her
tarafta Osmanlı askerinin zaferiyle sonuçlandı. Bu mağlubiyetlerin gerek
Avusturyalıların gerekse Moskof'un burunlarının sürtülmesi-ni sağladığı
dünya siyaset arenasında müşahede olundu.
Avusturya elçisinin
hilekârane davranışıyla meydana gelen hareketler, padişah Sultan 1. Mahmud'u üzerken, bâbıâli'yi de hayli
müteesir etmişti. Sanki bu üzüntülerin yüzü suyu hürmetine, bu cephede
Avusturya askerleri münhezim olmuş, Bosna Valisi Hekimoğlu Ali Paşa gösterdiği
liyakat ve gayretlerle düşmanı bulundukları Bosna topraklarının dışına tard edebilmişti.
Hatta; Belgrad kalesini de muhasara altına almaya muvaffak olmuştu. Ayrıca öncü
kuvvetlerimiz Tuna Nehrini geçerek Macaristan da bir çok bölgede nal izleri bırakmışlar
ve adamakıllı yağmalar gerçekleştirmişlerdi. Avusturya'nın bu hile-i âzimine,
mehazlarımız arasında yer alan Ali Şeydi bey tarihinde şöyle bir mütaiaa ileri
sürmekteki sayfamızı süslemeden edemedik: "Halbuki 1168/1754'de, Lehistan, Prusya ve Fransa
devletleri tarafından meydana getirilmiş, hizip, Avusturya'ya ilân-ı harb
etmişler ve tarihde <Avusturya Veraset Muharebeleri> olarak anılan badireye katılması hususunda
Sultan 1. Mahmud'a yapılan, teşvik ve teklifleri nezaketle reddederek
Osmanlı'nın zebunkeş, yâni düşene tekme vurmayan karakter taşıyan bir millet
olduğunu göstermiş oldu. Hakikaten, Avusturya kendisi aleyhinde birleşmiş olan
devletleri bu savaşlar neticesinde mağlup etmiş, doğrusu bunda muvaffak olması
da, Osmanlı devletinin bu savaşa Avusturya aleyhine katılmamasından neşet
ettiği kabul edilmelidir. Eğer Osmanlı askeri, bu muharebelerde Avusturya
karşısında yer alsaydı, Avusturya'nın izmihlali mukadderdi. Buna rağmen
Avusturya yapılan bu kadirşinaslığı idrak edememiş, ne zaman Ruslar bize karşı
harekâta gelmişlerse, onlar da derhal bize savaş ilânından geri kalmamıştır."
Bu beyanı aldıktan sonra biz de hatırlatmak isterizki; Osmanlıya karşı bir
savaşa davet yapan Rus Ça-rı'na, Avusturya İmparatorİçesi Maria Tereza
nezâketle red cevabı vermiştir.
Ahmed Rasim bey'de
eserinde bunu beyan etmektedir. Neyse biz, Avusturya'nın Vidin üzerine yürüyen
bir kolordusunun bizim İvaz Paşa ile Köprülüzâdelerden Abdullah Paşanın
cesaretleri ve işbilirliği karşısında hezimete duçar olduğunu da kaydetmiş
olalım.
Bize savaş ilânını
yapmadan önce Ruslar, Azak ve Kuburun kaleleriyle, Kırım Yarımadasını
başdanbaşa yağmaya tâbi tuttuğu gibi Baserabya taraflarından da İlerlemeye
koyulmuşlardı. Kırımın yeni Hânı Fethi Giray'ın celâdeti karşısında, Kırım'da
bulunan Rusların horlanarak uzaklaştırıldığı görüldü. Besarabya'ya saldıran
diğer bir Rus kuvveti de, karşılarında gördüğü Osmanlı Ordusu karşısında
mağlup olduğundan bozgun hâlinde ricata mecbur kalmıştı. Bu ricatta kendi
hududları dahiline çekildikleri görüldü. Bu çekilişi gösterirlerken eskiden
yaptıkları gibi, yakınlarından geçtikleri her şehir ve kasabayı yaktıkları
gibi, yiyecekleride bu yangına dahil etmeyi ihmal etmediler böylece
kendilerini takip etme tasavvurunda olan Osmanlı ordusunu yiyecek sıkıntısına
düşme kaygısına duçar ederek, bu ordunun takibinden kurtulmayı başardılar.
Asakir-i Osmani'yenin
devamlı olarak her taraf da kazanmakta olduğu zaferler karşısında,
Avusturyanın ve Rusların sulh talebinde bulundukları görüldü. Osmanlı padişahı
ve hükümeti, taleb-i sulhun muterizi olmadılar. 1152/1739 senesinde Belgrad da
bir kongrenin toplanması gerçekleşti. Uzun müzakereler yapıldı ve neticede sulh
antlaşması imza olunup, karşılıklı olarak teati olundu. Yapılan ve adı
tarihlerde, yapıldığı şehrin ismiyle anılan antlaşmanın gereğinden olarak,
Avusturyalılar Belgrad'ı teslimle birlikte, Sava ile Tuna nehirlerinin sağ
tarafındaki Pasarofça antlaşmasıyla elde ettiği yerleri ayrıca Varşova
topraklarını ve Eflâk Çasar'ı, Va-las Antrich tâbir olunan yerleri ki Aluta
ırmağı ile Eflâk'ın eski hududu arasındaki batı topraklarının bulunduğu
yerdir, diğer bir tâbirle de Küçük Eflâk'da denmektedir.
İşte bütün bu yerler
Pasarofça muahedesi icabından olarak Avusturya'ya terk edilmişti. Şimdi bu
yerler Osmanlı devletine iade olunuyordu. Osmanlı'lar ise, Bançeh ve Yanat
civarında ele geçirmiş olduğu yerleri iade etmeyi kabul ediyordu. Antlaşmayı
yirmi sene sürecek sulh niyetiyle imzaladılar. Aradan bir kaç gün geçmiştiki
Rusya murahhası çıktı geldi. Ve Azak Kalesini, yıkmak ve civar arazinin her iki
ülke arasında riayet olunan hat olması ve Rusların Azak Denizinde harp gemisi
imâl etmesinin yasaklanma şartı getirildi. Ayrıca eski hududun esas kabul
edilmesi kararlaştırıldı.
.ladır Ali Şah,
Osmanlı devletiyle İmzalamış olduğu 1148/1735 tarihli antlaşmadan sonra,
ordusuyla birlikte Afganistan vede Hindistan taraflarına gitti, oralarda bir
haylide savaşlar yaptı. Geçen bu zaman zarfında şark hududumuzda sakin ve asude
hayat sürdü. Hudud boylarında bulunan aha-Üninde keyfine diyecek yoktu. Ne
varki; Nâdir Şah, iran'a avdet ettiğinde bu güzel günler son buldu. Çünkü huzur
yerini huzursuzluğa bırakmaya hazır hâle gelmişti.
Çünkü acem; Osmanlı
üzerine savlet etmeye başlamıştı. Irak yakınlarında bulunan bir kaç kalemizi
zapt etti. Vaziyeti gözden geçiren bâbıâli derhal asker şevkine koyuldu ve
meydana gelen çarpışmalar zaman zaman Osmanlılara, bazen de İran kuvvetlerine
galibiyet şansı verdi. Bu seri savaşların üç sene sürdüğü görüldü. Ancak son
galibiyet İran tarafında kaldı buna bağlı olarak, 4. Murad Hân devrinde
yapılan antlaşmanın esas tutulduğu şartlar, 1159/1746 tarihinde adetâ
yenilendi. İranla yapılan savaşların sonuncusu olarak kabul edilen muharebenin
temin ettiği hudud, ufak tefek değişikliklerin üzerinde durulmadığı takdirde
hemen hemen aynı olarak devam etmektedir.
Talihinin yaver
gitmesi, zaman ve zemin itibariyle uygun tarz saltanat süren 1. Mahmud, Osmanlı
padişahlarının arasında bahtiyar olanlardan sayılsa sezadır. 1168/sefer-1754/kasım
ayı içinde bir Cuma Namazı sonrası saraya dönüşü esnasında bindiği atın
üzerinde fücceten irtihâl-i dâr-ı beka eylemiştir. Fücceten deyimi apansız
mânasindadir. Bazı tarih yazarları Sultan 1. Mahmud'un bir hafta kadar yatağından
çıkamadığını, bu ağır duruma rağmen Cuma Namazını edaya büyük bir gayret
göstererek gitmesini vücudunun sarsılmasının sebebini teşkil ettiğini beyan
ederler. Böylece vefat vukubuldu derler.
Bu zâtın diri diri
gömüldüğü iddiası vardır. Yirmi beş sene kadar süren devri saltanatında Sultan
1. Mahmud bu dönemin yirmi senesi kadarı İran, Rusya ve Avusturya ile savaşarak
geçmiştir. Elhak bütün bu savaşlarda Osmanlı Ordusu sânı şerefini, celâdetini
göstermeyi bütün mevcudiyetiyle is-bata muvaffak olmuştur. Yaptığı antlaşmada
düşmanlara memleket kapdırmak şöyle dursun, Pasarofça antlaşmasıyla
Avusturya'ya terkettiğimiz yerleri dahi kurtarmaya muvaffak olduğumuzdan,
padişahımızın hatırı avrupa ülkeleri arasında saygıya lâyık bulunması
gerçekleşmiştir.
Yaptığı seçimlerde
isabetli, işlerin akıbetini takip ve takdire önem vermesiyle şöhret bulmuştur.
Ahlâki açıdan son derecede mükemmel bir kimseydi. İlim ve fen, yeniliğin ve
ilerlemenin anahtarıdır anlayışı içinde, ileriye bakışı tarafdar olmaktan
ziyade sevgiyle benimsemesinden kaynaklanıyordu. Aslında; yeni bir tarz
askerlik sınıfını ihdas tasavvuru arasındaydı. Bu Asakir-i Mansure-i
Muhammediye gibi de, Nizâmı Cedid gibi de olabilirdi. Bu düşüncesini kimse ile
paylaşmayacak, bu hususta tasarımları kafasının içinde saklıyacak kadar
etrafından haberdar bir kimseydi. Kuvveden fiile çikaramaması umumiyetle
Avusturya, Rusya ve İran ile yapılmış, seri harpler sebiyle olduğunu Ali Şeydi
bey tarihinde belirtmektedir. Kızlar Ağalarının ikisininde ismi Beşir Ağa idi.
Bunların sözlerine pek önem verirdi. Yine bunların bazı ifadelerine uyarak
yapmış olduğu bazı icraat kendisinin tarihçiler ve devrini idrak eden bazı
zevatın, tenkitlerine hedef olmasını icab ettirmiştir. İlim yoluna yardımlarda
bulunmuş, İstanbul-da dört kütüphane bina ettirip açtırmıştır. Ayrıca bu
kütüp-"tıanelerin içinde genel dersaneler ihdas etmiş, İzmirde de, bazı
binalar yaptırarak hayırlara vesile kılınmasını emretmiştir. Daha bir çok
hayırlı teşebbüslerin müteşebbisidir.
Nur-û Osmaniye Camiine
epeyi emek vermesine rağmen, yapımın bitimine pekaz v£kit kala dâr-ı bekaya
intikali, mezkûr câmi'i tamamlama işini onun yerine Osmanlı tahtına geçen; 3.
Osman'a nasip olduğu ve bu padişahın adını taşıması uygun görülmesi Mahmud-u
Evvelin yâni 1. Mahmud'un şanssızlığıdır.
Sultan 1. Mahmud;
güzide padişahlar arasında bulunan zevattandır. Devri bir çok askeri zaferle
süslenmiştir. Hususiyetlerinden önemli bir davranışını, sarayda dolaşırken
önüne kadın çıkması hiç hoşlanmadığı ahvalden olduğundan, aya-kabılarının
altına kabaralar çaktırır, bunların yürürken çıkardığı sesler bayanların önüne
çıkmamasını adetâ hatırlatan bir alarm sesi vazifesi görmekteydi. Devrini
parlak başarılarla tamamlamıştır. Sultan Mahmud; 2/ağustos/1696'da Edirne'de
dünyaya geldi. 13/12/1754'de hayatını kaybettiğinde; 58 sene, 4 ay, 12 gün,
ömür sürmüştü. Annesinin adı Sebka-ti olup, aynı zamanda Sultan 1. Mahmud'un
şiir yazdığında kullandığı ism-i müstearıdır.
Babası 2. Mustafa'nın
ilk oğlu olup, vefatından sonra ba-basınında medfun olduğu Yenİcâmi türbesine
defnolunmuş-tur. Güzel bir hattat olup, Yılmaz Öztuna bey'in belirttiğine göre,
günümüze kadar gelmiş bulunan saz eserleri notalarıy-la mevcuddur. Osmanlı
ordusu» Nâdir Şahı mağlup ettiğinde, bu orduyu teçhiz eyleyip, teşvik etmiş
bulunan 1. Mahmud'a Gaazi unvanı verilmiştir. 1. Mahmud'un; çocuğu olmamıştır.
1. Mahmud'dan sonra kardeşi vede halefi olan 3.
Osman'ında çocuğu olmadığından, Osmanlı Sarayı, 1730 ile 1757 arasında, yâni yirmiyedi sene
doğacak çocuk beklemiştir.
1. Mahmud devrinde
yaşıyan meşhur yabancıların bazıları şu zevattır: Almanyada imparator 6. Şarl,
7. Şar], Mariya Te-reza, 1. Fransuva, İngilterede, kral 2. Jorj, İran'da Şah
Tah-masb, 3. Abbas, Ali Nâdir Şah, Mehmed Hüseyin Han Kaçar, Papalık da, 12.
Koleman, 14. Piu, Prusyada Kral 1.
Fredrik,
2. Fredrik, Rusyada imparatoriçe Anna, imparator
6. İvan, imparatoriçe Elizabet, Fransada da kral 15. Lui gibi hükümdarlardır.
Alicenâb Kadın (Hace)
Sultan 1. Mahmud'un baş kadınıdır. 1775 yılı hac dönüşünde vefat etti. Zevci
padişahdan sonra 21 sene daha muammer olmuştur. Yeni Cami haziresi-ne
defnolundu. Fâtih Camii civarında mektep, çeşme ve sebil yaptırmıştır.
Verdinâz Kadın,
Çağatay üluçay'a göre Sultan 1. Mahmud'un 5. kadınıdır. Sicilli Osmani'de 4.
gözüktüğünü beyan ediyor. 13/ramazan/1219-16/aralık/1804 pazar günü vefat etdi.
Şehzâdebaşı Camii türbelerinde defnolundu. Murad Paşa yakınlarında bir mektebi
ve sebili vardır. Kocasından sonra elli yıl daha yaşadı.
Rami Kadın, 1. Sultan
Mahmud'un altıncı hanımıdır. Beşiktaş Akaretlere giden yolda bir sebil
yaptırdı. Padişahın vefatı sonrasında Mekke ve Medine müfettişlerinden İbrahim
bey ile izdivacı vukubuldu. Yılmaz Öztuna ise, Ayşe Kadın vefatı 1746, yine
Ayşe (Hace) vefatı 1746, Hadice kadın ile Râziye Kadından sonra, kocasının
arkasından onbeş yıl daha payidar olan Hâtem vardır ki, 1769 yılında vefat
etmiş, Üsküdar daki Ayazma Camiine defnolundu.
Tiryal hanım ise,
1789'da vefat etmiştir. Böylece dokuz hanımı olduğu belirlenmiş oluyor.
İkballeri - Meyyase hanım, başikbâlidir. Fehmi hanım 2. ikbâlidir. Sırrı hanım
ve Habba--hanımlardır. Sultan 1. Mahmud'un eş ve ikbâlleri sayısı' onue
sayısını bulmaktadır.
Sultan 1. Mahmud'un
devri, 119. sadrıazam Damad Silah-dar Mehmed Paşa ile başladı. 3 ay, 21 gün
sürebildi. Karahi-sarlı Kabakulak İbrahim Paşa makam-ı sadarete getirildiğinde
22/ocak/1731 idi. Sadaret müddeti 7 ay, 19 gün sürebildi. 121. sadrıazam olan
Konyalı Topa! Osman Paşa ise 6 ay, 2 gün mührü taşıyabildi. 122. sadrıazam Hekimoğlu
Ali Paşa 1. sadaretine; 12/mart/1732 tarihinde geldi. 3 sene 4 ay, 1 gün sonra
çekildi. 2. defa gelişi 21/4/1742'de başladı 1 sene, 5 ay, 2 gün sürerek
23/eylül/1743'de sona erdi. Son sadareti 15/şubat/1755'Ie, 18/mayıs/1755 arasında 3 ay, 1 gün devam etti. Toplam sadaret günleri, beş
sene dört gün
olmuştur. 123.
sadrıazam Gürci Ağa İsmail Paşa, 5 ay, 28 gün yaptığı sadaret vazifesinden
alındığında, tarihler 9/ocak/1736'yı, göstermekteydi. Yerine; Dâmad Silahdar
Di-metokaiı Seyyid Mehmed Paşa 1 sene, 6 ay, 28 gün sürecek sadrıazamlığa
getirildi. Muhsinzâde Abdullah Paşa 4 ay, 14 gün için makam-i sadarete
getirildi. Antalyalı Yeğen Mehmed Paşa sadnazam oldu ve 1 sene, 3 ay, 4 gün
mührü hümayunu taşıdı. Demek ki Suitan 1. Mahmud göreve alıştığından
sadrazamlanylabir yıldan fazla beraber çalışmayı başarmaya başladı. Çünkü Hacı
İvaz Mehmed paşanın sadareti de" 1 seneyi, 3 ay, 2 gün aştı. Nişancı
Foçali Hacı Ahmed Paşa 1 sene, 9 ay, 28 gün sadaret makamında hizmet verdi.
Şark-İ Karahisarlı Seyyid Hasan Paşa ise 2 sene, 10 ay, 16 gün devam eden
sadaretten sonra infisal etti. Tiryaki Hacı Mehmed Paşa 9/ağustos/1746'da
geldiği sadaretten 1 sene, 16 gün sonra 24/ağustos/1747'de ayrılırken, yerine
Kerküklü Boy-nueğri Seyyid Abdullah Paşa getirildi 3/ocak/1750'de 2 yıl, 4 ay,
10 gün vazife yapmış olarak ayrıldı. 132. sadrıazam Dİ-vitdar Mehmed Emin paşa
idi ki bu zat da, 2 sene 5 ay, 29 gün mührü hümayunu taşıdı ve
l/temmuz/1752'de, vazifesini tamamladı. 133. sadrıazam Çorlulu Köse Bahir
Mustafa Paşa, l/temmuz/1752'de geldiği sadarette, 1. Mahmud'un son sadrıazamı
oldu. Böylece Sultan 1. Mahmud'un devrinin sadrıazam sayısı onbeş kişiyi buldu.
Yalnız şunu önemle İşaret etmek isterizki; Sultan 1. Mahmud'un devrinde iki
defa sadarete gelerek cem'an bu padişah devrinde 4 sene, 9 ay, 3 gün hizmet
veren Hekimoğlu Ali Paşa esasında, 1. Mahmud'un baba bir, ağabeyi idi.
9/15/temmuz/1999 tarihli Cuma dergisinde de yazdığım gibi, enteresan bir
hikâyesi vardır Hekimoğlu Ali Paşanın. Bu hazin hikâyeyi hulasaten
say-faiarımıza alma lüzumunu hissetik. "Hekimoğlu Ali Paşa aslında bir
şehzadedir. Sultan 2. Mustafa'yı sebebi bilinmemekle birlikte kızdıran bir
câriye, saray hayatından ihraç edilir. Aslen Venedikli olan ve katolik mezhebi
yanlısı hristiyanlar-dan olan ve daha sonra ihtida ederek islâmiyeti benimsemiş
bulunan, Hekimbaşı Nuh efendi İle ihraç edilen câriye evlendirilir. Nikâh
akdinin hemen arkasından cariyenin padişah-dan bir çocuğa hâmile olduğu meydana
çıkar. Nevarki <por-firogeneros> yâni sarayda doğmadığından hanedana mensup
olmanın sağladığı bütün avantajların mahrumu kalır. Fakat doğumuna kadar takip
altında tutulan câriye ve oğlu, doğum sonrasında saraydan ihtimam görmeye
devam eder. Fevkalâde güzel şartların içinde yetiştirilmesine gayret
sarfe-dilir. Bunda da elhak muvaffak olunur. Hekimoğlu Ali Paşa, Osmanlı padişahlarına
hizmet veren sadnazamlar arasında, hatırı sayılır bir mevkie sahiptir. Çok
kibar padişahlardan biri olarak anılan; 1. Mahmud, Hekimoğlu Ali Paşa'nın hayat
hikâyesine vakıf olduğundan ve de kendisinden yaşça büyük olduğundan haberdar
bulunduğundan sadrıazamlara göster-liği nezaketin ötesinde bir hürmet
gösterirdi. Bu noktadan kaynaklanan davranış günün birinde, Sultan Mahmud'un huzuruna
giren sadrıazam HekimoğSu Ali Paşaya: <buyrun birader şuraya oturun>
demek suretiyle karşıladığı görülmüştür. Buna mukabil 1. Mahmud'un vefatı
sonrası padişah olan 3. Osman döneminin bir bölümünde, Hekimoğlu Ali Paşayı sadarete
getirir ancak bir mevzuda yüksek sesle cevap veren sadnazama, padişah <..sen
kendini ne zannediyorsun? Seni azlederim ve yerine de, hamallar kâhyası Ali
Ağa'yı sadrıazam yaparım dediğinde, Hekimoğlu Ali Paşa: <söylediğin
mümkündür! Fakat o sadrıazamin adıda Hekimoğlu Ali Paşa olacağına, Hammaloğlu
Ali Paşa olur.> cevabını vermesi, 1. Mahmud'un nezaketini hatırlatırken, 3.
Osman'ın vakay-ı bilip, bilmediğinin şüphesini akla getirmek lâzımdır düşüncesine
prim vermek istiyorumda, eğer vakaya
dâir malumat sahibiyse, Sultan 1. Mahmud'un kâbına nezakette bile varamadığını
ispata hüküm çıkarılabilir. Amma işin iç yüzünden haberdar değilse ki, bu biraz
zâif ihtimaldir, o zamanda sert sözlerle konuşanın padişah tarafından
azarlanması, otoritenin icabatındandır. "Yazmış olduğumuz bu vak'a,
Osmanlı padişahlarının taht'a geçeceklerin, her çeşit leke ve iftiradan siyanet
edilmesi hususunda, evlâdlannı gözlerinin önünde yaşadığı halde, oğlum, evlâdım
diye kucaklama imkânından kendilerini mahrum etme fedakârlığında bulunurken, o
çağ avrupasmda, kralların tacı ve tahtlarında; nesebi gayr-i sahihlerin bir
binip bir çıkması göz önüne alındığında, müslüman Osmanlı soyunun necabeti
bütün ihtişamıyla ortaya çıkar.
Osmanlı devletinin 81.
şeyhülislâmı, 1. Sultan Mahmud'un ilk makam-ı meşihatını dolduran âlimi
Mirzâzâde Mehmed Efendi oldu. Ancak bu şeyhülislâmın görevde kalması, 7 ay, 17
gün sürdü. Kendisi istifa ederek ayrıldı. 73. şeyhülislâm Paşmakçızâde Ali
Efendinin mahdumu, Abdullah Efendi 9 ay, 7 gün süren, meşihattaki görevi ile
Osmanlının 82., Suttan 1. Mahmud'un ikinci şeyhülislâmı olma şerefine ermişti.
24/şubat/1732'de, Damadzâde Ahmedefendi geldiği şeyhülislâmlık makamında 1
sene, 7 ay, 27 gün bulundu. 22/ekim/1733'deyse İshakzâde İshak efendi, 1 sene
10 gün-kaldığı makam-ı meşihattan vefat ederek ayrılmış oldu. Dür-rizâde Mehmed
efendi, İ sene, 5 ay, 13 gün, şeyhülislamlık makamında kaldı. 13/4/1736!da,
Feyzullahzâde Mustafa efendi, şeyhülislâm oldu. Bu makamdaki müddeti, Sultan 1.
Mahmud devri şeyhülislâmlarının en fazla sürenidir. 8 sene, 10 ay, 21 gün
hizmetten sonra vefatı dolaysıyla vazifeden ayrılmış oldu. Tarihler bu sırada,
4/mart/1745'i gösteriyordu.
Pîrizâde Mehmed Sahib
efendiyse 1 sene, 6 ay, 2 gün sonra yerini, Hayatizâde Mehmed Emin efendiye
bıraktı. Bu zatda, 25/ekim/"!746'da 6 ay, 20 günlük hizmetten sonra,
Zeyneia-bidin Mehmed Zeyni efendiye şeyhülislamlığı devretti. Zeyni efendi
20/temmuz/1748 tarihine kadar, 1 sene, 8 ay, 26 gün, makam-ı meşihatta
kalmıştı. 90. Şeyhülislâm Ebu İshakzâde Mehmed Es'ad efendi 1 l/ağustos/1749'da
görevi bıraktığında 1 sene, 22 gün iş başında kalabilmişti. Arkadan gelen
şeyhülislâm Mehmed Said efendi olmuştu bunun dönemi sadece 9 ay, 22 günü
bulabilmişti. Feyzullahzâde Murtaza efendi; 2/haziran/1750'de geçtiği
şeyhülislâmlık makamında, 4 sene, 7 ay, 10 gün kalmıştır ancak, Sultan 1. Mahmud'un
son şeyhülislâmı olmuştur.
12/ocak/1755'de görevi
bıraktığında 3. Osman'ın 1. şeyhülislâmı mevkiındeidi. Böylece Sultan 1.
Mahmud'un; devrini oniki şeyhülislâmla tamamlamış olduğunu görüyoruz. Ancak
bunlardan iki tanesinin, vazife başında vefat ettikleri ka-ale\hnmalıdır. Hele;
Feyzullahzâde Mustafa efendiyi dokuz yıla yaklaşan hizmet istikrarıyla
görürsek, yaşasaydı daha da hizmet ederdi diye düşünebiliriz!
Karlofça antlaşması
sonrasın da, devlet-i âliye denizlerden çekilir olmuştur. İspanya donanması
ülke arazisinin Akdeniz'in üzerinde topoğrafik te'siri, bu ülke donanmasına
faikıyet sunmaktaydı. Bu avantajı donanmasına önem vermek suretiyle, takviye
eden İspanyol'lar bilhassa bizim Cebelitarık, denizcilerin Cibraltı dedikleri
boğazıda kontrol etmeleri hayli güçlü olmalarına yardımcı oluyordu. Denizlerin
güçlü donanma sahibi olanlspanya, gerek İngilizlerin gerekse Fransızların kur
yapmak durumunda olan paylaşılması güç bir sevgili gibiydi. Çünkü bu ülkenin
yandaşlığını kazanmak gerek Fransa'nın, gerekse İngilterenin plânlarına
doğrudan te'sir etmekteydi.
Fransa; Avrupa
hakimiyetini ele almak hülyaları içindeyken, ingilizler, dengeli bir Avrupa,
harpte ve sulhte korkunç olmaktan çıkar anlayışını hâkim kılmak istiyordu.-
Fransa'nın hâkimiyet projesi başını belâya sokacağı tabii idi. Çünkü ben hâkim
olmak isteme plânlan yapmak yetmez, o plânlan kuvveden fiile çıkarmak esasdır.
Böyle olunca da, denge unsuru isteyenlerin bir küçük organizasyonla karşında
hasım olarak belirdiğini görürsün hemen. İşte; Fransa, karşısında Inglizlerin
organize ettiği kuvvet dengeleri ülkelerinden ikisini safına çekmişti. Bu
devletler; Avusturya ve Hollanda idi. Buna karşılık atmaca gibi yalnızdı
Fransa.. Veraset savaşları da denen bu seri harplerde otuz yıl kadar imtidat
etti. İlk zamanlarda Fransa büyük sıkıntılara düştü. İngiltere ve Hollanda
savaştan çekildiğinde, bu ülkenin karşısında Avusturya yalnız kalmakla
beraber, Paris'in kapılarını zorlamaktaydı.
Fransız Generali
Villars, önce Pâils önünde püskürttüğü Avusturya'ordusunu, kısa bir zaman sonra
Ren Nehri boyunda da ve ağlub edince, barış isteyen Avusturya old'j Neticede otuz seneyi bulan savaşın Fransa'yı
bitap düşürdüğü şa-hid gerektirmez. Kral 15. Lûi'nin naibi olan Kardinal Fleru
idareye akıllıca yürütmüştü. Fransa; avrupa üzerinde kendine rakip addedip
faik olmaya çalıştığı ülke olarak, Avusturya'yı görüyor ve bu üstünlüğü
sağlamak üzere Osmanlı devletiyle yakınlaşma çabası harcıyordu.
Osmanlı devlet
politikası o târihe kadar bir gayrimüslim ülke ile ittifaka sıcak bakmazdı.
Ancak şunu da unutmamalıyız ki Kaanuni döneminde, Hazreti Barbaros'un kapdan-ı
deryalığı zamanında donanmamız askerî irtifaklar yaptığı da olmuştur ecnebi
devletler ile.. 1740 yılında Avusturya kralı 6. Çarls'ın ölmesi Fransa'nın illâ
Osmanlı ile ittifak arama lüzurnu eski önemini kaybetmişti. Çünkü
Avusturya-Fransa savaşı kopmuştu. Bu savaşın nihayetinde de, Fransa rakibini
Moris Saks adlı komutanın başarılı sevk-i idaresi üst üste üç defa Avusturya
ordusunu mağlubiyete uğrattı. Herne kadar sulh müzakeresinde elde ettiği
beldeleri geri verdiyse de, güçlü devlet intibaını daha da kabule uygun hâle
getirdi.
Fransa; Osmanlı
devletiyle çok yakınlaşmak arzusuyla 1757'de Baron Dö Vergegn b. elçi,
sekreteri olarakda meşhur Baron Dö Toth'u gönderdi. Topal Osman ve Hekimoğlu
Ali Paşaların, Fransız eğilimi taşımaları bu gelen diplomalarla beraber
ilişkileri kuvvetlendirmeye başladı. Fransa'dan sonra Avusturya'ya
baktığımızda, otuz sene savaşlarının bu ülkede üç imparatoru eskittiğiyle
karşılaşırız. Bunlar ise, 1. Leopold, 1. Josef ve 6. Çarls'dır. Bu Avusturya,
Osmanlı devletiyle veraset savaşları akabinde savaşmış ve Pasarofça-da yapılan
antlaşmayla Tamışvar, Banat, Eflâk ve Belgrad gibi değeri hayli yüksek
bölgelere mâlik oldu ve bu hâl ^Avusturya'yıda büyük devlet olarak
isimlendirmeye yetti. 6. Çarls, Rusya'nın, Osmanlı devletine karşı açtığı
savaşda bir açgözlülük yapmış, daha fazla arazi elde etmek için Ruslar ile
müttefik olarak karşımıza çıkmaktan çekinmemişti. Ancak; Osmanlı karşısında
bozgun halinde çekilirken Pasarof-ça'da ele geçirdiği her şeyi elinde
tutamıyor, baş da Tamiş-var olmak üzere eline geçirdiği yerlere veda etmek
mecburiyetinde kalıyordu. Buna rağmen Avusturya, Osmanli devletine karşı her
fırsatta saldırıya katılma eğiliminde olduğu görüldü.
Prusya devleti Büyük
Fredrik tarafından, 1688'de, Kiev, Brandenburg ve Prusya dukalıklarını
birleştirdiğinde 1713'de yapılan Ütreht antlaşmasıyla bir krallık olarak
tanındı. Bu "Büyük Almanya" hülyasının belirginleşmeye başlamasıdır.
Büyük Almanya politikasının temeli ise şöyleydi: "Almanların yabancı bir
bayrak altında yaşayamayacağı nerede bir Alman kitlesi varsa oranın Alman
toprağı olması gerekir.." düşüncesine istinad ediyordu. Ancak böyle bir
hedefe asker ve disiplinli bir millet meydana getirmekle ulaşılabileceğini
tatbike koyan Büyük Fredrik adım adım bunu gerçekleştirmekte başarılı oldu. Bu
tarihlerdeki Prusya, Osmanlı devleti ile bir ilişkisi bahse konu değildir.
İngiltere'nin, 18.
yüzyıl, diğer bir deyimle 1701'den sonra bu ada devletinde birliğe doğru
gidişin sancılarına rastlanır. Iskoçya bölgesi, Stuart hanedanına bağlı
kalmıştı. Adanın bir başka bölgesini de, Hannover hanedanı idare etmekteydi.
]701 senesinde yapılan birleşme kanunu dolaysıyla, Stu-art'Iarın krallığı
Hannover hanedanına bırakmak zorunda kalması, bu krallık görevini Hannover
hanedanından 1. Ge-orge üstlendi vede bütün İngiltere'nin kralı olarak hükmetmeye
başladı. Ortaya çıkan idare tarzı, patrimonyal anlayış-dan uzak, güçlü
parlamento, birliği temsil eden sembolik kral hâli idi. Bu sayede de devlet
işlerinin ve toplum ihtiyaçlarının daha iyi incelenmesi kabil olabiliyordu.
Avrupa'nın diğer devletleride, Ada'nın bu tarzına olumlu bakıyor ve
üike-lerinde de uygulanmasını isteyen kişi ve guruplar ortaya çıkarken,
imparator ve krallar bu şekildeki değişikliğe karşı olduklarını açıklamaktan
imtina etmiyorlardı.
Böylece; avrupahların
karşıdakiler dedikleri ingilizlerin kullandığı devlet anlayışı sistemi kara
avrupasinda hayat bulamıyorlardı. Sunuda hemen hatırlatmamız gerekir ki;
ingiltere, daha o zaman stratejisini denizlere hâkim olma şeklinde tesbit
ederek, gereklerini yerine getirmeye, deniz ticaret filo-larıyla da her tarafa
ulaşabilmeyi plânlamıştı. Tabiiki Amerika kıtasının bakir olmasının getirdiği
kolaylıkların, istihsaldeki verimden İngiltere'nin istifade etmesini sağlamak,
ancak böyle bir, strateji ile mümkün olabilirdi.
1717 yılında İngiltere
başbakanı olan Stanhop, sanayii ve ticari alanlarında iyi bir sıçrama yapmayı
evvelâ savaşı politika dışına atmakta buldu. Fransa'ya sulh isteyen eli uzatmaktan
çekinmedi. Fakat; bu davranışı ahali tarafından benimsenmedi ve desteklerini
çektiler. 1739 sonrasında İngiltede saltanatla ilgili ihtilaflar tırmandı ve bu
arada da, İspan-ile savaşılmaktaydı. Özetleyecek olursak şunu söylemek
kabildir: "İngiltere, 1750'ler sonrasına kadar Osmanlı devletiyle pek
ilgilenebilecek zaman bulamamıştı başındaki gaileler yüzünden. Amansız
düşmanımız moskof diğer adı ile Rusya, 2. Bayezid döneminde İstanbul'a
gönderdiği, garip kıyafetli elçisinden sonra tahlil etmeye çalıştığımız dönem
arasında geçen yıllar doğrusu, Rusların iyi değerlendirdiği bir zaman dilimi
olarak kabul edilmelidir. Karlofça antlaşmasıyla Rusya, avrupa kıta devletleri
arasında mümtaz bir mevkie yükselirken, Azak kalesini alması münasebetiyle,
Karade niz'e çıkma şansını yakalamasrda bir büyük merhaledir onların
hesabına..
Me varki; Baltacı
Mehmed Paşanın Deli Petro'yu Prut'da, pek feci bir mağlubiyete uğratması ve
Azak kalesinin eski sahibi Osmanlı devletine rücû edişi, Rusların kafalarında
sersemlik husule getirdi. Sıcak denizlere çıkmak hayali, böyle güçlü bir
engelle karşılaşınca bu sefer gözlerini soğuk denizlere çevirmelerini getirdi.
Burada da karşısına Kuzey Avrupa'nın patronu mesabesinde olan, İsveç ve onun
12. Şarl adlı Demirbaş namlı kralı çıkmıştı. Karadeniz ile Baltık denizinde
önüne çıkan bu iki devletin, Rusya tarafından alt edilmesini icâb ettiren
güçler idi.
Rus Çarları bu hususda
sinsi ve iki taraflı bir politika gütmeye başladılardı. Birine sataşırlarken,
diğeri ile ilişkileri en üst düzeye taşıyorlardı. Bu politika sadece askerî
amaçlı olmayıp, Rusya'nın ekonomi bakımındanda plânları vardı ve Osmanlı
devleti elindeki boğazlar ekonomi için istifade olunması gereken vasıtalardı.
Bu vasıtadan İstifade edebilmek başka, mâlik olmak daha başkaca birşeydi..
Yukarıda söylediğimiz sinsi politikanın ilk merhalesi, İsveç topraklarına göz
diken Çar'ın ilk işide Dersaadet'e Daskov adlı bir büyükelçi seviyesinde
diplomat göndermek oldu. Bu diplomatda, pek pesimist bir yaklaşımla, ılık bir
diplomatik hava teminde başarılı oldu. Bu durum da, Rusya'nın işine hayli
yaradı.
Çünkü Osmanlı-İsveç
savaşına Osmanlı, atf-u nazar eylemedi bile. Yukarılarda İsveç'in antlaşma
maddeleri arasına sokmaya çalıştığı taleplerden bahsettiğimizden, bunu burada
tekrar etmeye lüzum görmüyoruz. Ancak; Rusları İsveç'le uğraşırken biz arkadan
sıkıştırsaydik, dünya târihinde bir hayli değişikliğin sahibi olabilirdik. Bu
İsveç savaşı için Çar, başşehrini değiştirerek, Moskova'yı terk etmiş,
Finlandiya yakınlarındaki eski adı Petersburg, boişevik ihtilâli sonrasında da
Leningrad olan şehre taşımıştı. Rusya; İsveç'e savaş ilân ettiğinde
müttefikleri olarak en azından, siyaseten Hollanda ve Lehistan yanındaydı.
Savaş sonunda Raştad antlaşması yaplmış Kuzey avrupa patronajı İsveç'den
uçup, Rusya'nın avucuna konmuştu.
Litvanya, Estonya, Finlandiya'nın bazı parçalan Rusya topraklarına dahi!
edilerek sonuçlandı. Peşinden de; Petro; Osmanlı üzerindeki sakimâne düşüncelerine
hayat verme hazırlıklarına koyuldu. Çar'ı, oğlunu öldürtmüş olarak görüyoruz
bu sırada ve yeni bir taht statüsü hazırlarken de ölümü vukubuldu. Rusya bu
ölümle karışırken, Çar karısı Katerina durumu teskine muvaffak oldu. Ancak
iki seneye kalmadıki Katerina ölümüyle Çarlığa oğlu 2. Petro adıyla geçmesini
hazırlamış oldu.
Takvim 1730'ü
gösterirken, 2. Petro'yu Çiçek hastalığının ahirete götürdüğünü görüyoruz. Bu
sefer Çarlığın başına 1, Petro'nun kızı 2. Katerina unvanıyla Çariçe oldu. Cinsiyetin
akla ne derece alakası vardır? Bu Allahımızın indinde olup, kullarında çeşitli
ilimlerin yardımıyla bir şeyler beyan ettikleri doğru olmakla beraber, bazende
görünen köyün klavuza ih-tiytacı olmaz anlayışı içinde yapılanlar kendini
gösterir, 2. Katerina'da Rusya'nın, ticaret yollarında kendisinin de yeri
^olduğunu gösterebilmek ve o yolda, ülke ticaretine İâzımge-
ı faydayı sağlamak
için, kıtalar arası ticarete mâlik olabilmek için, hem deniz ticaret filosu
hem de bu ticari filonun emniyet içinde dünya denizlerinde gezebilmesi için onu
savunacağı bir askeri donanmaya ihtiyacı olduğunu akıl eden, Çariçe 2.
Katerina bir değil, hem de, iki donanma yapmayı plânladı ve gerçekleştirdi.
Birini Karadeniz,
diğerini Baltık donanması olarak isimlendirdi. Karadeniz donanmasını dokuzu
büyük, yetmiş tanesini de küçük gemiden oluşturdu ve Amiral Predal'in emrinde
suya saldı. Rusya'nın denizciliğe verdiği önem, o sırada bizim gönlümüzce,
denizlere ehemmiyet vermekten uzaklaştığımız döneme denk gelirken, Rusların kabiliyet
kısırlığı onların denizcilikte hızlı hamleler yapmalarına izin vermedi.
Osmanlı devleti Rusların; Karadeniz üzerindeki varlığını ve boğazlar üzerindeki
emellerini bildiğinden, artık Karadeniz'de asla Rus donanmasından aşağı
düşmeyen seviyede bir filo bulundurmağa mecburdu ve buna ilâve olarak da,
artık cidden çok ve iyi denizciler yetiştirmesi icâb ediyordu. İstikbâl bu iki
ülke arasında Karadeniz'de bir mücadele alanının açılacağını gösteriyordu.
İsveç Kralhğma
gelince, Avrupanın kuzey taraflarını, patronajı altında tutan İsveç, cesur
fakat maceracı kralları Demirbaş lakablı 12. Şarl'ın Rusya ile siyasi ve
tedafüi bir paktın vücudunu sağlamadan, seli-i seyf etmesi yâni moskof'a savaş
açması, hâttâ daha fazlası büyük bir ukalâlıkla Osmanlı devletindeki
politikalara müdehaleye kalkışması, Rusların yanına aldığı müttefiklerle
çarpışırken, yalnız kalmasına sebeb oldu böylece de sadece savaşı değil, harbin
sonunda bir çok toprak kaybına uğrarken, kuzey avrupa liderliğini de kaptırmış
oluyordu. Bu cesur fakat tecrübesiz kral, 1718'de Frediskal kalesini muhasara
ettiği esnada kale'den gelen bir mermi, Şarl'ın hayatını sona erdirdi.
Kralın Ölümü üzerine,
kızkardeşi Prenses Eleanora, İsveç tahtına geçti ve Osmanlı devletiyle, dostluk
yollarını aramaya başladı. Frediskal kuşatması, Osmanlı'yı Ruslar'a
saldirt-mak için bir kışkırtma hareketidir ki, Osmanlı devlet ricali, bu hususu
tecrübeleri vasıtasıyla hissetmişler ve Rusya ile İsveç arasındaki savaşı
seyretmeyi daha mâkul bulmuşlardı böylece Kraliçe Eleanora devlet siyasetini
kocası Fredrik'in ellerine bırakmıştı. Bu zat; intikam politikasının terkini
istediğinden ve bunun da, devlet adamlarımız tarafından bilinmesi, bahse konu
ettiğimiz yukarıdaki K=»le kuşatmasının plânlı bir aldatmaca olduğunu anlamışlar
böylece isveçlilerin eniştesinin oyunu boşa çıkmıştı.
Lehistcn yâni Polonya;
gerek Rusya gerekse Avusturya baskısı altında kral yapıla i 2. Agust
idaresindeydi tabiiki
Ruslara diyetini
ödemek için İsveç'e savaş açan bu devlet, İsveçlilerin önünde mağlup olmuş, bir
müddet için Kral 2. Agust tahtından uzak kaldı bilahirede yine Rusların yardımıyla
krallığına devamede bilmiştir. Yâni Rus yanlısı bir Polonya kralı, tabiatıyla
Osmanlı aleyhtarı olması mukadderdi. Prut'ta Rusya'yı mağlup edebilen Baltacı
Mehmed Paşa, yapılan Prut Antlaşmasına Ruslar, Lehistan topraklarından çıkacaktır
şeklinde madde koymasına rağmen, ifade kâğıt üzerinde kalmıştır. Böylece
Rusya'nın Lehistan üzerinde te'siri gittikçe artmıştır. 2. Agust'un ölümü
Lehistan'a seçilecek kralın devletler arası bir mesele hâline geldiği görüldü.
Nitekim; Rusya, ölen
2. Agust'un oğluna 3. Agust unvanını vermek suretiyle Lehistan tahtına
çıkardı. Fransa; Rusya'nın bu kadar çok söz sahibi olmasını kendi emellerine
aykırı gördüğü için, Lehistan, Rusya ve Avusturya'ya savaş ilân etdi. Tabii
Leh vatanseverleri, bu hususda Fransa'ya kucak açtı. Çünkü Rus emperyalizmi,
Polonya'nın bağımsızlığının ıd üzerinde kalması demek idi. Nitekim, Fransa
açtığı bu ıvaşı kazandığında, Rusları Lehistan topraklarından çekilmiş,
Avusturya kendi kabuğuna dönmüş böylece de, Lehistan'da karışıklık ve
huzursuzluk izale olmağa başlamıştı. Venedik Cumhuriyeti ile devlet-i âliye
donanmaları hayli zayıf düştüğünden, 18. yüzyıla barış içinde girme ve devam
ettirme her iki ülkenin hedefiydi.
Mora ise yine Osmanlı
devletinin kontrolunda idi. Fakat meydana gelen savaşsız zaman dilimi, her iki
devletinde işine gelmişti. İspanya devleti; İngilizler ile uzun zaman süren
savaş neticesinde donanması dahi yıpranmış ve her yönüyle ülke de zaafa
uğramıştı. İspanyollar, düştükleri hâl münasebetiyle artık Doğu Akdenizde
olsun, Kuzey Afrika da olsun eski hegomanyollannı ve emellerini sürdürmekten
pek uzaktılar. İspanya bütün gücüyle Amerika kıtasında tesis ettiği kolonilerini
muhafazaya çalışıyordu. 1714'de yapmak zorunda kaldığı Raştad antlaşması
Hollanda, Milano, Napoli dukalıkları elden çıkmıştı. Sardunya Adası
İspanya'dan kopmuş gitmişti.
Silahlı kuvvetler
demek suretiyle kara, deniz ve hava kuvvetleri kelimeleri, gayri ihtiyarî
olarak, İnsanın dudaklarından döküldüğü görülür. Fakat; 1595'de, Osmanlı
tahtına oturan 3. Mehmed'in çocukluğundan en önemli hatıra, bu padişahın sünnet
düğünüdür. Bunun en bariz olanlarından biri, Saray-burnundan, hüners ahibi
biri, kendisini top namlusundan, içinde bulunduğu füzemsi şekilde bir kaba
denizin üzerine fırlattırır ve hayli mesafe, uçtuktan sonra denize içinde
bulunduğu kabla birlikte kontrollü olmak suretiyle iner. İçine girdiği ejder
şeklinde yapılmış öze! bir vasıta deniz içinde ve altından tekrar Sarayburnuna
gelir ve hüner sahibini, açtığı ağzından karaya bırakır. Osmanlı ilim adamları
bu gösteriyi stratejik bir silah olarak kullanma şeklinde kafa patlatsalardı.
belki 4. Murad döneminde, Galata kulesi üzerinden boşluğa, yaptığı kanatlarla
kendini bırakan ve Üsküdar Doğancılar meydanına inen Hezarfen, Ahmed Çelebi
belki kanatlarla değil Çırpıcı çayırından uçakla havalanıp, Dudullu düzlüğünde
yere inebilirdi!. İşte hava kuvvetleri diyemiyoruz, çünkü tayyare icadı henüz
gerçekleşmemişti.
Tahliline
çalıştığımız, 17. yüzyıl sonları ve 18. asır başları bizim askeri
kuvvetlerimizin, avrupanın yapmış olduğu değişikliklerin hiç birine tevessül
etmemiş, silahlarımızda bir tekâmül takibine girişilmemişti. Hak ve bâtıl
arasındaki mücadelenin, Hakk' tarafını teşkil eden milletimiz ve askerî sistemimizi
yönetenler gaalib gelebilmek için bir ar-ge'ye yâni araştırıcı bir faaliyete
ehemmiyet vermemişlerdir. İlim Çin'de olsa senin yitik malındır diyen yüce
dinimizin bu işareti maalesef yeteri kadar üzerinde durulmamıştır.
1453'lerde, düşman
kalesi önünde lâzım gelen şekilde top dökümü gerçekleştiren, harp sanayiimiz
varken, sonraları 17. asır ne de 18. asır'da hatta bu gün bile kendi silahımızı
yapmıyoruz. Yapamazmiydık? Yapardık, fakat yapmadık, şimdi yapamazmıyız?
Yaparız! Fakat yaptırmayan ve ne olduğunun tesbitini yapamadığımız bir güç var
ve onu milletçe tesbitten mahrumuz. Avrupa da değişen silahları, tâlim
usulleri, harp silahı gibi diğer araç ve gereçler de hayli yeni buluşlarla takviye
olunurken, bizde yeniçeri'yi belinde kılıçtan, omuzunda-ki sadak yâni ok kılıfı
ve yayından ayırmak kabil olamıyor, tâlimde keçeye, pala çalmaktan vaz
geçiremiyorduk.
Ordunun bu
saydıklarımız hasebiyle mağlubiyet ihtimali dâima göz Önüne alındığından,
padişah ordunun başında bulundurulmuyor serdar-i ekremlik ünvanlarıyla
kumandanlar tâyin ediliyordu. Bunların başarılan bazı kişiler tarafından
kjskanıldığından, kimi zamansa verdiği emirler yerine getirilmiyor, sevilmeyen
adam cezalandırılırken din-i mübinin bütün mensupları da bu cezaya
çarptırılmış olmaktaydı. Bütün bunlar bir reformu gerektirmekteydi. Bunu
yapacak değerler mutlaka vardı, fakat kıskançlık, haset, bunları yapacak olanların
birer vesile ile yine devlet adamları arasındaki kötü vasıflı rekabet yüzünden
harcanıp gidiyorlardı.
Damad Nevşehirli
İbrahim Paşa; bu büyük tekâmülü sağlayacak bir fırsatdı. Ancak; nâsib
değilmişki bu büyük refor-matör hayatını, isyanı meslek hâline getirmişlerin elinde
kaybederken, devlet-i âliyede bir şans getiricisini kaybetmiş oluyordu.
Donanmamız, tâbir-i diğerle deniz kuvvetlerimiz verdiği işaretle deniz
mekteblerine ihtiyacımızı haber veriyordu ve 18. asır bitmeden bahriyemiz
okuluna kavuşacaktı.